tc selçuk üniversitesi sosyal bilimler enstitüsü tarih ana bilim dalı

advertisement
T.C.
SELÇUK ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
TARİH ANA BİLİM DALI
ATATÜRK İLKELERİ VE İNKİLAP TARİHİ BİLİM DALI
ALMAN KAYNAKLARINA GÖRE
II. DÜNYA SAVAÍI YILLARINDA TÜRK DIÍ POLİTİKASI
Latif Çelik
YÜKSEK LİSANS TEZİ
Danışman
Prof. Ramazan Çalık
Konya - 2012
iii
ÖNSÖZ
II. Dünya Savaşı yılları Türk tarihinin çok yakın bir dönemi ve bu zaman dilimini
yaşayan canlı tanıkların hala aramızda olmasına rağmen, kısıtlı arşiv bilgileri ile
1939-1945 arası dönemin resmini bir bütün olarak görmek mümkün değildir.
Dönemin sıkıntı ve zorluklarını iç siyasete alet eden bakış açısı da, bahse konu
yılların önemli dış politika deneyimlerinin net olarak araştırılmasındaki zorluklardan
birisi olarak öne çıkmaktadır. Tez konusu araştırma ile gelecek nesillere bilimsel
süzgeçten geçmiş sağlam bilgiler bırakmak için savaş yıllarının Türkiye Cumhuriyeti
yöneticilerini siyaset tarihi disiplini altında incelenmesine çalışılmıştır.
Alman tarihi ve toplumunu çok iyi tanıyan tez danışmanı hocam Prof.
Ramazan Çalık‟a, bu ülkede yaşayan biri olarak beni, dönem ile ilgili Alman arşiv
belgelerini araştırmaya yönlendirmesine geldiğim noktada teşekkür etmek istiyorum.
Bundesarchiv (Federal Almanya Dışişleri Bakanlığı Resmi Arşivi) yetkilisi
Bay Bäumle ve Bayan König‟e araştırmalarım sırasında gösterdikleri kolaylık ve
sağladıkları imkanlar, Bundesbildstelle (Federal Almanya Tarihi Fotoğraf Resmi
Dairesi) yetkilisi Bay Dr. Sander‟e dönemin resimleri ve Bundeszentrale für
Politische Bildung‟a (Federal Almanya Politik Araştırmalar Merkezi) II. Dünya
Savaşı yıllarına ait bilgiler için içtenlikle teşekkür ediyorum.
Tez çalışması boyunca çeviri, resim ve araştırma-dosyalama konularında bana
sürekli destek olan IKG - Kültür, Tarih ve İntegrasyon Araştırmaları Enstitüsü
sekreteri sevgili eşim Aysel Çelik‟e de içtenlikle teşekkür ediyorum.
iv
ÖZET
70 yıl önce dünya genelinde 70 milyon insanın hayatına mâlolan II. Dünya
Savaşı‟nda tarafsız kalmayı başaran genç Türkiye Cumhuriyeti‟nin diplomatik
kazanımları siyasal bilim açısından hâlâ önemini korumaktadır. Bu yüksek lisans tez
çalışması ile, II. Dünya Savaşı‟nı saldırarak başlatan ve teslim olarak bitiren
Almanya‟nın arşivlerindeki döneme ait belgelerin ışığında Türkiye‟nin dış
politikasına yeni bir bakış açısının getirilmesi amaçlanmaktadır.
Bu dönemi araştırırken Türkiye‟nin değişik ülkeler ile olan ilişkilerinin
üçüncü ülkeler ile olan ilişkilerine domino etkisi yapacağı göz önüne alındığından,
mümkün olduğunca fazlaca batılı kaynak kullanılmaya özen gösterilmiştir.
Çalışmanın I. Bölümünde Türk Alman ilişkilerine genel bakış başlığı altında
I. Dünya Savaşı dönemi ve iki milletin müttefik olmalarının tarihî sürece etkileri
incelenirken II. Bölümde yenilginin taraflar üzerindeki etkileri incelenmiştir. III.
Bölümde Türkiye‟nin güvenlik çemberi, IV. Bölümde savaşta rol oynayan ülkeler ile
olan ilişkileri ve nihayet V. Bölümde savaşın ortasındaki Türkiye‟nin dış politikası
Alman arşiv belgeleri ışığında incelenmeye çalışılmıştır.
VI. Bölümde ise sonuç olarak, Alman kaynaklarına yansıyan yönü ile
Türkiye‟nin savaşa girmesi ve girmemesi durumunda olmuşlar ve olabilecekler
yorumlanmaya çalışılmıştır.
v
ABSTRACHT
Die diplomatischen Bemühungen und die Neutralität der zu dieser Zeit des
Zweiten Weltkriegs noch sehr jungen Republik Türkei verdienen zweifelsohne eine
grundlegende Erforschung. Der Zweite Weltkrieg, der vor 70 Jahren mit mehr als 70
Mio. Toten endete, prägte auch die Beziehungen zwischen Deutschland und der
Türkei grundlegend. Vorliegende Arbeit versucht anhand von zeitgenössischen
Quellen ein neues Licht auf die Außenpolitik der Türkei während der Kriegsjahre
und die Auswirkungen dieser Position auf die deutsch-türkischen Beziehungen
werfen.
Weiter spielen auch die Beziehungen zu den anderen europäischen Staaten
während dieser Zeit eine zentrale Rolle, worin auch der eigentliche Grund für die
vergleichsweise breite Palette an deutschen Quellen und Literatur bei der Arbeit
liegt.
Im ersten Abschnitt der Arbeit geht es um eine allgemeine Darlegung der
deutsch-türkischen Beziehungen zur Zeit des Ersten Weltkriegs während im zweiten
Part der Untersuchung insbesondere auf die gemeinsam erlebte Niederlage aus
diesem ersten großen Krieg eingegangen wird. Der dritte Abschnitt widmet sich der
türkischen Sicherheitsarchitektur und dem Sicherheitsempfinden während des
Zweiten Weltkriegs, wobei die Beziehungen zu den einzelnen Ländern im vierten
Teil näher untersucht werden. Der fünfte Abschnitt geht zentralen Aspekten der
türkischen Außenpolitik im Krieg auf den Grund und legt den Hauptschwerpunkt auf
die Beziehungen zum Dritten Reich. Im letzten Fazit-Part der Studie wird der Frage
nach den Vor- und Nachteilen des sehr späten Kriegseintritts auf der Seite der
Alliierten aus Sicht der Türkei behandelt.
vi
Kısaltmalar
Auswertiges Amt
Federal Almanya Arşivleri
Dışişleri Bakanlığı Dairesi
a.g.e.
Adı geçen eser
Bundesarchiv
Federel Almanya Arşivleri
c.
Cilt
çev.
Çeviren
M.C.
Milletler Cemiyeti
M.B.S.
Möntroux Boğazlar Sözleşmesi
s.
Sayfa
ss.
Sayfadan sayfaya
Sancak
Hatay
SSCB
Sovyetler Birliği
TDP
Türk Dış Politikası
TTK
Türk Tarih Kurumu
Üniv.
Üniversite
vii
İÇİNDEKİLER
Bilimsel Etik Sayfası ................................................................................................. i
Tez Kabul Formu ...................................................................................................... ii
Önsöz / Teşekkür ...................................................................................................... iii
Özet ........................................................................................................................... iv
Abstracht.................................................................................................................... v
Kısaltmalar ve Simgeler Sayfası .............................................................................. vi
İçindekiler..................................................................................................................vii
Giriş .......................................................................................................................... 1
I.BÖLÜM
1. Türk - Alman İlişkilerine Genel Bakış ........................................................... 5
1.1. Türkiye‟de Alman İzleri ....................................................................... 6
1.2. Almanya‟da Türk İzleri ........................................................................ 9
1.3. Türk Kültürünün Alman Kültürüne Etkisi ........................................... 11
1.4. Osmanlı-Prusya Siyasi İlişkileri .......................................................... 14
1.5. 1878 Berlin Kongresi‟nin İkili İlişkilere Etkisi ................................... 18
1.6. Alman Danışmanlar Türkiye‟de ........................................................... 21
1.6.1. Osmanlı Ordusunun Yeniden Dizaynı .................................. 23
1.6.2. Osmanlı İmparatorluğu‟nda Demiryolu İnşaatları ................ 25
1.6.3. Osmanlı Alman Eğitim İlişkileri ........................................... 27
II.BÖLÜM
2. Birinci Dünya Savaşı ve Sonrası..................................................................... 30
2.1 Türkiye Üzerinde Alman Menfaatleri ..................................................... 32
2.2. Kaybedilen Savaşın Türkler Üzerindeki Etkileri................................... 35
2.3. Savaş Yenilgisinin Almanlar Üzerindeki Etkileri................................... 37
2.4. Kalkınan Almanya´da Kısıtlanan Demokrasi ........................................ 41
III. BÖLÜM
viii
3. Türkiye‟nin Uluslararası Güvenlik Çenberi.................................................. 46
3.1. Türkiye Milletler Cemiyeti‟ne Üye Oluyor.......................................... 48
3.2. Balkan Antantı Paktı ............................................................................ 49
3.3. Montreux Boğazlar Konferansı ............................................................ 51
3.4. Türkiye‟nin İmza Koyduğu Uluslararası Taahhütler ........................... 53
IV. BÖLÜM
4. Savaşan Ülkeler ile Savaş Öncesi İlişkiler ...................................................... 56
4.1. Türkiye – İtalya İlişkileri ....................................................................... 57
4.2. Türk – Sovyet İlişkileri .......................................................................... 59
4.3. Türkiye – Fransa İlişkileri ..................................................................... 62
4.4. Türkiye - İngiltere İlişkileri ................................................................... 65
4.5. Türkiye - Almanya İlişkileri .................................................................. 68
V. BÖLÜM
5. Savaşanların Ortasında Savaşa Karşı 1939 - 1945 ......................................... 70
5.1. Türkiye´nin Müttefikler Safında İttifak Arayışı .................................... 71
5.2. Türkiye üzerinde Alman-Sovyet Pazarlığı ............................................ 78
5.3. Herkesin Gözü Türk Boğazlarında ........................................................ 80
5.4. Batı Avrupa‟yı Teslim Alan Hitler Balkanlar‟a İniyor ......................... 82
5.4.1. Türkiye‟nin Yeni Komşusu: Hitler ......................................... 83
5.4.2. Türk - Alman Saldırmazlık Paktı İmzalanıyor ........................ 86
5.4.3. Almanya‟nın Turancılık Oyunları ........................................... 91
5.4.4. Almanya‟nın Türkiye‟deki İstihbarat Çalışmaları .................. 98
5.4.5. Alman Hayallerinin Sonuna Doğru ...................................... 100
VI. SONUÇ .......................................................................................................... 106
Kaynakça.................................................................................................................. 110
Ekler......................................................................................................................... 117
EK-1 1923 - 1939 Döneminde Türkiye‟nin İmzaladığı...........................
ix
Uluslararası Anlaşmalar...................................................................117
EK-2 1923 - 1939 Yılları Arasında Türkiye‟nin İhracat ve İthalatı...........120
EK-3 Dönemin Önemli Íahsiyetlerinin Görev Süreleri.............................121
EK-4 1930 - 1939 Arası Döneme Ait Resimler......................................... 122
EK-5 1939 - 1945 Ankara Berlin Arasındaki Arşiv Belgeleri................... 142
EK-6 Adolf Hitler‟in İsmet İnönü‟ye Mektubu......................................... 163
EK-7 İsmet İnönü‟nün Adolf Hitler‟ Mektubu.......................................... 164
GİRİÍ
2
Uzun bir tarihî geçmişe sahip olan Türkiye ve Almanya devletleri II. Dünya
Savaşı yıllarında yakın ilişki içerisinde olmuşlardır.1 En son teknolojilerin
kullanıldığı bu savaşa odaklanan siyasi tarihçiler, 1939 yılı öncesi döneme çok az
ışık tutmuşlardır.
Almanya‟nın savaş öncesi 10 yılı incelendiğinde gidişatın
varacağı noktanın çok kanlı bir savaş olduğu açıkça farkedilmektedir. Komşuları ile
sürekli
problem
çıkaran
Almanların
Versay
Antlaşmasını
tanımadıklarını
açıklamaları da Avrupa siyasetinin önüne koyulan ve hiç barış yolu ile
çözülmesinden yana olunmayan bir problem konumuna getirilmiştir.2 Almanya ile
1925 yılında imzaladığı anlaşma ile ilişkileri geliştirmeyi amaçlayan iki yıllık genç
Türkiye Cumhuriyeti ise aynı dönemde ülke kalkınması ve güvenlik kuşağı konuları
ile meşguldür. Dönemin Türk Siyaseti‟nin eğitim, tarım ve kültürel hamleleleri öne
çıksa da Avrupa‟nın sert kamplaşmalarını hayra yormayan Türkiye 1930 yılından
itibaren süratle yeni paktların kurulmasını teşvik ve bu yöndeki çabalara öncülük
ederek kendi güvenliğini garantiye almak çabasındadır. Savaş yıllarının doğru
yorumlanması için savaşa giden yoldaki Alman ve Türk siyasetleri incelendiğinde
her iki tarafın da savaş sonrası geldikleri noktanın da niyetlerinin sonucu olduğu
açıkça görülecektir.
Alman kaynakları incelenerek I. ve II. Dünya Savaşı arasında kalan zaman
dilimini inceleyen geniş kapsamlı bir Türk-Alman ortak tarihi henüz yazılmamıştır.3
Genelde büyükelçilik yazışmalarına dayanan son dönem akademik çalışmalar
özellikle Alman arşivlerine kaydırıldığında, bu dönem sadece yaklaşan bir savaşın
estirdiği sert rüzgarlar ile değil, Türkiye ve Almanya‟nın idealizm olarak da
birbirinden ayrıldıkları farkedilecektir.4 Versay Antlaşması sonrası Kayzer‟ini
1
Deutsches Nationalarchiv, Archiv des Auswärtigen Amtes, Korrespondenz und Schriftverkehr
zwischen Berlin und der deutschen Botschaft in Ankara, 2. April 1943, Akte / Dokument Nr. 5,
Telegramm Nr. 3.
2
Jacobsen, Hans-Adolf, “Nationalsozialistische Außenpolitik, 1933-1938“ Frankfurt am Main, Berlin
1968, s. 44.
3
Krecker Lothar, “Deutschland und die Türkei im Zweiten Weltkrieg“ Vittorio Klostermann Verlag,
Frankfurt 1964, s. 11.
4
Çelik Latif, “Siyaset ve Tarih bağlamında Türk – Alman İlişkileri“ Birlik Gazetesi Almanya Bask.,
Íubat 2004, s. 17.
3
kaybeden Almanya komşuları ile ilişkileri düzeltme yolunda gayret gösterirken5,
Türkler ülkelerindeki işgalci son düşman askerini ancak 9 Eylül 1922‟de
çıkarabilmişlerdir.6 Büyük toprak ve insan kayıpları ile önemli yaralar alan Türkler
ve Almanlar ülkelerini kalkındırmak için milliyetçi söylemleri öne çıkarırken,
Almanya kısa zamanda Alman olmayan herkese kuşku ile bakmaya başlamış,
Türkiye ise “Yurtta sulh, Cihanda sulh“ prensibi etrafında savaşlardan uzak ve
imkanlar
ölçüsünde
kalkınma
çabalarını
yoğunlaştırma
yoluna
gitmiştir.7
Almanya‟nın milliyetçiliği kendilerini tarihin en büyük yangınının müsebbibi
yaparken, Türklerin milliyetçiliği „Son Vatan Parçası‟nı elde tutma“ şeklinde
tezahür ederek savaştan uzak kalma gayretlerine temel oluşturmuştur.8
1918 yılı sonunda Almanların ve Türklerin yenilgiyi kabul etmeleri, 40 yıldan
bu yana en üst düzeyde süren siyasî, askerî ve ekonomik ilişkilerin kırılma noktası
olmuştur. Yenilginin akabindeki 5 yıllık dönem de İngilizlerin baskısı ile TürkAlman İlişkileri‟nin zoraki olarak dondurulduğu bir dönemdir. Ankara ile Berlin
arasındaki ilk siyasî ilişkilerin kurulduğu 3 Mart 1926 gününe kadar her iki ülke de
İngiltere‟nin yakın siyasî takibi altındadır.9 Türkiye‟nin Arap coğrafyasını,
Almanya‟nın ise sömürgelerini terketmesi ile sonuçlanan savaş sonrası Türkler ve
Almanlar ülkelerini yeniden yapılandırma yolunda çalışmaya başlamışlardır.
Almanya, bereketli Afrika sömürgelerini ve Türkler ise orta doğu petrollerini
kaybederken I. Dünya Savaşı‟nın mağluplerinin Almanlar ve Türkler olduğu ne
kadar net ise dünya hakimiyetinin de artık İngilizler‟e geçtiği o kadar net olarak
5
Werner Conze, “Die Weimarer Republik“ in: Peter Rassow (Hrsg.): Deutsche Geschichte im
Überblick, Stuttgart 1973, s. 645.
6
Kinross Lord, “Atatürk, Bir Milletin Yeniden Doğuşu - II“ İstanbul 1966, s. 44.
7
Cremer Jahn / Przytulla, Horst, “Deutschsprachige Emigranten in der Türkei“ 1933-1945, Karl, M.
Lipp Verlag, München 1991, s. 13.
8
Bkz. "Yurtta sulh, Cihanda sulh" Mustafa Kemal Atatürk tarafından ilk defa 20 Nisan 1931‟de seçim
beyannamesinde dile getirilmiştir; “Cumhuriyet Halk Fırkasının müstakar umumî siyasetini şu kısa
cümle açıkça ifadeye kâfidir zannederim: Yurtta sulh, cihanda sulh için, çalışıyoruz” (CHP Genel
Merkezi Kayıtları, 1930-35, dosya 42, sayfa 24).
9
Bkz. EK-1, Türkiye Cumhuriyeti tarafından 1923 – 1938 yılları arasında imzalanan uluslararası
anlaşmalar.
4
ortaya çıkmıştır. Bu konuda, işbu çalışmanın yazarı ve araştırmacı Latif Çelik‟in
tespitleri şöyledir:
“Almanya‟ya Versay ve Türklere Sevr Anlaşmalarını dikte ettiren Büyük
Britanya Krallığı, dünya enerji kaynaklarının %70‟den fazlasını elinde bulunduran
ortadoğu bölgesinin 1920 yılından sonra tek hakimidir.“10
Almanya‟nın 1926 sonrası siyasileri tarafından öne çıkarılan söylemler
“Almanya‟ya Haksızlık Yapıldığı“ ekseninde kitlelere ulaştırılmıştır. Bu durumu
kullanan milliyetçi siyasetçiler toplum nezdinde büyük itibar görürken, aynı
zamanda Avrupa‟nın önder ülkeleri arasında süratli bir kamplaşma başlamıştır.11
İkinci Dünya Savaşı gerçek anlamda büyük Avrupa Devletleri‟nin menfaat
kavgasıdır. Yenilen devletlere dikte ettirilen anlaşmaların ağır ekonomik, siyasî,
askerî ve hukukî şartlar içermesi, bu ülkelerin toplumlarında hoşnutsuzluğun çok
ötesinde bir öç alma ve hesap kesmeye hazırlanma şeklinde algılanmıştır.12 Savaş
sonrası çizilen sınırlardaki dikkatsizlik ve kasıtlar da kısa zaman sonra etnik
çatışmalar ve sınır sorunlarının ortaya çıkmasına yol açmıştır. Almanya‟da Nasyonal
Sosyalistler serbest seçimler ile geldikleri iktidarda hızlı bir kalkınmayı başlatırken,
ekonomik krizin giderek arttığı İtalya‟daki hoşnutsuzlukları kullanan Mussolini
liderliğindeki faşistler siyasette ağırlığını koymaya başlamışlardır. Kısa süre sonra
aralarındaki birliği deklere eden “Mihver Devletleri“ anlaşmaları 1930 ortalarının
yaklaşan yeni bir cihan savaşı öncesi açık meydan okumalarıdır. Roma ve Berlin‟de
yönetimi eline alan hükümetlerin antisemitist davranış ve tehditleri arttıkça
Avrupa‟nın gitmekte olduğu çıkmaz sokak İngiltere ve Fransa tarafından daha ciddî
tahmin edilmeye başlanmıştır.13 Sanayi devleri arasındaki karşılıklı savaş ve işgal
10
Çelik Latif, “Birinci Dünya Savaşı Sonrasında İslam Coğrafyası“ Konferans Bildirisi, Darmstad
Üniversitesi – Almanya 2003, s. 7.
11
Jacobsen Hans-Adolf, “Nationalsozialistische Außenpolitik 1933-1938“ Frankfurt am Main, Berlin
1968, s. 66.
12
Çelik Latif, “II. Dünya Savaşı Batılı Sermayenin Kendi Aralarındaki Kirli Savaşıdır“ Birlik
Gazetesi Almanya Baskısı, Nisan 2012, s. 6.
13
Buchbinder Wolfgang, “Der Faschismus in seiner Epoche“ Mondlicht Verlag, München 2000, s.
44.
5
tehditleri ile dolu karamsar siyasî ortam, Almanya - İtalya ekseninin karşısında bir
İngiliz - Fransız müttefikliğin doğmasına yol açmıştır.
II. Dünya Savaşı‟na giden yolda Türkiye‟nin jeopolitik durumunun farkında
olan Mihver ve Müttefik Devletler, daha savaş başlamadan Türkiye‟nin kendi
saflarında yer alması için sürekli diplomatik çaba harcamışlar, hatta siyasî ve askerî
baskı yapmışlardır. Almanya ve İngiltere‟nin başını çektiği taraflardan gelen siyasî
baskılara kararlı ve onurlu şekilde karşı koyarak “savaşın dışında kalma“ stratejisini
adım adım uygulayan Ankara‟nın kararlı dış politikası, hem savaşın dışında kalmayı
hem de savaş sonunda oluşan dengeler içerisinden toprak bütünlüğünü muhafaza
etmeyi başaran bir ülke olarak çıkmasında önemli rol oynamıştır.14
Atatürk‟ün ölümünden 9 ay sonra başlayan II. Dünya Savaşı‟nın en başından
itibaren Türk Dış Politikası‟nın ana hedefinin, savaşın dışında kalmayı, taraflara eşit
uzaklıkta olmayı ve önceliğin ülke sınırlarının muhafazası olduğu taraflara açık bir
dille ifade edildiği için tarafsızlık merkezli Türk dış politikasının ana hedefi de
Türkiye‟nin kirli savaştan uzak kalmasını sağlamak yönündedir.15 Savaşan taraflara
karşı ilişkilerinde değişik taktikler uygulayan Türkiye‟nin savaş dışı kalma stratejisi
zaman zaman bir tarafa yaklaşıyor gibi görünse de ana hedef olan tarafsızlık ilkesi hiç
bir zaman değişmemiştir. Savaş süresince Türkiye‟nin ciddiyetle takip ettiği temel
politika, dengeleri gözetmeye endekslidir. Mihver Devletlerin belirleyici ülkeleri olan
Almanya ve İtalya ile, müttefik devletlerin liderleri konumundaki İngiltere, Fransa,
Sovyetler Birliği ve ilerleyen dönemde Amerika Birleşik Devletleri arasındaki güç
ilişkileri, çatışmaları ve diğer rekabetleri kullanmayı Türkiye çok iyi başarmıştır.
1939 - 1945 yılları arasında denge siyasetini sürdürürken savaşın gösterdiği seyir ve
trendleri de yakından takip eden Türkiye, savaşan tarafların askerî kayıp ve
kazançlarını da dikkatlice takip ederek önemli değişkenlikleri sürdürdüğü dış
politikasına yansıtmıştır. Tarafların askerî, siyasî ve ekonomik durumlarını gerçekçi
bir şekilde değerlendiren Türkiye, dış politikasını basit manevralara kurban etmeden,
14
Sarınay Yusuf, “Türkiye‟nin Batı İttifakına Yönelişi ve Nato‟ya Girişi“ Ankara 1988, s. 20.
15
Önder Zehra, “Die türkische Außenpolitik im Zweitewltkrieg“ Südost-Institut München, R.
Oldenburg Verlag München, s. 268.
6
nihaî hedefi olan “Savaşın Dışında Kalma“ politikasından son ana kadar taviz
vermemeyi başarabilmiştir.16
Bu yüksek lisans tez çalışması ile II. Dünya Savaşı öncesi ve savaş süresince
Federal Almanya askerî ve siyasî arşivlerinde yer alan Türk-Alman İlişkileri ve Türk
Dış Politikası incelenecek, bu döneme ait Türk ve Alman kaynaklardan faydalanarak
dönemin Türk Dış Politikasına yeni bir yorum getirilecektir. Türkiye‟nin savaş dışı
kalma poltikasının ışığında, Almanya‟nın Türkiye‟yi etkilemek için ortaya koyduğu
siyasî çabalar, askerî güç gösterileri, ekonomik rüşvetler, ideolojik yaklaşımlar ve
Türkiye‟ye teklif edilen savaş sonrası vaatler incelendiğinde Türkiye‟nin uyguladığı
politikanın ne kadar doğru bir yaklaşım olduğu ortaya çıkmış olacaktır. 1939-1945
yılları arasındaki Alman arşiv belgelerini incelerken bu dönemin Türk siyasetçileri
de tarihî süreç içerisinde hakettikleri gerçek yere koyulmuş olacaklardır.
I.BÖLÜM
1. TÜRK - ALMAN İLİÍKİLERİNE GENEL BAKIÍ
Türk - Alman İlişkileri‟nin geçmişi 12. yüzyıldaki Haçlı Seferlerine kadar
uzanır. Vatikan tarafından organize edilen orduların idaresini elinde bulunduran
Kutsal Roma - Germen İmparatorluğu‟nun Alman asıllı komutanları Hohenstaufen
Konrad III. ve I. Friedrich Barbarossa Kudüs‟e yaptıkarı seferlerde Anadolu
güzergâhını kullanırken karşılarında Selçuklu Türkleri vardır.17 İki milletin tarih
sahnesindeki bilinen en eski ilişki din motifli bir karşılaşma olarak tarihe geçerken,
Selçuklu Sultanı II. Kılıçarslan ile anlaşarak Torosları aşıp Anadolu‟yu terketmek
isteyen Alman komutan İmparator I. Friedrich Barbarossa‟nın Göksu ırmağını
16
Egner Björn, „Dieser Krieg geht uns nichts an - Die türkische Neutralität im Zweiten Weltkrieg“
Technische Universität Darmstadt, Institut für Geschichte Seminar, Sommersemester 2000.
17
Çelik Latif, “Türkiye‟de Alman İzleri“ Logophon Verlag, Mainz 2010, s. 24.
7
geçerken 1190 yılında boğulması ikili ilişkilerin günümüze kadar ulaşan acı bir
hatırasıdır. 18
İslam Dünyası‟nın ön kalesi ve Kudüs yolu üzerindeki Anadolu platosunu
savunan Türkler ile Haçlı Orduları‟nın idarecisi Almanlar arasındaki bu seferlerde
Avrupa içlerine kadar esir olarak getirilen Türklerin günümüze kadar ulaşan nesilleri
Almanya başta olmak üzerere Avrupa‟nın çeşitli ülkelerinde hayat sürmektedirler. 19
1.1.
Türkiye’de Alman İzleri
Haçlı Seferleri sonrası uzunca bir dönem Türkler ile Almanlar arasında ticarî,
askerî ve kültürel ilişki olmamıştır. 14. yüzyılda Balkanlarda ilerleyen Osmanlı
İmparatorluğu‟nun karşısına savunma amaçlı olarak çıkan birleşik Avrupa güçleri
arasında küçük Alman birlikleri bulunsa da uzman tarihçiler bunları Avusturya
Ordusu olarak adlandırmışlardır. İmparatorluğun Balkan şehirlerindeki pazarlara
ticarî maksat ile gelen tüccarlar da Türk ve batılı tarihçiler tarafından Avusturyalılar
olarak adlandırılmışlardır. 1763 yılında Osmanlı Elçisi olarak Berlin‟e gelen Ahmet
Resmi Efendi ile başlayan Prusya – Osmanlı ilişkileri günümüze kadar devem eden
son dönem Türk - Alman ortak tarihinin başlangıç noktasıdır. Almanya uzunca bir
dönem Kutsal Roma - Germen İmparatorluğu sınırlarına dahil olmasına rağmen bu
devlet Viyana‟da ikamet eden Habsburg hanedanı tarafından yönetilmiştir. Daha
sonraki dönemde ise 1815 yılında kurulan Alman Konfederasyonu 1866 yılına kadar
devam edecektir. 1871 - 1918 arası Alman İmparatorluğu, 1919 - 1933 arası Weimar
Cumhuriyeti (Türkçe Vaymar şeklinde okunuyor) ve 1933 - 1945 yılları arası da
Üçüncü İmparatorluk (ya da Üçüncü Reich) dönemi olarak bilinen Almanya‟nın
tarihî gelişimine son olarak 1990 yılında İkinci Dünya Savaşı sonrası koparılan doğu
bölümü (Türkçe adıyla Demokratik Almanya Cumhuriyeti; Almanca adıyla
18
Opll, Ferdinand, “Friedrich Barbaross“ Primius Verlag, Almanya 2010, s. 25.
19
Çelik Latif, “Goethe‟nin Türk Akrabaları - Soldan‟lar“, Türkische Spuren in Deutschland,
Logophon Verlag, Almanya 2008, s. 90.
8
Deutsche Demokratische Republik) eklenince bu günkü halini almıştır. Almanya,
tarihinin her döneminde gerek Osmanlı ile, gerekse 1923 senesinde tarih sahnesinde
yerini alan modern Türkiye Cumhuriyeti ile geniş ilişki yumağına sahip olmuştur.
19. yüzyıl ortasından itibaren giderek artan Türk - Alman İktisadî ilişkileri ile ilgili
Cenk Reyhan‟ın tespitleri şöyledir:
“Bir yanda emperyalizm aşamasında kendisine hammadde kaynakları ve
pazar arayan kapitalist bir devlet Almanya, diğer yanda sömürgeleşme sürecinde
büyük bir devletin himayesini arayan hammadde ve pazar kaynağı imparatoryal bir
devlet Osmanlı. Birbirine zıt gelişmişlik düzeyi ve toplumsal formasyondaki bu iki
devletin kader ortaklığı.“20
Anlaşılıyor ki Türk - Alman ilişkileri ekonomik kader ortaklığı olarak
başlayıp siyasî ve askerî sahalara kadar uzanan geniş yelpazeli bir stratejik
birlikteliğe dönüşmüştür. İşbirliğinin Türkiye ayağı zaman ve konjonktüre göre
trendlerde yükselme ve alçalma göstermesine rağmen hiç bir zaman sona ermemiş
ve sürekli gelişme göstermiştir.
Osmanlı İmparatorluğunun büyük önem verdiği demiryolu inşaatı da
Türkiye‟de Alman firmaları tarafından yürütüldü. Geniş bir coğrafyaya yayılan
Osmanlı İmparatorluğu açısından stratejik önemi de olan demiryolları Osmanlı
Devleti tarafından merkezin gücünü uzaklara hissettirmek olarak algılanırken
Almanlar‟ın hesabı iktisadî kazanç ve uzun vadede enerji kaynaklarına ulaşmaktır.
Türkiye‟nin bir çok şehrindeki tren istasyonları Alman mimarların yapısı olduğu için
birbirine büyük benzerlikler gösterirler.21
Cumhuriyet kurulduktan sonra özellikle eğitim alanında ciddi şekilde
katkıları olan Alman akademisyenlerin İstanbul ve Ankara Üniversitelerinin
kurulmasında önemli görevler üstlenmişlerdir.22 Küçük bir bozkır kasabası iken
20
Cenk Reyhan, “Türk-Alman İlişkilerinin Tarihsel Arka Planı 1878-1914” Belleten, Cilt: LXIX,
Nisan 2005, s. 254.
21
Pohl Manfred, “Von Istanbul nach Bagdad“ Piper Verlag, München-Zürich 1999, s. 166.
22
Neumarkt Fritz, “Zuflucht am Bosporus, deutsche Gelehrte, Politiker und Künstler in der
Emigration 1943-1953” Frankfurt 1980, s. 279.
9
1928 - 1936 yılları arasında Alman mimar ve mühendislerin katkısı ile 20. yüzyılın
modern bir başkenti konumuna dönüşen Ankara‟daki Alman mimarî23 izlerini de
gözardı etmek mümkün değildir. Cemil Koçak, Türk – Alman İlişkileri adlı eserinin
Anadolu‟da Alman mimarisi adlı bölümünde şöyle demektedir:
“Osmanlı modernizasyonunun adeta devamı niteliğinde bir Alman yardımı
hemen her alanda (millî çıkarlar gözetilmek kaydıyla) sağlanmıştır. Bu alanlardan
birisi de mimari alanıdır. Anadolu merkezli bir ulus devlet projesini uygulamaya
koyan Cumhuriyet hükümeti bu alanda Alman uzmanların yardımına başvurmuştur.
Bu hâliyle değişen ve gelişen Anadolu kentleri de sözkonusu yardımdan nasibini
fazlasıyla almıştır. Ankara Şehremaneti´nin imâr plânı için açtığı yarışmayı Alman
Prof. Hermann Jansen kazandı. Jansen´in planı, 1932´de tasdik edildi ve iki yıl sonra
da uygulamaya kondu. Bu zat aynı zamanda Ankara İmar Müdürlüğü´nde 1938 yılına
değin danışman olarak görev yapmıştır.“24
Tanzimat sonrası sürekli batı ile ilişki içerisinde olan Osmanlı ve Türkiye
Cumhuriyeti bürokrasisinin Avrupa‟dan aldıklarının yarıdan fazlası hep Almanya
üzerinden Türkiye‟ye girmiştir. Fransa ve İngiltere‟nin askeri sahada Türklere karşı
gösterdiği rekabeti de iyi kullanan Almanlar 19. yüzyıl sonrasında geliştirdikleri
güleryüzlü kapitalizm modeli ile “Drang nach Osten“, yani Doğuya Doğru Genişleme
projesi eksenli bir genişleme stratejisi yürütmüşlerdir.25 Türkiye‟ye batıdan gelen
ekonomi, teknoloji, siyasî, askerî, eğitim, sağlık, harita ve daha bir çok alandakı
yenilikler yüz yılı aşkın bir süredir sürekli Almanya ve Almanlar üzerinden girmiştir.
Türkiye‟nin bir çok bölgesindeki birbirinden son derece bağımsız alanlardaki eserler
görülen Alman stil ve damgaları son derece etkili Alman İzleri olarak görülebilir.
23
Hoffmann Werner, “Das Werden einer Hauptstadt: Biographien zur baulichen Entwicklung
Berlins“ Berlin 1987, s. 387 - 406.
24
Koçak Cemil, “Türk-Alman İlişkileri (1923-1939)” T.T.K. Yayınevi, Ankara 1991, s. 48.
25
19. Yüzyılda sanayi devrimini tamamlayan Prusya (Almanya) kendisi ile yarışma halinde olan
Avrupa‟nın diğer büyük güçleri İngiltere ve Fransa ile kıran kırana bir rekabet içindedir. Ülke
yönetiminde ciddi etkileri olan büyük sermaye, Alman Çelik Sanayii için yeni pazarların acilen
bulunmasının şart olduğuna ülke poltikacılarını inandımak için baskı yapmaya başlarlar. Prusya‟nın
batısındaki engellerin tam tersi bir durum vardır ülkenin doğusunda. Fakir Polonya ve uçsuz
bucaksız Rus stepleri ülkenin hayat sahası olarak dillendirilmeye başlanır. 19. Yüzyil ortalarında
ülkenin doğusu için ortaya atılan strateji 1879 yılından itibaren Osmanlı İmparatorluğu için de
kullanılmaya başlanır. 3B = BBB olarak adlandırılan Berlin-Bosphorus-Bagdat politik açılımı da
“Drang nach Osten24 = Doğuya Doğru Genişleme“ genişletilmiş Türkiye versiyonudur.
10
1.2. Almanya’da Türk İzleri
Almanya coğrafyasındaki Türk İzleri ile ilgili kaynaklar son dönemde
giderek artmaktadır. Özellikle Alman akademik camiasının konuya ilgi duyması iki
milletin ilişkilerinin günümüzdeki seyrine olumlu yönde katkıda bulunurken
uluslararası alanda kültürlerarası integrasyonu da geliştirmektedir. Almanya‟daki
Türk İzleri bilinen son dönem ilişkilerin aksine 8 asır öncesine kadar uzanmaktadır.
Avrupa içlerine satılan Türk esirlerden tarihin tozlu sayfalarında kalanlar ile ilgili
bilgiler son dönemde giderek artarken bunlardan bazılarının zor şartlara rağmen
toplumdaki heyecan verici yükselişlerini konu alan kitap, makale, sergi ve
konferanslar da sıkça düzenlenmektedir.26 Türk esirler ile ilgili yapılan
araştırmalarda varılan sonuçlar, bu esirlerin önemli bir kültürel etkileşim sağladığı
ve özellikle Almanya‟nın inanç sistemi üzerindeki Türk İzleri iki milletin tarihinin
bazı bölümlerinin yeniden yazılmasına kadar gidebilecek bilgileri araştırmacıların
önüne sermektedir. Bu bağlamda önemli çalışmaları olan Nürnberg - Erlangen
Üniversitesi akademisyenlerinden Prof. Dr. Hartmut Heller ilginç iddialar ileri
sürmektedir:
“Türk esirlerden 700 kadarının arşiv belgelerindeki izlerine ulaşmış
durumdayım. Kilise kayıtlarındaki vaftiz belgeleri üzerinden sürdüğüm izlerde
esirlerden bazılarının bin bir zorluklar ile dolu ortaçağ hayat şartlarındaki heyecan
verici yükselişleri karşısında hayrete düşmemek mümkün değil. Alman toplumu
içerisinde dinî eğitim alarak bölgenin en büyük kardinali, devlet hiyerarşisi ile
kurduğu ilişkiler sayesinde üst düzey bürokrat ve halkın tercihi ile yaşadığı yerin
26
Margret Spohn, “Alles getürkt: 500 Jahre (Vor) Urteile der Deutschen über die Türken”
Oldenburg: Bibliotheks- und Informationssystem der Univ., 1993, ISBN 3-8142-0438-7.
11
belediye başkanı olup şehrinin imar plânını çizecek kadar önemli görevlere gelen
Türkler var.“27
Türk esirlerden geriye kalan önemli belgelerden biri de mezar taşlarıdır.
Esirleri kendi aralarında pay eden yerel yöneticilerden bazıları zaman içinde onları
toplumdan biri olarak görmeye başlayınca bir süre sonra bu esirlere kısıtlı da olsa
bürokraside görev verdikleri görülmektedir. Hannover şehrindeki iki Osmanlı
sipahisinin ilginç tarihi Türk esirlerin esaretten kısa bir süre sonra yeni hayatlarına
uyum sağladıklarını göstermesi bakımından da ilginçtir. Türk esirlerin izleri ile ilgili
çalışmalarda bulunan Alman tarihçiler28 Hannover‟deki iki Osmanlı askerinin ilginç
hikayesine geniş yer ayırmışlardır. Prof. Hartmut Heller:
“Merzifonlu Kara Mustafa Paşa Viyana‟yı kuşattığında yardıma gelen Haçlı
birlikleri içerisinde Hannover prensi Ludwig de bulunuyordu. Osmanlı ordusundan
esir düşenler arasında bulunan Hasan ve Şemdinlili Derviş Mehmet adlı iki akıncıyı
beraberinde Hannover‟e getirdi. Yakışıklı Türk esirler Hannover prensi Düşeş
ünvanlı Sophie‟nin özel hizmetine verildiler. Düşeş‟in övgüsüne şahit olan bu iki
akıncı 1691 yılında birkaç ay ara ile ölürler. Hannover‟in Königsworterplatz
meydanında bulunan Neustaedter caddesinde bulunan Andreas Mezarlığı‟nda
vasiyetleri üzere Kıble‟ye karşı gömülen Hasan ile Mehmet‟in Hıristiyan olmayan
bir kimsenin Hıristiyan askerî mezarlığında gömülmesi yasak ve dine aykırı olduğu
hâlde prenses Sophie‟nin özel izni ile bu mezarlığa gömüldükleri ortaya
çıkmıştır.“29
Bavyera‟nın Ansbach şehrinin Rügland köyü mezarlığındaki Carl Osman30
ve Osnabrück şehrinin Johannisfriedhof mezarlığındaki Carl Aly (Türkçe: Ali) ile
27
Heller Prof. Hartmut, “Vom Beutetürken zum Mitbürger” Franken Verlag, Almanya 1990, s. 650655.
28
Behrend Günter Max, “Die osmanischen Gräber auf dem ehemaligen Neustädter Friedhof,
Hannoversche Geschichtsblätter”, Hahnsche Buchhandlung Verlag, Hannover 2006, s. 181-187.
29
Heller Prof. Hartmut, “Muslime in deutscher Erde. Frühe Grabstätten des
14. bis 18. Jahrhunderts” : In fremder Erde. Zur Geschichte und Gegenwart der islamischen
Bestattung in Deutschland. Berlin 1996, s. 45-62.
30
Heller Prof. Hartmut, “Carl Osman und das Tuerkenmariandl“ Die Zeit Verlag, Kultur Beilage Nr.
37 / 2003, s. 18.
12
ilgili araştırmalarda ortaya çıkan sonuçlara göre sadece asker Türklerin değil, hızlıca
Osmanlı‟nın elinden çıkan Macaristan‟daki zengin Türk ailelerin çocukları da fidye
amacı ile Almanya içlerine esir olarak getirilmiş ve zamanla topluma karışarak
hayatının bundan sonraki bölümünde Alman toplumuna asimile olmuşlardır.
Osmanlı İmparatorluğu için tarihinin en büyük siyasî ve askerî sarsıntısı
denebilecek II. Viyana kuşatmasının özellikle Budin (Macaristan) Eyaleti‟nde sebep
olduğu hasar hiç bir zaman hesaplanamamıştır. Münih arşivlerinde ortaya çıkan
1704 yılına ait belgelerde,
Türklerin hâlâ esaretlerinin sona ermesini isteyen
mektuplar yola çıkardıkları, 1699 yılında imzalanan Karlofça Anlaşması (Alm.
Karlowitz) sonrasında bile Almanya‟daki Türk esirlerin tamamının serbest
bırakılarak ülkelerine geri gönderilmediği ortaya çıkmaktadır.31
1.3.
Türk Kültürünün Alman Kültürüne Etkisi
Türklerin Alman kültürüne yaptığı katkıların önemli bölümü 17. yüzyıl
sonraları ortaya çıkmıştır. II. Viyana kuşatması sonrası binlerce Türk‟ün Viyana‟nın
batısına esir olarak götürülmesi Türk ve Alman milletleri arasında önemli bir kırılma
noktasıdır. Esirlerin bir çoğunun güney Almanya‟daki çeşitli kale, kont ve
derebeyler arasında paylaştırılıp, saray temizlikçisi, at bakıcısı ve hizmetçi olarak
çalıştırıldığı Alman arşivlerinde sıkça karşımıza çıkan tarihî bir gerçek olarak öne
çıkmaktadır.32
II. Viyana kuşatması ile çok sayıda Türk‟ün irili ufaklı bir çok Alman şehrine
esir olarak gelmesi Alman toplumunda uzun vadede korkunun yerini sevginin alması
şeklinde ilginç bir değişime yol açmıştır. Türkler ile ilgili olarak asırlardır tüm
dinlediklerini, sert öğretisi ile tanınan katolik kilisenin bakış açısından alan küçük
31
Görge Michael, “Türken vor Wien“, Logophon Verlag, Mainz 2008, s. 76.
32
www.timetürk.com. “Almanya‟da Bir Osmanlı Mezarı; Sipahi Osman“, Erişim: 18 Mayıs 2012,
saat 20.20
13
Alman şehirlerindeki ahali, papazların en korkunç kelimeler ile anlattığı insanların
sanılanın tam aksine kendileri gibi normal birer insan, hüzünlenen, eğlenen ve esir
olduğu için söylenen herşeyi yerine getiren, ama ilginç adet ve yaşantıları olan
insanlar olarak tanıma fırsatını yakalamışlardır.33
16. yüzyıl, batılı siyasî tarih bilimcileri tarafından Pax Ottomana, yani Türk
Barışı olarak ta adlandırılır.34 Bu dönemde Avrupa‟da bir çok ülke Türklerden hem
korkar hem de kendilerinden bir çok sahada çok ileride olduğuna inanmaktadırlar.
Türkler
ile
Avrupalılar
arasında
özellikle
kültürel
iletişim
konusundaki
çalışmalarında tarihçi Prof. Hartmut Heller şu fikirleri ileri sürmektedir:
“Osmanlı İmparatorluğu zamanında başlayan ve takip eden yıllar içinde
devam eden Avrupa hedefli bir kültür transferi olmuştur ve bu Türk izleri kültür, dil
ve hatta o kadar yoğun olmasa da bu kıta üzerindeki nüfus yapısını dahi etkilemiştir.
Bu ifade ettiğimiz etkileşimi gösteren o kadar çok bulgu mevcuttur ki;
Avusturya‟daki Kremsmünster‟den tutun ta İngiltere‟deki Woolich‟e kadar eski Batı
aristokrasisinin mimarisinde bu izleri görmekteyiz. Çoğu kez hilâl ile birlikte inşa
edilen kilise ve sarayların yanısıra Türklerin attığı toplardan bile Batı dünyası
etkilenmiş, bulduğu yerlerde bunları dâhi motif olarak binalarının tavan ve
duvarlarına örmüştür.“35
Türk – Avrupa ilişkileri açısından aynı zamanda ciddi bir etkileşime de sebep
olan 1683 yılındaki kuşatmada Mehter takımının tamamına yakını birleşik haçlı
ordusu tarafından esir edilmiştir. Türklerden ele geçirilen bir çok ganimet gibi
mehteran takımının müzisyenleri de çesitli ülkelerin değişik şehirlerine doğru nerede
biteceği bilinmeyen bir esaret yolculuğuna çıkarılmışlardır. Değişik giysisi, ilginç
müziği ve görselliği ile devasa bir masalımsı görüntü veren mehter takımı ve
33
Çelik Latif , “Türkische Spuren in Deutschland“, Logophon Verlag, Mainz 2008, s. 112.
34
Todorova Maria, “Die Erfindung von Balkan, Das Bild vom Balkan”, Aus dem Englischen von Uli
Twelker, Primus Verlag, Darmstadt 1999.
35
Heller Hartmut, “Türkische Spuren in Deutschland“ Logophon Verlag, Mainz 2008, s. 9.
14
müzisyenlerin giysileri 1685 yılından itibaren özellikle güney Almanya‟nın bir çok
şehrinde taklit edilmeye başlanmıştır.36
16. ve 17. yüzyıllarda Türk müzik öğretmenlerinden nota dersi almayan batılı
müzikçilerin kendi ülkesinde hiç bir değerinin olmadığını belirten Prof. Hartmut
Heller bu konuda ilginç bilgiler vermektedir:
“Askerî orkestralar ve sonraları komple müzik orkestraları Türklerden
etkilenmiş, onların kullandığı ziller, çok sesli çalgılar veya davul gibi enstrümanlar
taklit edilmiş ve Batı musikî sanatının temel taşlarını oluşturmuştur. Haydn, Mozart
ya da Beethoven gibi Batı klasik müziğinin ustaları Türk etki ve ezgisini “Türk
Marşları“ ve “Türk Operaları“ meydana getirerek almış ve yorumlamışlardır.“37
Özellikle Batı entelijensiyasının ve saygın kesimlerinin yabancı kültürlere
ilgisi ve merakını tarif için “yabancı özentisi“ kelimesi kullanılmıştır. Bu özenti, 17.
yüzyılda Türk kültür dünyasına da yönelir ve bunun siyasî-psikolojik nedenleri vardır:
1683‟te Viyana önlerinde durdurulan Osmanlı orduları artık Batı tarafından tehdit
olarak algılanmadığından korkunun yerini merak almış, Hıristiyan alemi eskiden
düşmanı olan kültürün hoşuna giden şeylerini almaya koyulmuştur; ne de olsa hoşa
gitmekte ve bu egzotik farklılık bir nevî zenginlik olarak algılanmaktadır.
Türkler askerî olarak Viyana önlerinde durdurulmasına rağmen kültürel
olarak ilerlemeye devam etmektedirler. 1683 yılından sonraki 30 yıl içerisinde
özellikle güney Almanya‟nın irili ufaklı bir çok şehrinde Türken-Trommel, yani
Türk Davulu veya Türkenbund (Türkçe: Türk Birliği) adları verilen, gerçekte ise
mehterin birer taklidi olan bir çok şehir bandoları kurulmuştur.38
Orta Avrupa‟da kültürel aktivitelere olan ilgileri ile tanınan Alman
aristokratları arasında ciddî bir taraftar grubu olan bale, tiyatro ve operalar sadece
mehter müziğini fon olarak çaldıkları için uzun yıllar tüm oyunlarını kapalı gişe
olarak sunmuşlardır. Bu dönemde, Türk müziği, Tük kıyafetleri ve sanat alanında
36
Heller Hartmut, a.g.e., s. 9.
37
Heller Hartmut, “Janitscharenmusik für Kinderhände“ Aus Nürnberger Spielzeugmusterbüchern
des 19. Jahrhunderts. In: Zs. Frankenland 43. 1991, s. 336-347 vd.
38
Heller, a.g.e. s. 340.
