KA3AKCTAH-2050 CTPATErHflCbl 2K0HE JIATMH 0JIIIIBHIHE 0TY

advertisement
KA3AKCTAH P E C IIY K IH K A C hl B IJIIM 5K0HE F biJIbIM M H H H C TP JIin
II1ET TIJI^EP 5K9HE ICKEPJIIK KAPbEPA YHHBEPCHTETI
«KA3AKCTAH-2050 CTPATErHflCbl 2K0HE JIATMH
0JIIIIBHIHE 0T Y Y^EPICI»
x ajib iK ap ajib iK FbiJibiMH-TaîKİpHÖeJiİK CHMno3HyMbi
MAIEPHAJI/JAPbl
6-8 MaycbiM, 2013 îkmji
'k'k'k'klcJc'k'k'k'k'kJc'k'k'k'kJcJc’k ’k'k'k'k'kJe'k'kJc'k'kJc'k'k'k'k
«KAZAKİSTAN-2050 STRATEJİSİ VE LATİN ALFABESİNE
GEÇİŞ SÜRECİ»
Uluslararası İlmî-Çalışmalar Sempozyumu
MATERYALLARI
6-8 Haziran, 2013 yıl
-krk'k'k’k'k'k'k'k'k'k'k’k'k'k'k'k'k'krk'krk'kicic'k'k'k'k'kic'k'k'k'k
MATEPHAJIbl
MeJKayHapoflHoro H aynııo-npaK Tim ecK oro CHMno3HyMa
«CTPATErHfl KA3AXCTAH-2050 H IIPOLJECC I1EPEX()M
HA JIATHHCKHH AJKDABHT»
6-8 hiohh , 2013 ro^a
•k'krk'k'k'k'k'k’k'kic'k’k'kicie'k'k'k'k'kierk'k’k'k'k’k'k'k'k'k'k'k'k
MATERIALS
International Scientific-Practical Symposium
«STRATEGY OF KAZAKHSTAN-2050 THE TRANSITION
TO THE LATİN ALPHABET»
June 6-8, 2013
XVIII
A nM aTbi, 2013
KA3AIÇCTAH PECnYEJIHKACM BIJIIM 2K0HE FHJIMM MHHHCTPJIITI
IUET TIJI;;EP 5K0HE ICKEPJIIK KAPLEPA yHHBEPCHTETI
«KA3AKCTAH-2050 CTPATEIHHCbl 2KOHE JIATLIH
0JIIÎIBIİIHE 0TY Y^EPICI»
XajlblKapaJIMK FMJIfelMH-TSÎKİpHÖejlİK CHMnOÎHyMbl
MATEPHAJI^APLI
6 -8 M a y c u M ,
2013
jkw ji
«KAZAKİSTAN-2050 STRATEJİSİ VE LATİN ALFABESİNE
GEÇİŞ SÜRECİ»
Uluslararası İlmî-Çalışmalar Sempozyumu
MATERYALLARİ
6-8 Haziran, 2013 yıl
MATEPHAJIM
M eîK ayH ap oaH oro HayHHo-npaKTHHecKoro cHMno3Hyıvfa
«CTPATErHH KA3AXCTAH-2050 H IIPOHECC nEPEXO^A
HA JIATHHCKHH AJIO>ABHT»
6-8 hiohh, 2013 roAa
MATERIALS
International Scientific-Practical Symposium
«STRATEGY OF KAZAKHSTAN-2050 THE TRANSITION
TO THE LATIN ALPHABET»
June 6-8, 2013
XVIII
KA3AIÇCTAH PECIiyBJIHKACM BIJIIM 3KBHE FWJIIJM M H H H C T P JIin
IIIET TIJm EP 5K0HE ICKEPJIIK KAPBEPA YHHBEPCHTETI
MHHHCTEPCTBO 0E P A 30B A H H H H HAYKH P E d lY E JIH K H KA3AXCTAH
YHHBEPCHTET HHOCTPAHHBIX H3BIKOB H JiEJIOBOH KAPbEPBI
KAZAKİSTAN CUMHURİYETİ BİLİM VE İLİM BAKANLIĞI
YABANCI DİLLER VE MESLEKİ KARİYER ÜNİVERSİTESİ
MINISTRY OF EDUCATION AND SCIENCE OF THE REPUBLIC OF KAZAKHSTAN
THE UNIVERSITY OF FOREIGN LANGUAGES & PROFESSINAL CAREER
FblJILIMH-nEAArorMKAJIblK VKYPHAJI
HAYHHO-nE^ArorHHECKHH >KYPHAJI
İLMİ-PEDAGOJİK DERGİ
SCIENTIFIC-PEDAGOGICAL JOURNAL
«KA3 A K C TA H -2050 CTPATET HMCbl 2K0 HE
J iA T b iH a j i m s H i H E e x y y ^ e p i c i »
aTTHi xajibiK apa-nibiK rbiJiBiMH-TaîKİpHÖeJiİK cHM no3HyM bi
MATEPHAJIMPM
6-8 MaycbiM, 2013 îk b iji
XVI I I
A jimh i i . i , I 0 U
KAV İNAKÇA
l.S.Abjalov, Kazakistandağı siyasi islanının koğamnın ruhani önırindegi ornı, kazırgi alemdegi İslam damy
barısı men bolaşağı, Kazak üniversiteti, Almatı 20112.
