İktİsadİ ve İdarİ Bİlİmler Fakültesİ DERGİSİ

advertisement
ISSN : 1302 - 504X
E-ISSN : 2147-7973
DOKUZ EYLÜL ÜNİVERSİTESİ
İktİsadİ ve İdarİ Bİlİmler Fakültesİ
DERGİSİ
DOKUZ EYLUL UNIVERSITY
FACULTY of ECONOMICS
and ADMINISTRATIVE SCIENCES JOURNAL
Cilt / Volume : 31
Sayı / Number : 2
Yıl / Year : 2016
DOKUZ EYLÜL ÜNİVERSİTESİ YAYINLARI
İKTİSADİ VE İDARİ BİLİMLER FAKÜLTESİ DERGİSİ
Cilt: 31 Sayı: 2 Yıl: 2016
Yayın No: 09.1600.0000.000/BY.016.100.862
ISSN: 1302-504X
E-ISSN : 2147-7973 1. Baskı
Derginin Sahibi
Sorumlu Müdür
Yönetim Yeri
Yayının Türü
: Dokuz Eylül Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi adına Prof. Dr. Pınar SÜRAL ÖZER
: Prof. Dr. Ali ÖZDEMİR
: T.C. Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Buca 35160 İZMİR
: Süreli - 6 ayda bir yayınlanır.
Hakemli bir dergidir.
Editör
Alan Editörleri
: Prof. Dr. Ali ÖZDEMİR
: Doç. Dr. Kadir ERTAŞ, Doç. Dr. Dilek DİLEYİCİ BAŞARAN, Yrd. Doç. Dr. Gülçin GÜREŞÇİ PEHLİVAN,
Yrd. Doç. Dr. Levent YILMAZ
Yayın Kurulu
: Prof. Dr. Ali ÖZDEMİR, Doç. Dr. Kadir ERTAŞ, Doç. Dr. Dilek DİLEYİCİ BAŞARAN,
Yrd. Doç. Dr. Gülçin GÜREŞÇİ PEHLİVAN, Yrd. Doç. Dr. Levent YILMAZ, Dr. Aslı ÖNAY AKÇAY,
Araş. Gör. Efe SARIBAY, Araş. Gör. Sedef Gülsüm AKSU, Araş. Gör. Muhammed KABAK.
Dergi Sekreteryası : Ali Ozan ÜNLÜ, Bilg. Müh. Uzm. Ömer AYDIN
Yazışma Adresi
Dizgi
: Dokuz Eylül Üniversitesi
İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, Dokuzçeşmeler Yerleşkesi, Buca 35160 İZMİR
Tel: 0 (232) 420 41 80 / 206 73 Fax: 0 (232) 420 17 89
dergi.iibf.deu.edu.tr - e-posta: iibfdergi@deu.edu.tr
: Araş. Gör. Sedef Gülsüm AKSU, Araş. Gör. Efe SARIBAY, Dr. Aslı ÖNAY AKÇAY,
Bilg. Müh. Uzm. Ömer AYDIN
Basım Tarihi
: 13.01. 2017
Baskı Adedi
: 300 adet
Basım Yeri ve Adresi : Dokuz Eylül Üniversitesi Matbaası
DEÜ Tınaztepe Kampüsü 35390 Buca - İzmir
Tel : 0(232) 301 93 00 - Fax : 0(232) 301 93 13
Danışma Kurulu
Prof. Dr. A. Alpay Dikmen
Prof. Dr. Alaeddin Tileylioğlu
Prof. Dr. Ali Nazım Sözer
Prof. Dr. Anja Luthy
Prof. Dr. Atilla Yaprak
Prof. Dr. Azmi Yalçın
Prof. Dr. Banu Durukan Salı
Prof. Dr. Bedriye Saraçoğlu
Prof. Dr. C Berna Kocaman
Prof. Dr. Cengiz Yılmaz
Prof. Dr. Claude Albagli
Prof. Dr. Dan Top
Prof. Dr. Danıel Labaronne
Prof. Dr. Erinç Yeldan
Prof. Dr. Erkan Işığıçok
Prof. Dr. Fatih Saygılı
Prof. Dr. Filiz Giray
Prof. Dr. G. Cenk Akkaya
Prof. Dr. Gönül Budak
Prof. Dr. H. Altan Çabuk
Prof. Dr. Hakan Yetkiner
Prof. Dr. Harun Arıkan
Prof. Dr. Hasan Durucasu
Prof. Dr. Hilmi Yüksel
Prof. Dr. İpek Deveci
Prof. Dr. İsmail Mazgit
Prof. Dr. Jülide Kesken
Prof. Dr. Kaan Yaralıoğlu
Prof. Dr. Kamil Tüğen
Prof. Dr. Leon Olszewski
Prof. Dr. M. Kemal Oktem
Prof. Dr. Michel Offerle
Ankara Üniversitesi
Çankaya Üniversitesi
Yaşar Üniversitesi
Salzburg Üniversitesi
Wayne State Üniversitesi
Çukurova Üniversitesi
Dokuz Eylül Üniversitesi
Gazi Üniversitesi
Ankara Üniversitesi
Orta Doğu Teknik Üniversitesi
Panthéon-Assas (Paris-II) Uni.
Valahıa Targovıste Uni.
Bordeaux IV Üniversitesi
Bilkent Üniversitesi
Uludağ Üniversitesi
Ege Üniversitesi
Uludağ Üniversitesi
Dokuz Eylül Üniversitesi
Dokuz Eylül Üniversitesi
Çukurova Üniversitesi
İzmir Ekonomi Üniversitesi
Çukurova Üniversitesi
Anadolu Üniversitesi
Dokuz Eylül Üniversitesi
Dokuz Eylül Üniversitesi
Dokuz Eylül Üniversitesi
Ege Üniversitesi
Dokuz Eylül Üniversitesi
Dokuz Eylül Üniversitesi
Wroclaw Üniversitesi
Hacettepe Üniversitesi
École Normale Supérieure
Prof. Dr. Murat Demircioğlu
Prof. Dr. Münevver Turanlı
Prof. Dr. N. Oğuzhan Altay
Prof. Dr. Neşe Songür
Prof. Dr. Onur Ender Aslan
Prof. Dr. Özlem Önder
Prof. Dr. Paul Barrett
Prof. Dr. Sabri Erdem
Prof. Dr. Sebahat Kök
Prof. Dr. Selahattin Güriş
Prof. Dr. Semra Öncü
Prof. Dr. Sumru Altuğ
Prof. Dr. Şenay Üçdoğruk
Prof. Dr. Şevkinaz Gümüşoğlu
Prof. Dr. Tunç Demirbilek
Prof. Dr. Utku Utkulu
Prof. Dr. Vahap Tecim
Prof. Dr. Vassilios Kondylıs
Prof. Dr. Vinko Kandzıja
Prof. Dr. Yaşar Özcan
Prof. Dr. Yaşar Uysal
Prof. Dr. Yılmaz Esmer
Prof. Dr. Yusuf Kıldiş
Prof. Dr. Yvon Gasse
Prof. Dr. Zeki Erdut
Prof. Dr. Zerrin T. Karaman
Doç. Dr. Burak Ekşioğlu
Doç. Dr. H. Seçil Fettahlıoğlu
Doç. Dr. Engin Özgül
Doç. Dr. Mine Tükenmez
Doç. Dr. Nilgün Kutay
Doç. Dr.Yunus Emre Özer
Yıldız Teknik Üniversitesi
İstanbul Ticaret Üniversitesi
Ege Üniversitesi
TODAİE
TODAİE
Ege Üniversitesi
Longwood Üniversitesi
Dokuz Eylül Üniversitesi
Pamukkale Üniversitesi
Marmara Üniversitesi
Celal Bayar Üniversitesi
Koç Üniversitesi
Dokuz Eylül Üniversitesi
Yaşar Üniversitesi
Dokuz Eylül Üniversitesi
Dokuz Eylül Üniversitesi
Dokuz Eylül Üniversitesi
Athens Üniversitesi
Rijeka Üniversitesi
Virginia Commonwealth U.
Dokuz Eylül Üniversitesi
Bahçeşehir Üniversitesi
Dokuz Eylül Üniversitesi
Laval Üniversitesi
Dokuz Eylül Üniversitesi
Dokuz Eylül Üniversitesi
Clemson Üniversitesi
K.Sütçü İmam Üniversitesi
Dokuz Eylül Üniversitesi
Dokuz Eylül Üniversitesi
Dokuz Eylül Üniversitesi
Dokuz Eylül Üniversitesi
Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi bilimsel/özgün araştırma makaleleri yayınlayan ve yılda
iki kez yayınlanan hakemli bir dergidir. Bu dergide yayınlanan makalelerin bilim ve dil bakımından sorumluluğu yazarlarına
aittir. Dergide yayınlanan makaleler kaynak gösterilmeden kullanılamaz.
Dergimiz aşağıdaki dizinlerde taranmaktadır :
ULAKBİM Sosyal Bilimler Veri Tabanı - DOAJ (Directory of Open Access Journals) - Index Copernicus International - JournalTOCs
ULRICHSWEB - EconLit - CiteFactor - EconBib - DRJI ( Directory of Research Journals Indexing )
Arastirmax (Sosyal Bilimler İndeksi) - ASOS (Sosyal Bilimler indeksi) - Akademik Dizin
© Tüm Hakları Saklıdır.
Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi
Dokuz Eylul University Faculty of Economics and Administrative Sciences Journal
Cilt:31 Sayı:2 Yıl:2016
Volume:31 Number:2 Year:2016
Makaleler / Articles
Türkiye Ekonomisinde Sektörel Enerji Tüketiminin Ayrıştırma Yöntemiyle Analizi
The Decomposition Method of Energy Sector Analysis in the Turkish Economy
Alper YILMAZ, Serap ÜRÜT KELLECİ, Aziz BOSTAN
1
Kredi Kanalı İle Aktarım: Bireysel Krediler Üzerine Bir Uygulama
Transmission Via The Credit Channel : An Application on Individual Credits
Oğuz KARA, Neslihan AKIN ÖZDEMİR
29
Kamu Yatırımlarının Özel Sektör Yatırımlarını Dışlama Etkisi: Türkiye Örneği
Crowding Out Effect of Public Investments on Private Sector Investments: The Turkey Example
C. Yenal KESBİÇ, Özlem DÜNDAR, Ata DEVRİM
59
Dış Ticaret Haddi’nin Dış Ticaret Dengesine Etkisi: Türkiye’deki Endüstriler İçin “S Eğrisi
Yaklaşımı”nın Geçerliliği
The Effect of Terms of Foreign Trade on The Balance of Foreign Trade: The Validity of “S-Curve Approach” for
The Industries in Turkey
Seval AKBULUT BEKAR, Harun TERZİ
95
Temettü Ödemelerinin Belirleyicileri ve Firma Değeri: Kavramsal Bir Model ve Tahminlemesi
Determinants of Dividend Payments and Firm Value: A Conceptual Model and Its Estimation
Şaban ÇELİK, Sedat YENİCE, Osman Kürşat ONAT
115
Devletlerin Terörizmin Finansmanının Önlenmesi Politikalarının Oluşumu: Küresel Yönetişim
ve Mali Eylem Görev Gücü Etkisi
The Formation of States’ Policies of Prevention of Terrorism Financing: Global Governance and The Influence of
Financial Action Task Forc
Ahmet BARBAK
147
Türkiye Bisküvi, Çikolatalı ve Şekerli Mamuller Sektörü: Firma Yoğunlaşma Analizi
Turkish Biscuits, Chocolate and Sugar Products Sector: Firm Concentration Analysis
Kübra ÖNDER
179
Yapay Sinir Ağları ile Çok Aşamalı Fiyat Tahmini: BIST30 Senetleri Üzerine Bir Araştırma
Multi-Step-Ahead Stock Price Forecasting with Artificial Neural Networks: A Research on BIST30 Stocks
Mehmet ÖZÇALICI
209
Etik Liderliğin Sosyal Sermaye Üzerindeki Etkisi Üzerine Bir Araştırma
A Study on the Impact of Ethical Leadership on Social Capital
Tayfun YILDIZ, Zafer AYKANAT, Samet TÜZEMEN
229
Endüstriyel İşletmelerde Franchising Model Önerisi: Hazır Beton Sektöründe Bir Uygulama
A Franchising Model Proposal In Industrial Business : An Application In Ready Mixed Concrete Industry
İpek KAZANÇOĞLU, Özden ÖKTEM
251
Sağlık ile Kalkınma Arasındaki İlişkinin Asimetrik Nedensellik Analizi
Asymmetric Causality Analysis of Relationship between Health and Development
İbrahim ARSLAN, Mehmet Vahit EREN, Selahattin KAYNAK
287
Yayın Geliş Tarihi: 14.10.2015
Yayın Kabul Tarihi: 18.03.2016
Online Yayın Tarihi: 22.12.2016
Dokuz Eylül Üniversitesi
İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi
Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 1-27
Türkiye Ekonomisinde Sektörel Enerji Tüketiminin
Ayrıştırma Yöntemiyle Analizi
Alper YILMAZ1
Serap ÜRÜT KELLECİ2
Aziz BOSTAN3
Öz
Çalışmada, 1970-2013 dönemi için Türkiye ekonomisinde sektörel enerji tüketimi
toplamsal tipte ayrıştırma analizi yöntemiyle analiz edilmiştir. Analiz sonuçları, sektörel
enerji tüketiminin çıktı ve yapısal etki nedeniyle arttığnıı, yoğunluk etkisi nedeniyle ise
düştüğünü göstermektedir. Çıktı etkisinin sektörel enerji tüketimi üzerinde daha fazla etkili
olduğu ve sektörel enerji tüketiminin üretim artışı ile oldukça yakın ilişkili olduğu
sonucuna ulaşılmıştır. Benzer şekilde yapısal etkinin, Türkiye ekonomisindeki enerji yoğun
sektörlerinin ağırlığının artmasına bağlı olarak sektörel enerji tüketimini arttırıcı yönde
etki yaptığı görülmüştür. Ancak yoğunluk etkisine bakıldığında, 1980 sonrasında Türkiye
ekonomisinde enerji yoğunluğunun yavaş bir düşme eğilimi içinde olduğu ve enerji
tüketimini düşürücü etki yaptığı söylenebilir.
Anahtar Kelimeler: Sektörel enerji tüketimi, Ayrıştırma Analizi, Türkiye Ekonomisi
JEL Sınıflandırma Kodları: C25, Q20, L60
The Decomposition Method of Energy Sector Analysis in the
Turkish Economy
Abstract
This paper aims to investigate the sectoral energy use in Turkish economy for the 1970
to 2013 periods. For this purpose we employ Logarithmic Mean Divisia Index method. The
results indicate that, the primary energy consumption has been increased as a result of
production and structural effect but decreased as for intensity effect. Also production effect
has the strongest influence on primary energy consumption in accordance with other two
effects. Structure effect has been come to conclusion as positive correlation with energy
consumption because of increase in relative share of energy intensive sectors in GDP.
However results for intensity effect shows that after 1980 period, there has been moderate
decrease in energy intensity in Turkish economy and so have negative effect on sektorial
energy consumption.
Keywords: Sectoral Energy Consumption, Decomposition Method, Turkish Economy
JEL Classification Codes: C25, Q20, L60
1
Yrd. Doç. Dr., Adnan Menderes Üniversitesi, Söke İşletme Fakültesi, Uluslararası
Ticaret ve İşletmecilik Bölümü, alper.yilmaz@adu.edu.tr
2
Yrd. Doç. Dr., Aksaray Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, Maliye
Bölümü, serapkelleci@aksaray.edu.tr
3
Yrd. Doç. Dr., Adnan Menderes Üniversitesi, Söke İşletme Fakültesi, İktisat Bölümü,
azbostan@hotmail.com
A.YILMAZ – S. Ü. KELLECİ – A. BOSTAN
1. GİRİŞ
Türkiye ekonomisi, 76 milyonluk genç ve büyüyen nüfusuyla yeni
endüstrileşmiş yükselen piyasa ekonomileri içinde yer almaktadır. 2014 yıl sonu
itibariyle milli geliri 832 milyar $’a kişi başı geliri 10.079 $’a çıkmıştır. Ancak
2009 yılında yaşanan küresel finansal kriz Türkiye ekonomisini de olumsuz
etkilemiş ve ekonomi %4,7 küçülmüştür. IMF’nin Dünya Ekonomik Görünüm
(WEO) 2010 raporuna göre, krizin ilk şok dalgasının atlatılmasıyla Türkiye
ekonomisi kademeli olarak iyileşmeye başlamış ve 2011 itibariyle ekonomik
büyüme %8,9 olarak gerçekleşmiştir. Şu anda AB’ye göre Türkiye, önümüzdeki
yıllarda iyi bir büyüme trendi yakalayacak ülkeler arasında sayılmaktadır. Yine
OECD’ye göre 2011-2017 yılları arasında yıllık ortalama %6,8 büyüme oranıyla
OECD ülkeleri içindeTürkiye’ninen hızlı büyüyen ülkelerden biri olması
beklenmektedir (RME-Turkey Economic Outlook, 26-27). Bu bağlamda dinamik
ekonomisiyle Türkiye,dünyada enerji tüketimi en hızlı artan ülkelerden biridir ve
enerji sektörü önemli bir gelişme potansiyeli barındırmaktadır.
Şekil 1. TürkiyeEkonomisinde Kaynaklara Göre Enerji Tüketimi (Mtep) (ETKB, Enerji
Dengesi Tabloları, 1970-2013)
Şekil 1’de Türkiye’nin birincil enerji tüketimi gösterilmiştir. Enerji ve Tabii
Kaynaklar Bakanlığı’nın verilerine göre, 1970 yılında 18.872 Btep olan tüketim
2013 yılında 120.291 Btep’ye, kişi başı tüketim ise 534 kep’den 1.603 kep’ye
2
Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi
Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 1-27
çıkmıştır. Fakat bu seviye hala gelişmiş ülkelerin gerisindedir. Kriz yılları hariç
(1994, 2001 ve 2008) tüketim seviyesi sürekli yükselmiş ve dönem başından
günümüze ortalama %4,6 oranında artmıştır. Özellikle son dönemlerde Türkiye
ekonomisinde meydana gelen olumlu gelişmelerle, 2002-2007 arasında enerji
tüketimartışı ortalama %6,13 olarak gerçekleşmiştir.
Tüketim demetine bakıldığında 1970 yılında katı yakıtlar (taş kömürü, linyit,
asfaltit, petrol koku, odun, hayvan ve bitki artıkları) %56,3 ile ilk sıradadır. Onu
%42,2 ile petrol ve %1,5 ile hidro ve yenilenebilir enerji kaynakları takip
etmektedir. Ancak bu yapı yıllar itibariyle önemli değişikliklere uğramıştır. 2013
yılına gelindiğinde son üç dönem boyunca katı yakıtların ve petrolün payı azalarak
sırasıyla %32,4 ve %28,2’ye gerilediği gözlenmiştir. Diğer yandan doğal gazın
payı 1986 yılında %1’iken 2013 yılında %31,3 olduğu tespit edilmiştir. Ayrıca
hidrolik enerji ve yenilenebilir enerjinin payı da 7 puan artarak %8,1’e çıkmıştır.
Kısacası, katı yakıtlar ve petrolün tüketim içindeki payı giderek azalmaktadır. Buna
karşılık henüz yeni olmasına rağmen doğal gazın payı hızla artmıştır. Önümüzdeki
dönemlerde de yenilenebilir enerji kaynakları ile birlikte daha da artması
beklenmektedir. Kömür ise daha çok elektrik üretiminde kullanılmıştır. Bu nedenle
birincil enerji tüketimi içindeki payı %34’tür. Ancak tüketilen kömürün yarısı ithal
kaynaklardan karşılanmaktadır (Deloitte and Investment Promotion Agency,
2010:3).
Türkiye ekonomisi, enerji konusunda yurt içi üretimin yetersizliği nedeniyle dış
enerji kaynaklarına her geçen yıl daha çok bağlanmaktadır. 2010 verilerine göre
tüketilen ham petrolün ancak %10,5’i ve doğal gazın da %2,2’si yerli kaynaklardan
karşılanmakta, kalanı ise ithal edilmektedir. Zaman içinde yurt içi tüketimin yerli
üretimi geçmesiyle Türkiye ekonomisinin enerjiaçısından dışa bağımlılığı artmıştır.
3
A.YILMAZ – S. Ü. KELLECİ – A. BOSTAN
Şekil 2. Türkiye Ekonomisinin Enerjide Dışa Bağımlılığı (Btep) (ETKB, Enerji Dengesi
Tabloları, 1970-2013)
Şekil 2’den de görüldüğü gibi, Türkiye ekonomisinde birincil enerji tüketimi
1970 yılında 18.872 Btep’den 2013 yılında 120.291 Btep’e çıkmıştır. Buna karşın
yerli üretim 1970 yılında 14.516 Btep’ten 2013 yılında ancak 31.944 Btep’ye
çıkartılabilmiştir. Tüm periyotta tüketim dört kat artarken üretim sadece 1,2 kat
arttırılabilmiştir. Dolayısıyla toplam tüketim içinde ithal enerjinin payı 1970
yılında %24,6’dan 2013 yılında da %79,8’e çıkmıştır (Ediger vd, 2006: 383).
Enerjide dışa bağımlılığın en önemli nedenleri yerli kaynakların yetersiz olması,
yetersiz üretim ve fosil tabanlı yakıtların yoğun kullanımıdır. Dışa bağımlılık
özellikle petrol ve doğal gaz kaynaklarında söz konusudur. 2009 itibariyle
Türkiye’nin üretilebilir petrol rezervi 299 milyon varildir. Doğal gaz rezervi ise 6,2
milyar m3 tür. Diğer yandan günlük petrol tüketimi 0,6-0,7 milyar varil ve
doğalgaz tüketimi 0,105 milyar m3 tür. 2010 yılında 2,5 milyon ton petrol ve 726
milyon m³ doğal gaz üretilmiştir. Bunun yanında tüketime bakıldığında aynı yıl
doğal gaz tüketiminin rekor seviyeye ulaştığı görülmektedir. Petrol tüketiminde ise
2009 yılından beri düşüş eğilimi devam etmektedir. 2010 yılında Türkiye’nin
petrol tüketimi 29,2 Mtep ve doğal gaz tüketimi 38,2 milyar m3 olmuştur.
Dolayısıyla bu üretim/tüketim oranları Türkiye ekonomisini söz konusu
kaynaklarda dışa bağımlı kılmaktadır. Türkiye tükettiği petrolün %91’ini, doğal
gazın %82’sini ve kullandığı taş kömürünün %82’sini ithal etmektedir (TPAO,
4
Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi
Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 1-27
2010). Bu sonuçlardan hareketle, Türkiye ekonomisinin tüketimdeki dışa
bağımlılığı arz güvenliğini kırılgan hale getirdiği söylenebilmektedir.
Şekil 3. Sektörel Enerji Tüketimi (Mtep) (ETKB Enerji Dengesi Tabloları 1970-2013)
Türkiye ekonomisindeki gelişimin her aşamasında sektörel enerji tüketiminin
konjonktürel
dalgalanmalardan,
enerji
politikalarından
ve
özelleştirme
politikalarından etkilendiği görülmüştür. Sektörel enerji tüketiminde
hizmetler
sektörü en büyük paya sahiptir. Hizmetler sektörünü sanayi sekörü takip
etmektedir. Ancak 1970’lerden günümüze gelirken hizmetler sektörünün sektörel
enerji tüketimindeki payının azaldığı, sanayi sektörünün payının arttığı
görülmektedir.1970 öncesinde enerji politikalarında öncelik, sanayi sektörünün
ihtiyacını karşılamak ve elektrik tüketimini tüm yurda yaymak şeklinde
belirlenmiştir. Enerji daha çok ısıtmada kullanılmış dolayısıyla hizmetler sektörü
enerji tüketiminde ilk sırayı almıştır. Çünkü bu dönemlerde sanayi sektörü zayıf,
şehirleşme oranı ise düşüktür. Fakat sanayi sektörünün milli gelir içindeki payının
artmasına paralel olarak enerji tüketimi içindeki payı da artmış hizmetler
sektörünün payı ise gerilemiştir (DTM, 2006:1-5)..
Şekil 3’ten de görüldüğü gibi, sektörel enerji tüketimi (çevrim ve enerji sektörü
hariç) 1970 yılında 16.496 Btep’den 2013 yılında 85.911 Btep’ye çıkmıştır.
Sektörel bazda incelendiğinde, 1970 yılında hizmetler sektöründe enerji tüketimi
11.684 Tep iken 2013 yılında 54.173 Btep olarak görülmektedir. Sanayi sektöründe
enerji tüketimi 1970 yılında 4122 Btep iken 2013 yılında 30.138 Btep’ye olarak
gerçekleşmiştir. Tarım sektöründe ise enerji tüketimi 1970’te 510 Btep iken 2013
5
A.YILMAZ – S. Ü. KELLECİ – A. BOSTAN
yılında ancak 1.633 Btep olmuştur. Özellikle hizmetler ve sanayi sektörlerinde
enerji tüketiminin önemli ölçüde arttığı görülmektedir. Bununla birlikte, hizmetler
sektörünün payı %77’den %55’e gerilerken sanayi sektörünün payı %25’ten %38’e
ve tarım sektörünün payı %3’ten %6’ya çıkmıştır. 2013 yılında ise tarım
sektörünün payında hızlı bir düşüş yaşanmıştır. Kriz yılları hariç sanayi sektörünün
milli gelir içindeki payı sürekli artmıştır. Bu yüzden sanayi sektörü enerji tüketimi
2013 yılı itibariyle 30.138 Tep’ye ulaşmıştır. Tarım sektörü incelendiğinde, milli
gelir içindeki payının görece küçük olması, yetersiz ölçek büyüklüğü ve modern
tarım tekniklerinin yoksunluğu gibi nedenlerle tarım sektöründe enerji kullanımının
sınırlı kaldığı görülmektedir.
Birincil enerji tüketimindeki hızlı artış, dış kaynaklara olan yüksek bağımlılık
ve sanayi sektörünün payının hızla artması ile birlikte enerji alanında yapılan
çalışmalar gittikçe artmaktadır. Bu çalışmaların, enerji politikalarının etkin bir
şekilde belirlenmesinde yardımcı olabilmesi hedeflenmektedir. Bu noktada
çalışmada da, Türkiye ekonomisi için ilk önce dönemler itibariyle genel
ekonomideki enerji tüketimi daha sonra ise sektörel enerji tüketimi ayrıştırma
yöntemiyle analiz edilecektir. Böylelikle enerji kullanımındaki etkiler ortaya
konulmaya çalışılacaktır. Bu doğrultudada, enerji politikalarında öneriler
geliştirilecektir.
2. LİTERATÜR TARAMASI
Ayrıştırma analizi özellikle 1973 petrol krizinden sonra, batılı ülkelerde daha
etkin, verimli, enerji krizi dönemlerinde krizi yönetebilecek enerji politikalarına
ihtiyaç duyulmasından sonra geliştirilmiştir. Son yıllarda küresel ısınmanın
etkilerinin iyice hissedilmesiyle ayrıştırma analizi, sera gazı emisyonlarının
analizinde ve küresel ısınmaya karşı daha etkin politikaların geliştirilmesinde
kullanılmaya başlanmıştır. Günümüzde ise enerji fiyatlarındaki hızlı artış, fosil
tabanlı yakıtların giderek azalan rezervleri, enerji tüketimi-ekonomik büyüme
ilişkisinin etkileri gibi nedenlerle ayrıştırma analizi, enerji ile ilgili araştırmalarda
kullanılmaya devam edilmektedir (Granel, 2003: 6-8).
6
Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi
Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 1-27
Greening ve diğerleri (1997), 1970-1992 döneminde 10 OECD ülkesi için enerji
yoğunluğunu altı farklı ayrıştırma yöntemiyle incelemiştir. Sonuçlara göre,
Average Weighting Divisia (AWD) ve Divisia (rolling year simple average)
yöntemleri en iyi sonuçları verdiği tespit edilmiştir. Ampirik bulgulara göre, genel
enerji yoğunluğu her bir alt sektörde enerji yoğunluklarında meydana gelen düşüşe
bağlı olarak azalmıştır. Norveç gibi bazı ülkelerin daha enerji yoğun sektörlere
yönelmeleri genel enerji yoğunluğundaki düşüş trendini olumsuz etkilemiştir.
Halbuki Japonya, ABD, Almanya gibi ülkelerin daha az enerji yoğun endüstrilere
yönelmeleri ise enerji yoğunluğundaki düşüşü desteklemiştir.
Cornillie ve Frankhauser (2004) çalışmasında,1992-1998 yılları için Orta ve
Doğu Avrupa ile eski Sovyet bloku ülkelerinde enerji yoğunluklarını incelemiştir.
Komünist blokun çözülmesinden sonra bu ülkelerde enerji yoğunluklarının azaldığı
gözlemlenmiştir. Ancak gelinen seviyenin halaOECD ülkeleri ortalamasından
yüksek olduğu belirtilmiştir. Macaristan, Slovenya, Litvanya gibi ilk grup ülkelerde
yapılan hızlı özelleştirme, fiyat liberalizasyonu ve kurumsal yeniden yapılandırma
nedeniyle enerji yoğunluğu hızla düşmüştür. Polonya, Romanya ve Slovakya gibi
ikinci grup ülkelerde, milli gelir içinde ağır sanayinin önemli bir yer
tutması,teknolojik gerilik ve politik aktörlerin ekonominin yeniden yapılandırılması
için zayıf irade göstermesi gibi nedenlerle enerji yoğunluğunun aynı kaldığı fakat
ekonominin diğer sektörleri için gelişme sağlandığı belirlenmiştir. Üçüncü gruptaki
ülkeler için ilk iki grubun tersine geçiş döneminde, özelleştirmelerin yapılamaması
ve sanayi sektöründe yeniden yapılandırmanın gecikmesi gibi nedenlerleenerji
yoğunluğunun daha da arttığı tespit edilmiştir.
Ediger ve Huvaz (2005),
1980-2010 dönemi için Türkiye ekonomisinde
sektörel enerji tüketimini LDMI yöntemiyle incelemişlerdir. Sonuçlara göre enerji
tüketimindeki artışın temel nedeni üretimdeki artıştır. Çıktı ve yapısal etkinin
sektörel enerji tüketimini arttırdığı, yoğunluk etkisinin ise düşürdüğü görülmüştür.
Çıktı etkisi sanayi ve hizmetler sektörlerinde daha baskın, tarım sektöründe ise
zayıftır. Yine çıktı etkisi, 1989 öncesi dönemde hizmetler sektöründe, 1989
sonrasında ise sanayi sektöründe daha büyüktür. Yapısal etkiye bakıldığında en çok
7
A.YILMAZ – S. Ü. KELLECİ – A. BOSTAN
hizmetler ve tarım sektöründe etkili olduğu görülmektedir. Yoğunluk etkisi ise
yapısal etkinin tersine hizmetler sektöründe diğer iki sektörde olduğundan daha
etkilidir. Ayrıştırma sonuçlarına göre Türkiye ekonomisi 1983-1987, 1990-1993
ve 1995-1997 olmak üzere üç istikrarlı döneme ayrılabilir. Tüm bu dönemlerde
çıktı ve yapısal etki pozitifken yoğunluk etkisi negatiftir. İkinci olarak sektörel
enerji tüketimindeki önemli değişiklikler 1982, 1988-1989 ve bu iki dönem
arasında meydana geldiği tespit edilmiştir. 1994 ve 1998-2000 dönemlerindeki
değişim ise daha çok ekonomik krizlerle ilgilidir. Enerjinin sektörel kullanımın
zaman içinde yapısal değişikliğe uğramasında hızlı şehirleşmenin, hızlı ekonomik
büyümenin, hızlı nüfus artışının ve milli gelir içinde tarım sektörünün payının
azalıp, sanayi sektörünün payının artmasının etkili olduğu vurgulanmıştır.
Steenhof (2006), Çin sanayisi elektrik talebini 1998-2002 yılları arasında LasPeyers yöntemiyle incelemiştir. Sonuçlara göre elektrik tüketimi 1998-2002 yılları
arasında çıktı etkisi nedeniyle artmıştır. Bunun yanında elektrik talebinde meydana
gelen azalmanın enerji yoğunluklarındaki değişimden ve yapısal değişimden
kaynaklanabileceği belirtilmiştir. Yani hızlı sanayileşmenin elektrik talebinde
meydana getirdiği arttırıcı etki, verimlilik artışları ve yapısal etki tarafından
dengelenmiştir. Üretimdeki artış beraberinde enerji talebinde artış meydana
getirmiştir. Ancak ağır sanayi dallarında enerji verimliliğinde görülen iyileşmenin
alt sektörel düzeyde enerji yoğunluğunu düşürdüğü görülmüştür.
Zamani (2006), İran ekonomisi için 1967-2003 dönemi endüstriyel ve tarımsal
çıktı ile enerji tüketimleri arasındaki eş bütünleşme ve nedensellik ilişkisini
incelemiştir. Sonuçlara göre uzun dönemde endüstriyel üretimden endüstride
kullanılan doğal gaz tüketimi, petrol tüketimi ve elektrik tüketimine doğru granger
nedensellik ilişkisi tespit edilmiştir. Aynı şekilde tarımsal çıktıdan, tarım
sektöründeki doğal gaz tüketimine ve petrol tüketimine doğru nedensellik ilişkisi
görülmüştür. Kısa dönemde ise milli gelirden genel enerji tüketimine ve
endüstriyel katma değerden endüstriyel enerji tüketimine doğru nedensellik tespit
edilmiştir.
8
Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi
Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 1-27
Ma ve Stern (2007), 1980-2003 yılları arası Çin ekonomisinde enerji
yoğunluğundaki değişimi Logaritmik Ortalama Divisia İndeksi (logaritmic mean
divisia index-LMDI) yöntemiyle incelemiştir. Analiz sonucunda, teknolojik
ilerlemenin enerji yoğunluğundaki düşüşün en önemli nedeni olduğu tespit
edilmiştir. Çalışmada, endüstriyel ve alt endüstriyel düzeyde meydana gelen
değişmelerin enerji yoğunluğunu arttırdığı görülmüştür. Alt sektörler arasındaki
üretim değişimine dayalı yapısal değişmenin ise genel enerji verimliliğini
düşürdüğü sonucuna ulaşılmıştır. 2000 yılından beri gerçekte görülen enerji
yoğunluğu artışı ise negatif teknolojik ilerlemeyle açıklanmaktadır. Son olarak
sektörler
arası
yakıt
karmasında
meydana
gelen
değişimlerin
enerji
yoğunluğundaki değişime katkısının az olduğu belirlenmiştir.
Jobert ve Karanfil (2007), çalışmalarında Türkiye ekonomisi için 1960-2003
dönemi enerji tüketimi ve ekonomik büyüme arasındaki nedensellik ilişkisini iki
farklı şekilde incelemişlerdir. Ilk olarak enerji tüketimi endüstriyel, evsel ve genel
şeklinde ayrılarak incelenmiş, ikincisinde ise enerji tüketimindeki artışın farklı
nedenleri dikkate alınarak enerji tüketimi ve ekonomik büyüme arasındaki uzun
dönem ilişkiler incelenmiştir. Yapılan eş bütünleşme analizi ve granger nedensellik
testi sonuçlarına göre enerji tüketimi ve ekonomik büyüme arasında eş bütünleşme
ilişkisi tespit edilememiş ancak her iki değişken arasında granger nedensellik
ilişkisi tespit edilmiştir. İkinci olarak endüstride yaratılan katma değer ve
endüstriyel enerji tüketimi arasında aynı analizler yapılmış ve aynı şekilde eş
bütünleşme ilişkisi tespit edilememiştir. Ancak enerji tüketiminden endüstriyel
katma değere doğru nedensellik ilişkisi belirlenmiştir.
Lise ve Montfort (2007), Türkiye ekonomisi için enerji tüketimi ve ekonomik
büyüme arasında uzun dönemli bir eş bütünleşme ilişkisi tespit edilmiştir. Ayrıca
nedensellik ilişkisinin milli gelirden enerji tüketimine doğru olduğu belirtilmiştir.
Yılmaz ve Atak (2010), Türkiye ekonomisi için 1980-2005 dönemi enerji
tüketimini ayrıştırma yöntemi ile incelemişlerdir. Çalışmada enerji tüketimi tarım,
sanayi, ulaştırma ve hizmetler olmak üzere dört alt gruba ayrılmıştır. Sonuçlara
9
A.YILMAZ – S. Ü. KELLECİ – A. BOSTAN
göre çıktı etkisi söz konusu sektörlerde enerji tüketimini arttırıcı etki yaparken,
yoğunluk etkisinin tüketimi düşürücü etki yaptığı tespit edilmiştir.
Korkmaz ve Develi (2012), Türkiye ekonomisi için birincil enerji tüketimi ile
GSYİH arasındaki nedensellik ilişkisi Türkiye’nin 1960-2009 dönemi yıllık verileri
kullanılarak incelenmiştir. Çalışmada Johansen eşbütünleşme ve Granger
nedensellik testleri kullanılmıştır. Johansen eşbütünleşme testi sonuçlarına göre ele
alınandönem için değişkenler arasında uzun dönemli bir ilişkinin varlığı tespit
edilmiştir. Ayrıca enerji tüketimi ile GSYİH arasında iki yönlü nedenselliğin
varlığı gözlenmiştir.
Çınar ve Yılmazer (2015) enerji tüketimi ve ekonomik büyüme ilişkisini arz ve
talep yönlü olmak üzere iki farklı yaklaşımla panel veri analizi yöntemini
kullanarak ele almışlardır. 1990-2013 yıllarını kapsayan dönem için, Brezilya,
Hindistan, Çin, Türkiye, Meksika, Güney Afrika, Şili ve Endonezya gibi yüksek
büyüme performansı gösteren ülkeler baz alınmıştır. Arz yönlü yaklaşımda,
yenilenebilirve yenilenemez enerji tüketiminin ekonomik büyümeye etkisi
geleneksel üretim fonksiyonuile araştırılırken,talep yönlü yaklaşımda yenilenebilir
enerji tüketimi, ekonomikbüyüme, karbondioksit emisyonu ve enerji fiyatları
arasındaki ilişki incelenmiştir. Çalışmada, yenilenebilir enerji kaynaklarının
ekonomik büyüme üzerindeki etkisi ve bukaynakların tüketimini belirleyen
değişkenler
incelenmeye
çalışılmaktadır.
Arz
yönlü
model
yardımıyla,
yenilenebilirkaynakların ekonomik büyüme üzerindeki etkisi; talep yönlü model
yardımıyla yenilebilirenerji kaynaklarının belirleyicileri araştırılmıştır. Sonuçlara
göre
gelişmekte
olan
ülkelerde
1990-2013
dönemi
için
sürdürülebilir
büyümeningerçekleşmesinde yenilenebilir enerji kaynaklarının belirleyici bir rol
oynadığı tespit edilmiştir.
3. METOT ve VERİ
1970’li yıllarda yaşanan enerji şokları sonucunda, ayrıştırma analizi teknikleri,
enerji verimliliği ile ilgili çalışmalarda kullanılmıştır. Bu tekniğin kullanıldığı
çalışmalarda, sanayi değişimlerinin enerji kullanımı ve enerji verimliliği üzerindeki
10
Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi
Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 1-27
değişikliklerin incelenmesi amaçlanmıştır. Bunun yanında, ayrıştırma analizi
teknikleri özellikle ekonomik büyümenin, üretim faktörlerinin sektörler arası
değişiminin ve teknolojik değişimin çevresel ve sosyo-ekonomik göstergeler
üzerindeki etkisinin belirlenmesi amacıyla kullanılmıştır (Hoekstra, Berg, 2003:
40). Analize göre değişime uğrayan bir faktörün temel yıldaki (genellikle T0 olarak
sembolize edilir) değeri ile daha sonraki yıl veya yıllardaki değeri (genellikle
T1….n olarak sembolize edilir)karşılaştırılır. Bu noktada araştırmacı isterse baz yıl
esaslı modeli (periodwise approach) isterse de zaman serisine dayalı modeli (time
series) kullanabilir (Stenhof, 2006:377).
Ayrıştırma analizi iki temel kategoriye ayrılabilir; yapısal ayrıştırma analizi
(SDA) ve endeks ayrıştırma analizi (IDA). SDA girdi çıktı katsayılarına ve girdi
çıktı tablolarından üretilen nihai mal talebine bağlı iken, girdi çıktı modelinin
aksine SDA yöntemi sabit katsayı varsayımı nedeniyle daha az kısıtlanmıştır.
(Jungnitz, 2008:17). IDA yöntemi ise sektörel düzeydeki verilere dayanarak sadece
dolaysız etkileri ölçmektedir. IDA tekniğinin asıl amacı sektörel düzeyde V
değişkeninde meydana gelen değişikliği etkileyen temel sebep-sonuç ilişkilerini
anlamaktır. Bunun da yolu V değişkeninde meydana gelen değişikliğin, değişikliğe
neden olan parametreler cinsinden ifade edilmesindedir. IDA teknikleri enerji
alanında ilk kez 1973 ve 1979 petrol krizlerinden sonra enerji tüketiminde
meydana gelen değişiklikleri analiz edebilmek amacıyla kullanılmıştır. Basitliği ve
esnekliği sayesinde uygulama alanları zamanla genişlemiştir (Granel, 2003: 7-9).
Literatürde çeşitli IDA yöntemleri vardır. Bu çalışmada toplamsal tipteki LMDI
yöntemi seçilmiştir. Ang, Liu ve Chung (2004) ve Ang (2004-2005) yaptıkları
çalışmalarda, daha küçük artık değer vermesi, içinde sıfır değerine sahip olan
serileri de işleyebilmesi, toplamsal tutarlılık, kolay uygulanabilmesi ve
yorumlanabilmesi
nedeniyle
LMDI
yöntemini
diğer
yöntemlere
tercih
edilebileceğini belirtmişlerdir. Bu model Türkiye’de sektörel enerji tüketimini
enerji yoğunluğu, yapısal değişim ve ekonomik çıktıdaki eğilimlere göre
ayrıştırmaktadır. Model şöyledir;
ΔEtot=ΔEact+ΔEstr+ΔEint+ΔErsd
(1)
11
A.YILMAZ – S. Ü. KELLECİ – A. BOSTAN
Bu formülasyona göre 0 yılından t (Etot) yılına toplam birincil enerji
tüketimindeki değişim, talepteki değişimin nedenleri olarak çıktı etkisi (Eact),
yapısal etki (Estr), yoğunluk etkisi (Eint) ve artık değer (Ersd) şeklinde dört kısıma
ayrılabilir. Böylelikle her bir sektör için bu etkiler hesaplanabilir. Çıktı, yapısal ve
yoğunluk etkileri için kullanılan modeller aşağıdaki gibidir;
Eact  
Eit  Ei0
Qt
ln( 0 )
t
0
ln Ei  ln Ei
Q
(2)
 E str  
Eit  Ei0
St
ln( i0 )
t
0
ln Ei  ln Ei
Si
(3)

E it  E i0
I it
ln(
)
I i0
ln E it  ln E i0
(4)
i
i
 E int 
i
Burada Ei tep cinsinden i sektörü için toplam birincil enerji tüketimini, Q0 ve Qt
i sektöründeki 0 ve t yıllarındaki milyon TL cinsinden toplam üretimini,
Sit and
Si0 , i sektörünün 0 ve t yıllarında toplam üretim içindeki paylarını, Iit and Ii0 , i
sektörünün 0 ve t yıllarındaki enerji yoğunluklarını Tep/Milyon TL cinsinden verir.
Çalışmada kullanılan veriler Türkiye İstatistik Kurumu ile Enerji ve Tabii
Kaynaklar bakanlığının internet sitesinden temin edilmiştir.Enerji tüketimi milyon
ton eşdeğer petrol cinsinden gösterilirken, sektörlerin payları yüzde cinsinden,
enerji yoğunlukları tep/TL cinsinden yani çıktı başı tüketilen enerji miktarı
cinsinden verilmiştir.
Ekonomi hizmetler, sanayi ve tarım olmak üzereüç temel sektöre ayrılmıştır.
Hizmetler sektörü ulaştırma, konut ve hizmetler ile diğer enerji tüketimlerini
kapsamaktadır. Sanayi sektörü kimya-petrokimya, petrokimyasal hammadde,
çimento, gübre, demir-çelik, şeker, demir dışı metaller ve diğer sanayi şeklinde
yedi alt kısma ayrılmıştır. Tarım sektöründe ise alt ayrım yoktur. Son olarak enerji
tüketimi içinde çevrim sektörü ve enerji dışı alanlar için kullanılan tüketim hariç
tutulmuştur.
12
Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi
Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 1-27
4. AMPİRİK SONUÇLAR
Bu bölümde, daha önce belirtilen eşitlik 2, 3, ve 4 veri setine uygulanmış ve her
bir etkinin enerji tüketimini nasıl etkilediği incelenmiştir. Analiz iki başlıkta
yapılmıştır. İlk önce Türkiye ekonomisinin enerji tüketimindeki artış dönemlere
ayrılarak incelenmiştir. İkinci olarak sektörel analiz yapılarak her bir etki tespit
edilmeye çalışılmıştır.
4.1. Genel Ekonomideki Enerji Tüketiminin Dönemlere Göre Analizi
İlk olarak 1970-2013 dönemi için her bir etki hesaplanmış ve sonuçlar Tablo
1’de verilmiştir.
Tablo 1. Genel Ekonomideki Enerji Tüketiminin Dönemlere Göre Ayrıştırması (19702013, Btep)
Çıktı
Yapısal
Yoğunluk
Etkisi
Etki
Etkisi
1970-1979
9.761
3.054
-3.584
9.231
1980-1989
12.642
3.482
-2.324
13.800
1990-1999
17.700
466
-4.599
13.567
2000-2013
42.515
2.307
-12.002
32.820
Toplam
82.618
9.309
-22.509
69.418
Dönem
Toplam
Analiz sonuçlarına göre Türkiye’nin toplam enerji tüketimi tüm dönem
itibariyle 69.418 Btep artmıştır. Bu artışa en önemli katkının çıktı etkisinden
geldiği görülmektedir. Yapmış olduğu 82.618 Btep’lik katkı ile toplam artışın
%118’ine kaynaklık etmiştir.Yapısal etkinin enerji tüketimini 9.309 Btep arttırdığı
ve %13,4’lük bir katkı yaptığı,buna karşılık yoğunluk etkisinin ise azaltıcı rol
oynadığı ve sektörel enerji tüketimine 22.509 Btep’lik düşürücü etki yaptığı tespit
edilmiştir.
Dönemsel olarak enerji tüketimi değerlendirildiğinde tüketimin artan eğilim
içinde olduğu görülmektedir. İthal ikameci dönemde (1970-1979) toplam tüketim,
ekonominin ölçek olarak sınırlı büyümesi, 1973 ve 1979 krizlerinde enerji
13
A.YILMAZ – S. Ü. KELLECİ – A. BOSTAN
fiyatlarında yaşanan dalgalanmalar, makroekonomik dengesizlikler ve politik
istikrarsızlıklar gibi nedenlerle 9.231 Btep artmıştır. 1980 yılından itibaren ihracata
dayalı kalkınma politikalarının başlamasıyla Türkiye ekonomisinin dışa açılması,
ihracatın artması, kapasite kullanımının artması, hızlı kentleşme ve nüfus artışı
ekonomik büyümeyi hızlandırmıştır. Dolayısıyla 1980 sonrasında enerji tüketimi
artışı daha fazla olmuştur. Toplam nihai enerji tüketimi 1980-1989 döneminde
13.800 Tep, 1990-1999 döneminde 13.567 Btep ve 2000-2013 döneminde 32.820
Btep artmıştır.
Tablo 1 incelendiğinde, toplam tüketimdeki değişime en büyük katkının çıktı
etkisinden geldiği görülmektedir. Diğer iki etkinin katkısı ise sınırlı olmuştur.
Çünkü Türkiye Cumhuriyeti kuruluşundan itibaren tarım toplumundan sanayi
toplumuna geçiş için çabalamaktadır. Kalkınma yolunda gelmiş olduğu nokta
itibariyle de hizmetler sektörünün milli gelir içindeki payı gelişmiş ülkelerdeki
kadar yüksek değildir. Ayrıca Türkiye ekonomisinde enerji verimliliği ve etkin
enerji kullanımı yeterli seviyede değildir. Dolayısıyla enerji tüketimindeki artışın
asıl kaynağı çıktı etkisidir.
Genel ekonomideki enerji tüketiminin ayrıştırılmasının 1970 yılından 2013
yılına kadarki dönemde yıllar itibariyle incelemesi Ek-1’de tablo olarak
verilmiştir. Ek-1 tablo incelendiğinde, çıktı etkisinin 1990 yılından önceki seyrinin
daha dalgalı olduğu görülmektedir. Enerji tüketiminin dalgalı olmasında özellikle
1980 yılından sonra ihracata dayalı kalkınma politikalarının benimsenmesi, dış
rekabet, ekonomik büyümenin dalgalı seyri, enerji tüketimindeki artış, enerji
piyasalarının da liberalizasyondan etkilenmesi ve çeşitli yıllarda yaşanan (1993,
1999, 2001 ve 2009) ekonomik krizler etkili olmuştur. Ayrıca çıktı etkisinin göreli
büyüklüğü 1980 öncesi döneme göre daha fazla gerçekleşmiştir. Çünkü yeni
dönemde ekonomik büyümenin hızlanması enerji ihtiyacını arttırmıştır.
Yapısal etki, tıpkı çıktı etkisi gibi pozitiftir ancak büyüklük olarak çıktı
etkisinden oldukça küçüktür. Bu etki, tüm dönem boyunca genellikle düşük
değerler almış ve istikrarlı seyretmiştir. Çıktı etkisi ile birlikte enerji tüketimini
14
Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi
Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 1-27
artırıcı etkide bulunmuştur. Cumhuriyetin ilk yıllarında tarımın milli gelir içindeki
payı oldukça fazladır. Kullanılan tarım teknikleri ise modern değildir. Bu dönemde
sanayinin gelişimi sınırlı olmuş milli gelir içindeki payı düşük kalmıştır. Bu yüzden
Türkiye sanayisini güçlendirecek politikalar izlenmiş, tarım toplumundan sanayi
toplumuna geçiş hızlandırılmaya çalışılmıştır. Bu politikaların sonucunda da
sanayinin milli gelir içindeki payı artmış, tarımın payı ise azalmıştır. Dolayısıyla
bu yöndeki yapısal bir değişimin, yapısal etkinin enerji tüketimini arttırıcı yönde
etki yaptığı tespit edilmiştir.
Ekonomik çıktıdaki artış, enerji girdisindeki artıştan büyükse yoğunluk etkisi
azalmaktadır. Bu durum, daha az enerji ile daha çok çıktı üretiliyor anlamını
taşımaktadır. Tablo 1 incelendiğinde, çıktı ve yapısal etkinin tersine yoğunluk
etkisinin negatif bölgede seyrettiği ve enerji tüketimini düşürücü etkide bulunduğu
görülmektedir. 1970-1979 döneminde yoğunluk etkisinin enerji tüketimini 3584
Btep azalttığı sonucuna ulaşılmıştır.Özellikle 1980 yılından sonra ihracata dayalı
kalkınmapolitikaları sonucunda yoğunluk etkisi düşme eğilimi içine girmiştir.
Tıpkı çıktı etkisi gibi yoğunluk etkisi de 1980 yılından önce daha az dalgalı bir
seyir izlemiştir (Ek-Tablo 1).
Ekonomi büyüdükçe ve dışa açıldıkça, enerji tüketimi arttıkça yoğunluk etkisi
de daha inişli çıkışlı bir seyir izlemeye başlamıştır. 1970-1979 döneminde ithal
ikameci politikalar, ekonomide korumacılık anlayışı, hükümet müdahaleleri ve
ekonomik
faaliyetlerin
sübvansiyonlarla
desteklenmesi
neticesinde
enerji
verimliliği ikinci plana itilmiş, üretimi arttırmak önem kazanmıştır. Ancak 1973 ve
1979 petrol krizleriyle fiyatlarda büyük dalgalanmalar yaşanmıştır.
1980 dönüşümüyle serbest piyasa ekonomisine geçiş, ihracatın artması,
ekonomik büyümenin hızlanması, ekonominin dış rekabete açılması, ar-ge
harcamalarının artması ve 1979 petrol krizi ile ham petrol fiyatlarının artması
Türkiye ekonomisinde enerji verimliliğine ve enerji koruma politikalarına daha çok
önem verilmesine neden olmuştur. 1980-1989 döneminde yoğunluk etkisi
nedeniyle enerji tüketimi 2.324 Btep azalmıştır. Bu yeni dönemde ekonomi daha
rekabetçi ve daha piyasa odaklı olarak çalışmıştır. İşte bu yeni ekonomik yapıda
15
A.YILMAZ – S. Ü. KELLECİ – A. BOSTAN
enerji yoğunluğu kademeli olarak düşmeye başlamıştır. Ayrıca rekabetçi piyasa
yapısında firmaların daha kar odaklı davranması ve ekonomik büyümenin
hızlanması da enerji yoğunluğunun azalmasında etkili olduğu söylenebilir. 1990’lı
yıllarda özellikle bilişim teknolojilerinde yaşanan hızlı gelişmeler sayesinde
hizmetler sektöründe enerji tüketimi pek değişmemiştir. Dolayısıyla toplamda çıktı
artışına karşın enerji tüketiminin oransal olarak artmaması bu dönemde yoğunluk
etkisinin negatif değerler almasını getirmiştir. 1990-1999 döneminde yoğunluk
etkisiyle enerji tüketimi 4.599 Btep azalmıştır. 2000-2013 döneminde ise rakam12.002 Btep olarak gerçekleşmiştir. 2000’li yıllarda da bilişim sektöründe ortaya
çıkan yenilikler, teknolojinin gelişmesi yoğunluk etkisi sonucu enerji tüketimini
azaltıcı bir etki yaratmıştır.
4.2. Türkiye Ekonomisinde Sektörel Enerji Tüketimine Her Bir Etkinin
Katkısı
Analizin bu bölümünde, Türkiye ekonomisindeki enerji tüketiminde her bir
etkinin katkısı sektörel bazda incelenecektir.Sektörel bazda çıktı, yapısal ve
yoğunluk etkisinin katkısı Tablo 2’de verilmiştir.
Tablo 2. Türkiye Ekonomisinde Sektörel Enerji Tüketimine Her Bir Etkinin Katkısı (19702013, Tep)
Hizmetler
Sanayi
Tarım
Toplam
Çıktı etkisi
48.687
28.568
3.850
81.105
Yoğunluk Etkisi
-13.814
-8.664
-31
-22.509
Yapısal Etki
7.443
4.672
-2.860
9.255
Toplam
42.316
24.576
959
67.850
Tablo 2’de,sektörel enerji tüketiminin her bir etki bazında analiz edilmesi
sonucu ulaşılan değerler verilmiştir. Tablo 2 incelendiğinde, çıktı etkisinin her
sektör için pozitif çıktığı görülmektedir. Yani tüm sektörlerde üretimin artması
kullanılan enerji miktarını arttırmıştır. Tablo 2’den görüldüğü üzere, çıktı etkisi
tüm dönemde enerji tüketimini hizmetler sektöründe 48.687 Btep, sanayi
16
Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi
Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 1-27
sektöründe 28.568 Btep ve tarım sektöründe 3.850 Btep arttırmıştır. Benzer
sonuçlar yapısal etki içinde elde edilmiştir. Tarım sektörü hariç yapısal etki enerji
tüketimini arttırıcı etki yapmıştır. Yapısal etki enerji tüketimini hizmetler
sektöründe 7.443 Btep ve sanayi sektründe 4.672 Btep arttırırken, tarım sektöründe
2.860 Btep azalttığı tespit edilmiştir.
Daha önce de belirtildiği gibi hizmetler ve sanayi sektörünün milli gelir içindeki
payının artması yapısal etkiyi pozitif hale getirmiştir. Ancak tarım sektörünün
payının azalması yapısal etkinin tarım sektöründe enerji tüketimini 1970-2013
dönemi için 2.860 Btep düşürmesine neden olmuştur. Yapısal ve çıktı etkisinin
aksine yoğunluk etkisi hizmetler ve sanayi sektöründe enerji tüketimini düşürürken
tarım sektöründe arttırmıştır.
Tablo 2’de de görüldüğü gibi, yoğunluk etkisi enerji tüketimini hizmetler
sektöründe 13.814 BTep, sanayi sektöründe 8664 Btep ve tarım sektöründe de 31
Btep düşürmüştür. Türkiye İstatistik Kurumuile Enerji ve Tabii Kaynaklar
Bakanlığı’nın verilerine göre, hizmetler ve sanayi sektörlerinde milli gelir 1970
yılından 2013 yılına sırasıyla %476 ve %706 büyürken enerji tüketimleri %272 ve
%643 oranında artmıştır. Halbuki tarım sektöründe milli gelir aynı dönemde sadece
%69 artarken enerji tüketimi %897 oranında artmıştır. Yoğunluk etkisinin
hizmetler ve sanayi sektörlerinde enerji tüketimini azalttığını, tarım sektöründe ise
arttırdığını bu bulgular göstermektedir. Sonuçta yoğunluk etkisinin tüm sektörler
itibariyle enerji tüketimini 9.683 Btep düşürdüğü söylenebilmektedir.
Tablo 2’de sektörel enerji tüketiminin her bir etki bazında analiz edilmesi
sonucu ulaşılan değerlerin verildiği belirtilmişti. Analizin devamında ise bu her bir
sektör için çıktı, yapısal ve yoğunluk etkisinin seyri yıllar itibariyle incelenecektir.
Bu bağlamda Şekil 4’te, hizmetler sektörü için çıktı etkisi, yapısal etki ve yoğunluk
etkisi yıllık bazda gösterilmiştir.
17
A.YILMAZ – S. Ü. KELLECİ – A. BOSTAN
Şekil 4. Hizmetler Sektöründe Ayrıştırma Analizi (Btep)
Buna göre Türkiye ekonomisinin hizmetler sektöründe enerji tüketimindeki
artışta en önemli faktörün çıktı etkisi olduğu söylenebilmektedir. Tüm periyod
düşünüldüğünde, çıktı etkisi hizmetler sektörü için 1980, 1994, 1999, 2001 ve 2009
yılları hariç pozitiftir. Çıktı etkisi açısından değerlendirildiğinde, hizmetler
sektöründeki enerji tüketimi artışı 48.687 Btep olmuştur. 1980 öncesinde hizmetler
sektöründe tüketim seviyesinin daha düşük olduğu görülmektedir. Örneğin 19701979 arasında çıktı etkisi tüketimi 6901 Btep arttırırken, 1980-1989 arasında 8.221
Btep, 1990-1999 arasında 10.361 Btep ve 2000-2013 arasında 23.204 Btep arttırıcı
etki yapmıştır.
Benzer şekilde yapısal etki de hizmetler sektöründe birincil enerji tüketimini
7443 Btep artırmıştır. 1974, 1978, 1980, 1986, 1988, 1991, 1994, 1998, 1999,
2001, 2002, 2006 ve 2009 yılları hariç yapısal etki pozitiftir. Buna karşılık
yoğunluk etkisinin önceki iki etkinin tersine tüm dönem itibariyle hizmetler
sektöründe enerji tüketimini 10.367 Btep düşürdüğü görülmüştür. 1974, 1976,
1980, 1982, 1986, 1988, 1991, 1994, 1995, 1999, 2001, 2003, 2007, 2008 ve 2009
hariç hep negatiftir.
Türkiye ekonomisi için sanayi sektöründeki çıktı, yapısal ve yoğunluk etkisi de
yıllar itibariyle Şekil 5’te gösterilmiştir.
18
Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi
Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 1-27
Şekil 5. Sanayi Sektörü Ayrıştırma Sonuçları (Tep)
Sanayi sektöründe de çıktı etkisi 1979, 1980, 1994, 1999, 2001 ve 2009 yılları
hariç pozitiftir. Özellikle 1980 yılından sonra ekonomik büyüme hızlandıkça enerji
tüketimi de artmıştır. Çıktı etkisi 1970-1979 dönemi için enerji tüketimini 2567
Btep; 1980-1989 dönemi için 3.838 Btep; 1990-1999 dönemi için 6.463 Btep ve
2000-2013 dönemi için 17.159 Btep arttırdığı görülmüştür. Toplamda ise çıktı
etkisi sanayi sektöründe enerji tüketimini 28.568 Btep arttırmıştır. Benzer şekilde
yapısal etki de sanayi sektöründe enerji tüketimini 4.672 Btep arttırıcı etki
yapmıştır. Ancak bu etki çıktı etkisi kadar çok olmamıştır. 1974, 1977, 1978, 1980,
1983, 1984, 1990, 1992, 1995, 1996, 1998, 2000, 2001, 2002, 2010, 2012 ve 2013
yılları hariç pozitif olmuştur. Halbuki yoğunluk etkisinin tıpkı hizmetler sektöründe
olduğu gibi sanayi sektöründe de 8.664 Btep’lik tasarrufa neden olduğu tespit
edilmiştir. 1980 öncesinde sanayi sektörü enerji tüketimini 139 Btep ile düşük
miktarda tasarruf etkisi yapmıştır. 24 Ocak kararlarıyla uygulamaya konulan
programdan sonra yoğunluk etkisi, sanayi sektörü enerji tüketimini 1980-1989
dönemi için 1.127 Btep, 1990-1999 dönemi için 336 Btep’lik arttırmıştır. 20002013 dönemi için ise 7.733 Btep düşürmüştür.
Şekil 6’da ise tarım sektörü için çıktı, yapısal ve yoğunluk etkisinin 1971-2013
yılları arasındaki seyri görülmektedir.
19
A.YILMAZ – S. Ü. KELLECİ – A. BOSTAN
Şekil 6. Tarım Sektörü Ayrıştırma Analizi Sonuçları (Tep)
Şekil 6’dadagörüldüğü üzere,tarım sektörü, sanayi ve hizmetler sektöründen
farklı bir yapı arz etmektedir. Milli gelir ve birincil enerji tüketimi içindeki sınırlı
payı dolayısıyla her üç etkinin büyüklüğü diğer iki sektörde olduğundan daha azdır.
Çıktı etkisi çoğunlukla pozitif değerler almıştır. Enerji tüketiminin 1970-1979
dönemi için 323 Btep, 1980-1989 dönemi için 584 Btep, 1990-1999 dönemi için
876 Btep ve 2000-2013 dönemi için 2.152 Btep arttırdığı tespit edilmiştir. Tüm
dönem itibariyle neden olduğu artış ise 3.850 Btep’dir. Hizmetler ve sanayi
sektörlerinin aksine tarım sektöründeki enerji tüketimi artışının asıl kaynağı
yoğunluk etkisidir. Yoğunluk etkisinin diğer sektörlerin aksine tarım sektöründe
tüketimi arttırıcıbir rol üstlendiği söylenebilir. 1973, 1974, 1975, 1979, 1990, 1992,
1995, 1996, 1998, 2003, 2009, 2010, 2012 ve 2013 yılları hariç pozitiftir. Tüm
dönem itibariyle sektörel enerji tüketimini 31 Btep düşürmüştür. Yapısal etkiye
bakılırsa, hizmetler ve sanayi sektörünün aksine tarım sektöründe enerji tüketimini
azaltıcı rol oynamıştır. Tüm dönem boyunca iseenerji tüketimini 2.806 Btep
düşürdüğü belirlenmiştir.
5. SONUÇ
Endüstri devriminden beri enerji, ekonomik kalkınma ve büyümenin önemli
kaynaklarından biri olmuştur. Dünya üzerinde insan yaşamı bir şekilde enerjiye
20
Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi
Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 1-27
bağımlıdır. Modern dünyada ulaştırmadan lojistiğe, iletişimden güvenliğe ve
sağlığa kadar tüm alanlar da enerji en önemli girdilerden biri olmuştur. Türkiye
gibi gelişmekte olan ülkeler söz konusu olunca enerjinin önemi daha da
artmaktadır. Çünkü 2013 yılı itibariyle dünya birincil enerji tüketiminin %56’sını
gelişmekte olan ülkeler gerçekleştirmiştir ve bu oranın önümüzdeki dönemlerde de
artması beklenmektedir. Enerji alanındaki pek çok çalışma göstermektedir ki
yeterli miktar ve kalitede enerjiye hem düşük maliyetlerle ulaşılmalı hem de bunun
çevreye verebileceği zarar minimize edilmelidir.
Ayrıştırma analizi sonuçları, sektörel enerji tüketimi ile üretim artışının
yakından ilerlediğini göstermektedir. Ekonomik kriz yılları hariç üretim arttıkça
kullanılan enerji miktarı artmaktadır. Çalışmada, çıktı etkisinin (tüketimdeki
toplam büyümenin %104’ü) Türkiye ekonomisindeki enerji tüketim artışının en
önemli nedeni olduğu tespit edilmiştir. Ekonomideki enerji yoğun sektörlerin
(çimento, kağıt, demir-çelik, rafineri) daha az enerji yoğun sektörlere göre (bilgi
teknolojileri, yazılım sanayi gibi) önemli bir yer tutmasından dolayı toplam etkiye
en büyük katkı çıktı etkisinden geldiği, diğer iki etkinin katkısının ise sınırlı kaldığı
görülmüştür. Ekonomik büyüme ile daha az enerji yoğun sektörlerin ve hizmetler
sektörünün milli gelir içindeki payının ve buna bağlı olarak yoğunluk etkisi ile
yapısal etkinin katkısının artması beklenmektedir. Diğer yandan çıktı etkisinin bu
derece etkin olması enerji arz güvenliği açısından risk oluşturmaktadır. Çünkü
Türkiye ekonomisinin dış enerji kaynaklarına bağımlılığı yüksektir. Enerji arzında
bir kesinti olduğu takdirde toplam çıktıda aksaklık meydana gelmesi kaçınılmazdır.
Bu bağlamda enerji politikalarında arz güvenliğine önem vermek, enerji
kaynaklarını ülke ve kaynak çeşidi bakımından zenginleştirmek önemlidir.
Ayrıştırma analizi sonuçlarına göre yoğunluk etkisinin tüm dönem boyunca iki
farklı eğilim izlediği tespit edilmiştir. 24 Ocak kararlarından önce artan
eğilimdeyken, 1980 sonrasında uygulamaya konulan yeni ekonomik programla
birlikte düşme eğilimine girmiştir. Tüm dönem sonunda ise enerji tüketimini 9683
Tep düşürmüştür. Bu eğilim Türkiye ekonomisinde sanayi ve hizmetler
sektörlerinde etkin enerji yönetiminden ve enerji verimliliği tekniklerinden
21
A.YILMAZ – S. Ü. KELLECİ – A. BOSTAN
yararlanıldığını göstermektedir. Türkiye buna rağmen enerji verimliliği ve enerji
yoğunluğunda Avrupa ülkelerinin gerisindedir. Enerji yoğunluğundaki düşüş
eğilimi de daha yavaştır. Bu yüzden Türkiye enerji koruma politikalarına ve enerji
verimliliği
tekniklerine
daha
çok
önem
vermelidir.
Özellikle
hizmetler
sektöründeulaşım modlarının dağılımında denge sağlanmalı ve maliyetler
düşürülmelidir. Halbuki karayolları, Türkiye’de ulaştırma sektöründe en büyük
paya sahiptir. Demiryollarının, havayollarının ve denizyollarının uzun yıllar ihmal
edilmesi neticesinde karayolları temel ulaşım tipi olmuştur. Karayollarının yolcu ve
yük taşımacılığındaki payı %90’ın üzerindedir.
Son olarak Türkiye ekonomisinde, bilgi teknolojileri gibi enerji yoğunluğu az
olan sektörlere önem verilmelidir.Böylelikle hem enerji talebi üzerindeki baskı
azalacak hem de daha az enerji kullanarak daha çok katma değer yaratılabilecektir.
Diğer yandan nihai kullanıcıların günlük hayatlarında enerji verimliliğine dikkat
etmeleri konusundaki bilinç arttırılmalıdır. Ayrıca, doğal gaz, petrol ve elektrik
dağıtım ve iletim sistemlerindeki kayıp ve kaçaklar mümkün olan en az orana
indirilmelivegerekli rehabilitasyon yatırımları yapılmalıdır. Enerjinin korunması ve
verimli kullanılmasında ısı ve güç-kojenerasyon sistemleri, merkezi ısınma, atık ısı
ve gaz geri dönüşümü gibi enerji tasarruf tekniklerine gerekli yatırımlar
yapılmalıdır.
Analiz sonuçları Türkiye ekonomisinde yapısal etkinin sanayi ve hizmetler
sektöründe enerji tüketimini arttırdığını, tarım sektöründe ise düşürdüğünü
göstermiştir. Nihai olarak toplamda enerji tüketimini 9.309 Btep arttırmıştır. Daha
önce de değinildiği gibi sanayi ve hizmetler sektörünün milli gelir içindeki payının
artması yapısal etkisini pozitife döndürmüş ve ilgili sektörlerde enerji tüketiminde
artışa yol açmıştır. Tersine tarım sektörünün milli gelir içindeki payının azalması
tarım sektöründe yapısal etkinin, enerji tüketiminde düşürücü etki göstermesine yol
açmıştır. Halbuki daha az enerji yoğun sektörlerin milli gelir içindeki payının
artarak yapısal etkinin enerji tüketiminde düşürücü etki göstermesi beklenir.
Örneğin gelişmekte olan ülkelerde ileri malzemeler sektörü veya bilgi teknolojileri
gibi enerji yoğunluğu az sektörlerin gelişimi gelişmiş ülkelerde olduğundan daha
22
Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi
Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 1-27
azdır. Böylelikle yapısal etki sadece enerji tüketimini düşürme eğilimi içine
girmeyecek aynı zamanda enerji yoğunluğu daha hızlı düşecektir.
1980 dönüşümünden sonra dışa açılmanın hızlanması, hızlı nüfus artışı ve artan
şehirleşme, ekonomik büyüme ve kalkınma gibi faktörlerin etkisiyle enerji
tüketiminin önemli derecede değişim gösterdiği belirlenmiştir. Halbuki çıktı etkisi
hala Türkiye ekonomisi enerji tüketim artışı üzerindeki en önemli faktördür ve
enerji yoğunluğundaki düşüş eğilimi gelişmiş ülkelerdeki kadar hızlı değildir.
Ayrıca Türkiye ekonomisinin dış enerji kaynaklarına bağımlılığı risk oluşturacak
kadar yüksektir. Bu yüzden Türkiye ekonomisi kendi enerji kaynaklarını
geliştirmeli, enerji arz güvenliğine daha çok önem vermeli, enerji yoğunluğu az
olan sektörlerin milli gelir içindeki payını arttırmalıdır. Ayrıca yeni enerji
santrallerine, dağıtım ve iletim şebekelerine, enerji üretimine daha çok yatırım
yapmalı, sahip olduğu zengin yenilenebilir enerji potansiyelinden daha fazla
yararlanmalıdır. Tüm bunların yanı sıra kullanıcılar enerji koruma politikaları ve
enerji verimliliği konusunda daha çok bilinçlendirmelidir.
KAYNAKÇA
ANG B.W., LIU F. L., CHUNG H. S. (2004), “A Generalized Fischer Index
Approach to Energy Decomposition Analysis”, Energy Economics 26, 757-763.
ANG B. W. (2004), “Decomposition Analysis for Policy Making in Energy:
Which Is Preferred Method?”, Energy Policy, Volume 32.
ANG B. W. (2005), “The LMDI Approach to Decomposition Analysis; A
Practical Guide?”, Energy Policy, Volume 33.
CORNILLIE J., FRANKHAUSER S. (2004), “The Energy Intensity of Transition
Countries”, Energy Economics 26 (2004), 283-295.
ÇINAR, S., YILMAZER, M. (2015), “Yenilenebilir Enerji Kaynaklarının
Belirleyicileri ve Ekonomik Büyüme İlişkisi: Gelişmekte Olan Ülkeler Örneği”,
Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, Cilt:30,
Sayı:1, Yıl:2015, ss. 55-78
DELLOITE (2010), Deloitte and Republic of Prime Ministry Investment Support
and Promotion Agency (August 2010), Turkish Energy Industry Report,
httpwww.invest.gov.tren-USinfocenterpublicationsDocuments
energy.industry.pdf.
23
A.YILMAZ – S. Ü. KELLECİ – A. BOSTAN
DTM-Dış Ticaret Müsteşarlığı (2006), Türkiye’de Enerji Üretim ve Tüketimi
http://www.dtm.gov.tr/dtmadmin/upload/EAD/KonjokturIzlemeDb/teut.doc
(07.10.2014).
EDIGER, V., AKAR S., UĞURLU B. (2006), Forecasting Production of Fosil Fuel
Sources, in Turkey Using a Comperative Regression and ARIMA Model, Energy
Policy 34 (2006), 3836-3846.
EDIGER V. HUVAZ Ö. (2006), Examining the Sectoral Energy Use in Turkish
Economy (1980–2000) With the Help of Decomposition Analysis, Energy
Conversation and Management, Volume 47.
ETKB (Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanlığı) Enerji Dengesi Tabloları, 1970-2013.
GRANEL, F. (2003), A Comperative Analysis of Index Decomposition Methods,
Master Thesis, National University of Singapore, Department of Industrial and
Systems Engineering, Singapore.
GREENING L.A., WILLIAM B.D., Schipper L., Khrushch M. (1997),
Comparison of Six Decomposition Methods: Application to Aggregate Energy
Intensity for Manufacturing in 10 OECD Countries, Energy Economics 19 (1997)
375-390.
JOBERT T., and KARANFİL, F. (2007) Sectoral Energy Consumption by Source
and Economic Growth: The case of Turkey, January 2007, Energy and
Environmental Modeling 2007 24000019, EcoMod.
KORKMAZ, Ö. ve DEVELİ A. (2012), Türkiye’de Birincil Enerji Kullanımı,
Üretimi ve Gayri Safi Yurt İçi Hasıla (GSYİH) Arasındaki İlişki, Dokuz Eylül
Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, Cilt:27, Sayı:2, Yıl:2012,
ss.1-25.
LISE W., and MONTFORT K., V. (2007) Energy Consumption and GDP in
Turkey: Is There a Co‐Integration Relationship?Energy Economics 29 (2007)
1166–1178.
MA C., STERN D. I. (2008), China’s Changing Energy Intensity Trend; A
Decomposition Analysis, Energy Economics 30 (2008) 1037–1053, Volume 30.
RME - Republic of Ministry of Economy, Turkey Economic Outlook,
http://www.tcp.gov.tr/english/turkey/pdfView.cfm?subID=2 (12.09.2015).
24
Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi
Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 1-27
STEENHOF, P. A. (2006), Decomposition of Electricity Demand in China’s
Industrial Sector, Science Direct Energy Economics, Energy Economics, Volume
28.
TPAO
(2010),
Oil
and
Natural
Gas
Sector
Report
2010
http://www.tpao.gov.tr/tpfilesuserfilesfilesCrude_Oil_and_Natural_Gas_Sector_R
eport-Updated.pdf, (22 Eylül 2014).
YILMAZ, M., and ATAK, M. (2010)Decomposition Analysis of Sectoral Energy
Consumption in Turkey, Energy Sources, Part B: Economics, Planning, and
Policy, 5:2, 224-231,DOI: 10.1080/15567240802533203.
ZAMANI, M. (2007) Energy Consumption and Economic Activities in Iran,
Energy Economics 29 (2007) 1135–1140.
25
Yapısal
Etki
435.37
737.42
79.83
-591.17
156.26
846.29
307.68
-197.73
1,280.01
235.43
725.64
558.08
386.64
-138.59
479.86
244.74
Çıktı
Etkisi
972.47
1,399.26
661.94
1,209.56
1,671.94
2,701.61
914.88
419.63
-159.94
-640.13
1,280.74
979.78
1,419.22
1,965.24
1,305.92
2,218.41
Yıllar
1971
1972
1973
1974
1975
1976
1977
1978
1979
1980
1981
1982
1983
1984
1985
1986
-816.14
-834.78
-411.65
-1,212.86
389.14
-1,955.38
1,628.71
-2,779.08
-375.90
996.43
-1,424.91
-126.21
491.60
487.22
-187.67
-665.83
Yoğunluk
Etkisi
1,647
951
1,415
593
1,927
51
1,224
-1,659
-154
2,219
2,123
1,702
1,11
1,229
1,949
742
Toplam Etki
26
2008
2007
2006
2005
2004
2003
2002
2001
2000
1999
1998
1997
1996
1995
1994
1993
Yıllar
Ek-1. Yıllar İtibariyle Enerji Tüketiminin Her Bir Etki Bazında Ayrıştırılması
502.98
3,457.07
4,723.69
5,457.93
5,803.08
3,091.36
3,349.63
-3,342.42
3,689.87
-1,840.36
1,675.82
3,942.78
3,436.78
3,211.86
-2,527.63
3,434.05
Çıktı
Etkisi
-61.85
404.64
294.40
305.58
342.58
293.39
-228.32
417.95
368.34
657.97
-583.16
858.00
-652.99
-78.91
298.32
-343.42
Yapısal
Etki
A.YILMAZ – S. Ü. KELLECİ – A. BOSTAN
-,538.12
1,178.28
-246.09
-4,090.51
-2,207.67
1,827.24
148.69
-2,304.54
2,456.79
-113.61
-2,327.66
-2,152.78
1,633.20
1,464.05
86.31
337.37
Yoğunluk
Etkisi
-3,097
5,04
4,772
1,673
3,938
5,212
3,27
-5,229
6,515
-1,296
-1,235
2,648
4,417
4,597
-2,143
3,428
Toplam Etki
538.24
226.68
225.47
-437.57
724.66
23.31
3,214.99
799.47
98.39
3,545.72
377.90
2,443.27
1987
1988
1989
1990
1991
1992
-1,134.59
-306.56
-2,085.15
488.14
249.85
150.77
1,332
796
1,023
812
1,276
3,904
27
2013
2012
2011
2010
2009
4,110.00
1,750.56
6,828.03
6,842.83
-3,750.07
63.89
-111.47
74.88
460.15
-317.06
-2,847.50
468.92
-4,304.91
-3,811.98
5,270.13
1,326
2,108
2,598
3,491
1,203
Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi
Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 1-27
Yayın Geliş Tarihi: 30.11.2015
Yayın Kabul Tarihi: 22.05.2016
Online Yayın Tarihi: 22.12.2016
Dokuz Eylül Üniversitesi
İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi
Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 29-58
Kredi Kanalı İle Aktarım: Bireysel Krediler Üzerine Bir
Uygulama
Oğuz KARA1 Neslihan Akın ÖZDEMİR2
Öz
Bu çalışmanın amacı, para politikalarının bireysel kredi arzı üzerindeki etkisini Türkiye
örnekleminden hareketle kamu ve özel bankalar düzeyinde analiz etmektir. Türkiye’de
faaliyet göstermekte olan kamu ve özel sermayeli mevduat banklarının tamamı analize
dahil edilerek 2003:01-2013:10 dönemini kapsayacak şekilde ARDL sınır testi ve VAR
metodolojisi ile analiz edilmiştir. Analiz sonuçlarına bağlı olarak kamu ve özel sermayeli
mevduat bankalarının kredi arzlarının para politikası aracı olan borç verme faiz
oranlarından uzun dönemde negatif yönde etkilendiği sonucuna ulaşılmıştır. Para politikası
değişimlerinin kamu bankalarının bireysel kredi arzlarında 9 ay gibi bir süre ile etki ettiği
bu sürenin özel sermayeli bankalarda daha kısa süreli olduğu görülmektedir.
Anahtar Kelimeler: Parasal Aktarım Mekanizması, Bireysel Kredi Kanalı, ARDL Sınır
Testi, VAR Analizi
JEL Sınıflandırma Kodları: E42, E44, E51, E52
Transmission Via The Credit Channel : An Application on
Individual Credits
Abstract
The aim of this study is to analyse the effects of the money policies on individual credit
supply on the level of private and public banks by considering the Turkey example. The
public and private deposit banks which are operating in Turkey completely included in the
analyse and, examined with ARDL bound test and VAR methodology covering the 2003:012013:10 period. Based on the results of the analysis, in longterm, it has been concluded
that credit supply of public and private capital deposit banks have been negatively affected
from lending interest rates as a monetary policy tool. It can be seen that the changes on the
monetary policies effect the credit supplies of public banks for 9 months period and that
duration is less on the private banks.
Keywords: Monetary Transfer Mechanism, IndividualCredit Channel, ARDL Bound Test,
VAR Analyse
JEL Classification Codes: E42, E44, E51, E52
1
Yrd. Doç. Dr., Düzce Üniversitesi, İşletme Fakültesi, İşletme Bölümü,
oguzkara@duzce.edu.tr
2
Neslihan AKIN ÖZDEMİR, Düzce Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, İşletme
ABD. Yüksek Lisans Öğrencisi , nes_kes@hotmail.com
O. KARA‐ N.A.ÖZDEMİR 1. GİRİŞ
Finansal sistemin gelişmesine bağlı olarak parasal aktarım mekanizmaları ve bu
mekanizmaların
reel
ekonomi
üzerindeki
etkilerinin
belirlenmesi
önem
kazanmıştır. Merkez bankaları açısından uygulanan politikaların ekonomi
üzerindeki etkilerini doğru değerlendirebilmek, etkin para politikası araçlarını
seçebilme ve hedefleri gerçekleştirme konusunda belirleyici bir rol oynamaktadır.
Parasal aktarım mekanizmaları, firma ve hane halkının tüketim kararları,
yatırım kararları ve finansal aracıları etkilemek suretiyle toplam talebi ve fiyatlar
genel düzeyini etkileyen para politikası kanallarıdır (Dabla vd,, 2006: 4). Bu
kanallar geleneksel faiz oranı kanalı, varlık fiyatları kanalı (hisse senedi kanalı ve
döviz kuru kanalı), kredi kanalı ve beklentiler kanalı olarak sıralanabilir (Mishkin,
2006:597-601).
Para
politikası
değişiklikleri,
özellikle
ticari
bankaların
kredi
arzını
etkilemektedir. Kredi arzındaki değişiklikler ise karar birimlerinin dış finansman
primi üzerinde belirleyici rol oynamaktadır. Banka kredi arzının herhangi bir
nedenle kesintiye uğraması halinde, bankaya bağımlı borçlular fon ihtiyaçlarını
karşılamak için yeni bir kreditör bulmak vb. maliyetlere katlanmak zorunda
kalmaktadırlar (Gündüz, 2001: 16).
Türkiye’de bankacılık sektörünün derinliği ve aracılık fonksiyonunun önemi,
banka
kredileri
kanalıyla
aktarım
mekanizmasının
incelenmesini
gerekli
kılmaktadır. Türkiye özelinde bireysel kredilerin artış oranı ve finansal istikrar
üzerindeki olası etkileri 2014 yılı başından itibaren önem kazanmıştır. Bu nedenle
TCMB tarafından alınan ihtiyati önlemler bireysel krediler üzerine yoğunlaşmıştır.
Parasal aktarım mekanizması konusunda yapılan teorik ve uygulamalı
çalışmaların büyük bir çoğunluğu, toplam banka kredileri büyüklüğünün ve bu
büyüklüğün reel ekonomi üzerindeki etkilerini incelenmesinden oluşmaktadır. Bu
çalışma, banka kredi kanalıyla parasal aktarım mekanizmasını daha spesifik bir
30 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi
Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 29-58
boyutta ele alarak yalnız bireysel kredi arzını ele almaktadır. Para politikası
araçlarından olan borç verme faiz oranındaki değişimlerin bankaların bireysel kredi
arzlarına etki edip etmediği, bu etkinin süresi ve kamu - özel banka ayrımının etkili
olup olmadığını belirlenerek literatürdeki uygulamalı çalışmalara katkı sağlamak
amaçlanmıştır. Uygulamalı literatür çalışmalarının çok büyük bir kısmının toplam
krediler veya ticari kredileri üzerinde yoğunlaşmış olması dikkate alındığında
çalışmanın uygulamalı literatürün çeşitliğini artırma konusunda katkı sağlayacağı
düşünülmektedir.
2.
TEORİK
ÇERÇEVE:
BANKA
KREDİLERİ
KANALI
İLE
AKTARIM
Kredi kanalı teorisi, para politikasının faiz oranları üzerindeki doğrudan etkisi
ile firmaların dış kaynak maliyeti ile iç kaynak maliyeti arasındaki fark olan dış
finansman
priminde
meydana
getireceği
endojen
değişikler
üzerine
yoğunlaşmaktadır. Dış finansman priminin büyüklüğü, borç verenlerin elde
edecekleri beklenen getiriler ile potansiyel borçluların katlanacakları maliyetler
arasında dengesizlik yaratarak, kredi piyasasında aksaklıklara yol açmaktadır.
Kredi kanalı yaklaşımına göre açık piyasa faiz oranlarını yükselten ya da düşüren
para politikasındaki bir değişim, dış finansman primini de aynı yönde değiştirme
eğilimindedir. Para politikasının dış finansman primi üzerindeki bu etkisinden
dolayı para politikasının borçlanma maliyeti üzerindeki etkisi ve sonuç olarak reel
harcamalar ve aktiviteler üzerindeki etkisi artmaktadır (Bernanke ve Gertler,
1995:27-28).
Merkez bankası tarafından alınan tedbirlerin, kredi piyasalarındaki dış
finansman primi üzerinde nasıl etkili olduğu iki olası mekanizma ile açıklanabilir.
Bunlardan ilki bilanço kanalı iken diğeri banka kredi kanalıdır. Bilanço kanalı; para
politikası değişikliklerinin borçluların net değer, nakit akışı ve likit varlıklar gibi
değişkenleri de içeren bilanço ve gelir tablosu üzerindeki olası etkilerini
açıklamaktadır. Banka kredi kanalı ise para politikası faaliyetlerinin bankaların
(mevduat olarak para yatırılabilen işletmeler) kredi arzı üzerindeki olası etkilerine
odaklanmaktadır (Bernanke ve Gertler, 1995:29).
31 O. KARA‐ N.A.ÖZDEMİR Parasal aktarımın banka kredi kanalı aşağıdaki gibi çalışmaktadır. Genişletici
para
politikası
banka
rezervleri
ve
mevduatlarını
artırarak
bankaların
verebilecekleri kredilerinin miktarını arttırır. Kredilerdeki bu artış ise başta yatırım
olmak üzere toplam harcamaları arttırmaktadır (Mishkin, 1996: 9).
↑→ ↑→ ↑→ ↑→ ↑
Banka kredi kanalının önemi iki faktöre göre belirlenir. Bunlar para
politikasının bankaların kredi arzını etkileme gücü ve borçluların banka kredilerine
bağımlılığıdır. Para politikasının bankaların kredi arzı üzerindeki etkisi bankacılık
sektörünün karakteristiğine bağlıdır. Zayıf bir bankacılık sistemine sahip olan ve
doğrudan sermaye erişimi zayıf olan ülkelerde para politikasındaki değişimlere
piyasa daha büyük hassasiyet göstermektedir. Buna karşılık büyük ölçekli ve
sağlıklı bankalara ve gelişmiş sermaye piyasalarına sahip ülkelerde ise para
politikasındaki değişikliklere piyasalar daha az duyarlıdırlar. Dolayısıyla banka
ölçeği, piyasa yoğunlaşması, sermaye büyüklüğü ve toplam aktifler arasındaki likit
aktiflerin payı para politikasının kredi arzı üzerindeki etkisini belirlemede önemli
değişkenlerdir.(Cecchetti, 1999:2; Juks, 2004:12). Düşük sermaye piyasası
kapitalizasyonu banka aktifleri ve kredileri ile kıyaslandığında daha yüksek banka
bağımlılığı ve daha güçlü banka kredi kanalı anlamına gelmektedir. (Benkovskis,
2008:7).
Banka kredi kanalını Bernanke ve Blinder’ın (1988) CC-LM modeli ile ifade
etmek mümkündür. Bernanke ve Blinder’in tam ikame ilişkisi ve kredi
tayınlamasını terk ederek geliştirdikleri modellerinde, para, tahvil ve kredi olmak
üzere üç varlık bulunur. Bu modelde IS eğrisinin yerini CC (mal ve kredi) eğrisi
almaktadır. CC eğrisi de IS eğrisi gibi negatif eğimlidir ancak IS eğrisinden farklı
olarak para politikası ve kredi piyasasındaki şoklar karşısında yer değiştirir. Bu
analizde IS-LM analizinden farklı olarak LM ile birlikte CC eğrisi de kaymakta ve
bunun sonucunda da para politikasının etkisi artmaktadır (Bernanke ve Blinder,
1988:436-437).
32 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi
Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 29-58
Şekil 1. Daraltıcı Para Politikası
Kaynak: Bajec ve Lambsdorff, 2006:5.
Yukarıdaki şekilde ekonomi başlangıçta A noktasında dengede iken daraltıcı bir
para politikası sonucunda CC0 eğrisi sola kayarak CC1 eğrisi halini, LM0 eğrisi de
aynı şekilde sola kayarak LM1 eğrisi halini alır. Bu durumda yeni denge noktası B
noktası olacaktır. Yeni denge noktasında GSYH ycc olacaktır. CC0 eğrisini IS eğrisi
olarak düşünürsek para politikasındaki değişiklik LM0 eğrisini şekilde sola
kaydırarak LM1 eğrisi halini almasını sağlayacak fakat IS eğrisinin yerini
değiştirmeyecektir. Bu durumda denge noktası, A noktasından C noktasına
kayacaktır. Yeni denge noktasında GSYH yıs kadar olacaktır. Sonuç olarak IS-LM
modeli ile kıyaslandığında daraltıcı bir para politikası neticesinde GSYH, IS-LM
modeline göre daha fazla azalmaktadır (Bajec ve Lambsdorff, 2006:4-5).
Kashyap ve Stein’e (1993:8-9) göre Bernanke ve Blinder tarafından geliştirilen
bu modelin parasal aktarım mekanizmasının kredi kanalı olarak geçerli olabilmesi
için aşağıdaki üç şartı taşıması gerekmektedir:

Bazı firmaların bilançolarının pasifinde yer alan aracılık kredileri ile açık
piyasa tahvilleri arasında tam ikame olmamalıdır. Böylece bu firmalar
33 O. KARA‐ N.A.ÖZDEMİR kamu sektöründe yer alan hane halkı sektöründen doğrudan borçlanarak
kredi arzında meydana gelebilecek bir azalmayı telafi edemeyeceklerdir.

Merkez bankası aracılık kredilerinin arzını, bankacılık sistemi içindeki
mevcut rezervlerin miktarını değiştirerek etkileyebilmelidir. Eğer bu şart
sağlanmazsa aracı kurumlar arbitraj yapacaklardır.