15
Türklere özgü çalışmalar taklit edilmeye başlanınca Alla Turca39, yani Türk Stili
tanımlaması sıkça teleffuz edilmeye başlanmıştır.40
1.4. Osmanlı - Prusya Siyasi ilişkileri
1699 yılında imzalanan Karlofça Anlaşması ile ciddî bir toprak kaybı
yaşayan Osmanlı İmparatorluğu bu yenilgiden kendine ders çıkarmak için öncelikle
ilişkileri düzeltme yoluna gitmiştir. Türklerin artık eskisi kadar tehlike
olamayacağına inanan Avusturya ve ona bağlı krallıklarda da yumuşama
sezilmektedir. Daha önce sadece Viyana üzerinden yürütülen Avrupa‟ya yönelik
Türk diplomasisinin özellikle Orta Avrupa‟nın değişik ülkelerinde de yayıldığı
görülecektir. 1711 yılında Brandenburg Dükası Friedrich41 Wilhelms döneminde
Avusturya‟dan “kral“ şanını almasından sonra hızlı bir yükselişe geçen Prusya, II.
Friedrich döneminde Avusturya, Fransa ve Rusya karşısında beklenmeyen askerî
başarılar elde etmesi, Avrupa rekabetine yeni bir devletin dâhil olduğunu işaret
etmektedir. 1740 yılında Prusya Kralı Büyük Friedrich‟in “Eğer Türkler42 ülkeme
gelse ben onlara camiler yapardım“ şeklinde açıklaması geniş yankı buldu. Kilisenin
39
Çelik Latif, “Türkische Spuren in Deutschland“ Logophon Verlag, Mainz 2008, s. 260. Söz konusu
tezde özellikle bkz.: “Mozart, Beethoven, Haydn ve Bach ortaya koyduğu yüzlerce diğer eserle
adeta bir "Alla Turca" makam ve sitilinin doğmasına yol açtılar. Zaten Avrupa sanat dünyasında 18.
yy başlarından sonra Türk rüzgarına kendini kaptırmayan sanatçı da kalmadı. Devrin feodal yapısı
gereği, binlerce kont, düka, ve baronun bölüştüğü Avrupa coğrafyasında yüzlerce özel ve paralı
Türk müzisyenlerin orkestraları çalıştırdığı bilinen tarihi bir gerçektir. Türk müzisyenlerden ders
almamak o yılların Avrupa sanat camiasında büyük bir eksiklik idi. Türk rüzgarına kendini
kaptıran Avrupa halklarıda devletten bağımsız olarak karnaval yada canları istediği zaman özel
günlerde "Türkenmusik" (Türk­Müziği) çalmaya başladılar. Mehter takımlarının gayriresmi takliti
diyebileceğimiz bu topluluklardan Fulda ve Lübeck şehirlerindekileri günümüze kadar ulaşmıştır.“
40
Çelik, a.g.e., s. 260.
41
Albayrak Dr. Mustafa, “Osmanlı Alman İlişkilerinin Gelişimi“ Ortadoğu Teknik Üniversitesi
Yayınları, İnternet erişim: 18 Mayıs 2012, saat 20.22
42
Çelik Latif, “Almanya‟da Türk İzleri“ Logophon Verlag, Mainz 2008, s. 249.
Açıklama‟nın Almanca orjinal metni: “Alle Religionen seindt gleich und guht, wan nuhr die Leute,
so sie profesieren [(öffentlich) bekennen], erliche Leute seindt, und wen Türken und Heiden
kähmen und wolten das Land pöbplieren [bevölkern], so wollen wier sie Mosqueen und Kirchen
bauen“; am 22. Juni 1740 schreibt er „Jeder soll nach seiner Façon selig werden“. (aus einem Brief,
1740).
16
hâlâ hakim güç olduğu ve Türk düşmanlığının prim yaptığı yıllarda Türkler
hakkında övücü sözler söylemek hem genel siyasete aykırı, hem de alışılagelmişin
çok ötesinde bir davranış idi. Osmanlı Sultanı, Kudüs‟e yapılacak kutsal ziyaret
iznini Vatikan, Viyana, Roma ve St. Petersburg‟dan çok önce Kral ll. Friedrich‟e
vermesi de Türklerin Prusya‟ya tarihî bir jestidir. Kral‟ın Türk dostluğunu sıkça dile
getirmesine artık toplum da alışmıştır. 5 Eylül 1740 günü bir Fransız delegasyonu
önünde konuşan II. Friedrich iki milletin de ortak tarihine uzun yıllar konuşulacak
derin izler bırakan sözler söylemiştir. Söylendiği yıllarda ciddî sorumlulukları da
olan Prusya Kralı‟nın söylemi aynen şöyledir:
“Bütün dinler aynıdır ve iyidir. Eğer bir gün Türkler ülkeme gelip
yerleşseler, ben onlara camiler yaparım. “Bir insan yeter ki dinini yaşamak istesin.
Biz ona her kolaylığı sağlarız.”43
Prusya sarayı için alışılmış bu sözler, Fransızlar için pek de normal değildir.
Kral II. Friedrich‟in bu sözleri Alman arşivlerinde günümüze kadar ulaşmıştır.
Yine aynı yıllarda Johann Wolfgang von Goethe‟nin Osmanlı ve İslam ile
ilgili açıklamaları da iki ülkenin yakınlaşmasına ivme kazandırmıştır. Prusya
Avrupa‟da kendisi ile rekabet halindeki büyük ülkeleri ancak Osmanlı Devleti gibi
sınırları hâlâ Belgrad civarında olan Osmanlı dostluğu ile dengeleyeceğini
hesaplamaktadır. Osmanlı pazarında Fransa ve Avusturya‟nın hakimiyetini iyi bilen
Prusyalılar kendi imarlarının bu ülke tüccarları kanalı ile Osmanlı topraklarına
girince rekabet şanslarının kalmadığının farkına vararak Osmanlı Devleti ile direk
ticarî ve siyasî anlaşmalar yapmak istemektedirler.
Kral‟ın danışmanı Rexin44 Osmanlı tahtını ziyaret ederek iki ülke arasında
ittifak anlaşması teklif etmiştir. Avusturya, Fransa ve Rusya gibi büyük devletlerin
tepkisini dikkate alan Osmanlı Devleti ittifak anlaşması yerine 1761 yılından itibaren
geçerli olacak şekilde “Kapitülasyon yerine geçecek bir serbest ticaret anlaşması“
imzalayarak iki ülkede karşılıklı elçilik açılması konusunda anlaşma imzalar.
43
Çelik, A.g.e. s. 249
44
Albayrak Dr. Mustafa, “Osmanlı Alman İlişkilerinin Gelişimi” Ortadoğu Teknik Üniversitesi
Yayınları, s.1, Erişim tarihi: 18 Mayıs 2012, saat 12.02
17
Almanlara Tarabya sırtlarında, Osmanlılara ise Berlin‟de Colombiadamm caddesinde
verilen karşılıklı mezarlık araziler de gelecekteki ilişkilerin giderek artacağına işaret
etmektedir. Berlin‟de açılan Osmanlı Sefaretinde 2 Kasım 1763 günü 73 kişilik
maiyeti ile Ahmet Resmi Efendi ilk Osmanlı elçisi olarak göreve başlamıştır.45
İki ülkenin karşılıklı siyasî temsilci bulundurmaları ilişkilere verdikleri
önemi göstermektedir. İstanbul‟daki Prusya daimî elçisi yeni olmasına rağmen
sarayda yüksek kâbul görmekte, hatta çabuk gelişen dostluk diğer Avrupa ülkelerini
bile kıskandıracak düzeyde seyretmektedir. Askerî alanda disiplinli bir ordu kurarak
kısa zamanda önemli bir güç olan ve kıtalar arasında çok sayıda Müslüman askere
de sahip olan Prusya ile Osmanlı İmparatorluğu arasında 1790 yılında imzalanan
anlaşmaya göre Osmanlı‟nın Avrupa coğrafyasında bozulan dengesine yardımcı
olmak üzerere ilkbaharda büyük bir saldırıya geçme konusunda anlaşan Prusya,
diğer Avrupa devletlerinin tam aksine Türkler ile olan dostluğunu öne çıkarmakta ve
bu dostluğun geleceğine güvenmektedir. Anlaşmadaki Osmanlı Devleti‟nin vaatleri
ise, bu ülkenin Avusturya ve Rusya ile olan anlaşmazlıklarda bu ülkeye siyasî destek
vadederken diğer bir önemli husus ta Akdeniz‟de diğer ülke gemilerine tanınan ticarî
kolaylıklar olacaktır.46
Bir asır önce Viyana savunmasında birinci derecede rol oynayan Prusya
güçleri artık Türkler ile yakın ilişki içinde ve geleceğin şekillenmesinde önemli
kararların merkezi konumuna gelirken, Avrupa ülkeleleri arasındaki rekabeti
artırmak isteyen Osmanlı Devleti bu ülkeyi Avusturya, Fransa ve Rusya ile eşit
şartlarda gören bir politika izleyince ilişkiler beklenenden çok daha hızlı gelişme
trendinde seyretmiştir. Napolyon‟un Rusya, Osmanlı ve Avusturya topraklarına
yaptığı askerî harekâtlardan Prusya da nasibini alınca 1806 yılında kapanan Prusya
elçiliği 1811 yılında tekrar açılmıştır.
18. Yüzyılın başından itibaren birinci lig devletler statüsünü Osmanlı‟nın da
desteği ile alan Prusya, ilerleyen yıllarda Osmanlı devletini uzun yıllar devem
edecek stratejik ortak olarak görmeye başlamıştır. Bir tarafta yeni dış pazar arayan
45
http://www.preussen-chronik.de/episode_jsp/key=chronologie_003420.html, Erişim tarihi:
10. Mayıs 2012, saat. 9.20; Çelik Latif, “Almanya‟da Türk İzleri“ Logophon Verlag, Mainz 2008,
s. 66-71.
46
Karal Enver Ziya, “Osmanlı Tarihi“ Cilt: 5, 3. Baskı, Ankara, 1970, s. 18.
18
ve gelişen sanayisinin gücü ile siyasî başarılar sağlamaya çalışan Prusya, diğer
tarafta ise Avrupa‟dan kendisine teknoloji transferi yapabilecek kabiliyette samimî
bir müttefik arayan Osmanlı Devleti vardır ve üstelik dönemin bütün büyük ülkeleri
de bu iki ülke ile ciddî bir rekabet halindedir.
Yine her iki ülkenin topraklarına tecavüz eden ve etmesi imkan dahilinde
olan ülkelerde de yine aynı coğrafyadaki benzer ülkelerdir. İki milletin ilişkilerinin
seyrinde tarihî kaderin de önemli etkisi ortaya çıkmaktadır. Gerek Avrupa gerekse
Ortadoğu siyasetlerinde iki ülkenin uzun yıllar devam edecek çeşitli alanlardaki
işbirlikleri belirleyici olacaktır. Her iki ülke de karşı taraf ile olan ilişkilerini başka
ükeler ile olan rekabetlerinde sürekli pazarlık-güç unsuru olarak ortaya koyacak ve
bunu üçüncü ülkelere karşı caydırıcılık unsuru kullanmaya gayret edeceklerdir.
Türkler ve Almanların ortak enerjisine odaklanan Avrupa‟nın diğer büyük devletleri
savunma harcamalarını daha da artıracaklardır.
1.5. 1878 Berlin Kongresi’nin İkili İlişkilere Etkisi
Sürekli yapılan değişiklikler ile deneme tahtasına dönen Osmanlı toplumu ardı
arkası gelmeyen yenilgiler ile ciddî bir çöküş yaşamıştır 19. yüzyılın son çeyreğinde.
Yapılan reformların halka inemeden kağıt üzerinde kalması devlet bünyesindeki
çürümeyi önleyemezken anî bir ilerleme ile Tuna‟yı geçen kalabalık Rus Ordusu‟nun
İstanbul kapılarına dayanması Türk insanının belleklerinde uzun dönem silinmeyecek
izlerin yerleşmesine sebep olmuştur.47 1877 yılında Türk tarihinde 93 harbi olarak
bilinen ve aynı anda hem Balkanlar hem de Doğu Anadolu‟dan Osmanlı topraklarına
saldırıya geçen Rusların hızlı yürüyüşü, Avrupa devletlerini telaşa düşürmüştür.48
47
http://www.batitrakya.org/bati-trakya/hukuki-statu/osmanli-rus-savasi.html;
04.05.2012, saat 18.33
48
Son asır Türkiye tarihinin dönüm noktalarından birini teşkil eden ve Rumî 1293 tarihine
rastladığından, Türkiye tarihlerine “Doksanüç Harbi" diye geçen 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı.
Erişim
tarihi:
19
Çarlık Rusyası Osmanlı‟yı Avrupa‟dan atmak, İstanbul‟u ele geçirmek, sıcak
denizlere inmek, Hıristiyanları korumak ve Slavların hamisi olmak gibi bahaneler ile
Osmanlı Devleti‟nin sürekli içişlerine müdahele ederken bu niyetlerini elde edebilmek
için Kırım Hanlığı‟nı işgal etmesinin ardından 24 Nisan 1877‟de Anadolu ve
Rumeli‟de aynı anda cepheler açarak ilerlemeye başlamıştır. Karadeniz‟in kuzey
doğusu ile Volga boylarındaki Türk ülkelerini istilâ ederek Türkistan‟a doğru açılan
Rusların emperyalist emellerine büyük Avrupa devletleri ancak Osmanlı Devleti‟nin
yanında yer alarak karşı çıkmışlardır. Balkanlarda Karadağ, Romanya ve
Bulgaristan‟ı konrolü altına alacak bir Rusya‟nın istediği anda sıcak denizlere
inmesine kimsenin engel olamayacağını bilen Avrupa devletleri Ayestefenos49
(Yeşilköy) anlaşması şartlarının tekrar gözden geçirilerek Avrupa barışını kalıcı hâle
getirmek istediklerini öne çıkararak Türk - Rus anlaşmasını uluslararası masaya
getirme
çalışmalarını
başlatırlar.
Gerçekte
hepsinin
düşüncesi
Osmanlı‟yı
kayırmaktan çok Ruslar‟ın bölgede bu kadar güçlenmesine engel olmaktır. Bu
anlaşma ile Balkanlarda kesin hâkimiyet sağlayan Rusların İngiltere‟nin Hindistan
hakimiyetini, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu‟nun ise Bosna - Hersek‟i kolayca
ilhakına set çekilmiş oluyordu. İstanbul‟daki İngiliz, Fransız, Avusturya ve Prusya
Büyükelçileri Bab–ı Ali‟ye anlaşmanın şartlarının ağır olduğu ve yeni bir konferans
toplandığında belli maddelerde Osmanlı Devleti lehine değişiklikler yapılacağı
konusunda güvence vererek Avrupa‟da uluslararası bir konferans toplanmasına önce
Osmanlı Devleti‟ni ikna etmişlerdir. Rus askerî gücü karşısında oldukça zayıf kalan
Osmanlı ordusunun uğradığı ağır yenilgiden sonra Osmanlı Devleti artık bu tarihten
sonra Avrupa devletlerinin kendi aralarındaki rekabetten faydalanmanın yollarını
arayacaktır. Sultan II. Abdülhamit‟in dünden razı olduğu uluslararası konferans için
batılı ülekeler bu sefer Rusya‟ya baskı yapınca tarafların kalıcı ve adaletli bir anlaşma
49
(1877-1878) Osmanlı-Rus Savaşı sonunda imzalanan barış antlaşmasıdır. Rusların batıdan
Yeşilköy‟e (eski adı Ayastefanos), doğudan Erzurum‟a kadar ilerleyince Osmanlı İmpartorluğu,
barış istedi. Yeşilköy‟de 3 Mart 1878‟de yapılan anlaşma oldukça ağır koşullar içeriyordu. Buna
göre; Sırbistan, Karadağ ve Romanya tam bağımsızlık kazanacak ve sınırları genişletilecekti. 2Büyük bir Bulgaristan Prensliği kurulacak, Prensliğin sınırları Tuna‟dan Ege‟ye, Trakya‟dan
Arnavutluk‟a uzanacaktır. 3-Bosna-Hersek‟e otonomi verilirken, Kars, Ardahan, Artvin, Batum,
Doğubeyazıt ve Eleşkirt Ruslara bırakılacaktı. Teselya Yunanistan‟a bırakılırken Girit ve
Ermenistan‟da ıslahat yapılacaktır. Islahatta Ruslar Ermenilerin hamisi konumundadır. Osmanlı
Devleti ise Rusya‟ya 30 bin ruble savaş tazminatı ödeyecekti. Ayastefanos Antlaşması, Osmanlı
devrinde Sevr Antlaşması gibi kâğıt üzerinde kalan bir antlaşmadır.
20
için masaya orturmaları görüşü kâbul görmüştür. Özellikle Rusların Osmanlı Devleti
sınırları içinde yaşayan Slav asıllıların, Ortodoksların ve Ermeni azınlığın hamisi
olarak gösterilmesi Avrupalıların değiştirilmesini istediği en önemli maddelerden50
idi. Konferans yeri başlangıçta Paris olarak ortaya çıksa da Prusya ile gelişen ilişkiler
ve diğer Avrupa ülkelerine göre son yıllarda daha az sorun yaşanan bir ülke olması da
öne çıkınca uluslararası kongrenin Berlin‟de toplanması karara bağlandı. Rus Çarı
Osmanlı Devleti‟ne istediği şartları dikte ettirerek Tuna‟ya doğru geri çekilse de
Avrupa ülkeleri arasında konu ile ilgili ciddi bir rekabet başlamıştır. Rusların
bölgedeki artan etkisinin uzun vadede kendileri için de önemli stratejik engeller
olarak ortaya çıkacağını hesaplayan büyük güçler Berlin Kongresi öncesi alınan
kararlara etki etmek için hazırlanmışlardır.51 Osmanlı Sarayı için Rus tehlikesini
dengelemenin artık tek yolu Berlin Kongresi‟nde 1878 Ayestefenos Anlaşması‟nın
şartlarının hafifletilmesi için tekrar masaya getirilmesine destek vermektir.
13 Haziran 1878 günü Berlin‟de Bismarck‟ın açış konuşması ile başlayan
kongrede Osmanlı Devleti Alman asıllı bir Osmanlı Paşası52 olan Mehmet Ali Paşa
tarafından temsil edilmiştir.53 Tarafların özel temsilcilerinin yanında, Berlin‟de
50
Rusya kadar Avrupa ülkeleri ile de ciddi ilişkileri bunlunan Osmanlı Emenileri‟nin tek koruyucusu
konumunda Rusya‟nın görünmesi İngiltere‟yi rahatsız etmektedir. "Ermenistan‟dan Rusya askerinin
istilası altında bulunup Osmanlı Devleti‟ne verilmesi gereken yerlerin boşaltılması oralarda iki
devletin dostane ilişkilerinde zararlı karışıklıklara yol açabileceğinden, Osmanlı Devleti
Ermenilerin barındığı eyaletlerde mahalli menfaatlerin gerektirdiği ıslahat ve düzenlemeyi vakit
kaybetmeksizin yapmayı ve Ermenilerin Kürtlere ve Çerkezlere karşı güvenliklerini sağlamayı
garanti eder" şeklindeki cümle Berlin Kongresi sonucu "Osmanlı Hükümeti, halkı Ermeni olan
eyaletlerde mahalli ihtiyaçların gerektirdiği ıslahatı yapmayı ve Ermenilerin Çerkez ve Kürtlere
karşı huzur ve güvenliklerini garanti etmeyi taahhüt eder ve bu konuda alınacak tedbirleri devletlere
bildireceğinden, bu devletler söz konusu tedbirlerin uygulanmasını gözeteceklerdir" şeklinde
değiştirilecetir. İngiltere de bundan sonra Ermeniler üzerinde Rusya ile söz sahibi olacaktır. Bkz:
http//www.ermenisorunu.gen.tr/turkce/sorun/index.html; Erişim tarihi: 03.05.2012, saat 20.50
51
Rusların Akdeniz‟e inmeleri İngiltere ve Fransa donanmaları için hayati önemde tehlikedir. Güçlü
bir Rusya ile karşı karşıya olmaktansa zayıf bir Osmanlı ile anlaşarak yaşamak bu iki ülke için çok
daha önemlidir. Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ise Balkanlardaki Slavlaşmadan
çekinmektedir. Osmanlı Devleti‟nin her geri çekilmesinden sonra yeni komşularının Ruslar
olduğunu farkeden Katolik Avusturya‟nın Rus ilerleyişinden tedirginliği sürekli artmaktadır. Sanayi
devriminden en başarılı çıkan Avrupa ülkesi olarak Prusya Osmanlı pazarındaki etkisini giderek
artırmak isterken Balkanlardaki Rus yayılmacılığının kendisi için ciddi bir tehlike arzedeceğini
hesaplamaktadır. Avrupa ülkelerinden Berlin Kongresi‟ne katılanlar bu asgari menfaatlerini
muhafaza ettikten sonra fazladan alacaklarını da kazanç olarak görmektedirler.
52
Çelik Latif, “Almanya‟da Türk İzleri“ Logophon Verlag, Mainz 2008, s. 186.
53
Çelik Latif, “Almanya‟da Evden Kaçtı, Osmanlı‟da Paşa Oldu“ Ortadoğu Gazetesi, Almanya
Baskısı, 5 Kasım 2006, s,13
21
akredite olan büyükelçileri de son dönem Avrupa coğrafyasındaki önemli sınırların
çizilmesinde derin izler bırakan uluslararası buluşmaya şahitlik etmişlerdir.54
Osmanlı Devleti‟nin Ruslara karşı korunmasından çok, alınan menfaatlerin
Avrupa Devletleri arasında daha adil paylaşımını hedefleyen Berlin Kongresi‟nin
galibi aslında ne Ruslar, ne de İngilizlerdir. Osmanlı Devleti ise hiç değildir. Yakın
bir gelecekte Osmanlı Devleti‟nin yumuşak karnı Balkanların daha çok kaynamaya
başlaması ve Ermeni isyanlarının 1878 sonrası hızla artması da bu iddiayı
doğrulayacak niteliktedir.55 Bu yüksek lisans çalışmasının ana konusu olan Türk Alman ilişkileri açısından bakıldığında kongreye ev sahipliği yaparak arabulucu
konumunda olan ve Türk delegesyonuna gösterdiği yakın ilgi ile Osmanlı Devleti‟ne
“Avrupa‟da benden başka size destek çıkan başka hiç bir devlet yok“ hissine Sultan
- Kayzer dostluğu da ekleyerek ortaya koyan Almanya‟nın uzun vadede hangi
menfaatleri elde ettiği görülecek ve iki millet arasında yoğun bir ilişki dönemine
girilecektir.
1.6. Alman Danışmanlar Türkiye’de
18. asır başından beri modernizasyon için sürekli çaba içinde olan Osmanlı
İmparatorluğu hedefine hiç bir zaman tam olarak ulaşamasa da sürekli teknoloji
transferlerini hedef alan politikalar yürütmüştür. Batı ülkelerinin giderek artan
emperyalist iştahları, buna bağlı olarak birbirleri arasındaki rekabet ve gerekse
54
55
13. Haziran 1878 günü Bismark‟ın açış konuşması ile başlayan kongrede Andrássy - Heinrich von
Haymerle Avusturya - Macaristan İmparatorluğu‟nu, Benjamin Disraeli ve Robert Arthur Salisbury
İngiltere‟yi, Alexander Gortschakow ve Peter Schuwalow Rusya‟yı, William Henry Waddington ve
Paul Desprez Fransa‟yı, Luigi Corti ve Eduardo de Launay İtalya‟yı, Alexander Carathéodory ve
Mehmed Ali Paşa ise Osmanlı İmparatorluğu‟nu temsilen masaya oturmuşlardır. Kongrede
sekreterya ise Almanya Federal Dışişleri Bakanlığı‟ndan özel temsilciler Bernhard Ernst von Bülow
ve Chlodwig zu Hohenlohe-Schillingsfürst tarafından yürütülmüştür. (Bundesarchive, Deutsche
Geschichte).
Bkz. Halaçoğlu Yusuf, “Ermeni Tehciri“, Babıali Kültür Yayıncılığı, İstanbul 2012.
22
Osmanlı Devletinin iç isyanları sanayileşme hamlesine geçişi sağlayamamasındaki en
önemli nedenlerden biri olmuştur. II. Viyana kuşatması sonrası gelen hezimeti uzun
yıllar sadece askerî bir kayıp olarak gören Osmanlı Sarayı zaman içinde bu
başarısızlığa neden olan sebepleri ortaya çıkarmak için ancak II. Mahmut devrinde
konuya ciddî şekilde eğilecektir.56
Yenileşme hareketinin doğal sancılarının Osmanlı Devleti‟nde de ortaya
çıkması normal olsa bile eğitim seviyesi çok düşük, geniş bir coğrafyaya yayılan çok
uluslu Osmanlı toplumunun rönesans ve reform dalgalarının içinden dirilerek çıkan
sanayileşmiş Avrupa‟nın karşısında durması artık imkansızdır. Avrupa ülkelerinden
biri tarafından ortaya atılan ve günümüz gelişmesinin temeli sayılabilecek telefon,
buharlı gemi, matbaa ve diğer küresel icadların kısa bir süre sonra diğer ülkelerde de
ortaya57 çıkması Avrupalıların kendi aralarında bilimsel anlamda bölüşmeyi de
başarabildiğinin işaretidir.
Gerileme devrinde uzun yıllar saray-bürokrasi-halk üçgeni arasındaki
tartışmaların bir sonuca ulaşamaması rönesans ve reform hareketleri öncesindeki Orta
Avrupa toplumları ile büyük benzerlikler göstermektedir. Dünyanın yuvarlak
olduğunu iddia eden bilgini hapse atan, atın ağzındaki diş sayısı için İncil‟e bakın
diyen 15. yüzyıl Avrupası ile “matbaa Osmanlı Devletine gelse de İslam ile ilgili
kitapları basmamalı“ diyen bakış açısı arasında büyük benzerlik vardır. İkisi
arasındaki tek fark, Avrupa‟nın benzer zorlukları Osmanlı toplumundan 2 asır önce
yaşamış olmasıdır.
Osmanlı Devleti kılınç-kalkan devrinin sona erdiğini, ateşli-barutlu silahların
(Türkçe: Frenk Ateşi) savaş meydanlarına kesin sonucu aldığına inandığında Avrupa
bir çok hastalığa karşı aşı kullanmaya başlamış, buharlı gemi, telefon ve otomobil,
halk kitleleri tarafından kullanlır duruma gelmiştir. Bugünkü tankların temeli
sayılabilecek motorlu taşıtlara ağır silahların monte edilmesi ile Osmanlı Devleti ve
Avrupa arasındaki güç dengesi Türkler aleyhine günümüze kadar gelen bir gelişme
göstermiştir.
56
Karl Teply, “Kara Mustafa vor Wien - 1683 aus der Sicht türkischer Quellen“ Styria Verlag, Wien
1982, s. 44.
57
http://yenicag-da-avrupa-yeni-buluslar-cografi-kesifler-cografi/2901645, Erişim tarihi: 04.05.2012,
saat 22.05
23
İmparatorluk Türkiyesi‟nin başkenti gereksiz tartışmalar ile zaman geçirirken
Avrupa ülkelerinin arka arkaya yeni icadları kullanılır hale getirmeleri, Osmanlı
Devleti‟nin bunları ithal etmek istediğinde ise -ancak- önemli tavizler karşılığında
verilmesi veya hiç verilmemesi, verilse bile aşırı faizli kredilerin kullanılması
ilerleyen dönemlerde devletin maliyesine de ciddî yükler getirecektir. Bütçesinin
önemli bir kısmını yeni fetihler ve Hıristiyan tebanın ödediği vergilerden sağlayan
Osmanlı Devleti, bir yarayı tedaviye uğraşırken başka yerden daha büyük sıkıntıların
başgöstermesini bir türlü önleyememiştir.
1.6.1. Osmanlı Ordusu’nun Yeniden Dizaynı
Osmanlı Devleti modernleşme için ilk Fransa‟nın kapısını çalmasına rağmen
olumlu cevabın III. Friedrich Wilhelm‟den gelmesi Osmanlı Devleti nezdinde bu
ülke açısından önemli bir etki yapmıştır.58 Osmanlı Sultanı‟nın ricası üzerine Prusya
Kralı, aralarında yüzbaşı von Moltke‟nin de dahil olduğu 4 subayı eğitmen olarak
İstanbul‟a göndermiştir.59 Zaman içinde giderek gelişecek ve ordu modernizasyonu
dışındaki sahalara da kayacak olan işbirliğinin öncüleri olan Prusyalı eğitmenler,
Osmanlı Ordusu‟nda kısa zamanda büyük sempati toplamayı başarmışlardır.
Ayakta kalabilmeyi kendi gücünden çok ileri Avrupa ülkelerinin kendi
aralarındaki rekabete bağlayan devletin dış politikası tamamen devletlerarası
ilişkilerdeki ince noktaları yakalamaya odaklanmışken diğer sahalarda artık
Avrupa‟nın hatırı sayılır bir ülkesi konumunda olan Alman uzmanlardan daha çok
yararlanmanın yollarını aramaya başlamıştır.60 Rusya‟nın düşman tavrı, İngiltere‟nin
58
Jehuda L. Wallach, “Bir Askeri Yardımın Anatomisi“, Çev. Fahri Çeliker, Genelkurmay Basımevi
Ankara 2005, s. 9.
59
A.g.e., s. 10.
60
Ortaylı İlber, “Osmanlı İmparatorluğunda Alman Nüfuzu“ Kaynak Yayıncılık, İstanbul 2006, s. 78.
24
güven vermemesi, Fransa‟nın küçümsenmesi Sultan II. Abdülhamit‟e Prusya‟dan
başka bir imkan da bırakmamaktadır.61
Otto von Bismarck‟ın denge politikası yerine artık dünya siyaseti izlemeye
başlayan Almanya, 1878 Berlin Kongresi ile elde ettiği kazanımlarını hayata
geçirmek için 14 Temmuz 1880‟de Osmanlı Devleti emrine çok sayıda eğitmen ve
danışman göndermeyi kabul etmiştir. Osmanlı Devleti ise kurtarıcı olarak beklenen
Alman uzmanların Türk üniforması ile ordu ve devlet kademelerinde görev
yapmalarını kabul etmiştir.62 Türkiye‟ye gelen Alman uzmanların süratle üst
rütbelere terfi ettirilmesi de Alman askerî personele oldukça câzip gelince Osmanlı
ordusunda görev yapmak isteyenler birbiri ile yarışır hale gelmişlerdir.
Osmanlı Devleti‟nin büyük ümitlerle davet ettiği Kaehler‟in 1885 yılında
ölmesi üzerine Colmar von der Goltz olağanüstü yetkiler ile Alman askerî heyetin
başkanlığına getirilir. Görev yaptığı süre içinde 4.000 sayfaya yakın dokümandan
oluşan Türkçe broşür ve ders kitabı yayınlayan von der Goltz, aynı zamanda devletin
dış politika ve çeşitli çalışmalarını günü gününe rapor olarak sunduğuna bakılırsa
Almanların Türkiye‟ye olan ilgisi de giderek artmaktadır.63 Türkiye‟de görev yapan
Alman askerî uzmanların kendi ülkelerine gönderdiği raporlardan Osmanlı
Devleti‟nin acı gerçeğini öğrenmek te mümkün. Dr. Yavuz Özgüldür dönem ile
ilgili olarak şunları kaydetmektedir:
“Avrupa Ordularına oranla ilkel bir yapıya sahip, uzun süreden beri atış ve
talim yapmayan, günlük eğitimi eksik, düzenli maaş almayan bir ordudan netice
almak mümkün değildir. Reorganizasyon konusundaki raporlarımız ise yürürlüğe
konmaktansa hasıraltı edilmektedir.“64
61
Özgüldür Yavuz, “Yüzbaşı Helmut von Moltke‟den Mareşal Liman von Sanders‟e Osmanlı
Ordusunda Alman Askeri Heyetleri“, Ankara Üniversitesi Yayınları, s. 299.
62
Ortaylı İlber, a.g.e., s. 31.
63
Lothar Rathmann, “Alman Emperyalizminin Türkiye‟ye Girişi“, çev. Ragıp Zaralı, İstanbul 1982, s.
71.
64
Özgüldür Yavuz, “Yüzbaşı Helmut von Moltke‟den Mareşal Liman von Sanders‟e Osmanlı
Ordusunda Alman Askeri Heyetler”i, Ankara Üniversitesi Yayınları, s. 302.
25
Osmanlı subaylarının bile sahip olmadığı bir çok askerî bilgi, öngörü ve
rapor Alman askerî danışmanlar sayesinde kısa sürede Berlin‟deki Genelkurmay
karargâhına ulaşmıştır. Bölge ile ilgili stratejik bilgiler ve Osmanlı Ordusu
hakkındaki askeri değerlendirmeler Almanya‟nın gelecekteki Ortadoğu planlamaları
için sistemli bir şekilde kullanılmıştır. Alman askeri uzmanların Osmanlı Ordusunun
modernizasyonu başladıkları çalışmalar 20. Yüzyıl başından itibaren Türkiye‟de
barışçı yayılma şeklinde kendini gösterecektir.
1.6.2. Osmanlı İmparatorluğu’nda Demiryolu İnşaatları
Osmanlı Devletine eğitmen ve danışman olarak gelen Alman askeri
danışmanlar ülkeleri için aynı zamanda iyi bir stratejisttirler. Türkiye‟den
gönderdikleri haberlerde devletin gereksinimleri, piyasası, gıda, ulaşım, eğitim ve
diğer alanlardaki ihtiyaçları Berlin‟e not edilirken aynı zamanda ciddi ekonomik
analizler ile belli tavsiyeler de beraberinde gitmektedir. Askeri uzmanların göreve
başlamasından kısa bir süre sonra Alman silah sanayiinin temsilcilerinin sıkça
ziyaret ettiği İstanbul‟da artık değişik sektörlerden başka yatırımcılar da göze
çarpmaktadır. Türkiye‟ye önce yol yapmayı ve arkasından bu yollarda kullanılacak
motorlu taşıtları da Alman firmaları vermeye hazırdırlar. Makinalaşma için açık ve
bâkir bir pazar konumundaki ülkeye Robert Bosch‟un temsilcilik vermesinin
akabinde demiryolu inşaası için, Osmanlı Devleti‟ne teklif sunmak isteyen Georg
von Siemens başkanlığındaki grup da pazar araştırmasına girmiş bulunmaktadır.
Osmanlı Devleti‟nden maddî menfaat sağlamak için kıyasıya bir rekabete
giren İngiltere, Fransa, Rusya ve Almanya arasındaki yarışta en önde olan Almanya,
uçsuz bucaksız topraklarda gerek stratejik gerekse ekonomik açıdan demiryolunun
önemine Osmanlı Sultanı‟nı inandırmayı başarmıştır. Bağdat Demiryolu projesi için
İstanbul‟a gelen Georg von Siemens, Deutsche Bank‟tan sağladığı proje finansmanı
26
ile 2.200 kilometre uzunluğundaki hattın yapımına talip olmuştur.65 Almanların
Türkiye‟de demiryolu yapmasını kendi menfaatlerine aykırı bulan İngiltere ile onun
yedeğindeki Fransa‟nın sürekli karşı çıkmasına rağmen İstanbul‟dan başlayan hat
Bağdat yakınlarına kadar döşenebilmiştir.
Demiryolu projesinde Almanların gösterdiği başarıdan etkilenen Sultan II.
Abdülhamit hattın Ankara‟dan doğuya doğru uzatılmasını teklif ettiyse de Bab-ı Ali,
küstah bir şekilde gelip sert protesto notası veren Rus Büyükelçisi‟nin tepkisi ile
karşılaşılınca hayata geçirilemedi. 1894 yılında Frankfurt‟ta kurulan Anadolu
Demiryolları şirketinin halka sunulan hisselerinde %40 kâr vadedilmesi Alman iç
piyasası için de ciddî bir hareketliliktir. Alman tarafının tespitlerine göre sorunsuz
yürüyen askerî işbirliği iki ordu arasında entegreyi sağlamıştır. Bunun Türkçe
açıklaması ise “Osmanlı ordusu tamamen Almanların kontrolündedir.“
Kayzer II. Wilhelm‟in 21 Ekim 1889‟da İstanbul‟u ziyaretinin ardından
imzalanan “Osmanlı - Alman Dostluk, Ticaret ve Gemicilik Anlaşması“ na en çok
sevinen de Alman yatırımcılar olmuştur. Krupp, Mannesmann ve Hanomag firmaları
Osmanlı Devleti‟nde yıllarca sürecek ihaleleri kazanırlarken demiryolunu yapan
Alman şirketlerine hat boyunca Alman kolonilerinin kurulması ile ilgili hiç kimsenin
sahip olamadığı imtiyazlar da bahşedilmiştir.66
Osmanlı ordusunun dışında Osmanlı ekonomisi de Almanya‟ya entegre
olmuş, ülkenin en basit ihtiyaçları bile Almanya ve Alman aracıların çalışmaları ile
Avrupa‟dan sağlanır olmuştu. Giderek daha çok borç ve buhran sarmalına giren ve
memuruna bile düzenli maaş ödeyemeyecek duruma gelen Türk Ekonomisi
üzerindeki Alman etkisi azımsanmayacak boyutlara erişmiştir. Gelen Alman
heyetler,
istediği
ürünü
Türkiye‟ye
istediği
şartlarda
satmayı
çok
iyi
başardıklarından Türkiye pazarı oldukça cazip konumdadır. Osmanlı Devleti‟ne
65
Pohl Manfred, “Von Stanbul nach Bagdat“ Pieper Verlag, München 1999, s. 11.
66
Pohl, a.g.e., s. 77.
27
teknolojik yenilik, askeri malzemeler ve diğer stratejik ürünlerin tamamına yakını
Almanya‟dan ithal edilir duruma gelmiştir.67
Ekonomi alanındaki bu kötü gidiş dış politikayı da etkileyecek, Osmanlı
Devleti
sonuçlarını
hiç
düşünmeden
Alman
Genelkurmay
Karargâhının
yönlendirmesi ile çok ciddî risklere bile evet diyecek bir ülke konumuna gelecektir.
Adı sömürgecilik olmasa bile, özellikle 1878 Berlin Kongresini takip eden dönemde
başlayan Türk - Alman ilişkileri, Osmanlı Devleti‟ne içinden çıkılmaz bir sorunlar
yumağı hediye etmiştir. Birinci Dünya Savaşı sürecinin ele alınacağı bölümde de
görüleceği üzere Almanların Osmanlı Devleti üzerindeki etkisi ordu başta olmak
üzere diğer bir çok kurumda da hissedilir orandaydı denebilir.
1.6.3. Osmanlı - Alman Eğitim İlişkileri
Almanya‟nın Türkiye‟de eğitim yolu ile barışçıl yayılma politikası 20. yüzyıl
başlarında Berlin‟de kurulan “Auslandsverein“ler ile başlar.68 Bu dernekler
Almanya‟nın Orta Doğu coğrafyasına açılan stratejik bilgi toplama kurumlarıdır.
Alman eğitimcileri Türkiye‟ye gelmeye teşvik ederek yine Alman işadamlarının
bağışları ile açılan okullarda Almanya‟ya sempati ile bakan ve gelecekte Türk Alman
ilişkilerinde
olumlu
rol
oynayacak
ara
elemanların
yetiştirilmesi
hedeflenmiştir. 1895 yılında “Vorderasiatische Gesellschaft“ (Ön Asya Cemiyeti),
1901‟de kurulan “Münchner Orientalische Gesellschaft“ (Münih Doğu Cemiyeti) ve
1904‟de kurulan “Deutsche Gesellschaft für die Erforschung Anatoliens“ (Anadolu
Araştırma Cemiyeti) bu kurumların en önemlileridir. I. Dünya Savaşı‟ndan kısa bir
süre sonra bunlardan Anadolu Araştırma Cemiyeti isim değiştirerek Alman-Türk
Cemiyeti (Almanca: Deutsch-Türkischer Verein) adını almıştır. İktidardaki genç
Osmanlıları çok iyi kontrol eden cemiyet, 1918 yılı sonlarına kadar Türk-Alman
67
68
Çelik Latif, “19. Yüzyılın Sonunda Türk - Alman İlişkileri“ Birlik Gazetesi, Almanya Baskısı,
Haziran 2005, s. 6-9.
Çelik Latif, “Die Friedliche Expansionsstrategie der Deutschen in der Türkei mittels Bildung und
Erziehung“ Logophon Verlag, Mainz 2010, s. 114.
28
ilişkilerinin her safhasında son derece önemli çalışmalara imza atarak ikili ilişkilerde
derin izler bırakmıştır.
Avrupa‟da ciddi bir güç olan İngiliz - Fransız ekseni karşısında denge
kurmak ve yeni yayılma alanları aramak, tıkanan Alman sanayisi için yeni pazarlar
bulmak Almanya için olmazsa olmazlardandır. Kayzer‟in Sultan ile olan dostluğu da
hesaba katıldığında Almanya‟nın önünde hiç bir engel yoktur. Bismarck‟dan bu
yana ülkedeki kalburüstü entelektüeller de bu yönde görüş belirterek geliyorlardı.
Osmanlı Sultanı ile Alman Kayzer‟i ilk buluşmalarında birbirlerinden etkilenerek
ilerleyen yıllarda kardeşim diye hitabetmişlerdir. Balkan isyanlarındaki İngiliz
parmağını iyi bilen Osmanlı Devleti, Kuzey Afrika‟daki faliyetlerinden dolayı zaten
Fransızlar ile bir türlü düzelmeyen ilişkileri sürdürürken kuzeydeki Rus tehlikesini
de bunların üzerine koyunca Almanya ile ilişkilerde doğabilecek her engeli süratli
bir şekilde kaldırmıştır.
20. Yüzyıl başından itibaren Osmanlı Devletinde çok sayıda askeri personel
ile demiryolu çalışanı olduğu görülmektedir. İlişkiler çeşitli sahalara yayıldıkça
ortaya ciddi bir tercüman ve çeviri açığının çıktığı görülünce Türk okullarnda
Almanca‟nın öğretilmesi için harekete geçilmiştir.69 Osmanlı Devleti‟nden alınan
izin ile Türkiye‟de Alman Okulları açılır. Almanya‟da yerleşik dernekler tarafından
koordine ve finanse edilen bu okullardan Halep Alman Okulu, Bağdat Alman
Okulu, Haydarpaşa Alman Yatılı Okulu, Yedikule Alman Okulu, Kudüs Alman
Protestan Okulu, İstanbul Alman Okulu ile İzmir Özel Alman Meyerstein Okulu
Almanya için önemli eğitim kurumlarıdır.
Okulların finansmanı Alman sanayiciler, işadamları, çiftçiler ve Bavyera
Bölgesi halkı tarafından sağlanmıştır. Alman dernekleri Osmanlı topraklarındaki
Alman yatırımları konusunda halkı bilgilendirirken açıkça “Almanya için yeni hayat
sahası“
diye
milliyetçi
propaganda
yaparak
halk
desteğini
kolayca
kazanabilmişlerdir. Güçlü milliyetçi duyguları ile tanınan işadamı Robert Bosch
Osmanlı İmparatorluğu‟nda kazandıklarının önemli bir bölümünü bu ülkedeki
69
Kloosterhius Klaus, “Deutsch-Türkisch Vereinigung Jahresbericht 1916“ Berliner Verlag 1995,
s.142.
29
Almanca dili ve kültürünün gelişmesi amacı ile eğitim yatırımı olarak bu okullara
aktarmıştır.
Türkiye‟deki Alman Okullarını kuran ve maddi olarak destekleyen stratejik
dernekler Almanca bölüm açan ya da müfredatına Almanca dilini koyan Türk
okullarına da destek vermeye başlar. Bursa İttihad ve Terakki Eğitim Merkezi,
Eskişehir Sanat Okulu, Kadıköy Yetiştirme Yurdu, Nişantaşı Kız Okulu, Íişli Kız
Meslek Okulu da zengin Alman aileleri ve sanayiciler tarafından en çok desteklenen
okulların başında gelmektedir.70
1915 yılında Almanya genelindeki bir çok gazetede Türkiye ile ilgili tanıtım
yazıları yer almaktadır.71 Hükümet, siyaset ve bürokrasi işadamlarına geleceğin
parlayan yıldızı Türkiye‟ye yatırım yapın çağrısında bulunmuştur. Türk - Alman
Cemiyeti‟nin en önemli beyin takımlarından olan Ernst Jaeckh, Türklerin Alman
kültür emperyalizminden rahatsız olmamaları için konferansların konuşmacılarından
Türkiye‟nin Almanlaştırılmayacağının sık sık vurgulanmasını özellikle istemiştir.
Ekonomi ve siyaseti birarada götürmek için eksiksiz şekilde işleyen projenin 1917
yılındaki maliyeti 70.000 Marktan fazladır.72
Türk-Alman Cemiyeti tüzüğü gereği sağlık eğitimi alanında da Osmanlı
topraklarında yatırım yapmıştır. 1916 yılında İstanbul‟da büyükelçi olan Richard
von Kühlmann‟ın gayreti ile Alman hastanesinin yapımına başlanır. Kühlman‟ın
projesine Alman Dışişleri bakanlığı ve Sağlık Bakanlığı onay verince Osmanlı 6.
ordusunda danışman olan Rodenwald‟ın İzmir Alman hastanesi bünyesindeki
“Bulaşıcı Hastalıklar Enstitüsü“nü kurar. Almanların Türkiye‟deki sağlık yatırımları
ordu üzerinden de mümkün olduğunca Türk topumuna ulaştırılmaya çalışılmıştır.
Özellikle Alman propagandasına malzeme olacak şekilde hazırlanan sağlık
merkezleri ülkenin çeşitli yerlerinde açılmıştır.73 İstanbul Emirgan‟da açılan
70
Çelik Latif, “Die Deutschen unterstützten auch türkische Schulen“ Logophon Verlag, Mainz 2008,
s. 118.
71
Radt Barbara “Geschichte der Teutonia“ Ergon Verlag, Würzburg 2001, s. 44.
72
Radt, a.g.e., s.47.
73
Çelik, a.g.e., s. 119.
30
Akdeniz Alman Polikliniği ve sağlık lisesi ise Alman askeri personeli tarafından
işletilen ve fakir halka sağlık hizmeti sunan bir kurumdur. İstanbul Alman Sosyal
yardım Derneği Hastanesi, huzurevi ve kreş bölümleri ile 1916 yılı İstanbulun‟da en
önemli Alman sağlık kurumlarından biri konumuna gelir. İstanbul Moda‟da kurulan
Alman bayan Kannengiesser‟in polikliniğinin cemiyet bütçesi ise yılda 4.000
Mark‟dır. İzmir‟deki Alman hastanesinin Enfeksiyon hastalıkları enstitüsü ise
Hamburg bölgesindeki zenginler tarafından desteklenmiştir. Alman sağlık
yatırımları yine de İngiliz ve Fransızların etkisine ulaşamasa da Osmanlı
Toplumu‟na sağlık alanında ciddi katkı sağladıkları görülmüştür.74
Türkiye‟de
açılan
eğitim
kurumlarının
birinci
hedefi
Osmanlı
İmparatorluğu‟ndaki Alman barışçıl yayılmacılığının önünü açmaktır. Daha çok
Türk gencinin Almanca bilmesi hem kendilerinin iki dile vakıf eleman ihtiyaçlarını
karşılayacak, hem de Alman dili ile birlikte Alman kültürü de Türkiye‟de daha çok
tanınacaktır. Türkiye‟ye çok sayıda işadamı, akademisyen, jeolog, mühendis,
arkeolog ve araştırmacılarını göndermek isteyen Almanya Türkiye ile ilişkilere çok
uzun vadeli bakarak ticaretin, siyasetin ve ilişkilerin gelişmesinin anahtarının dil
olduğunu
farkederek
üst
düzey
politikacıları
75
kültürününTürkiye‟de yayılmasını teşvik etmiştir.
arasında
Alman
dil
ve
Üst düzey Alman bürokrasisi
arasında “Handel folgt Sprache“ (Türkçe: Ticaret dili takip eder) siyaseti ile
Türkiye‟de barışçıl yayılmayı devlet politikası olarak görmüştür.76
II. BÖLÜM
BİRİNCİ DÜNYA SAVAÍI VE SONRASI
74
Çelik Latif, “Die Deutschen unterstützten auch türkische Schulen“ Logophon Verlag, Mainz 2008,
s. 120.
75
Jäckh Ernst, “Bildung Projekte in der Türkei“ Hartman Verlag, Berlin 1950, s. 34 .
76
Çelik Latif, “Die friedliche Expansionsstrategie der Deutchen in der Türkei mittels Bildung und
Erziehung“ Logophon Verlag, Mainz 2010, s. 116.
31
23 Temmuz 1914‟de başlayan I. Dünya Savaşı Avrupa‟daki kapitalist
rekabetinin sahaya inmesidir. Karadeniz‟deki Rus limanlarını bombalayan Osmanlı
müttefiki Alman denizciler gemilerindeki bayrak ve kafalarında fesler ile, Osmanlı
İmparatorluğu‟nu da son tangoyu oynaması için zorla sahneye çekmişlerdir.
