T.C. SAĞLIK BAKANLIĞI ŞİŞLİ ETFAL EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ BİYOKİMYA VE KLİNİK BİYOKİMYA BÖLÜMÜ ŞEF: UZM. DR. NEZAKET EREN MAJOR DEPRESYON ve PANİK BOZUKLUKTA SERUM S100B SEVİYELERİ (Uzmanlık Tezi) Hakan AYYILDIZ İSTANBUL 2008 ÖNSÖZ Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Biyokimya ve Klinik Biyokimya Uzmanlık Programı’ nda geçirdiğim asistanlık eğitimim süresince en büyük destek ve yakınlığı gördüğüm hocam, Biyokimya Kliniği Şefi Uzm. Dr. Nezaket EREN başta olmak üzere; eğitimime büyük katkı sağlayan değerli uzmanlarım Şef Yrd. Uzm.Fatma TURGAY, Başasistan Dr. Şebnem CİĞERLİ, Uzm. Dr.Berna ASLAN, çok büyük yardımlarından ötürü Psikiyatri Kliniği Şefi Doc.Dr.Oğuz KARAMUSTAFALIOĞLU ve Psikiyatri Kliniğinden Dr.Gökay ALPAK’a,Biyokimya laboratuarı tüm personeline ve asistan arkadaşlarıma,dostluğundan onur duyduğum çok değerli asistan arkadaşım Oğuzhan Koca’ya ve bugünlere gelmemde en büyük rolü oynayan aileme çok teşekkür ederim. 1 İÇİNDEKİLER ÖNSÖZ…………………………………………………………….………….……………. 1 İÇİNDEKİLER…………………………………………………………….……….……… 2 TABLO LİSTESİ…………………………………………………………….…………….. 4 ŞEKİL LİSTESİ…………………………………………………………….……………… 5 KISALTMALAR…………………………………………………………….……….……. 6 1.GİRİŞ ve AMAÇ……………………………………………………..……………………8 2.MAJORDEPRESYON…………………………………….……….…………………….. 10 2.1. TANIM…………………………………….……….………………………………… 10 2.2..TARİHÇE…………………………………….……….……………………………… 10 2.3.EPİDEMİYOLOJİ…………………………………….……….……………………… 11 2.4.ETYOLOJİ…………………………………….……….………………………………13 2.4.1..Psikososyal Sebebler…………………………………….……….……………13 2.4.2..Biyolojik Etkenler…………………………………….……….……………… 14 2.5.KLİNİK ÖZELLİKLER…………………………………….……….……………….. 22 2.5.1.DSM-IV’E GÖRE TANI ÖLÇÜTLERİ………………………………………. 22 2.5.2.TEDAVİ………………………………………………………………………. 24 2.5.3.ANTİDEPRESAN İLAÇLAR………………………………………………… 24 3.PANİK BOZUKLUK………………………….……….……………………………….. 26 3.1.GENEL BİLGİLER………………………………….……….………………………. 26 3.2.EPİDEMİYOLOJİ………………………………….……….………………………… 26 3.3.ETYOLOJİ………………………………….……….……………………………….. 27 3.3.1.Biyolojik etkenler………………………………….……….…………………. 27 3.3.2.Genetik………………………………….……….……………………………. 28 3.3.3.Sodyum Laktat Provakasyonu…….……….………………………………….. 28 3.3.4.Co2 ve Hiperventilasyon………………………………….……….………….. 29 3.3.5.Merkezi Noradrenerjik Sistem………………………………….……….……. 29 3.3.6.GABA’erjik Sistem………………………………….……….……………….. 30 3.3.7.Merkezi Serotonerjik Sistem………………………………….……….……….30 3.3.8.Panik Bozukluğun Elektrofizyolojisi………………………………….………. 31 3.3.9.Psikanalitik Görüş………………………………….……….………………… 31 3.5.KLİNİK ÖZELLİKLER………………………………….……….………….……….. 31 2 3.5.1.DSM-IV’e GÖRE TANI ÖLÇÜTLERİ………………………………….…… 32 4.S100 KALSİYUM BAĞLAYICI PROTEİN AİLESİ…………………………………. 33 4.1.GİRİŞ………………………………….……….…………………………………….. 33 4.2.S100 DİMERLERİ………………………………….……….……………………….. 34 4.3.S100 PROTEİNLERİNİN HÜCRE İÇİ ROLLERİ…………………………………. 37 4.4.S100 PROTEİNLERİNİN EKSTRASELLÜLER AKTİVİTELERİ………………… 39 4.5.S100 PROTEİNLERİNİN KLİNİK KULLANIMLARI……………………………… 42 4.6.DEPRESYONDA NÖROPLASTİSİTE TEORİSİ ve S100B………………………… 43 5.GEREÇLER VE YÖNTEM………………………………….……….…………………. 45 5.1.GEREÇLER………………………………….……….………………………………. 45 5.2.YÖNTEM………………………………….……….…………………………………. 46 6.BULGULAR………………………………….……….………………………………….. 47 7.TARTIŞMA ve SONUÇ ………….……….…………………………………………….. 60 8.ÖZET………………….…………………………………………………………………... 68 9.SUMMARY………………………………………………………………………………. 70 10.KAYNAKLAR………………………………….……….………………………………. 72 3 TABLO LİSTESİ Tablo.1 S100 Proteinlerinin hedef Proteinlerle fonksiyonel ilişkisi…………………… 37 Tablo.2 S100 Proteinlerinin düzenlediği enzim aktiviteleri……………………………..38 Tablo.3 S100 Protein ailesi ve Genel etkileri…………………………………... ……... 40 Tablo.4 Demografik özelliklere göre Grupların değerlendirilmesi……………………. 48 Tablo.5 Çalışma Gruplarının ve Tüm olguların S100B cinsiyete göre karşılaştırılması..51 Tablo.6 Gruplar arası biyokimyasal belirteçlerin değerlendirilmesi…………………. 52 Tablo.7 Grupların çoklu karşılaştırma testleri…………………………………………. 52 Tablo.8 Çalışma Gruplarında Beck Anksiyete ve Beck Depresyon skorlarının S100B ile ilişkisi……………………………………………………………… 53 Tablo.9 Çalışma Gruplarında Tedavi öncesi ve Tedavi Sonrası biyokimyasal Parametrelerin karşılaştırılması……………………………………………… 54 Tablo.10 Tedavi öncesi ve Tedavi sonrası S100B ile Kalsiyum arasındaki korelasyon Tablosu………………………………………………............................………55 Tablo11 Major Depresif Hasta bilgileri ve Çalışılan parametreler……………………… 56 Tablo12 Panik Bozukluk Hasta bilgileri ve Çalışılan paramatreler……………………. 57 Tablo13 Kontrol Grubu bilgileri ve Çalışılan Parametreler…………………………….. 58 Tablo14.Tüm Gruplar için Değişken Tablosu…………………………………………… 59 4 ŞEKİL LİSTESİ Şekil.1 Yaşlılarda Depresyon İnsidansı…………………………………………………. 11 Şekil.2 Serotoninin Temel Biyokimyası………………………………………………… 16 Şekil.3 S100 Proteinlerinin Sekonder Yapısı…………………………………………… 34 Şekil.4 S100 Proteinleri ve ve Hedef Protein ilişkileri…………………………………. 35 Şekil.5 S100 Proteini ile İnteraksiyona Girmiş olan Hedef Proteinler………………….. 36 Şekil.6 S100B ve Nöroplastisite………………………………………………………… 44 Şekil.7 Meslek Durumuna Gören Gruplar Arası Farklılıklar…………………………... 49 Şekil.8 Medeni Duruma Göre Gruplar Arası Farklılıklar………………………………. 50 Şekil.9 Grupların Birlikte yaşadıkları kişilere Göre Değerlendirilmeleri……………… 50 Şekil.10 Tüm Olgularda S100B düzeylerinin Cinsiyet açısından box-plot Gösterimi…...51 Şekil.11 Gruplara Göre,S100B düzeylerinin box-plot Gösterimi……………………….. 53 Şekil.12 Tedavi sonrası S100B ile Kalsiyum Arasındaki Saçılım Grafiği………. ……... 55 5 KISALTMALAR ACTH Adrenokortikotrofik hormon BT Bilgisayarlı Tomografi BOS Beyin Omurilik Sıvısı CRH Cortikotropin releasing Hormon CRF Cortikotropin releasing Faktor Cap Z Capping Protein DSM-IV Diagnostic and Statistical Manuel of Mental Disorders DST Deksametazon Supresyon testi ECLİA Elektrokemiluminesans immunoassay EEG Elektro Ensefalo Grafi EKT Elektro konvülsif tedavi GABA Gama Amino Butirik Asit GAP-43 Nöromodilin GFAP Glial Fibriller Asidik Protein GH Growth Hormon GHRH Growth Hormon Releasing Hormon HPA Hipotalamik-putuiter-adrenal IF-Gamma Interferon Gamma IL-1 İnterlökin 1 KOAH Kronik Obstruktif Akciğer Hastalığı kDA Kilodalton M-CPP M-Chloro-Fenil Piperazin MD Major Depresyon MDB Major Depresif Bozukluk MHPG Metoksi Hidroksi Fenil Glikol MR Manyetik Rezonans NF-kB Nükleer Faktör-kB Ndr Nükleer serin treonin protein kinaz NMR Nükleer Manyetik Rezonans NT Nörotransmitter PB Panik Bozukluk PET Pozitron EmisyonTomografisi 6 PRL Prolaktin RAGE Receptor for Advanced Glycosylation End Products SPECT Single Photon Emission Computerized Products Tomography TRH Tiroid Relasing Hormon TRTK-12 S100 binding peptite,calcium sensitive epitope TSA Trisiklik Antidepresan TSH Tiroid Stimülan Hormon 5HT-T 5 Hidroksi Triptamin Transporter Geni 7 1. GİRİŞ ve AMAÇ Günümüzde psikiyatrik sorunların varlığı dikkat çekecek ölçüde artmıştır.Bu hem bireysel hem de toplumsal boyutta, önemli bir halk sağlığı problemi haline gelmiştir. Tıbbi yardım için başvuran hastaların dörtte üçünde müdahaleyi gerektirecek düzeyde psikiyatrik sorun bulunmaktadır. Psikiyatrik bozukluklar içinde en sık görüleni depresyondur. Yaşam boyu bir depresif nöbet geçirme olasılığı genel olarak %18-20 oranları arasında kabul edilir.(Kadınlarda %20-26, erkeklerde %8-12).Depresyonun görülme sıklığı oranları %0,2-4,5 arasında bulunmuştur (1) Tıptaki ve teknolojideki ilerlemelere bağlı olarak birçok hastalık ya ortadan kaldırılmış ya da etkin tedavilerle kontrol altına alınmışken, depresyon özellikle endüstrileşmiş batı ülkeleri başta olmak üzere bütün dünyada hızla artmakta ve büyük bir sağlık sorunu haline gelmektedir. Depresyona bağlı işgücü kayıpları, verimlilikteki düşüşler büyük bir ekonomik kayba sebep olmaktadır. Depresyon sıklığındaki artışların yanı sıra başlama yaşı da düşmüştür. Buna bağlı olarak depresyonun komplikasyonlarından biri olan alkol ve madde kullanımı da özellikle gençler arasında hızla yaygınlaşmaktadır. Tedavi edilmemiş depresyonun bir diğer önemli komplikasyonu da intiharlardır.(2) Anksiyete ve depresyon ayrı birer hastalık olarak ortaya çıkabileceği gibi birlikte de görülebilir.Birçok posmortem ve nörobiyolojik görüntüleme çalışmaları anksiyetesi ve depresyonu olan hastalarda prefrontal korteksde ve hipokampüste atrofi ve nöron kaybına işaret eder.Son çalışmalar depresyondaki hastaların beyinlerinin duygudurum ile ilgili bölgelerinde bazı yapısal değişikliklerin meydana geldiğini,glial hücre ve nöronlarda azalma olduğunu göstermiştir.(3) Depresyonda tanı, tedavi ve prognozu etkileyen biyolojik belirleyiciler halen oldukça sınırlıdır. Bu nedenle depresyon patofizyolojisini anlamak için yeni etyolojik modeller geliştirilmeye başlanmıştır. Monoaminerjik nörokimyasal sistem dışındaki sistemlerin depresyon etyolojisine olası katkıları pek çok araştırmada ele alınmaktadır. Bu nedenle artık sadece beyindeki nörotransmiter değişiklikleri üzerinde değil, aynı zamanda beyindeki diğer patolojiler üzerinde de durulmaktadır (4, 5) 8 Kalsiyum nöronal işlevlerin düzenlenmesinde önemli rol oynamaktadır. Kalsiyum nörotransmitterlerin sentezi, salınması ve hücrenin uyarılabilirliğini etkileyen kalsiyum kanallarını düzenlemektedir.(6)Antidepresan ilaçların etkinliğinde kalsiyum kanallarının rolünün olduğu düşünülmektedir. Bir çalışmada majör depresyonu olan hastalarda BOS kalsiyumunun depresyon şiddeti ile pozitif ilişkili olduğu bildirilmiştir.(7) Nörotrofik Bir faktör olan S100B, ruhsal hastalıklarının patofizyolojisinde görevli olabileceği düşünülmüştür.S100B serotonerjik nöronların,major nörotrofik faktörüdür,erişkin beyninde sinaptik plastisite ve yeni nöron oluşumu,akson filizlenmesi gibi görevleri vardır.Astroglial hücreler serotoninin 5HT1A reseptörüne bağlanmasıyla,S100B salınımını başlatır(8) Bu çalışmada,major depresyon ve panik bozukluğun patogenezinde yer alabileceği düşünülen,nöroplastisite yeteneğinde bozulma ve kalsiyum dengesizliğinin,kalsiyum bağlayıcı bir protein olan ve astrositlerden salgılanan S100B ile gösterilmeye çalışılması S100B’nin major depresyon ve panik bozuklukta biyolojik bir markır olup olamayacağı,ayrıca tedavi öncesi ve 4 haftalık tedavi sonrası S100B ve Kalsiyum, serum değerlerinin değişip değişmediğini görmeyi amaçladık. 9 2.MAJOR DEPRESYON 2.1.TANIM: Depresif bozukluklar,temel olarak kognitif (bilişsel),psikomotor ve psikofizyolojik alanlardaki bozukluklarla,kişiler arası güçlüklerin eşlik ettiği bir grup bozukluktur.Depresyon terimi sağlıklı bir insanın bir duygusunu,bir klinik belirtiyi,bir bozukluğu gösterebilir.Klinik anlamda depresyon denince,derin üzüntülü bir duygudurum içinde düşünce,konuşma ve hareketlerde yavaşlama ve durgunluk,değersizlik,küçüklük,güçsüzlük,isteksizlik,karamsarlık duygu ve düşünceleri ile fizyolojik işlevlerde bozukluk gibi belirtileri içeren bir sendrom anlaşılmalıdır.(9) 2.2.TARİHÇE: Depresyon çok eski çağlardan beri bilinen bir hastalıktır.Tarih öncesi dönemlerde Niobe ağlayan bir taşla ölümsüz bir biçimde sembolleştirilmiştir.Homeros’un ünlü destanı İlyada’da Bellerofon’un depresyonu konu edilmiştir.Hipokrat melankoli terimini kullanmış,ayrıca depresyonun temelinin fizyolojik olduğunu açıklamıştır.Bunu ‘’Acı,elem ve gözyaşlarının kaynağı beyindir’’ biçiminde belirtmiştir.Milattan sonra 100’lerde melankoliye Cornelius tarafından ‘’kara safranın neden olduğu hastalık’’ denmiştir.Daha sonra Aretaeus,Soranus ve Galen mani ve melankolinin değişik tanımlarını yapmışlardır.(10,11) 19.yüzyıla gelindiğinde melankoli kavramı daha farklı bir biçimde ele alınmıştır.1816’da Esquirol manik hastalarda izlediği durgunluk döneminden söz etmiştir.Bu duruma 1850’lerde Jean Pierre Falret açıklık getirerek değişen manik depresif tablolara ‘Folie Circulaire’ adını vermiştir.Depresyon sözcüğünü belkide teknik anlamda ilk kullananlardan biri Delasiauve’ydi;depresyonu,"Hastalık etkisi altında acı çekmekte olan kişilerin ruhlarının düşkünlüğü" diye tanımlanmıştı.(11) Emil Kraepelin 1921’de manik-depresif nöbetlerin aynı hastalığın iki farklı görünümü olduğunu tanımlamıştır.1911’de Karl Abraham’ın dinamik yaklaşımını takiben,1917 yılında Freud’un depresif durumun oluşmasına neden olan zihinsel mekanizmaları açıklaması psikiyatri alanında bir devrim olarak kabul edilmiştir.(12,13,14) Son yıllarda depresyon sınıflandırmasında kullanılan yeni terimler,bu alandaki belirsizliğin giderilmesi açısından önemlidir.1957’de K.Leonhard manik nöbet öyküsüne göre 10 unipolar-bipolar affektif bozukluk ayrımını yapmıştır.1971 yılında Paykel belirti gruplarına göre depresyonu sınıflandırmıştı.Robins ve Guze (1972) primer-sekonder ayrımı bu alandaki ilk yapıcı ve geliştirici sınıflandırmadır.En son olarak Avrupa’da Dünya sağlık örgütü öncülüğünde ICD-10 ve Amerikan Psikiyatri Birliği’nin DSM-IV sınıflandırması ile bir dil birliğine ve standartlaşmaya gidildiği gözlenmektedir.(10,14,16) 2.3.EPİDEMİYOLOJİ: Depresyon bütün dünyada yaygın olarak görülen,önemli düzeyde işgücü ve yeti yitimine yol açan bir halk sağlığı sorunudur.Yaşam boyu bir depresif nöbet geçirme olasılığı genel olarak %18-20 oranları arasında kabul edilir.(Kadınlarda %20-26,erkeklerde %8- 12).Depresyonun görülme sıklığı (insidansı) oranları %0,2-4,5 arasında bulunmuştur. Depresyona en sık 18-44 yaş grubunda rastlanmaktadır.Major depresyon kadınlarda erkeklerden 2-3 kat fazla görülmektedir.(17,18,19) a)Başlangıç yaşı: Yakın zamanda yapılan çalışmalarda ilk nöbetin başlama yaşının 20’li yaşların başlarına kaydığı görülmüştür.(17,19) Ancak son yapılan çalışmalarda özellikle sosyokültürel yapının değişimine bağlı olarak yaşlılardaki depresyonun arttığını gözlenmektedir (şekil1).Depresyon kadınlarda 35-45 yaşları arasında,erkeklerde 55-70 yaşları arasında pik yapmaktadır.(20,21) Yaşlı bireylerde özellikle 60 yaş üstü bireylerdeki depresyonun erken tanınması ve tedavinin başlanması onların yaşam kalitesini,günlük aktivitelerindeki bağımsızlık seviyesini arttırır ve erken ölümleri önler (21) Şekil1.Yaşlılarda depresyon insidansı.Data From Katona CLE.The epidemiyology of old age Chichester,UK;Willey 1994:33 11 b)Cinsiyet: Tüm dünyada özellikle gelişmiş ülkelerde depresyon oranı kadınlarda erkeklerden fazla bulunmuştur.(22) Kadınlarda depresif bozuklukların daha yüksek oranda görülmesi çeşitli şekillerde açıklanmaya çalışılmıştır.Kadınların tedaviye başvurmaya yatkın oluşları,X kromozomuna bağlı bir genetik geçişin olabileceği,hormonların depresyona etkisi, “kadınlardaki düşük benlik saygısı”, “öğrenilmiş çaresizlik” ve “geleneksel kadın rolü” gibi etkenler öne sürülmüştür.(19,23,24) c)Sosyal Sınıf:Depresif belirtilerin alt sosyoekonomik düzeydeki kişilerde daha yaygın olarak bulunduğu gösterilmişse de,major depresif bozukluğun sosyal sınıflarla belirgin bir ilişkisi saptanamamıştır.(9,23) d)Ülkeler ve ırklar arasındak farklar:Bu konuda genel olarak kabul edilen yaklaşım,tüm toplumlarda duygudurum (mod) bozukluklarının yaygınlığının ırklara göre farklılık göstermemesidir.(10,24) e)Medeni durum:Genel olarak major depresif bozukluk en sık kişiler arası ilişkileri olmayan ya da boşanmış ya da ayrı yaşayan insanlarda görülmektedir. (24) f)Kişilik yapısı:Major depresif bozuklukta,belirli bir kişilik yapısından söz edilmemekte,burada daha çok obsesif özellikler taşıyan,güvensiz,bağımlı,özellikle öfke gibi duyguları ifade etmekte güçlük çeken,stressörler karşısında bunaltı geliştirmeye yatkın,eleştirilere karşı duyarlı kişilik özelliklerinden söz edilmektedir.(10,23) g)Aile öyküsü:Leonhard,bipolar grupta unipolara göre daha fazla genetik yüklülük olduğuna değinmiş ve çeşitli çalışmalarda bipolar gruptaki hastaların ailelerinde hipomani,unipolar hastaların ailelerinde ise depresyon eğiliminin daha fazla olduğu belirtilmiştir.(24,25) h)Diğer etkenler: Veriler,daha sonra depresyon gelişmesiyle en çok ilişkisi olan yaşam olayının 11 yaşından önce yaşanan ebeveyn kaybı olduğunu göstermektedir.Bir depresyon nöbetinin başlamasıyla en çok ilişkisi olan çevresel etken ise eşin kaybedilmesidir.(26) 12 2.4.ETYOLOJİ: Depresyonun ortaya çıkmasına yol açan sebebler,psikososyal,genetik ve biyolojik olarak üç ana başlık altanda incelenebilir. 2.4.1.Psikososyal Sebebler: a.Yaşananlar ve çevre: Bazı araştırmacılar,yaşanan olayların depresyonda primer yada temel rol oynadığına inanırlar.Buna karşın bazı araştırmacılar da yaşananların yalnızca depresyonun başlangıcında ve ortaya çıkış zamanında sınırlı bir etkisi olduğunu savunmaktadırlar.(27) Çevresinden tutarlı,anlamlı ve uygun destekler alan bireyler kendilerini yıkıcı çevresel streslere karşı daha iyi korurlar.Sosyal desteğin psikiyatrik durumlardaki önemini ilk kavrayanlardan biri Emile Durkheim’dir.Durkheim “Toplum ile bütünleşemeyen bireyler intihar için çok büyük risk altındadır” demiştir.Sosyal destek ağı kalabalık olan kişilerde psikiyatrik rahatsızlıkların görülme ihtimali azalmaktadır. (22) b.Aile: Mizaç bozukluklarının özellikle major depresif bozukluğun başlangıcı ve seyri aile dinamikleri ile ilişkili bulunmuştur.Aile psikopatolojilerinin hastalığın iyileşme hızını semptomların tekrar başlamasını ve hastanın iyileşme sonrası uyumunu etkileyebileceğini bildirilmiştir (27) c.Hastalık öncesi kişilik özellikleri:Depresif hastalar için bir takım kişilik özellikleri açıklanmıştır.Bu hastalarda en sık rastlanan kişilik özellikleri şunlardır: aşırı mesuliyet duygusu,bağımlılık,narsistlik,titizlik,güvensizlik ve kolayca suçlanma eğilimi.Depresif hastaların sıkça görüldüğü bazı kişilik tipleri ise;oral-bağımlı,obsesif-kompulsif ve histrionik kişiliklerdir.(27,28) d.Psikanalitik görüş açısından depresyon:Psikanalizin ilkel benlik (id) psikolojisi döneminde depresyon;kin ve nefret gibi saldırganlık dürtülerinin,katı üst benliğin baskısıyla kişinin kendisine yöneltilmesi şeklinde açıklanmıştır. (27,29) Ego psikologlarına göre;çocuğun oral ihtiyaçlarının engellenmesi,onda öfke ve anksiyeteye yol açar.Kişiler arası ilişkilerde yaşanan düş kırıklıkları erişkinlik yaşamında 13 ambivalan sevgi ilişkilerinin doğmasına sebeb olur.Buda depresyona yatkınlık oluşturur.Erken çocukluk döneminde egoda yapılaşan bu depresif çekirdek yetişkinlikte benlik saygısını çökerten gerçek kayıplarla ya da kayıp tehditleriyle yeniden canlanarak depresyonun ortaya çıkmasına sebeb olur.(30,31,32) e)Depresyona davranışçı-bilişsel yaklaşımlar: 1.Seligman’ın öğrenilmiş çaresizlik modeli: Bu model,Seligman’ın köpeklerle yaptığı laboratuar deney sonuçlarının insan davranışlarına uygulanmasının bir sonucudur.Depresif kişiler olaylar karşısında sorumluluk almayarak,sonucu kontrol eden davranışı yapmazlar ve ortaya çıkan sonuçları kendi kontrollerinin dışında bir takım nedenlere dayandırırlar.