2.Ataş Berik Muratulı(2013), Dini ekstremizm men terörizmin aldınalu şarttan, Almatı 2013.
3.Ş .R ıcbekov —A. D ilysenbayeva, O rtalık ay.iyadağı İslam radikalizm i ideologiyasınm erekşelikteri, Alm atı 2012.
4.A.Sultangaliyeva, İslam vı kazakistan, istoriya etniçnost i obşestva, Almatı 1998.
5.M.Etkin
, Vehhabizm i fundamantalizm: termini-ctraşilki, Tsantrafhaya A ziya i Kavkaz, 2000.
ö.S.Hizmetli, Orta Asya Türk Cumhuriyetlerinde Zararlı Dini Akımlar ve Misyonerlik, Almatı, 2006.
7.A.Kasımcanov, Ruhani tamırlar (Manevi Damarlar), Almatı 1994.
PejHtMe
floKTop, npo<j>eccop X h 3mctjih C.
P eKmopyHuaepcumema HnocmpanHbix JTjbiKoe u JJeııoeoü Kapbepbi e. Amtambi
e-m ail: sabrihizrnetli@ hotm ail.ru
Cmambfi nocomifena o6ıi{eü penuzuosuoü cumyaifuu, pa38opavueaıoıyeücn a IfenmpajibHOU Asuu
MeDtcdy maKiLMu (pwıoco(pCKiiMU menenuHMU kcik MycyjibMancKan oöıifiota u padıiKcvibiibiMu
peJlUZU03HblMu qepoedHUHMU U OÖpndaMU.
Summary
GENERAL CONDITIONS OF RELIGION AND RADICAL TENDENCIES IN TURKIC
COMMUNITIES OF CENTRAL ASIA
D oktor, professor H izm etli..S.
Rektor o f the U niversity o f Foreign Languages an d P rofession al Career
e-m ail: sabrihizm etli@ hotm ail.ru
Article is d evo d ed to gen tral religious situation unfolding in G entral A sia between the
ph ilosoph ical currents such as the Muslim community an d radical religious beliefs and rituals.
YAK 94:574
AHMED YESEVÎ’NİN TÜRK DÜŞÜNCE TARİHİNDEKİ YERİ VE HOŞGÖRÜ
A NLAYIŞINA K A T K IL A R I
Prof. Dr. Ali Rafet Özkan
T.C. Kastamonu Üniversitesi Rektor Yard, Türkiye
e-m ail: Ozkanar@kastamonu.edu.tr
/. Giriş
G erçek entelektüeli olam ayan toplum lunu ve m edeniyetlerin uzun ömürlü olması
düşünülemez. Z ira m edeniyetleri oluşturan kurum ve kuruluşlar, yetiştirdikleri entelektüellerin
görü ş ve yaklaşım larına dayalı olarak biçimlenirler. İslâm M edeniyeti nin yetiştird iğ i büyük
düşünür ve eğitim cilerin arasında H oca A hm ed Yesevî'nin ayrı bir y e r i vardır. Yesevî ’nin etki cilanı
sadece eserleriyle sınırlı değildir. Onun yetiştirdiği birçok düşünür ve eğitim ci, İslâm âlem i ve
Türk illerinde so sya l y a p ıy ı etkilem iş ve yü z y ıla r boyunca eserleri ve görüşleriyle kitleleri
yönlendirm iştir.
Ahmed Yesevî, İslâmiyet’i yeni benimseyen ve İslam medeniyetinin gelişmesi ve
yayılmasında aktif rol oynayacak olan Türklerin Batı’ya akın etmeye başladıkları bir
dönemde orta A sya’da doğdu ve Türk illerindeki İslâmlaştırma hareketinde görüşleri ve
yaşayışıyla aktif rol oynadı. Yesevî tarikatının da kurucusu olan Ahmed Yesevî, yazılı
20
eserleriyle, dilden dile aktarılan menkıbeleriyle ve eğitime yönelik tarikat yöntemleriyle
asırlar boyunca Doğu Türkistan, Volga boylan, Azerbaycan ve A nadolu’daki Müslüman
Türkün hayatında önemli etkiler bıraktı.17
Hoca Ahmed Yesevî, bütün Türk yurtlarının manevî hayatında asırlardır tasarrufu
devam eden ve “Pir-i Türkistan”, “Hazreti Türkistan” namları ile anılan bir mürşid-i
kâmildir. Sûfî bir şair ve tasavvufta içtihat sahibi bir mürşit olarak kendi adıyla anılan
Yesevîye tarikatının esaslarını belirlemiş ve günümüzde yaygın olarak yaşatılan
Nakşibendiyye geleneği ile Kübreviyye, Çiştiyye gibi kısmen etkinliği azalmış tasavvuf!
yolları da çeşitli şekillerde etkilemiştir. Onun menkıbeleri Kaşgar’dan M ostar’a kadar
uzanan geniş bir coğrafyanın kültür ikliminde yayılıp nakledilmiştir.
