Sabro 06 Suriye Xlitutho aw Shroyo

advertisement
Kimin Yaşı Yeterli?
YIL 1 SAYI 6 AĞUSTOS 2012
Mor Gabriel Manastırı ile ilgili
görülen davalardaki hukuk
mücadelesi yeni bir aşamaya geldi.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu,
verdiği karara ilişkin “Gerekçeli
Kararı” açıkladı.
S. 2
Suriye: Kaos mu, Çözüm mü?
“Suriye’deki çatışmalar şu an Sünni-Şii mezhep
savaşına doğru gidiyor. Bunu biz daha önce Lübnan
ve Irak’ta gördük, hiç kimseye bir fayda getirmedi.
Üstelik Suriye, hem iç yapısı hem de dış ilişkileri
nedeniyle ne Lübnan’a ne de Irak’a benzemiyor.
Burada ortaya çıkacak böylesi bir savaş bütün
bölgeyi içine alır ve dünyaya yayılır„
Suriye’de günümüzde verilen
mücadelenin tarafları elbette sadece
bu ülkede yaşayan etnik ve dinsel
yapılarla sınırlı değil. En başta
dünya
genelinde
egemenlik
kurmaya çalışan Amerika ve
Müttefiki Avrupa devletleri (Batı
ülkeleri) var. Bir dereceye kadar
Batı ülkeleri ile birlikte hareket
eden Türkiye ve Arap ülkeleri (S.
Arabistan, Qatar, vd.) var. Diğer
tarafta, Ortadoğu’da kendisi için
hala önemli bir müttefik olan Rusya
ve Dünya siyasetinde güç olmaya
Qadmoyutho
Türkiye’de Devlet
Siyaseti’nin Sorunları
Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da meydana
gelen gelişmeler kapsamında Türkiye
Cumhuriyeti hükümeti, devletin bütün
kurumları ile harekete geçerek aktif bir rol
üstlenmeye çalışmaktadır. Yürütülen bu
siyaset
bölgesel liderlik amacını da
içermektedir. Ancak hükümetin attığı her
adım bir yanı ile olumlu emareler gösterirken
diğer yandan kuşku ve kaygılara
yol
açmaktadır. Bu gerçekliği ve sorunları
hükümetin Irak siyasetinde yaşadık ve aynı
siyasetin yarattığı güvensizliği bugün
yapılmaya çalışılan Suriye siyasetinde de
fazlasıyla yaşamaktayız.
Türkiye kendi içinde yaşayan halkların
sorunlarını görmezlikten gelirken, birçok
olumsuz
uygulamayı
örtbas
etmeye
çalışırken, Irak‘ta ve Suriye‘de olduğu gibi
dünyanın birçok ülkesinde yaşayan Türklere
Devamı Say. 4
Özgürlükler Tehdit
Altında
S. 3
çalışan Çin var. İran, Suriye devleti
için hala güçlü bir destekçi konumunda bulunuyor. Bir de hem rejim
güçleri hem de karşıtları arasında
bölünmüş olan Irak ve Lübnan gibi
devletler bulunuyor. Dolayısıyla
Suriye’de ortaya çıkan gelişmeler
anında bütün dünyayı etkiliyor. Bu
yüzden de adını saydığımız
dünyadaki bütün güçler bir şekilde
mücadelenin içinde bir fiil yer
almaktadırlar. Kimisi siyasetiyle,
kimisi ekonomisiyle kimisi de
silahlarıyla.
S. 4
“Yaşananları
Süryani
“İnternet”
Anlamaya
Temsilcilerinden
Tutuklaması
Çalışıyoruz”
CHP’yeZiyaret
S. 10
S. 10
S. 10
Cumhurbaşkanı
Azınlık
Temsilcileriyle
Görüştü
S. 11
“Birbirimize Sarılmıştık”
Yusuf Halim Ağa, Hasan Ağa’nın aşireti ve
diğer aşiretler, Gercüş çevresindeki Müslüman
köylerindeki adamlarını topladılar, sizleri
öldürmeye karar verdiler, yarın Kafro’ya
gelecekler! Gözlerimle gördüm, kulaklarımla
duydum. Durum sizler için çok kötü!
Süryaniler sabah erkenden
uyandıklarında Kafro’nun
etrafının Kürt aşiretleri
tarafından sarılmış olduğunu
gördüler. Mahme’nin verdiği
haber doğru çıkmıştı! Ne
Yeni Sınırlar Kimin İçin?
Selam Olsun
Gurbetteki Midyat
yapacaklarını
şaşırdılar.
Telaş ve korku içinde çoluk
çocuk, kadın erkek, genç
yaşlı tüm Süryaniler Kafro
Kilisesi’ne doğru koşuyordu.
S. 6
Cehalet ve Şiddet
Gen Röntgenine Devam: “Mühendis Zihniyeti”
Tuma ÇELİK
Yavuz ÖNEN
Okuyuculardan
Suphi AKSOY
Baskın ORAN
Sayfa 3
Sayfa 5
Sayfa 7
Sayfa 9
Sayfa 11
2
Sayı 6 Ağustos 2012
Kimin Yaşı Yeterli?
Mor Gabriel Manastırı ile ilgili görülen davalarddaki hukuk mücadelesi yeni bir aşamaya geldi. Yargıtay Hukuk
Genel Kurulu, verdiği karara ilişkin “Gerekçeli Kararı” açıkladı.
2008 yılında yerel feodal güçlerin kışkırtması sonu- uluslararası birçok kurumun tepkisine neden olan
cu, Mardin’in Midyat ilçesinde kadastro çalışmaları Yargıtayın verdiği karar sonrasında merakla beklenen
yapılırken, Yayvantepe, Eğlence ve Çandarlı “gerekçeli karar„ geçtiğimiz günlerde tamamlandı.
Köyleri’nin sakinleri, Mor Gabriel Manastırı’nın ken- Tamamlanan gerekçeli kararda, Mor Gabriel Vakfı
dilerine ait 276 dönümlük araziyi işgal ettiğini tarafından 17 Temmuz 1935 tarihinde verilen beyannasavunarak Hazine’ye başvurdu. Dava sonra arka arkaya mede 20 parça susuz tarla, 2 bağ, 10 su kuyusu ve
açılan 4 ayrı mahkeme sonucu Türkiye’nin
gündemine giren Mor Gabriel Manastırı’na
“Gerekçeli karar zorlama ve ‘çalınan minareye
yönelik “hukuksuzluk” devam ediyor.
taşınmazlardan olduğu duraksamaya yer bırakmayacak
şekilde kanıtlanmalıdır. 2009 yılında keşif yapılırken
dinlenilen yerel bilirkişi A. Demir, çekişme konusu
taşınmazların davalı vakıf tarafından verilen
beyannamede gösterilen taşınmazlardan olduğunu
bildirmiştir. Diğer yerel bilirkişi de benzer beyanda
bulunmuştur. Bilirkişilerden A. Demir, 1960
doğumlu, diğer yerel kişi ise 1950
kılıf
doğumludur.
1935
yılında
verilen
uydurma’ biçimindedir. Herşeyden önce söz konusu arazileri beyannamede sınırı, miktarı, yeri
Mor Gabriel Manastırı’nı ‘Hazine bizden başka kullanan olmadı. Dolayısıyla ‘başkasına ait bildirilmediği halde çekişme konusu
arazisinde işgalci sayan’ Yargıtay Hukuk
taşınmazların beyannamede yer alan
mal’ tanımı tamamen zorlamadır.”
Genel Kurulu, verdiği kararın gerekçesini
taşınmazlardan olduğunu bilmeleri hayatın
açıkladı. Açıklanan gerekçeli kararda,
olağan akışına uygun düşmemektedir.