Memurunun düzenli maaş alamadığı, şehirler arasında motorlu taşıtların geçeceği bir
yolu olmayan, maliyesi Düyun-u Umumiye‟nin kontrolünde ve ordusu Almanya‟nın
emrinde olan bir devletin oynadığı son kumar olarak tarihe geçecek olan I. Dünya
Savaşı Türkler açısından sonun başlangıcı olarak belleklerde kalmıştır. Kafkasya ve
İran‟ın istilaya kalkışılması, Süveyş kanalını geçip Kahire‟ye girme planları,
Makedonya, Dobruca ve Galiçya'ya birlikler gönderilmesi, Mısır, Sudan, Trablusgarp,
İran ve Hindistan'da ihtilâller çıkarma girişimlerinin hepsi kağıt üzerinde ve akıl
süzgecinden geçirilmeden yapılan planlar olduğundan, başlayan ama başarılamayan
girişimler olarak kalmıştır. Bazılarında geri çekilirken arkada onbinlerce insan kaybı
olan taarruzlardan bazen geriye canlı kimse dönmemiş ya da topluca esir
edilmişlerdir. Hepsinde ortak olan nokta, arzu edilen ile mümkün olan arasındaki akılmantık dengenin sağlanamamış olmasıdır.77
Düşman hakkında bilgi alamayan, çeşitli dillerde gelen bilgileri analiz eden
dairenin sadece bir dil konuşabilen bir er tarafından yönetilen bir haberalma teşkilatı
ile savaşa giren, her yönü ile savaştan önce bile ciddi organizasyon eksiklikleri olan
Osmanlı Devleti‟ne en hızlı bilgi -ama Almanların işine yarayacak bilgi- Alman
müttefiklerden gelmektedir. Osmanlı Ordusu‟nun genel harekat planlarını yapan,
İngilitere ve Fransa‟nın askeri gücünü üzerine çekmesi için yeni cephelerin açılmasını
da planlarına ekleyen Alman Genelkurmayı Osmanlı Devleti‟ni savaşın sonuna kadar
istediği gibi yönlendirmiştir. Bütün Arap Coğrafyasını, Trakya ve Ege adalarını
kaybeden Osmanlı Devleti temsilcileri 30 Ekim 1918 tarihinde Limni adasının
Mondros limanına demirleyen Agamemnon zırhlısında teslim anlaşmasını imzalarken
Türk Milleti‟nin tarihindeki bir perdeyi indirenler olarak tarihe geçmişlerdir.
Teslim şartlarına dayanılarak ülkenin birçok bölgesi galip devletlerce işgal
77
Kurtcebe İsrafil – Balcıoğlu Mustafa, “Birinci Dünya Savışı Başlarında Romantik Bir Türk –
Alman Projesi – Rauf Bey müfrezesi“ Ankara Üniversitesi Yayınları, 10573 pdf, s. 269.
32
edilmiş, ordu dağıtılmış, silah ve cephane galip devletlerin emrine verilmiştir.
Türklerin ana yurdu da, galip devletler arasında taksime uğramıştır. İtalyanlar
Antalya'ya, Fransızlar İskenderun, Adana, Mersin, Antep, Maraş, Urfa‟ya
girmişlerdir. Kars ve Batum‟u İngilizler işgal ederken, Trakya‟da Yunan ilerlemesi
sürmektedir. Düşman donanması İstanbul sularında demirlemiş, Çanakkale ve
İstanbul Boğazları tutulmuştur. İstanbul Hükûmeti İtilaf Devletlerinin baskı ve
kontrolü altındadır. Anadolu'nun her şehrinde işgal güçlerinin subayları dolaşmakta
ve İtilaf Devletleri temsilcisi sıfatıyla direktifler vermektedirler. Acı da olsa, 15 Mayıs
1919'da Yunan askerlerinin İzmir‟e girmesi üzerine bir gazetecinin verdiği işaret Türk
Milleti‟nin uyanmasına sebep olmuştur.78
Osmanlı Devleti‟nin çökmesi ve akabinde Anadolu‟da çeşitli şehirlerin
düşmanlar tarafından işgali üzerine milletin zihninde milli refleks ile Milli Mücadele
başlamıştır. 19 Mayıs 1919‟da Samsun‟a çıkan kurtuluş savaşının önderi Mustafa
Kemal 38 yaşında, olgun ve hayal peşinde koşmayan bir subaydır.79 Geride bıraktığı
askerlik ömrü boyunca önemli tecrübeler kazanmış, realist düşünen ve fikirleri
etrafında toplumu birleştirmeyi başaran bir şahsiyet olarak Erzurum ve Sivas
Kongreleri sonrası kurtuluş hareketinin lideri seçilmiştir. Anadolu‟nun önemli
şahsiyetlerini kendi fikirleri etrafında birleştirmeyi başaran bir lider olarak nihai
zafere giden yolun daha en başında ortak akıla önem veren, danışan, anlatan ve
kabul ettiren bir karizması ile öne çıkmıştır. Hırsla silaha sarılmadan önce akıl ile
millete gitmenin örneğini vererek zafer sonrası devlet idaresinin parlamenter
demokrasi olarak şekilleneceği konusunda da önemli işaretler vermişrtir.
2.1. Türkiye Üzerindeki Alman Menfaatleri
78
1881 ylında Selanik‟de doğan gazeteci Hasan Tahsin‟in asıl adı Osman Nevres‟tir. Ülkenin çeşitli
yerlerinde Hasan Tahsin takma adı ile Teşkilat-ı Mahsusa adına faliyet gösterdikten sonra 1918
yılında İzmir‟e yerleşir ve Hukuk-u Beşer (İnsan Hakları) gazetesini yayınlamaya başlar. İzmir‟i
işgale gelen ve seçkin Yunan Efzon Alayı‟nın en önünde bayrak tutan askerine, Kordonboyu‟nda
ilk kurşunu sıkarak Türk direnişini başlatan sembol kişi olarak tarihe geçmiştir.
79
Akbıyık Yasar – Eraslan Cezmi, Türkiye Cumhuriyeti Tarihi, II. Cilt, Ankara 2010, s. 1.
33
Alman Kayzeri II. Wilhelm Ortadoğu petrollerinin İngilizlerin eline geçmesini önleyip
Türkler ile beraber işletmek siyasetini gütmektedir. Geri kaldığı sömürgecilik yarışını barışçı
yolla faliyet gösterdiği Osmanlı Devletin‟de yürütmek isteyen Almanya giderek küçüleceğine
ama gelecekte de varolacağına inandığı Türkiye ile paralel bir siyaset yürütmek istiyordu.
Türklerin sahip olduğu tabii kaynaklar Almanya‟nın elinde olan endüstrinin sürekli ihtiyacı
olacak ve Türklerdeki enerjiye sahip olduğu takdirde diğer Avrupalı rakipleri ile rekabet
edebileceğine inanmaktadır. Osmanlı Devleti‟nin büyük bir pazar olması, zengin madenleri
elinde bulundurması, gelişme yolundaki Türklere Almanya‟nın sahip olduğu her şeyi satma
imkanının mevcut olması Almanların Türkler ile işbirliği yapma iştahını sürekli artırmaktadır.
Gerçekte Avrupa‟nın sanayileşmiş ülkeleri arasındaki rekabetin kızışması 1878 Berlin
Kongresi‟nin akabinde başlamıştır. 1879 yılından itibaren silahlanma konusunda Almanya‟nın
en büyük müşterisi konumuna gelen Osmanlı Devleti kredi kullandığı için de Alman
bankerlerinin büyük ilgi gösterdiği bir pazardır. 1890 yılında başlayan demiryolu inşaatları ise
Almanya tarihindeki en büyük ihalelerden biri olarak tarihe geçecektir.
20. yy. İngiltere‟nin sömürge ülkelerinden giderek artan gelirleri bu konuda gözü geç
açılan Almanya‟yı sürekli yeni arayışlara yöneltmiştir. Bölünen Balkanlar ve zayıflayan
Osmanlı ise güçlü devletlerin gizli ajandalarındaki ilk sayfalarda yer almaktadır. Başlangıçta
şark politikası olarak Osmanlı ile ilişkilerini geliştiren Almanlar, Fransa ve İngiltere‟nin
ekonomik ve askeri baskıları karşısında Türklere olan yakınlıklarını daha da artırmışlardır.
İngiltere - Fransa ikilisinin deniz aşırı sömürge rekabetinde de Almanlar‟a üstünlük
sağlamaları Berlin Sarayı‟nın Osmanlı‟ya yaklaşmasını hızlandırmıştır. İstanbul‟daki Alman
temsilciliğinden Enver-Talat-Cemal üçlüsünün hedefleri, hayalleri ve zaafları konularını
Avrupa‟nın ağır siyasi havasının etkisi altında değerlendiren Berlin siyaseti 35 yıldır
yürütülen Berlin – Bosphorus – Bağdat Projesinin tıkanma noktasına gelmemesi için İngiltere
ile olan rekabetin bir savaş ile neticelenmesini hesap etmişlerdir.80 Orta doğuda yeni yeni
aktüel olmaya başlayan petrol yatakları endüstri ülkeleri için artık hedef durumunda idi. Petrol
ve gaz yatakları olan bölgelerde yaşayan Arap çoğunluğun Türklerden koparılmasının
İngiltere ve Fransa tarafından milli politika olarak uygulanmaya başladığının farkına varan
Kayzer II. Wilhelm yönetimi Osmanlı‟yı yanlarına almadıkları takdirde milyonlarca Rus
askerinin de doğudan kendi üstlerine geleceğinin farkındadırlar. Rusları Kafkasya‟da
oyalayacak olan Türkler Almanlara Avrupa‟da rahat bir nefes aldıracaktır. Politik
80
Wolf Rüdiger, “The Diplomatic History of the Bagdad Railroad“ London 1973, s. 24.
34
paralellikleri olan iki milletin çıkarlarındaki ortak mecburiyet işbirliğini bir çok sahada
kaçınılmaz kımaktadır.
Osmanlı-Alman ilişkileri II. Wilhelm zamanında doruk noktasına çıktı. Osmanlı
askerini eğitmekte olan Alman askeri uzmanlar milliyetçi Osmanlı subaylarını kendi planları
doğrultusunda etkileyebileceklerini anlayınca Türk ve Alman milletlerinin ortak çıkarları olan
konuları ön plana çıkarma gayretine girmişlerdir. Türkiye‟ye ilk gelen Moltke‟den 20. Asrın
başlarında defalarca İstanbul‟a gelerek Türk askerinin eğitiminde görev alan General Liman
von Sanders ve General von der Goltz Berlin Sarayı‟nı birinci elden bilgilendiren önemli
şahsiyetlerdir. Verdikleri bilgiler ve yaptıkları teklifler ile Almanya‟nın ortadoğu
coğrafyasındaki politikasını şekillendiren askeri ve siyasi uzmanlar başta Berlin‟de görev
yapan Osmanlı diplomatik misyonu olmak üzere Türk bürokratların duygusallığına hitap
edilmesi gerektiğini işaret etmişlerdir.81
Almanlardan eğitim alan Türk subaylarının sayısının arttırılması, Türk öğrencilerin
Alman propagandası için kullanılması, Alman toplumunun Türkleri daha yakından tanıması
için Türk kültürünün tanıtılması,
Türk – Alman dostluğunun kalıcı olması için Alman
toplumunun daha derin bilgilendirilmesi, sokaklarda Müslüman Sultan‟ın Kayser‟e dost
olduğunu belirten afişlerin asılması ve Türk – Rus düşmanlığından sıkça bahsedilmesi
Berlin‟e yapılan teklifler arasındadır.82
Birinci Dünya Savaşı‟nın başladığı 1914 yılının güz döneminde açılan okullarda Türk
– Alman dostluğuna işaret eden propaganda tabloları yer almaktadır. İlk ve orta okullarda
Kayser ile Sultan‟ın resimleri ve İslam, Türk, Osmanlı konulu çocuklara hitap eden tablolar
okulları süslemiştir. Aksiyonların tamamı Türk ve Almanları okullardan başlayarak birbirine
yaklaştırmaya yöneliktir. Sultan‟ın şehri Kostantinopel ile Kayzer‟in otağı Berlin arasındaki
bayramı sembolize eden tabloların yanında, Íark‟ın uyanışı ve Sultan konulu çalışmalar gerek
okul, gerekse halkın toplanma yerlerinde Alman toplumuna tanıtılmıştır. 1915 Yılı Ostern
(Türkçe: Paskalya) kartlarındaki dünyayı kucaklayan Türk, Alman ve Avusturya askerleri ise
dostluğa yönelik propaganda çalışmalarının bir başka boyutudur.83
81
Wiesener Dr. Ernst, “Adler, Doppel Aar und Halbmond“ Hansa Verlag, Hamburg 1917, s. 41.
82
Celik Latif, “Alman Okullarında Türk Dostluğu Propagandası“ Logophon Verlag, Mainz 2008,
s.106.
Çelik, a.g.e., s. 107.
83
35
Almanlar Türkiye‟de hayati öneme haiz menfaatlere sahiptiler. Uzun yıllar her sahada
yaptıkları yatırımların elden gitmesi demek, herşeyin İngilizlerin eline geçmesi demek
olacağından Türkiye‟yi son ana kadar elden bırakmak istememişlerdir. Türkler ise bu
dostluğu kabul etmeye ve uzatılan dala tutunmaya konjünktür gereği o dönem mecburdurlar.84
2.2. Kaybedilen Savaşın Türkler Üzerindeki Etkileri
Birinci Dünya Savaşı öncesi Osmanlı Devleti kasatura yapacak durumda bile
değildir. Bu savaşın Türkler açısından zafer ile sonuçlanması için bir mucize gerekli
olduğu Osmanlı Devletini yöneten bir çok üst düzey devlet adamındaki ortak
görüştür.85 Savaşın çıkış sebebinin Osmanlı Coğrafyasının bölüşülmesi olduğu kısa
zamanda anlaşılınca Osmanlı askeri savunma için elindeki tüm güçlerini düşman
karşısına göndermiştir. Yemen, Kanal, Filistin, Irak, Sarıkamış, Makedonya, Galiçya
ve Çanakkale‟de başlayan kanlı çatışmalara ciddi bir harekat planı bile yapamadan
katılan Osmanlı Devleti birbiri ardına aldığı yenilgiler ile büyük insan zayiatları
vermekten kurtulamamıştır. Osmanlı Devleti, 30 Ekim 1918‟de savaşa son veren
imzayı attığında bütün Arap coğrafyasını kaybederken o cephelere gönderdiği
onbinlerce askerinden de bir haber alamayacağını anlayacaktır. Rus Ordusu‟nun
Diyarbakır önlerine kadar gelmesi, Balkanların bir daha hayal bile edilemeyecek
kadar net bir şekilde elden çıkması, Ege Adalarındaki Müslüman ahalinin başından ne
geçtiğini sormaya bile fırsat bulamadan Ermeni sancakları ile Fransızların Adana‟ya
girmeleri86 Türklerin moral değerlerini tarihte olmadığı kadar yerle bir etmiştir. Doğu
Anadolu‟daki Rus destekli zulümler Yunanlıların İzmir‟e çıkması ile geldiği noktada
tavan yapmıştır.
84
Anadolu Demiryolları‟ndan hisse alan Almanlar, Osmanlı Devleti‟nin batması halinde milyonlarca
mark değerindeki birikimlerinin yok olacağını düşünen yatırımcılar da sürekli olarak siyasete baskı
yapmaktadırlar. (Leipziger Zeitung, 17. 05.1917)
85
Tesbi Mehmet Ali, “Atatürk Dönemi Türkiyesi‟nin Ekonomi Politikası“ Anamur Akdeniz Postası,
28 Kasım – 9 Aralık 2001, s. 8.
86
Ener Kasım, “Adana ve Çevresinin İşgali - Türkiye Cumhuriyeti Tarihi“ Atatürk Araştırma
Merkezi Yayınları, Ankara 2009, s. 245.
36
Tarihin hiç bir devrinde hiç bir milletin boyunduruğu altına girmemiş olan
Türk Milleti elindeki son imkanlar ile düşmana karşı çıkmayı, ama akıllı hareket
etmek gerektiğini farkederek vatan müdafası için biraraya gelmeye başlamıştır.
Ömrünün son 10 yılını savaş meydanları ve savaş kararı veren politikacıların
hatalarını birebir yaşayarak geçiren Mustafa Kemal, herşeyini kaybetmiş bir millete
19 Mayıs 1919 günü Samsun‟da “Savaşı kaybettik ama, ümidi asla“ diyerek işe
başlayacaktır. Erkek nüfusun önemli bir bölümünü adını bile duymadıkları cephelerde
kaybeden Anadolu insanı, en önemli silahlarının birlik olduğuna inanıp İstiklal
Savaşı‟na bu ruhla başladıkları için, işgalden 3 yıl sonra genç bir cumhuriyete sahip
olmayı başarabilmişlerdir.87
Uzak diyarlardaki topraklarda gözümüz yok ama Anadolu‟da düşman çizmesi
istemiyoruz dercesine verilen amansız mücadele sonunda kurulan genç cumhuriyetin
insanları, silahlı savaşlar bitti ama şimdi ülkeyi ayağa kaldırmalıyız diyerek harekete
geçmişlerdir. Türk Ordusunun İzmir‟e girişinden 5 ay sonra ve Lozan anlaşmasından
4 ay önce İzmir‟de toplanan iktisad kogresi ekonomik hamlenin habercisidir.88 17
Şubat 1923 günü Banka-Han binasında 1135 delege önünde konuşan İktisat Vekili
Mahmut Esat (Bozkurt) Bey bu hususta:
“Bu Kongreyi millet ve memleketimizin kabiliyet ihtiyacat-ı iktisadiyesini
elbirliği ile tetkik ederek ona göre bir ittila usulü vaz ve tetkik eylemek aynı zamanda
memleketimizin muhtelif ve şimdiye kadar yek diğerine yabancı kalmış iktisat
amillerini birbiri ile tanıştırmak için açıyoruz.“89
Türkiye Cumhuriyeti ekonomik kalkınmaya harcadığı efor dış siyasetine de
yansıyacaktır. 1911 yılından beri çok sayıda cephede sürekli insan ve toprak kaybı
yaşayan Türkler hem nüfus hem de ülke kalkınması için savaşsız yılların önemini
anlamışlardır. Ekilmeyen araziler, kaldırılamayan ürünlerin toplanamayan vergileri
olduğunu farkeden Türkiye Cumhuriyeti kurucu kadrosunun hayallerini lider Mustafa
87
Altuğ Yılmaz, “Türk İnkilap Tarihi“ İstanbul 1985, s. 163.
88
Hafızoğulları Prof. Dr. Zeki, “İzmir-İktisat Kongresi Görüşler ve Değerlendirmeler“ Atatürk
Araştırma Merkezi Dergisi, Sayı 46, Cilt: XVI, Mart 2000, s. 44.
89
İzmir İktisat Kongresi hakkında bkz., Afet inan, “İzmir İktisat Kongresi“ 17 Şubat - 4 Mart 1923,
Atatürk Kültür Dil ve Tarih Kurumu Yayınları, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1989.
37
Kemal Paşa bir seçim konuşmasında verecektir:
“Cumhuriyet Halk Fırkasının müstakar umumî siyasetini şu kısa cümle açıkça
ifadeye kâfidir zannederim: Yurtta sulh, cihanda sulh için, çalışıyoruz.“90
Lozan‟da imzalanan anlaşma ile Türkiye‟nin milli sınırlarının kabul
edilmesinin ardından ülke yönetiminin cumhuriyet olduğu ilan edilmiştir. Hızlı
kalkınmayı, kendine güvenmeyi ve milli sınırlar içerisindeki ulus devlet bilincinin
yerleşmesi için eğitim, vatandaşlık ve askerlik yasalarında değişiklik yapılmıştır.
Cumhuriyetin gençliğe emanet edildiği belirtilerek “Ey Türk Gençliği“ diye başlayan
kitabe ülke tarihi boyunca geleceğe ışık tutan bir manifesto şeklinde sunulmuştur.
Eğitimde “Bir Türk Dünyaya Bedeldir“, “Türk, Öğün, Çalış Güven“, “Ne mutlu
Türküm Diyene“ vecizeleri özellikle ilk 10 yılda önemli manalar ifade etmektedir.
Cumhuriyetin ilanının 10. Yıl törenleri için özel olarak yazılan yürüyelim arkadaşlar
diye başlayan “10. Yıl Marşı“ milliyetçi vatansever bir gençlik yetiştirmeyi hedeflese
de, saldırgan ve faşizan öğretilere hep uzak kalınmaya çalışılmıştır. İzmir‟e girerken
bile yere serilen Yunan bayrağına basmamaya özen gösteren bir liderin kurduğu
devlette, yetiştirmek istediği gençliğin her şeyden önce onurlu olması hedeflenmiştir.
Bütün bu politikalar Türk Milleti‟nin I. Dünya Savaşı yenilgisi ile bozulan morali ve
kaybolan kendine güvenini tekrar kazanmaya yöneliktir.
2.3. Savaş Yenilgisinin Almanlar Üzerindeki Etkileri
Osmanlı İmparatorluğu ile birlikte Birinci Dünya Savaşı‟ndan yenik ayrılan
Almanya 11 Kasım 1918 tarihinde Compiegne Ateşkes Antlaşması imzalamış, bu
anlaşmada Almanlar savaşın patlak vermesinden birinci derecede sorumlu olduklarını,
Almanların müttefikleri ile birlikte savaşın uzamasından sorumlu oldukları, bu
tutumun neticesinde zarara uğrayan müttefik kuvvetlerin her türlü maddî zararlarını
tanzim edeceğini de imza altına almıştır. Daha sonra ise Paris‟in bir banliyösü olan
Versailles‟de (Türkçe‟de isim “Versay“ olarak okunduğundan bundan böyle çalışma
90
Bkz. “Cumhuriyet Halk Fırkasının müstakar umumî siyasetini şu kısa cümle açıkça ifadeye kâfidir
zannederim: Yurtta sulh, cihanda sulh için, çalışıyoruz, Gazi Mustafa Kemal Atatürk“ (CHP Genel
Merkezi Kayıtları, 19325 - 30, dosya 42, sayfa 24).
38
boyunca bu şekilde anılacaktır; L.Ç.) Almanya ile “Versay Barış Antlaşması“
imzalanmıştır. Versay Barış Antlaşması, I. Dünya Savaşı sonunda İtilaf Devletleri ile
Almanya arasında 18 Ocak 1919‟da başlayan Paris Barış Konferansı'nda müzakere
edilmiş, 7 Mayıs 1919‟da son metin Almanlara deklare edilerek, 23 Haziran‟da
Alman Parlamentosu‟nca kabul edilerek, 28 Haziran‟da Paris‟in Versay banliyösünde
imzalanmıştır. İçerdiği çok ağır koşullardan ötürü Versay Antlaşması Almanya‟da
büyük tepkiye yol açmış ve "ihanet" olarak kabul edilmiştir. Birçok tarihçi
Almanya‟da 1920‟lerde yaşanan ekonomik ve siyasi istikrarsızlığa, Nazi Partisi‟nin
(NSDAP) iktidara gelişine ve İkinci Dünya Savaşı‟na nihai olarak Versay
Antlaşması‟nın neden olduğu düşüncesindedir.91
Mağlup çıktığı savaşla birlikte oldukça geniş nüfus ve toprak kaybını,
kapsamlı silahsızlanmayı ve astronomik düzeyde savaş tazminatları ödemeyi kabul
etmek zorunda bırakılan Almanya tarihinde ilk defa bu denli bir enkaz yığını ile karşı
karşıya kalmıştır.92
“Tanrı‟nın ulusuna yansıyan güneşi“ sıfatı ile de anılan “muhteşem“ Kayzer II.
Wilhelm‟in tahttan indirilerek komşu ülke Belçika‟ya sürgüne gönderildiği 1919
yılında Sosyal Demokrat Friedrich Ebert önderliğinde kurulan hükümetin bir türlü
düzeni sağlayamaması ilk demokrasi denemesinden de kısa bir süre sonra
vazgeçilmesine yol açacaktır. Fransa ile aralarındaki tarihi düşmanlık (Alm.:
Erbfeindschaft) dolayısı ile Almanlar yenilgiyi bir türlü hazmedememektedir.
Sömürgelerinin tamamına el koyulan, Elsas ve Latronya bölgelerini Fransa‟ya
kaptıran, Ruhr bölgesinin bir bölümü işgale uğrayan ve Baltık kıyılarındaki Alman
nüfusun yoğun olarak yaşadığı topraklarını kaybeden Almanlar‟a bir darbe de
güneyden vurularak Avusturya da kendisinden ayrı bir devlet olarak kurulmuş,
Almanya bir daha Avusturya ile birleşmemeyi taahhüt etmek zorunda bırakılmıştı.93
91
Öyle ki, dönemin Sosyal Demokrat Partili (SPD) başbakanı olan Philipp Scheidemann dahi Versay
Antlaşması hakkında söylediği “Bizlere bu ağır vebali yükleyen eller kırılsın“ sözüyle ünlenmiştir.
Bkz. Gellinek, Christian: Philipp Scheidemann. “Gedächtnis und Erinnerung”. Waxmann, Münster
2006, s. 44.
92
Versay Antlaşması‟nı kapsamlı olarak ele alan ve anlaşmanın dönemin Alman toplumu üzerindeki
derin psikoloji nedenlerini ayrıntılı olarak ele alan değerli bir kaynak için bkz. Lorenz, Thomas: Die
Weltgeschichte ist das Weltgericht! “Der Versailler Vertrag in Diskurs und Zeitgeist der Weimarer
Republik“ Frankfurt 2009, özellikle s. 23-45 ile s.66-101 vd.
93
Bilindiği gibi Hitler‟in ilk icraatlarından bir tanesi, daha sonra bu hükmü yok sayarak Avusturya‟yı
yeniden Almanya‟ya ilhak olacaktır. Enteresandır ki, İkinci Dünya Savaşı sonrasında da müttefikler
39
Daha da önemlisi, disiplini ile adından sıkça söz ettiren Prusya ordusu lağvedilerek
ülke içinde Almanlar‟a sadece polis bulundurma izini verilmiştir. Buna göre
Almanya, mecburi askerliği kaldırıyor, en çok 100 bin kişilik bir ordu bulundurmak
yetkisine sahip oluyordu. Ayrıca, Almanya bir daha denizaltı ve uçak da
yapamayacak, bütün gemilerini de İtilaf Devletleri‟ne teslim edecekti. Almanya,
ödeme kabiliyetinin çok üstünde bir tamirat borcu ile de yükümlü tutuluyor,
ekonomik ve siyasi bakımdan ağır yükümlülükler altına alınıyordu. Diğer yandan
birçok Alman da Wilson hükümleri çerçevesinde yeni kurulan devletlerin sınırları
içinde kalmış, bu durumun doğal bir sonucu olarak azınlık meselesi, Versay Barış
Antlaşmasının uygulanması ile ortaya çıkmıştır. 94
Tarihi bir karekteri olan Habsburg hanedanı sona ererken kıymeti pek
anlaşılmayan ilk demokrasi denemelerini de Almanya 1918 yılından sonraki 5 yıl
içerisinde yaşayacaktır. Siyasi tarihçilerin Weimar Cumhuriyeti olarak adlandırdıkları
bu dönem siyasi görüşlerin tamamının temsil edildiği bir ara dönem olsa da
Almanya‟nın ilk çok partili demokrasi denemesi olarak tarihe geçecektir.95
Liberal demokrasiyi yerleştirmek için yapılan bu ilk girişim, yoğun sivil
anlaşmazlıkların olduğu bir dönem 1923 yılında ve Adolf Hitler'in Nazi Partisi'nin
iktidara gelmesiyle sona erdi. Siyasi propaganda olarak Almanlara yapılan
haksızlıkları ve bunun öcünü almayı ana politika olarak seçmenlere sunan Nasyonal
Sosyalistlerin iktidara gelmesini önemsemeyenler, 1923 – 33 arası 10 yıllık
dönemdeki sanayi hamlelerine bakarak diktatörün daha çok diktatörleşmesine aptalca
seyirci
kaldıklarını
sağ
kalabilenler
pişmanlıklarını
ancak
hatıralarında
Almanlara bu hükmün aynısını tekrar imzalatmışlardır – ta ki bir farkla: 1945‟teki hükümde
müttefikler bu hükme özel vurgu yapmak isteyerek bu sefer “sonsuza kadar iki ülkenin birleşmesini
yasak“ etmişlerdir.
94
Savaşta Almanların toprak kayıpları ilk bakışta pek fazla görünmese de gerçekte bunları şu şekilde
sıralayabiliriz: Alsas-Latronya bölgesi, Batı Prusya‟nın tamamı, Posen Eyaleti, Neidenburg bölgesi,
Reichtaler havzası, Hultschiner bölgesi, Aşağı Şilezya‟nın tümü, Kamerun, Çin‟de bulunan Kiatçu
havzası, Pasifik Okyanusu‟nda bulunan Mariyanen ve Marşal ada takımlarının tümü. Ayrıca
Almanya‟nın ve Avusturya‟nın sahip olduğu koloniler olan Samoa, Yeni Gine, Tanzanya, Ruanda,
Burundi, Namibya veya Somali Alman Kıyı Yerleşkeleri‟nin tümü Milletler Cemiyeti‟nin
kontrolüne devredilmiştir. Bkz.: Wilfried Westphal: Geschichte der deutschen Kolonien, Berlin
1991, s. 126 vd.
95
Hirsch Dr. Ernst, “Hatıralarım: Kayzer Dönemi Weimar Cumhuriyet Atatürk Ülkesi“ Çev., Fatma
Suphi, Tubitak Yayınları, Ankara 1985, s. 165.
40
yazabileceklerdir. 1933 yılında Adolf Hitler yönetimi tipik “demokratik” sistemin
mekanizmalarını tahrip ettiği için bu tarih Weimar Cumhuriyetinin sonu sayılır.
Siyasi yelpazenin her rengine mensup her Alman‟ın belleklerindeki kötü bir
anı olarak hatırladığı “Versay Sendromu“nu pazarlayarak iktidara gelen Nasyonal
Sosyalistler 1923 yılında anlaşmanın Almanya‟ya yüklediği yükümlülüklerden olan
savaş tazminatını ödemeyeceğini resmen açıklayınca, tehlikeli bir sanayi diktatörünün
ayak sesleri olduğu pek farkedilmemiştir. Aynı yıl başgösteren dünya ekonomik
krizinin en çok hissedildiği Avrupa ülkesi olan Almanya‟nın ödeyemediği borçları
dolayısı ile tüm gelirleri Fransa ve İngiltere‟nin başını çektiği bir nevi Düyun-u
Umumiye İdaresi‟ne devredilmesi ise Hitler yanlısı revizyonist, kralcı, milliyetçi ve
onuru kırılmış yığınlarının yoğun destek verdiği NSDAP partisiyle daha güçlü olarak
parlamentoya girmelerine sebep olmuştur.96
Versay Masası‟nın galip devletleri Almanya‟yı sıkıştırdıkça sivil toplumun
diktatörün kucağına doğru koştuğunu farkedemediler. Yağmurdan kaçanları doluya
tutulduğu gibi kin satarak iktidara yürüyen Almanya, yakın gelecekte sadece Fransa
değil, bir çok ülkeden öç alacağını açıklayacaktır. Versay‟da atılan imzanın aynısını
yıllar sonra Paris‟i işgal ettiğinde aynı vagonda Fransızlara imza ettiren Hitler‟in
neleri hesap ettiğini insanlık farkettiğinde vakit artık çok geçtir.97
Türkler ve Almanlar hayallerle I. Dünya Savaşı‟na girmişlerdir. Birlikte
yenildiler, birlikte Kayzer ve Sultan ile imparatorluklarını da kaybettiler. Türkler
yenilginin 5. Yılında cumhuriyetlerini kurup demokrasi yolunda ülke kalkınmasına
yönelirken, Almanya öç alma ve hesap sorma endeksli politikalar uygulamaya
başladı. 15 Yılda Almanya, Alman olmayanlara zindan olan bir ülke haline gelirken,
Türkiye bu zindandan kaçanların canını kurtarmak için sığındıkları aydınlık bir ülke
olma yolunda ilerlemektedir. 1935 yılının siyasi tarih bilimcilerine sorulsa
96
Bugün pek bilinmemekle beraber Almanya‟nın Birinci Dünya Savaşı‟ndan miras aldığı tazminat
ödemelerinin son taksiti 2010 yılında ödenmiştir. Konuyla ilgili Rheinische Post gazetesinin
02.12.2009
tarihli
aydınlatıcı
haberi
için
bkz.:
http://www.rponline.de/politik/deutschland/deutschland-zahlt-noch-immer-kriegsschulden-1.2296603
97
Almanya‟nın Birinci Dünya Savaşı‟ndan yenik çıkmasının beraberinde getirdiği toplumsal eziklik
duygusunun sonuçlarını ele alan önemli bir çalışma için bkz. John Maynard Keynes: Krieg und
Frieden. Die wirtschaftlichen Folgen des Vertrages von Versailles. Herausgegeben und mit einer
Einleitung von Dorothea Hauser. Berenberg-Verlag, Berlin 2006.
41
“Almanya‟ya ya bir savaşa sebep olur, yada bir savaşın en ortasında yer alır“ diye
nitelendirilirdi. Tükiye için yapılacak tanımlama ise muhtemelen, “Ayakları yere
basan siyasetçilerin yönetimindeki Türkiye mümkün olduğu kadar savaştan uzakta
kalır“ şeklinde olurdu.
2.4. Kalkınan Almanya’da Kısıtlanan Demokrasi
1923 yılında iktidara gelen Nasyonal Sosyalistlerin ilk 10 yılındaki siyasi
çekişmeleri gelip geçici olarak algılamaya çalışan Alman toplumu, özellikle insan
hakları konusunda artan şikayetleri mümkün olduğu kadar dikkate almamışlardır.
Demokrasi, insan hakları ve bireysel hürriyetler konusunda en fazla öne çıkan Sosyal
Demokrat Friedrich Ebert‟in Versay‟in hemen akabindeki siyasi başarısızlığı ise
Nasyonal Sosyalistlerin hatalarını örtmeye yetmektedir. Hızla örgütlenen Hitler
Gençliği (Alm. Hitler-Jugend, kısa adı HJ) Almanlar'ın üstün bir ırk olduğunu ve
başlarına gelen tüm kötülüklerin sorumlusunun başta Yahudi, Çingene, komünist ve
Sosyal Demokratlar olduğunu ileri sürüyorlardı.98 Yapılan yollar, düşen işsizlik
rakamları ve milliyetçi söylemler Nasyonal Sosyalistler‟in her seçimde daha çok oy
almasını sağlıyordu. 1929 yılındaki dünya ekonomik kriz ile boğuşurken Almanya‟nın
nisbeten daha rahat olması da planlı kalkınma ve disiplinli çalışmanın eseridir.
1933 yılında Almanya yönetiminde artık tek söz sahibi olan Adolf Hitler,
sürekli “Almanya‟nın ellerini bağlayan hiç bir anlaşmayı tanımayacağını söylerken
dünya bunu iç politika popülizmi olarak algılamıştır. Oysa önüne hedef koyan,
toplumu yönlendiren hatta bu uğurda düyanın değişik ülkelerinde güvendiği
subaylarını bile eğitmeye başlayan bir stratejinin sahibi idi Hitler. İktidar partisinin
açıkça Yahudi düşmanlığı yapması toplumda geniş yankı bulunca baskılar da artmaya
98
Nazi hücum kıtası SS´in yanısıra HJ olarak bilinen Hitler Gençliği (Almanca: Hitlerjugend) Alman
gençlerini nazi ilkelerine göre yetiştirmek amacı ile Baldur von Schirac tarafından 1922 yılında
kurulmuştur. Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi‟nin alt kuruluşu olan ve direk Hitler‟e bağlı
olan gruba Alman gençlerinin %60‟dan fazlası üye olmuştur. 1 Temmuz 1936‟da örgüt sadece ari
Almanların katılması mecburi tutulan bir devlet kurumu haline gelecektir. Örgütü daha sonra
Arthur Axmann yönetecektir.
42
başlar. İlk hedefler en yukaridakiler olur ve üniversitelerde görev yapan Yahudi
asıllılara kısıtlama getirilir. Devlet dairelerinde çalışmaları kısıtlananlar ve engeller ile
karşılaşanlar şikayet edecek bir makam da bulamayınca baskının nisbeten taşınabilir
olduğu yıllarda Almanya dışına çıkmayı denerler. Günah keçisi olarak görülen bu
grup, Almanya‟da asırlardan bu yana Almanlara göre çok ileri boyutta ekonomi,
banka, bilim, ve eğitimde çok ileridirler. Hitler‟in baskılarından kurtulmak isteyenlere
Hollanda, İngiltere, İsviçre ve Amerika‟ya göçmek tek alternatif durumdadır.
Latin alfabesini alan, eğitim devrimini harekete geçiren, kılık kıyafette
Avrupa‟ya uyum sağlayan, batılı yasaları uygulayan ve Avrupai tarzda bir devlet
sistemi yapılanmasını kabullenen Türkiye özellikle eğitim alanında da ülke genelinde
bir seferberlik başlatmışlardı. 1923 yılında kurulan Türkiye Cumhuriyeti'ne Osmanlı
İmparatorluğu‟ndan bir üniversite ve yedi eğitim kurumu miras kalmıştı. Bilim ve
teknolojide Osmanlı İmparatorluğu'nun geç kalmışlık mirasını devralan Türkiye, bu
açığı kapatmak için dışarıdan eğitim konusunda destek almaya mahkumdur.
Almanya ve Türkiye‟nin ortak kaderleri bir defa daha kesişecek ve birinin
ihtiyacı olduğu anda diğeri farkında olmadan kapatacak ve Mustafa Kemal Atatürk
ülkeden kovulan Yahudi asıllı Alman akademisyenleri Türkiye‟ye davet edecektir.
Türkler ülkenin en büyük üniversitesi olan İstanbul Dar-ül Fünun‟u yeniden
yapılandırmak için yurtdışından mutlaka bilimsel destek almalarının şart olduğunun
farkındaydılar. 1932 yılında Türk hükümeti İsviçre‟de yaşayan Alman asıllı Pedagoji
Profesörü Albert Malche‟ye Türkiye‟de eğitimin yeniden yapılandırılması konulu bir
çalışma yapması için yetki vermişti. İsviçre‟de yaşayan bazı bilim adamları Leipzig‟li
Alman profesör Philipp Schwartz‟a Türk hükümetinin akademisyenlere olan
ihtiyacını anlatınca 1933 yazında hiç düşünmeden ilk olarak gelen Philipp Schwartz
oldu. Alman akademisyenler özellikle 1933 Üniversite Reformu‟nda Türkiye‟ye
önemli katkı sağlamışlardır.
Hitler Almanyası birçok kimseyi ilticaya zorlayan dramatik siyasal ortam
yaratmıştır. Almanya kaynaklı sebepler kadar, Türkiye'deki sosyal, kültürel gelişmeler
de bu geniş çaplı entelektüel insan gücü hareketinin yönünü belirlemiştir. İltica,
genellikle tek taraflı ihtiyaç ve insan iradesinin sonucu olan bir eylemdir. 1933‟deki
Alman hocaların, sanatçıların, uzmanların Türkiye'ye gelişinde ise karşılıklı
43
"muhtaçlık" olayın esasl unsuru ve belirleyicidir. Alman aydınların yurtlarından
ayrılmaları ile ilgili hatıralarını kaleme alan Prof. Hans Riedmann:
“Türkiye'nin köklü sosyal, kültürel yenilik proğramları için nitelikli insan
gücüne olan ihtiyacı da Alman akademisyenlerin Türkiye‟ye yönelmesinde
etkilidir.“99
19 Ocak 1932‟de Cenevre Üniversitesi profesörlerinden Albert Malche
Türkiye‟nin üniversite reformuna kaynak olabilecek şekilde objektif bir rapor
hazırlaması için Türkiye‟ye davet edilerek çalışmalara başladı. 1 Haziran 1933‟de
Başvekil İsmet İnönü, Hariciye Vekili (Dışişleri Bakanı) Dr. Tevfik Rüştü Aras,
Adliye Vekili (Adalet Bakanı) Yusuf Kemal Tengirşenk ve Maarif Vekili (Milli
Eğitim Bakanı) Esat Sağay Beylerin katıldığı beş toplantıda müzakere edilerek
onaylanır. Modern üniversite reformunu öngören ve Prof. Malche‟nin önerileri
dikkate alınarak hazırlanan 2252 sayılı İstanbul Darülfünunun kapatılarak yeni bir
üniversite kurulmasına dair kanun 31 Mayıs 1933‟de yayınlanarak 1 Ağustos 1933‟de
yürürlüğe girer.
Türk hükümetinin Almanya‟dan kovulan Yahudi bilimadamları ile temas
kurduğunu öğrenen Hitler 8 Mayıs 1933 günü Berlin‟deki makamında öfkeyle
“Benim ortadan kaldırmak istediğim bu Yahudi Alayı‟nı Mustafa Kemal koruyamaz.
Buna müsaade veremem”100 diye tehditte bulunur ve ardından Atatürk‟e “Bu
komünist profesörleri ülkenize sokmayınız” mesajı gönderir. Atatürk bu bilgi
kendisine iletildiğinde Hariciye Vekili Tevfik Rüştü Aras ve Maarif Vekili Dr. Reşit
Galip‟e “Bir onbaşı beni cinayetlerine alet edemez” diyerek Türkiye‟ye sığınmak ve
Türk Üniversitelerinde görev yapmak isteyen Alman profesörlerle ilgili işlemlerin
süratlandırılması talimatını verir. 1935 – 36 eğitim yılı başında Milli Eğitim Bakanı
Reşit Galip Bey:
“Bugün alışılmışın dışında, örneği gösterilemeyecek bir iş yapılan çok önemli
bir gün oldu. 500 yıl kadar önce İstanbul‟u kuşattığımız zaman Bizanslı bilginler
99
Riedmann Hans, “Alman Akademisyenlerin Türkiye Macerası“ Köprü Yayınları, İstanbul 1976, s.
146 vd.
100
Íen Faruk, “Ayyıldız Altında Sürgün – Scurla Raporu“ Günizi Yayıncılık, İstanbul 2008, s. 145.
44
İtalya‟ya göç etmişti, buna engel olamamıştık. Sonuç olarak Rönesans gerçekleşti.
Bugün ise Avrupa‟dan bunun karşılığını alıyoruz.”101
Kendisine sunulan ön anlaşma metni ile Prof. Schwartz‟ın bıraktığı
akademisyenler listesini onaylayan Atatürk, aynı zamanda Sıhhat ve İçtimai
Muavenet Vekili (Sağlık ve Sosyal İşler Bakanı) Dr. Refik Saydam‟dan Ankara
Nümune Hastanesi ve Hıfzısıhha Enstitüsü için de benzer temaslar yapmasını ister.
Genç Türkiye Cumhuriyeti‟nin Üniversite Reformu Yasası 1 Ağustos 1933‟de
yürürlüğe girerken, kontratları imzalanmış çoğu Yahudi kökenli mülteci bilim
adamları aileleriyle beraber Türkiye‟ye gelmeye başlar. Türkiye geleneksel, tarihi ve
insani hoşgörüsüyle kucak açtığı Alman profesörlere ülkenin kültürel ihtiyacını
destekleme olanaklarının da kapılarını açmıştır. Üniversite 18 Kasım 1933 günü,
ancak üç hafta kadar önce 27 Ekim1933 tarihinde göreve başlayan yeni Maarif Vekili
Hikmet Bayur tarafından, Beyazıt Meydanında eskiden Harp Bakanlığı (Milli
Savunma Bakanlığı) olarak kullanılan bugünkü Merkez Bina‟da açılır. Prof.
Malche'nin hazırladığı rapor hükümetin üniversite reformu, yabancı öğretim üyesi
ihtiyacının ortaya çıkması gibi sonuçları ortaya çıkarmıştır. Almanya‟yı terk eden ilk
göçmenler Zürih‟te Philipp Schwartz başkanlığında bir birlik oluşturarak ihtiyaç olan
her alanda çok sayıda Yahudi asıllı bilimadamının Türkiye‟ye davet eilmesini
sağlamışlardır.
Sadece Yahudi oldukları için ülkelerinde siyasi takibata uğrayan ve yerine
göre hayatını da kaybeden bu insanlara kıt imkanları ile destek çıkan Türkiye
Cumhuriyeti Hitlerin de gazabını üzerine çekmiştir onlara yardım ettiği için. İstanbul
Üniversitesi‟ne gelen hocaların dışında çeşitli kamu görevlerine getirilen Alman
uzmanlar da vardı.
Ankara ve İstanbulda üniversiteleri ve diğer kademelerdeki
görevlendirmelere bakınca konuyu “entellektüel transfer“ olarak değerlendirenler de
oldu. Türkiye‟nin Avrupa‟nın en karanlık yıllarında insanlık için önemli bir varlık
olan yüzlerce Alman asıllı akademisyenin hayatta kalmasını sağlamıştır onlara açtığı
kapı ile.
101
Widmann Herman, “Exil und Bildungshilfe – Die Deutschsprachige akademische Emigration in
der Türkei nach 1933“ Bern/Frankfurt a. Main 1973, s. 135.
45
1986 yılında İstanbul Üniversitesi girişinde Alman bilim insanlarının anısına
bir hatıra levhası konuldu. Alman Cumhurbaşkanı Richard von Weizsaecker
konuşmasında şunları söylemiştir:
“Bilim vicdan sorunu olmaktan çıkarılıp, ırkçı ve cani bir ideolojinin emrine
sokulmaya zorlandığında, en iyi akademisyenlerimiz ülkemizi terk etmek zorunda
kaldı. Bizim ülkemizde bilimsel çalışma özgürlüğünü kaybeden bu insanlar
kendilerine
bu
imkanı
verecek
ülkeler
aradılar.
Türkiye
bu
durumdaki
akademisyenlerimize sahip çıkan önemli bir ülke olarak tarihe geçti.“102
Almanya‟nın bahse konu Nasyonal Sosyalist yılları insani değerlerin ayaklar
altına alındığı bir zaman kesiti olarak dersler çıkarılması, bu nedenle barışçıl bir
dünya kurmak isteyen herkesçe devamlı hatırlanması gereken bir dönemdir.103 Nazi
takibatının Almanya ve insanlığa neye malolduğunu tarih çok net bir şekilde ortaya
koymuştur. Atatürk‟ün genç Cumhuriyeti bu insanların çıkış şansları bulmasına
önemli katkı sağlamıştır. Ülkesindeki aydınlara karşı bir kin kampanyası yürüten
Hitler, Dr. Schurla adlı bir üst düzey müfettişini Türkiye‟ye kaçan bilimadamlarını
takip için gönderdiyse de başarılı olamaz. Türkiye‟de sürgündeki Alman
bilimadamları ile ilgili İstanbul Üniversitesi‟ndeki bir toplantıda söz alan Almanya'nın
İstanbul Başkonsolosu Matthias Ludwig Bogislav Von Kummer:
“Nazi yönetiminin, 1940'larda kendisine yakın bilim adamları yolu ile,
ırkçılıktan kaçarak İstanbul Üniversitesine sığınanları geri getirmek için çaba
sarfettiği artık bir gerçek.“104
Türkiye Cumhuriyetindeki çeşitli fakültelerin temelini atan, kanunlarını yapan
ve devletin yapılanmasında önemli emekleri olan Alman bilimadamlarından Fritz
Neumark ve Ernst Hirsch‟in yaptığı çalışmalar günümüz Türkiyesi‟nde İktisad
fakültesinde hala “Hirsch Kanunları“ olarak bilinmektedir.
102
Hürriyet Gazetesi Arşivi, “Alman Cumhurbaşkanı Richard von Weizsäcker‟den anlamlı Sözler“
Almanya Baskısı, 6 Mayıs 1986, s. 12.
103
Grossmann Richardt, “Emigration - Geschichte der Hitler Flüchtlinge 1933 – 1945“ Frankfurt
1959, s. 66.
104
Hürriyet Gazetesi Arşivi, “Ernst Hirsch İstanbul‟da Öğrencileri Tarafından Anıldı“ Almanya
Baskısı, Ekim 2005, s. 19.
46
Almanya ilerledikçe ve geliştikçe insan haklarını kısıtlayan, Türkiye ise en
tabi hak olan insan haklarına önem vererek kalkınmaya çalışan bir ülkedir. İki ülkenin
birbirine bu kadar zıt politikalar izlemelerinin ardındaki nedenler tarihi, dini ve
kültürel nedenlere bağlansa da Nasyonal Sosyalistlerin Almanya‟da iktidarda olduğu
yıllarda Türkiye mükemmel bir insanlık dersi vermiştir.
III. BÖLÜM
3. TÜRKİYE‟NİN ULUSLARARASI GÜVENLİK ÇEMBERİ
Birinci Dünya Savaşı‟ndan büyük bir moral yıkıntısı ile çıkan Türkiye, 1925
yılından sonra dünyaya açılma politikası uygulamaya başlayacaktır. Sovyetler Birliği
ile 16 Aralık 1925 tarihinde imzalanan anlaşmanın adı iyi komşuluk anlaşması olsa da
gelecek için güvenlik kaygılarına atıfta bulunan maddeler içermektedir.105 Anlaşmada,
her iki devletin de birbirini barışçıl yoldan kontrol etmesini sağlayacak şartlar yer
almaktadır.106 Balkan ve Sadabad Paktlarına öncülük edip destek vererek yakın
çevresinde
güvenlik
çemberi
oluşturmaya
çalışan
Türkiye
büyük
Avrupa
Devletlerinin rekabetinden en az şekilde etkilenmenin yollarını aramaktadır. 1926
Mart ayı başından itibaren A.B.D., Sovyetler Birliği ve Almanya ile ticaret
anlaşmaları imzalayan Türkiye Cumhuriyeti ilerleyen yıllarda uluslararası alanda daha
çok kabul görmek için Milletler Cemiyeti üyeliğini gündeme getirecektir. Galip
ülkeler tarafından kurulan Cemiyet-i Akvam (Milletler Cemiyeti) İngiliz – Fransız
yörüngesinde kaldığı için genel bir kabul görmemiştir. İngiltere ise Türkiye‟nin
cemiyete
üyeliğine
sıcak
bakmaktadır.
Musul
sorununun
barışçıl
şekilde
halledilmesinin ardından Türkiye‟nin müttefikliğine daha çok ilgi duyan İngilizler,
105
Oran Baskın, “Kurtuluş Savaşından Bugüne Türk Dış Politikası“ İletişim Yayınları, İstanbul 2001,
s. 314.
106
Tellal Erel, “SSCB ile İlişkileri – 1925 Dostluk ve Tarafsızlık Anlaşması“, a.g.e., s. 315.
47
Arap coğrafyasındaki manda yönetimleri nedeniyle de Türkiye‟nin gücünü yanlarında
hissetmek istemektedirler.