Bu makalede Ahmed Yesevî’nin hayatı, ilmi ve edebi şahsiyeti, tasavvuf
anlayışının ana ilkeleri, Türk düşünce tarihindeki yeri ve hoşgörü anlayışına katkıları
üzerinde durulacaktır.
II. Hayatı (1093-1166)
Sûfî, şair, tarikat kurucusu sıfatları ile Türklerin manevî hayatları üzerinde asırlarca
tesirli olmuş Hoca Ahmed Yesevî, Batı Türkistan’da Sayram kasabasında 490/1093
senesinde dünyaya gelir. Babası şeyh İbrahim, Hz. Ali soyundan gelen gönül ehli bir zattır.
Küçük yaşta annesini ve babası kaybeden Yesevî’yi, ablası himayesine alır. İki kardeş kısa
süre sonra Sayram’dan ayrılarak, yine Batı Türkistan’da bulunan Yesi şehrine yerleşirler.
Bu asırda orada Arslan Baba isimli mürşit bir zat yaşamaktadır. Ahmed Sevevî, ilk
tahsilini burada Arslan Baba nezaretinde görür. Onun üzerinde ilk manevî zuhurat
görülmeye başlayınca, bu ilk merhale için irşadın tamamlandığı anlaşılır. Hazreyi Yesevî,
ilim ve irfanda daha derinlere talip olarakMaveraünnehir diyarının ünlü İslâm merkezi olan
Buhara’ya gelir. O, burada bir yandan İslâmî ilimleri tekmil ederken, diğer yandan manevî
terbiyesini ikmal için 504/1109’da büyük mürşit Yusuf-i Hemedanî’ye intisap eder. Bu
büyük mürşidin irşadı ile manevî terbiyesini tamamlayan Ahmed Yesevî, mürşidinin
vefatının radmdan sırasıyla posta geçen birinci ve ikinci halifelerin ardında üçüncü halife
olarak irşat makamına geçer. Ancak bir süre sonra mürşidinden aldığı manevî işaret
üzerine, makamını dördüncü halife olan Abdülhalık-ı Gücdüvanî’ye bırakarak tekrar
Yesi’ye döner ve burada ömrünün sonuna kadar irşada devam eder ve 562/1166’da ölür.
O
bölgede “Hace” unvanı Hazreti Peygamber Efendimiz (S.A.V.)’in neslinden
gelen alim ve arif kimselere verilmektedir. Ahmed Yesevî de “Hace” unvanı ile anılarak
Hace Ahmed Ysevî olur. Onun irşat usulü, K ur’an ve Sünnete samimiyetle riayetkâr aşk
yoludur. Ona göre aşk da iman gibi İlahî bir lütuftur. Nefsin tezkiyesi ve kalbin tasfiyesi,
aşk yolunda mürşit nezaretinde ilerlerken yapılan zikir ve sohbet, riayet edilen edep ve
ölümden sonraki hayata hazırlıkla gerçekleştirilir. O, İslâmî esaslardan asla taviz
vermeksizin bu esasları, Türk örfüyle birleştirmek suretiyle ile ortaya koyduğu kendine has
usulünü kullanarak Batı Türkistan’da köylerde veya göçebe yaşayan Türk topluluklarına
hitap etmiş, onlardan büyük bir ilgi, kabul ve itibar görmüştür. Ahmed Yesevî, tasavvuf!
hakikatleri, edep sahibi olmayı ve güzel ahlâkı, “Divan-ı hikmet” adlı eserinde hitap ettiği
kitlenin anlayabileceği bir seviyede manzum ve Türkçe olarak ifade etmiştir. Bu eseri ile
zamanları ve mekânları aşmış, bütün Türkistan’a mal olarak “Hace-i Türkistan” veya “Pir-i
Türkistan” adları ile anılır olmuş ve Türk tasavvuf edebiyatının kurucularından sayılmıştır.
Geçimini kaşık imalatıyla sağlayan Ahmed Yesevî, “marifeti olmayanın kerameti
de olmaz” düsturuyla kendisine bağlananları bir meslek sahibi olmaya ve bu meslekte en
17 Bkz. Fuat Köprülü, Tiirk Edebiyatı,3. Baskı, İstanbul 1981, s. 193.
21
ileri mertebeye yükseltmeye teşvik etmiş, ancak bu süreçte kaynağını İlâhi aşktan alan
muhabbet ve merhamet halinin kazanılmasını da şart koşmaktadır. Böylece bu pir-i aziz,
İslam ile yeni karşılaşan geniş ve kalabalık Türk topluluklarının bu dini severek kabul
etmelerine ve İslam ’ın engin gönül boyutundan nasip almalarına vesile olmuştur.