Mor Gabriel Manastırı’nın, dava konusu
Tanık ve yerel bilirkişilerin sadece soyut
arazilerin
‘duraksamaya
yer
beyanlarına değer verilemez.” Denildi.
bırakmayacak’ şekilde kanıtlayamadığı
belirtildi.
Bunun dışında gerekçeli kararda,
vakıfların mal edinmeleri sınırsız bir hak
Gerekçeli kararda ayrıca dinlenen
olmadığı da belirtilerek, “Başkasına ait
bilirkişilerin de arazilerin manastıra ait
olan bir malın ele geçilerek bu şekilde
olduğu yönündeki ifadelerine, ‘yaşları
kullanılması vakfın amacına uymaz”
nedeniyle’ itibar edilmediği dile getirildi.
denildi.
Geçtiğimiz günlerde Midyat Kadastro
Mahkemesi’nin;
Mor
Gabriel
Manastırı’nın söz konusu arazilerin,
1937 yılından bu yana vergilerini verdiği
ve buraların ‘kadimden beri’ kilisenin
malı olduğu, yönünde verdiği karar,
Yargıtay 20. Hukuk Dairesi tarafından
bozulmuş ve arazilerin hazineye devri
yönünde kesin karar vermişti. Yerel
mahkeme ikinci kez aynı kararda direnince konu
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu gündemine gitti. Genel
Kurul da geçtiğimiz günlerde kararı oy birliğiyle ikici
kez ve kesin olarak bozdu.
Hem Süryaniler, hem Türkiyeli demokratlar hem de
manastırın bina müştemilat ile tapuya bağlanmamış
arazisini bildirdiğinin görüldüğü belirtildikten sonra;
“Beyannamede taşınmazların yüzölçümleri, yeri ve de
sınırları açıkça belirtilmemiştir. Bu durumda dava
konusu edilen 12 parça taşınmazın davalı vakıf
tarafından verilen beyannamede yazılı olan
Gerekçeli karar konusunda görüşlerine
başvurduğumuz vakıf yöneticileri ve
hukukçular; “gerekçeli karar zorlama ve
‘çalınan minareye kılıf uydurma’
biçimindedir. Herşeyden önce söz konusu
arazileri bizden başka kullanan olmadı.
Dolayısıyla ‘başkasına ait mal’ tanımı
tamamen zorlamadır. Ikincisi binlerce
yıldır kullanımımızda olan bir mal için
gösterilecek şahitler kaç yaşında olmalı?” dediler.
Ortaya çıkan sonuca bakılırsa, Mor Gabriel
Manastırı’na ilişkin tartışmalar daha uzun süre
gündemimizi işgal etmeye devam edecek
‫܀܀܀܀‬
KASRI NEHROZ’e S KALITE ÖDÜLÜ
MİDYAT’IN VE G ÜNEYDO ĞU’NUN EN G ÜZEL O TELİ O LAN KAS RI
NEHRO Z, TURİZMDE KALİTE S İMG ES İ O LAN S KALITE İLE
ÖDÜLLENDİRİLDİ. ÖDÜL, MUHTEŞEM BİR TÖREN İLE S AYIN
MİTHAT YENİG ÜN E VERİLDİ.
1600 YILLIK SÜRYANİ KONAĞINDA, KALİTE VE EN MÜKEMMEL HİZMETİ
PRENSİP EDİNEN VE SERGİLEYEN KASRI NEHROZ’A BAŞARILAR DİLERİZ.
Detaylı Bilgi İçin:
AYLIK
SABRO (UMUT)
BAĞIMSIZ SIYASI GAZETE
Sahibi ve Genel Yayın Yönetmeni:
Tuma ÇELİK
Süryanice Sorumlusu:
Yuhanun VERGİLİ
Yönetim Yeri:
Akçakaya Mah. Cumhuriyet Cad.
No 40 Midyat-Mardin
Basıldığı Yer:
Anadolu Ofset, Davutpaşa Cad.
Kazım Dinçol San. Sit. No: 81/87
Topkapı – İstanbul
Basım Tarihi:
Ağustos 2012
www.hotelnehroz.com
İlişki Adresleri:
Genel Kurallar:
Abone ve Reklam Fiatları:
Banka Bilgileri:
Midyat:
e-Mail: gazetesabro@hotmail.com
Tel: +90 506 674 53 00
Gazetede yayınlanan yazılardan,
altında imzası olan yazarlar
sorumludur.
Fiatı: 3,50 TL, 2,00 € (Yurtdışı)
Ziraat Bankası,
Mardin:
Gabi YERLİ
Tel: +90 482 212 79 79
Tel: +90 533 643 76 49
Gazetenin imzasıyla yayınlanan
yazılardan ise Genel yayın yönetmeni sorumludur.
İstanbul:
Edip ARSLAN
Tel: +90 530 787 28 21
Zeki AYDIN
Tel: +90 532 296 57 69
Amerika:
Nuran TAŞÇI
+1 201 621 11 33
Kaynak göstermek kaydıyla,
gazetede yayınlanan yazılar
başkaları tarafından kullanılabilir.
Gazeteye gönderilen yazılar,
kullanılsın veya kullanılmasın,
gazetenin malı sayılır ve başka bir
dönemde kullanılabilir.
Abone:
1 Yıl;
35,00 TL, 25,00 € (Yurtdışı)
6 Ay;
20,00 TL, 15,00 € (Yurtdışı)
3 Ay;
10,00 TL, 10,00 € (Yurtdışı)
İstanbul/Beyazıt Şubesi
Hesap Sahibi: Tuma ÇELİK
Hesap No: 59447239-5001
IBAN: TR09 0001 0006 0659 4472 3950 01
Reklam:
Yıllık; 750,- (1/2), 500,- (1/4), 350,- (1/8), 250,-(1/16)
6 Ay; 500,- (1/2), 350,- (1/4), 250,- (1/8), 175,-(1/16)
3 Ay; 350,- (1/2), 250,- (1/4), 175,- (1/8), 125,-(1/16)
Gazetemiz; Herkesin bireysel haklarına saygı
gösterme konusunda ilke kararına sahiptir.
Abone olmak isteyen
okuyucularımızın, abonelik ücretlerini
banka hesap numaramıza
yatırmalarını ve adreslerini elektronik
veya normal posta yoluyla tarafımıza
ulaştırmaları sonrasında gazeteyi
ellerine ulaştıracağız.
Sayı 6 Ağustos 2012
Özgürlükler Tehdit Altında
Ya rg ı t a y ’ ı n
Midyat’ta
bulunan
Süryanilere ait
Mor Gabriel
Manastırı
hakkında
verdiği karara
karşı sert tepki
gösteren
Almanya Hür
Demokrat
Partisi (FDP) Meclis Grubu üyesi ve İnsan
Hakları Sözcüsü Pascal KOBER; “Azınlıkların din ve kültür özgürlüğü tehdit
altındadır„ dedi.
FDP insan Hakları Sözcüsü Pascal KOBER,
yargıtay’ın verdiği karar ile ilgili açıklamasında, Midyat’ta bulunan Süryanilere ait
1615 yıllık Mor Gabriel Manastırı’nın, yerel
mahkemenin lehte verdiği karara rağmen,
yargıtayın aleyhteki kararının, azınlıkların
din ve kültür özgürlüğünü tehlikeye altına
attığını öne sürdü.
İnsan hakları bağlamında Din özgürlüğünün
ayrılmaz bir parçası olan kültürlerin korunması ve dini ibadetlerin yerine getirilmesi
için gerekli koşulların sağlanması gerektiğini
belirten KOBER, daha önce FDP Meclis
Grubu olarak Türkiye’de yaşayan Süryanilerin haklarının güvence altına alınması ve
Mor Gabriel’in korunması konusunda önerge verdiklerini ve bundan sonra da konunun
takipçileri olacaklarını söyledi.