Fiyat yapışkanlığı olmalıdır. Eğer fiyat yapışkanlığı olmazsa nominal
rezervlerdeki değişiklik fiyatlarda da aynı oranda bir değişikliğe neden
olarak banka ve firmaların bilançolarında reel anlamda bir değişikliğe
neden olmaz. Bu durumda hem kredi kanalında hem de geleneksel para
kanalında para politikalarının reel bir etkisi olmayacaktır.
3. LİTERATÜR
Banka kredi kanalı ile parasal aktarım mekanizmasına yönelik olarak yerli ve
yabancı uygulamalı literatürde çok sayıda çalışma bulunmaktadır. Ancak bu
çalışmaların çok büyük bir kısmı para politikalarının bankaların toplam kredileri
veya ticari kredi arzları üzerindeki etkilerine yöneliktir. Farklı ülke ve ülke
gruplarına ait seçilmiş uygulamalı çalışmaların bir kısmı aşağıda sıralanmıştır.
Yabancı literatür incelendiğinde çalışmaların büyük bir kısmında banka kredi
kanalıyla aktarım mekanizmasının çalıştığı, para politikasının mevduat hacmini
daralttığı, bankaların kısa vadede mevduat hacmindeki azalmaya menkul kıymet
satarak tepki gösterdikleri bulgularına ulaşılmıştır (Bernanke ve Blinder 1992;
Hülsewig vd., 2001; Takeda vd., 2005; Alfaro vd., 2003; Westerlund 2003;
Holtemöller 2002; Ahmed ve Islam 2004; Hsing 2014; Fuinhas 2006;; Aban 2013;
Erdoğan ve Beşballı 2009; Sun vd., 2010; Juks 2004). Ayrıca çalışmaların büyük
bir kısmında likidite ve sermayesi düşük bankalar arasında kredi kanalı ile
aktarımın daha belirgin olduğu vurgulanmıştır.
Yerli literatür incelendiğinde daraltıcı para politikalarının bankaların kredi
arzlarını azalttığı ve bu azalmanın menkul kıymet portföylerine oranla daha
belirgin olduğu sonuçlarına ulaşılmıştır ( Gündüz, 2001; Cengiz ve Duman 2008;
34 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi
Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 29-58
Adanur Aklan ve Nargeleçekenler 2008; Erdoğan ve Beşballı, 2009; Alper ve
diğerleri 2012) Bunun yanı sıra Türkiye ekonomisi için banka kredi kanalının
varlığına ilişkin herhangi bir potansiyel bulguya ulaşılamadığına yönelik
çalışmalarda mevcuttur (Çavuşoğlu, 2002; Örnek 2009)
4. YÖNTEM
Kredi kanalıyla aktarım mekanizmasının hesaplanılmasına yönelik olarak teorik
ve uygulamalı literatürden hareketle iki alt model kurgulanmıştır. İlk modelde para
politikalarının kredi kanalıyla reel ekonomiye geçişini temsilen kamu bankaları
referans alınmış iken ikinci modelde söz konusu aktarımın özel sermayeli mevduat
bankaları üzerinden nasıl gerçekleşeceği kurgulanmıştır. İki model ile banka
kredileri kanalı ile aktarımın sürecinde, para politikalarının banka türleri üzerinde
farklı etkileri olup olmadığı belirlenmesi amaçlanmıştır. Kurgulanan modeller
aşağıdaki gibidir:
Ltkközel
Ltkkkamu
β
β
β1 Rt
β1 Rt
ε
(1)
ε
(2)
Yukarıda kurulan modeller ARDL sınır testi ve VAR sistem yaklaşımı
yöntemleri ile analiz edilmişlerdir. Söz konusu test yöntemlerinin temel çalışma
algoritmaları kısaca şu şekilde açıklanabilir.
Zaman serisi ekonometrisi yaklaşımında ele alınan modellerde değişkenlerin
durağan olduğu varsayılır. Bu, etkin ve tutarlı tahminler için gerekli bir
varsayımdır (Kara vd., 2012: 84). Zaman serilerinin ortalaması, varyansı ve
kovaryansı zamana bağlı olarak değişmemekle birlikte serinin dağılımı da zaman
içinde değişmiyorsa zaman serisi güçlü durağan olarak ifade edilir (Sevüktekin ve
Nargeleçekenler, 2007: 59).
Seriler arası uzun dönemli ilişkinin varlığını test etmek için geliştirilen Engle ve
Granger (1987) yöntemi ve Johansen ve Juselius (1990) koentegrasyon testinde
kullanılacak tüm serilerin aynı düzeyde durağan olmasını gerektirmektedir.
35 O. KARA‐ N.A.ÖZDEMİR Kullanılan seriler farklı durağanlık derecelerinde ise bu testler güvenirliğini
yitirmektedir (Özşahin, 2012:394).
Pesaran ve Shin (1995) ve Pesaran vd. (2001) bütünleşme dereceleri farklı olan
serilere koentegrasyon yönteminin uygulanabilmesine olanak sağlayan ARDL
yaklaşımını geliştirmişlerdir. Bu yaklaşım modeldeki serilerin I(2) olması dışında,
bütünüyle I(0) veya I(1) olup olmadığına bakılmaksızın uygulanabilmektedir.
Ayrıca, sınır testi küçük örneklemler için de oldukça etkindir (Altıntaş, 2013:273).
Sınır testi için Olağan En Küçük Kareler (OEKK) yöntemi ile bir kısıtlanmamış
hata düzeltme modelinin (Unrestricted Error Correction Model, UECM) tahmin
edilmesi gerekir (Uluyol vd., 2014:76). Bu mekanizmanın çalışmamızda kamu
sermayeli bankalara uyarlanmış şekli trendsiz (eşitlik 3) ve trendli (eşitlik 4)
olmak üzere aşağıdaki gibidir:
m
ΔLtkkkamut = β0 β1i ΔLtkkkamut-i
β2i ∆Rt-i
β3 Ltkkkamut-1
i=1
β4 Rt-1
(3)
ut
m
ΔLtkkkamut = β0 + β1
β2i ΔLtkkkamut-i
i=1
β4 Ltkkkamut-1
β5 Rt-1
β3i ∆Rt-i
(4)
ut
Yukarıdaki denklemlerde m optimum gecikme uzunluğunu ifade etmektedir.
Sınır testinin uygulanabilmesi için öncelikle, OEKK yöntemiyle yukarıda yer alan
UECM’ler tahmin edilirken gecikme uzunluğunun belirlenmesi gerekir (Şahinoğlu
vd., 2010:36). Ayrıca sınır testinin geçerliliği için hata terimleri arasında ardışık
bağımlılık olmaması gerekir (Pesaran vd., 2001:311).
Değişkenler arasındaki koentegrasyon ilişkisinin varlığını test etmek için
bağımsız ve bağımlı değişkenlerin tahmininde yer alan birinci dönem
gecikmelerine Wald testi uygulanır. Bu test için sıfır hipotezi
36 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi
Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 29-58
Eşitlik 3 için
0
(5)
Eşitlik 4 içinse
0
(6)
şeklinde kurulur. Wald testi sonucunda elde edilen F istatistiği Pesaran vd.
(2001) tarafından oluşturulan tablodaki alt ve üst kritik değerleri ile karşılaştırılır.
Hesaplanan F istatistiği kritik değerler arasında yer alıyorsa herhangi bir kesin
yorum yapılamaz. Eğer hesaplanan F istatistiği kritik alt sınır değerinden küçükse
değişkenler arasında uzun dönemli bir ilişkinin olmadığını ifade eden sıfır hipotezi
reddedilemez..Son olarak, hesaplanan F istatistiği kritik üst sınır değerinden
büyükse sıfır hipotezi reddedilerek değişkenler arasında uzun dönemli bir ilişkinin
varlığı kabul edilir (İrhan vd., 2011:52).
Değişkenler arasında koentegrasyon ilişki tespit edilirse uzun ve kısa dönemli
ilişkileri belirlemek için ARDL modeli kurulmaktadır (Uluyol vd., 2014:77).
Çalışmamıza uyarlanmış uzun dönem denklemleri aşağıdaki gibidir:
Eşitlik 3 için Uzun Dönem Denklemi
m
Ltkkkamut = β0 +
n
β1i Ltkkkamut-i
i=1
β2i Rt-i
ut
(7)
i=0
Eşitlik 4 için Uzun Dönem Denklemi
m
Ltkkkamut = β0 + β1 β2i Ltkkkamut-i
β3i Rt-i
ut
(8)
i=1
ARDL yönteminde uzun dönemli katsayıların tahmininde (p+1)k sayıda
regresyon her bir değişkenin optimal gecikme uzunluğunun belirlenmesi için
tahmin edilir. Burada p maksimum gecikme uzunluğunu k ise denklemdeki
değişken sayısını göstermektedir (Hossain, 2008:307). Kısa dönem dinamiklerinin
37 O. KARA‐ N.A.ÖZDEMİR ARDL özellikleri ise aşağıdaki biçimde bir hata düzeltme modeli oluşturularak
elde edilebilir (Duasa, 2007:26):
Eşitlik 3 İçin Hata Düzeltme Denklemi
m
ΔLtkkkamut = β0 + β1 ECMt-1
n
β2i ΔLtkkkamut-i
i=1
β3i ΔRt-i
ut
(9)
i=0
Eşitlik 4 İçin Hata Düzeltme Denklemi
m
ΔLtkkkamut = β0 + β1
β2 ECMt-1
β3i ΔLtkkkamut-i
i=1
β4i ∆ Rt-i
(10)
ut
Eşitlik 3 ve 4 için hata düzeltme denklemlerinde yer alan ECMt-1 değişkeni
uzun dönem ilişkisinden elde edilen hata terimlerinin bir dönem gecikmeli
değeridir. Bu değişkenin katsayısının negatif olması beklenir. (Hasan ve Nasir,
2008:510; Budha, 2012:4).
ARDL modelinin uygunluğunu belirlemek için tanısal testler ve istikrar testleri
yapılır. Bu tanısal testlerle modelle ilgili otokorelasyon, fonksiyonel biçim,
normallik ve değişen varyans durumu incelenir. İstikrar testleri ardışık hataların
kümülatif toplamı (CUSUM) ve ardışık hata karelerinin kümülatif toplamı
(CUSUMQ) kullanılarak yapılır (Shahbaz vd., 2008:188; Ghafoor vd., 2014:90).
Modelde kullanılan diğer bir yöntemde VAR analizidir. İktisadi değişkenler,
karşılıklı olarak sürekli bir etkileşim halinde olduklarından değişkenleri tek
denklemli modellerle incelemek yeterli olmayabilir. Bu durum değişkenlerin eş
anlı denklem sistemleri ile incelenmesi gereğini ortaya koymaktadır (Bozkurt,
2013:77).Fakat eşanlı denklemlerde, içsel-dışsal değişken problemi yaşanmaktadır.
Sims (1980) tarafından geliştirilen VAR modelleri, bu problemi ortadan
kaldırmaktadır (Keating, 1990’dan aktaran: Göçer, 2013:228).
38 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi
Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 29-58
VAR modeli, kesin bir biçimde içsel ve dışsal değişken ayrımı yapmadan
seçilen tüm değişkenleri birlikte ele alarak bir sistem bütünlüğü içinde inceler
(Özgen ve Güloğlu, 2004:95).
İki değişkenli standart bir VAR modeli aşağıdaki gibidir;
p
p
yt = α1 +
β1i yt-i
i=1
i=1
p
p
xt = Υ1 +
β2i xt-i
υ1t
(11)
δ2i xt-i
υ2t
(12)
δ1i yt-i
i=1
i=1
Yukarıdaki denklemlerde xtve yt birbiriyle etkileşimli değişkenleri, p gecikme
uzunluklarını,
ise ortalaması sıfır, oto korelasyonsuz ve varyansları sabit, normal
dağılıma sahip rassal hata terimlerini ifade etmektedir (Çelik vd., 2013:172).
Değişkenler arasında uzun dönemde anlamlı bir ilişkisinin olup olmadığı
koentegrasyon testi ile incelenmektedir. Johansen (1988) ve Johansen-Juselius
(1990) tarafından geliştirilmiş olan Johansen koentegrasyon analizi aynı dereceden
durağan olan serilerin denklem sistemi, sistem içindeki her değişkenin düzey ve
gecikmeli değerlerinin yer aldığı VAR analizine dayanmaktadır (Tarı ve Yıldırım,
2009:100; Sandalcılar, 2012:7-8).
Seriler arasında uzun dönemli bir ilişki tespit edildikten sonra kısa dönemli bir
ilişkinin var olup olmadığı Granger nedensellik testiyle incelenebilir (Mucuk ve
Alptekin, 2008:167). Bu test aşağıdaki gibi bir VAR modelinin tahminine
dayanmaktadır (Şentürk ve Dücan, 2014:73).
n
Yt = α0 +
m
ai Yt-i
i=1
j=1
n
m
Xt = β0 +
ci Xt-i
i=1
j=1
39 bj Xt-j
εt
(13)
dj Yt-j
μt
(14)
O. KARA‐ N.A.ÖZDEMİR Burada α0 ve β0 parametreleri sabit terimleri ifade etmektedir. Nedensellik,
yukarıdaki eşitliklerin tahmin edilmesi ve aşağıdaki sıfır hipotezinin alternatif
hipotez karşısında test edilmesiyle belirlenebilir (Afzal ve Hussain, 2010:135).
H0
j
dj
0
(15)
H1
bj
dj
0
(16)
Yukarıdaki eşitliklerin kullanılmasıyla üç çeşit nedensellik ilişkisi ortaya
çıkabilir: Eğer bj ya da dj istatistiki olarak anlamlıysa X’den Y’ye ya da Y’den X’e
doğru tek yönlü nedensellik vardır. Eğer hem bj hem de dj istatistiki olarak
anlamlıysa iki yönlü nedensellik vardır. Eğer hem bj hem de dj istatistiki olarak
anlamlı değilse X ve Y birbirinin nedeni değildir sonucuna ulaşılır (Afzal ve
Hussain, 2010:135).
5. VERİ SETİ VE TANIMLARI
Banka kredi kanalı ile aktarım mekanizmasını ölçmeye yönelik olarak kamu ve
özel bankaların bireysel kredi arzları değişkenleri ve TCMB gecelik borç verme
faiz oranı değişkenleri kullanılmıştır. Tüm değişkenleri ikincil veri tabanı
kullanılarak elde edilmiştir. Çalışmada kullanılan değişken tanımları şu şekilde
ifade edilebilir.
Kamu bankalarının verdiği bireysel krediler (Ltkkamu) ve Özel bankalarının
verdiği bireysel krediler (Ltközel) değişkeni tüketici kredileri (dövize endeksli
tüketici kredileri dahil) ile bireysel kredi kartları toplanarak elde edilmiştir.
Tüketici kredilerinin içinde taşıt, konut, ihtiyaç ve diğer tüketici kredileri yer
almaktadır. Bireysel krediler değişkeni BDDK interaktif bülteninden, ve TÜİK
banka istatistiklerinden elde edilmiştir. Bireysel krediler TÜFE (Tüketici Fiyat
Endeksi) endeksi ile reel hale dönüştürülmüştür. TÜFE endeksi TÜİK (Türkiye
İstatistik Kurumu)’ten elde edilmiştir.
40 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi
Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 29-58
Çalışmada kullanılan bir değişken TCMB gecelik borç verme faiz oranı (R)
(üst limit) değişkenidir. Borç verme faiz oranı nominal değişken olup para
politikası araç değişkeni olarak seçilmiştir. Gecelik borç verme faiz oranı değişkeni
Kalkınma Bakanlığı istatistiklerinden ve TCMB istatistiklerinden elde edilmiştir.
Değişkenler kamu ve özel sermayeli mevduat bankaları için 2003:01 – 2013:10
dönemi aylık verilerini kapsamaktadır. İnceleme dönemi aralığı söz konusu veri
setinin yayınlanma süreleri referans alınarak belirlenmiştir. Bireysel kredi ve borç
verme faiz oranı değişkenlerin zaman içerisindeki yapısal kırılmaları Bai-Perron
Multiple breakpoint testi ile tespit edilmiş ve analiz aşamasında kırılma
dönemlerini dikkate alan kukla değişkenler eklenmiştir. Her bir kırlma dönemini
gösterek kukla değişkenler kırılma öncesi 0 kırılma sonraı1 olacak şekilde modele
dahil edilmiştir.
6. UYGULAMA SONUÇLARI
Banka kredileri kanalıyla aktarım mekanizması çerçevesinde kamu ve özel
sermayeli mevduat bankalarının bireysel kredi arzları ile para politikası
değişiklikleri arasındaki ilişkiyi belirlemeye yönelik kurgulanan iki model VAR ve
ARDL sınır testi yaklaşımlarıyla analiz edilmiştir. Kamu ve özel sermayeli
mevduat bankalarına ilişkin analiz sonuçları aşağıda ayrı ayrı raporlanmıştır.
6.1. Kamu Sermayeli Mevduat Bankalarına İlişkin Uygulama Sonuçları
Merkez bankası borç verme faiz oranı ile kamu sermayeli mevduat bankalarının
bireysel kredileri arasındaki ilişki belirlenmeden önce serilerin durağan olup
olmadıkları araştırılmıştır. Kullanılacak değişkenlerin durağanlık durumlarının
incelenmesi için ADF birim kök testi kullanılmış olup test sonuçları aşağıdaki
tabloda gösterilmiştir.
41 O. KARA‐ N.A.ÖZDEMİR Tablo 1. Kamu Sermayeli Mevduat Bankaları İçin ADF Birim Kök Testi Sonuçları
ADF- t istatistiği
(Düzey)
Trendsiz
Trendli
-4.1141
-3.13059
(4)
(4)
-4.37687
-4.153003
(1)
(1)
-3.48331
-4.03311
Değişkenler
Ltkkkamu
R
Anlamlılık
Düzeyi
1%
ADF- t istatistiği
(Birinci Fark)
Trendsiz
Trendli
-4.090418 -5.33752
(3)
(3)
-7.58184 -8.08888
(0)
(0)
-3.483312 -4.03311
Bütünleşme
Dereceleri
I(1)
I(0)
5%
-2.88467
-3.44617 -2.884665 -3.44617
10%
-2.57918
-3.14805
-2.57918 -3.14805
Not: Parantez içindeki değerler AIC’ye göre belirlenen optimal gecikme uzunluklarıdır.
Tablo 1’de görüldüğü üzere Ltkkkamu değişkeni birinci dereceden I(1)
bütünleşikken R ise sıfırıncı dereceden I(0) bütünleşiktir. Seriler aynı dereceden
durağan olmadıklarından koentegrasyon ilişkisi için Pesaran vd. (2001) tarafından
geliştirilen ARDL sınır testi yaklaşımı kullanılmıştır.
ARDL denklemi kurulmadan önce Kamu sermayeli mevduat bankaları için
kurulan modelin SIC’e göre uygun gecikme uzunluğu 1 olarak belirlenmiştir. Bu
gecikme uzunluğunda % 5 anlamlılık düzeyinde otokorelasyona (Breusch-Godfrey
Otokorelasyon
testine
göre)
rastlanmamıştır.
Uygun
gecikme
uzunluğu
belirlendikten sonra sınır testi yaklaşımıyla değişkenler arasındaki koentegrasyon
ilişkisi araştırılmıştır
Tablo 2. Kamu Sermayeli Mevduat Bankaları İçin Eşitlik 4’e Ait Sınır Testi Sonuçları
K
F İstatistiği
%10 Anlamlılık Düzeyi İçin Kritik Değerler
Alt Sınır
Üst Sınır
1
6.804012
5.59
6.26
Not: k Modeldeki bağımsız değişken sayısıdır. Kritik değerler Pesaran vd. (2001)’deki
Tablo C1(v) Case V’den alınmıştır.
Tablo 2’de görüldüğü üzere hesaplanan F istatistiği %10 anlamlılık düzeyinde
Pesaran’ın üst kritik değerini aştığı için değişkenler arasında koentegrasyon
ilişkisinin varlığı tespit edilmiştir. Değişkenler arasındaki koentegrasyon ilişkileri
42 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi
Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 29-58
tespit edildiği için uzun ve kısa dönem ilişkilerin belirlenmesi için ARDL modeli
kurulmuştur. Değişkenler arasındaki uzun dönem ilişkinin incelenmesi için kurulan
ARDL model sonuçları aşağıdaki gibidir.
Tablo 3. Kamu Sermayeli Mevduat Bankaları İçin Eşitlik 4’ün ARDL(5,7,6) Tahmin
Sonuçları
Değişkenler
Tahmin Edilen
Katsayı
Standart Hata
t İstatistiği
Olasılık
Ltkkkamu 1(-1)
1.1905
0.096025
12.3975
0.000
Ltkkkamu 1(-2)
-0.010151
0.13115
-0.774
0.441
Ltkkkamu 1(-3)
-0.087579
0.13083
-0.6694
0.505
Ltkkkamu 1(-4)
-0.32115
0.13104
-2.4507
0.016
Ltkkkamu 1(-5)
0.21853
0.082403
2.652
0.009
R
1.0743
0.24476
4.3892
0.000
R(-1)
-0.71006
0.42233
-1.6813
0.096
R(-2)
-0.62098
0.4734
-1.3117
0.193
R(-3)
-0.3637
0.47026
-0.77341
0.441
R(-4)
0.71049
0.44065
1.6124
0.11
R(-5)
0.65292
0.43645
1.496
0.138
R(-6)
-1.9861
0.44911
-4.4224
0.000
R(-7)
1.0395
0.31542
3.2955
0.001
RD2
-0.19956
0.13816
-1.4445
0.152
RD2(-1)
0.11511
0.17281
0.66609
0.507
RD2(-2)
0.27013
0.17024
1.5867
0.116
RD2(-3)
-0.13668
0.16712
-0.81787
0.415
RD2(-4)
-0.23442
0.16625
-1.41
0.162
RD2(-5)
0.56973
0.16766
3.3981
0.001
RD2(-6)
-0.24164
0.13072
-1.8485
0.068
C
0.43847
0.14133
3.1024
0.003
T
0.001412
4.86E-04
2.9064
0.005
43 O. KARA‐ N.A.ÖZDEMİR Tanısal Test Sonuçları
R2
0.99931
DW
R¯2
0.99916
Ardışık Bağımlılık
S.E
0.020473
RamseyReset
AIC
279.1406
Normallik
F(21,95)
6545
Değişen Varyans
2.0705
9.7018
[0.642]
2.1069
[0.147]
278.605
[0.000]
2.2756
[0.131]
Yukarıdaki ARDL modelinde değişen varyans sorunuyla karşılaşılmış ve bu
sorun RD2 değişkeninin modele eklenmesiyle çözülmüştür. RD2 kukla değişken
olup çoklu yapısal kırılma testi sonucunda belirlenen (2003:01-2006:06 ayları için
0, 2006:07-2013:10 ayları içinse 1) değerlerini almaktadır. RD2 ise D2 kukla
değişkeninin faiz oranı değişkeni olan R ile çarpılmasıyla elde edilmiştir.
Yapısal kırılma hakkında bilgi edinmek için CUSUM ve CUSUM Q
grafiklerine başvurulmuştur.
44 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi
Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 29-58
Şekil 2. ARDL(5,7,6) Modelinin Yapısal Kırılmalarına İlişkin CUSUM Grafikleri
Şekil 2’de Cusum ve CusumQ grafiklerinin istatistikleri % 5 anlamlılık
seviyesinin kritik sınırları içinde kalmaktadır. CusumQ grafiğinde çok ufak bir
sapma gözlenmekle birlikte seri güven aralığına dönme eğiliminde olduğundan bu
sapma göz ardı edilebilir düzeyde olduğu anlaşılmaktadır. Değişkenlerde bir
kırılma gözlenmemesi nedeniyle model, kırılmayı ifade eden herhangi bir yapay
değişken kullanılmadan tahmin edilecektir.
Tablo 3’te yer alan ARDL (5,7,6) modelinin tahmin sonuçlarına göre
hesaplanan uzun dönem katsayılarına Tablo 4’da yer verilmiştir.
Tablo 4’daki sonuçlar faiz oranı ile kamu sermayeli mevduat bankalarının
verdiği bireysel krediler arasında uzun dönemde anlamlı bir ilişki olduğu
göstermektedir. Faiz oranı değişkeninin katsayısı negatif işaretli ve istatistiksel
olarak anlamlıdır.
Tablo 4. Kamu Sermayeli Mevduat Bankaları İçin Eşitlik 4’e Göre Faiz Oranı Üzerindeki
Artışın Bireysel Krediler Üzerine Uzun Dönem Etkileri
Değişkenler
Uzun Dönem Katsayısı
Standart Hata
t İstatistiği
Olasılık
R
-2.0125
0.87995
-2.2870
0.024
RD2
1.4093
0.39546
3.5638
0.001
C
4.3312
0.21399
20.2406
0.000
T
0.013948
0.0015261
9.1398
0.000
45 O. KARA‐ N.A.ÖZDEMİR Değişkenler arasındaki kısa dönemli ilişkinin araştırılması için ARDL
yaklaşımına dayalı hata düzeltme modeli sonuçları aşağıdaki gibidir:
Tablo 5. Kamu Sermayeli Mevduat Bankaları İçin Eşitlik 4’e Göre Faiz Oranı Üzerindeki
Artışın Bireysel Krediler Üzerine Kısa Dönem Etkileri
Değişkenler
Kısa Dönem Katsayısı
Standart Hata
t İstatistiği
Olasılık
Δ Ltkkkamu 11
0.29171
0.085017
3.4312
0.001
Δ Ltkkkamu 12
0.1902
0.083304
2.2832
0.025
Δ Ltkkkamu 13
0.10262
0.086104
1.1918
0.236
Δ Ltkkkamu 14
-0.21853
0.082403
-2.652
0.009
ΔR
1.0743
0.24476
4.3892
0.000
ΔR1
0.56795
0.35409
1.6039
0.112
ΔR2
-0.053032
0.35154
-0.15086
0.88
ΔR3
-0.41674
0.34305
-1.2148
0.227
ΔR4
0.29376
0.315
0.93255
0.353
ΔR5
0.94667
0.31047
3.0491
0.003
ΔR6
-1.0395
0.31542
-3.2955
0.001
ΔRD2
-0.19956
0.13816
-1.4445
0.152
ΔRD21
-0.22713
0.14259
-1.5929
0.114
ΔRD22
0.043004
0.14164
0.30362
0.762
ΔRD23
-0.093681
0.13409
-0.69866
0.486
ΔRD24
-0.3281
0.12998
-2.5241
0.013
ΔRD25
0.24164
0.13072
1.8485
0.068
ΔC
0.43847
0.14133
3.1024
0.003
ΔT
0.001412
4.86E-04
2.9064
0.005
ecm(-1)
-0.10123
0.03266
-3.0997
0.003
ecm = Ltkkkamu1 + 2.0125*R -1.4093*RD2 -4.3312*C -.013948*T
R2
0.6255
AIC
279.1406
R¯2
0.54272
F(19,97)
8.3513
S.E
0.020473
DW
2.0705
Tablo 5’de hata düzeltme teriminin (ecm) işareti beklendiği gibi negatif ve
istatistiksel olarak anlamlı çıkmış olup çok yüksek bir değere sahip değildir. Kamu
46 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi
Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 29-58
sermayeli mevduat bankaları için eşitlik 4’e göre, faiz oranın %1’lik artışı kamu
sermayeli mevduat bankalarının verdiği bireysel kredileri bir önceki dönemin
dengeden uzak değerinin %10.123’ü ölçüsünde dengeye yaklaştıracaktır.
Eşitlik 4’te 1 / 0.10123= 9.8784 sonucu değerlendirildiğinde herhangi bir
dengeden sapma durumunun yaklaşık 10 ay gibi bir süre sonra düzelebileceğini
söylemek mümkündür. Bu sonuçlara göre Merkez Bankası’nın belirlediği borç
verme faiz oranları ile kamu sermayeli mevduat bankalarının verdiği bireysel
krediler arasında negatif yönlü bir ilişki olduğu sonucuna ulaşılmıştır.
6.2. Özel Sermayeli Mevduat Bankalarına İlişkin Uygulama Sonuçları
Çalışmada kullanılan zaman serilerinin durağanlık sınamaları Dickey ve Fuller
(1981) tarafından geliştirilen ADF birim kök testi ile yapılmıştır.
Tablo 6. Özel Sermayeli Mevduat Bankaları İçin ADF Birim Kök Testi Sonuçları
ADF- t istatistiği
ADF- t istatistiği
(Düzey)
(Birinci Fark)
Değişkenler
Ltkközel
R
Anlamlılık
Düzeyi
Trendsiz
Trendli
-4.40255 (2)
-3.972 (1)
Trendsiz
Bütünleşme
Dereceleri
Trendli
-3.10061 (2) -3.98025 (2)
I(0)
-4.37687 (1) -4.153003 (1) -7.58184 (0) -8.08888 (0)
I(0)
1%
-3.48245
-4.031
-3.48288
-4.0325
5%
-2.88429
-3.445
-2.88448
-3.44588
10%
-2.57898
-3.148
-2.57908
-3.14788
Not: Parantez içindeki değerler AIC’ye göre belirlenen optimal gecikme uzunluklarıdır.
Özel sermayeli mevduat bankaları için her bir değişkene ait bütünleşme
dereceleri ve birim kök test değerleri Tablo 6’de yer almaktadır. Her iki değişken
sıfırıncı dereceden I(0) bütünleşiktir. Bu nedenle ikinci modelde söz konusu
değişkenler
arasındaki
ilişkiyi
belirlemek
için
Johansen
koentegrasyon
metodolojisi kullanılmıştır.
VAR modelinin tahmin edilebilmesi için önce modelin optimal gecikme
uzunluğunun 2 olduğuna karar verilmiştir. 2 gecikmeli VAR modeli tahmin
47 O. KARA‐ N.A.ÖZDEMİR edilerek modelin istikrarlı olup olmadığı birim çember analizi çerçevesinde
değerlendirilmiştir. Elde edilen sonuç Şekil 3’te gösterilmektedir.
1.5
1.0
0.5
0.0
-0.5
-1.0
-1.5
-1.5
-1.0
-0.5
0.0
0.5
1.0
1.5
Şekil 3. AR Karakteristik Polinomun Ters Köklerinin Birim Çember İçerisindeki Konumu
AR karakteristik polinomunun ters köklerinin hiçbirinin birim çember dışında
yer almaması kurulan VAR modelinin durağanlık açısından herhangi bir sorun
taşımadığını göstermektedir. Değişkenler arasındaki koentegrasyon ilişkisi
Johensen koentegrasyon testi belirlenmiştir.
Tablo 7. Johansen Koentegrasyon Testi Sonuçları
Kısıtlanmamış CointegrationRank Test (Trace)
Hipotez
Özdeğer
Trace
(İz)İstatistiği
0.05 Kritik Değer
Mac Kinnon Olasılık
r≤0
0.290681
52.49626
25.87211
0.0000
r≤1
0.067519
8.878148
12.51798
0.1880
Ltkközel, R
Tablo 7 incelendiğinde modelde trace (iz) istatistik değeri kritik değerden
(52.49626>25.87211) büyük olduğundan değişkenler arasında bir koentegre edici
vektör bulunmuştur. Elde edilen sonuçlara göre %5 anlamlılık düzeyinde borç
verme faiz oranı ile özel bankaların bireysel kredileri arasında uzun dönemli bir
ilişkinin var olduğu görülmektedir.
48 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi
Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 29-58
Seriler arasında uzun dönemli bir ilişki tespit edildikten sonra kısa dönemli
ilişkiyi incelemek için Granger nedensellik analizine başvurulmuştur. Tablo 8’de
Granger nedensellik analizi sonuçları gösterilmektedir.
Tablo 8. Granger Nedensellik Analizi Sonuçları
Granger Nedensellik Testi
Nedenselliğin Yönü
Gözlem
Faiz Oranı, Bireysel Kredilerin
Nedeni Değildir
Bireysel Krediler, Faiz Oranının
Nedeni Değildir
128
F
İstatistiği
Olasılık
Karar
2.88962
0.0594
Reddedilmiştir
0.40888
0.6653
Reddedilemez
Tablo 8’daki sonuçlar incelendiğinde borç verme faiz oranından bireysel
kredilere doğru tek yönlü bir nedensellik ilişkisi tespit edilmiştir. Diğer bir ifadeyle
faiz oranındaki değişimler bireysel kredileri etkilemektedir.
Borç verme faiz oranına verilen bir standart hatalık şoka karşın bireysel
kredilerin verdiği tepki ile bireysel kredilere verilen bir standart hatalık şoka karşın
borç verme faiz oranın verdiği tepkiyi belirlemek üzere etki–tepki fonksiyonları
kullanılmıştır. Etki-tepki analizlerine ilişkin sonuçlar aşağıda Şekil 4’te
gösterilmektedir.
Şekil 4. Etki-Tepki Analiz Sonuçları
Faiz oranlarındaki bir birimlik şoka bireysel kredilerin vereceği tepki etkisini
ikinci aydan itibaren negatif yönlü olarak göstermektedir. Ayrıca faiz oranlarındaki
bir birimlik sistematik şokun bireysel krediler üzerindeki etkisinin kalıcı olduğu
görülmektedir. Bu sonuç parasal aktarım mekanizmasının da geçerli olduğunu
49 O. KARA‐ N.A.ÖZDEMİR göstermektedir. Buna karşılık bireysel kredilerdeki bir birimlik şokun faiz oranları
üzerinde yapısal bir etkisinin olmadığı gözlenmektedir.
Etki-Tepki analizinden sonra varyans ayrıştırmasına ilişkin sonuçlar Tablo 9’de
yer almaktadır.
Tablo 9. Varyans Ayrıştırma Sonuçları
Bireysel Krediler Değişkeni İçin Varyans Ayrıştırması
Period
Standart Hata
Ltkközel
R
1
0.019682
1.000.000
0
2
0.032581
9.996.802
0.031982
3
0.042619
9.977.684
0.223157
4
0.05063
9.933.493
0.665072
5
0.057231
9.861.342
1.386.584
6
0.062837
9.762.547
2.374.530
Faiz Oranı Değişkeni İçin Varyans Ayrıştırması
Period
Standart Hata
LTKKözel
R
1
0.009455
1.175.260
9.882.474
2
0.014945
0.615317
9.938.468
3
0.018983
0.390705
9.960.930
4
0.02208
0.288806
9.971.119
5
0.024537
0.234966
9.976.503
6
0.026536
0.202253
9.979.775
Varyans ayrıştırma tablosu incelendiğinde bireysel krediler değişkeninin
varyansının önemli bir kısmı kendisi tarafından açıklanmaktadır. Bireysel
kredilerdeki değişimin 1. dönemde % 100’ü kendisinden kaynaklanmakta iken bu
etki ilerleyen dönemlerde giderek azalmıştır. 10. döneme gelindiğinde bireysel
kredilerdeki değişimin %91.78020’si kendisinden kaynaklanırken %8.219796’sı
ise faiz oranından kaynaklanmaktadır. Bireysel kredilerdeki değişmenin özellikle
4. dönemden sonra çok büyük ölçüde olmasa da faiz oranı değişkeninden
etkilenmeye başlanmış olup, bu etkinin derecesinin ilerleyen dönemlerde giderek
arttığı gözlenmiştir. Faiz oranlarındaki değişmenin tamamına yakın kısmının
50 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi
Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 29-58
kendisi tarafından açıklandığı söylenebilir. 1. dönemden sonra %99 seviyelerinde
sabitlenmiş olup giderek artmaktadır. Yani bu değişkenin dışsal bir değişken
olduğunu söylemek mümkündür.
7. SONUÇ VE ÖNERİLER
Türkiye’de banka kredi kanalı ile aktarım mekanizmasının bireysel krediler
özelinde geçerli olduğu kamu ve özel sermayeli mevduat bankaları örnekleminden
hareketle belirlenmiştir.
Merkez bankası gecelik borç verme faiz oranı ile kamu sermayeli mevduat
bankalarının verdikleri bireysel krediler arasında uzun dönemde anlamlı bir ilişki
olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Ayrıca faiz oranı değişkeninin teorik ve uygulamalı
literatür sonuçlarıyla uyumlu olacak şekilde bankaların bireysel kredi arzları ile
negatif yönde etkileşim halinde oldukları tespit edilmiştir. Kamu sermayeli
mevduat bankalarına ilişkin modelin kısa dönem analiz sonuçları incelendiğinde
ise hata düzeltme terimlerinin (ECM) işareti beklendiği gibi negatif ve istatistiksel
olarak anlamlıdır. Kamu sermayeli mevduat bankaları için herhangi bir dengeden
sapma durumu 9 ay gibi bir süre sonra düzelebilmektedir.
Özel sermayeli mevduat bankaları incelendiğinde, borç verme faiz oranı ile özel
sermayeli mevduat bankalarının bireysel kredi arzları arasında uzun dönemli bir
ilişkinin olduğu sonucuna varılmıştır. Granger nedensellik analizi sonuçlarına göre
borç verme faiz oranından bireysel kredilere doğru tek yönlü bir nedensellik ilişkisi
tespit edilmiştir. Diğer bir ifadeyle faiz oranındaki değişimler bireysel kredileri
etkilediği görülmüştür. Faiz oranlarındaki bir birimlik şoka bireysel kredilerin
vereceği tepki, etkisini ikinci aydan itibaren negatif yönlü olarak göstermektedir.
Ayrıca faiz oranlarındaki bir birimlik sistematik şokun bireysel krediler üzerindeki
etkisinin kalıcı olduğu görülmektedir. Buna karşılık bireysel kredilerdeki bir
birimlik şokun faiz oranları üzerinde yapısal bir etkisinin olmadığı gözlenmiştir.
Bireysel kredilerdeki değişmenin özellikle 4. dönemden sonra çok büyük ölçüde
olmasa da faiz oranı değişkeninden etkilenmeye başlanmış olup bu etkinin
51 O. KARA‐ N.A.ÖZDEMİR derecesinin ilerleyen dönemlerde giderek arttığı gözlenmiştir. Faiz oranlarındaki
değişmenin tamamına yakın kısmının kendisi tarafından açıklandığı söylenebilir.
Elde edilen sonuçlar birlikte değerlendirildiğinde Türkiye’de ele alınan dönem
içerisinde bireysel kredi kanalıyla aktarım mekanizması çalışmaktadır. Para
politikası yapıcıları açısından başta fiyat istikrarı olmak üzere makro hedeflere
ulaşmak için para politikası araçları ile bireysel kredilere yönelik sınırlamaların
uygulanabilir bir para politikası aracı olarak kullanılabileceği tespit edilmiştir.
Tüketim harcamalarındaki artışın enflasyon üzerinde belirleyici etkileri
bulunmaktadır. Merkez bankası tüketim harcamalarını kontrol altına almak
amacıyla bir çok araç kullanmaktadır. Çalışmadan elde edilen sonuca bağlı olarak
bankaların bireysel kredibilite yeteneklerinin para politikası araçlarıyla (borç verme
faiz oranlarıyla) etkilenebileceği ve bu etkinin piyasada yaklaşık 10 ay kadar
hissediliebilir olduğunu söylemek mümkündür.
Bireysel
kredi
talebini
etkileyen
diğer
faktörlerin
para
piyasası
uygulamalarından ne ölçüde etkileneceğinin de belirlenmesi MB’nın bu aracı
kullanma konusundaki esnekliğini arttıracaktır. Bunun yanı sıra bireysel banka
kredilerili kanalı halkın nakit tercih oranını etkilediğinden para çarpanı üzerindeki
etkisinin de ihmal edilmemesi gerekmektedir.
Merkez bankasının borç verme faiz oranı aracı ile bireysel krediler üzerinde
etkili olması ve bu etkinin kamu sermayeli mevduat bankalarında ortalama 9 ay
gibi bir gecikme ile piyasalara yansıması, politika yapıcıları açısından selektif karar
sürecine etki edecek bir sonuç olduğu düşünülmektedir.
Bankalar kredi arzlarında para politikası araçlarına bağımlı olduğundan olası
finansal istikrarsızlık durumunda kredi arzlarının sürdürülebilirliği azalabilecektir.
Bankaların
finansman
yapısındaki
MB’na
bağımlılığını
azaltıcı
tedbirler
uygulaması finansal istikrarsızlık dönemlerinde kredi arzının sürdürülebilmesine
imkan sağlayacaktır.
52 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi
Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 29-58
Parasal aktarım mekanizmalarının incelendiği uygulamalı literatürde bireysel
kredi kanalı ile aktarım süreci çok az çalışılmış bir konudur. Elde edilen sonuçlar
başta Türkiye ekonomisi üzerine yapılan uygulamalı çalışmalara katkı vermesi,
uygulamalı çalışma sayısını arttırması ve yeni çalışmaların yapılmasına kaynak
teşkil etmesi açısından değerlendirildiğinde önemli olduğu düşünülmektedir.
KAYNAKÇA
ABAN, M. J. A. C. (2013), “Transmission of Monetary Policy through the Bank
Lending Channel in the Philippines”, International Journal of Trade,
Economicsand Finance, 4(1), 37-42.
ADANUR A. N., NARGELEÇEKENLER, M. (2008), “Para Politikalarının Banka
Kredi Kanalı Üzerindeki Etkileri”, İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi
Dergisi, (39), 109-132.
AFZAL, M.,HUSSAIN, I. (2010),” Export-Led Growth Hypothesis: Evidence from
Pakistan”, Journal of Quantitative Economics, 8(1), 130-147.
AHMED, S., ISLAM, M. D. E. (2004), “The Monetary Transmission Mechanism
in Bangladesh Bank Lendingand Exchange Rate Channels”, The Bangladesh
Development Studies, XXX(3&4),31-87.
ALFARO, R., H. FRAKEN, C. GARCIA ve A. JARA (2003), “Bank Lending
Channel and the Monetary Transmission Mechanism: the Case of Chile”, Working
Paper. Central Bank of Chile, No: 223.
ALPER, K., T. HÜLAGÜ ve G. KELEŞ (2012), “An Empirical Study on
Liquidityand Bank Lending”, Working Paper, Türkiye Cumhuriyet Merkez
Bankası, No: 12/04.
ALTINTAŞ, H. (2013), “Türkiye’de Birincil Enerji Tüketimi, Karbondioksit
Emisyonu ve Ekonomik Büyüme İlişkisi: Koentegrasyon ve Nedensellik Analizi”,
Eskişehir Osmangazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, 8(1), 263-294.
BAJEC, L., LAMBSDORFF J.G. (2006), “There is No Bank Lending Channel!”,
Discussion Paper, University of Passau, No: V-46-06.
53 O. KARA‐ N.A.ÖZDEMİR BENKOVSKIS, K. (2008), “Is There A Bank Lending Channel of MonetaryPolicy
in Latvia? Evidence from Bank Level Data”, WorkingPaper, Latvijas Banka, No:
1/2008.
BERNANKE, B. S., BLINDER, A. S. (1988), “Credit, Money and Aggregate
Demand”, The American Economic Review, 78(2), 435-439.
BERNANKE, B. S., BLİNDER, A. S.(1992), “The Federal Funds Rate and the
Channels of Monetary Transmission”, The American Economic Review, 82(4),
901-921.
BERNANKE, B. S., GERTLER, M. (1995), “Inside the Black Box: TheCredit
Channel of Monetary Policy Transmission”, Journal of Economic Perspectives,
9(4),27-48.
BOZKURT, H. Y. (2013), Zaman Serileri Analizi, Ekin Yayınevi, Bursa.
BUDHA, B. B. (2012). “Demand for Money in Nepal: An ARDL Bounds Testing
Approach”, Working Paper, Nepal Rastra Bank, No: 12.
CECCHETTI, S. G. (1999). “Legal Structure, Financial Structure, and the
Monetary Policy Transmission Mechanism”, WorkingPaper, NationalBureau of
Economic Research, No: 7151.
CENGİZ, V., DUMAN, M. (2008), “Türkiye’de Banka Kredi Kanalının Önemi
Üzerine Etki Tepki Fonksiyonlarına Dayalı Bir Değerlendirme (1990-2006)”,
Hacettepe Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 26(2), 81-104.
ÇAVUŞOĞLU, T. A. (2002). “Credit Transmission Mechanism in Turkey an
Empirical Investigation”, Working Paper, METU Economic Research Center, No:
02/03.
ÇELİK, İ., KAYA, M., TUNÇ, H. (2013), “Uluslararası Portföy Çeşitlendirmesi
Açısından Gelişmekte Olan Ülke Borsaları Arasındaki Eş hareketlilik: BrezilyaTürkiye Üzerine Bir Uygulama”, Süleyman Demirel Üniversitesi İktisadi ve İdari
Bilimler Fakültesi Dergisi, 18(1), 167-180.
54 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi
Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 29-58
DABLA N. E., FLOERKEMEIER, H. (2006), “Transmission Mechanisms of
Monetary Policy in Armenia: Evidencefrom VAR Analysis”, Working Paper,
International Monetary Fun,. No. 06/248.
DUASA, J. (2007), “Determinants of MalaysianTradeBalance: An ARDL Bound
Testing Approach”, Journal of Economic Cooperationamong Islamic Countries,
28(3), 21-40.
ENGLE, R. F., GRANGER, C. W. J. (1987). “Co-integration and Error Correction:
Representation, Estimation and Testing”, Econometrica: Journal of the
Econometric Society, Vol. 55, pp. 251–76.
ERDOĞAN, S., BEŞBALLI, S. G. (2009), “Türkiye’de Banka Kredileri Kanalının
İşleyişi Üzerine Ampirik Bir Analiz”, Doğuş Üniversitesi Dergisi, 11(1), 28-41.
FUINHAS, J.A. (2006). “MonetaryTransmissionand Bank Lending in Portugal: A
Sectoral Approach”, Discussion Paper, Universidade da BeiraInterior, No:
01/2006.
GHAFOOR, A., KHAN, M. A., SHAH, S. A., KHAN, H. H. (2014), “Inflation and
Dividend Behavior of Pakistani Firms: An Empirical Investigation Using ARDL”,
International Journal of Business and Management, 9(9), 86-95.
GÖÇER, İ. (2013), “Türkiye’de Cari Açığın Nedenleri, Finansman Kalitesi ve
Sürdürülebilirliği: Ekonometrik Bir Analiz”, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi
İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi,8(1), 213-242.
GÜNDÜZ, L. (2001), “Türkiye’de Parasal Aktarım Mekanizması ve Banka Kredi
Kanalı”, İstanbul Menkul Kıymetler Borsası Dergisi, (18), 13-30.
HASAN, A., NASIR, Z. M. (2008), “Macroeconomic Factorsand Equity Prices:
An Empirical Investigation by Using ARDL Approach”, The Pakistan
Development Review, 47(4), 501-513.
55 O. KARA‐ N.A.ÖZDEMİR HOLTEMÖLLER, O. (2002), “Further VAR Evidence forthe Effectiveness of a
Credit Channel in Germany”, Discussion Paper. Humboldt University Berlin, No:
66/2002.
HOSSAIN, A. A. (2008), “Responses of Agricultural Prices, Industrial
Pricesandthe Agricultural Terms of Tradeto Money Supply Shocks in Bangladesh,
1973M1-2006M6”, Indian Economic Review, XXXXIII(2), 287-316.
HSING, Y. (2014), “Test of the Bank Lending Channel: The Case of Hungary”,
Theoretical and Applied Economics, XXI(1(590)), 115-120.
HULSEWIG, O., WINKER, P., WORMS, A. (2001), “Bank Lending in the
Transmission of Monetary Policy: A VECM Analysis for Germany”.
WorkingPaper, International University in Germany, No. 08/2001.
İRHAN, H.B., ALACAHAN, N. D., KORAP, L. (2011), “An Empirical Model for
The Turkish Trade Balance: New Evidence from ARDL Bounds Testing
Analyses”, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Ekonometri ve İstatistik Dergisi,
(14), 38-61,http://eidergisi.istanbul.edu.tr/sayi14/iueis14m3.pdf, (02.03.2014).
JOHANSEN S., JUSELIUS, K. (1990), “Maximum Likelihood Estimation and
Inference on Cointegration– with Applications to the Demand for Money”, Oxford
Bulletin of Economics and Statistics, Vol. 52, No. 2, pp. 169–210.
JUKS, R. (2004), “The Importance of the Bank-Lending Channel in Estonia:
Evidence from Micro Economic Data”, WorkingPaper, EestiPank, No.6
KARA, O., ÇÖMLEKÇİ, İ., KAYA, V. (2012), “Turizm Gelirlerinin Çeşitli Makro
ekonomik Göstergeler İle İlişkisi: Türkiye Örneği (1992-2011)”, Ekonomik ve
Sosyal Araştırmalar Dergisi, 8(1), 75-100.
KASHYAP, A. K., STEIN, J. C. (1994), “Monetary Policyand Bank Lending”,
Working Paper, National Bureau of Economic Research, No: 4317.
MISHKIN, F. S. (1996), “The Channels of Monetary Transmission: Lessonsfor
Monetary Policy”, Working Paper, National Bureau of Economic Research, No:
5464.
56 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi
Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 29-58
MISHKIN, F. S. (2006), Para, Bankacılık ve Finansal Piyasalar İktisadı,(Çev. S.
Şahin, S. Çiçek & Ç. Boz), Akademi Yayıncılık, Ankara.
MUCUK, M., ALPTEKİN, V. (2008), “Türkiye’de Vergi ve Ekonomik Büyüme
İlişkisi: VAR Analizi (1975-2006)”, Maliye Dergisi, (155), 159-174.
ÖRNEK, İ. (2009), “Türkiye’de Parasal Aktarım Mekanizması Kanallarının
İşleyişi”, Maliye Dergisi, (156), 104-125.
ÖZGEN, F. B., GÜLOĞLU, B. (2004), “Türkiye’de İç Borçların İktisadi
Etkilerinin VAR Tekniğiyle Analizi”, METU Studies in Development, 31(1), 93114.
ÖZŞAHİN, Ş. (2012), “Türkiye Ekonomisinde Finansal Liberalizasyon ve
Ekonomik Büyüme Etkileşiminin ARDL Yöntemi İle Analizi”, Selçuk Üniversitesi
İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Sosyal ve Ekonomik Araştırmalar Dergisi, (23),
379-413.
PESARAN, M. H., SHIN, Y., SMITH, R. J.(2001), “Bounds Testing Approaches
To The Analysis Of Level Relationships”, Journal of Applied Econometrics, 16(3),
289-326.
SANDALCILAR, A. R. (2012), “Türkiye’de Kâğıt Tüketimi ile Ekonomik
Büyüme Arasındaki İlişki: Koentegrasyon ve Nedensellik Analizi”, Cumhuriyet
Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, 13(2), 1-15.
SEVÜKTEKİN, M., Nargeleçekenler, M. (2007), Ekonometrik Zaman Serileri
Analizi Eviews Uygulamalı, Nobel Yayıncılık, Ankara.
SHAHBAZ, M., AHMED, N., ALİ, L. (2008), “Stock Market Development and
Economic Growth: Ardl Causality in Pakistan”, International Research Journal of
Finance and Economics, (14), 82-195.
SIMS, C.A. (1980), “Macroeconomics and Reality”, Econometrica: Journal of the
Econometric Society, 1-48.
57 O. KARA‐ N.A.ÖZDEMİR SUN, S., GAN, C., HU, B. (2010), “Bank Lending Channel in China’s Monetary
Policy TransmissionMechanism: A VECM Approach”, Investment Management
and Financial Innovations, 7(2), 59-71.
ŞAHİNOĞLU, T., ÖZDEN, K., BAŞAR, S., AKSU, H. (2010), “Türkiye’de
Enflasyonun Oluşumu: ARDL Yaklaşımı”, Sosyoekonomi Dergisi, (1), 27-46.
ŞENTÜRK, M., DÜCAN, E. (2014), “Türkiye’de Döviz Kuru-Faiz Oranı ve Borsa
Getirisi İlişkisi: Ampirik Bir Analiz”, Business and Economics Research Journal,
5(3),
67-80,
http://www.berjournal.com/wp-content/plugins/downloadsmanager/upload/BERJ5(3)14Article4pp.67-80.pdf, (13.10.2014).
TAKEDA, T., ROCHA, F., NAKANE, M. I. (2005), “The Reaction of Bank
Lendingto Monetary Policy in Brazil”, Revista Brasileira de Economia, 59(1), 107126.
TARI, R., YILDIRIM, D. Ç. (2009), “Döviz Kuru Belirsizliğinin İhracata Etkisi:
Türkiye İçin Bir Uygulama”, Celal Bayar Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler
Fakültesi Yönetim ve Ekonomi Dergisi, 16(2), 95-105.
TCMB (Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası), (2013), Parasal Aktarım
Mekanizması, TCMB, Ankara.
ULUYOL, O., LEBE, F., AKBAŞ, Y. E. (2014), “Firmaların Finansal Kaldıraç
Oranları ile Öz Sermaye Karlılığı Arasındaki İlişki: Hisseleri Borsa İstanbul
(BİST)’da İşlem Gören Şirketler Üzerinde Sektörler Bazında Bir Araştırma”,
İşletme Araştırmaları Dergisi, 6(1), 70-89, http://isarder.org/full-issues/2014-vol.6issue.1-full-issues.pdf, (30.10.2014).
WESTERLUND, J. (2003), “A Panel Data Test of the Bank Lending Channel in
Sweden”, WorkingPaper. Department of Economics, Lund University, No: 16.
58 Yayın Geliş Tarihi: 07.12.2015
Yayın Kabul Tarihi: 11.04.2016
Online Yayın Tarihi: 22.12.2016
Dokuz Eylül Üniversitesi
İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi
Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 59-94
Kamu Yatırımlarının Özel Sektör Yatırımlarını Dışlama
Etkisi: Türkiye Örneği
C. Yenal KESBİÇ1
Özlem DÜNDAR2
Ata DEVRİM3
Öz
Devletin ekonomik istikrar, ekonomik büyüme ve gelir dağılımında adaleti sağlamak
amacıyla kamu yatırım harcamalarını arttırarak ekonomiye müdahale etmesi sonucuoluşan
bütçe açıklarını finanse etmek için vergi gelirlerinin yetersiz kalması durumunda,
borçlanmaya gidilmekte, böylece kamu yatırımlarının özel sektör yatırımlarını dışlama
etkisi oluşmaktadır. Türkiye’de kamu yatırımlarının özel sektör yatırımlarını dışlama etkisi,
1986- 2014 dönemi için Johansen eşbütünleşme testi, en küçük kareler yöntemi ve Engle
Granger nedensellik testi ile analiz edilmiştir. Analiz sonuçlarına göre; kamu sabit sermaye
yatırımlarının özel sektör sabit sermaye yatırımlarını dışladığı, kamu yatırımlarının özel
sektöryatırımlarının, özel sektör yatırımlarının da kamu yatırımlarının granger nedeni
olmadığı görülmüştür.
Anahtar Kelimeler: Kamu Yatırımları, Özel Sektör Yatırımları, Dışlama Etkisi, Johansen
Eşbütünleşme Testi, Granger Nedensellik Testi
JEL Sınıflandırma Kodları:E00, E62, H5
Crowding Out Effect of Public Investments on Private Sector
Investments: The Turkey Example
Abstract
In the event of tax revenues falling short of financing the budget deficits which occur as
the result of state’s intervention to economy for the purposes of economic stability,
economic growth and of ensuring justice in income distribution by increasing public
investment expenditures, borrowing is opted, thus crowding out effect occurs.The crowding
out effect of public investments on private sector investments in Turkey, for the period of
1986-2014 is analayzed with Johansen Cointegration Test, Least Squares Method and
Engle Granger Causality Test. According to the analysis results; it is observed that public
fixed capital investments crowd out private sector fixed capital investments, public
investments are not the granger cause of private sector investments and private sector
investments are not the granger cause of public investments.
Keywords: Public Investments, Private Sector Investments, Crowding Out, Engle Granger
Causality Test, Johansen Cointegration Test
JEL Classification Codes: E00,E62, H5
1
Prof. Dr. Celal Bayar Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, İktisat Bölümü,
c.yenalkesbic@gmail
2
Doktora Öğrencisi, Celal Bayar Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, İktisat Ana Bilim
Dalı, ozlemdundarr@gmail.com 3
Doktora Öğrencisi, Celal Bayar Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, İktisat Ana Bilim
Dalı, atadevrim001@windowslive.com C. Y. KESBİÇ. – Ö. DÜNDAR – A. DEVRİM
1. GİRİŞ
Dışlama etkisi (crowding out) genel olarak genişletici maliye politikası sonucu
görülen bir olgudur. Vergi ya da borçlanma yoluyla finansmanı gerçekleştirilen
kamu yatırımları, ekonomi üzerinde beklenen canlanmayı yaratamadığında, özel
sektörün dışlandığı kabul edilmektedir (Carlson ve Spencer, 1975: 3). Kamu
yatırımları arttığında faiz oranları artmakta, dolayısıyla sermayenin daha pahalı
gelmesi sonucunda özel yatırımlar azalmaktadır. Söz konusu görüşün tam tersine,
bir ekonomide kaynaklar tam olarak kullanılmadığında, kamu yatırımları özel
yatırımlar üzerinde bir “çekme” etkisi (crowding in) yaratmaktadır (Ahmed ve
Miller, 2000: 124-125).
Kamu
yatırımlarının
özel
yatırımlarla
olan
ilişkisi
çok
yönlü
açıklanabilmektedir. Bu ilişkiye yönelik bir açıklama, kıt kaynaklar açısından
kamu sektörünün özel sektör ile rekabet halinde olduğu, dolayısıyla kısa dönemde
kamu yatırımlarının özel yatırımlar üzerinde olumsuz etkisi olabileceği, kamu
yatırımlarının altyapı yatırımları ile özel yatırımları desteklediği, şeklindedir. Bir
başka açıklama, kamu yatırımlarının özel sektörün ürettiği mallara yönelik talebi
arttırdığı yönündedir. Söz konusu ilişkiye yönelik son bir açıklama ise, kamu
yatırımlarının çıktıyı ve tasarrufları arttırarak, dışlama etkisinden kaynaklanan
kaybı gidereceği doğrultusundadır (Sundararajan ve Thakur, 1980: 815).
Çalışmada dışlama etkisi; öncelikle iktisadi düşünce sistemlerine göre teorik
olarak genel çerçevede analiz edildikten sonra, çalışmada kullanılan değişkenlerin
1986- 2014 dönemini içeren Türkiye’ye ait verilerinin analizi gerçekleştirilmiş,
izleyen aşamada konuyla ilgili yapılmış çalışmalarda kullanılan modellerin
değerlendirilmesiyle ampirik olarak analiz gerçekleştirilmiş, son olarak 1986- 2014
dönemine ait verilerle, Türkiye için ekonometrik analiz yapılmıştır.
Çalışmada iktisadi düşünce sistemlerinin dışlama etkisi ile ilgili görüşlerinde,
farklılık olduğu görülmüştür. Dışlama etkisine yönelik yapılmış yerli ve yabancı
ampirik çalışmalarda, kamu yatırımlarının özel sektör yatırımlarına etkisine ilişkin,
görüş birliği sağlanamadığı belirlenmiştir. Türkiye ile ilgili yapılan çalışmaların
60 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi
Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 59-94
çoğunluğunda ise, kamu yatırımlarının özel sektör yatırımlarını dışladığı sonucuna
ulaşılmıştır.
Bu çalışmada, Türkiye’de kamu yatırımlarının özel sektör yatırımlarını dışlama
etkisi 1986- 2014 dönemi için, Johansen eşbütünleşme testi, en küçük kareler
yöntemi (EKKY) ve Engle Granger nedensellik testi ile analiz edilmiştir.
Türkiye’de kamu açıklarının özellikle 1987 yılından sonra hızla büyümesi ve
çalışmada kullanılan değişkenlerin tümüne ait verilerin 2015 yılına kadar elde
edilmesi nedeniyle, Türkiye için 1986- 2014 dönemine ait verilerle analiz
gerçekleştirilmiştir. Çalışmada GSMH değişkenine ait verilere 2006 yılından sonra
ulaşılamaması nedeniyle, GSYİH verilerinden yararlanılarak, bazı değişkenlerin
GSYİH’ye oranı kullanılmıştır.
2. DIŞLAMA ETKİSİNİN TEORİK ANALİZİ
Dışlama etkisi; Klasik iktisat, Neo-klasik iktisat, Monetarist iktisat ve
Keynesyen iktisat gibi iktisadi düşünce sistemlerine göre, söz konusu iktisadi
sistemlerin önemli düşünürlerinin görüşlerine kısaca yer verilerek, teorik olarak
genel çerçevede analiz edilmektedir.
Klasik İktisat düşünürlerinden Adam Smith, kamusal emeği “üretken-olmayan
emek” olarak görmüş, kaynakların vergi ya da borçlanma yoluyla özel sektörden
kamu sektörüne aktarılmasına karşı çıkmıştır. John Stuart Mill ve Jean Baptiste Say
de özel yatırımların özel tasarrufları en iyi biçimde değerlendirdiğinden, hükümet
harcamalarının ekonomik açıdan zorunluluk olmadığı görüşündedir. Özetle klasik
iktisadi görüşe göre, kamu yatırımlarında meydana gelecek artış borçla veya
vergilerle finanse edildiğinde mal ve hizmet talebi artmakta, böylece faiz oranları
yükselmekte ve sermaye daha pahalı hale geleceği için özel sektör yatırımları
azalmaktadır (Ahmed ve Miller, 2000: 124).
Neo-Klasik
İktisatta
da
aynı
görüş
savunulmuştur.
Hawtrey,
kamu
yatırımlarının özel yatırımların yerini alamayacağını, kamu borçlanmasının faiz
oranlarını yükselterek, özel sektörün kredi kullanımını engelleyeceğini belirtmiştir.
61 C. Y. KESBİÇ. – Ö. DÜNDAR – A. DEVRİM
Monetarist iktisada göre de, kamu yatırımları vergi ya da borçlanmayla finanse
edildiğinde kaynaklar özel sektörden kamu sektörüne aktarılmakta, “dışlama
etkisi” meydana gelmektedir. Monetarist iktisat, parasal genişlemenin kamu
yatırımlarında artış olmaksızın ekonomiyi canlandırabileceğini savunmaktadır.
Keynesyen teoriye göre ise, vergiler ya da borçlanmayla finansmanı
gerçekleştirilen kamu yatırımlarının, ekonomide genişletici etkisi bulunmaktadır.
Keynes’e göre ekonomi politikasının finansman biçiminin, faiz oranlarını
yükselterek yatırımlar üzerinde geciktirici bir etkisi olabilmektedir. Bu durumda
özel yatırımcı için sermaye mallarının maliyetinin yükselmemesi için para
otoritelerinin müdahalesi ile faiz oranlarının düşürülmesi gerekmektedir. Keynes,
dışlama etkisi durumunda hükümet programı, yarattığı güvene karşın, likidite
tercihini yükseltebilir ya da sermayenin marjinal verimliliğini azaltabilmektedir
(Spencer ve Yohe, 1970: 14-7; Carlson ve Spencer, 1975: 5).
Literatürde üç çeşit dışlama etkisinden söz edilmektedir. Birincisi, kamu
yatırımlarındaki artış, özel sektörün kamu mallarını özel mallarla ikame etmesine
yol açmaktadır. İkincisi, çıktı miktarındaki artış para talebini ve dolayısıyla faiz
oranlarını arttırarak, özel sektör yatırımlarının dışlanmasına neden olmaktadır.
Üçüncüsü ise, bütçe açıkları nedeniyle kamu borç stoku faiz oranlarını arttırarak,
özel sektör yatırımlarının dışlanmasına yol açmaktadır.
Friedman (1972: 917-921), birinci tür dışlama etkisini, “ilk tur” etkileri olarak
isimlendirmektedir. Bunlar politikanın uygulanması ile birlikte ortaya çıkmakta ve
zamana bağlı olmamaktadır. “İzleyen tur” olarak adlandırılan üçüncü tür dışlama
etkisi ise, kamu borç stokunun artış hızına bağlıdır. Friedman’a göre bütçe açığıyla
finansmanı yapılan kamu yatırımları, istihdam üzerinde ilk aşamada olumlu etkide
bulunabilir, ancak izleyen aşamanın faiz oranları ve yatırımlar üzerindeki etkileri,
bu olumlu etkiyi ortadan kaldırmaktadır. Blinder ve Solow (1973), eğer bütçe uzun
vadede ve istikrarlı olarak dengedeyse, ilk aşamada oluşan söz konusu olumlu
etkilerin, tamamen dışlanmayacağını savunmaktadır (Floyd ve Hynes, 1978: 97).
62 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi
Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 59-94
3. ÇALIŞMADA KULLANILAN DEĞİŞKENLERİN VERİSEL ANALİZİ
Çalışmada özel sabit sermaye yatırımları, kamu sabit sermaye yatırımları, iç
borç stoku ve iç borç faiz oranı değişkenlerine ait 1986- 2014 dönemini içeren
Türkiye verileri, yıllara göre gösterdikleri değişim dikkate alınarak, analiz
edilmiştir. Böylece, ilerleyen aşamalarda Türkiye için 1986- 2014 dönemi için
yapılacak ampirik analizden önce, ön analiz yapılması hedeflenmiştir.
Aşağıda tablo 1’de görüldüğü üzere, özel sabit sermaye yatırımlarında yıllar
itibariyle artış ve azalışlar görülmüş, söz konusu yatırımların en düşük seviyesi,
2002 ve 2003 yıllarında gerçekleşmiştir. Kamu sabit sermaye yatırımlarında da
özel sabit sermaye yatırımlarında olduğu gibi artış ve azalışlar görülmüş, söz
konusu yatırımların, 2008 yılı ve sonrasında neredeyse aynı oranda olduğu
belirlenmiştir. Yine iç borç stokunda da, yıllara göre artış ve azalışlar görüşmüş,
söz konusu değişken 2001 yılında en yüksek seviyesine ulaşmışken, 2001 yılından
2008 yılına kadar iç borç stokunda sürekli bir düşüş görülmüştür. İç borç faiz
oranında da aynı şekilde, yıllara göre artış ve azalışlar gerçekleşmiştir. İç borç faizi
en yüksek seviyesine 1994 yılında ulaşmış, 2009 yılından sonra da neredeyse aynı
oranda seyretmiştir.
Tablo 1. Çalışmada Kullanılan Değişkenlerin Verisel Analizi
Özel
Sabit Sermaye
Yatırımları
Kamu
Sabit Sermaye
Yatırımları
İç Borç
Stoku
İç Borç
Faiz Oranı
1986
9,392228
7,605244
15,31243
47,12
1987
10,96226
7,44689
17,14179
56,6
1988
12,82947
6,592042
16,38253
67,6
1989
11,28676
5,676432
13,72279
59,8
1990
11,77358
5,239517
10,82197
54,0
1991
12,10946
5,617852
11,52814
80,5
1992
12,05038
5,531194
13,21554
87,7
1993
14,32104
5,404307
13,41334
87,6
1994
14,62024
3,693224
15,37098
164,4
1995
14,88932
3,148904
13,04315
121,9
Yıllar
63 C. Y. KESBİÇ. – Ö. DÜNDAR – A. DEVRİM
1996
15,07952
3,844528
15,85804
135,2
1997
15,33872
4,599029
16,21006
127,2
1998
13,76402
4,785305
16,54183
122,5
1999
11,62188
4,945537
21,91304
109,5
2000
11,9837
5,16153
21,85351
38,0
2001
9,229026
4,703962
50,85138
96,2
2002
8,609609
4,938332
42,76174
63,8
2003
8,825279
3,801288
42,74296
45,0
2004
10,87677
3,215743
40,15557
25,7
2005
11,25988
3,787504
37,72074
16,9
2006
12,28378
4,009758
33,15837
18,2
2007
17,89547
3,857408
30,27947
18,8
2008
16,09963
4,109339
28,91293
19,3
2009
13,10296
4,112361
34,64402
12,7
2010
14,9551
4,277713
32,11152
8,5
2011
18,00904
4,103108
28,41756
8,7
2012
16,31883
4,242542
27,28276
8,8
2013
15,59784
4,987296
25,71363
7,7
2014
15,78682
4,878056
23,69718
9,8
Çalışmada kullanılan değişkenlere ait verilerin yıllara göre değişimi, aşağıda
şekillerle de gösterilmiştir. Özel sabit sermaye yatırımlarında, aşağıda Şekil 1’de
görüldüğü üzere, hem artış hem de düşüşler görülmüş, söz konusu yatırımlarda en
düşük seviye, 2002 ve 2003 yıllarında gerçekleşmiştir.
Özel Sabit Sermaye Yatırımları
20
15
10
5
0
1986 1988 1990 1992 1994 1996 1998 2000 2002 2004 2006 2008 2010 2012 2014
Şekil 1. Özel Sabit Sermaye Yatırımları (1986- 2014)
64 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi
Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 59-94
Kamu sabit sermaye yatırımlarında da, özel sabit sermaye yatırımlarında olduğu
gibi, aşağıda Şekil 2’de görüldüğü üzere, artış ve azalışlar görülmüştür. Özel sabit
sermaye yatırımlarındaki düşüş ve artış oranlarının, kamu sabit sermaye
yatırımlarındaki
artış
ve
düşüş
oranlarından
daha
belirgin
olduğu
söylenebilmektedir.
Kamu Sabit Sermaye Yatırımları
8
6
4
2
1986
1987
1988
1989
1990
1991
1992
1993
1994
1995
1996
1997
1998
1999
2000
2001
2002
2003
2004
2005
2006
2007
2008
2009
2010
2011
2012
2013
2014
0
Şekil 2.Kamu Sabit Sermaye Yatırımları (1986- 2014)
İç borç stokunda, aşağıda Şekil 3’te görüldüğü üzere, 2000 yılına kadar belirgin
bir artış ya da azalış görülmemiş, 2000- 2001 yılları arasında diğer yıllara kıyasla
yüksek oranda bir artış görülürken, hemen ardından 2001- 2009 yılları arasında
ağırlıklı olarak azalış görülmüştür.
İç Borç Stoku
60
50
40
30
20
10
1986
1987
1988
1989
1990
1991
1992
1993
1994
1995
1996
1997
1998
1999
2000
2001
2002
2003
2004
2005
2006
2007
2008
2009
2010
2011
2012
2013
2014
0
Şekil 3. İç Borç Stoku (1986- 2014)
Son olarak iç borç faiz oranının, aşağıda Şekil 4’te görüldüğü üzere, yıllara göre
atış ve azalışlar gösterdiği söylenebilmektedir. Özellikle 2009 yılı sonrasında iç
65 C. Y. KESBİÇ. – Ö. DÜNDAR – A. DEVRİM
borç faizinde çok küçük oranda değişimler görülmesi nedeniyle, söz konusu
değişken neredeyse yatay bir seyir izlemektedir.
İç Borç Faiz Oranı
200
150
100
50
0
Şekil 4. İç Borç Faiz Oranı (1986- 2014)
4. DIŞLAMA ETKİSİ İLE İLGİLİ AMPİRİK ÇALIŞMALARIN
ANALİZİ
Dışlama etkisi ile ilgili, geçmişten günümüze yapılmış yerli ve yabancı
çalışmaların çoğuna bu çalışmada yer verilmeye çalışılarak, söz konusu çalışmalar,
kullandıkları modeller ve bu modeller doğrultusunda ulaştıkları sonuçlar açısından
analiz edilmiştir.
Blinder
ve
Solow
(1973)
çalışmalarında
Monetaristlerin
eleştirileri
doğrultusunda Keynesyen çarpan düzeneğini yeniden ele alarak, maliye
politikasının etkinliğini kanıtlamayı amaçlamışlardır. Keynes gibi, bütçe açığı
harcamalarına parasal genişleme eşlik etmediğinde faiz oranlarının yükseleceğini
ve faize karşı duyarlı özel yatırımların azalacağını belirtmektedirler. Kısmi olarak
gerçekleşen bu dışlama etkisi nedeniyle harcama çarpanı teorik olarak beklenenden
düşük olmakta, para talebinin faize olan duyarlılığının son derece düşük olması
durumunda ise, maliye politikaları etkisiz olmaktadır. Monetaristler, ampirik olarak
bu durumun tersi olan kanıtları görmezden gelmekte ve maliye politikasının
tamamen etkisiz olduğunu savunmaktadırlar. Ne var ki, kamu borçlanması birtakım
borç araçlarının yaratılmasını gerektirmekte, bu borç araçları özel serveti arttırarak,
“servet etkisi”ne yol açmaktadır. Dışlama etkisinde “üçüncü tur” ile ilgili argüman
bu servet etkisi üzerinden geliştirilecektir.
66 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi
Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 59-94
Servet etkisi, tüketimin artmasıyla toplam harcamaların artmasına yol açmakta,
IS eğrisini sağa kaydırarak, bilinen çarpan etkisinin artmasını sağlamaktadır.
Servetteki bu artış, finans piyasalarını etkileyerek, para talebi arttırmakta, böylece
LM eğrisi de kaymaktadır. Tamamen dışlama etkisinin görüleceğini savunan
Monetaristler için IS ve LM’de görülen bu kaymalar, daraltıcı bir sonuç
doğurmaktadır. Blinder ve Solow, maliye politikasının sonuçlarını tartışabilmek
için, aşağıdaki denklem (1) - (8)’den oluşan bir modelden yola çıkmaktadırlar:
(Mal piyasası dengesi)
Y=C+I+G
(1)
(Tüketim fonksiyonu)
C = C(Y - T, W)
(2)
(Net yatırım fonksiyonu)
I = I(r)
(3)
(Vergi fonksiyonu)
T = T(Y)
(4)
(Reel balans talebi)
Md / P = L(r, Y, W)
(5)
(Egzojen para arzı)
Ms = M
(6)
(Para piyasası dengesi)
Ms = Md
(7)
(Servet tanımı)
W = K + M / P + V(r )/ P
(8)
Yukarıda, denklem (8)’de, V(r), kamu tahvillerinin nominal piyasa değerini, K
ise, sermaye stoğunu göstermektedir. Bu denklem setine, kamu bütçe kısıtı
eklenmektedir:
P[G + B - T] = B / r + M
(9)
Yukarıda, denklem (9)’da B, cari piyasa fiyatı üzerinden tahvil miktarındaki
değişmeyi, B/r ise, tahvil stoğunun piyasa değerindeki değişmeyi göstermektedir.
Denklem sistemi üç denkleme indirgenebilir.
Y = [(C ( Y + B -T (Y + B ) , (M + ( B / r) + K )) + I ( r ) + G]
(10)
M = L ( r , Y, ( M + B/r + K )
(11)
M+B/r=G+B-T(Y+B)
(12)
Yukarıdaki, denklem (10) ve (11), statik IS ve LM denklemleridir. Denklem
(12) ise, servet stoğundaki değişmelere bağlı olarak modeli, bir dengeden diğerine
götürmektedir. Modelin durağan durum için çözümü, M = B = 0 eşitliğini
gerektirmektedir. Bu eşitliğin anlamı G = T(Y) eşitliğidir, diğer bir deyişle bütçe
67 C. Y. KESBİÇ. – Ö. DÜNDAR – A. DEVRİM
dengesi
sağlanmalıdır.
Daha
yüksek
vergi
oranları
ile
finansmanı
gerçekleştirilmeyen durağan durum çarpanı, aşağıda, denklem (13)’te verilmiştir.
dY / dG = 1 / T(Y)
(13)
Durağan durum çarpanı, finansman türünden bağımsızdır. Bir başka ifadeyle,
sistem istikrarlı olduğu sürece, uzun dönemde tahville finansmanı sağlanan
harcamalar da, en az para ile finansmanı sağlanan harcamalar kadar genişletici
niteliktedir. Sistemin istikrarı, açıkların finansmanın gerçekleştirilme şekline bağlı
olabilir. Parametrelerin değerlerine göre parasal finansman, sistemi istikrarlı
kılabilir ya da tahville yapılan finansman, sistemi istikrarsızlığa götürebilir.
Y(t) = f(M, B, K; G)
(14)
r(t) = g(M, B, K; G)
(15)
Yukarıdaki denklem (14) ve (15) deki Y, t ve G veri kabul edilerek, M, B ve
K’nin fonksiyonu türünde yazıldığında ve bunların kısmi türevleri alındığında, para
çarpanının pozitif olduğu, tahvil çarpanının ise, belirsiz bir değer sergilediği
görülmektedir (Kısmi türevler alındığında M ve B’deki değişimin Y’de ne kadar
değişikliğe yol açtığı görülmektedir). Denklemler (14) ve (15) aracılığıyla,
denklemler (10) - (12)’de verilen dinamik sistem, doğrusal olmayan bir denklem
olarak ifade edilebilmektedir.
M = G + B - T[F(M, B, K) + B]
parasal finansman için
B = H(M, B, K){G + B - T[F(M, B, K) + B]} tahville finansman için
(16)
(17)
Yukarıdaki, denklem (16)’nın türevi alındığında istikrarlılık koşulu (-T' Fm< 0)
sistemde gerçekleşmektedir. Yukarıdaki, denklem (17)’nin türevi alındığında (Fb>
1- T '/ T') ise, istikrarlılık sorununun teorik değil, ampirik bir sorun olduğu
görülmektedir (Kesbiç, 1998).
Sundararajan ve Thakur (1980) Kore ve Hindistan üzerine yaptıkları çalışmada
kamu yatırımlarının rolünü aydınlatabilmek için bir büyüme modelinden
yararlanmışlardır. Modelde özel yatırımların, tasarrufların ve büyümenin durumları
analiz edilmektedir. Temel olarak Jorgenson’un (1971) neo-klasik yatırım modeli
68 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi
Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 59-94
dikkate alınmıştır. Jorgenson’un modelinde sermaye-çıktı oranı, sermaye girdisinin
nispi fiyatına bağlı olarak değişmektedir. Neo-Klasik teoriye göre özel yatırımın
beklenen çıktı düzeyi ile pozitif, sermayenin nispi fiyatı ile negatif bir ilişkisi
bulunmaktadır. Neo-Klasik modelin kullanımı, tasarruf olanaklarının yatırım
üzerinde bir kısıt olarak işlev göstermesini sağlamaktadır. Gelişmiş ülkelerde de
sabit sermaye yatırımları tasarruf hacmi tarafından kısıtlanmaktadır. Modelde faiz
oranlarının yatırım ve tasarruf üzerindeki etkileri de ele alınmaktadır. Çalışma, özel
yatırımların, kamu sektörünün sermaye stokuna ve özel yatırıma yönelik fonlara
bağlı olduğunu göstermeyi amaçlamıştır. Kamu yatırımlarının olumlu etkisi, özel
sektörün çıktı üretim maliyetlerini düşürmesidir. Kamu sektörünün sermaye
stoğundaki artış, özel sektörün çıktılarına yönelik talep artışına ilişkin beklentileri
uyarmaktadır. Kamu sektörünün reel sabit yatırımlarındaki artış, kamu sektörü
çıktısını, özel sektörün beklenen ve gerçekleşen çıktısı ise, toplam iç tasarrufları
arttırırken, kamu yatırımının finansmanı için tasarrufların bir kısmının kullanımını
gerektirmektedir. Kamu yatırımlarının özel sektör için gerekli olan tasarrufları
kullanması durumunda, dışlama etkisi meydana gelmekte, özel sabit yatırımlar
azalmaktadır. Yapılan ampirik testte Hindistan’a göre Kore’de kamu sektörünün
sermaye stoğunun, özel sektörün çıktı beklentileri üzerindeki etkisi büyüktür. Faiz
oranlarının, Hindistan’da tasarruflar üzerinde etkili olduğu, Kore’de ise anlamlı bir
etkisinin olmadığı saptanmıştır. Faiz oranları, Hindistan’da tasarruflar üzerinde
olumlu etkide bulunurken, yatırımlar üzerinde olumsuz etkide bulunmaktadır.
Uygulanan simülasyonlarda Hindistan için kamu yatırımlarındaki artış, ilk aşamada
özel yatırımların azalmasına neden olmuştur. İzleyen dönemlerde ise, kamu
yatırımı tarafından oluşturulan ek kaynaklar özel yatırımları arttırmaktadır. Bu
artışlar, ilk dönemde meydana gelen dışlama etkisini ancak uzun dönemde
dengeleyebilmektedir. Yine de ilk dönem dışlama etkisinin kısmi olduğu, artan
kamu yatırımının ortalama olarak yatırımı arttırdığı gözlenmektedir. Kore için ise,
kamu yatırımları hem ilk dönemde hem de izleyen dönemlerde olumlu etkide
bulunmaktadır.
69 C. Y. KESBİÇ. – Ö. DÜNDAR – A. DEVRİM
Wai ve Wong (1982) çalışmalarında esnek hızlandıran yatırım modelinden
faydalanmışlardır. Modelde özel yatırım; arzulanan özel sermaye ile geçmiş dönem
özel sermaye stoğunun farkı ve geçmiş dönem özel sermaye stoğuna göre değişen
yenileme yatırımlarının toplamının fonksiyonudur. Malezya, Yunanistan, Tayland,
Meksika ve Kore için, en küçük kareler yöntemiyle, aşağıdaki, denklem (18) ve
(19), test edilmiştir.4
IPt = a0 + a1QPt + a2ΔDCPt + a3CMPt + a4KPt-1 + u3t
(18)
IPt = b0 + b1IGt + b2ΔDCPt + b3CMPt + b4KPt-1 + u4t
(19)
Denklem (18) ve (19) da; IP özel yatırımları, QP özel sektör çıktısını, DCP
banka sisteminin özel sektörden alacaklarını, CMP özel sektöre yönelen net
sermaye akımlarını, IG kamu yatırımlarını ve KP özel sektör sermaye stoğunu
göstermektedir. Çalışmada Yunanistan, Kore ve Malezya’da kamu yatırımlarının
özel yatırımlara olumlu etkisi olduğu, Tayland ve Meksika’da ise, kamu
yatırımlarının dışlama etkisine yol açtığı belirlenmiştir.
Blejer ve Khan (1984) çalışmalarında esnek hızlandıran modelinden
yararlanarak oluşturdukları modelde, altyapı yatırımları ve diğer kamu yatırımları
arasında ayrıma gitmişler, özel yatırımlar üzerinde kamu yatırımlarının, devresel
etmenlerin, banka kredilerindeki değişimlerin, reel net özel sermaye akımlarının ve
beklenen çıktının etkilerini test etmişlerdir. 24 gelişmekte olan ülke için 1971-1979
dönemi verileri kullanılarak yapılan test sonucunda, kamu yatırımları hacmindeki
değişimin dışlama etkisine yol açtığı görülmüştür.
Khan (1988) çalışmasında esnek hızlandıran yatırım modelini temel almıştır.
Modelde arzu edilen sermaye stoğu ile beklenen çıktı düzeyi arasında ilişki
bulunmaktadır. Gerçekleşen özel sermaye stoğu, ilgili dönemde arzulanan stok ile
4
Yunanistan ve Kore için test edilen denklemler, yedek akçeleri (RE) de içermektedir.
Denklem (19) makalede ayrıca aşağıdaki gibi denklem (20) olarak ifade edilmektedir.
IPt = c0 + c1IGt + c2FPt + c3KPt-1 + u5t
(20)
Maliyetleri açısından bir fark olmadığında, özel sektöre verilen krediler ve net sermaye
akımları arasında yatırımcı açısından bir fark yoktur. Bu nedenle denklem (20)’de bu iki
değişkenin toplamı FP olarak ifade edilmektedir.
70 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi
Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 59-94
geçmiş dönemde gerçekleşen stok farkına göre belirlenmektedir. Aşağıda, denklem
(21)’de görüldüğü gibi, özel yatırım (IP) ile özel sermaye stoğundaki değişim ve
belirli bir oranda (δ) yıpranan geçmiş dönem sermaye stoku arasında fonksiyonel
bir ilişki bulunmaktadır.
IPt = ΔKt + δ Kt-1
(21)
Gecikme operatörünün (L), Kt ile çarpımı sonucu Kt-1’in elde edileceği kabul
edilerek, denklem (21), aşağıdaki gibi denklem (22) olarak da ifade
edilebilmektedir.
IPt = αβ[1 - (1 - δ)L]K*t
(22)
Aşağıda, denklem (23)’te görüldüğü gibi, modelde gerçekleşen özel yatırımdaki
değişim ile arzulanan özel yatırım ile geçmiş dönemde gerçekleşen özel yatırım
farkı arasında fonksiyonel bir ilişki söz konusudur.
ΔIPt =β [IP*t - IPt-1]
(23)
β katsayısı, özel yatırımcıların arzulanan ve gerçekleşen yatırımlar arasındaki
tepkilerini göstermektedir. Özel yatırımcıların tepkisi; piyasa koşullarına, banka
sisteminin sunduğu kredi olanaklarına ve kamu sektörü yatırım düzeyine bağlıdır.
Çalışmanın ampirik kısmında, Pakistan için 1959-1986 dönemi verileriyle,
doğrusal en küçük kareler yöntemi ile bu üç etmenin özel yatırımlar üzerindeki
etkisi test edilmiştir. Piyasa koşullarının etkisinin ölçülmesinde GSYİH’nın
gerçekleşen ve trend düzeyi arasındaki fark dikkate alınmıştır.5 Piyasa koşullarının,
özel yatırımlar üzerinde önemli ölçüde etkili olduğu görülmüştür. Kredilerin de
önemli ölçüde etkili olması, para politikalarının özel yatırımlar üzerindeki etkisini
göstermektedir. Kamu yatırımlarının özel yatırımlar üzerinde çekme etkisi yarattığı
sonucuna ulaşılmıştır.
5
Çalışmada GSYİH trend düzeyi, tam kapasite düzeyi olarak kabul edilmiştir. Gerçekleşen
GSYİH trend düzeyini geçtiğinde arzulanan ve gerçekleşen yatırım arasındaki açığa
yatırımcıların tepkisi görece yavaş, gerçekleşen GSYİH trend düzeyinin altında kaldığında
ise görece hızlı olmaktadır.
71 C. Y. KESBİÇ. – Ö. DÜNDAR – A. DEVRİM
Aschauer
(1988)
çalışmasında
kamu
yatırımlarının
özel
sermayenin
verimliliğine etkisini analiz için geliştirilmiş neo-klasik üretim fonksiyonunu ele
almıştır. Fonksiyon, özel sermayenin marjinal ürününü, nüfusun kamu sermaye
stoğuna oranını ve nüfusun özel sermaye stoğuna oranını içermektedir. İstatistik
açısından nüfus ele alınmakla birlikte, söz konusu oranlar, teorik olarak sermayeemek oranlarıdır. Fonksiyon, Amerika için 1953-1985 dönemi verileri kullanılarak,
doğrusal en küçük kareler, birinci sıra otoregresyon ve araçsal değişkenler
yöntemleriyle test edilmiştir. Sonuçlara göre, kamu sermaye stoğu, özel
sermayenin getiri oranını arttırmakta ve çekme etkisi oluşmaktadır.
Easterly’in (1989) çalışmasında Solow’un (1956) modelindeki gibi kamu ve
özel yatırımlar, sektörlerin tasarruf eğilimlerinin ve borçlanma eğilimlerinin bir
fonksiyonudur. Kamu kesimi, vergi gelirlerinin bir kısmını sabit oranda tasarruf
etmektedir. Yıpranma ve borç faizi ise, kamu sermaye birikimi üzerinde negatif
etkide bulunmaktadır. Yeni borçlanma, büyüme hızı ile borç-çıktı oranının
çarpımına eşittir. Bu da yine borç-sermaye oranı ile kamu sermaye oranının
çarpımına eşit olmaktadır. Özel sermaye birikimi için de aynı fonksiyonel ilişkiler
söz konusu olmakta; özel gelir, toplam çıktı ile vergi gelirleri arasındaki fark olarak
ifade edilmektedir. Durağan aşamada özel sermaye ve kamu sermaye stoğu artış
hızları, büyüme hızına eşit olmalıdır.
Modelde kurulan simülasyonda ulaşılan ilk sonuçlardan biri, vergi oranı ile
vergi geliri arasında Laffer Eğrisi’nde özetlenen ilişkinin varlığıdır. Vergi oranı,
sıfırdan itibaren yükseldiğinde vergi geliri yükselmekte, vergi oranındaki artış
vergi miktarındaki düşüşü karşılamaktadır. Vergi oranındaki artışa bağlı olarak,
kamu sermaye stoğu arttığından büyüme hızı artmaktadır. Vergi oranlarındaki artış
bir noktadan sonra, kamu gelirinin ve kamu sermayesini arttırmakla birlikte,
büyüme hızını yavaşlatmaktadır. Bu noktadan sonra vergi oranlarındaki artış, özel
sektör üzerinde dışlama etkisinde bulunduğundan, kamu gelirlerinin ve kamu
sermayesinin azalmasına neden olmaktadır. Vergilerdeki artışın, kamu sermaye
artışında ve dolayısıyla büyüme üzerinde olumlu etkide bulunabilmesi, kamu vergi
gelirlerinin ne ölçüde tasarrufa yönlendirildiğine bağlıdır. Kamu kesiminin hiç
72 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi
Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 59-94
tasarrufa gitmemesi durumunda vergi oranındaki her artış, büyüme hızını
yavaşlatmaktadır.
Ramirez (1994) çalışmasında geliştirilmiş neo-klasik üretim fonksiyonundan
yararlanarak oluşturduğu modelde istihdamın, özel sermaye stoğunun ve kamu
sermaye stoğunun reel çıktı düzeyine etkisini analiz etmiştir. Çalışmada esnek
hızlandıran yatırım modelinden faydalanılmıştır. Ampirik testte kullanılan
aşağıdaki denklem (24)’de IP özel yatırımı, σ geçmiş dönem sermaye stoğundaki
yıpranmayı, GAP çıktı açığını, ΔRCP özel sektörün kullanabildiği reel kredi
akımını, RGI kamu yatırımını, EX reel döviz kurunu ve Y* arzulanan reel çıktı
düzeyini göstermektedir. L gecikme operatörü ve D kukla değişkendir.
IPt = αβ[1 - (1 - σ)L]Y*t + βα1GAP + βα2ΔRCPt + βα3RGIt +βα4EXt + βα5Dt +
(1 - β)IPt-1
(24)
Denklem (24), Meksika için 1950-1988 dönemi verileriyle test edilmiştir. Sonuç
olarak, reel kredi akımı ve kamu yatırımlarının, özel yatırımlara pozitif etkisi
olduğu, reel döviz kurunun ise, özel yatırımlara negatif etkisi olduğu görülmüştür.
Oshikoya (1994) çalışmasında kurduğu modelde, özel yatırımın GSYİH’ya
oranı ile reel GSYİH’daki yüzdesel değişimin, kamu yatırımlarının GSYİH’ya
oranının, özel sektöre verilen kredilerdeki değişimin, tüketici fiyat endeksindeki
yüzdesel değişimin, reel döviz kurunun, geçmiş dış borçların ihracata oranının ve
geçmiş özel yatırımın GSYİH’ya oranının fonksiyonel ilişkilerini analiz
etmişlerdir. Afrika için yapılan çalışmada kamu yatırımlarının özel yatırımlar
üzerinde çekme etkisine yol açtığı görülmüştür.
Looney (1995) çalışmasında Pakistan için Granger nedensellik testiyle, altyapı
yatırımlarını kapsamayan kamu yatırımlarının imalat sektöründe dışlama etkisine
yol açtığı, imalat sektörü dışındaki diğer sektörler için finansal ya da reel dışlama
etkisinin olmadığı sonucuna ulaşmıştır.
Serven (1996) çalışmasında kullandığı modelinde ekonomi, kamu sektörü ve
özel sektör olmak üzere iki sektörden oluşmaktadır. Kamu sektörü, iki mal
üretmektedir. Bu mallardan birincisi, kısaca “altyapı hizmetleri” denilen, özel
73 C. Y. KESBİÇ. – Ö. DÜNDAR – A. DEVRİM
sektörün kullanabildiği ara mal niteliğindeki üretken girdilerdir, bunların üretimi
için yalnızca altyapı sermayesi gerekmektedir. Bu mallardan diğeri ise, herhangi
bir altyapı hizmeti sunmamakta ve bu malın üretimi için sermaye ve emek
kullanılmaktadır. Özel sektör, emek, sermaye ve altyapı hizmetlerini kullanarak,
tek bir nihai mal üretmektedir. Kamu ve özel sektörün ürettiği nihai mallar, tam
ikame mallardır, dolayısıyla bu malların özel tüketimleri açısından kamu sektörü
ve özel sektör rekabet içerisindedir.
Modelde kamu sektörünün nihai mal için ayırdığı sermayenin arttığı,
dolayısıyla çıktının arttığı ve kamu nihai malının nispi fiyatının düştüğü
varsayılmaktadır. Fiyattaki bu düşüş, özel nihai mala yönelik talebin, kamu nihai
malına yönelmesine yol açacağından kamu sektöründeki istihdam artmaktadır.
Ayrıca, kamu nihai malının fiyatı düştüğünde, kamu firmaları çıktısı cinsinden reel
ücret yükseleceğinden, kamu istihdamı azalmaktadır. Net sonuç, iki etmenden
birinin diğerine üstün gelmesiyle belirlenmektedir. Altyapı sermaye stoğu
arttığında ise, özel sektörde emek ve sermayenin verimliliği, dolayısıyla özel
firmaların çıktıları artmakta ve özel nihai malın nispi fiyatı düşmektedir.
Çalışmanın ampirik kısmında, fonksiyonel ilişkinin gösterildiği aşağıdaki,
denklem (25)’te kpr özel sektör yatırımlarını, kg kamu sektörü yatırımlarını, z
altyapı stoğunu, pk sermaye mallarının nispi fiyatını ve crpr özel sektör için reel
kredi stoğunu göstermektedir. Analizde altyapı stoğunun ve reel kredi stoğunun
pozitif, sermaye mallarının nispi fiyatının ise, negatif etkisi olacağı beklenirken,
kamu sektörü yatırımlarının net etkisi belirli değildir.
kpr = φ (kg, z, pk, crpr)
(25)
Gelişmekte olan ülkelerde kamu kesiminin altyapı yatırımları yanında, özel
sektörün ticari ve sınai yatırımları da gerçekleşmektedir. Çalışmada Hindistan için
alt yapı yatırımlarının uzun dönemde özel yatırımlar üzerinde çekme etkisine, ticari
ve sınai yatırımların ise, dışlama etkisine yol açtığı sonucuna ulaşmıştır. Her iki tür
yatırımın da kısa dönemde, dışlama etkisi oluşturduğu görülmüştür.
74 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi
Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 59-94
Argimon vd. (1997) çalışmalarında oluşturdukları modelde, ekonomik
birimlerin iki dönem yaşadıkları varsayılmaktadır. Bu birimler, yalnızca ilk
dönemde emek arz etmekte ve ücret ile geçinmektedir. Birimlerin tüketim
düzeyleri, ücret ile vergi ve tasarrufların arasındaki farka eşittir. İkinci dönemde
ise, vergi ödeme yükümlülüğü olmayan birimler, tasarrufları yoluyla geçimlerini
sürdürmektedir. Tasarruf hacmi, faiz oranına bağlı olarak değişmektedir. Kamu
vergilerle, ekonomik birimlerin fayda fonksiyonunda yer alan kamu mallarını ve
özel sektör üretiminde kullanılan üretken girdileri üretmektedir. Modelde birimler,
özel sektör mallarını, kamu mallarına belirli bir katsayı üzerinden tercih
etmektedir.
Kamu ve özel sektör malları bir dönem içerisinde tamamen değer yitirmekte,
ikinci dönemde sermaye, birinci dönemde yapılan tasarrufa eşit olmaktadır. Kamu
tüketim harcamalarının özel yatırımlar üzerindeki etkisi, vergilerin tasarruflar
üzerindeki etkisine ve kamu hizmetlerinin ne ölçüde özel tüketimin tamamlayıcısı
ya da ikamesi olmasına göre değişmektedir. Vergilerin tasarruflar üzerindeki
negatif etkisi nedeniyle kamu yatırımlarındaki artış, özel yatırımlar üzerinde
dışlama etkisine yol açmaktadır. Buna karşın, kamu sermayesi, özel sermayenin
verimliliğini arttırdığında, kamu yatırımları, özel yatırımlar üzerinde bir çekme
etkisine neden olmaktadır.
Çalışmanın ampirik kısmında kullanılan aşağıdaki, denklem (26) ve (27)’de, t
zamanı, j ülkeyi, i özel yatırımları, ig kamu yatırımlarını, cg kamu tüketimini, fk özel
sermayenin marjinal verimliliğini, k özel sermaye stoğunu ve kg altyapı sermayesini
göstermektedir.
ijt = a1jt + a2jtfkjt + a3jtigt + a4jtcgjt + e1jt
(26)
ln fkjt = b1jt + b2jt ln kjt + b3jt ln kgjt + e2jt
(27)
Çalışmada 14 OECD ülkesinde panel veri yöntemiyle kamu yatırımları ve özel
yatırımlar arasındaki ilişki test edilmiştir. Sonuç olarak, kamu yatırımlarının özel
yatırımlara olumlu etkisinin olduğu, yatırımlar dışındaki kamu yatırımlarının
dışlama etkisine neden olduğu belirlenmiştir.
75 C. Y. KESBİÇ. – Ö. DÜNDAR – A. DEVRİM
Nazmi ve Ramirez (1997) Solow’un (1956) modelinden yararlanarak
oluşturdukları modelde emek gücünün, özel sermaye stoğunun, kamu sermaye
stoğunun ve diğer etmenlerin reel çıktı düzeyine etkisini, Meksika için analiz
etmektedirler. Çalışmada verimlilik artışı, emeğin çıktı esnekliği, kamu ve özel
sermayenin marjinal verimliliği ile kamu tüketim harcamalarının ve ihracatın çıktı
esnekliğinin, çıktı büyüme hızına etkisini ele almışlardır. Kamu tüketim
harcamaları ve ihracat verileri, ikinci aşamada modelden çıkarılmıştır. Kamu
yatırımlarının özel yatırımlar üzerindeki etkisine modelde yer verebilmek amacıyla
özel yatırımlar ile geçmiş dönem kamu ve özel yatırımları, geçmiş dönem büyüme
hızı, faiz oranları, kamu tüketimi ve ihracat arasında fonksiyonel bir ilişki
kurulmuştur. Çalışmada Meksika için 1950- 1990 dönemi verileri kullanılarak,
Phillips-Perron testi ve iki aşamalı en küçük kareler yöntemi uygulanmıştır. Analiz
sonucunda, özel ve kamu yatırımlarının büyüme üzerinde önemli etkileri olduğu,
önceki çalışmalardan farklı olarak emek gücünün büyüme sürecinde önemli rolü
olduğu, çıktı ve faiz oranlarının özel yatırımlar üzerinde etkili olduğu görülmüştür.
Kamu yatırımlarının, özel yatırımlar üzerinde dışlama etkisi oluşturmasına karşın,
bu yatırımların büyüme üzerinde olumlu etkileri olduğu belirlenmiştir.
Kesbiç
(1998)
Blinder-Solow
modelinden
yararlandığı
çalışmasında,
Türkiye’de özellikle 1987 yılı sonrasında kamu açıklarının finansmanı için
kamunun önemli ölçüde fon talep etttiğini, dolayısıyla mali piyasalarda özel
sektörün kullanabileceği fon arzının azaldığını belirtmektedir. Sonuç olarak, iç
borçlanmanın daraltıcı değil, genişletici etkide bulunduğu, ancak genişlemenin reel
değil, nominal nitelikte olduğu belirlenmiştir.
Bahmani-Oskooee (1999) çalışmasında oluşturduğu modelde reel gelirin, faiz
oranının ve bütçenin özel yatırımlar üzerindeki etkilerini, ABD için 1947- 1992
dönemi
verilerini
kullanarak,
Johansen-Juselius
eşbütünleşme
tekniğiyle
araştırmıştır. Sonuç olarak, bütçe açıklarının uzun vadede özel yatırımlar üzerinde
çekme etkisine yol açtığı belirlenmiştir.
76 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi
Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 59-94
Ahmed ve Miller (2000) çalışmalarında iki denklemden yararlanmışlardır.
Birinci denklemde; vergilerin, kamu yatırımlarının, dış ticaretin (ithalat ve ihracat
toplamı) GSYİH içerisindeki payı ile özel yatırımların GSYİH içerisindeki payı
arasında bir fonksiyonel ilişki kurulmaktadır. İkinci denklemde; kamu yatırım
harcamaları toplu olarak değil, savunma harcamaları, eğitim harcamaları, sağlık
harcamaları, sosyal güvenlik harcamaları ve ulaşım ve iletişim harcamaları olarak,
alt kategorilere ayrılmıştır. Çalışmada 1975-1984 dönemi verileriyle, 23 gelişmekte
olan ve 16 gelişmiş ülke için, doğrusal en küçük kareler yöntemine
başvurulmuştur. Sonuç olarak, vergi ile finansmanı yapılan kamu yatırımlarının,
borçla finansmanı yapılan kamu yatırımlarından daha çok dışlama etkisine yol
açtığı; sosyal güvenlik harcamalarının bütün ülkelerde özel yatırımları azaltırken,
gelişmekte olan ülkelerde ulaşım ve iletişim harcamalarının özel yatırımları olumlu
etkilediği görülmüştür.
Hyder (2001) çalışmasında geliştirilmiş neo-klasik üretim fonksiyonundan
yararlanmış, Pakistan için 1964-2001 dönemi verilerini kullanarak, multivariate
time series yöntemiyle dışlama etkisini incelemiştir. Sonuç olarak, uzun dönemde
özel yatırımlar ve kamu yatırımların büyümeye etkisinin olumlu olduğu, kamu
yatırımları ve özel yatırımlar arasında ise, tamamlayıcılık ilişkisi olduğu
görülmüştür.
Naqvi (2001) çalışmasında Pakistan için 1964- 2000 dönemi verileriyle,
eşbütünleşme tekniğini kullanarak, ekonomik büyüme, kamu yatırımları ve özel
yatırımlar arasındaki ilişkiyi incelemiştir. Analiz sonucunda kamu yatırımlarının
özel yatırımlar üzerinde çekme etkisi oluşturduğu gözlenmiştir.
Yavuz (2001) çalışmasında Türkiye için 1990-2001 dönemi verilerini
kullanarak, hata düzeltme modeline başvurmuştur. Sonuç olarak, kamu yatırım
harcamalarının ve faiz oranlarının özel yatırımları dışladığı görülmüştür.
Naqvi ve Tsoukis (2003) çalışmalarında esnek hızlandıran yatırım modelinden
yararlanarak, reel GSYİH’daki değişimlerin ve kamu yatırımlarının özel
yatırımlara etkisini 1971-2000 dönemi verilerini kullanarak, beş Asya ülkesi için
77 C. Y. KESBİÇ. – Ö. DÜNDAR – A. DEVRİM
test etmişlerdir. Sonuç olarak, kamu yatırımlarının Pakistan’da çekme etkisine,
Tayland’da ise, dışlama etkisine yol açtığı görülmüştür. Bengladeş’te kamu
yatırımlarının hacmi özel sektör tarafından belirlenirken, Hindistan ve Malezya
için,
kamu
yatırımları
ve
özel
yatırımlar
arasında
nedensellik
ilişkisi
belirlenmemiştir.
Berber (2003) çalışmasında Türkiye için 1963-1999 dönemi verilerini
kullanarak, eşbütünleşme yöntemi ve hata düzeltme modeline başvurmuştur. Sonuç
olarak, büyüme ile kamu ve özel yatırımları arasında karşılıklı nedensellik ilişkisi
olduğu ve büyüme üzerinde özel yatırımların daha etkili olduğu görülmüştür.
Şimşek (2003) çalışmasında genişletilmiş basit yatırım hızlandıran modelini
kullanmış, Türkiye için 1970- 2001 verileriyle, çeşitli kamu yatırımlarının özel
yatırımlara etkisini analiz etmiştir. Sonuç olarak, kamu altyapı yatırımlarının ve
faiz ödemelerini içeren kamu yatırımlarının özel yatırımlar üzerinde dışlama
etkisine yol açtığı görülmüştür.
Kar ve Taban (2003) çalışmalarında çeşitli kamu yatırım harcamalarının
büyüme üzerindeki etkisini, Türkiye için 1971- 2000 dönemi verilerini kullanarak,
eşbütünleşme tekniğiyle analiz etmişlerdir. Sonuç olarak, eğitim ve sosyal güvenlik
harcamalarının büyümeyi olumlu, sağlık harcamalarının ise, büyümeyi olumsuz
etkilediği
ve
altyapı
harcamalarının
istatiksel
olarak
anlamlı
olmadığı
belirlenmiştir.
Uysal ve Mucuk (2003) çalışmalarında kamu yatırımlarının özel yatırımlara
etkisini, Türkiye için 1975-2000 dönemi verilerini kullanarak, en küçük kareler
yöntemi ile test etmişlerdir. Sonuç olarak, kamu yatırım harcamalarının özel
yatırımları dışladığı görülmüştür.
Ertan (2004) çalışmasında Türkiye için 1989- 2003 dönemi verilerini
kullanarak, zaman serilerinde çoklu regresyon analiziyle, kamu yatırımları, iç borç
stoğu ve özel sektöre bankalar tarafından verilen borçların özel yatırımlara etkisini
test etmiştir. Analiz sonucunda, özel yatırımların, kamu yatırımları ve iç borç
stoğundan olumsuz etkilendiği görülmüştür.
78 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi
Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 59-94
Kuştepeli (2005) çalışmasında Dickey Fuller birim kök testi ve Johansen eşbütünleşme yöntemini kullanarak, iki model kurmuştur. Birinci modelde; özel
yatırım üzerinde reel faiz oranının, reel gelirin (GSMH) ve reel kamu yatırımlarının
etkileri, Türkiye için 1967- 2003 dönemi verileriyle test edilmiştir. İkinci modelde;
özel yatırımlar üzerinde reel faiz oranının, reel gelirin ve reel bütçe açığının
etkileri, Türkiye için 1963- 2003 dönemi verileriyle test edilmiştir. Sonuç olarak,
özel yatırımlar ile reel faiz oranları arasında negatif, özel yatırımlar ile reel gelir
arasında pozitif ilişki olduğu, bütçe açıklarındaki artışın özel sektör üzerinde uzun
dönemde dışlama etkisine yol açtığı görülmüştür.
Yavuz (2005) çalışmasında kamu yatırımlarının ve faiz oranının özel
yatırımlara etkisini, Türkiye için 1980-2003 dönemi verilerine göre test etmiştir.
Sonuç olarak, kamu yatırımlarının özel yatırımlar üzerinde çekme etkisine yol
açtığı sonucuna ulaşılmıştır.
Erden (2005) çalışmasında Türkiye için 1968-1998 dönemine ait verilerle,
esnek hızlandıran yatırım modeli ve vektör hata düzeltme modelini kullanmıştır.
Sonuç olarak, reel GSMH’nın özel yatırımlar üzerinde olumlu etkisi olduğu, reel
kamu yatırımlarının ise, dışlama etkisine yol açtığı görülmüştür.
Saeed vd. (2006) çalışmalarında geliştirilmiş neo-klasik üretim fonksiyonundan
yararlanarak, VAR modeliyle, Pakistan için kamu yatırımlarının özel yatırımlar
üzerindeki etkisini analiz etmişlerdir. Sonuç olarak, tarım sektörü açısından çekme
etkisinin, imalat sektörü açısından ise, dışlama etkisinin olduğu görülmüştür.
Mitra (2006) çalışmasında yapısal vektör otoregresyon (SVAR) modeliyle,
Hindistan için 1969- 2005 dönemi verilerini kullanarak, kısa dönemde kamu
yatırım harcamalarının özel harcamalar üzerinde dışlama etkisine yol açtığı
sonucuna ulaşmıştır.
Başar ve Temurlenk (2007) çalışmalarında yapısal VAR modelini kullanarak,
Türkiye için 1980 sonrası dönemde kamu yatırımlarının özel yatırımlar üzerindeki
dışlama etkisini analiz etmişlerdir. Sonuç olarak, dışlama etkisinin düşük düzeyde
olduğu görülmüştür.
79 C. Y. KESBİÇ. – Ö. DÜNDAR – A. DEVRİM
Altay ve Altın (2008) çalışmalarında Türkiye için 1980-2005 dönemi
verileriyle, toplam kamu yatırımlarının büyüme ve toplam yatırımlar üzerindeki
etkisini, Pati Ram’ın geliştirdiği iki sektörlü üretim fonksiyonu ve en küçük kareler
yöntemini kullanarak, analiz etmişlerdir. Sonuç olarak, kısa dönemde kamu
yatırımlarının toplam yatırımlar üzerinde olumlu etkisi olduğu, uzun dönemde ise,
kamu büyüklüğündeki artış nedeniyle dışlama etkisinin meydana geldiği
görülmüştür.
Hatano (2010) çalışmasında Japonya için 1957-2004 dönemi verilerini
kullanarak, Johansen eşbütünleşme analizi ve Granger nedensellik testini
uygulayarak, kamu yatırımlarının ilk yıl özel sektör yatırımlarını dışladığı ancak
devam eden yıllarda tamamladığı bulgusuna ulaşmıştır.
Dianne ve Lee (2011) çalışmalarında Endonezya için 1997-2010 dönemi çeyrek
dönemlik verilerini kullanarak, kamu yatırımları ile özel sektör yatırımları
arasındaki ilişkiyi vektör hata düzeltme modeliyle araştırmışlardır. Kamu
yatırımlarının özel sektör yatırımlarını dışladığı sonucuna ulaşmışlardır.
Hassan vd. (2011) çalışmalarında Malezya için 1976- 2006 dönemi verilerini
kullanarak tarım, ticaret ve imalat, ulaştırma ve haberleşme ile
sektörlerindeki
tamamlama
ve
dışlama
etkisini,
panel
veri
inşaat
yöntemiyle
araştırmışlardır. Söz konusu sektörlerdeki kamu yatırımlarının aynı sektörlerdeki
özel sektöryatırımlarını pozitif yönde etkilediği sonucuna ulaşmışlardır.
Birian vd. (2012) çalışmalarında Zimbabve için 1967- 2004 dönemi verilerini
kullanarak, vektör hata düzeltme modelinin
(VECM) uygulanmasıyla, kamu
yatırımlarındaki kısa dönemli değişikliklerin özel sektör yatırımlar üzerinde
tamamlayıcı etkisi olduğu sonucuna ulaşmışlardır.
Altunöz (2013) çalışmasında Türkiye için 1989-2004 dönemi verilerini
kullanarak, RDL yöntemi ile, kamu iç borçlanmasının özel yatırımları dışlama
etkisini test etmiştir. Sonuç olarak, ilgili dönemde dışlama etkisi olduğu
belirlenmiştir.
80 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi
Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 59-94
Tülümce ve Buyrukoğlu (2013) çalışmalarında Türkiye için 1980- 2010 dönemi
verilerini kullanarak, Johansen eşbütünleşme ve Granger nedensellik testleriyle,
özel yatırımlar ile kamu yatırımları arasındaki ilişkiyi analiz etmişlerdir. Sonuç
olarak, özel yatırımlardan kamu yatırımlarına doğru nedensellik ilişkisi olduğu ve
uzun dönemde faiz oranlarının özel yatırımları olumsuz etkilediği görülmüştür.
5. DIŞLAMA ETKİSİNİN TÜRKİYE İÇİN ANALİZİ
Çalışmada Türkiye’de 1986- 2014 dönemi için kamu yatırımlarının özel
yatırımları dışlama etkisi araştırılmıştır. Türkiye için yapılan analizde, cari fiyatlar
ile özel sabit sermaye yatırımları, cari fiyatlar ile kamu sabit sermaye yatırımları ve
cari fiyatlar ile iç borç stoku yıllık verileri; Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası
Elektronik Veri Dağıtım Sisteminden (EVDS) elde edilen İstanbul Ticaret Odası
1968 yılı Toptan Eşya Fiyat Endeksi (TEFE) yıllık verileri kullanılarak, reel hale
getirilmiştir. Böylece çalışmada söz konusu reel hale getirilmiş veriler ve iç borç
faiz
oranı
yıllık
verileri
kullanılmıştır.
Ayrıca,
özel
sabit
sermaye
yatırımlarının, kamu sabit sermaye yatırımlarının ve iç borç stokunun GSYİH’ye
oranı, analizde bu değişkenlerin GSYİH içerisindeki paylarının kullanılması temel
alındığı için tarafımızca belirlenmiştir.
Özel sabit sermaye yatırımları, kamu sabit sermaye yatırımları, iç borç faiz
oranı ve GSYİH değişkeni kalkınma bakanlığından, iç borç stoku değişkeni ise,
hazine müsteşarlığından elde edilmiştir.
Analizde değişkenlerin isimleri, kolaylık olması nedeniyle kısaltılmış, her bir
değişkenin GSYİH’ye oranı, değişkenlerin altına GSYİH yazılarak, ifade
edilmiştir. Özel sabit sermaye yatırımları (ÖY), kamu sabit sermaye yatırımları
(KY), iç borç stoku (İBS) ve iç borç faiz oranı (İBF) şeklinde gösterilmiştir.
Değişkenler arasında ekonometrik olarak anlamlı ilişkiler elde edilebilmesi için,
analiz yapılan serilerin durağan seriler olması gerekmektedir (Gujarati, 2003: 817).
Çalışmada zaman serilerinin durağanlığını belirlemek için son dönemlerde
geliştirilen Ng-Perron birim kök testinin kullanılması tercih edilmiştir. Ng-Perron
birim kök testleri, özellikle Phillips-Perron (PP) testlerinde ortaya çıkan hata
81 C. Y. KESBİÇ. – Ö. DÜNDAR – A. DEVRİM
teriminin hacmindeki boyut dağılımı çarpıklığını düzeltmek için M-testleri olarak
geliştirilen yeni birim kök testleridir. Bu testler, Phillips-Perron Za ve Zt testlerinin
değiştirilmiş (modifiye edilmis) hali olan MZa ve MZt testleri, Bhargava testinin
değiştirilmiş (modifiye edilmis) hali olan MSB testi ve ADF-GLS testinin
değiştirilmiş (modifiye edilmis) hali olan MPT testi olmak üzere, dört farklı birim
kök testini kapsamaktadır. Bu nedenlerle çalışmada Ng-Perron birim kök testi
kullanılmış, söz konusu teste göre değişkenlerin birinci farkları alındığında durağan
oldukları tespit edilmiştir (Sevüktekin ve Nargeleçekenler, 2007: 365).
Johansen eşbütünleşme testiyle, değişkenlerin eşbütünleşik olma durumlarının
araştırılabilmesi için zaman serilerinin durağan olmaları gerekmekte, seriler birinci
farkları alındığında durağan oldukları için söz konusu test uygulanabilmiştir.
Johansen eşbütünleşme testi uygulandıktan sonra, EKKY uygulanmıştır. Son
olarak, çalışmada kullanılan değişkenler arasındaki nedensellik ilişkisinin yönünü
belirlemek için Granger nedensellik testi uygulanmıştır.
5.1. Ng- Perron Birim Kök Testi Sonuçları
Aşağıdaki tablolarda Ng- Perron Birim Kök testinin sonuçları yer almaktadır.
Modelde kullanılan değişkenlerin % 5 seviyesinde düzey değerinde durağan
olmadıkları, ancak birinci farkları alındığında durağan oldukları görülmüştür.
Aşağıda tablo 2’de yer alan düzeyde NG- birim kök testi sonuçları, çalışmada
kullanılan değişkenlerin düzey değerlerinde durağan olmadıklarını göstermektedir.
% 5 anlamlılık seviyesinde MZa ve MZt testleri için hesaplanan istatistik değerleri,
Ng- Perron (2001) tarafından hesaplanan kritik değerlerden küçük olduğu için
temel hipotez olan birim kökün varlığı hipotezi reddedilememektedir. MSB ve
MPT testleri için hesaplanan istatistik değerleri ise, Ng ve Perron (2001) tarafından
hesaplanan kritik değerlerden büyük olduğu için, temel hipotez olan birim kökün
yokluğu hipotezi reddedilmektedir. MZa ve MZt ile MSB ve MPT testleri, temel
hipotez açısından farklılık göstermektedir. Bu durumda birim kökün var olduğu
ortaya çıkmaktadır. Değişkenlerin % 5 anlamlılık seviyesinde düzey değerinde
durağan olmadıkları görülmüştür.
82 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi
Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 59-94
Tablo 2. Sabit Terimli Olma Durumuna Göre Ng- Perron Birim Kök Testi
Değişken
ÖYGSYİH
MZa
-4.99455
MZt
-1.45791
MSB
0.29190
MPT
5.18124
Kritik Değer
-8.10000
-1.98000
0.23300
3.17000
-2.12555
-8.10000
-0.99952
-1.98000
0.47024
0.23300
11.2405
3.17000
-3.78500
-8.10000
-1.37319
-1.98000
0.36280
0.23300
6.47394
3.17000
Kritik Değer
-1.77143
-8.10000
-0.84379
-1.98000
0.47633
0.23300
12.4435
3.17000
Değişken
MZa
MZt
MSB
MPT
ÖYGSYİH
-13.3365**
-2.58002**
0.19346
1.84572
Kritik Değer
-8.10000
-1.98000
0.23300
3.17000
KYGSYİH
-12.6507**
-2.51501**
0.19881
1.93668
Kritik Değer
-8.10000
-1.98000
0.23300
3.17000
İBSGSYİH
-12.9780**
-2.53916**
0.19565
1.91902
Kritik Değer
-8.10000
-1.98000
0.23300
3.17000
İBFGSYİH
-11.5657**
-2.40476**
0.20792
2.11833
Kritik Değer
-8.10000
-1.98000
0.23300
3.17000
KYGSYİH
Düzey
Kritik Değer
İBSGSYİH
Kritik Değer
İBFGSYİH
Birinci
Farklar
Yukarıda tablo 2’de yer alan (**) değerleri birinci farklara göre NG- birim kök
testi sonuçları, çalışmada kullanılan değişkenlerin birinci farkları alındığında
durağan olduklarını göstermektedir. % 5 anlamlılık seviyesinde MZa ve MZt
testleri için hesaplanan istatistik değerleri, Ng ve Perron (2001) tarafından
hesaplanan kritik değerlerinden büyük olduğu için temel hipotez olan birim kökün
varlığı hipotezi reddedilmektedir. MSB ve MPT testleri için hesaplanan istatistik
değerleri ise, Ng ve Perron (2001) tarafından hesaplanan kritik değerlerden küçük
olduğu için temel hipotez olan birim kökün yokluğu hipotezi reddedilememektedir.
83 C. Y. KESBİÇ. – Ö. DÜNDAR – A. DEVRİM
Değişkenler % 5 anlamlılık seviyesinde birinci farkları alındığında durağan hale
gelmektedir.
5.2. Johansen Eşbütünleşme Testi Sonuçları
Çalışmada Ng-Perron birim kök testi kullanılarak, serilerin durağanlığının
sağlanması amacıyla farklarının alınması, serilerde bilgi kaybına neden
olabilmekte, bu durum seriler arasındaki ilişkileri yok edebilmektedir. Söz konusu
ilişkinin yok olup olmadığı Johansen eşbütünleşme analizi ile belirlenebilmektedir.
Çünkü Johansen (1988) tarafından geliştirilen eş-bütünleşme analizi, seriler
arasında durağan bir ilişki olması durumunda, söz konusu serilerin uzun dönemli
denge ilişkisinin var olup olmadığının araştırılmasını mümkün kılmaktadır. Seriler
arasında uzun dönem denge ilişkisinin var olması, bir diğer ifadeyle, serilerin
eşbütünleşik olmaları, her bir serinin ortak bir stokastik trendin etkisi altında
kaldığını göstermekte, bu durumda kurulan regresyon, sahte regresyon olmaktan
ziyade, anlamlı bir regresyon olmaktadır.
Ng- Perron testi sonucunda serilerin birinci farkları alındığında durağan
oldukları görülmüştür, böylece değişkenlerin eşbütünleşik olup olmadıklarının
araştırılması mümkün olmuştur. Johansen eşbütünleşme testinin uygulanması
sonucu ulaşılan sonuçlar, aşağıda tablo 3 ve tablo 4’te görülmektedir.
Tablo 3. Kısıtlanmış Eş-Bütünleşme Derecesi Testi (İz)
Unrestricted Cointegration Rank Test (Trace)
Ho Hipotezi
Eigenvalue
Trace Statistic
0.05 Critical Value
Prob.
(Özdeğer)
(İz istatistiği)
(Kritik Değer)
(Olasılık)
Hiç Yok *
0.772654
63.69343
47.85613
0.0008
En Çok 1 Tane
0.361591
23.69876
29.79707
0.2135
En Çok 2 Tane
0.280568
11.58182
15.49471
0.1781
En Çok 3 Tane
0.094858
2.690899
3.841466
0.1009
Sonuç
1 eşbütünleşme vektörü vardır.
84 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi
Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 59-94
Eşbütünleşme analizi doğrultusunda, % 5 anlamlılık düzeyinde iz testi
sonuçlarına göre, 1 adet koentegre vektörünün var olduğu, maksimum öz değer
testi sonuçlarına göre de 1 adet koentegre vektörünün varlığı tespit edilmiştir. Bu
durum, seriler arasında uzun dönemli bir ilişkinin varlığını mevcut kılmaktadır.
Tablo 4. Kısıtlanmamış Eş-Bütünleşme Derecesi Testi (Maksimum Özdeğer)
Unrestricted Cointegration Rank Test (Maximum Eigenvalue)
Ho Hipotezi
Max-Eigen
0.05
Eigenvalue
Statistic(Özdeğer
Value(Kritik
Prob.
(Özdeğer)
İstatistiği)
Değer)
(Olasılık)
Critical
Hiç Yok
0.772654
39.99467
27.58434
0.0008
En Çok 1 Tane *
0.361591
12.11694
21.13162
0.5361
En Çok 2 Tane
0.280568
8.890924
14.26460
0.2953
En Çok 3 Tane
0.094858
2.690899
3.841466
0.1009
Sonuç
1 eşbütünleşme vektörü vardır.
5.3. En Küçük Kareler Yöntemi (EKKY) Sonuçları
Çalışmada aşağıda görülen denklem (28) kullanılarak, EKKY göre analiz
gerçekleştirilmiştir. Denklem (28), kamu sabit sermaye yatırımlarının GSYİH’ye
oranının (KYGSYİH), iç borç stokunun GSYİH’ye oranının (IBGSYİH) ve iç borçlanma
faiz oranının (IBF), özel sabit sermaye yatırımlarının GSYİH’ye oranı (ÖYGSYİH)
üzerindeki etkisini göstermektedir. Johansen eşbütünleşme sonuçlarına göre, seriler
arasında uzun dönemli bir ilişkinin varlığı tespit edildikten sonra, EKKY ile
değişkenler arasında ilişki kuran katsayılar tahmin edilmiş ve bu katsayıların
ekonometrik olarak anlamlı olup olmadıkları belirlenmiştir.
ÖYGSYİH = ± KYGSYİH - IBSGSYİH - IBF
(28)
İç borç stokundaki artış, kamunun kullandığı fonların artışı dolayısıyla özel
sektörün erişebildiği kaynakların azaldığı anlamına gelmektedir. İç borç faiz
85 C. Y. KESBİÇ. – Ö. DÜNDAR – A. DEVRİM
oranlarındaki artış ise, girişimciler için maliyetleri arttırdığından özel yatırımları
azaltmaktadır.
Aşağıda denklem (29)’da verilen analiz sonuçlarına göre, Kamu sabit sermaye
yatırımları özel sabit sermaye yatırımlarını dışlamaktadır. Kamu yatırımları, iç borç
stoku ve iç borç faizi değişkenlerinin özel yatırımlar üzerindeki etkisi, negatif
yönde olmaktadır. Kamu sabit sermaye yatırımlarında, iç borç stokunda ve iç borç
faiz oranında görülen bir birimlik artış, özel sabit sermaye yatırımlarında sırasıyla 1.641885, -0.181155 ve -0.025750 oranında bir azalış oluşturmaktadır. Kamu sabit
sermaye yatırımları, iç borç stoku ve iç borç faiz oranı değişkenlerine ait katsayılar,
0.05 düzeyinde istatistiksel olarak anlamlıdır. Model de, F istatistik değerinin
0.000466 olması nedeniyle anlamlıdır. Modelin açıklayıcı gücü (R2), orta
düzeydedir.
ÖYGSYİH = - KYGSYİH- IBSGSYİH - IBF
(29)
ÖYGSYİH = -1.641885 KYGSYİH -0.181155 IBSGSYİH -0.025750 IBF
R2 = 0,50F (0, 000466).
Tablo 5. EKKY Sonuçları
Değişkenler
KY
IBS
IBF
Katsayılar
Standart
Sapma
t İstatistik
Değerleri
P Olasılık
Değerleri
-1.641885
0.382020
-4.297902
0.0002
-0.181155
0.042457
-4.266829
0.0002
-0.025750
0.009234
-2.788763
0.0100
5.4. Engle Granger Nedensellik Testi Sonuçları
Engle Granger Nedensellik Testine göre oluşturulan hipotezlere göre; Ho:
Granger nedeni değildir. H1: Granger nedenir. Aşağıda tablo 6’da Granger
nedensellik testi sonuçları verilmektedir.
Test sonuçlarına göre; kamu yatırımları ile özel yatırımlar, iç borç stoku ile özel
yatırımlar, iç borç faiz oranı ile özel yatırımlar, iç borç stoku ile kamu yatırımları
86 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi
Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 59-94
ve iç borç faiz oranı ile iç borç stoku arasında nedensellik ilişkisi bulunmamakta,
her iki değişken birbirinin 0,05 anlamlılık seviyesinde granger nedenini
oluşturmamakta ve her iki değişken birbirini etkilememektedir.
Tablo 6. Granger Nedensellik Testi Sonuçları
Nedensellik Yönü
KYGSYİHÖYGSYİH
Obs
F-Statistic
27
0.39780
0.6765
1.13272
0.3402
0.32432
0.7264
0.12068
0.8869
1.03133
0.3731
1.80454
0.1881
2.74320
0.0864
0.50472
0.6105
0.22886
0.7973
0.96329
0.3972
8.36049
0.0020
4.16390
0.0293
ÖYGSYİH KYGSYİH
IBSGSYİH ÖYGSYİH
27
ÖYGSYİH IBSGSYİH
IBF
 ÖYGSYİH
27
ÖYGSYİH IBF
IBSGSYİH KYGSYİH
27
KYGSYİH  IBSGSYİH
IBF  KYGSYİH
27
KYGSYİH  IBF
IBF