III. İlmî ve Edebî Şahsiyeti
Hoca Ahmed Yesevî’nin etrafında toplananlar, İslamiyet’e yeni girmiş olmalarına
rağmen samimi ve güçlü bir bağla bağlanan göçebe Türkler idi. O, onlara dervişlik ve
tasavvuf adabını telkin etti. Pir-i Türkistan namıyla 9 asırdır şöhretini sürdürmekte olan
Ahmed Yesevî’nin, nüfuzu, düşünceleri ve etkisi sadece Türkistan’da kalmamış, bütün
Türk illerinin ortak manevî bir önderi olarak kimliğini hâlâ devam ettirmekte, türbesi bütün
Türk illerinin ortak mukaddes mekânı olarak kabul edilmektedir. Bu hususiyet, onun İlmî
ve edebî şahsiyetinin yanı sıra, tasavvuf! eğitim ve irşadındaki büyük başarısı ile fikir ve
düşüncelerindeki evrensellik ve entelektüellikte aranmalıdır. Bu özelliğiyle o, Türk-İslam
şuurunun iki büyük mimarından biri olarak tarihe geçmiştir. Diğeri ise İmam M âturi’dir.18
Ahmed Yesevî, Arapça ve Farsça’ya vukufıyetine rağmen“hikmetlerini” Türkçe
ifade etmiş ve yaşadığı toplumla bütünleşmiş çok yönlü bir şahsiyettir. Ona göre cemiyete
düşünceleriyle yön verenler, yaşayışlarıyla da örnek olmalıdır. Onun günümüz dünyasında
bile etkin olan irşadı, eseri “Divan-ı Hikmet” üzerinden ve yetiştirerek dünyanın dört bir
yanında irşatla vazifelendirdiği talebeleri vasıtasıyla olmak üzere iki kaynaktan
yürütülmüştür. Rivayetlere göre Ahmed Yesevî dergâhında yetiştirildikten sonra Hint
kıtasından İdil boylarına, Çin settinden Tuna kıyılarını kadar uzanan geniş bir coğrafyaya
tebliğ ve irşat vazifesiyle gönderilen dermişlerin sayısı doksan dokuz bindir.19
Kanaatimizce bu rakam kesretten (çokluktan) kinayedir. Önemli bir çokluk ifade etmekte
ve Yesevî irşadının büyüklüğünü işaret etmektedir.
Divan-ı Hikmet, önce yazma nüshalar şeklinde, daha sonra ise basma tekniği ile
çoğaltılmıştır. Bilindiği kadarıyla geçen ikiyüz yıl içinde onyedi kez Taşket’te, dokuz kez
İstanbul’da, beş kez Kazan’da ve birer kere de Buhara ve Kagan’da matbu olarak
yayınlanmıştır.
IV. Türk Kültür Tarihindeki Yeri
Hoca Ahmed Yesevî’nin Batı Türkistan’da Türk topluluklarını irşat ile meşgul
olduğu yıllar, Büyük Selçukluların çözüldüğü ve Anadolu Selçuklularının kurulduğu
yıllardır. M averaünneir ve Horasan’da sabit ve güçlü bir siyasi otorite yoktur.
Harzemşahlar henüz siyasî boşluğu dolduramamıştır ve siyasal güç sık sık bölge devletleri
arasında el değiştirmektedir. Bu sırada Türkistan’dan A nadolu’ya olan Türkmen göçü
devam etmektedir. Yesevî Hazretleri bu göçe de kayıtsız değildir. Kendi bölgesindeki Türk
topluluklarını İslâm ’ın zahir ve batın boyutları ile m üşerref kıldığı gibi, himmet ve
gayretini A nadolu’da yeni filizlenen Türk kökenli bu siyasî ve sosyal oluşumdan, bu
medeniyet hamlesinden de esirgemez. Bu diyara, kendi boyası ile boyadığı halifelerini ve
dervişlerini yollar. Bunların en meşhurları; Hacı Bektaş Veli ve Sarı Saltuktur.
Çocukluk yıllarında Hacı Bektaş Veli’nin manevî terbiyesi Lokman-ı Parende
tarafından yürütülür. Daha sonra Hacı Bektaş Velinin irşadına Hoca Ahmed Yesvî devam
eder. Bu süreçte Hacı Bektaş V eli’de birçok kerametler zuhur eder, nihayet manevî
terbiyesi tamamlanır ve Hace Ahmed Yesevî, onu diyar-ı Rum ’a giderek orada irşat ve
hizmet etmekle görevlendirir. Maiyetine 300 Yesevî dervişini verir, kendisine de hilafet
remzi ve emanetleri olarak taç, hırka, sofra ve seccade verir ve beline de tahtadan bir kılıç
kuşatır. Spnra yanmakta olan ocaktan bir köz odun alarak diyar-ı Rum ’a doğru fırlatır.