(28) 2.Depresyonda bilişsel bozukluk modeli:Beck’in tarif ettiği bu modele göre,depresyon temelde bilişsel bir bozuklukdur.Duygulanım buna ikincildir.Bu modelin dört temel öğesi vardır. Olumsuz üçlü;dünyayı ve yaşantıları olumsuz algılama Olumsuz düşüncelerin otomatik olarak ortaya çıkması Bilgi işlemede ve algıda sistematik hataların olması. İşlevliliği olmayan şemalar. Beck’in formulasyonuna göre,çocukluk dönemine ait bazı yaşantılar hastanın kendisini ve dış dünya ile ilgili bazı işlevliliği olmayan şemaların gelişmesine yol açar.Bu şemalar daha sonra algıları organize etmede ve davranışları yönetmede kullanılır.Bu şemalardan bazıları son derece katı,uçta,değişmeye dirençli ve bu nedenle de işlevliliği yoktur.Kişinin hayatındaki işlevliliği olmayan şemaları aktive eden kritik olaylar depresyonun ortaya çıkmasına neden olur.(27,32) 2.4.2.Biyolojik etkenler: a.Genetik Etkenler : Aile ve genetik çalışmaları duygudurumu bozukluklarının gelişiminde genetik etkenlerin önemli rolü olduğunu ortaya koymuştur.Duygudurum bozukluğu olanların birinci dereceden 14 akrabalarında hastalanma riski belirgin ölçüde yüksektir.Unipolar depresyonluların birinci dereceden akrabalarında hastalanma riski genel populasyona göre iki üç kat yüksektir.Tek yumurta ikizlerinde eş hastalanma oranı %40-50 arasında bulunmuştur.(28) Monozigot ikizlerde unipolar depresyon konkordansı,3 veya daha çok nöbet geçirmiş hastalarda %59 iken 3’den az nöbet geçirenlerde bu oran %33 olarak bulunmuştur.Tek yumurta ikizleri ile yapılan değişik çalışmalarda birlikte hastalanma oranı %50-92,5 (ortalama %69) ile dizigot ikizlerinin (ortalama %20) 3,6 katı olarak bulunmuştur. Çalışmalar,unipolar depresyonda soyaçekimin bipolar hastalıkda olduğu kadar olmasa bile,önemli oranda kalıtıldığını düşündürmektedir.Dikkati çeken önemli bir nokta da,bipolar hastaların akrabalarında en sık görülen hastalığın bipolar bozukluk değil unipolar depresyon olmasıdır.(33) b.Biyojenik aminler: Duygudurum bozukluklarının etyolojisinde biyojenik aminler üzerinde çok durulmuştur.Biyojenik aminler içinde en çok norepinefrin ve serotonin üzerinde durulmuştur.Ayrıca dopamin ve asetil kolin seviyelerindeki değişikliklerin duygudurum bozukluklarına yol açtığına dair görüşler vardır.Duygudurum bozukluklarının etyolojisinde tek tek nörotransmitterlerin rolünden ziyade,biyojenik aminlerin heterojen disregülasyonunun daha önemli olduğu günümüzde en çok kabul gören teoridir.(30,34,35) b.1.Norepinefrin: Beta adrenerjik reseptörlerin duyarlılığında azalma olması ile antidepresanlara alınan klinik cevap arasındaki ilişki norepinefrinin depresyon etyolojisindeki rolüne dair en önemli delillerdendir.Diğer taraftan,presinaptik alfa-2 adrenerjik reseptörler de sinaptik aralığa salıverilen norepinefrin seviyesini azaltarak depresyonda rol oynarlar.(27,30) Noradrenerjik sistem depresyonun etyolojisinde suçlanmaktadır.Bu sistemin etyolojideki rolü çok çalışılmamıştır.Noradrenalin transporter gen polimorfizmi çalışılmış fakat etkili bulunmamıştır.(36) 15 b.2.Serotonin: Özgül serotonin geri alım inhibitörlerinin,depresyon tedavisinde başarıyla kullanılmasından sonra,serotoninin depresyon etyolojisinde en önemli nörotransmitter olduğu düşünülmüştür.Ayrıca intihar girişiminde bulunan hastalarda düşük BOS serotonin konsantrasyonları ve trombositlerde serotonin bağlanan bölgelerin yoğunluğunda azalma gözlenmesi bu düşünceyi desteklemektedir.(27,30) Serotonin transporter geninin (5-HT T) rolü hakkındaki mevcut bilgilere,bu genin promoter bölgesindeki işlevsel bir polimorfizmin,zorlayıcı hayat olaylarının depresyondaki etkisini tayin ettiğini,5-HT-T promoter polimorfiziminde bir veya iki kısa allel kopyasına sahip olan bireylerin,uzun allel için homozigot olanlara oranla depresyona girmeye,hatta intihar etmeye daha eğilimli oldukları gözlemi eklenmiştir.(37) Serotonin üretiminin hız sınırlayıcı enzimi olan triptofan hidroksilaz gen polimorfizmi ile depresif hastaların belirtileri arasında ve yine aynı genin polimorfizmi ile depresif hastalardaki intihar davranışı arasında ilişki olduğu gösterilmiştir.(38)(şekil5) Şekil 2.Serotonin temel biyokimyası 16 b.3.Dopamin: Depresyonda mezolimbik dopamin yolağının işlevinde bozulma olduğu ve dopamin tip I (D1) reseptörlerinin depresyonda hipoaktif olduğuna dair deliller bulunmuştur.Yine dopamin rolüne ilişkin deliller,rezerpin gibi dopamin miktarında azalmaya yol açan ilaçların depresyona neden olması ve Parkinson hastalığı gibi dopamin konsantrasyonlarının düşük olduğu hastalıklarda depresyonun da sıklıkla birliktelik göstermesidir.(30) Dopamin reseptörlerinin polimorfizmi ile duygulanım bozukluklarının arasındaki ilişkiyi araştıran çalışmalar artarak devam etmektedir.D4 reseptör geni ile major depresyon arasında ilişki olduğu belirtilmiştir.(39) c.Uyku anormallikleri: Depresif hastaların %60-90’ında çeşitli polisomnografik anormallikler gözlenmektedir.Depresif hastalarda en çok gözlenen polisomnografik bulgular:uyku başlangıcının gecikmesi,ilk REM latensinin kısalması ve ilk REM periyodunun süresinde artış,gecenin ilk yarısındaki REM periyotlarının süresinde ve REM yoğunluğunda artış ve delta uykusu süresinde azalmadır.(27,40,41) d.Sirkadiyen ritimler: Depresyonda uyku bozukluklarının görülmesi ve uyku deprivasyonunda geçici klinik düzelmenin gözlenmesi,depresyonun sirkadiyen ritimlerde anormal regulasyonun bir yansıması olduğu görüşünün ileri sürülmesine yol açmıştır.Özellikle mevsim özellikli seyir gösteren depresif bozuklukların etiyolojisinde sirkadiyen ritimlerin önemli rol oynadığı bilinmektedir.(27,25,40,42) e.Nöroimmun regülasyon: Depresif hastalarda ve bir yakınını kaybetmiş kişilerde çeşitli immunolojik bozuklukların ortaya çıktığını bildiren pek çok çalışma vardır.Kortizol sistemindeki disregülasyon immun sistemi etkileyerek,immun sistemin hipotalamik regulasyonunu bozabilmektedir.İmmun sistemde olan bir patolojik sürecin depresif semptomlara yol açması daha düşük bir ihtimal gibi gözükmektedir.(27,40) 17 Son yıllarda nöroimmunolojik olayların ve immun aktivasyonun depresyon etiyolojisinde rol oynayabilme ihtimali üzerine yapılan çalışmalar artarak sürmektedir.Örneğin IL-1 ve IL-6 gibi proinflamatuar sitokinlerin ve C-reaktif protein,haptoglobin ve Alfa-1 asit glikoprotein gibi akut faz reaktanlarının major depresif hastalarda serum konsantrasyonlarının arttığı bulunmuştur.Ek olarak immun aktivasyonun hücresel belirleyicileri tanımlanmıştır.Stres ve CRH’nın,genel immun cevabın olmadığı durumlarda proinflamatuar sitokinleri indükledikleri çalışmalarda gösterilmiş olsa da,major depresif bozukluktaki immun aktivasyonun kaynağı bilinmemektedir.Klinik deneylerde çeşitli sitokinlerin uygulanması depresif sendromların gelişmesiyle ilişkili bulunmuştur.İnterferon-alfa tedavisi sırasında yüksek oranlarda major depresyona rastlandığı ve antidepresanlara cevap verdiği bilinmektedir.(43) Depresyonda da immunolojik yetersizlik olabileceğini düşündüren diğer bazı bulgular şöyle özetlenebilir.Bu hastaların en azından yarısında,immun cevabı baskılayan hiperkortizolemi söz konusudur.Depresif hastalarda mitojene karşı lenfosit cevabında azalma saptanmıştır.Hafif depresyonu bulunan hastalarda mitojen stimülasyonuna karşı immun cevabın normal sınırlar içinde olduğu gösterilmiştir.Depresif hastalarda plazma prostaglandin E seviyelerinde artma tespit edilmiştir,bu durumun hipotalamik-pituiter-adrenal ekseni uyararak immunite de değişikliklere yol açtığı bilinmektedir.Ayaktan takip edilen depresif hastalarda immunitenin,düşük olmayıp,yatan depresif hastalarda düşük olması immunite düzeyi ile depresyon şiddeti arasında bir ilişkinin varlığını akla getirmektedir.(44,45) Depresyon etyolojisine ait son çalışmalar,yeni maddeler üzerine yoğunlaşmaktadır.Örneğin nitrik oksit düzeyinin major depresyonda arttığını bildiren çalışmaların yanısıra,selenyum ve çinko ile depresyon arasındaki ilişki kurulmuştur.Major depresyonlu hastalarda çinko eksikliği tespit edilmiş olup,selenyum eksikliğinin de depresyona sebeb olabileceği ve tedaviye eklenmesi halinde duygudurumun düzeldiği yapılan çalışmalarda gösterilmiştir.(46) f.Beyin görüntüleme çalışmaları: BT ve MR çalışmalarında özellikle geç yaşlarda başlayan depresyonlarda kaudat çekirdek,putamen subkortikal boyutlarında alanlarda yaygın küçülme,kortikal vasküler atrofi,ventriküllerde değişikliklerin olduğunu genişleme gösteren ve bulgular bildirilmiştir.PET ve SPECT çalışmalarında ise depresyonda frontal ve subkortikal yapılarda 18 düşük serotonin etkinliği olabileceğine dair bulgular vardır.Yine depresif hastalarda SPECT analizi ile sol hemisferde hipoperfüzyon tespit edilmiştir.(27,28,47) g.Nöroanatomik görüşler: Biyojenik araştırmalardan elde edilen bulgular duygudurum bozukluklarının limbik sistem,bazal ganglionların ve hipotalamus patolojilerinden kaynaklandığını düşündürmektedir.Bazal ganglionların ve limbik sistemin hastalıklarında uyku iştah ve cinsel davranışlarda değişiklikler olması ve endokrin,immunolojik ve kronobiyolojik ölçümlerdeki değişiklikler bu hastalarda hipotalamusta bir işlev bozukluğunun olduğunu düşündürmektedir.(27,30) h.Diğer nörokimyasal faktörler: Eldeki veriler kesin olmamakla birlikte GABA,nöroaktif peptitler (özellikle vazopressin ve endojen opiyatlar) duygudurum bozukluklarının fizyopatolojisinde etkili olabilir.Ayrıca adenilat siklaz,inositol ve kalsiyum gibi ikincil haberci sistemlerinin depresyon etyolojisinde rolü olduğuna dair çalışmalar vardır.(27) I.Endokrinolojik bozukluklar: Nöroendokrinofizyolojik araştırmalar,depresyon hastalığının nörobiyolojik yapısının anlaşılmasında önemli gelişmeler sağlamıştır.(örneğin;endojen depresyon ayırıcı teşhisinde DST,TRH’ya bozuk TSH cevabı gibi).Bundan da öte depresif hastalığın teşhisi,homojen alt gruplarının belirlenmesi,tedavinin izlenmesinde ve psikofarmakoterapide kliniğe yardımcı olmaktadır.(48) I.1.Hipotalamus,pituiter,adrenalin aksı: CRH,ACTH ve kortizol seviyeleri fiziksel ve psişik streslere cevap olarak artmakta ve hemostazın sağlanmasında, adaptif cevapların geliştirilmesinde önemli rol oynamaktadır.Ayrıca duyusal proses,sensitize olma,ağrı,hafıza ve uyku işlevlerinde de önemli etkileri bulunmaktadır.Genel olarak düşük kortizol seviyeleri duygudurum ve mental durumun normalizasyonunu sağlamaktadır.Buna karşın Addison hastalığında (adrenal yetmezlik) apati,sosyal görülmekte,antidepresan çekilme,uyku ilaçlarla tedavi düzensizliği olan ve yorgunluk belirtileri kişilerde,hipotalamo-pituiter-adrenal 19 anormallikler düzelmektedir.Bu ilaçların kortikosteroid reseptör gen ekspresyonunu stimule ettikleri bulunmuştur.(43) Bu eksen anormallikleri depresif bozukluklarda en sık ve tutarlı olarak gösterilmiş olan biyolojik belirleyicilerdendir.Bu anormallikler kısaca şöyle özetlenebilir,Major depresyonlu hastaların çoğunda plazma kortizol konsantrasyonu yükselmiştir.Yani depresyonda kortizol hipersekresyonu vardır.Melankolik depresyonlarda %40-50 oranında deksametazon nonsupresyonu vardır.Anormal DST’nin,daha çok terminal insomnia,kilo kaybı ve duygudurumun diurnal değişimi gibi depresyonun negatif semptomlarıyla birlikte olduğu bildirilmiştir.Şiddetli ve psikotik depresyonlarda,ciddi intihar girişimi olan depresif hastalarda,yatan hastalarda ve ailede afektif bozukluk hikayesi olanlarda bu oran %80-90’a yükselir.DST nonsupresyonunun özellikle psikotik depresyonda pozitif olması,kortizol yüksekliğinin psikotik depresyonun patofizyolojisinde rol oynayabileceği düşüncesini doğurmuştur.(49) Erken yaşamdaki olumsuz olayların ve kronik stresin CRF içeren hücrelerde uzun süreli değişikliğe yol açtığı ve bu şekilde depresyona yatkınlık oluşturduğu düşünülmektedir (50,51).Böylece erken yaşamdaki stresin HPA ekseni üzerinde kalıcı etkiler oluşturarak depresyona eğilim oluşturduğu hipotezi,erken yaşam olaylarının erişkin psikopatolojisinde asıl rolü oynadığını savunan psikoanalitik görüşe de biyolojik bir destek sağlamaktadır.(52) I.2.Tiroid işlevleri: Tiroid hormonları hemen hemen tüm organ sistemlerinin işlevlerinde,özellikle beslenme metabolizmasında,ısı regülasyonunda,tüm vücut dokularının gelişiminde ve fonksiyonunda rol oynamaktadır.Bu eksitabilite,davranış primer endokrin fonksiyonunun ve nörotransmitter yanı regülasyonunda sıra TRH’ın,nöronal direk etkisi bulunmaktadır.Hipertroidizimde genellikle anksiyete,yorgunluk,depresyon,emosyonel labilite ve ajitasyon,hatta nadiren psikoz semptomları gözlenir.Gözlenen bu psikoz semptomları genellikle paranoya şeklindedir.Hipotiroidizmde ise psikomotor yavaşlama,yorgunluk,azalmış libido,depresif mizaç,intihar eğilimi,demans benzeri durum ve sekonder psikotik semptomlar gözlenmektedir.(43) Depresyonlu hastalarda tutarlı olarak bildirilen bulgu,hastaların yaklaşık olarak %25’inde bulunduğu bildirilen,dışardan verilen TRH’ye TSH cevabının yetersiz oluşudur.(53) 20 Bir görüş depresyondaki primer olayın TRH hipersekresyonu olduğu,TSH düşüklüğünün ve TRH’ye kör TSH cevabının aşırı hipotalamik TRH salınmasına sekonder olarak,hipofizer TRH reseptörlerinde gelişen duyarlılık azalmasına bağlı olduğu görüşüdür.TRH hipersekresyonunun primer bir patoloji mi yoksa depresyonu tedavi etmek için oluşan kompansatuar bir mekanizma mı olduğu da tartışmalı bir konudur.Nitekim,depresyonlu hastalarda TRH’nın SSS’ne direkt olarak verilmesinin akut fakat kısa süreli bir antidepresan etkiye yol açtığı bulunmuştur.(43,44,49,50,54) I.3.Hipotalamo-pituiter-Growth Hormon etkisi: Gelişim ve puberte için önemini bildiğimiz growth hormonun bazı stres olaylarıyla seviyesinin azaldığı,major depresif bozukluğu ve distimik bozukluğu olan hastaların büyük yüzdesinde GH eksikliği olduğu bilinmektedir.Bazı prepubertal ve erişkin major depresyonu olan hastalar,insülin tolerans testi sırasında GHRH hiposekresyonu göstermektedirler.Bu defisitin kolinerjik ve serotonerjik mekanizmalardaki değişikliği yansıttığı ifade edilmiştir.(43) Depresyondaki hastalarda uyku,GH salınımını uyarmaktadır.GH ile ilgili olarak oranla farmakolojik dinamik (challange) test çalışmlarında insulin verilerek hipoglisemi oluşturulmuş ve yine GHRH gibi ajanlar verilerek GH uyarılarak GH cevabına bakılmış;depresyonu olan hastaların büyük bir kısmında cevabın azalmış olduğu bulunmuştur.(43,50) I.4.Depresyon ve Prolaktin: Prolaktin metabolizması primer olarak psikiyatrik reproduktif bozukluklarda fonksiyonlarda rol oynamaktadır.Prolaktin değiştirmektedir.Ancak hiperprolaktinemik hastalarda depresyon,azalmış libido,stres intoleransı,anksiyete ve artmış irritabilite şikayetleri gözlenmektedir.Bu semptomların ortadan kalkması serum prolaktin seviyelerinin cerrahi veya farmakolojik tedaviye cevap olarak düşmesi ile paralellik gösterir (44) Kortizol gibi,PRL salınması da sağlıklı bireylerde serotonerjik ajanlar tarafından uyarılmaktadır.Bu yüzden major depresyonda santral serotonerjik aktivitedeki değişiklikleri ortaya koyabilmek amacıyla PRL’nin serotonin agonisti ajanlara verdiği cevabı değerlendiren dinamik testler yapılmıştır.Genel olarak,serotonerjik aktiviteyi yansıttığı düşünülür.Major depresyonlu hastalarda çoğunlukla bu serotonerjik ajanlara PRL cevabının azalmış olduğu 21 bulunmuş ve bu durum depresyonda beyin serotonin reseptör duyarlılığının azalmış olmasına bağlanmıştır.(43,50) I.5.Depresyon ve Gonadotropinler: Gonadotropinler:Gonadotropin serbestleştirici hormon (GnRH) hipotalamik hormon olup ön hipofizden luteinizan hormon (LH) ve folikül stimüle edici hormon (FSH) salgılanması sağlar.Gonadlardan salgılanan östrojen,testosteron gibi hormonlar da feed back etki ile hipotalamus-pituiter-gonad (HPG) ekseninin faaliyetlerini denetler (55) Major depresyonun kadınlarda daha sık görülmesi nedeniyle bu hastalığın temelinde gonadal işlev bozukluğu olabileceği öne sürülmüştür.Gerçekten de depresyondaki postmenapozal kadınların LH sekresyonunda değişiklikler olduğu saptanmıştır (56,57) Danacı ve arkadaşları tarafından yapılan bir çalışmada gonadotropin (FSH,LH) düzeyleri ile depresyon ve anksiyete düzeylerini ölçen psikometrik testlerden alınan puanlar karşılaştırıldığında istatistiksel olarak anlamlı fark bulunamamıştır (58) 2.5. Major Depresyonun Klinik Özellikleri 2.5.1.Major depresif Epizodun DSM-IV’e göre Tanı Ölçütleri (59) A. İki haftalık bir dönem sırasında,daha önceki işlevsellik düzeyinde bir değişiklik olması ile birlikte aşağıdaki semptomlardan beşinin (ya da daha fazlasının ) bulunmuş olması;semptomlardan en az birinin ya (1) depresif duygudurum ya da (2) ilgi kaybı ya da zevk alamama olması gerekir. Not:Açıkca genel tıbbi bir duruma bağlı olan ya da duyguduruma uygun olmayan hezeyan ya da hallüsinasyon semptomlarını katmayınız. 22 (1) Ya hastanın kendisinin bildirmesi (örn.kendisini üzgün ya da boşlukta hissediyor ) ya da başkalarının gözlemesi (örn.ağlamaklı görünümü vardır) ile belirti,hemen her gün,yaklaşık gün boyu süren depresif duygudurum.Not:Çocuklarda ve ergenlerde irritabl duygudurum bulunabilir. (2) Hemen her gün,yaklaşık gün boyu süren,tüm etkinliklere karşı ya da etkinliklerin çoğuna karşı ilgide belirgin azalma ya da bunlardan eskisi gibi zevk alamıyor olma (ya hastanın kendisinin bildirmesi ya da başkalarınca gözleniyor olması ile belirlendiği üzere) (3) Perhizde değilken önemli derecede kilo kaybı ya da kilo alımının olması (örn.ayda,vücut kilosunun %5’inden fazlası olmak üzere) ya da hemen her gün iştahının azalmış ya da artmış olması.Not:Çocuklarda beklenen kilo alımının olmaması. (4) Hemen her gün,insomnia (uykusuzluk) ya da hipersomnianın (aşırı uyku) olması (5) Hemen her gün,psikomotor ajitasyon ya da reterdasyonun olması (sadece huzursuzluk ya da ağırlaştığı duygularının olduğunun bildirilmesi yeterli değildir,bunların başkalarınca da gözleniyor olması gerekir) (6) Hemen her gün,yorgunluk-bitkinlik ya da enerji kaybının olması (7) Hemen hergün,değersizlik,aşırı ya da uygun olmayan suçluluk duygularının (sanrısal olabilir) olması (sadece hasta olmaktan ötürü kendini kınama ya da suçluluk duyma olarak değil) (8) Hemen her gün,düşünme ya da düşüncelerini belirli bir konu üzerinde yoğunlaştırma yetisinde azalma ya da kararsızlık (ya hastanın kendisi söyler ya da başkaları bunu gözlemiştir) (9) Yineleyen ölüm düşünceleri (sadece ölmekten korkma olarak değil),özgül bir tasarı kurmaksızın yineleyen intihar etme düşünceleri,intihar girişimi ya da intihar etmek üzere özgül bir tasarının olması) B.Bu semptomlar bir mikst Epizodun tanı ölçütlerini karşılamamaktadır. C.Bu semptomlar klinik açıdan belirgin bir sıkıntıya ya da toplumsal,mesleki alanlarda ya da önemli diğer işlevsellik alanlarında bozulmaya neden olur. D.Bu semptomlar bir madde kullanımının (örn.kötüye kullanılabilen bir ilaç,tedavi için kullanılan bir ilaç) ya da genel tıbbi bir durumun (örn.hipotiroidizm)doğrudan fizyolojik etkilerine bağlı değildir. 23 E.Bu semptomlar Yas’la daha iyi açıklanamaz,yani sevilen birinin yitirilmesinden sonra bu semptomlar 2 aydan daha uzun sürer ya da bu semptomlar,belirgin bir işlevsel bozulma,değersizlik düşünceleriyle hastalık düzeyinde uğraşıp durma,intihar düşünceleri,psikotik semptomlar ya da psikomotor retardasyonla belirlidir. 