IBSGSYİH
27
IBSGSYİHIBF
Prob.
İç borç faiz oranı ile iç borç stoku arasında çift yönlü nedensellik ilişkisi
bulunmakta, her iki değişken birbirinin 0,05 anlamlılık seviyesinde granger
nedenini oluşturmakta ve her iki değişken birbirini etkilemektedir.
6. SONUÇ
Çalışmada kamu yatırımlarının borçlanma ile finanse edilmesinin dışlama etkisi
yoluyla ekonomide yol açtığı etkiler konusunda; Klasik iktisat, Neo-klasik iktisat
ve Monetarist iktisadın hemen hemen aynı yönde görüşe sahip olduğu, Keynesyen
iktisadın ise, diğer iktisadi sistemlerden daha farklı bir görüşe sahip olduğu
87 C. Y. KESBİÇ. – Ö. DÜNDAR – A. DEVRİM
belirlenmiştir. Keynesyen iktisada göre, kamu yatırım harcamalarındaki artışın
meydana getireceği milli geliri arttırıcı etki, özel sektörün dışlanma etkisinden daha
fazla oranda olmakta, bir başka ifadeyle kısmi bir dışlama etkisi oluşmakta, bu
nedenle uygulanan genişletici maliye politikaları ekonomide olumlu bir etki
oluşturmaktadır. Diğer iktisadi düşünce sistemlerinde söz konusu etki, olumsuz
yönde olmaktadır.
Özetle, konuyla ilgili teorik analiz yapıldığında, dışlama etkisinin var olduğu
konusunda iktisadi düşünce sistemlerine göre farklı görüşler olsa dahi, sonuç
olarak dışlama etkisinin kısmen de olsa var olduğu görüşü, tüm iktisadi düşünce
sistemleri tarafından savunulmuştur. Dışlama etkisi üzerine yapılan teorik
tartışmaları, ampirik çalışmalar gecikmeli olarak izlemiştir. 1970’li yıllarda değişen
ekonomik koşullar ile birlikte kamu kesiminin ekonomideki yerinin sorgulanmaya
başlanmasıyla, ampirik çalışmalar yoğunluk kazanmıştır.
Dışlama etkisi ampirik olarak analiz edildiğinde; kamu yatırımlarının özel
sektör yatırımları üzerinde dışlama etkisi oluşturup oluşturmadığı doğrultusunda
görüş birliğine ulaşılmadığı görülmüştür. Türkiye ile ilgili yapılan çalışmaların
çoğunluğunda ise, kamu yatırımlarının özel sektör yatırımlarını dışladığı yönünde
sonuca ulaşılsa da, kamu yatırımlarının özel sektör yatırımları üzerinde çekme
etkisi oluşturduğu yönünde sonuca ulaşılan çalışmalar da mevcuttur.
Dünya’da konuyla ilgili yapılmış son çalışmalardan Birian, Chiwira, Chiranga
ve
Enowbi
(2012),
çalışmalarında
kamu
yatırımlarındaki
kısa
dönemli
değişikliklerin özel sektör yatırımlarında tamamlayıcılık etkisi oluşturduğu
yönünde sonuca ulaşırken; Dianne ve Lee (2011), kamu yatırımlarının özel sektör
yatırımlarını dışladığı yönünde sonuca ulaşmışlardır. Bu durum, Dünya’da konuyla
ilgili en son yapılan çalışmalarda da önceki çalışmalar gibi görüş birliğine
ulaşılmadığının bir göstergesi olabilir.
Türkiye için konuyla ilgili yapılan son çalışmalardan biri, Tülümce ve
Buyrukoğlu’nun 2013 yılında yaptıkları çalışmadır. Tümlüce ve Buyrukoğlu
(2013:61), gelişmekte olan ülkelerde yapılan çalışmalarda kamu yatırımları ve özel
88 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi
Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 59-94
yatırımlar arasında genellikle tamamlayıcılık etkisi olduğu yönünde bulgulara
ulaşıldığını, bu durumun beklentilerle aynı doğrultuda olduğunu öne sürmüşlerdir.
Bu durumun nedeni olarak, gelişmekte olan ülkelerde kamu yatırımlarının özel
sektörü teşvik etmede ve kalkınmanın sağlanmasında önemli bir faktör olduğu;
kamu yatırımlarının özel sektör yatırımlarını kolaylaştırıcı olduğu gibi karlılığı da
artırarak, sermaye birikimine katkıda bulunduğunu ifade etmişlerdir. Dünya’da
yapılan ampirik çalışmalarda, gelişmekte olan ülkeler için genelde söz konusu
yönde sonuçlara ulaşılmıştır. Ancak, gelişmekte olan bir ülke konumunda olan
Türkiye’de yapılan ampirik çalışmalarda beklenilenin tersine, genellikle kamu
yatırımları ve özel yatırımlar arasında dışlayıcı bir etkinin olduğu sonucuna
ulaşılmıştır. Bu çalışmada söz konusu durumda bir değişikliğin olup olmadığı
araştırılmak istenmiştir. 2013 yılından sonra Türkiye için konuyla ilgili çalışma
yapıldığına pek rastlanılamamıştır. Bu nedenle bu çalışmada Türkiye’de 19862014 dönemi için dışlama etkisinin var olup olmadığı, genel olarak teoriyle ve
Türkiye için yapılan çalışmaların çoğunda ulaşılan sonuçlarla aynı yönde bir
sonucun elde edilip edilemeyeceği kapsamında, Johansen eşbütünleşme testi,
EKKY ve Engle Granger nedensellik testi ile analiz edilmiştir.
Johansen eşbütünleşme testi ve EKKY sonuçlarına göre; kamu sabit sermaye
yatırımlarının özel sektör sabit sermaye yatırımlarını dışladığı belirlenmiştir. İç
borç faizi ve iç borç stokunun özel sektör yatırımlarını negatif yönde etkilediği
görülmüştür. Kamu sabit sermaye yatırımları, iç borç stoku ve iç borç faiz oranı
değişkenlerine ait katsayılar, 0.05 düzeyinde istatistiksel olarak anlamlıdır. Model
de, F istatistik değerinin 0.00466 olması nedeniyle anlamlıdır. Modelin açıklayıcı
gücünün (R2), orta düzeyde olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Granger nedensellik testi
sonuçlarına göre ise, kamu yatırımları ile özel yatırımlar, iç borç stoku ile özel
yatırımlar, iç borç faiz oranı ile özel yatırımlar, iç borç stoku ile kamu yatırımları
ve iç borç faiz oranı ile iç borç stoku arasında nedensellik ilişkisi bulunmamakta,
her iki değişken birbirinin 0,05 anlamlılık seviyesinde granger nedenini
oluşturmamakta ve her iki değişken birbirini etkilememektedir. İç borç faiz oranı
ile iç borç stoku arasında çift yönlü nedensellik ilişkisi bulunmakta, her iki
89 C. Y. KESBİÇ. – Ö. DÜNDAR – A. DEVRİM
değişken birbirinin 0,05 anlamlılık seviyesinde granger nedenini oluşturmakta ve
her iki değişken birbirini etkilemektedir.
Çalışmada ulaşılan sonuçların, dışlama etkisi konusunda iktisadi sistemlerin
teorik görüşlerinden Keynesyen görüşün yaklaşımını desteklemediği, diğer iktisadi
görüşleri destekler nitelikte olduğu söylenebilmektedir. Söz konusu sonuçların,
Türkiye için yapılan ampirik çalışmaların çoğunda ulaşılan sonuçlarla, aynı yönde
olduğu görülmüştür. Bu doğrultuda, Türkiye’de kamu yatırımlarının özel sektör
yatırımlarını dışladığı söylenebilmektedir. Çalışmada Türkiye için dışlama etkisi
olduğu yönünde bir sonuca ulaşılması nedeniyle, ileride gerçekleştireceğimiz
çalışmada, dışlama etkisi söz konusu olsa dahi, büyümeye katkısı olan kamu
yatırım harcama türlerinin var olup olmadığı, diğer bir deyişle, kamu yatırımlarının
büyüme ile ilişkisinin belirlenmesi amaçlanmıştır. Bu çalışmanın, ileride ifade
edilen
yönde
gerçekleştirilecek
olan
bir
çalışmaya
temel
oluşturacağı
düşünülmektedir.
Kamu yatırımları sonucu oluşan bütçe açıklarının finansmanında, iç
borçlanmaya gidilmesi yerine, kayıt dışı ekonominin kayıt altına alınması
sonucunda vergi gelirlerini arttırma yoluna gidilebilir. Kamunun, özel sektör ile
rekabet halinde yatırımlar yerine, özel sektör üzerinde çekme etkisi yaratabilecek
yatırımlar gerçekleştirmesi, kamu yatırımlarının özel sektör yatırımlarını dışlama
etkisini azaltabileceği düşünülebilir. Bunların yanı sıra kamunun, özel sektör
yatırımlarını artırmak için özel sektöre yönelik teşvikler sağlaması, özel sektör
yatırımlarını arttırıcı etki yaratabilir.
KAYNAKÇA
AHMED, H. , MILLER, S. M. (2000), “Crowding-Out and Crowding-In Effects of
the Components of Government Expenditure”, Contemporary Economic Policy,
18(1), 124-133.
ARGIMON, I. , GONZALEZ-PARAMO, J. M. , ROLDAN, J. M. (1997),
“Evidence of Public Spending Crowding-out from a Panel of OECD Countries”,
Applied Economics, 29(8),1001-1010.
90 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi
Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 59-94
ASCHAUER, D. A. (1988), “Government Spending and the Falling Rate of
Profit”, Economic Perspectives, 6, 11-17.
ALTAY, O. , ALTIN, O. (2008), “Türkiye’de Kamu Harcamalarının Ekonomik
Büyüme ve Yatırımlar Üzerine Etkilerinin Analizi (1980-2005)”, Ege Akademik
Bakış, 8(1), 267-285.
ALTUNÖZ, U. (2013), “Kamu Kesimi İç Borçlanmasının Özel Yatırım
Harcamaları Üzerinde Etkisi: Türkiye Örneği”, Uludağ Üniversitesi İktisadi ve
İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 32(2), 25-53.
BAHMANI-OSKOOEE, M. (1999), “Do Federal Budget Deficits Crowd Out or
Crowd In Private Investment?”, Journal of Policy Modeling, 21, 633-640.
BAŞAR, S. , TEMURLENK, S. M. (2007), “Investigating Crowding-Out Effect of
Government Spending for Turkey: A Structural Var Approach”, Atatürk
Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, 21(2), 95-104.
BERBER, M. (2003), “Türkiye’de Özel ve Kamu Yatırım Harcamaları - Ekonomik
Büyüme İlişkisi Uzun Dönem Analizi”, İktisat, İşletme ve Finans, 18(209), 58-70.
BIRIAN, M. , CHIWIRA, O. , CHIRANGA, N. , ENOWBI, B. M. (2012), “The
Causal Relationship between Private and Public Investment in Zimbabwe”, British
Journal of Economics, Management & Trade, 2(3), 239-264.
BLEJER, M.I. , KHAN, M. S.(1984), “Government Policy and Private Investment
in Developing Countries”, Staff Papers - International Monetary Fund, 31(2), 379403.
BURNEY, N. A. , YASMEEN, A. (1989), “Government Budget Deficits and
Interest Rates: An Empirical Analysis for Pakistan”, The Pakistan Development
Review, 28(4), 971-980.
CARLSON, K. M. , SPENCER, R. W.(1975), “Crowding Out and its Critics”,
Federal Reserve Bank of St. Louis, 2-17.
CASHIN, P. (1995), “Government Spending, Taxes, and Economic Growth”, IMF
Staff Papers, 42(2), 237-269.
DIANNE, A. , LEE, C. G. (2011), “Dynamic Interactions between Public
Investment, Private Domestic Investment and Foreign Direct Investment: Evidence
from Indonesia”, International Research Journal of Finance and Economics, 77,
2011, 67-73.
EASTERLY, W. (1989), “Policy Distortions, Size of Government and Growth”,
NBER Working Paper, No. 3214, 1-44.
91 C. Y. KESBİÇ. – Ö. DÜNDAR – A. DEVRİM
ERDEN, L. (2005), “Public and Private Investment in a Vector Error Correction
Model: Empirical Evidence from Turkey”, Hacettepe Üniversitesi İktisadi ve İdari
Bilimler Dergisi, 23(1), 17-27.
ERTAN, G. (2004), “Crowding Out Mechanism Ongoing in Turkey”,
Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi.
FRIEDMAN, M. (1966), “Interest Rates and the Demand for Money”, Journal of
Law and Economics, 9, 71-85.
FRIEDMAN, M. (1972), “Comments on the Critics”, Journal of Political
Economy, 80(5), 906-950.
FLOYD, J. E. , HYNES, A. J. (1978), “Deficit Finance and 'First-Round' Crowding
out: A Clarification”, The Canadian Journal of Economics / Revue canadienne
d'Economique, 11(1), 97-105.
GUJARATI, D. , N. (2003), Basic Econometrics, McGraw-Hill Higher Education,
USA.
HASSAN, S. , OTHMAN, Z. , KARIM, M. Z. A. (2011), “Private and Public
Investment in Malaysia: A Panel Time-Series Analysis”, International Journal of
Economics and Financial Issues, (1)4, 199-210.
HATANO, T. , (2010), “Crowding-in Effect of Public Investment on Private
Investment”, Public Policy Review, 6(1), Policy Research Institute, Ministry of
Finance Japan, 105-120.
HYDER, K. (2001), “Crowding-out Hypothesis in a Vector Error Correction
Framework: A Case Study of Pakistan”, The Pakistan Development Review, 40(4),
633-650.
JOHANSEN, S. (1988), “Statistical Analysis of Cointegration Vectors”, Journal of
Economic Dynamics and Control, 12(2-3), 231-254.
JORGENSON, D. W. (1971), “Econometric Studies of Investment Behavior: A
Survey”, Journal of Economic Literature, 9(4), 1111-1147.
KAR, M. , TABAN, S. (2003), “Kamu Harcama Çeşitlerinin Ekonomik Büyüme
Üzerine Etkileri”, Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, 58(3), 145-169.
KESBİÇ, C. Y. (1998), “1980 Sonrası Dönemde Kamu Kesiminin Özel Kesimi
Dışlama Etkisi: Bir Model Analizi”, Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari
Bilimler Fakültesi Dergisi, 13(2), 147-161.
92 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi
Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 59-94
KHAN, A. H. (1988), “Macroeconomic Policy and Private Investment in
Pakistan”, The Pakistan Development Review, 27(3), 277-291.
KHAN, M. S. , REINHART, C. M. (1989), “Private Investment and Economic
Growth in Developing Countries”, IMF Working Paper 0440, 1-15.
KUŞTEPELİ, Y. (2005), “Effectiveness of Fiscal Spending: Crowding Out and/or
Crowding In?”, Yönetim ve Ekonomi,12(1), 185-192.
LOONEY, R. E. (1995), “Public Sector Deficits and Private Investment: A Test of
the Crowding-out Hypothesis in Pakistan’s Manufacturing Industry”, The Pakistan
Development Review, 34(3), 277-297.
MITRA, P. (2006), “Has Government Investment Crowded out Private Investment
in India?”, The American Economic Review, 96(2), 337-341.
NAQVI, N. H. (2002), “Crowding-in or Crowding-out? Modelling the Relationship
between Public and Private Fixed Capital Formation Using Co-integration
Analysis: The Case of Pakistan 1964-2000”, The Pakistan Development Review,
41(3), 255-275.
NAQVI, N. H. , TSOUKIS, C. (2003), “Does Public Investment Crowd Out
Private Investment? Evidence on Investment and Growth in Asia, 1971-2000”,
European Research Studies, 6(1-2), 58-72.
NAZMİ, N. , RAMIREZ, M. D. (1997), “Public and Private Investment and
Economic Growth in Mexico”, Contemporary Economic Policy, 15, 65-75.
OSHIKOYA, T. W. (1994), “Macroeconomic Determinants of Domestic Private
Investment in Africa: An Empirical Analysis”, Economic Development and
Cultural Change, 42(3), 573-596.
ÖZKER, N. (2003), “Dışlama (Crowding-Out) Etkisi Açısından Kamu
Harcamaları Politikası ve Türkiye Örnekleminde Ekonomik Büyüme İlişkisi”,
Atatürk Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakülte Dergisi, 17(3-4), 95-114.
RAMIREZ, M. D. (1994), “Public and Private Investment in Mexico, 1950-90: An
Empirical Analysis”, Southern Economic Journal, 61(1), 1-17.
SAEED, N. , BUKHARİ, S. K. H. , ALİ, A. , AHMAD, E. (2006), “The Impact of
Public Investment on Private Investment: A Disaggregated Analysis”, The Pakistan
Development Review, 45(4), 639-663.
SERVEN, L. (1996), “Does Public Capital Crowd Out Private Capital? Evidence
from India”, The World Bank Policy Research, Working Paper 1613, 1-36.
93 C. Y. KESBİÇ. – Ö. DÜNDAR – A. DEVRİM
SEVÜKTEKİN, M. , NARGELEÇEKENLER, M. (2007), Ekonometrik Zaman
Serileri Analizi, Nobel Yayınları, İkinci baskı, Ankara.
SOLOW, R. M. (1956), “A Contribution to the Theory of Economic Growth”, The
Quarterly Journal of Economics, 70(1), 65-94.
SPENCER, R. W. , YOHE, W. P. (1970), “The 'Crowding Out' of Private
Expenditures by Fiscal Policy Actions”, Federal Reserve Bank of St. Louis
Review,12-24.
SUNDARARAJAN, V. , THAKUR, S. (1980), “Public Investment, Crowding out,
and Growth: A Dynamic Model Applied to India and Korea”, Staff Papers International Monetary Fund, 27(4), 814-855.
ŞİMŞEK, M. (2003), “Kamu Harcamalarının Özel Yatırımlara Etkileri, 19702001”, Cumhuriyet Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, 4(2), 1-20.
TÜLÜMCE, S. Y. , BUYRUKOĞLU, S. (2013), “Türkiye’de Kamu ve Özel
Yatırımlar Arasındaki İlişkinin Ampirik Analizi: Dışlama Etkisi (1980-2010)”,
Mali Çözüm, 59-77.
UYSAL, D. , MUCUK, M. (2003), “Crowding-Out (Dışlama) Etkisi: Türkiye
Örneği (1975-2000)”, S.Ü. İİBF Sosyal ve Ekonomik Araştırmalar Dergisi, 1(5),
159-171.
WAI, T. U. , WONG, C. (1982), “Determinants of Private Investment in
Developing Countries”, The Journal of Development Studies, 19(1), 19-36.
YAVUZ, N. Ç. (2001), “Türkiye’de Kamu Yatırım Harcamalarının Özel Sektör
Yatırım Harcamalarını Dışlama Etkisi Üzerine Ekonometrik Bir Analiz (1990-1 /
2000-IV)”, Kamu-İş, 6(2), 47-64.
YAVUZ, N. (2005), “Türkiye’de Kamu Harcamalarının Özel Sektör Yatırım
Harcamalarını Dışlama Etkisinin Testi (1980-2003)”, Marmara Üniversitesi
İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 20(1), 269-284.
94 Yayın Geliş Tarihi: 21.12.2015
Yayın Kabul Tarihi: 18.03.2016
Online Yayın Tarihi: 22.12.2016
Dokuz Eylül Üniversitesi
İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi
Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 95-114
Dış Ticaret Haddi’nin Dış Ticaret Dengesine Etkisi:
Türkiye’deki Endüstriler İçin “S Eğrisi Yaklaşımı”nın
Geçerliliği
Seval AKBULUT BEKAR1
Harun TERZİ2
Öz
Bu çalışmada, Türkiye’nin Uluslararası Standart Ticaret Sınıflamasına (SITC Rev. 3, 1.
düzeyde) göre 1 kodlu içki ve tütün, 2 kodlu akaryakıt hariç yenilmeyen hammaddeler, 3
kodlu mineral yakıtlar, yağlar ve alkali ürünleri, 4 kodlu hayvansal, bitkisel katı ve sıvı
yağlar, mumlar, 5 kodlu başka yerde belirtilmeyen kimya sanayi ve buna bağlı sanayi
ürünleri, 6 kodlu başlıca sınıflara ayrılan işlenmiş mallar, 7 kodlu makinalar ve ulaştırma
araçları ile 8 kodlu çeşitli mamul eşya endüstrileri için “S Eğrisi etkisi”nin geçerliliği
2002:01-2014:12 dönemi aylık verilerle araştırılmıştır. Çapraz korelasyon analizleri 1, 2,
4, 5 ve 8 kodlu endüstrilerinde S Eğrisi etkisinin geçerli olduğunu göstermektedir.
Anahtar Kelimeler: S Eğrisi, Çapraz Korelasyon Fonksiyonu, Portmanteau χ2 Testi
JEL Sınıflandırma Kodları: C32, C58, F31, F41
The Effect of Terms of Foreign Trade on The Balance of Foreign
Trade: The Validity of “S-Curve Approach” for The Industries in
Turkey
Abstract
In this study, the validity of S Curve effect for the period of 2002:01-2014:12 is
investigated in the following industries of Turkey, classified by the Standard International
Trade Classification (SITC Rev. 3, 1 level)); section 1- beverages and tobacco; section 2crude materials, inedible, except fuels; section 3- mineral fuels, lubricants and related
materials; section 4- animal and vegetable oils, fats and waxes; section 5- chemicals and
related products, n.e.s.; section 6: manufactured goods classified chiefly by material;
section 7- machinery and transport equipment; section 8- miscellaneous manufactured
articles. Cross correlation analyses indicate that S Curve effect is found in the sections 1, 2,
4, 5 and 8.
Keywords: S-Curve, Cross Correlation Function, Portmanteau χ2 Test
JEL Classification Codes: C32, C58, F31, F4
1
Öğr. Gör.Dr., Karadeniz Teknik Üniversitesi, Vakfıkebir Meslek Yüksek Okulu,
sevalakbulut@ktu.edu.tr
2
Prof. Dr., Karadeniz Teknik Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, İktisat
Bölümü, hterzi@ktu.edu.tr
S. A. BEKAR. – H. TERZİ
1. GİRİŞ
Uluslararası iktisat literatüründe, döviz kurunda veya dış ticaret haddinde
yaşanan değişmelerin, dış ticaret dengesinde sebep olduğu kısa ve uzun dönemli
etkiler, yıllardır tartışılan konular arasında yer almaktadır. Döviz kurundaki
değişmelerin, dış ticaret dengesine etkisini, ihracatın yurtdışı ve ithalatın yurtiçi
talep esneklikleriyle açıklayan Esneklik yaklaşımı (Marshall-Lerner Koşulu);
toplam gelir ve toplam harcamalar ile ilişkilendiren Toplam Harcama (Massetme)
yaklaşımı; parasal denge ile ortaya koyan Parasalcı yaklaşımlar gibi geleneksel
yaklaşımların yanında zaman boyutunu dahil ederek dinamik etkiler açısından
açıklayan “J ve S Eğrileri” ile “Harberger Lauresen Metzler-HLM” Etkileri
yaklaşımları da yer almaktadır.
J Eğrisi yaklaşımı, Magee (1973) tarafından teorik olarak ortaya konulan ve
döviz kuru veya dış ticaret haddinin dış ticaret dengesi üzerindeki etkilerini kısa
dönemde fiyat ve miktar gecikmelerinden dolayı olduğunu ileri süren yaklaşımdır.
Backus, Kehoe ve Kydland (1994) tarafından literatüre kazandırılan S Eğrisi
yaklaşımı, dış ticaret dengesi ile dış ticaret haddi arasındaki kısa dönemli ilişkiyi, S
şekilli çapraz korelasyon fonksiyonu ile açıklamaktadır. Bu yaklaşıma göre, dış
ticaret dengesi, dış ticaret haddinin cari ve gelecekteki hareketleri ile negatif yönde,
dış ticaret haddinin geçmiş hareketleri ile ise pozitif yönde ilişkilidir. HLM etkisi
yaklaşımı ise; dış ticaret haddinde yaşanan pozitif (negatif) değişimlerin, diğer
şartlar sabit kalmak şartıyla, dış ticaret dengesinde pozitif (negatif) değişimlere
sebep olduğunu ileriye süren yaklaşımdır. Son yıllarda yapılan çalışmalarda; reel
döviz kuru veya dış ticaret haddi ile dış ticaret dengesi arasındaki ilişkiler J ve S
Eğrileri ile HLM etkileri çerçevesinde araştırılmaktadır.
Ülkeler arasındaki ticari ilişkilerde dinamik etkilerin farklı olması da, J ve S
Eğrileri ile HLM etkileri ile yapılan çalışmaların sayısını giderek arttırmaktadır.
Literatürde J Eğrisi ve HLM etkileri ile ilgili çalışmalar mevcut iken, S Eğrisi
etkisinin Türkiye ekonomisi açısından araştırıldığı çalışmaların sayısı oldukça
azdır. Bu bağlamda çalışmanın amacı, Türkiye’de “SITC” Rev. 3 bazlı 1. düzey
96
Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi
Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 95-114
endüstrilerin dış ticaretinde S Eğrisi etkisinin var olup olmadığını araştırmak ve
uygulanacak olan döviz kuru politikaları konusunda öngörüde bulunmaktır.
2. TEORİ VE LİTERATÜR
S Eğrisi etkisini teorik olarak inceleyen ve S Eğrisi kavramını ilk defa
tanımlayan Backus, Kehoe ve Kydland (1994) tarafından yapılan “Dynamics of the
Trade Balance and the Terms of Trade: The J Curve?” adlı çalışmada; çapraz
korelasyon fonksiyonu yardımıyla dış ticaret haddindeki geçmiş hareketlerin, dış
ticaret dengesi ile pozitif; cari ve gelecek hareketlerin ise negatif korelasyon ilişkisi
içinde olduğu tespit edilmiş ve bu ilişkinin yatay gösteriminin asimetrik şekli S
harfine benzetilerek “S Eğrisi Yaklaşımı” olarak tanımlanmıştır (Backus vd., 1994:
84).
Dış ticaret dengesindeki kısa dönemli dalgalanmaların özelliklerini araştıran ve
dış ticaret dengesi ile dış ticaret haddi arasındaki ilişkiyi inceleyen Backus ve
diğerlerinin çalışmasında; dinamik genel denge çerçevesinde bir ekonomide iki
ülkenin girdi olarak sadece emek ve sermayenin yer aldığı ikamesi olmayan mallar
ürettiği, kamu harcamaları ve toplam verimlilikten oluşan sürekli şokların
dalgalanmalara sebep olduğu varsayılmıştır. Bu varsayımlara dayanarak ters
çevrimsel dış ticaret dengesi ve S Eğrisi varlığını bulmuşlardır. Her iki özelliği
üretim şoklarındaki dinamik tepkiler çerçevesinde açıklamışlardır (Backus vd.,
1994: 84-85). Çalışmada yer alan büyüme modelindeki sonuçlar; yurtiçi üretimdeki
pozitif şoklar tarafından ortaya çıkan S Eğrisini üreten mekanizmanın, birbirini
izleyen beş nedene dayalı olduğunu göstermektedir: Pozitif yurt içi üretim şoku
yurtiçi çıktıda artışa neden olmaktadır. Artan yurtiçi çıktı dış ticaret haddinin
düzelmesine neden olur. Fakat tüketim ve yatırım bu dönemde çıktıdaki artıştan
daha fazla artığı için başlangıçta ticaret açığı devam eder, zaman geçtikçe yatırım
patlaması yayılır ve tüketimdeki artış çıktıdaki artıştan daha az olduğu için ticaret
dengesi fazlaya döner ve dış ticaret dengesi ile dış ticaret haddi arasındaki çapraz
korelasyon fonksiyonunun S şekline benzediği sonucuna ulaşılır (Korkmaz ve
Korkmaz, 2012: 628).
97
S. A. BEKAR. – H. TERZİ
J Eğrisi yaklaşımına benzeyen S Eğrisi yaklaşımında; ticaret dengesi döviz
kurunun sadece geçmiş değil, gelecek dönemlerini de etkilemektedir. S Eğrisi
yaklaşımında, dış ticaret haddi (veya reel efektif döviz kuru) ile dış ticaret dengesi
arasındaki
dinamik
ilişkiyi
yansıtan
geçmiş
ve
gelecek
korelasyonlara
odaklanılmaktadır. Diğer bir ifadeyle; J Eğrisi yaklaşımı, devalüasyon sonrasında
ticaret dengesinde meydana gelen değişmeyi analiz ederken; S Eğrisi yaklaşımında
ise devalüasyon öncesi ve sonrası analiz edilmektedir (Beşer, 2011: 59-61; Akkay,
2012: 176-186). Literatürde, S Eğrisi etkisi, Backus, Kehoe ve Kydland (1994)
tarafından yapılan çalışma ile ortaya atılmıştır. Bahmani-Oskooee ve Ratha (2004)
ve Bahmani-Oskooee ve Hegerty (2010), S Eğri etkisi ile ilgili çalışmaları; genel
ve iki taraflı ticaret verileriyle analiz eden çalışmalar olarak sınıflandırmışlardır.
Tablo 1’de, S Eğrisi etkisi ile ilgili yapılan bazı çalışmalara yer verilmiştir.
Tablo 1. S Eğrisi Etkisi ile İlgili Literatür
Yazar(lar)
Backus,
Kehoe ve
Kydland
(1994)
Yöntem
Sınırlar/Sınırlılıklar
ÇKF
11 Gelişmiş Ülke
Senhadji
(1998)
ÇKF
30 Az Gelişmiş Ülke
1960-1993
30 az gelişmiş ülkenin büyük
çoğunluğunda S Eğrisi etkisi var.
Parikh ve
Shibata
(2004)
ÇKF
59 Az Gelişmiş Ülke,
1970-1999
59 az gelişmiş ülkenin büyük
çoğunluğunda S Eğrisi etkisi
vardır.
ÇKF
ABD ile 24 ticaret
ortağı, 1973:I:-2000:IV
ABD ile ticari ortakları arasında
S Eğrisi etkisi var.
ÇKF
Japonya ile 12 ticaret
ortağı, 1973:I-2005:I
ÇKF
20 Afrika Ülkesi
1971-2004
BahmaniOskooee
ve Ratha
(2007a)
BahmaniOskooee
ve Rahta
(2007b)
BahmaniOskooee vd.
(2008)
98
Bulgular
S Eğrisi etkisi var.
Japonya ile 6 ülke (Kanada,
Fransa,
İtalya,
Almanya,
Filipinler ve İsviçre) arasında S
Eğrisi etkisi var.
Burundi, Côte d’IVOIRE, Mısır,
Gabon, Nijer, Senegal, Güney
Afrika ve Tanzanya ülkelerinde S
Eğrisi etkisi var.
Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi
Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 95-114
BahmaniOskooee
ve
Ratha
(2008)
BahmaniOskoee
vd. (2008)
BahmaniOskooee
ve Ratha
(2009)
BahmaniOskooee
ve Ratha
(2010a)
BahmaniOskooee
ve Ratha
(2010b)
BahmaniOskooee
ve Xu
(2010)
FerreiraLopes
ve
Sequeira
(2010)
BahmaniOskooee
ve Ratha
(2011a)
BahmaniOskooee
ve Ratha
(2011b)
ÇKF
ABD ve İngiltere
52 endüstri ürünü
1962-2003
36 endüstri ürünü için S Eğrisi
etkisi var. Ayrıca tüketici fiyat
endeksi yerine üretici fiyat
endeksi baz alınarak oluşturulan
yeni döviz kuru tanımına göre
yapılan analizde 52 endüstrinin
42’sinde S Eğrisi etkisi var.
ÇKF
Hırvatistan, Bulgaristan,
Polonya, Slovakya, Çek
Cumhuriyeti, Türkiye,
Macaristan, Kıbrıs,
Romanya ve Rusya,
1990:1-2005:6
Hırvatistan,
Bulgaristan,
Polonya, Slovakya için S Eğrisi
etkisi güçlü iken, Türkiye, Çek
Cumhuriyeti, Macaristan için S
Eğrisi etkisi zayıftır.
ÇKF
ABD ile Kanada 60
endüstri ürünü, 19732004
41 endüstri ürünü için S Eğrisi
etkisi var.
ÇKF
ABD ile Hindistan 27
endüstri ürünü,
1973-2004
15 endüstri ürünü için S Eğrisi
etkisi var.
ÇKF
Çin ile ABD 100
endüstri ürünü,
1978-2002
42 endüstri ürününde S Eğrisi
etkisi etkisi var.
ÇKF
Hong-Kong ile ABD
104 endüstri ürünü,
1978-2006
34 endüstri ürününde S Eğrisi
etkisi var.
ÇKF
ÇKF
ÇKF
10 Merkez ve Doğu
Avrupa ülkeleri, 1992:12008:2
İsveç ile 17 Gelişmiş
Ülke, 1980:I-2005:I
Avustralya ile ABD
146 endüstri, 1970-2006
99
Slovenya, Çek Cumhuriyeti ve
Macaristan ülkelerinin dış ticaret
dengesinde sürekli teknolojik
şokların etkisinden dolayı S
Eğrisi etkisinin var olduğu;
Litvanya, Polonya, Romanya ve
Slovekya ülkelerinde ise bu
etkinin zayıf olduğu sonucuna
ulaşılmıştır.
İsveç’in, 17 gelişmiş ülke ile olan
ticaretinde ve 12 gelişmiş ülke ile
olan karşılıklı ticari ilişkilerinde
S Eğrisi etkisi var.
89 endüstri ürünü için S etkisi
var.
S. A. BEKAR. – H. TERZİ
Beşer
(2011)
BahmaniOskooee
ve Dan Xi
(2012)
Cao-Alvira
ve
PalaciosCha (2012)
ÇKF
Türkiye’nin G7+Rusya
ülkeleri, 2002-2011
Türkiye’nin İngiltere ve Japonya
ile arasındaki ticari ilişkilerde
zayıf bir S Eğrisi etkisi var.
ÇKF
Çin ile Almanya,
62 endüstri,
1979-2009
22 endüstri için S Eğrisi etkisi
var.
ÇKF
Kolombiya ile
ABD ve Venezuela,
1994:I-2009:IV
Kolombiya
ile
ABD
ve
Venezuela arasındaki karşılıklı
ticari ilişkilerde S Eğrisi etkisi
var.
Türkiye’nin ile 16 ticaret ortağı
arasındaki iki yanlı ticari
ilişkilerde S Eğrisi etkisi yok.
ÇKF
Türkiye ile 16 ticaret
ortağı,
1980-2010
ÇKF
ABD ile Meksika
223 endüstri, 1989-2008
VAR
Türkiye,
2003:01-2014:12
Akkay
(2015)
ÇKF
Türkiye ile 20 Ülke,
2003:01-2012:04
Türkiye
açısından
S-eğrisi
ilişkisinin 14 ülke için geçerli
olduğu gözlemlenmiştir.
BahmaniOskooee
ve Dan Xi
(2015)
ÇKF
Brezilya ile ABD,
95 endüstri ürünü,
1971-2010
52 endüstri için S Eğrisi etkisi
var.
Bilman
(2012)
BahmaniOskooee
ve Xu
(2013)
Küçükaksoy
ve Çifçi
(2014)
ABD ile Meksika arasındaki
karşılıklı ticari ilişkilerde 90
endüstri için S Eğrisi etkisi var.
S Eğrisi etkisi var.
Literatürde S Eğrisi etkisinin, Türkiye ekonomisi açısından incelendiği az
sayıda çalışmada genellikle toplam ve karşılıklı ticari ilişkiler açısından S Eğrisi
etkisi araştırılmıştır. Çapraz korelasyon fonksiyonları ile Türkiye’nin dış
ticaretinde S Eğrisi etkisini 2002:01-2014:12 dönemi için analiz eden bu çalışmada
amaç, özellikle S Eğrisi etkisini “SITC” Rev. 3 bazlı 1. düzey endüstrilerinde
incelemek ve mevcut literatürün gelişmesine katkı sağlamaktır.
3.VERİ, YÖNTEM VE BULGULAR
Türkiye’nin dış ticaret dengesi ile dış ticaret haddi arasındaki ilişki; “SITC”
Rev. 3 bazlı 1. düzey endüstrilere ait 2002:01-2014:12 dönemi aylık dış ticaret
dengesi (dtd) ile dış ticaret haddi (dth) verileri kullanılarak araştırılmıştır.
Endüstrilere ait dış ticaret dengesi, endüstrinin ABD doları cinsinden toplam
100
Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi
Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 95-114
ihracatının toplam ithalatından çıkarılması sonucu elde edilen net ihracatın, ithalat
fiyat endeksi kullanılarak deflate edilmiş halidir. Endüstrilere ait dış ticaret haddi,
uluslararası iktisat teorisi literatüründe kabul edilen ihraç fiyatlarının ithal
fiyatlarına oranı olarakkullanılmıştır. ABD doları cinsinden ihracat fiyat endeksinin
(2010=100) ithalat fiyat endeksine (2010=100) bölümünün 100 ile çarpımından
elde edilmiştir (Ek 1’de verilmiştir).
Türkiye’de “SITC” Rev. 3 bazlı 1. düzey endüstrilere ait dış ticaret dengesi ile
dış ticaret haddi arasındaki ilişki çapraz korelasyon fonksiyonu kullanılarak
araştırılmıştır. Çapraz korelasyon fonksiyonu, uygulaması kolay ve hesaplanması
hızlı bir yöntemdir. Bu yöntem, endüstrilere ait dış ticaret dengesi ile dış ticaret
haddi değişkenleri arasındaki çapraz korelasyon katsayılarının hesaplanması için
kullanılmaktadır. Hesaplanan çapraz korelasyon katsayıları ile endüstrilerde S
Eğrisi etkisinin varlığı araştırılmıştır. Veriler, analizler yapılmadan önce
mevsimsellikten arındırılarak “Hodrick-Prescott-HP” filtresi yardımıyla trend
bileşenlerinden ayrılmış ve düzgünleştirilerek sahte sonuçların elde edilmesinin
önüne geçilmiştir. Ayrıca S Eğrisi etkilerinin geçerli olduğu endüstrilerin k>0, k=0
ve k<0 dönemlerine ait çapraz korelasyon katsayılarının istatistiksel olarak anlamlı
olup olmadığı Portmanteau χ2 testi ile sınanmıştır.
3.1. Hodrick- Prescott Filtre Yöntemi
HP filtresi, serilerin uzun dönemli trend bileşeninin düzgün (smooth) bir
tahminini elde etmek amacıyla yaygın biçimde kullanılan bir düzgünleştirme
yöntemidir. Bu yöntem ilk olarak, ABD’nin savaş sonrası konjonktür
dalgalanmalarını analiz etmek için Hodrick ve Prescott (1997) tarafından
kullanılmıştır. HP filtresi, teorik olarak, y gibi bir seri içerisinden, düzgünleştirilmiş
bir seri (s) hesaplanmasını, y’nin s etrafındaki varyansını minimize ederek ve s’nin
ikinci farkını kısıtlandırarak sağlayan iki taraflı doğrusal bir filtredir. Buna göre,
HP filtresi s’yi (1.1) no’lu denklemdeki gibi minimize etmektedir.
∑
y
s
∑
s
s
s
101
s
(1.1)
S. A. BEKAR. – H. TERZİ
(1.1)
no’lu
formüldeki¸
 katsayısı,
serinin
düzgünlük
derecesini
göstermektedir.  ne kadar büyürse; seri de aynı ölçüde düzgünleşmiş olacaktır.
Yani,  sonsuza yaklaştığında, s’de doğrusal bir trende yaklaşmaktadır. ’nın
belirlenmesi için çeşitli öneriler getirilmiştir. Hodrick ve Prescott (1997), 
değerinin, yıllık veri için 100, çeyreklik veri için 1600 ve aylık veri için de 14400
olmasını
önermektedir
(Bilman,
2012:237).
Bu
çalışmada
aylık
veriler
kullanıldığından, Hodrick ve Prescott (1997) izlenerek,  değeri 14400 olarak
alınmıştır.
3.2. Çapraz Korelasyon Fonksiyonu
S Eğrisi etkisinin araştırılmasına olanak sağlayan çapraz korelasyon
fonksiyonunda korelasyon katsayıları hesaplanmakta ve hesaplanan bu katsayılar
ile değişkenler arasındaki ilişkinin yönü hakkında bilgi elde edilerek analiz
yapılmaktadır. Değişkenler arasında doğrusal yönde bir ilişkinin veya birlikteliğin
ölçümü, pozitif bir değer olarak tanımlanır; ters yöndeki bir ilişkinin veya
birlikteliğin ölçümü ise negatif bir değerdir. Eğer iki değişken arasında bir
birliktelik yoksa istatistiksel olarak bağımsızdırlar (Sevüktekin ve Nargeleçekenler,
2010:243). Korelasyon katsayısı X’teki bir standart sapma değişme ile Y’deki bir
standart sapma değişmenin birlikteliğinin ölçüsüdür. Dolayısıyla korelasyon
katsayısı, Cov(X,Y)’e X ve Y’nin standart sapmalarının çarpımlarının bölümüne
eşittir. Yani, (1.2) no’lu denklemdeki gibi formüle edilmektedir (Sevüktekin ve
Nargeleçekenler, 2010:246). Bu tanımlamada; X ve Y gibi değişkenler arasındaki
kovaryans (1.3) no’lu denklemdeki gibi hesaplanmaktadır (Sevüktekin ve
Nargeleçekenler, 2010: 246). X ve Y ise sırasıyla X ve Y’nin standart
sapmalarıdır. Denklem (1.3), (1.4) ve (1.5), korelasyon katsayısı olan denklem
(1.2)’de yerine yazılarak (1.6) no’lu denklemdeki gibi yeniden düzenlenebilir
(Sevüktekin ve Nargeleçekenler, 2010:247).
ρ
,
,
Cov X, Y
∑
,
X
X Y
(1.2)
Y
(1.3)
102
Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi
Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 95-114
σ
σ
∑
(1.4)
∑
∑
ρ
(1.5)
∑
(1.6)
(1.6) no’lu denklem kullanılarak değişkenler arasındaki geçmiş ve gelecek
dönemlere ait çapraz korelasyon katsayıları da hesaplanmaktadır. Bu nedenle,
çalışmada, değişkenler arasındaki dinamik ilişkinin ortaya konulmasında kullanılan
çapraz korelasyon fonksiyonunda ilişkinin analiz edilebilmesi için çapraz
korelasyon katsayılarının hesaplanması gerekmektedir. Buna göre, dış ticaret
dengesi (dtd) ve dış ticaret haddi (dth) arasındaki çapraz korelasyon katsayıları,
(1.6) no’lu denkleme göre yeniden düzenlendiğinde (ρdtd,dth (k)) (1.7) no’lu
denklemdeki gibi hesaplanacaktır3.
3
dtd ve dth arasındaki çapraz korelasyon fonksiyonunu gösterebilmek için, t=1,2,3,...,N
zamanlarında gözlemlenen bu iki serinin kovaryans (eşdegişirlik) durağan oldukları
varsayılmaktadır. Genelde bu iki seri uygulamalı çalışmalarda trend bileşeninden
arındırılarak ya da farkları alınaran düzgünleştirilmekte ya da dönüştürülmektedir. Çapraz
,
tarafından tahmin edildiği varsayılsın.
kovaryans fonksiyonunun
,
,
Buradaki
ifadesi,
herhangi
bir
k
gecikmesi
için dtdt+k ile dtht arasındaki
,
ise
(1)
no’lu
denklemde
tanımlanmaktadır.
kovaryansı temsil etmektedir.
,
∑
0
dtd dtd dth dth ,
(1)
,
∑
0
dtd dtd dth dth ,
Buna göre; çapraz korelasyon fonksiyonunun ρ , k sıradan tahmincisi olan
rdtd,dth(k), (2) no’lu denklemde gösterilmiştir.
0
,
(2) no’lu denklemde,
0
0
,
,
∑
dth 0, 1, 2, …
(2)
dth
∑
olduğu için
0
dtd dtd
çapraz korelasyon
ve
,
tahmincisi (3) no’lu denkleme göre yeniden düzenlenmektedir (Bilman, 2012: 238).
r
,
k
∑
∑
(3)
∑
r , k ,çapraz korelasyon tahmincisi, dtdt ile dtht üzerindeki makul (reasonable)
koşullar altında, tutarlı ve asimptotik (yanasık) olarak normal kabul edilmektedir (Bilman,
2012: 238).
103
S. A. BEKAR. – H. TERZİ
ρ
,
k
∑
∑
(1.7)
∑
Denklemde dtdt+k, dış ticaret dengesinin cari-gelecek ve geçmiş t dönem
değerlerini; dtht, dış ticaret haddinin t dönemi değerini temsil etmektedir. dtd ve
dth , dış ticaret dengesi ve dış ticaret haddi değişkenlerine ait ortalamaları ifade
etmektedir. k ise gecikme ve öncü uzunluğunu temsil etmektedir. Sözkonusu
denklemde; k=0 olduğunda dtd ve dth arasındaki anlık korelasyon, k=±1
olduğunda dtdt±1 ve dtht arasındaki çapraz korelasyon elde edilmektedir. k’nın
pozitif olduğu gelecek dönemler öncü etkileri gösteren çapraz korelasyonu, k’nın
negatif olduğu geçmiş dönemler gecikmeli etkileri gösteren çapraz korelasyonu
vermektedir. Böylece bu yöntem yardımıyla dış ticaret dengesi ile dış ticaret haddi
değişkenleri arasındaki anlık korelasyonların yanında gecikmeli (lag) ve öncü
(lead) etkileri ortaya koyan çapraz korelasyonlarda hesaplanabilmektedir.
Bu çalışmada kısa dönemli etkiler, 2002:01-2014:12 dönemi aylık veriler
kullanılarak araştırıldığı için 156 gözlem bulunmaktadır; dtd ve dth değişkenleri
sırasıyla (dtd1, dtd2, dtd3,...,dtd156) ve (dth1, dth2, dth3,...,dth156) vektörleri olarak ele
alınmaktadır. Denklemde, k=0 olduğunda dtdt ve dtht arasındaki anlık veya eşanlı
çapraz korelasyon; ρ(0) elde edilecektir. k=1 olduğunda dtd’nin bir dönem sonraki
(öncü) değeri dtdt+1 ile dtht arasındaki çapraz korelasyon; ρ (1) hesaplanmaktadır.
Bu durumda iki değişkenin vektörleri sırasıyla (dtd2, dtd3, dtd4,...,dtd156) ve (dth1,
dth2, dth3,...,dth155) olarak 156 gözlem yerine 155 gözlemle tanımlanmıştır. k=2
olduğunda dtd’nin iki dönem sonraki değeri dtdt+2 ile dtht arasındaki çapraz
korelasyon; ρ (2) hesaplanmaktadır. Bu durumda iki değişkenin vektörleri, (dtd3,
dtd4, dtd5,...,dtd156) ve (dth1, dth2, dth3,...,dth154) şeklini almıştır. Gözlem sayısı
154’e düşmüştür. S Eğrisi etkisinin ortaya çıkması için k’nın negatif değerlerinin
de ele alınması gerekir. k=- 1 olduğunda dtd’nin bir dönem geçmişteki (gecikmeli)
değeri dtdt-1 ile dtht arasındaki çapraz korelasyon; ρ (-1) hesaplanmaktadır. Bu
durumda iki değişkenin vektörleri, (dtd1, dtd2, dtd3,...,dtd155) ve (dth2, dth3,
104
Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi
Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 95-114
dth4,...,dth156) şeklini almıştır. 156 gözlem yerine yine 155 gözlemle tanımlanması
gerekmektedir (Bahmani-Oskooee ve Hegerty, 2010: 586; Bilman, 2012: 240).
Analizde, her bir k değeri için ayrı bir ρdeğeri hesaplanmaktadır. Ayrıca dikey
eksende çapraz korelasyon fonksiyonuyla hesaplanan ρ değerleri (çapraz
korelasyon katsayıları) yatay eksende k değerleri (cari, öncü ve gecikmeli uzunluk
değerleri) olmak üzere çizilen grafik, dtdt±k ve dtht arasındaki çapraz korelasyon
fonksiyonu grafiğini vermektedir. Bu grafik yardımıyla, S Eğrisi etkisi görsel
olarak da analiz edilebilmektedir. Çalışmada, S Eğrisi etkisinin var olduğunun
ortaya koyulabilmesi için dış ticaret haddi ile geçmiş dönem dış ticaret dengesi
arasındaki çapraz korelasyon katsayısının pozitif, gelecek dönem dış ticaret dengesi
arasındaki çapraz korelasyon katsayısının negatif olması gerekmektedir (Bilman,
2012: 244). (1.7) no’lu denklem yardımıyla hesaplanan gecikmeli çapraz
korelasyonların pozitif; öncü çapraz korelasyonların negatif olması durumunda S
Eğrisi etkisinin geçerli olduğu ileriye sürülmektedir ((1.8) ve (1.9) no’lu
ifadelerdeki gibi). Özetle, bu çalışmada dış ticaret dengesi ile dış ticaret haddi
arasındaki ilişki için hesaplanan çapraz korelasyonun k dönem öncesi pozitif, k
dönem sonrası negatif katsayılarının şekil üzerinde S Harfine benzemesi ile S
Eğrisi etkisi araştırılmaktadır.
ρdtd
t+k, dtht
ρdtd
>0, k<0
(1.8)
<0, k≥0
(1.9)
t+k, dtht
3.3. Korelasyon Katsayılarının Anlamlılık Testi
Ekonometrik açıdan, doğrudan S Eğrisini test etmek için kullanılan geleneksel
çapraz korelasyon analizinde, daha önceki çalışmalarda istatistiksel anlamlılığı test
eden yöntem uygulanmadığından, hesaplanan çapraz korelasyon katsayılarının
istatistiksel anlamlılığı ihmal edilmiştir (Korkmaz ve Korkmaz, 2012: 628). Çapraz
korelasyon katsayılarının istatistiksel olarak anlamlı olması, S Eğrisi etkisinin
varlığına dair kanıtları kuvvetlendirmektedir. Bu nedenle bu çalışmada, S Eğrisi
etkisinin geçerli olduğu endüstrilerin k>0, k=0 ve k<0 dönemlerine ait çapraz
105
S. A. BEKAR. – H. TERZİ
korelasyon katsayılarının istatistiksel olarak anlamlı olup olmadığı test edilmiştir.
S Eğrisi etkisinin var olduğu endüstrilerde, dış ticaret dengesi ve dış ticaret haddi
arasında hesaplanan çapraz korelasyon katsayılarının istatistiksel olarak grup
anlamlılığını sınamak için Portmanteau χ2 testi kullanılmıştır. Bu test, (1.10) no’lu
denklem yardımıyla yapılmıştır. (1.10) no’lu denklemden yararlanılarak bulunan
değer, χ² testi tablo kritik değeri ile karşılaştırılır. S ∗
χ ise çapraz korelasyon
katsayılarının istatistiksel olarak anlamlı olduğu kabul edilir (Korkmaz ve
Korkmaz, 2012: 630).
S ∗ =N ∑
N
|k|