Pascal KOBER, Her anlamda haksız olduğuna inandığı bu kararın Türkiye'deki farklı
dinlere mensup azınlıkların "din özgürlüğünü" koruma altına alınması yönündeki
belirsizliğin devam ettiğini gösterdiğini ifade
etti ve bu kararın Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne götürülmesi gerektiğini bildirdi.
Birlik partilerinin İnsan Hakları Komisyonu
içindeki temsilcisi Erika STEİNBACH’da
yaptığı yazılı açıklamada, alınan bu kararın
sadece Mor Gabriel ile sınırlı olmadığını ve
bir bütün olarak Türkiye’deki tüm Hiristiyan
Süryaniler için bir tehlike oluşturduğunu
söyledi. Erika STEİNBACH ayrıca
Türkiyeli aydınların başlattığı imza
kampanyası “Türkiye Süryanilerin Vatanıdır
ve Mor Gabriel Manastırı İşgalci Değildir”
için de; “Bu kampanya, Türkiye halkının
hukuksuzluğa ve hükümete karşı sesini yükseltmesidir” dedi
ve desteklediğini
söyledi.
Federal Alman
Meclisi daha önce,
Demokratik
Hiristiyanlar
Birliği (CDU) ile
S o s y a l
Hiristiyanlar
Birliği (CSU)’dan oluşan İktidardaki
Hıristiyan Birlik Partileri ile FDP
milletvekilleri tarafından hazırlanan ve
muhalefetteki Yeşiller Partisi'nin destek
verdiği karar tasarısıyla, Almanya
hükümetinden, diğer AB hükümetleriyle birlikte hareket ederek, Türkiye'nin Mor
Gabriel
Manastırını
koruması
ve
Süryanilerin haklarını güvence altına
almasının sağlanmasını istemişti.
İktidardaki CDU’nun Kuzey Ren Westfalya
eyalet milletvekili Dan iel SİEVEKE’da
daha önce Almanya genelinde Mor Gabriel
Manastırı için bir imza kampanyası
başlatmışlardı. CDU Avrupa Parlamentosu
Milletvekili Elma BROK’un desteklediği bu
kampanyayı, Avrupa Süryaniler Birliği
(ESU) da Avrupa genelinde yaygınlaşması
için değişik ülkelerde çalışmalarda bulundu.
‫܀܀܀܀‬
3
Yeni Sınırlar Kimin İçin?
Tuma ÇELİK
Herkes, Ortadoğu’da yaklaşık 20 yıldır yaşanan ve günümüzde doruğa çıkan
olayların, aslında 1900‘lu yılların başında, Batılı devletlerin çıkarları doğrultusunda cetvelle çizilen sınırları ortadan kaldıracağına inanıyor. Bu çerçevede de geleceğe ilişkin yeni senaryolar ortaya koymaya çalışıyor.
Evet gerçekten yaklaşık 100 yıl önce, Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılışı
sonrasında Ortadoğu’da ortaya çıkan, Türkiye dahil, bütün devletler; bu coğrafya içerisinde yaşayan halklar, dinler ve kültürler dikkate alınmadan, baskıcı ve tekleştirici bir mantık üzerinde şekillendiler. Bu devletlerin sınırları,
Batılı egemen devletlerin çıkarlarına göre şekillendiği için de, içlerinde yaşayan halklara her türlü baskıyı reva görmelerine de kimse aldırış etmedi ve bu
devletler bugüne kadar yaşamlarına devam ettiler.
Aslında yine uluslararası çıkar gruplarının menfaatlerinin değişmesi sonrasında, bölgedeki diktatörlere karşı homurdanma başladı ve cetvelle çizilen
sınırlar tartışmaya açıldı. Önce Irak’taki durum ortaya çıktı.
Ancak Amerika, Irak’ta kendine göre yeni bir düzen oluşturmaya çalışırken,
Şiiler dengeleri bozdu ve İran’a Amerika’dan daha fazla yakın olmaya başladılar. Kuzeyde Kürtler, bölgenin önemli aktörlerinden biri olan Türkiye’nin
ciddi muhalefetine rağmen Federal yapı içerisinde hızla özgürlüğe doğru koşmaya başladılar.
Bölgede yaşanan bu durum ve dünya genelinde ortaya çıkan gelişmeler, yıllardır diktatörlükle yönetilen halklara farklı bir çerçevede düşünme imkanını
sağladı. 18 Aralık 2010’da Tunus’ta evde bekleyen çocuklarına ekmek götüremeyen Arap bir babanın kendini yakması sonrasında, bütün Arap ülkelerinde arka arkaya, yıllardır baskı altında yaşayan halkları isyana taşıdı.
Sokaklarda başlayan ve daha sonra “Arap Baharı” olarak adlandırılan bu
süreç, Libya’da dış müdahaleyi beraberinde getirdi. Suriye’de ise çok kanlı
bir iç savaşa doğru giderken, uluslararası dengeleri de tehdit etmeye başladı.
Öyle ki, günümüzde herkes Suriye’deki Beşar ESAD’dan sonraki dönemi tartışırken, Ortadoğu’nun büyük bir bölümünü içine alan değişikliklerden bahsetmektedir.
Halkların istemleri dışında oluşan sınırlarda baskılara ve inkara maruz kalması, diktatörlüklerle yönetilmesi, hiçbir hakka sahip olmamaası ve yöneticilerin şaşalı yaşamları içerisinde açlığa mahkum edilmesi kabul edilir şey
değil elbet. Dolayısıyla bütün bu olumsuzluklara karşı mücadele etmek insanların en doğal hakkıdır.
Bu mücadeleler sonucunda da eğer sınırların değişmesi, bazı devletlerin haritadan silinmesi gerekiyorsa veya haritalara yeni devletler eklenecekse hepimizin bunu kabul etmesi gerekir. Çünkü hiç kimse suyun kendi yolunu bulmasını engelleyemez. Belki geciktirir ama engelleyemez.
Hal böyleyken maalesef, bazı odaklar hala gerçekleri görmeme konusunda
ısrarcı olmaya devam ediyorlar. Örneğin, Ortadoğu’da Türkiye, Irak ve
Suriye sınırlarının bulunduğu alanda ortaya çıkabilecek yeni bir yapılanmaya
ilişkin yapılan hemen bütün yorumlarda, Türk, Kürt ve Sünni Arap’lardan
bahsedilmekte ve aynı bölgede yaşayan yaklaşık 4 milyon Süryani (Asuri,
Arami, Keldani, Melkit)’i kimse hesaba katmıyor.
Merak ediyorum gerçekten: Bu yorumları yapanlar, bölgeyi bu kadar bilmeyen cahil insanlar mıdır? Yok eğer cahil değillerse ve herşeyi biliyorlarsa o
zaman, yıllardan beri yıkmaya çalıştığımız diktatörlerden, tek tipçi, baskıcı
ve inkarcı yönetimlerden ne farkları var?
Belki de şunu düşünüyorlar; “1915’te zaten Süryanilerin köküne kibrit suyu
dökmüş ve çoğunu halletmiştik, geri kalanları da bu vesileyle bir şekilde
ortadan kaldırır ve istediğimizi yaparız”. Aslında bu tür düşüncelerin şakasını bile ortaya koymak insana acı veriyor. Ama ortada yaşanan bunca duyarsızlık varken fazla seçme şansı bırakılmıyor.