2.5.2.Major depresyon tedavisi: İntihar ya da çevrelerine zarar verme ihtimali olan hastaların,gıda alımı ileri derecede azalmış olanların,sosyal destekleri yeterli olmayanların,hikayelerinde hızlı ilerleyici depresif epizodlar bildirenlerin hastaneye yatırılmaları gerekir.(27) Depresyonun iyileşme ve yinelemlerle seyreden yaşam boyu süren bir hastalık olduğu ve tedavi edilmeyen olguların %15 oranında süregenleştiği düşünüldüğünde konunun önemi daha iyi anlaşılır (60). Tedaviye yanıt vermeyen veya yetersiz yanıt veren olguların oranı ise %15-35 gibi önemli bir orandır (61). Depresif bozuklukların tedavisi öncelikle doğru tanı konulması ve tedavi amaçlarının belirlenmesini içerir.Tedavide akut sürdürüm dönem tedavisi olarak iki faz vardır.Akut dönem ortalama ilk 4-12 haftayı kapsar.Bu dönemde belirtilerin remisyonu ve önceki işlevselliğe dönüş amaçlanır.Bu dönemde hastayla işbirliğinin sağlanması,eğitim verilmesi,tedavi seçimi ve yanıtının değerlendirilmesi önemlidir.Sürdürüm fazı ise remisyonun ardından gelen 6 ay veya daha uzun süreyi kapsar,mevcut atağın alevlenmesi ya da tekrarlamanın önlenmesi amaçlanır.Bu dönemde hastaya uzun süreli ilaç kullanımı konusunda eğitimin verilmesi,yan etkilerin kontrolü ve işlevselliğin sağlanması gereklidir. Tedavi süresi:Hemen bütün antidepresif ilaçların önemli bir özelliği etkinliğin 1-3 hafta içinde başlamasıdır.Bu süre içinde,uykuda,iştahta,duygudurum ve toplumsal etkinliklerde düzelme başlar.Antidepresan tedavide doz ve yeterli süre çok önemlidir.Etkin olup olmadığına karar verirken 4-6 haftalık süre zorunludur.(62,63) 2.5.3.Depresyon Tedavisinde Kullanılan Antidepresan İlaçlar Antidepresan ilaçlar enzim ya da reseptör inhibitörleri ve geri alım engelleyicileri olarak etkilerini gösterirler.(64) 24 I.Monoamin Oksidaz İnhibitörleri (MAOI): İlk olarak geliştirilen antidepresanlardır,monoamin oksidaz A ve B enzimlerini geri dönüşümsüz olarak inhibe ederler.Diyetle alınan aminlerin kan basıncında tehlikeli yükselmelere neden olabilmesi sebebiyle kullanımı sınırlı olmuştur.Bu tehlikeli yan etkiyi önlemek için geri dönüşümlü MAO inhibitörleri geliştirilmiştir.(64) II.Trisiklik Antidepresanlar (TSA) : Trisiklik antidepresanlar(opipromal.klomipramin,imipramin,amitriptilin,maprotilin),serotonin ve noradrenalin gerilalım pompalarını,çok az olarak da dopamin gerialım pompalarını inhibe ederek etki gösterir.Yan etki artışı,sedasyon;antikolinerjik yan profili etki (antihistaminik nedeniyle yan etki nedeniyle konstipasyon,bulanık kilo görme,ağız kuruluğu,sedasyon;Alfa 1 blokaj nedeniyle baş dönmesi ve kan basıncı düşüklüğü) ve intihar girişiminlerin de kullanımında ölüm riskini artırması nedeniyle kullanımı azalmıştır.Bilindiği gibi bu grup ilaçların yüksek dozları güvenli değildir.Yeni kuşak antidepresan ilaçların güvenilirliğinin yüksek oluşu bu grup ilaçların kullanımını önemli ölçüde sınırlamıştır.(64) III.Seçici Seotonin Gerialım İnhibitörleri(SSRI): Bu grupta sertralin,fluoksetin,paroksetin,fluvoksamin,sitalopram yer almaktadır.Huzursuzluk,motor hareketlerde değişim,cinsel fonksiyon bozuklukları,diyare gibi yan etkileri olabilir.Özellikle ek medikal hastalıkları olanlarda ve yaşlılarda çoklu ilaç kullanımında sorun oluşturabilecek sitokrom enzim düzeyindeki etkileşmelere dikkat edilmelidir.(64) IV.Noradrenalin ve Dopamin Gerialım İnhibitörleri (NDGI) Bupropion bu grubun tek örneğidir.Türkiye’de antidepresan olarak değil,daha düşük dozda farklı bir preparat şeklinde sigara bırakma tedavisinde kullanılmak üzere endikasyonu vardır.Dirençli olgularda tek veya diğer ilaçlara ek olarak kullanılabileceği bilinmelidir.(64) V.Serotonin ve Noradrenalin Gerialım İnhbitörleri (SNRI): İkili serotonerjik ve noradrenerjik geri alım inhibitörleri olarak adlandırılan bu sınıf,benzer klinik etki profili olan TSA’lardan farklı olarak diğer reseptör sistemlerini etkilememektedir.Dolayısıyla yan etkileri daha azdır.Bu sınıfta venlafaksin,milnasipran yer almaktadır (64) 25 VI.Noradrenerjik (alfa2 antagonizması yoluyla) ve Serotonerjik Antidepresanlar Diğer antidepresanlardan farkları,serotonin ve noradrenalin düzeylerini monoaminleri veya monoamin geri alım pompalarını inhibe etmeden artırmalarıdır.Bu sınıfta olan mirtazapinin,antidepresan özelliklerine ek olarak serotonin 2c ve H1 antihistaminerjik özellikleri anksiyolitik ve sedatif-hipnotik etkilerini açıklayabilir.Mianserin de mirtazapin gibi Alfa2 antagonistidir (64) VII. Serotonin 2A Antagonistleri / Serotonin Gerialım İnhibitörleri (SAGI) : Bu grup hem serotonin 2A reseptörlerini hem de serotonin gerialımını inhibe eder.Nefazodon ve trazodon belirgin olarak bu ikili özellikleri taşımaktadır.Nefazodon karaciğere olan toksik etkileri nedeniyle kullanımdan çekilmiştir.(64) 3.PANİK BOZUKLUK 3.1.GENEL BİLGİLER Klinik açıdan anksiyete,yaygın anksiyete ve panik nöbetleri olarak ikiye ayrılabilir.Yaygın anksiyete genel bir ruhsal gerginlik ve rahatsızlık hissiyle birlikte yavaş ve sinsi olarak başlarken,panik nöbetleri ani ve patlamalar tarzında bir başlangıç göstermektedir.Panik nöbetleri,başta panik bozukluğu olmak üzere bir çok psikiyatrik hastalıkla ortaya çıkabilmektedir.(65) 3.2. EPİDEMİYOLOJİ: Panik bozukluk, genel populasyonda en sık görülen bir psikiyatrik bozukluklardan biridir (67).Panik bozukluğu nüfusun %1-3’ünde görülür ve kadınlarda erkeklere oranla iki kat daha fazladır.Panik bozukluğu hayatın akışı içinde herhangi bir zamanda gelişebilir.Ancak ortalama başlangıç yaşı yirmili yaşların ortalarıdır (70). Önceleri panik anksiyete bozuklukları yelpazesinde yaygın anksiyete bozukluğunun kronik bir anksiyete bozukluğu olduğu,panik bozukluğun ise bunun bir tipi olduğu düşünülüyordu.Daha sonraları sodyum laktat infüzyonuyla panik ataklarının ortaya çıkartılabilmesi,panik bozukluğu olan hastalarda ailesel bir yatkınlığın görülmesi,yine bu 26 hastalarda agorafobinin gelişebiliyor olması,trisiklik antidepresanlarla tedaviye yanıt alınabiliyor olması gibi bulgular,panik bozukluğunun başlı başına ayrı bir hastalık olduğunu düşünmüştür (71). Panik bozukluğun kapsamının agorafobiyi de içine alacak şekilde genişletilmesi ve önceden fobik bir bozukluk olarak değerlendirilen bir çok durumun yeni ölçütlere göre panik bozukluğu tanısı alması epidemiyolojik çalışmaların sonuçlarınıda etkilemiştir (65). Weismann ve arkadaşlarının yaptığı çok uluslu çalışmada ise panik bozukluğu prevalansı yıllık %0,2-2.2,yaşam boyu prevalansı ise %0,4 ile 3,5 arasında bulunmuştur (72).Tek başına panik atağı geçirme oranı,panik bozukluğu görülme oranından daha sıkdır ve genel popülasyonda yaşamın herhangi bir döneminde panik atağı geçirdiğini bildiren kişilerin oranı %7-14 arasında bulunmuştur (73). ABD’de DSM-III tanı ölçütleri esas alınarak yapılan Epidemiyolojik alan çalışmasında (ECA) panik bozukluğun prevelansı %1,7 (kadınlarda %2,3,erkeklerde %1,0) olarak saptanmıştır (74). Bozukluk genellikle ergenlik ile 30 yaş arasında başlamaktadır.Ortalama başlangıç yaşı 25’dir ve tedavi için başvuranların çoğu 25-45 yaşlarındadır.Yaşlandıkça panik bozukluğu sıklığı azalmakta ve 65 yaş üzerinde nadiren görülmektedir.Başlangıç yaşının,özellikle kadınlarda,erken başlangıçlı (45-54 yaş) olarak bimodal yaş dağılımı gösterdiğini saptanmıştır (69). 3.3.ETYOLOJİ: 3.3.1.Biyolojik etkenler Anksiyete durumları nörofizyolojik ve biyokimyasal çalışmaların giderek odak noktası haline gelmektedir.Anksiyetenin varolan biyolojik sistemlerin aşırı uyarılmasından mı,yoksa başlı başına patolojik mekanizmalar ile mi olduğu bilinmemektedir (75). Panik bozukluğun biyolojik kökeni üzerine yapılan çalışmalardaki veriler nöroanatomik olarak,beyin sapı (locus sereleus noradrenerjik nöronları ve orta raphe çekirdeğinin 27 serotonerjik nöronları),limbik sistem (beklenti anksiyetesi üzerinde yüksek olasılıkla rolü var) ve prefrontal korteks (olasılıkla fobik kaçınma ortaya çıkmasından sorumludur ) üzerine odaklanmıştır. (76) Panik bozukluğun nöroanatomik hipotezine göre;şartlı korku uyarısına yanıt olan psikolojik ve davranışsal sonuçlar ile panik atağı klinik belirtileri arasında dikkate değer bir benzerlik var gibi görünmektedir.Hayvanlarda bu sonuçlar beynin merkezinde bulunan amigdala ‘korku ağı’ vasıtasıyla ortaya çıkmakta, hippokampüs ve medial prefrontal korteksle etkileşimi içermektedir.Amigdalanın hipotalamus ve beyin sapına kadar olan projeksiyonları şartlı korku yanıtlarının gözlenen pek çok sonucunu açıklamaktadır.Benzer bir ağın panik bozukluğunda da olduğu tahmin edilmektedir.Kanıtların bir noktada birleşmesi,hem kalıtsal faktörlerin hemde özellikle erken çocukluk dönemindeki sıkıntılı yaşam olaylarının ilk panik atağının sorumlusu olduğuna işaret etmektedir (77). 3.3.2.Genetik: Aile çalışmaları panik bozukluğun belli ailelerde yoğunlaştığını göstermekte,buda genetik etyolojiyi düşündürmektedir (78). Panik bozukluğunun birinci derecede akrabalar arasında,normal populasyona göre 4-7 kat daha fazla görüldüğü bildirilmiştir (65). Monozigot ikizlerde konkordans oranı %31 olup dizigot ikizlerde konkordans saptanamamıştır.Araştırmalar,panik bozukluğunda genetik sorumluluğun %30 olduğunu,geri kalan riskden de spesifik çevresel faktörlerin sorumlu olduğunu göstermiştir (17).Genetik linkage çalışmalarında da özellikle kromozom 16’nın panik bozukluk geninden sorumlu olduğu ifade edilmiştir (66). 3.3.3.Sodyum laktat provakasyonu: Panik bozukluğu olan hastalarda bazı kimyasal maddelerin panik atağını uyardıkları saptanmıştır.Bu maddeler içinde en çok çalışılmış olan sodyum laktat ve karbondioksitin özel bir önemi vardır. Pitts ve McClure ,sodyum laktat infüzyonuyla ilişkili ilk kontrollü çalışmayı yapmışlardır.Laktat verilmesinden sonra 14 hastanın 13’ünde panik atağın belirtileri gözlenirken,kontrol grubundaki 10 kişinin sadece 2’sinde bu belirtiler gözlenmiştir.Tüm 28 hastalar deneysel ortamda yaşadıkları anksiyetenin,gerçek hayatta yaşadıkları atağa çok benzediğini belirtmişlerdir (79,80).Buradan yola çıkılarak laktat infüzyonu sonucunda panik atak oluşmasının panik bozukluk tanısı için biyolojik bir belirteç olabildiği söylenebilir (67). 3.3.4. Co2 ve hiperventilasyon: Yüksek konsantrasyonlarda karbondioksit inhalasyonunun anksiyeteyi arttırdığı ve panik bozukluğu hastalarında panik atakları indüklediği gösterilmiştir.%35 karbondioksit solumakla,doğal olarak oluşan panik atağa benzer bir atak gelişmektedir (80). Perna ve arkadaşları panik bozukluğu olan hastaların birinci dereceden akrabalarına da %35 CO2 provokasyon testi uygulamışlardır ve hastalık öyküsü olmayan 23 kişilik grupta 22 kişinin provokasyon testinden sonra panik atak geçirdiklerini saptamışlardır.Provokasyon testinin,hastaların akrabalarındaki kalıtımsal panik yatkınlığını ortaya koyduğu sonucuna varılmıştır (81). CO2 aşırı duyarlılığı hiçbir psikiyatrik bozuklukta saptanmadığından,bunun panik bozukluğa özgül olduğu anlaşılmıştır.Panik bozukluk için CO2 duyarlılığı bir biyolojik marker olarak kabul edilmektedir (68). 3.3.5.Merkezi Noradrenerjik sistem: Araştırmalar,noradrenerjik nöronların köken aldığı beyin sapındaki locus sereleusun korku ve alarm tepkimelerinden sorumlu olduğunu göstermektidir.Bu konudaki çalışmalar,panik nöbetleriyle locus sereleusdaki noradrenalin içeren nöronların aşırı uyarılması yada inhibitör mekanizmaların yetersiz olması arasındaki ilişkinin araştırılması üzerine odaklanmıştır.Önde gelen inhibitör mekanizmalardan olan presinaptik alfa-2 otoreseptörlerinin panik nöbetleri olan hastalarda yetersiz işlev gördüğü ileri sürülmektedir. (65) Locus sereleusu tutuşturduğu düşünülen presinaptik alfa-2 antagonisti yohimbinin paniğe benzer şekilde anksiyete çıkarması;kan basıncı ve plazma norepinefrin metaboliti olan MHPG (metoksi hidroksi fenil glikol) seviyesini panik bozukluğu olan hastalarda sağlıklı bireylere kıyasla yükseltmeside noradrenerjik sistemin olaya katıldığının kanıtlarıdır.Aynı reseptörün agonisti olan klonidinin ise tam tersi anksiyeteyi bastırıcı etkisi vardır (70,82) 29 3.3.6.GABA’erjik sistem: Benzodiazepinler,GABA-erjik işlevi artırmak suretiyle anksiyeteyi azaltırlar.GABA agonistlerinin sistemik uygulaması sonucu muhtemelen Raphe nucleuslarındaki aktivitelerinin inhibe olması ile serotonin sentezi ve serotonerjik işlev azalır.Sonuç olarak,benzodiazapinler merkezi sinir sisteminde serotonerjik işlevi dolaylı olarak azaltmak suretiyle anksiyolitik etkilerini göstermektedir (67). Yüksek potensli benzodiazepinler alprazolam ve klonezepam’ın panik bozukluğu tedavisinde etkili olması GABA-erjik sistemin hastalıkta rolü olduğunu düşündürmektedir.Orta beyin-pons sisteminde bulunan GABA-erjik nöronlarca düzenlenen sakkadik göz hareketlerinin panik bozukluğu olan hastlarda azalmış duyarlılık göstermesi de GABA-erjik sistemin işe karıştığının diğer bir kanıtıdır.Panik atakları uyardığı bilinen CO2 GABA sistemi tonusu üzerine de etkilidir (76). 3.3.7.Merkezi Serotonerjik sistem: Korku ve savunma yanıtlarının düzenlenişinde serotoninin rolü olduğu bilinmektedir.Panik nöbetlerinin tedavisinde,serotonerjik geri alım inhibisyonu yapan antidepresan ilaçların etkili bulunması,merkezi serotonerjik sistemin işlevindeki bozukluğun,nöbetlerin ortaya çıkışıyla ilişkili olabileceğini gündeme getirmiştir.Bu konu üzerine olan araştırmalarda,serotonin sentezindeki bozukluk nedeniyle sinaptik aralıktaki serotonin miktarında azalma ve buna bağlı olarak da postsinaptik reseptör duyarlılığında artış olduğu ileri sürülmüştür.Araştırmacılar,panik bozukluğun psikopatolojisinde,aşırı duyarlı serotonin reseptörlerinin muhtemel rolüne dikkati çekmektedir.(67) Serotonin nöronları raphe nukleusundan köken alırlar ve raphe nukleusu tehlike durumunda verilecek yanıtı düzenler.Serotonerjik ilaçların anksiyeteyi tedavi ettiğinin gösterilmesi serotonerjik sistemin panik bozukluğun patogenezinde rolü olabileceğini düşündürmüştür.Serotonin hem agonisti hemde antagonisti olarak karışık etki gösteren MKloro-Fenil-Piperazin (m-CPP) panik bozukluğu olan hastalarda anksiyete yanıtını ortaya çıkarabilir (70). 30 3.3.8.Panik bozukluğun elektrofizyolojisi: Reimann ve ark. pozitron emisyon tomografisi kullanarak yaptıkları çalışmalarda panik atağa yatkın hastalarda bir limbik lob yapısı olan parahipokampal giruslarda kan akımında asimetri olduğunu göstermişlerdir.Bu anormalliklerin parahipokampal bölgeyi inerve eden terminal nöronal alanların muhtemel aktivitesini yansıttığı ve bunlardan hipokampüs ve locus cereleus’un anksiyetenin nörobiyolojisinde rol oynadığı bildirilmiştir (75).Başka bir çalışmada,sağ taraf posterior parahipokampal bölgesinde,sola göre daha fazla kan akışı olduğu gösterilmiştir (66). Stein veUhde (1989),panik bozukluğu olan hasta grubunda %14 oranında epileptik olmayan EEG anormallikleri saptamışlardır.Temporal lobla ilgili bu EEG bozuklukları anatomik olarak parahipokampal asimetriyi gösteren PET çalışmalarıyla uyumludur (83). 3.3.9.Psikanalitik görüş: Tweed ve arkadaşları 1989 yılında yaptıkları çalışmada 10 yaş altında annesini kaybeden yada ailesinden ayrılan kişilerde panik bozukluğu riskinin arttığını göstermişlerdir.Erken dönem ayrılık anksiyetesi yada yaşanmış gerçek ayrılığın panik bozukluğun gidişi üzerinede etkisi olduğu gösterilmiştir (84,85,86,87) Bir panik atağı yaşayan kişi atak sırasında oluşan belirtileri bedensel yada ruhsal açıdan tehlikeli,zararlı hatta ölümcül olabileceği inancına kapılır.Hastalar anksiyete belirtilerinden korkmaya başlarlar.Bir anlamda panik hastaları ‘korkudan korkmakda’ ve dikkatlerini bu belirtilere yoğunlaştırmaktadır. (68). 3.4.KLİNİK ÖZELLİKLER : Panik bozukluğu,tıbbi ortamlarda en sık karşılaşılan anksiyete bozukluğudur.Bu bozukluğun en temel özelliği tekrarlayan,ne zaman başlayacağı önceden kestirilemeyen panik nöbetlerinin görülmesidir.Panik nöbetleri tipik olarak, yoğun bir korku,endişe ve kötü bir şeyler olacağı beklentisi ile ani olarak başlar ve kısa sürede en yüksek düzeyine ulaşır. (68). Panik atakları çok çeşitli psikiyatrik bozukluklarda (özgül fobi,travma sonrası,stres bozukluğu,sosyal fobi,depresyon) ve tıbbi durumlarda (madde entoksikasyonu) ortaya çıkabilir.Bu yüzden,panik ataklarının görülmesi panik bozukluk tanısı koymaya yetmez (71). 31 Başlangıç yaşına göre panik hastalarında farklı gidiş şekli ve klinik belirtiler saptanabilmektedir.Bozukluğun başlangıç yaşının 15-25 ve 45-54 yaşları arasında iki kez tepe yapma eğilimi gösterdiği,ancak ergenlik ve çocukluk döneminde de olabileceği belirtilmiştir (88). Panik bozukluk olgularının yarısından çoğunda yaygın anksiyete tablosunun önde gelen belirti olarak,tanı öncesinde 8-10 yıldır mevcut olduğu,buna karşılık sporadik panik ataklarının iki yıl gibi görece kısa bir süredir bulunduğu bildirilmiştir.Agorafobili panik bozukluğu hastalarında panik atağı öncesinde öncü olarak nitelendirilebilecek belirtilerin görülme oranı %28 olarak bildirilmiştir (88). 3.4.1.DSM-IV PANİK ATAĞI İÇİN TANI ÖLÇÜTLERİ Panik bozukluğu DSM-IV tanı çizelgesinde ‘Anksiyete Bozuklukları’ içinde sınıflandırılmıştır. Panik atakları için ortaya çıkış şekillerine göre DSM-IV tanı ölçütlerinde 3 tip tanımlanmıştır. 1.Beklenmedik panik atakları 2.Duruma bağlı panik atakları 3.Durumsal yatkınlık gösteren panik atakları Aşağıdaki semptomlardan dördünün yada daha fazlasının birden başladığı ve 10 dakika içinde en yüksek düzeyine ulaştığı,ayrı bir yoğun korku yada rahatsızlık duyma döneminin olması: 1.Çarpıntı,kalp atınlarını duyumsama yada kalp hızında artma olması 2.Terleme 3.Titreme yada sarsılma 4.Nefes darlığı yada boğuluyor gibi olma durumları 5.soluğun kesilmesi 6.Göğüs ağrısı ya da göğüsde sıkıntı hissi 7.Bulantı ya da karın ağrısı 8.Baş dönmesi,sersemlik hissi,düşecekmiş ya da bayılacakmış gibi olma 32 9.Derealizasyon (gerçekdışılık duyguları) ya da depersonalizasyon (benlikden ayrılış) 10.Kontrolünü kaybedeceği yada çıldıracağı korkusu 11.Ölüm korkusu 12.Paresteziler (uyuşma yada karıncalanma duyumları) 13.Üşüme,ürperme ya da ateş basmaları. Bütün diğer tanı ölçütlerini karşılayan ancak somatik yada kognitif 4 semptomdan daha azı bulunan ataklar semptomları sınırlı olan ataklar olarak adlandırılır. Dünya sağlık örgütünün psikiyatrik hastalıklar tanı çizelgesi ICD-10’da panik bozukluğu ölçütleri DSM tanı sistemi ile çok benzerdir.ICD-10 tanı ölçütlerinde agorafobi panik bozukluğu ile birlikte olması gerekmeyen ayrı bir kategoridir (89). 4.S100 KALSİYUM BAĞLAYICI PROTEİN AİLESİ 4.1.Giriş Kalsiyum,sinir impulsu,kas kontraksiyonu,hücre motilitesi,hücre büyüme ve farklılaşması, gen ekspresyonu,apoptosis ve nekroz’da iletim ve iletişimde regülator rol oynar ve ikincil habercidir.(90,91) S100 protein ailesi son 30 yıldır bir çok araştırmaya konu edilmiştir.Bu ailenin bulunanan ilk üyesi S100B ve S100A1 karışımı şeklinde tanımlanmıştır.Bu protein ailesine S100 denmesinin sebebi;Amonyum Sülfatta %100 çözünmesidir.