,
k
(1.10)
3.4. Ampirik Bulgular
Çalışmada kullanılan “SITC” Rev. 3 bazlı 1. düzey endüstrilerin dış ticaret
dengesi ile dış ticaret haddi değişkenlerinden oluşan veri seti, mevsimsel
dalgalanmaların etkisini ortadan kaldırmak için mevsimsellikten arındırılmış, HP
filtresinden geçirilip filtrelenerek analizde kullanılmıştır.
Endüstrilere ait dış ticaret dengesi ve dış ticaret haddi değişkenleri arasındaki
çapraz korelasyon katsayıları hesaplanmıştır (Ek 2’de verilmiştir). “SITC” Rev. 3
bazlı 1. düzeyde yer alan 9 endüstriye ait dış ticaret dengesi ve dış ticaret haddi
değişkenleri arasında hesaplanan gecikmeli çapraz korelasyonların pozitif, öncü
çapraz korelasyonların negatif olduğu durumda ortaya çıkan S Eğrisi etkisinin
belirli endüstrilerde var olduğu tespit edilmiştir. Şekil 1’de, “SITC” Rev. 3 bazlı 1.
düzey 9 endüstrinin 5’inde S Eğrisi etkisinin var olduğu görülmektedir. S Eğrisi
etkisinin var olduğu endüstriler için (1.10) no’lu denklemdeki Portmanteau χ²
testinden yararlanılarak hesaplanan S ∗ değerleri ve χ² testi tablo kritik değeri Tablo
2’de gösterilmektedir.
106
Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi
Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 95-114
Tablo 2. S Eğrisinin Geçerli Olduğu Endüstriler İçin Hesaplanan s*m Değerleri
*t (s.d.,)
s*m
Veriler
1-İçki-Tütün
69,93
(13,0.10)=19,81
2-Akaryakıt Hariç Yenilmeyen Hammaddeler
171,83
(41,0.10)=51,81
4-Hayvansal, Bitkisel Katı ve Sıvı Yağlar, Mumlar
59,52
(33,0.10)=43,75
5-Başka Yerde Belirtilmeyen Kimya Sanayi ve Buna
Bağlı Sanayi Ürünleri
70,78
(33,0.10)=43,75
8-Çeşitli Mamül Eşya
61,99
(25,0.10)=34,38
Panel 1: 1-İçki ve Tütün
0,4
0,3
0,3
0,2
0,2
0,1
0,1
0
0
-0,1
-5
-0,2
-2
1
4
7
(k)
dth1t, dtd1t±k
-0,3
0,2
-0,1
-0,2
Panel 2: 2-Akaryakıt Hariç
Yenilmeyen Hammaddeler
-18
-12
-6
0
6
12
dth2t, dtd2t±k
18
(k)
-0,3
-0,4
Panel 3:4- Hayvansal, Bitkisel
Katı ve Sıvı Yağlar, Mumlar
0,3
0,2
0,1
Panel 4: 5- Başka Yerde
Belirtilmeyen Kimya Sanayi ve
Buna Bağlı Sanayi Ürünleri
0,1
0
0
-21 -18 -15 -12 -9 -6 -3 0
-0,1
3 6
(k)
9
-0,1
-12 -9 -6 -3
-0,2
dth4t, dtd4t±k
0
3
6
9 12 15 18
dth5t, dtd5t±k
(k)
-0,3
-0,2
0,3
Panel 5: 8-Çeşitli Mamül Eşya
0,2
0,1
0
-0,1
-0,2
-12
-9
-6
-3
0
3
6
dth8t, dtd8t±k
9
12
(k)
-0,3
Şekil 1. S Eğrisi Etkisinin Geçerli Olduğu Endüstriler (k: Gecikme sayısı)
107
S. A. BEKAR. – H. TERZİ
S∗
χ olduğu endüstrilere ait çapraz korelasyon katsayılarının istatistiksel
olarak anlamlı olduğu tespit edilmiştir. Tablo 2’de görüldüğü gibi, “SITC” Rev. 3
bazlı 1. düzeyde yer alan 1, 2, 4, 5, 8 kodlu endüstriler için hesaplanan S ∗
değerlerinin χ² testi tablo kritik değerinden büyük olması nedeniyle çapraz
korelasyon katsayılarının istatistiksel olarak anlamlı olması, S Eğrisinin
geçerliliğini desteklemektedir.
Tüm bulgular birlikte değerlendirildiğinde, “SITC” Rev. 3 bazlı 1. düzeyde yer
alan 1, 2, 4, 5, 8 kodlu endüstrilere ait k<0 durumunda gecikmeli etkileri gösteren dış
ticaret haddi ve geçmiş dönem dış ticaret dengesi arasındaki çapraz korelasyon
katsayılarının pozitif, k>0 durumunda öncü etkileri gösteren endüstrilere ait dış
ticaret haddi ve gelecek dönem dış ticaret dengesi arasındaki çapraz korelasyon
katsayılarının negatif olduğu (S Eğrisi etkisinin var olduğu) ve bu endüstrilere ait
çapraz korelasyon katsayılarının istatistiksel olarak anlamlı olduğu sonucuna
ulaşılmıştır. S Eğrisinin geçerli olduğu ve katsayılarının grup olarak istatistiksel
anlamlı olduğu endüstriler, 1 kodlu içki- tütün, 2 kodlu akaryakıt hariç yenilmeyen
hammaddeler, 4 kodlu hayvansal, bitkisel katı ve sıvı yağlar, mumlar, 5 kodlu
başka yerde belirtilmeyen kimya sanayi ve buna bağlı sanayi ürünleri ve 8 kodlu
çeşitli mamül eşyalardır.
4. SONUÇ VE ÖNERİLER
2002-2014 dönemi, Türkiye’de “SITC” Rev. 3 bazlı 1. düzey endüstrilerin dış
ticaretinde S Eğrisi etkisinin varlığı çapraz korelasyon fonksiyonu ile
araştırılmıştır. Çapraz korelasyon fonksiyonu ile “SITC” Rev. 3 bazlı 1. düzeyde
yer alan 1, 2, 4, 5, 8 kodlu endüstrilere ait k<0 durumunda gecikmeli etkileri
gösteren dış ticaret haddi ve geçmiş dönem dış ticaret dengesi arasındaki çapraz
korelasyon katsayılarının pozitif; k>0 durumunda öncü etkileri gösteren
endüstrilere ait dış ticaret haddi ve gelecek dönem dış ticaret dengesi arasındaki
çapraz korelasyon katsayılarının negatif olmasıyla, S Eğrisi etkisinin varlığı tespit
edilmiştir. Ayrıca bu endüstrilere ait çapraz korelasyon katsayılarının istatistiksel
olarak anlamlı olduğu sonucuna ulaşılmıştır. S Eğrisinin geçerli olduğu ve
108
Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi
Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 95-114
katsayılarının grup olarak istatistiksel anlamlı olduğu endüstriler, 1 kodlu içkitütün; 2 kodlu akaryakıt hariç yenilmeyen hammaddeler; 4 kodlu hayvansal,
bitkisel katı ve sıvı yağlar, mumlar; 5 kodlu başka yerde belirtilmeyen kimya
sanayi ve buna bağlı sanayi ürünleri ile 8 kodlu çeşitli mamül eşyalardır.
Yapılan analiz sonucu elde edilen bulgularla; S Eğrisi etkisinin geçerli olduğu
endüstrilerin dış ticaret haddinin, dış ticaret dengesinin cari ve gelecekteki
hareketleri ile negatif yönde; geçmiş hareketleri ile ise pozitif yönde ilişkili olduğu
sonucuna ulaşılmıştır. Bununla birlikte, Türkiye’nin, “SITC” Rev. 3 bazlı 1.
düzeyde yer alan bazı endüstrilerinde bu etkilerin geçerli olması, söz konusu
endüstrilerin dış ticaret dengesinde dış ticaret haddi değişmelerinin etkili olduğu ve
dış ticaret haddinde yaşanan değişmelerin ticaret dengesini önce bozduğu belirli
dönem sonra iyileştirdiği şeklinde yorumlanabilir. “SITC” Rev. 3 bazlı 1. düzeyde
yer alan endüstriler için 2002-2014 dönemi yapılan analizlerden elde edilen
bulgularda, 2003-2014 dönemini kapsayan Küçükaksoy ve Çifçi (2014) ile 20032012 dönemini kapsayan Akkay (2015)’ın çalışmalarında olduğu gibi, Türkiye için
S Eğrisi etkisinin geçerli olduğu tespit edilmiştir.
Teorik olarak ortaya konulan bu etkinin ülkelerin dış ticaretinde olup olmaması,
ülkelerin veya endüstrilerin dış ticaret yapısındaki durumlara bağlı olmasından
kaynaklanmaktadır. Çünkü ampirik bulguların uygulamaya geçmesi ve başarılı
olması için ülkenin dış ticaretindeki dezavantajlı durumların giderilmesi gereklidir.
Bu bağlamda, Türkiye’nin dış ticaret yapısındaki dezavantajlı durumlar
giderilmedikçe, ampirik olarak ortaya çıkan bu bulguların, uygulanacak olan döviz
kuru politikalarının başarısını sınırlandırabileceği politika yapıcıları göz önünde
bulundurulmalıdır. Sonuç olarak, gerek genel gerekse endüstri açısından yaşanan
değişmelerin, dış ticaret üzerinde yarattığı etkilerin göz önünde bulundurulması
önemlidir. Ancak dışa bağımlı ekonomisi olan Türkiye’de döviz kuru politikaları
uygulamaları ile dış ticaret haddindeki değişmelerin, dış ticaret dengesini
sağlamada, tek başına yeterli olmadığı, diğer politikalar ile birlikte uygulanması
gerekliliği de göz önünde bulundurulmalıdır.
109
S. A. BEKAR. – H. TERZİ
Bu çalışmada iki yanlı verilerin kullanılmamasından dolayı, ülkeler baz alınarak
karşılaştırma yapılamamıştır. Ancak ileride araştırmacılar tarafından yapılacak
çalışmalara yardımcı olması açısından, Türkiye ile seçilmiş ülkeler arasındaki iki
yanlı ticari ilişkilerde, endüstri bazında bu etki araştırılabilir.
KAYNAKÇA
AKBULUT BEKAR, S. (2014). “Dış Ticaret Dengesi-Dış Ticaret Haddi İlişkisi:
Türkiye Örneği(2002-2012 Dönemi)”, Yayınlanmamış Doktora tezi, Karadeniz
Teknik Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Trabzon.
AKKAY, R. C. (2012), “Reel Kur Değişimlerinin Dış Ticaret Dengesine Olan
Etkisini Değerlendirmede Güncel Bir Yaklaşım: S Eğrisi Hipotezi”, İstanbul
Üniversitesi Dergisi, 173-190, http://journals.istanbul.edu.tr/iuifm/article/download
/10230178 43/1023017098, (06.05.2013).
AKKAY, R. C. (2015), “S-Curve Dynamics of Trade Between Turkey and Her
Trading Partner", International Journal of Economic and Administrative Studies,
15(8): 180-192, http://dergipark.ulakbilim.gov.tr/ulikidince/article/download/ 5000
124176/5000114417 (17.11.2015).
BACKUS, D. K., KEHOE, P. J., KYDLAND, F. E. (1994),“Dynamics of the Trade
Balance and the Terms of Trade: The J-Curve?”, The American Economic Review,
84(1): 84-103.
BAHMANİ-OSKOOEE, M., ARTATRANA, R. (2004), “The J-Curve: A
Literature Review”, Applied Economics, 36(13): 1377-1396.
BAHMANİ-OSKOOEE. M., ARTATRANA, R. (2007a), “The S-Curve Dynamics
of US Bilateral Trade”, Review of International Economics, 15(2): 430-439.
BAHMANİ-OSKOOEE, M., ARTATRANA, R. (2007b), “Bilateral S-Curve
Between Japan and Her Trading Partners”, Japan and the World Economy, 19:
483-489.
BAHMANİ-OSKOOEE, M., ARTATRANA, R. (2008), “S-Curve at the Industry
Level: Evidence from US-UK Commodity Trade”, Empirical Economics, 35(1):
141-152.
BAHMANİ-OSKOOEE, M., ARTATRANA, R. (2009), “S-Curve Dynamics of
Trade: Evidence from US-Canada Commodity Trade”, Economic Issues, 14(1): 116.
110
Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi
Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 95-114
BAHMANİ-OSKOOEE, M., ARTATRANA, R. (2010a), “S-Curve at the
Commodity Level: Evidence from US-India Trade”, The International Trade
Journal, 24(1): 84-95.
BAHMANİ-OSKOOEE, M., ARTATRANA, R. (2010b), “S-Curve Dynamics of
Trade Between U.S. and China”, China Economic Review, 21(2): 212-223.
BAHMANİ-OSKOOEE, M., ARTATRANA, R. (2011a), “S-Curve Dynamics of
Trade Between Sweden and Her Trading Partners”, Economic Systems, 35(3): 355362.
BAHMANİ-OSKOOEE, M., ARTATRANA, R. (2011b), “The S-Curve at the
Industry Level: Evidence from US-Australia Trade”, Economic Papers, 30(4): 497521.
BAHMANİ-OSKOOEE, M., KUTAN, A. M., RATHA, A. (2008), “The S-Curve
in Emerging Markets”, Comparative Economic Studies, 50(2): 341-351.
BAHMANİ-OSKOOEE, M., GELAN, A., RATHA, A., (2008), “S-Curve
Dynamics of Trade in Africa”, African Development Bank, 335-342.
BAHMANİ-OSKOOEE, M., HEGERTY, S. W. (2010), “The J-and S-Curves: A
Survey of the Recent Literature”, Journal of Economic Studies, 37(6): 580-596.
BAHMANİ-OSKOOEE, M., XU, J. (2010), “The S-Curve Dynamics of US- Hong
Kong Commodity Trade: Perspectives on East Asian Economies and Industries”,
Global Economic Review, 39(2): 117-128.
BAHMANİ-OSKOOEE, M., XU, J. (2013), “The S-Curve Dynamics of USMexico Commodity Trade”, Journal of Applied Economics, 16(1): 33-48.
BAHMANİ-OSKOOEE, M., XI, D. (2012), “China-Germany Commodity Trade
and S Curve”, Journal of CEFTS, 5(1): 20-28.
BAHMANİ-OSKOOEE, M., XI, D. (2015), “A Note on the S-Curve Dynamics of
Commodity Trade between Brazil and the United States”, LAJE, 5(2): 79-94.
BEŞER, M. K. (2011), Türkiye Dış Ticaretinde J Eğrisi ve S Eğrisi Dinamik
Etkileri, Bursa: Ekin Basım Yayın Dağıtımı.
BİLMAN, M. E. (2012), “Türkiye’nin İki Yanlı Ticaretindeki J ve S Eğrisi ve
Harberger-Lauresen-Metzler Etkileri Analizi”, Doktora Tezi, Dokuz Eylül
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İzmir.
CAO-ALVİRA, J. J., PALACİOS-CHACON, L. A. (2012), “Emprical Evidence of
S Curve in the Colombian Bilateral Trade Balances”, Ecos De Economia, 34(16):
111-126.
111
S. A. BEKAR. – H. TERZİ
FERREİRA- L. A., SEQUEİRA T. N., (2010), “The Dynamics of the Trade
Balance and the Terms of Trade in Central and Eastern European Countries” ERCEconomics Research Center, Lisbon University Institute, 3 (10), 1-21.
HODRİCK, R. J., PRESCOTT, E. C. (1997), “Postwar U.S. Business Cycles: An
Empirical Investigation”, Journal of Money, Credit, and Banking, 29: 1-16.
KORKMAZ, A., KORKMAZ, S. (2013), “An Alternative Consideration for the
Testing Procedure of the S-Curve Hypothesis”, Empirical Economics, 45: 627-634.
KÜÇÜKAKSOY, İ., ÇİFÇİ, İ. (2014), “Dış Ticaret Hadlerinin Dış Ticaret
Dengesine Etkisi: Harberger-Laursen-Metzler Hipotezinin Türkiye Uygulaması”,
Optimum Ekonomi ve Yönetim Bilimleri Dergisi, 1(2): 103-129.
MAGEE, S. P. (1973), “Currency Contracts, Pass-Through and Devaluation”,
Brookings Papers on Economic Activity, 1: 303-325.
PARİKH, A., SHİBATA, M. (2004), “Dynamics of the Relationship Between the
Terms of Trade and the Trade Balance in Developing Countries of Asia, Africa and
Latin America”, Journal of Quantitative Economics, 2(2): 104-121.
SENHADJİ, A. (1998), “Dynamics of the Trade Balance and the Terms of Trade in
LDCS: The S-Curve”, Journal of International Economics, 46(1): 105-131.
SEVÜKTEKİN, M., NARGELEÇEKENLER, M. (2010), Ekonometrik Zaman
Serileri Analizi Eviews Uygulamalı, Ankara: Nobel Yayın Dağıtım.
Ek-1. Veri Seti
Değişkenin adı
Kısaltma
0-Canlı hayvanlar ve gıda maddeleri reel dış ticaret dengesi
dtd0
1- İçki ve tütün reel dış ticaret dengesi
dtd1
2- Akaryakıt hariç yenilmeyen hammaddeler reel dış ticaret dengesi
dtd2
3- Mineral yakıtlar, yağlar ve alkali ürünler reel dış ticaret dengesi
4- Hayvansal, bitkisel katı ve sıvı yağlar, mumlar reel dış ticaret dengesi
dtd3
dtd4
5- Başka yerde belirtilmeyen kimya sanayi ve buna bağlı sanayi ürünleri
reel dış ticaret dengesi
6- Başlıca sınıflara ayrılan işlenmiş mallar reel dış ticaret dengesi
dtd5
7- Makinalar ve taşıt araçları reel dış ticaret dengesi
dtd7
8- Çeşitli mamül eşya reel dış ticaret dengesi
dtd8
0-Canlı hayvanlar ve gıda maddeleri dış ticaret haddi
dth0
112
dtd6
Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi
Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 95-114
1- İçki ve tütün dış ticaret haddi
dth1
2- Akaryakıt hariç yenilmeyen hammaddeler dış ticaret haddi
dth2
3- Mineral yakıtlar, yağlar ve alkali ürünler dış ticaret haddi
dth3
4- Hayvansal, bitkisel katı ve sıvı yağlar, mumlar dış ticaret haddi
5- Başka yerde belirtilmeyen kimya sanayi ve buna bağlı sanayi ürünleri
dış ticaret haddi
6- Başlıca sınıflara ayrılan işlenmiş mallar dış ticaret haddi
dth4
dth5
7- Makinalar ve taşıt araçları dış ticaret haddi
dth7
8- Çeşitli mamül eşya dış ticaret haddi
dth8
dth6
Not: Ağırlıklı olarak parasal olmayan altın kaleminden oluşan “SITC”’da
sınıflandırılmamış eşyalar ana grubu (“SITC” 1.düzey 9 kodlu) için ihracat fiyat endeksi
2010 yılından önce yayınlanmadığından dolayı dış ticaret haddi hesaplanamadığı için
analize dahil edilmemiştir. Veriler TÜİK’ten derlenmiştir.
EK-2. “SITC” Rev. 3 Bazlı 1. Düzey Endüstrilere Ait Veriler İçin Hesaplanan Çapraz
Korelasyon Katsayıları ( ρdtht,dtdt±k)
k
0
1
2
3
4
5
6
7
8
-24
0.05
0.04
-0.08
0.10
-0.01
-0.26
-0.05
-0.11
-0.10
-23
0.05
0.11
-0.10
0.04
0.01
-0.22
0.15
-0.09
-0.14
-22
-0.01
0.05
-0.05
0.09
0.00
-0.16
0.08
-0.04
-0.07
-21
-0.07
-0.08
-0.01
0.02
0.01
-0.28
0.01
-0.02
-0.10
-20
-0.06
-0.18
-0.05
0.02
0.04
-0.16
-0.06
0.02
-0.11
-19
-0.08
-0.14
0.00
0.04
0.05
-0.23
0.09
0.05
0.01
-18
-0.14
-0.20
0.04
0.02
0.08
-0.23
0.00
0.03
-0.09
-17
-0.18
-0.13
0.06
0.00
0.03
0.06
0.11
0.06
0.04
-16
-0.23
-0.07
0.14
-0.06
0.08
-0.07
0.02
-0.03
0.00
-15
-0.31
0.06
0.12
-0.04
0.09
-0.04
0.03
0.08
0.02
-14
-0.31
0.06
0.07
-0.08
0.06
0.00
0.02
0.05
-0.02
-13
-0.32
0.02
0.15
-0.11
0.08
-0.03
0.10
0.04
0.05
-12
-0.27
0.17
0.14
-0.10
0.05
0.02
-0.01
0.00
-0.01
-11
-0.20
0.18
0.13
-0.01
0.12
0.10
-0.03
0.01
0.15
-10
-0.16
0.02
0.18
-0.02
0.15
0.09
0.05
-0.08
0.10
-9
-0.07
-0.13
0.16
0.00
0.10
0.14
-0.06
-0.05
0.18
-8
-0.01
-0.03
0.21
-0.02
0.09
0.18
-0.04
-0.06
0.12
-7
0.00
-0.08
0.22
0.07
0.05
0.14
-0.05
-0.02
0.26
113
S. A. BEKAR. – H. TERZİ
-6
0.01
-0.05
0.13
0.09
0.01
0.23
-0.14
-0.08
0.11
-5
0.03
0.01
0.15
0.06
0.01
0.14
-0.01
0.05
0.21
-4
0.04
0.11
0.18
-0.01
-0.08
0.19
-0.09
-0.05
0.08
-3
0.08
0.19
0.18
-0.05
-0.09
0.19
0.00
-0.08
0.08
-2
0.17
0.11
0.23
-0.13
-0.17
0.12
0.03
-0.19
-0.07
-1
0.20
0.24
0.27
-0.21
-0.14
0.15
-0.03
-0.13
0.01
0
0.33
0.36
0.12
-0.13
-0.13
0.13
0.07
-0.11
0.06
1
0.27
0.09
0.03
0.02
-0.17
0.11
0.09
-0.12
0.09
2
0.26
-0.11
-0.03
0.10
-0.12
0.09
0.02
-0.14
-0.02
3
0.22
-0.15
-0.10
0.08
-0.13
0.04
0.08
-0.03
-0.05
4
0.20
-0.27
-0.09
0.12
-0.12
-0.02
0.06
-0.06
-0.11
5
0.14
-0.22
-0.10
0.10
-0.15
-0.05
-0.02
0.04
-0.15
6
0.14
-0.18
-0.26
0.03
-0.17
-0.02
0.06
0.11
-0.20
7
0.10
-0.03
-0.23
0.00
-0.14
0.00
-0.10
0.13
-0.17
8
0.04
0.07
-0.22
-0.02
-0.18
-0.06
0.02
0.13
-0.15
9
0.01
-0.08
-0.33
-0.08
-0.09
-0.06
-0.02
0.21
-0.11
10
0.00
-0.04
-0.17
-0.19
-0.02
-0.03
-0.03
0.32
-0.05
11
-0.02
0.13
-0.17
-0.16
0.00
0.02
-0.02
0.27
-0.01
12
-0.01
0.08
-0.21
-0.11
0.08
-0.01
0.01
0.29
-0.06
13
-0.03
-0.11
-0.15
-0.02
0.09
-0.05
0.01
0.34
0.11
14
-0.02
-0.09
-0.17
-0.04
0.12
-0.14
0.01
0.25
-0.01
15
0.01
-0.13
-0.17
0.09
0.10
-0.07
0.01
0.21
0.03
16
0.06
-0.10
-0.10
0.12
0.07
-0.15
0.00
0.18
0.10
17
0.07
-0.12
-0.08
0.14
0.10
-0.18
0.00
0.22
-0.03
18
0.12
0.04
-0.12
0.08
0.01
-0.09
-0.01
0.14
0.12
19
0.14
0.20
-0.09
0.08
0.00
-0.15
0.00
0.19
0.10
20
0.14
0.06
-0.05
0.06
-0.07
-0.07
-0.01
0.18
0.07
21
0.18
0.03
-0.09
-0.02
-0.13
0.09
0.00
0.17
-0.01
22
0.16
0.20
-0.03
-0.02
-0.05
-0.04
-0.01
0.03
0.01
23
0.15
0.17
0.05
-0.04
-0.10
-0.04
-0.01
-0.01
-0.03
24
0.09
0.02
0.03
0.02
-0.06
-0.10
0.00
-0.17
0.03
114
Yayın Geliş Tarihi: 16.01.2016
Yayın Kabul Tarihi: 12.05.2016
Online Yayın Tarihi: 22.12.2016
Dokuz Eylül Üniversitesi
İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi
Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 115-146
Temettü Ödemelerinin Belirleyicileri ve Firma Değeri:
Kavramsal Bir Model ve Tahminlemesi*
Şaban ÇELİK1
Sedat YENİCE2
Osman Kürşat ONAT3
Öz
Bu çalışmanın amacı temettü politikalarının belirleyicileri ile firma değeri arasındaki
ilişkiyi kavramsal bir model çerçevesinde açıklayıp tahminlemesini yapmaktır. Bu
kapsamda üç temel hipotez grubu oluşturulup test edilmiştir. Birinci ve ikinci hipotez
gruplarının test sonuçları, temettü politikalarının, risk ile negatif, kurumsal yönetimle de
pozitif bir ilişkisi olduğunu göstermektedir. Buna karşın, üçüncü hipotez grubu testleri,
temettü politikası ile firma değeri arasındaki ilişkiyi kullanılan firma değeri değişkenine
göre (bir yıllık getiri ve beş yıllık getiri) farklı (ilişkisiz ve pozitif) göstermiştir.
Anahtar Kelimeler: Temettü Politikaları, Risk, Kurumsal Yönetim, Firma Değeri
JEL Sınıflandırma Kodları: G30, G32, G34, G35
Determinants of Dividend Payments and Firm Value: A Conceptual
Model and Its Estimation
Abstract
The purpose of present study is to explain the linkage between the determinants of
dividend policies and firm value and to conduct its estimation within a conceptual model.
In this context it has been created and tested three main hypotheses group. The results
regarding to the first two hypotheses indicate that dividend policies have a negative
relationship with risk but a positive relationship with corporate governance. On the other
hand, the results regarding to the third hypothesis indicate different results (irrelevant and
positive) according to the variable used for firm value (one-year return and five-year
return).
Keywords: Dividend Policies, Risk, Corporate Governance, Firm Value
JEL Classification Codes: G30, G32, G34, G35
*
Bu çalışma, 19. Ulusal Finans Sempozyumunda bildiri olarak sunulmuştur. Hem
sempozyum katılımcılarının hem de editör ile dergi hakemlerinin eleştirileri kapsamında
düzenlenmiştir. Yapıcı eleştirilerinden ötürü sempozyum katılımcılarına, dergi editör ve
hakemlerine teşekkür ederiz.
1
Yrd. Doç. Dr., Yaşar Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, Uluslararası
Ticaret ve Finansman Bölümü, saban.celik@yasar.edu.tr
2
Yrd. Doç. Dr., Gazi Üniversitesi, Sosyal Bilimler Meslek Yüksekokulu,
sedatyenice@gmail.com
3
Yrd. Doç. Dr., Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi, Sağlık Yönetimi Bölümü,
dr_osmankursat@hotmail.com Ş. ÇELİK. – S. YENİCE – O. K. KANAT
1. GİRİŞ
Temettü politikalarının belirleyicilerinin analizi modern finansın temel
konularından birisidir. Temettü politikaları ülkeler arasında farklılıklar gösterir.
Geleneksel olarak bu farklılıklar ülkelerdeki vergi sistemi ve bilgi asimetrisi
farklılıkları ile açıklanmaya çalışılmıştır (La Porta vd., 2000). Yakın zamanda
yapılan çalışmalar ise kültürel özelliklerin de ülkeler arasındaki temettü ödeme
politika farklılıklarını açıklayan bir faktör olduğu öne sürülmüştür (Shao vd., 2010;
Bae vd., 2012). Bununla beraber, firmaların yatırımcı talebini canlı tutmak için
uyguladıkları politikalar sonucunda yatırımcı rasyonalitesinde görülen davranışsal
sapmaların da söz konusu temettü politikalarındaki farklılıklara sebep olabileceği
belirtilmektedir (Baker ve Wurgler, 2004; Becker vd., 2011).
Finans yazınında temettü politikalarına ilişkin geliştirilen bu yaklaşımlarının
görgül analiz sonuçları farklılıklar göstermekle beraber çalışmalarda kullanılan
analiz yöntemi, veri seti, zaman aralığı, sektör tercihi, ülke türü ve dolayısıyla
kültür etkisi gibi faktörler de sonuçları etkileyebilmektedir. Bu çalışmada akademik
yazında önerilen bu yaklaşımlardan farklı olarak risk ve kurumsal yönetim
faktörlerinin temettü ödemelerinde belirleyici faktörler olduğu önermesi yapılarak
söz konusu temettü politikaları ile firma değeri ilişkisi modellenmiştir. Yazında
riskin temettü politikalarını etkilediği belirtilse de (Bhattacharya, 1979) bu
çalışmada ilk defa bütüncül bir yaklaşımla sistematik bir analiz ortaya
konulmuştur. Bununla beraber kurumsal yönetim faktörünün temettü politikaları
belirleyicisi olarak daha önce yapılmış çalışmalardan farklı bir yaklaşımla bu
faktörün temettü politikaları ile sentetik bağları temellendirilip modellenmiştir. Söz
konusu modelin test edilebilmesi için oluşturulan örneklem Borsa İstanbul’da işlem
gören üretim firmalarının 2007 ile 2011 yılları verilerinden oluşmaktadır.
Araştırma modelinin birinci kısmının tahminlenmesi için oluşturulan ekonometrik
model ise bağımlı değişken olan temettü ödemesinin kategorik yapıda olması
sebebiyle logit ve probit regresyon yapısındadır. İkinci kısım için ise doğrusal
regresyon ve bağımsız örneklem t-testi kullanılmıştır.
116 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi
Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 115-146
Çalışmanın yapısı beş bölümden oluşmaktadır. Giriş kısmının ardından ikinci
bölümde ilgili akademik yazının sentezi yapılmıştır. Üçüncü bölümde çalışma
kapsamında izlenen araştırma yöntemi yer almaktadır. Dördüncü bölümde
araştırma kapsamında yapılan araştırma sonuçlarına yer verilmiştir. Beşinci ve son
bölümde de araştırma genel olarak sonuçlandırılıp değerlendirilmiştir.
2. YAZIN TARAMASI
Araştırmacılar, temettü politikalarını etkileyen faktörleri açıklayabilmek için
birçok teori öne sürmüşlerdir. Bu teoriler, İlintisizlik Teorisi, Sinyal Teorisi,
Yaşam Döngüsü Teorisi, Temsilci Teorisi, Finansal Hiyerarşi Teorisi, Davranışsal
Finans
Teorisi
şeklinde
sıralanabilir.
Bunlarla
beraber,
vergi, hukuksal
düzenlemeler, firma büyüklüğü, kaldıraç durumu, kurumsal yönetim yapısı ve risk
gibi boyutların da temettü politikalarıyla ilişkili olabileceği öne sürülmüştür (Allen
ve Izan, 1992; Frankfurter ve Wood, 2002; DeAngelo ve DeAngelo, 2007). Pek
çok araştırmacı ikincil veri analizleri üzerinden teorik ve görgül araştırma
modelleriyle (Deshmukh, 2005; Li ve Zhao, 2008) ve bazıları da uygulayıcılar
üzerinde anket yöntemiyle (Becker, vd., 2011; Baker ve Smith, 2006; Brav vd.,
2005) temettü politikalarını etkileyen faktörleri açıklamaya çalışmışlardır.
Miller ve Modigliani (1961) temettü politikaları ile ilgili finans yazınında
önemli bir etki yaratan çalışmalarında temettü ödemesinin yapılıp yapılmamasının
firmanın değeri üzerinde bir etkiye sahip olmadığını göstermişlerdir. İlintisizlik
Teorisi (Irrelevancy Teory) olarak adlandırılan bu ispat piyasaların tam rekabet,
vergi etkisi ve iflas maliyetlerinin olmadığı temel varsayımları altında temettü
ödemesinin, sermaye kazancının (hisse fiyatlarındaki alım-satım farkından elde
edilen
kazanç)
mükemmel
bir
alternatifi
olarak
görülmesi
prensibine
dayanmaktadır. Başlarda özellikle vergi etkisinin olması sebebiyle eleştiri alan bu
yaklaşım, temettü ve sermaye kazancı üzerinden kesilen vergilerin birbirine
yaklaşmasına rağmen temettü politikalarında görülen farklılıklar Black (1976)
tarafından temettü bilmecesi (dividend puzzle) olarak tanımlanmıştır. Bu
bilmecenin çözümü için önerilen bir yaklaşım da bilgi asimetrisi kavramıdır. Buna
göre, daha az bilgiye sahip yatırımcılar, temettü ödemelerinin firmanın gelecekteki
117 Ş. ÇELİK. – S. YENİCE – O. K. KANAT
karlılık durumu için bir işaret olabileceğini düşünürler (Bhattacharya, 1979; Miller
ve Rock, 1985; Kumar, 1988).
İlintisizlik Teorisi’ne en zıt açıklama niteliği taşıyan yaklaşımlardan bir tanesi
‘eldeki kuş hipotezi’dir (bird in hand hypothesis). Buna göre, yüksek temettü
ödeme oranı firma değerini artırır. Bu önerme, belirsizlik ve asimetrik bilginin
olduğu ortamda daha yakın gelecekteki kazancın daha uzak gelecekteki kazanca
tercih edileceği temelinde oluşturulmuştur. Bunun için de eldeki bir kuşun daldaki
iki kuştan daha değerli olduğu yaklaşımı eldeki kuş hipotezi denmesine sebep
olmuştur. Gordon ve Shapiro (1956), Gordon (1959;1963), Lintner (1962) ve
Walter (1963) gibi araştırmacılar eldeki kuş hipotezini destekler nitelikte
çalışmalar yapmışlardır. Ancak, bu yaklaşım Modigliani ve Miller (1961)
tarafından eleştirilerek firma riskinin gelirin nasıl dağıtılmasından değil faaliyet
karının riskliliğinden oluştuğunu belirterek söz konusu hipoteze “eldeki kuş
yanılsaması” demişlerdir.
Temettü ödemesinin işaret etkisi (signalling theory) yaratacak nitelikte olması
daha eskilere dayanan bir açıklamadır. İşaret etkisi ile açıklanmaya çalışılan
temettü ödemesi yapan firmaların gelecekteki durumunun iyi olduğu ve bundan
dolayı ödeme yaptıklarıdır. Buna karşın olası temettü azalımı veya yapılmaması
kötüye giden bir durumun habercisi olduğu düşünülmüştür. Özellikle Lintner
(1956) yöneticiler özerinde yaptığı anket sonucunda yöneticilerin temettü
azaltımının hisse fiyatları üzerinde olumsuz bir etki yapar korkusu sebebiyle bu
yola başvurmak istemediklerini belirtmiştir. Bununla beraber, karlılıktan emin
olunmadan temettü artışına gitmedikleri de ortaya konulmuştur.
Temettü politikalarını açıklamaya yönelik yaklaşımlardan işaret etkisi
açıklamasına ek olarak finans yazınında çokça değinilen bir başka teori de Temsilci
(maliyetleri) Teorisi’dir (Agency (cost) problem). Bu teori, serbest nakit akım
hipotezi (Jensen, 1986) olarak da bilinmektedir. Serbest nakit akım hipotezi,
temsilci maliyetlerini azaltmada temettü ödemelerinin bir araç olarak kullanıldığını
iddia eder. Bilindiği üzere, temsilci problemi, hissedarlarla yöneticiler arasındaki
118 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi
Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 115-146
çıkar çatışmalarını nitelemek için kullanılan bir durumdur. Burada iddia edilen
yöneticilerin her zaman hissedarların çıkarlarını ençoklamak amacı gütmediği ve
gereksiz yatırımlar (lüks gökdelen yapımı veya makam aracı tahsisi vb.)
yaptıklarıdır (Jensen ve Meckling, 1976). Yöneticiler, bu ve benzeri problemleri
azaltmak adına temettü ödemesi yaparak söz konusu problemi azaltma yoluna
giderler.
Finans yazınında Finansal Hiyerarşi Teorisi (pecking order theory) (Myers,
1984) olarak bilinen yaklaşım ise temettü politikalarını farklı bir açıdan
değerlendirmiştir. Bu teoriye göre, firmalar yatırımlarını finanse etmek için önce
dağıtılmamış karlarını kullanırlar. Bu durum yeterli gelmiyorsa sermaye
piyasalarından borçlanmaya giderler. En son tahlilde de hisse senedi ihracına
başvururlar. Myers ve Majluf (1984) bu durumun temel sebebinin bilgi
asimetrisinden kaynaklandığını belirtmişlerdir. Buna göre, firmalar piyasaya
sunacakları yeni hisse senetlerinin olması gereken değerin altında satılacağını
düşündüklerinden yatırım için ihtiyaç duydukları finansman için önceliği iç fonlara
verirler.
Yaşam Döngüsü Teorisi (life cycle theory) nispeten akademik yazında yeni yer
alan yaklaşımlardan biri olmakla beraber daha önce ortaya konan teorilere
paralellik gösteren bir açıklamadır. Buna göre, büyük ve olgun firmaların yüksek
miktardaki nakit akımlarının kullanabilecekleri yeteri kadar yatırım fırsatı
olmadığından söz konusu firmaların genç ve küçük firmalara oranla düzenli
temettü ödemeleri gerçekleştirebilirler. Bu da firmanın içinde bulunduğu yaşam
döngüsünün temettü politikalarını belirlediğini gösterir. Fama ve French (2001)
yaptıkları çalışmada firmanın yaşam döngüsünün özellikle olgun ve genç
firmaların
temettü
ödeme
eğilimleri
açısından
farklılıklar
gösterdiğini
belirtmişlerdir.
Davranışsal finans yazını ise temettü politikalarındaki farklılık için farklı bir
açıklama getirmiştir (Shefrin ve Statman, 1984). Buna göre yatırımcılar, temettü
ödemesi ile sermaye kazancını mental olarak aynı görmemektedir. Bu açıklama
yatırımcıların davranışsal yaşam döngüsü modeli ile temellendirilmiştir (Shefrin ve
119 Ş. ÇELİK. – S. YENİCE – O. K. KANAT
Thaler, 1988). Bu modele göre yatırımcılar, üç farklı hesap algısına sahiptir.
Bunlar, şimdiki gelir hesabı, şimdiki varlık hesabı ve gelecekteki gelir hesabıdır.
Bundan dolayı, yatırımcıların mental hesaplarını etkileyen farklı faktörlerin varlığı
temettü politikalarındaki farklılıkları açıklar.
Akademik yazında temettü politikalarını açıklamaya yönelik güncel bazı
yaklaşımlar daha bulunmaktadır. Bunlar, risk ve kurumsal yönetim kavramlarıdır.
Risk kavramı her ne kadar doğrudan ana faktör olarak ele alınmamış olsa da
temettü ödemelerinin yüksek borçluluk düzeyinden kaynaklı olarak ödenememesi
(Kalay, 1982) ve bu durumun özellikle sistematik olmayan riskleri yüksek olan
firmalarla ilişkili olduğu (Brav vd., 2005) tespitleri yapılmıştır. Kurumsal yönetim
kavramı ise temettü ödemeleri için birbirinin tersi iki durum olabileceğini
göstermektedir (La Porta vd., 2000). Birinci durum, daha iyi kurumsal yönetim
ilkelerine sahip işletmeler hissedarların baskısıyla daha fazla temettü ödeyebilir (bu
duruma çıktı modeli (outcome model) denilmektedir). İkinci durum ise daha kötü
kurumsal yönetim ilkelerine sahip ve hissedar haklarının zayıf olduğu işletmeler
hissedarlara iyi görünmek için yüksek temettü ödemesi yapar (bu duruma ikame
modeli (substitution model) denilmektedir).
Bu durum özellikle temettü
politikaları ile kurumsal yönetim arasında bir ilişkinin olduğu göstermektedir.
3. ARAŞTIRMA YÖNTEMİ
Araştırmanın yöntemi bağlamında oluşturulan kavramsal model, örneklem
yapısı ve kavramsal modelin tahminlemesi için önerilen ekonometrik model ele
alınmıştır. Araştırmanın temel amacı kapsamında oluşturulan araştırma modeli
temettü
politikalarının
iki
temel
faktör
tarafından
etkilendiği
şeklinde
oluşturulmuştur. Bu iki faktör risk ve kurumsal yönetimdir. Bununla beraber,
temettü politikalarının firma değeri ile ilişkisi de modellenmiştir. Söz konusu
modelin test edilebilmesi için oluşturulan örneklem Borsa İstanbul’da işlem gören
üretim firmalarının 2007 ile 2011 yılları verilerinden oluşmaktadır. Araştırma
modelinin birinci kısmının tahminlenmesi için oluşturulan ekonometrik model,
bağımlı değişken olan temettü ödemesinin kategorik yapıda olması sebebiyle logit
120 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi
Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 115-146
ve probit regresyon yapısındadır. İkinci kısım için ise doğrusal regresyon ve
bağımsız örneklem t-testi kullanılmıştır.
3.1. Araştırma Modeli
Araştırma modeli iki temel faktörün temettü ödemelerinin belirleyicileri
olduğunu önerir. Bunlar, risk ile kurumsal yönetim faktörleridir. Bununla beraber
temettü politikalarının firma değeri ilişkisini de kapsar. Araştırma kapsamında
geliştirilen kavramsal model üç temel hipotez grubunun test edilmesine olanak
vermektedir. Birinci hipotez grubu temettü ödemelerini etkileyen birinci faktör
grubu olan risk ile ilintilidir. İkinci hipotez grubu ise temettü ödemesini etkileyen
ikinci faktör olan kurumsal yönetim ile ilgili olanıdır. Üçüncü ve son hipotez grubu
ise temettü politikalarının firma değeri ilişkisi ile ilgilidir (Şekil1).
Bir firmanın riski temettü ödeme politikasını (düzeyini) etkiler. Buna karşın
temettü politikası (düzeyi) firmanın riskini düşürmez (Bhattacharya, 1979). Risk ile
temettü ödemesi arasındaki teorik ilişki ise firmaların daha yüksek belirsizlik
durumlarında, özellikle gelecekteki nakit akımlarda oluşabilecek riskin düzeyi
arttığında, daha düşük temettü ödeme eğilimleri gösterirler (Friend ve Puchett,
1964). Bu da firma riski ile temettü ödemeleri arasında negatif bir ilişkinin
varlığına işarettir (Rozeff, 1982). Başka bir ifade ile firma riski arttıkça temettü
ödemeleri azalır (Jensen, Solberg ve Zorn, 1992). Bu önermenin hipotezi ise firma
riskinin temettü ödemesi ile ilişkisi şeklinde oluşturulup test edilebilir:
H1N: Risk düzeyi ile temettü ödemesi arasında ilişki yoktur
H1A: Risk düzeyi ile temettü ödemesi arasında ilişki vardır
Oluşturulan boş hipotez (H1N) ile alternatif hipotez (H1A) çalışma kapsamında
kullanılan risk sınıflamasına göre sistematik ve sistematik olmayan tüm riskler için
test edilecektir. Söz konusu sınıflama riskin sistematik ve sistematik olmayan
yapıda ele alındığı şekliyle kullanılacaktır. Sistematik risk göstergesi olarak beta
katsayısı kullanılmıştır. Sistematik olmayan risk boyutları ise üretim sektörü
özelinde oluşturulan yapıdır. Buna göre; sistematik olmayan risk beş boyutta
sınıflandırılabilir. Bunlar, - Nakit Akım Riski, Kısa Dönem Borç Ödeyebilirlilik
121 Ş. ÇELİK. – S. YENİCE – O. K. KANAT
Riski, Uzun Dönem Borç Ödeyebilirlilik Riski, Karlılık Riski ve Varlık Verimliliği
Riski şeklindedir (Çelik, 2013). Araştırmada kullanılan risk sınıflaması örneklem
yapısıyla ilişkili olarak belirlenmiştir. Örneklemdeki firmaların üretim firması
olmaları sebebiyle bu örneklem üzerinden geliştirilmiş boyutlar kullanılmıştır.
Bununla beraber farklı bir sektörde benzer boyutların kullanılması anlamlı sonuçlar
vermeyebilir.
Kurumsal yönetim faktörünün temettü politikaları üzerindeki etki önermesinin
hem kavramsal hem de hukuksal dayanakları vardır (La Porta vd., 2000).
Kavramsal dayanak olarak temettü ödeme kararının firmaların özellikle piyasada
oluşan firma değeri algısı üzerindeki tartışmaları gösterilebilir. Her ne kadar firma
değeri temettü ödemesi ilişkisi üzerinde farklı bakış açılarında kavramsallaşma
geliştirilmişse de söz konusu tartışma temettü ödemesinin bir yönüyle firma
değerini etkileyebildiği ilgili yazında ortaya konmuştur. Bu ilişki, temettü
ödemelerinin firma değeri üzerinde pozitif, negatif ve etkisiz şeklinde belirtilmiştir.
Kurumsal yönetimin hukuksal dayanağı ise gelişmiş ve gelişmekte olan piyasalarda
farklılık göstermelerine rağmen temettü ödemesinin yapılmasını teşvik eden yasal
düzenlemelerin bulunmasıdır. Bu noktada gelişmiş piyasalarda söz konusu yasal
düzenlemeler daha esnek iken gelişmekte olan piyasalarda özellikle azınlık hisse
sahiplerinin haklarını koruma kapsamında temettü ödemesini teşvik eden
düzenlemeler bulunmaktadır. Bu iki temel dayanak kurumsal yönetim ile temettü
ödemesi arasında bir ilişkinin varlığı önermesini destekler. Bu önermenin hipotezi
ise kurumsal yönetimin temettü ödemesi ile ilişkisi şeklinde oluşturulup test
edilebilir:
H2N: Kurumsal yönetim ile temettü ödemesi arasında ilişki yoktur
H2A: Kurumsal yönetim ile temettü ödemesi arasında ilişki vardır
Kurumsal yönetim faktörü bağlamında üç değişken belirlenmiştir. Bunlar,
firmanın kurumsal yönetim endeksinde olma durumu, ortaklık yoğunlaşması ve
kurumsal sosyal sorumluluk değeridir. Bu üç değişkenin seçilme sebepleri arasında
kurumsal yönetimi en iyi temsil eden değişkenler olmasıdır. Sözgelimi, bir firma
122 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi
Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 115-146
Borsa İstanbul Kurumsal Yönetim Endeksi’ne girebilmesi için belli bir denetimden
geçip derecelendirilmesi gerekmektedir. Bununla beraber kurumsal sosyal
sorumluluk uygulamaları özellikle ortaklardan ziyade paydaşlara verilen önemi
göstermesi açısından önemlidir. Ortaklık yoğunlaşması ise ayrıca yazında ele
alınan değişkenlerden birisidir (Chen vd., 2005). Bu değişkenler, araştırmanın
kısıtları kapsamında ele alınan değişkenler olmakla beraber daha fazla sayıda
değişkenin de ele alınabileceği söylenebilir.
Araştırma modelinin üçüncü hipotez grubu ise akademik yazında derinlemesine
araştırılan bir konudur. Temettü ödemeleri ile firma değeri ilişkisinin nasıl
oluştuğudur. Yazın taraması bölümünde değinilen bazı teorilerin söz konusu
ilişkinin olmadığını (ilintisizlik teorisi) veya pozitif anlamda olduğunu (eldeki kuş
teorisi) söyleyen yaklaşımlar açıklanmıştı. Bu iki yaklaşım farklı varsayımlar
temelinde oluşturuldukları için farklı sonuçlara varmışlardır. Araştırma kapsamında
bu hipotez gelişmekte olan bir ülke niteliğindeki Türkiye piyasasında Borsa
İstanbul’da işlem gören üretim firmaları üzerinde test edilecektir. Ancak temettü
politikalarının firma değeri ilişkisi kısa veya orta vadeli araştırmalarda yanıltıcı
sonuçlar verebilir. Bu araştırma döneminin de beş yıl olması sebebiyle ortaya
çıkacak sonucun dikkatli yorumlanması gerekmektedir. Benzer zaman dönemlerini
kullanan çalışmalarda da söz konusu hipotezin test sonuçlarının dikkatli
yorumlanması gerekir. Bu açıdan bakıldığında bu hipotez sonuçlarının akademik
yazında farklı sonuçlar vermesi temelde bu ve benzeri faktörlerin etkisinden
kaynaklandığı söylenebilir (Miller ve Scholes, 1978,1982; Bernstein, 1996; Baker
ve Powell, 1999; Casey ve Dickens, 2000; Fisher, 1961; Baker, Powell ve Veit,
2002). Araştırma modeli kapsamında temettü politikaları ile firma değeri ilişkisi
şeklinde oluşturulup test edilebilir:
H3N: Temettü ödemesi ile firma değeri arasında ilişki yoktur
H3A Temettü ödemesi ile firma değeri arasında ilişki vardır
Temettü politikaları bir değişken olarak sınırlı bir çerçevede kategorik bir
yapıda yapılandırılmıştır. Buna göre, firmalar temettü ödeyen ve ödemeyen olarak
123 Ş. ÇELİK. – S. YENİCE – O. K. KANAT
iki gruba ayrılmıştır. Ancak bu yapılandırma özellikle zaman döneminin kısa
olmasından ötürüdür. Temettü politikaları ikiden fazla grup da oluşturabilir. Söz
gelimi, düzenli temettü ödeyenler, düzensiz temettü ödeyenler ve temettü
ödemeyenler şeklinde olabilir. Bununla beraber, temettü politikaları temettü verimi
değişkeninin hesaplanması suretiyle sürekli bir değişken yapısıyla da incelenebilir.
Firma değeri değişkeni için ise araştırma kapsamında iki değişken hesaplanmıştır.
Bunlar yıllık ve beş yıllık temettü ve hisse bölünmelerine uyarlanmış hisse senedi
getirileridir. Bundaki gerekçe ise değer ve temettü politikası ilişkisi o yıl
gerçekleşen değerden ziyade birikimsel bir değerden etkilenebilme olasılığından
ileri gelir.
3.2. Değişkenler, Örneklem Yapısı ve Tanımlayıcı İstatistikler
Araştırma modelindeki faktörlerin temsil edileceği değişkenler ve ilgili
özellikler Tablo 1’de görülmektedir. Risk faktörü, sistematik risk ve sistematik
olmayan risk boylamında kavramsallaştırılarak sistematik risk için bir değişken ve
sistematik olmayan risk için de beş değişken belirlenmiştir. Sistematik risk, en
basit ifade ile tüm firmaları etkileyen risk olarak tanımlanmaktadır (Poyraz, 2011).
Bu kavram, Sermaye Varlıkları Fiyatlama Modeli’ndeki (Sharpe,1964) beta
katsayısı ile temsil edilmektedir. Beta katsayısı, firma hisse senedinin piyasa
portföyü temsilci değişkeni olarak seçilen Borsa İstanbul 100 Endeksi’ne olan
hassasiyetini ölçmektedir. Bu noktada beta katsayısını sistematik risk temsilcisi
olarak kullanan tüm çalışmalarda varsayılan makroekonomik veya sistematik risk
tanımına uyan tüm faktörlerin ilgili çalışmada kullanılan borsalarda fiyatlandığıdır.
Söz gelimi, devlet faktörü bir sistematik risk unsuru olabilir ancak piyasa bu
faktörü fiyatlıyor ise bu noktada betanın kullanılmasında bir sakınca yoktur. Başka
bir ifade ile piyasa sistematik risk faktörlerine göre etkin ise beta katsayısı
anlamlılık kazanır. Daha önceki çalışmalarda da beta katsayısının sistematik risk
göstergesi olarak kullanılması ve bu çalışmanın kapsamında sistematik risk faktörü
olan betanın anlamlılık düzeyinin ölçülmesi (piyasa etkinlik testi (Atan vd., (2009))
olmadığından bir varsayım olarak betanın sistematik risk göstergesi olduğu kabul
edilecektir.
124 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi
Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 115-146
Şekil 1. Araştırma Modeli
Sistematik olmayan risk boyutu için ise Çelik (2013)’in üretim sektörü özelinde
belirlediği beş değişken kullanılmıştır. Bu risk, firmanın kendi özelliklerinden
kaynaklı riskleri kapsar. Buna göre, sistematik olmayan risk boyutu beş alt
boyuttan oluşmaktadır. Bunlar, Nakit Akım, Kısa Dönem Borç Ödeyebilirlilik,
Uzun Dönem Borç Ödeyebilirlilik, Karlılık ve Varlık Verimliliği riskleridir. Bu
boyutları temsilen seçilen değişkenler de söz konusu boyutlar için akademik
yazında en çok kullanılan rasyolar olarak belirlenmiştir. Bazı çalışmalarda, bu
boyutları
temsilen
kullanılan
değişkenler
farklı
amaçlar
çerçevesinde
kullanılmışlardır. Bununla beraber, pek çok çalışma belli bir araştırma (kavramsal)
modeli önermeden belli sayıda değişkeni analiz edip nispeten anlamlı değişkenlerin
raporlanmasına gitmektedirler. Bunun bir başka şekli ise geçmiş çalışmalarda
kullanılmış değişkenlerden oluşturulan bir değişken seti ile analiz yapılmasıdır. Her
iki durumda da anlamlı veya anlamsız çıkan değişkenlerin, kavramsal bir modele
erişme noktasındaki rolü eksik kalmaktadır.
Kurumsal yönetim faktörüne ilişkin olarak üç değişken belirlenmiştir. Bunlar,
bir firmanın kurumsal yönetim ilkelerini ne derece uyguladığını göstermeleri
açısından seçilmişlerdir. Bundan dolayı, Borsa İstanbul Kurumsal Yönetim
125 Ş. ÇELİK. – S. YENİCE – O. K. KANAT
Endeksi’nde olma durumu bir değişken olarak alınmıştır. Bu değişken analize tabi
olan tüm firmaları kapsamadığından kategorik bir yapıda analize dahil edilmiştir.
Bu değişken öncelikli olarak firma iç dinamiklerini yansıtması bakımından
önemlidir. Bununla beraber firmaların sosyal sorumluluk düzeyleri özellikle firma
dış dinamikleri olan hissedarlar dışındaki paydaşları da kapsadığından ikinci bir
değişken olarak analize dahil edilmiştir. Türkiye’de Kurumsal Sosyal Sorumluluk
Endeksi olmadığından Çelik ve Güleç (2013) ile Altuner vd. (2015)’nin
çalışmalarından yararlanılarak kurumsal sosyal sorumluluk ölçümü yapılmıştır. Bu
ölçüm kurumsal sosyal sorumluluk kavramını beş alt boyutta değerlendirerek
ölçmektedir. Bu boyutlar, (i) Kurumsal Strateji, Yönetim ve Süreçler (%10), (ii)
Ekonomik Etki (%30), (iii) Sosyal Etki (%30), Çevresel Etki (%25) ve Raporlama
ve Denetim (%5) şeklindedir (Her bir boyutun endeks içerisindeki ağırlığı
farklıdır). Her firmanın bu boyutlarda bir projesi var ise ilgili ağırlığı ile çarpılmak
suretiyle endeks puanı hesaplanmaktadır. Kurumsal yönetim boyutunun üçüncü
değişkeni ise sermaye yoğunluğudur. Bu değişken de özellikle ilgili yazında
üzerinde durulan bir konudur. Bunun temel nedeni ise sermaye yoğunluğunun
kurumsal yönetim açısından bir etkiye sahip olduğu düşüncesidir.
Araştırma modelindeki temettü politikaları değişkeni ise kategorik bir yapıda
ele alınmıştır. Buna göre temettü ödeyen ve ödemeyen firmalar iki farklı grubu
temsil ettiği varsayılarak söz konusu grup üyeliğini etkileyen faktörler şeklinde
analize dahil edilmişlerdir. Temettü politikaları araştırma modelinde hem bağımlı
hem bağımsız değişken olarak kullanılmıştır. Bağımlı değişken olarak kullanılması
temettü politikalarını etkileyen değişkenlerin belirlenmesi; bağımsız değişken
olarak kullanılması ise firma değeri ile ilişkisinin ortaya konması açılarından uygun
görülmüştür. Analiz döneminin beş yıl gibi kısa olması sebebiyle zaman etkisinin
göz ardı edilmesinden dolayı temettü politikaları ödeyen ve ödemeyen şeklinde
belirlenmiş olup daha uzun süreli analizlerde bu durum düzenli temettü ödeyen,
düzensiz temettü ödeyen ve ödemeyen şekline çevrilebilir. Bununla beraber,
temettü verimi değişkeninin hesaplanması suretiyle de analizler gerçekleştirilebilir.
126 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi
Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 115-146
Araştırmanın firma değeri faktörünü temsilen ise akademik yazında da çokça
kullanılan hisse senedi getirileri kullanılmıştır. Bu noktada iki getiri değişkeni
hesaplanarak temettü politikaları ile olan ilişkisi incelenmiştir. Birinci değişken
yıllık getiri oranıdır. Bu oran ilgili yıldaki temettü politikası ile getiri oranını
karşılaştırmaya olanak vermektedir. Bu duruma yazında koşulsuz (unconditional)
karşılaştırma denilmektedir. İkinci değişken olan beş yıllık getiri ise koşullu
(conditional) karşılaştırmaya olanak vermektedir. Buna göre önceki yıllarda
gerçekleşmiş getiri performansı ile karşılaştırmayı sağlar. Buna karşın analizin
zaman kısıtından dolayı temettü politikası değişkeni bir araç değişkeni
(instrumental variable) olarak incelememiştir. Başka bir ifade ile önceki yıl yapılan
temettü ödemesi de bir bağımsız değişken olarak düşünülüp diğer bağımsız
değişkenlerle analize dahil edilmemiştir. Yazında bu durum bir önceki yıl yapılan
temettü ödemesinin bir sonraki yıl yapılan temettü ödemesini etkilediği
düşüncesiyle kullanılmaktadır. Özellikle zaman aralığı genişletilerek bu durumun
da etkisi incelenebilir. Her iki getiri değişkeni firmaların temettü ödemeleri ile
hisse bölünmelerine uyarlanmış aylık getiriler üzerinden aşağıdaki formül ile
hesaplamıştır (Çelik vd., 2009:309):
Gi 
Fi  BDL  BDZ  1  R  BDL  T  Fi 1
Fi 1
(1)
Gi : “i” ayına ait getiri; Fi : “i” ayına ait en son kapanış fiyatı; BDL : Ay içinde
alınan bedelli pay; BDZ : Ay içinde alınan bedelsiz pay adedi; R : Rüçhan hakkı
kullanma fiyatı; T : Ay içinde 1.000,-TL/1 TL nominal değerli paya ödenen net
temettü tutarı; F i-1 : “i” ayından bir önceki aya ait en son kapanış fiyatı.
Araştırmada kullanılan faktör ve temsili değişken yapıları Tablo 1’de
görülmektedir.
127 Ş. ÇELİK. – S. YENİCE – O. K. KANAT
Tablo 1. Araştırmada Kullanılan Faktör ve Değişken Yapıları
Faktör
Temsil Değişken
Risk
(sistematik)
Beta
Değişkenin Förmülü
Nakit Akım
Risk
(sistematik
olmayan)
Kısa
Dönem
Ödeyebilirlilik
Uzun Dönem
Ödeyebilirlilik
Karlılık
Borç
Borç
Varlık Verimliliği
Kurumsal
Sosyal
Sorumluluk Notu
Kurumsal
Yönetim
Temettü
Getiri
İlk Üç Ortağın Payı
Kurumsal
Yönetim
Endeksinde Olma
Temettü Ödemesi
Yıllık
Beş Yıllık
COV (Piyasa Getirisi; Firma X
Getirisi)/VAR (Piyasa Getirisi)
Faaliyetlerden Kaynaklanan Nakit
Akım / Toplam Borçlar
Kısa Dönemli Varlıklar / Kısa
Dönemli Borçlar
Toplam Borçlar / Toplam
Varlıklar
Net Kar / Toplam Satışlar
Analizdeki
Kodu
SR
SOR1
SOR2
SOR3
SOR4
Satışlar / Toplam Varlıklar
Kurumsal sosyal sorumluluk
endeks değeri
İlk üç en büyük ortağın sermaye
yapısındaki payı
KY1
1 ise endekste; 0 ise değil.
KY3
1 ise ödeyen; 0 ise ödemeyen
DP
Formül 1
SOR5
KY2
R1
R2
Not: COV: Covariance; VAR: Variance.
Analiz, 2007 ile 2011 yıllarını kapsadığından ötürü hem yıl bazlı hem de beş
yıllık dönemi kapsayan değişkenlere ait gözlem ve ortalama değerleri
hesaplanmıştır (Tablo 2). Araştırmanın analiz dönemi kısıtı, analize dahil edilen
bazı değişkenlerin (kurumsal sosyal sorumluluk notu, hisse bölünmesi ve temettü
ödemeleri içeren getiri serileri gibi) hesaplanma süresinin uzun sürmesi mevcut
çalışmanın daha uzun bir dönem aralığında test edilmesine engel olmuştur.
Bununla beraber, kullanılan değişken sayısına ilişkin de bir kısıt bulunmaktadır.
Örneğin, bir değişken olarak kullanılan kurumsal yönetim endeksinde bulunma
durumuna ek olarak ilave kurumsal yönetim değişkenlerinin de ileriki çalışmalarda
test edilmesi öngörülmektedir. Temettü politikasının kategorik bir değişken
yapısında olması sebebiyle tüm diğer değişkenler temettü ödeyen (269) ve
ödemeyen firmalar (467) açısından da gösterilmiştir. Bu gösterimin amacı logit ve
probit modellerle yapılmak istenen sınıflama tahmini için ön fikir vermektir.
128 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi
Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 115-146
Tablo 2 incelendiğinde SR (sistematik risk değişkeni, beta) değişkeninin tüm
dönem düşünüldüğünde temettü ödemeyen firmaların (0,83) temettü ödeyen
firmalara (0,77) göre daha yüksek değer aldığı (riskin yüksek olduğu)
görülmektedir. Sistematik olmayan değişkenlerden SOR1 (nakit akım riski)
değişkeni temettü ödemeyen firmaların (0,13) ödeyen firmalara (0,51) oranla daha
düşük değerde çıktığı görülmektedir. SOR1 değişkenin düşüklüğü firmanın nakit
akım düzeyinin düşük olduğunu göstermesi açısından düşük değer yüksek risk
anlamına gelmektedir. Buna göre temettü ödemeyen firmaların ödeyen firmalara
oranla daha fazla nakit akım riskine sahip oldukları görülmektedir. Sistematik
olmayan değişkenlerden SOR2 (kısa dönem borç ödeyebilirlilik riski) değişkeni
başka bir ifade ile cari rasyo oranı temettü ödemeyen firmaların (1,83) ödeyen
firmalara (2,98) oranla daha düşük çıktığı (riskin yüksek olduğu) görülmektedir.
Sistematik olmayan değişkenlerden SOR3 (uzun dönem borç ödeyebilirlilik riski)
değişkeni temettü ödemeyen firmaların (0,64) ödeyen firmalara (0,37) oranla daha
yüksek çıktığı görülmektedir. Buna göre temettü ödeyen firmaların uzun dönem
borçluluk durumunun ödemeyen firmalara göre çok daha iyi bir durumda olduğu
söylenebilir. Sistematik olmayan değişkenlerden SOR4 (karlılık riski) değişkeni
başka bir ifade ile kar marjı temettü ödemeyen firmaların (-0,24) ödeyen firmalara
(0,25) oranla daha düşük çıktığı (riskin yüksek olduğu) görülmektedir. Bu da
karlılık durumunun çok net bir ifade ile temettü ödemeyen firmalarda ödeyen
firmalara göre düşük olduğunu gösterir. Sistematik olmayan değişkenlerden
sonuncusu olan SOR5 (varlık verimliliği riski) değişkeni temettü ödemeyen
firmaların (0,91) ödeyen firmalara (1,07) oranla daha düşük çıktığı (riskin yüksek
olduğu) görülmektedir. Risk göstergelerinin tamamı beş yıllık analiz dönemi
içerisinde ödeyen firmalar ile ödemeyen firmalar arasında anlamlı bir şekilde
dağılım göstermektedir. Özellikle yazında da yapılan ve önerilen yüksek risk ile
düşük temettü ilişkisi bu araştırma kapsamında risk göstergeleri olarak tanımlanan
değişkenlerin ortalama değerleri açısından tutarlılık gösterir.
Kurumsal yönetim değişkenlerinin analiz dönemi boyunca genel dağılımı
incelendiğinde birinci değişken olan KY1 (kurumsal sosyal sorumluluk notu)
129 Ş. ÇELİK. – S. YENİCE – O. K. KANAT
değişkeni temettü ödemeyen firmaların (0,33) ödeyen firmalara (0,61) oranla daha
düşük çıktığı görülmektedir. Buna göre, sosyal sorumluluk projeleri temettü
ödeyen firmalarda çok daha yoğun bir şekilde gerçekleştiği söylenebilir. Kurumsal
yönetim değişkenlerinden ikincisi olan KY2 (ilk üç ortağın payı, ortaklık
yoğunluğu) değişkeni temettü ödemeyen firmaların (0,61) ödeyen firmalara (0,68)
oranla daha düşük çıktığı görülmektedir. Bu da temettü ödemeyen firmaların ilk üç
ortak baz alındığında ortaklık yoğunluğunun daha düşük olduğu söylenebilir.
Kurumsal yönetimin üçüncü ve son değişkeni olan kurumsal yönetim endeksinde
olma durumu da temettü ödeyen firmalar (33) arasında endekste olmanın
ödemeyen firmalara (22) göre daha yüksek olduğu görülmektedir. Bu da
endeksteki firmaların temettü ödeme eğiliminin daha yüksek olduğunu gösterir.
Temettü politikalarının firma değeri ilişkisi açısından durumuna bakıldığında
temettü ödeyen ve ödemeyen firmaların hem bir yıllık hem de beş yıllık getirileri
hesaplanmıştır. Firma değeri değişkenlerinden R1 (bir yıllık getiri) değişkeni
temettü ödemeyen firmaların (2,26) ödeyen firmalara (2,02) oranla daha yüksek
çıktığı görülmektedir. Buna karşın R2 (beş yıllık getiri) değişkeni temettü
ödemeyen firmaların (2,01) ödeyen firmalara (2,45) oranla daha düşük çıkması
aynı faktörün iki değişkeninin farklı sonuçlar ortaya koyduğunu gösterir. Ancak, bu
durum ortalamalar üzerinden bir karşılaştırma olması ve özellikle temettü
ödemeyen firmaların bazı yıllarda anormal yükseklikte getiriler elde edebilmeleri
yıllık getiri değişkeninin bu şekilde çıkmasına sebep olmuş olabilir. Bu açıdan
bakıldığından beş yıllık dönemi yansıtan getiri oranının daha sağlıklı bir değişken
olduğu söylenebilir.
130 86
57
Ödeyen
58
467
269
Ödeyen
,77
,83
,77
,89
,77
,85
,74
,82
,75
,82
,79
Ort.
,78
,53
,13
,51
,07
,18
,17
,68
,13
,46
,16
,67
Ort.
,11
2,75
1,83
2,98
1,98
2,76
1,79
3,36
1,83
3,22
1,58
2,86
Ort.
1,97
,40
,64
,37
,75
,36
,60
,33
,62
,38
,66
,34
Ort.
,59
,24
-,24
,25
,00
,09
-,07
,05
-,99
,09
-,11
,66
Ort.
,01
1,02
,91
1,07
,93
1,00
,81
,98
,88
1,13
,94
1,17
Ort.
1,02
SOR1 SOR2 SOR3 SOR4 SOR5
,62
,33
,61
,38
,67
,34
,66
,34
,59
,31
,54
Ort.
,29
KY1
65,26
61,09
68,21
60,49
66,45
61,29
71,04
61,89
68,91
61,69
69,76
48
445
236
91
40
95
39
96
52
83
57
10
22
33
7
10
5
6
5
5
3
2
KY3
Endekste Endekste
Ort.
olmayan
olan
59,96
80
2
KY2
KURUMSAL YÖNETİM
,84
2,26
2,02
,72
5,38
8,05
6,65
3,73
-3,54
-5,52
2,19
Ort.
3,37
R1
2,26
2,01
2,45
2,29
2,35
2,05
2,35
1,92
1,87
,91
3,38
Ort.
2,90
R2
GETİRİ
131 Not: SR (Sistematik Risk): Beta; SOR1 (Sistematik Olmayan Risk): Nakit Akım; SOR2: Kısa Dönem Borç Ödeyebilirlilik; SOR3: Uzun Dönem
Borç Ödeyebilirlilik; SOR4: Karlılık; SOR5: Varlık Verimliliği; KY1: Kurumsal Sosyal Sorumluluk Notu; KY2: İlk Üç Ortağın Payı; KY3:
Kurumsal Yönetim Endeksinde Olma; R1: Yıllık hisse senedi getirisi (temettü ve bölünmeler dahil); R2: Beş Yıllık hisse senedi getirisi (temettü
ve bölünmeler dahil). DP: Temettü Ödeme.
Ödemeyen
2007DP Ödeyen
2011
98
50
Ödeyen
Ödemeyen
Ödeyen
Ödemeyen
2010 DP
2011 DP
100
45
101
Ödemeyen
2009 DP
59
Ödeyen
Ödemeyen
2008 DP
Gözlem
82
Ödemeyen
Yıl
2007 DP
SR
RİSK
Tablo 2. Araştırmada Kullanılan Faktör ve Değişkenlere Ait Temel Dağılımlar
Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi
Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 115-146
Ş. ÇELİK. – S. YENİCE – O. K. KANAT
3.3. Ekonometrik Model
Araştırma modelinin tahminlenmesi için önerilen ekonometrik analizler iki
kısımdan oluşmaktadır. Birinci kısım temettü politikasını etkileyen faktörler olan
risk ve kurumsal yönetim ilişkisinin tahminlenmesidir. Bu tahminleme için bağımlı
değişkenin kategorik yapıda olması (bir ve sıfır değerlerinden oluşması) sebebiyle
birbirine yakın iki regresyon türü uygulanmıştır. Bunlar logit ve probit
regresyonlarıdır. Bu regresyonlarda temel olarak bağımsız değişkenlerin iki
gruptan oluşan bağımlı değişkeni birbirinden ayırma etkisi ortaya konmaya
çalışılır. Baldemir ve Süslü (2008) çalışmalarında temettü politikalarının etki
analizi için Logit modelini kullanmışlardır. İkinci kısımda ise temettü politikası ile
firma değeri ilişkisinin tahminlenmesidir. Bu durumda bağımlı değişkenin getiri
serileri
(sürekli
değişken)
olması
sebebiyle
doğrusal
(linear)
regresyon
kullanılmıştır. Bu analize ilaveten bağımsız örneklem t-testi ile de getiri
ortalamalarının temettü ödeyen ve ödemeyen firmalar arasındaki farklılığı
istatistiksel olarak test edilmiştir.
Birinci kısımda logit ve probit regresyon analizler için tahminlenen genel model
(2)’de görülmektedir. Logit ve probit regresyon arasında tek fark tahminlenen
dağılımların farklı olmasıdır. Logit modelde logistik dağılım uygulanırken probit
modelde normal dağılım uygulanır.
TEMETTU POLITIKASI       RISK     KURUMSAL YONETIM  
(2) Logit model için regresyon tahmini logistik dağılımdan gelen formül (3)’deki yapı
ile;
Pi  E DP  1 X i  
1
1 e
    RISK    KURUMSAL YONETIM  
(3) Probit Model için regresyon tahmini normal dağılımdan gelen formül (4)’deki
yapı ile;
132 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi
Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 115-146
Pi  E DP  1 X i  
1
2
    RISK     KURUMSAL YONETIM 


ez
2
/2
dz (4) gerçekleştirilir.
Logit ve probit modelleri doğrusal olmayan regresyon modelleri olduğundan
parametre tahminlemesi en küçük kareler (ordinary least square) yöntemiyle değil
maksimum olabilirlik (maximum likelihood) tekniğiyle yapılmaktadır. Araştırma
kapsamında tahminlenen logit ve probit model katsayıları da bu teknikle
hesaplanmıştır.
Araştırmanın ikinci kısmında ise temettü politikaları ile firma değeri ilişkisi
incelenmiştir. Bu inceleme iki türlü yapılmıştır. Birinci türde, doğrusal regresyon
analizi, bağımlı değişkenin sürekli bir yapıda olan getiri değişkenleri ile kategorik
değişken olan temettü politikası değişkeni arasında yapılmıştır. Bu ilişki aşağıdaki
doğrusal regresyon denkleminde görülmektedir.
GETIRI      TEMETTU POLITIKASI  
(5)
Denklem (5) ‘ de getiri verisi sürekli bir değişken iken temettü politikası
kategorik bir yapıdadır. Bu doğrusal regresyonun katsayıları en küçük kareler
yöntemiyle tahmin edilmiştir.
İkinci kısımda yapılan ikinci analiz bağımsız örneklem t-testinin uygulandığı
aşamadır. Bu analiz iki grup ortalamalarının birbirinden farklılığını test etmek
amacıyla yapılmaktadır. Buna göre, temettü ödeyen ve ödemeyen firmalar iki grup
oluşturduğundan her iki grubun ortalamaları istatistiksel olarak farklılık testine tabi
tutulmuştur. Bağımsız örneklem t-testi bağımlı değişken olan getiri serisinin
normal dağılması sebebiyle seçilmiştir. Aksi takdirde normallik varsayımı
gerektirmeyen t-testleri de uygulanabilir. Analiz kapsamında uygulanan bağımsız
örneklem t-testi aşağıdaki gibi hesaplanır:
133 Ş. ÇELİK. – S. YENİCE – O. K. KANAT
x1  x2
t
sP
1 1

n1 n2
(6) Denklem (6)’da, x1 ve x 2 temettü ödeyen ve ödemeyen firmaların getiri
ortalamaları
sP 
n1
ve
n2 bu
n1  1s12  n2  1s22
n1  n2  2
iki
grubun
gözlem
sayısı
ve
sP
(
) ise tüm gözlemlerin standart sapmasını temsil
etmektedir. Bu test istatistiği hesaplandıktan sonra t dağılımında kritik değer ile
karşılaştırılarak iki grubun ortalama farklılığı incelenir. Bu testin uygulanabilmesi
için değerlerin normal dağılması gerekirken standart sapmaların aynı olması ve
olmaması durumunda da uygulanabilir. Analiz kapsamında her iki grup
değerlerinin standart sapma farklılığı hesaba katılmıştır. 4. ARAŞTIRMA SONUÇLARI Araştırma kapsamında yapılan logit, probit ve doğrusal regresyon ile t-test
analiz sonuçları bu bölümde değerlendirilecektir. Logit ve probit regresyon
analizleri öncesi sürekli yapıdaki bağımsız değişkenlerin çoklu bağımlılık
(multicollinerity) problemi yaratmamaları açısından ve bu değişkenlerin ilişki yönü
ve şiddetini belirlemek için de korelasyon analizi yapılmıştır. Bu durum doğrusal
regresyonda tek bağımsız değişken olması sebebiyle geçerli değildir.
Korelasyon analizi (parametrik Pearson korelasyonu) sonuçları Tablo 3’te
görülmektedir. Bu noktada her bağımsız değişkenin ilişki yönü kavramsal ilişkiyi
ile karşılaştırılması açısından önemlidir. Ayrıca korelasyon analizinin bir
nedensellik içermediği de dikkate alınmalıdır. Buna göre SR (sistematik risk
değişkeni, beta) değişkeninin sistematik olmayan risk değişkenleri (SOR1 (nakit
akım riski) ; SOR2 (kısa dönem borç ödeyebilirlilik riski) ; SOR3 (uzun dönem
borç ödeyebilirlilik riski) ; SOR4 (karlılık riski); SOR5 (varlık verimliliği riski)) ve
diğer faktör değişkenleri ile istatistiksel olarak anlamlı bir korelasyon değerine
sahip olmadığı görülmektedir. Bununla beraber sistematik olmayan risk
134 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi
Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 115-146
değişkenlerinin kendi aralarındaki korelasyonları incelendiğinde SOR1 ile SOR3
değişkeni anlamlı ve negatif bir ilişkide olduğu görülmektedir. Buna göre, nakit
akım durumu iyileşen firmaların uzun dönem borçluluk durumunun da iyileştiği
söylenebilir. SOR2 değişkeni, SOR3 ve SOR5 ile negatif ve anlamlı ilişkide iken
SOR4 değişkeni ile de pozitif ve anlamlı bir ilişkide görülmektedir. Buna göre, cari
rasyodaki iyileşme karlılık ile beraber artmakta iken uzun dönem borç ile varlık
verimliliğini azaltmaktadır. Toplam borç göstergesi olan SOR3 değişkeninin
karlılık değişkeni olan SOR4 değişkeni ile negatif ve anlamlı bir ilişkisi
görülmektedir. Başka bir ifade ile uzun dönem borç düzeyi azaldıkça karlılık
düzeyi artmaktadır.
Tablo 3. (Parametrik) Korelasyon Analizi
SR
,023
SOR1
SOR1
SOR2
-,021
,060
SOR3
,008
-,086*
-,312**
SOR4
,038
,022
,118**
-,192**
SOR5
-,052
-,008
-,151**
,008
,047
KY1
-,022
-,013
,073*
-,094*
,048
,145**
KY2
-,007
,156**
,073*
-,164**
,078*
,136**
,181**
R1
,035
-,019
,033
-,035
,038
-,046
,040
,023
,020
,056
,098**
-,157**
,094*
-,037
,116**
,069
R2
SOR2
SOR3
SOR4
SOR5
KY1
KY2
R1
,422*
*
Not: SR (Sistematik Risk): Beta; SOR1 (Sistematik Olmayan Risk): Nakit Akım; SOR2:
Kısa Dönem Borç Ödeyebilirlilik; SOR3: Uzun Dönem Borç Ödeyebilirlilik; SOR4:
Karlılık; SOR5: Varlık Verimliliği; KY1: Kurumsal Sosyal Sorumluluk Notu; KY2: İlk Üç
Ortağın Payı; R1: Yıllık hisse senedi getirisi (temettü ve bölünmeler dahil); R2: Beş Yıllık
hisse senedi getirisi (temettü ve bölünmeler dahil).
Kurumsal yönetim sürekli değişkenlerinden KY1 ve KY2 değişkeni kendi
aralarında pozitif ve anlamlı bir ilişkiye sahiptir. Bu da kurumsal sosyal sorumluluk
notundaki artışın ortaklık yoğunlaşmasındaki artış ile aynı yönde olduğunu
göstermektedir. Bununla beraber KY2 değişkeninin tüm sistematik olmayan
değişkenlerle anlamlı bir ilişkiye sahip olduğu görülmektedir. KY2 değişkeni
bunlardan sadece SOR3 değişkeni ile işaret yönü negatif iken diğer değişkenlerle
135 Ş. ÇELİK. – S. YENİCE – O. K. KANAT
pozitiftir. KY1 değişkeni ise sadece SOR2 (pozitif) ve SOR3 (negatif) değişkeni ile
anlamlı ilişkiye sahiptir. Getiri değişkenleri de kendi aralarında anlamlı ve pozitif
bir ilişkiye sahip olduğu görülmektedir.
Buna karşın R1 değişkeni hiçbir
değişkenle anlamlı bir ilişkiye sahip değilken SOR2, SOR4, KY1 değişkenleri ile
pozitif ve anlamlı, SOR3 değişkeni ile de negatif ve anlamlı bir ilişkide olduğu
görülmektedir. Tablo 4’de gösterilen sonuçlar çerçevesinde,
logit ve probit regresyon
modelleri ile hipotez 1 ve 2 test edilmek istenmiştir. Bu iki hipotezin test aşaması
öncelikle her iki hipotezin ayrı ayrı olarak test edilmesi ile tüm değişkenlerin aynı
anda modele sokularak test edilmesi şeklinde gerçekleştirilmiştir. Buradaki amaç
öncelikle risk veya kurumsal yönetimin tek bir faktör değişkenleri gibi modele
sokulduğunda nasıl bir etkiye sahip olduklarını görmektir. Bununla beraber, risk
faktör değişkenleri modelde iken kurumsal yönetim faktör değişkenlerinin de
modeli ilave edilmesi ile modelin açıklama ve sınıflama gücündeki değişimlerin de
ortaya çıkarılması istenmiştir.
Hipotez 1’in (risk ile temettü politikası ilişkisi) test sonuçları incelendiğinde,
temettü ödeme politikasının, SR (sistematik risk değişkeni, beta) değişkeni ile
anlamlı ve negatif; SOR1 (nakit akım riski), SOR4 (karlılık riski) ve SOR5 (varlık
verimliliği riski) değişkenleri ile anlamlı ve pozitif; SOR3 (uzun dönem borç
ödeyebilirlilik riski) değişkeni ile de anlamlı ve negatif bir ilişkiye sahip olduğu
görülmektedir. Buna göre, bir firmanın temettü ödeme eğilimlerini sistematik risk
ile borçluluk düzeylerinin yüksekliği negatif yönde etkilemektedir. Bu bulgular
akademik yazındaki bulgularla paralellik göstermektedir. Li ve Zhao (2008), Patra
vd., (2012) ve Chang ve Dutta, (2012) risk ile temettü politikası arasında anlamlı
ve negatif bir ilişki bulmuşlardır. Bu ilişkinin sebebi olarak artan risk sebebiyle
firmanın ileriki zamanlarda ihtiyacı olabilecek nakdin firmada tutulup temettü
olarak ödenmesinin istenmemesi olarak belirtilmiştir. Patra vd.,(2012) ve Fairchild
vd., (2014) borç oranı ile temettü ödemesi arasında anlamlı ve negatif bir ilişki
bulmuşlardır. Yıldız vd. (2014) çalışmalarında BİST Sanayi sektöründe faaliyet
gösteren 118 şirketin finansal kaldıraç oranları ile temettü dağıtım oranı arasında
136 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi
Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 115-146
negatif yönlü bir ilişki bulmuşlardır. Buna karşın, firmanın temettü ödeme
eğilimini nakit akım, karlılık ve varlık verimliliği düzeylerindeki artış pozitif
olarak etkilemektedir. Bu sonuçlardan nakit akım ve karlılık değişkeni akademik
yazındaki sonuçlarla paralellik göstermektedir. Fairchild vd., (2014) ve
Papadopoulos and Charalambidis (2007) nakit akım ile temettü ödemesi arasında
pozitif ve anlamlı bir ilişki bulmuşlardır. La Porta vd., (2000) karlı firmaların
temettü ödemesi yaparak kaliteli olduklarının sinyalini verme eğilimde olduklarını
belirterek temettü ödemesi ile karlılık arasından pozitif bir ilişki olduğunu iddia
etmişlerdir.
Patra, vd.,(2012), Breuer vd., (2014) ve Fairchild
vd., (2014)
araştırmalarında karlılık ile temettü ödemesi arasında pozitif ve anlamlı bir ilişki
bulmuşlardır. Fettahoğlu (2015), Borsa İstanbul’da 32 firma üzerinde yaptığı
analizde brüt kar marjı ile kar payı dağıtım oranı arasında negatif ve pay başına kar
yedeği ile kar payı dağıtım oranı arasında pozitif ilişki saptanmıştır. SOR2
değişkeni olan cari oran ise istatistiksel olarak Hipotez 1 bağımsız testinde anlamlı
çıkmamıştır. Buna karşın Patra vd.,(2012) cari oran ile temettü ödemesi arasında
anlamlı ve pozitif bir ilişki bulmuşlardır. Bu sonuçlar göz önüne alındığında
bağımsız Hipotez 1 test sonuçları risk ile temettü ödeme politikası arasındaki ilişki
yoktur hipotezini ret etmiştir. Bu sonuçlar hem logit hem de probit regresyon
sonuçları açısından farklılık göstermemektedir.
Hipotez 2’in (kurumsal yönetim ile temettü politikası ilişkisi) test sonuçları
incelendiğinde temettü ödeme politikasının, KY1 (kurumsal sosyal sorumluluk
notu) değişkeni ile anlamlı ve pozitif;
KY2 (ilk üç ortağın payı, ortaklık
yoğunluğu) değişkeni ile anlamlı ve pozitif ve KY3 (kurumsal yönetim endeksinde
olma) değişkeni ile anlamsız ve pozitif bir ilişkiye sahip olduğu görülmektedir.
Kurumsal yönetim değişkenlerinden KY2 değişkenini kullanan bazı çalışmalarda
da destekleyici bulgulara rastlanmıştır. Chen vd. (2005), Gupta and Banga, (2010)
ve Fairchild vd. (2014) ortaklık yoğunlaşması ile temettü politikaları arasında
anlamlı ve pozitif bir ilişki bulmuşlardır. Bunun sebebi olarak ortaklık yoğunluğu
artıkça kontrolü elinde bulunduran ortakların temettü aracılığıyla gelir elde etme
eğiliminde olmasına bağlamaktadırlar. Burada özellikle KY3 değişkeni bağımsız
137 Ş. ÇELİK. – S. YENİCE – O. K. KANAT
Hipotez 2 testinde çok az farkla anlamsız görülmektedir. Aynı değişkenin bağımlı
Hipotez 1 ve 2 testlerinde anlamlı ve pozitif bir etkisi bulunmaktadır. Bu sonuçlar
incelendiğinde bağımsız Hipotez 2 test sonuçları kurumsal yönetim ile temettü
ödeme politikası arasındaki ilişki yoktur hipotezini ret etmiştir. Bu sonuçlar,
Hipotez 1 test sonuçlarında olduğu gibi hem logit hem de probit regresyon
sonuçları açısından farklılık göstermemektedir.
Birbirlerine bağımlı olarak Hipotez 1 ve 2 test sonuçları incelendiğinde
bağımsız Hipotez 1 ve 2 test sonuçlarından ciddi sapmaların görülmediği ortaya
çıkmaktadır. Buna göre risk faktör değişkenlerinin katsayıları ve anlamlılıklarında
bir değişiklik olmamakla birlikte sadece SOR4 değişkeninin probit model
tahmininde anlamsız çıktığı görülür. Bununla beraber, ifade edildiği üzere, KY3
değişkenin temettü ödeme politikası ile anlamlı ve pozitif bir etkiye sahip olduğu
ortaya çıkmıştır. Bağımlı Hipotez 1 ve 2 test sonuçları göz önüne alındığında risk
ve kurumsal yönetimin aynı anda da temettü politikaları ile ilişkili olduğu
görülmektedir.
Logit ve probit modellerinde bağımlı değişkendeki oynaklığın bağımsız
değişkenlerdeki oynaklıkla açıklama göstergesi McFadden R kare istatistiği ile
yapılmaktadır. Bu istatistik amaç itibariyle doğrusal regresyonda kullanılan R kare
görevi görür. Buna göre, modelin açıklama gücü risk faktörlerine %16’larda iken
kurumsal yönetim faktörlerinde bu %11 düzeyindedir. Buna karşın, her iki faktör
yaklaşık %24’lük bir açıklama gücüne sahiptir. Buna ilaveten H-L istatistiğinin
%10 anlamlı düzeyinden yüksek çıkması verilerin modellere uygun olduğu
anlamında değerlendirilir.
Logit ve probit modellerin en önemli kullanım amaçlarından birisi de bağımsız
değişkenlerin her iki grubu birbirinden ayırabilme, gözlemleri sınıflayabilme
başarısıdır. Buna göre, salt risk faktörü kullanılan modelde toplam sınıflama
başarısı % 73 iken bu durum salt kurumsal yönetim faktörü kullanılan modelde
%69 düzeyindedir. Buna ilaveten her iki faktör değişkenlerinin kullanıldığı
modelde toplam model sınıflama başarısı %75-76 düzeyindedir.
138 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi
Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 115-146
Tablo 4. Probit ve Logit Regresyon Analizi
Hipotez 1
C
SR
SOR1
SOR2
SOR3
SOR4
SOR5
Hipotez 2
Hipotez 1 ve 2
Probit
Model
Katsayıları
Logit
Model
Katsayıları
Probit
Model
Katsayıları
Logit
Model
Katsayıları
Probit
Model
Katsayıları
0.355511
0.716892
-1.448479
-2.348469
-0.347035
(0.1720)
(0.1165)
(0.0000)
(0.0000)
(0.2975)
-0.624756
-1.136652
-0.782097
(0.0018)
(0.0008)
(0.0003)
0.111495
0.165218
0.102679
(0.0174)
(0.0539)
(0.0378)
0.005310
-0.002066
0.035187
(0.8539)
(0.9689)
(0.2368)
-1.806349
-3.304845
-1.627791
(0.0000)
(0.0000)
(0.0000)
0.677906
1.869532
0.373157
(0.0187)
(0.0037)
0.953857
(0.2312)
0.538100
(0.0000)
0.412956
(0.0000)
KY1
KY2
KY3
(0.0002)
Logit
Model
Katsayıları
-0.377363
(0.5208)
-1.331531
(0.0002)
0.150782
(0.0759)
0.038152
(0.4836)
-3.177658
(0.0000)
1.179158
(0.0997)
0.756391
(0.0001)
1.471534
1.154557
1.896250
0.927538
(0.0000)
(0.0000)
(0.0000)
0.008364
0.013306
0.004967
(0.0011)
0.289142
(0.0018)
0.486281
(0.0892)
0.668575
1.237580
(0.1191)
(0.1134)
(0.0015)
(0.0008)
(0.0000)
0.008072
(0.0991)
McFadden R-kare
0.162147
0.171656
0.112546
0.111605
0.233907
0.239148
H-L Statistic
(prob.)
Hata 1 Oranı (%)
0.1440
0.6830
0.0723
0.1000
0.2727
0.1909
14.35
15.05
17.56
15.85
14.58
13.66
Hata 2 Oranı (%)
47.24
44.88
56.51
56.51
41.34
39.76
Başarı Oranı (%)
73.47
73.91
68.21
69.29
75.51
76.68
Obs with Dep=0
432
432
467
467
432
432
Obs with Dep=1
254
254
269
269
254
254
Not: Bağımlı değişken temettü ödemesidir. Parantez içerisindeki değerler katsayıların
anlamlılık değerleridir. Logit ve Probit modeller için kesme oranı %50 alınmıştır. SR
139 Ş. ÇELİK. – S. YENİCE – O. K. KANAT
(Sistematik Risk): Beta; SOR1 (Sistematik Olmayan Risk): Nakit Akım; SOR2: Kısa
Dönem Borç Ödeyebilirlilik; SOR3: Uzun Dönem Borç Ödeyebilirlilik; SOR4: Karlılık;
SOR5: Varlık Verimliliği; KY1: Kurumsal Sosyal Sorumluluk Notu; KY2: İlk Üç Ortağın
Payı; KY3: Kurumsal Yönetim Endeksinde Olma; R1: Yıllık hisse senedi getirisi (temettü
ve bölünmeler dahil); R2: Beş Yıllık hisse senedi getirisi (temettü ve bölünmeler dahil). HL Statistic: Hosmer ve Lemeshow Testi.
Hipotez 3 (temettü politikası ile firma değeri ilişkisi) testi için geliştirilen
doğrusal
regresyon
ve bağımsız
örneklem
t-test
sonuçları
Tablo
5’de
görülmektedir. Bu sonuçlara göre, doğrusal regresyon sonuçlarında bağımlı
değişkenin R1 (yıllık getiri) olduğu durumda temettü politikası (kategorik
değişken) anlamsız çıkmıştır. Buna karşın, bağımlı değişkenin R2 (beş yıllık getiri)
olduğu durumda ilişki pozitif ve anlamlı çıkmaktadır. Bu sonuç, özellikle akademik
yazında çıkan farklı sonuçlara paralel olarak getiri değişkenin hesaplanma
yönteminin,
firma
değeri
üzerindeki
temettü
politikası
etkisinin
farklı
çıkabileceğini göstermesi bakımından son derece önemlidir. Bu araştırma
kapsamında destekleyici bir analiz olarak ortaya konulmaya çalışılan bağımsız
örneklem t-test sonuçları da R1 değişkeni için temettü ödeyen ve ödemeyen firma
getiri ortalamalarında anlamlı bir farklılık göstermemektedir. Buna karşın, R2
değişkeninin her iki grup için anlamlı ve farklı olduğu sonucuna ulaşılmaktadır.
Analiz sonuçları kapsamında Hipotez 3 test sonuçları getiri değişkeninin nasıl
hesaplandığına bağlı olarak ilişki yoktur hipotezini kısmi olarak ret ettiği
söylenebilir. Ancak bu sonuç temettü politikası ile firma değeri arasındaki ilişkinin
daha uzun analiz dönemleri itibariyle test edilmesi gerçeğini de ortaya
koymaktadır. Söz gelimi, beş yıllık getiri verisinin bir bilgi içerdiği gerçeği ile
temettü politikası ve firma değeri arasında anlamlı ve pozitif ilişki çıkmış olabilir.
Araştırma sonuçlarının Türkiye’de yapılan çalışmalarla karşılaştırıldığında da
farklı
sonuçların
ortaya
konulduğu
görülmektedir.
Günalp
vd.
(2010)
çalışmalarında nakit temettü bilgisinin hisse senedi getirisi üzerindeki etkisini
incelemek amacıyla 2003-2007 yılları arasında Borsa İstanbul’da işlem gören 83
şirketin verilerini inceleyip nakit temettü dağıtılmasının fiyatı etkileyebilecek
önemli bir bilgi olduğu sonucuna ulaşmışlardır. Buna karşın, Pekkaya (2006) kar
140 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi
Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 115-146
dağıtım miktarının, bazı şirketlerin değerini olumlu etkilerken, bazılarını negatif
yönde etkilediğini göstermiştir.
Tablo 5. Doğrusal Regresyon ve T-test Analizi
Hipotez 3
Doğrusal
Bağımsız
Model
Örneklem
Katsayısı
T- Testi
R2
R1
2.008544
(0.0000)
,491
0.445582
(,624)
(0.0023)
0.012639
Doğrusal Model
Katsayısı
Bağımlı Değişken
C
DP
R-kare
R1
2.256595
(0.0000)
-0.233212
(0.6273)
0.000321
Bağımsız
Örneklem
T- Testi
R2
-3,253
(,001)
Not: Parantez içerisindeki değerler katsayıların anlamlılık değerleridir. R1: Yıllık hisse
senedi getirisi (temettü ve bölünmeler dahil); R2: Beş Yıllık hisse senedi getirisi (temettü
ve bölünmeler dahil). DP: Temettü Ödeme.
5. SONUÇ VE DEĞERLENDİRME
Bu araştırma kapsamında temettü politikalarının belirleyicileri ile firma değeri
arasındaki ilişkinin önerilen kavramsal model ile kurgulanıp ekonometrik testleri
yapılmıştır. Bu kapsamda üç temel hipotez grubu oluşturulup test edilmiştir. Birinci
hipotez grubu risk faktörü ile temettü politikaları; ikinci hipotez grubu kurumsal
yönetim faktörü ile temettü politikaları ve üçüncü hipotez grubu da temettü
politikaları ile firma değeri ilişkisi şeklinde oluşturulmuştur. Birinci ve ikinci
hipotez gruplarının test sonuçları, risk ve kurumsal yönetimin temettü politikaları
arasındaki ilişkinin varlığını, analiz edilen veri seti ve zaman aralığı kısıtları
çerçevesinde ret edemediği görülmüştür. Başka bir ifade ile araştırma sonuçları risk
ile temettü politikaları arasında negatif; kurumsal yönetim ve temettü politikaları
arasında pozitif bir ilişkinin varlığını destekler niteliktedir. Buna karşın üçüncü
hipotez grubu olan temettü politikası ve firma değeri ilişkisi kısmi olarak ret
edilememiştir. Bunun sebebi, firma değeri göstergesi olarak bir yıllık getiri verisi
kullanıldığında temettü politikaları ile firma değeri arasındaki ilişki yoktur
hipotezinin ret edilememesi; beş yıllık getiri verisi kullanıldığında ise hipotezin ret
edilerek pozitif bir ilişkiyi desteklemesidir.
141 Ş. ÇELİK. – S. YENİCE – O. K. KANAT
Araştırma kapsamında önerilen kavramsal model akademik yazında ilk defa
oluşturulup tahmin edilmesine rağmen önceki çalışmalarda ortak bazı değişkenlerin
farklı dayanak noktaları gösterilerek kullanıldıkları görülmüştür. Buna karşın
analiz sonuçları önceki çalışmalarda raporlanan sonuçlara paralellik göstermiştir.
Bu araştırmanın önemli kısıtları bulunmaktadır. Bunlar, analiz döneminin
kısalığı (beş yıl), araştırma yapılan sektörün aynı olması (üretim) ve bazı
değişkenlerin ilk iki kısıta bağlı olarak hesaplanma yöntemidir (temettü
politikasının kategorik değişken, sistematik risk göstergesinin beta değişkeni
olması ve sistematik olmayan değişkenlerin üretim sektörü özelinde olup diğer
sektörlerde kullanıldığında farklı sonuçlar verebilecek olması). Bu araştırma
içerdiği kısıtların kaldırılması şekliyle ilerletilebilmesi ileriki çalışmalar için bir ilk
adım olabilir.
KAYNAKÇA
ALLEN, D. E., IZAN, H. Y. (1992), “Dividend Policy: the Issues”, Managerial
Finance, 18, 1–8.
ALTUNER, D., ÇELİK, S., GÜLEÇ, T.C. (2015), “The Linkages among
Intellectual Capital, Corporate Governance and Corporate Social Responsibility”,
Corporate Governance, 15(4).
ATAN, S.D., ÖZDEMİR, Z.A., ATAN, M. (2009), “Hisse Senedi Piyasasında
Zayıf Formda Etkinlik: İMKB Üzerine Ampirik Bir Çalışma” Dokuz Eylül
Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 24(2), 33-48.
BAE, S.C., CHANG, K., KANG, E., (2012), “Culture, Corporate Governance, and
Dividend Policy: International Evidence”, Journal of Financial Research, 35,
298–316.
BAKER, M., WURGLER, J., (2004), “A Catering Theory of Dividends”, Journal
of Finance, 59, 1125–1165.
BAKER, H. K., POWELL, G.E. (1999), “How Corporate Managers View
Dividend Policy”, Quarterly Journal of Business and Economics, 38, 17-35.
BAKER, H.K., POWELL, G.E., VEIT, E. T. (2002), “Revisiting Managerial
Perspectives on Dividend Policy”, Journal of Economics and Finance, 26, 267283.
142 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi
Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 115-146
BAKER, H. K., SMITH, D. M. (2006), “In Search of a Residual Dividend Policy”,
Review of Financial Economics, 15, 1–18.
BALDEMİR, E., SÜSLÜ, B. (2008), “Firmaların Kısa Vadeli Borçlanmalarının
Hisse Senedi Fiyatlarının Değişimine Etkisi: Modigliani-Miller Teoremi” Dokuz
Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 26(2), 259-268.
BECKER, B., IVKOCIV, Z., WEISBENNER, S., (2011),
Clienteles”, Journal of Finance, 66, 655–684.
“Local Dividend
BERNSTEIN, P.L., (1996), “ Dividends: The Puzzle”, Journal of Applied
Corporate Finance, 9, 16-22.
BHATTACHARYA, S., (1979), “Imperfect Information, Dividend Policy, and
‘‘the Bird in the Hand’’ Fallacy”, Bell Journal of Economics, 10, 259–270.
BLACK, F. (1976), “The Dividend Puzzle”, Journal of Portfolio Management, 2,
5–8.
BRAV, A., GRAHAM, J. R., HARVEY, C. R., MICHAELY, R. (2005), “Payout
Policy in the 21st Century”, Journal of Financial Economics, 77, 483–527.
BREUER, W., RIEGER, M.O., SOYPAK, K.C. (2014), “The Behavioral
Foundations of Corporate Dividend Policy a Cross-Country Analysis”, Journal of
Banking & Finance, 42, 247–265.
CASEY, K. M., DICKENS, R.N., (2000), “The Effect of Tax and Regulatory
Changes in Commercial Bank Dividend Policy”, Quarterly Review of Economics
and Finance, 40, 279-293.
CELİK, S., MANDACI, P. E., MASOOD, O., AKTAN, B., (2009), “The
Linkages between Characteristics of Investors and Stock Returns: An Empirical
Inquiry in Istanbul Stock Exchange”, International Conference on Business,
Management and Economics Proceedings, Turkey, (October 22) 304-324.
CELİK, S. (2013), “Micro Financial Credit Risk Metrics: A Proposed Model For
Bankruptcy And Its Estimation”, Yayınlanmamış Doktora Tezi,.DEU SBE.
CELİK, S., GÜLEC, T.C. (2013), “Kurumsal Sosyal Sorumluluk Ölçümü ve
İşletme Boyutlarıyla İlişkisi: Üretim Sektörü Uygulaması”, 17. Ulusal Finans
Sempozyumu Bildiri Kitabı, 154-165, 23-26 Ekim, Muğla.
CHANG, B., DUTTA, S. (2012), “Dividends and Corporate Governance:Canadian
Evidence, The IUP” Journal of Applied Finance, 18(4), 5-30.
143 Ş. ÇELİK. – S. YENİCE – O. K. KANAT
CHEN, Z., CHEUNG, Y.L., STOURAITIS, A., WONG, A.W.S. (2005),
“Ownership Concentration, Firm Performance and Dividend Policy in Hong
Kong”, Pacific-Basin Finance Journal, 13, 431–449.
DeANGELO, H., DeANGELO, L. (2007), “Payout Policy Pedagogy: What
Matters and Why”, European Financial Management, 13, 11–27.
DESHMUKH, S. (2005), “The Effect of Asymmetric İnformation on Dividend
Policy”, Quarterly Journal of Business and Economics, 44, 107–27.
FAMA, E. F., FRENCH, K.R. (2001), “Disappearing Dividends: Changing Firm
Characteristics or Lower Propensity to Pay?”, Journal of Financial Economics,60,
3-43.
FAIRCHILD, R., GUNEY, Y., THANATAWEE, Y. (2014), “Corporate Dividend
Policy in Thailand: Theory and Evidence”, International Review of Financial
Analysis, 31, 129–151.
FETTAHOĞLU. S., (2015), “İşletmelerde Kar Payı Dağıtım Politikasını Belirleyen
Faktörler Üzerine Bir Araştırma”, 14. Ulusal İşletmecilik Kongresi Bildiri Kitabı,
Aksaray Üniversitesi İktisadi ve idari Bilimler Fakültesi İşletme Bölümü. ,1039 –
1042.
FRANKFURTER, G. M., WOOD, B. G. (2002), “Dividend Policy Theories and
Their Empirical Tests”, International Review of Financial Analysis, 11, 111–138.
FISHER G.R. (1961), “Some Factors Influencing Share Prices”, Economic
Journal,71,121-141.
FRIEND, I., PUCKETT, M. (1964), “Dividends and Stock Prices”, American
Economic Review, 54(5), 656–682.
GORDON, M.J., SHAPIRO, E. (1956), “Capital Equipment Analysis: The
Required Rate of Profit”, Management Science, 3, 102-110.
GORDON, M.J. (1959), “Dividends, Earnings and Stock Prices”, Review of
Economics and Statistics, 41, 99-105.
GORDON, M.J. (1963), “Optimal Investment and Financing Policy”, Journal of
Finance, 18,264-272.
GUPTA, A., BANGA, C. (2010), “The Determinants of Corporate Dividend
Policy”, Decision, 37(2), 63-77.
144 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi
Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 115-146
GÜNALP. B., KADIOĞLU. E., KILIÇ, S., (2010), “Nakit Temettü Bilgisinin
Hisse Senedi Getirisi Üzerinde Önemli Bir Etkisi Olup Olmadığının İMKB’de Test
Edilmesi”, H.Ü. İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 28(2), 47-69.
JENSEN, M.C. (1986), “Agency Costs of Free Cash Flow”, Corporate Finance,
and Takeovers, American Economic Review, 76, 323-329.
JENSEN, M.C., MECKLING, W.H. (1976), “Theory of the Firm: Managerial
Behavior”, Agency Costs and Ownership Structure, Journal of Financial
Economics, 3, 305-360.
JENSEN, G.R., SOLBERG, D.P., ZORN, T.S. (1992),
“Simultaneous
determination of insider ownership, debt, and dividend policies”, Journal of
Financial and Quantitative Analysis, 27(2), 274–263.
KALAY, A., (1982), “Stockholder–bondholder conflict and dividend constraints”,
Journal of Financial Economics, 10, 211–233.
KUMAR, P. (1988), “Shareholder-Manager Conflict And The İnformation Content
Of Dividends”, Review of Financial Studies, 1, 111–36.
La PORTA, R., LOPEZ-DE-SILANES, F., SHLEIFER, A., VISHNY, R.W.,
(2000), “Agency Problems and Dividend Policies Around the World”, Journal of
Finance, 55, 1 – 33.
LI, K., ZHAO, X. (2008), “Asymmetric Information and Dividend Policy”,
Financial Management, Winter, 673–94.
LINTNER, J. (1956), “Distribution of Incomes of Corporations Among Dividends,
Retained Earnings, and Taxes”, American Economic Review, 46, 97-113.
LINTNER, J. (1962), “ Dividends, Earnings, Leverage, Stock Prices and Supply of
Capital to Corporations”, The Review of Economics and Statistics, 64, 243-269.
MILLER, M. H., MODIGLIANI, F. (1961), “Dividend Policy, Growth, And The
Valuation of Shares”, Journal of Business, 34, 411–33.
MILLER, M., ROCK, K. (1985), “Dividend Policy Under Asymmetric
Information”, Journal of Finance, 40, 1031–51.
MILLER, M.H., SCHOLES, M.S. (1978), “Dividends and Taxes”, Journal of
Financial Economics, 6, 333-264.
MILLER, M.H., SCHOLES, M.S. (1982), “Dividend and Taxes: Some Empirical
Evidence”, Journal of Political Economy, 90, 1118-1141.
145 Ş. ÇELİK. – S. YENİCE – O. K. KANAT
MYERS, S. C. (1984), “The Capital Structure Puzzle”, Journal of Finance, 39,
575–92.
MYERS, S. C., MAJLUF, N. S. (1984), “Corporate Financing and Investment
Decisions When Firms Have Information That Investors Do Not Have”, Journal of
Financial Economics, 13, 187–221.
PAPADOPOULOS, D.L., CHARALAMBIDIS, D.P. (2007), “Focus on Present
Status and Determinants of Dividend Payout Policy: Athens Stock Exchange in
Perspective”, Journal of Financial Management and Analysis, 20(2), 24-37.
PATRA, T., POSHAKWALE, S., OW-YONG, K. (2012), “Determinants of
Corporate Dividend Policy in Greece”, Applied Financial Economics, 22, 1079–
1087.
PEKKAYA., M. (2006), “Kar Payı Dağıtımının Şirket Değeri Üzerine Etkisi:
İMKB 30 Endeks Hisselerine Bir Analiz”, ZKÜ Sosyal Bilimler Dergisi, 2(4), 183–
209.
POYRAZ, E. (2011), “Sistematik Riskin Konaklama İşletmelerinin Karlılık
Oranları Üzerindeki Etkisinin Ölçülmesi (Marmaris Altınyunus Turistik Tesisleri
A.Ş. Örneği)” Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi,
26(2), 67-75.
ROZEFF, M.S. (1982), “Growth Beta and Agency Costs as Determinants of
Dividend Payout Ratios”, Journal of Financial Research, 5(3), 249–259.
SHAO, Y., KWOK, C., ve GUEDHAMI, O., (2010), “National Culture And
Dividend Policy”, Journal of International Business Studies, 41, 1391–1414.
SHARPE, W. F. (1964), “Capital Asset Prices: A Theory of Market Equilibrium
Under Conditions of Risk”, Journal of Finance, 19(3), 425-42.
SHEFRIN, H.M., STATMAN, M., (1984), “Explaining Investor Preference For
Cash Dividends”, Journal of Financial Economics, 13, 253–282.
SHEFRIN, H.M., THALER, R., (1988), “The behavioral life-cycle hypothesis”,
Economic Inquiry, 26, 609–643.
WALTER, J.E. (1963), “Dividend Policy: Its Influence on the Value of the
Enterprise”, Journal of Finance, 18, 280-291.
YILDIZ, B., GÖKBULUT, R. İ., KORKMAZ, T. (2014), “Firmalarda Temettü
Politikalarını Etkileyen Unsurlar: Bist Sanayi İşletmeleri Üzerine Bir Panel Veri
Uygulaması”, AİBÜ-İİBF Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Dergisi.
146 Yayın Geliş Tarihi: 17.01.2016
Yayın Kabul Tarihi: 26.07.2016
Online Yayın Tarihi: 22.12.2016
Dokuz Eylül Üniversitesi
İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi
Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 147-177
Devletlerin Terörizmin Finansmanının Önlenmesi
Politikalarının Oluşumu: Küresel Yönetişim ve Mali Eylem
Görev Gücü Etkisi
Ahmet BARBAK1
Öz
Bu makale, terörizmin finansmanının önlenmesi politikasını küresel yönetişim
bağlamında incelemektedir. Birleşmiş Milletler tarafından Terörizmin Finansmanının
Önlenmesi Uluslararası Sözleşmesinde düzenlenen bu politika, 2000’li yıllardan itibaren
küresel bir politika niteliği kazanmıştır. Bu politikanın küreselleşmesinde ve küresel
yönetişimin oluşumunda Mali Eylem Görev Gücü (MEGG)’nün rolü göze çarpmaktadır.
MEGG, biçimsel bir uluslararası örgüt olmamasına rağmen devletler karşısında zorlayıcı
uyum mekanizmalarına sahiptir. MEGG, bölgesel olarak kurulan MEGG benzeri yapılar
yoluyla geniş bir alanı kontrol etmektedir. MEGG’in yapısal ve işlevsel incelenmesiyle,
devletlerin küresel yönetişim ile ilişki kurma biçimleri görülebilir. Bu çalışmada
alanyazından küresel yönetişimin tanımlayıcı özellikleri çıkarılmaya çalışılmış ve MEGG
bu özelliklere göre karşılaştırmalı olarak incelenmiştir.
Anahtar Kelimeler: Küresel Yönetişim, Terörizmin Finansmanı, Mali Eylem Görev Gücü
JEL Sınıflandırma Kodları: F50, F65, G28
The Formation of States’ Policies of Prevention of Terrorism
Financing: Global Governance and The Influence of Financial Action
Task Force
Abstract
This article examines the policy of preventing terrorism financing within the context of
global governance. The policy which was organized in International Convention for the
Suppression of Financing of Terrorism by United Nations has gained the quality of a global
public policy since 2000’s. The role of Financial Action Task Force (FATF) in
globalisation of the policy as well as in the formation of global governance draws
attention. FATF possesses mechanisms of coercive compliance against states considering
that it differs from formal international organizations. FATF controls a wide territory by
FATF Style Regional Bodies. By examining FATF’s structural and functional aspects, it
can be observed the states’ ways of establishing relationships with global governance. In
this study, having extracted the descriptive features of global governance from the
literature, FATF was examined according to these features.
Keywords: Global Governance, Terrorism Financing, Financial Action Task Force
JEL Classification Codes: F50, F65, G28
1
Yrd. Doç. Dr., İzmir Katip Çelebi Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi,
Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü, abarbak01@gmail.com
A. BARBAK.
1. GİRİŞ
Terörizmin finansmanı, 1990’lardan itibaren uluslararası gündeme taşınan bir
sorun alanıdır. Terörizmin finansmanının önlenmesi için uluslararası alanda ortaya
çıkan örgütlenmelerin, küresel yönetişim özelliklerini taşıdığı söylenebilir. Bunun
için küresel yönetişime ilişkin tanımlayıcı özelliklerin ortaya konulması
gerekmektedir. Zira küresel yönetişim, dünyada küreselleşme lehine paradigma
değişimlerinin yaşandığı belirli bir döneme ait bir olgu ve kavramdır. Bu dönem,
devlet aygıtını devlet dışı aktörler lehine sınırlamayı amaçlayan yönetişim
yaklaşımın geliştiği ve devlet dışı aktörlerin çoğaldığı bir dönemdir.
20’nci yüzyılın sonundan itibaren dünyanın genelinde hemen hemen her alanda
ortaya çıkan köklü değişim ya da buna yönelik talepler, küreselleşme kavramıyla
açıklanmaktadır. Küresel yönetişim ile küreselleşme olguları arasındaki ilişki
çeşitli şekillerde açıklanabilir. Küresel yönetişim küreselleşmenin kendisi midir?
Yoksa bir nedeni midir? Ya da küreselleşme küresel yönetişimi mi ortaya
çıkarmıştır? Bu çalışmada böyle bir tartışmaya girmeksizin, küresel yönetişimin
küreselleşme sürecinin kurumlaşma biçimi olduğu savunulmaktadır.2 Terörizmin
finansmanının önlenmesine ilişkin uluslararası politika da bir küresel yönetişim
örneği oluşturmaktadır.
Bu çerçevede makale, terörizmin finansmanının önlenmesi politikasının
oluşumunu küresel yönetişim kavramı çerçevesinde incelemektedir. Terörizmin
finansmanının önlenmesi, 1990’lardan itibaren uluslararası örgütlerin gündemine
girmiştir. BM tarafından Uluslararası Terörizmin Finansmanının Önlenmesi
Sözleşmesinde düzenlenen bu politika, 2000’li yıllardan itibaren küresel bir
2
Küreselleşme, bir yaklaşım, bir süreç ve bir örgütlenme biçimi olarak ele alınabilir.
Yaklaşım olarak küreselleşme, siyasal otoritenin devlet dışında örgütlenmesine yönelik bir
yaklaşımı ifade etmektedir. Süreç olarak küreselleşme ise, siyasal otoritenin devlet dışında
örgütlenmesindeki değişimin zaman içerisinde ortaya çıkması (küresel yönetişim yaklaşımı
açısından bir ilerleme) durumu olarak tanımlanabilir. Bu çerçevede, örgütlenme biçimi
olarak küreselleşmenin kendisine ait ilke, kural, norm ve örgütleri olan bir kurumlaşma
olduğu ileri sürülebilir. 148 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi
Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 147-177
politika niteliği kazanmıştır. Bu süreçte, Mali Eylem Görev Gücü (MEGG)’nün
rolü göz ardı edilmemelidir.
Çünkü MEGG, biçimsel uluslararası örgütlerden farklılık göstermesine rağmen
devletlere yönelik doğrudan ve dolaylı zorlayıcı uyum mekanizmalarına sahiptir.
Terörizmin önlenmesine ilişkin olarak uluslararası standartlar belirleyen MEGG’in
küresel yönetişime özgü bir örgütlenme biçimi olduğu ileri sürülebilir. MEGG’in
yapısal ve işlevsel özelliklerinin incelenmesiyle de, devletlerin küresel yönetişimle
ilişki kurma biçimlerini görmek mümkündür.
Bu kapsamda, çalışmada öncelikle küresel yönetişimin tanımlayıcı özellikleri
çıkarılmaya çalışılmış ve MEGG yapısal ve işlevsel olarak incelenmiştir. Daha
sonra, küresel yönetişimin tanımlayıcı özellikleri çerçevesinde MEGG ve
MEGG’in devletlerle ilişki kurma biçimleri tartışılmıştır. Böylece küresel
yönetişimin belirli bir politika alanında örgütlenmesi gösterilmeye çalışılmıştır.
2.
KÜRESEL
YÖNETİŞİM:
SİYASAL
OTORİTENİN
DEVLET
DIŞINDA ÖRGÜTLENMESİ
Küresel yönetişim, yönetişim ve küreselleşme olgularının birlikte varlık
gösterdiği bu dönemin kendine özgü koşullarında ortaya çıkan; temelde
yönetişimin küresel ölçekte uygulamaya geçirilmesine dayanan bir durumu ifade
etmektedir. 20’nci yüzyılın sonunda başlayan köklü değişikliklerin nedeni kabul
edilen bu iki olguyu bir araya getiren bir kavramın daha fazlasını ifade ettiğini
söylemek yanlış olmayacaktır.
Yönetişim, siyasal otorite ile ilgili bir kavramdır. Bu bağlamda yönetişim,
siyasal iktidarın kullanımına devlet dışı aktörlerin (uluslararası örgütler, hükümet
dışı örgütler, sivil toplum örgütleri vd.) çeşitli analiz seviyelerinde (ulus altı, ulusal
ve uluslararası) katılımını ve siyasal otoritenin devlet ve devlet dışı aktörler
arasında bölünme ve yeniden bütünleşmesini ifade etmektedir (Rhodes, 1996;
Finkelstein, 1995: 369; Weiss ve Gordenker, 1996: 17; Carayannis vd., 2012).
Krahmann (2005) yönetişimi, politika sürecinin farklı aşamalarındaki yatay
farklılaşma olarak tanımlamaktadır. Bu durum küresel yönetişimde, politika
149 A. BARBAK.
sürecinin farklı aşamalarında devlet ve devlet dışı aktörlerin müdahil ve/veya
belirleyici olduğu bir durumu ifade etmektedir (Carayannis vd., 2012). Politika
sürecinde eşanlı bölünme ve bütünleşme bir çelişki gibi görünmekle birlikte,
buradaki durum, otorite bölündükçe otoritenin bölündüğü aktörler arasında
eşgüdüm ve işbirliğine olan ihtiyacın artmasıdır.
Küreselleşme kavramı da, belirli bir tanıma sahip olmaktan ziyade, olay ve
olguların küreselleşme kavramı altında açıklanması yoluyla anlam kazanmaktadır.
Küreselleşme genellikle, ekonomilerin, toplumların ve ulusların arasında artan bir
etkileşim ve karşılıklı bağımlılık süreci olarak tanımlanır (Vujakovic, 2010). Bunun
yanı sıra küreselleşme, devletlerin uluslararasılaştırılması ve küreselleşen dünyanın
kurumları haline getirilmesi (Cox, 1994) ya da siyasal ve ekonomik kazançlar
sağlamak üzere geliştirilen söylem, pratik ve ideolojilerden oluşan yapılar (Walck
ve Bilimoria, 1995: 3) şeklinde de tanımlanmaktadır.
Bu çalışmada küreselleşme, ulusal olanı küresel olana, gelişmekte olanı
gelişmiş olana bağlamak ve uyarlamak amacıyla bunlar arasında hiyerarşik bir
ilişki kuran ve kendine özgü kurumlarla (küresel yönetişim) bu ilişkiyi yeniden
üretmeye ve sürdürmeye çalışan yapılar ve bu yapıların gelişim süreci olarak ele
alınmaktadır. Küreselleşmenin ortaya çıktığı yer, politika sürecinin kendisidir. Bir
diğer deyişle, küresel olan ile ulusal olan arasındaki bağ ekonomik, siyasal ve
toplumsal politika alanlarında gelişmektedir. Bu süreçte, küresel olandan ulusal
olana kuram, kavram, ilke, norm, kural ya da standart biçimlerinde bir akış varken
ulusal olandan küresel olana da bir taahhüt akışından söz edilebilir.3
Küreselleşme, ulusal olanı küresel olana bağlama ve uyarlama biçiminde ortaya
çıkarken bu bağlanma ve uyumun derecesi de belirli bir zamanda ve mekânda
3
Burada taahhüt kavramı ekonomik, siyasal ya da toplumsal bağlamlarda geleceğe dönük
bir üstlenmeyi, kabullenmeyi ve uyma davranışını ifade edecek biçimde kullanılmıştır.
Genel olarak bu durumu, küresel rıza üretimi süreci olarak da nitelemek mümkündür. Ulus
devlet sisteminde devlet-yurttaş ilişkisindeki bu rıza üretimi (Hoare ve Smith, 1992),
küreselleşme sürecinde küresel yönetişim ile devlet ve yurttaş arasında ortaya çıkmaktadır.
Böyle bir yapıda devletin küresel yönetişim ile yurttaş arasında bir rıza aracı olarak işlev
gördüğü de ileri sürülebilir. 150 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi
Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 147-177
küreselleşmenin aldığı mesafeye işaret etmektedir. Buna göre, küresel politikalara
uyum arttıkça küreselleşme derecesinin de artacağı ileri sürülebilir. Bu bağlamda,
küreselleşme zamanın ve mekânın bir fonksiyonu olarak ifade edilebilir. (Harvey,
1989; Giddens, 1998; Scholte, 2007). Yani küreselleşme derecesi zamana ve
mekâna bağlı olarak değişebilecektir.
Günümüzde küreselleşme, ulusal ve uluslararası yapıları dönüştürerek küresel
yönetişim şeklinde belirmektedir (Wendt, 1992; Rosenau, 1997; Zürn, 1998).
Küresel Yönetişim Komisyonu, küresel yönetişimi birbiriyle çatışan ya da
birbirinden farklı çıkarların bir arada bulunduğu, ancak işbirliğine dayalı eylemin
öngörüldüğü devamlı bir süreç olarak tanımlamaktadır (Commission on Global
Governance, 1995: 2). Bu tanıma göre, küresel yönetişim işbirliği temelinde yani
davranışsal bağlamda ortaya çıkması istenen, değerlerin paylaşımı yerine
uygulamada birlikteliği savunan bir siyasal örgütlenme biçimidir. Devletin
varlığını sürdürdüğü günümüzde, belirli bir sürede ve/veya kısmen ortaya çıkan
değer paylaşımı yerine politika ölçeğinde bir işbirliği küresel yönetişimin inşası
açısından temel kabul edilmektedir.
Rosenau (1999), küresel yönetişimi dünyadaki herkesi kapsayan bir siyasal
otorite olmadığı durumda karşılıklı bağımlılık ilişkilerinin düzenlenmesi olarak
tanımlamaktadır. Keohane (2002), küresel yönetişimi küresel ölçekte kural koyma
ve güç uygulama olarak tanımlarken bunun genel bir anlaşmayla yetkilendirilmiş
bir kuruluşa dayanmasının gerekli olmadığını da belirtmektedir. Hettne (2002)’ye
göre küresel yönetişim, ulus devletin siyasal otoritesinin mutlak kontrolünün
ötesinde, küreselleşmiş bir alanda bir takım aktörlerin, sürekli ya da tam anlamıyla
örgütlenmiş olmayan karar alma ve eylemde bulunma yetkisini ifade etmektedir.
Overbeek (2004) ise, küresel yönetişimi, dünyanın tamamını ve onu oluşturan
parçaları potansiyel olarak etkileyen politika alanlarındaki değerlerin çeşitli
araçlarla bir yetkeye dayalı dağıtımı olarak tanımlarken küresel yönetişimin
neoliberal küreselleşme çağının yönetişim biçimi olduğunu savunmaktadır.
Küresel
yönetişim,
ulus
üstü
ve
ulus
aşırı
otorite
örgütlenmesine
dayanmaktadır. Ulus üstü yönetişim, uluslararası normların ve kuralların devletlere
151 A. BARBAK.
bir yükümlülük oluşturduğu hatta devletlerin uymaması durumunda yaptırımla
karşı karşıya kaldıkları bir durumu ifade etmektedir. Sonuç olarak, siyasal otorite
kısmen uluslararası seviyeye doğru yer değiştirmektedir (Kahler ve Lake, 2009:
246). Ulus aşırı yönetişim ise, ulus aşırı aktörlerin devletler tarafından resmi olarak
yetkilendirilmeden siyasal nitelikli düzenlemeleri yapmaları ve bunlara ilişkin
faaliyetleri gerçekleştirmeleri sürecini ifade etmektedir (Zürn, 2013: 408-411).
Küresel yönetişim, bir kontrol mekanizması olarak da nitelenebilir. Buna göre,
küresel yönetişimin kurumlaşma derecesine bağlı olarak belirli politika alanlarının
ve coğrafyanın kontrol altına alındığı görülmektedir (Finkelstein, 1995; Weiss,
2000). Bu bağlamda, küresel yönetişim devlet dışı yönlendirme, yönetim ya da
sevk-idare mekanizmaları oluşturarak, ulusal-uluslararası dikotomisinin ötesinde
özerk otorite alanlarının ortaya çıkışıyla kendisini göstermektedir (Dingwerth ve
Pattberg, 2006: 196-198). Bu özerk otorite alanları ise küresel politika süreci
tasarımları şeklinde ortaya çıkmaktadır.
20’nci yüzyılın sonunda politika sürecinde ortaya çıkan değişim, politika
sürecinin devlet dışı aktörleri içine alacak şekilde genişlemesi ve ulus üstü ölçekte
yürütülecek şekilde küreselleşmesidir (Witte vd., 2000). Bu iki olgunun somut
görünümü politika ağları şeklinde ortaya çıkmaktadır. Bu çalışmada politika ağı,
yönetişimin belirli bir biçimi olarak ele alınmaktadır. Küresel yönetişim bir ağ
olarak ele alınırsa bu yapıdaki devlet, ağ devleti olarak adlandırılır (Castells, 2006:
87-89). Ağ devleti, egemenliğini ve sorumluluğunu paylaşmakta; bu devletin
yurttaşları ve diğer devlet ve devlet dışı aktörlerle olan ilişkileri bu çerçevede
öncesinden farklılaşmaktadır.
Yönetişim biçimi olarak politika ağları, kamu ya da özel, devlet ya da devlet
dışı, ulus altı, ulusal, ulus üstü aktörlerin belirli bir politika alanında kendi amaç ve
çıkarları çerçevesinde bir araya geldiği ve etkileşim içerisinde bulunduğu, çeşitli
derecelerde kurumsallaşmış yapıları ifade etmektedir. Börzel (1997)’e göre, ortaya
çıkan durum, yatay eşgüdüm sağlamaya dönük olarak politika ağları yoluyla
152 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi
Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 147-177
yönetişim sağlanmasıdır. Bu çerçevede, politika ağlarının temel kaygısı aktörler
arasında eşgüdüm sağlanması ve pazarlık yoluyla kolektif karar alınmasıdır.
Politika ağının bir alt politika alanında ya da belirli bir işlevinde merkezi
konumda olan bir aktör, politika ağının başka bir alt alanında ya da işlevinde
merkez dışı konumda yer alabilmektedir (Sobacı, 2013). Örneğin, terörizmin
finansmanının önlenmesinde BM merkezi konumda yer alırken uluslararası
finansal sistem ya da yapısal uyarlama politikalarında uluslararası mali kuruluşlar
(IMF, DB) veya Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) gibi örgütler öne
çıkmaktadır.
Görüldüğü üzere, küresel yönetişime ilişkin olarak alanyazında çeşitli tanımlar
yapılmakta ve bu kavrama çeşitli özellikler atfedilmektedir. Geliş(tiril)meye devam
eden bir kavram ve politika olarak küresel yönetişim, mümkün olduğunca geniş
tanımlanmaktadır. Bununla birlikte, küresel yönetişimin tanımlayıcı özelliklerini
bütüncül olarak ortaya koymak mümkündür (Tablo-1).
Tablo 1. Küresel Yönetişimin Tanımlayıcı Özellikleri
Yapısal
Tanımlayıcı Özellik
Otorite örgütlenmesi
Kurumlaşma
Yatay farklılaşma
Tematik örgütlenme
Ağ tipi örgütlenme
İşlevsel
Esnek örgütlenme
Otorite kullanımı
Politika uyumu
Kontrol mekanizması
Yöntem
Ulus üstü ve ulus aşırı yetki aktarımı
Farklı derecelerde kurumsallaşma
Otoritenin bölünmesi (devlet-devlet dışı)
Belirli bir (alt) politika alanına bütüncül bakış
İşbirliği, eşgüdüm, uzlaşma, uyum; çok kademeli
yönetişim
En az hiyerarşi; yatay eşgüdüm.
Resmi olmayan kuruluşlar; küresel düzenleme;
kolektif güç
Arabuluculuk ve uzlaşma, küresel kural ve
standartlara uyum, ortak çıkar, hak ve
yükümlülükler, ortak politika ortak çözümleri
Kurallar sistemi, standart, koşul ve politika;
uyum izleme ve değerlendirme
Tablo-1’e göre, küresel yönetişimin yapısal olarak; siyasal otoritenin
örgütlenmesinde ulusal olandan ulus üstü olana, biçimsel olandan biçimsel
olmayana, dikey farklılaşmadan yatay farklılaşmaya, işlevsel örgütlenmeden
tematik örgütlenmeye doğru bir hareket olduğunu söylemek mümkündür. Küresel
153 A. BARBAK.
yönetişime işlevsel olarak bakıldığında ise, temelde bir kontrol mekanizmasının
oluşturulmasının öngörüldüğü; bunun için işbirliği, eşgüdüm, uyum, kural koyma,
standart belirleme, arabuluculuk ve uzlaşma işlevlerinin yerine getirildiği
görülmektedir. Bu tanımlayıcı özelliklerin aynı zamanda küresel yönetişimin
kurumlaşma derecesini belirlediği de iddia edilebilir.
3. KÜRESEL YÖNETİŞİM OLARAK ULUSLARARASI TERÖRİZMİN
FİNANSMANININ ÖNLENMESİ
3.1. Küresel Yönetişimin Ortaya Çıkışı: Birleşmiş Milletler ve “GüvenlikFinans” İlişkisi Tasarımı
Terörizmin finansmanının bir güvenlik sorunu olduğu yadsınamaz bir gerçektir.
Ancak politikanın gövdesini ulusal ve uluslararası finansal sistem oluşturmaktadır.
Bir başka deyişle, bu politika adına yapılanlar, her şeyden çok finans sistemiyle
ilgilidir. Terörizmin finansmanı, “güvenlik” ve “finans” alanları arasında doğrudan
ve küresel ölçekte bir bağ kurarak uluslararası bir politika alanı oluşturmaktadır.
Bu olgu, finans alanının güvenlikleştirilmesi ya da güvenlik alanının genişlemesi
olarak değerlendirilebilir.4
Politika alanlarından birisi olarak finansın güvenlikleştirilmesi ise, kamusal ve
özel finansal sistemin güvenlik politikaları temelinde örgütlenmesi anlamına
gelmektedir. Burada, finansal sistemin kontrol ve denetim otoritesinin teröre karşı
mücadele (yani güvenlik) gerekçesiyle artırılması söz konusudur. Terörizmin
finansmanının önlenmesi de, finansal işlemlerin küresel yönetişim yapısı tarafından
izlenmesi, kontrol ve denetimi ile yaptırım (ceza dâhil) uygulanmasına yönelik
4
Güvenlikleştirme, alanyazında Kopenhag Okulu’nun ileri sürdüğü ve 1990’lı yıllardan
sonra güvenliğin kapsamının genişlemesi şeklinde ortaya çıkan durumu açıklamak için
kullanılan bir yaklaşımı temsil etmektedir. Buzan vd. (1998: 25) güvenlikleştirmeyi,
siyasallaşmanın aşırı bir versiyonu olarak nitelemekte ve diğer politika alanlarında güvenlik
adına sıra dışı araçların kullanımına imkân veren bir yaklaşım olarak tanımlamaktadır.
Güvenlik dışındaki politika süreçlerinin güvenlik politikasının amaç, hedef ve araçlarıyla
biçimlendirilmesi ve bu politika alanlarının güvenliğin konusu olması, güvenlikleştirmeyi
ifade etmektedir. Buzan vd. (1998), güvenlikleştirmenin meydana gelebileceği beş alan
belirtmiştir: Askeri, siyasal, ekonomik, toplumsal, çevresel.
154 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi
Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 147-177
uluslararası hukuk ve standartların geliştirilmesine dayanmaktadır. Bu durum,
ekonomi alanının güvenlikleştirilmesi çerçevesinde değerlendirilebilir.
Finans alanının güvenlikleştirilmesi, 1980’lerden itibaren artan finansal
serbestleşmenin aksine bir olgu olarak değerlendirilebilir. Ancak, 1990’lardan
itibaren bir taraftan finansal krizlerin önlenmesi için öncelikle finansal kural ve
kurumların oluşturulması gerektiği savunulurken (Kaminsky ve Schmukler, 2003;
Broner ve Ventura, 2010), diğer taraftan hızla artan finansal işlemlerin izlenmesi,
kontrol ve denetim altına alınması bir sorun alanı olarak görülmeye başlamıştır
(FATF, 2015a).
Terörizmin finansmanının önlenmesine yönelik önlemler 1970’lere kadar
götürülebilir. Avrupa’da, ulusal terör örgütlerine karşı tedbirler 1970’lerin sonunda
alınırken, 1970’lerin başında Amerika Birleşik Devletleri (ABD) terörizmin
sponsoru olarak nitelediği devletlerin ve örgütlerin finansal transferlerini
durdurmaya ve finansal varlıklarını dondurmaya başlamıştır (Giraldo ve Trinkunas,
2007). 1990’larda, bu uygulama bireysel işlemlere kadar genişlemiştir (Levi, 2010:
652).
Bu süreçte, terörizmin tanımı konusunda fikir birliği olmadığı da söylenmelidir
(The Institute for Economics and Peace, 2015).5 Bu durum, neyin terörizmin
finansmanı sayılacağını da muğlak hale getirmektedir. BM Uluslararası Terörizmin
Finansmanının Önlenmesi Sözleşmesinde de, terörizmin finansmanı sayılacak
haller belirtildiği ve böylece terörizm ve terörizmin finansmanı konusundaki bu
farklılıkların BM sistemi ile aşılmaya çalışıldığı görülmektedir.
Terörizmin finansmanının önlenmesi konusunda küresel iktidar örgütlenmesini
BM temsil etmektedir. BM, terörizmin finansmanının önlenmesine yönelik ilk
5
Terörizmin ortak bir tanımının yapılamamasında iki temel nedenden söz edilebilir.
Bunlardan ilki, kavramsal sorundur. Yani terörizm gibi bir kavramı tanımlamanın bazı uç
durumları kapsam dışı bırakacağı ya da ideolojik veya siyasal gerekçelerle yanlı olacağıdır
(Gibbs, 1989). Uygulamadaki sorun ise, birisinin teröristi diğerinin özgürlük savaşçısı
şeklinde ifade edilen durumdur (Lawless, 2007). Böylece hem devletler arasında hem de
uluslararası örgütler ile devletler arasında terörizme ilişkin kavramsal ve pratik farklılıklar
bulunmaktadır. 155 A. BARBAK.
irade beyanını Aralık 1994’te bir Genel Kurul Kararıyla yapmıştır. Uluslararası
terörizme karşı önlemlere ilişkin bu Kararda, devletlerin terörist eylemleri finanse
etmekten kaçınması istenmiştir (United Nations, 1994). BM’nin, 1996 yılından
itibaren terörizmin finansmanı konusunu daha geniş bir perspektifle ele almaya
başladığı ve bu konuya kararlarında daha fazla yer verdiği görülmektedir. 1996
yılında BM Genel Kurulu, üye devletlerin terörizmin finansmanını önlemek için
uygun düzenleyici tedbirler almalarını ve bu alanda uluslararası bilgi paylaşımını
yoğunlaştırmalarını istemiştir. Peki, burada uygun düzenleyici tedbir nedir?
Bu sorunun cevabı, öncelikle BM Genel Kurulu Kararlarında görülebilir.
Karar’da, düzenleyici tedbirlerin meşru sermaye hareketlerinin serbestliğine engel
olmaması ve bu konudaki bilgi paylaşımının yoğunlaştırılması istenmiştir (United
Nations, 1996; United Nations, 1999). Burada, küresel serbest sermaye akışlarının
engellenmesi kaygısı vardır. Zira bir taraftan uluslararası finansal serbestleşme
sonucu kontrol zorlaşırken diğer taraftan finansal hareketler üzerinde daha fazla
kontrol düzenlemeleri (finansal varlıkların dondurulması, bu varlıklara el
konulması) öngörülmektedir.
Bu sürecin devamı olarak BM, Aralık 1999’da, terörizmin finansmanının
önlenmesine ilişkin bir uluslararası sözleşme kabul etmiştir. Bu sözleşme, bir
taraftan BM’nin terörizmin finansmanının önlenmesi konusundaki rolünü
genişletirken diğer taraftan kurulmak istenen küresel yönetişimin yapısal ve
işlevsel çerçevesini çizmektedir. Sözleşme metninde, mevcut çok taraflı hukuki
düzenlemelerin açıkça terörizmin finansmanını önlemeye yönelik olmadığı
belirtilerek bu konuda uluslararası işbirliğinin güçlendirilmesi istenmiştir.6
Sözleşme, ulusal sınırlar içerisinde yer alan finansal işlemlerin takip edilmesini ve
terörizmin finansmanının devletlerin iç hukukunda bir suç olarak düzenlenmesini
öngörmektedir (United Nations, 1999).
6
Sözleşmenin uygulanmasında devletler arasında anlaşmazlık çıkması durumunda
Uluslararası Tahkim ve Adalet Divanı uygulaması da öngörülmüştür. Ancak uyuşmazlık
durumuna ilişkin uygulamalar devletler için zorunlu tutulmamıştır.
156 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi
Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 147-177
Sözleşmede, uluslararası terörizmin ve bunun finansmanının tek devletin değil
tüm devletlerin ortak sorunu olduğunun belirtilmesi ve bu konuda devletler
arasında işbirliğinin güçlendirilmesinin istenmesi, küresel yönetişimin inşası
açısından bir ilerleme olarak kabul edilebilir. Ancak, sözleşmede “devletlerin
egemenliği”, “toprak bütünlüğü” ve “devletlerin birbirlerinin içişlerine müdahale
etmemesi” ilkeleri esas alınmıştır. Bu ilkeler, işbirliğinde ulus devlet ölçeğinin esas
alındığını göstermektedir.
Sözleşme kapsamındaki aktörler ise, BM Genel Sekreteri, üye devletler, tahkim
sistemi ve Uluslararası Adalet Divanı’dır. Dolayısıyla mevcut uluslararası düzen
içerisindeki aktörler arasında bir ilişki düzenlemesi yapılmıştır. Özellikle, tahkim
ve Uluslararası Adalet Divanı uygulamasının devletlere zorunlu tutulmamış olması
ve devletler arasındaki ilişkilerde egemenlik esasının korunacağının vurgulanması,
o dönemde küresel yönetişimin Tablo-1’deki tanımlayıcı özelliklere göre gelişme
aşamasının başında olduğunu göstermektedir.
3.2. Küresel Yönetişimin Gelişiminde Küresel Düzenleyici Mekanizma
Olarak Mali Eylem Görev Gücü
3.2.1. Yapı ve İşlev: Küresel Yönetişimde Düzenleyici Mekanizma İnşası
Küresel yönetişim ağının başlıca bileşenini ulusal ölçekte olduğu gibi bir
düzenleyici mekanizma oluşturmaktadır. Bu düzenleyici mekanizma ise, küresel
yönetişimin tanımlayıcı özelliklerini çeşitli derecelerde gösterecektir. Zira belirli
bir politika alanının düzenlenmesi söz konusu olduğunda, küresel yönetişim
yapısının düzenleyici bir yapı etrafında yoğunlaştığı görülmektedir.7 Bu çerçevede,
küresel düzenleyici mekanizma kavramı ile kastedilen şey, belirli bir politika alanı
ile ilgili olarak, devlet egemenliğinden ayrı özerk bir yapı olarak kural koyan,
standartları belirleyen, değerlendirme yapan ve düzeltici (uyum sağlayıcı) eyleme
yönlendiren örgütlenmelerdir.
7
Bir düzenleyici mekanizma, dış çevredeki değişimlere rağmen iç çevreyi nispeten sabit ve
belirli sınırlar içinde tutmaya çalışan bir kontrol sistemini ifade etmektedir. Bu tür
mekanizmalar genellikle negatif geri besleme (istenmeyen bir durumun ortaya çıktığına
dair bilgi aktarımı) sağlayan; sistemin herhangi bir değişkenindeki değişikliği tespit ederek
aksi yönde bir değişiklik yapmaya çalışan mekanizmalardır.
157 A. BARBAK.
Terörizmin finansmanına karşı küresel yönetişim kurumlaşması, 11 Eylül 2001
günü ABD’nin Newyork şehrinde bulunan Dünya Ticaret Merkezi binalarına
gerçekleştirilen saldırılardan hızlanmış (Giraldo ve Trinkunas, 2007); bu alandaki
uluslararası işbirliği ise, saldırının hemen ardından terörizmin finansmanının
önlenmesiyle görevlendirilmiş MEGG etrafında yoğunlaşmıştır (OECD, 2001). Bu
dönemden itibaren, MEGG’in terörizmin finansmanının önlenmesi konusunda
küresel düzenleyici mekanizma olarak işlev gördüğü söylenebilir.
Dönemin G-7 ülkeleri tarafından Temmuz 1989’de kurulan MEGG’e,
uluslararası kara para aklamayla mücadelede ulusal ve uluslararası eylemleri
gözden geçirmek ve uluslararası standartları belirlemek olmak üzere iki ana işlevi
yüklenmiştir. MEGG, üye devletlerin Maliye Bakanları ve finansal sektör
düzenleyici otoritelerinin (üst kurullar) yetkililerinden oluşan hükümetlerarası bir
yapıdır. Hükümetlerarası ilişkilerde devletler, işbirliği yapma veya yapmama
konusunda serbesttir ve işbirliği derecesini belirlemektedir (Nugent, 2003: 475).
Bu serbestlik veto, yani bir devletin diğer bir devletin önerisini reddedebilmesi
şeklinde uygulanmaktadır. Buna göre, hükümetlerarası ilişkiler devletler açısından
herhangi bir egemenlik sınırlaması oluşturmamaktadır.
Buna karşılık ulus üstü yapılarda devletler karar verme sorumluluğunun bir
kısmını ulus üstü kuruluşlara devretmektedir. Burada, devletler veto hakkına sahip
olmadıkları için çoğunluk kararına uygun hareket etmek zorunda kalmakta ve
böylece kontrolü kısmen kaybetmektedir. Bu nedenle, ulus üstü yapılar ulusal
egemenliğin kısmen kaybına yol açmaktadır (Nugent, 2003: 475). MEGG yapısı
içindeyse üye devletler, yapısal olarak ayrı ayrı kontrol ve egemenlik özelliklerini
korumaktadır.
MEGG başlangıcından beri, üye ülkelerin Bakanları tarafından verilen karara
göre belirli sürelerle faaliyete devam etmektedir.8 Bir diğer deyişle, MEGG geçici
8
Bakanlar tarafından Nisan 2012 ayında yapılan toplantıda MEGG’in 2012-2020
döneminde de faaliyetine devam etmesine karar verilmiştir. MEGG hâlihazırda, 34 ülke ve
iki bölgesel örgütten oluşmaktadır: Arjantin, Avustralya, Avusturya, Belçika, Brezilya,
Kanada, Çin, Danimarka, Avrupa Komisyonu, Finlandiya, Fransa, Almanya, Yunanistan,
158 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi
Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 147-177
bir
örgütlenme
biçimidir.9
MEGG’in
bütçesi,
üye
devletler
tarafından
oluşturulmakta; bütçe katkı işlemleri ise OECD üzerinden yürütülmektedir. Bunun
dışında üye devletlerin münferit bütçe katkıları olursa, bu katkılar da genel olarak
ülkelerin ulusal gelir durumuna göre yapılmaktadır (www.fatf-gafi.org, 2016).
MEGG, terörizmin finansmanının önlenmesi için iki temel işlev üstlenmiştir:
uluslararası standartlar oluşturmak ve hukuki, düzenleyici ve operasyonel
önlemlerin uygulanmasını desteklemek. Standartların içeriğine bakıldığında;
MEGG’in yasama organının yetki ve sorumluluk alanına giren hukuki, yürütme
organının (ve kamu yönetiminin) yetki ve sorumluluk alanına giren düzenleyici,
uygulama alanında ise işlevsel bir etkiye sahip olduğu görülmektedir. Bu,
MEGG’in kendisini tanımlama biçiminde de görülebilir. MEGG kendisini, ulusal
ölçekte yasama ve düzenleyici reformlar için siyasi istek oluşturmak amacıyla
çalışan bir politika yapma kuruluşu olarak tanımlamaktadır (www.fatf-gafi.org,
2016). Ulusal politika sürecinin bir aktörü olduğunu ortaya koyan MEGG,
hükümetlerarası niteliğinin ötesinde bir siyasal otorite örgütlenmesi olarak ortaya
çıkmakta ve devletlerin egemenlik alanları karşısında belirleyici bir konuma
yerleşmektedir.
MEGG, tavsiye adı altında uluslararası standart niteliğini taşıyan kurallar
geliştirmektedir. Bu standartlar, terörizmin finansmanına karşı, devletler arasında
eşgüdüm sağlanması için bir temel oluşturmaktadır. Hedeflenen şey ise, bu
standartların evrensel olarak uygulanmasıdır (www.fatf-gafi.org, 2016). MEGG
tarafından oluşturulan uluslararası standartların devletler için bir eşgüdüm temeli
olarak nitelenmesi, devletler arasındaki ilişkilerin örgütlenmesinde tarafların
Körfez İşbirliği Konseyi, Hong Kong, İzlanda, Hindistan, İrlanda, İtalya, Japonya, Kore
Cumhuriyeti, Lüksemburg, Meksika, Hollanda, Yeni Zelanda, Norveç, Portekiz, Rusya,
Singapur, Güney Afrika, İspanya, İsveç, İsviçre, Türkiye, Birleşik Krallık, Amerika
Birleşik Devletleri. 9
MEGG, dört organa sahiptir: Genel Kurul (Plenary), Başkan, Sevk İdare Grubu,
Sekreterya, Karar organı olan Genel Kurul, yılda üç kez toplanmaktadır. MEGG Başkanı,
bu karar mekanizması tarafından ve kendi üyeleri arasından bir yıllığına seçilmektedir.
Başkan MEGG icra organıdır. Sevk İdare Grubu ise, MEGG faaliyetlerinin
uygulanmasında Başkan’a bağlı olarak görev yapmaktadır. Sekreterya hizmeti ise, OECD
tarafından sağlanmaktadır.
159 A. BARBAK.
belirleyici olduğu bir yapıdan ziyade MEGG’in belirlediği ilişki kurma biçiminin
istendiğini göstermektedir. Özellikle MEGG’in işlevlerine bakıldığında bu durumu
daha kolaylıkla görmek mümkündür (www.fatf-gafi.org, 2016):