Sonuç olarak; günümüzde Ortadoğu’da varolan dengeler hiç kimseyi tatmin
edecek durumda değil ve herkes bu dengelerin değişmesini istiyor. Ancak
kurulacak yeni dengeler bölgede yaşayan bütün kimliklerin ve kültürlerin
çıkarlarını gözetmek durumunda olmak zorundadır. Yoksa, 1900’lu yılların
başında olduğu gibi “birileri” bir süre memnun olur ama birgün gelir bu sınırlar yeniden yıkılır.
tuma.celik@esu.cc
4
Sayı 6 Ağustos 2012
Qadmoyutho
yönelik
daha
hassas
bir
yaklaşım
sergilemektedir. Yakın zamana kadar Türkiye
hükümetleri Suriye‘deki Türkmenler için,
rejimle girdiği ilişkiler nedeniyle ve çıkarları
gereği bir adım dahi atmazrken, şimdi aynı
Türkmenler için partiler örgütlüyor, siyasal
örgütler hatta silahlı birimler kurmaya
çalışmakadır.
Yanlış anlaşılmasın; Türkiye, elbette
Suriye‘deki Türkmenler ve diğer bütün
halklara sahip çıkmalı ve destek vermelidir.
Ancak Türkiye Cumhuriyeti bunu yaparken,
kendi içindeki diğer (Türk olmayan) halkları
dıştalamakta ve ırkçı politikaları ön plana
çıkarmaktadır. Ki yanlış olan da budur.
Üstelik bu yaklaşım da diğer halkları ve hatta
dünya
kamuoyunu
rahatsız
etmektedir.
Dolayısıyla yürütülen bu tarz siyaset yüzünden
de Türkiye’de yaşayan halklar arasında bir
türlü
güven
ortamı
oluşamıyor/oluşturulamıyor. Daha da kötüsü;
bu türden politikalrın ve mezhebsel/ırksal
çıkarların ön plana çıkarıldığı politikalar
yapıldığı sürece, varolan kuşkular giderilemez
sorunlar kökünden çözülemez.
Türkiye
hükümeti
Suriye‘de
rejimin
uyguladığı zulmü engelemek yerine PKK‘yi
gündeme getirerek Kürtlerin, Süryanilerin ve
diğer halkların Suriye‘de hak elde etmelerini
engelemek için çok yönlü siyasi bir hamle
başlatmıştır. Ki bunun sınırı da sadece Suriye
değildir. Dünyanın neresinde olursa olsun
böylesi bir gelişmeyi engellemeyi bir prensib
haline getirmiştir.
Dolayısıyla devletin ve hükümetin bu
yaklaşımı samimiyetsizliği körüklemekte ve
çözüm yollarını tıkamaktadır. Bunun için Ak
Parti hükümeti‘nin iyi bir icraatı ile onlarca
kötü politikalrın üstünü örtemeyeceğini
herkesin bu yaşananları gördüğünü bilmelidir.
Sürekli devletin kullandığı şiddet dili ile
halkları korkutma sindirme ve teslim alma
zamanı çoktan geçmiştir. Türkiye hükümeti
Süryanilere ve diğer halklara haklarını vermeyinceye kadar Süriye, Irak ve diğer
ülkelerde yaşanan sorunlara müdahil olma
konusunda inandırıcı olması mümkün görülmemektedir.
‫܀܀܀܀‬
Suriye: Kaos mu, Çözüm mü?
“Suriye’deki çatışmalar şu an Sünni-Şii mezhep savaşına doğru gidiyor. Bunu biz daha önce
Lübnan ve Irak’ta gördük, hiç kimseye bir fayda getirmedi. Üstelik Suriye, hem iç yapısı hem
de dış ilişkileri nedeniyle ne Lübnan’a ne de Irak’a benzemiyor. Burada ortaya çıkacak
böylesi bir savaş bütün bölgeyi içine alır ve dünyaya yayılır„
Süryanilerin ataları olan; Akad, Babil, Asur ve Kalde
İmparatorlukları ile Arami beyliklerinin hepsinde
Suriye’nin bugünkü toprakları merkezin içinde
bulunuyordu. Dolayısıyla Süryani Kültürü aynı zamanda
Suriye
Kültürü’nün
temelini
oluşturuyor.
nomik anlamda ciddi bir gelir kaynağı oluşturmaktadır.
1963'ten beri Baas Partisi tarafından yönetilen Suriye,
Soğuk Savaş döneminde Doğu Bloku’nun ciddi bir
müttefiki oldu.
Daha sonra bölgeye egemen olan Roma
ve Bizans İmparatorlukları ile İslam
devletleri Antik Süryani Kültürünün üzerinde yükseldiler. Bugün bölgeye her ne
kadar Arap Kültürü egemen olduysa da
temelindeki birçok öğe hala Süryani
özellikleri taşımaktadır.
Günümüzde yaşanan kaos ortamında
tarihi gerçeklerden ve Süryaniler’den,
pek fazla bahsediliyor olmasa da tarihin
belleğinde
bu
durum
herkesçe
bilinmektedir. Zaten sağlıklı çözümlerin
ortaya konulmaması da yaşanan bu hafıza
kaybından dolayı ortaya çıkmaktadır.
Bugün bütün dünyayı meşgul eden
“Suriye Sorunu” biraz da bu “bilinenler”in açık bir
şekilde ortaya konulmaması ve Suriye’yi bir “Arap”
devleti olarak yorumlamaktan kaynaklanıyor. Oysa
Suriye tarihte hiçbir zaman bir “Arap” devleti olarak
varolmamıştır. Belki “Arap” egemenler tarafından
yönetildi ve “Arap”laştırılmaya çalışıldı ama hiçbir
zaman bu durum tam anlamıyla başarılamadı.
17 Nisan 1946 tarihinde kurulan ve resmi adı, Suriye
Arap Cumhuriyeti olan ülkenin etnik yapısının
yaklaşık % 70’i Arap (% 55 Sünni ve % 15 Alevi), %
15’i Süryani (Asuri, Arami, Keldani ve Melkit), % 8’i
Kürt, % 3 Dürzî ve geri kalan % 4 de Türk, Ermeni,
Çerkez ve diğer göçmenlerden oluşuyor. Din olarak da
Hıristiyanlığın ve İslamın bütün mezhepleri Suriye’de
bulunuyor. Ki bu etnik yapılar ve dini gruplar ülkenin
her tarafına dağılmış bulunmaktadır.
Suriye’de bulunan petrol ve fosfat gibi yeraltı
kaynaklarının yanında, Tarım ve Hayvancılık da eko-
Tunus’ta ateşlenen ve “Arap Baharı” olarak
adlandırılan süreçte Suriye’de de halk değişim
talebiyle mücadeleye başladı. Ilk başlarda birkaç
şehirde “Sünni Arap”lar arasında başlayan mücadele
zamanla ülkede yaşayan bütün kesimler arasında
yayıldı ve günümüzde ciddi bir “İç Savaş”a dönüştü.
Ancak ülkedeki karmaşık etnik yapı ve değişik
dinsel grupların olması, aynı zamanda bu grupların
sahip olduğu uluslararası bağlantılar ülkeyi ciddi bir
kaos ortamına doğru sürüklemektedir. Günümüzde
verilen mücadelenin bir tarafında, devlet aygıtını elinde bulunduran rejim güçleri, diğer tarafta rejimin
karşısında bulunan güçler ve her iki taraftan bağımsız
haraket eden gruplar yer alıyor. Şu andaki rejim
gücünü daha çok Alevi, bir kısım Sünni ve SüryaniMelkit’lerden alıyor. Rejimin karşısında ise daha çok
Sünni Araplar bulunuyor. Kürtler ise daha çok
bağımsız haraket etmektedirler.
Sayı 6 Ağustos 2012
Suriye’de
günümüzde
verilen
mücadelenin tarafları elbette sadece bu
ülkede yaşayan etnik ve dinsel yapılarla
sınırlı değil. En başta dünya genelinde
egemenlik kurmaya çalışan Amerika ve
Müttefiki Avrupa devletleri (Batı ülkeleri) var. Bir dereceye kadar Batı ülkeleri
ile birlikte hareket eden Türkiye ve Arap
ülkeleri (S. Arabistan, Qatar, vd.) var.