İlk olarak sığır beyninden saflaştırılmıştır ve beyne spesifik olarak açıklanmıştır (92) Aynı zamanda yapılan dizi analizleri sonucu S100B ve S100A1’in EF-Hand (119,120) tipi olan Kalsiyum bağlayıcı proteinler olduğu gösterilmiştir.Bu yapıda olan diğer çok bilinen proteinler Troponin C,Kalmodulin ve Parvalbumin’dir(95) Bitki maya ve nematot (c.Elegans) ve Drosophila’dan elde edilen genetik veriler S100 proteininin bu organizmlarda ekspresse olmadığını ortaya çıkarmıştır.Bu da filogenetik olarak bu proteinlerin yeni olduğunu ortaya çıkarmıştır.(162) 33 4.2.S100 Dimerleri S100 proteinleri hücrelerde dimerler şeklinde bulunurlar.İki kalsiyum bağlama bölgelerine sahiptirler.Kalsiyum bu bölgelere farklı afinitelerle bağlanır.(C terminal bölgeye daha yüksek afinite ile bağlanırken N terminal bölgenin afinitesi daha azdır.)(Şekil3)(96) Şekil 3.S100 Proteinlerinin sekonder yapısı.Kalsiyum bağlama bölgeleri (L1-L2) ve Tersiyer yapıda katlanacak olan Heliksler. Bazı S100 protein ailesi üyeleri Kalsiyumun yanı sıra Çinko da bağlarlar (97,98) ayrıca S100B ve S100A5 Bakır bağlama özelliğine de sahiptir.(99,100) S100B ve S100 A1’in regülator aktiviteleri birbirine benzer,bu da C terminal bölgelerinde aynı pozisyonda yer alan rezidülerin birbirlerine benzemesinden kaynaklanır (101) Genel olarak S100 üyeleri,düşük moleküler ağırlıklı proteinlerdir (yaklaşık 9-21 KDa).Bununla birlikte üç geniş ve büyük protein profilaggrin,Trychohyalin ve Repetin’in genetik dizileri S100 proteinlerine benzediğinden S100 ailesi içerisine dahil edilirler (102,103) S100 proteini insanlarda 13 gen üzerinden kodlanır (S100 A1-A13),bu kodlanan diziler 1.Kromozom üzerinde yer alır (101). S100B ise 21.Kromozomun 22.3 lokusu üzeinden kodlanır. Bu yüzden Down Sendromunda S100B ekspresyonu artar. (104) Hücre içerisinde,S100 Protein dimerleri,iki monomerli şekilde,iki kıvrım oluşturarak,rotasyona uğramış ve non-kovalent bağlı olarak bulunurlar.Nükleer Magnetik 34 Resonans (NMR) spektroskopisi,X-Ray kristalografisi ile S100A4,A6,A7,A8,A11,A12 ve S100B’nin hücre içerisinde bu şekilde bulunduğu ispat edilmiştir.(105) Bazı S100 proteinleri birbirleriyle birleşerek heterodimerler oluşturabilirler.Bunlar S100A1/S100B,S100A8/S100A9,S100B/S100A6,S100B/S100A11’dir.(94,106) S100 proteinlerinin dimerizasyonu,biyolojik aktivitelerini önemlidir.Yapısal bilgiler,Kalsiyum bağlandığında Heliks IV’ün göstermeleri için üzerindeki Heliks III dikkate değer ölçüde değişerek dikey hale gelir ve heliks yapısı değişir.(107,108) Her bir S100 monomerinin Ca bağlama bölgesi hedef protein için bağlama bölgesi barındırır ve S100 dimerleri hedef proteinlerini bağlayabilir.S100 proteinlerindeki bu işlevsel çapraz bağlar iki benzer veya birbirine benzemeyen hedef proteinleri bağlayabilirler.(Şekil 4) Şekil 4.S100 proteini ve hedef protein ilişkisi S100 üyelerine bu hedef proteinlerin bağlanması,S100 proteininde güçlü bir indirgenme meydana getirir.Buda Helikslerin yapısal değişimlerinden kaynaklanır (101,109) S100B ve S100 A1’in hedef proteinleri tanımlanmıştır.CapZ alfa,S100A1 ve S100B’nin inhibitör proteinidir ve TRTK-12 den türemiştir (110,111). TRTK-12,S100B ve S100A1 dimerlerinin Heliks I’ ve C terminal bölgede yer alan menteşe bölgesi ile aktivasyona girer (Şekil 5) ve CapZalfa,glial fibriller asidik protein(GFAP),desmin,vimentin,nöromodilin(GAP43),protein kinaz C,tubulin ve P 53 ile S100B ve S100 A1’ e bağlanmak için yarışırlar(110,111,112,113).S100 proteininin hedef proteinleriyle fonksiyonel ilişkileri Tablo.1 de özetlenmiştir. 35 Şekil 5.S100 proteini ile interaksiyona girmiş olan hedef proteinler Ayrıca TRTK-12’nin S100B nin Anneksin bölgelerine Kalsiyum bağlanmasını inhibe ettiği ispatlanmıştır.(114) Buda hedef proteinlerinin tanınmasında farklı S100 proteinlerinin fonksiyonel rollerinin belirlenmesinde önemli olabilir.Ayrıca Kalsiyum bağlanmasına bağlı,açığa çıkan hidrofobik bölgeler S100 proteinin ,hedef proteini sabitlemesinde önemli olabilirken,hedef proteinlerin stabilizasyonunda rol oynayabilir (115) S100 hedef proteinlerinin listesi uzundur (Tablo1).Ayrıca S100 üyelerinin diğer fonksiyonel proteinlerle in vivo etkileşimleri şu an bilinmemektedir.(98) 36 S100 protein Hedef protein Fonksiyonel ilişkiler S100B Annexin II GAP-43 (nöromodilin) Kaldesmon Nörogranin Bilinmiyor Bilinmiyor Aktomiyozin ATPaz Aktivitesinin inhibisyonu Bilinmiyor P53 bağlı hücre büyümesinin durması ve apoptoz Bilinmiyor S100A1 T proteini MyoD Bilinmiyor Bilinmiyor S100A4 Miyozin ağır zincir Metastatik hücrelerde hücre İskeletinin düzenlenmesi S100A10 Anneksin II Membranla ilişkili anneksin II Regülasyonu S100A11 Anneksin I Membranla ilişkili Anneksin II Regülasyonu GFAP,Vimentin P53 Tablo 1.S100 Proteinlerinin hedef proteinlerle fonksiyonel ilişkileri Ekstrasellüler boşluğa ve seruma salınan S100 proteinleri,reseptörlerine bağlanıp sinyal yollarının aktive olmasını sağlar.Bunlar da S100’ün ekstrasellüler aktivitesinin fizyolojik göstergeleridir.(98) 4.3.S100 Proteinlerin Hücre içi Rolleri Matür dokuda,S100 proteinleri her zaman yoktur.Az miktarda hücrede spesifik olarak herhangi bir S100 ailesinden protein bulunabilir.Bu ailenin üyeleri birbiriyle ilişkili değildir.Spesifik bir hücre tipi spesifik bir S100 tipine ihtiyaç duyar.Çok az olarak S100 proteinleri hedef proteinlerini paylaşır.Böylece kendine has aktivitelerini regüle eder.(98) Genelde,S100 proteinleri,protein fosforilasyonunu,kinaz substratlarına etki ederek inhibe ederler (116,117,118) Protein fosforilasyonda S100 proteinlerinin inhibitör etkileri tam 37 olarak açıklanamamıştır.,Ama düşünülen , S100 proteinlerinin,fosforilasyonu inhibe etme yeteneği S100 hedef proteinlerinin rol aldığı sinyal yollarında özel basamakları etkileyerek gerçekleştirdiğidir.Sıçanlarda enfarktüs sonrası verilen S100 ekspresyon vektörünün Alfa aktin ve Beta myozin ağır zincirinin indiksüyonunu inhibe etmesi bu düşünceyi desteklemiştir (119,120) Ayrıca S100B bir tümör supressor protein olan P53 fosforilasyonunu inhibe eder. (121) S100 proteinleri ayrıca bazı enzim aktivitelerini düzenler.(Tablo 2)(122) S100 proteinleri Enzim S100B Fruktoz-1,6-bifosfat Stimülasyon Enerji metabolizmasının düzenlenmesi Fosfoglukomutaz stimülasyon Enerji metabolizmasının düzenlenmesi Ndr Stimülasyon Hücre siklusunun düzenlenmesi Membrana bağlı guanilat siklaz Stimülasyon Fotoreseptörlerin karanlığa adaptasyonu Fruktoz-1,6-bifosfat Stimülasyon Enerji metabolizmasının düzenlenmesi İnhibisyon Enerji metabolizmasının düzenlenmesi İnhibisyon Enerji metabolizmasının düzenlenmesi S100A1 Fosfoglukomutaz Glikojen fosforilaz Membraba bağlı guanilat siklaz Etki Fonksiyon Stimülasyon Fotoreseptörlerin karanlığa adaptasyonu S100A8/S100A9 Kazein kinaz I ve II İnhibisyon Myeloid hücre maturasyonu S100A10 Fosfolipaz A2 İnhibisyon Anti inflamatuar aktivite S100A11 Aktomyozin ATPaz İnhibisyon Bilinmiyor Tablo 2. S100 proteinlerinin düzenlediği enzim aktiviteleri S100B ve daha az oranda S100A1 kalsiyum bağımlı mekanizmaya sahip, hücre bölünmesi ve hücre morfolojisinin düzenlenmesinde etkili bir nükleer serin-treonin protein kinazı (Ndr) stimüle eder.S100B,Ndr’nin N terminal düzenleyici bölgesiyle basit hidrofobik etkileşimle kurar.Bu Ndr bölgesinde salınan bir sentetik peptit tarafından,S100B bağlanması inhibe edilebilir. (123) Düz kas hücrelerinin sarkoplazmik retikulumunda bulunan S100A1 (124,125) iskelet kası hücrelerinde kalsiyum ile indüklenen kalsiyum serbestleşmesini stimüle eder (126). Buna benzer bir etki %20 S100A1 %80 S100B içeren karışımda da oluşur (127) S100A1’in Ryanodin reseptörüne direk bağlanması kalsiyum ile indüklenen kalsiyum salınımının varlığından sorumludur.(128). Bu ise kalsiyum salınımının kalsiyum bağımlı 38 regülasyonundan sorumludur.Bu bilgiler ışığında S100A1 ve S100B intraselüler kalsiyum hemostazını sağlar (129) Neonatal glial hücrelerde, potasyum klorür ve kafeine cevap olarak, S100B üzerinden hücre içinde kısa süren kalsiyum artışı görülür . Buda S100B’nin,sitozolik kalsiyum tamponlanmasında önemini gösterir.Ayrıca S100B yokluğunda kalsiyum düzenlenmesinde problemler vardır.(130) S100 proteinleri mikrotubuller,intraselüler flamanlar,tropomiyozin ve myozin gibi hücre iskeleti elemanlarını düzenler.S100B,tubulin polimerizasyonunu engeller.Sitozolik kalsiyumu artırarak,mikrotübüllerin yeniden yapılanmasını engeller (131,132) S100A1,nöral büyüme faktörünü arttırarak nörit sayısını arttırır ve ayrıca hücre proliferasyonunu düşürür. (133) S100A1,sinaptik vezikülde sinapsin I veII’ye bağlanarak (134) sinir terminallerinde ve sinir sinyal iletiminde F aktin üzerinden önemli görevler üstlenir (135). Ayrıca,kalmodulin bağlama bölgesine yerleşerek sinapslarda etkileşime girer (134).Ama henüz bu etkileşimin nedeni bilinmemektedir. S100 proteinleri,tümör supressor gen olan P53 ile etkileşime girerek hücre büyümesini önler ve apoptozis üzerine etkilerde bulunur (121).Ayrıca hücre büyümesinin inhibisyonunda etkileri vardır.(115,136) 4.4.S100 Proteinlerinin ekstraselüler aktiviteleri S100B,astrositlerden,nöronlardan(137),pituiter folükulostellat hücrelerden (138) ve lipoliz stimulasyonunun olduğu adipositlerden (139) salgılanır. Nanomolar konsantrasyondaki S100B nörit gelişmesini stimüle eder. (140,141) gelişim süresince nöronların yaşamını sürdürmesini (142,143) ve hasar sonrası (144) yeni doğmuş sıçanlarda motor nöron dejenerasyonu önler (145).İnvivo şartlarda S100B verilmesini takiben rejenerasyon stimüle olur.(146).Bütün bu bulgular S100B’nin nörotrofik bir faktör gibi salgılandığını göstermektedir.Buda gelişim ve sinir yenilenmesi esnasında önemli olabilir.Astrosit kültürlerinde salınımı veya glutamat reseptörlerinin aktivasyonu sonrası bu proteinin artmış salınımı birkaç dakika içinde gelişir ve reseptör aktivasyonu varlığında 10 saat içinde bu etki gerçekleşir (147)Ekstraselüler S100B’nin bu aktivitesi ve nörit büyümesine etki yeteneği NF-kB’nin nükleer translokasyonuna ve antiapoptotik faktör olan Bcl-2’nin salınımının,up regülasyonuna bağlıdır (148,149).Buda S100B’nin RAGE’ye (ileri reseptör glikasyon ürünleri) bağlıdır.RAGE,Immunglobulin ailesinin bir multiligant reseptörüdür.Ayrıca B amiloid,nörotrofik faktör olan S100A12 ye bağlanır (150,151) 39 S100B’nin nörotrofik aktivitesi,disülfit çapraz bağlı S100B dimerlerinin daha önceden oluşmasına bağlıdır (141).S100A4 oligomerlerinin,invitro şartlarda nöronlarda nörotrofik etkiler gösterdiği gözlenmiştir (152).(Tablo 3) Bu veriler,S100 protein ailesinin,beyin gelişim ve rejenerasyonunda önemli bir rol oynayabileceği fikrini desteklemektedir.(Tablo3) S100 Proteini S100B Etki Nörit büyümesinin aktiflenmesi,nöron için yaşam uzatıcı etki Astrosit proliferasyonunun stimülasyonu Astrosit apoptozisi Nöronal Apoptozis Nöronlardan IL-6 sekresyonunun stimülasyonu Astrositlerden NO sekresyonunun stimülasyonu Mikrogliadan NO sekresyonunun stimülasyonu S100A1 Nörit büyümesinin aktiflenmesi,nöron için yaşam uzatıcı etki S100A2 Eozinofiller için kemotaktik etki S100A4 Nörit büyümesinin aktiflenmesi S100A7 T lenfositler için kemotaktik etki S100A8 Antimikrobiyal etkiler,makrofaj aktivasyonunun inhibisyonu lenfositler tarafından immunglobulin sentezinin inhibisyonu, monositler tarafından CD11 ekspresyonunun arttırılması, lökositler için güçlü kemotaktik ajan S100A10 Koagülasyonda ekstrinsik yolun inhibisyonu S100A12 Endotelyal ve inflamatuar hücreler için proinflamatuar etki Tablo3. S100 protein ailesi ve genel etkileri S100B’nin nöronlardaki parakrin etkilerinin yanı sıra nanomolar düzeyleri glial proliferasyonu stimüle eder.Astrositlerde yapılan invitro çalışmalarda ise otokrin etkiler göstermektedir. (153) 40 Buna ters olarak,ekstraselüler S100B’nin mikromolar konsantrasyonları yıkıcı etkiler gösterir.Down sendromu veya Alzheimer’li hastaların beyinlerinde,epileptik hastların temporal loplarında S100B’nin artmış düzeyleri gözlenmektedir.(154,155,156) Bu gözlemlerle birlikte,S100B’nin kromozom 21q22.3’de bulunması,Down sendromunda S100B’nin yüksek dozlarda bulunması ve β amiloidin S100B’nin mRNA’sını ve S100B protein sentezini astrosit kültürlerinde stimüle etmesi,S100B’nin Alzheimer ve Down sendromu ilişkili beyin hasarlarının patogenezinde rol aldığını düşündürmektedir.(157) S100B,invitro şartlarda nörotoksik etkisini apoptozu indükleyerek yapar.(158,159).Son çalışmalar ışığında,S100B’nin mikromolar konsantrasyonları RAGE ile etkileşime girerek reaktif oksijen radikallerinin artmasına yol açar buda sitokrom-C salınımını gerçekleştirip caspas kaskatını aktifleyerek apoptotik nöronal ölümü gerçekleştirir.(149)Bir başka çalışmada ise,S100B,L tipi kalsiyum kanallarının geçirgenliğini arttırarak (159) ve bir dizi apoptoz genini(c-fos,c-jun,bax,bcl-x,p15 ve p 25) up-regüle ederek apoptozu indükler (160) S100B’nin mikromolar konsantrasyonları mikroglia hücre kültürlerinde NO sekresyonu stimülasyonunda lipit A ve İ.F-γ ile beraber çalışır.Buda bize,s100B’nin mikroglialarla aktive olan nörodejenerasyon ve inflamatuar beyin hastalıklarındaki nöropatolojik değişikliklerle ilişkili olduğunu gösterir.(161) S100B’nin hedef hücrelerdeki etkileri için RAGE’nin gerekliliği bilinmektedir.Nanomolar durumlarda ve beyin hasarının en erken safhasında S100B trofik etkiliyken,S100B konsantrasyonlarının artması,beyin hücreleri için toksiktir.(162) S100B,öğrenme ve hafızanın modulasyonunda görev alır(163,164).Ayrıca transgenik farelerde yapılan çalışmalarda hipokampüs dentritlerinde S100B’nin yüksek dansitede olduğu ve özellikle ilk bir yıllık dönemde,nörofibriller ağların oluşması için gerekli olduğu bildirilmiştir.(165) GAP-43(nöromodulin) ve S100B proteini,nöronal gelişim açısından ve plastisite açısından önemlidir.S100B tarafından GAP-43’ün fosforilasyonunun inhibisyonu,nöronal gelişim ve plastisite için önerilen aktivitenin regülasyonunda önemlidir.(166) 41 4.5.S100 Proteinlerinin Klinik Kullanım Alanları 4.5.1.S100B: S100B seviyesinin BOS ve plazmada ölçümü serebral iskemisi olan hastaların tayini için iyi bir göstergedir.Bununla birlikte plazmadaki değerleri özellikle malign melanom ve kardiyak cerrahiye maruz kalan pediatrik hastaların takbinde önemli bir markerdir.(179) 4.5.2.S100A1 Kalp fonksiyonunun önemli bir regülatörü olduğu düşünülmektedir.Son dönem kalp yetmezliğinde sol ventrikülde S100A1 seviyesi azalmıştır.Kronik pulmoner hipertansiyonda,sağ venrikülde S100A1 düzeyi artar.(179) 4.5.3.S100A2 Laringeal squamöz karsinomda prognostik açıdan önemli olduğu tespit edilmiştir.Buda lenf nodu negatif olan düşük riskli ve yüksek riskli hastaların ayrımına ve daha iyi bir tedavi yaklaşımına imkan sağlamaktadır.(179) 4.5.4.S100A4 İnvazyon ve metastaz ile ilgilidir.Kanser tedavisinde ve takibinde yol gösterici marker olduğu tespit edilmiştir.Primer göğüs kanserinde ve özafagus squamöz hücreli karsinomda ekspresyonunun arttığı tespit edilmiştir.(179) 4.5.5 S100A8 ve A9 İnflamatuar olaylarda S100A8 ve S100A9 seviyeleri artmaktadır.Her iki protein aynı zamanda deri hastalıklarında marker olarak kullanılmaktadır.(179) 42 4.6.Depresyonda Nöroplastisite teorisi ve S100B Plastisite terimi yunancada ‘plaistikos’ kelimesinden kaynaklanır,biçimlendirmek,şekil vermek anlamına gelir.Nöroplastisite terimi ise beynin öğrenme,hatırlama ve unutma yeteneklerine işaret eder yani merkezi sinir sisteminin vücudun içinden ve dışından gelen uyaranlara uyum gösterebilme yeteneğidir.(162) İnsanda nöronal migrasyon gebeliğin ilk haftalarında başlar ve ikinci trimesterin sonunda nöronların büyük kısmı oluşur.Doğum sonrasında altı yaş civarına kadar sinaps oluşumu oldukça hızlıdır.Ondört yaşından sonra sinaps oluşumu,nöronal yenilenme ve onarım hızı azalmaya başlar.(168) Hipokampüsde her gün yaklaşık 9000 yeni hücre oluştuğu ,bir ayda bu hücrelerin yaklaşık %3,3’ünün nörona dönüştüğü bildirilmiştir.Ancak stres yaratan durumlarda yada depresyonda beyin hücrelerinde azalma olur.Duygudurum bozukluklarında nöron ve gliaların sayı ve boyut olarak azalması sonucu beynin bazı bölgelerinin hacimlerinde azalma görülür (169) Elde edilen bu veriler depresif bozukluğun ve duygudurum bozukluklarının nöronların yada glial hücrelerin kendilerini onarabilme ve yenileyebilme yeteneklerindeki azalma sonucu gelişiyor olabileceği düşüncesini gündeme getirmiştir. Hipokampusun sağlıklı çalışmaması gelen uyarılara organizmanın rasyonel yanıt vermemesine neden olarak anksiyeteden intihara kadar çeşitli psikiyatrik sorunların ortaya çıkmasına yol açabilir.(170) Araştırmalarda özellikle depresyonun hipokampal nöronlarda hasar oluşmasına bağlı gelişebileceği ve bazı antidepresanların bu hasarların oluşmasını engelleyerek ve yeni nöronların oluşumuna katkıda bulunarak etkinlik gösterdiklerini düşündüren sonuçlar elde edilmiştir.(171)Bazı araştırmalarda antidepresan tedavinin hipokampusta stresin hücre ölümü yapıcı etkilerini geriye döndürebildiği,yeni nöron oluşumunu hızlandırdığı ve nöroplastisite üzerinde olumlu etkileri olduğu saptanmıştır (172,173) 43 S100B proteini ,nöroplastisitenin bir çok basamağında rol oynar.Hücrelerde kalsiyum dengesinin düzenlenmesi, proteinkinazlarla etkileşim,nörotrofik faktör oluşu ve nörotrofinlerle ilişkili bağlantıları buna kanıttır . (97,98,101,129,131,141,162,166) S100B nöroplastisite ile ilgili yolakların merkezinde yer alır.(şekil 6) Şekil 6.S100B ve nöroplastisite 44 5.GEREÇLER VE YÖNTEM 5.1.GEREÇLER Çalışma, Aralık 2007- Mart 2008 tarihleri arasında depresyon ve panik atak şikayeti ile Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi Psikiyatri Polikliniğine başvurup, Majör Depresyon ve Panik Bozukluk tanısı almış hastalar arasında yapılmıştır. DSM-IV TR kriterlerine göre ilk defa majör depresyon tanısı almış 34 hasta ( 8 erkek, 26 kadın) ve ilk defa panik bozukluk tanısı almış 33 hasta(10 erkek,23 kadın) prospektif olarak çalışmaya alındı. Tüm hastalar Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi Psikiyatri Polikliniği tarafından 4 hafta süreyle SSRI grubu antidepresanlar (Paroksetin, Sertralin, Sitalopram, Fluoksetin, Essitalopram,Fluvoksamin) ile tedavi edildi. Majör depresif hasta grubunun yaş ortalaması 36,29±10,34 Panik atak hasta grubunun yaş ortalaması 35±12,02 idi. Kontrol grubu olarak Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi Dahiliye Polikliniğine başvuran ve psikiyatrik şikayeti olmayan demografik özellikleri benzer 33 sağlıklı kontrol grubu (10 erkek,23 kadın) kullanıldı. Kontrol grubunun yaş ortalaması 34,27±12,01 idi. Dışlama kriterleri: Mental retardasyon, nörolojik bozukluk, diabet, hipertansiyon, astım, akut enfeksiyon, madde bağımlıları, 17 yaşından küçük ve 65 yaşından büyük hastalar çalışma dışı bırakılmıştır. Hastalarla Psikiyatri Polikliniğinde muayene ve takiplerinden sonra görüşülmüş, kendilerinin izni alınarak çalışmaya dahil edilmiştir. DSM-IV TR kriterlerine göre major depresyon ve panik bozukluk tanısı almış hastalara Beck Depresyon Ölçeği ve Beck Anksiyete ölçeği uygulandı. Çalışmaya Beck Depresyon ölçeğinin 16 ve üzeri olanlar ,Beck Anksiyete ölçeği 17 ve üzeri olanlar kabul edildi. Kontrol grubunda ise Beck Anksiyete ve Beck depresyon ölçeği 13’den küçük olanlar çalışmaya dahil edildi.Hastalara yaş, eğitim düzeyi, medeni durumu, çocuk sayısı, alkol ve sigara kullanımı, anne–baba ayrılığı ve yitimini içeren bir hasta bilgi formu uygulandı. Hastalar psikiyatri dışı hastalık, antidepresan ilaç kullanımı yönünden sorgulandı. Diabet, hipertansif ve antidepresan kullanan hastalar çalışmaya alınmadı. 