Başta üye devletler olmak üzere diğer devletlerin uluslararası standartlara
uygunluk durumlarını izlemek,

Terörizmin finansmanı tekniklerini gözden geçirmek,

Uygun önlemlerin küresel olarak benimsenmesini ve uygulanmasını
desteklemek,

Diğer uluslararası paydaşlar ile işbirliği içerisinde, uluslararası finansal
sistemi korumak için ulusal seviyede güvenlik açıklarını belirlemek.
Kerwer ve Huelsse (2011: 51), MEGG’in standart koyucu niteliğinin ötesinde
gizli güç haline geldiğini, gönüllülükten ziyade zorlayıcı yanının öne çıktığını ve
böylece MEGG gibi standart koyucuların küresel otoriteler olarak işlediğini
belirtmektedir. Turner (2014: 548) ise, MEGG’in tavsiye sistemini ve standart
koyuculuğunu yumuşak hukuk olarak tanımlamakta ve uluslararası anlaşmalar
yanında yumuşak hukukun finansal düzenlemelerde küresel uyumu artırdığını
savunmaktadır. Bu iki sav, küresel yönetişimde öngörülen hukuk sistemi ile
örgütlenme ve otorite uygulama biçimine işaret etmektedir.
Bu çerçevede, MEGG sıklıkla uluslararası finansal sistemin bütünlüğü vurgusu
yapmaktadır. MEGG açısından terörizmin finansmanı, uluslararası finansal
sistemin bütünlüğü için bir tehdit niteliğindedir (www.fatf-gafi.org, 2016).
Terörizmin finansmanının önlenmesine yönelik küresel politika ve yönetişim
açısından istenen şeyin ise, ulusal finansal sistemlerin küresel yönetişime
uyarlanmaları ve uluslararası kontrol mekanizmasına dâhil olmaları olduğu açıkça
görülmektedir.
3.2.2.
Üyelik: Küresel Yönetişime Katılım
MEGG’in
terörizmin
finansmanının
önlenmesinde
kurulacak
küresel
yönetişime uyum için ilk tavsiyesi, BM’nin terörizmin finansmanının önlenmesine
160 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi
Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 147-177
ilişkin uluslararası sözleşmenin devletlerin yasama organları tarafından
onaylanmasıdır. Bu ilk tavsiye, doğrudan devletin yasama otoritesinin kullanımına
ilişkindir. Bunun küresel yönetişime katılım ve küresel politikaya uyum için temel
koşul olması, tavsiye niteliğinin ötesine geçmektedir.
MEGG, küresel yönetişim yapısını iki bileşen üzerinden kurmaktadır. İlk
bileşen, doğrudan MEGG’in kendi üyeleridir. Bunun dışında, MEGG üyelerinin
oluşturduğu coğrafyanın dışında faaliyet gösteren bölgesel MEGG benzeri yapılar
da vardır. Bu yapılar bölgesel ölçekte örgütlenmiştir. Mevcut 36 üyesine ilave
olarak, kendisi gibi işleve sahip sekiz bölgesel görev gücü10 ile bağlantısı olan
MEGG, terörizmin finansmanına karşı küresel ağ içerisinde merkezi konumdadır
ve bu bölgeleri küresel politika ağı içerisinde kontrol etmektedir. Bu bölgelerde
MEGG’in standartları esas alınmakta; bilgi akışı bölgelerden MEGG merkezine
doğru olmaktadır (FATF, 2015b).
MEGG, üyelerini belirli koşullarla kabul etmektedir. Koşullar, belirli
standartlara işaret etmekte ve üyelik için adayın bu standartlara sahip olması
istenmektedir. Bu anlamda, üyelik küresel yönetişime katılmak için uyum sağlama
aracı niteliğindedir.11 MEGG kendisine özgü bir üyelik politikası ilan etmiştir.
Üyelik süreci (Tablo-2), adaylık süreci ve üyelik süreci olmak üzere iki aşamadan
oluşmaktadır (www.fatf-gafi.org, 2016). Statü olarak ilk aşamada gözlemcilik,
sonrasında ise üyelik verilmektedir.12
10
Bunların kısaltmaları şöyledir: APG, CFATF, EAG, ESAAMLG, GAFILAT, GIABA,
MENAFATF, MONEYVAL.
11
Hindistan Hükümeti, terörizmin finansmanına karşı ulusal kapasiteyi artıracağı
gerekçesiyle MEGG Başkanından üyelik talep etmiştir. Hindistan Maliye Bakanı,
MEGG’in Hindistan’ı stratejik olarak önemli tanımladığını belirtmiştir. Hindistan Maliye
Bakanı’na göre, MEGG üyeliği finansal kurumların örgütlü suçlara karşı hassasiyetini
ortadan kaldıracak ve terörist parasının takip edilmesine yönelik kapasite oluşturacaktır.
Hindistan’ın üyelik süreci için bkz. http://www.finmin.nic.in/press_room/2011/Press_
Release_FATF_25022011.pdf, (10.06.2016).
12
MEGG üyeleri yanında gözlemci statüsünde olan ülkeler ve uluslararası örgütler de
vardır. Bunlar için bkz. http://www.fatf-gafi.org/about/membersandobservers/#d.en.3147,
(10.01.2016).
161 A. BARBAK.
Tablo-2’de belirtildiği gibi, MEGG’e üye olarak seçilecek ülkenin her şeyden
önce stratejik önem sahibi olması istenmektedir.13 Burada stratejik önemin nasıl
belirleneceğine bakılmalıdır. Gayrisafi milli hâsıla ve finansal sistemin büyüklüğü
o ülkenin küresel gelir toplamı ve finansal büyüklük içerisindeki payı hakkında
bilgi verirken nüfus, her türlü varlık ve kaynaklarının kişi başına dağılımı hakkında
fikir vermektedir. Niteliksel göstergelerin de ülkenin küreselleşme derecesini
gösterdiği söylenebilir.
Tablo 2. MEGG Üyelik Süreci
Aşama
Ölçüt
Stratejik önem
Adaylık
Süreci
Birinci Adım:
Ülkeyle ilişki, gözlemcilik
statüsü
Üyelik
Süreci
İkinci Adım:
Müşterek değerlendirme,
Yöntem
Niceliksel Göstergeler: Gayrisafi Yurtiçi
Hâsıla büyüklüğü, bankacılık, sigorta ve
menkul kıymetler sektörlerinin büyüklüğü,
nüfus.
Niteliksel Göstergeler: Küresel finansal
sisteme etki, MEGG benzeri yapılara aktif
katılım, terörizmin önlenmesi çabalarına
bağlılık seviyesi, terörizmin finansmanı
riskleri ve risklerle mücadele çabaları.
Diğer
Göstergeler:
Finansal
sektör
standartlarına bağlılık seviyesi, ilgili diğer
uluslararası örgütlere katılım.
Siyasal Taahhüt: MEGG tavsiyeleri ve
değerlendirme
metodolojisi
kabulü,
müşterek değerlendirme anlaşması, MEGG
faaliyetlerine destek ve katılım.
MEGG Ülke Ziyareti: Yazılı taahhüttün
yerinde incelenmesi, teknik uyumun
belirlenmesi, MEGG rejimine ilişkin
tavsiyelerin belirlenmesi, ilgili devletin
MEGG Genel Kuruluna gözlemci olarak
davet edilip edilemeyeceği kararı.
Müşterek Değerlendirme Raporu (Uygun):
Gözlemci statüsü verilmesi, MEGG İletişim
13
MEGG Başkanı, Haziran 2015 ayında Suudi Arabistan’ı, MEGG üyesi olmaya davet
etmiştir. Davet, MEGG heyetinin Suudi Arabistan’ı ziyaretinden sonra gelmiştir. MEGG
Başkanı, Suudi Arabistan’ın dünya ekonomisinde stratejik olarak önemli bir ülke olduğunu;
terörizmin finansmanının önlenmesi konusunda önemli adımlar attığını ve bu nedenlerle
üye olmasının kendisi için de önemli olduğunu belirtmiştir. Bu kapsamda, Suudi
Arabistan’ın üye olmak için MEGG Genel Kurulu’na başvuru yapması ve bir finansal
sisteminin ayrıntılı bir değerlendirmeden geçmesi gerektiği ifade etmiştir. Bkz.
http://www.argaam.com/en/article/articledetail/id/380050, (14.06.2016).
162 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi
Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 147-177
eylem planı ve üyelik.
Grubu tarafından ülkenin uyum faaliyetleri,
üyelik.
Müşterek Değerlendirme Raporu (Kısmen
Uygun): Siyasal süreli taahhüt, ülke eylem
planı,
eylem
planı
uygulanmasının
izlenmesi.
Ayrıca bu göstergeler, MEGG ile devletler arasında öngörülen ilişki biçimine ve
küresel yönetişim bağlamında devletlere ilişkin yeni bir ayrıma işaret etmektedir.
Bu göstergeler iki başlık altında toplanabilir: stratejik önem, küresel yönetişime
katılım. Dolayısıyla, kısaca şöyle denilebilir: Stratejik önemi olmayan ve küresel
yönetişim ile bütünleşmemiş devletler üye olamazlar. Bu göstergeler, devletlerin
yeni bir tür sınıflandırması niteliğindedir. Gelişmiş ve gelişmekte olan ya da az
gelişmiş ülkeler gibi ayrımlardan sonra, küresel yönetişimde stratejik olan ya da
olmayan ya da nispeten az olan; küresel yönetişime katılım sağlamış olanla
nispeten daha az sağlamış olan ya da uyum sağlamış olan ile olmayan şeklinde yeni
bir ayrım ortaya çıkmıştır.
Üyelikte Müşterek Değerlendirme sürecinin belirleyici olduğu görülmektedir.
Müşterek değerlendirme, devletlerin ya da terörizmin finansmanının önlenmesine
yönelik küresel politika ağına katılmak isteyen üyelerin küresel politika ve
standartlara uyum derecesini belirlemeye yöneliktir. Müşterek Değerlendirme
Raporu, bir devletin terörizmin finansmanına karşı ulusal mevzuatındaki boşlukları
tanımlamakta ve öneriler getirmektedir. MEGG, Raporun ana bulgularını ve genel
değerlendirmesini yayımlamakta ve böylece hangi devletin uluslararası standartlara
ne derece uyduğunu ve hangi konularda sorunları olduğunu diğerlerine
göstermektedir. Eğer bir üye devlet kısmen uyumlu bulunursa, MEGG bu devletin
uyum boşluklarını gidermeye dönük eylemlerini kontrol etmeye devam etmektedir.
MEGG’in sıradan üyeleri, her birkaç yılda bir Müşterek Değerlendirme sürecinden
geçmektedir (www.fatf-gafi.org, 2016).
3.2.3. Yaptırım: Küresel Yönetişim ve Politikaya Zorlayıcı Uyum
MEGG’in, terörizmin finansmanına karşı politikaya uyum sağlamayan üyelere
karşı resmi bir yaptırım gücü yoktur. Ancak küresel yönetişim ve politika ağlarının
yapısından kaynaklanan zorlayıcı bir uyum gücüne sahip olduğu ileri sürülebilir.
163 A. BARBAK.
MEGG’in devletlerle kurduğu ilişki biçimine (www.fatf-gafi.org, 2016) bakılarak
zorlayıcı uyum mekanizmalarını çıkarmak mümkündür (Tablo-3).
Tablo 3. MEGG’in Zorlayıcı Uyum Mekanizmaları
Doğrudan
Zorlayıcı Uyum
Mekanizması
Düzenli
değerlendirme
Üyelik koşulları
Teşhir etme
Yöntem
Standartlara uyum
kontrolü, izleme,
sapmaların giderilmesi
Uyum olmaması
durumunda üyeliğin
askıya alınması
Değerlendirme
sonuçlarının
yayımlanması
Dolaylı
Uyumlu sağlamayan
ülkelerin yayımlanması
Uluslararası
örgütler ile olan
ilişkiler
Uluslararası mali
kuruluşların ülke
raporlarını izlemesi ve
anlaşma süreçlerinde
ölçüt ya da koşul olarak
kullanması.
Araç
Amaç
Değerlendirme
raporları
Yakınsama
Koşullu üyelik
Düzenli
değerlendirmeler
Müşterek
değerlendirme
raporu
İşbirliği Yapmayan
Ülke veya Bölgeler
(NCCT) Listesi
Varlıkların
dondurulması,
varlıklara el
konulması, finansal
ilişkinin kesilmesi
Uyarlama
Ceza
Caydırıcılık
Kaynak
bağımlılığı
Tablo-3’te gösterilen mekanizmalar, doğrudan ve dolaylı olmak üzere iki grupta
toplanmıştır. Burada doğrudan zorlayıcı uyum mekanizmaları MEGG-Devlet
ilişkisinde görülen zorlayıcı uyum mekanizmalarına işaret ederken dolaylı uyum
mekanizmaları, küresel yönetişim yapılarının devletler üzerindeki etkisini
kullanarak bu devletlerin terörizmin finansmanının önlenmesi politikasına
uyumunu sağlamaya çalışmaktadır.14 Tablo-3’teki zorlayıcı uyum mekanizmaları,
küresel yönetişimin de tanımlayıcı özelliklerine işaret etmektedir.
14
Örneğin MEGG, Şubat 2008 ayında, terörizmin finansmanına karşı sisteminde eksiklikler
olduğu gerekçesiyle Pakistan’ı eleştirmiş ve Pakistan’ın ulusal yasal çerçevesindeki
eksikliklerin uluslararası finansal sistemde hassasiyet oluşturduğunu açıklamıştır. MEGG,
Pakistan’ın terörizmin finansmanına karşı kanunlarını uluslararası standartlara uygun hale
getirmesini ve Asya Pasifik Grubuyla yakın çalışmasını istemiştir. Bkz.
http://www.idsa.in/idsastrategiccomments/PakistanCastigatedforDeficienciesinCounterTerr
oristFinancingRegime_SKSaini_170308, (14.06.2015).
164 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi
Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 147-177
Zorlayıcı uyum denildiğinde, öncelikle Tablo-3’te gösterilen amaçlar üzerinde
durulmalıdır. Çünkü zorlayıcı uyum yakınsama, uyarlama, cezalandırma,
caydırıcılık ve kaynak bağımlılığı boyutlarıyla ortaya çıkmaktadır.15 Yakınsama,
politika amaçlarında, araçlarında, sürecinde ve sonuçlarında giderek artan bir
benzeşme anlamına gelirken (Bennett, 1991), uyarlama küresel finans piyasaları ile
bütünleşme için devletlerin finansal sistemlerinin regülasyonunu/deregülasyonunu
ifade etmektedir. Cezalandırma ve caydırıcılık, birlikte ele alınmalıdır. Ceza,
yaptırımın bir uygulama biçimidir. Caydırıcılık ise, cezalandırma yaptırımı öne
sürülerek uyumun önceden sağlanmasına yöneliktir. Bu anlamda, caydırıcılık
cezalandırmadan önceki aşamayı temsil etmektedir. Kaynak bağımlılığı ise,
devletlerin uluslararası finansal sisteme bağ(ım)lılığını ve bu sistemden çıkmamak
için bu sistemin kurumlarının belirlediği kurallara uyma zorunluluğunu ifade
etmektedir. Bir diğer deyişle, bir devletin kaynaklarını kontrol altında tutan bir
uluslararası finansal kuruluşun, o devleti siyasal ve ekonomik olarak kontrol etmesi
olasılığı artacaktır (Pfeffer ve Salancik, 1978; Pfeffer ve Salancik, 2003).
MEGG üzerinden yapılan incelemeye göre, küresel yönetişim ile küresel
yönetişime ve politikaya uyumu sağlamada kullanılan mekanizmaların ilişkisi
Şekil-1’deki gibi gösterilebilir.
Şekil-1’e göre, düzenleyici mekanizma olarak işleyen MEGG, terörizmin
finansmanına karşı küresel yönetişim için yakınsama, uyarlama (yapısal ve
işlevsel),
cezalandırma,
caydırıcılık
ve
kaynak
bağımlılığı
sağlamaya
çalışmaktadır. Bu amaçlara ulaşmak içinse, küresel yönetişim için zorlayıcı uyum
mekanizmaları olarak üyelik koşulları, düzenli değerlendirme, teşhir etme ve
uluslararası örgütlerle ilişkileri kullanmaktadır. Küresel yönetişim ise, başta
15
Örneğin, nükleer konusunda varılan anlaşma sonucunda İran’a yönelik yaptırımların
hafifleyeceğini belirten MEGG, buna rağmen Şubat 2016 ayı içerisinde üye devletlerini,
bankalarını İran ile iş yapma konusundaki riskler konusunda uyarmasını istemiştir. BM,
Avrupa Birliği ve ABD tarafından yaptırımların hafifletilmesi kararının hemen ardından
MEGG, İran’ı yüksek riskli ülke statüsünde tutmaya devam etmiştir. Uluslararası Para
Fonu da, İran’ın MEGG’in terörizmin finansmanına karşı standartlarını uygulaması
istemiştir. Bkz. http://breakingenergy.com/2016/03/02/irans-long-road-to-reintegratingwith-the-world-financial-system/, (14.06.2016).
165 A. BARBAK.
politika yakınsaması olmak üzere, devletlerin yapısal ve işlevsel uyarlanması,
ıraksama meydana geldiğinde cezalandırılması veya caydırılması; temelde de
devletlerin uluslararası örgütlere kaynak bağımlılığının oluşturulması amaçlarına
ulaşmayı öngörerek bu döngüyü sürdürmektedir.
Şekil 1. Küresel Yönetişim-Zorlayıcı Uyum İlişkisi
Zorlayıcı uyum mekanizmalarının en etkili olduğu alanın, ülkelerin uluslararası
örgütler ile olan ilişkileri olduğu söylenebilir. Bu kapsamda, IMF ve DB, 2001
yılından itibaren MEGG ile birlikte çalışmaya başlamış (IMF ve World Bank,
2004) ve ülkeler ile ilişkilerinde MEGG standartlarına uyumu bir ölçüt ve ön koşul
olarak kullanmaya başlamıştır. Buna ilave olarak IMF ve DB, MEGG yöntemini
kullanarak ülkelerin MEGG standartlarına uyumunu incelemek için müşterek ülke
değerlendirmeleri yapmaktadır (IMF, 2001).
IMF ve World Bank (2004), genel olarak yüksek ve orta gelir sahibi ülkelerde
uluslararası standartlara uyumun düşük gelirli ülkelere göre daha yüksek oranda
olduğunu; terörizmin finansmanına yönelik küresel yönetişimde ise temel sorun
alanının finansal bilgilerin gizliliği ve sınırlı paylaşımı nedenleriyle eşgüdüm
eksiklikleri olduğunu belirtmişlerdir. MEGG’e ilave olarak, IMF ve World Bank
(2004) devletlerin uyum sağlaması gereken koşulları şöyle ortaya koymuştur:

BM sözleşmelerinin devletler tarafından imzalanması ve onaylanması,

Terörizmin finansmanının iç hukukta bir suç olarak tanımlanması,

Terörist varlıkların dondurulması ve bunlara el konulması,
166 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi
Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 147-177

Terörizme ilişkin şüpheli finansal işlemlerin ulusal ve uluslararası
kuruluşlara rapor edilmesi,