18 Bkz. İsmail Yakıt, “Hoca Ahmed Y esevî ve Türk Kültür tarihindeki Yeri”, Ahmed Yesevî Hayatı-Eserleri-
F'ıkirleri ve Tesirleri, İstanbul 1996, s.64. (61-84)
19 Bkz. Hayati Bice, “Hazret-i Türkistan Ahmed Yesevî”, Mostar, Mart 2007, sayı 25, s. 61 (58-62).
22
Közün düştüğü yer Hacı Bektaş V eli’nin makamı olacaktır. Hacı Bektaş Veli ve
maiyetindeki Yesevî dervişanı epeyce yol kat ettikten sonrş. Anadolu’ya varır ve burada
biraz dolaştıktan sonra Sulucakarahöyük’te yerleşirler. Bu mahalde ilk zaviyesini kuran
İlacı Bektaş, hizmet ve irşada olanca gayretiyle devam eder. Çevrede bulunan yerli
Rumlar, istila amaçlı gelen M oğollar İslam’la m üşerref olurlar. Burada daha evvel gelmiş
ve gelmekte olan Türkler de manevî feyz ve terbiye ile bezenerek ruhen zenginleşirler.
ilacı Bektaş Veli 669/1271’de vefat eder, ocağı ise bütün feyz ve bereketi ile zaman ve
mekânları aşarak devam eder.20
Hoca Ahmed Yesevî’nin diyar-ı Rum ’a olan himmeti, Hacı Bektaş Veli İle sınırlı
kalmaz, Sarı Saltuk unvanlı Muhammed Buharî adlı bir başka halifesi ile birlikte 700
dervişini de daha önce gidenlere yardımcı olmak üzere bu diyarlara gönderir. Sarı Saltık’a
tahta kılıç kuşatırken kendisine şu emri de tebliğ eder. “ Saltuk M uhammed’im, Hacı
Bektaş ocağına var ve ona söyle seni Rum eli’ye göndersin, orda fetih ve irşada devam et,
nam ve nasip sahibi ol”. Bu emir harfiyen yerine getirilir. Hacı Bektaş ocağında bir müddet
misafir edilen sarı Saltuk ve dervişleri önce Sinop’a götürülür, oradan da Tuna boylarına
gönderilir. Sarı Saltuk, Rum eli’de büyük bir üne kavuşur. 13. asrın ikinci yarısında bir çok
fetihler yapar ve kerametler gösterir. O civarda İslam ’ın sevilerek yayılmasında büyük
hizmeti geçer. O devrin Rumeli halkının her grubu, Sarı Saltuk’ta kendilerinden bir şeyler
bulur ve onu yürekten benimserler. Vefatının yaklaştığını hissedince oğullarına, yedi adet
tabut yapmalarını ve her birini Rumeli diyarının her bir köşesine defnetmelerini vasiyet
eder. Böylece birbirinden uzak yedi yerde makamı olur, ama kendisinin nerede
defnedildiği de bilinmez. Silistre’de bir tekkesi olan Sarı Saltuk’un Babadağı’ndaki
makamı, Beyazid-i Veli tarafından yaptırılan bir külliye ile ihya edilmiştir.21
Hoca Ahmed Y esevî’nin düşüncelerini paylaşan gönül erleri, onun verdiği feyz ile
yol alarak, yeni gönüllere yerleşmişlerdir. Yesevî dervişleri, ülkeden ülkeye onun
düşüncelerini taşımış, kargaşa ve dağınıklığın hüküm sürdüğü bir dönemde birlik ve
dirliğin sağlanmasında önemli görevler üstlenmişlerdir. Anadolu’nun Türk yurdu
olmasında Yesevî dervişlerinin ve dolayısıyla da Yesevî’nin payı büyüktür. Moğol
istilâsında ve istiladan sonraki dönemlerde Orta Asya’dan ayrılarak Anadolu’ya gelen
dervişler, Anadolu’da Türk birliğinin sağlanmasında öncü ve önemli görevler
yüklenmişlerdir. Bu dervişler, Ahmed Yesevî’nin öğretilerini vardıkları yeni yerlerde
yaymışlardır. Böylece Hoca Ahmed Yesevî’nin feyz ve bereketi kendinden sonra da devam
eder. Nitekim bu feyz, 715/1317’de bu aleme teşrif eden Hace Bahaüddin Nakşibend
üzerinde de zuhur etmiştir. O, devrindeki Yesevî dervişlerinden feyz almıştır. Şah-ı
Nakşibend’in kurduğu büyük irşat yolu, bir bakıma Yesevîyenin devamı sayılmış, ve bir
müddet sonra da Yesevîye, Nakşibendi yolunun içinde eriyerek hayatiyetini onda
sürdürmüştür.
Kısaca söylemek gerekirse Anadolu, bundan dokuz asır önce Türkistan’da uyanan
bir çerağın aydınlığı ile bir İslam yurduna dönüşmüştür. Aynı çerağ, bugün İslma yurdu
olmaktan uzaklaşmış olan fakat İslâm medeniyetine ait canlı hatıralar ve yaşayan izler
taşıyan Rumeli’yi de aydınlatmıştır. Anadolu ve Rumeli, İslâm ile tanışmadan önceki
binlerce yıllık mazilerinde tamamen farklı temellere dayanan medeniyetlerin ve bunların
oluşturdukları kültürlerin vatanları idiler. Ancak Hace Ahmed Yesevî, Hacı Bektaş Veli,
Sarı Saltuk ve Şah-ı Nakşibend ve diğer azizanın uyandırdığı çerağlar, bu diyarları iki
yüzyıl içerisinde dönüştürerek İslam medeniyetine ait değerlerin doğduğu ve bu
değerlerden neşet eden kültürün yaşandığı yeni bir vatan haline getirmişlerdir. Bu gün bu
20 Bkz. Saadettin Ökten, “Y e si’den Sulucakarahöyük’e”, Mostar, Mart 2007, sayı 25, s. 20-21.
21 Bkz. Ökten, a.g.m., s. 23.
23
topraklarda yaşayanlar, böyle muhteşem bir mirasın varisleri ve bu derece büyük bir
emanetin taşıyıcılarıdır.