1925 yılından sonra başlayan ülkelerarası rekabetin çıkış sebebi Almanların
kendilerine
ağır
yükümlülükler
getiren
Versay
Anlaşması‟nı
kabullenmek
istememeleridir. Almanya kendine göre haklı eleştirileri sürekli dile getirse de 1929
yılı ekonomik buhranı ile birlikte giderek ağırlaşan bir yük getiren Versay
yükümlülüklerini artık tanımadıklarını 1933 yılının Mart ayında Nasyonal Sosyalistler
tam olarak iktidara gelince açıklayacaktır.107 Bunun karşılığı İngiltere ve Fransa‟nın
kazanımlarının da kabul edilmemesidir demektir. Milletler Cemiyeti konuyu ele alıp
orta yol bulmaya çalışsa da, baştan beri İngiltere – Fransa ikilisinden yana tavır
koyarak istenen tarafsızlık ve güveni bir türlü elde edemeyen bu kurum, büyük
ülkelerin sert açıklamaları karşısında iyiniyet bildirileri yayınlamaktan ileri
gidememiştir.108 Avrupa‟nın belirleyici devletleri olan İngiltere, Fransa ve Almanya
arasındaki rekabetin gittikçe kızışması bu ülkeler ile siyasi, ekonomik ve ticari
ilişkileri olan bir çok ülkede çeşitli istikrarsızlıkların başgöstermesine yol açmıştır.
Genel politikası savaşa girmemek, girdiği takdirde de sadece savunma yapmak olan
Türkiye çevresindeki ittifakları, ikili anlaşmaları ve bu yöndeki gayretleri de yakından
takip etmektedir.
3.1. Türkiye Milletler Cemiyeti’ne Üye Oluyor
107
1919 sonrası Almanya‟da iktidara gelen tüm hükümetler anlaşma şartlarını eleştirselerde, açıkça
yürürlükten kaldırdığını belirten hükümet Adolf Hitler liderliğindeki Almanya Nasyonal Sosyalist
Partisi olmuştur. Parti‟nin kurulduğu 1920 yılında yayınladığı bildirilerde Versay‟da Almanya‟ya
haksızlık yapıldığı ve bu anlaşmayı iktidara geldiklerinde değiştirecekleri belirtilmektedir.
108
Keskin Funda “Uluslararası Güvenlik Sorunları ve Türkiye“ İletişim Yayınları, İstanbul 2009, s.
308.
48
Birinci Dünya Savaşı‟nın galip devletleri bu savaşın acı tecrübelerini göz
önünde tutarak gerginliklerin mümkün olduğu kadar barış içinde halledilmesine
imkan sağlamak amacıyla evrensel bir örgüt olarak Milletler Cemiyeti‟ni (Bundan
sonra M.C. olarak adlandırılacaktır. L. Çelik) kurmuşlardır. Örgüt bu haliyle nicelik
ve nitelik olarak ta, tarihte bir ilktir. Örgütün yasası yenik devletler ile yapılacak barış
anlaşmasına paralel olarak hazırlanmış ve müttefiklerin 25 Ocak 1919 günü yaptıkları
toplantıda kabul edilmiştir.
Türkiye‟nin M.C.‟ne katılmakta geç kalmasının bazı nedenleri şunlardır:
1) M.C.‟nin galip devletler tarafından kurulmuş olması ve başlıca işlevinin
Versay Antlaşması‟nın denetlenmesi gibi algılanmaktadır.
2) Türkiye aleyhine sonuçlanan Musul meselesinde M.C.‟nin İngiltere‟nin
güdümünde hareket etmesine Türkiye‟de tepki doğmuştur.
3) SSCB, M.C.‟nin kuruluş ve işleyişine sürekli eleştiri getirmektedir. Milli
Mücadele yıllarından beri dostane bir şekilde devam eden Türk – Sovyet
ilişkilerinde yeni bir krize yol açmamak için dikkatli davranmak
istenmiştir.
1930 yılına gelindiğinde statükocu müttefikler Türkiye‟ye daha çok önem
vermeye başlamışlardır. Uluslararası sorunlara bakışı, aşırı hareketler tasvip etmeyen
açıklamaları ve kuvvet kullanımını yasaklayan Briand-Kellogg Antlaşması‟nın
imzalandığı konferansa katılması da zaten Türkiye‟yi statükocu müttekfikler ile
paralel bir konuma getirmiştir. Türkiye‟nin Cemiyete girişi İspanya temsilcisinin
girişimi ve Yunanlıların da desteklemesi ile 6 Temmuz 1932‟de genel kurula sunulan
önergenin oybirliği ile kabul edilmesi ile gerçekleşmiştir. 18 temmuz 1932 günü ise
Türkiye Cumhuriyeti iffifakla üyelik statüsü kazanmıştır. Türkiye Cemiyete üye
olduktan sonra organlarının aldığı tüm kararlara uymuştur. Cemiyet üyeliği
Türkiye‟nin yeni dönemde oluşturacağı güvenlik çemberi politikası ile de uyumludur.
3.2. Balkan Antantı Paktı
49
Birinci Dünya Savaşı sonrası tüm Avrupa ülkelerinde “Barışın ancak ortak bir
güvenlik sisteminin kurulması ile önlenebileceği“ görüşü hakimdir.109 Yunanistan ile
ilişklerini 1929 yılında düzelten Türkiye, Balkan Coğrafyası‟nda ortaya çıkacak güçlü
bir birlikteliğin bölgede gözü olan emperyalist güçlere önemli bir uyarı olacağını
sürekli tekrarlarken 5 Ekim 1930 günü Atina‟da Arnavutluk, Romanya, Bulgaristan,
Yugoslavya, Yunanistan ve Türkiye‟nin katılımı ile toplanmıştır. Devletlerin siyasi
sistemlerinin dikkate alınmadığı konferansta gelecek yıl bir birliğin oluşması için çaba
gösterilmesi, savaşın yasaklanarak sorunların barışçı yönden çözümlenmesine
çalışılması ve Balkan ülkeleri arasındaki ticari, siyasi ve kültürel ilişkilerin
geliştirilmesini amaçlayan temenni kararları alınabilmiştir.
Türkiye‟nin yoğun çabaları ile 23 Ekim 1931‟de statükocu ve revizyonist
devletler arasındaki tartışmaların doruğa çıktığı ikinci konferansta Türkiye bilinçli
olarak ticari ve ekonomik ilişkileri öne çıkarmaya çalışırken durumdan endişelenen
Yunanistan‟ın Türkiye‟nin en büyük destekçisi olması ilginçtir. Bulgaristan‟ın
Almanya ve Arnavutluk‟un da İtalya ile olan özel ilişkileri konferansın bir sonuca
ulaşmasını engellemiştir.
1 yıl sonra 23 Ekim 1931‟de bu sefer Bükreş‟te toplanan konferansta dış
tehditlerden söz edilirken adı verilmeden İtalya işaret edilmektedir. Aynı konferansta,
Rusya ve Almanya‟nın da Balkan Coğrafyası ile ilgili öteden beri ilgisinin olduğunu
bilen katılımcıların kendi aralarında da anlaşmazlık başgöstermiştir. Üçüncü Balkan
Konferansı yine 1 yıl sonra bu sefer Bükreş‟te toplanacaktır. Avrupa‟da esen savaş
rüzgarları dolayısı ile günvenlik kaygılarının öne çıktığı konferansta Bulgaristan
sürekli olarak ayrı bir yol izemektedir. 5 Kasım 1933 günü Selanik‟de toplanan
dördüncü Balkan konferansında Bulgaristan yoktur ama daha sonra Belgrad‟da
yapılacak toplantıda en son imzalayan ülke olacaktır.
Balkan Antantı Paktı 1936 yılı sonuna kadar uluslararası politikada başarılıdır.
İtalya‟nın Ekim 1935‟te Habeşistan‟a saldırmasını ve Milletler Cemiyeti ile birlikte
kınama cesaretini gösterecektir. Türkiye‟yi, Boğazlar rejiminin değiştirilmesi için
109
I. Dünya Savaşı sonunda atılan imzalarda galiplerin mağluplere altından kalkamayacakları istekleri
kabul ettirdikleri bütün dünyada genel kanaattir. Almanların elinden tüm sömürgeleri ile maden
bölgeleri, Türklerin ise petrole sahip tüm Arap Coğrafyası İngiliz – Fransız sömürge ikilisinin eline
geçmiştir. Kutuplaşmaların genel kanaatı bu anlaşmanın değiştirilmesi ya da bu olmaz ise
tedavülden zorla kaldırılmasıdır.
50
destekleyip Montreux Konferansı‟nda birlikte hareket etmeleri, Balkan Antlantı
Paktı‟nın geriye bıraktığı diplomatik bir başarı örneklerinden biri olarak tarihe
geçecektir.
1936 yılından sonra Almanya‟nın Balkanlar ve Ortadoğu‟yu İtalyanların ise
küçük Balkan Devletleri‟nin birbirinden koparma siyaseti karşısında Balkan Antantı
işlevini kaybetme trendine girecektir. Balkan Devletleri arasında Türkiye‟nin uzun
uğraşıları sonrası sağlanan birlik İngiltere ve Fransa‟nın Almanya – İtalya ikilisinin
saldırgan politikalarına karşı güven savsaklama politikalarından olumsuz şekilde
etkilenmişlerdir. Oysa yaşatılabilecek bir Balkan Paktı ilerleyen dönemde kendileri
için de son derece faydalı işlevleri yerine getirebilecekti. Balkan Antantı Paktı‟nın 3.
Maddesi dikkat çekicidir:
“Eğer Balkan Antantı Paktına üye ülkelerden biri Balkanlı olmayan
devletlerden birinin saldırısına uğrarsa ve bir Balkan Devleti bu saldırıya o anda ya
da sonradan katılırsa, Balkan Antattı Paktı‟nın hükümleri karşı tarafa tümüyle
uygulanacaktır.“110
Ocak 1937‟den sonra Balkan ülkeleri arasında çözülme başlayacaktır.
Başbakan İnönü ve Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras, Balkan Antantı‟nı ayakta
tutmak için Balkan Devletlerini tek tek ziyaret etseler de bir sonuç alamamışlardır. 10
yıllık Genç Türk Siyaseti‟nin Balkanlarda barışı koruma adına gösterdiği tüm çabalar
buhranlı yılların Avrupası‟nda önemli bir denge unsuru olan Balkan Paktı‟nın ömrünü
uzatmaya yetmeyecek ve üye devletler son toplantılarını 2 Mayıs 1940 yılında
Belgrad‟da yapacaklardır. Kısa bir zaman sonra Hitler ordularının Avusturya‟nın
güneyine inince Türkiyenin bölge için kaygılarının ne kadar önemli olduğu ortaya
çıktığında ise, vakit çok geç olacaktır.
110
Soysal İsmail, “Türkiye‟nin Siyasal Antlaşmaları“
Yayınları, Ankara 1989, s. 147.
I. Cilt (1920-1945) İkinci Baskı, TTK
51
3.3. Montreux Boğazlar Konferansı
Lozan Antlaşmasından sonra 13 yıl yürürlükte kalan ve önemli bir sorun ile
karşılaşılmamasına rağmen gelişen olaylar Karadeniz ve Akdeniz‟e açılan Türk
Boğazları‟nın durumunun tekrar gözden geçirilmesini zorunlu hale getirmiştir. Lozan
Antlaşmasında boğazlar konusunda Türkiye‟nin fazla sorun çıkarmamasının önemli
bir nedeni hem barışı bir an önce elde etmek, hem de Milletler Cemiyeti bünyesindeki
kollektif güvenlik sisteminin işleyeceğine olan inancıdır.111
Türkiye 1923 yılında kabul edilen Möntroux Boğazlar Sözleşmesi MBS‟de bir
takım değişiklikler yapılması için girişimleri olduysa da, 1933 yılından itibaren ciddi
anlamda Londra nezdinde kendi lehine değişiklikler yapılması için harekete geçmiştir.
Zaman zaman dünya genelindeki silahlanmaya dikkat çekerek önlenmesi konusunda
çıkışlar yapan Türkiye‟nin tekliflerine ciddi anlamda İngiltere de ilgi göstermeyince
Nisan 1935‟de Balkan Antantı Konseyi ve Eylül 1935‟deki MC Genel kurulunda
fırsatlar yakalayan Türkiye konuyu gündeme getirecektir. Boğazlar konusunun önemi
arttıkça çalışmalarını hızlandıran Türkiye 10 Nisan 1936 tarihinde sözleşmeye taraf
olan ülkelere bir nota gönderir, gerekçe olarak uluslararası hukukta önemli bir yeri
olan „rebus sic stantibus‟ geleneğine atıfta bulunarak değişen şartların gözönüne
alındığı yeni bir anlaşma için ilgili tarafları masaya davet eder. Bu konuda Kudret
Özersay:
“Latince‟de „Koşullar değiştiği takdirde‟ anlamına gelen bir hukuk ilkesidir.
Anlaşmanın yapıldığı tarihlerde olmayan ama anlaşma imzalandıktan sonra ortaya
çıkan yeni koşullar nedeni ile taraflar anlaşmada değişiklikler yapmaya veya
tamamen yürürlükten kaldırma hakkına sahiptirler.“112
111
112
Özersay Kudret, “Kurtuluş Savaşından Bugüne Türk Dış Politikası“ İletişim Yayınları, İstanbul
2009, s. 370-384
„Rebus sic stantibus‟ ilkesine başvurulabilmesi için belli şartlar vardır: 1) Ortaya çıkan değişiklik
köklü bir değişiklik olmalıdır; 1) Önceki koşulların anlaşmanın ana gerekçelerini oluşturması
gerekmektedir; 3) Ortaya çıkan değişiklik tarafların yükümlülüklerini önemli ölçüde etkilemelidir.
Uluslararası hukuk sisteminin en önemli ilkelerinden olan pacta sunt servenda (ahde vefa) ilkesi ile
çelişen bu ilkenin iki kuraldışılığı bulunmaktadır: 1) Sınır anlaşmalarına son vermek için bu ilkeden
yararlanılamaz; 2) Koşulların değişmesindeki yükümlülüklerini yerine getirmemek suretiyle neden
olan taraf bu ilkeyi ileri süremez“, bkz. a.g.e., s. 375 vd.
52
İngiltere ve Fransa‟dan bu konuda destek sağlayan Türkiye, Amerika‟yı da
Rus kartını ileri sürerek yanına aldıktan sonra 22 Haziran 1936 tarihinde konferansın
toplanmasını sağlamıştır. Boğazlar üzerindeki hakimiyetini perçinlemeyi hedefleyen
Türkiye geleneksel tecrübelerine dayanarak büyük devletler arasındaki rekabeti çok
iyi takip etmeyi başarmıştır. Boğazlar konusunda, batılı devletlerin hakim olduğu bir
konsorsiyumun söz sahibi olmasından, sadece Türkiye‟nin hakimiyetinde olmasının
Rusya için daha faydalı olduğuna Sovyetler Birliği‟ni inandıran Türkiye, batılı
ülkelere de boğazların hakimiyetinin Türkiye‟de olmasının Sovyetlerin Akdeniz‟e
inmelerini kontrol açısından önemini anlatarak kendi tezlerine destek olacak önemli
bir siyasi başarı sağladı. Türkiye‟nin çeşitli ülkeler nezdinde yürüttüğü politikanın
başarısı sonucunda 20 Temmuz 1936 tarihinde savaş ve barış anında Çanakkale ve
İstanbul Boğazları‟nın kontrolünü belli şartlar karşılığında tamamen Türkiye‟ye
bırakmışlardır.113
Lozan‟da taraf olduğu halde Hitler Almanyası ile işbirliği yaptığı için
Montrö‟ye çağrılmayan İtalya protesto ettiyse de alınan karar taraflarca imza edilerek
sözleşme yeni şekli ile yürürlüğe girmiştir. Konuyu gündeme getirmek için uzun yıllar
fırsat gözleyen Türkiye, Avrupa siyasetindeki bulutlu hava sırasında ustaca
manevralar ile egemenliğinin üzerindeki önemli bir gölgeyi daha halletmeyi
başarmıştır. Türkiye‟nin askeri güç kullanmayı bile ima etmeden sadece büyük
devletlerin kendi aralarındaki rekabeti izleyerek aldığı sonuç ilerleyen yıllarda savaşa
taraf olan tüm ülkeler tarafından doğru bir politika olarak kabul görecektir.114
İtalya‟nın canı istediği anda Habeşistan‟ı (Bugün: Etiyopya) işgal ettiği ve
Almanya‟nın Versay‟ı tanımıyorum diyerek Rheinland‟da asker çıkardığı bir
dönemde, Türkiye de askerini Türk Boğazlarına sokabilir, bu eylemi dışarıda günün
koşullarında anlayışla da karşılanabilirdi. Öyle yapmadı ve inandırma yolunu seçerek
(hukuken yansız İsviçre devletinin kenti) Montrö‟de (Montreux, 23 Haziran-20
Temmuz 1936) Lozan‟ı imzalamış olan öteki devletlerle buluşup anlaşarak kendi
Boğazlarına askerini soktu ve uluslararası kurulu sona erdirdi. Elde edilen sonuç,
113
Müller Reinhard, “Kontrollierte Durchfahrt. Das Abkommen von Montreux und der Zugang zum
Schwarzen Meer“, Frankfurter Allgemeine Zeitung, 5 Eylül 2008, s. 12.
114
http://www.mfa.gov.tr/turk-bogazlari.tr.mfa, “Türk Boğazlarının konumu ve özellikleri“, Erişim
tarihi: 1 Haziran 2012, saat 22.30
53
Türkiye için aynı zamanda gelecekte herkesin ihtiyacı olan barışa karşı da bir
samimiyet zaferidir.
Türkiye‟nin kendi güvenliği için ortaya koyduğu çabaların savaşan devletler
tarafından zaman zaman eleştirilmesinin, 1945 sonrası doğru olmayan bir analiz
olduğu ortaya çıkacaktır. Tahrip edilmiş ülkeler ve milyonlarca insanın hayatına
malolan 6 yıllık savaş sırasındaki „Türk Dış Politikası‟ batılı siyasi tarih analizcileri
tarafından incelenmesi gereken önemli bir „dış poltika modeli‟ olarak çeşitli
konferans, seminer ve makalelere konu edilecektir. Bir başka önemli nokta ise,
siyasetçilerin gelecek nesillere bırakacakları vatanın bağımsızlığı için gençlerini
ölüme göndermelerinin son çare olduğunun ortaya koyulması açısından da ilginç bir
özelliğe sahip olduğu farkedilecektir.
3.4. Türkiye’nin İmza Koyduğu Uluslararası Taahhütler
İkinci Dünya Savaşı başlamadan115 önce Türkiye‟nin genel politikası ulusal
egemenliğine ve toprak bütünlüğüne her hangi bir zarar gelmeden bu badireyi en hafif
şekilde atlatmaktır. Savaş başlamadan önce Türkiye‟nin imza attığı tüm uluslararası
anlaşmalar ya savaşın dışında kalma ya da en az zararla bu sıkıntılı yılları atlatma
üzerine kuruludur.116
Türkiye kendisini doğrudan savaşın içine çekebilecek yükümlülüklerden
bilinçli olarak uzak durmuş, böyle bir sorumluluğa hiç bir zaman girmek istememiştir.
Başlayacağı kesin olan savaş öncesi Türkiye, çeşitli uluslararası çok ve tek taraflı
anlaşmalar ile imkanlar ölçüsünde güvenliğinin garanti olması için çalışmalar
yapmıştır. 1925 – 1939 yılları arasında toplam 16 devlet ile yapılan uluslararası
115
Ülman Haluk, Gönlübol Mehmet, Sezer Duygu, “Olaylarla Türk Dış Politikası 19191965“ 9. Baskı, A.Ü.S.B.F. Yayınları, Sevinç Matbaası, İstanbul 1969, s.146.
116
Hoffmann Brigitte, “Türkei im Zweiten Weltkrieg 1939 – 1945“ Ringelmann Verlag, Mannheim
2008, s. 44.
54
sözleşmeler
savaş
boyunca
Türkiye‟nin
güvenliğinin
sağlanmasına
katkıda
bulunacaktır. Savaşın resmen başladığı tarih olan 1 Eylül 1939‟a kadar Türkiye‟nin
imza koyduğu anlaşmalar sırası ile şunlardır: 117
1) 27 Ağustos 1928 tarihli Briand-Kellogg Pakt ile „savaşların uluslararası
politikanın gerçekleştirilmesinde araç olamayacağı‟ konulu uluslararası
taahhüt;
2) 17 Aralık 1925 tarihli SSCB imzalanan Dostluk ve Tarafsızlık (Saldırmazlık)
Anlaşması ve ilerleyen yıllarda eklenen uzatma protokolleri sonucu üstlenilen
„tarafsızlık ve saldırmazlık‟ yükümlülükleri;
3) 25 Mayıs 1928 tarihli Türkiye ile Afganistan arasında imzalanan Dostluk ve
İşbirliği Anlaşması ile „birbirleri aleyhine olabilecek hiç bir pakta girmeme‟
protokolleri;
4) 30 Mayıs 1928 tarihli Türkiye İtalya arasında imzalanan Tarafsızlık, Uzlaşma
ve Yargısal Çözüm Anlaşması çerçevesinde “içlerinden birine karşı
yöneltilmiş hiç bir siyasal ya da ekonomik tertibe“ katılmama protokolü;
5) 17 Aralık 1929 tarihli Türkiye - SSCB Dostluk ve Saldırmazlık Anlaşması‟nın
uzatılmasına ilişkin ek protokol ile, „karşı tarafa bildirmeksizin kara ya da
denizden komşusu olan devletler ile siyasi anlaşmalar yapmayı hedefleyen
görüşmeler başlamadan önce karşı tarafa haber vererek mutabakatını almayı‟
içeren taahhüt;
6) 5 Aralık 1923 tarihli Türkiye - İran Dostluk, Güvenlik, Tarafsızlık ve
Ekonomik İşbirliği Anlaşması çerçevesinde „saldırmazlık ve tarafsızlık‟
protokolü;
7) 9 Íubat 1934 tarihli Balkan Paktı çerçevesinde Yugoslavya, Bulgaristan,
Romanya, Yunanistan, Arnavutluk ile „pakt üyelerinin biri, bir Balkan devleti
veya dışarıdan başka bir devletin saldırısına uğraması karşısında birlikte karşı
koyma‟ taahhüdü;
8) 8 Temmuz 1937 tarihli Sadabat Paktı ile Türkiye, İran, Irak ve Afganistan
arasında „içişlerine karışmama ve sınırların dokunulmazlığına saygı‟
protokolü;
117
Oran Baskın, “Kurtuluş Savaşından Bugüne Türk Dış Politikası“ İletişim Yayınları, İstanbul 2001,
s. 399.
55
9) 12 Mayıs 1939 tarihli İngiltere ile imzalanan „Akdeniz‟de bir savaş halinde
yardımlaşma taahhüdü ve bu çerçevede bir anlaşma yapma‟ niyet beyanı;
10) 23 Haziran 1939 tarihli Fransa ile imzalanan –İngiltere ile aynı içeriklianlaşma.
1925 - 1939 yılları arasnda T.D.P.‟yı yakından takip eden Almanya, Türkiye
ile ticari ve eğitim ilişkilerini giderek geliştirecektir. 1879 yılı sonrası başlayan ikili
ilişkilerin de önce ticaret ve eğitim alanında başlayıp daha sonra askeri müttefikliğe
kadar gittiğini iyi bilen geleneksel Prusya disiplinli Alman entellektüeller ve onların
yetiştirdikleri gençler Berlin bürokrasisinde önemli makamları işgal etmektedirler.
Türkiye‟nin savaş süresince izlediği dış politikanın net olarak anlaşılabilmesi
için özellikle Avrupa ülkelerinin pozisyon ve dış politika taktiklerinin bilinmesinde
fayda vardır. Savaşan ülkelerin Türkiye‟den taleplerinin daha sağlıklı bir şekilde
ortaya koyulabilmesi için bahse konu ülkelerin uluslararası ortamı ne şekilde
etkiledikleri de ayrı bir öneme haizdir. Bu ülkeler ile Türkiye‟nin ikili ilişkilerinin
seyir çizgilerini bilmek, döneme ait T.D.P.‟na yönelik gerçekçi bir değerlendirme
yapabilmek için önemlidir.
IV. BÖLÜM
4. SAVAÍAN ÜLKELER İLE SAVAÍ ÖNCESİ İLİÍKİLER
Büyük Avrupa ülkeleri arasındaki politik ayrılığın genel bir savaşa neden
olacağını farkeden Türkiye bu ülkelerin hepsi ile ayrım gözetmeksizin yazılı bir
„dostluk ve işbirliği‟ protokolüne kadar gidecek anlaşmalar yapmaya çalışmıştır.
Mihver (Almanya – İtalya – Japonya) ve Müttefik (İngiltere – Fransa) devletler olarak
kamplara ayrılan savaşa taraf ülkeler jeopolitik önemi dolayısıyla Türkiyeyi kendi
yanlarında savaşa sokmak için önemli çabalar harcamışlar, bu yönde Türkiye‟ye çok
büyük baskılar yapma yoluna gitmişlerdir.118
118
Sarınay Yusuf, “Türkiye‟nin Batı İttifakına Yönelişi ve Nato‟ya Girişi“ Ankara 1988, s. 20 .
56
Tarafların yoğun diplomatik baskılarına karşı onurlu ve kararlı bir dış politika
direniş çizgisi göstererek savaş yangınının dışında kalma gayretleri, toprak bütünlüğü
ve bağımsızlığından taviz vermeden ayakta kalabilmesinde önemli rol oynamıştır.119
Avrupa genelindeki genel bir savaşın boyutunu beklenenden çok daha fazla
yıkıcı olacağını hesaplayan Türkiye, bölgesel tansiyonun düşürülmesi için yaptığı
politik çalışmalarda niyetini açıkça ilan ederek taraflara güven vermeye özellikle
dikkat etmiştir. Türkiye‟nin uzun uğraşlarından sonra 1937 yılında Balkan Antlantı
Paktı bünyesinde biraraya gelen ülkelerin bölgeye dışarıdan yapılacak ilk müdahelede
nasıl bir sınav verecekleri de Türkiye‟nin gelecekteki dış politika çizgisinde
belirleyici olmuştur. Türkiye‟nin Balkan ülkeleri ile birlikte hayata geçirmeye çalıştığı
güvenlik kuşağı, uzun ortaya çıkabilecek sorunlara nasıl bir yaklaşım göstereceğinin
de işareti olarak görülmelidir.
4.1. Türkiye – İtalya İlişkileri
Faşist Partinin lideri olarak 30 Ekim 1922‟de Roma‟da başbakanlık koltuğuna
oturan Duçe120 Mussolini‟nin (Benito Amilcare Andrea Mussolini) dış siyaseti
kendinden önceki Baron Sonnino121 kuşağının yayılmacılığından farklı değildir.
Afrika‟da122 sömürgeci işgale hız vererek 1935 yılında Habeşistan‟a saldırısı ile
emperyalist emellleri açıkça ortaya çıkan İtalya‟nın sınırları dışına taşan tavır ve
119
Timur Taner, “Türkiye‟de Çok Partili Hayata Geçiş“ İletişim Yayınları, Ankara 1991, s. 38.
120
İtalyan Faşistlerin parti lideri Mussolini‟ye verdikleri kendilerine göre milli paye. Bkz. Mantelli
Brunello, “Kurze Geschichte des italienischen Faschismus“ Wagenbach Verlag, Berlin 1999.
121
20. Yüzyıl Başlarında İzmir, Ege daha sonra Antalya yöresine göz dikmiş olan emperyalist Baron
Sonnino kuşağına verilen isim. Ataöv Türkkaya, “II. Dünya Savaşı Yıllarında Türkiye‟nin Dış
Siyaseti (1)“ Türk Solu Yayınları, 166. Sayı, Ankara 2012, s. 12.
122
A.g.e., Ataöv Ihsan, s. 12.
57
eylemleri Akdeniz‟de ciddi anlamda silahlanma yarışı başlatmıştır. Sorumsuz
hareketlerinin bölge güvenliğini tehlikeye attığını bildiği halde Ege‟deki Türk
kıyılarına yakın Oniki Ada‟lardan bazılarını (örneğin, Leros‟u) silâhlandırması da
Türkiye‟ye karşı dostluğun değil tarafsızlığın bile ötesinde bir tavır olarak
görülmektedir.
Mussolini‟nin 7 Nisan 1939 günü 30 tümen asker ile öteden beri „Balkanlarda
İtalyan Hayat Sahası‟ olarak gördüğü Arnavutluk‟a girmesi Türkiye‟de derin kaygı
uyandırmıştır. Balkan Antlantı Paktı dolayısı ile Türkiye‟nin güvenlik bölgesine
taşınan savaşta Balkanların güvenliği için biraraya gelen ülkelerin cılız protestosunun
bir işe yaramadığını gören Türkiye batı Anadolu sahillerinde askerî tedbirlerini
artırma yoluna girerken diğer yandan da İngiltere ile de Akdeniz güvenliği için
görüşmelere başlamıştır. Onikiadalar dolayısı ile zaten komşu olunan İtalya‟nın oldu
bittisini hesaplayan Türkiye, bu ülkeyi öteden beri topraklarında gözü olan
emperyalist devletlerden biri olarak görmektedir.123
Mussolini‟nin konuşmalarında sıkça Akdeniz‟e ilişkin Mare Nostrum (Bizim
Deniz) kavramını kullanması Türkiye için ayrı bir rahatsızlık konusudur.124
Akdeniz‟de Türk Ticaret gemilerine kimliği bilinmeyen saldırıların ardında
İtalyanların olduğu şüphesi de ilişkilerdeki gerginliği giderek artıran bir başka
nedendir. Daha da önemlisi I. Dünya Savaşı sonunda Türkiye‟nin işgalinden kendine
düşen payın verilmediğini belirten İtalyan devlet adamlarının tavrı da, Türkiye‟de bir
İtalyan yayılmacılığına bir başka işaret olarak algılanmaktadır.
123
Bizzat Duçe Mussolini (İtalyanca: Benito Amilcare Andrea) tarafından 19 Mart 1934 tarihindeki
İtalyan Faşist Kongresinde “Tarihi hedeflerimiz Asya ve Afrika‟dır. Bunu doğal bir gelişme olarak
görülmesi gerekmektedir“ şeklinde konuşmuştur. Roma‟daki Türkiye Büyükelçisi konunun üzerine
gidince İtalyan lider bir başka konuşmasında “Türkiye bizim için bir Avrupa ülkesidir, sözlerimle
Türkiye kastedilmiyor“ şeklinde düzeltme yapma ihtiyacı duymuştur. Topraklarının % 95‟i Asya‟da
olan Türkiye, ikili ilişkilerdeki tarihi gerçeklerin de ışığında Mussolini‟nin bu sözlerinden teskin
olmamıştır. (Oran B. “Türk Dış Politikası“ s. 415)
124
Latince „Bizim Deniz‟ manasındadır. Mare Nostrum kendisini mitolojik Latin İmparatorluğunun
mirasçısı olarak gören İtalyan faşistlerinin milli hayalidir. Mitolojik Roma İmparatorluğu‟na kadar
uzanan dönemi içerisine alan Mussolini‟nin faşist ideologları Akdeniz‟in tamamını kendi etki
alanları olarak gördüklerinden parti propagandası olarak sıkça kullanmışlardır. Mare Nostrum
iddiası Mussolini‟nin siyasetteki sözcülerine göre Akdeniz‟de İtalya‟dan başka hiç bir milletin
hakkı yoktur ve kıyısı olan ülkeler Akdeniz‟in hakimi olan İtalya‟dan izin almak zorundadırlar. Bu
konuda Bkz. Tasca Angelo, “Glauben, Kämpfen, Gehorchen. Aufstieg des Faschismus in Italien Nascita e avvento del fascismo“ Edition Promedia Verlag, Wien 2001
58
Savaş öncesi fırtınalı yıllarda defakto konjonktürü iyi takip eden Türkiye
stratejik ve akılcı politikaya hep önem vermiştir. Örneğin, Mussolini‟nin 7 Nisan
1939‟da Arnavutluk‟a saldırmasını, “Türkiyenin güvenlik bölgesine karşı girişilen bir
tecavüz“ olarak değerlendirmiş ve müttefik devletlerinden İngiltere ile savaş
öncesinden beri devam edegelen görüşmeleri başarı ile sonuçlandırarak bir
deklarasyonla neticelendirmeyi başarmıştır. 12 Mayıs 1939 tarihli Türk - İngiliz ortak
deklarasyonu sonucunda açıkça görüldüğü gibi Türkiye, ülke çıkarlarını savaşa
girmeden emniyet altına almak için önemli politik başarı elde etmiştir. Yayınlanan
deklarasyonun 3. Maddesi ile:
“Türkiye ve İngiltere Akdeniz‟de bir savaş çıktığı takdirde birbiri ile işbirliği
yapmaya söz vermişlerdir.“125
4.2. Türk – Sovyet İlişkileri
Türkiye savaş başlamadan önce, ayrım gözetmeden iyi niyet, dostluk ve
saldırmazlık gibi çeşitli adlar altında imza altına alınabilecek güvenlik hedefli
anlaşmalar için bir çok ülke ile görüşmeler yürütmüştür. İngiltere ve Fransa tarafından
İtalyanların Arnavutluk saldırısı sonrası Romanya ve Yunanistan‟a verdikleri
garantinin aynısının Türk Dışişleri‟ne de teklifine dikkatli yaklaşan Türkiye,
mihverlerin de tepkisini çekmemek için temkinli hareket ederek durumdan
Moskova‟yı haberdar ederek nabız yoklamak istemiştir. Rus Başbakan Molotov‟un
İnönü‟ye cevabı „Balkanlar ve Karadeniz bölgesinde ortaya çıkan yeni durum
çerçevesinde değerlendirmeler yapılarak yeni saldırılara karşılık alınacak tedbirlerin
görüşülmesini‟ teklif etmesi Türkiye‟nin kuzey komşusu tarafından da yakın siyasi
markaja alındığını ortaya koymaktadır.
125
Akandere Osman – Polat Hasan Ali, “II. Dünya Savaşı Yıllarında Almanya‟nın Türkiye‟ye Baskısı
ve Savaşın İçine Çekme Gayretleri“ I. Uluslararası Tarihi ve Kültürel Yönleriyle Türk-Alman
İlişkileri Sempozyumu, Konya 2010, s. 1-11.
59
Rus temsilcilerin Ankara‟da görüşmeler yürüttüğü dönemde Almanya‟nın da
Franz von Papen‟i Ankara‟ya ataması bahse konu dönemin diplomatik görüşmelerinin
„kıran kırana‟ geçtiğini göstermesi açısından önemlidir. Tarafsızlığını korumak için
herkes ile her şeyi konuşabileceğini belirten Türkiye, açık politikalarına karşılık gizli
oyunların oynandığı çeşitli ülkelerin siyasi masalarının da en önemli bir ülkesi
konumundadır.
İtalyanların ani Arnavutluk harekatını gizli planın bir parçası olarak gören
Türkiye, İngiltere – Fransa – Rusya üçlüsü ile eşit görüşmeler yürütüp güvenlik
anlaşmaları imzalama çabasında olduğu dönemde, kuzey komşusu hala Hitler
Almanyası ile flört edecek kadar saf olduğu için maalesef ilerleme sağlayamamıştır.
Çeşitli ülkeler birbirleri ile görüşmelerinde alternatif ve samimi olmayan
siyasetlerinin de etkisi ile, özellikle büyük Avrupa ülkeleri Türkiye ile bir anlaşma
imzalamadan Türkiye‟nin kimle ne imzaladığına daha çok önem vermektedirler.
Türk Heyeti SSCB ile 1929 yılı protokolünün 2/1 maddesi gereği mevcut
durumu karşılıklı danışmalar ile özellikle Alman saldırganlığına karşı ittifak arayışı
için masaya oturduğu halde Ruslar Kremlin‟in bir başka odasında Nazi Almanyası ile
gizli ittifak pazarlıkları yapmaya çalışmaktadırlar. Türkiye ise gayet iyi niyetli olarak
Alman – İtalyan saldırganlığına karşı İngiltere – Fransa – Rusya dostluklarının
peşindedir.126
Türkiye‟nin uzun süre büyük ümitler ile yürüttüğü görüşmeler Rusların ani
sürprizi ile karşılaştığında sadece Ankara değil, Paris ve Londra‟da şok olacaklardır.
23 Ağustos 1939 günü Moskova‟dan yapılan açıklama Alman – Sovyet Saldırmazlık
Paktı‟nı haber vermektedir. Barış denklemlerinin tekrar değiştiğini gören Türkiye,
tehlikenin önce Akdeniz, ikinci ihtimal olarak ta Balkanlardan geleceğini
düşünmüştü.127 Ortaya çıkan yeni risk analizine göre kökü tarihe kadar uzanan
kuzeydeki komşuya da artık ciddi şekilde dikkat edilmelidir. Hitler‟in 1 Eylül‟de
Polonya‟ya saldırarak yarısını Stalin‟e vermesi, Türk – Rus görüşmelerinde
Moskova‟nın ayak sürümesine sebep olmaktadır.
126
Oran Baskın, “Kurtuluş Savaşından Bugüne Türk Dış Politikası“ İletişim Yayınları, I. Cilt,
İstanbul 2001, s. 416.
127
A.g.e., s. 418.
60
Almanya ile anlaşınca diplomatik alanda daha da güçlendiğine inanan
Sovyetler Birliği‟nin Ankara Büyükelçisi Vladimir Terentif, Başbakan Íükrü
Saraçoğlu‟nu yeni gelişmeleri değerlendirmek ve uygun bir anlaşma yapmak için
Moskova‟ya davet ettiğinde, Türkiye önemli sürprizler ile karşılaşacaktır. Hala
Moskova ile bir anlaşma peşinde olan Türk Başbakan Saraçoğlu iki ülkenin
dostluğundan bahsederken Rusların Monreux Boğazlar Sözleşmesinin Ruslar lehine
değiştirilmesini ve Kars ve Gümrü anlaşmaları ile çizilen Kafkasya sınırında yeni
düzeltmeler yapılmasını istemeleri niyetlerini açıkça ortaya koymuştur. Zaman zaman
Sovyet lideri Stalin‟de görüşmelere bizzat katılarak Rus isteklerini dile getirse de
Türk Başbakan Saraçoğlu‟nun „bunlar şu anki görüşmemizin konusu değil‟ tepkisi ile
karşılaşmışlardır.128
Bu konuda Osman Akandere / Hasan Ali Polat;
“Yeni ittifaklar ve anlaşmalara göre, Ankara‟nın da tamamen olmasa bile
sıkça değiştirmek zorunda kaldığından önündeki seçenekler ise son derece zorlu, biri
için diğerinden vazgeçmeyi kolayca göze alamayacağı seçenekler şeklindedir.“129
Yaklaşan tehdit risklerini en aza indirmek isteyen Türkiye‟nin önündeki
sadece olduğunu ve dördüncüsünü beklemenin de çok geç olabileceğini belirten
Cemil Koçak:
“Türkiye, ya Hür Dünya‟yı temsil eden İngiliz-Fransız ikilisinin önderlik ettiği
batılı devletlerden kopup Almanya‟nın kontrolünde gelişen Mihver devletleri ile
birlikte olacak,
ya şimdiye kadar çeşitli ülkeler ile imza altına aldığı ikili deklarasyonlara sadık
kalmaya gayret edecek,
128
Moskova‟da çeşitli oyalama taktikleri ile 23 gün süren Türk – Rus görüşmeleri sonucundan bir
anlaşma imzalanması ümidini kesen Türkiye Başbakanı Íükrü Saraçoğlu nazik bir dille, “Bundan
sonra Stalin Yoldaş‟ın bana yapacağı en büyük iyilik buradan bir an önce ayrılarak ülkeme
dönmemi sağlamasıdır“ şeklinde konuşmuştur. Fakat Ankara‟dan Saraçoğlu‟na gelen mesaj ise,
„Rus niyetlerini tam olarak öğrenmek için sonuna kadar bekle‟ şeklinde olacaktır. Ayrıca bkz. Oran
Baskın, a.g.e. s.420 vd.).
129
Akandere Osman – Polat Hasan Ali, “II. Dünya Savaşı Yıllarında Almanya‟nın Türkiye‟ye baskısı
ve Savaşın içine çekme gayretleri“ I. Uluslararası tarihi ve Kültürel Yönleriyle Türk-Alman
İlişkileri Sempozyumu, 8-10 Ekim 2009 Konya, s. 3.
61
ya da, hem batılı ittifak, hem de kendisi için çok tehlikeli olan kuzey komşusu Rusya
ile anlaşarak iyi ilişkiler yürütmektir.“130
Sovyetlerin Nazi Almanyası‟na güvenerek Türkiye‟ye karşı takındığı
emperyalist tutum Türk – Rus ilişkilerinde derin etkiler bırakacak ve Cumhuriyet
tarihi boyunca ilişkilerin geldiği noktayı sıfırlayacaktır. Bu durumda Türkiye‟nin
başından beri ihmal etmeden sürekli ilerlettiği Türkiye – İngiltere – Fransa işbirliği
döneme damga vuran gelişmeler olarak tarihe geçecektir.
Başbakan Íükrü Saraçoğlu‟nun hatıralarında „görüşmeden daha ziyade bir
boğuşma idi‟ şeklinde bahsedeceği Moskova görüşmelerinin sonucu son dönem Türk
Rus ilişkileri için de önemli bir kırılma noktası olacaktır. Ruslara karşı savaş sonuna
kadar devam edecek bu güvensizlik 1945 sonrası barış ortamında Türkiye‟nin
bağlantısız kalmaktansa NATO‟da yer almayı seçmesinde de Stalin‟in açık ve sonu
gelmeyen isteklerinin olumsuz etkisinin izleri görülecektir.131
4.3. Türkiye – Fransa İlişkileri
I. Dünya Savaşı‟na ve akabindeki Sevr görüşmelerinde masanın karşısındaki
taraf olmasına rağmen, Anadolu‟dan Ankara hükümetini tanıyarak ayrılan ilk işgal
güçü olmaları, son dönem Türk – Fransız ilişkilerindeki önemli noktalardan biridir.
Güneydeki işgal bölgelerini sorunsuz bir şekilde Ankara Hükümeti ile koordineli
130
131
A.g.e., Akandere – Polat, s. 3; Koçak C., “Türkiye‟de Milli Şef Dönemi“ s. 91; Önder Zehra, “Die
Türkische Aussenpolitik“ s. 25-26.
Sovyetler Birliği‟nin ilk fırsatta tekrar eski tarihi düşmanlık defterlerini karıştırması Türkiye
tarafında, „kağıt üzerinde anlaşma yapılsa bile Rusların samimiyetine güvenilmez. Fırsat
bulduklarında çok çabuk değişip gerçek niyetlerini ortaya koyar‟ düşüncesinin egemen olmasını
beraberinde getirmiştir. Savaştan galip çıkan Stalin‟in Potsdam ve Yalta görüşmelerindeki tavırları
da Türkleri süresi belirsiz bir şekilde İngiltere ve Fransa´nın – ileriki yıllarda ise Amerika ve
NATO‟nun - kucağına atacaktır. Bkz. Sarınay Y., “Türkiye‟nin Batı İttifakına Yönelişi ve Natoya
Girişi“ Ankara 1988; Önder Z., “Die Türkische Aussenpolitik“ s. 25-27; Gürün B., “Türk-Sovyet
İlişkileri 1920-1953“ Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 1991, s. 197-208; A. Suat, Güç
Komşuluk, “Türkiye-Sovyetler Birliği İlişkileri 1920-1964“ Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları,
Ankara-1992, s. 129-148.
62
olarak boşaltan Fransızların Lozan görüşmeleri sırasında da olumlu tavır takınmaları
Türkiye Cumhuriyeti‟nin Fransa ile ilişkilerinin başka ülkelere göre çok daha çabuk
gelişmesine vesile olmuştur. Milli Mücadele sonrası Fransa ile Türkiye arasında en
öne çıkan iki sorun Osmanlı döneminden kalan borçlar sorunu ve Hatay konusudur.
Her ikisinde de ilişkilerin nazikliği ve iki ülkenin de birbirine karşı verdiği önem
dolayısı ile görüşmeler yolu ile çözülmüştür. Fransa‟nın Musul konusunda İngiltere
ile birlikte hareket etmesini de Türkiye fazla öne çıkarmamıştır.132
Türkiye Cumhuriyeti kuruluş yıllarından itibaren, Osmanlı döneminden miras
kalan bir çok sorunu çözmek için Fransa ile Türkiye masaya oturacaktır. Misyoner
okulları ile ilgili konular Lozan‟da gündeme geldiğinde Türk heyeti „yeni devletin
milli eğitim politikası ışığında var olan imkanlardan Fransız okulları da
yararlanacaktır‟ şeklinde yuvarlak bir cevapla konuyu geçiştirmesini Fransa 1925‟de
tekrar
gündeme
verilemeyeceğini
getirdiğinde,
belirterek
kesinlikle
konuyu
Fransa‟ya
gündemden
bu
konuda
kaldırmıştır.
Bu
ayrıcalık
okulların
„azınlıkların kimliklerinin gelişmesine destek olmak‟ gibi kendilerine özgü gayeleri
de Türkiye‟nin dikkatinden kaçmamıştır.133
Osmanlı borçlarından önemli bir kısım Türkiye Cumhuriyeti‟ne miras
kalmıştır. Çok sayıda alacaklı ülke olmasına rağmen Osmanlı Devleti‟nin tahvil
satarak en çok borçlandığı ülke Fransa‟dır. Lozanda konu ile varılan anlaşmaya göre
Türkiye bu borçları Osmanlı‟dan ayrılan ülkeler arasında paylaştıktan sonra kendi
üzerine düşen bölümünü ödeyecektir. 1912 öncesi borçlardan % 62 ve sonraki
borçlardan % 73‟lük bölümü için varılan anlaşmaya göre Türkiye Cumhutiyeti bu
borçları ödemeyi kabul etmiştir.134 Ancak dünya genelindeki 1929 yılı ekonomik krizi
baş gösterdiğinde Türkiye ödemelerde kolaylık gösterilmesi için Fransa‟daki Duyun-u
Umumiye merkezine başvurdu. Yapılan yeni taksitlendirmeler ile Türkiye
132
Demir İsmet, “Musul-Kerkük ile ilgili arşiv belgeleri 1525-1919“ Başbakanlık Basımevi, Ankara
1993, Ankara 1993, Ankara 1993, s. 734.
133
Ayas Nevzat, “Türkiye Cumhuriyeti Milli Eğitimi“ M.E.B. Yayınları, Ankara 1948, s. 393 - 394;
Taşdemirci Ersoy, “Türk Eğitim Tarihinde Azınlık Okulları ve Yabancı Okullar“ Eciyes
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Sayı: 10, Yıl: 2001, s. 30.
134
Uzgel İlhan, “Türk Dış Politikası - Osmanlı Borçları Sorunu“ İletişim Yayınları, 16. Baskı,
İstanbul 2012, s. 279.
63
107.528.461 altın liradan oluşan borç 25 Mayıs 1954‟de son taksitin yatırılması ile
tamamen temizlenmiştir.135
Fransa ile Türkiye arasındaki bir başka önemli konu ise Sancak (Íimdi: Hatay)
konusudur.
136
Bölge, uluslararası literaturda anavatana katılana kadar bu isimle
anılacaktır. 1921 yılında Türkiye ile Suriye arasında imzalanan Ankara Anlaşması
Lozan‟da gündeme en az gelen ve iki ülke tarafından geçmişteki şekline ve özüne
dokunmadan kabul edilmiştir. Lozan sonrası Suriye‟de manda idaresini hayata geçiren
Fransa „böl ve yönet‟ taktiği ile Halep, Íam ve Sancak adlı idari bölgeler kurmuştur.
Zaman zaman Arap milliyetçilerinin Fransa‟ya karşı ayaklanmaları sonucu çıkan
kargaşa, 1930 yılında İngiltere‟nin bölgeden çekilmesi ile daha da artacaktır.
Türkiye‟deki gelişme ve reformları çok iyi takip eden Sancak Türkleri kendilerini
sürekli geliştirdiler. Suriye‟de petrolün de istenildiği oranda çıkmaması üzerine 1936
yılında Fransa kendi coğrafyasındaki güçlüklerini de hesaba katarak bölgeden
çekilmenin sinyallerini vermeye başlamıştır. Sancak konusunda bölgedeki Türk nüfus
oranı ve Türkiye ile iyi ilişkileri kaybetmeyi göze alamayan Fransa, 1936 yılında
bölgenin Türkiye‟ye bağlanması için Türkiye ile koordineli çalışmaya başlamıştır.
Bağımsız bir devlet olan ve kısa bir süre sonra da Türkiye‟ye katılacak olan bölgeye
Hatay ismini Atatürk verecektir.137
Atatürk‟ün ölümünden kısa bir süre sonra Türkiye Cumhuriyeti‟nin ilk defa
toprak kazanımında yardımı olan bir Avrupa ülkesi konumunda olan Fransa,
Türkiye‟nin dış politikasında önemli bir yere sahip olurken Almanya ve İtalya‟nın
taşkınlıklarını dizginlemede iki devlet birbiri ile olan ilişkisi samimi bir uluslararası
işbirliği çizgisinde ilerleyecektir. Hatay‟ın anavatana katılışı ile ilgili olarak
çalışmalarda bulunan tarihçi Bekir Tünay:
135
A.g.e., s. 27.
136
Osmanlı döneminde İskenderun Sancağı olarak geçen bölge Alman ve Fransız resmi yazışmalarına
da bu isimle geçmiştir.
137
Avrupalılar Çin‟in kuzeyine "Hıtay" derlerdi (Rusçada "Kitay"). "Hıtaylar" ismini taşıyan yarı
göçebe Türk-Moğol kabileleri 10. yüzyılda Mançurya‟yı ve Çin‟in kuzeyini işgal etmişler ve
burasının ismi "Hıtay" kalmıştı. Atatürk "Hıtaylar"ın Anadolu‟ya da gelmiş olduklarına inanıyordu.