Diğer tarafta, Ortadoğu’da kendisi için
hala önemli bir müttefik olan Rusya ve
Dünya siyasetinde güç olmaya çalışan
Çin var. İran, Suriye devleti için hala
güçlü bir destekçi konumunda bulunuyor. Bir de hem rejim güçleri hem de
karşıtları arasında bölünmüş olan Irak ve
Lübnan gibi devletler bulunuyor.
Dolayısıyla Suriye’de ortaya çıkan
gelişmeler anında bütün dünyayı
etkiliyor. Bu yüzden de adını saydığımız
dünyadaki bütün güçler bir şekilde
mücadelenin içinde bir fiil yer
almaktadırlar. Kimisi siyasetiyle, kimisi
ekonomisiyle kimisi de silahlarıyla.
Suriye’nin tarihteki gerçek sahipleri
olan Süryaniler ise, uluslararası düzeyde
bağlantıları olmadığı ve örgütsel-siyasal
bir birlik oluşturamadıkları için gündeme pek fazla gelmemekte/getirilmemektedirler.
Tarihi
süreç
içerisinde
yaşadıkları olumsuzluklar nedeniyle,
ülkedeki nufusları yaklaşık % 15’e kadar
düştü. Daha çok kiliseler temelinde
örgütlenen Süryaniler içinde son yıllarda
ortaya çıkan örgütsel ve siyasal
çalışmalar henüz yeterli düzeyde ve her
kesimi içine alacak durumda değildir.
Batı ve Kuzey Suriye’de yaşayan
Süryaniler, günümüzde verilen mücadele
içinde de varolmaya çalışıyorlar.
Değişik Muhalefet grubları içerisinde
bulunan Süryaniler, daha çok Suriye
Süryani Birlik Partisi ve Asuri
Demokratik Örgütü tarafından temsil
edilmektedirler. Bu kurumların dışında,
bazı kilise çevreleri de temsil konusunda
çaba sarf etmektedirler. Birçok farklı
görüş olmakla birlikte Süryaniler;
ülkedeki bütün etnik yapıların ve dinsel
grupların
kendilerini
özgür
hissedebilecekleri bir düzende birarada
yaşamayı istiyorlar.
Görüşlerine başvurduğumuz SSBP
Genel Başkanı İ. G.; “ Suriye’deki
çatışmalar şu an Sünni-Şii mezhep
savaşına doğru gidiyor. Bunu biz daha
önce Lübnan ve Irak’ta gördük, hiç kimseye bir fayda getirmedi. Üstelik Suriye,
hem iç yapısı hem de dış ilişkileri nedeniyle ne Lübnan’a ne de Irak’a
benzemiyor. Burada ortaya çıkacak
böylesi bir savaş bütün bölgeyi içine alır
ve dünyaya yayılır. Biz istiyoruz ki
Suriye’deki bütün yapılar kendilerini
rahat ve özgür hissetsinler. Eğer dış güçler müdahale edeceklerse böylesi bir
ortamı sağlamak için çaba sarf etsinler.
Yoksa herkes kendine yakın gördüğü
gücü desteklemek ve çıkarlarını savunmak için müdahale edecek sonuç kaos
olur„ diyor ve ardından ekliyor; “biz
kaos istemiyoruz. Gerçek bir çözüm
istiyoruz. Bu da ülkedeki bütün
farklılıkların dikkate alındığı bir çözüm
istiyoruz.„
‫܀܀܀܀‬
5
Gurbetteki Midyat
Yavuz ÖNEN
Stockholm’de İsveç Devlet televizyonunun insan haklarıyla ilgili bir
programına katılmıştım. Stüdyo çıkışında sordular, bir görüşme talebi var kabul
edermisin diye. Kısa bir süre sonra aynı binada Feyyaz Kerimo bir arkadaşıyla
birlikte Midyat’a dair anlatımlarımı kaydediyorlardı. Terzi dükkanında çıraklık
yaptığım Zeyto Pamukçu’nun adı geçtiğinde Feyyaz; şu anda Stockholm’da
görüşmek istermisin dedi ve ertesi günü sabah vakti bir kafede buluştuk. Elliyıla
yakın bir süredenberi görmediğim ustayı büyük bir heyecanla kucakladım,
hasretle kucaklaştık. Mesleğini Stilist olarak devam ettiriyormuş. Bütün gün
birlikte olduk. Kol kola dolaştık Stockholm’ü. Yeğenlerinin dükkanlarına
uğradık. Elli yıllık konuşmamışlığı gidermeye çalışıyorduk adeta. Gün çabuk
bitti.
Ertesi yıl tekrar gittiğim Stockholm’de görüşmek üzere hemen aradım.
Telefonda duyduklarım, beni acılara boğdu. Sevgili Zeyto ustayı kaybetmiştik.
Uzun yıllardan sonra güzel bir tesadüfle bulduğum bir dostu kaybetmiş olmak
derinden etkilemişti beni. Midyat’lı bir değeri yitirmiştik. Onbeş yıl kadar sonra
da olsa kendisiyle buluşmamı sağlayan Feyyaz Kerimo’ya minnettarlığımı
SABRO okuyucuları ortamında yazmak istedim. Feyyaz yirmi yıl başkanlığını
yaptığım Türkiye İnsan Hakları Vakfı’nın işkence görenlerin tedavisi projesini
doksanlı yılların başlarında Birleşmiş Milletler’in ilgili birimine gönderen
kişidir. Proje kabul edildi ve Vakfın sürekli bir yardım almasına vesile oldu.
Türkiye yüksek güvenlikli cezaevi projesini uygulamaya sokacak. Doksanlı
yılların ikinci yarısında Hükümetin Hücre sistemi getiren F tipi cezaevleri
uygulamasına karşıyız insan hakları ortamında. Bu sırada yine Stockholm’deyiz.
Bir akşam vakti. Hafif yokuş olan bir caddenin üst noktasından işyerlerinden
çıkanlara bakıyoruz. Bakın dedim herkes tek başına. Birlikte yürüyen hiç kimse
yok. Bu bir yaşam tarzı. Bu nedenle Avrupa ülkeleri hücre ve tecrit sistemine
itirazımızı anlayamıyorlar. Yalnızlık bir tercih diye konuşmaya devam ederken
yanımdaki arkadaşım bakın dedi işte iki kişi birlikte yürüyor dedi. Bu kişiler
bizim hizamıza geldiğinde birisi bize yaklaşıp bana sen filan kişimisin diye
Türkçe sordu. İki Midyat’lıyla karşılaşmıştık. Gebro Çimen ve Nail Çimen ile
ertesi gün beni davet ettikleri Södertalje’de görüştük. Nail Çimen’lerin evlerinde
kiracıydık Midyat’ta. Anıları paylaştık.
İsveç Parlamentosunun kubbeli büyük salonunda bir insan hakları
etkinliğindeyiz. Katılımcıların konuşmaları tamalandıktan sonra izleyicilerin
içinden iki kişi sorularını bana yönelttiler. Süryanilerin sorunlarına manastır ve
kiliselerdeki baskılara dair sorular. Yanıtlamaya çalıştım. Toplantı arasında
geldiler bana. Midyatlı olduklarını söyleyince ben de Midyatlı’yım dedim.