V. Hoşgörü Anlayışına Katkısı
Öncelikle hoşgörü kavramını tanımlayarak konuya başlamak istiyoruz. “Hoşgörü”,
sözlüklerde her şeyi anlayışla karşılamak, olabildiği kadar hoş görme hali şeklinde
tanımlanmaktadır. Günümüzde müsamaha ve tolerans kavramları da hoşgörü anlamında
kullanılmaktadır. Ancak aralarında nüans olduğunu söylemeliyiz. M üsamaha ve toleransta,
görmemezlikten gelmek, katlanmak ve tahammül etmek gibi anlam lar vardır. Hoşgörü ise,
bu anlamaların da ötesinde hoşnut olmak, iyi bulmak gibi anlamları da muhtevidir. Yani
Hoşgörü, daha yüksek bir ruh halini ve üstün ahlâk tavrını da ihtiva etmektedir. Tasavvufta
katlanmak ve şikayet etmemek anlamındaki “sabır” ve seve seve kabullenmek, hoş görmek
demek olan “rıza” kavramları da hoşgörüyle bağlantılıdır. Bilhassa “rıza” kavramı,
hoşgörünün karşılığındadır.
Tasavvuftaki hoşgörünün kaynağı Allah sevgisidir. “Yaradılanı severiz, yaradandan
ötürü” sözü bunu ifade etmektedir. Allah’ı seven kimse, ayırım yapmaksızın bütün
insanları sevebilmelidir. Hazreti Peygamber (s.a.v.)’in hoşgörüsünü en iyi özümseyip
yaşatanlar bilhassa tasavvuf mensupları olmuştur. “ Sûfî”, tasavvuf esaslarını hayat kaidesi
haline getirmiş olgun insan demektir. Tasavvufun öncülerinden Cüneyd-i Bağdâdî, sûfîyi
şöyle tanımlamaktadır: “ Sûfî, yeryüzüne benzer, ona her türlü kötü şey atılır, ama ondan
ancak güzel şeyler biter. O güneş gibidir, her şeyi ısıtır. Bulut gibidir, her yeri
gölgelendirir. Yağmur gibidir, her şeyi sular”22
İslamiyet, hoşgörüye diğer dinlerden daha fazla yer ve önem veren bir dindir.
Selamet ve adalet üzere olan İslamiyet, hoşgörüyü ahlakî esaslardan biri olarak kabul
etmektedir. Nitekim K ur’an-ı Kerim’de birçok ayette ve Peygamber efendimizin
hadislerinde hoşgörüye temas edilmektedir. Dinde zorlama olmayışı, hoşgörünün en güzel
ve belirgin ifadesidir. A llah’ın en güzel bir surette yarattığı insan, bu ölçüler içerisinde
kendi değerini bilmeli, A llah’a kul, Hz. Peygamber’e de layık bir ümmet olma bilinci
içerisinde din, dil, ırk ve düşünce farkı gözetmeksizin herkesin hakkına riayet etmelidir.
İslam’ı berrak bir şekilde yaşama gayesi güden tasavvuf anlayışında da hoşgörünün
önemli bir yeri vardır. Cenab-ı Allah insanı en güzel bir surette yaratmış ve varlık
âleminde en yüce yeri insana vermiştir. Bunun için insan, mükellefiyet şuuru içerisinde
Allah’a iyi bir kul ve Resulüne de ümmet olabilmek için Hz. Peygam ber’in ahlakıyla
ahlaklanmalıdır. Bütün münasebetlerinde Peygamber Efendimizin model kişiliğini örnek
almalıdır.
Dinimizin bu geniş hoşgörü anlayışı bilhassa İslam iyet’ten sonra kurulan Türk
devletlerinde, sosyal hayatın ve adaletin temel unsurlarından biri olmuş, bünyesinde yer
alan çeşitli din ve ırktan insanın bir arada, ahenk ve huzur içinde yaşamalarını, hak ve
hürriyetlerinin teminat altına alınmasını mümkün kılmıştır. Aynı şekillerde çeşitli
tarikatların yüzyıllarca bir arada yaşamalarında hoşgörü anlayışının büyük katkısı
olmuştur.