"40 asırlık Türk yurdu" saydığı Antakya‟ya Hatay ismini bu yüzden vermişti. Bkz. Armağan
Mustafa, Gizlenen Tarihimiz, Ankara 1999.
64
“Atatürk‟ün Hatay‟ı silâh zoruyla alabileceğini, Fransızlar anlamışlardır.
Bunu dikkate alarak bir askerî anlaşma yapma yoluna gidilmiştir. Oysa Atatürk‟e
göre savaş, hayatî olmadıkça yapılmamalıdır. Bu askeri anlaşma ile Hatay‟da tarafsız
bir seçim kabul edilse de Türkiye‟nin maksadı bir kısım askeri gücün Hatay‟a
girmesini sağlamaktır. Orgeneral, Şükrü Kanatlı (o zaman Kurmay Albay)
kumandasındaki birliklerin bölgeye girmesinin ardından, 13 Ağustosta seçimler
yapılmış ve ezici çoğunlukla Türklerin kazandığı açıklanmıştır. Böylece de bağımsız
Hatay Cumhuriyeti 12 Eylül 1938‟de kurulmuştur. Bu Cumhuriyet de, 30 Haziran
1939‟da Türkiye‟ye iltihak kararını aldı. Ana yurdun bölünmez, vazgeçilmez bir
parçası olan Hatay, ana yurtla bütünleşti.“138
İkinci Dünya Savaşı‟nın hemen öncesinde Türkiye - Fransa ilişkileri
Avrupa‟daki bir çok ülkenin birbirleri ile olan ilişkilerinden çok daha fazla samimi ve
pürüzsüz bir işleyişe sahiptir.139
4.4. Türkiye – İngiltere İlişkileri
Atatürk‟ün son yıllarına kadar Musul sorunu hariç Türk - İngiliz ilişkileri
pürüzsüz yürüdü. Doğudaki Kürt Sorunu ile batıdaki denge / ittifak sorununu çok iyi
takip eden genç Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı‟nın son dönem politikalarının
küçültülmüş halini -ama bu sefer doğru ata oynayarak- Cumhuriyet döneminde
uygulamaya koyacaktır. Cumhuriyet dönemininde Türkiye‟nin dış politika için
elindeki alternatifleri de sınırlıdır. Bu tercihler İngiltere - Fransa ekseni, Almanya İtalya Birliği ve SSCB‟dir.140
138
Tünay Bekir, “Atatürk ve Hatay“ Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Sayı 5, Cilt: II, Mart 1986.
139
Çelik Alperen, “II. Dünya Savaşı Öncesi Avrupa ülkeleri“ Birlik Gazetesi Almanya Baskısı, Íubat
2004, s. 33-35.
140
Oran Baskın, “Kurtuluş Savaşından Bugüne Türk Dış Politikası - Batıda Dış Politika“ İletişim
Yayınları, I. Cilt, İstanbul 2001, s. 253.
65
Lozan‟dan beri sürüncemede olan Musul sorunu (1926), Ege‟deki Yunanistan
ile olan sorunların kökünden çözümlenmesi (1930) ve Milletler Cemiyeti üyeliği
(1930) Türk İngiliz ilişkilerinin hızlı bir şekilde büyümesinin en önemli nedenlerinden
biridir. Türkiye‟nin dış politikasında özellikle demokratik değerler söz konusu
olduğunda, dünya barışının lideri olarak görülen İngiltere‟nin sürekli Fransa ile
beraber hareket etmesi de bu devletin dünya genelindeki politikalarını hızlı bir şekilde
inandırıcı hale getirmektedir.
Akdenizdeki tehditvar çıkışları olan İtalya ile 20. Yüzyılın en büyük
diktatörlüğüne aday Hitler‟in tavırları da Türkiye‟nin İngiltere ile olan ilişkilerini
daha da önemli hale getirmektedir. Ege sahillerine çok yakın olan adalarda askeri
üsleri olan ve Akdeniz‟in kendilerine ait olduğu hayallerini bizzat Mussolini‟nin dile
getirdiği Faşist İtalya‟nın çıkışları da, Türkiye‟yi İngiltere ile daha çok işbirliği
yapmasının nedenlerinden biri olarak ortaya çıkmaktadır.141
Dış tehditlerin önlenmesi veya dengelenmesi için güçlü ülkeler ile müttefik
pozisyonları geliştirmenin uluslararası politikaların değişmez ilkelerinden olduğunun
iyi farkında olan Türk siyasetçilerin gayretleri, birbirleri ile rekabet halinde olan
ülkelelerin sadece müttefik olarak kullanılmayacak, aynı zamanda o ülkelerin
Türkiye‟ye yaklaşımlarında Türkiye ile yakın işbirliğinde olmanın değerinin daha da
arttığını farketmelerine yol açacaktır.
Bir asırdan bu yana gerek Akdeniz, gerekse Türkiye‟nin hinterlandı
konumundaki İngiliz etkisini çok iyi farkeden Türk siyasetinin, İngiltere ile işbirliği
özellikle II. Dünya Savaşı‟nın başlangıç yıllarında en gerçekçi kararlardan biri
konumundadır. Rekabet halindeki Avrupa ülkeleri arasında bölgede en fazla askeri
üssü ve müttefiği bulunan İngiltere‟nin Türkiye ile olan ilişkilerinin bu dönemde en
üst düzeyde olması Türkiye‟nin kendini savaşın dışında tutabilmesinde önemli bir rol
oynayacaktır.
Türkiye‟nin 1930 yılından beri özellikle Balkanlarda ve Orta Doğu‟da çeşitli
ülkeleri biraraya getirerek bölgeye dışarıdan yapılacak bir müdaheleye karşı olduğunu
ortaya koymasındaki politikalarının tamamında Türk - İngiliz fikir birliğinin izlerini
141
Bauer Renate, “Türkei im Zweiten Weltkrieg“ Neue Ekonomi Magazin, Alp Media Almanya,
Würzburg 2006, s. 47.
66
görmek mümkündür. Türkiye‟nin uluslararası çabalarında adı sıkça geçecek
„dışarıdan bir saldırı, statükoyu bozmaya yönelik hareketler ve barışı tehlikeye atacak
davranışlar‟ adlandırmalarının tarif ettiği tüm kelimelerin muhatabı İngiltere‟nin de
rekabet halinde olduğu Almanya - İtalya ikilisi ile henüz kimden yana tavır koyacağı
belli olmayan SSCB‟dir.
Uluslararası bir çok sıkıntı da Türkiye - İngiltere arasındaki danışma
mekanizmalarının sürekli açık tutularak bölgedeki barışın korunmasına yönelik
olarak her iki ülkenin de bir çok gelişmeyi benzer ölçü ve algılamalar ile
değerlendirmelerine yol açmaktadır. Atatürk‟ün son yıllara kadar sıkça görüştüğü
İngiltere‟nin Ankara Büyükelçisi P. Lorrain‟e Motreux konusundaki desteklerinden
dolayı teşekkür mehiyetinde diğer diplomatlardan ayrı bir önem vermesi de iki ülke
arasındaki ilişkilerin sağlamlığını daha da öne çıkarmaktadır.
1938 yılı sonundan itibaren Türkiye‟nin İngiltere ile görüşmelere başlayarak
ittifak teklifini Hitler‟i tanımadıkları için hala onu yatıştırma142 (İngilizce:
appeasement) politikası yürüten İngiliz siyaseti yüzünden gerçekleşmemiştir.
Nazilerin Çekoslovakya‟yı işgali sonrası ancak gözleri açılan İngiltere Atatürk
dönemi Türk Dış Politikası‟nın önemini ve kendilerine Türkiye‟nin yaptığı teklifin
değerini anlayabilecektir.
1939 yılının yaz aylarına kadar Türk - İngiliz münasebetlerinde gelişmeleri
değerlendirme açısından büyük benzerlikler göze çarpmaktadır. İki ülkenin uluslarası
sorunlara bakışlarındaki benzerlikler tarafları giderek daha çok biraraya getirmektedir.
T.D.P.‟nin bakış açısı İngiliz Siyaseti nezinde Türkiye‟yi bölgede rol oynayabilecek
potansiyel bir ülke konumuna getirecektir. Ancak Londra ve Ankara‟nın karşılıklı
menfaatlerdeki detay hesaplarına inmesi iki ülkenin ittifak anlaşmasına kadar
142
II. Dünya savaşı öncesi İngiltere başbakanı Neville Chamberlein ile özdeşleşen bir politikadır.
Hitler‟in esas ilgi alanının doğuda olduğuna inandığı için kendileri ile ittifaka girdikten sonra Rus
topraklarına yöneleceğini umut ederek, Südetleri aldıktan sonra daha önce Bismarck‟ın da yaptığı
gibi Hitler‟in de durarak kazanımlarını elinde tutmak isteyeceğini tahmin etmektedir. Hitler‟in ise
Bismarck‟dan çok Napolyon‟a benzeyerek durmak bir yana, taleplerinde çok daha aşırılıklara
kaçtığı görülmüştür. Münih Anlaşması sonrası Londra‟ya dönerken uçakta yanındakilere “Bugün
onurlu bir barış yapmanın mutluluğu ile ülkeme dönüyorum“ demiştir. Alman ordularının hiç bir
Alman‟ın yaşamadığı Çekoslovakya topraklarına girmesinden sonra ise İngiliz başbakan bizzat
yatıştırma politikasının bittiğini ilan etmek zorunda kalmıştır. Bkz. Aydın Mustafa, “Kurtuluş
Savaşından Bugüne Türk Dış Politikası“ İletişim Yayınları, I. Cilt, İstanbul 2001, s. 408.
67
yaklaşan paralel bakış açılarına rağmen, dış etkenlerin de etkisi ile ittifak anlaşması
için imzaların atılması bir türlü gerçekleşmeyecektir. Avrupa‟nın irili ufaklı bir çok
ülkesinde olduğu gibi çeşitli ülkelerin politik menfaatleri her ay değişebilmekte ve bu
ay yapılan tekliflerini gelecek ayki görüşmelerde masadan çektiklerini söylebildikleri
bir dönemde T.D.P., İngiltere ile yakın ilişki yürüterek, son derece zor uluslararası
sınavlardan başarı ile çıkmıştır.143
4.5. Türkiye - Almanya İlişkileri
Türkiye‟nin son yüzyılda en çok ilişkide bulunduğu Almanya ile ilişkilerini
çok kısa geçeceğimiz bu bölümde açıyı iyice daraltarak savaş öncesindeki -ama savaşı
direkt etkileyecek- son bir kaç yıldaki ikili ilişkileri öne çıkarmaya çalışacağız. Bir
önceki savaşın mağlüp müttefiklerinden olan Almanya‟nın Versay‟a sürekli atıfta
bulunarak eleştirmesi Türkiye‟den sempati de toplamıyor değildir. Sevr‟in oldukça iyi
bir renövize edilmiş şekli olan Lozan Alaşması‟nda Türkiye‟nin de memnun olmadığı
taraflar vardır ama gelinen konjunktürde bunları öne çıkarmakta bir fayda görmeyen
T.D.P., Avrupa‟nın Almanya liderliğinde giderek kararan siyasi havasını da yakından
takip etmektedir.
Almanya‟da iktidara gelen Nasyonal Sosyalistler bir çok ülkeden eleştiri
alırken Türkiye‟nin, „Almanların demokratik kararı‟ diyerek gayet normal karşıladığı
Hitler iktidarı ile siyasi boyutlarda o kadar olmasa da ticari ilişkiler en yüksek düzeye
çıkmıştır. İki ülkenin geçmişteki iyi ilişkilerinin üzerine bina edilen son dönem politik
gelişmelerdeki zamana ayarlı olumlu-olumsuz gelişmelerin tamamı, Almanya‟nın
sürekli atak politika uygulayarak durumların yeniden değerlendirilmesine mecbur
kalındığından ileri gelmektedir.
143
Körber Manuela, “Türkei im Zweiten Weltkrieg“ İntegrationszeitung, Alp Media Würzburg, April,
2008, s. 12
68
1933 yılında başlayan Nazi iktidarıyla birlikte Almanya, siyasî ve iktisadî
nüfuzunu bütün Avrupa‟da olduğu gibi Türkiye ile olan ilişkilerinde de kullanmaya
başlamıştır. 1934 yılından itibaren Türkiye, Almanya ile sıkı bir iktisadî işbirliğine
girmiş ve Almanya Türkiye‟nin en büyük ticari partnerlerinden biri konumuna
gelmiştir.144 Türkiye üzerindeki iktisadî nüfuzunu kullanarak Türk-Sovyet ve Türkİngiliz münasebetlerinde gerginlik yaratıp Türkiye‟yi revizyonist guruba çekmekte
başarılı olmasa da, bu yoldaki çabaları ile T.D.P. analizlerinde ikili ilişkiler sürekli
olarak uzun yıllar birinci sorun olarak devam etmiştir.
1934 yılından sonra Türkiye‟nin Balkan ülkeleri ile başlayan Balkan paktı
girişimleri konusunda Almanya‟nın rahatsızlığı vardır ama bu rahatsızlığın nedenini
Türkiye‟ye hiç sormayarak ilişkilerin sorunsuz süreceğini sanan Hitler yönetimi,
Türkiye‟ye karşı uyguladığı yanlış politika ile T.D.P.‟nin İngiltere ile zaman zaman
paralellikler arzetmesine fırsat sağlamıştır.145 Oysa yaklaşımları net bir Almanya‟nın
T.D.P. ile uyumlu olacak bir bölge politikasının kendine hiç bir zaman olumsuz etkisi
olmayacağı gibi tam tersi büyük faydalar sağlayacağı kesindir. Alman Dışişlerinin
Türkiye temsilciliğinin vizyon darlığı iki ülke ilişkilerinin zaman zaman ters yönde
ilerlediği konumlara girmesine sebep olmuştur.
Türk Boğazları‟nın önemini en iyi bilen ülkelerden biri olan Almanya, kendisi
açısından uygun görülmeyen bir statüye bağlanacağı endişesiyle, Montreux (Montrö)
Sözleşmesine katılmadığı gibi tasvip etmediğini de açıklamıştır. Fransa ile Hatay
görüşmeleri sürerken de zaman zaman itirazlarını belirten, hatta bu itirazlardan
Türklerin alınıp kırılacağının da farkında olarak Türkiye açısından kabul edilemez
çıkışlar yapan Almanya bütün bunlara rağmen Türkiye ile olan iktisadi ilişkilerini
sürekli yükseltecektir. 1938 yılında Alman Ticaret Bakanı Funk‟un Türkiye‟yi
ziyareti sırasında üzerinde mutabakata varılan; Türkiye‟ye on yıl süreyle 150 milyon
mark kredi verilmesini öngören antlaşma 16 Ocak 1939‟da Berlin‟de imzalanmıştır.
Yine 25 Temmuz 1938'de Berlin‟de iki ülkenin imzaladığı bir ticaret antlaşması ile de
Türk-Alman ticarî münasebetlerinin geliştirilmesine çalışılmıştır.
144
Bkz, Ek-2,Uluğbay Hikmet, DIE, Göstergeler 1923 - 1938, s. 418 - 430 yılları arasında bazı
ülkelerin Türkiye‟nin ithalat ve ihracatındaki payları.
145
Hundt Monika, “Türkei und Deutschland 1933 - 1945“ Integrationszeitung - Miteinander für eine
bessere Zukunft“ Alp Media-Verlag, Würzburg 2009, s.12.
69
Almanya‟nın Türkiye ile olan ticaretinde krom özel bir yer tutmaktadır. 1935 1939 döneminde Türkiye için en önemli ihracaat kalemi olan krom, sadece Almanya
değil rekabet halinde olduğu İngiltere ve Fransa‟ya da geniş oranda ihraç
edilmektedir. Almanya‟nın Türkiye‟den aldığı krom oranını artırarak başka ülkelere
(Burada
kastedilen
başka
ülkelerin
öncelikle
İngiltere
ve
Fransa
olduğu
sanılmaktadır.) satılmaması teklifi Türkiye tarafından görüşme konusu bile
yapılamayacağı ifade edilerek reddedilmiştir.
V. BÖLÜM
5. SAVAÍANLARIN ORTASINDA SAVAÍA KARÍI (1939 - 1945)
II. Dünya Savaşı öncesi T.D.P.‟nın birincil hedefi Lozan Anlaşması ile oluşan
statükonun devamı yönündedir.146 1930 yılından itibaren Türkiye'nin gerek yakın
komşuları gerekse Balkan Ülkeleri ile sağlamlaştırmaya çalıştığı ilişkilerindeki nihai
hedef Avrupa kökenli emperyalist devletlerin yayılmacı kavgasının dışında kalmaktır.
Türkiye 6 yıl boyunca ısrarla sürdürdüğü bu politika ile hem etrafında bir güvenlik
çemberi oluşturmayı hem de uluslararası problemleri barışçı yoldan çözmeye örnek
teşkil edecek ciddi bir dış politika modeli sergilemiştir.147
Savaşan ülkelerin hepsinin güvenini kazanmak, bu olmasa bile savaş halindeki
ülkeleler ile en azından ilişkilerini kesmeden kanalları açık tutabilmeyi başaran çok az
ülkeden biri olan Türkiye, herkes için önemli olan su yollarının kontrolünü Montrö
eline almayı başardıktan sonra bile, elindeki imkanı savaşan ülkelere karşı
kullanmayacak kadar ahlaki bir tavır sergilemiştir. Yaptıkları gizli – açık görüşmeler
ile müttefik olacak kadar ileri gittikten sonra bir gecede birbirlerine saldırı başlatan
ülkelerin varolduğu ilginç bir dönem olan II. Dünya Savaşı, Avrupa ülkelerinin
attıkları imzalar ve yükümlülüklerine karşı da bir sadakat sınavıdır. Bu duruma
düşmeyen Türk hariciyesi güçlü bir orduya değil ama, sağlam bir ahlaki karekter ve
146
Auswärtiges Amt, “Politisches Archiv, Büro des Staatsekretärs - Türkei Band 1“, Nr. 1220, R
29775.
147
Özçelik Mücahit, “II. Dünya Savaşında Türk Dış Politikası“ Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü, Sayı: 29 Yıl: 2010/, s. 253-269.
70
mantık ölçüleri içerisinde kalarak savaşın başından en sonuna kadar taraflara aynı
duruşu sergilediler; “Biz bu savaşın dışında kalmak istiyoruz, ama ülkemize saldırı
olursa karşılığını veririz.“
Türkiye‟nin boğazları kapatmasının ne manaya geldiğini I. Dünya Savaşı‟ndan
çok iyi bilen ülkeler zaman zaman Türkiye‟ye karşı aleyhte tavır sergiledikleri halde,
Türkiye boğaz silahı ve Orta Doğu Coğrafyası‟na hakim konumunu II. Dünya Savaşı
boyunca hiç kimseye karşı kullanmamıştır. Stratejik konumu dolayısı ile savaşın
seyrini
değiştirebilecek
bir
Türkiye‟yi
yanına
çekmek
isteyen
tarafların
diplomatlarının da kıyasıya çekiştiği Ankara, 6 yıl boyunca savaş atmosferini bölgede
en çok teneffüs eden başkentlerden biri konumunda olacaktır.148
Müttefik ve Mihver bloklarının her ikisinin de Türkiye‟nin dostluğuna mecbur
olmaları şansını çok iyi kullanan Türkiye, tarafların baskılarına son ana kadar karşı
koyarak savaşın sonunda istediği „tarafsızlık ve savaş dışı kalma‟ hedefine de
ulaşmıştır. Türkiye‟nin en kritik anlarda bile soğukkanlılığını kaybetmeyip hayale
kapılmaması ve durumu kötüye gidene „ben de bindireyim‟ diyecek kadar fırsatçılığa
soyunmadan ahlaki değerlerden uzaklaşmaması istediği sonucu almasındaki en
önemli etkenler olarak tarihe geçmiştir.149
5.1. Türkiye’nin Müttefikler Safında İttifak Arayışı
Akdeniz‟deki tahditkar hava giderek artınca, Türkiye ilişkilerinin daha
stabil bir görüntü verdiği İngiltere – Fransa ekseni ile diyaloğa girmiştir. Montrö ve
Hatay konularında İngiltere – Fransa ikilisinin siyasi desteğini arkasına alan Türkiye,
7 Nisan 1939‟da İtalyanların Arnavutluk‟a asker çıkarması ile müttefik ülkeler
nezdinde ilişkileri artırarak askeri işbirliği ihtimallerini araştıran Türkiye güvenliğini
148
Bazna Elyasa, “Ankara Casusu / 2. Dünya Savaşı‟nın En Tehlikeli Ajanı: Çiçero“ Karakutu
Yayınları, İstanbul 2005, s.55; Bkz., Auswärtiges Amt, “Politisches Archiv, Büro des
Staatssekretärs - Türkei Band 1“ Nr. 1220, R 29770.
149
Ekinci Necdet, “İnönü Dönemi ve II. Dünya Savaşı Yılları“ Genel Türk Tarihi , Cilt 9, Ankara,
2002, s. 646.
71
garantiye alacak anlaşmalar yapmaya çalışmıştır. Türkiye ile güvenlik ve işbirliği
anlaşması imzalamaya prensipte karşı olmayan İngiltere ve Fransa ikilisinin
kendilerine göre hesaplarında S.S.C.B. ile de ittifak arayışları vardır. Her iki ülke de
Hitler‟in askeri gücünü S.S.C.B. olmadan durdurabilmenin zorluğu konusunda
hemfikirdirler. Bu iki ülkenin Sovyetler ile yapacakları ittifak görüşmelerinde
özellikle boğazlar konusunun da gündeme geleceği Türkiye tarafından tahmin edildiği
için bahsekonu ülkelerin uluslararası görüşme ve ilişkileri de T.D.P. tarafından yakın
takibe alınmıştır.
Japonya‟nın Mancurya‟yı işgali, Almanya‟nın Saarland bölgesini Fransa‟dan
geri alarak ve Ren bölgesine girmesi, Hitler‟in sürekli gerginlik politikaları yaratarak
güç gösterisinde bulunması, Almanya‟nın Avusturya‟yı ilhakı, İtalya‟nın Habeşistan‟a
saldırması, İspanya içsavaşında Franko‟nun hakimiyeti ve bütün bu korku
merdivenlerinin Berlin – Roma Mihver Anlaşması ile zirve yapmasının Avrupa‟yı
adım adım bir savaşa doğru götürdüğünde hemfikir olanların sayısı giderek
artmaktadır.150
Hitler – Mussolini çizgisinde bu gelişmeler olurken Türkiye mutlaka stratejik
önemi dolayısı ile gündeme gelecek olan Montrö Boğazlar Sözleşmesini masaya
getirerek Mihver Devletere hiç sormadan başarılı bir şekilde halletmesi İtalya ve
Almanya tarafından düşük yoğunluklu tepki ile karşılanmıştır. Montrö masasından
güçlü olarak kalkan Türkiye ise, buradaki İngiliz – Fransız desteğinin önemini çok iyi
kavrayarak bu iki ülkeye biraz daha yaklaşmıştır. Hızla gelişen olaylar Türkiye‟yi bir
taraftan mihver devletlerden uzaklaştırırken diğer taraftan kademeli müttefik
devletlere yaklaştırmaktadır. Daha önce rutin görüşmeler olarak ilerleyen Türkiye –
İngiltere – Fransa Üçlü İttifak görüşmeleri İtalya Balkanlara inince daha da önem
kazanmış ve taraflar acele etmeye başlamışlardır. Görüşmelerin devam ettiği bir
ortamda İngiltere ve Türkiye „ortak demeç‟ vererek birlikte hareket edeceklerinin
sinyalini vermişlerdir. Mihver Devletleri‟nin saldırgan politikalarına karşı denge
unsuru olan Türk – İngiliz Ortak Demec‟i konusunda Baskın Oran:
“Kendi güvenlikleri yararına olarak, karşılıklı yükümlülükleri gerektirecek uzun
süreli kesin bir anlaşma imzalayacak (madde 2) ve bu kesin anlaşma imzalanana
kadar da Akdeniz Bölgesi‟nde bir saldırı ortaya çıktığında, etkili bir şekilde işbirliği
150
Antonio Arena, “Seconda Guerra Mondiale e la Turchia“ Trasmissione Stelle, Roma 1970, s. 145.
72
yapmaya ve birbirlerine ellerinden gelen tüm yardımı yapmaya ve kolaylığı
göstermeye hazır“ olacaklardır. 151
Türk İngiliz yakınlaşmasında kendilerinin Türkiye‟ye verdiği güvensizliği
kaale almadan, böyle bir ittifakın Türk – Alman ilişkilerine zararı olacağını belirten
Almanya konu ile ilgili rahatsızlığını Ankara‟ya iletmiştir. Daha da ileri giderek böyle
bir ittifak anlaşmasının bölgede savaş ihtimalini artıracağını açıklayarak engel olmaya
çalıştıysa da başarılı olamamıştır. Almanya‟nın tepkilerine Türkiye en yetkili ağızdan
cevap vermiştir. Cumhurbaşkanı ve Milli Şef İnönü, CHP‟nin 5. Büyük Kurultayında
yaptığı uzun açılış konuşmasında Türk - İngiliz ittifakını en yüksek düzeyden ve açık
bir dille ortaya koyacaktır. Bu konuda Osman Akandere / Hasan Ali Polat:
“Avrupa‟yı etkileyen son güvensizlik ortamı içinde Türk-İngiliz işbirliği,
üçüncü bir ülkeye karşı saldırı amacı olmayan, tam tersi kendi emniyetimiz ve bölge
barışını sağlama doğrultusunda, insanlığın geleceği ve hür dünya ideallerini korumak
için yapılmış bir taahhüttür. Gerektiği zaman barış ve hürriyet idealine destek olacak
yeni taahhütlerden de Türk ve İngiliz Hükümetleri çekinmeyeceklerdir. Yakın coğrafi
komşularımıza yapılacak saldırıların kısa bir zaman sonra bizi de etkileyebileceğini
göz önüne alarak gerekli önlemleri en ciddi şekilde almaya kararlıyız.“152
Almanya‟nın S.S.C.B. ile görüşmelerini yakından takip eden İngiltere – Fransa
ikilisi stratejik bir bölge ülkesi olan Türkiye‟yi kesin olarak kaybetmemek niyetinde
olsalar da kaynamaya başlayan Balkanlarda İtalyan saldırısından sonra Türkiye‟nin
önemi daha da artmıştır. Balkan Antlantı Paktı‟nın153 özü itibari ile savaşa karşı
olması ve Türkiye‟nin kuruluş aşamasındaki lider gayretleri ile herkese açık - savaş
151
Oran Baskın, “Kurtuluş Savaşından Bugüne Türk Dış Politikası - 1939 – 1941 Savaşan Tarafların
Türkiye Rekabeti“ İletişim Yayınları, I Cilt, İstanbul 2001, s. 417.
152
Osman Akandere - Hasan Ali Polat, “II. Dünya Savaşı Yıllarında Almanya‟nın Türkiye‟ye Baskısı
ve Savaşın İçine Çekme Gayretleri“ I. Uluslararası Tarihi ve Kültürel Yönleriyle Türk-Alman
İlişkileri Sempozyumu, 8-10 Ekim 2009, Konya; Kadri Kemal Kop, “Milli Şefin Söylev, Demeç ve
Mesajları“ Akay Kitabevi, İstanbul 1945, s. 36-37.
153
Balkan Antlantı Paktı bundan sonra BAP kısaltılmış şeklinde geçecektir.
73
dışında kalmak isteyen önemli ülke (Alm: wichtigstes kriegneutrales Land) konumu
büyük ülkeler nezdinde siyasi değerini de artırmaktadır.154
Hitler‟in 1 Eylül 1939 tarihinde Polonya‟ya saldırarak start verdiği savaşta
„birtaraf olan bertaraf olur‟ mantığı ile hareket eden Türkiye, güvenlik çenberine
Avrupa ve bölgenin en güçlü ülkesi olarak görülen İngiltere ile sağladığı yakınlık
dolayısı ile rahat bir nefes alırken, diğer taraftan da Hatay konusunda uzlaşmaya
vararak aynı şartlarda Fransa ile de ön ittifak yapmıştır. Fransa‟nın Hatay konusunda
Suriye‟nin itirazlarına rağmen Türkiye‟den yana tavır koyması ve bu konuda işi
yokuşa sürmemesi Türkiye üzerinde olumlu tesir bırakmıştır. Fransa ile nihai sonuca
ulaşan Hatay görüşmelerinde her iki taraf ta oldukça memnun ayrılırken 15 yaşındaki
genç Türkiye Cumhuriyeti‟nin Monrö ve Hatay gibi iki önemli konuyu silah
kullanmadan halledip bunun üzerine bir de, İngiltere – Fransa ikilisinin güvenini
kazanması, T.D.P.‟nin önemli bir başarısı olarak görülmelidir. İkinci Dünya Savaşı
dönemindeki T.D.P.‟yi değerlendiren Oral Sander:
“II. Dünya Savaşı başlarken, Türkiye batı demokrasileri ile işbirliği yapmış,
savaşın Akdeniz‟e, Balkanlara ve Ortadoğu‟ya yayılmasını önlemek istemiştir. Türk
Devlet Adamları II. Dünya Savaşında memleketi savaşın yıkıntılarından korumak için
çaba harcamışlardır. Türk dış politikasının bu başarısının en önemli nedenlerinden
biri, devleti yönetenlerin, I. Dünya Savaşı‟nda Osmanlı devletini savaşa sokup
sonunda yıkan gelişmeleri iyi değerlendirmeleri ve yakın tarihten ders alarak aynı
hataları tekrarlamamalarıdır.“155
Avrupa‟da start alan savaşın nasıl bir genişleme
göstereceği konusunda
sonucu kimsenin inandırıcı bir tahmin yürütemediği bir ortamda devam eden yoğun
siyasi görüşmeler sonunda Türkiye isteklerini elde ederken kötü niyetli ülkelere karşı
da ciddi anlamda caydırıcı güce sahip müttefikler kazanmıştır. Bu konuda Osman
Akandere / Hasan Ali Polat:
154
155
Auswärtiges Amt, “Politisches Archiv, Büro des Staatsekretärs - Türkei Band 1“ Nr. 1220, R
29770.
Oral Sander. “Olaylarla Türk Dış Politikası“ I. Dünya Savaşı‟nın Sonundan 1980‟e Kadar” İmge
Yayınevi, Ankara 1992, s. 103.
74
“Savaşan en önemli iki ülke ile ittifak yapabilme başarısı aynı zamanda
Türkiye‟ye verilen önemi ortaya koymaktadır. Bu anlaşmalar aynı zamanda savaşan
taraflara kabul ettirilmiş önemli bir pozisyon ve savaş karşıtlığı yönünde ortaya
koyulan ciddi bir diplomatik tavırdır. Önemli bir başarı olan antlaşmaların özeti,
Türkiye saldırıya uğrarsa, Fransa ve İngiltere, Türkiye‟ye her türlü yardımı
yapacaklardır. İki ülkenin bu tahhüdüne karşı Türkiye, Akdeniz‟de İngiltere ve
Fransa‟ya bir saldırısı olması durumunda yardımda bulunacaktır.“156
Almanya – İtalya ekseninin yayılmacı politikalarına karşı İngiltere ve Fransa
ile anlaşmalar yapan Türkiye Akdeniz‟de esaslı bir saldırıyı İtalya‟dan beklemektedir.
İtalya‟nın Arnavutluk‟tan sonra Adriyatik sahillerinden aşağı inerek Yunanistan‟a
saldırması, Türkiye‟nin tehlike İtlaya‟dan gelecek tezlerini de desteklemektedir.
İtalyan saldırılarına karşı İngiliz - Fransız desteğini sağlamak Türkiye Siyasetinin
1939 yılı sonundaki ana ekseni konumundadır. Türkiye her iki ülke ile yaptığı
anlaşma ile İtalya tehlikesini minimize etmede önemli bir mesafe kaydetmiştir.
Balkanlardaki İtalyan saldırganlığı sonucunda giderek artan Akdeniz‟deki
güvensizlik ortamına şimdi de Baltık sahillerindeki Alman ilerleyişi Türkiye‟nin
güvenlik kaygılarının hiçte abartılı olmadığını ortaya koymuştur. Özellikle Fransa için
İtalyan saldırganlığı sadece Ege ve Akdeniz sahillerinde değil, Alp Dağlarındaki her
an patlayabilecek sınır komşuluğu dolayısı ile de ciddi bir sorun oluşturmaktadır.
Fransa‟nın bir diğer şanssızlığı da hem İtalya hem de Almanya ile kontrolü oldukça
güç sınırlara sahip olmasıdır. Mihver Devletlerinin Balkanlarda ve Baltık kıyılarında
başlattıkları harekatın nerde biteceğini kestiremeyen bir çok ülke İngiltere‟nin
vereceği tepkinin sertlik derecesini beklerken, Fransa ve İngiltere‟nin aynı anda
Almanya‟ya savaş ilan etmeleri157 Türkiye için de önemli gelişmeleri beraberinde
getirecek sıcak çatışma ortamlarının habercisi konumundadır. T.D.P. için sonraki
156
Akandere Osman - Polat Hasan Ali, “II. Dünya Savaşı Yıllarında Almanya‟nın Türkiye‟ye Baskısı
ve Savaşın İçine Çekme Gayretleri“ I. Uluslararası tarihi ve Kültürel Yönleriyle Türk-Alman
İlişkileri Sempozyumu, 8-10 Ekim 2009, Konya; Türk-İngiliz ve Fransız Üçlü ittifak
Antlaşması‟nın maddeleri için bkz. Sarkis, Sicilli Kavanini, C. 20, s. 1150 - 1152; İsmail Soysal,
Tarihçeleri ve Açıklamaları ile Birlikte Türkiye‟nin Siyasal Anlaşmaları (1920-1945), C. I, Ankara
1983, s. 603-609; Ayrıca bkz, Önder Zehra, Die Türkische Aussenpolitik, s. 32-33, OTDP, s. 149151.
157
Önder Zehra, “Die Türkische Aussenpolitik im Zweiten Weltkrieg“ R. Oldenburg Verlag, München
1997, s. 18.
75
dönemde yeni ittifaklar ile caydırıcılığın artırılması yönünde yoğun çabalar
harcayacak, bu politikalardaki başarısı ölçüsünde Türkiye‟yi savaşın dışında tutma
başarısını gösterecektir.
1939 yılı sonuna kadar Türkiye‟yi savaş dışı tutan nedenlerden biri de Sovyet
faktörüdür. Türkiye ile görüşmelerinde Almanya bir taraftan bu korkuyu canlı
tutmaya çalışırken diğer taraftan da Türkiye‟nin İtalyanlardan duyduğu endişeleri
gidermeye çalışan bir yaklaşım sergilemiştir. S.S.C.B. ise Türkiye‟yi kontrol etmenin
en kolay yolunun sürekli baskı ve stres altında tutmak olduğuna inanmaktadır.
Akdeniz‟de gelecekte izleyeceği proğram hakkında bilgi vermekten kaçınan İtalya ise
Türkiye‟nin endişelerini artırmaktadır. Türkiye bundan sonra kuzeyindeki S.S.C.B. ile
Oniki Adalar‟dan komşusu olan İtalya‟nın korku kıskacı arasında yeni güvenlik
stratejisi uygulama yolunda gayret gösterecektir.158
19 Ekim 1939 günü İtalya‟nın İngiltere ve Fransa‟ya karşı savaş ilanı sonrası
aslında Türkiye Üçlü İttifak Antlaşması gereği bu iki ükenin yanında olması gerekir
ama, bu iki ülke de Türkiye‟ye söz verdikleri silahları teslim edebilmiş değillerdir.
1940 yılı başlarından itibaren Almanya‟nın yıldırım harbi sonrası müttefik İngiltere
fazla ses çıkarmazken Fransa ciddi bir sarsıntı geçirecektir. Yükselen tansiyonun yeni
adı Almanya‟dır ve bütün Avrupa artık hergün Alman Orduları‟nın zafer haberlerini
izleyeceklerdir. Fransa‟nın kısa sürede yıkılması Türkiye için de büyük sürprizdir.
İtalya ise yaptığı „Eğer Akdeniz ülkeleri Almanya – İtalya ikilisi ile ilişkiyi keserse
tarafsızlıklarını kaybetmiş sayılacaklar ve bundan sonraki saldırıların hedefi
olabilirler‟
şeklindeki
fütursuz
açıklaması
Türkiye‟ye
aba
altından
sopa
göstermektir.159
İtalya savaşa girince İngiltere ve Fransa‟nın Ankara Büyükelçileri Ankara‟da
Dışişleri Bakanlığı‟na gelerek Türkiye‟nin de kendileri ile birlikte savaşa girmesi
gerektiğini belirtseler de Türkiye kendince haklı sebebler ileri sürerek bunun şimdilik
mümkün olmadığını uygun bir dille cevap olarak iletti. Burada Türkiye‟yi esas
düşündüren savaşa girdiği andan itibaren Türkiye, Sovyetlerin fırsat kollayarak
158
Ringelmann Beatrix, “Deutsch-Türkische Beziehungen 1939 – 1945“ Maudere Verlag, 1977
Würzburg, s. 142.
159
Menna Richardo, “Der Zweite Weltkrieg im Mittelmeer“ Freund Verlag, Düsseldorf 1966, s. 19.
76
kendine saldırmayacağından emin olmak istemektedir. 1940 yılının bahar aylarında
savaşı devam ettirecek güç olarak ortada duran üç merkezden biri olan S.S.C.B.
Bulgaristan ile birlikte Türkiye‟ye karşı bir harekete hazırlandığı anti-psikolojik
haberlerini sürekli sızdırarak Türkiye‟nin bir yanlış yapması için stres politikası
uygulayacaktır. Türkiye, „savaşa gir‟ diyen müttefik dengesi ile „sakın ha girme‟
diyen mihver dengeleri arasında durumu idare etmeye çalışırken üçüncü güç
konumundaki S.S.C.B.‟nin sessizliği ise esas korkutucu olandır. Müttefik ve Mihver
ile kanalları sürekli açık tutan Türkiye, S.S.C.B. ile görüşmelerinde daha ilk andan
itibaren bu ülkenin toprak istekleri gündeme gelince hiç bir ilerleme sağlanamadığının
farkındadır. Sovyetlerin kendine özgü politikalarını bilen Türk görüşmeciler masaya
oturduklarında mümkün olduğunca sinirlerini sağlam tutmaya gayret edeceklerdir.160
Türkiye – İngiltere - Fransa arasında oluşan güven ortamı sonrası imza altına
alınan anlaşmaların Rusların tepkisini almasını anlamak mümkün değildir. Oysa bu
anlaşmalar iyi incelendiğinde hepsinin özü Türkiye‟nin toprak bütünlüğünün
korunmasıdır. Bu ruhu taşıyan anlaşmalara karşı olan S.S.C.B.‟nin Türkiye‟nin toprak
bütünlüğü ve milli sınırları ile sorunları var demektir. Türkiye‟ye karşı hiçbir ortam
yumuşatıcı ve güven verici yaklaşıma hazır olmayan bu ülke, Türkiye‟nin batılı
ülkeler ile yaptığı anlaşmaları „Türkler artık tarafsızlıklarını kaybederek büyük bir
aptallık yaptı‟ şeklinde açıklamalar yapmıştır. Güney komşusu Türkiye için art
niyetlerini saklamaya gerek görmeyen S.S.C.B. Türkiye‟ye yaptığı petrol sevkiyatını
da durdurarak ekonomik kıskaca almayı bile baskı unsuru olarak kullanacaktır.161
Oysa Türkiye, uyguladığı kendisi ile arasındaki Kafkasya sınırı ile uzun Karadeniz
kıyılarını savaş dışında kalarak güvenli hale getirmektedir. Rusların iddiaları son
derece mantıksız olduğu gibi tam tersi Türkiye, savaşan her ülke ile alaşma yaparak
“savaşan devletler” arasında yer almak istemediğini en açık şekilde ortaya
koymuştur.162
160
Morgenstern Andrea, “Neutral Türkei aus dem Zweiten Weltkrieg“ Gebirge Verlag, 1970 Ulm, s.
66.
161
Gürün Kâmuran, “Türk-Sovyet İlişkileri 1920 – 1953“ TTK Yayınları, Dizi, Sayı 67a, Yıl 2010, s.
208-209; Bilge, Güç Komşuluk“ s.145-146; Önder, “Die türkische Aussenpolitik im Zweiten
Weltkrieg“ R. Oldenburg Verlag, München 1997.
162
Gerçekte Türkiye‟nin tarafsızlık politikası İngiltere ve Fransa ile yaptığı savunma antlaşmasına
kadar olan dönemi kapsayabilir. Türkiye savaşın çok yaklaştığı bu dönemde savaşa girmeyerek
77
İngiltere, Fransa ve Rusya ile her ülkenin konum ve özelliğine göre, ikili
ilişkilerini masaya yatırarak savaş karşıtlığına endeksli güvenlik politikasını
güçlendiren ülke olarak Türkiye‟nin durduğu noktayı 1 Kasım 1939 günü
Cumhurbaşkanı İsmet İnönü verecektir:
“Üçlü İttifak Antlaşması kimsenin aleyhine değildir, hiç bir ülkeyi hedef
almaz, sadece güç ve etkimizin yetiştiği coğrafyada uluslararası barışa hizmet ederek
ülkemizin geleceğini garanti altına almaya yönelik gayretlerden ibarettir. Bu
siyasetimiz bugünkü şartlarda değişmeyecektir.” 163
Cumhurbaşkanı‟nın
verdiği
açık
mesaj
ve
gösterdiği
barış
hedefi
doğrultusundaki siyasi sunuşun ardından, İngiltere – Fransa – Türkiye arasında imza
edilen “Üçlü İttifak Anlaşması“ 8 Kasım 1939 günü TBMM‟de görüşülerek 354 kabul
oyu ile onaylanmıştır.164
5.2. Türkiye Üzerinde Alman-Sovyet Pazarlığı
Ankara‟da görevli Sovyet Büyükelçisi Vladimir Terentief, 4 Ağustos günü
ziyaret ettiği Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Íükrü Saraçoğlu‟na ülkesinin
duruşu hakkında bilgi verirken, Türkiye ile olan dostluk ve iyi komşuluk ilişkilerinden
memnuniyet duyduklarını ileterek, Türkiye‟nin son gelişmeler ile ilgili görüşlerini
öğrenmek istediğini belirtip kendisini Moskova‟da ağırlamaktan memnuniyet
duyacaklarını iletmiştir. 4 Eylül günü tekrar Saraçoğlu‟nu ziyaret ederek İngiltere ve
Almanya‟nın kendilerine karşı bir komploya girme ihtimali karşısında güvenlik
tedbirleri olarak Almanya ile saldırmazlık paktı imzaladıklarını belirtmiştir.165
Atatürk‟ün tarafsızlık politikasından kolay kolay sapmayacağını göstermektedir. Bkz, Baskın Oran,
“Atatürk‟te ve Günümüzde Bağımsızlık ve Batılılaşma Kavramları” AÜ SBFD, Atatürk özel Say.,
C. XXXVI, Nr. 194, (Ocak-Aralık 1981.), s. 205-206.
163
Bkz. Cumhurbaşkanı İsmet İnönü‟nün bu konuşması, TBMM ZC., d. 6, i. f, c. 6, (1.11.1939).
164
Bkz. TBMM ZC., d. 6, i. f, (8.11.1939).
165
Bianka Pietrow-Ennker, “Stalinistische Außen- und Deutschlandpolitik 1939-1941“ 3. Auflage.
Fischer Verlag, Frankfurt am Main 2000, s. 85.
78
Ortaya çıkan yeni durum Türkiye‟nin güvenlik kuşağı oluştururken sıra ile
uygulamaya koyacağı denklemler arasında bulunmadığından bu sefer barış için
güvenlik arayışlarında yeni bir projelendirmeye gitmek zorunda kalacaktır.166
S.S.C.B.‟nin Türkiye‟ye karşı sürekli olumsuz bakış açısı ve buna bağlı olarak
ortaya çıkan güvensizlik ortamı uzun vadede iki ülkenin ilişkilerine de etki edecektir.
Bu ülkenin sahip olduğu rejimden olsa gerek hür dünyadaki tüm ülkelere kuşku ile
bakması dış politikasına sürekli olarak yıkıcı, uzaklaştırıcı ve uzlaşmaz bir görüntü
olarak yansımış, bundan en çok ta güney komşusu Türkiye etkilenmiştir. SSCB‟nin
komşularına güven vermeyen hatta zaman zaman kasıtlı olarak Türkiye‟yi ürkütücü
politika izlemesi dolayısı ile Türkiye uzun yıllar kuzey komşusuna karşı sürekli
teyakkuz halinde kalacaktır.167
Türkiye‟nin Sovyetler ile görüşmesi Hitler‟in de yakın takibi altındadır.
Türkiye‟yi Sovyet korkusu ile elde tutmak isteyen politikalarının işlevini yitireceği
konusunda endişelenen Almanlar, sürekli dostluktan bahsederek Balkanlardaki İtalya
varlığının kendilerine karşı olmadığını, kendilerinin ise Yunanistan‟da gözlerinin
olmayıp sadece bu ülkedeki İngiliz varlığına karşı denge unsuru olarak asker
gönderdiklerini Türkiye‟ye aktarmaktadırlar. Ankara‟daki Alman Büyükelçi von
Papen Türkiye‟yi yakından takip etmekte ve özellikle İnönü - Saraçoğlu ikilisi ile
yakın diyaloğa sahiptir. Büyükelçi von Papen‟in Berlin‟den aldığı emir ise kesindir;
Türkler mümkün olduğu kadar oyalanmalıdır.168
Almanya Sovyetler ile uzun zamandan beri görüşme halindedir. 23 Ağustos
1939‟dan beri hayatta olan Alman – Sovyet Saldırmazlık ve Dostluk Anlaşması hala
geçerli olmasına rağmen iki ülke de birbirinin ayağına basmamaya özel bir özen
göstermektedirler. Son derece yapay olduğu tarafların davranışından belli olan bu
birliktelik ilk sürtüşmesini Romanya konusunda yaşayınca Almanya Sovyetlerin
Balkanlar‟a inmesini istemediğini belirtince zoraki evllik çatırmdamaya başlamıştır.
166
Rossi Angelo, “Turchia nel mezzo della Seconda Guerra Mondiale“ Stendere la luce della luna,
Roma 1971, s. 141.
167
Stein Barbara, “Die türkisch-russischen Beziehungen 1939 – 1945“ Homework Seminar,
Universität Würzburg 1972, s. 8.
168
Auswärtiges Amt, “Politisches Archiv, Büro des Staatsekretärs - Türkei Band 1“ Nr. 1220, R
29772
79
1940 yılının 1 Kasım günü Berlin‟de biraraya gelen Sovyet Dışişleri bakanı
Molotov ve Hitler Türkiye‟ye karşı ikili bir oyunu sahneye koymaktadırlar.
Ankara‟da büyükelçi von Papen Türklere içeriği geniş ve Türkiye‟nin yararına olacak
anlaşmalar teklif ederken, Berlin‟de Alman – Rus masasındaki pazarlık konusu da
Türkiye üzerinedir. Durumu farkeden Türk Dışişleri ise von Papen‟i sık sık bakanlığa
çağırarak Alman – Rus görüşmelerinin içeriği hakkında bilgi almak istemektedir. 4
Kasım Alman Dışişleri bakanı von Ribbendorf von Papen‟e gönderdiği özel mesajda
Türklere yazılı hiç bir güvence vermemesi konusunda ikinci defa uyarılacaktır.169
5.3. Herkesin Gözü Türk Boğazları’nda
Mihver, Müttefik ve S.S.C.B. üçgeninde herkesin dikkatinde Türkiye‟nin
ağırlığının en çok hangi tarafta hissedileceği hesabı yapıldığı sırada Türkiye‟nin
sessizce Montrö Konferansı‟nı toplayarak başarılı bir sonuç elde etmesi uluslararası
gözlemciler tarafından T.D.P.‟nın önemli bir başarısı olarak görülmüştür. Ancak bu
başarı Türkiye üzerinde emelleri olan ülkeleri rahatsız etmektedir. Tarih boyunca
defalarca görüldüğü gibi savaşların kaderini geçitlere hakim olanlar çizmektedirler.170
Alman – Sovyet ittifak görüşmelerinin en hararetli olduğu günlerden biri olan 3
Kasım 1940 tarihinde Berlin‟de ayrı ayrı ve üçlü olarak görüşmeler yapan Hitler –
Ribbentrop – Molotov Türkiye‟nin savaş içindeki durumunu görüşmektedir. Söze
başlayan Adolf Hitler, şöyle devem eder:
“S.S.C.B. – Almanya – İtalya ve Japonya‟nın oluşturacağı bir birliğe
Türkiye‟nin de ilgi duyarak geleceğine inanıyorum. Montrö Konferansı ile Türk
Boğazları konusunda kontrolün Türklere geçmesini Sovyetlerin kabullenmemesini
anlayışla karşılıyor ve bu konuda ileride S.S.C.B. lehine değişiklikler yapılmasına
169
Oran Baskın, “Türk Dış Politikası - Türkiye Üzerinde Nazi-Sovyet Pazarlığı“ İletişim Yayınları,
İstanbul 2010, s. 432.
170
Akçay Zeynep, “Osmanlı Döneminde Serhad Beyleri“ Integration Gazetesi, Alp Media, Oktober
2010, s. 2.
80
Almanya destek olacaktır.“171
5 Kasım günü yapılan toplantıda daha da ileri giden Hitler boğazlardan sadece
Mihver Devletleri ile Sovyet savaş gemilerinin geçebileceğini ve diğer bütün savaş
gemilerine kapalı olacağını belirtecektir. Sovyetler ise kağıt üzerindeki garantilerin
yetersiz olduğunu, daha gerçekçi garantiler istediğini belirterek Almanya‟yı boğazlar
konusunda sıkıştırmaya devam etmiştir.