Uluslararası işbirliğinin artırılması,

Para transferi işlemlerinin izlenmesi.
Yukarıda belirtilen sorun alanlarının MEGG standartları ile aynı olduğu
görülmektedir. Bu durum bir taraftan küresel yönetişim çerçevesinde bir politika
yakınsaması ortaya çıktığını gösterirken diğer taraftan da küresel yönetişime uyum
için zorlayıcı bir mekanizma işlevi gördüğünü söylemek mümkündür.
3.2.4. Küresel Yönetişim ve MEGG: Devletlerle İlişki Kurma Biçimi ve
Özellikler
MEGG’in özelliklerine bakıldığında, terörizmin finansmanına karşı küresel
yönetişim ve politika ağı içerisinde diğer aktörlerle ilişki kurma biçimini görmek
mümkündür. Bu ilişki kurma biçimine ilişkin bileşenler, Tablo-4 ve Tablo-5’te
gösterilmiştir. Bu bileşenlere bakılarak MEGG’in kendisini devletler karşısında
nasıl konumlandırdığı tespit edilebilir. MEGG’in kendisini konumlandırma
biçiminden, devletlerin bu küresel politikaya uyumunun ve kendi politikalarının
oluşumunun nasıl gerçekleştiğini de görmek mümkündür.
Tablo 4. MEGG’in Devletlerle İlişki Kurma Biçimi
Bileşen
Küresel
Düzenleyici
Mekanizmanın
Yönetimi
Küresel
Yönetişime
Katılım
Küresel
Yönetişim
Politika Süreci
Mekanizma
Genel Kurul
Bütçe katkısı
Üyelik süreci
Uyum sürecinin
izlenmesi
Tavsiyeler
Eğitim
Müşterek
Değerlendirme
Raporlama
İşlev
Kontrol,
değerlendirme,
statü verilmesi
Masrafların
karşılanması
Üyelik koşulları
yoluyla uyum
İzleme ve takip
Uyarlama
Yönlendirme
Uyum derecesi
belirleme
Geri besleme ve
erken uyarı
167 Yöntem
Ülke
ziyareti,
müşterek
değerlendirme, genel kurul
kararı
Üyelik ücreti
İzleme, değerlendirme, seçim
Sürekli iletişim (İletişim
Grubu), düzenli
değerlendirme
Uluslararası standartlar
Rehberler
Performans değerlendirmesi
Değerlendirme sonuçlarının
paylaşımı
A. BARBAK.
Tablo-4’te gösterildiği üzere, MEGG devletlerle çeşitli şekillerde ilişki
kurmaktadır. Burada Genel Kurul kararlarının niteliği öne çıkmaktadır. Çünkü
hükümetlerarası bir mekanizma olarak devletler karşısında statü verme yetkisine
sahip olması, MEGG’in devletler üstünde bir otorite kullanımına işaret etmektedir.
Bu durum, küresel yönetişimin bir yönüne işaret etmektedir. Bu çerçevede, küresel
yönetişim bir koşullu üyelik sistemi olarak da nitelenebilir.
MEGG’in devletlerle ilişki kurma biçimine bakılarak (Tablo-1 ve Tablo-4
karşılaştırılarak) genel olarak küresel yönetişimde devletlerle öngörülen ilişki
kurma biçimleri hakkında da çıkarımlarda bulunulabilir.
Tablo 5. Küresel Yönetişim ve MEGG’in Tanımlayıcı Özellikleri
Tanımlayıcı Özellik
(Küresel Yönetişim)
Otorite Örgütlenmesi
Resmi ve Resmi Olmayan
Unsurlardan Oluşan
Örgütlenme
Yatay farklılaşma
Yapısal
Tematik örgütlenme
Ağ tipi örgütlenme
Çok kademeli yönetişim
Esnek örgütlenme
İşlevsel
Devlet dışı siyasal otorite
mekanizması
Politika uyum
mekanizması
Kontrol mekanizması
Tanımlayıcı Özellikleri
(MEGG)
Hükümetlerarası, geçici
Siyasi ve idari personel, OECD den yer, bütçe
ve sekreterya, tam biçimsel ve kurumsal
olmayan yapı
Devlet-devlet dışı ve finans-güvenlik aktörleri
arasında otorite bölünmesi
Terörizmin finansmanının önlenmesi
Devlet ve devlet dışı aktörlerle işbirliği,
eşgüdüm, uzlaşma ve uyum sağlama
Ulus altı, ulusal ve ulus üstü yapılarla işbirliği
Değerlendirme metodolojisi ve standartların
güncellenmesi
Küresel düzenleyicilik, zorlayıcı uyum,
kolektif otorite
Doğrudan ve dolaylı zorlayıcı uyum
mekanizmaları, küresel düzenleyicilik
Kurallar sistemi, standartlar, koşullar, politika
tasarımı, izleme, değerlendirme
Tablo-5’e göre, MEGG’in küresel yönetişimin tanımlayıcı özelliklerini taşıdığı
görülmektedir. Burada zamana bağlı olarak değişecek olan şey ise, başta MEGG
yapısı olmak üzere MEGG’in küresel yönetişim yapısı içerisindeki statüsü ve
küresel yönetişimin kendisinin kurumlaşma derecesi olarak ileri sürülebilir. Çünkü
halen uluslararası örgütler gibi biçimsel bir yapıya sahip olmayan MEGG, küresel
yönetişimde önde gelen uluslararası örgütlerin (BM, OECD, IMF, DB) desteğiyle
168 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi
Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 147-177
işlev göstermektedir. Yani, bu durumdaki zaman içerisindeki değişim kurumlaşma
derecesini de değiştirecektir.
4. SONUÇ
Uluslararası
terörizmin
finansmanının
önlenmesi,
1990’lardan
itibaren
gelişmeye başlamış küresel bir politikadır. Bu kapsamda, özellikle 2000’li yıllarda
devletlerin terörizmin finansmanının önlenmesine ilişkin politika süreçlerini
açıklayabilmek için bu küresel yönetişimin yapısının, işlevlerinin ve devletlerle
ilişki kurma biçiminin incelemelerde göz önünde bulundurulması gerekmektedir.
Politika süreci bağlamında ortaya çıkan durum, siyasal otoritenin devlet dışında
örgütlenme çabasıdır. Siyasal otorite, devlet ölçeğinde ortaya çıkan ve temsili
demokratik sistemden temelini alan bir otorite örgütlenmesidir. Siyasal otorite;
anayasa ve yasalar ile yasama, yürütme ve yargı organlarında somutlaşan meşru
iktidarı temsil etmektedir. Bu yönüyle, devlet ölçeğinde politika sürecini yürüten;
kararlar alan, bu kararları uygulayan ve uygulamayı değerlendiren kurumları ifade
etmektedir. Siyasal otoritenin devlet dışına taşınması ise, politika sürecinin belirli
derecede devlet dışındaki bir ölçeğe taşınması anlamına gelmektedir. Bu ölçek
günümüzde küresel ölçektir.
Küresel yönetişim söz konusu olduğunda en sık karşılaşılan kavramlar
eşgüdüm, işbirliği, uyum kavramlarıdır. Bunlar aynı zamanda küresel yönetişimin
temel siyasal ve yönetsel sorunlarına işaret etmektedir. Eşgüdüm, küresel
yönetişim içerisindeki aktörlerin faaliyetlerini birbirlerini bilgilendirerek yapmasını
ifade ederken işbirliği, küresel politika için birlikte çalışmak anlamına gelmektedir.
Uyum ise, küresel yönetişim açısından belki de en tartışmalı kavramdır. Çünkü
uyum, küresel yönetişim-devlet ilişkisinde devletin egemenliğine ilişkin kaygılara
çok yakın bir kavramdır. Eşgüdüm ve işbirliği, küresel yönetişim aktörleri arasında
yatay bir ilişkiyi temsil ederken uyum, küresel yönetişim ile devlet arasında dikey
(hiyerarşik) bir ilişki kurmaktadır. Çünkü uyum, devletlerin küresel politika ağı ve
yönetişime yapısal ve işlevsel olarak bütünleşmesi durumudur. Küresel yönetişim
bağlamında uyum, devletlerin egemenliğinin sınırlandığına ilişkin tartışmalarda
üzerinde durulması gereken temel kavramlardan birisi olarak nitelenebilir.
169 A. BARBAK.
MEGG, terörizmin finansmanına
karşı politikanın uluslararası
alanda
uygulamaya geçirilmesi ve takip edilmesi açısından bir operasyonel mekanizma
niteliğindedir. BM tarafından 1990’lı yıllarda terörizmin finansmanına karşı üye
devletlerin işbirliğinin sağlanması yeterli derecede olmadığından bunu sağlayacak
bir mekanizmaya ihtiyaç duyulduğu açıktır. Özellikle, BM’nin bu konuda
uygulamaya dönük bir biriminin olmaması, politikanın uygulamaya geçirilmesi
açısından başlıca sorun olarak görülebilir. MEGG, 2001 yılından itibaren,
terörizmin finansmanına karşı küresel politika ve yönetişim yapısında çeşitli
işlevleri yerine getiren bir yapı olarak politika ağının merkezine yerleşmiştir. Buna
göre MEGG’in özellikleri, alanyazında küresel yönetişimi tanımlamak için
kullanılan tanımlayıcı özellikler ile örtüşmektedir.
Bu bağlamda MEGG’in işlevsel özelliklerini ortaya koymak gerekmektedir.
MEGG, öncelikle terörizmin finansmanına karşı küresel yönetişimde düzenleyici
mekanizma olarak işlev göstermektedir. Düzenleyicilik işlevini, finansal alana
ilişkin uluslararası standartlar koyarak ve devlet politikalarına ilişkin çerçeve
çizerek gerçekleştiren MEGG finansal alanı düzenlemektedir. MEGG ayrıca, bir
yaptırım mekanizması olarak da nitelenebilir. Doğrudan ve dolaylı yaptırım
araçlarına sahip olan MEGG, özellikle diğer uluslararası örgütler ile olan işbirliği
sayesinde yaptırım gücünü ve alanını genişletmektedir.
MEGG’in bir diğer özelliği, uyum sağlayıcı mekanizma olarak işlev görmesidir.
MEGG, hem üyelerinin hem de üyelik başvurusu yapan ya da yapmayan
devletlerin, kendisinin belirlediği standartlara uymasını beklemektedir. Böylece
küresel yönetişim ve politikanın uygulanabilmesi için daha büyük bir finansal
alanın ve coğrafyanın kontrol edilmesi mümkün hale gelmektedir. MEGG ayrıca,
devletlerin terörizmin finansmanına yönelik politika süreçlerini takip eden bir
kontrol mekanizması olarak işlev görmektedir. Devletleri izleme ve değerlendirme
süreçleri ile takip ve kontrol eden MEGG, kamuya açık raporlama yaparak
doğrudan ve dolaylı kontrol alanını genişletmektedir.
170 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi
Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 147-177
Şekil 2. MEGG’in İşlevsel Özellikleri (Döngüsel)
Şekil-2’de gösterildiği gibi, MEGG’in işlevsel özellikleri bir döngüsel süreç
olarak ortaya çıkmaktadır. Düzenleyicilik işlevi kapsamında geliştirmiş olduğu
standartlar ve politika önerileri sayesinde bir kontrol mekanizması işlevi kazanan
MEGG, kontrol işlevi aracılığıyla devletlerin finansal alanı üzerinde bir yaptırım
gücü kazanmaktadır. MEGG’e yaptırım mekanizması niteliği kazandıran bu durum
ise, devletleri terörizmin finansmanına yönelik küresel politika ve yönetişime uyum
sağlamaya zorlamaktadır. Ortaya çıkan uyum ise, düzenleyicilik işlevinden
beklenen sonuca ulaşılması hatta düzenleyicilik işlevinin daha da güçlenmesi
olarak değerlendirilebilir.
Terörizmin finansmanına karşı küresel yönetişimin geleceğine yönelik bir
öngörü yapılmak istenirse, üzerinde durulması gereken ilk mesele küresel
yönetişimin kurumsallaşma ya da kurumlaşma derecesinde ortaya çıkması
muhtemel değişimdir. Bir başka deyişle, daha önce bahsedildiği gibi zamanın ve
mekânın
bir
fonksiyonu
olan
küreselleşme,
küresel
yönetişim
olarak
kurumlaşmakta; buna bağlı olarak küresel yönetişimin kurumlaşma derecesi de
değişmektedir. Bu kapsamda, MEGG ve MEGG benzeri yapıların gelecekte geçici
bir örgütlenme olmaktan çıkarak sürekli bir niteliğe kavuşması beklenmelidir. Bu
kurumlaşmanın amacı ise, küresel yönetişim için daha fazla eşgüdüm, uyum ve
işbirliği olacaktır. Uluslararası finansal kuruluşların terörizmin finansmanının
önlenmesi konusunda daha fazla işlev üstlenmesi sonucunda ise, MEGG’in
lağvedilmesinin de gündeme gelmesi beklenebilir.
171 A. BARBAK.
Terörizmin finansmanına yönelik küresel yönetişimin kurumlaşma derecesinin
artması sonucunda, MEGG’in işlevsel özelliklerinin daha da güçlenmesi söz
konusu olacaktır. Bunun yanı sıra, BM’nin özellikle küresel güvenlik politikaları
için başat meşruiyet kaynağı olarak devam edeceği görülmektedir. Ayrıca mevcut
durum, MEGG ve MEGG benzeri yapıların oluşturduğu ağ tipi ilişki biçiminin
korunacağını göstermektedir. Bu yapıların ağ içerisinde daha fazla etkileşim
içerisinde olacağı da öngörülebilir. Bu bağlamda, terörizmin finansmanına karşı
küresel yönetişim açısından bir ilerleme söz konusudur.
KAYNAKÇA
BENNETT, C. J. (1991), “What is Policy Convergence and What Causes It?”,
British Journal of Political Science, 21(2), 215-233.
BÖRZEL, T. A. (1997), “What is so Special About Policy Networks?-An
Exploration of the Concept and Its Usefulness in Studying European Governance”,
European Integration Online Papers (EIoP), 16, http://eiop.or.at/eiop/texte/1997016a.htm, (09.01.2016).
BRONER, F. A., VENTURA, J. (2010), “Rethinking the Effects of Financial
Liberalization”, NBER Working Paper, 16640, http://www.nber.org/papers/
w16640.pdf, (18.01.2016).
BUZAN, B., WÆVER, O., WILDE, J. (1998), Security: A New Framework for
Analysis, Lynne Rienner Publishers, Boulder.
CARAYANNIS, E. G., PIRZADEH, A., POPESCU, D. (2012), Institutional
Learning and Knowledge Transfer Across Epistemic Communities, Springer
Science+Business Media, USA.
CASTELLS, M. (2008), “The New Public Sphere: Global Civil Society,
Communication Networks, and Global Governance”, The Annals of the American
Academy, 616, 78-93.
172 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi
Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 147-177
COMMISSION ON GLOBAL GOVERNANCE (1995), Our Global
Neighbourhood: The Report of the Commission on Global Governance, Oxford
University Press, UK.
COX, R. (1994), “Multilateralism and the Democratization of World Order”, 1994
International Symposium on Sources of Innovation in Multilateralism, Switzerland,
1-2.
DINGWERTH, K., PATTBERG, P. (2006), “Global Governance As a Perspective
on World Politics”, Global Governance, 12(2), 185-203.
FATF (2015a), “Emerging Terrorist Financing Risks”, FATF Report,
http://www.fatf-gafi.org/media/fatf/documents/reports/Emerging-TerroristFinancing-Risks.pdf, (25.01.2016).
FATF (2015b), “Terrorist Financing FATF Report to G20 Leaders Actions Being
Taken By The FATF”, FATF Report, http://www.fatf-gafi.org/media/fatf/
documents/reports/Terrorist-financing-actions-taken-by-FATF.pdf, (25.01.2016).
FINKELSTEIN, L. S. (1995), “What is Global Governance?”, Global Governance,
1 (3), 367-372.
GIBBS, J. P. (1989), “Conceptualization of Terrorism”, American Sociological
Review, 54(3), 329-340.
GIDDENS, A. (1998), The Third Way, The Renewal of Democracy, Polity Press,
Cambridge.
GIRALDO, J. K., TRINKUNAS, H. A. (2007), “The Political Economy of
Terrorism Financing”, Terrorism Financing and State Responses: A Comparative
Perspective, (Ed. J.K.Giraldo, H.A.Trinkunas), Stanford University Press, USA, 720.
HARVEY, D. (1989), The Condition of Postmodernity: An Enquiry into the
Origins of Cultural Change, Blackwell Publishers, Oxford.
173 A. BARBAK.
HETTNE, B. (2002), “In Search of World Order”, Global Governance in the 21st
Century: Alternative Perspectives on World Order, (Ed. B.Hettne, B.Odén),
Almkvist & Wiksell International, Sweden, 6-25.
HOARE, Q., SMITH, G. N. (1992), Selections from The Prison Notebooks of
Antonio Gramsci, International Publishers, USA.
IMF (2001), “Intensified Fund Involvement in Anti-Money Laundering Work and
Combating
the
Financing
of
Terrorism”,
Task
Force
Report,
https://www.imf.org/external/np/mae/aml/2001/eng/110501.htm, (25.12.2015).
IMF, WORLD BANK (2004), “Twelve-Month Pilot Program of Anti-Money
Laundering and Combating the Financing of Terrorism (AML/CFT) Assessments”,
Joint Report on the Review of The Pilot Program, http://www.imf.org/external/np/
aml/eng/2004/031604.htm, (27.12.2015).
KAMINSKY, G. L., SCHMUKLER, S. L. (2003), “Short-Run Pain, Long-Run
Gain: The Effects of Financial Liberalization”, IMF Working Paper, WP/03/34,
http://www.imf.org/external/pubs/ft/wp/2003/wp0334.pdf, (26.01.2016).
KEOHANE, R.O. (2002), Global Governance and Democratic Accountability,
London School of Economics, UK.
KERWER, D., HUELSSE, R. (2011), “How International Organizations Rule the
World: The Case of the Financial Action Task Force on Money Laundering”,
Journal of International Organizations Studies, 2(1), 50-67.
KRAHMANN, E. (2005), “American Hegemony or Global Governance?
Competing Visions of International Security”, International Studies Review, 7(4),
531-545.
LAWLESS, M. (2007), “Terrorism: An International Crime”, International
Journal, 63(1), 139-159.
LEVI, M. (2010), “Combating the Financing of Terrorism: A History and
Assessment of the Control of Threat Finance”, British Journal of Criminology,
50(4), 650-669.
174 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi
Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 147-177
NUGENT, N. (2003), Government and Politics of the European Union, Palgrave
Macmillan, Basingstoke.
OECD (2001), “FATF Cracks Down on Terrorist Financing”, PAC/COM/NEWS,
91, http://www.fatf-gafi.org/dataoecd/45/48/34269864.pdf, (27.12.2015).
OVERBEEK, H. (2004), “Global Governance, Class, Hegemony: A Historical
Materialist Perspective”, Working Papers Political Science, 2004/01,
http://www.fsw.vu.nl/en/Images/Global_Governance,_Class,_Hegemony_A_histor
ical_materialist_perspective_tcm250-42721.pdf, (28.12.2015).
PFEFFER, J., SALANCIK, G. R. (1978), The External Control of Organizations:
A Resource Dependence Perspective, Haper & Row, New York.
PFEFFER, J., SALANCIK, G. R. (2003), The External Control of Organizations:
A Resource Dependence Perspective, Stanford University Press, USA.
RHODES, R. A. W. (1996), “The New Governance: Governance Without
Government”, Political Studies, XLIV, 652-667.
ROSENAU, J. N. (1997), Along the Domestic-Foreign Frontier: Exploring
Governance in a Turbulent World, Cambridge University Press, UK.
ROSENAU, J. N. (1999), “Toward an Ontology for Global Governance”,
Approaches to Global Governance Theory, (Ed. M.Hewson, T.J.Sinclair), State
University of New York Press, USA, 287-301.
SCHOLTE, J. A. (2007), “Defining Globalization”, Revista económica de CastillaLa Mancha, 10, 15-63.
SOBACI, M. Z. (2013), “Politika Ağları: Aktörler Arası İlişkiler Üzerinden Kamu
Politikasını Anlamak”, Kamu Politikası: Kuram ve Uygulama, (Der. M.Yıldız,
M.Z.Sobacı), Adres Yayınları, Ankara, 130-147.
175 A. BARBAK.
THE INSTITUTE FOR ECONOMICS AND PEACE (2015), “Global Terrorism
Index 2015: Measuring and Understanding The Impact of Terrorism”, IEP Report,
No.
36,
http://economicsandpeace.org/wp-content/uploads/2015/11/GlobalTerrorism-Index-2015.pdf, (06.01.2016).
TURNER, N. W. (2014), “The Financial Action Task Force: International
Regulatory Convergence Through Soft Law”, New York Law School Law Review,
59, 547-559.
UNITED NATIONS (1994), “Measures to Eliminate International Terrorism”,
A/RES/49/60, http://www.un.org/ documents/ga/res/49/a49r060.htm, (15.11.2015).
UNITED NATIONS (1996), “Measures to Eliminate International Terrorism”,
A/RES/51/210, http://www.un.org/documents/ga/res/51/a51r210.htm, (15.11.2015).
UNITED NATIONS (1999), “International Convention for the Suppression of the
Financing of Terrorism Adopted by the General Assembly of the United Nations”,
Resolution 54/109, http://www.un.org/law/cod/finterr.htm, (05.01.2016).
WALCK, C., BILIMORIA, D. (1995), “Editorial: Challenging Globalization
Discourses”, Journal of Organizational Change Management, 8(4), 3-5.
VUJAKOVIC, P. (2010), “How to Measure Globalisation? A New Globalisation
Index (NGI)”, FIW Working Paper, 46, https://ideas.repec.org/p/wsr/wpaper
/y2010i046.html, (18.12.2015).
WEISS, T. G. (2000), “Governance, Good Governance and Global Governance:
Conceptual and Actual Challenges”, Third World Quarterly, 21(5), 795-814.
WEISS, T. G., GORDENKER, L. (1996), NGOs, the UN, and Global Governance,
Colorado Lynne Rienner Publishers, USA.
WENDT, A. (1992), “Anarchy is What States Make of It: The Social Construction
of Power Politics”, International Organization, 46(2), 391-425.
176 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi
Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 147-177
WITTE, J. M., REINICKE, W. H., BENNER, T. (2000), “Beyond Multilateralism:
Global Public Policy Networks”, International Politics and Society, 2, 176-188.
ZÜRN, M. (1998), “The Rise of International Environmental Politics-A Review of
Current Research”, World Politics, 50(4), 617-649.
ZÜRN, M. (2013), “Globalization and Global Governance”, Handbook of
International Relations, (Ed. W.Karsnaes, T.Risse, B.A.Simmons), SAGE
Publications, London, 401-425.
http://www.fatf-gafi.org/about/membersandobservers/#d.en.3147, (10.01.2016).
http://www.fatf-gafi.org/about/, (10.01.2016).
http://www.fatf-gafi.org/countries/, (10.01.2016).
http://www.fatf-gafi.org/publications/?hf=10&b=0&s=desc(fatf_releasedate),
(10.01.2016).
http://breakingenergy.com/2016/03/02/irans-long-road-to-reintegrating-with-theworld-financial-system/, (14.06.2016).
http://www.idsa.in/idsastrategiccomments/PakistanCastigatedforDeficienciesinCou
nterTerroristFinancingRegime_SKSaini_170308, (14.06.2015).
http://www.finmin.nic.in/press_room/2011/Press_Release_FATF_25022011.pdf,
(10.06.2016).
http://www.argaam.com/en/article/articledetail/id/380050, (14.06.2016).
177 Yayın Geliş Tarihi: 31.01.2016
Yayın Kabul Tarihi: 25.04.2016
Online Yayın Tarihi: 22.12.2016
Dokuz Eylül Üniversitesi
İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi
Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 179-208
Türkiye Bisküvi, Çikolatalı ve Şekerli Mamuller Sektörü:
Firma Yoğunlaşma Analizi
Kübra ÖNDER1
Öz
Yoğunlaşma kavramı, ürün piyasasında alıcı ve satıcıların sayı ve büyüklük bakımından
dağılımı olarak ifade edilmektedir. Yoğunlaşma ile sektördeki firma sayısı ve rekabet
arasında ters yönlü bir ilişki vardır; yoğunlaşma arttıkça piyasadaki firma sayısı azalmakta
ve buna bağlı olarak rekabet şansı da azalmaktadır. Piyasadaki yoğunlaşma düzeyini
ölçmek için kullanılan birçok yöntem bulunmaktadır. Çalışmada N-firma Yoğunlaşma
Oranları (CR-4 ve CR-8), Herfindahl-Hirschman, Entropi ve Rosenbluth İndeksleri yardımı
ile Türkiye bisküvi, çikolatalı ve şekerli mamuller sektöründeki yoğunlaşma düzeyi 19972014 dönemi verileri kullanılarak analiz edilmiştir. Yapılan analiz sonucunda; CR-4 ve
CR-8 yoğunlaşma oranlarına göre sektörde yüksek düzeyde yoğunlaşmanın olduğu;
Herfindahl-Hirschman, Entropi ve Rosenbluth indeksi analizi sonuçlarına göre ise sektörün
monopolcü rekabet ile oligopol arasında yer aldığı görülmektedir.
Anahtar Kelimeler: Bisküvi, Çikolatalı ve Şekerli Mamuller Sektörü, Piyasa Yapısı,
Sektörel Yoğunlaşma
JEL Sınıflandırma Kodları: D22, D40, Q13, L10
Turkish Biscuits, Chocolate and Sugar Products Sector: Firm
Concentration Analysis
Abstract
The concept of concentration refers to the distribution of customers and sellers in terms
of number and size in the goods market. There is a reverse relationship between
concentration, and the number of firms and the level of competition; the lower the number
of firms, the more concentration ratio and the lower the level of competition. There are
various methods to measure concentration level in a certain market. In the study,
concentration ratio in Turkish biscuit, chocolate and sugar products sector is analysed by
using time series data for the period 1997-2014 through N-Firm Concentration Rates (CR4 and CR-8), Herfindahl-Hirschman, Entropy, Rosenbluth Indices. As a result of the
analysis, high level of concentration is determined according to CR-4 and CR-8
concentration ratios in the sector, while according to the Herfindahl-Hirschman, Entropy
and Rosenbluth Indices the results reveal that the sector has a structure between
monopolistic competition and oligopoly.
Keywords: Biscuits, Chocolate and Sugar Products, Market Structure, Sectoral
Concentratio
JEL Classification Codes: D22, D40, Q13, L10
1
Yrd.Doç.Dr., Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, İktisat
Bölümü, konder@mehmetakif.edu.tr
K. ÖNDER.
1. GİRİŞ
Dünyada mal ve hizmet piyasaları incelendiğinde, farklı piyasa türlerinin
özelliklerini taşıyan piyasa yapıları ile karşılaşılmaktadır. Bazı piyasalarda üst
düzeyde rekabet yaşanırken, bazı piyasalar ise tam rekabetten yoksundur.
Günümüzde firmalar piyasa paylarını, karlarını artırmak ve maliyetlerini düşürmek
vb. amaçlarla çeşitli faaliyetlerde bulunarak piyasayı rekabet ortamından
uzaklaştırıp piyasa başarısızlıklarından biri olan aksak rekabet piyasalarının
oluşmasına
neden
olmaktadır.
Bu
amaç
doğrultusunda
firmalar
mal
farklılaştırmasına gitmek, ölçek ekonomilerini sağlamak, firmalar arası anlaşmalar
yapmak ve çeşitli pazarlama teknikleri gibi yöntemleri kullanmaktadırlar.
Dolayısıyla piyasalar hakkında öngörüde bulunmak ve üreticilerin hangi piyasa
yapısına sahip olduklarını görebilmek zorlaşmaktadır. Piyasa yapısını belirlemek
için birçok yöntem kullanılmaktadır. Bu yöntemlerden en çok kullanılanlar YapıDavranış-Performans (Structure-Conduct-Performance SCP) yaklaşımı kapsamında
yer alan N-firma Yoğunlaşma Oranı ve Herfindahl-Hirschman İndeksi iken (Polat,
2007: 98) son dönemde Entropi, Rosenbluth, Kapsamlı Yoğunlaşma gibi diğer
indekslerin de kullanıldığı görülmektedir.
Piyasa yoğunlaşma indeksleri, piyasa gücünün hesaplanmasında yararlı ve
pratik göstergeler sağlayarak piyasanın ne kadar rekabetçi olduğuna ilişkin ipuçları
vermektedir. Başka verilerle birlikte ele alındığında bu indeksler firmanın
piyasadaki gücünün belirlenmesinde çok daha etkin sonuçlar sunmaktadır.
Piyasada faaliyet gösteren firma sayısı arttıkça ve firmalar verimlilik ve maliyet
açısından birbirine yaklaştıkça yoğunlaşma azalmakta, piyasadaki rekabet artmakta
ve firmaların piyasa değişkenlerini etkileme güçleri azalmaktadır (Kaynak ve Ari,
2011: 40-41). Yüksek yoğunlaşma oranları, piyasa başarısızlıklarından biri olan
eksik rekabet şartlarının varlığı konusunda önemli bir gösterge olduğu için piyasa
yoğunlaşma oranlarının bilinmesi önemlidir.
Türkiye’de üretimine 1924 yılında bisküvi üretimi ile başlayan bisküvi,
çikolatalı ve şekerli mamuller sektörü bugün, çoğunluğu modern teknoloji ile
180 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi
Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 179-208
donatılmış 40’ı aşkın fabrika ile faaliyet göstererek yıllık yaklaşık 1.700 bin ton
düzeyindeki üretim kapasitesi ile özellikle Orta Anadolu, Marmara, ve Güney
Doğu Anadolu bölgelerinde yoğunlaşmıştır (www.tuik.gov.tr, 26.03.2016).
Nüfus artışı, genç nüfusun tüketim kalıbındaki değişim ve ihracata yönelik
teşvik uygulamaları ile birlikte sektör ekonomide ilgi odağı olmuş ve sektöre
yönelik yatırımlar özellikle de ihracata yönelik yatırımlar artırmıştır. Bu nedenle
çalışmada; tahıla dayalı ürünler içinde en yüksek katma değer yaratan, 2015 Ekim
ayı itibariyle %10,5 işsizliğin yaşandığı, emek yoğun üretim kalıbı ile iş yaratma
fırsatına sahip olan ve Türkiye Kalkınma Bankası tarafından oluşturulan genel
performans sıralamasında 110 sektör içinde 22’nci sırada yer alarak gelecek vaat
eden sektörlerden biri olan bisküvi, çikolatalı ve şekerli mamuller sektörü
incelenmiştir.
Tahıla dayalı ürünler içinde en fazla katma değer yaratan bisküvi sektörü ile
çikolatalı ve şekerli mamuller sektörünün piyasa yapısını belirlemeyi amaçlayan bu
çalışmanın ilk bölümünde, Türkiye’nin bisküvi, çikolata ve şekerli mamuller
sektörü incelenmiştir. İkinci bölümde, çeşitli sektörlerde piyasa yapısını inceleyen
çalışmalara ait literatüre yer verilmiş; üçüncü bölümde, yoğunlaşma ve yoğunlaşma
üzerinde etkili olan unsurlara değinilmiştir. Dördüncü bölümde yoğunlaşma
indekslerinden bahsedilmiş ve takip eden beşinci bölümde ise bisküvi, çikolata ve
şekerli mamuller sektörü’nün piyasa yapısı analiz edilmiştir. Çalışmanın son
bölümünde ise sektörün piyasa yapısı ile ilgili değerlendirme yapılmıştır.
2. TÜRKİYE’DE BİSKÜVİ, ÇİKOLATALI VE ŞEKERLİ MAMULLER
SEKTÖRÜ
Beslenme açısından önemli bir yere sahip olan bisküvi, 19’uncu yüzyıla kadar
lüks bir tüketim maddesi olarak kabul edilirken, modern dünyada hayat tarzlarının
değişmesi ile artık herkes tarafından kolaylıkla tüketilebilen bir gıda maddesi
olmuştur (http://www.ito.org.tr, 31.03.2016). İş hayatı ve uzun seyahatler
nedeniyle aile yemeklerinin hazırlanması için geçen zaman ve enerji kısıntından
dolayı işlenmiş yiyecekler, özellikle bisküvi, kurabiye, kek vb. gibi “atıştırılan”
181 K. ÖNDER.
yiyeceklerin tüketiminde yaşanan olumlu gelişmeler bisküvi üretimini de
artırmıştır.
Bisküvi ve gofret üretimi, tarıma dayalı sanayinin ağırlıkta olduğu Orta
Anadolu Bölgesinde, özellikle de Karaman ilinde küçük imalathanelerde
geleneksel üretim yöntemleri ile başlamıştır. Zaman içerisinde bisküvi ve gofret
üretimine çikolata, çiklet, kek, şekerleme de dâhil olmuş ve bu sektör başta
Karaman olmak üzere bisküvide Konya, Eskişehir ve Ankara; çikolata üretiminde,
Konya, Gaziantep, Bursa, Adana, Eskişehir, İzmir ve Denizli; şekerli mamuller
üretiminde ise İstanbul, Ankara, İzmir, Afyon, Konya, Kayseri, Kocaeli, Bursa,
Balıkesir, Antalya, Denizli, Adana, Mersin ve Samsun gibi illerde yoğunlaşarak
dev bir iş koluna dönüştüğü görülmektedir (www.kalkinma.com.tr, 26.03.2016).
Günümüzde modern teknolojiyle donatılan sektör, hem ürün yelpazesini
genişletmiş hem de uygulanan ihracat teşviklerinin pozitif bir yansıması olarak
firma sayısını ve üretim kapasitesini arttırarak dünyanın birçok ülkesine binlerce
ton ürün gönderen bir sanayiye dönüşmüştür. 1989-90 yıllarında fabrikaların
üretimi yaklaşık 150-200 tonken bu oran piyasaya girişte yaşanan kolaylık,
uygulanan yatırım teşvikleri ve hızla gelişen ihracat olanakları, kentleşme ve genç
nüfus oranında görülen artışlar ile farklı ve yeni tatlara açık olan genç nüfus
eğiliminin bir sonucu olarak bisküvi üretimi 724 bin tona; çikolata üretimi 554 bin
tona ve şekerli mamuller üretimi ise 370 bin tona yükselmiştir (Tablo 1)
(www.ekonomi.gov.tr, 2013; www.ankaratb.org.tr, 2008: 3-4).
Tablo 1. Türkiye’nin Bisküvi, Çikolatalı ve Şekerli Mamuller Üretimi (Bin Ton)
Ürünler
2005 2006
2007 2008 2009 2010 2011 2012 2013
Bisküvi
(Tatlı Bisküvi Dâhil)
442
464
526
670
614
602
653
669
724
Çikolata (Beyaz
Çikolata Hariç)
248
269
288
363
363
409
453
495
554
Şekerli Mamuller
187
208
217
244
239
229
276
305
370
Kaynak: TÜİK, Sanayi Ürünleri Yıllık Üretim ve Satış İstatistikleri, 2005 – 2013,
http://www.tuik.gov.tr/PreTablo.do?alt_id=1066, (09.01.2016).
182 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi
Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 179-208
Tablo 1’de de görüldüğü gibi, Türkiye’de bisküvi (gofret dâhil), çikolatalı ve
şekerli mamuller üretimi yıllar itibari ile artış göstermesine rağmen üretilen bu
ürünlerin raf ömürlerinin kısa olması ve hacimli oluşları nedeni ile çok büyük
kapasiteli depolara ihtiyaç duyulduğu için stoklama imkanları sınırlı tutulmakta ve
söz konusu ürünlerin üretim miktarı talep ve satış durumuna göre belirlenmektedir
(Sertakan, 2006: 4). Dolayısıyla, tahıla dayalı ürünler içinde en fazla katma değer
yarattığı kabul edilen sektör, yatırımların özellikle ihracata yönelik yatırımların
odağı olmuştur. 1994-1995’li yıllarda Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği
(SSCB)’nin dağılmasıyla birlikte kurulan yeni ülkeler sektör için önemli bir pazar
konumuna gelmiştir. Son yıllarda özellikle, Eski Doğu Bloku ülkelerinin büyük
miktarda ürün talebi de üretim hızını katlayarak artırmıştır (Tablo 2).
Tablo 2. Türkiye’nin Bisküvi, Çikolata ve Şekerli Mamuller İhracatı (Miktar, ton; Değer,
bin dolar)
Ürün
Tatlı Bisküvi
(Gofret Dahil)
Çikolatalı
Mamuller
Bisküvi
Şekerli Mamuller
(Beyaz Çikolata
Dahil)
Yıl
Miktar
Değer
Miktar
Değer
Miktar
Değer
Miktar
Değer
2002
70.150
46.477
3.456
31.649
41.639
79.104
46.131
98.831
2003
95.034
70.646
4.567
49.931
61.698
129.795
55.645
121.783
2004
111.765
82.088
3.939
50.638
72.059
161.281
67.654
157.157
2005
110.111
85.689
4.245
58.046
81.489
191.844
74.750
177.343
2006
115.621
90.527
4.358
63.734
105.445 241.714
85.672
193.704
2007
136.062 121.033
5.266
82.185
136.135 324.642
94.826
241.377
2008
124.936 149.909
5.473
105.592 128.959 355.512 102.196 287.867
2009
119.254 138.918
5.098
100.092 122.826 328.654
2010
145.241 171.130
5.150
98.536
137.220 364.472 102.992 279.009
2011
180.458 256.445
3.522
66.185
149.398 433.839 120.492 328.888
2012
198.336 265.764
3.186
58.947
157.292 478.895 145.485 403.018
2013
222.578 297.584
3.284
62.213
180.294 542.728 172.519 489.756
2014
231.733 311.015
3.332
61.737
191.532 576.761 187.224 536.918
Kaynak:
TradeMap,
256.409
http://www.trademap.org/Country_SelProductCountry_TS.aspx,
(22.12.2015).
183 94.288
K. ÖNDER.
Bisküvi, çikolata ve şekerli mamuller sektörüne ait ilk önemli ihracat 1980
yılında 2700 ton olarak gerçekleşmiştir. 1997 yılında Rusya ve Orta Asya
Cumhuriyetlerini hedef pazar seçen Türkiye’nin ihracatı, 1998 yılında yaşanan
küresel krize kadar önemli bir gelişme göstermiştir. Küresel ekonomik kriz yurt içi
ve yurt dışı talebi olumsuz yönde etkilemiştir. Yine aynı dönemde özellikle bisküvi
sektörünün önemli bir girdisi olan buğdaya Toprak Mahsulleri Ofisi (TMO)’nin
dünya fiyatlarının üzerinde bir fiyat belirlemesinin sonucu olarak sektör
maliyetlerinin artması, bu döneme ait üretim miktarının düşmesine neden olmuştur.
Sektör bu durumdan kurtulabilmek için yeni pazar arayışına girmiş ve düşük kar
marjı ile Afrika ve Balkan ülkeleri pazarından pay elde etmeye çalışmıştır.
Türkiye’nin pazar payı elde etme çalışmaları sonuçsuz kalmamış ve sektöre ait
ürün ihracatında hızlı bir artış izlenmiştir. Sektörde yaşanan bu artış 2008 finansal
krizine kadar devam etmiştir. 2008 yılında sektörün ihracat miktarında bir düşüş
yaşanmasına rağmen bu düşüş kriz sonrası süreçte miktar ve değer bakımından
telafi edilmiştir (www.ekonomi.gov.tr, 2003). Bisküvi sektöründe ise 2008 yılına
kadar ihracat artmış, sektörde yer alan diğer ürünlerin tersine takip eden yıllarda ise
giderek azalmıştır.
Sektöre ait ürün ihracatı ülke bazında incelediğinde; 2002-2014 döneminde
ihraç edilen bazı ürünlerin ülke yelpazesinde ciddi bir değişim yaşandığı
görülmektedir (Tablo 3). 2002 yılına kadar sektöre ait ürünlerin ihracatı
yapılmayan Irak, 2003 yılından itibaren sektörün en önemli pazarı haline gelmiş ve
2014 yılı itibariyle çikolatalı ve şekerli mamuller ihracatının %17,13’ü (190 milyon
dolar), bisküvi ihracatının %27’si (125 milyon dolar) bu ülkeye yapılmıştır. 2002
yılı itibariyle en büyük sektör ihracatçısı olan Suudi Arabistan ile ihracat ise dalgalı
bir seyir izlemiştir. 2014 yılında yapılan 51 milyon dolarlık ihracat,
Suudi
Arabistan’ı çikolatalı ve şekerli mamuller ihracatında dördüncü sıraya, bisküvi
ihracatında ise üçüncü sıraya geriletmiştir. İhracat yapılan ülkelerin geneline
bakıldığında; ağırlıklı olarak Ortadoğu, Afrika, Orta Asya Cumhuriyeti ile bazı
Avrupa Birliği ülkelerine yapıldığı görülmektedir.
184 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi
Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 179-208
Türkiye bisküvi, çikolatalı ve şekerli mamuller tüketiminde çoğu dünya
ülkesinin gerisinde yer almaktadır. Bu nedenle, Türkiye çikolatalı ve şekerli
mamuller ihracatçısı özellikle de tatlı bisküvi ihracatçısı olarak bilinmektedir
(http://www.kalkinma.com.tr,
01.04.2016).
Ancak
son
dönemlerde
sektör
ithalatında küçümsenmeyecek oranlarda artış yaşanmıştır. 2002-2014 dönem
verileri incelendiğinde; 2002 yılında 3,6 milyon dolar olan tatlı bisküvi ihracatı
%14,2 artarak 25,2 milyon dolara yükselmiş, bisküvi ithalatı %8 artarak 0,3 milyon
dolara, çikolatalı mamuller ithalatı % 10 artarak 16,9 milyon dolara ve şekerli
mamuller ithalatı ise %8 artarak 98 milyon dolara ulaşmıştır (Tablo 4).
Tablo 4. Türkiye’nin Bisküvi, Çikolata ve Şekerli Mamuller İthalatı (Miktar: ton; Değer:
bin Dolar)
Tatlı Bisküvi
(Gofret Dahil)
Ürün
Yıl
Çikolatalı
Mamuller
Bisküvi
Miktar Değer Miktar Değer Miktar
Değer
Miktar
Değer
2002
1.189
3.588
1.809
2.109
5.821
20.274
1.077
2.523
2003
1.270
4.221
2.045
2.785
6.366
24.060
1.295
3.212
2004
1.578
6.041
3.597
7.123
9.264
36.137
1.591
4.166
2005
2.469
9.672
3.975
5.427
9.725
41.544
1.985
4.771
2006
3.116
11.798
4.776
6.653
13.055 58.484
1.488
5.015
2007
3.580
14.298
5.664
9.519
13.276 64.349
1.892
7.394
2008
4.663
18.705
8.286
16.661 15.310 80.343
4.059
16.627
2009
4.930
18.624
8.941
19.460 15.784 77.208
3.462
15.139
2010
5.792
20.526 11.937 27.098 18.516 89.227
2.373
10.074
2011
5.913
21.630 13.145 33.485 19.635 91.693
2.953
13.010
2012
5.632
19.718 15.032 42.180 21.196 100.653
2.542
10.719
2013
7.642
27.047 18.029 47.095 20.750 111.379
3.010
13.623
2014
6.913
25.207 15.716 34.260 16.227 98.108
3.666
16.895
Kaynak:
TradeMap,
http://www.trademap.org/Country_SelProductCountry_TS.aspx,
(10.01.2016).
185 Şekerli Mamuller
(Beyaz Çikolata
Dahil)
2011
72.457
26.683
19.367
13.045
11.928
11.384
8.766
8.320
8.285
7.873
7.761
7.645
7.645
6.656
Ülke
Irak
Yemen
Suudi Arabistan
Almanya
Cezayir
Azerbaycan
Albania
Filistin
İsrail
Libya
Senegal
Romanya
ABD
Bulgaristan
4.978
7.918
7.918
3.734
11.643
9.718
7.567
7.178
12.590
12.048
10.952
18.959
20.674
78.160
2012
2013
5.745
11.602
11.602
2.782
8.912
10.400
8.343
8.348
16.542
11.521
11.786
17.247
24.573
89.015
Bisküvi (Tatlı Bisküvi Dahil)
4.747
10.747
10.747
2.730
7.088
5.574
9.439
8.728
18.058
11.363
11.548
21.572
32.074
80.894
2014
186 Kazakistan
Bulgaristan
Yemen
Türkmenistan
Tacikistan
Azerbaycan
İsrail
İran
Libya
Romanya
Suudi Arabistan
Birleşik Arap Emirlikleri
Cezayir
Irak
Ülke
13.270
12.484
12.950
14.527
15.758
24.316
21.833
23.051
23.721
10.277
26.791
27.324
49.232
128.673
2011
13.581
12.728
17.319
13.151
15.519
25.839
23.526
19.364
39.690
9.073
30.835
24.460
37.144
149.379
2012
Çikolatalı ve Şekerli Mamuller
Tablo 3. Ülkeler İtibariyle Türkiye’nin Bisküvi, Çikolatalı ve Şekerli Mamuller İhracatı (Değer, bin dolar)
K. ÖNDER.
17.670
14.074
19.621
12.115
11.816
37.131
34.179
21.332
42.257
8.341
36.715
22.944
42.716
188.455
2013
17.707
13.582
22.744
11.677
9.929
35.671
32.696
33.360
34.766
6.036
51.259
27.378
42.291
190.812
2014
72.457
26.683
19.367
13.045
104.815
322.630
Irak
Yemen
Suudi Arabistan
Almanya
Diğerleri
Toplam
324.711
110.674
10.952
18.959
20.674
78.160
2012
359.797
121.379
11.786
17.247
24.573
89.015
2013
372.752
137.443
11.548
21.572
32.074
80.894
2014
Toplam
Diğerleri
Suudi Arabistan
Birleşik Arap Emirlikleri
Cezayir
Irak
Ülke
762.727
358.520
26.791
27.324
49.232
128.673
2011
187 881.913
450.305
30.835
24.460
37.144
149.379
2012
Çikolatalı ve Şekerli Mamuller
Kaynak:TradeMap,http://www.trademap.org/Country_SelProductCountry_TS.aspx,(22.12.2015).
2011
Ülke
Bisküvi (Tatlı Bisküvi Dahil)
1.032.484
523.118
36.715
22.944
42.716
188.455
2013
1.113.679
583.771
51.259
27.378
42.291
190.812
2014
Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi
Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 179-208
K. ÖNDER.
Sektör ithalatının ülke ağırlığına bakıldığında ağırlıklı olarak AB ülkelerine
yapıldığı ve en fazla ithalat yapılan ilk dört ülkenin bisküvi sektöründe; Belçika,
Almanya, Hollanda ve Polonya olduğu; çikolatalı ve şekerli mamuller sektöründe
ise Almanya, Hollanda, Belçika ve İtalya’nın olduğu görülmektedir. 2014 yılı için
bu dört ülkenin toplam bisküvi sektörü ithalatı içindeki payı % 75, çikolatalı ve
şekerli mamuller sektör ithalatı içindeki payı ise %65’dir. Yıllardır çikolatalı ve
şekerli mamuller sektörünün lideri olan Almanya, Bisküvi sektöründe 11.664 bin
dolarlık ithalatıyla yerini 15.507 bin dolarlık ithalat yapılan Belçika’ya kaptırmıştır
(Tablo 5).
3. LİTERATÜR TARAMASI
Literatürde yoğunlaşma oranının belirlenmesi konusunda çeşitli sektörleri ele
alan yerli ve yabancı birçok çalışma bulunmaktadır. Söz konusu çalışmaların bir
kısmının tek denklem, eşanlı denklem sistemi ve panel veri yöntemlerini
kullanarak; diğer bir kısmının ise N firma yoğunlaşma oranı, HerfindahlHirschman indeksi gibi nispi ve kapsamlı yoğunlaşma indekslerinden yararlanarak
piyasa
yoğunlaşma
derecesini
belirleyip
piyasa
yapısını
değerlendirdiği
görülmektedir. Ancak araştırma kapsamında yapılan ulusal ve uluslararası yazında,
Bisküvi, Çikolatalı ve Şekerli Mamuller Sektörü’nün bir bütün olarak
incelenmediği, piyasa yoğunlaşması açısından analiz edilmediği ve ulusal yazında,
sektöre yönelik çalışmaların nicel araştırma yöntemi kullanılarak; marka
bağımlılığının veya tüketici eğilimlerinin incelendiği görülmektedir (Özel, 2006;
Ondoğan, 2008; Ünal, Deniz ve Can, 2008).
Çeşitli sektörler için piyasa yoğunlaşması konusunu inceleyen yerli ve yabancı
çalışmalara Tablo 6’da yer verilmiştir.
188 11.191
15.579
5.561
9.189
5.397
2.701
990
857
751
2.899
55.115
Belçika
Almanya
Hollanda
Polonya
İtalya
Bulgaristan
İsviçre
Fransa
Birleşik Krallık
Diğerleri
Toplam
61.898
3.335
920
369
814
2.953
5.586
6.263
5.234
21.647
14.777
2012
74.142
6.302
894
403
1.171
3.288
6.712
6.997
9.654
17.878
20.843
2013
59.467
6.206
730
762
741
2.871
5.989
7.076
7.921
11.664
15.507
2014
Toplam
Diğerleri
Slovenya
Bulgaristan
Polonya
ABD
İsviçre
İtalya
Belçika
Hollanda
Almanya
Ülke
104.703
11.534
7.641
5.200
34.755
2.709
4.657
5.151
9.316
10.563
13.177
2011
189 111.372
9.207
1.341
1.310
25.689
4.204
4.475
21.120
10.940
13.782
19.304
2012
125.002
14.485
605
1.223
14.056
6.203
8.570
19.842
14.564
16.095
29.359
2013
Çikolatalı ve Şekerli Mamuller
Kaynak: TradeMap, http://www.trademap.org/Country_SelProductCountry_TS.aspx, (10.01.2016).
2011
Ülke
Bisküvi
Tablo 5. Ülkeler İtibariyle Türkiye’nin Bisküvi, Çikolatalı ve Şekerli Mamuller İthalatı (Değer, bin dolar)
115.003
16.183
869
1.510
7.025
7.311
7.850
8.981
10.607
19.926
34.741
2014
Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi
Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 179-208
Polat (2007)
Kösekahyaoğlu
(2007)
Çil
Yavuz
(2000)
Aktaş
ve
Yurdakul 2001)
190 1980-2015 dönem verileri kullanılarak Türkiye’nin dış ticaretinde ürün ve ülke yoğunlaşma
düzeyi incelenmiş ve ürün çeşitlenmesi açısından Türkiye’nin dış ticaretinde olumlu sonuç elde
edilmiştir.
2001-2005 dönem verilerini kullanarak Türkiye çimento sektörünün piyasa yapısını
belirlemiştir. CR firma yoğunlaşma analizine göre firma yapısı monopolcü rekabet ile oligopol
piyasası sınırında yer alırken HH indeksine göre daha rekabetçi bir yapının varlığı
belirlenmiştir.
Türk bankacılık sistemindeki yabancı girişimcilerin yoğunlaşma düzeyini 1980-1997 dönem
verileri kullanılarak analiz edilmiştir. Yurtiçi bankacılık sisteminde yaşanan rekabet ortamının
bankacılık sistemi içindeki yabancı girişimcilik yoğunlaşma düzeyini azalttığını ileri
sürmüştür.
Türkiye’de uygulamaya konulan dış ticaret politikalarının ihracat ve ithalata etkisi 1980 öncesi
ve sonrası dönem için incelenmiştir.
1985-1997 yılları arası Türkiye ve Dünya’daki un sanayi sektörü yoğunlaşma açısından
incelenmiş ve çok düşük oranda da olsa sektörün yoğunlaştığı tespit edilmiştir.
Gini-HH
yoğunlaşma
indeksi
N-firma
yoğunlaşma oranı
ve HH indeksi
Gini-HH
yoğunlaşma ind..
HH, N firma
yoğunlaşma ind.
HirschmanHerfindahl (HH)
İndeksi,
Rosenbluth
indeksi (RI) ve
Entropi İndeksi
Regresyon
analizi
1970-1990 dönemi verileri kullanılarak Türkiye imalat sanayi (kimya, dokuma-giyim, camseramik, demir-çelik ve taşıt araçları) alt sektörleri için ihracat ve yoğunlaşma arasındaki
ilişkiyi belirlemiştir.
Denizer (1999)
Çoklu Regresyon
analizi
284 imalat sanayi sektörünün 1958-1981 dönemine ait verilerini kullanarak fiyat-maliyet marjı
ile yoğunlaşma arasındaki ilişkiyi analiz etmiştir.
Donowitz,
Hubbard
ve
Petersen (1987)
Erlat (1991)
Yöntem
Kapsam
Yazar
Tablo 6. Yoğunlaşmanın Analiz Edildiği Çeşitli Ampirik Çalışmalar
K. ÖNDER.
ve
Sung (2014)
Taru ve Lawal
(2011)
Nolan, Santos
ve Shi (2012)
Pehlivanoğlu ve
Tekçe (2013)
Küçükkiremitçi,
Karaca
ve
Eşiyok (2010)
Kaynak ve Ari
(2011)
Durukan
Hamurcu
(2009)
Akal (2008)
Yazar
191 1980-2005 verileri kullanılarak, Türkiye’nin Ortadoğu sınır ülkeleri ile olan dış ticaretindeki
yoğunlaşma düzeyi fasıl bazında analiz edilmiş ve yoğunlaşmanın tarımsal fasıldan sanayi
fasıllarına doğru kaydığı sonucuna ulaşılmıştır.
Türkiye ve Kazakistan, Kırgızistan, Türkmenistan, Tacikistan ve Özbekistan’ın mobil iletişim
piyasalarının yoğunlaşma oranı ve piyasa yapısı 2002-2007 dönemi için analiz edilmiş ve
Türkiye, Kazakistan, Kırgızistan ve Türkmenistan’ın rekabetçi olmayan, oligopol bir piyasa
yapısına Tacikistan ve Özbekistan’ın ise orta derecede yoğunlaşmış bir oligopol yapısına sahip
olduğu sonucuna ulaşılmıştır.
2007 yılı verilerini kullanarak, Türkiye’nin ihracatında ilk beşte yer alan ülkelere yapılan
ihracatın sektörel profili ortaya konulmuş ve Türkiye’nin sektörel ve bölgesel yoğunlaşması
analiz edilmiştir.
2003-2011 dönem verilerinin kullanıldığı çalışmada Türk otomotiv sektörünün piyasa yapısı
yoğunlaşma oranı ile incelenmiş ve çalışma sonuçlarına göre, yerli binek araç piyasası ve yerli
hafif ticari araç piyasası için orta yoğunluklu monopolcü rekabetçi bir yapı, İthal binek ve ithal
hafif ticari araç piyasalarında ise düşük yoğunlaşma derecesi söz konusudur.
Nijerya perakende ve toplan patates piyasasındaki yoğunlaşma düzeyi incelenmiş ve piyasanın
yüksek yoğunlaşmaya sahip oligopolist bir piyasa olduğuna tespit etmişlerdir.
2002-2009 dönem verileri ile Amerika mısır piyasasının yoğunlaşma düzeyi hesaplanmış ve
piyasa yoğunlaşması ile piyasa yenilikleri arasında pozitif bir ilişki bulunmuştur.
1993-2011 dönemleri için İstanbul Ticaret Odası verilerini kullanarak Türkiye Elektrik
piyasasının yapısını analiz etmiştir. Analizde; piyasanın güçlü bir oligopolist duruma yakın
dolayısıyla da rekabetçi yapıdan uzak olduğu sonucuna ulaşılmıştır
1998-2014 dönemi için 24 OECD ülkesinin 1998-2014 dönem verileri kullanılarak mobil
iletişim piyasasındaki yoğunlaşma hesaplanmıştır. Ampirik sonuçlar mobil iletişim piyasasının
yoğunluk derecesinin yüksek olduğu desteklemektedir.
Kapsam
N-firma
yoğunlaşma oranı
ve HH indeksi
Regresyon
analizi
Gini Katsayısı ve
Lorenz Eğrisi
N yoğunlaşma
N-firma
yoğunlaşma oranı
ve HH indeksi
N-firma
yoğunlaşma oranı
ve HH indeksi
N-firma
yoğunlaşma oranı
ve HH indeksi
Yapısal Analiz
Yöntem
Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi
Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 179-208
K. ÖNDER.
4. YOĞUNLAŞMA VE YOĞUNLAŞMA ÜZERİNDE ETKİLİ OLAN
UNSURLAR
Piyasa yapısı; sektördeki firma sayısı, ürün farklılaşması, giriş koşulları ve
firmaların dikey olarak bütünleşme dereceleri incelenerek açıklanabilir. Piyasa
yapısını belirlemek için en sık kullanılan ölçü, piyasa yoğunlaşmasıdır.
Yoğunlaşma, alıcı ve satıcıların sayısı ve büyüklük dağılımı ile ilgili bir kavramdır.
Yoğunlaşma derecesi, hem satıcıları hem de alıcıları yönetim ve performans
yönünden etkilemesine rağmen alıcılar açısından yoğunlaşmayı ölçmenin oldukça
zor olması, çalışmaların satıcılar üzerine yönelmesine neden olmaktadır.
Satıcılar açısından yoğunlaşma, toplam yoğunlaşma ve piyasa yoğunlaşması
olmak üzere ikiye ayrılabilir. Toplam yoğunlaşma; toplam satışlardaki,
varlıklardaki, istihdamdaki vb. değişkenlerdeki yoğunlaşmayı yansıtırken; piyasa
yoğunlaşması, bazı endüstri veya piyasalardaki en büyük firmaların önemini
yansıtmaktadır.
Genel anlamda yoğunlaşma kavramı, bir piyasadaki alıcı ve satıcı firmaların
sayısı ve büyüklük dağılımı ile ilgilidir. Ayrıca yoğunlaşma, belli bir bütüncüllük
düzeyindeki ekonomik faaliyetin büyük bir oranının, bu faaliyete katılan birimler
içindeki az sayıda birim tarafından kontrol altında tutulması (Bain, 1968: 78) veya
endüstriyel yapı ve performansın ne derece tam rekabetçi, ne derece monopolcü
şartlara yaklaştığını belirten bir ölçüttür (Bailey ve Boyle, 1971; Marfels, 1975:
485). Başka bir ifade ile yoğunlaşma, bir piyasada hâkim firma sayısının bir
göstergesidir. Buradan hareketle, az sayıda firmanın faaliyet gösterdiği bir
piyasada, yoğunlaşmanın yüksek; çok sayıda firmanın faaliyette bulunduğu
piyasada ise yoğunlaşmanın düşük olduğu söylenebilir. Ancak piyasadaki firma
sayısının tek başına yoğunlaşmanın göstergesi olarak alınması, bazı eksiklikleri
içinde barındırmaktadır. Piyasada faaliyet gösteren firma sayısı aynı olmasına
rağmen firmaların büyüklükleri ya da piyasa payları birbirlerinden farklı
olabilmektedir. Böyle bir durumda yoğunlaşma düzeyinin belirlenebilmesi için
firma büyüklüklerinin ortaya konulması gerekmektedir. Piyasada faaliyet gösteren
192 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi
Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 179-208
firmaların piyasa payları birbirine ne kadar yakın ise, o piyasada yoğunlaşmanın
düşük olduğu, firma piyasa paylarının birbirinden farklılaştığı durumda ise
yoğunlaşma oranının yüksek olduğu kabul edilir (Çermikli, 2014: 16-19).
Piyasa koşullarına göre farklı piyasa türlerinin görüldüğü ticari hayatta, üretici
davranışları piyasadan piyasaya farklılık göstermekte ve buna bağlı olarak da
yoğunlaşmaya yol açan nedenler farklılaşmaktadır. Bu unsurların göreli ağırlığı bir
endüstriden
diğerine
farklılık
gösterebileceği
gibi,
zaman
içinde
de
değişebilmektedir. Yoğunlaşmaya yol açan unsurların başında; ölçek ekonomileri,
firma birleşmeleri, endüstriye giriş engelleri, ekonominin büyümesi, yeni
teknolojinin uygulanması, reklamlar, ekonomi yönetimi ve hukuki düzenlemeler
gibi birçok faktör sayılabilir (Hatırlı, 2014: 295).
Yoğunlaşmayı etkileyen faktörlerden biri ölçek ekonomileridir. Bir firmanın
ortalama maliyeti üretim düzeyi arttıkça; artabilir, azalabilir veya sabit kalabilir.
Eğer
firmanın
üretim
hacmi
arttıkça,
ortalama
maliyeti
düşüyorsa
(artıyorsa/değişmiyorsa) firmanın ölçek ekonomisinin olduğu veya ölçeğe göre
artan getiriye (ölçeğe göre azalan getiriye/ ölçeğe göre sabit getiriye) sahip olduğu
ifade edilir. Dolayısıyla, ölçek ekonomileri, üretim hacmi arttıkça uzun dönem
ortalama maliyetin düşeceğini gösterir. Firmaların ölçek ekonomileri dolayısıyla
sağlamış oldukları avantajlar arttıkça maliyetler düşecek, verimlilik artacak ve daha
fazla üretebileceklerdir. Bunun sonucu olarak, bu firmaların piyasa paylarında artış
yaşanacak ve firmaların piyasa yoğunlaşma derecesi artacaktır (Davut, 2002: 219).
Bazen belirli bir piyasada faaliyette bulunan firmaların monopol gücü kazanmak ve
karlarını artırmak amacıyla aralarında anlaşma yaparak piyasadaki rekabeti
sınırlandırmaları da, yoğunlaşmayı etkileyen bir diğer unsur olarak ortaya
çıkmaktadır (Utton, 1970: 31-32; Hannah ve Kay, 1977; Muller, 1976).
Yoğunlaşma derecesi üzerinde etkili olan bir başka faktör, endüstriye giriş
engelleridir. Endüstriye giriş engelleri; endüstride mevcut firmaların, yeni firma
girişini engelleyen minimum uzun dönem ortalama maliyetin üzerinde bir fiyat
uygulamalarına olanak vermektedir ve bu durum piyasadaki mevcut firmaların
lehine bir rekabet avantajı sağlamaktadır. Piyasaya giriş engellerinin firmalara
193 K. ÖNDER.
sağladığı bu şekildeki bir fayda, piyasada bulunan mevcut firmaların karlarının ve
piyasa paylarının artmasına yol açmaktadır. Bu durumda giriş engeli, bir
endüstrideki bir veya birkaç firmayı rekabette avantajlı duruma getirerek
yoğunlaşma derecesinin artması ya da korunması üzerinde etkili olabilmektedir
(Bain, 1968: 204).
Yoğunlaşma derecesi üzerinde etkili olan bir diğer unsur da ekonominin
büyümesi ve piyasaların genişlemesidir. Ekonominin ve piyasaların sürekli
büyümesi halinde, firmalar ekonomideki ve piyasadaki büyümeye aynı düzeyde
ayak uyduramazlarsa bu durum, yeni firmaların piyasaya girmesine, dolayısıyla
firmaların piyasa paylarının azalmasına ve yoğunlaşma derecesinin düşmesine
neden olabilmektedir (Bain, 1968: 210; Low, 1970: 111).
Araştırma geliştirme (Ar-ge) faaliyetlerinde bulunma ve geliştirilen yeni
teknoloji düzeyi, ürün çeşitliliğinde ve üretim miktarında bir artış sağlamakta,
üretim maliyetlerinde düşüşe neden olmakta ya da veri girdi miktarı ile daha fazla
çıktı elde etme imkanı sağlamakta ve teknolojiyi üretimde rekabet üstünlüğü
sağlayan temel girdi konumuna taşımaktadır.
Teknolojinin hızla gelişmesi ve
uluslararası rekabet, firmaları diğer firmalara göre rekabet açısından daha üstün
kılmaktadır. Bu durum, firmaların teknolojik yenilik yapma isteğini artırmakta ve
yatırıma yönlendirmektedir. Ancak rekabetçi piyasadaki küçük firmalar yatırım
yapabilecek kaynaklara sahip değildir. Piyasadaki güçlü üstün teknoloji, zaman
içinde piyasadaki diğer küçük firmaların piyasa dışına çıkmasına ya da bu
firmaların kapanmasına yol açmaktadır. Bu durum da, piyasa yoğunlaşma
derecesinin yeni teknoloji kullanan firmaların lehine artmasına neden olmaktadır
(Taymaz, www.rekabet.gov.tr, 26.03.2016).
Yoğunlaşmayı etkileyen unsurlar konusunda ileri sürülen bir başka görüş, temel
girdinin kontrolü ve yasal engellerdir. Üretimde kullanılan temel girdinin tek bir
firmanın veya hakim firmanın kontrolünde olması yoğunlaşmayı etkilerken; bir
malın üretiminin patent ve telif hakları ile tek bir firmaya verilmesi de
yoğunlaşmayı etkilemektedir (Hatırlı, 2014: 294). Ayrıca firmalara geniş alıcı
194 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi
Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 179-208
kitlelerine ulaşma ve ürününü tanıtma şansı veren reklamlar ve hükümetlerin
uyguladıkları etkin olmayan yönetim de piyasa yoğunlaşmasına neden olurken
hukuki düzenlemeler, piyasa yoğunlaşma derecesinin azalmasında etkilidir.
5. YOĞUNLAŞMA İNDEKSLERİ
Yönetim ve performansı etkileme yönünden alıcılar açısından yoğunlaşma
derecesi, satıcılar açısından yoğunlaşma derecesi kadar önemli olmasına rağmen
literatürde alıcılar açısından yoğunlaşma derecesi, bilgi toplama ve ölçmede
yaşanan güçlükler gibi nedenler dolayısıyla çalışmalara fazla konu olmamıştır
(Koch,1980: 172). Satıcılar
açısından yoğunlaşma
derecesi
incelenirken,
monopolleşme eğilimi ile bağlantı kurulmuş ve monopolün kaynak dağılımı ve
refah üzerindeki olumsuz etkileri nedeniyle konu önem kazanmıştır. Ayrıca,
yoğunlaşmayı ölçmenin daha kolay olması da konunun bir çok ampirik çalışmada
konu edinilmesinde rol oynamıştır (Devine vd., 1974: 83).
Yoğunlaşma derecesinin ölçülmesi konusu üzerinde anlaşılmış temel bir
yöntem bulunmamakla birlikte firma büyüklüğünü ölçmek için çeşitli yoğunlaşma
ölçütleri bulunmaktadır. Bu ölçüler; mutlak ve göreli olmak üzere iki şekilde
sınıflandırılmaktadır. Göreli yoğunlaşma ölçüleri, endüstrideki firmaların büyüklük
dağılımındaki eşitsizliği yansıtmaya yönelikken; mutlak yoğunlaşma ölçüleri ise az
sayıda büyük firmanın, endüstrideki satışları ne oranda kontrol altında tuttuğunu
yansıtmaya yöneliktir (Utton, 1970: 35; Pickering, 1974: 5).
Uygulamada en sık kullanılan yoğunlaşma oranı, sektördeki en büyük n
firmanın piyasa paylarının toplamıdır ve cebirsel açıdan değerlendirildiğinde lineer
bir ölçüm yapmaktadır (Shy, 1995: 172):
C
S i
1,2,3, … n 1
Eşitlik 1’de yer alan C , “k” sayıdaki firmanın pazar paylarının yoğunlaşma
oranını; S , “i”ninci firmanın endüstrideki pazar payını, “n” endüstrideki firma
sayısını ifade etmektedir. n-firma yoğunlaşma oranı genelde 4 veya 8 firma için
195 K. ÖNDER.
hesaplanmaktadır. Bu oran sıfır ile yüz arasında değerler almaktadır. n-firma
yoğunlaşma oranı piyasanın en yüksek payına sahip ilk dört firma için
hesaplandığında elde edilen değerdir; eğer 30’dan küçük ise düşük düzeyde
yoğunlaşmadan, 30 ile 50 arasında ise orta düzey yoğunlaşmadan, 50 ile 70
arasında ise yüksek düzeyli bir yoğunlaşmadan ve 70’den büyük ise çok yüksek
düzeyde yoğunlaşmadan bahsedilir (TÜİK Haber Bülteni, 2010:2).
Yoğunlaşma oranı, kısmi yoğunlaşma ölçüsüyken; Hirschman-Herfindahl ve
Rosenbluth indeksleri kapsamlı yoğunlaşma ölçüleridir (Davut, 2002: 225).
Herfindahl-Hirchman İndeksi (HH), Hirschman’ın 1945’deki çalışması ve ondan
bağımsız olarak Herfindahl’ın 1950’deki çalışmasıyla ortaya koyulmuş bir
indekstir. 1980 yılından itibaren yoğun olarak kullanılan HH indeksi, endüstrideki
tüm firmaların piyasa paylarının karelerinin toplamından oluşmaktadır ve
endüstrideki bütün firmalar dikkate alınarak hesaplanmaktadır:
HH
S 2
HH indeksinde, piyasa payı büyük olan firmalara küçük olanlara göre daha
fazla ağırlık verilmektedir. Bu indeks 1000 ile 10000 arasında değerler almaktadır.
İndeks değeri 1800 ile 10000 arasında ise yüksek piyasa yoğunlaşmasından (düşük
rekabetten), 1000 ile 1800 arasında bir değer alıyor ise orta düzey yoğunlaşma
düzeyinden (orta düzey rekabetten) ve 0 ile 1000 arasında bir değer alıyor ise
piyasada düşük yoğunlaşma düzeyinden (yüksek rekabetten) bahsedilmektedir
(Kalkan, www.rekabet.gov.tr, 26.03.2006).
Rosenbluth (1961) tarafından önerilen ve daha sonra Hall ve Tideman (1967)
tarafından düzenlenen Rosenbluth indeksinde (RI) 2 ise firmaların endüstrideki
payları, büyüklük sıralaması içindeki yerleri ile ölçeklendirilmektedir ve aşağıdaki
gibi gösterilmektedir:
2
RI indeksi, 0 ile 1 arasında değerler alır. Değer 1’e yaklaştıkça piyasa tekel durumuna
yaklaşır.
196 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi
Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 179-208
RI
2∑
1
iS
1
3
Bir başka yoğunlaşma ölçüsü, Horvath’ın kapsamlı yoğunlaşma indeksidir
(CCI) (Horvath, 1970):
CCI
S
S 2
Bu indek,
S 4
endüstrideki en büyük firmanın piyasa payı ile diğer firmaların
piyasa paylarının ağırlıklı toplamını gösterir.
’nın, kısmi ve kapsamlı
yoğunlaşma ölçülerini birlikte kullanan bir indeks olduğu görülmektedir ve en üst
sınır değeri bire eşittir (Tirole, 1988: 222). Yoğunlaşma hesaplamak için kullanılan
bir başka ölçüm ise, Entropi katsayısıdır (E). Entropi indeksi, firmaların piyasa
paylarındaki eşitsizlikleri, firma sayılarını ve büyüklüklerini dikkate alan bir
ölçüttür. Entropi katsayısı, ters yoğunluk ölçümü olup E’nin düşük değerlerinde
endüstrideki yoğunlaşmanın daha büyük olduğunu göstermektedir. Entropi
katsayısı, Herfindahl indeksi gibi piyasada faaliyet gösteren küçük ve büyük bütün
firmaları kapsamına almaktadır ayrıca logaritmik değerleri kullandığından
Herfindahl indeksine göre hassas ölçmede daha etkindir (Hexter ve Snow, 1970:
240). Entropi indeksi aşağıdaki şekilde gösterilir:
E
S log 1/S 5
HH, RI ve CCI karşılaştırıldığında, aralarındaki temel farklılığın, firmaların
piyasa payına verilen ağırlıklarla ilgili olduğu görülmektedir. HH indeksinde küçük
firmaların ağırlığı az, RI indeksinde ise daha fazladır. Logaritmik değerlerle
hesaplanan Entropi katsayısı HH yoğunlaşma indeksine göre firmaların görece
büyüklüklerine daha duyarlı olmasından dolayı ön plana çıkmaktadır (Su, 2003;
15). Ölçütlendirme yöntemindeki bu farklılık nedeniyle, küçük firmaların piyasa
paylarındaki değişmeler de indekslere farklı şekilde yansıyacaktır.
197 K. ÖNDER.
Yoğunlaşmanın ölçülmesinde mutlak ve göreli ölçülerden hangisinin daha
uygun olduğu hususu tartışma konusu olmuştur. Bu tartışmada, mutlak ve göreli
yoğunlaşma kavramlarından hangisinin daha uygun olduğu konusu önem
taşımaktadır. Firma sayısının önem taşıdığını iddia edenler, yoğunlaşma oranı gibi
ölçülerin üstünlüğünü savunmaktadırlar. Firmaların büyüklük dağılımındaki
eşitsizliğin önem taşıdığını öne sürenler ise, göreli yoğunlaşma ölçülerini
savunmaktadırlar (Utton, 1970: 49). Needman (1978: 128-29)’a göre yoğunlaşma
indeksleri arasında firmaların piyasa paylarını ağırlıklandırma yöntemi açısından
farklılıklar vardır. Bu nedenle, yoğunlaşma indeksleri, firmaların karar alırken
rakiplerin sayısı ve büyüklük dağılımına verdikleri ağırlığı farklı şekilde yansıtırlar.
Bu nedenle çalışma da, farklı yoğunlaşma indeksleri kullanılarak endüstrinin
yoğunlaşma düzeyi hesaplanmıştır.
6. ARAŞTIRMANIN KAPSAMI VE AMPİRİK ÇALIŞMA SONUÇLARI
6.1. Araştırmanın Kapsamı
Araştırma konusunu oluşturan bisküvi, çikolatalı ve şekerli mamuller üretimi
Kalkınma Bakanlığı sektör sınıflandırmasına göre, tek sektör çatısı altında yer
almamaktadır. Bisküvi üretimi, imalat sanayii gıda sektörü içinde un ve unlu
mamuller alt ayrımında yer alırken; helva, lokum, çiklet, şekerleme, çikolata ve
çikolatalı
mamuller
gibi
diğer
ürünler
ise
Kalkınma
Bakanlığı
sektör
sınıflandırması içinde gıda sektörü¸ şeker ve şekerli mamuller sanayii alt ayrımında
yer almaktadır. Bu nedenle, çalışmada yer alan araştırma konusu ürünlere ilişkin
ISIC Rev.3 sınıflaması temel alınmıştır. Ayrıca bisküvi, çikolatalı ve şekerli
mamuller sektöründe yer alan firmaların ürettikleri ürünlerin büyük oranda iç içe
geçmeleri, firmaların kar amacıyla mal farklılaştırmalarına gitmeleri ve sektördeki
ürünlerin ikamesi yüksek ürünler olmaları nedeniyle her bir ürünün üretim
miktarının ve buna bağlı olarak satış değerlerinin raporlanmasında zorluklar
yaşanmaktadır. Dolayısıyla, çalışmada; İstanbul Sanayi Odası (İSO) tarafından her
yıl belirlenen Türkiye’nin birinci ve ikinci en büyük 500 sanayi firmasının arasında
yer alan ve bisküvi, çikolatalı ve şekerlemeli mamuller piyasasında faaliyet
198 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi
Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 179-208
gösteren firmaların 1997-2014 yılları arasındaki net satış rakamları kullanılarak,
bisküvi (gofret) ve çikolatalı ve şekerli mamuller sektörü bir bütün olarak
incelenmiştir.
İSO’nun (www.iso.org.tr, 2015) web sayfasından ve yazışma ile İSO’dan temin
edilen,
birinci ve ikinci en büyük 500 firma verileri içerisinden sektöre ait
firmalar, Avrupa Topluluğu Ekonomik Faaliyetlerin İstatistiki Sınıflaması (NACE
Rev.2)’nın 10 nolu (Gıda Ürünlerinin İmalatı) koduna ve Birleşik Milletler Tüm
Ekonomik Faaliyetlerin Uluslararası Standart Sanayi Sınıflaması (ISIC Rev.2)’nın
311 nolu (Gıda Maddeleri Sanayi) koduna sahip firmalardan derlenmiştir. Sektöre
ait piyasa yoğunlaşma değerleri hesaplanırken her firmanın net satış değerleri
dikkate alınmıştır (Taymaz, rekabet.gov.tr, 115; İzgi, 2011; Pehlivanoğlu ve Tekçe,
2013: 373).
6.1. Ampirik Çalışma Sonuçları
Sektörde faaliyet gösteren firmaların yoğunlaşma dereceleri Yoğunlaşma Oranı,
HH, Entropi ve RI indeksleri ile hesaplanmıştır. Yapılan analiz sonucu elde edilen
değerler Tablo 7’de verilmiştir.
Tablo 7. Türkiye’de Bisküvi, Çikolatalı ve Şekerli Mamuller Sektöründe Yoğunlaşma
Oranları
Yıllar
Firma
Sayısı*
CR-4
CR-8
HH
İndeksi
Entropi
İndeksi
RI
CCI
1997
13
0,76
0,91
0,180
0,879
0,171
0,463
1998
15
0,76
0,89
0,188
0,887
0,166
0,474
1999
14
0,77
0,92
0,202
0,854
0,181
0,494
2000
9
0,80
0,98
0,211
0,787
0,175
0,507
2001
9
0,76
0,97
0,201
0,808
0,166
0,494
2002
7
0,83
--
0,253
0,707
0,199
0,556
2003
9
0,74
0,97
0,173
0,845
0,154
0,452
2004
9
0,73
0,98
0,16
0,860
0,149
0,427
2005
10
0,72
0,96
0,158
0,875
0,147
0,428
2006
10
0,78
0,96
0,211
0,808
0,168
0,505
199 K. ÖNDER.
2007
11
0,75
0,94
0,174
0,867
0,151
0,455
2008
12
0,73
0,94
0,166
0,893
0,144
0,440
2009
14
0,71
0,92
0,158
0,925
0,136
0,426
2010
13
0,70
0,91
0,153
0,926
0,164
0,413
2011
12
0,69
0,92
0,144
0,93
0,152
0,397
2012
12
0,68
0,93
0,145
0,917
0,154
0,401
2013
13
0,70
0,91
0,147
0,935
0,151
0,398
2014
14
0,70
0,90
0,148
0,940
0,149
0,400
* İstanbul Sanayi Odası birinci ve ikinci 500 Büyük Sanayi Kuruluşu verilerinden yazar
tarafından hesaplanmıştır.
Tablo 7’de Türkiye bisküvi, çikolatalı ve şekerli mamuller üretiminde en büyük
paya sahip dört büyük firmanın CR-4 yoğunlaşma oranı incelendiğinde; Sektörün
1997 yılına ait satış toplamının %76’sının dört firmada yoğunlaştığı, 2002’de bu
oranın %83’e yükseldiği ve takip eden yıllarda ise oranın giderek azaldığı, 2014
yılında bu oranın %70 olarak gerçekleştiği görülmektedir. Hesaplanan CR-4
değerleri, Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK)’nun CR-4 kriterleri dikkate alınarak
incelenecek olursa, net satışlar bazında hesaplanan CR-4 oranının %70’in üzerinde
olduğu ve sektörde çok yüksek düzeyde bir yoğunlaşmanın gerçekleştiği
dolayısıyla piyasanın oligopolist piyasa yapısı özelliğı taşıdığı görülmektedir.
Tabloda bulunan CR-8 değerleri incelendiğinde, yıllar itibariyle %90 seviyesinin
üzerinde seyrettiği görülmektedir (2002 yılı için CR-8 yoğunlaşma oranı sektörde
faaliyet gösteren sekiz firmanın bulunmaması nedeniyle hesaplanamamıştır).
Bunun anlamı, piyasada N-firma yoğunlaşma analizi kapsamında çok yüksek
düzeyde bir yoğunlaşma olduğudur.
HH indeksi baz alınarak yapılan hesaplama sonucu elde edilen değerler
incelendiğinde; analize konu olan sektörde 2002 yılına kadar yüksek piyasa
yoğunlaşmasının var olduğu ve piyasadaki rekabet düzeyinin düşük olduğu; 2002
yılından sonra ise (2006 ve 2007 yılları hariç) orta düzey piyasa yoğunlaşmasının
mevcut olduğu ve piyasanın orta düzey rekabete sahip olduğu görülmektedir. HH
indeksi gibi piyasada faaliyet gösteren tüm firmaları dikkate alan Entropi indeksi
200 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi
Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 179-208
değerleri, zamanla artan bir trend göstermektedir. Entropi indeksi değerlerinin
artması, yayılma oranının arttığını; bir başka ifade ile entegrasyon düzeyinin
yüksek olduğunu ifade etmektedir (Laaser ve Schrader, 2002: 16-18).
RI indeks değerleri incelendiğinde; bu değerin de HH indeksi gibi 2002 yılına
kadar yüksek seyrederken, takip eden yıllarda azaldığı dikkat çekmektedir. Bu
durum, 2002 yılına kadar yoğunlaşmanın yüksek olduğunu ancak yoğunluğun 2014
yılına kadar azaldığını ifade etmektedir. CCI indeksi hesaplarına göre, yoğunlama
oranlarının dalgalı bir seyir izlediği ve 2006 yılından itibaren azalan oranda
azaldığı görülmektedir. Diğer indeksler gibi piyasanın orta düzey bir rekabete sahip
olduğunu göstermektedir.
Dünya bisküvi ihracatında dokuzuncu sırada yer alan Türkiye’nin üretim
miktarını
belirleyen
en
önemli
aktör,
yurt
dışı
tüketimdir
(http://www.trademap.org, 10.12.2016). Talebe göre üretimini gerçekleştiren
bisküvi, çikolatalı ve şekerlemeli mamuller sektörünün piyasa yapısının monopolcü
rekabet ile oligopol arasında yer aldığı görülmektedir.
7. SONUÇ VE DEĞERLENDİRME
Çalışmada, İstanbul Sanayi Odası tarafından her yıl belirlenen, Türkiye’nin
birinci ve ikinci en büyük 500 sanayi firmasının arasında yer alan ve bisküvi,
çikolatalı ve şekerlemeli mamuller piyasasında faaliyet gösteren firmaların 19972014 dönemi net satış verileri kullanılarak sektörün yapısı analiz edilmiştir.
Çalışmada
kullanılan
yöntemlerin
kriterleri
göz
önünde
bulundurularak
incelendiğinde; Bisküvi, çikolatalı ve şekerli mamuller sektörünün, CR-4 ve CR-8
yoğunlaşma analizlerine göre oligopolist piyasa yapısı özelliğini taşıdığı ancak
incelenen dönemin sonlarına doğru monopolcü rekabet yapısına büründüğü, HH
analizine göre ise piyasanın orta düzey yoğunlaşmaya sahip olduğu diğer bir ifade
ile oligopol bir yapı içinde olduğu söylenebilir. Sektörde ortaya çıkan piyasa
yapısı; sektör ürünleri insan sağlığını yakından ilgilendirdiği için ilgili Bakanlık ve
resmi kurum ve kuruluşlardan alınması gereken ruhsat ve izinlerin varlığı, sektör
yatırımlarının büyük sermaye gerektirmesi, üretim sürecinde kullanılan temel
201 K. ÖNDER.
girdilerin dünya fiyatlarının üzerinde olması, taşımacılık maliyetlerinin yüksek
olması ve üretim sürecinde kullanılan katkı maddelerinde dışa bağımlı olunmasının
(yeni firmaların sektöre girişlerinde büyük külfet getirmesinin bir sonucu olarak)
piyasaya yeni girişleri engellenmesine bağlanabilir. Ayrıca sektörde bulunan orta
ve küçük kapasiteli işletmelerin büyük ve modern teknolojiye sahip işletmelerle
teknolojik açıdan rekabet edememeleri de piyasa yapısının oligopol olmasında
diğer bir faktördür. Bu engeller dolayısıyla satılan orta ve küçük kapasiteli
işletmeler piyasa içinde bulunan büyük firma grupları tarafından satın alınmakta,
bu da piyasa yoğunlaşmasının artmasına ve piyasa yapısının rekabetten uzaklaşarak
oligopolist bir yapıya dönüşmesine neden olmaktadır. Bu durumda yapılması
gereken, Rekabet Kurumu ve bu kuruluş gibi ulusal ve uluslararası kurumların,
ülke içindeki ve dışındaki tüm piyasaları gözetim altında tutmalarıdır. Bunu yerine
getirirken konularında uzman kişilerle ve etkili analiz yöntemleriyle piyasa verileri
değerlendirilmeli ve elde edilen sonuçlara göre de üretici veya tüketicilerin zarar
görmesini engellemek için caydırıcı yaptırımlar uygulanmalıdır. Yurtiçinde piyasa
yapısı üzerinde etkin bir dizi önlem alınırken bu önlemlerin sektör ihracatçısı
firmaların yurtdışı pazar payını olumsuz yönde etkileyecek kararlar olmamasına
dikkat edilmelidir. Ayrıca sadece ülke içerisinde Kobilere yönelik korumacı bir
politika güdülmemeli. Sektörün zayıf yanları güçlendirilmeli, güçlü yanları ise
desteklenerek sektör, dünya rekabetinde yer alabilecek konuma taşınmalıdır.
KAYNAKÇA
AKAL, M. (2008), “Ortadoğu Sınır Ülkeleriyle Dış Ticaret Yoğunlaşması ve
Yapısal Değişim”, Gaziantep Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 7(2):271-296.
AKTAŞ, E., YURDAKUL, O. (2001), “The Analiysis of Flour Mill Industry in
Turkey”, Munich Personal RePec Archive, 1-15.
Ankara
Ticaret
Borsası
(2008),
Bisküvi
Sektörü
Raporu,
http://www.ankaratb.org.tr/lib_upload/52_Bisk%C3%BCvi%20Sekt%C3%B6r%C
3%BC%20Raporu_30_06_2008.pdf, (10.12.2015).
202 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi
Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 179-208
BAILEY, D., BOYLE, S.E. (1971), “The Optimal Measure Of Concentration”,
Journal of the American Statistical Association, 66, 702-706.
BAIN, J. (1968), Industrial Organization, 2.B, John Wiley and Sons, Inc, New
York.
ÇERMİKLİ, H. (2014), Endüstriyel İktisat, Gazi Kitapevi, Ankara.
ÇİL YAVUZ, N. (2000), “Türkiye’nin Dış Ticaretinin Mallar ve Ülkeler Açısından
Konsantrasyon Analizi (1975-1998)”, Çimento İşveren Dergisi, 14(5):3-12.
DAVUT, L. (2002), Sanayi İktisadı Piyasa Yapısı Unsurları, İmaj Yayınevi,
Ankara.
DENİZER, C. (1999), “Foreign Entry in Turkey’s Banking Sector, 1980–97”,
World
Bank
Policy
Research
Working
Paper
No.
2462 ,
http://papers.ssrn.com/sol3/Papers.cfm?abstract_id=632532, (27.03.2016).
DEVINE P.J., JONES R.M., LEE N., TYSON W.S. (1974), An Introduction to
Industrial Economics, George Allen&Unwin Ltd., London.
DURUKAN, T., HAMURCU, Ç. (2009), “Mobil İletişimde Pazar Yoğunlaşması”,
Journal of Black sea Studies”, 6(22), 75-86.
DONOWITZ, I., HUBBARD, R. G. ve PETERSEN, B. C. (1987), “Oligopoly
Supergames: Some Empirical Evidence on Prices and Margins”, The Journal of
Industrial Economics, 17, 1–17.
203 K. ÖNDER.
ERLAT, G. (1991), “İhracat ve Endustriyel Yoğunlaşma Arasındaki İlişkinin
İmalat Sanayiinden Seçilmiş Bazı Sektörler Açısından İncelenmesi”,
http://arsiv.mmo.org.tr/pdf/10687.pdf, (31.03.2016).
GÜNALP, B. (2002), “Yarışabilir Piyasalar Yaklaşımı ve Rekabet Piyasaları”,
Gazi Üniversitesi İİBF Dergisi, 4(3), 49-66.
HALL, M., TIDEMAN, N. (1967), “Measures of Concentration”, Journal of The
American Statistical Association, 62, 162-168.
HANNAH, L., KAY, J. (1977), Concentration In Modern Industry, London, Mac
Millan.
HATIRLI, S.A. (2014), Mikro İktisat, Alter Yayıncılık, Ankara.
HEXTER, J.L., SNOW, J.W. (1970), “An Entropy Measure of Relative Aggregate
Concentration”, Southern Economic Association, 36(3), 239-243.
HORVATH, J. (1970), “Suggestion For A Comprehensive Measure of
Concentration”, Southern Economic Journal, 36, 446-452.
İstanbul Sanayi Odası, Türkiye'nin 500 Büyük Sanayi Kuruluşu (1997-2014),
http://www.iso.org.tr/projeler/turkiyenin-500-buyuk-sanayi-kurulusu/.,
(11.10.2015).
İstanbul
Ticaret
Odası,
Bisküvi-Şekerleme
http://www.ito.org.tr/itoyayin/0004524.pdf, (31.03.2016).
Sektör
Profili,
İZGİ, B.B. (2011), “Devlet Yardımları, Sektörel Yoğunlaşma ve Rekabet”,
Mevzuat Dergisi, 14 (159), http://mevzuatdergisi.com/2011/03a/01.htm,
(27.03.2016).
204 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi
Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 179-208
KALKAN, E. (2004), “Yatay Birleşmelerin İncelenmesinde İktisadi Tekniklerin
Kullanılması”,
Rekabet
Kurumu
Uzmanlık
Tezi,
Ankara,
http://www.rekabet.gov.tr/File/?path=ROOT%2F1%2FDocuments%2FUzmanl%2
5c4%25b1k%2BTezi%2Ftez64.pdf , (26.03.2016).
KAYNAK, S., ARİ, Y.O. (2011), “Türk Otomotiv Sektöründe Yoğunlaşma: Binek
ve Hafif Ticari Araçlar Üzerine Bir Uygulama”, Ekonomik Yaklaşım, 22(80), 3958.
KÜÇÜKKİREMİTÇİ, O., KARACA, M.E. ve EŞİYOK,B.A. (2010), “Türkiye’nin
İhracatında Öne Çıkan Sektörlerde Temel Pazarlar, Rakipler ve Rekabet Gücü”.
Türkiye Kalkınma Bankası Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Müdürlüğü, Ankara.
KOCH, J.V. (1980), Industrial Organization and Prices, 2. B, Englewood Cliffs,
N.J. Prentice Hall, Inc.
KÖSEKAHYAOĞLU, L. (2007), “Türkiye Dış Ticaretinde Ürün ve Ülke Bazında
Yoğunlaşma: 1980-2005 Dönemi Üzerine Karşılaştırmalı Bir Analiz”, İstanbul
Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, 36, 15-34.
LAASER, C.F., SCHRADER, K. (2002), European Integration and Changing
Trade Patterns: The Case of the Baltic States, Kiel Institute of World Economics,
Kiel Working Paper No. 1088.
LOW, R.E. (1970), Modern Economic Organization, Homewood Illinois, Richard
D.Irwin, Inc.
MARFELS, C. (1975), “A Bird’s Eye View To Measures of Consentration”,
Antitrust Bulletin, Sonbahar, 485-563.
MULLER, J. (1976), “The Impact of Mergers On Concentration: A Study Of
Eleven West German Industries”, Journal of Industrial Economics, 25, 113-132.
205 K. ÖNDER.
NEEDMAN, D. (1978), The Economics Of Industrial Structure Conduct and
Performance, Holt, Rinehart and Winston.
NOLAN, E., SANTOS, P., SHI, G. (2012), “Market Concentration And
Productivity in the United States Corn Sector: 2002-2009”, Selected Paper
prepared for presentation at the Agricultural & Applied Economics Association
2012 Annual Meeting, Seattle WA, 12-14.
ONDOĞAN, E.N. (2008), “Gençlerin Çikolata Tüketiminde Tercihleri Üzerine Bir
Alan Araştırması”, e-Journal of New World Sciences Academy, 3(1):158-170.
ÖZEL, Ö. (2006), İstanbul İlinde Çikolata Sektöründe Tüketici Eğilimleri ve
Markalar Arası Rekabet Gücü, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Trakya
Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü, Edirne.
PEHLİVANOĞLU, F., TEKÇE, E. (2013), “Türkiye Elektrik Enerjisi Piyasasında
Herfindahl- Hirschman ve CRm Endeksleri İle Yoğunlaşma Analizi”, Abant İzzet
Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 13(2), 363-385.
PICKERING, J.F. (1974), Industrial Structure And Market Conduct,
Robertson ve Co. Ltd.
Martin
POLAT, Ç. (2007), “Yoğunlaşma ve Piyasa Yapısı İlişkisi Çerçevesinde Türk
Çimento Sektörünün Yapısal Analizi”, Anadolu Üniversitesi Sosyal Bilimler
Dergisi, 7(2), 97-115.
SHY, O. (1995), Industrial Organization: Theory and Applications, MIT Press,
New York.
SERTAKAN, S.G. (2006), Bisküvi ve Kraker Üretiminde Tritikale Ununun
Kullanım Olanakları, Trakya Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü, Gıda
Mühendisliği Ana Bilim Dalı, Yayımlanmamış Doktora Tezi, Edirne.
206 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi
Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 179-208
SU, K. T. (2003), Rekabet Hukukunda Teşebbüslerin Hakim Durumunun
Belirlenmesinde Pazar Gücünün Ölçülmesi, Rekabet Kurumu (Yayın No: 0094),
Ankara.
SUNG, N. (2014), “Market Consentration and Competition in OECD Mobile
Telecominications Markets”, Applied Economics, 46(25), 3037-3048.
TARU, V.B., LAWAL, H. (2011), “Corcertration in the North Eastern Nıgeria’s
Yam Market: A Gini Coefficient Analysis”, Journal of Tropical Ariculture, Food,
Environment and Extension, 10(2), 49-57.
TAYMAZ, E. “Teknolojik Gelişme ve Piyasa Yapısı İmalat Sanayii Üzerine Bir
İnceleme”,
Perşembe
Konferansları,
http://www.rekabet.gov.tr/File/?path=ROOT%2F1%2FDocuments%2FPer%25c5
%259fembe%2BKonferans%25c4%25b1%2BYay%25c4%25b1n%2Fperskonfyyn
72.pdf , (26.03.2016).
TIROLE, J. (1988), The Theory of Industrial Organization, The MIT Press,
Cambridge, London.
Türkiye Cumhuriyeti Ekonomi Bakanlığı (2013), Bisküvi, Sektör Raporları, İhracat
Genel
Müdürlüğü
Tarım
Ürünleri
Daire
Başkanlığı,
https://www.ekonomi.gov.tr/portal/content/conn/UCM/uuid/dDocName:EK051165, (10.12.2015).
Türkiye Cumhuriyeti Ekonomi Bakanlığı (2013), Şekerli ve Çikolatalı Mamuller,
Sektör Raporları, İhracat Genel Müdürlüğü Tarım Ürünleri Daire Başkanlığı,
https://www.ekonomi.gov.tr/portal/content/conn/UCM/uuid/dDocName:EK051171, (22.12.2015).
Türkiye İstatistik Kurumu, Sanayi Ürünleri Yıllık Üretim ve Satış İstatistikleri
2005 – 2013, http://www.tuik.gov.tr/PreTablo.do?alt_id=1066, (09.01.2016).
Türkiye
İstatistik
Kurumu,
Haber
Bülteni
http://www.tuik.gov.tr/PreTablo.do?alt_id=1036#, (26.03.2016).
207 2010,
K. ÖNDER.
Türkiye Kalkınma Bankası A.Ş. (1999), Bisküvi-Gofret ve Şekerli Mamuller,
Sektörel
Araştırmalar
SA/99-6-12,
http://www.kalkinma.com.tr/data/file/raporlar/ESA/SA/1999-SA/SA-99-0612_Biskuvi_ve_Sekerli_Mamulleri_Sektoru.pdf, (26.03.2016).
TradeMap,
http://www.trademap.org/Country_SelProductCountry_TS.aspx,
(22.12.2015 ve 10.01.2016).
UTTON, M.A. (1970), Industrial Concentration, Middlesex, England, Penguin
Books.
ÜNAL, S., DENİZ, A., CAN, P. (2008), “Marka Bağlılığı ve Kişisel Değerler
Açısından Pazar Bölümleme”, Atatürk Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler
Dergisi, 22(1): 211-237.
208 Yayın Geliş Tarihi: 01.02.2016
Yayın Kabul Tarihi: 14.07.2016
Online Yayın Tarihi: 22.12.2016
Dokuz Eylül Üniversitesi
İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi
Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 209-227
Yapay Sinir Ağları ile Çok Aşamalı Fiyat Tahmini: BIST30
Senetleri Üzerine Bir Araştırma
Mehmet ÖZÇALICI1
Öz
Zaman serileri tahmini literatürde ilgi gören bir konudur. Hisse senedi fiyatları da
zaman serisi oluşturmaktadır ve hisse senedi fiyat tahmininin birçok avantajlı tarafı
mevcuttur. Literatürde hisse senedi fiyat tahmini üzerine yapılan çalışmalarda genellikle
bir gün sonraki fiyatların veya eğilimin tahmin edildiği görülmektedir. Bu çalışmada
literatürden farklı olarak 1 gün sonraki, 2 gün sonraki ve 20 gün sonraki hisse senedi
kapanış fiyatları tahmin edilmiştir. Veri seti olarak Borsa Istanbul 30 endeksinde listelenen
hisse senetlerinin Ocak 2010 ile Kasım 2015 tarihleri arasındaki fiyat ve hacim bilgileri
kullanılmış ve girdi olarak teknik göstergeler hesaplanmıştır. Çalışmada tahmin yöntemi
olarak yapay sinir ağları kullanılmıştır. Sonuçta hisse senetlerindeki fiyat hareketleri
%72.88 e varan oranda 20 gün önceden doğru bir şekilde tahmin edilebilmiştir.
Araştırmada elde edilen bulgular, orta dönemli fiyat tahminlerinin de derinlemesine
inceleme gerektiren önemli bir potansiyele sahip olduğu sonucunu ortaya çıkarmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Çok Aşamalı Fiyat Tahmini, Hisse Senedi Fiyat Tahmini, Yapay Sinir
Ağları, Borsa İstanbul
JEL Sınıflandırma Kodları: C45, C53, G17
Multi-Step-Ahead Stock Price Forecasting with Artificial Neural
Networks: A Research on BIST30 Stocks
Abstract
Forecasting time series is an attractive field. Stock prices are also time series and
forecasting stock prices has many advantages. In previous studies, it is observed that
generally one-day ahead stock prices or trends are forecasted. In this study, different from
the literature, 1-day ahead, 2-days ahead and 20-days ahead closing prices are forecasted.
The dataset belongs to stocks listed in Borsa Istanbul 30 Index between the period January
2010 and November 2015. Several technical indicators are used as input features. The
forecasting model used in this study is artificial neural network models. At the end of the
study it is observed that hit rate of 20 days ahead forecasting of stock prices reached
72.88%. The results of the study reveal that multi-step ahead forecasting has important
potential that deserve a deep examination.
Keywords: Multi-step-ahead price forcasting, stock price forecasting, artificial neural
networks, Borsa Istanbul
JEL Classification Codes: C45, C53, G17
1
Yrd. Doç. Dr., Kilis 7 Aralık Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi,
Uluslararası Ticaret ve Lojistik Bölümü, mozcalici@kilis.edu.tr
M. ÖZÇALICI.
1. GİRİŞ
Zaman serileri tahmini literatürde uzun zamandan beri çalışılan bir konudur.
Özel olarak finansal zaman serilerinin tahmin edilmesini, sürekli gelişmekte olan
bir disiplin olarak tanımlamak mümkündür (Aras ve Kocakoç, 2016: 974). Zaman
serisi tahmininde tek aşamalı (single-step ahead) ve çok aşamalı (multi-step ahead)
tahminleri gerçekleştirmek mümkündür. Tek aşamalı zaman serisi tahmininde,
girdi değişkenleri, son gözlemden hemen sonraki gözlemi tahmin etmek için
kullanılmaktadır. İki ya da daha fazla zaman sonraki gözlemlerin tahmin edilmesi
ise çok aşamalı tahmin olarak adlandırılmaktadır (Bao vd., 2014: 482).
Zaman serileri tahminin uygulama alanlarından biri de hisse senedi fiyat
tahminidir. Hisse senedi fiyat tahmini sahip olduğu pratik ve akademik faydalar
(Atsalakis vd., 2015) nedeniyle oldukça ilgi gören bir alan olarak karşımıza
çıkmaktadır. Ne var ki, hisse senedi piyasaları politik, politik ve sosyal kararlardan
etkilenebilmektedir. Bu nedenle hisse senedi fiyatlarının belirli bir düzeyde netlik
barındırmadığını söylemek mümkündür. Bu durum hisse senedi fiyat tahminindeki
başarı oranını düşürmektedir.
Eugene Fama üzerinde çok tartışılan Etkin Piyasalar Hipotezini 1970 li yıllarda
literatüre sunmuştur (Fama, 1965). Etkin Piyasalar Hipotezine (EPH) göre; hisse
senedi fiyatlarını önceden tahmin etmek mümkün değildir çünkü ortaya çıkan bir
bilgi, anında fiyatlara yansımaktadır. Bu hipotezin geçerli olduğu ve olmadığı
yönünde birçok araştırma yapılmış, kesin bir yargıya varılamamıştır. Örneğin Atan
ve arkadaşları 2009 yılında yayınladıkları makalede; IMKB ‘nin zayıf formda etkin
olduğu sonucunu ortaya çıkarmışlardır. Bununla birlikte özellikle son zamanlarda
geliştirilen yapay sinir ağları, destek vektör makineleri, ANFIS gibi bilgi işlemsel
zekâ (computational intelligence) yöntemleri kullanılmak suretiyle hisse senedi
fiyat tahmini gerçekleştiren çalışmalarda hisse senedi fiyatları başarı ile tahmin
edilebilmektedir. Bu durum EPH ile çelişmektedir.
Literatürde yapılan çalışmalar incelendiğinde, hisse senedi fiyat tahmin
çalışmalarında genellikle bir gün sonraki kapanış fiyatların tahmin edildiği
210 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi
Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 209-227
görülmektedir. Bu çalışmanın literatüre katkısı, çok aşamalı fiyat tahmini
gerçekleştirmektir. Çalışmada sadece bir gün sonraki fiyatlar değil, aynı zamanda 2
gün sonraki ve 20 gün sonraki hisse senedi fiyatları teknik göstergeler yardımıyla
tahmin edilmiş ve sonuçlar karşılaştırılmıştır.
Çalışma 5 bölümden oluşmaktadır. Bu giriş bölümünden sonra, ikinci bölümde
konu ile ilgili önceki çalışmalar yer almaktadır. Üçüncü bölümde analiz yöntemi
kısaca açıklanmıştır. Dördüncü bölümde çalışmada kullanılan veri seti ve analiz
sonuçları raporlanmıştır. Beşinci bölüm ise çalışmanın sonuç ve tartışma kısmını
oluşturmaktadır.
2. LİTERATÜR TARAMASI
Borsa İstanbul endekslerini veya Borsa İstanbul’da işlem gören hisse
senetlerinin fiyatlarını tahmin eden ve tahmin yöntemi olarak yapay sinir ağlarını
kullanan çalışmaların bazıların bazılarını şu şekilde özetlemek mümkündür. Tektaş
ve Karataş (2004) çalışmalarında Borsa İstanbul’da işlem gören 7 adet hisse
senedinin fiyatını yapay sinir ağları ve regresyon yöntemi ile tahmin etmeye
çalışmışlardır. Çalışmalarında girdi olarak döviz kuru, enflasyon oranı ve faiz oranı
gibi
değişkenleri
kullanmışlardır.
Haftalık
ve
günlük
iki
adet
tahmin
gerçekleştirmişlerdir. Tahmin performansını korelasyon katsayısı ile ölçmüşlerdir.
Çalışma sonunda yapay sinir ağlarının başarılı bir şekilde hisse senetlerini doğru
tahmin edebildiğini raporlamaktadırlar. Toraman (2008) çalışmasında demir-çelik
sektöründe faaliyet gösteren hisse senetlerinin fiyatlarını yapay sinir ağları ile
tahmin etmiştir. Çalışmasında finansal oranları girdi olarak kullanmıştır ve
performans ölçütü olarak istatistiksel tahmin performans ölçülerini kullanmıştır.
Sonuçta yapay sinir ağlarının fiyat tahminini başarılı bir şekilde gerçekleştiği
raporlanmaktadır. Avcı (2009) çalışmasında hisse senedi getirilerini yapay sinir
ağları ile tahmin etmiştir. BIST30 endeksine kayıtlı 5 adet bankanın hisse
senetlerinin beş aylık getirileri tahmin edilmiştir. Çalışma sonunda yazar, yapay
sinir ağları modellerinin al ve tut stratejisinden daha yüksek getiri ağladığını
raporlamaktadır. Kara ve arkadaşları (2011) çalışmalarında BIST100 endeksini
tahmin etmeye çalışmışlardır. Girdi değişkenleri olarak teknik göstergeler
211 M. ÖZÇALICI.
kullanmışlar ve gerek yapay sinir ağlarının gerekse de destek vektör makinelerinin
parametrelerini veri setinin bir kısmını kullanmak suretiyle belirlemişlerdir.
Çalışmalarının sonunda yapay sinir ağlarının destek vektör makinelerinden daha iyi
sonuç verdiğini raporlamışlardır. Yakut ve arkadaşları (2014) çalışmalarında yapay
sinir ağları ve destek vektör makineleri yöntemleriyle borsa endeksi tahmini
gerçekleştirmişlerdir. Çalışmalarında BIST endeksini tahmin etmişler ve girdi
olarak döviz kurları, diğer ülkelerin borsaları gibi değişkenleri kullanmışlardır.
Sonuçta yapay sinir ağları ve destek vektör makineleri yöntemlerinin borsa indeks
tahmininde başarılı bir şekilde kullanılabileceğini raporlamaktadırlar. Çalışkan ve
Deniz (2015) çalışmalarında BIST30 endeksinde yer alan senetlerin fiyatlarını
tahmin etmişlerdir. Çalışmalarında girdi değişkenleri olarak döviz kurları, altın
fiyatları, hisse senetlerinin kapanış fiyatları gibi değişkenleri kullanmışlardır.
Çalışma sonunda, yapay sinir ağları modelinin hisse senedi fiyat tahmininde
başarılı bir şekilde kullanılabileceğini raporlamaktadırlar. Özçalıcı (2015) doktora
tezinde BIST30 endeksinde işlem gören hisse senetlerinin kapanış fiyatlarını
tahmin edecek melez bir yöntem geliştirmiştir. Söz konusu tezde, tahmin yöntemi
olarak yapay sinir ağlarını kullanmıştır ve ara katmanda yer alması gereken nöron
sayısının
belirlenmesinde
ve
değişken
seçiminde
genetik
algoritmalar
kullanılmıştır. Çalışma sonunda önerilen melez yöntemin hisse senedi fiyat tahmini
başarısını geliştirdiğini raporlamaktadır.
Çok aşamalı tahmin yapan çalışmaları ise şu şekilde özetlemek mümkündür.
Huck (2010) SP100 indeksinde listelenen hisse senetleri için kısa ve uzun dönemli
tahmin gerçekleştirmiştir. Yapay sinir ağları ve çok kriterli karar verme
tekniklerinden oluşan melez bir yöntem önermişlerdir. Dört hafta (20 gün)
öncesine kadar tahmin işlemini gerçekleştirmişlerdir. Xiong ve arkadaşları (2013)
ham petrol fiyatlarını 24 haftaya varan periyodda önceden tahmin etmek için bir
model geliştirmişlerdir.
Ali ve Pınar (2016) Türkiye’de faaliyet gösteren bir
perakende zinciri için, birden fazla zaman dilimini kapsayan bir tahmin çalışması
gerçekleştirmiştir.
Çalışmalarında
12
ay
kadar
önceden
satış
tahmini
gerçekleştirmişlerdir. Tahmin performansı MAPE ve MAE gibi istatistiksel
212 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi
Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 209-227
yöntemlerle ölçülmüştür. Tahmin etmek için geliştirdikleri yeni yöntemi
çalışmalarında anlatmaktadırlar. Önerdikleri modelin uzun dönemli tahminde daha
başarılı olduklarını raporlamaktadırlar.
Litreratürde yer alan ve yukarıda incelenen çalışmalarda, Borsa İstanbul ‘da
işlem gören hisse senetleri için uzun dönemli fiyat tahminin gerçekleştirilmediği
görülmektedir. Bu çalışmada bu açığı gidermek amacıyla, Borsa İstanbul’da işlem
gören hisse senetlerinin kapanış fiyatlarının çok aşamalı tahmin edilebilirliği
araştırılmıştır.
3. METODOLOJİ
Bu bölümde çalışmada kullanılan temel analiz yöntemi olan çok katmanlı yapay
sinir ağları kısaca tanıtılacaktır.
3.1. Çok Katmanlı Yapay Sinir Ağları
Yapay sinir ağları üzerine yapılan çalışmalar insan zihninin bilgi işleme
yönteminden ilham almaktadır (Haykin, 1999: 23)
Yapay Sinir ağları literatüre tanıtıldığından beri birçok farklı çeşitteki yapay
sinir ağları modelleri geliştirilmiştir. Fakat çok katmanlı yapay sinir ağları modeli
bu modeller içinde en yaygın kullanılan modeldir ve zaman serilerinin tahmini için
idealdir (Palit ve Popovic, 2005: 80). Çok katmanlı yapay sinir ağları genellikle
girdi katmanı, ara katman ve çıktı katmanı olmak üzere üç katmandan oluşmaktadır
(Şekil 1). Söz konusu katmanlarda nöronlar yer almaktadır ve bu nöronlar
birbirleriyle bağlantılıdır. Kısmi bağlantılar içeren modeller de mevcuttur ancak bu
çalışmada kullanılan tahmin modelinde her nöronun birbirleriyle bağlantısı vardır.
213 M. ÖZÇALICI.
Şekil 1. Çok Katmanlı Yapay Sinir Ağları Modeli
Kaynak: Hagan, vd. 1996: 2-9.
Çalışmada yapay sinir ağlarının eğitilmesi için Levenberg-Marquardt eğitim
algoritması kullanılmıştır. LM algoritması yenilemeler ile çalışmaktadır ve her bir
adımda ağırlık değerleri ile eşik değerleri değiştirilmektedir. Ağırlıklar öğrenme
parametresi (μ) adı verilen bir parametre ile kontrol edilmektedir. Öğrenme
parametresi olan μ değeri eğitim süreci boyunca artmakta veya azalmaktadır (Asadi
vd., 2012). Söz konusu μ değeri büyük değerler aldığında LM algoritması speepest
descent algoritması gibi davranmaktadır. Bununla beraber μ değeri küçük değerler
aldığında ise LM algoritması Gauss-Newton algoritması gibi davranmaktadır. Bu
eğitim sürecinden sonra yapay sinir ağları modelindeki ağırlık ve eşik değerleri
belirlenmiş olmaktadır.
Tek bir katmanı olan yapay sinir ağları modelinin herhangi bir sürekli
fonksiyonu modelleyebileceği kanıtlanmıştır (Hornik ve Stinchcombe, 1989).
Sahip olduğu bu avantaj ile birlikte, yapay sinir ağları, hisse senedi fiyat tahmini
yanı sıra farklı finansal alanlarda da başarıyla kullanılmaktadır. Bankaların finansal
başarısızlığının tahmin edilmesinde (Altunöz, 2013), bankacılık sektöründe
finansal güç derecelerinin tahmin edilmesi (Boyacıoğlu ve Kara, 2007), enflasyon
tahmini (Uslu vd., 2012) ve banka müşterilerinin bölümlendirilmesi (Özçalıcı,
2011) örneklerinde olduğu gibi.
214 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi
Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 209-227
4. ANALİZ
Bu bölümde sırasıyla çalışmada kullanılan veri setinin içeriğine, çalışmada
kullanılan yöntemin parametrelerine ve analiz sonuçlarına yer verilecektir.
4.1. Veri Seti
Çalışmada, 2015 yılının son çeyreğinde Borsa Istanbul 30 Endeksinde listelenen
30 adet hisse senedinin tamamı kullanılmıştır. BIST30 Ulusal Endeksinde yer alan
hisse senetlerinin kullanılmasının nedeni, bu endekste yer alan senetlerin yüksek
işlem hacmine sahip olmasıdır. 30 adet hisse senedi için Ocak 2010 tarihi ile Kasım
2015 tarihleri arasındaki tarihi açılış, kapanış, en yüksek, en düşük fiyat ve işlem
hacmi bilgileri Borsa İstanbul Datastore departmanından temin edilmiştir. Bu tarih
aralığı, çalışmanın yapıldığı tarihte erişilebilecek en güncel veri setini içermektedir.
Çalışmada en güncel 60 adet fiyat test amacıyla kullanılırken geri kalan 2700 adet
seans eğitim amacıyla kullanılmıştır.
Hisse
senedi
tahmin
çalışmalarında
temel
veya
teknik
göstergeler
kullanılmaktadır. Temel göstergelere ihracat, ithalat, para arzı, faiz oranı, enflasyon
oranı, döviz kurları, işsizlik rakamları ve firmalara ait finansal tablolardan
hesaplanan finansal oranlar örnek olarak verilebilir (Atsalakis ve Valavanis, 2009a:
10697). Teknik analiz ise fiyat hareketlerinin birbirlerini takip edeceği görüşüne
dayanmaktadır (Edwards ve Magee, 2007). Teknik analizde, geçmiş fiyat ve işlem
hacmi bilgilerinden yola çıkmak suretiyle teknik göstergeler hesaplanmaktadır.
Çok fazla sayıda teknik gösterge hesaplamak mümkündür. Teknik göstergelerden
bazılarına ilişkin formüller ve açıklamalar (Achelis, 2000) çalışmasında yer
almaktadır. Eğer tahmin periyodu bir yıl veya daha fazlasını kapsayacaksa temel
göstergeler, eğer tahmin periyodu bir yıldan daha az bir süreyi kapsıyorsa, teknik
göstergelerin kullanılması gerekmektedir (Atsalakis ve Valavanis, 2009a:10697).
Bu çalışmada kısa ve orta düzeyli tahmin gerçekleştirildiğinden dolayı teknik
göstergeler kullanılmıştır. Çalışmada, girdi seti oluşturulurken ilk olarak literatürde
yer alan ve sıklıkla kullanılan teknik göstergeler bir araya getirilmiştir (Diler, 2003;
Kara vd., 2011; Chang vd., 2012). Birbirleriyle yüksek korelasyona sahip olan
215 M. ÖZÇALICI.
değişkenlerin bir arada kullanılması çoklu eşdoğrusallık (multicollinearity)
problemini ortaya çıkaracaktır. Bu nedenle, eğitim veri setinde değişkenlerin
korelasyon katsayısı hesaplanmış ve birbirleriyle düşük korelasyon katsayısına
sahip olan üç adet değişken girdi olarak seçilmiştir. Çalışmanın ekinde her bir hisse
senedi için girdi değişkenleri arasındaki Pearson Korelasyon katsayısı tablo halinde
sunulmuştur. Bu değişkenler ve formülleri Tablo 1 ‘deki gibidir. Hareketli
ortalamalar en eski ve en popüler teknik göstergelerden biridir (Achelis, 2000).
Stokastik göstergeler bir hisse senedinin kapanış fiyatını, belirli bir dönemdeki
fiyat aralığı ile karşılaştırmaktadır (Edwards ve Magee, 2007: 654). Temel gösterge
%K göstergesidir. Bu değerin hareketli ortalamasını hesaplamak suretiyle %D
göstergesine ulaşılmaktadır. MACD göstergesi ise haraketli ortalamalar arasındaki
ilişkiyi göstermektedir (Achelis, 2000).
Tablo 1. Çalışmada Kullanılan Girdi Değişkenleri
Değişkenin ismi
Denklemi
10 günlük hareketli ortalama
10
%D
1
10
100
%
MACD
kapanış fiyatı,
düşük fiyat,
%D = Stokastik %K nın 3 günlük hareketli
ortalaması
8
2
10
10
son günde en yüksek yüksek fiyat,
son günde en düşük
4.2. Çalışma Parametreleri
Yapay sinir ağlarının eğitiminde, hisse senedi fiyat tahmin çalışmalarında
sıklıkla kullanılan (Atsalakis ve Valavanis, 2009a) Levenberg-Marquardt (LM)
eğitim
algoritması
dezavantajlarından
kullanılmıştır.
biri
Yapay
kullanıcının
birçok
sinir
ağlarının
parametreye
en
önemli
karar
vermesi
zorunluluğudur. Çalışmada kullanılan yapay sinir ağlarına ilişkin bazı parametreler
şu şekildedir: Epoch sayısı 1000, başlangıç μ 0.001, μ artış faktörü 0.1, μ azalış
faktörü 10, en yüksek μ ise 1e10. Yapay sinir ağları eğitilirken eğitim seti, kendi
216 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi
Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 209-227
içinde eğitim (%70), doğrulama (%15) ve test (%15) olmak üzere üç gruba
ayrılmıştır.
Yapay sinir ağları analizi kullanılırken kullanıcının karar vermesi gereken
parametrelerden bir diğeri de ara katmanda yer alması gereken nöron sayısıdır. Her
problemin zorluk derecesine göre ara katmanda yer alması gereken nöron sayısı da
değişecektir. Ara katmanda yer alması gereken nöron sayısının belirlenmesinde
hazır bir yöntem söz konusu değildir. Bu nedenle bu çalışmada ara katmanda 3, 7
ve 10 adet nöronun kullanıldığı yapay sinir ağları modelleri oluşturulmuş ve
tahmin sonuçları incelenmiştir.
4.3. Tahmin Sonuçları
Çalışmada yön tahmini doğru tahmin oranı adı verilen bir performans ölçüsü ile
hesaplanmıştır. Söz konusu performans ölçüsü literatürde hisse senedi fiyat tahmini
çalışmalarını değerlendirmek için kullanılmaktadır (Kara vd., 2011; Diler, 2003;
Altay ve Satman, 2005). Hisse senedi tahmin performansını MAPE, RMSE, MAE
gibi istatistiksel performans ölçüleri ile de ölçmek mümkündür. Fakat farklı
çalışmalarda kullanılan zaman periyodunun ve kullanılan normalizasyon
tekniklerinin farklı olması gibi nedenlerden ötürü istatistiksel performans ölçüleri
farklı
sonuçlar
ortaya
çıkarmaktadır
ve
sağlıklı
karşılaştırmaya
imkân
vermemektedir. Farklı çalışmalarda elde edilen sonuçların performansı doğru
tahmin oranı ile karşılaştırılabilir (Atsalakis ve Valavanis, 2009b). Doğru tahmin
oranını hesaplamak için, çalışmada tahmin edilen fiyatlar aşağıdaki formül
yardımıyla eğilim serisine çevrilmektedir.
formülde,
1,
0,
eğilim serisini,
günündeki fiyatı temsil etmektedir.
(1)
ifadesi
1günündeki fiyatı ve
ise
eğilim serisi hem tahmin edilen fiyatlar, hem
de gerçek fiyatlar için hesaplanabilir. Tahmin edilen serinin performansı aşağıdaki
formül yardımıyla hesaplanabilir.
217 M. ÖZÇALICI.
(2)
formülde,
seans sayısını,
bir sonraki gün fiyat artışının doğru bir şekilde tahmin edildiği
bir sonraki gün fiyat azalışının doğru bir şekilde tahmin edildiği
seans sayısını ve ise test periodunu temsil etmektedir.
Tablo 2 ‘de, 30 adet hisse senedi için ara katmanda sırasıyla 3, 7 ve 10 adet
nöronun yer aldığı yapay sinir ağları modellerinin ürettiği bir gün sonraki fiyat ve
iki gün sonraki fiyat tahminlerinden hesaplanan doğru tahmin oranları yer
almaktadır. Tabloda aynı zamanda iki gün sonraki doğru tahmin oranının bir gün
sonraki doğru tahmin oranından büyük olduğu senet bilgileri de yer almaktadır.
Tablodaki sonuçlar göz önüne alındığında 3, 7 ve 10 nörona sahip yapay sinir
ağları modellerinde sırasıyla 9, 12 ve 11 adet hisse senetlerinde iki gün sonraki
fiyatların, bir gün sonraki fiyatlardan daha başarılı bir şekilde doğru tahmin edildiği
görülmektedir. Bir sonraki gün için doğru tahmin oranının en yüksek gerçekleştiği
senet EKGYO kodlu senettir ve ara katmanda 10 adet nöronun kullanıldığı yapay
sinir ağları modelinde fiyat hareketlerinin %66.1 oranında bir gün bir gün
öncesinden doğru tahmin edilebildiği görülmüştür. İki gün sonraki fiyatın tahmin
edildiği modellerde ise en yüksek doğru tahmin oranı ARCLK kodlu senede aittir
ve ara katmanda 10 adet nöronun kullanıldığı yapay sinir ağları modelinde fiyat
hareketlerinin %66.1 oranında iki gün öncesinden doğru olarak tahmin edilebildiği
görülmüştür.
Tablo 2. Bir Gün Sonraki Fiyat Tahmini ve 2 Gün Sonraki Fiyat Tahmin Sonuçları
Nöron Sayısı
AKBNK
ARCLK
BIMAS
1 gün sonraki tahmin (%)
2 gün sonraki tahmin
(%)
2 > 1*
3
7
10
3
7
10
3
7
10
40.68
42.37
42.37
42.37
44.07
44.07
1
1
1
49.15
49.15
42.37
57.63
59.32
66.1
1
1
1
55.93
50.85
52.54
61.02
61.02
61.02
1
1
1
218 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi
Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 209-227
CCOLA
DOAS
EKGYO
ENKAI
EREGL
FROTO
GARAN
HALKB
ISCTR
KCHOL
KOZAL
KRDMD
OTKAR
PETKM
PGSUS
SAHOL
SISE
TAVHL
TCELL
THYAO
TKFEN
TOASO
TTKOM
TUPRS
ULKER
VAKBN
YKBNK
50.85
50.85
50.85
57.63
54.24
61.02
1
1
1
62.71
57.63
59.32
61.02
54.24
59.32
0
0
0
57.63
54.24
66.1
57.63
50.85
47.46
0
0
0
38.98
40.68
40.68
40.68
40.68
42.37
1
0
1
59.32
59.32
59.32
49.15
44.07
47.46
0
0
0
50.85
49.15
52.54
42.37
44.07
38.98
0
0
0
52.54
52.54
50.85
35.59
40.68
37.29
0
0
0
49.15
44.07
47.46
42.37
44.07
45.76
0
0
0
50.85
52.54
50.85
42.37
40.68
40.68
0
0
0
52.54
57.63
50.85
57.63
61.02
55.93
1
1
1
44.07
44.07
44.07
40.68
44.07
38.98
0
0
0
52.54
50.85
52.54
54.24
50.85
52.54
1
0
0
50.85
50.85
52.54
42.37
42.37
44.07
0
0
0
54.24
54.24
47.46
50.85
52.54
42.37
0
0
0
52.54
44.07
54.24
37.29
61.02
57.63
0
1
1
59.32
54.24
57.63
57.63
54.24
55.93
0
0
0
64.41
62.71
61.02
55.93
57.63
55.93
0
0
0
54.24
54.24
44.07
54.24
47.46
42.37
0
0
0
64.41
59.32
64.41
61.02
61.02
62.71
0
1
0
50.85
47.46
49.15
50.85
49.15
55.93
0
1
1
55.93
59.32
55.93
47.46
54.24
45.76
0
0
0
50.85
40.68
50.85
47.46
45.76
52.54
0
1
1
50.85
49.15
47.46
54.24
42.37
50.85
1
0
1
52.54
52.54
50.85
55.93
57.63
54.24
1
1
1
52.54
55.93
54.24
49.15
57.63
49.15
0
1
0
50.85
47.46
47.46
45.76
49.15
45.76
0
1
0
49.15
50.85
52.54
42.37
47.46
47.46
0
0
0
9
12
11
Toplam
* 2 gün sonraki doğru tahmin oranı > 1 gün sonraki doğru tahmin oranı
Tablo 3 ‘de ise 30 adet hisse senedi için ara katmanda sırasıyla 3, 7 ve 10 adet
nöronun yer aldığı yapay sinir ağları modellerinin ürettiği 1 gün sonraki fiyat ve 20
gün sonraki fiyat tahminlerinden hesaplanan doğru tahmin oranları yer almaktadır.
219 M. ÖZÇALICI.
Tabloda aynı zamanda 20 gün sonraki doğru tahmin oranının 1 gün sonraki doğru
tahmin oranından büyük olduğu senet bilgileri de yer almaktadır. Tablodaki
sonuçlar göz önüne alındığında 3, 7 ve 10 adet nörona sahip yapay sinir ağları
modellerinde, sırasıyla 16, 13 ve 17 adet hisse senetlerinde 20 gün sonraki
fiyatların, 1 gün sonraki fiyatlardan daha başarılı bir şekilde doğru tahmin edildiği
görülmektedir. 20 gün sonraki fiyatın tahmin edildiği modellerde en yüksek doğru
tahmin oranı TOASO kodlu hisse senedine aittir ve ara katmanda 10 adet nöronun
kullanıldığı yapay sinir ağları modelinde fiyat hareketlerinin, %72.88 oranında 20
gün öncesinden doğru olarak tahmin edilebildiği belirlenmiştir.
Tablo 3. Bir Gün Sonraki Fiyat Tahmini ve 20 Gün Sonraki Fiyat Tahmin Sonuçları
1 gün sonraki tahmin (%)
20 gün sonraki tahmin (%)
20>1*
Nöron
Sayısı
3
7
10
3
7
10
AKBNK
40.68
42.37
42.37
52.54
45.76
52.54
3
1
7
1
10
1
ARCLK
49.15
49.15
42.37
57.63
52.54
57.63
1
1
1
BIMAS
55.93
50.85
52.54
61.02
49.15
55.93
1
0
1
CCOLA
50.85
50.85
50.85
62.71
61.02
55.93
1
1
1
DOAS
62.71
57.63
59.32
38.98
42.37
42.37
0
0
0
EKGYO
57.63
54.24
66.1
49.15
50.85
45.76
0
0
0
ENKAI
38.98
40.68
40.68
52.54
49.15
45.76
1
1
1
EREGL
59.32
59.32
59.32
45.76
38.98
44.07
0
0
0
FROTO
50.85
49.15
52.54
52.54
37.29
37.29
1
0
0
GARAN
52.54
52.54
50.85
55.93
50.85
55.93
1
0
1
HALKB
49.15
44.07
47.46
52.54
59.32
50.85
1
1
1
ISCTR
50.85
52.54
50.85
52.54
54.24
54.24
1
1
1
KCHOL
52.54
57.63
50.85
57.63
54.24
57.63
1
0
1
KOZAL
44.07
44.07
44.07
55.93
52.54
50.85
1
1
1
KRDMD
52.54
50.85
52.54
52.54
54.24
54.24
0
1
1
OTKAR
50.85
50.85
52.54
57.63
59.32
47.46
1
1
0
PETKM
54.24
54.24
47.46
49.15
52.54
54.24
0
0
1
PGSUS
52.54
44.07
54.24
59.32
61.02
62.71
1
1
1
SAHOL
59.32
54.24
57.63
59.32
49.15
59.32
0
0
1
220 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi
Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 209-227
SISE
64.41
62.71
61.02
64.41
55.93
59.32
TAVHL
54.24
54.24
44.07
50.85
47.46
44.07
TCELL
64.41
59.32
64.41
66.1
55.93
59.32
THYAO
50.85
47.46
49.15
55.93
57.63
57.63
TKFEN
55.93
59.32
55.93
38.98
55.93
37.29
TOASO
50.85
40.68
50.85
42.37
54.24
72.88
TTKOM
50.85
49.15
47.46
52.54
47.46
50.85
TUPRS
52.54
52.54
50.85
42.37
40.68
44.07
ULKER
52.54
55.93
54.24
49.15
55.93
44.07
VAKBN
50.85
47.46
47.46
45.76
54.24
47.46
YKBNK
49.15
50.85
52.54
45.76
45.76
47.46
Toplam
* 20 gün sonraki doğru tahmin oranı > 1 gün sonraki doğru tahmin oranı
0
0
0
0
0
0
1
0
0
1
1
1
0
0
0
0
1
1
1
0
1
0
0
0
0
0
0
0
1
0
0
0
0
16
13
17
Çalışmada elde edilen sonuçları görselleştirebilmek için tahmin sonuçları,
zaman grafiği halinde görselleştirilmiştir. Şekil 2 ‘de TOASO isimli hisse
senedinin kapanış fiyatları zaman grafiği halinde gösterilmiştir. Şekilde aynı
zamanda doğru tahmin edilen yönler “o” harfi ile işaretlenmiştir. Başka bir ifade ile
her “o” işaretinden sonraki fiyat hareketi, 20 gün önceden doğru bir şekilde tahmin
edilebilmiştir.
Şekil 2. TOASO Hisse Senedinin Kapanış Fiyatı ve 20 Gün Önceden Doğru Tahmin Edilen
Eğilim
221 M. ÖZÇALICI.
Tablo 4’de literatürde gerek Borsa İstanbul’da faaliyet gösteren gerekse de
BIST endekslerini kullanan benzer çalışmaların doğru tahmin oran sonuçları yer
almaktadır. Bu çalışmada yirmi gün sonraki fiyat hareketi literatürde yer alan
çalışmaların birçoğundan yüksek çıkmıştır. Bu durum orta dönemli fiyat
hareketlerinin yüksek doğrulukla tahmin edileceğini ortaya çıkarmaktadır.
Tablo 4. Önceki Çalışma Sonuçları ile Karşılaştırılması
Çalışma
Doğru Tahmin Oranı
Kara vd (2011)
%75.74
Bu çalışma (20 gün sonraki doğru tahmin oranı)
%72.88
Diler (2003)
%60.81
Özçalıcı (2015)
%60.00
Çalışkan ve Deniz (2015)
%58.00
Altay ve Satman (2005)
%57.80
5. SONUÇ VE TARTIŞMA
Kişilerin ve firmaların fazla fonlarını değerlendirdikleri hisse senetleri
piyasasında, hisse senetlerinin fiyatlarının doğru bir şekilde tahmin edilebilmesi her
türlü finansal karar verici için önemli bir konudur. Özellikle gelişmekte olan
ülkelerde, borsada doğru kararların alınması ekonominin genel yapısını da
etkileyecektir. Bu ve benzeri nedenlerle literatürde son zamanlarda, hisse senetleri
fiyatlarının veya fiyatlarındaki yönlerin doğru bir şekilde tahmin edilmesini
sağlayacak yöntemler geliştirilmektedir.
Literatürde yapılan çalışmalar incelendiğinde, genellikle hisse senedinin bir
sonraki gündeki fiyatının veya fiyat eğiliminin tahmin edilmeye çalışıldığı
görülmektedir. Bu çalışmada ise 1 gün sonraki, 2 gün sonraki ve 20 gün sonraki
fiyatlar tahmin edilmiş ve hangi durumda en yüksek tahmin performansının
gerçekleştiği incelenmiştir. Çalışmada, Borsa İstanbul 30 endeksinde yer alan hisse
senetleri ve ara katmanında 3, 7 ve 10 adet nöronun yer aldığı yapay sinir ağları
modelleri kullanılmıştır. Çalışmada 2 gün sonraki fiyat tahmin oranları ile 1 gün
sonraki fiyat tahmin oranları karşılaştırılmıştır. Aynı şekilde 20 gün sonraki fiyat
222 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi
Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 209-227
tahmin oranları ve 1 gün sonraki fiyat tahmin oranları karşılaştırılmıştır. Sonuçta,
daha fazla hisse senedinde 20 gün sonra fiyattaki eğilimin, 1 gün sonraki fiyat
eğiliminden daha doğru oranda tahmin edilebildiği ortaya çıkmıştır. Çalışmada
TOASO adlı hisse senedinin fiyatı 20 gün öncesinden %72.88 oranında doğru bir
şekilde tahmin edilebilmiştir ve ulaşılan bu değer literatürde yapılan çalışmaların
çoğundan yüksektir. Böylelikle orta dönemli fiyat tahminlerinin de derinlemesine
inceleme gerektiren önemli bir potansiyele sahip olduğu sonucu ortaya
çıkmaktadır.
Çalışmada elde edilen sonuçlar başarılı olsa da çalışmanın bazı kısıtları söz
konusudur. İlk olarak parametrelerin oluşturulmasında herhangi bir optimizasyon
yöntemi kullanılmamıştır. Aynı şekilde değişkenlerin seçiminde de özellik seçim
algoritması kullanılmamıştır. Bununla birlikte 1, 2 ve 20 gün sonraki fiyat
tahminleri gerçekleştirilmiştir. Gelecek çalışmalarda optimizasyon yöntemleri ile
birlikte daha yüksek doğrulukta hisse senedi fiyat tahmini gerçekleştirebilmek
mümkün olabilecektir. Kısa ve orta dönem daha geniş ölçekte değerlendirilebilir.
KAYNAKÇA
ACHELIS, S. (2000), Technical Analysis from A to Z, (2. Baskı), McGraw Hill,
New York,.
ALİ, Ö.G., PINAR, E. (2016), “Multi-Period-Ahead Forecasting with Residual
Extrapolation and Information Sharing – Utilizing A Multitude of Retail Series”,
International Journal of Forecasting, 32, 502-517.
ALTAY, E., SATMAN, M.H. (2005), “Stock market forecasting: Artificial neural
network and linear regression comparison in an emerging market”, Journal of
Financial Management and Analysis, 18(2), 18-33.
ALTUNÖZ, U. (2013), “Bankaların Finansal Başarısızlıklarının Yapay Sinir
Ağları Modeli Çerçevesinde Tahmin Edilebilirliği”, Dokuz Eylül Üniversitesi
İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 28(2), 189-217.
223 M. ÖZÇALICI.
ARAS, S., KOCAKOÇ, İ.D. (2016), “A New Model Selection Strategy in Time
Series Forecasting with Artificial Neural Networks: IHTS”, Neurocomputing, 174,
974-987.
ASADİ, S., HADAVANDİ, E., MEHMANPAZİR, F., NAKHOSTİN, M.M.
(2012), “Hybridization of Evolutionary Levenberg-Marquardt Neural Networks
and Data Pre-Processing for Stock Market Prediction”, Knowledge-Based Systems,
35, 254-258.
ATAN, S.D., ÖZDEMİR, Z.A., ATAN, M. (2009), “Hisse Senedi Piyasasında
Zayıf Formda Etkinlik: IMKB Üzerine Ampirik Bir Çalışma”, Dokuz Eylül
Üniversitesi İktisadi Ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 24(2), 33-48.
ATSALAKIS, G.S., PROTOPAPADAKIS, E.E., VALAVANIS, K.P. (2015),
“Stock trend forecasting in turbulent market periods using neuro-fuzzy systems”,
Operational Research, DOI:10.1007/s12351-015-0197-6.
ATSALAKIS, G.S., VALAVANIS, K.P. (2009a), “Surveying Stock Market
Forecasting Techniques – Part II: Soft Computing Methods”, Expert Systems with
Applications, 36(3), 5932-5941.
ATSALAKIS, G.S., VALAVANIS, K.P. (2009b), “Forecasting Stock Market
Short-Term Trends Using A Neuro-Fuzzy Based Methodology”, Expert Systems
with Applications, 36, 10696-10707.
AVCI, E. (2009), “Stock Return Forecasts with Artificial Neural Network
Models”, Marmara Üniversitesi İİBF Dergisi, 26(1), 443-461.
BAO, Y., XIONG, T., HU, Z. (2014). “Multi-step-ahead time series prediction
using multiple-output support vector regression”, Neurocomputing, 129, 482-493.
BOYACIOĞLU, M.A., KARA, Y. (2007), “Türk Bankacılık Sektöründe Finansal
Güç Derecelerinin Tahmininde Yapay Sinir Ağları Ve Çok Değişkenli İstatistiksel
Analiz Tekniklerinin Performanslarının Karşılaştırılması”, Dokuz Eylül
Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 22(2), 197-217.
224 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi
Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 209-227
CHANG, P.C., WANG, D., ZHOU, C. (2012), “A Novel Model by Evolving
Partially Connected Neural Network for Stock Price Trend Forecasting”, Expert
Systems with Applications, 39, 611-620.
ÇALIŞKAN, M.M.T., DENİZ, D. (2015), “Yapay Sinir Ağlarıyla Hisse Senedi
Fiyatları ve Yönlerinin Tahmini”, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi İİBF Dergisi,
10(3), 177-194.
DİLER, A.İ. (2003), “IMKB Ulusal-100 Endeksinin Yönünün Yapay Sinir Ağları
Hata Geriye Yayma Yöntemi İle Tahmin Edilmesi”, IMKB Dergisi, 7(25-26), 6581.
EDWARDS, R., VE MAGEE, J. (2007), Technical Analysis of Stock Trends, (9.
Baskı), Taylor & Francis Group, LLC, New York,.
FAMA, E.F (1965), “The Behavior of Stock-Market Prices”, The Journal of
Business, 38(1), 34-105.
HAGAN, M.T., DEMUTH, H.B., BEALE, M. (1996), Neural Network Design,
PWS Publishing Company, USA.
HAYKIN, S. (1999), Neural Networks: A Comprehensive Foundation, Prentice
Hall, India.
HORNIK, K., STINCHCOMBE, H.W. (1989), “Multilayer Feedforward Networks
Are Universal Approximator”, Neural Networks, 2(5), 359-366.
HUCK, N. (2010), “Pairs trading and outranking: The multi-step-ahead forecasting
case”. European Journal of Operational Research, 207, 1702-1716.
KARA, Y., BOYACIOĞLU, M.A., BAYKAN, Ö.K., (2011), “Predicting Direction
of Stock Price Index Movement Using Artificial Neural Networks and Support
225 M. ÖZÇALICI.
Vector Machines: The Sample of the Istanbul Stock Exchange”, Expert Systems
with Applications, 38, 5311-5319.
ÖZÇALICI, M. (2015), Hisse Senedi Fiyat Tahminlerinde Bilgi İşlemsel Zeka
Yöntemleri: Uzman Bir Sistem Aracılığıyla BIST Uygulaması, Kahramanmaraş
Sütçü İmam Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, İşletme Ana Bilim Dalı,
Doktora Tezi.
ÖZÇALICI, M. (2011), Özdüzenleyici Haritalar Yöntemiyle Banka Müşterilerinin
Bölümlendirilmesi. Gaziantep Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İşletme Ana
Bilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi.
PALIT, A.K., POPOVIC, D. (2005), Computational Intelligent in Time Series
Forecasting: Theory and Engineering Applications, Springer. London.
TEKTAŞ, A., KARATAŞ, A. (2004), “Yapay Sinir Ağları Ve Finans Alanına
Uygulanması: Hisse Senedi Fiyat Tahminlemesi”, Atatürk Üniversitesi İktisadi ve
İdari Bilimler Dergisi, 18(3-4), 337-349.
TORAMAN, C. (2008), “Demir-Çelik Sektöründe Yapay Sinir Ağları ile Hisse
Senedi Fiyat Tahmini: Erdemir A.Ş. ve Kardemir A.Ş. Üzerine Bir Tahmin
Uygulaması”, Muhasebe ve Finansman Dergisi, 39, 44-57.
USLU, V.R., YOLCU, U., EĞRİOĞLU, E. ALADAĞ, Ç.H., BAŞARAN, M.A.
(2012), “Yüksek Dereceli Bulanık Zaman Serisi Yaklaşımı ile Türkiye Enflasyon
Öngörüsü”, Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi,
27(1), 85-95.
YAKUT, E., ELMAS, B., YAVUZ, S. (2014), “Yapay Sinir Ağları ve Destek
Vektör Makineleri Yöntemleriyle Borsa Endeksi Tahmini”, Süleyman Demirel
Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 19(1), 139-157.
XIONG, T., BAO, Y., HU, Z. (2013), “Beyond One-Step-Ahead Forecasting:
Evaluation of Alternative Multi-Step-Ahead Forecasting Models For Crude Oil
Prices”, Energy Economics, 40, 405-415.
226 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi
Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 209-227
Ek-1. Her Bir Hisse Senedi İçin Girdi Değişkenleri Arasındaki Pearson Korelasyon
Katsayısı
Hisse Senedi
AKBNK
ARCLK
BIMAS
CCOLA
DOAS
EKGYO
ENKAI
EREGL
FROTO
GARAN
HALKB
ISCTR
KCHOL
KOZAL
KRDMD
OTKAR
PETKM
PGSUS
SAHOL
SISE
TAVHL
TCELL
THYAO
TKFEN
TOASO
TTKOM
TUPRS
ULKER
VAKBN
YKBNK
Değişkenler Arası Korelasyon Katsayısı
%D - SMA(10)
%D - MACD
MACD – SMA(10)
0,237
0,4315
-0,0003
0,0908
0,4427
-0,0649
0,1694
0,2716
0,035
-0,0017
0,3917
-0,0382
0,1852
0,4116
0,0507
0,5307
0,2714
0,0005
0,2089
0,4584
0,0061
0,0991
0,4733
0,01
0,0896
0,3842
-0,0786
0,2415
0,4531
0,0014
0,3642
0,3787
0,0284
0,2077
0,483
0,0195
0,0988
0,4644
-0,0458
0,1738
0,4256
0,007
0,072
0,467
-0,1102
0,1036
0,3871
-0,1493
0,2466
0,4636
0,0508
0,0879
0,1522
-0,0008
0,1443
0,4562
-0,0282
0,1621
0,446
-0,052
0,1911
0,3848
-0,0747
0,1564
0,424
0,0049
0,1343
0,4837
-0,0091
0,2756
0,4484
0,0192
0,1568
0,4271
-0,0143
0,2881
0,4504
0,0255
0,2023
0,4533
-0,0142
0,0723
0,3883
-0,0593
0,2123
0,4771
0,019
0,2326
0,4659
0,0339
227 Yayın Geliş Tarihi: 18.02.2016
Yayın Kabul Tarihi: 14.10.2016
Online Yayın Tarihi: 22.12.2016
Dokuz Eylül Üniversitesi
İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi
Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 229-250
Etik Liderliğin Sosyal Sermaye Üzerindeki Etkisi
Üzerine Bir Araştırma
Tayfun YILDIZ1
Zafer AYKANAT2
Samet TÜZEMEN3
Öz
Bu çalışmanın temel amacı, çalışanların sergiledikleri etik liderlik davranışları ile
sosyal sermaye algıları arasındaki ilişkiyi ortaya koymaktır. Bu amaçla, Ardahan
Üniversitesi’nde çalışan toplam 156 öğretim elemanı üzerinde nicel bir araştırma
yapılmıştır. Araştırma sonucunda, etik liderlik davranışı ile çalışanların sosyal sermaye
algıları arasında olumlu yönde anlamlı ilişkiler bulunmuştur. Bununla birlikte, en yüksek
ilişki ise sosyal sermayenin alt boyutlarından yapısal sosyal sermaye ile etik liderlik
davranışı arasında tespit edilmiştir.
Anahtar Kelimeler: Etik, Liderlik, Sosyal Sermaye
JEL Sınıflandırma Kodları: M10, M12, M19
A Study on the Impact of Ethical Leadership on Social Capital
Abstract
The main objective of this study is to put forward the relationship between employees’
ethical leadership behavior and social capital perception. For this purpose, a quantitative
survey is administered among 156 scholars currenty working at Ardahan University.
Results reveal that there exists a positive statistically significant relationship between
ethical leadership behavior and employees’ social capital perception. Besides, the highest
relationship value is determined between structural social capital, one of the subdimensions of social capital, and ethical leadership behavior.
Keywords: Ethics, Leadership, Social Capital
JEL Classification Codes: M10, M12, M19
1
Yrd. Doç. Dr., Ardahan Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, İşletme Bölümü,
tayfunyildiz@ardahan.edu.tr
2
Yrd. Doç. Dr., Ardahan Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, İşletme Bölümü
zaferaykanat@ardahan.edu.tr
3
Arş. Gör., Ardahan Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, İşletme Bölümü
samettuzemen@ardahan.edu.tr T. YILDIZ. – Z. AYKANAT – S. TÜZEMEN
1. GİRİŞ
Etik liderlik ve sosyal sermaye kavramlarının her ikisi de sosyal bilimler alanı
içerisinde yeni sayılabilecek kavramlardır. Birbirlerinden bağımsız olarak
inceledikleri bilimsel çalışmalar oldukça az iken, birlikte ele alınarak
değerlendirildikleri araştırmaları literatürde bulmak ise pek mümkün değildir. Etik
liderlik ve sosyal sermaye arasındaki ilişkiyi ilk kez doğrudan inceleyen Pastoriza
ve Arino (2013), sosyal sermaye oluşumunda etik liderliğin rolünü araştırmışlardır.
Yaptıkları anket çalışması sonucunda etik liderliğin sosyal sermayenin oluşumunda
etkin bir rol oynadığını ortaya koymuşlardır.
Bu çalışmanın amacı da etik liderlik ve sosyal sermaye arasındaki ilişkinin
incelenmesi ve bu alandaki literatüre katkı sağlamaktır. Bu amaçla Ardahan
Üniversitesi’nde görevli öğretim elemanlarına anket uygulaması yapılmıştır.
Yapılan ankette öğretim elemanlarının etik liderlik algısı ve sosyal sermaye stoğu
toplam 26 sorudan oluşan ve 5’li likert ölçeğine dayanan soru formuyla tespit
edilmeye çalışılmıştır. Çalışmada etik liderliği ölçmek için Brown vd. (2005)
tarafından geliştirilen Etik Liderlik Ölçeği kullanılmıştır. Öğretim elemanlarının
sosyal sermaye stoğunu alt boyutlarıyla birlikte ölçmek için ise Pastoriza ve Arino
(2013)’nun çalışmalarında kullandıkları sorular kullanılmıştır. Yapılan istatistiksel
analizler sonucunda görülmüştür ki etik liderlik ile sosyal sermaye arasında da
olumlu ve anlamlı bir ilişki mevcuttur.
İlk olarak etik liderlik ve sosyal sermaye olguları ayrı ayrı incelenmiş, daha
sonra iki kavramın doğrudan veya dolaylı olarak birlikte ele alındığı çalışmalar
ortaya konmuştur. Ardından bu çalışmanın metodolojisi, yöntemi ve istatistiksel
modeli ortaya konarak araştırma evreni ve örneklem seçimi hakkında bilgi
verilmiştir. Son olarak yapılan analizlerden elde edilen bulgular ortaya konmuş ve
sonuç ve önerilerle çalışmaya son verilmiştir.
2. ETİK LİDERLİK
Liderlik kavramının tanımlaması yakın tarihli bir akademik etkinlik olsa da
liderlik fenomeni, insan ilişkilerinde her daim mevcut olmuştur. Lider kavramının
230 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi
Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 229-250
kökleri 1300’lü yıllara kadar gitmektedir. Liderlik kavramının geçmişi ise 1800’lü
yıllara kadar gitmektedir (Fairholm, 2002: 2).
Liderlik kavramı XX. yüzyıl batı dünyasının en popüler kavramlarından biri
olmuştur. Bunun en temel nedeni sanayi devriminden sonra gelişen dünya
ekonomisinin etkili şekilde yönetilmesi arayışında gizlidir. Sanayi devriminden
sonra baş gösteren yönetim ve organizasyon problemleri, çeşitli kişileri sahneye
çıkarmıştır. 1990’lı yıllardan sonra bu alandaki gelişmeler zirveye çıkmış ve
liderlik alanındaki yaklaşımlar, bu alanı adeta sosyal bilimler içinde geniş bir bilim
dalı olmaya kadar taşımıştır (Aykanat, 2010: 3-4). Sosyal bilimlerin gelişmesi,
araştırmaların çoğalması ve bilimsel yaklaşımların çok mesafe almış olması, tüm
dikkatlerin liderliğe çevrilmesine neden olmuştur. Ancak tüm bu gelişmelere
rağmen lider ve liderlik üzerindeki sis perdesi hala kaldırılmamıştır. Bu bağlamda
liderlik konusundaki araştırma ve yayınlar artarak devam etmektedir.
Liderlik, bir kişinin, grubun veya örgütün hedeflere ulaşmasına yönelik
rehberlik sürecini ifade eder. Norm ve değerler lider tarafından başlatılır ve
geliştirilir. Liderler, organizasyon tarafından takip edilen davranış örnekleri
sergilerler. Onlar eğilim belirleyicileri ve örgüt kültürü kurucularıdır (Haq, 2011:
2793).
Etik, yanlışı ve doğruyu birbirinden ayıran ahlaki ilkelerin bütünü olarak
tanımlanmıştır. Bu açıdan etik, normatif (kuralları ya da standartları belirleyen) bir
alandır. Çünkü etik, bireyin hem yapması gerekeni hem de yapmaması gerekeni
ortaya koymaktadır (Beekun, 1996:2) Etik, insan ile insan, insan ile örgüt ve örgüt
ile örgüt ilişkilerinde, bireyin tutum, davranış ve kararlarında, herkesi içine alan ya
da hiç kimsenin dışında kalamayacağı ilke ve değerlerdir (Aykanat, 2014: 57).
1930’lardan bu yana yaşanan küresel durgunluk ve lider şirketlerde gerçekleşen
çeşitli skandallar etik liderlik için adeta bir çağrı oluşturmuştur. Enron, Arthur
Andersen,
WorldCom,
Tyco
International,
Global
Crossing,
Adelphia
Communications, Parmalat ve HealthSouth gibi gelişmiş ülkelerdeki işletmelerin
liderleri aralarında “her ne pahasına olursa olsun kazanmak” amacını
231 T. YILDIZ. – Z. AYKANAT – S. TÜZEMEN
gerçekleştirmek ve bu amacın başarılması için uygulanan baskıların da yer aldığı
çeşitli nedenler dolayısıyla uygulanan işlemler ve davranışlar etik açısından
başarısız olmuştur (Karcıoğlu vd., 2014:77).
Lider ve etik arasındaki ilişki çok eskiye dayanmaktadır. Bu ilişki uzun
zamandır tartışılmakta; tartışmalar ve yapılan çalışmalar daha yoğun olarak
normatif etik kapsamında ele alınmaktadır. Etik liderlik genellikle normatif iş etiği
açısından tanımlanmıştır. Normatif etik ile ahlaki isteklerin ve normların
betimlenmesinden çok gerekçelendirilerek temellendirilmesi amaçlanmaktadır.
Normatif etik, bu işlevi yerine getirirken “en yüksek iyi” ye göndermede bulunur
(Karcıoğlu vd., 2014:78).
Örgütler açısından oldukça önemli bir konumda bulunan etik liderliğin
tanımlaması da bu konuda ilk uygulamalı çalışmalar da çok yenidir. Etik liderlik
“bireysel davranışlar ve bireyler arası ilişkiler yoluyla normatif açıdan uygun olan
davranışların sergilenmesi ve bu türlü davranışların karar alma ve iki yönlü iletişim
süreçleriyle çalışanlar tarafından da sergilenmesinin teşvik edilmesi” (Brown vd.,
2005: 120) şeklinde tanımlanmış ve liderliğin pozitif yönleri vurgulanmıştır.
Brown ve arkadaşlarının yaptıkları tanımdaki “normatif açıdan uygun davranışlar”
kültürel ve toplumsal normlara bağlı olarak farklı şekillerde ortaya çıkabilirler.
Liderlerin ahlaki becerileri gelişmiş olmalı ve bu liderler pozitif yönetim
davranışları sergilemelidirler (Karcıoğlu vd., 2014:78).
3. SOSYAL SERMAYE
Güncel bir kavram olarak sosyal sermaye hakkındaki araştırmalar ve kavramsal
olarak tanımlanması çabaları birkaç on yıldan öteye gitmemektedir. Buna rağmen
bu görece yeni kavram dünyanın her yerinde ekonomi, siyaset, sağlık, güvenlik,
çevre, yoksulluk, refah, kalkınma, verimlilik, kamu yönetimi, yönetişim, sosyoloji,
sosyal psikoloji, demokrasi ve örgütlenme gibi neredeyse tüm sosyo ekonomik
sorunların ilacı olarak algılanmış ve bu doğrultuda yapılan birçok araştırmanın
konusu haline gelmiştir.
232 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi
Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 229-250
Terim olarak sosyal sermaye yeni ve dağınık bir terimdir (Collier, 1998: 1). Bu
yargı, üzerinden yaklaşık 20 yıl geçmesine rağmen geçerliliğini korumaktadır.
Bununla beraber sosyal sermaye kavramının, olanca hızıyla gelişmesine ve çeşitli
alanlara yayılmasına karşın tanımı ve içeriği hakkında ortak bir dile
ulaşılamamaktadır.
Sosyal sermaye; diğer sermaye türleri gibi sosyo-ekonomik aktiviteleri
destekleyen, ancak onlardan farklı olarak ölçülmesi oldukça zor bir sermaye
türüdür (Çetin, 2006:1).
Sosyal sermayenin kavramsal olarak ne olduğunun tanımlanmasındaki güçlük
yine sosyal sermayenin kendi doğasındaki soyut yapıdan kaynaklanır. Zira sosyal
sermayenin varlığı, onun sonuçlarının etkisiyle kanıtlanabilmektedir. Yani sosyal
sermaye kendini ancak sonuçları ortaya çıktığında açığa vurur. Böylece ortaya
çıkan sonuç sosyal sermayenin kendisi haline gelmektedir (Tüzemen, 2013: 5).
Sosyal sermayenin günümüzde kullanılan kavramsal haline ulaşmasının 20.
yüzyılın başına dayandığına dair ortak kanı mevcuttur. Konuyla ilgili çalışan
araştırmacıların hemen hepsi kavramsal olarak sosyal sermaye olgusuna ilk olarak
1916 yılında sosyolog Lyda J. Hanifan’ın yazdığı bir makalede rastlandığına dair
fikirbirliğine sahiptir. Amerika Birleşik Devletleri’nin Batı Virjinya eyaletinde
okul müfettişi olarak da görev yapan Hanifan, okul performansının artırılmasında
toplumun katılımının önemine vurgu yapmış, sosyal sermaye kavramının bu
ilişkideki pozitif yönünü şu şekilde açıklamıştır (Hanifan, 1916: 130):
“...şu somut esaslar insanların günlük hayatında
çok önemli bir yere sahiptir: Bireyler arasında ve
sosyal birliği oluşturan aile içindeki iyi niyet,
arkadaşlık, sempati ve sosyal ilişki... Eğer bir birey
komşusuyla iletişime geçerse ve onlar da diğerleriyle
iletişim kurarlarsa, orada bir sosyal sermaye birikimi
olacaktır ki bu onların sosyal ihtiyaçlarını anında
tatmin
edebilecek
ve
tüm
233 topluluğun
yaşam
T. YILDIZ. – Z. AYKANAT – S. TÜZEMEN
koşullarında sayısız gelişmeyi sağlamaya yetecek
sosyal potansiyeli doğurabilecektir.”
Sosyal sermaye kavramının kendini tam anlamıyla bulması ve formule edilerek
içeriğinin ortaya çıkarılması, Fransız sosyolog Pierre Bourdieu’nun 1970’lerde
başlayıp 1986’da “Sermaye’nin Türleri” adlı kitabıyla nihayet tamamladığı bir dizi
çalışmanın
sonucunda
sağlanmıştır.
Bourdieu
sosyal
sermayeyi;
“Ortak
tanışıklılığın veya tanımanın az ya da çok kurumsallaşmış ilişkisine, güvenilir
ağlar (network) yoluyla bağlanan fiili veya potansiyel kaynakların toplamı...”
şeklinde tanımlamıştır (Bourdieu, 1986: 247).
Önde gelen sosyal sermaye teorisyenlerinden birisi olan James S. Coleman
(1988: 98) sosyal sermayenin kendi fonksiyonuyla tanımlandığını, dolayısıyla
sadece tek bir öğeden değil, karşılıklı güveni esas alan ilişkiler temelinde birleşen,
farklı öğelerin karışımından oluştuğunu ifade etmektedir. Kavramın şekillenmesine
öncülük eden ve sosyal sermayenin klasikleri arasında gösterilen Robert D. Putnam
ise (1995: 664) sosyal sermayeyi; “katılımcılarını, paylaşılan bir amaca giderken,
etkin bir şekilde birlikte hareket etmelerini sağlayan, ağlar (networks), normlar ve
güven gibi sosyal hayatın özellikleri” cümlesiyle tanımlamıştır.
Fukuyama (2000: 3), sosyal sermayeyi kısaca normlar olarak tanımlarken, bu
normların grup içerisinde işbirliğine önderlik etmesi gerektiği dolayısıyla bahsi
geçen normların, dürüstlük, ahde vefa, verilen görevde iyi performans, karşılıklılık
ve beğenmek gibi geleneksel erdemlerle ilişkili olduğunu ifade etmiştir.
“Mesele ne bildiğin değil, kimi tanıdığındır” (Woolcock ve Narayan, 2000: 3).
Bu söz, daha önce kavramı tanımlayan tüm teorisyenlerin parmak bastığı ilişkiler
ve mütekabiliyetin önemini, tek bir satırda vurgulamaktadır. Buna göre sosyal
sermaye olgususun, önemli kulüplere üyeliklerin kulüp içinden birilerini
tanımaktan geçmesi veya yüksek rekabet içeren iş başvurularını kazananların
çoğunlukla “yüksek yerlerde tanıdıkları” olması gibi tecrübelerden doğduğu
söylenebilir. Böylece zor zamanlarda son güvenlik ağının aile ve arkadaşlar
234 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi
Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 229-250
olduğunu vurgulayarak sosyal sermayenin temelinin ilişkiler ve bu ilişkilere
duyulan güven olduğunun altı çizilmektedir.
Bütün bu tanımlamalardan bir özet çıkarmak gerekirse sosyal sermaye; kendine
has kuralların çerçevesini çizdiği, güven, katılım ve karşılılığın ana renkleri
oluşturduğu, ilişkiler ve sonuçlarının ahenkli uyumuyla tamamlanmış bir resim
olarak nitelendirilebilir (Tüzemen, 2013: 19).
Sosyal sermaye, iki ve daha fazla birey arasında işbirliğini sağlayan, ani
oluşmuş gayri resmi norm olarak tanımlanırsa, ekonomistlerin sosyal sermayenin
kökeninin ne olduğuyla ilgili basit bir açıklaması vardır: Sosyal sermaye,
tekrarlanan “tutuklular ikilemi” oyununun ürünü olarak kendiliğinden ortaya
çıkmıştır (Fukuyama, 2000: 13).
Sözü edilen tutuklular ikilemi matematiğin yan alanı olmakla birlikte sosyal
bilimlerde de sıkça uygulama alanı bulan oyun teorisinin de bir parçasıdır. Oyun
teorisi temelde, karar verme konumunda olan bireylerin, değişik alternatiflerin
seçiminde olasılık ve varsayımsal değerleri dikkate almak suretiyle fayda
fonksiyonlarını daha üst düzeye taşıma gayreti güdülerinin sonucu olarak
yaygınlaşan bir analiz tekniğidir. Oyun teorisinin birçok uygulaması ve örneği
bulunmaktadır. Ancak en çok bilineni “Nash Dengesi” adıyla anılan oyun teorisi
yaklaşımıdır. Nash dengesi, herhangi bir oyuncunun kendisi için mutlak en iyi
seçeneği değil, rakibinin seçmiş olduğu strateji sonucunda kendisine en fazla
getiriyi sağlayacak olan stratejiyi seçmesi sonucunda oluşan dengedir (Çolak ve
Bekmez, 2007: 5-11).
Sosyal sermayenin sınıflandırılması konusunda tıpkı tanımı konusunda olduğu
gibi tartışmalar belirli bir noktaya ulaşmakla birlikte son bulmamıştır. Yani sosyal
sermayenin tanımındaki çeşitlilik kadar sınıflandırılmasında da çeşitlilik söz
konusudur. OECD’ye göre oldukça basit bir yaklaşımla sosyal sermaye (1)Birleştirici, (2)- Köprü Kurucu ve (3)- Bağlayıcı olmak üzere üç gurupta
incelenebilir (Keeley, 2007: 103).
235 T. YILDIZ. – Z. AYKANAT – S. TÜZEMEN
OECD’nin basitçe üç alt başlıkta yaptığı bu sınıflandırma kimi araştırmacılarca
yeterli olarak görülmemektedir. Zira sözü edilen araştırmada yalnızca bağlantı
yapısına göre bir sınıflama yapılmıştır. Ancak bunun yanında, sosyal sermayeyi
boyutlarına ve düzeylerine göre de sınıflandırmak mümkündür.
Boyutlarına göre sosyal sermayeyi kimi araştırmacılar yapısal ve bilişsel olmak
üzere iki başlıkta incelerken bazıları ise yapısal, ilişkisel ve bilişsel olarak üç
başlıkta incelemiştir (Erbil, 2008: 51). Bu çalışmada ise sosyal sermaye boyutlarına
göre üç sınıfta incelenmiştir.
Nahapiet ve Ghoshal (1998: 244), entelektüel sermaye oluşumunda sosyal
sermayenin rolünü inceledikleri çalışmaları çerçevesinde sosyal sermayeyi; (1)Yapısal, (2)- İlişkisel ve (3)- Bilişsel olmak üzere üç guruba ayırmış ve bu
sınıflandırmayı tercih eden araştırmacıların da öncüsü olmuşlardır. Sosyal
sermayenin ilk boyutu olarak ele alınan yapısal boyutu, sosyal sistemin ve ilişkiler
ağının bir bütün olarak özelliklerine odaklanırken, ikinci boyutu olan ilişkisel
boyutu ise bunun aksine insanların davranışlarını da etkileyen, saygı ve arkadaşlık
gibi sahip oldukları belirli özelliklerine odaklanır. Son olarak sosyal sermayenin
bilişsel boyutu ise taraflar arasındaki paylaşılan simge, yorum ve anlam sistemini
sağlayan kaynaklara yapılan bir atıftır.
4. ETİK LİDERLİK VE SOSYAL SERMAYE ARASINDAKİ İLİŞKİ
Sosyal sermaye sosyal bilimler alanı içerisinde çok geniş bir yelpazede
incelenen güncel bir konudur. Benzer şekilde etik liderlik konusu da günümüz
yönetim bilimi araştırmalarında ön plana çıkan bir konu olmuştur. Ancak sosyal
sermayenin oluşumunda rol alan çeşitli faktörler arasında etik liderlik faktörünün
incelenmesi literatürde oldukça yenidir. Bu çalışmalarda ilk olarak dolaylı ilişki
üzerine odaklanılmışken, daha sonra doğrudan ilişkinin ön plana çıktığı
görülmektedir.
Mele (2003) çalışmasında etik prensipleri ön planda tutan bir kültür yapısına
sahip olan toplumların, işbirliği yapabilme kapasitesi olarak da tanımlanan, sosyal
sermayenin oluşumuna diğer toplumlara göre olumlu yönde daha fazla katkısı olup
236 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi
Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 229-250
olmadığını incelemiştir. Mele, etik toplumun göstergeleri olarak hümanizmi,
hümanist işletmeciliği ve bu bağlamda toplumda insana verilen değeri ve gösterilen
saygının yanı sıra kamu yararını gözeten yönetim anlayışını da ele almıştır. Sözü
edilen bu faktörleri bir bütün olarak “Organizasyonel İnsancıllaşan Kültür”
kavramına yerleştiren araştırmacı bu kavramın da sosyal sermaye oluşumuna
olumlu yönde katkı yaptığını ileri sürmüştür.
Liderliğin etik boyutunu ön plana çıkardıkları çalışmalarında, Brown vd.
(2005), bu boyutu sosyal öğrenme perspektifinden incelemişlerdir. Buna göre lider
çalışanlarına etik bir yön gösterici olmalıdır. Etik liderliği dürüstlük ve güven gibi
sosyal sermayenin de temellerini oluşturan kavramlar ile ilişkilendiren yazarlar,
etik liderlik yaklaşımının çalışanlarda işe kendini adama ve problemleri rapor etme
konusunda istekli olma gibi yine sosyal sermayenin “işbirliği yapabilme
kapasitesi” tanımıyla dolaylı da olsa ilgili olan noktalarda kazanımlar sağladığını
ortaya koymuşlardır.
Brown vd. (2005)’e benzer şekilde, Brown ve Trevino (2006) da çalışmalarında
etik liderlik ile sosyal öğrenme olgularını birlikte ele almışlardır. Bu bağlamda etik
lider yönetim biçimiyle rol model olarak çalışanları tarafından takip edilir. Bu
durumda çalışanlar liderlerinin davranışlarını örnek alarak kurum içerisinde etik
mesajın belirgin hale gelmesini sağlarlar. Çalışma bu noktada sosyal sermayenin
ilişkisel boyutuna dolaylı yoldan değinmekte ve etik liderin ilişkiler vasıtasıyla
kurumsal sosyal sermaye oluşumuna katkı sağlayabileceğine işaret etmektedir.
Otantik liderliğin, çalışanların iş tatminine, işe adanmışlığına ve işten hoşnut
olup olmamasına etki edip etmediğini inceledikleri çalışmalarında Jensen ve
Luthans (2006), otantik liderliğin sözü edilen çalışan davranış ve tutumlarına
doğrudan ve güçlü olarak etki ettiğini bulmuşlardır.
Maak (2007), çalışmasında sorumlu liderlik, paydaş katılımı ve sosyal sermaye
arasındaki bağı incelemiştir. Maak liderlerin bir topluluktaki paydaşlar arasında
devamlı ve ortak faydaya dayanan bir ilişkiyi tesis etmesi gerekliliğini öne sürmüş
ve bu ilişkinin kurulması halinde sosyal sermayenin inşa edilebileceğini
237 T. YILDIZ. – Z. AYKANAT – S. TÜZEMEN
vurgulamıştır. Bu bağlamda Maak, sorumlu liderlik anlayışının sosyal sermayenin
artmasını sağlayacak değer ağları aracılığıyla sürdürülebilir bir işletme ve kamu
yararı oluşmasını sağlayacağını iddia etmektedir.
Pastoriza vd. 2008 yılında yayınladıkları çalışmalarında kurumsal sosyal
sermayenin öncülü olarak etik yönetsel davranışların rolünü ele almışlardır. Buna
göre çalışanların iyiliğini gözeten, etik ve motivasyon bakımından gelişmelerini
önemseyen yönetsel davranışlar, kurumda sosyal sermayenin oluşmasında
önemlidir. Araştırmacılara göre yöneticinin davranışları üç temel prensibe
dayanmalıdır; örnek tavır takınmak, çalışanlar arasındaki davranışların önemini
ortaya çıkarmak ve çalışanların güvenini boşa çıkarmamak. Pastoriza vd. 2009
yılındaki çalışmalarında ise etik işyeri ortamı oluşturmanın sosyal sermaye
oluşumuna neden olacağını ileri sürmüşlerdir.
McCallum ve O’Connell (2009), önemli liderlik çalışmalarını inceleyerek
sosyal sermayenin kuvvetli bir liderlik oluşumundaki etkisini araştırdıkları
çalışmalarında sonuç olarak organizasyon içerisinde sağlıklı ilişkiler kurmak, iyi
niyet ve güven tesis etmek gibi unsurlara sahip sosyal sermaye oluşturma
becerisinin liderlik becerileri arasında gittikçe artan bir öneme sahip olmaya
başladığını ortaya koymuşlardır.
2010 yılında yayınladıkları çalışmalarında Caldwell vd., güven temeline oturan
lider-takipçi ilişkisini incelemişlerdir. Yaptıkları ampirik çalışmaya göre lider etik
önderlik anlayışıyla takipçileri arasında güvene dayalı bir ilişki oluşturur. Bu da
organizasyonun etkinliğini artırmakta önemli bir rol oynar.
Tung (2012), Çin’e özgü bir nevi sosyal ağ niteliğindeki Guanxi olgusunu
işletmelerde etik davranışlarla birlikte ele almıştır. Sonuç olarak sözü edilen
olgunun Çinli organizasyonların başarısı için vazgeçilmez olduğuna ve
organizasyon içi etik davranışların da bu olgunun organizasyon içerisinde daha
etkin bir şekilde işler hale gelmesini sağladığına işaret etmektedir.
Etik liderlik ve sosyal sermaye arasındaki ilişkiyi doğrudan inceledikleri
çalışmalarında Pastoriza ve Arino (2013), etik liderliğin sosyal sermaye
238 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi
Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 229-250
oluşumundaki rolünü ampirik olarak ele almışlardır. İspanyol, Fransız ve Portekizli
toplam 408 yarı-zamanlı işletme yüksek lisans öğrencisine uyguladıkları anket
çalışmasından elde ettikleri verileri kullanarak yapısal eşitlik modeli tekniğiyle etik
liderliğin sosyal sermayenin üç boyutu üzerine ayrı ayrı etkisini incelemişlerdir.
Sonuç olarak etik liderliğin sosyal sermayenin her üç boyutu üzerinde de anlamlı
ve olumlu bir etkisinin olduğunu ortaya koymuşlardır.
5. ARAŞTIRMANIN METODOLOJİSİ
Sosyal sermayenin oluşumunda rol alan çeşitli faktörler arasında etik liderlik
faktörünün incelenmesi literatürde oldukça yenidir. Bu bağlamda araştırmanın
amacı etik liderlik ve sosyal sermaye arasındaki ilişkileri tespit etmektir.
5.1. Araştırmanın Yöntemi ve Modeli
Bu kısımda örneklemin seçimi, veri toplama aracının geliştirilmesi, veri
toplama süreci, anketteki ifadelerin niteliği ve veri toplamada kullanılan
istatistiksel yöntem ve teknikler açıklanmıştır. Bu veriler SPSS 21 ve AMOS 21
istatistik paket programları kullanılarak analiz edilmiştir. Tüm bu bilgiler ışığında
aşağıdaki hipotezler geliştirilmiştir.
H1: Etik Liderlik Davranışı ile Yapısal Sosyal Sermaye arasında anlamlı ve
pozitif bir ilişki vardır.
H2: Etik Liderlik Davranışı ile İlişkisel Sosyal Sermaye arasında anlamlı ve
pozitif bir ilişki vardır.
H3: Etik Liderlik Davranışı ile Bilişsel Sosyal Sermaye arasında anlamlı ve
pozitif bir ilişki vardır.
Ayrıca aşağıdaki şekilde araştırmaya konu olacak modelin teorik alt yapısı
gösterilmiştir.
239 T. YILDIZ. – Z. AYKANAT – S. TÜZEMEN
Yapısal
Sosyal
Sermaye
İlişkisel
Sosyal
Sermaye
Etik
Liderlik
Bilişsel
Sosyal
Sermaye
Şekil 1. Araştırma Modeli
5.2. Araştırmanın Evreni ve Örneklem Seçimi
Araştırmanın amacına uygun olarak, analiz için Ardahan Üniversitesi
bünyesinde çalışan öğretim elemanları araştırma evrenini oluşturmaktadır.
Araştırma evrenini oluşturan öğretim elemanı sayısı4 aşağıdaki tabloda
gösterilmektedir.
Tablo 1. Araştırma Evreni
Mesleki Unvan
Sayı
Prof. Dr.
10
Doç. Dr.
7
Yrd. Doç. Dr.
58
5
Arş. Gör .
49
Öğr. Gör.
69
Okutman
18
Toplam
211
4
5
Bu sayı Ardahan Üniversitesi Personel Dairesi Başkanlığından alınmıştır.
ÖYP Kadrosunda bulunan 64 personel araştırmaya dahil edilmemiştir.
240 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi
Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 229-250
Araştırma evreni için minimum örneklem %5 önem düzeyinde ve %5 hata payı
ile anket uygulanacak örnek kitlesinin büyüklüğünü belirlemek için eşitlik (1)’de
yer alan;
(1)
Örnek büyüklüğü hacmi formülünden yararlanılmış ve eşitlik (2)’de hesaplanan
değer bulunmuştur. Bu değer minumun örnek sayısını göstermektedir.
(2)
Araştırma, Ardahan üniversitesinin elektronik anket sistemi üzerinden 2015
mart, nisan ve mayıs tarihleri arasında yapılmıştır. Eksik ve hatalı olmayan 156
anket değerlendirmeye alınmıştır.
5.3. Soru Formlarının Oluşturulması
Bu araştırmada, temelde nicel verilere dayalı araştırma ve ölçme yöntemi
benimsenmiştir.
Araştırmada
veri
toplama
aracı
olarak
anket
yöntemi
kullanılmıştır. Anket üç bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde cinsiyet, medeni
durum, mesleki deneyim, kurumdaki pozisyonu, gibi araştırma kapsamındaki
çalışanların demografik özelliklerini belirlemeye yönelik kapalı uçlu sorulara yer
verilmiştir.
Anketin ikinci bölümünde Etik Liderliği ölçmek için Brown ve arkadaşları
(2005)
tarafından geliştirilmiş olan tek boyutlu Etik Liderlik Ölçeği (KLÖ)
kullanılmıştır. Bu ölçek ” Ethical leadership: A social learning perspective for
construct development and testing”, adlı makaleden alınmıştır. Ölçekteki ifadelerin
tümü 1’in “Kesinlikle katılmıyorum”, 5’in “Kesinlikle katılıyorum” olduğu 5’li
Likert Ölçeğine dayandırılmıştır.
Anketin üçüncü bölümünde Sosyal Sermaye ölçeğine yer verilmiştir. Bu ölçek
Pastoriza ve Arino (2013) tarafından hazırlanan “Does the Ethical Leadership of
Supervisors Generate Internal Social Capital?” başlıklı makaleden alınmıştır. Ölçek
241 T. YILDIZ. – Z. AYKANAT – S. TÜZEMEN
toplam 16 sorudan ve üç boyuttan oluşmaktadır. Ölçekteki ifadelerin tümü 1’in
“Kesinlikle katılmıyorum”, 5’in “Kesinlikle katılıyorum” olduğu 5’li Likert
Ölçeğine dayandırılmıştır.
5.4. Bulgular
Ankete katılanların % 24,36’sı (n=38) Bayan ve
% 75,64’ü (n=118) ise
Erkek’tir. . Ayrıca katılımcıların % 74,36’sı evli (n=116), % 25,64’ü bekardır.
Katılımcıların mesleki deneyimlerine bakılıdğında ise % 55,13 oranında 0-5 yıl
arası (n=86), % 24,36 oranında 6-10 yıl arası (n=38), % 7,69 oranında 11-15 yıl
arası (n=12), % 3,85 oranında 16-20 yıl arası (n=6) ve son olarak da % 8,97
oranında (n= 14) 20 yıldan fazla süredir çalıştıklarını belirtmektedirler. Ankete
katılanların % 3,85’i Prof.Dr. (n= 6), % 2,56’sı Doç.Dr.(n=4), % 25,64’ü
Yrd.Doç.Dr.(n=40), %26,92’si Arş.Gör.(n=42), %37,82’si Öğr.Gör.(n=59) ve
%3,21’de okutman (n=5) olarak çalıştıklarını belirtmektedirler.
Tablo 2. Demografik Değişkenler
f
%
Bayan
38
24,36
Bay
118
75,64
Evli
116
74,36
Bekar
40
25,64
0-5 yıl arası
86
55,13
6-10 yıl arası
38
24,36
11-15 yıl arası
12
7,69
16-20 yıl arası
6
3,85
20'den fazla yıl
14
8,97
CİNSİYET
MEDENİ DURUMU
MESLEKİ DENEYİM
242 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi
Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 229-250
MESLEKİ UNVAN
Prof. Dr.
6
3,85
Doç. Dr.
4
2,56
Yrd. Doç. Dr.
40
25,64
Arş. Gör.
42
26,92
Öğr. Gör.
59
37,82
Okutman
5
3,21
5.5. Geçerlilik ve Güvenilirlik
Tablo 3’ten de izlenebileceği gibi faktörlerin geçerlilik ve güvenilirlik analizleri
yapılmış ve tüm değişkenlerin faktör yükleri, Cronbach Alfa değerleri ve açıklanan
ortalama varyans değerleri oldukça güçlü çıkmıştır.
Tablo 3. Geçerlilik ve Güvenilirlik Analizi
Faktörler
Yapısal Sosyal
Sermaye
İlişkisel Sosyal
Sermaye
Bilişsel Sosyal
Sermaye
İfadeler
Standart
Cronbach’s
Yükler
α
Yss1
,074
Yss2
,073
Yss3
,072
Yss4
,073
İss1
,072
İss2
,069
İss3
,078
İss4
,076
İss5
-,071
İss6
,069
Bss1
,077
Bss2
,077
Bss3
,079
Bss4
,077
Bss5
,075
Bss6
,079
243 Açıklanan
Ortalama
Varyans (AVE)
0,92
0,72
0,60
0,74
0,96
0,80
T. YILDIZ. – Z. AYKANAT – S. TÜZEMEN
El8
,919
El6
,910
El5
,906
El9
,896
El7
,889
El4
,879
El1
,872
El10
,867
El3
,857
El2
,824
Etik Liderlik
0,75
0,97
Tablo 4’ten de izlenebileceği gibi yapılan korelasyon analizinde en yüksek ilişki
Yapısal Sosyal Sermaye ile Bilişsel Sosyal Sermaye (r=816, p<0,01) arasında
bulunmuştur. En düşük ilişki ise Etik Liderlik ve İlişkisel Sosyal Sermaye (r= 630,
p<0,01) arasında bulunmuştur.
Tablo 4. Korelasyon Analiz
Faktörler
Ort.
Std. Sapma
1
2
3
1.Etik Liderlik
3,2417
1,2322
1
2.Yapısal
Sosyal Sermaye
3,0929
1,1263
,660**
1
3.İlişkisel
Sosyal Sermaye
3,1111
,6992
,630**
,788**
1
4.Bilişsel
Sosyal Sermaye
2,8900
1,1665
,677**
,785**
,816**
4
1
Tablo 5’te izlenebileceği gibi yapılan doğrulayıcı faktör analizi sonucunda
araştırma modelinin uyum iyiliği değerleri (Goodness-of-fit indices) kabul
edilebilir düzeylerde çıkmıştır.
244 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi
Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 229-250
Tablo 5. Araştırma Modelinin Uyum İyiliği Değerleri
df
CFI
GFI
TLI
RMSEA
PNFI
AGFI
Kabul
Edilebilir
Değerler
n/a
n/a
< 3.0
> 0.9
> 0.9
> 0.9
< 0.08
>0.5
>0.9
Modelin
Değerleri
408,
9
285
1,435
0,972
0,846
0,969
0,53
0,802
0,810
Şekil 2’de görüldüğü gibi yapılan basit yapısal model analizinde Etik Liderlik
Davranışı (β=0,76 p<0,05)
Yapısal Sosyal Sermaye (YSS) algısını en çok
etkilemektedir. Etik Liderlik Davranışı, İlişkisel Sosyal Sermaye ve Bilişsel Sosyal
Sermaye algısını (β=0,73 p<0,05) aynı düzeyde etkilemektedir.
Şekil 2. Araştırma Modeli ve AMOS Analiz Tahminleri
Tablo 6’da görüldüğü gibi bu veriler ışığında üç hipotez de (H1, H2, H3) kabul
edilmiştir.
Tablo 6. Değişkenler Arası İlişkiler
Yol Analizi
H1
Etik Liderlik
Sermaye
Yapısal Sosyal
245 Estimate
SE
CR
p
,762
,071
10,253
***
T. YILDIZ. – Z. AYKANAT – S. TÜZEMEN
H2
Etik Liderlik
Sermaye
İlişkisel Sosyal
H3
Etik Liderlik
Sermaye
Bilişsel Sosyal
,734
,069
9,032
***
,726
,071
9,503
***
Not: ***p<0.05
6. SONUÇ
Günümüzde üzerine birçok çalışma yapılmaya devam etmesine rağmen liderlik
kavramı hala yeni yaklaşımlarla incelenmeye açık bir kavramdır. Liderlik bir
durumdan çok bir süreci ifade etmesi bakımından değişim ve dönüşüme açık bir
olgudur. Bu bağlamda rehberlik ve önderlik süreci diye de tanımlanabilen liderlik
kavramının geçmişi eskiye dayanır. Ancak çeşitli yönleriyle yeniden tanımlanması
ve kavramsallaşması devam etmektedir.
Liderlik kavramının önüne gelebilen çeşitli sıfatlarla birlikte çeşitli boyutlarda
incelenmesi mümkündür. Bu çalışmada da liderlik, etik olgusuyla birlikte ele
alınmıştır. Etik, yanlış ile doğruyu birbirinden ayırmaya yarayan ahlaki ilkeler
bütünü olarak tanımlanabilir. Etik ve liderlik kavramları birbirlerinden uzak
kavramlar olarak değerlendirilemez ancak birlikte ele alınması ve incelenmesi için
tarihte bazı dönüm noktalarına ihtiyaç duyulmuştur. Bunlardan en önemlileri
özellikle küresel ekonomik kriz dönemlerinde büyük firmalarda ortaya çıkan
yönetimsel skandallardır. Bu dönüm noktaları liderin aynı zamanda etik olup
olmaması durumunun tartışılması için gereken kıvılcımı sağlamıştır.
Bu çalışmada etik liderlik ile, Putnam (1995:664) tarafından “katılımcılarını,
paylaşılan bir amaca giderken, etkin bir şekilde birlikte hareket etmelerini
sağlayan, ağlar, normlar ve güven gibi sosyal hayatın özellikleri” şeklinde
tanımlanan ve temelinde güven olgusunu barındıran sosyal sermaye arasındaki
ilişki Ardahan Üniversitesi özelinde incelenmiştir. Bu amaçla Ardahan
Üniversitesi’nde görev yapan akademik personele elektronik anket sistemi
aracılığıyla etik liderlik algısını ve üç alt boyutuyla sosyal sermaye stoğunu
ölçmeye yönelik toplam 26 sorudan oluşan bir anket uygulanmıştır. İstatistik paket
programı ile değerlendirilen çalışmanın sonucuna göre etik liderliğin, sosyal
246 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi
Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 229-250
sermayenin her üç alt boyutu üzerinde de olumlu ve anlamlı etkisinin olduğu ortaya
çıkmıştır. Bilginin yaratıldığı, paylaşıldığı ve kullanıldığı yer olan üniversitelerde
sosyal sermayeyi akademik ortamda geliştirme ve etkili kılmada en önemli görev
yöneticilerindir. Lider nitelikteki yöneticiler, sosyal sermaye ve boyutlarının
öneminin bilincinde olarak hareket ettikleri takdirde sosyal sermayenin bir değer
olarak amaca hizmet etmesi mümkün olacaktır. Ardahan üniversitesi açısından
bakıldığında lider yöneticilerin beklenen, sosyal sermayenin farkında oldukları ve
akademik gelişime uygun zemin hazırladıkları verilerle ortaya konulmuştur. Sosyal
sermayenin önemli bileşenleri olan güven ve karşılıklılık Ardahan Üniversitesini
uluslararalılaşmada zirve noktaya taşımış ve Kafkasya Üniversiteler Birliğine
liderlik etmesini sağlamıştır.
Bu sonuçlar daha önce bu konu üzerine yapılmış olan çalışmalardan Pastoriza
vd. (2008) ve Pastoriza ve Arino (2013)’nun çalışmalarında elde ettikleri bulgularla
benzer şekilde çıkmıştır. Bununla beraber literatürde aksi yönlü bir sonucun ortaya
konduğu bir çalışma bulunmamaktadır. Etik liderlik ve sosyal sermaye görece yeni
kavramlar olması sebebiyle birbirleri ile olan ilişkinin incelendiği çalışma sayısı
oldukça azdır. Bu sebeple araştırmacıların bundan sonraki çalışmalarda bu iki
olguyu çeşitli boyutlarıyla ve farklı uygulama yerlerinde incelemeleri faydalı
olacaktır.
KAYNAKÇA
AYKANAT, Z. (2010), Karizmatik Liderlik ve Örgüt Kültürü İlişkisi Üzerine Bir
Uygulama, Karamanoğlu Mehmetbey Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Kamu
Yönetimi Anabilim Dalı, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Karaman.
AYKANAT, Z. (2014), Psikolojik Sözleşmenin İhlali Algısında Örgütsel Adaletin
Etkisi ve Etik Liderin Aracı Değişken olarak Rolü: Kalkınma Ajanslarında
Uygulama, Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İşletme Anabilim Dalı,
Yayımlanmamış Doktora Tezi, Erzurum.
BEEKUN, R. I. (1996), “Islamic Business Ethics”, International Institute of
Islamic
Thought,
(703)
471-1133,
s.1-14,
http://www.muslimtents.com/aminahsworld/ethicshm.pdf (17.11.2015).
247 T. YILDIZ. – Z. AYKANAT – S. TÜZEMEN
BOURDIEU, P. (1986), “Forms of Capital, Handbook of Theory and Research for
the Sociology of Education”, edt: John G. Richardson, Greenwood Press, Westport,
CT,
241-258,
https://mccti.hugoramos.eu/Biblioteca_(versao_antiga)/Mestrado_CCTI/Bourdieu,
%20Pierre/The%20Forms%20of%20Capital.pdf, (02.12.2016).
BROWN, M. E., TREVINO, L. K., HARRISON, D. A. (2005), “Ethical
Leadership: A Social Learning Perspective For Construct Development And
Testing”, Organizational Behavior and Human Decision Processes, 97, 117–134.
BROWN, M. E., TREVINO, L. K. (2006), “Ethical Leadership: A Review And
Future Directions”, The Leadership Quarterly, 17, 595-616.
BROWN, M. E. (2007), “Misconceptions of Ethical Leadership: How to Avoid
Potential Pitfalls”, Organizational Dynamics, Vol. 36, No. 2, , ss. 140–155.
CALDWELL, C., HAYES, L. A., LONG, D. T. (2010), “Leadership,
Trustworthiness, and Ethical Stewardship”, Journal of Business Ethics, 96, 497512
COLEMAN, J. S. (1988), “Social Capital In The Creation Of Human Capital”, The
American Journal of Sociology, 94, 95-120.
COLLIER, P. (1998), “Social Capital and Poverty”, Social Capital Initiative
Working Paper, 4, http://internationalbudget.org/wp-content/uploads/SocialCapital-and-Poverty.pdf, (02.01.2013).
ÇETİN, M. (2006), “Bölgesel Kalkınmada Sosyal Ağların Rolü: Silikon Vadisi
Örneği”, Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi,
Cilt:21 Sayı:1, Yıl:2006, ss:1-25.
ÇOLAK, Ö. F., BEKMEZ, S. (2007), Kayıt dışı Ekonomi ve Siyasal Tercihler,
Nobel Basımevi, Ankara.
ERBİL, C. (2008), Sosyal Sermayeye Örgütsel Bir Yaklaşım: Bir Model Önerisi,
Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü.
248 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi
Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 229-250
FAIRHOLM, M. R. (2002), “Defining Leadership: A Review of Past, Present, and
Future
Ideas”,
ss.1-45,
http://www.strategicleaders.org/system/files/private/definingleadership-pastpresent.pdf, (13.11.2015).
FUKUYAMA, F. (2000), “Social Capital and Civil Society”, IMF Working Paper,
74,
http://www.imf.org/external/pubs/ft/seminar/1999/reforms/fukuyama.htm,
(03.01.2014).
HANIFAN, L. J. (1916), “The Rural School Community Center”, Annals of the
American Academy of Political and Social Science, 67, 130-138.
HAQ, S. (2011), “Ethics And Leadership Skills In The Public Service”, Procedia
Social and Behavioral Sciences, 15, ss. 2792–2796.
JENSEN, S. M., LUTHANS, F. (2006), “Entrepreneurs As Authentic Leaders:
Impact On Employees Attitudes”, Leadership & Organization Development
Journal, 27/8, 646-666.
KARCIOĞLU, F. AYKANAT, Z., ÇINAR, O. (2014), “The Impact Of
Organizational Justice On The Perception Of Psychological Contract Breach And
The Role Of Ethical Leader As A Moderator: An Application On Development
Agencıes”, Research Journal of Business&Management-RJBM Vol.1(2), 74-86.
KEELEY, B. (2007), “Human Capital How What You Know Shapes Your Life”,
OECD
Insights,
http://www.keepeek.com/Digital-AssetManagement/oecd/education/human-capital_9789264029095-en, (17.12.2013).
MAAK, T. (2007), “Responsible Leadership, Stakeholder Engagement, and the
Emergence of Social Capital”, Journal of Business Ethics, 74, 329-343.
MCCALLUM, S., O’CONNELL, D. (2009), “Social Capital And Leadership
Development: Building Stronger Leadership Through Enhanced Relational Skills”,
Leadership & Organization Development Journal, 30/2, 152-166.
249 T. YILDIZ. – Z. AYKANAT – S. TÜZEMEN
MELE, D. (2003), “Organizational Humanizing Cultures: Do They Generate Social
Capital?”, Journal of Business Ethics, 45, 3-14.
NAHAPIET, J., GHOSHAL, S. (1998), “Social Capital, Intellectual Capital, and
the Organizational Advantage”, The Academy of Management Review, 23 (2), 242266.
PASTORIZA, D., ARINO, M. A., RICART, J. E. (2008), “Ethical Managerial
Behaviour As An Antecedent of Organizational Social Capital”, Journal of
Business Ethics, 78, 329-341.
PASTORIZA, D., ARINO, M. A., RICART, J. E. (2009), “Creating an Ethical
Work Context: A Pathway to Generate Social Capital in the Firm”, Journal of
Business Ethics, 88, 477-489.
PASTORIZA, D., ARINO, M. A. (2013), “Does the Ethical Leadership of
Supervisors Generate Internal Social Capital?”, Journal of Business Ethics, 118, 1–
12.
PIEPER, A. (1999), Etiğe Giriş, Ayrıntı Yayınları, İstanbul.
Putnam, R. D. (1995), “Tuning In, Tuning Out: The Strange Disappearance of
Social Capital in America”, PS: Political Science and Politics, 28 (4), 664-683.
TUNA, M., BİRCAN, H., YEŞİLTAŞ, M. (2012), “Etik Liderlik Ölçeği’nin
Geçerlilik Ve Güvenilirlik Çalışması: Antalya Örneği”, Atatürk Üniversitesi
İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, Cilt: 26, Sayı: 2, ss.143-155.
TUNG, J. (2012), “Guanxi and Ethics-A Study of Chinese Management
Behaviour”, American Journal of Applied Sciences, 9/2, 223-226.
TÜZEMEN, S. (2013), Güven ve İlişkiler Bağlamında Sosyal Sermayenin
Akademik Verimliliğe Etkisi: Karadeniz Teknik Üniversitesi Örneği,
Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Karadeniz Teknik Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü, Trabzon.
WOOLCOCK, M., NARAYAN, D. (2000), “Social Capital: Implications for
Development Theory, Research, and Policy” World Bank Research Observer, 15
(2), 1-26.
250 Yayın Geliş Tarihi: 26.02.2016
Yayın Kabul Tarihi: 26.04.2016
Online Yayın Tarihi: 22.12.2016
Dokuz Eylül Üniversitesi
İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi
Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 251-285
Endüstriyel İşletmelerde Franchising Model Önerisi:
Hazır Beton Sektöründe Bir Uygulama
İpek KAZANÇOĞLU1
Özden ÖKTEM2
Öz
Endüstriyel pazarda faaliyet gösteren firmaların daha hızlı büyüyerek, yeni
pazarlara açılmasında franchising sistemi yeni bir satış, dağıtım kanalı olarak
değerlendirilmektedir. Amaç, hazır beton sektöründe faaliyet gösteren bir firmanın
franchising sistemini bir iş modeli olarak benimseme kararını almasında dikkat etmesi
gereken unsurları ve karşılaşılan zorlukları incelemektir. Örnek olay çalışması olarak,
yöneticilerle derinlemesine görüşme gerçekleştirilmiştir. Bu görüşmelerde amaç,
firmanın franchising uygulamalarına ilişkin görüşlerini öğrenmektir. Görüşmeler
sonucunda, franchising sisteminin hazır beton sektöründe bir model önerisi olarak
uygulanıp/uygulanmayacağı değerlendirilmektir. Bulguların diğer endüstriyel
işletmeler için de geliştirilebilecek bir franchising iş modeli kararında etkili olabileceği
düşünülmektedir. Çalışma sonuçlarının franchising modeline etki eden faktörlerin
anlaşılması yönünden uygulamaya katkı sağlayacağı beklenmektedir.
Anahtar Kelimeler: Franchising, Endüstriyel Pazarlama, Hazır Beton Sektörü
JEL Sınıflandırma Kodları: M13, M31
A Franchising Model Proposal In Industrial Business :
An Application In Ready Mixed Concrete Industry
Abstract
Franchising system is evaluated as a new sales and distribution channel for the
firms operating in the industrial market providing them ways of faster development and
entrance into new markets. The purpose of this research is to investigate the elements to
be considered and the challenges faced, while adopting the franchising system as a
business model for a firm operating in ready mix concrete industry. The study is
designed as a case-study, in-depth interviews are carried out with seven managers.
Consequently, franchising system is evaluated as whether if this proposal is applicable
as a model. Findings of in-depth interviews are useful because they provide
understanding regarding the factors affecting the decision on the development of
franchising business model by other industrial businesses.
Keywords: Franchise, Industrial Marketing, Ready-Mix Concrete
JEL Classification Codes: M13, M31
1
Doç. Dr., Ege Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, İşletme Bölümü,
ipeksavasci@gmail.com
2
Batıbeton Sanayii A.Ş. Urla Tesis Şefi, ozdenoktem@baticim.com.tr
İ. KAZANÇOĞLU. – Ö. ÖKTEM
1.GİRİŞ
Rekabetin artmasıyla birlikte her firma yeni bir pazarlama stratejisini
incelemek ve uygulamak zorunda kalmıştır. Franchising sistemi, pazarını
genişletmek
isteyen
işletmelerde
büyüme
hedeflerine
ulaşmada
kullanabilecekleri stratejik yöntemlerden biri iken, küçük firmalara büyük bir
firmanın desteği ve güvencesiyle yatırım yapma olanağı sunmaktadır.
Literatürde franchising üzerine perakendecilik ve hizmet işletmelerinde çok
fazla çalışma yapıldığı, endüstriyel pazarlara yönelik ise sınırlı sayıda akademik
çalışmanın yapılmış olduğu görülmektedir. Bu araştırma, franchising sistemini
bir model olarak benimsemek isteyen endüstriyel bir firmanın bu kararında
etkili olabilecek faktörlerin belirlenmesi için gerçekleştirilmiştir.
Ülkemizde, alanında yapılmış çalışmalar incelendiğinde, franchising
uluslararası pazarlara açılmada bir büyüme modeli olarak ele alınmış
(Aslanoğlu, 2007; Küçük, 2011), daha çok hizmet işletmelerinde perakendecilik
sektöründe otel, hazır yemek (fast-food) (Görkem, 2015), kozmetik, giyim,
bankacılık ve restoran zincirlerine yönelik gerçekleştirilmiştir (Ünüsan, 1998;
Candan, 2000; Nart, 2005; Türksoy vd., 2013; Arıcan ve Zengin, 2015).
Endüstriyel pazarda ise, franchising alanında yapılan çalışmaların sınırlı olduğu
göz önünde bulundurulduğunda, bu çalışmanın literatüre ve bu alanda yatırım
yapmak isteyen firmalara katkı sağlayacağı düşünülmektedir.
Çalışmanın birinci bölümünde franchising tanımı, avantaj ve dezavantajları
ile dünyadaki ve Türkiye’deki franschising gelişimi incelenmiştir. İkinci
bölümde, endüstriyel pazarlarda franchising uygulamaları ele alınmıştır.
Üçüncü bölümde ise, franchising hazır beton sektöründe bir model önerisi
olarak
uygulanıp/uygulanmayacağı
yönünden
incelenmiş
ve
yapılan
derinlemesine görüşmelerle değerlendirilmiştir.
2. FRANCHİSİNG TANIMI, KAPSAMI VE GELİŞİMİ
Literatürde franchising İngilizce olarak kullanılmakta ve köken itibariyle
“Franchise” kelimesinden gelmekte olup kelimenin en yakın Türkçe karşılığı,
252 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi
Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 251-285
“imtiyaz/ayrıcalık verme” olarak ifade edilmektedir. Franchising, tanınmış,
kendi alanlarında başarılı olmuş; ürün veya hizmet üreten firmaların ürün veya
hizmetinin ülke içinde ya da dışında ana firmaya benzer şekilde; benzer
görünümlü mağazalarda üretilmesini, dağıtılmasını sağlayan bir pazarlama
yöntemidir (Keegan ve Green, 2008: 296; Velentzas ve Broni, 2013: 764).
Ulusal Franchising Derneği (UFRAD)’ne göre franchising, “bir ürün veya
hizmetin imtiyaz hakkına sahip tarafın, belirli bir süre koşul ve sınırlamalar
dahilinde işin yönetim ve organizasyonuna ilişkin bilgi ve destek (know-how)
sağlamak sureti ile, imtiyaz hakkını ticari işler yürütmek üzere ikinci tarafa
verdiği imtiyazdan doğan, uzun dönemli ve sürekli iş ilişkilerinin bütünü”
olarak tanımlanmıştır (UFRAD; Nart, 2005:124). Franchising, franchisor
(franchise veren) ile franchise alan (franchisee) olarak adlandırılan, birbirinden
hukuken bağımsız iki taraf arasında gerçekleştirilen sözleşmeli bir ilişkidir.
Franchisor (Franchise veren), kendi alanında başarılı olmuş, belirli bir kalite
standardında, tanınmış, bilinen bir markadaki ürün ve/veya hizmetin, işletme
sisteminin sahibidir (Nart, 2005:124). Kullanım haklarını verdiği ürün veya
hizmet ile ilgili bilgileri, organizasyon gereksinimlerini karşılayacak nitelikte
bir planı, işletim sisteminin nasıl kullanılacağı hakkında rehberlik ve destek
sağlamak zorundadır (Yan ve Wang, 2012: 1165). Franchisee, franchisor’a
yıllık ciro ve kardan, anlaşmayla belirlenen oranlarda royalty adı altında
belirlenen bir yüzde olarak lisans bedeli ödemek yükümlülüğündedir.
Günümüzde en iyi bilinen iş modeli olan franchising sisteminin gelişimine
bakıldığında, hızlı gıda tüketim sektöründe genelde zincir organizasyonlar
şeklinde karşımıza çıkmaktadır. Uluslararası Franchising Birliği (IFA)
tarafından hazırlanan raporda “farklı sektörlerde açılan 2015 yılı franchising
firmalarının işyeri sayısı, istihdam, üretilen çıktı, GSYİH içindeki oranları
incelenmiştir. Rapora göre, otomotiv; taşımacılık, depolama, sigorta acenteleri,
araştırma ve güvenlik hizmeti gibi iş hizmetleri; ticari ve konut hizmetleri; otel,
hotel vb. konaklama; eğitim, eğlence gibi kişisel hizmetler; hızlı gıda tüketim
hizmeti (fast-food gibi); tam hizmet veren restoranlar; emlak; gıda
253 İ. KAZANÇOĞLU. – Ö. ÖKTEM
perakendecileri; mobilya, sağlık ve kişisel bakım, kitap ve müzik mağazaları vb.
perakendeci
mağazaları
gibi
toplam
10
alt
sektörün
rakamları
değerlendirilmiştir. Toplam çıktı miktarına göre, konaklama ve gayrimenkulde
% 6,3’lük büyüme yaşanırken; gıda perakendeciliğinde % 3,9’luk bir büyüme
görülmüştür. İstihdam açısından, hızlı gıda tüketim hizmeti %3,2’lik büyüme
yaşarken, tam hizmet veren restoranlarda % 2,4’lük büyüme yaşanmıştır.
Açılan işyeri oranları incelendiğinde; kişisel hizmetlerde %1,9’luk büyüme,
gıda perakendeciliğinde %1,1’lik bir büyüme sağlamıştır. 2015 yılı hızlı gıda
tüketim hizmeti %20’lik oranla gerek açılan işyeri dağılımına göre, gerek
%38’lik oranla istihdam açısından, gerekse de %26’lık oranla toplam çıktı
miktarı açısından en büyük paya sahiptir. İkinci en büyük payı alan sektör
kişisel hizmetler toplam açılan işyeri sayısı içinde %15’lik oranla küçük
işletmelerden oluşurken, istihdama %8’lik, toplam çıktı miktarına ise %11’lik
katkı yapmaktadır. En küçük payları ise, işyeri açısından %3’lük konaklama,
%4’lük otomotiv işletmeleri almıştır. İstihdam açısından %2’lik oranla otomotiv
ve toplam çıktı miktarına göre, %5’lik oranla otomotiv, gıda perakendeciliği
almıştır. İş hizmetleri sektörü ise, toplam içinde %19’luk bir payla işyeri başına
ve çalışan başına düşen çıktı miktarı açısından en büyük ikinci sektör olduğu”
belirlenmiştir (Franchise Business Economic Outlook, 2015).
Ülkemizde franchising sistemi 1985 yılında TURYAP ile başlamış, 1986’da
Mc Donalds tarafından verilen ilk yabancı franchise ile birlikte sektör
büyümeye başlamıştır. Ancak henüz istenen düzeyde geliştiğini söylemek
zordur. Türkiye’ye fast food ile giren ve günümüzde gıda ve tekstil başta olmak
üzere birçok hizmet sektöründe büyük bir pazar ağına sahip olan franchising,
özellikle son yıllarda hızlı bir biçimde yaygınlaşmaya başlamıştır. Sektörde,
2015 yılı itibariyle bin 850 civarında zincir işletme bulunuyorken, yüzde 24’ü
yabancı, yüzde 76’sı Türk kökenli marka zincirine bağlı şube sayısı ise,
yaklaşık 50 bindir. Franchise zincir mağaza sayısıyla Avrupa birincisi olan
Türkiye, sektörel kar marjını giderek arttırmaktadır. 2014 yılı itibariyle
franchising sektöründen 40 milyar dolarlık gelir ve 200 bin kişilik istihdam elde
254 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi
Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 251-285
edilirken, 2016 yılı için pazar beklentisi 50 milyar dolar olarak tahmin
edilmektedir. Frachisor’un başarısı franchising verdiği firmaların başarısına
bağlıdır. Bu anlamda, franchisee, önemli stratejik ve operasyonel destek satın
alabileceği firmayı seçecektir (Velentzasa ve Broni, 2013: 1165). Franchising
sisteminin uygulanabilmesi için iyi oturmuş bir kurum kimliği ve iyi bilinen bir
marka isminin var olması gerekmektedir. Türkiye’de bu tanıma uygun firma
sayısının azlığı göze çarpmakta ve sahip olanların ise, bilgi birikimlerini
paylaşmaktan çekindikleri gözlenmektedir. Ayrıca franchise veren ve alan
arasındaki ilişki kalitesinin yeterince sağlanamaması, sistemin ülkemizde
gelişememesinin
en
büyük
nedenlerindedir.
Sistemin
ülkemizde
gelişememesinde etken SPK’ya kayıtlı olan firmalar dışında bağımsız denetim
kavramının oluşmamış olmasıdır (Nart, 2005:127). Franchising sisteminin
muhasebe kayıtları üzerinden işlemesi, kayıt dışı ekonominin önüne
geçilmesinde önemli bir etkendir.
3.
FRANCHİSİNG
SİSTEMİNİN
TARAFLARA
SAĞLADIĞI
AVANTAJ VE DEZAVANTAJLAR
Franchising sisteminde tarafların karşılaşabileceği zorluklar incelendiğinde;
franchisor tarafında marka değerinin korunup korunmayacağı, verilen işletme
modelinin istenildiği şekilde uygulanıp uygulanmayacağı, franchisee tarafında
ise hem işletme sermayesi, hem de ödenecek franchising bedelinin firmaya
getireceği yük ve her iki taraf açısından hukuki olarak bir sorun oluştuğunda
nasıl çözülebileceği ilişkin konulardır. Wang vd. (2006) çalışmasında
franchising modelinin düşük maliyet avantajı kazanmaya ve tedarik zincirini
bilgi kanalları ile tedarikçileri bağlamada etkili olacağını belirtmiştir. Bundan
dolayı tedarik zincirinin yüksek seviyede ilişkisine bağlı olarak üretim, ürün
kalitesi, stok seviyesi ve taşıma kapasitesi gibi değişkenlerin kolayca takip
edilmesi sağlanacaktır (Yan ve Wang, 2012: 1165). Saleh ve Kleiner (2005)
franchising modelinin yeni pazara girişte ve faaliyetleri büyütmede işletmeler
için başarılı bir strateji olduğunu belirtmiştir. Rubin (1978) çalışmasında
franchise veren firmanın satılan ürünlerin, fiyat, çalışma saatlerinin, fabrika
255 İ. KAZANÇOĞLU. – Ö. ÖKTEM
koşullarının, sigorta, stokların, çalışanların, muhasebe ve denetim konularını
kontrol edebildiğini ifade etmiştir.
Franchise veren açısından avantajlar; firma pazar payını maliyetsiz, hızlı
bir
şekilde
büyütebilmekte;
sermayenin
daha
iyi
geri
dönüşünü
sağlayabilmekte; farklı bölgelerde çok rahat etkinliklerini sürdürebilmekte;
düşük sermaye ve işgücü ile büyük firmalarla rekabette daha güçlü duruma
geçebilmektedir. Dağıtım ağında hızlı genişleme ile firmanın adını ve ününü
arttırabilmektedir (Küçük, 2011: 22; Velentzas ve Broni, 2013: 766).
Franchise veren açısından dezavantajları; franchisee seçimi zordur,
zincirde yer alan franchise alanların aynı standardizasyonu sağlayamaması ve
yanlış personel seçimi markaya olumsuz yansıyabilmektedir (Küçük, 2011: 23).
Bu sebeple franchise veren firmanın franchise alan firma üzerindeki kontrolü ve
tedarikçilerinin denetimi konuları çok önemlidir. Franchise alan firma yeterli
sermayeye sahip ve işi benimseyecek yapıda olmalıdır. Aksi takdirde, firma
markaya zarar verebilmekte, işi yürütemediğinde o bölgedeki pazar payına
olumsuz yansımalar yaratabilmektedir. Franchise alan firma işi öğrendikten
sonra, aynı işletme yöntemleriyle ana firmaya rakip olabilmektedir. Bu konuda
iyi bir sözleşme yapılması kesinlikle şarttır (Salar ve Salar, 2014; Ulaş, 2015).
Franchisee açısından avantajları: Başarısı kanıtlanmış, tanınmış bir marka
ile birlikte, ulusal veya uluslararası standarda kaliteye sahip olacak ve tanınmış
markalara sürekli müşteri ve iş yapma imkanı sağlayacak, satmak çok daha
kolay olacaktır. Belirli ve hazır bir müşteri potansiyeli olan bir marka ile
franchise anlaşması yapmak, franchise alan açısından daima daha kolay satış
yapmak anlamına gelmektedir. Franchise veren işletme franchisee’ye eğitim
hizmetleri ve uzman personel, mali, ticari ve personel konularında
desteklemekte, teknik uzmanlık bilgisini kullanarak, teknik işlevlere verip,
franchisee’nin başarı şansını arttırılabilmektedir (Cebeci, 2005: 9). Franchisor
ile ortak hareket ederek küçük işletmeler kendileri yeni bir işletme kurmak
yerine, daha az sermayeye ihtiyaç duyarak, riskleri ve işletmecilik sorunlarını
256 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi
Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 251-285
minimize edeceklerdir. Franchisor’un sürekli olarak yaptığı araştırma ve
geliştirme çalışmalarından, kaliteli personel bulma, işe alma ve yerleştirme
konularında, mali ve hukuk danışmanlarından yararlanabilecektir. İşletmenin
kuruluş aşamasında ve kuruluş yerinin seçiminde bilimsel tekniklerin
kullanılması, kuruluş aşamasında leasing gibi kaynaklardan yararlanması ve
finansal konularda kredi standardını arttırması gibi konularda avantaj; reklam ve
tanıtım giderlerinden tasarruf sağlayacaktır (Cebeci, 2005: 9). Franchisor’un
daha büyük miktarlarda malzeme, hammadde, yarı mamul ve mamul satın
sonucu franchise daha iyi fiyatla satın aşma yapacak ve firmaların karlılığına
olumlu etki edecektir. Piyasada hakim olan firmalarla daha kolay rekabet
şansına sahip olmaktadırlar (Salar ve Salar, 2014; Ulaş, 2015).
Franchisee açısından dezavantajları: Franchising sistemine katılmak için
ödenmesi gereken başlangıç bedeli genellikle yüksektir. Bu başlangıç ücretleri;
marka değerinin peşin alınması, gerekli yatırım amaçlı tüm ekipman,
malzemelerin temini, eğitim masraflarından oluşmaktadır. Sözleşmede; gerekli
malzeme ve ekipman, ana firmanın belirlediği mağazalardan alınmakta ya da
ana
firma
tarafından
temin
edilmektedir.
Franchisee
kendi
bölgesel
tedarikçisinden daha ucuza satın alabileceği malzemeleri bile ana firmanın
belirlediği yerlerden satın almak zorundadır. Genellikle kar da taraflar arasında
paylaşılmaktadır. Franchise alan, sisteme giriş ücretinden başka sürekli olarak,
aylık satışların belirli bir yüzdesini yani royalty bedelini (%1-%11) ana firmaya
ödemek zorundadır. Royalty’nin çok yüksek istenmesi franchise alanların
işletmelerini kapatmak zorunda kalmalarına neden olabilmektedir (Cebeci,
2005: 10). Franchisee’nin hukuken bağımsız bir işletmeci olmasına rağmen, ana
firma tarafından ticari faaliyet performansına yönelik çeşitli işletme bilgileri ve
mali
tabloları
devamlı
takip
edilmekte,
sürekli
denetlenerek
kontrol
edilmektedir. Bu anlamda, franchisor firmasına bağımlıdır. Franchisee,
standardizasyonun bozulmaması için kendi bölgelerinde sattıkları ürünlerin
içeriğinde değişiklik yapamamaktadır. Kendi birimine yakın bir yerde, yeni bir
franchise
biriminin
açılması
sonucu
257 franchisor’la
aralarında
çatışma
İ. KAZANÇOĞLU. – Ö. ÖKTEM
doğabilmektedir (Cebeci, 2005: 10). Franchise alan diğer firmalardan birinde
oluşan bir itibar kaybı, tüm franchise alan firmaları etkileyebilmektedir (Salar
ve Salar, 2014; Ulaş, 2015).
4.
ENDÜSTRİYEL
PAZARLARDA
FRANCHİSİNG
UYGULAMALARI
Endüstriyel pazar, diğer firmalara satılan, kiralanan veya tedarik edilen,
diğer ürün ve hizmetlerin üretiminde kullanılmak için, ürün ve hizmetleri satın
alan organizasyonları içeren pazar olarak tanımlanmaktadır (Tosun ve Emirza,
2014: 273). Endüstriyel pazarlarda dağıtım kanalı yapısı incelendiğinde,
franchising sisteminin çok yaygın olduğu görülmemektedir. Örnek olarak
İtalya’da 562 franchise veren firma arasından sadece 6 adet firma (%1)
endüstriyel franchise sistemi uygulamaktadır. Çok yaygın olmamakla birlikte
endüstriyel franchise uygulamaları, B2B tedarik zincirinin özel bir uygulaması,
genellikle bir franchise veren ve birden fazla franchise alandan oluşmaktadır.
Endüstriyel franchise uygulamaları bilgi ve teknoloji transferi, internet
üzerinden gerçekleşen bir ağ ile tedarik zincirinin ortak kullanılması gibi
konularında gelişmektedir. Franchising sisteminde bilgi paylaşım modeli,
franchior ve franchisee arasında talep tahmin bilgisinin paylaşılmasıyla,
fiyatlama stratejileri, envanter ve ikmale yönelik tasarruf sağlamaktadır (Yan ve
Wang, 2012: 1165). Perakendecilik alanındaki franchising uygulamalarına göre,
endüstriyel pazarda franchisee firması franchisor tarafından çok daha fazla satış
desteği beklemektedir. Bu şekilde franchising, firmalar arasında maliyetleri
düşürmek ve verimliliği arttırmak açısından geniş çeşitlilikteki endüstriler ve
çeşitli seviyelerdeki operasyonlar için rekabet avantajı sağlayan büyük bir
potansiyele sahiptir. B2B pazarında bir grup tedarikçinin diğer bir grup satıcıyla
temasa geçmesiyle, geleneksel sipariş sistemini ortadan kaldırmayı başarmıştır.
İnternet tabanlı platformda ürünleri veya hizmetleri almak veya satmak için
firmalar arasındaki işbirliğini sağlamaktadır (Sherman, 2001:1).
258 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi
Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 251-285
5.
HAZIR
BETON
SEKTÖRÜNDE
FRANCHİSİNG
UYGULAMALARI
İnşaat sektörünün en temel kollarından birini oluşturan hazır beton sektörü,
diğer ülkelere göre Türkiye’de oldukça genç bir sektör olmasına rağmen, 2014
yılında Avrupa’nın en büyük üreticisi iken, dünyada en büyük 3. üretici konuma
gelmiştir. Toplam cirosu 5 milyar USD’a ulaşmıştır. Son 5 yılda %34’lük bir
büyüme gerçekleştirmiştir (Hazır Beton İstatistikleri, 2014). 2013 yılında
Türkiye’de Hazır Beton Birliği’ne kayıtlı hazır beton firma sayısı 580’dir,
toplam tesis sayısı 1040’dır (Hazır Beton İstatistikleri, 2014). Ülkemizdeki
artan nüfus artışı ve bunun getirdiği konut ihtiyacıyla birlikte kamu kaynaklı
projeler, 3. havaalanı inşaatı, 3. köprü, Avrasya Tüneli, İstanbul-İzmir Otoyol
projesi gibi büyük projelerin varlığı, kamu hastaneleri ve kentsel dönüşüm
projeleri hazır betona olan ihtiyacı arttırmaktadır. Türkiye’deki hazır beton
sektörünün yaşadığı en önemli sorun, standart dışı-kalitesiz üretim ve faturasız
satışlarla sektörde haksız rekabete ve tüketicinin mağduriyetine yol açan bazı
hazır beton üreticilerinin olmasıdır. İnşaat sektörünün performansına bağlı
gelişen hazır beton sektöründe 2015 yılında ERMCO (Avrupa Hazır Beton
Birliği) tarafından yayınlanan “2014 Hazır Beton İstatistikleri” raporuna göre,
hazır betonun dağıtım yöntemi incelendiğinde; %70 firma üzerinden, % 29
taşeron, %1 müşteri üzerinden gerçekleştiği tespit edilmiştir (Hazır Beton
İstatistikleri, 2014). 2012 yılı verilerine göre, coğrafik bölgeler bazında hazır
beton üretiminde Ege Bölgesi %10’luk bir paya sahiptir.
Türkiye’de hazır beton sektöründe franchising modelini benimseyen firmalar
incelendiğinde; Lafarge Türkiye Agrega ve Beton Grubu, 2003 yılında
“franchise” yöntemiyle Sakarya’daki İnci Beton ve Ereğli’deki Balcı Beton ile
tesis işletmiştir. Türkiye’nin 3. en büyük çimento üreticisi olan Limak Çimento
Grubu’da hazır betonda franchising modelini 2013 yılında Çebitaş Beton
Bandırma ve Susurluk tesislerinde uygulamaya başlatmıştır.
Endüstriyel pazarlarda franchising iş modeli çok fazla yer almamakla
birlikte, literatürde hazır beton sektöründe çok fazla uygulama yapılmamıştır.
259 İ. KAZANÇOĞLU. – Ö. ÖKTEM
Johnson (2010), franchising modelini perakendeci olmayan firmalar için
yenilikçi olarak tanımlamış, franchise veren çimento tedarikçilerini düşünerek,
hazır beton sektöründe pazarı genişletmek için bir araç olduğunu, maliyetin en
önemli rekabetsel faktör olduğunu belirtmiştir. Bu anlamda hazır beton
sektöründe de, büyük çimento üreticisi firmalar franchisor konumda iken, küçük
hazır beton sağlayıcıları franchisee konumundadır. Bu konuda, Sirichalermpong
vd. (2012) ile Sirichalermpong ve Chansa-ngavej (2012 a,b) Tayland’da
büyüyen bir pazar haline gelen hazır beton sektöründe franchising
uygulamalarını çalışmalarında incelemişlerdir. Tayland Sanayii Bakanlığı
verilerine göre, 2012 yılında Tayland’da 1000’den fazla hazır beton üretimi
yapan firma bulunmaktadır. Bu hazır beton firmaları iki grupta toplanmıştır.
Bunlardan ilk grup, çimento üretimi yapan firmaların sahip oldukları hazır
beton tesisleri; ikinci grup ise, çimento ihtiyaçlarını ilk gruptaki firmalardan
tedarik eden bağımsız hazır beton üreticileridir. Özellikle ikinci gruptaki
firmaların pazarda çok fazla olması nedeniyle, arz fazlası oluşmuş ve fazla
üretici tarafından pazar bölünmüştür. Bu aşamada pazar payını ve piyasadaki
rekabet gücünü arttırmak amacındaki çimento üreticileri de yeni bir strateji
geliştirmişlerdir. Hazır betonda franchising modeli ilk olarak Tayland’daki lider
hazır beton üreticisi CPAC tarafından 2000 yılında geliştirmiş olduğu bu sistem
2010 yılına gelindiğinde 140 adet franchise alan firmaya ulaşmıştır. Ülkedeki 2.
en büyük hazır beton üreticisi olan INSEE firması 2006 yılında mevcut çimento
satış kanalını elinde tutmak amacıyla az sermaye ile daha fazla hazır beton
pazar payına ulaşabilmek için bu sisteme geçmiştir. 2010 yılında INSEE firması
60 adet franchise alan firmaya sahip olmuştur. Bu sistem ile her iki firma artan
franchise sayısı ve büyüyen pazar payları ile başarılı bir franchise sistemi
oluşturduklarını kanıtlamışlardır.
Sirichalermpong ve Chansangavej (2012b) çalışmasında hazır beton
sektöründe franchise alan firmaya sağladığı algılanan faydalar incelendiğinde;
imaj ve itibarı yükselterek, yüksek üretim kalitesi ile daha yüksek bir satış
hacmine ulaşma; daha büyük projelere, devlet projelerine hazır beton
260 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi
Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 251-285
sağlayabilme olanağı; ulusal ve uluslararası müteahhitlere ulaşma imkanı
sağlama; mal satın alırken bağlantılar oluşturması, örneğin daha iyi fiyattan,
franchise veren firmanın ikinci el makinelerinden yararlanmak, alternatif
tedarikçilere ulaşmaktır.
Hazır betonda franchise veren tarafa verilen destekler, ortağın rekabet
gücünü ve tedarik zincirini geliştirerek arttıracaktır. Bu destekler; ticari destek
olarak ticari eğitim, tedarik zincirinin geliştirilmesi, iş ve kalite geliştirme
koçluğu vb.; teknik destek olarak teknik bilgi transferi; tedarikçi desteği,
franchise alan firmanın memnuniyet seviyesi, değer sunumu, müşteri
ilişkilerinin oluşturulması vb.; problem, iş ve teknik çözüm danışmanlığıdır
(Sirichalermpong ve Chansangavej, 2012b: 49).
Sirichalermpong ve Chansangavej (2012a) çalışmalarında franchise almak
isteyen firmalara anket çalışması yaparak hazır beton sektöründe franchising
sisteminin bir iş modeli olarak tercih edilmesi için itme ve çekme olarak iki
faktörün etkili olduğunu ortaya koymuştur. Hazır beton sektöründe hayatta
kalabilmek için belirsiz çevre koşullarında rekabetçi olmak gerekmektedir.
Sektörde franchise alan için potansiyel rekabet şansını geliştirmek ve büyütmek
için en iyi çözüm, piyasadaki en iyi ortağı bulmaktır. Bu sektörde franchising
ağına katılma kararını etkileyen faktörler itme ve çekme faktörlerdir. Çevresel
belirsizlikler olarak ekonomik koşullar, çevresel endişe, pazar koşulları,
teknolojik değişimler itme faktörleri olarak tanımlanır ki bunlar bağımsız hazır
betoncuları, kendilerini geliştirecek ve büyütecek iyi bir iş ortağı bulmaya
yöneltmektedir (Sirichalermpong ve Chansa-ngavej, 2012a: 237). İtme faktörü
kontrol edilemeyen bir faktör olarak işletmenin bu şekilde bir işletme modeli
oluşturmasına negatif etki etmektedir. Bunlar; ekonomik koşullar - ekonomik
kriz baskısı, enflasyon oranı, faiz oranı, petrol fiyatı v.b; çevresel durumlar çevresel yasal düzenlemeler, küresel ısınma endişesi, çevresel konularda
toplumsal baskı; piyasa şartları – piyasa talebindeki dalgalanmalar; fiyat
duyarlılığı; yüksek rekabet seviyesi, özel ihtiyaç ve istekler v.b’dir. Ayrıca,
teknolojik değişimler – yapı teknolojisindeki değişiklikler, hazır beton
261 İ. KAZANÇOĞLU. – Ö. ÖKTEM
teknolojisindeki değişimler, taşımacılık teknolojisindeki değişiklikler, yeni ürün
inovasyonları vb. şeklinde sıralanmaktadır.
Çekme faktörler ise, kontrol edilebilen faktörler olarak olumlu etki
yaratarak, franchise alan adayın franchise ağına katılması için teşvik eden
pozitif faktörlerdir. Bunlar; iş geliştirme desteği- satış kanallarına giriş, kolay
kredi, hammadde tedarikçilerine erişim, araç taşeronlarına erişim gibi; satış
fırsatını arttırma-iyi bir markanın kullanım hakkını elde etme, büyük projelerde
görev alma fırsatı yakalama; teknik ve operasyonel destek - tesis kuruluş ve
operasyonel desteği, iş süreçleri desteği, kamyon filosunu yönetme vb.; ürünle
ilgili - ürün kalite geliştirme, ürün çeşitliliği, ürün inovasyonu vb.; ilişki ve ağ
bağlantıları - franchise ağına katılma, franshise veren ile ilgili ilişkilerin
geliştirilmesi, danışmanlık, tedarik zinciri ilişki ağı gibi sıralanmaktadır
(Sirichalermpong ve Chansa-ngavej, 2012a : 237). Çekme faktörleri arasında
satış fırsatlarının arttırılması, teknik/operasyonel destek, ürünle ilişkili
bağlantılar anlamında yüksek değer yaratmıştır. Ayrıca, itme faktörleri arasında
teknolojik değişim ve pazar koşullarının, ekonomik koşullara ve çevresel
endişelere göre daha etkili olduğu belirlenmiştir. Franchising iş modeli, hazır
beton
sektöründeki
dikey
entegrasyon
yoluyla
kendi
yatırımlarıyla
karşılaştırıldığında firmanın pazar payını büyütmekte, pazardaki bağımsız hazır
beton üreticilerini franchising ağı içerisine alarak birleştirerek, pazardaki yapıyı
güçlendirmekte ve düşük sermaye yatırımları ile güvenli çimento kanalı
oluşturarak daha hızlı büyüme sağlamaktadır. Sirichalermpong ve Chansangavej (2012a) yaptıkları çalışmanın sonucunda çekme faktörünün, franchising
veren firmanın kendi kontrolü altında olduğu için, itme faktörüne göre karar
verme sürecinde çok daha etkili olduğu tespit edilmiştir.
Sirichalermpong vd. (2012), franchisor firmasının bakış açısıyla çimento
üreten firmaların yöneticileri ile görüşmeler yaparak, franchise veren firmanın
bir pazara kendi hazır beton tesisi ile girip girmeyeceği veya ilgili bölgede
franchise vermesi ya da o bölgeyi bağımsız hazır beton firmasına bırakması
konusunu etkileyen iki temel faktör olduğunu ortaya çıkmıştır. Bu faktörler;
262 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi
Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 251-285
pazarın çekiciliği ve pazarın gelişmişliğidir. Bu faktörler yoluyla, franchising iş
modelini benimseyip/benimsememe kararını verecektir. Bunlar;
1.
Pazarın çekiciliği: pazardaki arz ve talebin denge durumu pazarın
çekiciliğini belirlemektedir. Buna göre, pazardaki talep yüksek olsa bile, arz
talebe göre çok fazla ise, bölgede talebe göre çok fazla bağımsız hazır beton
tesisi var ise, bu pazarın çekiciliği düşüktür denilmektedir.
2.
Pazarın
gelişmişliği:
Pazar
gelişmişliğinden
bahsedebileceğimiz
bölgeler büyük projelerin olduğu; daha yüksek binaların ve mega projelerin
olduğu, bu işler için zamanında sevkiyat garantisinin verildiği, daha yüksek
teknik kapasiteli tesisler ve sevkiyat ağlarının gerektirdiği bölgelerdir.
Bu iki faktörün iki seviyesi (düşük-yüksek) Şekil 1’de pazarda dört olası
kombinasyon yaratmaktadır. Bu kombinasyonlar incelendiğinde;
Şekil 1. Hazır Beton Sektörü için Pazar Genişleme Strateji Matrisi
Kaynak: Sirichalermpong ve Chansangavej, 2012a.
Petrol sahası (Oil Well): Bu alanda pazarın gelişmişliği ve pazarın
çekiciliği yüksek olup, genellikle çok gelişmiş şehir merkezleri bu sahayı
oluşturmaktadır. Bu bölgelerde önerilen çimento üreticilerinin kendi tesislerini
kurmalarıdır. Kendi güçlü yatırım ağlarıyla bu bölgelerde çok daha yüksek satış
ağına ulaşabilecekleri gibi, ufak ve orta çaplı firmaların pazara girişleri için
daha güçlü bir engel oluşturabilecektir. Bölgedeki projelerin ihtiyaçları
263 İ. KAZANÇOĞLU. – Ö. ÖKTEM
incelendiğinde; özel bir karışım, garantili teslimat, tam zamanlı teslimat,
şantiyede tesis kurulması, yüksek kaliteli ürünler ve hizmetler, markalaşma
(yada itibar), yüksek bina teknolojisi talep etmeleridir.
Yeşil alan (Green Field) : Bu alan yüksek pazar çekiciliğine fakat düşük
pazar gelişmişliğine sahip alanlardır. Bu pazarlar çok fazla karmaşık olmayan,
konut projeleri, az katlı ticari binalar gibi birçok projeyle cazibe
kazanmaktadırlar. Bu bölgelerde firma dikey organizasyon oluşturup kendi
hazır beton tesisini kurabileceği gibi bazı bölgelerde franchise da verebilir ve bu
durum yerel şartlara, arazi kısıtlamalarına, çevresel yönetmeliklere, bölgedeki
ilişkilere ve bağlantılara, tedarik zincirinin verimliliğine, çevresel endişelere vs.
gibi durumlara bağlıdır.
Fidanlık (Plantation): Pazar gelişmişliğinin yüksek, pazar çekiciliğinin
düşük olduğu alanlardır. Toplam pazarın büyüklüğünün çok geniş olmaması,
çimento
üretici
firmaları
tarafından
kendi
yatırımını
yapmayı
düşündürmektedir. Bu alanlarda pazar gelişmişliği yüksek olmasına rağmen,
talebe göre çok daha fazla üreticinin olması durumu vardır. Bu tarz pazarlarda,
franchising olası bir stratejik seçenek olmaktadır, çünkü bu pazarlar genelde çok
fazla oyuncuyla paylaşmaya değecek bir pazar değildir ve çimento üreticileri
için marka bilinirliği olmayan bağımsız hazır beton üreticilerinin franchise alan
firmalar olması çok daha önemlidir.
Yayla (Plateau): Pazar gelişmişliğinin ve pazar çekiciliğinin düşük olduğu
bölgelerdir. Bu bölgelerde sanayi gelişmemiş olup, tarım ana endüstridir ve
düşük bir hazır beton talebi mevcuttur. Bölgedeki inşaat projeleri ufak ve orta
ölçekteki bina, yol, çiftlik betonları gibi projelerdir. Genel olarak gelişmemiş
bölgelerdir ve bu bölgeleri bağımsız hazır beton firmalarına bırakmak en
doğrusudur. Çimento üreticileri çimentonun satış hacminden marj almaktadırlar
(Sirichalermpong vd., 2012:286-287). Hazır beton sektörü arz fazlası olan ve
parçalı bir yapısı olduğu için franschising iş modeli rakipleri ortak hale
dönüştürerek, sayıyı azaltmakta ve ağ yapısını güçlendirmektedir.
264 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi
Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 251-285
6. ENDÜSTRİYEL İŞLETMELERDE FRANCHİSİNG BİR MODEL
ÖNERİSİ - HAZIR BETON SEKTÖRÜNDE UYGULAMA
6.1. Araştırmanın Amacı ve Kapsamı
Araştırmanın amacı, endüstriyel pazarda faaliyet gösteren firmaların daha
hızlı büyüyerek, yeni pazarlara açılmasında franchising sistemini yeni bir satış
kanalı olarak değerlendirilip/değerlendirilmeyeceğini ve bu sistemde etkili olan
faktörleri incelemek ve bu doğrultuda bir model önerisi geliştirmektir. Bu
kapsamda araştırma Ege Bölgesinde en büyük hazır beton firmaları arasında yer
alan BATIBETON A.Ş. firmasında yapılmıştır. BATIBETON A.Ş. firması grup
şirketlerinden olduğu BATI ANADOLU Grubu’nun ilk çimento fabrikası olan
BATIÇİM Batı Anadolu Çimento Sanayii A.Ş. 1966 yılında ve yüzde yüz Türk
sermayesi ile kurulmuş ve bugüne kadar bölgede çimento üretimi konusunda
lider bir firma olmuştur. BATIÇİM, 1986 yılında inşaat sektörünün artan beton
ihtiyacının
karşılanması
BATIBETON
markasını
sektörün
hizmetine
sunmuştur. 1986 yılında İzmir Bornova’da hazır beton üretimine başlayan
şirket, İzmir, Manisa, Aydın, Denizli ili ve ilçelerinde 18 hazır beton tesisi, 21
hazır beton santralı ile üretim yapabilmektedir. BATIBETON A.Ş. firmasının
dağıtım kanalı yapısı açısından Ege Bölgesinde 42 adet bayi ile inşaat
firmalarına hizmet vermektedir. Hazır beton sektöründe bulunduğu pazar
itibariyle Ege Bölgesi içerisinde İzmir-Manisa-Aydın ve Denizli illerinde 50’ye
yakın firma faaliyet göstermektedir. Ürün ve hizmet kalitesi ile birlikte müşteri
memnuniyetini hedefleyen firma, çevreye olan duyarlılığı ve iş sağlığı güvenliği
konusunda hassasiyeti ile sürekli yatırım yapmaktadır. BATIBETON A.Ş., tüm
çalışanların katılımı ile toplam kalitenin artacağı bilincinde olup çalışanlara
sürekli iç ve dış eğitimler verdirmektedir.
6.2. Araştırma Yöntemi
Araştırma amacı itibariyle keşfedici niteliktedir. Araştırmada nitel araştırma
yöntemlerinden “görüşme tekniği” kullanılmıştır. Görüşme türleri arasında ise,
265 İ. KAZANÇOĞLU. – Ö. ÖKTEM
karar problemi hakkında bilgi sahibi bireylerin verdikleri bilgiler arasında
paralelliği ve farklılığı saptamak, buna göre karşılaştırmalar yapmak amacıyla
“yapılandırılmış görüşme tekniğinden” yararlanılmıştır (Yıldırım ve Şimşek,
2008: 120). Görüşmelerde yararlanılan soru formunda toplam 16 soru yer
almaktadır. Görüşmeler BATIBETON A.Ş. firması içerisindeki değişik
kademelerdeki 7 yönetici (1 müdür, 6 şef düzeyinde) ile 2015 yılı Kasım
ayından görüşme gerçekleştirilmiştir. Her görüşme yaklaşık 60 dakikalık bir
süre içerisinde gerçekleştirilmiş olup, bilgilerin kaybolmaması için görüşmeler
katılımcıların izniyle kaydedilmiştir.
6.3. Araştırma soruları:

Franchising
sisteminin
hazır
beton
sektöründe
uygulanabilir
olup/olmadığı?

Hazır beton sektöründe franchising sistemi nasıl uygulanmalıdır?

Hazır beton sektöründe franchising modeli uygulandığında olumlu
yanları nelerdir?

Hazır beton sektöründe franchising veren firmanın bu süreçte
karşılaşabilecekleri zorluklar nelerdir?

Franchising sistemi kurulurken taraflar arasında nasıl bir sözleşme
yapılmalıdır?

Franchising sisteminin hazır beton sektöründe sağlıklı bir şekilde
işleyebilmesi
için
nasıl
bir
destek
ve
denetim
mekanizması
oluşturulmalıdır?
Bu araştırma soruları oluşturulurken; Combs vd. (2004), Aslanoğlu (2007),
Sirichalermpong vd. (2012), Sirichalermpong ve Chansa-ngavej (2012 a,b) ile
Velentzasa ve Broni (2013) çalışmalarından yararlanılmıştır.
6.4. Araştırma Modeli
Araştırma modeli olarak örnek olay çalışması tasarımı kullanılmıştır. Örnek
olay incelemesi bir olgunun gerçek yaşam koşullarında derinlemesine
266 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi
Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 251-285
incelenmesine dayanmaktadır. Araştırma sürecinde araştırma konusuna ilişkin
keşfin yapılabilmesi için “nasıl”, “niçin” soruları yöneltilmektedir (Yin, 2002).
Bu bağlamda, BATIBETON A.Ş. firması örnek olay şeklinde incelenerek,
endüstriyel
pazarda
yapılması
düşünülen
franchising
iş
modelinin
uygulanıp/uygulanamayacağı, başarısında etki eden unsurlar değerlendirilmiştir.
6.5. Araştırmanın Geçerlilik ve Güvenilirliği
Çalışmanın geçerliliğini arttırmak için görüşmeden elde edilen veriler
ayrıntılı
olarak
açıklanmıştır.
rapor
Bu
edilmiş,
kapsamda,
araştırma
betimsel
sonuçlarına
analiz
nasıl
ulaşıldığı
kullanılarak
sonuçlar
yorumlanmıştır. Araştırmanın iç geçerliliği için elde edilen bulguların anlamlı
bir bütün oluşturması sağlanmış, bulguların kendi arasında tutarlı ve anlamlı
olmasına dikkat edilmiştir. Araştırmanın dış geçerliliği ise, araştırma
sonuçlarının araştırma soruları ile tutarlı olmasına çalışılmıştır.
Çalışmanın güvenirliği sağlamak amacıyla, üye kontrolü yöntemi izlenmiş;
diğer bir ifadeyle çalışmaya katılan kişilere görüşme notları verilerek, görüşme
kayıtlarının yanlışsız ve eksiksiz olduğu doğrulatılmıştır. Dış güvenirliği
sağlamak amacıyla ise, verilerin analizinde kullanılan kavramsal çerçeve ve
varsayımlar tanımlanmış; veri toplama ve analiz yöntemleri ile ilgili ayrıntılı
açıklamalar yapılmıştır.
6.6. Araştırma Verilerinin Analizi
Görüşmeler sonucu elde edilen verilerin analizinde, betimsel analiz yöntemi
kullanılmıştır. Bu analiz yönteminde, araştırma sorularının ortaya koyduğu
temalara göre düzenleme yapılacağı için görüşme sürecinde kullanılan sorular
dikkate alınarak değerlendirilmiştir. Bu kapsamda öncelikle;
-
Betimsel analiz için araştırma soruları temel alınarak bir çerçeve
oluşturulmuştur.
-
Tematik çerçeveye göre veriler işlenmiştir.
-
Bulguların tanımlanması amacıyla gerekli yerlerde görüşmelerden
doğrudan alıntılarla desteklenmiştir.
267 İ. KAZANÇOĞLU. – Ö. ÖKTEM
-
Bulguların yorumlanması yapılmıştır (Yıldırım ve Şimşek, 2008:224).
6.7. Araştırma Bulguları
Görüşme yapılan katılımcılara ilişkin demografik bilgiler Tablo 1'de
sunulmaktadır. Görüşmelerde kurum içinde 15-25 yıldır çalışan deneyimli
olarak nitelendirilebilecek personelin ağırlıklı olduğu görülmektedir. Deneyimli
personelin hazır beton sektöründe franschising modelinin uygulanabilirliğine
ilişkin bakış açıları da değerlendirilmiştir.
Tablo 1. Katılımcılara İlişkin Demografik Bilgiler
CİNSİYET
YAŞ
KURUMDA ÇALIŞMA SÜRESİ
POZİSYON
KADIN
ERKEK
30-40
40-50
1-5 YIL
5-10 YIL
10-15 YIL
15-20 YIL
20-25 YIL
YETKİLİ/UZMAN
ŞEF
MÜDÜR
0
7
3
4
1
2
3
1
1
5
1
Araştırmada öncelikle franchising sisteminin hazır beton sektöründe
uygulanabilir olup/olmadığı sorulmuştur. Görüşme yapılan kişilerin franchising
modelinin hazırbeton sektöründe uygulanabilirliği konunda bazı çekinceleri
olduğu tespit edilmiştir. Buna göre, sektörde üretim ve kalite açısından çok
kritik bir unsur olmasından dolayı üzerinde en çok durulan konunun franchise
alan firmaya yönelik “sürekli ve sıkı bir denetim ve kontrol mekanizmasının”
geliştirilmesi gerektiğidir. Bunun sağlanmasında kalite kontrol personelinin
firmaya bağlı çalışması gerektiği üzerinde durulmuştur.
Hazır beton sektöründe franchising sisteminin uygulanabilirliği sağlanırken,
franchise verilmesi için seçilecek firmanın bölgede tanınan ve işi düzgün
yapabileceğine inanılan bir firma olmasının çok önemli olduğu belirtilmiştir.
Hazır beton sektöründe kalite kadar önemli diğer bir unsurun firmalara sunulan
268 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi
Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 251-285
hizmet olduğudur. Bu anlamda kalite kontrol denetim mekanizmasının çok iyi
oluşturulması,
teftiş
kadrosunun
kurulması
ve
habersiz
denetimlerin
yapılabileceği bir sistemin oluşturulması gerekmektedir.
Görüşülen kişilerin hazır betonda franchising modeli uygulandığında olumlu
yanları için verdikleri cevaplar incelediğinde, bu sistem yoluyla katlanılması
gerekilen yatırım ve işletme maliyetlerinin bertaraf edileceği belirtilmiştir. Bu
sistemin firma açısından yeni tesis açmadan mevcut pazarı büyütme imkanı
tanıması ve Ege Bölgesi dışında yeni pazarlara açılması yönünden bir katkı
sağlamasıdır. Bu bağlamda, bu durum yeni bir pazarlama kanalı olacağı ifade
edilmiştir. Ayrıca franchise veren firma olarak iş güvenliği ve çevre konularında
risklerin karşı tarafa verilecek olduğu da belirtilmiştir.
Franchise alan firma açısından markayı başka bir firmaya vermenin veya
isim hakkını kullandırmanın olumlu etkilerinin neler olabileceği incelendiğinde;
bilinen bir markayı kullanmak franchise alan firmanın pazar payını, marka
değerini ve satışlarını arttıracağını, müşteri portföyünü geliştireceğini, daha
yüksek
fiyatla
ürünlerini
sunmasını
sağlayacağını,
yeni
firmalara
ulaşabileceğini ve hizmet kalitesinin gelişmesini sağlanacağı ifade edilmiştir.
Franchising veren firma olarak hazır beton firmasının bu süreçte
karşılaşabilecekleri zorluklar incelendiğinde; Franchise verilen firmalara işin
öğretilmesi ile anlaşma bittiğinde bu firmanın bilgi birikimine sahip olacağı
endişesi taşıdıklarını belirtmişlerdir. Ayrıca BATIBETON A.Ş. firmasının hali
hazırda iyi bilinen marka isminin olması ve firmaların güvenini sağlamış
olması, bu şekilde bir franchising alan firmanın takibinin zor olması nedeniyle,
algılanan marka değerine zarar verebileceği düşünülmektedir. Kalitenin en
önemli risk unsuru olduğu, uygulama üretim ve kalite standartlarının periyodik
kontrolünün sağlandığı takdirde başarılı olabileceği ifade edilmiştir. Ayrıca,
franchise alan firmanın sözleşmeyi feshetmesi durumda yeni bir firma ile
anlaşmanın zor olabileceği ve o bölgedeki piyasanın bu durumdan olumsuz
yönde etkilenebileceği de belirtilmiştir.
269 İ. KAZANÇOĞLU. – Ö. ÖKTEM
Franchising sisteminin hazır beton sektöründe sağlıklı bir şekilde
işleyebilmesi amacıyla nasıl bir denetim mekanizması oluşturulması gerektiğine
ilişkin verilen cevaplar incelendiğinde; franchise alan firmanın başka bir
firmadan çimento alıp almadığı ile formülünün sürekli kontrol edilmesi
üzerinde durulmuştur. Bu anlamda, sürekli olarak kalite kontrol personelinin
firma tarafından franchise verilen firmada istihdam edilmesi gerektiği
düşünülmektedir. Ayrıca hazır beton sektöründe fiyatında önemli bir parametre
olduğu için, değişen piyasa fiyatlarına ve maliyetlerine çimento fiyatı
belirlenerek, firma tarafından sürekli kontrolünün yapılması gerektiği
belirtilmiştir.
Yapılacak
üretim
kontrollerinin
ürün
kontrol
planıyla
yapılabileceği, ani ve planlı bir şekilde dönemsel olarak gerçekleştirilmesi
gerektiği ifade edilmiştir. İş sağlığı güvenliği, çevre yönetim sistemi ve kalite
yönetim sistemi sürekli denetlenmesi gerektiği belirtilmiştir.
Hazır beton sektöründe bölge bazında franchising sistemi uygulamaya
konulurken
öncelikli
bölgeleri
belirlemek
amacıyla
verilen
cevaplar
incelendiğinde, İzmir merkez ili bazında kendi tesislerinin olması gerekirken,
hazır beton tesislerinin olmadığı çevre ilçelerde ve hatta şehir dışındaki
bölgelerde franchising sisteminin olması gerektiği üzerinde durulmuştur. Ayrıca
piyasa fiyatının düşük olduğu bölgelerde franschising verilirse daha iyi olacağı
belirtilmiştir.
Franchising sistemi kurulurken taraflar arasında yapılacak sözleşme
süresinin en az beş yıl olması, çimentonun franchise veren firma dışında
herhangi bir firmadan alınmamasına yönelik bir maddenin konulması ve
makine-ekipman konusunda minimum istenenler sözleşmede listelenmesi
gerektiği üzerinde durulmuştur. Sözleşmenin içeriğinde kalite-çevre ve işgücü
şartlarının, denetim ve yaptırım mekanizmalarının tümünün sözleşmede ayrıntılı
belirtilmesi gerektiği ifade edilmiştir. Sözleşme hükümlerine uyulmaması
durumda uyarı verilmesi gerektiği, belirsizliklerin kontrol altına alındığı, belirli
sayıda uyarıdan sonra sözleşmenin feshedileceği sözleşmede belirtilmesi
270 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi
Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 251-285
gerektiği ifade edilmiştir. Ürün ve hizmet kalitesinde oluşacak olumsuz
durumlarda firmanın kendini güvence altına almak istediğini ifade etmişlerdir.
Franchising sözleşmesinde royalty bedelinin franchise alan firma için fazla
gelebileceği, firmayı zorlayabileceği ve alınmadığı durumda grup şirketinden
çimentonun alınması gerektiğini belirtilmiştir. Görüşmelerde bazı kişiler
markanın kullandırılması nedeniyle bu bedelin alınması gerektiği ifade
etmişlerdir. Bazı katılımcılar ise, dökülen betonun m3 başına pay alınması
gerektiğini savunmuşlardır. Franchising anlaşmasının yapıldığı firmanın
markası ile birlikte firmanın adının (örnek olarak BATIBETON - MEGA
İNŞAAT gibi) kullanımı konusunda franchise verilen firma başka bir isim
koymaması gerektiği, firmanın marka imajının tek bir isimle anılması gerektiği
konusunda görüş belirtmişlerdir. Hazır beton sektöründe BATIBETON markası
dışında örnek olarak BETABETON gibi alt marka oluşturarak franchise
verilmesi durumuyla ilgili olarak verilen cevaplar incelendiğinde; alt marka
oluşturarak böyle bir yapıya geçilmesinin zor olacağı ifade edilmiştir. Bu
anlamda,
farklı
bir
marka
oluşturularak,
kendi
markalarının
değeri
koruyabileceklerini belirtmişlerdir. Bazı kişilerde ise, tanınmış bir marka varken
başka bir markanın tercih edilebileceğinin mümkün olamayacağını ifade
etmişlerdir. Franchise vermek adına oluşturulacak yeni markanın fiyatının daha
düşük, hizmet kalitesi anlamında daha az beklentiye sahip olunması gerektiğini,
ilk başta talep edilmese bile zamanla talep edilebileceğini belirtmişlerdir.
Görüşmelerden elde edilen bulgular araştırma soruları çerçevesinde
oluşturulmuş temalara uygun olarak Tablo 2’de özet olarak gösterilmiştir. Bu
şekilde, araştırmaya katılan katılımcıların verdikleri cevaplardan alıntılar
yapılarak, ayrıntılı bir şekilde gösterilerek, hangi cevabın ne sıklıkla söylendiği
belirlenmiştir.
Toplam 7 kişiye dayalı olarak yapılan görüşmelerde, bazı
katılımcıların ifadelerinde birkaç alt tema birden geçtiği için, onlar bölünerek,
iki ve daha fazla ayrı alt temada gösterilmiştir.
271 HAZIR BETON
SEKTÖRÜNDE
FRANCHİSİNG
MODELİ
UYGULANDIĞINDA
FİRMAYA KATTIĞI
OLUMLU YANLAR
“UYGULANABİLİR
OLDUĞU”
FRANCHİSİNG
SİSTEMİNİN HAZIR
BETON
SEKTÖRÜNDE
UYGULANABİLİR
OLUP/OLMADIĞI
“YENİ BİR
PAZARLAMA
KANALI”
“PAZARI BÜYÜTMEK”
AVANTAJI
“UYGULANABİLİR
OLMADIĞI”
ALT TEMALAR
TEMALAR
272 “Firmamız için yeni bir pazarlama kanalı olacaktır” (Erkek,48)
“Firmamızda franchising uygulanabilir, ama devamlı olarak firmamızdan
çimentonun alınması için nasıl bir yol izlenebilir o çok önemli ve ayrıca
kalite ve çimento fiyatı konusunda karşı taraf sürekli olarak taleplerde
bulunacaktır. Ve ayrıca isim hakkı verildiği için karşı tarafı (franchise
alan) kontrol edecek mekanizma çok önemlidir.” (Erkek, 37)
“Olabilir, herhangi bir franchise bedeli alınmadan bile yapılabilir. Amaç
çimentoyu satmak, bizim tarafımızdan bu iş için konuşlanacak bir ekip
sürekli denetlemelidir.”(Erkek,48)
“Bu sistemle yeni pazarlara açılma şansımız olacaktır”(Erkek,38)
“Belirli riskler kabul edilirse kullanılabilir.”(Erkek,43)
“Sürekli ve sıkı bir denetimle uygulanabilir bir model” (Erkek,42) olarak
görüşler belirtilmiştir.
“Bence uygulama zor. Üretim ve kalite açısından hassas bir ürün olduğu
için franchising uygulaması zor”(Erkek,32)
“Kalitenin kritikliğinden dolayı zor, çok iyi kontrol edilmesi
gerekmektedir.
Hatta
kalite
kontrol
personeli
bize
bağlı
olabilir”(Erkek,44)
“Pazarı büyütmek en olumlu yanı olacaktır” (Erkek,32)
“Başka şehirlerde de hatta Ege Bölgesi dışında da pazarlar yakalamak bu
model ile mümkün olacaktır.” (Erkek,42)
“Yeni tesis açmadan iyi bir büyüme stratejisi olacaktır” (Erkek,38)
İFADELER
Tablo 2. Betimsel Analize Dayalı Olarak Belirlenen Temalar ve Temalara Verilen Cevapların Özet Olarak Değerlendirilmesi
İ. KAZANÇOĞLU. – Ö. ÖKTEM
1
3
2
KATILIMCI
SAYISI
5
FRANCHİSİNG
VEREN FİRMA
OLARAK HAZIR
BETON FİRMASININ
BU SÜREÇTE
KARŞILAŞABİLECEĞİ
ZORLUKLAR
“BETON
FİYATLARININ VE
MALİYETİN
KONTROLÜ”
“PAZAR PAYINI
ETKİLEMESİ”
“BİLGİ BİRİKİMİ VE İŞ
YAPIŞ ŞEKLİNİN
ÖĞRENİLMESİ”
“MARKAYI VE
MARKA DEĞERİNİ
OLUMSUZ
ETKİLEMESİ”
“RİSKLERDEN
KAÇINMA”
“MALİYETİ
DÜŞÜRME”
273 “Piyasanın beton fiyatının sürekli olarak tarafımızca kontrolü
gerekmektedir.” (Erkek,42)
“…. Çimento fiyatı belirlenmesinde, maliyet skalası olmalı ve değişen
piyasa fiyatlarına ve maliyetlere göre çimento fiyatı belirlenebilir. Bunun
için sürekli denetim gereklidir” (Erkek,43)
“Franchise alan firmalara iş öğretilecek ve bu firmalarla anlaşma
bittiğinde senin bilgi birikimine sahip olacaklar” (Erkek, 37)
“Franchise alan firmalar tekil firmalar olabileceği için marka değerimizi
düşürebilirler”(Erkek,48)
“Markamızı olumsuz etkileyecek durumlar yaşanabilir” (Erkek,38)
“Kalite anlamında büyük risk var, marka değerini aşağı çekmemek için bu
konuda önlemler alınmalıdır.” (Erkek,43)
“Franchise alan firmanın takibi zor olabilir ve marka değerine zarar
verebilir ve yapabileceği her kötü uygulama ismimize zarar
verebilecektir” (Erkek,32)
“Franchise alan firma, uygulama standartları kontrol edilmez ise marka
değerimizi düşürür.” (Erkek,42)
“Franchise alan firma sözleşmeyi terk ederse yeni bir firma ile anlaşmak
zor olabilir bu da bizim o bölgedeki piyasamızı etkiler” (Erkek,44)
“Çimentoyu en büyük tüketme kaynağı hazır beton olduğu için yatırım
maliyetleri ve işletme maliyetleri bertaraf edilecektir.” (Erkek, 37)
“Yeni tesis kurmak için para ve zaman sarf etmekten çok daha kolay
olacaktır.” (Erkek,43)
“En önemlisi getirisi iş güvenliği ve çevre açısından riskleri karşı tarafın
alacak olmasıdır” (Erkek,44)
2
1
1
5
1
2
Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi
Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 251-285
FRANCHİSİNG
SİSTEMİ
KURULURKEN
TARAFLAR
ARASINDA
FRANCHİSİNG
SİSTEMİNİN HAZIR
BETON
SEKTÖRÜNDE
SAĞLIKLI BİR
ŞEKİLDE
İŞLEYEBİLMESİ
AMACIYLA
OLUŞTURULMASI
GEREKEN DENETİM
SİSTEMİ
“ÇİMENTONUN
FRANCHİSE ALAN
FİRMADAN SATIN
ALINMASI”
“KALİTE KONTROL
PERSONELİNİN
SAĞLANMASI”
“ÜRETİM VE KALİTE
STANDARTLARININ
KONTROLÜ ”
274 “Ciddi bir kontrol birimi oluşturulmalıdır. Üretim ve kalite standartlarının
periyodik olarak kontrol edilmesi gerekmektedir.” (Erkek,32)
“Denetim mekanizması iş sağlığı güvenliği, Çevre yönetim sistemi, kalite
yönetim sistemi açısından sürekli olarak denetlenmelidir. Özellikle
şantiyelerde denetim şart” (Erkek,44)
“Dönemsel kontrol önemli, sürekli kontrol işin riskini de paylaşmak
anlamını taşıyabilir. Ani kontroller ve planlı kontroller ile denetlemeler
yapılabilir” (Erkek,38)
“Bizden başka firmalardan çimento alıp almadığı, formül kontrolü gibi
konular sürekli kontrol edilmelidir. Marka değerini korumak amaçlı
dizaynların uygulanması ve kontrolü yapılmalıdır…..” (Erkek, 37)
“….. Çok iyi bir denetim mekanizması kurmak, teftiş kadrosu kurmak ve
habersiz denetimler önemlidir. Özellikle kalite kontrol sonuçlarını, eş
zamanlı takip edeceğimiz bir sistem kurulabilir.” (Erkek,48)
“…..Sürekli bir personel istihdam edilerek kontrol mekanizması
sağlanabilir” (Erkek,42)
“…. Hatta sürekli olarak bir kalite kontrol personeli şirketimizce o tesiste
istihdam edilebilir” (Erkek, 37)
“Çimentoyu franchise alan firma bizden almalıdır, zaten amacımız
çimento satmak.” (Erkek, 37)
“Detaylı bir sözleşme şart. Sözleşmeye konulmasında yasal bir sakınca
yoksa çimentonun bizden başka bir firmadan alınmaması gerektiğine dair
bir madde konulmalıdır” (Erkek,43)
“Çimento bağlantılı bir sözleşme olabilir, kalite-çevre ve iş güvenliği
şartları sözleşmeye konulsun.” (Erkek,44)
“Ciddi bir sözleşme kesinlikle gereklidir. En az beş yıllık bir sözleşme
yapılmalıdır. Çimentoyu bizden almalı ve makine-ekipman konusunda
minimum istenenler sözleşmede listelenmelidir.” (Erkek,32)
İ. KAZANÇOĞLU. – Ö. ÖKTEM
4
3
4
HAZIR BETON
SEKTÖRÜNDE
FRANCHİSİNG
SİSTEMİ
UYGULAMAYA
KONULURKEN
ÖNCELİKLİ
BÖLGELERİN
BELİRLENMESİ
YAPILACAK
SÖZLEŞMENİN
İÇERİĞİ
“FİRMANIN SATIŞ
YAPMADIĞI
BÖLGELER
SEÇİLEBİLİR”
“ROYALTY
BEDELİNİN
ALINMASI”
“PİYASA FİYATININ
DÜŞÜK OLDUĞU
YERLER”
“İZMİR’İN ÇEVRE
İLÇELERİNDE
FRANCHİSİNG
SİSTEMİ”
“ÜRÜN VE HİZMET
KALİTESİNE DİKKAT
EDİLMESİ”
“SÖZLEŞMEDE
YAPTIRIM
MEKANİZMASININ
İŞLEMESİ”
275 “Bizim olmadığımız bölgeler seçilmelidir” (Erkek,38)
“Şu anda olmadığımız ve şehir merkezi dışındaki bölgeler için franchise
sistemi tercih edilebilir” (Erkek,43)
“Şu anda mevcut durumda olmayan tesislerimiz yerine franchise tesisler
kurulabilir.” (Erkek,42)
“Kesinlikle alınmalı neticede markanızı kullandırıyorsunuz.” (Erkek,38)
“Kesinlikle hem franchise bedeli hem de royalty bedeli alınmalıdır.”
(Erkek,32)
“Sözleşme hükümlerine uyulmadığında uyarı verileceği ve belirli bir
sayıda uyarıdan sonra sözleşmenin feshedileceği sözleşmede
belirtilmelidir.” (Erkek,42)
“Sözleşme çok önemli. Tüm denetim mekanizmaları sözleşmede tarif
edilmelidir. Özellikle ….. yaptırımların da ne olacağı sözleşmede
belirtilmelidir.” (Erkek,38)
“Sözleşmede, ürün kalitesi ve hizmet kalitesinde oluşacak olumsuzluklarda
kendimizi güvence altına almalıyız. Bu kapsamda belirsizliklerin kontrolü
çok önemli, bu sebeple ayrıntılı bir sözleşme hazırlanmalıdır.” (Erkek,48)
“……kalite açısından yapılması gerekenler sözleşmede açık bir şekilde
ortaya konmalı ve …..”(Erkek,38)
“İzmir merkezde biz olmalıyız, çevre ilçelerde franchising sistemi olabilir”
(Erkek, 37)
“İl merkezleri haricinde franchising verilebilir” (Erkek,48)
“İl merkezlerinde kendi tesislerimiz olmalıdır ve küçük ilçelerde
franchising verilebilir. Merkeze uzak illerde de franchise verilebilir.”
(Erkek,32)
“Piyasa fiyatının düşük olduğu yerlerde kesinlikle franchising
verilmelidir.” (Erkek,44)
3
3
1
3
2
2
Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi
Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 251-285
FRANCHİSİNG
ANLAŞMASININ
YAPILDIĞI
FİRMANIN MARKASI
İLE BİRLİKTE
FİRMANIN ADININ
(ÖRNEK OLARAK
BATIBETON - MEGA
İNŞAAT GİBİ)
KULLANIMI
FRANCHİSİNG
SÖZLEŞMESİNDE
BELİRLENEN
ORANLARDA YÜZDE
OLARAK ÖDENEN
ROYALTY BEDELİ
“BAŞKA BİR MARKA
İSMİNİN
KULLANILMAMASI”
“SÖZLEŞMENİN
YAPISINA BAĞLI
DEĞİŞEBİLİR”
“BAŞKA BİR MARKA
İSİMİNİN
KULLANILMASI”
“ROYALTY
BEDELİNİN
ALINMAMASI”
276 “Hayır olmamalıdır. Franshise verdiğimiz firma başka bir isim
koymamalıdır. Firmanın imajı tek bir isimle anıldığında anlamlıdır”
(Erkek, 37)
“Bu şekilde olması daha yararlıdır. Bizim kendi tesislerimiz ile farkı bu
şekilde görülmelidir. Ayrı ayrı olmalıdır” (Erkek,32)
“Kullanmamalıdır. Başka bir firmanın adını kullanmak esas marka ismini
silik hale getirir. Bu bir tercih meselesi, kendi markanın yanında bazı
sorumlulukları karşı tarafa bırakmak gibi olmamalıdır” (Erkek,44)
“Kullanılmaması daha doğru olacaktır. Öteki türlü bir şirkette iki ayrı
marka algılanabilir.” (Erkek,48)
“Olabilir, ancak tek markanın kullanımı daha doğru olacaktır.”
(Erkek,38)
“Bence sadece markamızı kullanması daha doğru olacaktır, neticede diğer
firmayla bir bağlantımız yok.” (Erkek,43)
“Franchise tesislerini diğer firmalardan ayırmak için anlamlı olabilir.”
(Erkek,42)
“Alınmasına gerek olmadığını düşünüyorum, pazarın durumuna göre bu
konu değerlendirilebilir.” (Erkek,42)
“Royalty bedeli alınmasa da olur, çimentonuzu kullanmaları yeterlidir.”
(Erkek,43)
“Royalty bedeli franchise alan firma için fazla gelebilir. İlk aşamada
firmayı zorlayabilir” (Erkek, 37)
“Sözleşmenin yapısına bağlı olarak değişebilir” (Erkek,48)
“Dökülen m3 beton başına bir pay alınmalıdır” (Erkek,44)
İ. KAZANÇOĞLU. – Ö. ÖKTEM
6
1
1
3
HAZIR BETON
SEKTÖRÜNDE
BATIBETON
MARKASI DIŞINDA
ÖRNEK OLARAK
BETABETON GİBİ
ALT MARKA
OLUŞTURARAK
FRANCHİSE
VERİLMESİ
“ALT MARKA
OLUŞTURULMAMASI”
“ALT MARKA
OLUŞTURULMASI”
277 “Farklı bir marka da oluşturulabilir. Diğer markanın değeri korunmuş
olur.” (Erkek,44)
“İlk başta bir rağbet görmese bile zamanla rağbet görecektir” (Erkek,48)
“Evet olabilir. Diğer marka bir süre sonra ikincil bir marka olabilecektir.
Fiyat olarak düşük ve hizmet kalitesi olarak da daha az beklentili bir
marka oluşturulabilir. Piyasa da bunu bir süre sonra kabul edebilir.”
(Erkek,38)
“Kendi markamızı korumak adına bu da bir çözüm olabilir” .” (Erkek,43)
“Alt marka oluşturmak endüstriyel bir ürün için, markamız ile bile bu
sistemi cazip kılmak zor iken alt marka ile bu sistemi kurmak zor
olacaktır.” (Erkek, 37)
“Rağbet göreceğini sanmıyorum” (Erkek,32)
“Tanınmış bir marka dururken başka bir markayı tercih edeceklerini
sanmıyorum. Neticede kendi isimlerini taşıyan bir firma kendilerine daha
cazip gelebilir.” (Erkek,42)
3
4
Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi
Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 251-285
İ. KAZANÇOĞLU. – Ö. ÖKTEM
Derinlemesine görüşme sonucunda ortaya çıkan tespitler Şekil 2’de
gösterilmiştir.
Şekil 2. Derinlemesine Görüşme Sonucunda Ortaya Çıkan Tespitler
Yapılan görüşmelere dayandırılarak yapılan değerlendirmelerde özet olarak
çıkan sonuçlar sıralandığında:

Franchising sistemi hazır beton sektörü için uygulanabilir bir sistem olduğu
düşünülmektedir.