45 Tüm hastaların 8- 10 saatlik açlık sonrası sabah 8:00- 10:00 arasında kan örnekleri alındı. Kan örneklerinde serum Kalsiyum ve S100B seviyeleri ölçüldü. Serum Kalsiyum ve S100B değerleri için jelli tüpe alınan venöz kan örnekleri 10 dakika süreyle 3600 devir/dakika santrifüj edildi.S100B için alınan kan örneklerin serumları ayrılıp, ependorf tüplerine alınarak -80 derecede depolandı. Serum Kalsiyum için alınan venöz kanlar biyokimya analizöründe aynı gün içinde çalışıldı. 5.2.YÖNTEM I.S100 B: ECLIA (Elektro kemilüminesans İmmunoassay) Metoduyla Roche Elecys 2010 analizöründe ölçüldü. Biyotinlenmiş monoklonal S100 spesifik antikoronun rutenyum kompleksiyle sadwich reaksiyonu ve ortama katılan,streptavidin bağlı mikropartiküllerin solit fazda biyotin ile reaksiyona girip,mikropartiküllerin elektrot membranında manyetik alan oluşturması ve elektrottaki voltajın kemüliminesans emisyonunun fotometrik olarak ölçülmesi esasına dayanır. Üreticini firmanın verdiği S100 referans aralığı 0,005-0,105µg/L idi. (median;0,046 µg/L) alındı.Malign melanom için kanser markırı olarakda kullanılan S100 cut off değeri sağlıklı grup için <0,105’dir. II. KALSİYUM: Colorimetrik endpoint yöntemle Roche/Hitachi-Modular otoanalizöründe ölçüldü. Kalsiyum + o-krezolfitalein compleksi ---------alkali solusyon---------kalsiyum-o-krezolftalein Oluşan kompleksin renk şiddeti numunedeki kalsiyum ile doğru orantılıdır.Rengin şiddeti 600 nm’de okunarak konsantrasyonu bilinen bir standartla kıyaslanarak numune konsantrasyonu bulunur. Üreticinin firmanın verdiği kalsiyum referans aralığı 8,2-10,4 mg/dl idi. 46 III.Beck Depresyon ölçeği:Depresyonda görülen bedensel, duygusal ve bilişsel belirtileri ölçer. 21 belirti kategorisini içeren kendini değerlendirme ölçeğidir. Alınacak en yüksek puan 63’tür. Toplam puanın yüksekliği depresyonun şiddetini gösterir. Beck ve arkadaşları tarafından 1961 yılında gerçekleştirilmiş olup 1980 yılında Teğin ve 1989 yılında da Hisli tarafından Türkçe yeterlilik ve güvenilirlik çalışması yapılmıştır. Sağlıklı ve psikiyatrik hasta gruplarına uygulanır. Beck depresyon ölçeğinde depresif grup skoru > 16’dır. IV. Beck Anksiyete Ölçeği : Bireyin yaşadığı anksiyete belirtilerinin sıklığını ölçmektedir. 21 maddeden oluşan, 0-3 arası puanlanan Likert tipi bir kendini değerlendirme ölçeğidir. Toplam puanın yüksekliği kişinin yaşadığı anksiyetenin yüksekliğini gösterir. Beck ve arkadaşları (1988) tarafından geliştirilmiş olup ülkemizde geçerlilik ve güvenilirlik çalışması, Ulusoy ve arkadaşları (1998) tarafından yapılmıştır.Beck anksiyete ölçeğinde anksiyete sınır skoru >16’dır. V. İstatistiksel Değerlendirme Çalışmada elde edilen bulgular değerlendirilirken, istatistiksel analizler için SPSS (Statistical Package for Social Sciences) for Windows 15.0 programı kullanıldı. Çalışma verileri değerlendirilirken tanımlayıcı istatistiksel metodların (Ortalama, Standart sapma, frekans) yanısıra niceliksel verilerin karşılaştırılmasında Student t test kullanıldı. Parametrelerin grup içi karşılaştırmalarında paired sample t testi kullanıldı. Niteliksel verilerin karşılaştırılmasında ise Ki-Kare testi kullanıldı. Parametreler arasındaki ilişkilerin incelenmesinde Pearson korelasyon testi kullanıldı. Sonuçlar %95’lik güven aralığında, anlamlılık p<0.05 düzeyinde değerlendirildi. 6.BULGULAR Çalışma, Aralık 2007- Mart 2008 tarihleri arasında yaşları 17 ile 65 yaş arasında değişmekte olan 72’si kadın 28’i erkek olmak üzere 100 olgu üzerinde yapılmıştır.Olgular major depresyon (n=34),panik Bozukluk (n=33) ve kontrol (n=33) olmak üzere üç grupta incelenmiştir.Tüm olgulara ait bilgiler ve çalışılan parametreler Tablo 11-12- 47 13’de,parametrelerin ifade ediliş şekilleride Tablo 14’de verilmektedir.Olguların demografik bilgileri Tablo.4’de özetlenmiştir. Tablo4.Demografik Özelliklere Göre Grupların Değerlendirilmesi major depresyon Ort± ± SD n Yaş Kadın Cinsiyet 34 Erkek Çalışmayan ev hanımı çalışan Meslek 34 yaşadığı kişiler 8(%23,5) 10(30,3) 10(30,3) 0(%0) 0(%) 7(%21) 18(%52,9) 17(%51,5) 8(%24,2) 11(%32,4) 33 10(%30,3) 33 2(%6,1) 0(%0) Eğitimsiz 3(%8,8) 3(%9,1) 3(9,1) 14(%41,2) 14(%42,4) 10(%30,3) 7(%20,6) 33 7(%21,2) 33 8(%23,5) 5(%15,2) 6(%18,2) Üniversite 2(%5,9) 4(%12,1) 11(%33,3) 27(%79,4) 21(%63,6) 13(%39,4) 34 Dul Anne-baba eş-çocuk 34 Diğer 34 34 Yok Anne-baba- Var ayrılığı Yok 5(%14,7) 12(%36,4) 16(%48,5) 27(%79,4)) 33 7(%20,6) 17(%50) 8(%23,5) 1(%2,9) 33(%97,1) 21(%63,6) 33 0(%0) 33 4(%12,1) 11(%33,3) 33 15(%45,5) 33 2(%6,1) 31(%93,9) 0,018** 0,006** 3(%9,1) 33 0,33 22(%66,7) 11(%33,3) 33 0,4 12(%36,4) 21(%63,6) 18(%54,5) 33 13(%39,4) 30(%90,9) 22(%66,7) 33 0,183 4(%12,1) 28(%84,8) 33 0,02** 17(%51,5) 3(%9,1) 26(%76,5) 34 33 2(%6,1) 17(%50) 34 10(%30,3) 2(%5,9) 27(%79,4) Yok Var 33 2(%5,9) Yok Anne-baba-yitimi 5(%14,7) 0,775 3(%9,1) Lise Bekar 0,766 17(%51,5) 2(%5,9) 34 p 23(69,7) emekli Var Sigara 33 34,2±12,01 n (%) 1(%3,0) Var Alkol 23(%69,7) n 4(%12,2) Evli Birlikte 33 35±12,02 n(%) 3(%8,8) Ortaokul Medeni Durum 26(%76,5) n Kontrol Ort± ±SD öğrenci İlkokul Eğitim Durumu 36,2±10,3 n (%) panik Bozukluk Ort±SD 0,166 1(%3,0) 32(%97) 0,761 48 Gruplara göre olguların yaş ortalamaları arasında istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık bulunmamaktadır (p>0.05).(Tablo.4) Gruplara göre olguların cinsiyet dağılımları arasında istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık bulunmamaktadır (p>0.05). (Tablo.4) Gruplara göre olguların eğitim dağılımları arasında istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık bulunmamaktadır (p>0.05) (Tablo.4) Gruplara göre olguların alkol kullanım dağılımları arasında istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık bulunmamaktadır (p>0.05) (Tablo.4) Gruplara göre olguların sigara kullanım dağılımları arasında istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık bulunmamaktadır (p>0.05) (Tablo.4) Gruplara göre olguların anne baba yitimi dağılımları arasında istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık bulunmamaktadır (p>0.05) (Tablo.4) Gruplara göre olguların anne baba ayrılığı dağılımları arasında istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık bulunmamaktadır (p>0.05) (Tablo.4) Meslek durumuna göre gruplar arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık bulunmaktadır (p<0.05).Kontrol grubundaki çalışmayan sayısı diğer iki çalışma grubuna göre anlamlı derecede yüksektir. (Tablo.4) (şekil7) Şekil 7.Meslek durumuna göre gruplar arası farklılıklar 49 Medeni duruma göre gruplar arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık bulunmaktadır (p<0.05). Kontrol grubundaki bekar olguların sayısı,iki çalışma grubuna göre yüksektir. (Tablo.4) (şekil8) Şekil 8.Medeni Duruma göre Gruplar arası farklılıklar Olguların birlikte yaşadığı kişiler arasında anlamlı farklılık vardır (p<0,05).Major depresyondaki olguların birlikte yaşadığı kişiler içerisinde eş-çocuk diğer iki gruba göre daha yüksektir. (Tablo.4) (şekil9) Şekil 9.Grupların birlikte yaşadıkları kişilere göre değerlendirilmesi 50 Tablo5.Çalışma Gruplarının (major Depresyon ve Panik Bozukluk) ve Tüm olguların S100B düzeylerinin Cinsiyete göre karşılaştırmaları cinsiyet n min-max P ort±SD 0,030-0,074 erkek major 8 depresyon 0,048±0,018 0,336 0,029-0,154 kadın 26 0,058±0,021 0,028-0,067 erkek panik 10 bozukluk 0,047±0,016 0,155 0,026-0,278 kadın 23 0,072±0,051 0,025-0,065 erkek kontrol 10 grubu 0,045±0,016 0,223 0,024-0,097 kadın 23 0,060±0,036 S100B seviyelerinin cinsiyete göre karşılaştırması sonucu,hem çalışma gruplarında hemde kontrol grubunda kadın bireylerin S100B seviyeleri erkek bireylerin S100B seviyelerine göre anlamlı olmayan bir yüksekliğe sahiptir. (Major depresyon için p=0,336-panik bozukluk için p=0,155-kontrol grubu için p=0,223) (Tablo5)(şekil10) 0,300 44 0,250 s100B 0,200 20 0,150 38 0,100 0,050 0,000 kadin erkek cinsiyet Şekil 10.Tüm olgularda S100B düzeylerinin cinsiyet açısından box-plot gösterimi 51 Tablo6.Gruplar Arası Biyokimyasal Belirteçlerin Değerlendirilmesi M.D (min-max) P.B (min-max) Kontrol (min-max) Ort± ±SD Ort± ±SD Ort± ±SD (0,029-0,154) (0,026-0,278) (0,024-0,097) (µg/L) 0,056±0,025 0,064±0,045 0,046±0,020 Kalsiyum+ (8,3-10,1) (8,2-11,2) (8,6-9,7) (mg/dl) 9,22±0,46 9,14±0,68 9,36±0,24 S100+ p 0,073 0,201 3’lü grupların değerlendirilmesinde Çalışma gruplarının (major depresyon,panik Bozukluk) S100B değeri kontrol grubu olgularının S100B değerleri ile karşılaştırıldığında anlamlı olmayan bir yükseklik gözlenmiştir.(p=0,073)(Tablo6) 3’lü grupların değerlendirilmesinde Çalışma gruplarının (major depresyon,panik bozukluk), Kalsiyum değerleriyle kontrol grubu olgularının Kalsiyum değerleri arasında arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark yoktur.( p=0,201)(Tablo6) Tablo7.Grupların çoklu karşılaştırma testleri (I) grup S100B (µg/L) Kalsiyum (mg/dl) (II) grup Ortalamalardaki farklılıklar (I-J) Std. Error P M.Depresyon -0,009865 0,007821 0,42 P.Bozukluk -0,018273 0,007879 0,058* M.Depresyon P.Bozukluk -0,008407 0,007821 0,532 M.Depresyon 0,14314 0,1218 0,471 P.Bozukluk 0,21818 0,1227 0,182 M.Depresyon P.Bozukluk 0,07504 0,1218 0,812 Kontrol Kontrol 52 S100B değerleri için Kontrol grubu olguları ile Major depresyon grubu olguları ve Panik bozukluk grubu olguları ile Major depresyon grubu olguları arasında anlamlı farklılık bulunmamıştır (p>0,05)( Tablo7)( şekil11) Panik Bozukluk grubundaki olguların S100B değerleri,Kontrol grubu olgularının S100B değerleriyle karşılaştırıldığında anlamlı olmayan bir yükseklik gözlenmiştir.(P=0,058) (Tablo7) Şekil 11. Gruplara göre,S100B düzeylerinin box-plot gösterimi Tablo.8 Çalışma Gruplarında Beck Anksiyete ve Beck Depresyon Skorlarının S100 B ile ilişkisi S100B Beck Depresyon Beck Anksiyete n min-max Ort± ±SD 0,029-0,154 major depresyon min-max p Ort± ±SD 17-43 Panik Bozukluk p r 0,654 -0,081 -0,257 0,056±0,025 28,2±5,2 0,026-0,278 33 minmax Ort± ±SD 0,142 34 r 0,064±0,045 20-55 39,4±9,6 53 Beck anksiyete ve Beck Depresyon ölçeği ile serum S100B seviyeleri arasında anlamlı bir ilişki bulunmamaktadır.(Tablo8) Tablo9.Çalışma gruplarında Tedavi öncesi ve Tedavi Sonrası biyokimyasal parametrelerin karşılaştırmaları M.D P.B min-max min-max Ort± ±SD Tedavi Öncesi S100 Tedavi Öncesi Kalsiyum 0,026-0,278 0,056±0,025 0,064±0,045 0,173 0,063±0,039 8,30-10,10 8,20-11,20 9,22±0,46 9,14±0,68 9,26±0,48 0,677 p 0,777 0,032-0,250 0,060±0,032 8,00-10,20 Tedavi Sonrası Ort± ±SD 0,029-0,154 0,024-0,158 Tedavi Sonrası p 8,00-10,90 0,038** 9,44±0,53 Panik Bozukluk gurubunda tedavi öncesi kalsiyum düzeyine göre tedavi sonrası kalsiyum düzeyinde istatistiksel olarak anlamlı bir artış vardır (p=0,038),S100B düzeyleri açısından tedavi öncesi ve tedavi sonrası anlamlı farklılık saptanmadı.(Tablo9) Major depresyon grubunda,S100B ve Kalsiyum açısından tedavi öncesi ve tedavi sonrası düzeyler arasında anlamlı farklılık saptanmadı.(Tablo9) 54 Tablo10.Tedavi öncesi ve tedavi sonrası,S100B ile Kalsiyum arasındaki Korelasyon tablosu Tedavi Öncesi Tedavi Sonrası Kalsiyum-S100B r Kalsiyum-S100B p r + + p major depresyon 0,253 0,149 0,071 0,691 Panik Bozukluk 0,018 0,92 0,448* 0,009* kontrol 0,068 0,709 - - Major depresyonda tedavi öncesi ve tedavi sonrası Kalsiyum ile S100B arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki bulunmamaktadır.(Tablo10) Panik Bozukluk grubunda tedavi öncesi Kalsiyum ile S100B arasında herhangi bir korelasyon saptanmamasına rağmen (p>0,05) tedavi sonrası Kalsiyum ile S100B arasındaki pozitif yönde ve orta düzeyde ilişki görülmüştür bu istatistiksel olarak ileri derecede anlamlıdır.(r=0,448,p=0,009) (Tablo10)(Şekil12) 11,00 Kalsiyum 10,50 10,00 9,50 9,00 8,50 R Sq Linear = 0,201 8,00 0,000 0,050 0,100 0,150 0,200 0,250 S100B Şekil 12.Tedavi sonrası S100B ile Kalsiyum arasındaki saçılım grafiği 55 Tablo11.Majör Depresif Hasta Bilgileri ve Çalışılan Parametreler Ad Grup Cinsiyet yaş eğitim meslek yaşadığı medeni kişiler durum alkol sigara aile aile s100B ted. s100B ted. kalsiyum kalsiyum beck ayrılığı yitimi öncesi sonrası ted.önc. ted.son depresyon 1 N.K 1 0 17 3 3 0 0 0 1 0 0 0,04 0,029 9,1 9,4 27 2 H.G 1 0 35 3 2 0 2 0 0 0 0 0,042 0,034 9,1 9,4 33 3 Y.Ü 1 0 56 2 1 1 1 1 1 1 0 0,035 0,069 9,4 9,5 24 4 F.E 1 0 30 1 2 0 0 0 1 0 0 0,09 0,087 9,2 8,8 23 5 Y.B 1 0 43 1 1 1 1 1 0 1 0 0,047 0,044 9,4 8,5 27 6 G.U 1 0 36 1 1 1 1 0 1 0 0 0,063 0,097 9,5 9,7 31 7 K.Ç 1 0 45 1 1 1 1 0 0 1 0 0,042 0,034 8,6 8,9 24 8 M.G 1 1 29 3 2 1 1 0 1 0 0 0,031 0,024 9,2 9,7 32 43 9 Z.K 1 0 37 1 1 1 1 0 0 0 0 0,043 0,044 9,3 9,7 10 H.İ 1 0 37 2 1 1 1 0 0 0 0 0,055 0,058 9 8,9 32 11 G.Ö 1 0 36 2 1 1 1 0 0 1 0 0,05 0,05 8,6 9 25 12 Ö.K 1 0 37 1 1 1 1 1 1 0 0 0,054 0,062 9,4 10,2 37 13 H.Ö 1 0 24 3 1 1 1 0 1 0 0 0,041 0,026 9,7 9,2 23 14 S.K 1 0 30 1 1 1 1 0 0 0 0 0,064 0,064 9,6 8,9 28 15 F.D 1 0 42 0 1 1 1 0 0 1 0 0,055 0,059 9,5 9 17 16 N.B 1 0 31 3 2 1 1 0 1 0 0 0,037 0,033 9,5 10 22 17 K.S 1 0 17 3 3 0 0 0 0 0 0 0,059 0,06 10 10 31 18 G.K 1 0 36 1 1 1 1 0 0 0 0 0,098 0,079 8,9 9,3 21 19 M.A 1 1 27 2 2 1 1 1 0 0 0 0,047 0,03 9,3 9,4 30 20 F.Ö 1 0 47 1 4 1 1 0 1 0 0 0,154 0,158 9,9 9,6 25 21 H.M 1 0 57 1 1 2 2 0 0 0 0 0,079 0,077 9,4 9,5 26 22 B.A 1 0 47 1 1 1 1 0 1 0 0 0,091 0,093 10,1 9,4 34 23 M.T 1 0 35 1 2 1 1 0 0 0 0 0,056 0,094 9,4 8,9 25 24 S.Y 1 1 36 4 2 1 1 0 1 0 0 0,03 0,035 9,2 9,1 31 25 H.A 1 0 38 0 2 1 1 0 0 0 0 0,07 0,095 8,9 8,3 27 26 N.Ş.Ö 1 0 53 2 1 1 1 0 0 1 0 0,055 0,045 9,9 9,5 24 27 P.B 1 0 17 3 3 2 0 0 0 0 1 0,029 0,028 8,9 8,6 32 28 A.G 1 1 44 2 1 1 1 0 1 1 0 0,035 0,039 9,1 8 26 29 Z.Ö 1 0 25 2 1 1 1 0 0 0 0 0,042 0,045 9,5 9,2 31 30 Z.T 1 1 35 4 2 1 1 1 1 1 0 0,07 0,113 9,4 9,8 27 31 U.S 1 1 37 3 1 1 1 0 1 0 0 0,074 0,124 8,3 9,2 23 32 İ.T 1 0 48 1 4 1 1 1 1 0 0 0,037 0,032 8,5 9,5 34 33 B.K 1 1 25 1 2 0 0 0 1 0 0 0,067 0,065 8,3 9,4 30 34343 34 İ.T 1 1 45 0 2 1 1 1 1 0 0 0,037 0,032 8,5 9,5 35 56 Tablo12.Panik bozukluk Hasta Bilgileri ve Çalışılan Parametreler Ad Grup Cinsiyet yaş eğitim meslek yaşadığı medeni kişiler durum alkol sigara aile aile s100B ted. s100B ted. kalsiyum kalsiyum ayrılığı yitimi öncesi sonrası ted.önc. ted.son Beck Anksiyete 1 S.P 2 0 26 1 1 1 1 0 0 1 0 0,074 0,054 8,6 8,3 36 2 M.M 2 0 40 1 1 1 1 0 0 1 0 0,08 0,094 8,7 9,7 35 3 H.G 2 0 48 0 1 1 1 0 0 1 0 0,042 0,037 10 9,8 26 4 D.Ş 2 0 17 3 3 0 0 0 0 0 0 0,14 0,048 9,3 9,4 55 5 G.U 2 0 42 2 1 1 1 1 1 0 0 0,071 0,065 8,6 8,9 40 6 M.B 2 1 34 2 2 1 1 0 0 1 0 0,033 0,04 8,4 9,3 27 7 Ş.I 2 0 17 2 3 0 0 0 0 1 0 0,027 0,043 9,4 9,9 49 8 Y.A 2 0 21 3 2 0 0 1 1 0 0 0,086 0,055 9,5 9,7 24 37 9 A.B 2 0 44 2 1 1 1 0 0 1 1 0,062 0,047 9,9 9,6 10 K.A 2 0 55 1 4 1 1 0 0 0 0 0,278 0,25 9,4 10,9 37 11 B.K 2 1 25 1 2 0 0 0 1 0 0 0,067 0,065 8,3 9,4 40 12 A.G 2 1 39 1 2 1 1 0 0 1 0 0,028 0,046 8,4 10 53 13 İ.T 2 1 48 1 4 1 1 1 1 0 0 0,037 0,032 8,5 9,5 52 14 ş.ş 2 0 50 0 1 1 1 0 0 1 0 0,099 0,095 9,2 9,6 43 15 Z.Ç 2 0 33 1 1 1 1 0 1 1 0 0,055 0,063 9,7 9,7 35 16 N.Ö 2 0 39 1 1 1 1 0 0 0 0 0,072 0,062 9,6 9,7 28 17 R.K 2 0 37 1 1 1 1 1 0 0 0 0,059 0,05 8,2 9,6 54 18 T.S 2 1 33 1 2 1 1 0 0 0 0 0,041 0,05 11,2 9,4 54 19 S.B 2 1 20 4 3 0 0 0 0 0 0 0,055 0,069 10 9,4 20 20 Ş.K 2 1 22 4 2 0 0 0 0 0 0 0,054 0,061 8,4 9,1 34 21 Z.Ö 2 0 25 2 1 1 1 0 0 0 0 0,042 0,045 9,5 9,2 48 22 M.A 2 0 58 0 1 0 2 0 0 0 0 0,051 0,045 9,3 9,2 40 23 A.S 2 0 36 4 1 0 0 0 1 0 0 0,026 0,043 9,6 9,2 32 24 Z.T 2 1 35 4 2 1 1 0 1 1 0 0,067 0,113 9,4 9,8 46 25 U.S 2 0 37 3 1 1 1 0 1 0 0 0,074 0,124 8,3 9,2 40 26 A.G 2 0 44 2 1 1 1 0 1 1 0 0,035 0,041 9,1 8 37 27 Ş.I 2 0 17 3 3 0 0 0 0 1 0 0,027 0,043 9,4 9,9 49 28 Y.A 2 0 21 3 2 0 0 1 1 0 0 0,066 0,063 9,5 9,7 24 29 A.B 2 0 44 2 1 1 1 0 0 1 1 0,062 0,047 9,9 9,6 37 30 M.A 2 0 58 1 1 0 2 0 0 0 0 0,051 0,045 9,3 9,2 40 31 B.K 2 1 25 1 2 0 0 0 1 0 0 0,067 0,065 8,3 9,4 40 32 A.G 2 1 39 1 2 1 1 0 0 1 0 0,028 0,046 8,4 10 53 33 S.P 2 0 26 1 1 1 1 0 0 1 0 0,079 0,054 8,6 8,3 36 57 Tablo13.Kontrol Grubu Bilgileri ve Çalışılan Parametreler Ad Grup Cinsiyet yaş eğitim meslek yaşadığı medeni alkol sigara aile kişiler durum ayrılığı aile s100B kalsiyum yitimi 1 A.C 0 1 28 3 2 0 0 0 0 0 0 0,031 9,7 2 F.g 0 0 43 1 1 2 2 0 0 0 0 0,032 9,3 3 M.C 0 1 45 1 2 1 1 0 0 0 0 0,04 9,2 4 P.B 0 0 65 0 1 1 1 0 0 1 0 0,044 9,3 5 S.B 0 0 24 1 1 0 0 0 0 1 0 0,024 9,6 6 R.C 0 1 44 4 2 1 1 0 1 0 0 0,028 9,1 7 B.M 0 0 61 0 1 1 1 0 0 1 0 0,053 9,5 8 B.T 0 0 27 4 2 0 0 0 0 1 0 0,026 9,5 9 B.A 0 0 25 2 1 1 1 0 0 1 0 0,045 9,3 10 D.Y 0 0 36 4 2 0 0 0 0 0 0 0,061 9,4 11 D.K 0 0 29 3 2 1 1 0 1 1 0 0,064 9,4 12 A.A 0 1 28 4 2 0 0 1 1 0 0 0,057 9,5 13 M.C 0 1 22 4 3 0 0 0 0 0 0 0,05 9,3 14 M.O 0 0 24 3 0 0 0 0 0 0 0 0,04 9,4 15 D.A 0 0 20 1 2 0 0 0 0 0 0 0,028 9,7 16 N.B 0 0 48 0 1 1 1 0 0 1 0 0,076 9,3 17 S.A 0 0 37 1 1 1 1 0 0 1 0 0,09 9,6 18 Ş.T 0 0 49 4 2 2 2 0 1 0 0 0,087 9,5 19 C.E 0 1 20 3 2 0 0 0 1 0 0 0,045 9,5 20 E.Y 0 0 45 1 1 1 1 0 1 0 0 0,097 9,2 21 S.L 0 0 27 3 2 0 0 0 1 0 0 0,061 9,3 22 K.A 0 0 22 4 2 0 0 1 1 0 0 0,057 9,5 23 E.S 0 0 23 4 2 2 0 1 1 0 0 0,04 9,4 24 H.K 0 0 32 2 0 0 0 0 0 0 0 0,03 9,1 25 E.E 0 0 24 1 0 0 0 0 1 0 0 0,044 9,2 26 H.A 0 1 50 4 2 1 1 0 1 1 0 0,025 8,6 27 H.Ö 0 1 36 4 2 1 1 0 0 1 0 0,065 9,7 28 B.Ö 0 0 35 1 0 1 1 0 0 0 0 0,056 8,8 29 A.C 0 1 24 3 2 0 0 0 0 0 0 0,031 9,7 30 S.B 0 0 24 1 0 0 0 0 0 0 1 0,024 9,6 31 R.C 0 1 44 4 2 1 1 0 1 0 0 0,028 9,1 32 B.T 0 0 27 2 0 0 0 0 0 1 0 0,026 9,5 33 F.G 0 0 43 1 0 2 2 0 0 0 0 0,032 9,3 58 Tablo.14 Tüm Gruplar için Değişken Tablosu Grup (0) kontrol (1)Majordepresyon (2) Panik Bozukluk Cinsiyet (0) Kadın (1)Erkek Eğitim (0) yok (1) ilköğretim (2) Ortaokul Meslek (0) çalışmıyor (1) evhanımı, (2) çalışan, Birlikte yaşadığı (0) anne-baba-kardeş (1)eş çocuk (2) diğer Medeni hal (0) Bekar (1)evli (2)Dul Alkol sigara Sigara (0) yok (1)var (0) yok (1) var Anne babayitimi (0 )yok (1) var Anne baba (0) yok ayrılığı (1)var (3) lise (4) Üniv. (3) öğrenci (4)emekli 59 7. TARTIŞMA Anksiyete ve depresyon belirtilerindeki örtüşmeler, özellikle anksiyeteye depresyon belirtilerinin eşlik etmesi ve aynı zamanda depresyonda tanısal bir gücü de olan anksiyete belirtilerinin sık görülmesi bu iki bozukluk arasındaki ilişkiyi öne çıkarmıştır. Depresyon ve anksiyetede tanı, tedavi ve prognozu etkileyen biyolojik belirleyiciler halen oldukça sınırlıdır. Bu nedenle depresyon ve anksiyete patofizyolojisini anlamak için yeni etyolojik modeller geliştirilmeye başlanmıştır. Monoaminerjik nörokimyasal sistem dışındaki sistemlerin depresyon etyolojisine olası katkıları pek çok araştırmada ele alınmaktadır. Bu nedenle artık sadece beyindeki nörotransmiter değişiklikleri üzerinde değil, aynı zamanda beyindeki diğer patolojiler üzerindede durulmaktadır.