Kimlerden olduğumu anne ve babamın adlarını sordular. O akşam otelde
dinlenmeye çekildiğim bir saatte oda telefonundan iki ziyaretçim olduğu
söylendi. İndim ve toplantıda tanıştığım Yakup Rohyo ile Özcan Kaldoyo ile
karşılaştım. Beni otelden aldılar ve o gece Midyat’lıların ve diğer ülkelerden
göçetmiş onbeşbin Süryaninin yaşadığı Södertalje ye götürdüler. Yaşlılara
sormuşlar bizim aileyi. Bu karşılaşmadan sonra İsveç’e her gidişimde Yakup,
Özcan, Can Kaldoyo görüştüğüm kişiler oldular. Süryanilerin dükkanlarının
yoğun olduğu caddeler Midyat’ta yürüyormuşum hissi uyandırdı. Bir meydana
doğru yürürken bir kenarda çadır kurmuş gençlerin beyaz giysiler içinde bir
şeyler bağırdıklarını farkettim. A suhde lıg meysi olarak aklımda kalan ve
Süryanice şehitler ölmez diye bağırdıklarını öğrendim. Çadırlarına girdim,
konuştuk. Bir 24 Nisan günüydü. Kilisede Pazar ayinini izledim. Futbol
Kulübünün başarısını öğrendim. Bir hafta sonu yemeğinde yüzlerce Midyat’lıya
hitabetme olanağı buldum. İbrahim’in kahvesinde yemekli sohbetler büyük
keyifti. Böyle bir yemekte Midyat İlkokulundan sınıf arkadaşım İskender ile
buluştuk. Başarılı bir iş adamı. Bulgur fabrikası kurmuş. Midyat tarzı bulgurdan
üretiyor. İsveç Parlamentosu üyesi Yılmaz Kerimo ısrarla davet etmeme rağmen
İbrahim’in kahvesine gelmeyi kabul etmedi.
Södertalje’ye oğlum Kerem de geldi. Aydın ağabeyimi de çok iyi ağırladı
arkadaşlarım. Södertalje Midyat’lıya ve Midyat’a duyduğumuz hasreti biraz
olsun giderdiğimiz bir mekan oldu. Gidişlerimde birlikte olduğum değerli
arkadaşlarımı da anmak istiyorum. Nadire Mater, Aydın Engin, Prof. Mithat
Sancar, Prof. Aziz Konukman bu ziyaretçilerden bazıları. Zorla göçettirilmiş
Midyat’lılarla buluşmaktan büyük mutluluk duydular. Bir Pazar ayinini birlikte
izlediğim Aziz Konukman kilisedeki koroya hayranlığını görüşmelerimizde hep
dile getirir.
Bayati, Uşşak, Hicaz, Rast makamlarının çift koro sisteminin kiliseden
çıktığını bu yıl mart ayında İstanbul’da katıldığım Çok Kültürlü Yaşamda
Süryaniler Sempozyumunda dinledim. Bu noktada çocukluk dönemimle ilgili ve
çok sonraları farkettiğim bir duruma değinmek istiyorum. Yaşamın farlı
alanlarından, çok sayıda insandan sözettim yazılarımda. Özellikle kültür sanat
bilim alanlarına sosyal dokuya yakından uzaktan değiniyorum. Fakat hiç
yazmadığım bir alan var. Müzik. Hiç Süryani Türküsü şarkısı dinlemedim
duymadım. Düğünlerde ve benzeri toplantılarda herhangibir müzik enstrümanını
görmedim. Kilise korosunu hatırlıyorum. Ama herhangibir denkbej ismi
bilmiyorum. İlk Süryani müziği kasetlerini ve yukarıda sözünü ettiğim yemekte
ilk ses sanatçısını Södertalje’de dinledim.
Midyat’lılar eğlenmeyi ses ve sazla duygularını dile getirmeyi neden
unutmuşlardı acaba? Araştırmaya değer.
‫܀܀܀܀‬
6
Sayı 6 Ağustos 2012
SÖYLEŞİ
“Birbirimize Sarılmıştık”
Kemal YALÇIN
Yusuf Halim Ağa, Hasan Ağa’nın aşireti ve diğer aşiretler, Gercüş çevresindeki Müslüman köylerindeki adamlarını topladılar, sizleri
öldürmeye karar verdiler, yarın Kafro’ya gelecekler! Gözlerimle gördüm, kulaklarımla duydum. Durum sizler için çok kötü!
22 Nisan 2012 günü, Yukarı Kafro’lu Papaz Hanna Basut
ile konuştuktan sonra, köylüsü Musa Faal’in evine geldik.
Hanna Basut, daha önceden kendisini ziyaret edeceğimizi
söylemişti. Eve vardığımızda, Musa Faal, koltuğunda
oturuyordu. Hanımı ve oğlu yanındaydı.
Ben ilk kez 1915 katliamını, Seyfo’yu yaşamış bir
Süryaniyi görüyordum. Daha önce konuştuğum Süryaniler,
Seyfo sonrası dünyaya gelmişlerdi. Seyfo’yu görmemiş,
bizzat yaşamamış; olayları babasından, anasından,
dedesinden, ninesinden, olayı yaşamış başka insanlardan
duymuştu. Bana gördüklerini, yaşadıklarını değil,
duyduklarını anlatmışlardı.
Şimdi karşımda oturan Musa Faal ise, 1915’de beş altı
yaşlarındaymış. Yaşını hesapladım. Doğum tarihi kesin
olmamakla birlikte 1908 ya da 1909
olabilirmiş.
duyduklarını, gördüklerini anlatmış:
Hanna Basut, konuşmaları Süryaniceden Türkçe
çeviriyordu. Çeviri sırasında hatıralarının akışı kesiliyor,
bazen kaldığı yeri unutarak tekrar ediyordu. Konuşma
kayıtlarını yazıya geçirirken, “Keşke, sözünü, anlatımını hiç
kesmeseymişim! Çeviriyi sonradan yapsaymışım,” dedim
kendi kendime.
Bundan sonrası, Musa Faal’in anlattıklarıdır
“Gercüş’te Müslüman Kürt Ağalarından Yusuf Halim ve
Hasan toplantı yaptılar. Ben de bu toplantıya katıldım. Yusuf
Halim Ağa, Hasan Ağa’nın aşireti ve diğer aşiretler, Gercüş
çevresindeki Müslüman köylerindeki adamlarını topladılar,
sizleri öldürmeye karar verdiler, yarın Kafro’ya gelecekler!
Gözlerimle gördüm, kulaklarımla duydum. Durum sizler
için çok kötü! Ne yapıp edin kaçın! Mallarınızı bana verin!
Ben onları korurum! Daha sonra ben size geri veririm!
Durmayın! Kaçın! Hazırlanın!”
“Biz bu Müslümanlara ne yaptık? Neden bizi
öldürsünler? Hayır, olamaz bu! Bu haber
Mirza Saffo, hemen Kafrolu Süryanilere haber verdi.
yalandır, yanlıştır! Bu fakir Kürt Mahme, bizi Bütün Süryaniler Mala Gezi denilen evin önünde topladılar.
Saffo ve Kumul aileleri Müslüman Mahme’nin
aldatıyor!
anlattıklarını tartıştılar. Fakat Gercüş Kürtlerinin, Yusuf
Halim ve Hasan Ağaların aşireteriyle
Kafro’ya saldıracaklarına ve kendilerini
öldüreceklerine inanmadılar! “Biz bu
Müslümanlara ne yaptık? Neden bizi
öldürsünler? Hayır, olamaz bu! Bu haber
yalandır, yanlıştır! Bu fakir Kürt Mahme, bizi
aldatıyor! Mallarımızı alacak, sonra geri
vermeyecek!” dediler.
Ellerini tuttum! Kilisenin içinde, ölüm
korkusuyla titriyor gibiydi! Sesi bazen
hüzünle, bazen korkuyla farklı tonlarda
çıkıyordu. Bedeni Hollanda toprağında;
ruhu, hatıraları, aklı fikri, hasretleri
varolduğu Turabdin
topraklarında,
Midyat’ta, Kafro Köyü’de idi. Dili, sesi,
kelimeler,
kavramlar
hafızasının
derinlerindeki sönmeyen yangınları,
dermanı bulunamamış yaraları, sızım
sızım sızlayan acıları, alınamamış ahları,
yerine getirilmemiş hakkı, hukuku, adaleti
ifade etmeye yetmiyordu.