Savaşın genişçe bir alana yayılması ya da Balkanlara inmesi durumunda Sovyet
Donanması‟nın Karadeniz‟de hapsolmaması için Boğazlar konusu çok önemlidir ama,
aynı konu Sovyetler kadar Almanya için de önemlidir. Romanya‟ya inecek Alman
Ordusu da boğazlardan faydalanmak istemektedir. Alman – Sovyet anlaşmasına göre
Ruslara boğazlarda üs verilmesi ve gemilerine geçiş için özel izin verilecektir. Oysa
Müttefikler ise boğazların bekçiliğindeki tek yetkiyi Montrö‟de Türkiye‟ye
vermişlerdir.
Buradaki esas mesele Avrupa ülkelerinin hepsi, tarihi emelleri konusunda bilgi
sahibi oldukları Ortodoks – Komünist Ruslar‟ın sıcak denizlere inmesine olumlu
bakmamaktadırlar. Boğazları
sadece
yem
olarak kullanarak S.S.C.B. tava
getirilmektedir. Bunu farkedemeyen Ruslar sürekli olarak Türkiye‟ye karşı olan
emellerini Berlin görüşmelerinde arka arkaya sıralayınca Rus isteklerinden Hitler bile
ürkecek konuma gelmiştir. Paylaşılamayan Türk Boğazları anlaşmak üzere olan
Almanya ve S.S.C.B.‟nin nerede ise yol ayırdımına gelmesine vesile olmuştur. Hitler
Ruslar ile gelinen yolun buraya kadar olduğunu anlayarak işbirliğine son noktayı
koymaya karar vermiştir. Sovyetler kendilerini bekleyen acı sürprizden haberi yok,
hala boğazlar konusunda Almanya‟ya diretirken Hitler Barbarossa Harekat Planı‟nın
düğmesine basacak ve 18 Aralık 1940‟da başlayacak Sovyetler Birliği işgal
planlarının 15 Mayıs 1941‟de tamamlanması için ilk emrini verecektir.172
Hem Almanya‟nın kontrolüne girmemesi, hem de Rusların boğazları geçip
Akdeniz‟e inmemesi için müttefik devletler de Türkiye‟nin konrolündeki statükonun
devamından
yanadırlar. Büyük ülkelerin tamamı kendileri açısından Türk
Boğazları‟nı değerlendirirken Türkiye, savaşanların rekabetini kendi menfaatleri için
171
172
Auswärtiges Amt, “Politisches Archiv, Büro des Staatsekretärs - Türkei Band 1“ Nr. 1220, R
29777
Akçay Zeynep, “Osmanlı Döneminde Serhad Beyleri“ Integration Gazetesi, Alp Media, Oktober
2010, s. 2.
81
kullanma yoluna gidecektir.
5.4. Batı Avrupa’yı Teslim Alan Hitler Balkanlar’a İniyor
Mihver Devletleri ile arasında sessiz bir anlaşma173 (Alm: Nichtangriffspakt)
bulunan S.S.C.B. 30 Kasım 1939 günü Finlandiya‟ya karşı Kış Savaşı olarak
adlandırılan saldırıyı başlatmıştır. Fazla direnemeyen Finler 12 Mart 1940 günü teslim
olunca İskandinav Yarımadası‟ndaki hedeflerini tamamlayan Sovyetler Lagoda Gölü
kuzey kıyılarını ve Kuzey Buz Denizi‟ndeki küçük Fin kıyısını bir daha geri
vermemek üzere sınırlarına katmışlardır. Almanya ise Baltık Ülkeleri‟ne 9 Nisan
1940‟da güneyden girerek Danimarka ve Norveç‟in işgalini 9 Haziran 1940 günü
tamamlayınca İskandinav Yarımadası‟ndaki paylaşım da başarılmış oldu.
İskandinavya‟dan sonraki hedefi Hitler‟in Benelüx Ülkeleri ve Fransa‟dır. Bu
ülke 10 Mayıs 1940‟da Alman saldırısına uğrayınca Türkiye‟nin sorumluluklarının ne
olacağı tartışılmaya baslamıştır. Fransa ile birlikte tarafsız Hollanda, Belçika ve
Lüksemburg da artık Nazi Almanyası‟nın kontrolündedir. 10 Mayıs'ta Lüksemburg,
14 Mayıs'ta Hollanda ve 28 Mayıs'ta Belçika Alman kuvvetlerine teslim olmuştur. 22
Haziran'da Fransa, Almanya ile Ateşkes Antlaşması için masaya oturduğunda ülkenin
kuzey yarısını ve tüm Atlantik kıyılarını kaybetmiş durumdadır. Bürokrat ve
siyasetçilerinin önemli bir bölümü ülke dışına kaçan Fransa‟ya Hitler Versay‟ın
imzasının atıldığı tren vagonunda aynı masada Fransa‟yı teslim alması uzun yıllar
konuşulacaktır. Hitler‟in kuzey ve batıdan girdiği Fransa‟ya İtalya‟nın güneyden
girmesi ile bu ülke sahneden çekilmiştir. İşgal bölgeleri için işbirlikçiler de bulan
Hitler, Güney Fransa‟da, başkenti Vichy olan kukla bir rejim kurmuştur.174
Almanya‟nın bir sonraki hedefi İngiltere‟dir. Alman hava kuvvetleri hergün
yüzlerce uçak ile Güney İngiltere‟deki hava alanlarını ve limanlarını bombalamaya
173
Uluslararası literaturda bir nevi karşılıklı saldırmazlık anlaşması olarak bilinir. Baltık ülkelerinin
doğusundan ve güneyinden sıra ile giren Hitler ve Stalin arasında yazılı olmayan böyle bir
anlaşmanın varlığı savaş sonrası Nürnberg‟de kurulan mahkemelerde ortaya çıkacaktır. Konu ile
ilgili olarak Bkz: Rolf Ahmann, “Nichtangriffspakte: Entwicklung und operative Nutzung in
Europa 1922-1939“ Nomos Verlagsgesellschaft, Baden-Baden 1988.
174
Bauer Hannelore, “Frankreichpolitik im Zweiten Weltkrieg“ Babil Verlag, Berlin 1972, s. 18.
82
başlayınca İngilizlerin sert direnişiyle karşılaşsalar da Londra başta olmak üzere
ülkenin iç bölgelerindeki pek çok sivil hayatını kaybederken maddi kayıp çok ciddi
rakamlardadır. Alman bombardımanları 1941 yılının sonuna kadar devam edecektir.
Almanlar‟ın yeni hedefi Balkanlar‟dır. Hitler‟in hızlı yürüyüşü sadece Türkiye
değil, Fransa ve İngiltere‟de de büyük heyecana yol açmıştır. Romanya‟yı ani bir
hareketle ele geçirdikten sonra Bulgaristan‟a doğru inen Alman Orduları‟ndan
Sovyetler de telaşa kapılmışlardır.175 Hitler Orduları‟nın hızlı yürüyüşü aralarında
dostluk ve saldırmazlık paktı bulunmasına rağmen Ruslar‟ı endişeye sevketmiş,
özellikle Bulgaristan ve Türk Boğazları konusunda öteden beri bilinen ilişkileri olan
bu ülkenin yeni bir durum değerlendirmesi yapmasına yol açmıştır. Hitler‟in askeri
gücü Türkiye için hem olumlu hem de olumsuz iki olguyu ortaya çıkaracaktır.
Sovyetler öteden beri mesafeli bir politika uyguladıkları Türkiye‟ye karşı daha
yumuşak hatta görüşme kanallarını
yeniden açmak için fırsat kollamaya
başlamışlardır. A.B.D. ise ilk defa Hitler saldırıları ile ilgili Türkiye‟ye nota ile destek
vaadinde bulunmuştur. Buna karşılık Hitler artık Türkiye‟nin komşusu konumunda,
Bulgaristan ve Yunanistan artık mihver devletlerin etki alanıdır.
1877 yılından beri Türkiye, yaklaşan tehlikeye karşı Trakya Bölgesi‟nde en
büyük askeri yığınağı kendi imkanları ile yapmaya çalışacaktır. Bulgaristan‟ı
heyecanlandıran Türk yığınağı hakkında bu ülkeye bilgi, verilir ve kendilerine karşı
olmadığı, Bulgaristan‟ın işgali halinde Almanya‟nın İstanbul‟a doğru ilerlemesine
engel olmak için alınan tedbir olduğu belirtilir. Türkiye Bulgaristan‟ı yatıştırmak ve
kendi güvenliğini sağlamlaştırmak için Türk – Bulgar Saldırmazlık Bildirisi
yayınlanmıştır. Ne İngiltere‟nin sözlü desteği ne de Türkiye‟nin saldırmazlık bildirisi
Bulgaristan‟ın işine yaramayınca Hitler orduları 1 Mart 1941 günü Bulgaristan‟a
girince bu ülke teslim olmak zorunda kalmıştır.
5.4.1. Türkiye’nin Yeni Komşusu: Hitler
175
Auswärtiges Amt, “Politisches Archiv, Büro des Staatsekretärs - Türkei Band 1“ Nr. 1220, R
29767
83
Türkiye‟nin Avrupa‟ya açılan en önemli kapısı konumundaki Bulgaristan‟ı pes
ettirerek Edirne‟nin karşısında Türkiye‟nin yeni komşusu konumuna gelmiştir.
Almanya Türkiye‟yi müttefik olarak kazanmak için olmadık yollara başvuracak ve
Türkiye‟ye sürekli yeni müttefiklik teklifleri iletecektir. Bunlardan en önemlileri Ege
Denizindeki bazı adalar ile Trakya bölgesindeki sınır düzeltmeleri Alman
Büyükelçiliği‟nin
Ankara‟ya
ulaştırdığı
vaatlerdendir.176
Askeri
tedbirlerini
yoğunlaştıran ve Almanya‟nın siyasi alandaki baskısını soğukkanlılıkla karşılayan
Türkiye, bu ülkenin Trakya Bölgesi, Meriç boyu ve Ege adalarındaki aşırı tavırlarına
da karşılık vermeden savaş dışı kalma politikasında bir değişikliğe gitmeyecektir.
Savaşan ülkeler arası dengeyi ve zaman zaman ortaya çıkan değişkenlikleri iyi takip
eden Türkiye, savaş dışı kalma politikasından taviz vermemekte kararlıdır.
Almanya‟nın Türkiye‟yi kendi saflarına kazanması bir anda savaşın seyrini
değiştirecek kadar önemli olduğuna inanan Hitler, Türkiye‟yi açıkça tehdit etmeyerek
menfaat teklifi ile kazanma yoluna gidecektir. Hitler‟in bu konuda çok güvendiği
Almanya‟nın Ankara Büyükelçisi von Papen177 bu görevi başarabilecek bir politik
dehaya sahiptir.
Alman Büyükelçi‟nin görevi sadece Türkiye ile iyi ilişkileri sürdürmek değil,
aynı zamanda İngiltere, Fransa ve S.S.C.B. diplomatlarını da takip etmektir. Çeşitli
ülkelerin ajanlarının cirit attığı 1941 yılı Ankarası‟da Türkiye‟de görev yapan Avrupa
ülkelerinin diplomatları birbirini sıkı markaja alarak takip ederken, Türk İçişleri
Bakanı Íükrü Kaya‟nın bizzat yönettiği özel bir polis (Police-Parallele) birimi de
176
Ankara‟da Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Saraçoğlu‟nu ziyaret eden Almanya‟nın Ankara
Büyükelçisi Von Papen, Hitler‟den İnönü‟ye bir mesaj getirmiştir. Söz konusu bu mesajın 4.
Maddesinde, “Türkiye‟nin emniyet mıntıkalarında Türkiye‟nin tamamiyle tatmin edileceği,” 5.
maddesinde ise “Edirne‟nin civarındaki arazinin ile sahillere yakın adaların Türkiye‟ye
bırakılacağı” belirtilmiştir. Bkz. Akandere - Polat, “II. Dünya Savaşı Yıllarında Almanya‟nın
Türkiye‟ye Baskısı ve Savaşın İçine Çekme Gayretleri“ Konya 2009, s. 7; Bkz. Savaş Yılları, s.
104.
177
Türkiye‟ye 2 Íubat 1939 yılında gelen ve 7 Nisan 1944 yılında ülkesine dönerek Almanya Dışişleri
Bakanlığı‟na getirilen Almanya‟nın Ankara Büyükelçisi von Papen, Hitler‟in Almanya‟da iktidara
gelmesinde en önemli rol oyayan 5 kişiden biridir. Türkiye‟de göreve başladığı ilk günden beri
Türk Siyaseti ve entellektüel kesim ile önemli dostluklar sağlayacaktır. Von Papen‟in görevi
Türkiye‟yi Alman yanlısı pakta çekmek, bu olmazsa da İngilizler‟den yana kaymasına engel
olmaktır. Alman Büyükelçi uzun yıllar Türk – Alman İlişkileri bir kazaya uğramadan devam
etmesinde önemli bir görevi yerine getirecektir. 1944 yılında Hitler‟in son kabinesinde Dışişleri
Bakanı olarak görev yapacak olan von Papen 9 Mayıs 1945 tarihinde Amerikan askerleri tarafından
tutuklanarak uluslararası Nürnberg Mahkemesi‟nde hakim karşısına çıkarıldı.
84
onların hareketlerini izlemektedir.178 Ankara‟da Alman Büyükleçiye yapılan suikastın
arkasında Rusların olduğu gerçeğini ertesi gün ortaya çıkaran Türkiye, herkesin her
istediğini yapmakta serbest olmadığı bir ülke olduğunu da bu şekilde ortaya koymuş
olmaktadır.
Balkanları hızla geçen Alman Orduları Türkiye‟nin birinci derecede önemli
gündemi olduğu günlerde Türkiye tarihinin en karmaşık dış politika baskısı ile karşı
karşıyadır. En ufak bir hareketin önü alınmaz sonuçlar vereceği bir zaman diliminde
T.D.P., ince eleyip sık dokuyarak alabileceği siyasi ve askeri tüm tedbirleri eksiksiz
yerine getirme gayreti içerisindedir. Türkiye‟nin en önemli şansı hiç bir ülkeye karşı
saldırı amacı olmadığını ve aldığı tüm tedbirlerin kendi güvenliği için olduğunu
açıkca dile getirebilmesidir.
Almanya‟nın yanında savaşa girmesi için Türkiye‟ye baskılar daha da
artacaktır. Bulgaristan bir anda mihver, müttefik, S.S.C.B. ve Türkiye için aktüel olur.
Almanya karşıtlarının hepsi Hitler‟i durdurmak için çare ararken, Almanya Türkiye‟yi
müttefik olarak kazanmaya özel bir önem vermektedir. Ankara‟daki Alman Büyükelçi
von Papen ise Berlin‟e verdiği bilgilerde Türkiye‟nin müttefikler safına kaymaması
için azami dikkat gösterilmesi gerektiğini Berlin‟e her gün geçtiği bilgilerde tekrarlar.
Hatta Bulgaristan‟ı kontrol eden Alman birliklerinin Türk sınırından uzak kalmasını
ikili ilişkiler açısından önemli olduğunu belirtir. Büyükelçinin tavsiyelerine kulak
veren Alman Dışişleri Bakanlığı von Papen‟in önerilerinin gereğini ivedilikle yerine
getirmiştir. Büyükelçi von Papen ülkesi için o kadar başarılıdırki, Türkiye‟nin
geçmişte hangi ülke ile hangi anlaşmaları yaptığını bile en ince detayına kadar
bilmektedir.179 İstanbul‟daki Almanya Başkonsolosluğu‟nda Türk basınını da en ince
178
179
Savaş yılları Türkiyesi‟nde diplomatların hareketlerini kontrol altına almak için Türkiye tarafından
onlara rahatsızlık vermeden yapılan polis takibatıdır. Bkz. Ortaylı İlber, “İkinci Dünya Savaşında
Türkiye 1939 – 1945“ Timaş Yayınları, İstanbul 2011, s. 89.
Türkiye‟den Alman Dışişleri Bakanlığı‟na 3 Mart 1940 günü Büyükelçi von Papen imzası ile gelen
3 sayfalık uzun telgrafta Türkiye‟nin yaptığı anlaşmaların uzun detayları ve açıklamaları ile yer
almaktadır. von Papen‟in verdiği bilgilere göre Türkiye 1925 yılında Sovyetler Birliği ile “Dostluk
ve Saldırmazlık Anlaşması“, 1928 İtalya ile “Tarafsızlık ve İşbirliğı Anlaşması“, 1929 yılında
Macaristan ile “Dostluk ve Saldırmazlık Anlaşması“, 1929 yılında Bulgaristan ile “Dostluk ve iyi
Komuşuluk Antlaşması“, 1930 yılında Fransa ile “Dostluk ve İşbirliğini Geliştirme Anlaşması“,
1930 yılında Yunanistan ile Dostluk ve İşbirliği Anlaşması, 1932 yılında İspanya ile “Dostluk ve
İşbirliği Anlaşması“, 1933 yılında Romanya ile “Tarafsızlık ve Komşuluk Haklarına Riayet
Anlaşması“, 1933 yılında Yugoslavya ile “Tarafsızlık ve Komşuluk Haklarına Riayet Anlaşması“
ve 1929 yılında ise Almanya ile “Hukuksal Alanda İşbirliği Anlaşması“ imzalanmıştır. Bkz.
Auswärtiges Amt, “Politisches Archiv, Büro des Staatsekretärs - Türkei Band 1“ Nr. 1220, R
107711.
85
detayına kadar Almanca‟ya çevirip Berlin‟e ileten von Papen‟in takibinde sadece
devlet kontrolündeki radyo değil ülkedeki tüm günlük gazeteler de vardır. Türkiye‟de
yayınlanan günlük gazetenin attığı manşet ve yazdığı haber, gün içinde Berlin‟e
ulaşırken bu gazetelerin baş yazarları ve gazetelerin genel çizgileri Türkiye‟den gelen
bilgiler ışığında Berlin tarafından çok iyi takip edilebilmektedir.180
Büyükelçi von Papen Türkiye‟nin Almanya‟ya yaklaşması için önce bu ükeyi
anlamak gerektiğinin farkındadır. Alman Dışişleri bakanlığı “Türkiye‟ye hep
vermekle meşgulüz, karşılığında ne alıyoruz“ şeklinde büyükelçiyi kritize etse de,
esas başarının Türkiye ve Almanya arasında yazılı anlaşma yapabilmek olduğunun
von Papen‟de farkındadır. Alman elçinin gayretleri iki ülke arasında bir saldırmazlık
anlaşması yönünde giderek artacaktır. Türkiye sınırının karşı tarafındaki yüzbinlerce
silahlı Alman askerinin hareketlerinden sürekli kuşku duymaktadır. Büyükelçi von
Papen bundan sonra Berlin ile sayısı belli olmayan konuşmalarında iki ülke arasında
bu yönde politika oluşturmaya çalışacaktır. Alman Büyükelçi von Papen‟in bu
yöndeki gayretleri iki ülke arasındaki geleneksel iyi ilişkilerin bozulmamasında
önemli rol oynayacaktır.
5.4.2. Türk – Alman Saldırmazlık Paktı İmzalanıyor
Türkiye‟nin sıcak savaşa çekilmesi için ilk gayret İngiltere‟den gelmiştir.
Almanların rotayı Balkanlara çevirip Ege Adalarını işgale başlayınca İngilizler
Türkiye‟nin silahlı olarak kendi yanlarında yer alması için harekete geçmişler ve
Ankara‟ya karşı bu isteklerini dile getirmişlerdir. Çok ilginçtir, Almanlar Türk
sınırına yaklaşıp Ege ve Trakya‟dan Türkiye‟ye komşu olunca bu sefer de
Türkiye‟den
tarafsızlığından
taviz
vermemesini
isteyeceklerdir.
Türk-Alman
yakınlaşmasını geçmiş tarihi de göz önüne alarak iyi takip eden İngiltere, Berlin Ankara arasındaki ilişkileri en ince ayrıntısına kadar kontrol altında tutarak ortaya
çikabilecek bir yakınlaşmayı sürekli çok iyi takip etmiştir. Oysa İngilizlerin
Türkiye‟ye karşı şüpheci tutumunun benzeri Almanlarda‟da mevcuttur. 1939 yılında
180
Bkz. Ekler bölümü; 18 Nisan 1940 tarih ve 247 sayılı telgrafta Türk basınının ciddi bir analizini
çıkaran Büyükelçi von Papen, Hüseyin Cahit Yalçın, Ahmet Íükrü Esmer, Burhan Belge, Mehmet
Zekeriya Sertel, Abidin Davar ve bu yazarların çalıştığı Tanin, Milliyet, Ulus gazeteleri hakkında
bilgiler verilmektedir. Bkz. Auswärtiges Amt, “Politisches Archiv, Büro des Staatsekretärs - Türkei
Band 1“ Nr. 1220, R 107711.
86
çok bilinmeyenli bir denklem olan Almanya‟nın askeri gücü 1941 yılı Mayıs ayından
itibaren daha net bir şekilde görülmeye başlayınca buna paralel olarak kendileri ile
birlikte savaşa girmesi için Türkiye‟ye yaptıkları baskıyı artırma yoluna gitmişlerdir.
Almanya‟nın Avrupa kıtasındaki en güçlü devlet olduğu gerçeğinin ortaya
çıkmasından sonra Türk – Alman ilişkilerindeki yakınlaşma da farkedilir derecede
artacaktır. Almanya‟nın askeri başarılarını abartarak veren Türkçü - Milliyetçi basının
da ilişkilerin gelişmesinde önemli etkisi vardır. Milli Íef İsmet İnönü, “Almanlar ile
iyi ilişkiler kurmanın zamanı geldi“ diye açıklama yaptığında İngiltere ve Fransa‟nın
büyük tepkisi ile karşılaşmıştır.
Türk-Alman Anlaşması için gayret gösteren ve bu konuda hayli tecrübeli olan
Ankara‟daki büyükelçileri Franz von Papen son derece ciddi teklifler ile Türkiye‟yi
yanlarına çekmenin yollarını arayacaktır. Özü itibari ile hem Almanya ’hem de
Türkiye’nin yararlarını gözeten’ bu anlaşma ile ilgili Cemil Koçak:
“Almanya Türkiye‟ye karşı bir saldırıda bulunmayacak ve Türkiye‟ye bir
saldırı sonucu doğurabilecek bir anlaşmaya da imza atmayacak. Buna karşılık
Türkiye, Alman çıkarlarını zedeleyecek her türlü girişimden kaçınacak ve karşı her
türlü girişimden uzak durup, “Üçlü İttifak Antlaşması”nın kendisini Almanya ile bir
çatışmaya sürüklemeyeceğini net bir dille ilan edecekti.“181
Almanya ile görüşmeleri sürdüren Türkiye, ortaya çıkan metnin bir başka ülke
ya da ülkelere karşı olmadığını öne çıkarmaya çalışmıştr. Müttefiklere karşı bir belge
olmasından ziyade kendi ülke güvenliğini garanti altına almak isteyen bir anlaşma
olmasına azami özen göstermiştir. Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı Genel
Sekreteri Numan Menemencioğlu başkanlığında, bakanlık dış ilişkiler daire yetkilileri
Burhan Sanos, Cevat Dülke, Behcet Özdoğancı, Sait Rauf Sarper, Faiz Poroy, Cabir
Selek ve Nazif İnan‟da oluşan Türk heyeti ile Almanya Dışişleri Bakanlığı yetkilisi
Dr. Carl Clodius başkanlığındaki Almanya heyeti182 tarafından 17 Haziran 1941 günü
son şekli verilen anlaşma, ertesi gün Almanya tarafından da kabul edildiği açıklanınca
181
Koçak Cemil, “Türkiye‟de Milli Şef Dönemi“ İletişim Yayınları, İstanbul 2007, s. 162-163.
182
Bkz. Auswärtiges Amt, “Politisches Archiv, Büro des Staatsekretärs - Türkei Band 1“ Nr. 1220, R
107712.
87
18 Haziran 1941‟de “Türk-Alman Dostluk ve Saldırmazlık Antlaşması“ adı altında
imzalanarak yürürlüğe girdiği ilan edilmiştir.183
İki ülke arasındaki anlaşmanın en önemli özelliği toprak bütünlüklerine saygılı
olduklarını teyit etmeleridir. Türkiye ve Almanya birbirleri aleyhine bir faaliyette
bulunmayacaklarını belirtirken kendi topraklarında bu gibi faaliyetlere de izin
vermeyeceklerini teyit etmektedirler. Türkiye ve Almanya ortak çıkar ve
menfaatlerinin korunup kollanması ve tartışma konusu olan meselelerde uzlaşıp belli
noktada anlaşma sağlanmasını garanti etmişlerdir. Türk-Alman Dostluk ve
Saldırmazlık Antlaşması‟nın gelecek 10 yıl boyunca yürürlükte kalması Türkiye ve
Almanya tarafından da imza altına alınmıştır.184
Türkiye ile Almanya arasında imzalanan
“Dostluk ve Saldırmazlık
Antlaşması“ ülke içinde sevince185 yol açarken kamuoyunda Türkiye‟nin zaferler
kazanan Almanya‟nın yanında savaşa girdiği şeklinde yorumlanan asılsız ve abartılı
yorumlara neden olmuştur.186 Ankara ile Berlin arasında varılan mutabakat sonucu
imza edilen anlaşma Almanya ve İtalya toplumlarında da geniş yankı bulmuştur.187
Antlaşmanın müttefik cephesindeki yankıları da çok ilginçtir. İngiltere
basınının Ankara – Berlin mutabakatını Almanların zaferi olarak nitelendirmesinin
ardından İngiliz kamuoyunun savaş ve gelecekten tedirginliği de sezilmektedir.
Müttefik devletler ise, Türk-Alman Dostluk ve Saldırmazlık Antlaşması‟nı bir Alman
zaferi olarak adlandırmışlardır. İki ülke arasındaki “Türk-Alman Dostluk ve
183
Türk-Alman Dostluk ve Saldırmazlık Antlaşması‟nın maddeleri için bkz, Karakoç Sarkis, Sicilli
Kavanini, C. 22, Cihan Kütüphanesi, 1941, s. 470-471.
184
Önder Zehra, “Die Türkische Aussenpolitik im Zweiten Weltkrieg“ R. Oldenburg Verlag, München
1977, s. 123-124.
185
Akşam Gazetesi, “Ayın Tarihi“ İstanbul Baskısı, 10.06.1941, Nr. 91, 1941, s. 84.
186
Türk-Alman Dostluk ve Saldırmazlık Antlaşması‟nın Türk basınında nasıl karşılandığına ilişkin
olarak bkz. Koçak Cemil, “Türkiye‟de Milli Şef Dönemi“ İletişim Yayınları, İstanbul 2007, s. 162163. 168-169, dipnot/266, 267 ve 268.
187
Önder Zehra, “Die Türkische Aussenpolitik im Zweiten Weltkrieg“ R. Oldenburg Verlag, München
1977, s. 125-126.
88
Saldırmazlık Antlaşması“ Türkiye kamuoyundaki tartışmaların ardından 25 Haziran
1941‟de Türkiye Büyük Millet Meclisi‟nde görüşülerek kabul edilmiştir.188
Hayretle karşılanan ve Almanya ile birlikte zafer kazanmış bir hava yaratan
anlaşma halk arasında fazla incelenmeden tartışılırken meclisteki konuşmalar da
heyecan vericidir. “Türk-Alman Dostluk ve Saldırmazlık Antlaşması“ hakkında bilgi
vermek için sıra ile kürsüye gelen Dışişleri Bakanı Íükrü Saraçoğlu - Ali Muzaffer
Göker - Feridun Fikri Düşünsel:
“Bu anlaşma sadece Türk ve Alman Milletlerine değil insanlığa da mutlu ve
barış dolu günler getirecek. Anlaşmada hiç bir devlet ya da millet hedef alınmadığı
gibi sadece insanlığa barış ve mutluluk vadeden bir dostluk belgesidir.“189
Türkiye‟yi kendisi ile bir anlaşma imzalamaya götüren yolda her türlü politik,
askeri ve siyasi baskıyı harekete geçiren Almanya‟nın dışarıya yansımayan diğer bir
hedefi de Türkiye‟yi kendi yanında göstererek hem kendi iç kamu oyuna, hem de
müttefiklere karşı Türkiye‟yi kendi yanına çektiği mesajını vermek istemektedir.
İlerleyen dönemde kazanacağı yeni askeri başarılar ve uygulayacağı politikalar ile
Türkiye‟yi yanına çekebilmek Almanya için dışa yansıtılmayan nihai hedef olarak bir
kenarda durmaktadır. Türkiye‟nin yakın gelecekte Almanya‟nın yanında savaşa
gireceğinden Almanlar hala ümitlidirler.190
İmza edilen anlaşmanın hazırlanma safhasındaki Türkiye‟nin dikkatli ve
kararlı tutumu daha ilk andan itibaren “Türkiye Almanya‟nın yanına kaydı“ şeklinde
bir görüntüyü kesinlikle vermemektedir. Türkiye isteklerinin tamamına yakınını kayıt
altına aldırdığı için diplomatik çevrelerde gerçekte bu anlaşma “Türk Dış
Politikasının önemli bir başarısı“ olarak kabul görmüştür. Savaş içinde güvenliğini
188
Antlaşmanın TBMM‟deki görüşmeleri için bkz. TBMM ZC., d. 6, i. 2, c. 19, (25.6.1941); Jaeschke,
Türkiye Kronolojisi, s. 52-53, (25.6.1941).
189
TBMM ZC., d. 6, i. 2, c. 19, (25.6.1941); Görüşmeler için ayrıca bkz, Goloğlu, Milli Şef Dönemi, s.
111-119. TBMM‟de anlaşmanın görüşülmesi sırasında konuşma yapan mebuslarla ilgili olarak bkz.
Barutçu; bu antlaşma için konuşma yapanların, aynı zamanda müttefiklerle imzalanan Üçlü İttifak
Antlaşması‟nın kabul edilmesi sırasında da konuştuklarını söyleyerek bu kişilerin “kürsüdeki
davranış ve sözleri herkesi güldürüyordu” demektedir. Bkz, Ahmet Faik Barutçu, “Siyasi Anılar“
(1939-1954), Milliyet Yayınları, İstanbul 1977, s. 209.
190
Krecker Lothar, “Deutschland und die Türkei im Zweiten Weltkrieg“ Vittoria Klostermann Verlag,
1964 Frankfurt, s. 153.
89
sağlama alan Ankara‟nın anlaşmadan elde ettiği bir başka önemli sonuçta, her iki
taraf ile de hiç saklamadan gayet açık bir şekilde ticaret yapabilecek olmasıdır.
Ankara savaş ortamında savaşan iki taraftan, hem İngiltere, hem de Almanya‟dan
silah alabilmeyi başarması açısından da bu anlaşma son derece de ilginç bir
uluslararası belge konumundadır.191
“Türk-Alman Dostluk ve Saldırmazlık Antlaşması“nın imzalanmasının
ardından Alman ve İtalyan basını tarafından da abartılarak kendi iç kamuoylarına imaj
düzeltme ve moral verme amacı ile sunulacaktır. Mihver devletlerinin toplumlarının
sevinci karşı tarafta müttefiklerde aynı derecede Türkiye‟nin aleyhine tepkiler
doğuracaktır. Londra, uzunca bir dönemden beri Türkiye‟ye yapılan askeri yardım ve
malzeme sevkiyatının artık anlamsız olduğunu belirtirken, savaşa dahil olmadığı
halde beklenmedik bir tepki ortaya koyan A.B.D. ambargo ile tehdit ederek “Ödünç
verme ve kiralama kanununa dayanarak İngiltere üzerinden Türkiye‟ye yapılan askeri
malzeme yardımını keseceğini“ yüksek sesle dile getirmiştir.“192
Türkiye ile “Dostluk ve Saldırmazlık Antlaşması” imzalayan Hitler
Almanyası‟nın hızlı dış politikasının acı sürprizlerine yetişmek mümkün değildir.
Balkanlar‟da Türkiye ile komşusu olan Almanya‟nın Ankara ile imzaladığı “Dostluk
ve Saldırmazlık Antlaşması“nın ertesi haftası 22 Haziran 1941 günü Sovyetlerin
Alman Orduları‟na Birliği‟ne savaş ilan etmesi Türkiye için yeni bir şansı daha
ortaya atmıştır. Sürekli boğazları ve doğu sınırlarını gündeme getirerek Türkiye‟yi
köşeye sıkıştırmaya çalışan Sovyetler, bundan sonra ateş gücü çok yüksek olan Hitler
Orduları ile başa çıkmak için kendi içlerine çekileceklerdir. Almanya‟nın bu ülkeye
saldırması Türkiye‟yi Rus tehdidinden en az 4 yıl uzak tutacaktır.“193
5.4.3. Almanya’nın Turancılık Oyunları
191
Koçak Cemil, “Türkiye‟de Milli Şef Dönemi“ İletişim Yayınları, İstanbul 2007, s. 171.
192
İngiltere, Türkiye‟yi Almanya‟nın kucağına atmamak için Amerika Birleşik Devletleri‟ni bu
karardan vaz geçirmeye çalışmışsa da başarılı olamamış ve yardım kesilmiştir. ABD, 3 Aralık
1941‟de yeniden, fakat bu kez doğrudan Türkiye‟ye olacak şekilde başlamıştır. Bkz. Ülman, “TürkAmerikan Diplomatik Münasebetleri“ s. 35-36; Savaş Yılları, s. 119; OTDP, s. 170.
193
Önder Zehra, “Die Türkische Aussenpolitik nach dem Einmarsch Hitlers in die Sowjetunion 1941 –
1943“ R. Oldenburg Verlag, München 1977, s. 127; Savaş Yılları, s. 123; Gürün, Türk-Sovyet
İlişkileri, s. 239; Bilge, Güç Komşuluk, s. 161; Jaeschke, Türkiye Kronolojisi, s. 52.
90
Sovyetler‟in çok güvendiği savunma hatlarını başarı ile geçen Almanya‟nın
bu ülkeyi güneyden de kuşatması gündeme geldiğinde Türk – Alman görüşmeleri
tekrar devam edecektir. Büyükelçi von Papen bu sefer Türkiye‟nin bütün kesimlerini
cezbedecek çok önemli bir konuyu gündeme getirerek Turancılık oyununu oynayacak
ve Türklerin Pantürkist damarlarının harekete geçmesine sebep olacaktır. “Sovyetler
Birliği‟nde yaşayan milyonlarca Müslüman-Türk Hürriyete Kavuşacak“ anonsu ile
yapılan yayınların arkasında ciddi anlamda Alman Propaganda Merkezleri‟nin
parmağının olduğu 1945 sonrası sağlıklı düşünce ortamında ortaya çıksa da,
Türkiye‟nin
bahsekonu yıllardaki temkinli yaklaşımının değeri de yine sonraki
yıllarda anlaşılacaktır. Türkiye, savaşa girme karşılığında Kafkasya‟da önemli sınır
düzeltmeleri vadeden Almanların tekliflerine temkinli yaklaşıp genelde konuşmayıp
dinlemekle yetinirken, Türk Toplumu kısa zamanda Alman zaferleriyle coşan bir
konuma gelmiştir. Türk-Rus ilişkilerinin tarihi sürecinin de çok iyi farkında olan
T.D.P. önderleri Türkiye‟nin kuzeyindeki tehlikenin ancak Alman askeri gücü ile
dizginlenebileceğine inansalar da reel politika hâlâ “dikkat ederek her iki taraf ile de
iyi geçinip savaşın dışında kalma“ şeklindedir.194
Turancılık idealini iyi tanıyan Almanya için Enver Paşa ve Osmanlı
İmparatorluğu‟nun son yılları bilinmeyen birşey değildir. ‟Yurta Sulh, Cihanda Sulh‟
ilkesi ile içe dönük politika uygulayan Türkiye Cumhuriyeti‟nin konuyu gündeme
getirmemesi ve komşuları ile iyi münasebetler kurmaya gayret etmesi cumhuriyetin
ilk yıllarında “Dış Türkler“ konusunu fazla öne çıkarmamıştır. Hitler Dönemi
Almanyası‟nın Türkiye dışında yaşayan Türkler ile ilk tanışması Balkanları işgal
etmesi ile gündeme gelecektir. Romanya, Bulgaristan ve Yunanistan‟da 1945 yılı
şartlarında 1 milyondan fazla Türk‟ün yaşaması Nazi Almanyası‟nın akılcı
yayılmasını planlayanların aklına yeni bir kurgu getirdi; “Türkiye Dışında Yaşayan
Türkler“
194
“...Alman-Rus savaşı Türkiye‟de bayram havası yaratmıştır. Beş yüz yıllık tarihin yönetmesi ile
bütün kalpler Almanları zaferi için çarpmağa başlamıştır. Herkes birbirini kutluyor, bayramınız
kutlu olsun diyordu...” Bkz. Ahmet Faik Barutçu, “Siyasi Anılar“ (1939-1954), Milliyet Yayınları,
İstanbul 1977, s. 206-207 vd.
91
Almanya‟nın işgal ettiği bazı ülkelerde esir alınanların kendilerini o ülke
mensubu değil de195 Türk olarak adlandırmaları Almanya‟ya getirilen esirler arasında
ciddi rakamlara ulaşması Alman stratejistlerin konuya ilgi duymalarına sebep
olmuştur. Aidiyet duygusu açısından ele alındığında kendisini o ülkeye ait
hissetmeyen insan topluluğunun en kolay kullanılacak kesim olduğu varsayımından
yola çıkan Almanya, Türkiye‟de kendilerine yakın duran gazetelerde bu konuların
haber ve makale olarak işlenmesine çalışmışlardır.196 Yunanistan‟ın işgalinden sonra
esir edilen Yunan
askerlerinin içerisindeki Türk asıllıların istedikleri takdirde
Türkiye‟ye geçebileceklerini belirten Alman yetkililer zamanla bunu Türkiye için bir
jest olarak kullanma yoluna gideceklerdir.197
Türkiye‟de Turancı kesimin Almanya‟ya olan sempatisi öteden beri
bilinmektedir. Turancıların ideallerindeki topraklar ise Sovyet coğrafyasındadır. Esir
Türkler için kurtuluş şansı Almanya‟nın zaferi kazanmasına endekslidir. Turancılık
Türkiye‟de savaşın hemen arifesinde güç toplamaya başlamıştır. 1939 Mayıs‟ında
Avrupa ülkelerine savaş ilan eden Almanya‟ya duyulan sempatinin Türkiye‟de
giderek artmasında Reha Oğuz Türkkan‟ın çıkardığı Bozkurt dergisinin önemli etkisi
vardır. Dergideki Turancı kadroda Hüseyin Namık Orkun, Nihal Adsız, Nejdet Sancar
ve Abdülkadir İnan gibi fikir dünyasının önemli kalemleri yazmaktadır. Bozkurt
Dergi‟si kısa zamanda kapatılsa da aynı kişilerin dernek faaliyetleri ve kitap yayınları
devam etmiştir.198 Turancı yayınların tamamında Alman zaferlerinin övülerek
anlatılmasının ardındaki gerçek nazizm ya da diktatörlüğe duyulan ilgi değil,
Almanya‟nın Sovyetler‟i alt etmesidir. Almanya‟nın Sovyet topraklarındaki her
195
1940 yılı Temmuz ayında Yunanistan‟ı en ufak adalarına kadar işgal eden Alman birlikleri ülkenin
kuzeyinden girdiklerinde Yunanlılardan önce Batı Trakya bölgesindeki Türk asıllılar ile
karşılaşmışlardır.
196
Almanya‟nın Ankara Büyükelçisi von Papen, 18 Nisan 1940 günü Berlin‟e geçtigi kripto haberde
Türk basını ve günlük basının önemli gazetelerinin başyazar ve köşe yazarları hakkındaki
düşüncelerini özetler. Von Papen‟in yayınlarını en beğendiği gazete Milliyet ve Başyazarı Peyami
Safa‟dır. Bkz. Auswärtiges Amt, “Politisches Archiv, Büro des Staatsekretärs - Türkei Band 1“ Nr.
1220, R 172245.
197
Çınar Burak, “İkinci Dünya Savaşı‟nda Doğu Cephesi ve Türkiye“ Hacettepe Üniv., Sosyal
Bilimler Enstitüsü, Tarih Ana Bilim Dalı, Doktora Tezi, Ankara 2007, s. 215.
198
Çınar, A.g.e., s. 239.
92
zaferinin Türkiye‟de kutlandığı 1941 Eylül ayında Türkiye‟de Radyo Hitler199 adlı bir
propaganda organı da harekete geçecektir. Merkezi ve yayın frekansı hiç bir zaman
tesbit edilemeyecek olan bu radyonun yayın politikası uzun zaman belleklerde yer
edecektir.
Türk basınını iyi takip eden Alman Büyükelçi von Papen‟in milliyetçi
yayınlara özel bir ilgisi vardır. Von Papen‟in Alman Dışişlerine yolladığı 1941 tarihli
gizli bir belgede İstanbul Milletvekili Şükrü Yenibahça, Nuri Kıllıgil, Profesör Zeki
Velidi Togan, Ahmet Caferoğlu ve Emekli Tümgeneral Hüseyin Hüsnü Emir Erkilet
Pan-Turan hareket içerisinde öne çıkan isimler olarak verilirken, Erkilet‟in Doğu
Türkleri sorununda çalışan hükümetin önemli etki ajanlarından biri olduğu
belirtilmiştir. Aynı belgede öne çıkan diğer iki isim ise Mehmed Emin Resulzade ve
Mirza Bala‟dır.200
Woermann‟ın201 Eylül 1941 tarihli bir başka gizli raporunda ise Turancılık
hareketinin amacının Türkiye Cumhuriyeti sınırları dışında kalan Türk halklarına
özgür bir devlet yapısı kazandırmak olduğunu ve bu bölgelerin Türkiye dışında
kalacağını, ancak siyasal açıdan Türkiye‟ye bağlanacağını belirtmektedir. Turancılar,
Alman yetkililer ile irtibatları sürekli artmaktadır. General Hüseyin Hüsnü Erkilet,
Büyükelçi Hentig ile sürekli mektuplaşırken ağırlıklı konu ise Rusya‟daki Türkler‟in
durumudur. Almanya Dışişleri Bakanı Ribbentrop, Büyükelçi von Papen‟e 5 Aralık
1942‟de çektiği telgrafta “Türkiye‟deki Alman dostlarını desteklemek için beş
milyon Reichsmark yolladığını belirtmektedir. 202
199
“…Radyo Hitler, 1939 yılı sonlarında Türkiye‟de sadece akşamları yayın yapan radyo
istasyonudur. Sürekli Alman ordularının zafer haberlerini dinleyicilere Türkçe olarak
duyurmaktadır. Kısa dalga üzerinden yayın yapan radyonun yayınlarında Türk – Alman Dostluğu
ile ilgili haberler, cephelerin durumu, Türkiye ve Almanya‟yı ilgilendiren heber ve istek türküleri
de yer almaktadır. Toros Dağları‟ndaki geçitlere hakim olmaları ile ünlü Karakoyunlu Aşireti Lideri
Hüseyin Çelik‟ten sözlü aktarım, 25 Nisan 2007, saat 12.10
200
Jäschke Gotthard, “Der Turanismus der Jungtürken. Zur osmanischen Außenpolitik im Weltkriege“
in: Die Welt des Islam 23 (1941), S. 1-54, hier S. 7ff. sowie Lothar Krecker: Deutschland und die
Türkei im zweiten Weltkrieg. Verlag Klostermann, Frankfurt am Main 1964, s. 207.
201
Dr. Ernst Woerman, Alman Dışişleri Bakanlığı‟nın Türkiye ile ilişkilerinden sorumlu
Müsteşar yardımcısıdır.
202
Çınar Burak, “II. Dünya Savaşı‟nda Doğu Cephesi ve Türkiye“ Hacettepe Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü, Tarih Ana Bilim Dalı, Doktora Tezi, Ankara 2007, s. 224.
93
Almanların cephe başarılarının çok açık olduğu 1942 yılı Nisan ayına kadar
Türkiye üzerindeki havaları çok etkilidir. Turancılık hareketlerine Türkiye
Cumhuriyeti Hükümeti‟nin de göz yumduğu da hissedilmektedir. Cumhurbaşkanı
İsmet İnönü, Almanya‟nın Stalingrad‟ı kuşattığı günlerde von Papen‟e gayet neşeli
olarak “Umut ederim, sonbaharda birliklerinizin Kafkasya‟da görünmesi yeni bir
durum yaratacak ve bu durumda yeni kararlar almak gerekecek” demiştir.203
Almanya‟daki Yahudi karşıtı eylemlerin Türkiye‟de görülmesi de Türk –
Alman ilişkilerinin bahse konu döneminde bir başka ilginç gelişmedir. 1934 yılında
Trakya Bölgesi‟ndeki Yahudi karşıtı eylemler sonrası Edirne, Tekirdağ ve
Çanakkale‟den çok sayıda Musevi vatandaş yaşadıkları şehirden İstanbul‟a göç etmek
zorunda kalmışlardır. Türk kamuoyu bu olayların arkasında Başbakan İsmet
İnönü‟nün parmağı olduğuna inanmış, ileriki dönemlerde “azınlıkları sevmeyen”
şeklinde bir önyargı gelişmişti. Hatta İnönü, Cumhurbaşkanı seçildiğinde Yahudiler
tedirgin olmuşlardır. Başbakan Refik Saydam, 4 Mayıs 1942‟de Anadolu Ajansı‟nda
çalışan 26 Yahudi‟nin görevlerine son verilmesini istemişti.204
Almanya‟nın Sovyetlere karşı kazandığı askeri başarılar sonrası giderek daha
fazla gelişen Turancılık hareketlerinin bir başka destekçisi de 1942 yazında Refik
Saydam‟ın vefatı üzerine başbakan olan Şükrü Saraçoğlu‟dur. Başbakan Saraçoğlu,
bir konuşmasında adeta Turancı gündemi Almanya‟nın da hoşuna gidecek bir şekilde
tarif etmektedir:
“Türküz, Türkçüyüz ve daima Türkçü kalacağız. Bizim için Türkçülük bir kan
meselesi olduğu kadar bir vicdan ve kültür meselesidir. Biz azalan ve azaltan Türkçü
değil, çoğalan ve çoğaltan Türkçüyüz. Ve her vakit bu istikamette çalışacağız.”205
27 Ağustos‟ta Alman Büyükelçi von Papen ile görüşen Başbakan Íükrü
Saraçoğlu
açık
bir
şekilde
Türkiye‟nin
Rusya‟nın
çöküşünü
arzuladığını
203
Auswärtiges Amt, Politisches Archiv, Büro des Staatsekretärs - Türkei Band 1, Nr. 1220, R 29450
204
Çınar Burak, “II. Dünya Savaşı‟nda Doğu Cephesi ve Türkiye“ Hacettepe Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü, Tarih Ana Bilim Dalı, Doktora Tezi, Ankara 2007, s. 225.
205
Çınar, a.g.e., s. 234 vd.
94
bildiriyordu.206 Almanya açık bir şekilde Sovyetlerin cephe gerilerinde tezgahlanmış
oyunlar sahneye koyarak Rusya‟yı karıştırmak istemektedir. Bu ülkedeki Tük asıllı
azınlığı heyecanlandırabilecek liderler ise Türkiyede‟dir. Rusya‟dan önce Türkiye‟de
Turancı liderlerinde heyacanın yükselmesi gerektiği tezlerini açıkça ortaya koyan
Alman Devleti görevlileri de vardır. 10 Ekim‟de Alman dışişlerinde görevli olan
Clodius‟a ise bu konuda daha açık konuşmaktadır:
“Türkiye‟nin SSCB‟de yaşayan 40 milyon Türk kökenlinin geleceğine ilgisiz
kalması beklenmemelidir.“207
Almanya, Türk kamuoyunun hareketlenmesinden de oldukça memnundur.
Türk Hükümeti‟nin ülkede esen Turancılık rüzgarına karşı itidalli davrandığını
görünce bu sefer kendileri bir toplantı düzenlemek için harekete geçerler. Turancıların
liderlerinden Zeki Velidi Togan ise Almanya‟daki faaliyetleri hakkında Büyükelçi
Saffet Arıkan‟a sürekli bilgi ileten ve iki taraf için de güvenilir bir lider
konumundadır. Almanya‟nın 1942 yılı Ekim ayında Turancılık konusundaki toplantı
Türkiye‟den davet ettiği Togan‟a, Türkiye‟nin dış ilişkilerinin nazik olduğu dönem
ileri sürülerek izin verilmemiştir.208
Savaşın Türkiye‟de değil ama, Türkiye‟nin çepeçevre etrafında olduğu yıllarda
politikacıların
yaptıkları
açıklamalarda
da
zikzaklar
görülmektedir.
Türk
siyasetçilerinin ağzından çıkan açıklama, demeç ve konuşmaları, savaşan ülkelerin
diplomatları tarafından anında ülkelerine iletildiği günlerde Türkiye‟nin önde gelen
siyaset ve fikir liderlerinin de kimden yana olduğu analiz edilip fişlenmeye
çalışılmaktadır. Türkiye‟yi en yakından takip edenlerin Almanlar olduğu, hatta bazı
gelişmeleri etkileyebildikleri görülmektedir. 3 Mart 1942‟de Büyükelçi von Papen
206
Charles W. Hostler, The Middle East Journal, Cilt: 12, Ay: Yaz 1958, No. 3, s. 267.
207
Önen Nizam, “Turancı Hareketler: Macaristan ve Türkiye 1910-1944“ Ankara Üniv., Sosyal
Bilimler Enstitüsü, Kamu Yönetimi ve Siyaset Ana Bilim Dalı, Doktora Tezi, Ankara-2003:
Cumhuriyet Ansiklopedisi 1923-2000, Cilt 2:1941-1960, s.22. 1944„de yargılanan isimler içerisinde
bulunan Alparslan Türkeş‟in Saraçoğlu dönemi için değerlendirmesi, Turancı düşünüşün bu
döneme bakışını özetlemektedir. “İktidardaki Başbakan Şükrü Saraçoğlu‟nun milliyet anlayışındaki
ırkçılık dozuna ancak Hitler‟in nasyonalizmindeki cermen ırkçılığı dozu denk gelebilirdi.”