(174,175) Bazı araştırmalarda antidepresan tedavinin hipokampusta stresin hücre ölümü yapıcı etkilerini geriye döndürebildiği,yeni nöron oluşumunu hızlandırdığı ve nöroplastisite üzerinde olumlu etkileri olduğu saptanmıştır.(176) Nöroplastisitenin gerçekleşebilmesi içi beynin bilgi edinebilmesi,bu bilgilere dayanarak geleceğe yönelik uygun yanıtları verebilmesi gerekmektedir.Bellekte bilginin depolanması ,birleştirilmesi ve filtre edilmesi gibi mekanizmaların sinapslarda bazı plastik değişmelere yol açtığı sanılmaktadır.Bu işlevlerdeki herhangi bir aksama duygudurum bozukluklarının patofizyolojisinde yer alabilir.(177) Nöroplastisite ile dentritlerde dallanmanın artması ve boylarında uzama,yeni sinaps oluşumu var olan sinapsların etkinliğinin değişmesi,yeni nöron oluşumu ve var olan nöronların hayatta kalma ve stres altında bozulmaya karşı dirençlerinin artması sağlanabilir.(178)Bu etkilerin hemen hepsi S100B’nın nanomolar konsantrasyonlarında görülürken,S100B’nın seviyesinin mikromolar konsantrasyona çıkması,bu etkileri tersine çevirir,apoptozu arttırarak hücre ölümünü arttırır. Nörotrofik bir faktör olan S100B’nin,mizaç hastalıklarının patofizyolojisinde görevli olabileceği düşünülmüştür.S100B serotonerjik nöronların,major nörotrofik faktörüdür,erişkin beyninde sinaptik plasitisite ve yeni nöron oluşumu,akson filizlenmesi gibi görevleri 60 vardır.Astroglial hücreler,serotoninin 5HT1A reseptörüne bağlanmasıyla,S100B salınımını başlatır.(179,180,181,182) Hipokampus fazla sayıda adrenal steroid reseptörü içerir ve stres hormonlarının etkilerine oldukça duyarlıdır.Stresle yükseldiği bilinen glukokortikoidlerin hipokampusun CA3 bölgesinde aşırı miktarda tahribata yol açtığı bildirilmiştir.Kronik stresin beyinde sinyal ileti yolaklarında bozulmaya neden olarak nöroplastisiteyi etkilediği ,hipokampusde nöronal atrofinin hücre ölümüne yol açtığı gösterilmiştir.Stresin hipokampal nörogenezisi azalttığı ve dentrit yapısında bozulmaya neden olduğu da gözlenmiştir.Ayrıca stres hipokampuste granüler nöronların hayatta kalabilmelerini ve çoğalmalarını baskılayabilir.(183,184) Nöroplastisite birçok önemli işlevin yürütülmesine yardımcı olur ve yetersizliği bazı hastalıkların ortaya çıkmasına yol açabilir. Monoamin varsayımının depresyonun etyolojisini açıklamada ve tedavisinde yetersiz kalması nedeniyle günümüzde depresyonun oluşumunda bir nöroplastisite bozukluğunun ya da yetersizliğinin rol oynadığı görüşü giderek ağırlık kazanmaktadır.(185) Astroglial ve oligodendroglial hücrelerde S100B varlığı gösterilmiştir,mikroglial hücrelerde gösterilememiştir.(186) Bunun yanı sıra,mizaç hastalıklarında oligodentrositlerde ve astrositlerde hareketle,mizaç histopatolojik değişiklikler bozukluklarında histopatolojik olduğu saptanmıştır değişiklikler (187). gösteren Buradan astroglial ve oligodendroglial hücrelerde varlığı saptanmış S100B proteini,mizaç bozuklukları için glial marker protein olarak kullanılabilir. Depresyon etyolojisine ait son çalışmalar, yeni maddeler üzerine yoğunlaşmaktadır.Örneğin nitrik oksit düzeyinin major depresyonda arttığını bildiren çalışmaların yanısıra,selenyum ve çinko ile depresyon arasındaki ilişki kurulmuştur.Major depresyonlu hastalarda çinko eksikliği tespit edilmiş olup,selenyum eksikliğinin de depresyona sebeb olabileceği ve tedaviye eklenmesi halinde duygudurumun düzeldiği yapılan çalışmalarda gösterilmiştir.(188) R.Donato ve arkadaşlarının yaptıkları çalışmalar sonucunda S100B proteinin kalsiyum bağlamanın yanı sıra çinko bağlama özelliğininde olduğu ayrıca Nitrik oksitle ilişkileride açıklığa kavuşturulmuştur.(98) Bu da depresyon için yeni açılım oluşturabilir. 61 Anksiyete ve Depresyon ayrı birer hastalık olarak ortaya çıkabileceği gibi birlikte de görülebilir.Birçok posmortem ve nörolojik görüntüleme çalışmaları anksiyetesi ve depresyonu olan hastalarda prefrontal kortekste ve hipokampüsde atrofi ve nöron kaybına işaret etmektedir.(189) Öte yandan stres beyinde limbik sistem başta olmak üzere birçok önemli bölgede nöron dejenerasyonuna neden olarak nörohumoral mekanizmalarda ciddi problem yaratan önemli bir çevresel faktördür.Stres oluşumu depresyon kadar anksiyete oluşumunda da önemli bir etkendir. S100B, serotonin reseptörlerine parsiyel etkide bulunarak, hafıza fonksiyonlarını regüle eder. Serotonin, beyindeki S100B konsantrasyonlarını değistirir. Serotoninerjik agonistler S100B’yı artırır.(191) Deneysel araştırmalarda, S100-B antiserumunun, kazanılmış becerilerin kaybına, öğrenmenin azalmasına, amneziye yol açarken S100B infüzyonunun doza bağımlı olarak uzun süreli hafızayı güçlendirdiği gözlenmistir.(192,193) 2003 yılında Arolta ve arkadaşları tarafından yapılan bir çalışmada depresif hastaların S100B düzeyleri kontrol gruplarına göre yüksek bulunmuştur.Ayrıca anksiyete semptomları gösteren depresif hastalarda kontrol grubuna göre herhangi bir farklılık bulunmamıştır.Bunun yanı sıra Major depresyon hastaları melankoli gösteren ve göstermeyenler olarak iki gruba ayrıldığında melankolik hasta grubunun serumunda S100B düzeyleri,melankoli göstermeyen gruba göre anlamlı derecede yüksek bulunmuştur. (P=0.002).Ayrıca tedaviye cevap gösteren olguların S100B serum seviyeleri,tedaviye cevap vermeyen olgulara göre anlamlı derecede düşük bulunmuştur.(194) 2001 yılında R.Manev ve arkadaşları tarafından yapılmış olan çalışmada bir SSRI olan fluoksetin verilmiş farelerin hipokampuslerindeki S100B düzeyinin nanomolar seviyelerinin kontrol grubu farelerine göre daha yüksek olduğu bulunmuştur.Buda SSRI’lardan fluoksetinin;S100B seviyelerinin koruyucu etkilerini gösterdiği,nanomolar konsantrasyonu arttırdığını gösterir.(195) E.Dietrich ve arkadaşlarının 2003 yılında yaptıkları bir çalışmada,depresif hastaların serum S100B seviyeleri (0.106± 0.052) kontrol grubuna göre (0.045± 0.014) anlamlı derecede yüksektir.Bu çalışmanın eksik noktası,çalışılan hasta sayılarının düşük olmasıdır.(n=12)(196) 62 2002 yılında Machado-Vieira ve arkadaşları tarafından yapılan bir çalışmada;20 bipolar manik hastanın S100B düzeyi (0.065±0.068) 20 sağlıklı kontrol grubu S100B düzeyine göre (0.018±0.029) anlamlı derecede yüksektir ( p=0.01). Machado-Vieira ve arkadaşları bipolar hastaların manik epizodunda artmış S100B düzeylerini nöronal mekanizmaların adaptif yanıtı olarak yorumlamışlardır.(197) S100B, serebral hücre bütünlüğünün göstergesi olan bir biyokimyasal belirteç olarak da bilinmektedir. Rothermunt ve arkadaşlarının 2001 yılında yaptıkları bir çalışmada Sizofreninin akut psikotik epizodunda serum S100B düzeylerinin yüksek bulunduğu, tedavinin altıncı haftasından sonra S100B’nın düzeylerinin yüksek kalmasının negatif semptomların devamlılığı ile iliskili olduğu bildirilmiştir(198) 2000 yılında Rothermunt ve arkadaşlarının yaptığı çalışmada melankolik depresif hastaların (0,117±0,069) melankoli göstermeyen olgulara göre (0,056±0,031) plazma S100B seviyelerinin anlamlı derecede yüksek olduğu,(p=0,001) bildirilmiştir.Ayrıca melankolik ve nonmelankolik hastalar depresyon grubu altında toplanmış bu grubun S100B değerleri (0,091±0,063) sağlıklı kontrol grubuna göre (0,047±0,023) anlamlı derecede yüksek bulunmuştur (p=0,001).Ayrıca tedavi sonrası hasta grubunun S100B seviyelerinin düştüğü bildirilmiştir.Bu düşüş ilaç tipine (SSRI ve trisiklik antidepresanlar) bağlı değildir.(p=0,35)(199) 2002 yılında Matthias ve arkadaşları tarafından yapılan çalışmada,antidepresan tedavi öncesi bipolar hastaların serum S100B seviyeleri,sağlıklı kontrol grubuna göre anlamlı derecede yüksektir.(p=0,001).Antidepresan tedavi sonrası S100B seviyelerinde anlamlı düşüklük bulunmuştur.(200) 2001 yılında Grabbe ve arakadaşları tarafından yapılan çalışmada 11 hafif ve orta dereceli depresif hasta ile kontrol grubu S100B düzeyleri serebrospinal sıvıda ölçülerek karşılaştırılmış,depresif grubun S100B seviyeleri kontrol grubuna göre daha yüksek bulunmuştur.(p=0,024)Hasta guruba 12 aylık tedavi uygulanmış,tedavi sonrası S100B seviyeleri düşmüştür.(202) 63 Çalışmamızda kontrol grubunun S100B ortalama±SD’si (0,046±0,020 µg/L),major depresyon grubunun S100B ortalama±SD’si (0,056±0,025µg/L),panik bozukluk grubunun S100B ortalama ± SD’si (0,064±0,045µg/L) olarak bulunmuştur.Kontrol grubuna göre hem major depresyon hemde panik bozukluk hasta grubunda S100B serum seviyelerinde anlamlı olmayan bir yükseklik bulduk.(p=0,073) Üçlü grup karşılaştırmaları yapılan olgularımızı,grup içi karşılaştırdığımız zaman major depresyon grubunun S100B değerleri (0,056±0,025µg/L) kontrol grubunun S100B değerlerine göre (0,046±0,020µg/L),daha yüksekti ama bu istatistiksel olarak anlamlı değildi.(p=0,42) Kontrol grubu ile panik bozukluk grubunu karşılaştırdığımızda panik atak grubunun S100B değerleri (0,064±0,045µg/L),kontrol grubunun S100B değerleri (0,046±0,020µg/L),’ne göre daha yüksektir.Bu yükseklik anlamlı olmaya yakındır (p=0,058) ama istatistiksel olarak anlamlı değildir. Çalışmamızda major depresyon ve panik bozukluk grubu hastalarımız 4 hafta süreyle SSRI (Paroksetin, Sertalin, Sitalopram, Essitalopram, Fluoksetin, Fluvoksamin) grubu antidepresanlar ile tedavi uygulanmıştır. Major depresyonda ve panik bozuklukta tedavi öncesi S100B düzeyine göre tedavi sonrası S100B düzeyinde istatistiksel olarak anlamlı bir değişim görülmemiştir.{(Sırasıyla; (p=0,173) , (p=0,777)}. Çalışmamızda yeni tanı almış majör depresif ve yeni tanı almış panik bozukluk hastaları kullanılmış olup,Manev ve arkadaşları,E.Dietrich ve arkadaşları,Machado-Vieira ve arkadaşları,Rothermundt ve arkadaşları,Mathias ve arkadaşları’nın yaptıkları çalışmalarda yatarak tedavi gören şizofreni,major depresyon,bipolar hastalar kullanılmıştır.Ayrıca uzun süredir ayaktan ya da yatarak tedavi alan hastalardan çalışma gruplarını oluşturmuşlardır.Bizim grubumuzdaki hastalar yeni tanı aldığından ilk defa antidepresan ilaçlar kullanırken,diğer gruplarda rekürren psikiyatrik bozukluğa sahip hastalar vardır ve daha önce ilaç tedavisi görmüştür.Hasta gruplarımızın S100B seviyelerinde anlamlı olmayan bir yükselme vardı.(major depresyon p=0,42-panik bozukluk p=0,058) Bunu hasta grubumuzun depresyon ve anksiyete şiddetinin düşüklüğüne bağladık.Ayrıca S100B düzeyleri,özellikle panik bozukluk hastalarında endişenin ve korkunun en fazla olduğu zaman aralığında ölçülebilirse daha anlamlı sonuçlar çıkabileceğine inanıyoruz.Tedavi sonrası S100B seviyelerinin fazla değişim göstermemesini ise tedavi süresinin kısalığına (4 hafta) ve antidepresan tedaviye bireylerin farklı cevap vermesine bağladık. 64 Rothermunt ve arkadaşlarının yaptığı bir çalışmada,S100B düzeylerinin cinsiyetle değişim göstermediğini bildirmişlerdir.(n=46)(225) Bizim çalışmamızda,kadınlarda S100B seviyeleri biraz daha yüksek olmasına rağmen iki cins arasında anlamlı bir fark yoktur.(Major Depresyon için p=0,336 panik bozukluk için p=0,155 kontrol grubu için p=0,223) Bulgularımız literatür ile uyumludur. Kalsiyum,kas kontraksiyonu,hücre motilitesi,hücre büyüme ve farklılaşması,gen ekspresyonu,apoptosis hücre nekrozu ve ayrıca nöronal işlevlerin düzenlenmesinde önemli rol oynamaktadır. Kalsiyum nörotransmitterlerin sentezi, salınması ve hücrenin uyarılabilirliğini etkileyen kalsiyum kanallarını düzenlemektedir (90,91,203,204) Antidepresan ilaçların etkinliğinde kalsiyum kanallarının rolünün olduğu düşünülmektedir. Bir çalışmada majör depresyonu olan hastalarda BOS kalsiyumunun depresyon şiddeti ile pozitif ilişkili olduğu bildirilmiştir.(231)Hücre içi kalsiyum konsantrasyonu apoptozisde çok önemli bir rol oynar. Hücre ölümü ile ilişkili kalsiyum bağımlı moleküller hakkında yapısal bilginin sınırlı olması,kalsiyum ve apoptozis arasındaki ilişkinin detaylı olarak bilinememesine neden olmaktadır. Hücre içi kalsiyumun geçici olarak yükselmesi kasılma, sekresyon, fertilizasyon, proliferasyon, metabolizma, kalp atışı ve hafıza gibi birçok durumda sinyal rolü oynamaktadır. Ancak, kalsiyum konsantrasyonunun uzun süreli yükselmesi apoptozisi uyarır ve hücre için tehlikelidir [205,206] Peterson, hiperparatiroidide hafif düzeyde artmış kalsiyumun depresyona, aşırı düzeyde artmış kalsiyumun deliryuma neden olduğunu göstermiştir. Bununla birlikte yatkınlığı olan kişilerde az düzeyde artmış kalsiyum düzeyi bile ciddi psikiyatrik değişikliklere neden olabilmektedir. Bu veriler kalsiyumun nörotransmisyon düzeneklerinde kritik rolünün olduğunu desteklemektedir.(207) 2008 yılında Payne ve arkadaşları tarafından 232 yaşlı hasta üzerinde yapılan bir çalışmada,kalsiyum ve D vitamini alınımının beyinde oluşan lezyonun miktarı ile pozitif ilişkili ve istatistiksel olarak ileri derecede anlamlı olduğunu yayınlamışlardır.(p<0,001)(208) 65 Major depresif hasta grubumuzun serum kalsiyum değerleri kontrol grubumuzun serum kalsiyum değerlerinden daha düşük olmasına rağmen (major depresif hasta grubunun kalsiyum değeri 9,22 ± 0,46 mg/dl kontrol grubunun kalsiyum değeri 9,36±0,24 mg/dl) bu istatistiksel olarak anlamlı değildir (p=0,471).Panik bozukluk hasta grubumuzun serum kalsiyum değerleri kontrol grubunun serum kalsiyum değerine göre daha düşük olmasına rağmen (panik bozukluk hasta grubunun kalsiyum değeri 9,14±0,68 mg/dl kontrol grubunun kalsiyum değeri 9,36±0,24 mg/dl ) bu istatistiksel olarak anlamlı değildir.(p=0,182) 30 günlük SSRI’larla antidepresan tedavi sonrası major depresif hasta grubumuzun kalsiyumunda anlamlı olmayan bir yükselme vardı.(tedavi öncesi;9,22±0,46 mg/dl -tedavi sonrası;9,26±0,48 mg/dl).(p=0,677) 30 günlük SSRI’larla antidepresan tedavi sonrası panik atak hasta grubumuzun kalsiyumunda istatistiksel olarak anlamlı bir artış vardır.(tedavi öncesi; 9,14±0,68-tedavi sonrası; 9,44±0,53) (p=0,038). Ayrıca; tedavi sonrası Kalsiyum ile S100B arasındaki pozitif yönde ve orta düzeyde ilişki görülmüştür bu istatistiksel olarak ileri derecede anlamlıdır.(r=0,448,p=0,009) (p<0,05) Bizim çalışmamızda genel kanının aksine özellikle çalışma gruplarımızın serum kalsiyum değerleri kontrol grubumuza göre daha düşük çıkmıştır. Bu düşüklük istatistiksel anlamlı olmamasına rağmen düşüklüğü hasta grubumuzun yeni tanı alan ve daha önce psikiyatrik tedavi almayan hastalar oluşundan meydana geldiğini düşünüyoruz. Sonuç olarak; Yeni başlangıçlı majör depresif ve panik bozukluğu olan hastalarda serum S100B seviyeleri kontrol grubuna göre daha yüksek çıktığından özellikle panik bozukluk hastalarında istatistiksel olarak anlamlı olmaya yakın derecede yükseldiğinden serum S100B seviyeleri panik atak hastalığında tanı amaçlı biyolojik bir markır olabilir.Ayrıca hem panik bozukluk grubunun hemde major depresyon hasta grubunun bir aylık antidepresan tedavi sonrası serum kalsiyum değerlerinin artması(major depresif hastalar için p=0,677,panik bozukluk hasta grubu için p=0,038),bunun yanısıra panik bozukluk hasta grubunun tedavi sonrası kalsiyum değerlerinin S100B ile korelasyon göstermesi (r=0,448,p=0,009) bize serum S100B ile Serum 66 kalsiyum değerlerinin panik bozuklukta tedaviye verilen cevabın izlenmesinde faydalı olabileceğini düşündürttü. 67 8. ÖZET S100 protein ailesi,kalsiyum bağlayıcı proteinler içinde yer alır ve kalsiyum bağlı sinyal transdüksiyonundan sorumludur.S100 proteinlerinin bir üyesi olan S100B,serotonerjik nöronların major nörotrofik faktörüdür,erişkin beyninde sinaptik plastisite,yeni nöron oluşumu ve akson filizlenmesi gibi görevleri vardır.Depresif ve duygudurum bozukluklarının nöronların yada glial hücrelerin kendilerini onarabilme ve yenileyebilme yeteneklerindeki azalma sonucu gelişiyor olabileceği ile ilgili çalışmalar vardır.Ekstrasellüler S100B’nin mikromolar konsantrasyonları apoptosis ve nörodejenerasyonu indüklerken,nanomolar konsantrasyonları,nörit büyümesini ve nöronun gelişimi süresince hayatta kalmasını sağlar. Bu bilgilerin ışığında,major depresyon ve panik bozukluğu olan hastalarda S100B seviyelerinin hastalığın tanısı,şiddeti ve tedavi süresinin izlenmesi ile ilişkisini araştırmak istedik. Bu çalışmaya yeni tanı almış 34 major depresyonlu hasta(yaş,36,29±10,34 erkek/kadın oranı 8/26),33 panik bozukluğu olan hasta (yaş,35±12,02 erkek/kadın oranı 10/23) ve demografik özellikleri benzer 33 sağlıklı kontrol grubu (yaş,34,27±12,01 erkek/kadın oranı 10/23) dahil edildi. Hasta gruplarımız Beck Depresyon ve Beck Anksiyete ölçekleri >16 olanlardan , kontrol grubu ise Beck Depresyon ve Beck Anksiyete ölçekleri <13 olanlardan seçilmiştir.Major Depresyon grubunun Beck depresyon ölçeği (28,2±5,2) Panik bozukluk grubunun Beck Anksiyete ölçeği (38,4±9,6) olarak bulundu.Hasta grubunda tedavi öncesi ve bir aylık SSRI’lar ile tedavi sonrası serum S100B(Elektro kemilüminesans İmmunoassay,Roche Elecsy 2010) ve kalsiyum(Kolorimetrik endpoint yöntem,Roche Modular) seviyelerine bakıldı. Olgularımızı grup içi karşılaştırdığımız zaman major depresyon grubunun S100B değeri; (0,056±0,025 µg/L) ve panik bozukluk hasta grubunun serum S100B değeri; (0,064±0,045 µg/L),kontrol grubunun S100B değerine göre (0,046±0,020 µg/L) daha yüksektir bu yükseklik major depresyon grubu için istatistiksel olarak anlamlı değilken (p=0,42) panik bozukluk grubunda anlamlı olma eğilimindedir (p=0,058).Tedavi öncesi ve tedavi sonrası hem major depresyonda hem panik bozukluk grubunda S100B seviyelerinde anlamlı değişiklik görülmemiştir.(sırasıyla;p=0,173 p=0,777) Literatürden farklı olarak hasta grubumuz yeni tanı almış ve Beck ölçeği düşük kişilerdi.Panik bozukluk grubunun Beck ölçeği Major depresyona göre daha yüksekti.Panik 68 bozukluk S100B değerleri Kontrol grubuna göre anlamlılığa yakın bir yükseklik gösteriyordu.Bunun ışığında S100B değerlerinin Panik bozukluk ve Major depresyonun şiddeti ile ve tedavinin izlenmesi ile ilişkisini açıklığa kavuşturmak için;Tedavi sürelerinin daha uzun süreli izlendiği,Beck ölçeklerinin daha yüksek olduğu daha büyük gruplarda çalışılması gerektiğini düşünüyoruz. 69 9. SUMMARY S100 protein family are in a group of calcium-binding proteins and responsible for calcium depended signal transduction. S100B, as a member of S100 proteins, is major neurotrophic factor of serotonergic neurons and it has functions such as synaptic plasticity in mature brain, novel neuron formation and axonal germination.There are many studies about depressive and mood diseases can be caused by reduction of self-repairing and regeneration in neurons.Micromolar concentrations of extracellular S100B induces apoptosis and neurodegeneration but in nanomolar concentrations, provides neurit to grow up and be alive during this growth process.According to these findings, we aimed to investigate the relationship between S100B levels and diagnose,accuracy of disease and observe therapy period in patients with major depression and panic attack. In this study, we included newly diagnosed 34 major depressive patient (age 36,29±10,34; male/female: 8/26), 33 patients with panic disorders (age,35±12,02 male/female 10/23) and 33 healthy people with similar demographic feature as a control group. (age,34,27±12,01 male/female 10/23) We chose the two patient group who had Beck Depression and Back Anxiety scale was >16 and control group had <13 .Beck depression scale of major depression group was calculated as (28,2±5,2), Beck anxiety scale of panic attack group was (38,4±9,6). We detected calcium (Colorimetric end point method,Roche Modular) and S100B levels (Electrochemiluminesance Immunoassay, Roche Elecsys 2010) in patient group before and after 30 day of medical treatment with SSRI’s.