Kürt Mahme, kendine inanmadıklarını
gördü. “Bana inanmıyorsunuz! O zaman size
bir parola, bir işaret daha vereyim,” dedi,
“Yarın sabah erkenden sizler uykuda iken
köyü basacaklar. Barsekelerin harman
yerinde beyaz bir at gördüğünüzde bilin ki,
köyünüz Kürtler tarafından sarılmıştır.
Başınızın çaresine bakınız!”
Elleri ellerimde, gözlerim gözlerinde,
yüreğim yüreğinin içindeydi.
Kafro Köyü’nde Süryaniler ile Müslüman
Kürtler bir arada yaşıyordu. Süryaniler,
Müslümanlardan daha çoktu. Köyde Kürtçe
konuşulurdu. Ben çocukluğumda Süryanice
ve Kürtçe konuşurdum.
Onun acıları benim de acılarımdı.
Susuyor, bir yerlere gidip geliyor, tekrar
konuşuyordu.
“Ben Süryanice konuşacağım!” dedi.
“İstediğin dille konuş!” dedim.
“Ben Seyfo sırasında 5-6 yaşlarındaydım. Kiliseye anam
ve kardeşlerimle sığınmıştık. Çok korkmuştum. Anamın
elini bırakmıyordum. İnsanların çığlıkları aynen
kulaklarımda! Gözlerim kör olduktan sonra, yaşadıklarım
daha çok gözümün önüne geliyor!” diye başladı Süryanice
konuşmaya.
*
“Reçberlik, çobanlık yaptım. Seyfo’dan sonra kıtlık vardı.
Geçimimi sağlamak için çalışmaya başladım. Hayatım bin
bir türlü zorluklarla geçti. Seyfo sırasında çok ölü, çok
yaralı, çok kan gördüm! Çocukluk nedir bilemedim. Ben
çocukluk yaşamadım. Ölüm, korku, acı, kıtlık yaşadım
çocukluğumda.
Gercüş’e bağlı, Kalho Köyü’nden Mahme adlı yoksul,
gariban bir Müslüman Kürt Kafro’daki Süryani dostu Mirza
Saffo’nun evine gelmiş, Gercüş’te yapılan bir toplantıda
Köyümüzdeki Müslüman Ağalardan biri Temiroğlu
Derbase, diğeri de Kardeşi Yusuf Derbase idi. Kafro’ya
Gercüş çevresindeki Kürt aşiretlerinin saldıracaklarını,
komşuları Süryanileri öldüreceklerini duyunca pek
inanmadılar. Yusuf Derbase, “Kafrolu Süryanilere, bizim
köyümüzün Hıristiyanlarına karşı yapılacak bir saldırıyı,
bir katliamı kabul etmeyiz! Eğer Kafrolu bir Müslüman,
Kafrolu bir Hıristiyana saldırırsa, ben de onu öldürürüm!”
dedi.
*
Sayı 6 Ağustos 2012
Süryaniler sabah erkenden uyandıklarında
Kafro’nun etrafının Kürt aşiretleri tarafından
sarılmış olduğunu gördüler. Mahme’nin verdiği
haber doğru çıkmıştı! Ne yapacaklarını
şaşırdılar. Telaş ve korku içinde çoluk çocuk,
kadın erkek, genç yaşlı tüm Süryaniler Kafro
Kilisesi’ne doğru koşuyordu. Ben de annemin
elinden tutuyordum. O an şimdi aynen gözümün
önünde! Görüyorum! Duyuyorum! Ben
küçüktüm ama Sırrı Mahamma adlı
Müslümanın yanında kalıyor, ona çocanlık
yapıyordum. Fakat o gece evimize gelmiştim.
Şimdi aynen görüyorum! Süryaniler kilisenin
*
Aynen hatırlıyorum. Müslümanlar kilisenin
avlusuna, içine girmişlerdi. Ben, annem,
abilerim Gello ve İsa biribirimize sarılmıştık.
Korku içinde titriyorduk, ben ağlıyordum.
Birkaç Kürt yanımıza geldi. Bizi kilisenin su
kuyusunun başına götürdü. Bizi su kuyusuna
atacaklardı. Bizim köylü Müslümanlardan biri
olan Şerif bunu görünce hemen kılıcını çekti:
7
Okuyuculardan
Selam Olsun
Bir fısıltı bu, yükselerek kulaklarımıza gelen...
En az 6000 yıllık bir tarihin, Anadolu'nun ve Mezopotamya'nın kucağından
doğan kardeş halkların sesidir, bugüne gelip hala "varız" diyen...
“Durun! Bırakın onları! Eğer onları
Tarihin başından itibaren ezenlere karşı ezilenlerin, sömürenlere karşı
sukuyusuna atarsanız, ben de sizi öldürürüm!”
sömürülenlerin, umutsuzluğa, yılgınlığa düşüp susanlara rağmen direnenlerin
dedi. Bizi bıraktılar. Bizi komşumuz Şerif
sesidir bu, bugünün "halkların kardeşliği" halaylarında coşkuyla çağlayan...
Kendi yurtlarından sürülenlerin, kapıları işaretlenenlerin, iftira atılanların,
dışlananların, yok sayılanların sesidir bu, bugünlere yankılanan...
Erenlerin dergahından Turabdin güneşine uzananların sesidir bu, bizlere
kadar duyulan türküler...
Güneşi içenlerin yoldaş sofrasında güneşe akın edenlerin sesidir.
Duyuyormusunuz ?
Bu ses, esirlerin zincirlerini kıran Spartaküs'lerin sesidir, nice
imparatorluklara başkaldırmış, nice padişahlar devirmiş... (şu an Ankara'ya
yerleşmiş Neo-Osmanlıları da korkutan...)
Bu ses, kutsal sayılan ya da Tanrı/Allah sözüdür diye dokunulmayan tabuları
yıkanların sesidir, en eski kültürlerden, Asur'lardan, Hitit'lerden, Atina'lardan
bizlere uzanan...
Çizilen dini ve milliyetçi kalıpları ve sınırları, düşünceleri ve eylemleri ile
parçalayanların sesidir...
avlusunda toplanmıştı. Ben annemin elini
tutuyordum. Abilerim Gello ile İsa da orada idi,
hepimiz korku içinde bekleşiyorduk.
Bir anda ortalık karıştı. Çığlık çığlığa kaldık!
Müslümanlar kiliseye saldırmıştı! Süryaniler
kendilerini korumak için taşla sopayla
direniyordu. Fakat silah yoktu. Çeresizdik!
Kimse yardımımıza gelmedi! Kiliseden kaçmak
için tüneller vardı. Bazı insanlar bu tünellere
saklanmıştı. Şimdi adını söylemek istemiyorum.
Bir Süryani Müslümanlara seslendi: “Süryaniler
lâğımdan, tünelden kaçacaklar!” diye haber
verdi.
Müslümanlar lâğım ve tünel giriş çıkışlarına
kuru ot, saman dökerek ateşe verdiler! O ateşin
dumanı zehir gibiydi. Nefes alamaz olmuştuk!
O dumanın kokusu şimdi bile burnumda!
Çığlıklar içinde insanlar boğulup öldü.
kurtardı! Sağ olsun! Allah ondan razı olsun!
Şerif bizi kurtardıktan sonra, “Benim
arkamdan gelin!” dedi. Bizi kiliseden çıkardı,
kendi evine değil, Kafrolu Müslümanlardan
Kozane adlı bir kadının evine götürdü. Kozane
bizi evine almadı! Şerif bizi Maranyu denilen
Müslümanın evine götürdü. Onlar da bizi içeri
almadılar. Şerif bizi daha sonra Sülem
Hamalar’ın evine götürdü. Hamalar bizi içeri
aldılar. Bize su verdiler. Bir süre bu evde
durduk.