Torba–dökme çimento satışı, hazır beton üretimi gibi çimentonun satışına
yönelik pazarlama kanallarına bir alternatif olarak franchising modeli
uygulanabileceği belirlenmiştir.

Oluşturulacak bu franchising modelinin olumlu özellikleri, yeni pazarlara
açılabilmeyi, yeni çimento satış kanallarının oluşturabilmeyi ve tüm bunlar
yapılırken sıfır işletme ve yatırım maliyeti gerektirdiği tespit edilmiştir.

Bu franchising modelinin olumsuz özellikleri ise, marka değeri ile ilgili bir
risk oluşturması, franchise alan firmanın denetlenmesi konusunda zorluk
yaşanabileceği endişesi, firmaya tarafımızdan tedarik edilecek çimento
fiyatının tespiti konusundaki hassasiyetler olarak sıralanmaktadır.
278 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi
Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 251-285

İyi
bir
denetim mekanizması
oluşturulması
gerektiği
ve yapılan
görüşmelerde özellikle kalite kontrol ve üretim süreçlerinin denetlenmesi
konusunun çok hassas olunduğu belirtilmiştir. İlgili firmanın ayrıca çevre
ve iş sağlığı konularında denetlenmesi gerekmektedir. Bu şekilde,
piyasadaki hazır beton satış fiyatları, hammadde fiyatlarının takip edilmesi
ile çimento fiyatının pazara uyum sağlayacak şekilde ayarlanması sağlanmış
olacaktır.

Kapsamlı ve detaylı bir sözleşme ile denetim mekanizması ve denetimde
rastlanacak uygunsuzlukların sonuçlarına dair net maddelerin bulunması
gerekmektedir.

Franchise kapsamında ya sadece BATIBETON markasının kullanılması ya
da tercihen ikincil bir markanın kullanılması gerektiği ifade edilmiştir.
İkincil bir marka kullanıldığı durumda markanın çok fazla talep
görmeyeceği konusunda yöneticilerin hassasiyetlerinin olduğu tespit
edilmiştir.

Doğru bölge ve doğru firma seçimi ve hazır beton üretimdeki tüm
süreçlerin (üretim-kalite kontrol-işletme-satınalma–insan kaynakları-satışpazarlama) denetlenebileceği bir denetim sisteminin kurulması ve bu
denetim sistemi ile ilgili tüm hassasiyetlerin sözleşmeye yansıtılmasının
marka değerini korumak açısından tüm görüşülen yöneticilerin ortak
noktada birleştikleri görülmüştür.
7. SONUÇ VE ÖNERİLER
Türkiye’deki hazır beton sektörünün yaşadığı en önemli sorun, Nart
(2005)’ın çalışmasında da ifade ettiği gibi, standart dışı-kalitesiz üretim ve
faturasız satışlarla haksız rekabete yol açan kayıt dışı hazır beton üreticilerinin
varlığıdır. İnşaat şantiyelerinde standartlara uyulmadan kurulan beton santralleri
denetim dışı üretim yapıp, görüntü ve çevre kirliliğine yol açmaktadır. Aynı
zamanda bu durum maddi kaynak israfı da yaratmaktadır. Bu sorunun
çözümünde franchising sistemi bir model olarak kullanıldığında kayıt dışı
279 İ. KAZANÇOĞLU. – Ö. ÖKTEM
haksız kazanç sağlayan firmaların franchising sistemi yoluyla kayıt altına
alınarak,
franchisor
firması
tarafından
bir
denetim
mekanizmasının
işletilmesinin sektöre önemli bir katkı sağlayacağı düşünülmektedir. Bu
kapsamda araştırmada, Türk pazarında hazır beton sektörü için yeni bir kavram
olan franchising sistemi incelenerek, firmanın bakış açısı, olumlu ve olumsuz
yönleriyle birlikte ortaya konulmuştur. Bu anlamda gerek literatürde endüstriyel
firmalarda franchising uygulamalarına yönelik bir çalışmanın olmayışı, gerekse
franchising iş modelini kullanmak isteyen firmalara sunulacak önerilerle
çalışmanın sektöre de katkı sağlayacağı düşünülmektedir. Çalışmada hazır
beton sektöründe franchising sisteminin, özellikle gelişmemiş piyasalarda şehir
dışında, büyük ilçelerdeki bölgelerde uygulanabilir bir iş modeli olabileceği
belirlenmiştir. Planlanabilecek modelde mevcut hazır beton tesisleri aynen
korunarak, Johnson (2010) ile Sirichalermpong ve Chansangavej (2012b)
çalışmasında belirttiği gibi büyüme stratejisinde pazar payının genişletilmesine
yardımcı olacak ve kendi yatırımı ile birlikte franchise tesisi kurabileceklerdir.
Kurulması düşünülen franchising sisteminde dikkate alınması gereken unsurlar
incelendiğinde;
Yer ve bölge seçimi: Yer seçimi olarak özellikle gelişmekte olan bölgelerde
kendi hazır beton tesislerini kurmak yararlıyken, daha az gelişmiş bölgelerde
franchise sisteminin kurulması daha doğru olacağı tespit edilmiştir. Ege
bölgesinde ve yakın diğer il ve ilçelerde, hazır beton tesisi olmayan yerlerde
potansiyel franchise tesisi için uygun pazarlar olarak görülmektedir. Bu bulgu
Sirichalermpong vd. (2012) çalışması sonuçlarında, özellikle pazar çekiciliğinin
yüksek, pazarın gelişmişliğinin düşük olduğu yeşil alan ile pazar çekiciliğinin
düşük, pazarın gelişmişliğinin yüksek olduğu bölgeler olan fidanlıklarda
franchising modelinin bir alternatif olarak kullanılabileceğini belirterek bu
çalışmayı desteklemektedir. Ayrıca, pazarın gelişmişliği ile çekiciliğinin yüksek
olduğu şehir merkezi gibi yerler olan petrol sahalarında hazır beton tesislerinin
kendi tesisleriyle yer alması gerektiği çalışma sonuçlarıyla uyuşmaktadır.
280 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi
Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 251-285
Franchise alan firma seçimi: Firma seçimi yapılmadan önce başvuruda
bulunan firma maddi ve iş yapışı açısından çok detaylı bir şekilde incelenmesi,
stratejik ve operasyonel destek satın alabileceği firmanın seçilmesi, Velentzasa
ve Broni (2013) çalışma sonuçlarını da desteklemektedir. Ayrıca, kurumsal bir
firmayla birlikte çalışılması ve uygunluk açısından denetlenmelidir. Ön
denetimi geçen firmalarla franchising anlaşması yapılmalıdır.
Sistem kurulması ve kontrol noktaları: İş akışındaki tüm süreçler detaylı
bir şekilde denetlenmeli ve sistem tüm noktalarda denetlenebilecek şekilde
sözleşme hazırlanmalıdır. Franchise alan firmaya verilecek teknik destek ve
ilgili firmadan istenecek teknik ekipman yeterliliği sözleşmede belirtilmelidir.
Bu bulgu Salar ve Salar (2014) ile Ulaş (2015)’ın çalışmalarında belirttiği gibi
franchising sisteminin iyi bir şekilde düzgün işleyebilmesi için iyi bir
sözleşmeye dayalı olması bulgusunu desteklemektedir. Satış biriminin
müşteriyle ilişkileri, piyasada oluşan rekabet şartlarına uygun fiyatlandırma
(Pazarlama-Satış Süreci); alınan işe göre yeterli ekipmanın olup olmadığı; işe
uygun iş programın hazırlanması (Planlama Süreci), hammadde ve ürün
denetimi (Üretim Süreci), talep edilen ürünün standartlara uygun formülünün
yapılması (Tasarım Süreci); ilgili hammaddelerin ve ekipmanların standartta ve
piyasa şartlarına uygun olarak seçimi ve tedariği (Satınalma Süreci); tüm
çalışanların firmanın marka değerini koruyacak şekilde seçilmesi ve eğitilmesi
(İnsan Kaynakları Süreci); bakım ve onarım faaliyetlerinin üretimin
devamlılığını sağlayacak şekilde yapılması (Destek Süreci) gibi faaliyetler
düzenli olarak denetlenmelidir. Piyasadaki ürün fiyatları düzenli olarak takip
edilmeli ve franchise alan firmanın ayakta kalabilmesini sağlayacak çimento
fiyatı belirli dönemlerde revize edilmelidir. Ayrıca siparişin standartlara uygun
ve kaliteli bir üretime dönüşmesi için siparişin verilmesinden ürünün müşteriye
sevk edilmesine kadar geçen her aşamanın kontrol edilmesi gerekmektedir.
Hazır betonda siparişin doğru alınması, sipariş ile ilgili doğru formülasyonun
oluşturulup, seçilmesi ve hammaddenin sürekli kontrolü, üretimde kullanılan
tüm tartım aletlerinin denetimi, üretim süreci sonunda oluşan ürünün
281 İ. KAZANÇOĞLU. – Ö. ÖKTEM
denetlenmesi ve teslim edilip şantiyede kalıba yerleştirilinceye kadar aynı
standardın korunması sağlanmalıdır. Franchise veren firma tarafından bu
kontrol sürecinin önemi Rubin (1978)’in çalışmasında da belirtilmiştir.
Sözleşme: Tüm kontrol noktaları sözleşmede belirtilmeli, düzenli denetimin
sonucunda oluşabilecek uyarı veya sözleşme feshi durumları açıkça ortaya
konulmalıdır.
Düzenli denetim: Düzenli denetim için bir kontrol birimi kurulmalı ve tüm
kontrol noktaları düzenli olarak kontrol edilmelidir. Bu kontrol üretim noktaları
dışında tüm fonksiyonel süreçleri-satınalma-pazarlama-insan kaynakları vs.
kapsamalıdır. Bu kontroller düzenli ya da ani bir denetim olarak
gerçekleştirilecek şekilde sistem kurulmalıdır.
Sonuç olarak hazır betonda franchising marka değerinin korunmasının
sağlanması durumunda firma için çok daha hızlı ve zahmetsiz bir alternatif
büyüme modeli olacaktır. Sistem kurulurken yukarıdaki aşamalar üzerinden
sistem kurulmalı ve bu sistemin daha sağlıklı işleyebilmesi açısından ilk önce
pilot uygulama olarak bir tesisle franchise sistemine geçilmeli ve buradan elde
edilecek tecrübelerle sistemin genele yayılması sağlanmalıdır. Araştırmanın
sadece hazır beton sektöründe faaliyet gösteren tek bir firmada yapılmış olması,
Ege Bölgesi’ndeki diğer firmaların çalışmaya dahil edilmemiş olması
çalışmanın kısıtını oluşturmaktadır. Nitel bir araştırma olduğundan çalışma
sonuçları sektör için genellenebilir değildir. Bu bakımdan, çalışmanın sonuçları
dikkate alınarak oluşturulacak bir anket çalışmasıyla sektördeki diğer hazır
beton firmalarının dahil olabileceği bir nicel çalışma yapılabilir. Bu şekilde,
franchising sisteminin sektörde benimsenmesi için hangi unsurların etkili
olduğu daha detaylı değerlendirilebilir.
KAYNAKÇA
ARICAN, E., ZENGİN, S. (2015), “Bankacılıkta Franchising: Dünya Örnekleri
ve Türkiye İçin Model Önerisi”, İstanbul Ticaret Üniversitesi Sosyal Bilimleri
Dergisi, 14(28), 1-36.
282 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi
Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 251-285
ASLANOĞLU, S. (2007), “Bir Büyüme Stratejisi Olarak Franchising Sistem
Firmalar Açısından Önemi, Mevzuat Boyutu Ve Muhasebe Uygulaması”, Afyon
Kocatepe Üniversitesi, İ.İ.B.F. Dergisi, C.IX, S.1.
CANDAN, B. (2000), “Üniversiteli Öğrencilerin Franchising Sistemine Göre
İşleyen Fast Food Restoranları Tercih Edip Etmeme Sebepleri Üzerine Bir Saha
Araştırması”, Pazarlama Dünyası Dergisi, Y. 14.
CEBECİ, R.(2005), Franchising Rehberi, KOSGEB Girişimciliği Geliştirme
Merkezi, Ankara.
COMBS, J. G., KETCHEN, Jr. D. J., HOOVER, V. L. (2004),“A Strategic
Groups Approach to the Franchising – Performance Relationship”, Journal of
Business Venturing, 19, (6),877-897.
GÖRKEM, O. (2015), “Franchising Sistemi Uygulanan Fast Food
İşletmelerinde Örgütsel Bağlılık: Denizli Örneği”, İşletme Araştırmaları
Dergisi, 7/1,267-279.
Hazır Beton Birliği, Hazır Beton Sektörü İstatistikleri, 2014.
http://www.thbb.org/sektor/istatistikler/, (21.12.2015).
JOHNSON, MW. (2010), Seizing The White Space: Growth And Renewal
Through Business Model Innovation, Harvard Business Press, USA. Boston.
ISBN 978-1-4221-2481-9.
KEEGAN, W., GREEN, M. C. (2008), Global Marketing, Fifth Edition,
Pearson International Edition.
KÜÇÜK, B. (2011), “Uluslararası Giriş Stratejilerinde Franchising Sistemi ve
Bir Uygulama”, Karadeniz Teknik Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 2, 1729.
NART, S. (2005), “Türkiye’de Franchising Sisteminin Gelişimi ve Franchise
Alan Girişimcilerin İş Memnuniyeti Belirleyicilerinin Analizi Üzerine Bir
Araştırma”, Kocaeli Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, (10) / 2,
123-149.
RUBIN, P.H. (1978), “The Theory of The Firm And Structure of The Franchise
Contract”,
Journal
of
Law
and
Economics,
21,
223-33.
http://dx.doi.org/10.1086/466918.
SALAR, M., SALAR O. (2014), “Determining Pros And Cons Of Franchising
By Using SWOT Analysis”, 2nd World Conference on Design, Arts and
Education DAE-2013, Procedia - Social and Behavioral Sciences, 122, 515 –
519.
283 İ. KAZANÇOĞLU. – Ö. ÖKTEM
SALEH, S, KLEINER, BH. (2005), “Effective Franchise Management”,
Management Research News, 28(2/3), 74-79.
SHERMAN, A. J. (2011), Franchising & Licensing: Two Powerful Ways to
Grow Your Business in Any Economy, American Management Association.
SIRICHALERMPONG, J., CHANSA-NGAVEJ, C. (2012a), “Factors
Influencing the Decision to Join Non-Retail Franchise Business with an
Application to Ready-mixed Concrete Industry in Thailand”, Journal of
Management Research Makrokthink Institute, 4(3), 232-246.
SIRICHALERMPONG, J., CHANSA-NGAVEJ, C. (2012b), “Perceived
Benefit and Franchisor Assistance Supporting the Competitiveness of Nonretail Franchise Business with Application to Ready-mixed Concrete Industry in
Thailand”, Business Management Dynamics, 1(12), 48-58.
SIRICHALERMPONG, J., CHANSA-NGAVEJ, C., NAI, S. (2012), “NonRetail Franchising Business Model: Factors For Strategic Decisions in The
Formation Phase”, Asian Journal of Management Research, 3(1), 282-290.
TOSUN, F., EMİRZA, E. (2014), “Endüstriyel Pazarlarda Müşteri Sadakati,
Müşteri Memnuniyeti Ve Müşteri Değerinin Ölçülmesi “Boyçelik” İşletmesine
Yönelik Bir Alan Araştırması”, Süleyman Demirel Üniversitesi İktisadi ve İdari
Bilimler Fakültesi Dergisi, 19(4), 271-286.
TÜRKSOY, S.S., KAYGALAK, S., KOÇAK, N., (2013), “Uluslararası Otel
İşletmelerinin Büyüme Stratejileri: Hilton Worldwide Türkiye Örneği”, İşletme
Fakültesi Dergisi, 14(2), 89-108.
ULAŞ, D. (2015), Franchising Sistemi Kitabı, Nobel Yayın, Ankara.
Ülke
Bazında
Hazır
Beton
İstatistikleri
(2014),
http://www.betonvecimento.com/ulke-bazinda-hazir-beton-istatistikleri-2014,
(12.12.2015).
ÜNÜSAN, Ç. (1998), “Ülkemizde Franchising Sistemleri ile Bağımsız
Perakendecilerden Alışveriş Yapan Tüketicilerin Tatmin Düzeylerinin
Karşılaştırılması Araştırılması”, Pazarlama Dünyası Dergisi, 12, 72.
VELENTZASA, J., BRONI G. (2013), “The Business Franchise Contract As A
Distribution Marketing System: Free Competition And Consumer’s Protection”,
International Conference On Applied Economics (ICOAE), Procedia
Economics and Finance 5, 763 – 770.
284 Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi
Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 251-285
WANG, E., TAI, J., WEI, H. (2006), “A Virtual Integration Theory Of
Improved Supply-Chain Performance”, Journal of Management Information
System, 23(2), 41-64.
YAN, R., WANG, K.-Y. (2012), “Franchisor–Franchisee Supply Chain
Cooperation: Sharing Of Demand Forecast Information in High-Tech
Industries” , Industrial Marketing Management, 41, 1164–1173.
YILDIRIM, A., ŞİMŞEK, H. (2008), Sosyal Bilimlerde Nitel Araştırma
Yöntemleri, 7. Baskı, Tıpkı Basım, Seçkin Yayıncılık, Ankara.
YIN, R.K. (2002), Case Study Research (Design and Methods), Sage
Publication, USA.
UFRAD Franchising Derneği, http://www.ufrad.org.tr/tr/10sorudafranchise.asp
(29.11.2015).
285 Yayın Geliş Tarihi:
29.02.2016
Yayın Kabul Tarihi: 23.05.2016
Online Yayın Tarihi: 22.12.2016
Dokuz Eylül Üniversitesi
İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi
Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 287-310
Sağlık ile Kalkınma Arasındaki İlişkinin Asimetrik
Nedensellik Analizi*
İbrahim ARSLAN1
Mehmet Vahit EREN2
Selahattin KAYNAK3
Öz
Bu çalışmanın amacı, ülkelerin refah düzeyinin belirlenmesinde önemli rol oynayan
sağlık ile kalkınma arasındaki ilişkiyi analiz etmektir. Beşeri sermayenin en önemli
bileşenlerinden olan sağlık ile kalkınma arasında teorik olarak bilinen ilişkinin
ekonometrik analizinin yapılması önem arz etmektedir. Bu amaçla 1975-2012 dönemine ait
yıllık verilerle Türkiye’deki sağlık alanında görülen gelişmelerin kalkınma üzerindeki etkisi
açıklanmaktadır. Kalkınma göstergesi olarak kişi başına düşen gelirdeki artış oranı ve
bebek ölüm hızı ele alınarak, iki model kurulmaktadır. Bağımsız değişken olarak da kişi
başına düşen toplam sağlık harcamaları, kişi başına düşen yatak sayısı, toplam sağlık
kurumu sayısı ve toplam sağlık harcamalarının milli gelir içindeki payı ele alınmaktadır.
Çalışmanın analizinde; temel birim kök testlerinden Augmented Dickey-Fuller ve PhillipsPerron ile Hatemi-J (2012) Asimetrik Nedensellik testi uygulanmıştır. Analiz sonucunda
sağlık göstergeleri ile kalkınma arasında pozitif bir ilişki tespit edilmiştir.
Anahtar Kelimeler: Kalkınma, Sağlık Hizmetleri, Asimetrik Bilgi, Türkiye
JEL Sınıflandırma Kodları: I15, O15
Asymmetric Causality Analysis of Relationship between Health and
Development
Abstract
The main goal of this study is to analysis to relationship between health that play an
important role in welfare level of countries and development. One of the most imperative
components of human capital, healthcare is theoretically known to have a correlation with
development, and yet, it appears to be necessary to carry out the econometric analysis of
this relationship. Given that, this work tries to show the effects of improvements in the
Turkish healthcare industry on economic development by using the annual data of 19752012. In this context, two models have been constructed with two development indicators,
the growth rate of per capita income and infant mortality rate. Per capita healthcare costs,
per capita hospital beds, the number of healthcare institutions and the share of total
healthcare costs in national income have been appointed as independent variables. The
analysis has been conducted with the aid of classical unit root tests Augmented DickeyFuller and Phillips-Perron, as well as Hatemi-J (2012) asymmetric causality test. The
result of analysis indicates that the relationship between health indicators and development
is positive.
Keywords: Development, Healthcare, Asymmetric Information, Turkey
JEL Classification Codes: I15, O15
* Bu çalışma, “Sağlıkta Dönüşüm Politikalarının Kalkınmaya Etkisi” konulu Gaziantep
Üniversitesi SBE İktisat Anabilim Dalı’nda hazırlanan Doktora tezinden türetilmiştir.
1
Prof. Dr., Gaziantep Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, İktisat Bölümü,
arslan@gantep.edu.tr
2
Yrd. Doç., Dr. Kilis 7 Aralık Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, İktisat
Bölümü, mvahiteren@gmail.com
3
Doç. Dr., Ondokuz Mayıs Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, İktisat
Bölümü, selahattin.kaynak@omu.edu.tr
İ. ARSLAN. – M. V. EREN – S. KAYNAK
1. GİRİŞ
Toplumu oluşturan bireylerin refah seviyesini arttırmak politika yapıcılarının
temel görevlerinden birisidir. Günümüz modern dünyasında bireyler için yapılan
yatırımlar her geçen gün hem önem kazanmakta hem de çeşitlenmektedir. Özellikle
gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde eğitim ve sağlık harcamaları bu yatırımların
başında yer almaktadır. İktisat kuramında bireylerin refah düzeyini artırmak için
yapılan yatırımların, orta ve uzun vadede ekonominin kalkınmasına pozitif katkı
sağladığı kabul edilmektedir. Zira sağlıklı ve eğitimli bireyler, üretimin dolayısıyla
da büyümenin temel unsurlarındandır. Sağlık yatırımlarının yetersizliği, işgücü
verimliliğini düşürerek büyüme için olumsuz sonuçların oluşmasına neden
olmaktadır.
Gelişmekte olan ülkelerin temel sorunları arasında, yetersiz beslenme ve
barınma gibi konular yer almaktadır. Bu temel gereksinimlerin karşılanması
halinde bireylerin sağlık düzeylerinin iyileştiği bunun da işgücü verimliliğinin
artmasına yol açarak kalkınmaya katkı sağladığı iddia edilmektedir. Kalkınma;
büyüme, sağlık, kültürel, sosyal ve iktisadi yapıdaki dönüşümü de içerisine alan
nitel bir olgudur. Bu bağlamda kalkınma, sadece iktisadi değişkenlerde görülen
iyileşmeler dışında sosyal faktörlerdeki ilerlemeleri de dikkate almaktadır. Gelecek
nesillerin daha sağlıklı olması ve nitelikli işgücünün piyasada yer alması, kalkınma
için önem arz etmektedir.
Bir toplumun sağlık standartlarının gelişmesi, sağlık hizmetlerinin ülkede
yaşayan vatandaşlara eşit ve adil bir şekilde sunulmasına bağlıdır. İnsanların en
tabii hakkı olan sağlık hizmetlerinden faydalanma, eşitsizliklerin giderilmesi ve
yoksulluğun azaltılması ülke ekonomilerinin öncelikli politikalarındandır.
Sağlık hizmetleri piyasasını diğerlerinden ayıran en temel özelliklerin başında,
sağlık hizmetleri talebindeki belirsizlik ve bilgi dengesizliği/asimetrik bilgi
gelmektedir. Sağlık hizmeti verenler, tüketenlere göre daha fazla bilgi sahibi
olduğundan ve hastanın hastalığı ile ilgili yeterli bilgi vermediğinden veya
veremediğinden iki taraf arasında asimetrik bilgi sorunu ortaya çıkmaktadır. Sağlık
288
Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi
Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 287-310
hizmeti
alanlar
yani
hastalar,
doktorların
verdiği
hizmetin
boyutunu
sorgulayamamaktadır. Hastalardan tedaviye dair istenen tahlil, ilaç miktarı ve
içeriğinin doktorlar tarafından belirlenmesi, sağlık harcamalarının boyutunu
yansıtan unsurlardandır. Hükümetin, hasta ile doktor arasındaki özellikle özel
hastanelerdeki asimetrik bilgi sorununu, etkin bir sağlık politikası amacı için göz
önünde bulundurması gerekmektedir.
Hükümetler söz konusu politikaları, kaynak dağılımını da göz önünde
bulundurarak eşit bir şekilde uygulamakla mükelleftir. Sağlık hizmetlerinin
geliştirilmesi, sağlık yatırımları ve organizasyonuna dair yapılan çalışmalar, sağlık
politikalarının önemli aktörleri arasında yer almaktadır. Bu kapsamda, Türkiye’de
cumhuriyetin ilanından itibaren çeşitli sağlık politikaları uygulanmış olup, son
olarak 2003 yılında “Sağlıkta Dönüşüm Programı (SDP)” ile sağlık alanında
önemli bir dönüşümün içine girilmiştir. Bu yeniden yapılanmayı gerektiren
sorunun temelinde, sağlık hizmetlerinin verimli ve etkin hale getirilmesi
yatmaktadır.
Sağlık ve kalkınma arasındaki ilişkinin varlığı teorik olarak bilinse de bu
durumun analizi ampirik bir çalışma gerektirmektedir. Bu doğrultuda 1975 ve 2012
yılları arasında yıllık veriler kullanılarak Türkiye’de sağlık alanındaki gelişmelerin
kalkınma üzerindeki etkisi incelenmiştir. Ekonomik kalkınma göstergesi olarak kişi
başına düşen gelirdeki artış oranı ve sosyal kalkınma değişkeni olarak ise bebek
ölüm hızı ele alınarak iki model kurulmuştur. Bağımsız değişken olarak ise kişi
başına düşen toplam sağlık harcamaları, kişi başına düşen yatak sayısı, toplam
sağlık kurumu sayısı ve toplam sağlık harcamalarının milli gelir içindeki payı ele
alınmıştır.
Bu çalışmada, sağlık göstergeleri ile hem ekonomik hem de sosyal kalkınma
arasındaki ilişki iki farklı model ile analiz edilmektedir. Bebek ölüm oranı
değişkeni, hem sağlıktaki başarının/etkinliğin hem de sosyal kalkınmanın en
önemli göstergelerinden biri olması nedeniyle çalışmanın analizine dahil edilerek
diğer çalışmalardan farklılık arz etmektedir.
289
İ. ARSLAN. – M. V. EREN – S. KAYNAK
2. LİTERATÜR
Literatürde sağlık harcamaları ile ekonomik büyüklük arasında ilişkiyi
inceleyen yerli ve yabancı çalışmaların olduğu görülmektedir. Benzer konuları
inceleyen yerli çalışmalara (Kar ve Ağır, 2003; Taban, 2006; Tüylüoğlu ve Tekin,
2009; Keskin, 2011; Sülkü ve Caner, 2011; Yardımcıoğlu, 2012; Tıraşoğlu ve
Yıldırım, 2012; Ay vd., 2013; Yavuz vd., 2013; Selim vd., 2014) ilgili yazın
taramasında rastlamak mümkündür.
Kar ve Ağır (2003) yaptıkları çalışmada 1926-1994 dönemine ilişkin yıllık
verilerle logaritmik formda Türkiye’de beşeri sermaye ve ekonomik büyüme
arasındaki nedensellik ilişkisini analiz etmişlerdir. Analiz sonucunda eğitim
harcamalarından ekonomik büyümeye, ekonomik büyümeden sağlık harcamalarına
tek yönlü nedensellik ilişkisi olduğu tespit etmişlerdir.
Taban (2006), Türkiye’de sağlık göstergeleri ile büyüme arasındaki nedensellik
ilişkisini 1968-2003 dönemine ait yıllık verileri kullanarak logaritmik formda
analiz etmiştir. Yapılan nedensellik analizi sonuçlarına göre sağlık kurumlarının
sayısı ile reel GSYİH arasında herhangi bir nedensellik ilişkisi görülmemesine
rağmen diğer sağlık göstergeleri ile reel GSYİH arasında ise çift yönlü nedensellik
ilişkisi bulunmuştur.
Tüylüoğlu ve Tekin (2009), gelir düzeyi ve sağlık harcamalarının beklenen
yaşam süresi ve bebek ölüm oranı üzerindeki etkilerini 176 ülkenin 2003 yılına ait
verileriyle çoklu regresyon analizi kullanarak incelemiştir. Analiz sonuçlarına göre,
beklenen yaşam süresi ve bebek ölüm oranı üzerinde sağlık harcamalarının gelir
düzeyine göre daha fazla etkili olması, sadece gelir düzeyinin artırılmasına
güvenilemeyeceğini göstermektedir.
Keskin (2011), kalkınma ile beşeri sermaye arasındaki ilişki 177 Birleşmiş
Milletler üyesi ülke verileri kullanılarak çoklu regresyon modeliyle analiz etmiştir.
Çalışmada kişi başına düşen gelir, ihracatın milli gelire oranı, Ar-Ge de çalışan
araştırmacı sayısı, kamunun sağlık harcamalarının milli gelire oranı, kamunun
eğitim harcamalarının milli gelire oranı, yetişkin okur-yazar oranı, ortalama ömür,
290
Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi
Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 287-310
beşeri kalkınma endeksi ve gelir dağılımı değişkenleri kullanılmıştır. Elde edilen
regresyon sonuçları kalkınmada okuma yazma oranının ve eğitim düzeyinin,
kamunun sağlık harcamalarının ve Ar-Ge harcamalarının önemli etkisinin
bulunduğunu ortaya koymaktadır. Yardımcıoğlu (2012) da OECD ülkelerinde
sağlık ile ekonomik büyüme arasındaki ilişkiyi panel veri yöntemine göre 19752008 yıllarını kapsayan yıllık verilerle logaritmik formda incelemiştir. Çalışmada
sağlık göstergesi olarak doğumda yaşam beklentisi, büyüme göstergesi olarak da
kişi başına düşen gelir verisi kullanılmıştır. Yapılan eş bütünleşme testleri
sonuçlarına göre değişkenler arasında uzun dönemde eş bütünleşme ilişkisi tespit
edilmiştir. Panel nedensellik sonuçları, sağlık ve ekonomik büyüme arasında uzun
dönemde çift yönlü bir nedensellik ilişkisini göstermektedir.
Sülkü ve Caner (2011), araştırmasında kişi başına düşen gelir ile sağlık
harcamaları arasındaki ilişkiyi 1984-2006 dönemi için yıllık verilerle analiz etmiş;
kişi başına düşen gelirdeki %10’luk artış sağlık harcamalarında %8.7’lik bir artışa
yol açacağı sonucuna ulamıştır.
Tıraşoğlu ve Yıldırım (2012) çalışmalarında yapısal kırılma durumunda sağlık
harcamaları ile büyüme arasındaki ilişkiyi 2006:01-2012:03 dönemlerini kapsayan
aylık verilerle 2008 dünya ekonomik krizinin etkileri göz önüne alınarak
incelemişlerdir. Uzun dönemli ilişkiyi tespit etmek amacıyla Gregory ve Hansen eş
bütünleşme testi yapılmıştır. Analiz sonuçlarına göre sağlığın büyüme üzerinde
etkili olduğunu sonucuna varılmıştır. Benzer şekilde Ay vd (2013) yaptıkları
çalışmada sağlık ile büyüme arasında pozitif bir ilişki olduğu görülmüştür.
Yavuz vd. (2013), kişi başına gelirin sağlık harcamalarına etkisini 1975-2007
arası dönem için yıllık verilerle ARDL sınır testi yaklaşımıyla incelemiş; kısa
dönemde kişi başına gelirdeki %1’lik artış sağlık harcamalarını %0.75 arttırdığını,
uzun dönemde ise bir ilişkinin bulunmadığını ortaya çıkarmıştır.
Selim vd. (2014) araştırmalarında büyüme ile sağlık harcamaları arasındaki
ilişki 27 AB ülkesi ve Türkiye’ye ait 2001-2011 yılları arası yıllık verilerle analiz
etmişlerdir. Çalışmada kullanılan değişkenler; GSYİH ve kişi başına düşen sağlık
291
İ. ARSLAN. – M. V. EREN – S. KAYNAK
harcamalarıdır. Westerlund (2007) eş bütünleşme testinin yapılabilmesi için ön şart
olan serilerin aynı dereceden durağan olması koşulu sağlanmaktadır. Kişi başına
düşen sağlık harcamaları ile büyüme arasında uzun dönemli bir ilişki tespit
edilmiştir.
Yabancı literatür incelendiğinde sağlık harcamaları ile büyüme arasındaki
ilişkiyi inceleyen şu çalışmalara rastlamak mümkündür (Bloom vd, 2001;
Bhargava vd, 2001; Rivera ve Currais, 2003; Bloom vd, 2004; Brempong ve
Wilson, 2004; Chaabouni ve Abednnadher, 2010; Baltagi ve Moscone, 2010; Tang,
2010; Tang ve Ch’ng, 2011).
Bloom vd. (2001), 104 ülkeye ait sağlık ve büyüme arasındaki ilişkiyi 19601990 dönemi için yıllık verilerle panel veriye dayalı regresyon analizi ile
incelemiştir. Çalışma sonucuna göre, sağlığın ekonomik büyüme üzerinde
istatistiki olarak önemli ve pozitif bir etkiye sahip olduğu ve nüfusun yaşam
beklentisindeki bir yıllık gelişmenin büyüme oranında %4’lük bir artışa yol açtığı
tespit edilmiştir. Bhargava vd. (2001), 92 ülkenin 1965-1990 yıllarını kapsayan
yıllık verileriyle büyüme ve sağlık arasındaki panel veriye dayalı regresyon
ilişkisini tetkik etmiştir. Çalışma sonucunda düşük gelirli ülkeler için sağlık
göstergesi olarak kullanılan yaşam beklentisinin milli gelir (büyüme oranı)
üzerinde pozitif bir etkiye sahip olduğu ortaya çıkmıştır. Rivera ve Currais (2003),
sağlık yatırımlarının büyüme üzerine etkisi nedensellik analiziyle 1960-2000
dönemini kapsayan OECD ülkeleri çerçevesinde incelenmiştir. Kişi başına düşen
gelir ve sağlık harcamalarının milli gelire oranı değişkenleri kullanılmıştır. Analiz
sonuçlarına göre sağlık, ekonomik büyüme ve verimlilik üzerine pozitif etki
oluşturduğu tespit edilmiştir. Bloom vd. (2004), sağlık ile büyüme arasındaki ilişki
1960-1990 yıllarını kapsayan verilerle incelemiştir. Kişi başına düşen gelir,
doğumda yaşam beklentisi, okullaşma oranı serileri kullanılmıştır. Üretim
fonksiyonu yaklaşımına göre yaşam beklentisindeki bir yıllık iyileşme çıktıda
%4’lük bir artışa yol açtığı ve sağlık, büyüme üzerinde pozitif ve istatistiki olarak
anlamlı bir etkiye sahip olduğu sonucuna varılmıştır.
292
Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi
Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 287-310
Brempong ve Wilson (2004), 21 Sahra altı Afrika ve 23 OECD ülkesine için
1975-1994 dönemine ait yıllık verilerle panel veri yöntemiyle sağlık ile ekonomik
büyüme arasındaki ilişkiyi test etmiştir. Ekonomik büyüme göstergesi olarak kişi
başına düşen gelirin büyüme oranı; sağlık göstergesi olarak da kamu ve toplam
sağlık harcamalarının milli gelire oranı ve doğumda beklenen yaşam süresi
kullanılmıştır. Dinamik panel ve sabit etkiler modeli sonuçlarına göre sağlığın
büyüme üzerinde istatistiki olarak önemli ve pozitif bir etkiye sahip olduğu
sonucuna ulaşmışlardır. Chaabouni ve Abednnadher (2010), Tunus’da sağlık
harcamalarının belirleyicilerini ARDL sınır testi yaklaşımına göre 1961-2008
dönemini kapsayan yıllık verilerle logaritmik formda analiz etmişlerdir. Çalışmada
kişi başına düşen sağlık harcamaları, kişi başına düşen gelir, tıbbi yoğunluk,
nüfusun yaşlanması ve kişi başına azot emisyonunu temsil eden çevresel kalite
değişkenleri kullanılmıştır. Yapılan eş bütünleşme testine göre sağlık hizmetleri
lüks maldan ziyade zorunlu mal olduğu, kısa ve uzun dönemde sağlık
harcamalarından gelire doğru nedensellik ilişkisinin varlığı tespit edilmiştir.
Baltagi ve Moscone (2010) OECD ülkelerinde sağlık harcamaları ile gelir
arasındaki ilişkiyi panel veri yöntemiyle 1971-2004 arasındaki dönemi kapsayan
yıllık verilerle logaritmik formda incelemişlerdir. Çalışmada kişi başına düşen
sağlık harcamaları, kişi başına düşen gelir, sağlık harcamalarının milli gelire oranı,
65 yaş ve üstü nüfusun 15-64 yaş nüfusa oranı değişken olarak kullanılmıştır.
Birim kök testi ve hata düzeltme modeli uygulaması yapılmıştır. Analiz
sonuçlarına göre, sağlık harcamaları ele alınan 20 OECD ülkesinin gelir esnekliği
düşük olduğu bu da sağlık harcamalarının zorunlu mal olduğu sonucuna
varılmıştır. Tang (2010) çalışmasında Malezya’daki sağlık-gelir ilişkisini 19702009 dönemini kapsayan yıllık verilerle logaritmik formda analize tabi tutmuştur.
Yapılan çalışma sonucunda ARDL eş bütünleşme sonuçlarına göre değişkenler
arasında uzun dönemli ilişki bulunmuş ve sağlık harcamalarının Malezya’da lüks
mal olduğu tespit edilmiştir. Nedensellik testi sonuçlarında ise, milli gelirden
sağlık harcamalarına doğru tek yönlü nedensellik ilişkisi tespit edilmiştir. Tang ve
Ch’ng (2011), Güneydoğu Asya ülkelerinde (Malezya, Filipinler, Endonezya,
293
İ. ARSLAN. – M. V. EREN – S. KAYNAK
Singapur ve Tayland) sağlık harcamaları ile gelir arasındaki ilişkiyi 1970-2006
yıllarına ait yıllık verilerle logaritmik formda nedensellik analizi çerçevesinde
incelemiştir. Çalışmada kişi başına düşen gelir ve kişi başına düşen sağlık
harcamaları kullanılmıştır. Ziwot-Andrews birim kök testi tek yapısal kırılmaya
izin verirken Lumsdaine-Papel birim kök testi ise iki yapısal kırılmaya izin
vermektedir. Analiz sonucunda sınır testi yaklaşımına göre Endonezya, Singapur
ve Tayland için eş bütünleşme tespit edilirken Malezya ve Filipinler için uzun
dönemli ilişki bulunamamıştır. Sağlık harcamaları ile gelir arasında uzun dönem
esnekliği pozitif ve istatistiki olarak anlamlı olarak bulunmuş ve değişkenler
arasındaki nedensellik ilişkisinin yönü gelirden sağlık harcamalarına doğru olduğu
sonucuna varılmıştır.
3. VERİ SETİ, MODEL VE YÖNTEM
Çalışmada sağlık hizmetlerinin sunumu ile kalkınma göstergesi mevcudiyetine
bağlı olarak 1975-2012 dönemine ait yıllık veriler kullanılmıştır. Kullanılan
değişkenler, kişi başına düşen gelirdeki büyüme oranı, kişi başına düşen sağlık
harcamaları, 100 kişi başına düşen yatak sayısı, toplam sağlık kurumu sayısı, 100
canlıda bebek ölüm oranı, toplam sağlık harcamalarının milli gelire oranı
serileridir.
Tablo 1. Değişkenler ve Kaynakları
Değişkenler
KBDGBO
Değişkenlerin Açıklaması
Kişi Başına Düşen Gelirdeki Büyüme Oranı (%)
Kaynaklar
World Bank
LNKBDTSH
Kişi Başına Düşen Toplam Sağlık Harcamaları (SGP-$)
OECD
KBDYS
100 Kişi Başına Düşen Yatak Sayısı (Adet)
TUİK
LNTSKS
Toplam Sağlık Kurumu Sayısı (Adet)
TUİK
BÖO
100 Canlıda Bebek Ölüm Oranı (%)
OECD
TSH/GSYİH
Toplam Sağlık Harcamalarının Milli Gelire Oranı (%)
OECD
Çalışmadaki değişkenlerin çoğu oran olarak analize dahil edildiğinden, TSKS
ve KBDTSH serileri doğal logaritmik formda, diğer tüm değişkenler ise düzey
değerleri ele alınarak işlemler yapılmıştır. Çalışmada literatürde sıkça denendiği
294
Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi
Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 287-310
üzere iki model geliştirilmiş (Çalışkan, 2009; Tüylüoğlu ve Tekin, 2009; Yakışık
ve Çetin, 2014) ve sonuçları aşağıdaki tablolarda özetlenmiştir.
Birinci modelde kişi başına düşen milli gelirdeki büyüme oranı, ikinci modelde
ise bebek ölüm oranı bağımlı değişken; her iki model için KBDTSH), KBDYS,
TSKS ve TSH/GSYİH açıklayıcı değişken olarak kullanılmıştır. Böylece SDP’nin
hem kalkınmaya etkisi hem de sağlık düzeyindeki gelişmeler (etkinlik) test
edilmiştir.
Belirli bir dönemde (t), belirli bir ülkede (i) kalkınmaya dair modeller şu şekilde
kurulmuştur:
Model 1:
KBDGBOit  1  2KBDTSHit  3KBDYSit  4TSKSit  5TSH / GSYİHit t
(1)
Model 2:
BÖOit  1  2 KBDTSHit  3 KBDYSit  4TSKSit  5TSH / GSYİHit  t
(2)
Nüfusun milli gelirden hızlı artması halinde, toplum fakirleşmekte ve refah
düzeyi düşmektedir. Bu nedenle, kişi başına gelir rakamları dikkate alınarak
gelişme ve refahın ölçülmesi gerekmektedir. Çukurçayır ve Tezcan (2011), Çeken
(2008), Berber (2011), Lucas (1988), Rostow (1966) Keskin (2011) ve Ahluwalia
(1976) yaptıkları çalışmalarda, kişi başına düşen milli geliri değişkenini kalkınma
göstergesi olarak kabul etmektedir. Yardımcıoğlu (2012), Tang ve Ch’ng (2011),
Rivera ve Currais (2003), Brempong ve Wilson (2004), Bloom ve Diğerleri (2004)
ise çalışmalarında kişi başına düşen geliri büyüme göstergesi olarak analizlerine
dahil etmekte, ancak kalkınmanın büyümeyi de içine alan bir olgu olduğu gerçeği
nedeniyle yapılan çalışmalarda kullanılan değişkenin kalkınma göstergesi olarak
değerlendirilebileceği düşünülmektedir.
Bebek ölüm oranı bir ülkedeki sağlık hizmetlerinin kalitesini gösteren önemli
kalkınma göstergelerinden biri olarak kabul edilmektedir (Koç vd., 2010:43).
Barlas ve diğerleri (2014), Lorcu ve Bolat (2009), Tüylüoğlu ve Tekin (2009),
295
İ. ARSLAN. – M. V. EREN – S. KAYNAK
Hicks ve Streeten (1979) çalışmalarında sözü geçen değişkeni kalkınma göstergesi
olarak; Başar (2008), Çoban (2009), Çukur ve Bekmez (2011), Taban ve Kar
(2014) ise sağlık düzeyinin göstergesi olarak kullanmaktadır. Lorcu ve Bolat
(2009:129) eserinde bebek ölüm oranının, hizmet kalitesinin, sağlık hizmetlerine
erişimin ve toplum sağlığının bir göstergesi olduğunu belirtmektedir.
Bebek ölüm oranı serisinin hem sağlıktaki başarının hem de kalkınmışlığın en
önemli göstergelerinden biri olması nedeniyle çalışmanın analizine dahil
edilmektedir. Bebek ölüm oranının düşmesi, SDP’nin bileşenlerinden biri olan
etkinliğin sağlandığının bir göstergesidir (Eren, 2015:137-138).
Çalışmada iktisadi anlamda bir ilişki, nedensellik testi yapılarak açıklanmaya
çalışılacaktır. Bunun için öncelikle Augmented Dickey-Fuller (ADF) ve PhillipsPerron (PP) birim kök testleri ile durağanlık analizleri yapılacaktır. Devamında
Hatemi-J (2012) nedensellik analizi ile değişkenler arasındaki etkileşimin yönü
tespit edilecektir.
4. BULGULAR
4.1. ADF ve PP Birim Kök Testleri
Değişkenler arasındaki nedensellik ilişkilerinin tahmin edilmesinden önce birim
kök testlerine başvurulması gerekmektedir. Bu amaçla, özellikle iktisat alanında
yapılan çalışmalarda sıklıkla başvurulan Genişletilmiş Dickey-Fuller (1981) ve
Phillips ve Perron (1988) birim kök testleri kullanılmıştır. Tablo 2’de sonuçlar
görülmektedir.
Geliştirilmiş Dickey-Fuller ve Phillips-Perron test sonuçlarına göre sabitli
modelde KBDGBO değişkeni dışındaki serilerin tümünün; sabitli ve trendli
modelde ise KBDGBO, KBDYS ve KBDTSH değişkenleri haricindeki diğer
değişkenlerin tümünün düzeyde durağan olmadıkları görülmektedir. Analizde
kullanılan bütün serilerin birinci farkları alındığında [I(1)] sabit ve sabit trendli
modellerde her iki birim kök testi için durağan oldukları saptanmıştır.
296
Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi
Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 287-310
Tablo 2. ADF (1981) ve PP (1988) Birim Kök Testi Sonuçları
KBDGBO
Sabit
KBDTSH
KBDYS
TSKS
Düzey
BÖO
TSH/GSYİ
H
KBDGBO
Sabit+Trend
KBDTSH
KBDYS
TSKS
BÖO
TSH/GSYİ
H
ADF
PP
-6.06(0)
[0.0000]*
-0.22(0)
[0.9269]
-0.16(2)
[0.9334]
0.15(0)
[0.9660]
-2,13(0)
[0.2330]
-0.83(1)
[0.7959]
-6.06(0)
[0.0000]*
-3.63(3)
[0.0415]*
-3.75(1)
[0.0310]*
-1.92(0)
[0.6227]
-0.57(0)
[0.9747]
-1.68(1)
[0.7378]
-6.07(3)
[0.0000]*
-0.22(0)
[0.9269]
-0.66(14)
[0.8428]
0.31(3)
[0.9762]
-2.06(3)
[0.2604]
-0.53(3)
[0.8735]
-6.18(4)
[0.0000]*
-2.80(2)
[0.2047]
-3.26(4)
[0.0880]**
-1.89(2)
[0.6374]
-0.65(3)
[0.9693]
-2.06(3)
[0.5470]
Değişk
enler
KBDG
BO
KBDT
SH
KBDY
S
TSKS
Birinci Farklar
Değişkenler
BÖO
TSH/
GSYİ
KBDG
BO
KBDT
SH
KBDY
S
TSKS
BÖO
TSH/
GSYİ
ADF
PP
-6.77(1)
[0.0000]
-5.27(4)
[0.001]*
-6.99(1)
[0.000]*
-6.02(0)
[0.000]*
-5.56(0)
[0.000]*
-4.91(0)
[0.000]*
-6.67(1)
[0.000]*
-5.39(4)
[0.000]*
-6.94(1)
[0.000]*
-6.21(0)
[0.000]*
-6.26(0)
[0.000]*
-4.81(0)
[0.002]*
-14.96(6)
[0.0000]*
-6.15(1)
[0.0000]*
-12.26(35)
[0.0000]*
-6.03(3)
[0.0000]*
-5.66(3)
[0.000]*
-5.01(3)
[0.0002]*
-13.40(5)
[0.0000]*
-6.05(1)
[0.0001]*
-13.84(28)
[0.0000]*
-6.62(6)
[0.0000]*
-6.25(3)
[0.0000]*
-4.93(3)
[0.0017]*
Not: *.** ve *** değerleri sırasıyla %1, %5 ve %10 anlam seviyelerinde serilerin
durağanlıklarını göstermektedir. Parantez içindeki değerler Schwarz bilgi kriterine göre
optimal gecikme uzunluğunu göstermektedir. Gecikme uzunluğunun sıfır olması
durumunda Dickey-Fuller testini göstermektedir. Köşeli parantez içindeki değerler olasılık
değerlerini göstermektedir.
4.2. Hatemi-J Asimetrik Nedensellik Testi
Geleneksel Granger (1969) nedensellik testi, bir parametrenin geleceğe dair
tahmininin yapılmasında ikinci bir serinin faydalı bilgi sağlayıp sağlamadığı analiz
edilmektedir (Özcan, 2015:186). Toda ve Yamamoto (1995), Hacker ve Hatemi
(2006) gibi testler pozitif ve negatif şokların etkisini aynı kabul etmekte; ancak
sağlık hizmetleri piyasasında, asimetrik bilginin olması ve piyasada yer alan gerçek
ve tüzel kişilerin heterojen olması durumunda, katılımcıların aynı büyüklükteki
pozitif ve negatif şoklara özdeş tepkileri vermemesi nedeniyle sözü edilen
testlerden elde edilen sonuçların yanıltıcı olabileceği iddia edilmektedir (Yılancı ve
Bozoklu, 2014:213). Bu bağlamda Hatemi-J asimetrik nedensellik analizi (2012),
297
İ. ARSLAN. – M. V. EREN – S. KAYNAK
Hacker ve Hatemi Granger nedensellik testinin (2006) pozitif ve negatif şoklarına
ayrıştırılmış halidir (Sungur vd., 2016:181).
Hatemi-J testi, değişkenler arasında pozitif ve negatif şoklara karşı etkileşimi
vermesi yönüyle güncel bir analiz yapılmasını sağlamıştır. SDP kapsamında her bir
değişken için pozitif ve negatif şoklar şu şekilde açıklanmaktadır:
Güçlü ekonomiye geçiş programı ile özelleştirmenin teşvik edilmesi sonucu
özel hastanelerin kurulması, 2003 yılında bireylerin de sağlık sigortalarıyla söz
konusu hastanelerden ve tıp merkezlerinden hizmet almasının sağlanmasıyla
KBDTSH artış göstermektedir. KBDTSH için pozitif şoklar kapsamında söz
konusu gelişmeler değerlendirilebilmektedir.
Sağlık harcamalarını belirleyen en önemli etkenlerden biri gelir düzeyidir.
2000-2001 krizleri ve seçim sonrası, canlanan ekonominin etkisiyle gelir düzeyinin
yükselmesi, sağlık harcamalarını artırmaktadır. Özetle 2000 sonrası ekonomik ve
siyasi gelişmeler KBDTSH için negatif şoklar kapsamında ele alınabilmektedir.
KBDGBO için negatif şoklar açısından 2002 genel seçimlerinin önemli bir
dönüm noktası olduğu düşünülmektedir. Seçim öncesinde 1998 Rusya krizi, 1999
Marmara depremi ardından 2000-2001 krizlerinin yaşanması Türkiye ekonomisini
olumsuz etkilemiştir.
KBDGBO için pozitif şoklar açısından 2000-2001 krizleri ve 2002 genel
seçimlerinden sonra güçlü ekonomiye geçiş programı ile ekonominin toparlanma
sürecine
girmesi
üretimi
artırmakta,
dolayısıyla
milli
gelir
artışı
ile
sonuçlanmaktadır. 2006 yılından itibaren değişkendeki düşme eğilimi hızlanarak
devam etmekte; 2008 küresel kriz sonrası negatif büyüme gerçekleşmektedir.
KBDYS için negatif şoklar bakımından 2000 ve 2001 yıllarında yaşanan krizler
nedeniyle ekonominin daralması, bütçeden sağlığa ayrılan payın azalması, sağlık
yatırımlarının
olumsuz
etkilenmesi
düşünülmektedir.
298
söz
konusu
değişkeni
etkilediği
Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi
Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 287-310
KBDYS için pozitif şoklar açısından özelleştirmelerin özel sağlık kurumlarının
teşvik edilmesiyle yatak sayılarındaki ilerlemeler kaydedilmesi, “Misafir Anne”
Projesi,
yenidoğan
merkezi,
personeli,
altyapısı
alanında
gelişmelerin
gerçekleştirilmesi serinin etkilendiği sonucunu verebilmektedir.
TSKS için negatif şoklar bakımından aile hekimliği modeline geçiş ile
ASM’lerin ticari işletme statüsüne kavuşturulması, hastanelerin SB’na bağlı
kurullar tarafından yönetilmesi ve çalışanların sözleşmeli olarak görev yapacak
olması, değişkenin olumsuz etkilendiği faktörler olarak düşünülmektedir.
TSKS için pozitif şoklar açısından aile hekimliği modeline geçiş ile
özelleştirme sonrası sağlık kurumu sayısının artış göstermesi değişkeni etkileyen
faktörler olduğu öngörülebilmektedir.
BÖO için negatif şoklar bakımından GSS öncesi yardımcı üreme yöntemi
tedavileri, finansman kurumları tarafından ödenmemektedir. Ayrıca aile hekimliği
modeli tüm yurda yaygınlaştırılmadığından hamilelerin takibinin iyi yapılamaması,
değişkeni etkileyen etmenler olduğu düşünülmektedir.
BÖO için pozitif şoklar açısından GSS sonrasında yardımcı üreme yöntemi
tedavileri, SGK tarafından ödenmektedir. Ayrıca aile hekimliği modeli 2010
yılında tüm yurda yaygınlaştırıldığından hamilelerin takibinin iyi yapılması
değişkeni etkileyen faktörlerdendir.
TSH/GSYİH için pozitif şoklar açısından 8. BYKP kapsamında sağlık hizmet
sunumunda
özelleştirmenin
teşvik
edilmesi,
sağlık
hizmeti
sunumu
ve
finansmanının birbirinden ayrılması, herkese sağlık sigortası çerçevesinde
yararlanma hakkının sağlanması gibi hedeflerden bahsi geçen değişkenin
etkilendiğini söylemek mümkündür.
TSH/GSYİH için negatif şoklar 2002 yılında yaşanan kriz ve seçimin yol açtığı
endişe durumu üretimi de etkilemekte; bütçeden sağlığa ayrılan pay da tesir altında
kalmaktadır.
299
İ. ARSLAN. – M. V. EREN – S. KAYNAK
Tablo 3. Hatemi-J Asimetrik Nedensellik Testi Sonuçları (Model 1)
Nedenselliğin
MWALD
Yönü
%1
%5
%10
Nedenselliğin
Yönü
MWALD
%1
%5
%1
0
(KBDGBO)+ 0.374
≠> (KBDYS)+ (0.541)
9.535
5.226
3.111
(KBDYS)+≠>
(KBDGBO)+
0.157
(0.692)
11.216
4.738
3.235
(KBDGBO)+ 0.612
≠> (KBDYS)- (0.434)
12.703 5.641
4.016
(KBDYS)+≠>
(KBDGBO)-
1.750
(0.186)
13.831
5.900
3.844
(KBDGBO)- 0.965
≠> (KBDYS)- (0.326)
18.746 6.741
3.756
(KBDYS)-≠>
(KBDGBO)-
0.119
(0.731)
14.754
6.047
3.833
(KBDGBO)- 0.455
≠> (KBDYS)+ (0.500)
12.508 5.667
3.409
(KBDYS)-≠>
(KBDGBO)+
0.358
(0.550)
14.266
5.511
3.270
15.130
(0.004)*
249.061
84.571 38.257
2.275
(0.131)
13.314
6.006
38.603
(0.000)*
541.078
81.491 41.276
0.045
(0.831)
24.334
6.261
3.314
(KBDGBO)+
≠> (TSH/
GSYİH)+
(KBDGBO)+
≠> (TSH/
GSYİH)(KBDGBO)≠> (TSH/
GSYİH)(KBDGBO)≠> (TSH/
GSYİH)+
(KBDGBO)+
≠>
(KBDTSH)+
(KBDGBO)+
≠>
(KBDTSH)(KBDGBO)≠>
(KBDTSH)(KBDGBO)≠>
(KBDTSH)+
(KBDGBO)+
≠> (TSKS)+
(TSH/GSYİH)+
≠>
(KBDGBO)+
(TSH/GSYİH)+
≠>
(KBDGBO)(TSH/GSYİH)≠>
(KBDGBO)(TSH/GSYİH)≠>
(KBDGBO)+
17.245
(0.002)*
302.25
56.147 28.148
4
3.443
(0.487)
368.12
69.796 30.931
2
2.314
(0.678)
307.69
66.756 33.415
6
17.817
(0.001)*
480.66
97.353 36.856
3
1.842
(0.175)
10.365 4.912
3.426
(KBDTSH)+≠>
(KBDGBO)+
0.610
(0.435)
11.811
6.236
4.200
4.370
(0.358)
368.25
67.285 32.475
8
(KBDTSH)+≠>
(KBDGBO)-
0.987
(0.321)
13.735
5.484
3.484
0.801
(0.938)
297.70
70.896 32.824
5
(KBDTSH)-≠>
(KBDGBO)-
117.436
(0.000)*
380.922
72.745 34.505
1857.8
(0.000)*
421.96
68.991 35.245
8
(KBDTSH)-≠>
(KBDGBO)+
0.000
(0.999)
17.583
6.891
3.346
0.352
(0.553)
11.010 5.142
3.438
(TSKS)+≠>
(KBDGBO)+
0.022
(0.882)
14.516
5.509
3.649
10.689 4.977
3.398
5.983
3.677
3.973
22.532
6.561
3.375
8.979
3.028
6.378
(0.012)**
0.210
(0.647)
0.278
(0.598)
15.375
20.127 6.697
(TSKS)+≠>
(KBDGBO)(TSKS)-≠>
(KBDGBO)(TSKS)-≠>
(KBDGBO)+
17.143
5.661
3.381
(KBDGBO)+ 2.531
≠> (TSKS)- (0.112)
(KBDGBO)- 0.673
≠> (TSKS)- (0.412)
(KBDGBO)- 0.001
≠> (TSKS)+ (0.971)
4.499
3.351
Not: ≠> notasyonu nedenselliğin olmadığı sıfır hipotezini göstermektedir. Parantez içindeki
değerler asimtotik olarak olasılık değerlerini göstermektedir. *, ** ve *** değerleri
sırasıyla %1, %5 ve %10 anlam seviyelerinde değişkenler arasında nedensellik ilişkisini
göstermektedir.
Tablo 3’te gösterilen pozitif ve negatif şokları ayırabilme fonksiyonuna sahip
Hatemi-J asimetrik nedensellik testi sonuçlarına göre, sağlık göstergelerinden
300
Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi
Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 287-310
KBDYS değişkeninden kalkınma göstergesi olarak kullanılan KBDGBO
değişkenine doğru çift yönlü pozitif ve negatif şoklarda nedensellik ilişkisinin
olmadığı hipotezi reddedilememektedir. Başka bir deyişle, asimptotik olasılık
değerleri %10 anlamlılık düzeyinde 0.10’dan büyük olduğundan bahsi geçen
değişkenler arasında çift yönlü nedensellik ilişkisi tespit edilmemiştir. Bu
bağlamda, söz konusu değişkenler arasında nedensellik ilişkisi yoktur.
Bir diğer sağlık göstergesi olan TSH/GSYİH değişkeni ile kalkınma göstergesi
olarak kullanılan KBDGBO değişkeni arasında çift yönlü pozitif ve negatif
şoklarda nedensellik ilişkisinin olmadığı hipotezi reddedilmektedir. Başka bir
deyişle, asimptotik olasılık değerleri %1 anlamlılık düzeyinde 0.01’den küçük
olduğundan bahsi geçen değişkenler arasında çift yönlü nedensellik ilişkisi tespit
edilmiştir. Bu bağlamda, toplam sağlık harcamalarının milli gelire oranında
meydana gelen pozitif ve negatif şok durumunda kalkınma sırasıyla pozitif ve
negatif bir tepki vermektedir. Başka bir deyişle, sağlık göstergesinden kalkınma
göstergesine doğru nedensellik ilişkisi, kalkınmayı olumlu manada etkilemektedir.
Sağlık göstergelerinden KBDTSH değişkeni ile kalkınma göstergesi olarak
kullanılan KBDGBO değişkeni arasında çift yönlü pozitif ve negatif şoklarda
nedensellik ilişkisinin olmadığı hipotezi reddedilmektedir. Başka bir deyişle,
asimptotik olasılık değerleri %1 anlamlılık düzeyinde 0.01’den küçük olduğundan
bahsi geçen değişkenler arasında çift yönlü nedensellik ilişkisi tespit edilmiştir. Bu
bağlamda, kişi başına düşen toplam sağlık harcamalarında oluşan negatif bir şok
durumunda
kalkınma
negatif
bir
tepki
vermektedir.
Dolayısıyla
sağlık
göstergesinden kalkınma göstergesine doğru nedensellik ilişkisi, kalkınmayı
olumlu manada etkilemektedir.
TSKS değişkeninden KBDGBO değişkenine doğru tek yönlü pozitif ve negatif
şoklarda nedensellik ilişkisinin olmadığı hipotezi reddedilmektedir. Başka bir
deyişle, asimptotik olasılık değerleri %5 anlamlılık düzeyinde 0.05’den küçük
olduğundan bahsi geçen değişkenler arasında tek yönlü nedensellik ilişkisi tespit
edilmiştir. Bu bağlamda, toplam sağlık kurumu sayısında ortaya çıkan pozitif bir
301
İ. ARSLAN. – M. V. EREN – S. KAYNAK
şok halinde kalkınma negatif bir tepki vermektedir. Dolayısıyla TSKS
göstergesindeki pozitif şoka KBDGBO negatif bir şokla tepki vermektedir.
Tablo 4. Hatemi-J Asimetrik Nedensellik Testi Sonuçları (Model 2)
Nedenselliğin
Yönü
MWALD
%1
%5
%10
Nedenselliğin
Yönü
MWALD
%1
%5
%10
(BOO)+≠>
(KBDTSH)+
15.383
19.867
(0.000)*
9.024
6.267
(KBDTSH)+
≠> (BOO)+
1.353
(0.508)
22.705
9.433
5.996
(BOO)+≠>
(KBDTSH)-
0.614
(0.433)
10.383
5.147
3.490
(KBDTSH)+
≠> (BOO)-
0.018
(0.999)
3.490
2.061
1.245
(BOO)-≠>
(KBDTSH)-
0.304
(0.582)
18.531
5.568
3.066
(KBDTSH)≠> (BOO)-
7.852
(0.005)*
16.467
6.143
3.669
(BOO)-≠>
(KBDTSH)+
2.276
(0.131)
9.371
5.283
3.456
(KBDTSH)≠> (BOO)+
0.057
(0.996)
117.622 31.749
16.546
(BOO)+≠>
(KBDYS)+
0.018
(0.894)
27.400
6.129
3.748
(KBDYS)+
≠> (BOO)+
0.000
(0.995)
14.122
5.319
3.175
(BOO)+≠>
(KBDYS)-
0.086
(0.770)
9.560
5.041
3.165
(KBDYS)+
≠> (BOO)-
6.119
(0.047)**
18.801
7.528
5.477
(BOO)-≠>
(KBDYS)-
1.465
(0.226)
10.284
4.709
3.005
(KBDYS)≠> (BOO)-
3.294
(0.070)***
11.730
5.793
3.526
(BOO)-≠>
(KBDYS)+
0.146
(0.703
11.148
5.583
3.532
(KBDYS)≠> (BOO)+
8.968
(0.011)**
22.197
12.026
7.913
(BOO)+≠>
(TSKS)+
1.403
(0.236)
10.175
5.266
3.684
(TSKS)+
≠> (BOO)+
0.382
(0.536)
11.229
6.041
3.790
(BOO)+≠>
(TSKS)-
0.375
(0.540)
10.636
4.941
3.344
(TSKS)+
≠> (BOO)-
0.990
(0.609)
29.139
9.157
5.714
(BOO)-≠>
(TSKS)-
0.078
(0.779)
13.116
6.380
3.603
(TSKS)≠>(BOO)-
15.907
(0.000)*
11.794
5.352
3.567
(BOO)-≠>
(TSKS)+
1.171
(0.279)
12.917
5.635
3.630
(TSKS)≠> (BOO)+
2097
(0.000)*
73.602
11.340
7.447
(BOO)+≠>
12.105
18.337 10.587
(TSH/GSYİH)+ (0.002)*
6.567
(TSH/GSYİH)+
≠> (BOO)+
1.484
(0.476)
17.891
8.738
5.629
(BOO)+≠>
(TSH/GSYİH)-
0.460
(0.498)
10.280
5.242
3.514
(TSH/GSYİH)+
5.699
≠> (BOO)- (0.058)***
30.613
8.926
5.790
(BOO)-≠>
(TSH/GSYİH)-
0.166
(0.684)
12.694
5.590
3.023
(TSH/GSYİH)≠> (BOO)-
14.748
(0.000)*
15.866
6.236
3.745
(BOO)-≠>
(TSH/GSYİH)+
1.103
(0.294)
11.917
5.616
3.649
(TSH/GSYİH)≠> (BOO)+
3761
(0.000)*
51.445
15.445
8.995
Not: ≠> notasyonu nedenselliğin olmadığı sıfır hipotezini göstermektedir. Parantez içindeki
değerler asimtotik olarak olasılık değerlerini göstermektedir. *, ** ve *** değerleri
sırasıyla %1, %5 ve %10 anlam seviyelerinde değişkenler arasında nedensellik ilişkisini
göstermektedir.
Tablo 4’te gösterilen pozitif ve negatif şokları ayırabilme fonksiyonuna sahip
Hatemi-J asimetrik nedensellik testi sonuçlarına göre, sağlık göstergelerinden
302
Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi
Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 287-310
KBDTSH değişkeni ile kalkınma göstergesi olarak kullanılan BÖO değişkeni
arasında çift yönlü pozitif ve negatif şoklarda nedensellik ilişkisinin olmadığı
hipotezi reddedilmektedir. Başka bir deyişle, asimptotik olasılık değerleri %1
anlamlılık düzeyinde 0.01’den küçük olduğundan bahsi geçen değişkenler arasında
çift yönlü nedensellik ilişkisi tespit edilmiştir. Bu bağlamda, bebek ölüm oranında
meydana gelen pozitif bir şok durumunda kişi başına düşen toplam sağlık
harcamaları pozitif bir tepki vermektedir. Aynı zamanda kişi başına düşen toplam
sağlık harcamalarında oluşan negatif bir şok halinde kalkınma negatif bir tepki
vermektedir. Sağlık harcamalarının artış göstermesi ile bebek ölüm oranlarının
düşmesi sonucunu vermesi teorik olarak bilinmekte ve elde edilen veriler bu teoriyi
desteklemektedir. KBDTSH, kalkınmaya olumlu katkı sağlamaktadır.
Bir başka sağlık göstergesi olan KBDYS değişkeninden kalkınma göstergesi
olarak kullanılan BÖO değişkenine doğru tek yönlü pozitif ve negatif şoklarda
nedensellik ilişkisinin olmadığı hipotezi reddedilmektedir. Başka bir deyişle,
asimptotik olasılık değerleri %5 ve %10 anlamlılık düzeyinde sırasıyla 0.05 ve
0.10’dan küçük olduğundan bahsi geçen değişkenler arasında tek yönlü nedensellik
ilişkisi tespit edilmiştir. Bu bağlamda, kişi başına düşen yatak sayısında meydana
gelen pozitif bir şok halinde kalkınma negatif bir tepki ve kişi başına düşen yatak
sayısında meydana gelen negatif bir şok halinde kalkınma pozitif bir tepki
vermektedir. Ayrıca, %10 anlamlılık düzeyinde kişi başına düşen yatak sayısında
meydana gelen negatif bir şok halinde kalkınma negatif bir tepki vermektedir.
Sağlık alanındaki yatırımların yapılıp, faaliyete girmesi, bireylerin bilinçlenmesi,
sağlık teknolojilerinin gelişmesi gibi nedenler, sağlık çıktılarına etkilerini uzun
vadede göstermektedir. Dolayısıyla, KBDYS değişkeni, kalkınmaya olumlu katkı
sağlamaktadır.
TSKS değişkeninden BÖO değişkenine doğru tek yönlü pozitif ve negatif
şoklarda nedensellik ilişkisinin olmadığı hipotezi reddedilmektedir. Başka bir
deyişle, asimptotik olasılık değerleri %1 anlamlılık düzeyinde 0.01’den küçük
olduğundan bahsi geçen değişkenler arasında tek yönlü nedensellik ilişkisi tespit
edilmiştir. Bu bağlamda, toplam sağlık kurumu sayısında ortaya çıkan negatif bir
303
İ. ARSLAN. – M. V. EREN – S. KAYNAK
şok halinde kalkınma negatif bir tepki ve toplam sağlık kurumu sayısında ortaya
çıkan negatif bir şok halinde kalkınma pozitif bir tepki vermektedir. TSKS
değişkeni, kalkınmaya olumlu katkı sağlamaktadır.
TSH/GSYİH ile BÖO değişkeni arasında çift yönlü pozitif ve negatif şoklarda
nedensellik ilişkisinin olmadığı hipotezi reddedilmektedir. Başka bir deyişle,
asimptotik olasılık değerleri %1 ve %10 anlamlılık düzeyinde sırasıyla 0.01 ve
0.1’den küçük olduğundan bahsi geçen değişkenler arasında çift yönlü nedensellik
ilişkisi tespit edilmiştir. Bu bağlamda, toplam sağlık harcamalarının milli gelire
oranında oluşan negatif bir şok durumunda kalkınma negatif bir tepki ve toplam
sağlık harcamalarının milli gelire oranında oluşan negatif bir şok durumunda
kalkınma pozitif bir tepki vermekte; kalkınmada meydana gelen pozitif bir şok
halinde ise toplam sağlık harcamalarının milli gelire oranı pozitif bir tepki
vermektedir. Ayrıca, %10 anlamlılık düzeyinde toplam sağlık harcamalarının milli
gelire oranında oluşan pozitif bir şok durumunda kalkınma negatif bir tepki
vermektedir. Dolayısıyla, TSH/GSYİH değişkeni, kalkınmaya olumlu katkı
sağlamaktadır.
5. SONUÇ
Her bireyin sağlık hizmetleri ile karşılaşma ihtimalinin yüksek olması, sağlık
hizmetlerine ayrılan kaynakların toplumsal refah için kullanılan kaynakların
önemli bir bölümünü teşkil etmesi ve dışsallıkları çok yüksek olan bir sektör
olması nedeniyle bu sektörün araştırılması önem arz etmektedir.
Çalışmada 1975-2012 yıllarını kapsayan, kalkınma göstergeleri ile sağlık
göstergesi arasındaki ilişkiler ekonometrik olarak test edilmeye çalışılmıştır. Analiz
için birim kök testleri ve nedensellik testi uygulanmıştır.
Serilerin durağanlık analizleri için ADF ve PP birim kök testleri uygulanmıştır.
ADF ve PP birim kök testleri sonuçlarına göre sabitli modelde KBDGBO
değişkeni dışındaki serilerin tümünün; sabitli ve trendli modelde ise, KBDGBO,
KBDYS ve KBDTSH değişkenleri haricindeki diğer değişkenlerin düzeyde
durağan olmadıkları; analizde kullanılacak bütün serilerin birinci farkları
304
Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi
Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 287-310
alındığında [I(1)] sabit ve sabit trendli modellerde her iki birim kök testi için
durağan oldukları görülmüştür.
Model 1 sonuçlarına göre, KBDYS değişkeninden kalkınma göstergesine doğru
nedensellik ilişkisi tespit edilememiştir. Toplam sağlık kurumu sayısında ortaya
çıkan pozitif bir şok halinde kalkınma (KBDGBO) negatif bir tepki vermiştir.
TSKS ile KBDTSH serisinden kalkınmaya doğru nedensellik ilişkisi bulunmuştur.
Toplam sağlık harcamalarının milli gelire oranında meydana gelen pozitif ve
negatif şok durumunda kalkınma sırasıyla pozitif ve negatif bir tepki verdiği
görülmüştür.
Dolayısıyla,
TSH/GSYİH
değişkeninden
kalkınmaya
doğru
nedensellik ilişkisi tespit edilmiştir.
Model 2 sonuçlarına göre, kişi başına düşen yatak sayısında meydana gelen
pozitif bir şok halinde kalkınma negatif bir tepki verirken kişi başına düşen yatak
sayısında meydana gelen negatif bir şok halinde ise pozitif bir tepki vermiştir. Kişi
başına düşen yatak sayısında meydana gelen negatif bir şok halinde de %10
anlamlılık düzeyinde kalkınma negatif bir tepki verdiği görülmüştür. Bu bağlamda,
KBDYS değişkeninden kalkınma göstergesine doğru nedensellik ilişkisi tespit
edilmiştir. Bebek ölüm oranında meydana gelen pozitif bir şok durumunda kişi
başına düşen toplam sağlık harcamaları pozitif bir tepki vermiştir. Aynı zamanda
kişi başına düşen toplam sağlık harcamalarında oluşan negatif bir şok halinde
kalkınma negatif bir tepki vermiştir. Başka bir deyişle, KBDTSH değişkeninden
kalkınmaya doğru nedensellik ilişkisi bulunmaktadır. Toplam sağlık kurumu
sayısında ortaya çıkan negatif bir şok halinde kalkınma negatif bir tepki ve toplam
sağlık kurumu sayısında ortaya çıkan negatif bir şok halinde kalkınma pozitif bir
tepki vermektedir. Dolayısıyla, TSKS serisinden kalkınmaya doğru nedensellik
ilişkisi ortaya çıkmaktadır. Toplam sağlık harcamalarının milli gelire oranında
oluşan negatif bir şok durumunda kalkınma negatif bir tepki ve toplam sağlık
harcamalarının milli gelire oranında oluşan negatif bir şok durumunda kalkınma
pozitif bir tepki vermekte; kalkınmada meydana gelen pozitif bir şok halinde ise
toplam sağlık harcamalarının milli gelire oranı pozitif bir tepki vermektedir.
Ayrıca, %10 anlamlılık düzeyinde toplam sağlık harcamalarının milli gelire
305
İ. ARSLAN. – M. V. EREN – S. KAYNAK
oranında oluşan pozitif bir şok durumunda kalkınma negatif bir tepki vermektedir.
Başka bir ifade ile, TSH/GSYİH değişkeninden kalkınmaya doğru nedensellik
ilişkisi tespit edilmektedir.
Sonuç olarak 1975-2012 yılları arasında Türkiye’de sağlık ile kalkınma
arasında pozitif bir ilişkinin olduğu, söz konusu ilişkinin yapılan reformlarla
arttırılmaya çalışıldığı görülmektedir. Ayrıca bu çalışmanın, incelenen konunun
güncel analiz tekniği ile test edilmesi nedeniyle literatüre bir katkı sağlayacağı ve
Türkiye’deki politika uygulayıcılarının dikkatini çekmesi beklenmektedir.
KAYNAKÇA
AHLUWALIA, M. S. (1976), “Inequality, Poverty and Development”, Journal of
Development Economics 3, 307-342.
AY, A., KIZILKAYA, O., KOÇAK, E. (2013), “Sağlık Göstergeleri ile Ekonomik
Büyüme Arasındaki İlişki: Türkiye Örneği”, Niğde Üniversitesi İİBF Dergisi, 6(1),
163-172.
BALTAGI, B. H., MOSCONE, F. (2010), “Health Care Expenditure and Income
in the OECD Reconsidered: Evidence from Panel Data”, IZA Discussion Paper,
(4851), 1-22.
BARLAS, E., ŞANTAŞ, F., KAR, A. (2014), “Türkiye’de Bölgesel Bebek Ölüm
Hızlarının Sağlık Ekonomisi Perspektifinden Karşılaştırmalı Analizi”, Uluslar
arası Avrasya Ekonomileri Konferansı, Makedonya, 1-10.
BAŞAR, D. (2008), Sağlık Düzeyinin Sosyo-Ekonomik Belirleyicileri: OECD
Ülkeleri İçin Sağlık Üretim Fonksiyonuna Dayanan Bir Uygulama, Yüksek Lisans
Tezi, Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İktisat ABD, Ankara.
BERBER, M. (2011), İktisadi Büyüme ve Kalkınma, Derya Kitabevi, Trabzon.
BHARGAVA, A., JAMISON, D. T., LAU, L. J., MURRAY, C. J. L. (2001),
“Modeling the Effcets of Health on Economic Growth”, Journal of Health
Economics, (20), 423-440.
306
Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi
Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 287-310
BLOOM, D. E., CANNING, D., SEVILLA, J. (2001), “The Effect of Health on
Economic Growth: Theory and Evidence”, NBER Working Paper, (858), 1-26.
BLOOM, D. E., CANNING, D., SEVILLA, J. (2004), “The Effect of Health on
Economic Growth: A Production Function Approach”, World Development, 32(1),
1-13.
BREMPONG, K. G., WILSON, M. (2004), “Health Human Capital and Economic
Growth in Sub-Saharan African and Oecd Countries”, The Quarterly Review of
Economics and Finance, (44), 296-320.
CHAABOUNI, S., ABEDNNADHER, C. (2010), “The Determinants of Health
Expenditures in Tunisia: An ARDL Bounds Testing Approach”, http://iutcaen.unicaen.fr/recherche/mrsh/sites/default/files/public/
tepp2012/B73ChaabouniABEDNNADHERdef.pdf, (05.07.2014).
ÇALIŞKAN, Z. (2009), “OECD Ülkelerinde Sağlık Harcamaları: Panel Veri
Analizi”, Erciyes Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, (34),
117-137.
ÇEKEN, H. (2008), “Turizmin Bölgesel Kalkınmaya Etkisi Üzerine Teorik Bir
İnceleme”, Afyon Kocatepe Üniversitesi İİBF Dergisi, X(II), 293-306.
ÇOBAN, H. (2009), Sağlık Ekonomisi ve Türkiye’de Sağlık Hizmetlerinin Yeniden
Yapılandırılması, Doktora Tezi, Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü Maliye ABD, İzmir.
ÇUKUR, A., BEKMEZ, S. (2011), “Türkiye’de Gelir, Gelir Eşitsizliği ve Sağlık
İlişkisi: Panel Veri Analizi Bulguları”, Gaziantep Üniversitesi Sosyal Bilimler
Dergisi, 10(1), 21-40.
ÇUKURÇAYIR, S., TEZCAN, K. (2011), “Demokratikleşme ve Ekonomik
Kalkınma: Etkileşim Analizi”, Bilgi Ekonomisi ve Yönetimi Dergisi, VI(II), 48-76.
DICKEY, D. A., FULLER, W. A. (1981), “Likelihood Ratio statistics For
Autoregressive Time Series with A Unit Root”, Econometrica, 49(4), 1057-1072.
307
İ. ARSLAN. – M. V. EREN – S. KAYNAK
EREN, M. V. (2015), Sağlıkta Dönüşüm Politikalarının Kalkınmaya Etkisi,
Doktora Tezi, Gaziantep Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İktisat ABD,
Gaziantep.
GRANGER, C.W.J. (1969), “Investigating Causal Relation by Econometric
Models and Cross-Spectral Methods”, Econometrica, 37(3), 424-438.
HACKER, R.S., HATEMI-J, A. (2006), “Testing for Causality between Integrated
Variables Using Asymptotic and Bootstrap Distributions: Theory and Application”,
Applied Economics, 38(13), 1489-1500.
HATEMI-J, A. (2012), “Asymmetric Causality Tests with An Application”,
Empirical Economics, (43), 447-456.
HICKS, N., STREETEN, P. (1979), “Indicators of Development: The Search For a
Basic Needs Yardstick”, World Development, 7, 567-580.
KAR, M., AĞIR, H. (2003), “Türkiye’de Beşeri Sermaye ve Ekonomik Büyüme:
Nedensellik Testi (Neo-Klasik Büyüme Teorisi)”, 2.Ulusal Bilgi, Ekonomi ve
Yönetim
Kongresi
Bildiriler
Kitabı,
Kocaeli
Üniversitesi,
http://www.elelebizbize.com/e-kutuphane/muhsinkar/turkiyede beserisermaye.pdf
(05.06.2014).
KESKİN, A. (2011), “Ekonomik Kalkınmada Beşeri Sermayenin Rolü ve
Türkiye”, Atatürk Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, 25(3-4), 125-153.
KOÇ, İ., ERYURT, M. A., ADALI, T., SEÇKİNER, P. (2010), “Türkiye’nin
Demografik Dönüşümü”, Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri Enstitüsü, Ankara.
LORCU, F., BOLAT, B. A. (2009), “Yaşlara Göre Ölüm Oranları ile Sosyoekonomik Göstergeler Arasındaki İlişkinin İncelenmesi”, İstanbul Üniversitesi
İşletme Fakültesi Dergisi, 38(2), 124-133.
LUCAS, R. E. (1988), “On The Mechanics of Economic Development”, Journal of
Monetary Economics, (22), 3-42.
308
Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi
Cilt:31, Sayı:2, Yıl:2016, ss. 287-310
OECD (2014), Health Statistics 2014, www.oecd.org (09.03.2015).
ÖZCAN, C. C. (2015), “Turizm Gelirleri-Ekonomik Büyüme İlişkisinin Simetrik
ve Asimetrik Nedensellik Yaklaşımı ile Analizi: Türkiye Örneği”, Erciyes
Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, (46), 177-199.
PHILLIPS, P.C.B., PERRON, P. (1988), “Testing for A Unit Root in time Series
Regression”, Biometrika, 75(2), 335-346.
RIVERA, B., CURRAIS, L. (2003), “The Effect of Health Investment on Growth:
A Causality Analysis”, International Advances in Economics Research, 9(4), 312323.
ROSTOW, W.W. (1966), “Kendini Besleyen Gelişmeye Götüren Kalkış”,
(Çev:Yorgi Demirgil), İktisadi Kalkınma (Der: Metin BERK, Fikret GÖRÜN ve
Selim İLKİN), ODTU İdari Bilimler Fakültesi Yayın No:6, Ankara.
SELİM, S., UYSAL, D., ERYİĞİT, P. (2014), “Türkiye’de Sağlık Harcamalarının
Ekonomik Büyüme Üzerindeki Etkisinin Ekonometrik Analizi”, Niğde Üniversitesi
İktisadi ve İdair Bİimler Fakültesi Dergisi, 7(3), 13-24.
SUNGUR, O., AYDIN, H. İ., EREN, M. V. (2016), “Türkiye’de Ar-ge, İnovasyon,
İhracat ve Ekonomik Büyüme Arasındaki İlişki: Asimetrik Nedensellik Analizi”,
Süleyman Demirel Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 21(1),
173-192.
SÜLKÜ, S. N., CANER, A. (2011), “Health Care Expenditures And Gross
Domestic Product: The Turkish Case”, The European Journal of Health
Economics, 12(1), 29-38.
TABAN, S. (2006), “Türkiye’de Sağlık ve Ekonomik Büyüme Arasındaki
Nedensellik İlişkisi”, Sosyo Ekonomi Dergisi, Sayı:2, 31-46.
TABAN, S., KAR, M. (2014), Kalkınma Ekonomisi, Ekin Yayınevi, Bursa.
309
İ. ARSLAN. – M. V. EREN – S. KAYNAK
TANG, C. F. (2010), “Revisiting the Health-Income Nexus in Malaysia: ARDL
Cointegration and Rao’s F-Test for Causality”, MPRA, Paper No:27287, 1-9.
TANG, C. F., CH’NG, K. S. (2011), “The Granger Causality Between Health
Expenditure and Income in Southeast Asia Economies”, African Journal of
Business Management, 5(16), 6814-6824.
TIRAŞOĞLU, M., YILDIRIM, B. (2012), “Yapısal Kırılma Durumunda Sağlık
Harcamaları ve Ekonomik Büyüme İlişkisi: Türkiye Üzerine bir Uygulama”,
Elektronik Meslek Yüksekokulları Dergisi, 2(2), 111-117.
TODA, H. Y., YAMAMOTO, T. (1995), “Statistical Inference in Vector
Autoregressions With Possibly Integrated Processes”, Journal of Econometrics,
66(2), 225-250.
TÜYLÜOĞLU, Ş., TEKİN, M. (2009), “Gelir Düzeyi ve Sağlık Harcamalarının
Beklenen Yaşam Süresi ve Bebek Ölüm Oranı Üzerindeki Etkileri”, Çukurova
Üniversitesi İİBF Dergisi, 13(1), 1-31.
YAKIŞIK, H., ÇETİN, A. (2014), “Eğitim, Sağlık ve Teknoloji Düzeyinin
Ekonomik Büyüme Üzerindeki Etkisi: ARDL Sınır Testi Yaklaşımı”, Sosyo
Ekonomi Dergisi, 10(21), 167-186.
YARDIMCIOĞLU, F. (2012), “OECD Ülkelerinde Sağlık ve Ekonomik Büyüme
İlişkisinin Ekonometrik Bir İncelemesi”, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Sosyal
Bilimler Dergisi, 13(2), 27-47.
YAVUZ, N. Ç., YILANCI, V., ÖZTÜRK, Z. A. (2013), “Is Health Care A Luxury
or A Necessity or Both? Evidence From Turkey”, The European Journal of Health
Economics, 14(1), 5-10.
YILANCI, V., BOZOKLU, Ş. (2014), “Türk Sermaye Piyasasında Fiyat ve İşlem
Hacmi İlişkisi: Zamanla Değişen Asimetrik Nedensellik Analizi”, Ege Akademik
Bakış Dergisi, 14(2), 211-220.
www.tuik.gov.tr (12.12.2014).
www.worldbank.org (07.04.2015).
310
Download