(Selective serotonin reuptake inhibitors) When we compared within groups; S100B levels of major depressive group (0,056±0,025 µg/L) and panic disorder group (0,064±0,045 µg/L), were higher than control group’s S100B levels (0,046±0,020 µg/L).This difference was not statistically significant (p=0,42) in major depressive group but in panic disorder group is near to be significant (p=0,058). There was no significant difference in S100B levels in major depressive and panic disorder group before and after medical therapy (in order ; p=0,173 p=0,777) Our patient group was newly diagnosed and had low degrees in Beck Scale, different from literature. Beck’s scale of panic attack group was higher than major depressive group. S100B levels of panic disorder group was higher than control group and near to be significant. 70 According to these findings; to show the relationship of the accuracy of panic attack and major depression with observing the therapy duration; it must be further studies made in which observed longer therapy periods,higher Beck scales and larger amount of groups. 71 10. KAYNAKLAR 1. Shorter E. A history of psychiatry: From the Era of the Asylum to the Age of Prozac. John Wiley&Sons Inc., New York, p:27-29,1997. 2. İ.Ü. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Sürekli Tıp Eğitimi Etkinlikleri Depresyon, Somatizasyon ve Psikiyatrik Aciller Sempozyumu,istanbul, s. 11-17,1999 3. Manji HK, Moore GJ, Rajkowska G, Chen G. Neuroplasticity and cellular resilience in mood disorders. Mol Psychiatry Nov;5(6):578-93, 2000 4.Charney DS Substance P antagonist: mechanism of action and clinical implications. Program and abstracts of the 153rd annual meeting of the American Psychiatric Association; May 13-18, Chicago, American Psychiatric Press:132-145, 2000 5. Nemeroff CB The preeminent role of early untoward experience on vulnerability to major psychiatric disorders: the naturenurture controversy revisited and soon to be resolved. Mol Psychiatry; 4:106-108,1999 6. Popoli M, Brunello N, Perez J, Racagni G. Second messenger-regulated protein kinases in the brain: their functional role and the action ofantidepressant drugs. J Neurochem; 74:2133.2000 7. Jimerson DC, Post RM, Carman JS, van Kammen DP, Wood JH, Goodwin FK, et al. CSF calcium: clinical correlates in affective illness and schizophrenia. Biol Psychiat; 14:37-51. 1979 8.Whitaker-Azmitia PM,Clarke C,Azmitia EC:Localization of 5-HT1a receptors to astroglial cells in adult rats:İmplications for neuroglial interactions and psyhoactive drug mechanism of action.Synapse;14;s 201-205, 1993 9.Oztürk MO:Ruh Sağlığı ve Hastalıkları,Hekimler Yayın Birliği,Ankara,s.12. 1994 10.Işık E:Duygulanım Bozuklukları / Depresyon ve Mani,Boğaziçi Matbaası,İstanbul.s 13, 1991 11.Simon B,Weiner M:Models of mind and mental illness in ancient Greece.The Homeric model of mind.Journal of the History of Behavioural Sciences 2;303-314, 1966 12.Freud S:Mourning and Melancholia .Standart Edition,Hogart Pres,London, 14:237-258, 1957 13.Abraham K:Notes on the psycho-analytical investigation and treatment of manicdepressive insanity and allied conditions,1911.In selected Papers,ed.D.Bryan and A.Strachey,.Basic Books,New York, s.137-156, 1960 72 14.Çiftler İ:Depresyon kavramının gelişimi:Depresyon Monografları Serisi/1,Hekimler Yayın birliği,Ankara,s.15,1993 15.Oztürk MO:Ruh Sağlığı ve Hastalıkları,Hekimler Yayın Birliği,Ankara,s.12 ,1996 16.ICD-10:Ruhsal veDavranışsal Bozukluklar Sınıflandırması.Klinik tanımlamalar ve tanı kılavuzu (Çev.Eds:Öztürk MO,Uluğ B).Türkiye sinir ve Ruh Sağlığı derneği,Ankara,s.20,1994 17.Doğan O,Ketenoğlu C,GülmezH ve Ark.:Ruhsal Bozuklukların Epidemiyolojisi,1.Baskı,Dilek Matbaası,Sivas,s.15,1995 18.Reynold EH,Carney MWP,Toone BK:Methilation and mood.Lancet;196-197, 1984 19.Schwenk TL,Coyne JC:Depression .Textbook of Family Practice.RE Rakel (ed).W.B.Saunders Company.Philadelphia,s.1582-1595,1990 20.Charney E,Weissman M.Epidemiology of Depressive and Manic Syndromes.In Depression and Mania,Ed(s) Georoptas A,Cancro R,Elsevier,Newyork,s:128,1988 21.Serby M,Yu M,Overview:Depression in the elderly,Mt Sinai J Med,s.38-44,2003 22.Blazer D.Mood Disorders:Epidemiology in Comprehensive Textbook of Psychiatry,six edition , ED(s) Kaplan H,Sadock J.Williams and Wilkins,Baltimore,s;38,1995 23.Charney EA,Weissmann M:Epidemiology of depressive and manic syndromes.Depression and Mania,Anastasias Georgotas,Robert Cancro (Ed),Elsevier Publishing Co,Newyork,2652,1998 24.Kaplan H,Sadock B:Synopsis of Psychiatry.7.baskı,Williams and Wilkins,Baltimore,s.516555,1995 25.Aydın H,Bozkurt A,Özgen F:Duygudurum bozukluklarının genetik yönü.Depresyon Monografları serisi/3,Hekimler Yayın Birliği,Ankara,s.25,1993 26.Rosen H:Clinician’s Guide to Affective Disorders.Mnenosyne Publishing Co.Florida,s:1216,1981 27.Kaplan H.I and Sadock B.J:Mood disorders,In ‘Synopsis of Psychiatry.8.Edition, ,Williams and Wilkins,Baltimore,Marylands 524-580,1998 28.Öztürk M.O:Duygulanım Bozuklukları,’Ruh Sağlığı ve Bozuklukları’ 5.Baskı, Hekimler Yayın Birliği,Ankara, s:223-260.,1997 29.Wallace E.T:Dinamik Psikiyatri Kuramı ve Uygulaması,Çev.Atalay T,Eylül Yayınları,İstanbul,s.43,1994 30.Köroğlu E:Major depresif Bozukluk ‘’Psikiyatri Temel Kitabı’’ Ed.Güleç C,Köroğlu E,.Hekimler Yayın birliği,Ankara,s:389-421,1997 73 31.Akvardar Y.,Çalak D.,Etaner U.,Hürol C.,Sunat H.,Tükel R.,Üçok A.,Yücel B:Psikanalitik Kurama Giriş,Mepev Yayınları,İstanbul,56-103,1997 32.Güleç C.:Psikoterapiler,Hekimler Yayın Birliği,Ankara,s.17,1993 33. Aşkın R ;Depresyonun genetiği, Depresyon El Kitabı. İkinci Baskı. Konya, s.71. 1999 34.Kendler K.S,Walters E.E,Truett K.R,Health A.C,Neale M.C,Martin N.G,Eaves L.J:Sources of İndividual Differences in Depressive Symptoms:Analysis of Two Samplas of Twins and Their Families,American Journal of Psychiatry;151(11):1605-1622,1994 35.Leonard B.E:Fundamentals of Psychopharmacology.2.Ed.John Wiley And Sons,Chichester,West Sussex,1997. 36.Zill P, Engel R, Baghai TC; Identification of a naturally occuring polymorphism in the promoter region of the norepinefrine transporter and analysis in major depression. Neuropsychopharmacology, 26:489-493. 2002 37. Caspi A, Sugden K, Moffitt TE, Taylor A, Craig IW, Harrington H, McClay J, Mill J, Martin J, Braithwaite A, Poulton R Influence of life stress on depression: moderation by a polymorphism in the 5-HTT gene. Science;301:386-389, 2003 38.Du L, Bakish D, Hrdina PD Tryptophan hydroxilase gene 218A/C polymorphism is a associated with somatic anxiety in major depressive disorder. J Affect Disord, 65:37-44. 2001 39.Manki H, Kanba S, Muramatsu T ve ark. Dopamine D2, D3, and D4 receptor and transporter gene polymorphism and mood disorders. J Affect Disord, 40:7-13. 1996 40.Reus V.I:Mood disorders,İn ‘’Review of General Psychiatry’’ 3.Ed.Goldman H.H, ,Appletion and Lange,Leponan, 226-241,1992 41.American Psychiatric Association Diagnostic and Statistical Manuel of Mental Disorders,4th Edition.Washington,DC,American Psychiatric Association,1994 42.Amerikan Psikiyatri Birliği:Mental Bozuklukların Tanısal Sayımsal El Kitabı,Dördüncü Baskı (DSM-IV),Amerikan Psikiyatri birliği,Washington DC,1994’den çeviren Köroğlu E,Hekimler yayın Birliği,Ankara,1994. 43.Kaplan and Sadock’s,Synopsis of Psychiatry,9.Baskı,Lippincott,Williams and Wilkins,3:128-133,15:536-539,2003 44. Ceylan, Oral: Araştırma ve Klinik Uygulamada Biyolojik Psi-kiyatri, 4. Cilt, Duygudurum Bozuklukları,Hekimler birliği yayınları 1:109-112, 2001 45. Doksat MK, Savrun M: Duygudurum bozukluklarının pato-fizyolojisiyle ilgili son gelişmeler-1. Yeni Symposium 40: 90-99, 2002 46. Suzuki E, Yagi G, Nakaki T, Kanba S, Asai M: Elevated plasma nitrate levels in depressive states.J Affect Disord, 63: 221-224, 2001. 74 47.Krishnan K.R,Hays J.C,Blazer D.G.:MRI-Defined Vascular Depression,American Journal of Psychiatry;154(4):502-509,1997 48.Amsterdam J.D.,Winokur A.,Carooffs:Deksametazon Suppression Test as aprognostic Tool:Two Case reports,Am J Psychiatry;138:7;979-980,1981 49.Nelson JC, Davis JM: DST Studies in Psychotic Depression: a meta-analysis. Am J Psychiatry, 154: 1497-1503, 1997. 50 Eşel E, Sofuoğlu S: Depresyonun Nöroendokrinolojisi, Duygu-durum Bozuklukları, sayı 3: 132-144, 2001. 51. Bilici M, Taneli B: Major depresyonda hipotalamo-pituiter-adrenal ve hipotalamopituiter-tiroid eksen bulguları. Türk Psikiyatri Dergisi, 9: 83-91, 1998. 52. Poltsky PM, Ovens MJ, Nemeroff CB: Psychoneuroendoc-rinology of depression, hypothalamic-pituitary-adrenal axis. Psychiatry Clin North Am 21:293-307,1998. 53. Musselman DL, Nemeroff CB: Depression and Endocrine Disorders: Focus on the thyroid and adrenal system. Br J Psychiatry, 168: 123-128, 1996 54.Maes M,Maes L,Suy E:Symptom profiles of biological markers in depression:a multivariate study.Psychoneuroendocrinology,15:29-37,1990 55.Sofuoğlu S.:Psikiyatrik Bozukluklarda Nöroendokrinolojik Değişiklikler.Türkiye klinikleri.S.27-32,1985 56. Weissman MM, Klerman GL. Sex differences and the epidemiology of depression. Arch Gen Psychiatry;3:98-111. 1977 57. Altman N, Sachar EJ, Gruen PH, et al. Reduced plasma LH concentration in postmenopausal depressed women. Psychosom Med;37:274-76. 1975 58. Danacı AE, Oruç S, Adıgüzel H, Yıldırım Y, Aydemir Ö: Menopoz döneminde cinsel, psikolojik ve hormonal değişkenlerin ilişkisi. Türk Psikiyatri Dergisi;11:293-299,2000 59.Mental Bozuklukların Tanısal ve Sayımsal Elkitabı.Dördüncü Baskı (DSM-IV),Amerikan Psikiyatri Birliği,Washington DC,1994’den çeviren Köroğlu E,Ankara,Hekimler Yayın Birliği,s:139-141,1994 60. Felker BL, Hedrick SC, Chaney FE ark. Identifying depressed patients with a high risk of comorbid anxiety in primary care. Prim Care Companion J Clin Psychiatry, 5:104-110. 2003 61. Prien FP Long term management of affective disorders. Psychopharmacology: Third Generation of Progress. YH Meltzer (Ed), Raven Press Book Ltd, New York, s.1051,1987 62. Kennedy SH, Lam WR, Nutt DJ ve ark. Treating Depression Effectively. Applying Clinical Guidelines. Thomson Publishing, Hampshire, UK.s;157,2004 75 63. S.örsel Depresyonda tedavi:Genel ilkeler ve kullanılan antidepresan ilaçlar.Klinik Psikiyatri 2004;Ek:4:17-24,2004 64. Stahl MS Classical Antidepresants, Serotonin Selective Reuptake Inhibitors, and Noradrenerjic Reuptake Inhibitors. Essential Pyschopharmacology. Neuroscientific Basis and Practical Applications, 2. Baskı, Cambridge University Press, s.199-245 . ,2000 65.Tükel R.Panik bozukluğu;Psikiyatri Dünyası ;1:12-17,1997. 66.Ceylan M E,Yazan B.Araştırma ve klinik uygulamada Biyolojik Psikiyatri,Anksiyete bouklukları,Birinci baskı,3.Cilt,77-112,2000 67.Güleç C,Köroğlu E.Temel Psikiyatri Kitabı,1.Cilt,Ankara ;s:35-36 1997 68.Tükel R.Anksiyete Bozuklukları,Çizgi Tıp Yayınevi,Ankara,s:55-56,2000 69.Tükel R.Panik Bozukluğu,Klinik Psikiyatri Dergisi,Ek:3,5-13,2002 70.Michael H.Ebert,Peter T.Loosen,Barry Nurcombe Ve ark.,Current Psikiyatri Tanı ve Tedavi,Güneş Kitabevi,s:328-340,2003 71.Kocabaşoğlu N.Panik Bozukluğu,Agorafobi ve Diğer Komorbid Durumlar;Yeni Symposium,40(2):68-75,2000 72.Weissman MM,Bland RC,Canino GJ ve Ark..The Cross national epidemiology of panic disorders .Arch gen Psychiatry;54:305,1997 73.Amering M,Katsching H.,Panic attacks and Panic disorder in cross-cultural perspective.Psychiatr Ann.511-516,1990 74.Eaton WW,Dryman A.,Weissman Mm:Panic and Phobia.In Psychiatric Disorders in America :The Epidemiologic Catchment Area Study eds.Robins LN,Reiger DA.pp:155-179. ,1991 75.Turan M.T,Eşel E.Panik Bozukluğun Elektrofizyolojisi,Klinik Psikofarmakoloji Bülteni;12:106-108,2002. 76.Kaplan,H.I.,Sadock,B.J.Klinik Psikiyatri.Çev.Ed.Abay,E.2004.Nobel Tıp Kitabevleri,2004 77.Gorman J.M,Kent J.M,ve ark.Neuroanatomical hypothesis of panic disorder,reviced.Am.J.Psychiatry;Apr;157:493-505.2000 78.Arısoy Ö.Psikiyatrik Genetik,Düşünen Adam:Psikiyatri ve Nörolojik Bilimler Dergisi;17(2):109-125,2004 79.Topcuoğlu V,Karabekiroğlu A,Yazgan Ç.Panik Bozukluğu Provakasyon Çalışmaları ve Provakasyon Ajanlarının Farklılıkları,Anadolu Psikiyatri Dergisi;6;197-205,2005. 80.Graef F.G,Garcia –Leal C,Del-Ben C.M,Guimareas F.S.Does the Panic attackactivate the hypothalamic –pituitary –adrenal axis?,An Acad Bras Cienc .Sep:77(3):477-91,2005 76 81.Perna G,Cacchi S,Bertani A,ArancioC,Bellodi L,%35 CO2 sensitivity in healthy first degree relatives of patients with panic disorders.Am J Psychiatry;152:623-625,1995 82.Russell Noyes jr,Rudolf Hoehn-saric.Anksiyete Bozuklukları.Csa Medikal yayıncılık,s:86,1998 83.Stein M.B,Uhde T.W,Infrequent occurence of EEG abnormalities in Panic disorder,Am J Psychiatry;146:517-520,1989 84.Tweed JL,Schoenbach VJ,George L.K,et al.The effects of childhood parenteral death and divorce on the six-month history of anxiety disorders.Br J Psychiatry.154:823-828,1989 85.Manfro G,Otto Mw,Mc Ardle Et,et al.Relationship of antecedent stressfuk life events to childhood and family history of anxiety and course of panic disorders.J Affect Disord;41:135139,1996 86.Noyes R,Reich J,Christiansen J,et al..Outcome of panic disorder:Relationship to diagnostic subtypes and comorbidity.Arch Gen Psychiatry;47:809-818,1990 87.Simon N.M,Fischmann D.The Implications of Medical and Psychiatric Comorbidity with Panic Disorders in eating disorder inpatients.J Nerv Ment Dis 180,719-722,2005 88.Onur E,Aklın T,Monkul S,Fidaner H.Panik-Agorafobi Spektrumu Kavramı,Türk Psikiyatri Dergisi;15(3).215-223,2004 89.World Health Organisition.The ICD-10.Classifications of Mental and Behavioural Disorders.Diagnostic Criteria for Research ,geneva,s;27,1993 90. R.H. Kretsinger, Why cells must export calcium, in: F. Bronner (Ed.), Intracellular Calcium Regulation, Alan R. Liss, Inc., New York, pp. 439 – 457, 1990 91.M.J. Berridge, P. Lipp, M.D. Bootman, The versatility and universality of calcium signalling, Nat. Rev. Mol. Cell Biol. 1,11– 21,2000 92. B.W. Moore, A soluble protein characteristic of the nervous system, Biochem. Biophys. Res. Commun. 19,739– 744,1965 93. T. Isobe, T. Okuyama, The amino acid sequence of the S100 protein (PAP I-b protein) and its relation to the calcium binding proteins, Eur. J. Biochem. 89,379 – 388,1978 94. T. Isobe, T. Okuyama, The amino acid sequence of the a-subunit in bovine brain S100a protein, Eur. J Biochem. 116 ,79– 86,1981 95. R.H. Kretsinger, D. Tolbert, S. Nakayama, W. Pearson The EF-hand, homologs and analogs, in: C.W. Heiz mann (Ed.), Novel Calcium Binding Proteins. Fundamentals and Clinical Applications, Springer-Verlag, New York, pp. 17 –37, 1991 96. R. Donato, S100 proteins, Cell Calcium. 7 ,123-145. 1986 97. R. Donato, Perspectives in S100 protein biology, Cell Calcium. 12, 713 – 726,1991 77 98. R. Donato, Functional roles of S100 proteins, calcium binding proteins of the EF-hand type, Biochim. Biophys Acta. 1450,191 – 231,1999 99. T. Nishikawa, I.S.M. Lee, N. Shiraishi, T. Ishikawa, Y Ohta, M. Nishikimi, Identification of S100b protein as copper-binding protein and its suppression of copper-in duced cell damage, J. Biol. Chem. 272 ,23 037–23 041,1997 100. B.W. Scha¨fer, J.M. Fritschy, P. Murmann, H. Troxler, I. Durussel, C.W. Heizmann, J.A. Cox, Brain S100A5 is a novel calcium-, zinc-, and copper ion-binding protein of the EF-hand superfamily, J. Biol. Chem. 275 ,30 623 –30 630,2000 101. R. Donato, Functional roles of S100 proteins, calcium binding proteins of the EF-hand type, Biochim. Biophys Acta. 1450 ,191 – 231,1999 102.S.C. Lee, I.G. Kim, L.N. Marekov, E.J. Okeefe, D. Parry, P.M. Steinert, The structure of human trichoy alin. Potential multiple roles as a functional EF-hand like calcium-binding protein, a cornified cell envelope precursor, and an intermediate filament- associated(crosslinking) protein, J. Biol. Chem. 268 ,12 164-12 176,1993 103. R.B. Presland, J.A. Bassuk, J.R. Kimball, B.A. Dale, Characterization of two distinct calcium-binding sites in the amino-terminus of human profilaggrin, J. Invest. Dermatol. 104 218– 222. 1995 104. W.S.T. Griffin, L.C. Stanley, C. Ling, L. White, W McLeod, L.J. Perrot, C.L. White III, C. Araoz, Brain interleukin 1 and S100 immunoreactivity are elevated in Down’s syndrome and Alzheimer disease, Proc. Natl Acad. Sci. USA. 7611– 7615,1989 105. B.C.M. Potts, J. Smith, M. Akke, T.J. Macke, K Okazaki, H. Hidaka, D.A. Case, W.J. Chazin, The structure of calcyclin reveals a novel homodimeric fold for S100 Ca binding proteins, Nature Struct. Biol. 2 binding proteins.790–796 ,1995 106.M.J. Hunter, W.J. Chazin, High level expression and dimer characterization of the S100 EF-hand proteins, migration inhibitory factor-related proteins 8 and 14, J. Biol. Chem. 273 12427–12435,1998 107.H. Matsumura, T. Shiba, T. Inoue, S. Harada, Y. Kai, A novel mode of target recognition suggested by the 2.0 A_ structure of holo S100B from bovine brain, Structure 6 ,233– 241,1998 108.S. Re´ty, D. Osterloh, J.-P. Arie´, S. Tabaries, J. Seeman,F. Russo-Marie, V. Gerke, A. Lewit-Bentley, Structural basis of the Ca2+-dependent association between S100 (S100A11) and its target, the N-terminal part of annexin I, Structure 8 ,175–184,2000 78 109.G. Sorci, R. Bianchi, I. Giambanco, M.G. Rambotti, R.Donato, Replicating myoblasts and fused myotubes Express the calcium-modulated proteins S100A1 and S100B, Cell Calcium 25 ,93–106. 1999 110. V.V. Ivanenkov, G.A. Jamieson Jr., E. Gruenstein, R.V.W. Dimlich, Characterization of S100b binding epitopes: identification of a novel target, the actin capping protein, Cap Z, J. Biol. Chem. 270 ,14651–14658. 1995 111 V.V. Ivanenkov, R.V.W. Dimlich, G.A. Jamieson Jr., Interaction of S100ao protein with the actin capping protein, CapZ: characterization of a putative S100ao binding site in CapZ _subunit, Biochem. Biophys. Res.Commun. 221,45–50,1996 112.P.M. Kilby, L.J. Van Eldik, G.C.K. Roberts, Identification of the binding site on S100B protein for the actin capping protein CapZ, Protein Sci. 6 ,2494–2503,1997 113.R. Bianchi, M. Garbuglia, M. Verzini, I. Giambanco,V.V. Ivanenkov, R.V.W. Dimlich, G.A. Jamieson Jr., R.Donato, S100 (and) binding peptide (TRTK-12) blocks S100/GFAP interaction: identification of a putative S100 target epitope within the head domain of GFAP, Biochim. Biophys. Acta 1313 ,258–267. 