(Alparslan Türkeş, 1944 Milliyetçilik Olayı, s.23.), s. 330.
208
T.C. Başbakanlık Cumhuriyet Arşivleri, 030.10/ 229.542.9/ 30.6.1942 tarih ve 4-5845 sayılı Şükrü
Saraçoğlu imzalı Başbakanlığa sunulan yazı.
95
tarafından Berlin‟e geçilen bilgilerde:
“Ulaştırma Bakanı Ali Fuat Cebesoy‟un Mihver yanlısı ve İkinci Dünya
Savaşı‟nı Sovyetler Birliği‟nin egemenliğini kırmaya yarayacak bir fırsat olarak
bakmaktadır. İçişleri Bakanı Recep Peker ise Mihver‟e daha yakın bir politikanın
savunucusu ve otoriter biridir.“209
Almanların Turancılık konusuna ilgisi büyüktür ama, Türkiye Cumhuriyeti
Devleti‟ni bu noktaya çekmekte zorlanmaktadırlar. Alman Devleti bu sefer Turancı
fikir dünyasının önde gelen isimlerini takibe alacak ve onlara yaklaşmayı
deneyecektir. Almanya‟nın yakından takip ettiği ve kendisi de Kırım kökenli olan
General Hüseyin Hüsnü Emir Erkilet ile ilişki kurmaya çalışacaklardır. Alman
General Warlimont, 23 Ocak 1942‟de Wehrmann‟a gönderdiği mektupta, Türkiye‟nin
Sovyetler Birliği‟nde yaşayan Türklerin kaderi ile yakından ilgilendiğinden
bahsetmektedir. Warlimont, Türk Hükümeti tarafından hoş görülen Turancılık
propagandalarına bakarak Türkiye‟nin artık daha iyi anlayabileceklerini belirtirken
Turancılar‟dan istedikleri gibi faydalanamadıklarını eklemektedir.
1941 yılında Budapeşte‟de Turan Cemiyeti‟nin yıllık kongresinde konuşan
Ruşen Eşref Ünaydın Dünya Türklüğü‟nün birliğinden bahsederken kongrede Alman
Türkologlar da misafir olarak bulunmaktadırlar.210 Alman yetkililer Türkiye‟de
General Mirza Bala, General Mürsel Bakü, General Asim Gündüz ve Mareşal Fevzi
Çakmak ile de yakın ilişki içindedirler. 1942 yılında Türkiye‟den gönderilen haberlere
göre Mareşal Fevzi Çakmak Türk – Alman İlişkileri‟nin Turancılık emeline
oturmasına memnuniyetini dile getirerek, Türkiye‟nin Almanya‟ya karşı savaşa
girmeyeceğini, fakat saldırı olursa da kendini koruyacağını belirtmiştir. Çakmak daha
da ileri giderek Almanlar‟ın
Sovyetler Birliği‟ndeki
Türklere
sempatiyle
bakmasından memnuniyetini dile getirerek, Almanya isterse Sovyetle r ile
209
Çınar Burak, “II. Dünya Savaşında Doğu Cephesi ve Türkiye“ Hacettepe Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü, Tarih Ana Bilim Dalı, Doktora Tezi, Ankara 2007, s. 225.
210
Çelik Latif , “Macaristan‟da Türk İzleri“, Birlik Gazetesi Almanya Baskısı, Ekim 2002 sayısı, s.
14.
96
yaptıkları savaştan ellerine esir düşen Türklerin arasında hareket etmek üzere
istihbarat elemanlarını göndermeye hazır olduğunu belirtmiştir. 211
1944 yılı ortalarından
itibaren Türkiye‟deki Turancılık hareketlerinde bir
yavaşlama görülecektir. Dergilerin sayısının azaldığı, finans kaynaklarında sıkıntı
varlığı göze çarpacaktır. İktidar ile de araları eskisi gibi değildir. Turancıların hiç bir
toplantısına devlet yöneticilerinden kimse katılmamaktadır. 2 yıl öncesinin Turancılık
heyacanı artık çok az sayıda idealist tarafından yaşatılmaya çalışılsa da toplumda artık
farkedilmemektedir.
Aynı
dönemde
Turancı
akımı
karşıtı
yazılar
da
artmaya başlamıştır. Sosyalizm ve Sovyetlerin başarısını konu edilen makaleler
basında giderek artmaktadır. Türk dostu olarak bilinen Alman Büyükelçi von Papen
ülkesine dönerek Dışişleri Bakanlığı koltuğuna otursa da Almanya‟nın gerilemesi
devam etmektedir. Turancılığın yükselişi ve inişi ile aynı dönemde karşı hareketlerin
ortaya çıkışı Alman – Sovyet savaşının seyri ile doğru orantılıdır. 11 Nisan 1944‟de
Turancıların aleyhine bir konuşma yapan Cumhurbaşkanı İsmet İnönü‟nün çıkışından
sonra Nihal Atsız – Sabahaddin Ali davası ile gerilen ortamda polisin sadece Turancı
kesimi etkisiz hale getirmesi akabinde Nihal Atsız, Reha Oğuz Türkan, Zeki Velidi
Togan
ve
Hasan
Ferit
Cansever, Irkçılık
–
Turancılık
suçlamaları
ile
tutuklanmışlardır. Almanya‟nın gizli ve Türkiye‟nın açık desteği ile yükselen
Turancılık hareketi 3 Mayıs 1945 yılında minimize edilen bir konuma getirilmiştir.
5.4.4. Almanya’nın Türkiye’de İstihbarat Çalışmaları
Hitler Almanyası‟nın Türkiye‟deki haber alma faaliyetleri 1937 yılından
itibaren hızlanır. Bilgi toplamak için üst düzey ilişkiler kurmak isteyen Almanlar eski
bir istihbaratçı olan Franz von Papen‟i Türkiye‟ye elçi olarak atamak istediklerinde
Atatürk karşı çıkmıştır. Birinci Dünya Savaşı‟nın son yıllarından Türkiye‟yi tanıyan
211
Çınar, a.g.e., s. 226.
97
von Papen, 18 Nisan 1939‟da Türkiye‟de göreve başlayacaktır. Alman propagandası
kasıtlı olarak Hitler ve Atatürk‟ün yan yana iki ulusal kahraman olarak gösterse de
Türkiye buna bozulduğu için fazla öne çıkarmazlar. 12 Íubat 1939‟da Alman amiral
Erich Raeder Berlin‟de Atatürk‟ü anma gününde “onur ve gurur verici bir örnektir“
demiştir. Almanlar Türkiye‟de bilgi toplama faliyetleri için çok çeşitli kaynakları
kullanmaktadırlar. 3 Nisan 1941‟de Kazım Karabekir, Başbakan Refik Saydam‟a
yabancı elçiliklere bilgi sızdırılması ile ilgili soru yönelttiğinde başbakan, “Bence
serafetlere naklinden ziyade arkadaşların şurada burada münakaşaları neticesi açığa
çıkıyor“ şeklinde cevap vermiştir.212
Alman istihbaratının en başındaki Tümgeneral Rohde‟nin ekibi merkezini
Ankara‟ya kurmuştur. Barbarossa Harekatı‟nın öncesi 21 Haziran 1941‟den itibaren
Almanlar Türkiye‟de istihbarat faliyetlerine Türkiye‟nin de bilgisi dahilinde hız
vermişlerdir. 1942 başından itibaren oluşturulan Gürcü, Tatar, Kazak, Türkmen,
Kafkas, Azeri ve Türklerden oluşan gruplar Almanya‟nın lehine sürpriz sonuçlar elde
etmişlerdir. Bu grupların elde ettiği bilgiler zaman zaman Türkiye‟ye verilse de,
Almanların esas hedefi Türkiye üzerinden Sovyetler hakkında daha net bilgilere sahip
olmaktır. Bu konuda Burak Çınar:
“Sovyet topraklarında yakalanan bu grupların içerisindeki iki eleman
tutuklanınca Molotov ve Vishinsky Moskova‟daki Türk elçisini uyarmışlardır.
Dışişlerine iletilen bilgiden sonra Rusya‟ya sızmalar bir müddet sona erecektir.
“1941 Ekimin‟de 150 Kuzey Kafkasyalı‟nın 10 ay özel eğitimi sonrası kurulan Kuzey
Kafkasya Özel Komandosu‟na bağlı “Íamil Grubu“ büyük bir harekat planlamıştır.
Bunlardan 30‟u Maikop civarında paraşütle atlayarak Rus birliklerin arkasındaki
köprü, demiryolu ve petrol tesislerini havaya uçurmuşlardır. Almanya‟nın bu bölgeyi
ele geçirmesinin akabinde bu elemanların 29‟u sağ olarak geri döneceklerdir.
Dağıstan asıllılardan oluşan diğer bir 40 kişilik grup ise Alman keşif kolu olarak
başka cephelerde görev yapmışlardır.“213
212
Çınar Burak, “II. Dünya Savaşında Doğu Cephesi ve Türkiye“ Hacettepe Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü, Tarih Ana Bilim Dalı, Doktora Tezi, Ankara 2007, s. 229.
213
Çınar, a.g.e., s. 231.
98
SD Başkanı Schellenberg214 Türk istihbaratı ile ilişkileri çok geliştirmiştir.
Barbarossa Harekatı sonrasında da Almanların Ruslar için istihbarat faaliyetlerinde
bulunmasına Türkiye engel olmamıştır. Diğer taraftan MAH,215 İngilizler ile işbirliği
yapsa da görüşmeler bilgi alışverişinden ileri gitmemektedir. Türk istihbaratının
tesbitleri de çok ilginçtir. Schellenberg ile yapılan bir görüşmede Türk tarafı:
“Rusya‟daki başarılarınız ile yakından ilgileniyoruz, fakat Almanya‟nın
gerilemesiyle fazla güçlenen bir Rusya ile karşı karşıya kalmamız tarihteki
deneyimlere baktığımızda Türkiye için en büyük tehlikedir.“216
Propaganda konusunda güçlü olan Almanlar komünizm tehlikesini abartarak
korku imparatorluğunu yaşatmaya çalışmaktadırlar. Diğer taraftan da Türklerin milli
duygularını yukarıda tutmak için “Musul ve Halep Türkiye‟nin olmalıdır“ şeklinde
milliyetçi propaganda yoğun bir şekilde sürdürülmektedir.217
1940 yılından itibaren değişik bir Almanya propagandası da Türkiye‟de
öğrenciler vasıtasıyla çok yönlü yapılmaktadır. Alman istihbaratı dedikodular için
Ermeni toplumunun içinden elemanlar kullanmaktadır. Alman firmalarının ticari
temsilcisi konumundaki birçok Kürt ve Arap asıllı genç de Diyarbakır, Erzurum, Van
başta olmak üzere bölgede Alman propagandası yapmaktadır. 1941-1942 kışında
Türkiye‟de gösterilen Alman film sayısı 60‟tır. 7 Aralık 1942‟de Vatan Gazetesi
Charlie Chaplin filminde Hitler rolünde bir resim yayınladığı için üç ay kapatılmıştır.
Savaşın ilk yıllarında Türkiye‟deki okul kitaplarında Birinci Dünya Savaşı‟ndaki Türk
Alman kardeşliğinden söz edilmemekte, Çanakkale‟de Almanların fazla bir rolü
olmadığı, Türk askerlerini boşu boşuna feda ettikleri bilgileri yer almaktadır.
Almanya‟nın ricasi üzerine kitaplardaki bu satırlar çıkarılır. Almanlar„ın ünlü Signal
Dergisi Türkiye‟de Türkçe olarak yayınlanmaya başlayınca, İngilizler‟de Kahire‟de
214
SD = Sicherheitsdienst, Almanya´nın o dönem Haber Alma Örgütü.
215
MAH = Türkiye‟nin 1940 yıllarındaki haber alma örgütü.
216
Çınar, a.g.e., s. 231.
217
Çınar, a.g.e., s. 232.
99
Cephe dergisini Türkçe bastırıp Türkiye‟de karşı propaganda amacı ile ücretsiz olarak
dağıtmaya başlayacaklardır.218
Almanların bir başka başarısı da Alman teknolojisini abartarak hayali olarak
fısıltı gazetesi ile tanıtmalarıdır. Atom araştırmaları senelerdir bilinen Hitler‟in 1945
Íubat‟ında yaptığı “Nükleer Fizyon Sorununu çok önceden çözdük“ açıklamasının
Almanya‟dan daha çok Türkiye‟de ilgi uyandırması çok ilginçtir. Türkiye kamuoyunu
çok çabuk etkileyebilen Almanların propaganda 1944 yılı sonuna kadar sürekli açık
ve aktif kalacaktır. Türk Dışişleri‟nin diplomatik kodlarını yıllar önce çözen
Almanlar,
Türkiye‟nin
dış
temsilciliklerine
yolladığı
direktiflerin
tamamını
çözebilmekte, Moskova ve Washington‟daki Türk Büyükelçiliklerinden gelen
raporlardaki istihbarat bilgilerine sahip olabilmektedirler. Chicero olayı olarak bilinen
İlyas Bazna‟nın çalışmaları ile İngiltere, Türkiye ve bu iki ülkenin diğer ülkeler ile
ilişkilerini konu alan bilgileri yıllarca düzenli olarak elde etmişlerdir. Türkiye‟nin
Karadeniz bölgesindeki askeri hareketliliğini, Adana konferansının sonuçlarını,
Tahran dosyalarının içeriğini, Kahire toplantısının dosya içeriklerini, Sovyetlerin
elindeki silahların listesini, Türkiye‟deki İngiliz ajanlarının listesi ve birçok bilgiyi
elinde bulunduran Bazna‟yı (Chicero) Almanlar uzun yıllar kullanmışlardır.
5.4.5. Alman Hayallerinin Sonuna Doğru
6 yıl süren savaş boyunca bütün uluslararası görüşme ve ilişkilerinde “Savaş
dışı kalma - Sıcak çatışmaya girmeme“ eksenindeki politikasını devam ettiren
Türkiye, kuzey komşusu ile arasını düzeltmek için yeni bir şans yakalamıştır.
Hitler‟in Sovyetler Birliği‟ne ani saldırısı sonrası bu ülkenin Türkiye‟ye karşı
uyguladığı dış politikada yumuşama görülecektir.
Sıcak çatışmaya hiç girmeyen Amerika, Balkanlardaki Alman etkisini sert
şekilde eleştirirken bölgenin kaderi ile ilgilendiği açıklaması da Ankara için rahat
nefes alma imkanıdır.219 Amerika‟nın savaşta koyacağı ağırlığın tarafının İngiltere
218
219
Klein Andrea, “Türkei im Zweiten Weltkrieg“ Mittel Verlag, Frankfurt 1972, s. 145.
Amerikan askeri temsilcisi Albay Donavan, Ankara‟yı ziyaret ederek başkan Roosvelt adına özel
görüşmelerde bulunmuştur. Donavan, Ankara‟da Başbakan ve Dışişleri Bakanı başta olmak üzere
100
olacağı belli olmuştur. Nasyonal Sosyalist – Faşist tehlikenin büyüklüğünü farkeden
Amerika, Avrupa‟nın geleceğinin giderek tehlikeye girdiğini görmüş ve diktatörlerin
karşısında duran ülkelere moral vermek amacı ile nabız yoklamasına başlamıştır.
Amerika Dışişleri Bakanı Curdel Hull Ankara‟ya moral vermek adına gönderdiği
notalarda sessiz kalmalarının ilgisizlik olarak anlaşılmaması gerektiğine işaret ederek
9 ve 14 Şubat 1941 tarihli notalarda gayet açık bir dil kullanmaktadır:
“İngiltere bu savaşı kesinlikle kazanacaktır. Bu ülkeye ne kadar savaş
malzemesi ihtiyacı varsa karşılamaya hazırız, tüm ihtiyaçlarını tedarik edeceğiz. Bu
yardım Hitler ve Mussolini diktatörlerine direnen herkese aynı şekilde savaş
malzemesi olarak ulaştırılacaktır.“220
Türkiye Cumhuriyeti‟nin ABD‟ye cevabı nota ise uyguladığı politikanın kısa
özeti gibidir:
“Amerika ve İngiletere‟nin temsil ettiği hür dünya ideallerini saygı ile
karşılıyor ve destekliyoruz. Fakat Türkiye olarak sıcak bir savaşta yer almamaya
kararlıyız ama ülkemizi savunmaya kararlıyız. Müttefiklere desteğimiz siyasi
alandadır, askeri bir hareketliliğe şimdilik katılmıyoruz.“221
Başta İngiltere olmak üzere, Sovyetler, Türkiye ve son dönemde ABD,
Almanların ilerleyişinden rahatsızdırlar. Almanya son Balkan harekatı sonrası
karşısındaki endişeli yelpazeyi daha da büyütürken, kendisine karşı gelişen askeri
ittifakı çok az hesaplamış olacakki mantıksız saldırıları daha da artmıştır. Almanya‟yı
durdurmak isteyenlerin hepsinin ilgi odağının Türkiye olması önemli bir gelişmedir.
Avrupa‟nın her tarafını kaplayan Alman tehdidi mantığın kabul edemeyeceği
birliktelikleri de ortaya çıkarmaya başlamıştır. Bunlardan en ilginç olanlarından biri
diğer Türk yetkilileriyle mevcut durumu değerlendiren görüşmeler yapmıştır. Bu konuda bkz. Savaş
Yılları, s. 44; Koçak, Türkiye‟de Milli Şef Dönemi, s. 148.
220
Savaş Yılları, s. 44; Türkiye‟de Milli Íef Dönemi, s. 42OTDP, s. 165-166.
221
Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Refik Saydam, ABD Başkanı‟nın notalarına verdiği cevabi
notalarda: “Türkiye‟nin baştan beri Büyük Britanya ve Amerika Birleşik Devletleri ile aynı olan
amaç ve ideale kalpten bağlıdır ve savaşmak durumunda bırakılsa dahi bu tutumu değişmeyecektir.
Bkz, Akandere - Polat, “II. Dünya Savaşı Yıllarında Almanya‟nın Türkiye‟ye Baskısı ve Savaşın
İçine Çekme Gayretleri“ Konya 8-10 Ekim 2009, s. Konya; Haluk Ülman, “Türk-Amerikan
Diplomatik Münasebetleri“ (1939-1947), “İkinci Cihan Harbi Başından Truman Doktrinine
Kadar“ A.Ü. SBF Yayınları, Ankara 1979, s. 31.
101
de Türk - Sovyet yakınlaşmasıdır. Türk ve Sovyet heyetlerinin İngiltere‟nin bilgisi
dahilinde yaptığı uzun ve yorucu görüşmeler sonunda sağlanan güven ortamında
Ankara ve Moskova‟da aynı anda mutabakata varıldığı açıklanan noktalar konusunda
ortak bir deklarasyon yayınlanacaktır. Türk – Sovyet yakınlaşmasına önem veren
İngiltere ise her iki ülkeyi de işbirliği konusunda cesaretlendirmektedir.222
Deklarasyonla, her iki ülkeden birinin saldırıya uğraması durumunda, diğerinin savaşa
girmeyip tarafsız kalması223 kararlaştırılmıştır. Sovyetlerin Türkiye üzerindeki
asırlardan bu yana var olan askeri tehdidi ve emelleri göz önüne alındığında
yayınlanan bu deklarasyon Sovyetler kadar Türkiye için de önemlidir. En azından
kağıt üzerinde de olsa kuzey komşunun tehdidi kalkmıştır.
Her ülke ile benzer içerikli anlaşmaları yapan Ankara‟nın Türkiye‟yi müttefik
olarak kazanmak isteyen ülkelere karşı da değeri artmıştır. Kuzey komşunun açıktan
olmasa da geleneksel olarak var olan tehdidini geçici de olsa arka plana atmayı
başaran Ankara‟ya bu sefer de Almanların baskısı artmıştır ama, 1941 yılında
imzaladıkları “Dostluk ve Saldırmazlık Antlaşması“na Türkiye‟nin uyacağından
emindirler. Birinci Dünya Savaşı‟ndan tanıdıkları Türkiye‟nin attığı imzayı yok
saymayacağına inançları tamdır. Sovyet topraklarından çok büyük bir alanı işgal eden
Almanya bu ülkeyi güneyden kuşatıp Kafkasya‟dan vurmak gündeme geldiğinde
tekrar Ankara‟nın kapısını çalacaktır. Bu seferki teklif Oniki Ada ile Kafkasya ve
222
“İngiltere‟nin temel amacı, Türk-Sovyet yakınlaşmasını sağlayarak Türkiye‟nin “Sovyet çekincesi”
gerekçesini ortadan kaldırmaktı” Bkz., Koçak, Türkiye‟de Milli Şef Dönemi, s. 151.
223
25 Mart 1941‟de Ankara‟da Türkçe ve Moskova‟da Rusça olarak yayınlanan tebliğin muhtevası
şöyledir: “Türkiye harbe girmeğe mecbur olduğu takdirde Sovyetlerin Türkiye„nin müşkülatından
istifade ederek kendisine hücum edeceklerine dair ecnebi matbuatta çıkan haberler üzerine ve
bunlarla alakadar bir istifsar dolayısıyla Sovyet Hükümeti atideki hususatı Türkiye Hükümetine
bildirmiştir:
1-Bu gibi haberler Sovyet Hükümeti vaziyetine katiyen tevafuk etmemektedir. 2Şayet Türkiye hakikaten duçarı tecavüz olur ve topraklarını müdafaa için harbe girmeğe mecbur
kalırsa o zaman Türkiye, Sovyetler ile arasında mevcut ademi tecavüz misakına istinaden Sovyetler
Birliğinin tam “Comprehension” ve bitaraflığına güvenebilir. Bu beyanat dolayısı ile Türkiye
Hükümeti Sovyet Hükümeti‟ne samimi teşekkürlerini beyan etmiş ve Sovyet Rusya‟nın da böyle
bir vaziyete duçar olduğu takdirde Türkiye‟nin tam “Comprehension” ve bitaraflığına
güvenebileceğini göstermiştir.” Bkz. Akandere Osman - Polat Hasan Ali, “II. Dünya Savaşı
Yıllarında Almanya‟nın Türkiye‟ye Baskısı ve Savaşın İçine Çekme Gayretleri“ I. Uluslararası tarihi
ve Kültürel Yönleriyle Türk-Alman İlişkileri Sempozyumu, Konya 2010; Gürün Kâmuran, “Türk
Sovyet İlişkileri“ TTK Yayınları, Ankara 1991, s. 223-224.
102
Trakya‟da Türkiye‟ye yeni bölgelerdir ama, alınan cevap hep aynı olacaktır: Kendi
güvenliğimize bir halel gelmedikçe Türkiye bu savaşın dışında kalacaktır.224
II. Dünya Savaşı boyunca Türk-Alman ilişkilerinin seyri sadece Berlin ve
Ankara değil, tam tersi her iki ülkenin yakın komşularındaki değişikliklerden de
etkilenmektedir. Türkiye‟nin güney komuşusu Irak‟ta meydana gelen hükümet
değişikliği de Ankara‟yı yakından ilgilendirmektedir. Tek başına yaşayamayacağı
belli olan Alman yanlısı ihtilalcı lider Reşit Ali Geylani başkanlığındaki hükümete
yardım etmek isteyen Almanya, alternatif planlar üzerinde düşünürken askeri
malzemelerin Türkiye üzerinden geçirilmesi gündeme gelir. Türkiye‟nin cevabı ise
değişmeyecektir; “Savaşa taraf olmak istemiyorum.“
1943 yılı sonuna doğru Türkiye‟yi her iki tarafın baskıları da en üst
düzeydedir. Oysa Türkiye‟nin elindeki yazılı belgelere göre Türkiye, her iki taraf ile
de sadece bu kendisine bir saldırı olduğunda savaşa girecektir. Türkiye‟ye sadece
Almanların değil, savaşan bütün ülkelerin temsilcilerinin değişik siyasi teklifleri ile
de karşı karşıyadır. Türkiye hayır dedikçe tekliflerin içeriği zenginleştirilerek bir kaç
hafta sonra tekrar masaya getirilmesi II. Dünya Savaşı döneminin önemli
özelliklerinden biridir.
Mihver devletlerin lideri Almanya ile Müttefik Devletlerin lideri İngiltere‟nin
Türkiye‟ye uyguladıkları baskı politikaları arasında zaman zaman benzerlikler de
olabilmektedir. Her iki ülkenin de A planları Türkiye‟yi kendi yanlarında savaşa
zorlamaktır. Sıcak savaşa hayır diyen Türkiye‟ye karşı her iki tarafın B planları da
ciddi benzerlikler arzetmektedir. Türkiye‟yi, kendi yanlarına çekemiyorlarsa karşı
taraftaki düşmanları ile de olmamaları için benzer çabalar Almanya ve İngiltere‟de
sürekli var olmuştur. Savaş dışında kalmak isteğini açıkça ortaya koyan Ankara‟nın
tutumuna uzun uğraşlardan sonra hem Almanya hem de İngiltere‟nin başını çektiği
taraflar saygı göstermek zorunda kalmışlardır. Savaşan güçleri birbirine karşı
oyalayan ve zaman içinde enerjilerinin de inişe geçmesini izlemek Ankara‟nın temel
politikası olmuştur. Türkiye‟nin kendi politikalarını uygulayabilmesinin temel
224
Hans-Adolf Jacobsen, “1939-1945 Kronoloji ve Belgelerle İkinci Dünya Savaşı“ çev. İbrahim
Ulus, Ankara 1989, s. 32; Ayın Tarihi, İlkteşrin (Ekim) 1940, No: 83, s. 163.
103
dinamiği iki büyük güce aynı mesafede durarak her iki tarafa benzer argümanlar ile
karşı çıkabilmesidir. Savaş boyunca askeri planların uygulanması için Türkiye‟nin
karşısına çok değişik teklifler ile çıkan ve Türkiye‟nin vereceği transit geçiş iznine
karşılık Ankara‟nın toprak taleplerini kabul edeceğini açıklayan Almanya, Türkiye‟ye
hem Trakya, hem de doğu da ciddi toprak teklifleri yapsa da yine sonuç
alamayacaktır.225
Türk - Alman yakınlaşmasını sürekli izleyerek kontrol altında tutmak isteyen
İngiltere de benzer teklifleri Ege Adaları için yapacaktır. Savaşan tarafların lideri
konumundaki İngiltere ve Almanya‟nın benzer tekliflerini benzer cevaplar ile idare
eden Türkiye, özellikle sınırları dışında bir oldu bitti ile yeni toprak parçasına sahip
olmamaya özen göstermiştir. Türkiye kendisine yönelik toprak tekliflerini zaman
zaman ‟sadece ülkemizin savunulmasına yönelik görüşebiliriz‟ diyerek rahatlıkla geri
çevirmiştir. Diplomatik dil kullanmada başarılı olan Ankara, savunduğu tezlerin de
güçlü olması ile iki taraf açısından da inandırıcılığını sürdürebilmiştir. Savaşta taraf
olması için gelen baskılara karşık açık bir dil kullanan Ankara:
“Dostlarımızın endişelenmesine gerek yok, tüm çabalarımız Türkiye‟nin
güvenliği öncelikli olmak üzere bu savaşın dışında kalarak barışa katkıda
bulunmaktır.“226
Türkiye‟nin kendileri ile müttefik olarak savaşa girmesini son ana kadar
bekleyen Almanya, bütün siyasi, diplomatik ve ekonomik baskıları denemeye
çalışacak, bunu yaparken de Türkiye‟yi kendinden uzaklaştırmamaya özen
gösterecektir. Almanya‟nın Ankara Büyükelçisi von Papen bunun ne kadar zor
olduğunu ülkesine geçtiği notlarda kaleme alacaktır:
“Türkleri Almanya için müttefik olarak kazanmak çok önemli ama bu hiç
gerçekleşmeyebilir. Fakat Türkiye‟nin karşı tarafa geçmemesi daha da önemlidir,
fakat bu gerçekleşecek, Türkiye düşmanımız olmayacaktır.“227
225
Glasneck Johannes, “Türkiye‟de Faşist Alman Propagandası“ Çev. Arif Gelen, Onur Yayınları,
Ankara 1977, s. 127
226
Koçak, Türkiye‟de Milli Şef Dönemi, s. 157.
227
Koçak, a.g.e., s. 188 vd.
104
Son ana kadar Türk - Alman ilişkilerinin sağlıklı kalması için önemli çabalar
ortaya koyan Büyükelçi von Papen Almanya Dışişleri Bakanı Ribbentrop‟dan Türk
yanlısı davrandığı için azar işittiği olsa da Türkleri yakından tanıyan biri olarak hem
ülkesine ikili ilişkilerin bozulmaması için uzun yıllar en sağlam bilgileri iletmiş, hem
de “Çok Sevdiğim bir Ülke“ dediği Türkiye ile savaş süresince sağlıklı diplomatik
kanalların açık kalmasını sağlamıştır.228
Türkiye başka ülkeler ile yaptığı anlaşmaların Almanya‟ya zarar vermemesine
de özen göstermiştir. Türkiye‟den haber almada, basını yönlendirmede ve siyasi kanat
ve bürokratlara yaklaşmada oldukça mahir olan Almanya, bir çok ülkeye saldırarak
girdiği halde Edirne‟nin karşısında 2 yıl bekleyen askerini Türk sınırından uzak tutma
konusunda oldukça titiz davranacaktır.229
Türkiye‟nin, Almanya‟ya biraz olsun yaklaşması için bizzat çaba gösteren
Führer Adolf Hitler‟in Milli Íef İsmet İnönü‟ye yazdığı mektubun dostça satırlarında
ciddi teklifler de yer almaktadır. Türkiye ve Cumhurbaşkanı İnönü hakkında
kelimeleri seçerek kullanan Hitler, iki ülke arasında doğacak işbirliğinden stayişle
bahsederek Türkiye‟nin savaşan müttefik olmasındaki faydaları sıralamıştır. Savaşın
en başından beri Almanya için ilk seçenek Türkiye‟yi kazanmak, bu mümkün olmazsa
Türkiye‟nin İngiltere yanında savaşa girmesini önlemektir. Hitler birincisini hayal
etmiştir ama, ikincisi ile yetinmek zorunda kalmıştır.
Ankara‟dan gelen Cumhurbaşkanı İnönü imzalı cevap ise aynı şekilde nazik,
diplomatik ve kararlı bir dil ile Türkiye‟nin bilinen politikasını ifade eden satırları öne
çıkaran şekilde kaleme alınmıştır. Üst düzey mektupların içeriğine bakıldığında her
iki ülke bilinen duruşlarını sergileseler de birbirlerinden vazgeçemedikleri de açıkça
anlaşılmaktadır.230 Türkiye ve Almanya‟nın son derece karmaşık ilişkiler içinde
228
Almanya‟nın Ankara Büyükelçisi Franz von Papen 1944 yılında ülkesinde Dışişleri Bakanı
olduktan sonra da Türkiye ile ilişkileri geliştirmek yönünde adımlar atacaktır ama, Alman orduları
artık sürekli mevzi kaybetmektedir. Son bir hamle ile Oniki Ada‟yı Türklere teklif eden von Papen
savaştan sonra yazdığı anılarında Türkiye‟nin dostu olduğunu yineleyecektir. Bu konuda bkz.
Krecker Lothar, “Deutschland und Die Türkei im Zweiten Weltkrieg“ Vittoria Klostermann Verlag,
Frankfurt 1964.
229
Auswärtiges Amt, Politisches Archiv, Büro des Staatsekretärs - Türkei Band 1, Nr. 1220, R 29440
230
Ek: 6 ve 7
105
olunan bir dönemde, birbirine zarar vermemeye özen göstermeleri tarihi süreç
içindeki stratejik olduğu kadar samimi ilişkileri ile de yakından ilgilidir.
VI. SONUÇ
Galiplerin 1918 yılında Versay‟da dayatttıkları barış adlı emperyalist ezme
belgesine karşı çıkan Almanya‟nın öç alma amacı ile başlattığı II. Dünya Savaşı
insanlık tarihinin en acı dönemlerinden biri olarak belleklerde kalmıştır. Bütün
dünyadan 60 milyondan fazla insanın hayatını kaybettiği 1939 – 1945 arası dönemde
tek bir Türk‟ün burnunun kanamaması, T.D.P.‟nin uzak öngörü ve tahminlerini ortaya
koymaktadır. Mihver ve müttefik devletlerin birbirinden cazip teklifler ile Türkiye‟yi
kendi taraflarına çekme taktiklerinin hedefe ulaşmaması da bu savaşın varacağı son
noktanın Türkiye tarafından doğru tahmin edildiğini işaret etmektedir.
I. Dünya Savaşı‟na müttefik olarak giren Türkiye ve Almanya‟nın pek tabi
1939 yılında başlayan yeni savaşta da birlikte olabilecekleri öngörüsü kolay bir fikir
jimnastiğidir. Alman siyaseti 1920 yılından itibaren Versay‟da kendilerine yapılan
haksızlığı dile getirmeye başlayacaktır. Aynı yıllarda Türklerin Anadolu‟daki hürriyet
mücadelesi, kendi ülkelerinde işini, ümidini ve ülkesini kaybetmiş şekilde bekleyen
Alman generallerin de ilgi odağı konumundadır. Alman subayları Anadolu‟daki
mücadelenin karşılarındaki ortak düşman olan İngiliz – Fransız – Yunan – İtalyan
güçlerine karşı devam ettiğini görmekten sessiz bir mutluluk duymaktadırlar.231 Silahı
elinden alınarak eve gönderilen bu subaylardan, fırsat bulabilen bazıları gizlice
Anadolu‟ya geçip Türk İstiklal Hareketi‟ne destek için gelmişlerdir.232 Türklerin
231
Çelik Latif, “Deutsche Spuren in der Türkei“ Logophon Verlag, Mainz 2008, s. 162.
232
Çelik Latif, “İstiklal Savaşında Alaman Zabit“ Hürriyet Gazetesi Almanya Baskısı, Frankfurt 4
Temmuz 2008, s. 24
…Genç Alman subayı Tröbst 1918 yılı sonlarında Türkiye´den ayrılmak zorunda kaldı.
Çanakkale´den tanıdığı subaylardan Mustafa Kemal´in ülkesinde işgalcilere karşı mücadele
verdiğini duyunca derhal yardıma koştu. Türk dostu Alman subayı Tröbst´ün ikinci Türkiye
macerası böyle başladı. 1920 yılı ortalarında gizlice İstanbul‟a gelip, Anadolu´ya Alman Zabit Hans
Tröbst´e başlangıçta Anadoludaki Kuvay-ı Milliyeciler inanmazlar ama o ısrarcıdır. Beni Mustafa
Kemal ile görüştürün diye ısrarını haftalarca sürdürünce kendisine yardım edilerek harekat merkezi
olan Ankara´ya getirilir. Türk-Alman Dostluk tarihinin de önemli bir kilometre taşlarından biri olan
106
kendilerine dikte edilen Versay benzeri Sevr‟i kabul edip teslim olmaması Almanya
tarafından ilgi ile takip edilirken, Mustafa Kemal ve ileri gelen Türk generallerinin
Alman toplumu arasındaki popülariteleri de giderek artacaktır. 1933 yılından itibaren
iktidarı kesin olarak ellerine alacak olan Nasyonal Sosyalistlerin aşırı hareketlerini
tasvip etmeyen bir T.D.P. ortaya çıkmaya başlamıştır. Hala Türkiye‟ nin en önemli
ticaret ortağı Almanya olsa da, siyasi alanda iki ülke arasında uluslararası sorunlara
bakışta ciddi ayrılıklar vardır. 1934 yılından itibaren çok sayıda Musevi asıllı Alman
akademisyenin Türkiye‟ye sığınması ile Hitler ve Atatürk arasında ilk sürtüşme
yaşanacaktır. Türkiye kendine hedef seçtiği “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh“ politikası ile
eğitim, tarım, ekonomi, şehirleşme alanında yenilikler gerçekleştirmeye gayret ederek
kendi yolunda ilerlerken, Almanya‟nın büyük Avrupa ülkeleri ile rekabeti giderek
artmaktadır. 1933 yılında Adolf Hitler‟in iktidarının netleşmesi ile Avrupa ülkeleri
arasındaki rekabetin geniş coğrafyaları etkileyecek ciddi anlamda bir silahlı çatışmaya
doğru gittiği farkedilmektedir. Almanya ile ticari ilişkileri giderek artan Türkiye,
siyasi anlamda İngiltere – Fransa ikilisi ile daha sakin bir politika yürütmektedir.
Burada Atatürk ile Hitler‟in tamamen ters bir karekterde olmasının da önemli etkisi
vardır. Berlin‟de yakın komşularından hesap sormak isteyen bir yönetim varken,
Ankara‟nın siyaseti milli sınırlar içinde kalmayı değişimi gerçekleştirmek yönünde
ilerleyecektir.
1937 yılında Türk – Alman ilişkilerine katkıda bulunması için Hitler
Ankara‟ya Franz von Papen‟i göndermek istediğinde Atatürk karşı çıkacaktır. Nazi
Almanyası‟nın en önemli diplomatlarından biri olan von Papen‟e karşı çıkan Türkiye
aslında bu ülke ile siyasi anlamda ilişkilerin daha da artmasına sıcak bakmıyor
demektir.233 Almanya‟nın von Papen‟i Türkiye‟de görevlendirmesinin ardındaki ana
hedefin Türkiye‟yi kendi yanlarına çekmek olduğu bilinen bir gerçektir. T.D.P.‟nin
kararlı tutumu ile Almanya‟nın bu hedefi gerçekleşmemiştir. İngiltere ve Fransa ile
uluslararası alanda son yıllarda Montrö ve Hatay konularındaki ilerlemeler, Türk
siyasetini Almanya‟dan ziyade bu ülkelere yaklaştıracaktır. Savaş dönemde Türkiye
Tröbst´in heyecan dolu yaşamını yakında dokümanter olarak ekranlarda izleyeceğiz. Türk Dostu
Almandan geriye kalan Türk jandarma kiyafetli resmi ise oğlu için en önemli övünç kaynağı. Bkz.
EK -4
233
Almanya Büyükelçisi Franz von Papen ancak 1939 yılında İsmet İnönü deneminde Ankara‟da
göreve başlayabilecektir. Bkz. Oran Baskın, “Türk Dış Poltikası“ İletisim Yayınları, İstanbul 2011.
107
ile Almanya arasındaki siyasi ilişkilerin artması, ancak Almanya‟nın Fransa‟yı safdışı
etmesinden sonra giderek hızlanacaktır. Bu ülkenin Balkanlar‟a inerek Türkiye ile
sınır komşusu olduğu yıllarda imzalanan 18 Haziran 1941 tarihli “Türk – Alman
Dostluk ve Saldırmazlık Antlaşması“ savaş döneminde bu ülke ile yapılan en
kapsamlı siyasi-askeri sözleşme olmasına rağmen özünde Türkiye‟nin güvenliğini
garantiye alma belgesi konumundadır. Almanya‟nın elindeki her imkanı kullanarak
son ana kadar Türkiye‟yi etkilemek için çaba göstermesine rağmen, T.D.P.‟nin savaş
dışı kalmakta diretmesi, bahse konu dönemin karmaşık siyasi ilişkileri arasında
Türkiye‟nin ciddi bir dış politika sınavından geçtiğini gözler önüne sermektedir.
Türkiye, Almanya ile savaşa girseydi sonuç ne olurdu sorusunun birinci
cevabını Sovyetler açısından ele aldığımızda, kuzeydeki Sovyetler Birliği‟nin sadece
savaş döneminde Türkiye‟ye karşı birkaç defa politika değiştirmesinden yola çıkarak
Almanya‟ya müttefik olacak bir Türkiye‟nin 1945 sonrası nasıl bir sonuç ile
karşılaşacağı sorusu kolayca cevaplanabilir. Olası bir Türk – Alman müttefikliği
sonrası 1943´te şoku atlatan bu ülkenin, savaş sonrasını bile beklemeden boğazlar ve
Türkiye‟nin doğu sınırlarında çılgınca hareketlere girişebileceği Türkiye‟nin
karşılaşabileceği tehlikeli sürprizlerden biridir. Almanya‟nın çok istediği Türk Alman müttefiliğinin İngiltere – Fransa eksenindeki yansımalarına baktığımızda bu
ülkelerin sürekli ellerinde tuttuğu Kürt kartını Türkiye‟nin aleyhine Doğu Anadolu
coğrafyasında oynayabileceği gibi, Montrö‟den memnun olmayan Rus müttefiklerinin
de etkisi ile boğazlara getirecekleri yeni rejim sonrası Türkiye‟ye Ankara merkezli
çok küçük bir ülke rolü biçilme ihtimali kuvvetle muhtemeldir.
Almanya yanında sıcak savaşa girmeyen Türkiye‟nin müttefikler cephesinde
de silahlı güç olarak yer almaması, maalesef garip bir şekilde yine en çok S.S.C.B.
tarafından polemik konusu yapılacaktır. Bu ülkenin elindeki her fırsatı her durumda
Türkiye‟ye baskı unsuru olarak kullanmaya kalkması, 1945 sonrası ikiye ayrılan
dünya sistemi içerisinde Türkiye‟yi sert rüzgarların beklediğinin de habercisidir.
Savaşın akabindeki Potsdam Zirvesi‟nde Stalin‟in Türkiye üzerindeki istekleri sonrası
gelişen uluslararası belirsizlik, T.D.P. çizgisinin eldeki mevcutlardan en iyisi olduğu
konusunda kesin bir izlenim vermektedir. Bu savaşın bir gün sona erip enkazı
kaldırıldığında bu ülke ve milletlerin bir şekilde yine var olacağını hesap eden
Türkiye, 1945 sonrası hiç suçlanmayan tek ülke konumundadır. Türkiye‟nin
108
uyguladığı politika -Sovyetler anlamak istemese de- savaş sonrasında her iki tarafın
siyaset bilimcileri tarafından en doğru seçim olarak nitelendirilecektir.
Cumhuriyet Dönemi Türk Siyaseti‟nin en iyi uygulandığı dönem laboratuvarı
olan 1939 - 1945 yılları arasındaki 6 yıl, Türkiye‟yi, hiç insan kaybı olmadığı gibi
savaşan taraflara en çok insanî yardım yapan ülke konumuna da getirecektir. Savaş
boyunca iyi niyetli olarak sıcak savaşa girmeme şeklindeki T.D.P., güçlü diktatörlerin
arasında onurlu ve kararlı bir şekilde gücü oranında ülke sınırlarını savunma
refleksinden başka bir şey düşünmemiştir. Türkiye ile ittifaka girse de, girmese de bu
savaşı kaybedeceği kesin olan Almanya ise savaşın sonunda Türklerin samimiyetini
bir defa daha anlayacaktır.
Kaynakça
Ahmann Rolf, Nichtangriffspakte: Entwicklung und operative Nutzung in
Europa 1922-1939, Nomos Verlagsgesellschaft, Baden-Baden 1988
Akandere Osman - Polat Hasan Ali, II. Dünya Savaşı Yıllarında Almanya’nın
Türkiye’ye Baskısı ve Savaşın İçine Çekme Gayretleri, Selçuk Üniversitesi
Yayınları, Konya 2010
Akbıyık Yaşar – Eraslan Cezmi, Türkiye Cumhuriyeti Tarihi, II. Cilt, Ankara 2010
Albayrak Mustafa, Türk - Alman İlişkilerinin Gelişimi ve Bağdat Demiryolu,
Ortadoğu Teknik Üniversitesi Yayınları, Ankara 2009
Altuğ Yılmaz, Türk İnkilap Tarihi, Çağlayan Yayınları, İstanbul 1985
Antonio Arena, Seconda Guerra Mondiale e la Turchia, Trasmissione Stelle, Roma
1970
109
Armaoğlu Fahir, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi“ (1914-1980), İkinci Basım, Ankara 1984
Ataöv Türkkaya, II. Dünya Savaşı Yıllarında Türkiye’nin Dış Siyaseti (1), Türk
Solu Yayınları, 166. Sayı, Ankara 2012
Bauer Hannelore, Frankreichpolitik im Zweiten Weltkrieg, Babil Verlag, Berlin
1972
Bazna Elyasa, Ankara Casusu / 2. Dünya Savaşı’nın En Tehlikeli Ajanı: Çiçero,
Karakutu Yayınları, İstanbul 2005
Behrend Günter Max, Die osmanischen Gräber auf dem ehemaligen Neustädter
Friedhof, Hannoversche Geschichtsblätter, Hahnsche Buchhandlung Verlag,
Hannover 2006
Cremer Jahn / Przytulla, Horst, “Deutschsprachige Emigranten in der Türkei“
1933-1945, Karl, M. Lipp Verlag, München 1991
Çelik Latif, II. Dünya Savaşı’nda Türk-Alman İlişkileri, Birlik Gazetesi, Almanya
Bask., Íubat 2001
Çelik Latif, Goethe’nin Türk Akrabaları - Soldan’lar, Türkische Spuren in
Deutschland, Logophon Verlag, Almanya 2008
Çelik Latif, Deutsche Spuren in der Türkei, Logophon Verlag, Mainz 2010
Charles W. Hostler, The Middle East Journal, Cilt:12, Yaz 1958, No. 3
Çınar Burak, II. Dünya Savaşı’nda Doğu Cephesi ve Türkiye, Hacettepe Üniv.
Sosyal Bilimler Enstitüsü, Tarih Ana Bilim Dalı, Doktora Tezi, Ankara 2007
Egner Björn, Dieser Krieg geht uns nichts an - Die türkische Neutralität im
Zweiten Weltkrieg, Technische Universität Darmstadt, Institut für Geschichte
Seminar, Sommersemester 2000
Ener Kasım, Adana ve Çevresinin İşgali - Türkiye Cumhuriyeti Tarihi, Atatürk
Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara 2009
Erkin Feridun Cemal, Türk Sovyet İlişkileri ve Boğazlar Meselesi, Başnur
Matbaası, Ankara 1968
Gürün Kamuran, Türk Sovyet İlişkileri, T.T.K. Yayınları, Ankara 1991
Görge Michael, Türken vor Wien, Logophon Verlag, Mainz 2008
Grossmann Richardt, Emigration - Geschichte der Hitler Flüchtlinge 1933 – 1945,
Frankfurt 1959
110
Hafızoğulları Prof. Dr. Zeki, “İzmir-İktisat Kongresi Görüşler ve Değerlendirmeler“
Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Sayı 46, Cilt: XVI, Mart 2000
Heller Prof. Hartmut, Vom Beutetürken zum Mitbürger, Franken Verlag, Almanya
1990
Heller Prof. Hartmut, Muslime in deutscher Erde. Frühe Grabstätten des 14. bis
18. Jahrhunderts: In fremder Erde, Zur Geschichte und Gegenwart der islamischen
Bestattung in Deutschland. Berlin 1996
Heller Prof. Hartmut, Carl Osman und das Tuerkenmariandl, Die Zeit Verlag,
Kultur Beilage Nr. 37 / 2003
Hirsch Dr. Ernst, Hatıralarım: Kayzer Dönemi Weimar Cumhuriyet Atatürk
Ülkesi, Çev., Fatma Suphi, Tubitak Yayınları, Ankara 1985, s. 165.
Hoffmann Werner, Das Werden einer Hauptstadt: Biographien zur baulichen
Entwicklung Berlins, Berlin 1987
Hoffmann Brigitte, “Türkei im Zweiten Weltkrieg 1939 – 1945“ Ringelmann Verlag,
Mannheim 2008
Jacobsen, Hans-Adolf, “Nationalsozialistische Außenpolitik, 1933-1938“ Frankfurt
am Main, Berlin 1968
Jäckh Ernst, Bildung Projekte in der Türkei, Hartman Verlag, Berlin 1950
Jäschke Gotthard, Der Turanismus der Jungtürken. Zur osmanischen
Außenpolitik im Weltkriege, in: Die Welt des Islam 23 (1941) Berlin 1960
Jehuda L. Wallach, Bir Askeri Yardımın Anatomisi, Çev. Fahri Çeliker,
Genelkurmay Basımevi Ankara 2005
John Maynard Keynes, Krieg und Frieden. Die wirtschaftlichen Folgen des
Vertrages von Versailles, Herausgegeben und mit einer Einleitung von Dorothea
Hauser. Berenberg-Verlag, Berlin 2006.