Türk milleti de bu tarzdaki bir din ve tasavvuf anlayışına sahip kişilerin
öncülüğüyle İslam ’ı kabul etmiştir. Orta Asya’da ve A nadolu’da kültür ve maneviyat
önderleri, böyle bir anlayışın ve inanışın rehberliğini yapmıştır. Bilindiği gibi Ahmed
Yesevî, Orta Asya Türklerinin İslamiyet’i benimsemesinde en büyük hizmeti verenlerden
biri olmuştur. Onun hoşgörülü ve şefkatli yaklaşımı göçebe Türk boylarına bu dini
sevdiren âmil olmuştur. Onu yetiştiren Hocası ve mürşidi Y usuf Hemedânî (ö.535/1140),
şöyle tavsif edilir: “kalbi bütün mahlukât için muhabbetle dolu idi. Hıristiyanların,
ateşperestlerin evlerine giderek, onlara İslam’ın büyüklüğünü anlatır, her şeye sabır ve
22 Kuşeyrî, Risale, çev. Süleyman Uludağ, İstanbul 1978, s. 393.
24
tahammül eder, ağzından hiçbir fena söz çıkmazdı. Ehl-i kıbleden kimseyi tekfir ettiği
görülmemişti”. Yesevîlik de, “kendisini herkesten alçak görmek, herkesi kendinden
faziletli bilmek”23. Bu anlayışı benimseyen insan kaçınılmaz olarak hoşgörülü olacaktır.
Başka dinlerden olanı bile incitmemek gerektiğini, bunun bir peygamber tavrı
olduğunu dile getiren Ahmed Yesevî’nin şu ifadeleri hoşgörünün en güzel örnekleridir:
Sünnet imiş, kâfir de olsa, incitme sen
Hudâ bîz3ardır, katı yürekli gönül incitenden
Allah şâhit, öyle kula hazırdır siccîn
Bilginlerden duyup bu sözü söylemedim işte24
Hoşgörülü olabilmek için mütevazı olmak gerekir. İslam’ın ahlakî bir kusur olarak
gördüğü ve benimsemedi kibir, hoşgörünün önündeki en büyük engeldir. Kibirli insanlar
hoşgörülü olamazlar. Kendi nefsini aciz görmek ve kibri yok etmek için mücadele tasavvuf
anlayışında önemlidir. Nitekim tasavvufta Allah giden yolun iki adım olduğu kanaati
hâkimdir. Birinci adımda insana her türlü kötülüğü emreden nefsin üzerine basılmakta,
ikinci adımda ila A llah’a ulaşılmaktadır. Bu iki adım öyle sanıldığı kadar kolay da değildir,
büyük bir mücadele gerektirmekte ve insanlar bir ömür bu mücadeleyi sürdürmek
durumunda kalmaktadır. Ahmed Yesevî bu hususta şöyle demektedir:
Gördüğüm herkesin kulu oldum
Toprak gibi yol üstünde yolu oldum
Aşıkların yanıp sönen külü oldum
Merhem olup yer altına girdim işte
Ahmed Yesevî’nin Ahîlik müessesi üzerinde de etkisi olduğunu söylemek
mümkündür. A nadolu’da Yesevîliğin yerleşmesi ve devamını Türk sosyal yapısında güzel
bir ahlâk kuruluşu olan Ahi Evran teşkilatlarında görülmektedir. Anadolu Selçukluları ve
Osmanlı Devleti’nin kuruluş yıllarında milletimizin dinî, sosyal, kültürel ve ekonomik
hayatında söz sahibi kuruluşların başında Ahîlik kurumu gelir. Birer meslekî-tasavvufî
kurum olan Ahi zaviyeleri, bütün A nadolu’ya yayılmış ve hemen her sınıftan insanı
sinesinde barındırmıştır. Kardeşlik demek olan Ahîlik, “kalbi A llah’a, kapısı yetmiş iki
millete açık olan, mürüvvet ve merhamet üzere olup cömertliği esas olan kimsedir”25.
Anadolu’nun ihtiyacına göre mürşit erenler tarafından Taşkent, Buhara, Semerkant gibi
Asya’nın ilim, kültür ve sanat merkezlerinden getirilen alp erenler düzenli ve planlı bir
şekilde istihdam ediliyorlardı. Ahi A vran’ın sahip olduğu esnaf loncaları vasıtasıyla da ehli tarik, sanat sahibi binlerce sanatkar yetiştirilmiştir.26
Sonuç olarak İslamiyet özünden gelen ve tasavvufla berraklaşan hoşgörü
anlayışının Ahmed Yesevî’nin hikmetleri vasıtasıyla Selçuklu ve Osmanlı sosyal hayatında
önemli bir yer tuttuğunu, asırlar boyunca Türk devletleri bünyesinde yer alan çeşitli etnik
ve inanç unsurlarının ahenk içerisinde bir arada yaşamasını mümkün kılan unsurlardan biri
olduğunu söyleyebiliriz.
Her ne kadar son zamanlarda Ahmed Yesevî’nin Türk İslam’ı olarak tanımlanmaya
çalışılan bir dini formu oluşturduğu iddia edilse de bu kanaatlere katılmak mümkün
değildir. Kanaatimizce o, hiçbir ırka dayalı İslam anlayışını ikame temek istememiş,
bilakis İslam’ı berrak bir şekilde yaşama gayesindeki tasavvuf anlayışını yansıtmıştır.
Höylece İslam’ın ırklar ve çağlar üstü bir yapıda yaşamasına katkı sağlamıştır. Din, hiçbir
milletin fikir dünyasına sıkıştırılacak kadar dar kapsamlı değildir. Aksine bütün milletlerin
tefekkür dünyasını şekillendirilecek bir kuşatıcılığa sahiptir.
" Fuat Köprülü, Türk Edebiualında İlk Mutasavvıflar, Ankara 1966, s. 56.