1996 114. M. Garbuglia, M. Verzini, R. Donato, Annexin VI binds to S100A1 and S100B and blocks the ability of S100A1 and S100B to inhibit desmin and GFAP assemblies into intermediate filaments, Cell Calcium 24 ,177–191. 1998 115. R.R. Rustandi, D.M. Baldisseri, D.J. Weber, Structure of the negative regulatory domain of p53 bound to S100B, Nat. Struct. Biol. 7,570–57,2000 116.N. Pozdnyakov, A. Margulis, A. Sitaramayya, Identification of effector binding sites of S100: studies with guanylate cyclase and p80, a retinal phosphoprotein, Biochemistry 37 ,10701–10708. 1998 117.P.T. Wilder, R.R. Rustandi, A.C. Drohat, D.J. Weber, S100B inhibits the protein kinase C-dependent phosphorylation of a peptide derived from p53 in a Ca2+-dependent manner, Protein Sci. 7 ,794–798,1998 118.K.A. Albert, W.C.-S. Wu, A.C. Nairn, P. Greengard, Inhibition by calmodulin of calcium/phospholipid-dependent protein phosphorylation, Proc. Natl. Acad. Sci. USA 81 3622–3625,1984 119. M. Kriajevska, S. Tarabykina, I. Bronstein, N. Maitland, M. Lomonosov, K. Hansen, G. Georgiev, E.Lukanadin, Metastasis-associated 1 (S100A4) protein modulates protein kinase C phosphorylation of the heavy chain of nonmuscle myosin, J. Biol. Chem. 273,9852–9856. 1998 79 120. J.N. Tsoporis, A. Marks, H.J. Kahn, J.W. Butany, P.P.Liu, D. O’Hanlon, T.G. Parker, S100 inhibits 1-adrenergic induction of the hypertrophic phenotype in cardiac myocytes, J. Biol. Chem. 272 ,31915–31921. 1997 121. C. Scotto, J.C. Deloulme, D. Rousseau, E. Chambaz, J.Baudier, Calcium and S100B regulation of p53-dependent cell growth arrest and apoptosis, Mol. Cell. Biol. 18,4272– 4281,1998 122. D.B. Zimmer, L.J. Van Eldik, Identification of a molecular target for the calciummodulated protein S100: fructose- 1,6-bisphosphate aldolase, J. Biol. Chem. 261 ,11424– 11428. 1986 123.T.A. Millward, C.W. Heizmann, B.W. Scha¨fer, B.A.Hemmings, Calcium regulation of Ndr protein kinasemediated by S100 calcium-binding proteins, EMBO J. 17 ,5913–5922,1998 124. R. Donato, I. Giambanco, M.C. Aisa, G. Di Geronimo,P. Ceccarelli, M.G. Rambotti, A. Spreca, Cardiac S100aoprotein: purification by a simple procedure and relatedimmunocytochemical and immunochemical studies, CellCalcium 10 ,81–92. 1989 125. C. Arcuri, I. Giambanco, R. Bianchi, R. Donato, Analysis of S100A1, S100B and annexins V and VI in developing and adult avian skeletal muscles. Sixth European Symposium on Calcium Binding Proteins in Normal and Transformed Cells, Paris, France, June 14–17, p.5 , 2000 126.G. Fano` , V. Marsili, P. Angelella, M.C. Aisa, I. Giambanco,R. Donato, S100ao protein stimulates Ca induced Ca2+ release from isolated sarcoplasmic reticulum vesicles, FEBS Lett. 255 ,381–384. 1989 127.V. Marsili, L. Mancinelli, G. Menchetti, S. Fulle, F. Baldoni, G. Fano` , S100ab increases Ca2+ release inpurified sarcoplasmic reticulum vesicles of frog skeletal muscle, J. Muscle Res. Cell Motil. 13 ,511–515. 1992 128.S. Treves, E. Scutari, M. Robert, S. Groh, M. Ottolia,G. Prestipino, M. Ronjat, F. Zorzato, Interaction of S100A1 with the Ca2+ release channel (ryodanine receptor) of skeletal muscle, Biochemistry 36 ,11496–11503. 1997 129.P. Ehlermann, A. Remppis, O. Guddat, J. Weimann,P.A. Schnabel, J. Motsch, C.W. Heizmann, H.A. Katus, Right ventricular upregulation of the Ca2+ binding protein S100A1 in chronic pulmonary hypertension, Biochim. Biophys. Acta 1500,249–255. 2000 130. Z.-G. Xiong, D. O’Hanlon, L.E. Becker, J. Roder, J.F.MacDonald, A. Marks, Enhanced calcium transients in glial cells in neonatal cerebellar cultures derived from S100B null mice, Exp. Cell Res. 257 ,281–289. 2000 80 131.R. Donato, Calcium-sensitivity of brain microtubule proteins in the presence of S100 proteins, Cell Calcium 6 ,343–361,1985 132.G. Sorci, A.L. Agneletti, R. Donato, Effects of S100A1and S100B on microtubule stability. An in vitro study using triton-cytoskeletons from astrocyte and myoblast cell lines, Neuroscience 99 ,773–783,2000 133.D.B. Zimmer, E.H. Cornwall, P.D. Reynolds, C.M.Donald, S100A1 regulates neurite organization, tubulin levels, and proliferation in PC12 cells, J. Biol. Chem. 273 ,4705– 4711,1998 134.J. Heierhorst, K.I. Mitchelhill, R.J. Mann, T. Tiganis,A.J. Czernik, P. Greengard, B.E. Kemp, Synapsins as major neuronal Ca2+/S100A1-interacting proteins,Biochem. J. 344 577– 583. 1999 135. B. Ceccaldi, F. Grohovaz, F. Benfenati, E. Chieregatti, P. Greengard, F. Valtorta, Dephosphorylated synapsin I anchors synaptic vesicles to actin cytoskeleton: an analysis by video microscopy, J. Cell Biol. 128 ,905–912. 1995 136.D.J. Weber, R.R. Rustandi, F. Carrier, D.B. Zimmer,Interaction of dimeric S100B with the tumor suppressor protein p53: a model for Ca2+-dependent S100 target protein interactions, in: R. Pochet, R. Donato, J.Haiech, C.W. Heizmann, V. Gerke (Eds.), Calcium: the Molecular Basis of Calcium Action in Biology and Medicine, Kluwer, Dordrecht, The Netherlands,pp. 521–539. , 2000 137. V.E. Shashoua, G.W. Hesse, B.W. Moore, Proteins of the brain extracellular fluid: evidence for release of S100 protein, J. Neurochem. 42 ,1536–1541. 1984 138. H. Ishikawa, H. Nogami, N. Shirasawa, Novel clonal strains from adult rat anterior pituitary producing S100 protein, Nature 303 ,711–713. 1984 139 F. Suzuki, K. Kato, T. Nakajima, Regulation of nervous system specific S100 protein and enolase levels in adipose tissue by catecholamines, J. Neurochem. 42 ,130–134. 1984 140.D. Kligman, D.R. Marshak, Purification and characterization of a neurite extension factor from bovine brain,Proc. Natl. Scad. Sci. USA ,7136–7139. 1985 141 F. Winningham-Major, J.L. Staecker, S.W. Barger, S.Coats, L.J. Van Eldik, Neurite extension and neuronal survival activities of recombinant S100_ proteins that differ in the content and position of cysteine residues, J. Cell Biol. 109 ,3036–3071. 1989 142 L.J. Van Eldik, B. Christie-Pope, L.M. Bolin, E.M. Shooter, W.O. Whetsell Jr., Neurotrophic activity of S100_ in cultured dorsal root ganglia from embryonic chick and fetal rat, Brain Res. 542 ,280–285. 1991 81 143. S. Ueda, E.T.K. Leonardi, J. Bell, E.C. Azmitia, Serotoninergic sprouting into transplanted C-6 gliomas is blocked by S100 antisense gene, Mol. Brain Res. 29 ,365–368. 1995 144. S.W. Barger, L.J. Van Eldik, M.P. Mattson, S100 protects hippocampal neurons from damage induced by glucose deprivation, Brain Res. 677 ,167–170. 1995 145 Y. Iwasaki, T. Shiojima, M. Kinoshita, S100 prevents the death of motor neurons in newborn rats after sciatic nerve section, J. Neurol. Sci. 151 ,7–12. 1997 146 K.G. Haglid, Q. Yang, A. Hamberger, S. Bergman, A.Widerberg, N. Danielsen, S100B stimulates neurite outgrowth in the rat sciatic nerve grafted with acellular muscle transplants, Brain Res. 753 ,196–201. 1997 147 R. Ciccarelli, P. Di Iorio, V. Bruno, G. Battaglia, I.D’Alimonte, M. D’Onofrio, F. Nicoletti, F. Caciagli,Activation of A1 adenosine or mGlu3 metabotropicglutamate receptors enhances the release of Nevre Growth Factor and S100B protein from cultured astrocytes,Glia 27 ,275–281. 1999 148. A.R. Alexanian, J.R. Bamburg, Neuronal survival activity of S100B is enhanced by calcineurin inhibitors and requires activation of NF-_B, FASEB J. 13 ,1611–1620,1999 149. H.J. Huttunen, J. Kuja-Panula, G. Sorci, A.L. Agneletti,R. Donato, H. Rauvala, Coregulation of neurite outgrowth and cell survival by amphoterin and S100 proteins through RAGE activation, J. Biol. Chem. 275 ,40096–40105. 2000 150. M. Neeper, A.M. Schmidt, J. Brett, S.D. Yan, F. Wang,Y.C. Pan, K. Elliston, D. Stern, A. Shaw, Cloning and expression of a cell surface receptor for advanced glycosylation end products of proteins, J. Biol. Chem. 267 ,14998–15004. 1992 151. M.A. Hofmann, S. Drury, C. Fu, W. Qu, A. Taguchi, Y.Lu, C. Avila, N. Kambham, A. Bierhaus, P. Nawroth, M.F. Neurath, T. Slattery, D. Beach, J. McClary, M. Nagashima, J. Morser, D. Stern, A.M. Schmidt, RAGE mediates a novel proinflammatory axis: a central cell surface receptor for S100/calgranulin polipeptides, Cell 97 ,889–901,1999 152.V. Novitskaya, M. Grigorian, M. Kriajevska, S.Tarabykina, I. Bronstein, V. Berezin, E. Bock, E.Lukanidin, Oligomeric forms of the metastasis related Mts1 (S100A4) protein, stimulate neuronal differentiation in cultures of rat hippocampal neurons, J. Biol. Chem. 275 ,41278–41286. 2000 153.R.H. Selinfreund, S.W. Barger, W.J. Pledger, L.J. Van Eldik, Neurotrophic protein S100 stimulates glial cell proliferation, Proc. Natl. Acad. Sci. USA ,3554–3558,1991 82 154.W.S.T. Griffin, L.C. Stanley, C. Ling, L. White, W.McLeod, L.J. Perrot, C.L. White III, C. Araoz, Braininterleukin 1 and S100 immunoreactivity are elevated in Down’s syndrome and Alzheimer disease, Proc. Natl. Acad. Sci. USA ,7611–7615. 1989 155.S.W.T. Griffin, O. Yeralan, J.G. Sheng, F.A. Boop, R.E.Mrak, C.R. Rovnaghi, B.A. Burnett, A. Feokistova, L.J. Van Eldik, Overexpression of the neurotrophic cytokine S100B in human temporal lobe epilepsy, J. Neurochem. 65 ,228–233. 1995 156.J.G. Sheng, R.E. Mrak, S.W.T. Griffin, Glial-neuronal interactions in Alzheimer disease: progressive association of IL-1 microglia and S100 astrocytes with neurofibrillary tangle stage, J. Neuropathol. Exp. Neurol. 56 ,285–290,1997 157. L.A. Pen, C.W. Brecher, D.R. Marshak, Amyloid regulates gene expression of glial trophic substance S100 in C6 glioma and primary astrocyte cultures, Mol. Brain Res. 34 ,118– 126,1995 158.Y. Li, S.W. Barger, L. Liu, R.E. Mrak, W.S.T. Griffin, S100b induction of the proinflammatory cytokine interleukin-6 in neurons, J. Neurochem. 74,143–150. 2000 159. M.A. Mariggio , S. Fulle, P. Calissano, I. Nicoletti, G.Fano , The brain protein S100ab induces apoptosis in PC12 cells, Neuroscience 60 ,29–35. 1994 160.S. Fulle, T. Pietrangelo, M.A. Mariggio , P. Lorenzon, L.Racanicchi, J. Mozrzymas, S. Guarnieri, G. Zucconi-Grassi, G. Fano, Calcium and fos involvement in brainderived Ca2+binding protein (S100)-dependent apoptosis in rat phaeochromocytoma cells, Exp. Physiol. 85 243–253. 2000 161.C. Adami, G. Sorci, E. Blasi, A.L. Agneletti, F. Bistoni,R. Donato, S100B expression in and effects on microglia.Glia 33 ,131–142,2001 162.R.Donato.S100:a multigenic family of calcium-modulated proteins of the EF-hand type with intracellular and extracellular functional roles.The International Jou of BioChemistry and Cell Biology 33 ,637-668,2001 163.L.A. Gromov, L.P. Syrovatskaya, G.V. Ovinova, Functional role of the neurospecific S100 protein in the processes of memory, Neurosci. Behav. Physiol. 22 ,25–29.1992 164.B.S. O’Dowd, W.Q. Zhao, K.T. Ng, S.R. Ribinson, Chicks injected with antisera to either S100a or S100b protein develop amnesia for a passive avoidance task, Neurobiol. Learning Memory 67, 197–206,1997 165. P.M. Whitaker-Azmitia, M. Wingate, A. Borella, R.Gerlai, J. Roder, E.C. Azmitia, Transgenic mice overexpressing the neurotrophic factor S100_ show neuronal cytoskeletal and behavioral signs of altered aging processes:implications for Alzheimer’s disease and Down’s syndrome, Brain Res. 776 ,51–60,1997 83 166. L.I. Benowitz, A. Routtenberg, GAP-43: an intrinsic determinant of neuronal development and plasticity, Trends Neurosci. 20 ,84–91. 1997 167. Kulak W, Sobaniec W. Molecular mechanisms of brain plasticity: neurophysiologic and neuroimaging studies in the developing patients. Rocz Akad Med Bialymst;49:227-236,2004 168. Stahl SM. Temel Psikofarmakoloji 2. Baskı. FSH Matbaacılık;24-29, 2003 169. Taupin P, Gage Fh. Adult neurogenesis and neural stem cells of the central nervous system in mammals. Journal of Neuroscience Research; 69: 745-749,2002 170. Sala M, Perez J , Soloff P. Stress and hippocampus abnormalities in psychiatric disorders. Eur Neuropsychopharmacol; 14:393-405,2004 171. Fuchs E, Czeh B, Flugge G. Examining novel concepts of the pathophysiology of depression in the chronic psychosocial stres paradigm in tree shrews. Behav Pharmacol;15:315-325,2004 172. Duman RS, Malberg J. Neural plasticity to stres and antidepressant treatment. Biol Psychiatry; 46: 1181-1191,1999 173. Kole MH, Czeh B, Fuchs E. Homeostatic maintenance in excitability of tree shrew hippocampal CA3 pyramidal neurons after chronic stress. Hippocampus;14:742-751, 2004 174.Charney DS Substance P antagonist: mechanism of action and clinical implications. Program and abstracts of the 153rd annual meeting of the American Psychiatric Association; May 13-18, Chicago, American Psychiatric Press,:132-145,2000 175. Nemeroff CB The preeminent role of early untoward experienceon vulnerability to major psychiatric disorders: the naturenurture controversy revisited and soon to be resolved. Mol Psychiatry; 4:106-108, 1999 176. Duman RS, Malberg J. Neural plasticity to stres and antidepressant treatment. Biol Psychiatry; 46: 1181-1191, 1999 177.yasui T,fusijawa S,ısukamoto M,matsuki N,ıkegava Y,dynamic synapses as archives of synaptic history:state-dependent redistribution of synaptic efficacy in the rat hippocampal CA1.J Physiol;566:143-160, 2005 178.Stahl SM Essential Psychopharmacology.Neuroscientific basis and Practical Aplications,2.Baskı,Cambridge,University Press,Cambridge:135,2000 179.Heizmann W.C,Fritz G.,Schafer W.B S100 proteins:Structure,Functions and pathology.Frantiers in Bioscience Zürich;7:1356-1368, 2002 180.Whitaker-Azmitia PM,Murpy R,Azmitia EC:Stimulation of astroglial 5-HT1A receptors releases the serotonergic growth factor,protein S-100,and alters astroglial morphology.Brain Res;528:155-158, 1990 84 181.Whitaker-Azmitia PM,Azmitia EC:Astroglial 5-HT1A receptors and S100beta in development and plasticity.Perspect Dev Neurobiol;2:233-238, 1994 182.Whitaker-Azmitia PM,Clarke C,Azmitia EC:Localization of 5-HT1a receptors to astroglial cells in adult rats:İmplications for neuroglial interactions and psyhoactive drug mechanism of action.Synapse;14;201-205, 1993 183.Işık E.Depresyon ve Bipolar bozukluklar.1.Baskı,Görsel sanatlar Matbaacılık:123-124, ,2003 184.Kuipers SD,Trentani A. Molecular correlates of impaired prefrontal plasticity in response to chronic stres.J Neurochem;85:1312-1323, 2003 185. Işık E. Depresyon ve Bipolar Bozukluklar. 1. Baskı, Görsel Sanatlar Matbaacılık: 150153, 2003 186.J. Steiner, H.G. Bernstein, H. Bielau, A. Berndt, R. Brisch, C. Mawrin, G. Keilhoff and B. Bogerts, Evidence for a wide extra-astrocytic distribution of S100B in human brain, BMC Neurosci. 8: p. 2, 2007 187.X. Si, J.J. Miguel-Hidalgo, G. O'Dwyer, C.A. Stockmeier and G. Rajkowska, Agedependent reductions in the level of glial fibrillary acidic protein in the prefrontal cortex in major depression, Neuropsychopharmacology 29, pp. 2088–2096, 2004 188. Suzuki E, Yagi G, Nakaki T, Kanba S, Asai M: Elevated plasma nitrate levels in depressive states.J Affect Disord, 63: 221-224, 2001 189.Shelince YI,Wang PW,Gado MH,Hippocampal atrophy in recurrent major depression.Proc Natl Acad Sci,USA:3908-3913,1996 190.Vyas A,Mitra R,Shankaranarayana BS,Chronic Stres induces contrasting patterns of dentritic remodeling in hipocampal and amygdaloid neurons.J Neurosci,22:6810-6818,2002 191. Whitaker-Azmitia PM, Murphy R, Azmitia EC. Stimulation of astroglial 5-HT1A receptors releases the seretonergic growth factor, protein S100, and alters astroglial morphology. Brain Res; 528: 155-159, 1990 192.Karpiak SE, Serokosz M, Rapport MM. Effects of antisera to S100 protein and to synaptic membrane fraction on maze performance and EEG. Brain Res; 102:313-321. 1976 193.Mello e Souza T, Rohden A, Meinhardt M, Goncalves CA, Quilfeldt JA. S100B infusion into the rat hippocampus facilitates memory for the inhibitory avoidance task but not for the open-field habituation. Physiol Behav.;71:s: 29-33. 2000 194.Volker Arolta , Marion Petersa, Andreas Erfurtha, Martin Wiesmannb, Ulrich Missler Sebastian Rudolf Holger Kirchner , Matthias Rothermundt, . S 100B and response to 85 treatment in major depression: a pilot study European Neuropsychopharmacology 13 ,235– 239,2003 195.Manev, Tolga Uz, Hari Manev,Fluoxetine increases the content of neurotrophic protein S100b in the rat hippocampus European Journal of Pharmacology: 420,11–12,2001 196.Detlef E. Dietricha, Ute Hausera, Marion Petersb, Yuanyuan Zhanga, Martin Wiesmannc, Mark Hasselmanna, Sebastian Rudolfd, Oliver Junglinga, Holger Kirchnerd, Target evaluation processing and serum levels of nerve tissue protein S100B in patients with remitted major depression Neuroscience Letters 354 ,69–73,2004 197.R. Machado-Vieira , D.R. Lara , L.V.C. Portela , C.A. Gonc¸alves , J.C. Soares ,F. Kapczinski, D.O. Souza Elevated serum S100B protein in drug-free bipolar patients during first manic episode: a pilot study European Neuropsychopharmacology 12 ,269–272,2002 198. Rothermunt M, Missler U, Arolt V, Peters M, Leadbeater J, et al. Increased S100B blood levels in unmedicated and treated schizophrenic patients are correlated with negative symptomatology. Mol Psychiatry; 6: 445-449,2001 199. Matthias Rothermundt, Volker Arolt, Martin Wiesmann, Ulrich Missler, Marion Peters , Sebastian Rudolf , Holger KirchnerS-100B is increased in melancholic but not in nonmelancholic major depression Journal of Affective Disorders 66 ,89–93,2001 200. Matthias L. Schroeter,Hashim Abdul-Khaliq,Albert Diefenbacher,Ingolf E. Blasig S100B is increased in mood disorders and may be reduced by antidepressive treatment Glial cells Vol 13 No 13:1675-1678,2002 201. Mattie Tops, Harriette Riese, Albertine J. Oldehinkel,Fruhling V. Rijsdijk, Johan Ormel Rejection sensitivity relates to hypocortisolism and depressed mood state in young women Psychoneuroendocrinology 33, 551–559, 2008 202.Grabbe H, Ahrens N,Rose H,Kessler C,Neurotrophic Factor S100B in Major Depression Neuropsychobiology;44:88-90,2001 203. Popoli M, Brunello N, Perez J, Racagni G.Second messenger-regulated protein kinases in the brain: their functional role and the action ofantidepressant drugs. J Neurochem;74:2133. 2000 204. Jimerson DC, Post RM, Carman JS, van Kammen DP, Wood JH, Goodwin FK, et al. CSF calcium: clinical correlates in affective illness and schizophrenia. Biol Psychiat; 14:3751. 1979 205. Wu F, Zhang M, Gong W Crystallization preliminaryncrystallographic studies apoptosislinked CaBP ALG-2. Acta Crystallogr D Biol Crystallogr. 57, 1162–1163. 2001 86 206.MacLennan DH Ca2+ signalling muscle disease. Eur J Biochem. 267 (17), 5291–5297. 2000 207.Petersen PJ. Psychiatric disorders in primary hyperparathyroidism. Clin Endocrinol (Oxford); 28:1491-1495. 1968 208. Martha E Payne, John J.B. Anderson and David C. Steffens,Calcium and vitamin D intakes may be positively associated with brain lesions in depressed and nondepressed elders. Nutrition Research Volume 28 Issue 5,, Pages 285-292 ,May 2008 87 . 88 89