Karal Enver Ziya, Osmanlı Tarihi, Cilt: 5, 3. Baskı, Ankara 1970
Karl Teply, “Kara Mustafa vor Wien - 1683 aus der Sicht türkischer Quellen“
Styria Verlag, Wien 1982
Keskin Funda Uluslararası Güvenlik Sorunları ve Türkiye, İletişim Yayınları,
İstanbul 2009
Kinross Lord, “Atatürk, Bir Milletin Yeniden Doğuşu - II, İstanbul 1966
Klein Andrea, Türkei im Zweiten Weltkrieg, Mittel Verlag, Frankfurt 1972
111
Koçak Cemil, Türkiye’de Milli Şef Dönemi 1938-1945, Yurt Yayınları, Ankara
1986
Kloosterhius Klaus, Deutsch-Türkisch Vereinigung Jahressbericht 1916, Berliner
Verlag 1995
Koçak Cemil, Türk-Alman ilişkileri (1923-1939), T.T.K. Yayınevi, Ankara 1991
Kop Kadri Kemal, Milli Şef İsmet İnönü’nün Söylev, Demeç ve Mesajları, Akay
Kitabevi, İstanbul 1945
Krecker Lothar, Deutschland und die Türkei im Zweiten Weltkrieg, Vittorio
Klostermann Verlag, Frankfurt 1964
Kurtcebe İsrafil – Balcıoğlu Mustafa, Birinci Dünya Savışı Başlarında Romantik
Bir Türk – Alman Projesi – Rauf Bey müfrezesi, Ankara Üniversitesi Yayınları,
Ankara 2006
Lorenz Thomas, Der Versailler Vertrag in Diskurs und Zeitgeist der Weimarer
Republik, Die Weltgeschichte ist das Weltgericht, Frankfurt 2009
Lothar Rathmann, Alman Emperyalizminin Türkiye’ye Girişi, Çev. Ragıp Zaralı,
İstanbul 198
Mantelli Brunello, Kurze Geschichte des italienischen Faschismus, Wagenbach
Verlag, Berlin 1999
Müller Reinhard, Kontrollierte Durchfahrt. Das Abkommen von Montreux und
der Zugang zum Schwarzen Meer, Frankfurter Allgemeine Zeitung, 5. September
2008
Opll Ferdinand, Friedrich Barbarossa, Primius Verlag, Almanya 2010
Pohl Manfred, Von Istanbul nach Bagdat, Piper Verlag, München-Zürich 1999
Radt Barbara Geschichte der Teutonia, Ergon Verlag, Würzburg 2000
Ortaylı İlber, Osmanlı İmparatorluğunda Alman Nüfuzu, Kaynak Yayıncılık,
İstanbul 2009
Önder Zehra, Die türkische Außenpolitik im Zweiten Weltkrieg, Südost-Institut
München, R. Oldenburg Verlag München
Önen Nizam, “Turancı Hareketler: Macaristan ve Türkiye 1910-1944“ Ankara Üniv.,
Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kamu Yönetimi ve Siyaset Ana Bilim Dalı, Doktora Tezi,
Ankara-2003
Özgüldür Yavuz, Yüzbaşı Helmut von Moltke’den Mareşal Liman von Sanders’e
Osmanlı Ordusunda Alman Askeri Heyetleri, AÜ Yayınları, Ankara 2010
112
Özersay Kudret, Kurtuluş Savaşından Bugüne Türk Dış Politikası, İletişim
Yayınları, İstanbul 2009
Riedmann Hans, Alman Akademisyenlerin Türkiye Macerası, Köprü Yayınları,
İstanbul 1976
Ringelmann Beatrix, Deutsch-Türkische Beziehungen 1939 – 1945“ Maudere
Verlag,
Spohn Margret, Alles getürkt: 500 Jahre (Vor) Urteile der Deutschen über die
Türken, Oldenburg: Bibliotheks- und Informationssystem der Univ.Kassel 1993
Rossi Angelo, Turchia nel mezzo della Seconda Guerra Mondiale, Stendere la luce
della luna, Roma 1971
Sarınay Yusuf, Türkiyenin Batı İttifakına Yönelişi ve Natoya Girişi, Kültür ve
Turizm Bakanlığı Yayınları, Ankara 1988
Soysal İsmail, Türkiye’nin Siyasal Antlaşmaları, I. Cilt (1920-1945) İkinci Baskı,
TTK Yayınları, Ankara 1989
Stein Barbara, türkisch-russischen Beziehungen 1939 – 1945, Homework Seminar,
Universität Würzburg 1972
Íen Faruk, Ayyıldız Altında Sürgün – Scurla Raporu, Günizi Yayıncılık, İstanbul
2008
Tasca Angelo, Glauben, Kämpfen, Gehorchen. Aufstieg des Faschismus in Italien
- Nascita e avvento del fascismo, Edition Promedia Verlag, Wien 2001
Tellal Erel, SSCB ile İlişkileri – 1925 Dostluk ve Tarafsızlık Anlaşması, Türk Dış
Politikası - Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar, İletişim
Yayınları, cilt II İstanbul 2001
Uluğbay Hikmet, DIE Göstergeleri 1923 - 1938, s. 418 - 430 yılları arasında bazı
ülkelerin Türkiye‟nin ithalat ve ihracatındaki payları
Todorova Maria, Die Erfindung von Balkan, Das Bild vom Balkan, Aus dem
Englischen von Uli Twelker, Primus Verlag, Darmstadt 1999
Werner Conze, “Die Weimarer Republik“ in: Peter Rassow (Hrsg.): Deutsche
Geschichte im Überblick, Stuttgart 1973
Widmann Herman, Exil und Bildungshilfe – Die Deutschsprachige akademische
Emigration in der Türkei nach 1933, Bern/Frankfurt a. Main 1973
Wiesener Dr. Ernst, Adler, Doppel Aar und Halbmond, Hansa Verlag, Hamburg
1917
113
Wolf Rüdiger, The Diplomatic History of the Bagdad Railroad, Bristol Publishing
House, London 1973
Makaleler:
Çelik Latif, II. Dünya Savaşı’nda Türk-Alman İlişkileri, Birlik Gazetesi, Almanya
Bask., Íubat 2001
Çelik Latif, Die Deutschen unterstützten auch türkische Schulen, Logophon
Verlag, Mainz 2008
Çelik Latif, 19. Yüzyılın Sonunda Türk - Alman İlişkileri, Birlik Gazetesi Almanya
Baskısı, Haziran 2005
Çelik Alperen, II. Dünya Savaşı Öncesi Avrupa ülkeleri, Birlik Gazetesi Almanya
Baskısı, Íubat 2004, s. 33-35
Deringil Selim, İkinci Dünya Savaşı’nda Türk Dış Politikası, Tarih ve Toplum,
Kasım 1986
Hambauer Renate, Türkei im Zweite Weltkrieg, Neue Ekonomi Magazin, Alp
Media Almanya, Würzburg 2006
Hundt Monika, Türkei und Deutschland 1933 - 1945“ Integrationszeitung Miteinander für eine Bessere Zukunft, Alp Media-Verlag, Würzburg 2009
Tesbi Mehmet Ali, Atatürk Dönemi Türkiyesi’nin Ekonomi Politikası, Anamur
Akdeniz Postası, 28 Kasım – 9 Aralık 2001
Hürriyet Gazetesi Arşivi, “Alman Cumhurbaşkanı Richard von Weizsäcker‟den
anlamlı Sözler“ Almanya Baskısı, 6 Mayıs 1986
Kurat Yuluğ Tekin, Elli Yıllık Cumhuriyetin Dış politikası (1923-1973)” Belleten
Yay., C. XXXIX, S. 153-156, Ankara 1975
Oran Baskın, Atatürk ve Günümüzde Bağımsızlık ve Batılılaşma Kavramları”
AÜ SBFD, Atatürk Özel Sayısı, Cilt: XXXVI, Nr. 194, (Ocak-Aralık 1981)
Arşivler:
Auswärtiges Amt, Politisches Archiv, Büro des Staatssekretärs - Türkei Band 1,
Nr. 1220, R 29775
Bundesarchiv, Bundesbildstelle, Koblenz, Deutschland
114
Akşam Gazetesi, Ayın Tarihi, İstanbul Baskısı, 10.06.1941, Nr. 91, 1941, s. 84
Birlik Gazetesi, Almanya´da Türk İzleri Yazı dizileri (1996 - 2010), Almanya
Baskısı
TBMM ZC., d. 6, i. 2, c. 19, (25.6.1941)
TBMM ZC., d. 6, i. 2, c. 19, (25.6.1941)
T.C. Başbakanlık Cumhuriyet Arşivleri,
030.10/ 229.542.9/ 30.6.1942 tarih ve 4-5845
Internet
www.timetürk.com. Almanya’da bir Osmanlı mezarı; Sipahi Osman, Erişim: 18
Mayıs 2012, saat. 20.20
http://www.preussen-chronik.de/episode_jsp/key=chronologie_003420.html, Internet
Erişim: 10. Mayıs 2012
http://www.batitrakya.org/bati-trakya/hukuki-statu/osmanli-rus-savasi.html; Erişim
tarihi, 04.05.2012, saat 18.33
http://www.mfa.gov.tr/turk-bogazlari.tr.mfa, “Türk Boğazlarının konumu ve
özellikleri“ İnternet erişim: 01 Haziran 2012
http://yenicag-da-avrupa-yeni-buluslar-cografi-kesifler-cografi/2901645, Erişim:
04.05.2012, saat 22.05
115
EK - 1
TÜRKİYE CUMHURİYETİ TARAFINDAN 1923 - 1938 YILARI ARASINDA
İMZALANAN ULUSLARARASI ANLAÍMALAR:
24 Temmuz 1923
Türkiye ile İtilaf Devletleri arasında Lozan Barışı imzalandı.
10 Aralık 1923
Türkiye ile Avusturya arasında Dostluk Antlaşması imzalandı.
15 Aralık 1923
Türkiye ile Arnavutluk arasında İkamet Mukavelesi imzalandı.
15 Aralık 1923
Türkiye-Macaristan Dostluk Antlaşması İstanbul‟da imzalandı.
28 Ocak 1924
Türkiye-Avusturya Dostluk, Ticaret ve İkamet Antlaşmaları
imzalandı.
31 Mayıs 1924
Türkiye Cumhuriyeti ile İsveç Kraliyeti arasında Dostluk
Antlaşması imzalandı.
4 Ağustos 1924
Lozan Antlaşması yürürlüğe girdi.
27 Eylül 1924
Türkiye-İspanya Dostluk Antlaşması Ankara‟da imzalandı.
11 Ekim 1924
Türkiye-Çekoslavakya Dostluk Antlaşması imzalandı.
1 Aralık 1924
Türkiye ile Estonya arasında Dostluk Antlaşması imzalandı.
9 Aralık 1924
Türkiye-Finlandiya Dostluk Antlaşması imzalandı.
15 Ağustos 1925
Kayseri tayyare ve motor fabrikası için Junkers Firması‟yla
antlaşma imzalandı.
19 Eylül 1925
Türkiye-İsviçre Dostluk Antlaşması Cenevre‟de imzalandı.
18 Ekim 1925
Türkiye-Bulgaristan Dostluk Antlaşması Ankara‟da imzalandı.
28 Ekim 1925
Türkiye-Sırp-Hırvat-Sloven Dostluk Antlaşması imzalandı.
17 Aralık 1925
Türk-Sovyet Tarafsızlık ve Saldırmazlık Antlaşması ve bağlı üç
protokol Paris‟te imzalandı. (SSCB bu antlaşmayı 7 Kasım 1945‟te
bozdu.)
116
30 Ocak 1926
Türkiye-Şili Dostluk Antlaşması imzalandı.
18 Şubat 1926
Türkiye ile Amerika arasında geçici Ticaret Antlaşması imzalandı. 11 Mart 1926
imzalandı.
Türkiye ile Sovyetler Birliği arasında Ticaret Antlaşması
25 Mart 1926
imzalandı.
Türkiye ile Almanya arasında geçici Ticaret Antlaşması
2 Haziran 1926
Türkiye ile Finlandiya arasında Ticaret Antlaşması imzalandı.
5 Haziran 1926
Türkiye, İngiltere ve Irak arasındaki Ankara‟da
imzalanan
antlaşması imzalandı.
20 Aralık 1926
Türkiye-Macaristan Ticaret Antlaşması imzalandı.
20 Aralık 1926
Türkiye-Macaristan Krallığı İkamet Mukavelenamesi imzalandı.
4 Mayıs 1927
Türkiye ile İsviçre arasında Ticaret Antlaşması imzalandı.
31 Mayıs 1927
Türkiye ile Çekoslovakya arasında Ticaret ve İkamet Antlaşması
imzalandı.
28 Ağustos 1927
Türkiye, Belçika ve Lüksemburg Ticaret Antlaşması imzalandı.
4 Şubat 1928
Türkiye-İsveç Ticaret Antlaşması imzalandı.
12 Şubat 1928
Türkiye ile Macaristan arasında Ticaret Antlaşması imzalandı. 12 Mart 1928
Türkiye-Estonya Ticaret Antlaşması imzalandı.
9 Aralık 1928
Türkiye-İsviçre Uzlaşma Antlaşması imzalandı.
4 Ocak 1929
Türkiye-Uruguay Dostluk Antlaşması imzalandı.
27 Mart 1929
Yunan-Yugoslav Dostluk Antlaşması imzalandı.
11 Haziran 1929
Türkiye-Romanya Ticaret ve Seyrüsefer Antlaşması imzalandı.
12 Ağustos 1929
Türkiye ile Finlandiya arasında Ticaret Antlaşması imzalandı.
29 Ağustos 1929
Türkiye ile Fransa arasında Ticaret Antlaşması imzalandı.
4 Aralık 1929
Türkiye-Uruguay Dostluk Antlaşması imzalandı.
9 Aralık 1929
Türkiye-İtalya Tahkimnamesi imzalandı.
21 Aralık 1929
Türkiye ile İrlanda arasında geçici Ticaret Antlaşması imzalandı.
21 Mayıs 1930
Türkiye ile Macaristan arasında Ticaret Antlaşması imzalandı.
22 Haziran 1930
Türkiye ile Avusturya arasında Ticaret ve Hukuk Antlaşması
imzalandı.
117
17 Eylül 1930
17 Ocak 1931
Türkiye-Litvanya arasında Dostluk Antlaşması imzalandı.
Türkiye-Çekoslovakya Ticaret Antlaşması imzalandı.
16 Mart 1931
Türkiye-Norveç İkamet, Ticaret ve Seyrüsefer Antlaşması
imzalandı.
5 Aralık 1931
Başbakan İsmet İnönü ile Dış İşleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras
Yunanistan‟ı ziyaret ettiler.
2 Íubat 1932
Türk-Yunan Dostluk Antlaşması yürürlüğe konuldu. 3 Temmuz 1932
Türkiye ile Fransa arasında Antakya‟da Askeri Antlaşma imzalandı.
Antlaşma uyarınca Türk askeri birlikleri 5 Temmuz‟da Hatay‟a
girdi.
22 Nisan 1933
Osmanlı Duyun-u Umumiye (genel dış borçlar) İdaresi arasında
imzalanan antlaşma ile Osmanlı dönemi borçlarının tasfiyesine
başlandı.
8 Mayıs 1933
imzalandı.
Türkiye ile Yunanistan arasında Ticaret Antlaşması
21 Ocak 1934
imzalandı.
Türkiye ile Sovyetler Birliği arasında Kredi Antlaşması
9 Şubat 1934
Türkiye, Romanya, Yunanistan, Yugoslavya arasında Balkan Paktı
imzalandı.
20 Temmuz 1936
Türkiye‟nin İstanbul ve Çanakkale Boğazları üzerindeki tüm
haklarını tanıyan ve kabul eden Monteux Antlaşması imzalandı.
9 Kasım 1936
Montreux Boğazlar Sözleşmesi resmen yürürlüğe girdi.
24 Ocak 1937
Bulgaristan ile Yugoslavya arasında "Ebedi" Dostluk Antlaşması
imzalandı.
7 Nisan 1937
Türkiye ile Mısır arasında Dostluk, İkamet antlaşması imzalandı.
8 Temmuz 1937
imzalandı.
Sadabat Paktı, Türkiye, İran, Irak ve Afganistan arasında
12 Ocak 1938
14 Ocak 1938
8 Mayıs 1938
Türkiye-Letonya Ticaret Antlaşması imzalandı. Türkiye-Irak-İran-Afganistan arasında aktedilen Sadabat Paktı
imzalandı.
Türkiye ile Almanya arasında Kredi Antlaşması imzalandı.
27 Mayıs 1938
Türkiye ile İngiltere arasında Kredi Antlaşması imzalandı.
4 Temmuz 1938
Türkiye ve Fransa, Hatay‟da eşit sayıda asker bulundurmaları
konusunda antlaşma yaptı. Türk birlikleri 4 Temmuz‟da Hatay‟a
118
girdi.
EK - 2
1923 - 1939 YILLARI ARASINDA TÜRKİYE’NİN TEMEL GÖSTERGELERİ
EK-2.1. 1923-1938 Döneminde Türkiye'nin İthalat ve İhracaatı
EK-2.2. 1923-1938 Döneminde Türkiye'nin Temel Ekonomik Göstergeleri
119
EK - 3
DÖNEMİN ÖNEMLİ ÍAHSİYETLERİNİN GÖREVLERİ VE SÜRELERİ
İsmet İnönü
: Cumhurbaşkanı (1938 - 1950)
Íükrü Saraçoğlu
: T.C. Dışişleri Bakanı (1936-1942)
T.C. Başbakanı (1942-1945)
Mehmet Hamdi Arpağ
: T.C. Berlin Büyükelçisi (1934-1939)
Hüsrev Gerede
: T.C. Berlin Büyükelçisi (1939-1942)
Mustafa Saffet Arıkan
: T.C. Berlin Büyükelçisi (1942-1944)
Haydar Aktay
: T.C. Moskova Büyükelçisi (1940-1943)
Joachim von Ribbentropp
: Almanya Dışişleri Bakanı (1938-1945)
Friedrich Schulenburg
: Almanya‟nin Moskova Büyükelçisi (1937-1941
Franz von Papen
: Almanya‟nın Ankara Büyükelçisi (1939-1944)
: Almanya Dışişleri Bakanı (1944-1945)
120
Winston Churchill
: İngiltere Başbakanı (1940-1955)
Neville Chamberlain
: İngiltere Başbakanı (1937-1940)
Percy Loraine
: İngiltere‟nin Ankara Büyükelçisi (1940 - 1945)
Knatchbull Hugessen
: İngiltere‟nin Ankara Büyükelçisi (1937 - 1940)
Charles de Gaulle
: Fransa Başbakanı (1959-1969)
Josef Stalin
: SSCB Devlet Başkanı (1927-1953)
Wjatscheslaw M. Molotow : SSCB Dışişleri Bakanı (1939-1949)
Vladimir Terentif
: SSCB‟nin Ankara Büyükelçisi (1937-1944)
Laurence Steinhardt
: ABD‟nin Moskova Büyükelçisi (1939-1941)
EK - 4
ALMAN ARÍİVLERİNDEN 1930 - 1945 ARASI DÖNEME AİT
RESİMLER
121
Alp Media Özel Arşivi / Türkiye‟de Alman İzleri / Resim 34759
Yüzbaşı Christian Tröbst Jandarma Elbisesi ile
„Silah arkadaşım Mustafa Kemal emperyalistlere baş kaldırmış ben Almanya‟da boş
oturup bekleyemem“ diyerek gizlice Anadolu‟ya gelen Yüzbaşı Tröbst, Türk
Ordusunda uzun yıllar Alaman Zabit adı ile anılacaktır.
122
Bundesarchiv, Bild 183-2009-0417-506 / Fotograf: o. Ang. 1932
Türkiye Güvenlik Kuşağı oluşturuyor
Büyük Avrupa ülkeleri arasındaki rekabetin sonunun savaşa doğru gideceğini 1932
yılında tahmin eden Türk Siyaseti‟nin önde gelen isimleri Gazi Mustafa Kemal
Atatürk ve İsmet İnönü, İngiltere Genelkurmay Başkanı‟nı ağırlarken yemek
masasındaki konu ise Avrupa‟da artan savaş riski ile Balkanların güvenliğidir.
123
Bundesarchiv, Bild 102-03073A / Fotograf: Pahl, Georg, 1933
Türk Büyükelçiliği Önünde Alman Tören Kıtası’nın resmi Geçidi
Türkiye Cumhuriyeti‟nin tüm davetlerine en üst düzeyde katılan Alman Devlet
yetkilileri bunu tam bir gösterişe dönüştürürlerdi. 29 Ekim 1923 günü kutlanan
Cumhuriyet törenlerine katılan üst düzey Alman Komutanlar Türk askeri ateşesi ile
resmi geçit töreninde görülüyorlar.
124
Bundesarchiv, Bild Bild 102-03544 / Fotograf: Pahl, Georg / 1934 - 1939
Berlin Büyükelçisi Ahmet Hamdi Arpağ Askeri Birliği Selamlıyor
Reich Almanyası döneminde sokaklarda sıkça görülen yukarıdaki manzaralar ile
başkentteki yabancı temsilcilere Almanya‟nın askeri gücünü göstermek yerleşmiş bir
gelenek idi. Türkiye Büyükleçisi Ahmet Hamdi Bey´de böyle bir günde Unter den
Linden Caddesi‟nde Alman tören kıtasını selamlarken görülüyor.
125
Bundesarchiv, Bild 102-03075 / Fotograf: Pahl, Georg / 29 Oktober 1933
Türkiye Cumhuriyet’nin 10. Yılı Berlin’de Kutlanıyor
Türkiye‟nin Berlin Büyükelçisi Kemaleddin Sami Paşa tarafından organize edilen 10.
Yıl kutlama törenleri oldukça gösterişli olarak kutlanmıştır. Türkiye‟nin Berlin
Büyükelçiliği görevlileri katılırken üst düzey Alman delegasyonu ise SA-Stabschef
Ernst Röhm tarafından temsil edilmektedir.
126
Bundesarchiv, Bild 102-03076 / Fotograf: Pahl, Georg / 29 Oktober 1933
Türkiye Cumhuriyet’nin 10. Yılı Berlin’de Kutlanıyor
Kutlama yapan Türkiye Cumhuriyeti Berlin temsilciliğini ziyaret için gelen Alman
Heyeti SA-Gruppenführer Karl Ernst liderliğinde içeri giriyor. Berlin Büyükelçisi
Kemaleddin Sami Paşa ve elçilik yetkilileri Alman misafirleri karşılıyorlar.
Kutlamalarda Almanya Cumhuriyeti‟ni ise SA-Stabschef Ernst Röhm temsil
etmektedir.
127
Bundesarchiv, Bild 102-15163 / Fotograf: Pahl, Georg / Oktober 1933
Türk Cumhuriyeti’ni En İçten Dileklerimizle Kutluyoruz
Türkiye Cumhuriyeti‟nin kuruluş yıldönümü için büyükelçiliğe gelen üst düzey
Alman delegasyonunu temsil eden Ernst Röhm ve Ernst Karl, Türk Büyükelçisi
Kemaleddin Sami Paşa ile birlikte balkondan törene katılanları selamlarken “Almanya
Cumhuriyeti olarak, Türkiye Cumhuriyeti‟nin 10. Kuruluş Yıldönümü‟nü en içten
dileklerimizle kutluyoruz“ diyeceklerdir.
128
Bundesarchiv, Bild 183-2009-1207-501 / Fotograf: o. Ang. / 31 November 1933
Franz von Papen Türk Büyükelçiliği’ni Ziyaret Ediyor.
Türk - Alman İlişkilerine uzun yıllar ilgi duyan Alman siyasetçi Franz von Papen
Devlet Başkanı Adolf Hitler‟in yakın çalışma arkadaşlarındandır. İleride Türkiye‟ye
Büyükelçi olarak gelecek olan von Papen Türk - Alman ilişkilerini yakından tanıyan
bir Alman Diplomat olarak ikili ilişkilerin gelişmesi için önemli gayretler
göstermiştir.
129
Bundesarchiv, Bild 102-10799 / Fotoğraf: o. Ang. / November 1930
Almanya’dan alınan Ayyıldızlı Deniz Uçağı
Türk Ordusu‟nun elindeki silahların önemli bir bölümü Alman silahlarından
oluşmaktadır. Savaş başlamadan hemen önce Türk Silahlı Kuvvetlerine teslim edilen
uçak saatte 190 kilometre sürate erişebilmektedir.
130
Bundesarchiv, Bild 146-2009-0140 Fotograf: o. Ang. / Februar 1943
Türk İşdünyası Temsilcileri Almanya’da
26 Íubat 1943 yılında Almanya‟yı ziyaret eden Türkiye Odalar Birliği temsilcileri
Berlin Kurfürstendamm‟da yaptıkları toplantıda iki ülke arasında ticaretin gelişmesi
için alınacak tedbirleri görüştüler. Toplantıda Türk heyetine Berlin‟de görevli
Büyükelçi Saffet Arıkan başkanlık etti.
131
Bundesarchiv, Bild 102-03070 / Fotograf: Pahl, Georg / 29 Oktober 1933
Berlin’e gelen Türk Heyeti’ne Üst Düzey Karşılama
1933 yılından itibaren Almanya‟nın başkentine gelen tüm yabancı heyetlere
Almanların askeri gücü en üst düzeyde hissettirilmeye çalışıldı. Íehre gelen Türk
delegasyonu Alman tören kıtasını selamlarken görülmektedir.
132
Bundesarchiv, Bild 183-209-0417-508 / Fotograf: o. Ang. / 1937
Türkiye Balkan Güvenliği ile ilgileniyor
Yunanistan, Romanya ve Yugoslavya Genelkurmay Başkanları Ankara´da Gazi
Mustafa Kemal‟in Balkan güvenliği ile ilgili sözlerini dikkatle dinliyorlar. İki yıl
sonra Ata hayatta değildir ama söylediklerinin hepsi birebir çıkmış, karşısındaki 3
genelkurmay başkanı da orduları ile birlikte Hitler‟in eline esir düşmüşledir.
133
Bundesarchiv, Bild 183-2009-1207-501 / Fotograf: o. Ang. / 31 November 1933
Franz von Papen Türk Büyükelçiliğini Ziyaret Ediyor.
Türk - Alman İlişkilerine uzun yıllar ilgi duyan Alman siyasetçi ve diplomat Franz
von Papen Başbakan Adolf Hitler‟in yakın çalışma arkadaşlarındandır. İleride
Türkiye‟ye Büyükelçi olarak gelecek olan von Papen, Türk - Alman ilişkilerini
yakından tanıyan bir Alman Diplomat olarak ikili ilişkilerin gelişmesi için önemli
gayretler göstermiştir.
134
Bundesarchiv, Bild 183-C10449 / Fotograf: o.Ang. Juli 1937
Ulaştırma Bakanı Ali Çetinkaya Berlin´i Ziyaret Ediyor
Türkiye - Almanya arasındaki bilgi ve ulaşım sorunlarını görüşmek için Almanya‟yı
ziyaret eden Ulaştırma bakanı Ali Çetinkaya elçilik yetkilisi Mehmet Bey ve dönemin
Berlin Büyükelçisi Mehmet Hamdi Arpağ ile birlikte Unter den Linden bölgesinde
Alman askeri Birliği‟ni selamlıyor.
135
Bundesarchiv, Bild 183-J08313 Fotograf: Hoffmann, Heinrich / Oktober 1943
Türkiye Cumhuriyeti’nin 20. Yılı Kutlu Olsun
29 Ekim 1943 günü Türkiye Cumhuriyeti‟nin 20. Kuruluş yıldönümünde Büyüklelçi
Saffet Arıkan, Alman Devlet Bakanı Herr Meissner tarafından kutlanıyor.
136
Bundesarchiv, Bild 183-JO2931 / Fotograf: Hoffmann, Heinrich / 27 Juli 1942
Geri Çağrılan Büyükelçi Hüsrev Gerede Almanya‟yı terkediyor
Türkiye‟nin geri çağırdığı Büyükelçi Hüsrev Gerede 27 Temmuz 1942 günü
Berlin‟den ayrıldı. Büyükelçi Gerede‟yi ve yanındaki elçilik mensuplarını uğurlamaya
çok sayıda Alman devlet görevlisi, parti temsilcisi ile Hitler tarafından özel olarak
görevlendirilen Devlet Bakanı Otto Meissner tarafından uğurlandı. Resimde tren
bekleyen Büyükelçi Gerede, eşi ve Alman görevliler görülüyor.
137
Bundesarchiv, Bild 183-B03617 / Fotograf: Ernst Schwahn / 1941
Türk - Alman Dostluk ve İşbirliği Anlaşması İmzalanıyor
İki ülkenin temsilciliklerinde aynı anda imzalanan anlaşma için Federal Dışişleri
Bakanlığı binasında biraraya gelen taraflar anlaşmayı parafe ettiler. Resimde Türkiye
Cumhuriyeti Berlin Büyükelçisi Hüsrev Gerede ve Almanya Dışişleri Bakanlığı
Auswärtiges Amt temsilcisi özel yetkili von Weizäcker tarafından imzalandı.
138
Bundesarchiv, Bild 183-B03617 / Fotograf: Ernst Schwahn
Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’yü tebrik eden Franz von Papen resmi kabulden
ayrılıyor.
Türkiye Cumhuriyeti‟nin 19. Kuruluş yıldönümü için Cumhurbaşkanlığında verilen
resmi kabulde Almanya Cumhuriyeti‟ni temsil eden Ankara Büyükelçisi Franz von
Papen Cumhurbaşkanı İsmet İnönü‟ye tebriklerini sunduktan sonra törenden ayrılıyor.
139
4 Mayıs 1944 tarihine kadar Almanya‟dan gönderilen silah ve ekipmanların listesi.
(BCA: 10.52.344.9)
140
Bundesarchiv, Bild 183-V01032-3 / Fotograf: o. Ang. 1945-1946
Franz von Papen’in Nürnberg Mahkemesinde Biten Yolculuğu
Birinci Dünya Savaşı‟nın yon yıllarında Filistin bölgesinde kısa dönem görev yapan
Alman diplomat Franz von Papen istihbaratçı kimliği ile tanınmaktadır. 1937 yılında
Ankara´ya atanması gündeme geldiğinde Atatürk‟ün karşı çıktığı elçi, 1939 - 1944
yılları arasında görev
yaptıktan sonra Almanya‟nın Dışişleri Bakanlığı‟na
getirilecektir. Savaşın bitiminde Amerikan işgal kuvvetleri tarafından tutuklanan von
Papen, Nürnberg Mahkemesi tarafından savaş suçlusu olarak yargılanmıştır.
EK - 5
FEDERAL ALMANYA CUMHURİYETİ ARÍİVLERİNDEKİ
141
1939- 1945 ARASI DÖNEME AİT TÜRKİYE İLE İLGİLİ
BİRÇOÌU GİZLİ DAMGASI TAÍIYAN YAZIÍMALAR
Politisches Archiv, Auswärtiges Amt, Büro des Staatssekretärs, Akten Türkei Band:1
II. Dünya Savaşı döneminde Ankara‟dan Almanya‟ya gönderilen -çoğu gizlibilgilerin bulunduğu dosya.
142
Politisches Archiv, Auswärtiges Amt, Büro des Staatssekretärs, Akten Türkei Band:1
Almanya‟nın Ankara Büyükelçisi Franz von Papen tarafından gönderilen belgelerde
Türkiye‟nin güvenlik kuşağı oluşturmak için yaptığı anlaşmalar bildiriliyor.
143
Politisches Archiv, Auswärtiges Amt, Büro des Staatssekretärs, Akten Türkei Band:1
Alman diplomatların en ilgisini çeken konuların başında Türkiye‟nin Balkan ülkeleri
ile yaptığı anlaşmalar geliyor.
144
Politisches Archiv, Auswärtiges Amt, Büro des Staatssekretärs, Akten Türkei Band:1
Türkiye‟nin güvenlik kuşağı ile ilgili çalışmaları Almanya‟nın büyük ilgisini çekmiş
olacakki, bu kondaki hareketlilik sürekli olarak izlenmiş.
145
Politisches Archiv, Auswärtiges Amt, Büro des Staatssekretärs, Akten Türkei Band:1
II. Dünya Savaşı‟nın başlamasından sadece 3 ay önce Almanya‟dan alınan askeri
malzemeler ile ilgili belge.
146
Politisches Archiv, Auswärtiges Amt, Büro des Staatssekretärs, Akten Türkei Band:1
1 Mayıs 1939‟da alınan 124 milyon 809 bin Alman Mark‟ı değerindeki askeri teçhizat
ile ilgili belge.
147
#
Politisches Archiv, Auswärtiges Amt, Büro des Staatssekretärs, Akten Türkei Band:1
17 Mayıs 1939 tarihindeki belgede ise 70 milyon Alman Mark‟ı değerinde yeni bir
sipariş ile ilgili bilgiler yer alıyor.
148
Politisches Archiv, Auswärtiges Amt, Büro des Staatssekretärs, Akten Türkei Band:1
Türkiye‟nın özellikle İngiliz - Fransız ilikisi ile yaptığı görüşmeler Almanya‟nın en
çok ilgisini çeken konulardır. Türkiye‟nin Hatay konusunu Fransızlar ile görüştüğünü
Berlin‟ e acele olarak bildiren belge.
149
Politisches Archiv, Auswärtiges Amt, Büro des Staatssekretärs, Akten Türkei Band:1
Türkiye‟nin Fransa ile yaptığı anlaşma ve Hatay konusunda Mareşal Fevzi Çakmak
ve Orgeneral Asım Gündüz hakkındaki Berlin‟e bilgi ileten belge.
150
Politisches Archiv, Auswärtiges Amt, Büro des Staatssekretärs, Akten Türkei Band:1
Alman Büyükelçisinin Alman Dışişleri Bakanı´na “Türkiye´nin henüz Almanya
saflarında savaşa katılmasının mümkün olmadığını, ancak yakın zamanda Türkiye´de
şartların Almanya lehine değişeceğini ve Ankara üzerindeki İngiliz etkisinin
azalacağını“ bildiren Kasım 1941 tarihli şifreli telgraf yazısı.
151
Politisches Archiv, Auswärtiges Amt, Büro des Staatssekretärs, Akten Türkei Band:1
Türkiye‟nin Belgrad Konferansı‟nda Romanya‟nın Dobruca bölgesi ile iligli olarak
ortaya attığı görüşleri Berlin‟e acil kaydı ile ileten telgraf belgesi.
152
Politisches Archiv, Auswärtiges Amt, Büro des Staatssekretärs, Akten Türkei Band:1
Ankara´dan gönderilen bilgiler arasında Türk basınını konu alanların ayrı bir yeri
vardır. Tanin Gazetesi Başyazarı Hüseyin Cahit hakkında Berlin‟e iletilen bilgiler.
153
Politisches Archiv, Auswärtiges Amt, Büro des Staatssekretärs, Akten Türkei Band:1
Tan Gazetesi Başyazarı Zekeriya Sertel ve İkdam Başyazarı Abidin Davar hakkındaki
özel ve ailevi bilgileri en ince detayına kadar Berlin‟e ileten belge.
154
Politisches Archiv, Auswärtiges Amt, Büro des Staatssekretärs, Akten Türkei Band:1
Sabah satışa çıkan gazetelerin konu ile ilgili haberleri öğleden önce Berlin‟e mutlaka
iletilirdi. İkdam‟ da Íükrü Ahmet‟in son makalesi ile ilgili özet bilgi iletiliyor.
155
Politisches Archiv, Auswärtiges Amt, Büro des Staatssekretärs, Akten Türkei Band:1
Alman diplomatik kaynaklarının Berlin´e yolladığı, Türkiye´deki Alman propaganda
faaliyetlerinin hızlandırılması ve bu ülkedeki radyo yayınlarının daha profesyonel
olarak yürütülmesini tavsiye eden Nisan 1940 tarihli telgraf.
156
Politisches Archiv, Auswärtiges Amt, Büro des Staatssekretärs, Akten Türkei Band:1
Türkiye‟de kamuoyunu etkileyici günlük basının yayın politikasını özetleyen bilgiler
arasında Tan, Tanin ve Vakit Gazeteleri konulu Berlin‟ e ulaşan telgraf.
157
Politisches Archiv, Auswärtiges Amt, Büro des Staatssekretärs, Akten Türkei Band:1
Tasviri Efkar ve Peyami Sefa‟nın yazdıkları Almanlar için çok önemlidir. Ünlü
yazarın makalesi ile ilgili Berlin‟e geçilen özet bilgi.
158
Politisches Archiv, Auswärtiges Amt, Büro des Staatssekretärs, Akten Türkei Band:1
Türkiye‟nin serbest piyasadan silah arayışlarını da yakın takibe alan Almanya‟nın
Ankara Büyükelçiliği konu ile ilgili bilgileri şifreli telgraf ile Berlin‟ e iletmiş.
159
Türkisch-deutschen Freundschaftsvertrag, in Ankara unterzeichnet
18. Juni 1941
Die deutsche Regierung und die türkische Republik, von dem Wunsch, die
Beziehungen zwischen den beiden Ländern auf der Grundlage gegenseitigen
Vertrauens und der aufrichtigen Freundschaft zu platzieren inspiriert, vereinbart
unbeschadet der gegenwärtigen Verpflichtungen beider Länder, einen Vertrag
abzuschließen.
Für diesen Zweck die deutsche Reichskanzler ernannt Botschafter Franz von Papen
und den Präsidenten der Türkischen Republik ernannt Außenminister Shukru
Saracoglu als Bevollmächtigten, der auf der Grundlage von Vollmachten gewährt
ihnen, die folgende Erklärung geeinigt:
Artikel I
Deutschland und die Türkei verpflichten sich gegenseitig, um die Integrität und
Unantastbarkeit ihrer Territorien zu respektieren und keine Maßnahme, die direkt
oder indirekt gegen den anderen Vertragspartner zu ergreifen.
Artikel II
Deutschland und die Türkei verpflichten sich in der Zukunft, um miteinander zu
kommunizieren, in freundlicher Art und Weise in allen Fragen ihre gemeinsamen
Interessen berühren, um darum zu verstehen, auf die Behandlung solcher Fragen zu
bringen.
www.aytürk.de/Türkisch-deutschen Freundschaftsvertrag; Internet Erisım 12.05.2012, Saat: 12.20
18 Temmuz 1941 günü Ankara‟da imzalanan “Türk - Alman Dostluk ve Saldırmazlık
Paktı“nın Almanca Maddeleri.
Artikel III
160
Der vorstehende Vertrag wird von den Artikeln über die Ratifikation, die
unverzüglich in Berlin ausgetauscht werden soll ratifiziert werden. Der Vertrag tritt in
Kraft am Tag der Unterschrift und ist von da an für einen Zeitraum von zehn Jahren
wirksam.
Die Parteien den Abschluss des Vertrags wird zum richtigen Zeitpunkt in Bezug auf
die Frage der Ausweitung des Vertrags zustimmen.
In zweifacher Ausfertigung in der ursprünglichen abgefasst, jede in deutscher und
türkischer Sprache, in Ankara am 18. Juni 1941.
WIRTSCHAFTLICHE HINWEIS
Eine zusätzliche Note von der deutschen und türkischen Regierungen ausgetauscht
sagte:
Im Zusammenhang mit dem glücklichen Abschluss des deutsch-türkischen Vertrag
heute habe ich die Ehre, Eurer Exzellenz die Aufmerksamkeit auf die Tatsache, dass
meine Regierung bereit ist, soweit überhaupt möglich ist, die wirtschaftlichen
Beziehungen zwischen Deutschland und der Türkei weiter zu bringen, wobei
Berücksichtigung der Möglichkeiten, die die wirtschaftliche Struktur der beiden
Länder gegeben und unter Zugrundelegung Erfahrungen zum Wohle beider Länder
von einander während des Krieges gemacht. Beide Regierungen werden unverzüglich
in Verhandlungen, um so weit wie möglich auf eine vertragliche Grundlage für die
Durchführung dieser Vereinbarung erstellen, geben.
www.aytürk.de/Türkisch-deutschen Freundschaftsvertrag; Internet Erisım 12.05.2012, Saat: 12.20
Anlaşmanın askeri konular dışında ekonomik konuları da içermesi bahse konu
yıllarda Türkiye‟nin önemli bir başarısı olarak görülmüştür.
PRESSE-Radio Erklärung
161
Im
Zusammenhang
mit
dem
glücklichen
Abschluß
des
Vertrages
die
Bevollmächtigten der beiden Seiten den Wunsch aussprechen, dass die Presse beider
Länder, sowie das Radio auf beiden Seiten, in ihren Publikationen und Sendungen
werden immer berücksichtigt Geiste der Freundschaft und des gegenseitigen
Vertrauens Das zeichnet deutsch-türkischen Beziehungen.
www.aytürk.de/Türkisch-deutschen Freundschaftsvertrag; Internet Erisım 12.05.2012, Saat: 12.20
Anlaşmaya imza atan Türk ve Alman delegasyonlarının üyeleri.
EK-6 ADOLF HİTLER‟İN İSMET İNÖNÜ‟YE YAZDIÌI MEKTUP
162
Berlin, 01.03.1941
Türkiye Cumhurbaşkanı
Ekselans Bay İsmet İnönü
Ankara
Bay Başkan,
Alman Hükümeti‟nin istememesine rağmen İngiltere ve Fransa'nın 3 Eylül 1939'daki savaş ilanı
sonrası devam eden savaşta, Almanya´nın şu sıradaki hedefi, Avrupa kıtasında İngiliz nüfuzunu
bertaraf etmektir. Bu; yüz yıllardan beri devam eden Avrupa‟daki devletleri birbirine karşı oynatarak
yıpratma metoduna son vermenin bir koşulunu oluşturmaktadır. İngiltere'nin, Avrupa‟nın çesitli
bölgelerinde askeri nüfuz kazanma yolundaki çabaları, Alman İmparatorluğu‟nu, bu bölgelerde, toprak
kazanma yönünde veya siyasi nitelikte herhangi bir başka amaca yönelik olmayan önlemleri almaya
zorunlu kılmaktadır.
Bu bakımdan Ekselans, size, Yunan topraklarına yerleşme yolundaki İngiliz önlemlerinin
gitgide tehditkar bir nitelik aldığı şu sırada, bu koşulların gerektiği belirli karşılıklı önlemleri almaya
karar verdiğimi açıklamak isterim.
Bu nedenle Bulgar Hükümeti‟nden, Alman Silahlı Kuvvetleri'nin bir kısım birliklerine, bu
yoldaki belirli güvenlik önlemlerini uygulamak için izin vermesini rica etmiş bulunuyorum. Öteden
beri Almanya'ya karşı dostluk ilişkileri içinde bulunan Bulgaristan, bu ilişkileri, Üçlü Pakta katılmak
suretiyle daha da takviye etmiş ve alınacak önlemlerin Türkiye'ye yönelmeyeceğinden emin olarak,
bunların uygulanması için gerekli izni vermiştir.
Ben de Ekselans, size bu fırsattan yararlanarak resmen bildiririm ki, Almanya'nın bu önlemleri, hiçbir
şekilde Türkiye'nin toprak bütünlüğüne veya siyasi yapısına yönelmiş değildir. Aksine, birlikte
yürüttüğümüz büyük ve hayati savaşın hatıralarıyla ve bu savaşı izleyen ıstıraplı yılların hatıralarıyla
dolu olarak, size, Almanya ve Türkiye arasında gerçek dostluğa dayanan bir işbirliği için gelecekte
dahi bütün koşulların var olduğuna kesin olarak inandığımı belirtmek isterim.
Çünkü;
1. Almanya bu bölgelerde hiçbir toprak çıkarı peşinde değildir. Alman birlikleri, söz konusu
tehlikelerin giderilmesinden hemen sonra Bulgaristan ve Devlet Başkanı Antenoscu ile uyum içinde
Romanya‟yı terk edeceklerdir.
2. Savaşın sona ermesinden sonra Avrupa‟nın yaralarını sarma yolunda başlayacak ekonomik gelişme,
Almanya‟yı ve Türkiye‟yi zorunlu olarak, tekrar yakın ilişkiler içine sokacaktır.
Bu alanda önemli bir faktör, Almanya'nın çıkarlarını, yalnız kendi endüstri mallarının satışında
görmediği, aynı zamanda en büyük alıcı olma eğilimini de taşıdığıdır.
Bunların dışında inanıyorum ki, savaştan sonra gerçekleşecek yeni anlayışlar düzeni,
Almanya‟yı hiçbir şekilde Türk hükümetinin hedefleriyle karşı karşıya getirmeyecek, aksine, iki
devletin yakınlaşması, bu alanda hem Türkiye'nin hem de Mihver Devletleri'nin çıkarına olacaktır.
Bu bakımdan ben şimdi olduğu gibi gelecekte de, Almanya ile Türkiye‟yi karşı karşıya
getirebilecek hiçbir neden olmayacağı görüşündeyim. Bu düşüncelerle, Bulgaristan‟da ilerleyen Alman
birliklerinin Türk sınırlarından, orada bulunmalarının amacı hakkında yanlış bir anlaşılmaya meydan
vermeyecek kadar uzak kalmalarını emrettim. Íu kayıtla ki, Türk hükümeti, bizi, bu tutumumuzda bir
değişiklik yapmaya zorunlu kılacak önlemlere girişmeyi gerekli görmesin. Ancak böyle bir durum
dahi, Almanya‟nın Yunan topraklarına yerleşme amacını taşıyan İngiliz önlemlerine karşı çıkma
konusundaki isteğinde bir değişiklik yapmayacaktır.
Bu mektubumu Ekselans, Almanya ile Türkiye arasındaki ilişkileri hiçbir koşul altında
kötüleştirmemek, aksine, mümkün olan her şekilde iyileştirmek ve uzak gelecekte dahi iki taraf için
verimli olacak şekilde düzenlemek yolundaki içten isteğimin bir dile getirilmesi olarak kabul ediniz.
Adolf Hitler
Almanya İmparatoru
EK-7 İSMET İNÖNÜ‟NÜN ADOLF HİTLER‟E YAZDIÌI MEKTUP
Ankara, 12.03.1941
163
Ekselans Bay Adolf Hitler
Almanya Íansölyesi
Berlin
Ekselanslarının gönderdikleri şahsi mektubu almakta şeref duydum. Nezaketinize teşekkür ederim.
Mektubunuz layıkı ile incelenmiş ve muhtevası cumhuriyet hükümetine iletilmiştir.
Aynı cephede katıldığımız ve şerefini ve acılarını aynı şekilde paylaştığımız son büyük savaştan
sonra yeni Türkiye‟nin siyaseti, milli mücadelemizin başlangıcında tespit edilmiş olan prensiplere
daima sadık kalmıştır. Türk istiklalinin en mutlak şekliyle teminat altında tutulması ve başkalarının
haklarına hiçbir müdahalede bulunmaksızın, barışçı bir gelişmenin devam ettirilmesidir. Malumunuz
üzere, 1939 ilkbaharından beri takip ettiği siyasetin temelinde de aynı prensipler yatmaktadır.
Türkiye, toprak bütünlüğünü ve masuniyetini, şu veya bu devletler grubu arasındaki siyasi ve askeri
kombinasyonların şekline göre mütalaa edemez ve tecayüzden masun olma hususundaki mukaddes
hakkı üzerinde, herhangi bir yabancı devletin kazanacağı zafer açısından hüküm yürütülmesine
müsaade edemez. Türkiye, bu sebepten, milli egemenlik alanı içine vaki olacak her müdahaleye karşı
koymaya azimlidir.
İmzaladığı savunma paktıyla olduğu gibi bu savaşın pek değişen olayları
sırasındaki tutumuyla da Türkiye, mutlak istiklal hakkını muhafaza etmek hususundaki aynı sarsılmaz
azmin delilini vermiştir.
Cumhuriyet hükümetinin Balkan politikası, bölgeyi savaşın tahribatından uzak tutmaktan başka bir
hedef gütmemiştir. Ekselanslarının tam yetkili büyükelçileri tarafından müteaddit defa verilen teminatı
karşısında biz, Almanya‟nın da aynı hedefi güttüğünü ve bu sebepten, Avrupanın güneydoğusu ile ilgili
Türk ve Alman siyasetleri arasında huzur verici bir paralellik olduğunu kabul etmekte haklıydık.
Ekselansları itiraf edeceklerdir ki, bu durumun değişmesi, Türkiyenin siyasetinin ve tutumunun
tamamen dışında kalan sebeplerin sonucudur ve İtalyan-Yunan savaşının çıkışından beri geçen
olayların gelişmesinde, memleketimin en ufak bir sorumluluğu olduğundan bahsedilemez.
Biz inanıyorduk ve hala inanıyoruz ki, ortada Türk ordularıyla Alman ordularını karşı karşıya
getirecek hiçbir sebep yoktur. Almanya, Türkiye‟nin emniyet ve istiklal gerçeklerin karşı anlayışlı
davrandığı müddetçe böyle bir felaket meydana gelemez.
Reich hükümeti, Türkiyeden, onun bu
maksatla yüklendiği vecibelerle bağdaşmayacak bir talebi olmayacağına dair bize, teminat vermiştir.
Ekselanslarının bu alandaki her türlü vuzuhsuzluğu kaldırmak arzusunu taşıdıkları hususunda bana
teminat vermelerini büyük bir memnuniyetle öğrenmiş bulunuyorum. Mazide olduğu gibi istikbalde de
uyanık bir bekçilik görevi ifa edecek olan Türk Ordusu, reich hükümeti, cumhuriyet hükümetini
tutumunu hareketlere tevessül etmediği müddetçe, Alman birliklerine karşı aynı şekilde
davranacaktır.
Bütün kalbimle temenni ederim ki, kısa bir zaman önce birlikte kan dökmüş olan Türk ve Alman
askerleri, hiçbir zaman, geçici bir takımı olaylar uğruna birbirlerinin karşısına çıkmasınlar. O geçici
olaylar ki, bence, tarih karşısında, siyasi veya askeri kombinasyonların çerçevesini çok aşacak olan bir
felaketinin yaratılmasını asla mazur göstermezler.
Ekselanslarının, Balkanlardaki durumun kritik bir anında bana gönderdiği mesajı okurken, Alman
devleti şansölyesi ve führerinin, benden kendisinin Alman tutumu hakkında yaptığı gibi Türk görüşünü
samimi ve gerçeklere uygun bir şekilde anlatmamı arzu ettiği intibasını edindim. Dünyanın içinde
bulunduğu ciddi durumda, halklarına karşı sorumlu olan liderler, öyle bir lisan kullanmalarını
gerektirmektedirki, bu, yakın veya uzak istikbalde ortaya çıkacak olaylarla yalandır diye
damgalanmaya mahkûm olmasın. Mesajınızı bilhassa bu bakımdan memnuniyetle karşıladım.
Ekselanslarının bu cevap yazısının muhteviyatında iki memleket arasındaki anlayışa dayanan
münasebetlerin muhafazası için tek temeli teşkil eden gayretinin ifadesini bulacağından
eminim.
Ekselanslarının mesut teşebbüsüyle aramızda vaki olan teatisi muhakkak ki, Türk-Alman
münasebetlerinin normalleştirilmesine ve iyileştirilmesine yardımcı olacaktır.
Bu ümitle bay şansölye, en derin saygılarını ifade etmeme müsaadenizi rica ederim.
İsmet İnönü
Cumhurbaşkanı
Download