1,1 Ahmed Yesevî, Divan-ı Hikmet, s. 277.
1 Kefik Soykut, Orta Yol Ahîlik, İstanbul 1971, s. 89.
Bkz. İsmail Yakıt, “Hoca Ahmed Y esevî ve Türk Kültür tarihindeki Yeri”, Ahmed Yesevî Hayatı-Eserleri-
I'¡kirleri ve Tesirleri .İstanbul 1996, s.78. (61-84).
25
Yesevi A ta’nın doğduğu, büyüdüğü, yaşadığı yerleri ve tesir ettiği geniş coğrafyayı
görmüş olmaktan büyük bir bahtiyarlık duyduğumuzu da belirtmek isteriz. Sayram’dan
dünyaya yayılan bu güzel hizmet ışığının, tekrar doğduğu yerlere vefa borcu olarak da olsa
dönmesi gerekmektedir. Çünkü uzun yıllar Rus esaretinde kalan ve inançlarından
koparılmak için her türlü yöntemin denendiği Türkistan coğrafyasına doğru dini anlayışını
ve yaşayışını öğretmek için bilhassa Türk halkına büyük ^örev düşmektedir. Zira her türlü
baskı ve zulme maruz kalan bu necip insanlar dinlerini terk etmeseler de m aalesef bilgi
eksikliği yaşamıştır. Hal böyle olunca Vahhabilik, Selefılik vb. gibi zararlı İslami akımlar
Türkistan coğrafyasında yoğun bir propaganda faaliyeti yürütmekte ve insanların
zihinlerini bulandırmaktadır. Bunun için Türkiye’ye ve Türk insanına büyük görevler
düşmektedir. Hamasetle değil, mesuliyet şuuruyla hizmet edilmesinde büyük yarlar vardır.
T yh İh
AXMEfl H CCAyH /lIH TYPIK OHLUblJl^blK TAPHXblHAAFbl 5KEPI 5KOHE TOJIEPAHTTblK
niKIPİHE YJ1ECI
npo(J>., flOK. Ahh Pa<})eT ©3KaH
TypKUM PecnyöJiUKacbi, KacmciMony ynusepcumemİHİff peKmopbi
e-mail :Ozkanar@kastamonu.edu.tr
AxMed Jlccayu, Mcaisatt uttxsapManapbiMen, miriden mime 3icemKİ3İJizeH9ijzİMenepİMeH Dtedne
öiıİMze öagbtmmansaH dinu ceKma MemodmaptiMeH sacbtpuap oolim LllbUbic TypKİcmaH, Bonea
jtcazanaynapbi, A3ep6aiiMcan x a n e AuadoJibidasbiMycbuuuaH Typixmin eMİpinde MatjbiJdbi acepnep
Kfcuidbipdbi. Eyjı Mancanada AxMed flccayudiff e.Mİpi, ijıiui Mcane mapöue.nİK mymacbi, conbuibtx, mycİHİeİHİtı
Hezİ3zi npum\unmepi, TypİK oûıubutdbiy mapuxbiudazbi M epi W3He monepaHmmbtx, mycİHİzine yneci Jtcawibt
aümbinadbi.
PejiOMe
MECTO X.A.flCABH B TyPELJKOH H/JEAJIHCTHHECKOH HCTOPHH H MbICJIH O
TOJIEPAHTHOCTH
npo(})., flOK. Ajih Packer 03KaH
Pexmop ynueepcumema KacmaMony, TypifUft
e-mail: Ozkanar@kastamonu.edu.tr
AxMea ilcaBH, c nncbMeHHbix paöoT, snoc, nepcaanHLix o t H3biKa k *3biKy h 06 pa30BaTenbHbix
MerojOB KyjibTa Ha npoT«)KeHHH bckob, ocTaBwi 3HaHHTejibHoe bjihshhc b >KH3HHTypoK-MycyjibMaH,
KOTopwe jkhjim b Boctohhom TypKecTaHe, OKpyjKHocTH Boiirn, A iep 6 aiizuKaHe h b AHaTO/iHH. 3 ra craTba
cocpeAOToncHa >kh3hh
AxMera JIcaBH, ero
HayKHbiM h
jiHTepaTypHbiM
npoHJBeaeHHSM,
0CH0BHbiMnpHHiiHnaMcycJ)H3Ma, o ero BKnaaa b TypeuKyıo Haea/iHcnmecıcyıo HCTopmo h noHHrae o
TOJiepaH'I'HOCTH.
Summary
THE ROLE OF A. YASAVI IN TURKISH IDEOLOGICAL HISTORY AND CONCEPT OF
TOLERANCE
Prof. Dr. Ali Rafet ÖZKAN
T.C. Kastamonu Üniversitesi Rektör Yard,Türkiye
e-mail: Ozkanar@kastamonu.edu.tr
Ahmet Yasavi left a significant impact in the lives o f Muslim Turks, who lived in East Turkestan, on
the banks o f the Volga River, Azerbaijan and Anatolia.
This article tells about the o f Ahmet Yasavi his scientific and literary works, the basic principles of
Sufism, its contribution to the Turkish history and the concept o f tolerance.
26
Download