Bu ses, baskıcı Osmanlı'ya karşı başkaldıran Pir Sultan, Şeyh Bedrettin'lerin
sesidir..
Ferman yazan padişahlara karşı dağlara çıkanların sesidir..."yarin
yanağından gayrı heryerde, herşeyde ortak" diyenlerin sesidir...
Bu ses, onbeş yoldaşı ile Karadeniz'de boğulan Mustafa Suphi'lerin
sesidir..."ne kimsenin önünde eğiliriz, ne de kimseyi önümüzde eğdiririz", diyenlerin sesidir...
Bu ses, "yaşasın halkların kardeşliği" diye haykıran Deniz Gezmiş - Yusuf
Aslan - Hüseyin Inan'ın sesidir, bugünlere ulaşan...Mahir'lerin, Ibo'ların
sesidir...
Bu ses, "kimse dili-dini-ırkı-cinsiyeti-kültürü yüzünden ezilmesin, herkes
Sonra Hasanolardan Sıvayşe adlı bir
Müslüman geldi. Bizi Hamaların evinden aldı, özgürce yaşayabilsin", diyenlerin sesidir...
kendi evine götürdü ve hepimizi ahırına sakladı.
Selam olsun bin yıllık topraklara umudun tohumlarını, "SABRO" ları
Çok iyi hatırlıyorum, beni omuzuna alarak,
ahırın bitişiğindeki, kapısı yüksek samanlığa ekenlere!
çıkardı. Bizi samanlığa sakladı.
Selam olsun kardeşlik sofraları kurup, Türk-Islam sentezcilerine gülümseyeDevamı gelecek sayıda rek dil uzatanlara, her türlü milliyetçiliğe ve dinci fanatizme, yobazlığa,
gericiliğe karşı savaşan güneşin ve toprağın çocuklarına!
Selam olsun halkların kardeşliğini yaşayıp yaşatanlara! Her türlü bağnazlığa
inat...
Ve evet, sevgili dostlar, bu yolda bir gemi daha yola çıktı, "SABRO" adlı,
umutla-sabırla-inatla, durmadan karanlıklara, öteki arkadaşlarının yanına doğru
yol aldı, bizimle birlikte aydınlatmak için geceyarılarını...
Ve evet, sevgili dostlar, hep birlikte fener olalım, çünkü "anamız amele
sınıfıdır, yurdumuz tüm cihandır bizim"...
Fener olalım ki, mavi gökyüzü tadında günler yaşansın, sevdalılar aşk, umutsuzlar umut ve bizler kalbimizde ışık taşıyalım... sınırsız-sınıfsız bir dünyanın
habercisi, baskının-faşizmin-dinci gericiliğin dünya halkları tarafından
parçalansın...
Ve öyle bir ülkeye uyanalım ki, bir Kürt düğününde Romanlarla kolkola
horon teperken, Aleviler semahlarıyla, Rumlar sirtakileriyle ve Ermeniler
türküleriyle karışsın Süryani halaylarına...
Bizbize olalım... hep birlikte... sevgiyle...
Tarkan BOZKURT
8
Sayı 6 Ağustos 2012
MEZOPOTAMYA UYGARLIĞINDA
II. BÖLÜM
SÜRYANİ HALKI
Dizi Yazı 6
ASUR, BABİL, ARAM, KALDE EGEMENLİKLERİ DÖNEMİ
A- ESKİ ASUR VE BABİL DÖNEMİ
Sami toplulukları M.Ö. 4000-3000 yılları arasında
Kuzey Mezopotamya’ya geçerek ordaki yerleşik topluluklarla içiçe yaşamaya başlamışlardı. Varolan yerleşiktarım bilincine kendi dinamikliklerini ve çalışkanlıklarını
da ekleyerek birçok yerleşim biriminin gelişmesini ve
büyümesini sağladılar. Kuzey Mezopotamya’da Ninve,
Asur, Arbil, Mari gibi şehirler M.Ö. 2400’lü yıllarda
ekonomik, kültürel ve siyasal açıdan önemli şehirler haline
gelmişlerdi. Kuzey Mezopotamya, Sümer ve Akkadlılar
tarafından “Subartu” olarak tanımlanıyordu. Burada
yaşayan insanlara da Subarular deniliyordu. Kuzeydeki bu
şehirler, güneydeki Sümer şehirlerinin aksine genelde
ticaret alanında gelişmeler kaydetmişlerdi.
Şehirleşme sadece Mezopotamya’nın güneyinde değil,
batısında da çok gelişkindi. M.Ö. 2400’lü yıllarda Ebla
şehri kuzeyin en güçlü site devleti haline geldi. Bu dönemlerde Ebla ve ona bağlı köylerin nüfusu otuzbini
buluyordu. Bu şehirler güneydeki Sümer şehirleri gibi
savaşlarla değil, daha çok Anadolu ile yapılan ticaretle
zenginleşip güçlendiler. Kervan yollarının Suriye ve
Kuzey Mezopotamya’dan geçmesi buradaki şehirlerin
önemini arttırdı. Ebla şehri doruk noktasındayken egemen
olduğu yerlerde 260.000 kişi yaşıyordu. Ayrıca bu ve
buraya bağlı sömürgelerde ekonomik hesapların yapılması
için en az 11.700 kişi çalıştırılıyordu. Çok güçlenen Ebla
şehri ticaret yollarını tehdit eden Mari ve Asur’a karşı
savaşlar açarak, birleşik güçlerini yıktı. Ebla şehri M.Ö.
2275 yılında güneyden gelen Akadlar tarafından yıkıldı.
Ebla’da kullanılan dile, tarihçiler tarafından Eski-Kenanca
veya Eblaca denilmektedir, ki bu da Sami dilinin batı
koludur. Ebla’da kullanılan dil daha o dönemde çivi
yazısıyla yazılıyordu. Amuruların konuştuğu dil de bu
dilden ayrılan bir koldur.
1- Eski Asur Ticaret Dönemi
Akad Devleti’nden sonra bölgeyi egemenliği altına alan
Üçüncü Ur Devleti döneminde, Asur şehri askeri valiler
tarafından yönetiliyordu. Tanınan en eski valilerden Uşupia
ve Kikkia tapınaklar yaparak şehrin etrafına surlar çektiler.
Üçüncü Ur Devleti’nin yıkılmasıdan yararlanan ve aslen
Akadlı olan I. Puzur-Aşur, Asur şehrini bağımsızlaştırarak
ilk hanedanlığı oluşturdu. I. Puzur-Aşur’un torunu İluşuma
ise geleneksel bir politika yürüterek, Güney Mezopotamya’da iktidar için çatışan İsin ve Larsa arasındaki savaşlardan yararlanarak Asur şehrinin bağımsızlığını korudu. Asur
şehrinde yürütülen siyaset, yerlileri şehirler arası ticaret
yapmaya teşvik ediyordu. İluşuma ticaret vergilerini düşürerek daha önceden oluşturulan monopol sistemini yıktı.
Bunun sonucunda birçok güneyli ticaret evi Asur şehrine
yerleşti. Geliştirilen bu ticaret ilişkileri sonucu Asur şehri
Batı-Asya ticaretinde önemli bir yer edindi. Askeri alanda
da başarılar elde ederek gücünü doğuya, batıya ve güneye
doğru yaydı. Güneyde Babil kralı Sumuabum’la karşı karşıya geldi ve Nippur ile Ur şehirlerini vergiye bağlayarak,
kendi deyimiyle “Akad özgürlüğünü kesinleştirdi.”
Güneye doğru savaşa devam ederken, kuzeyde de
ticareti geliştiriyordu. Anadolu’nun birçok yeriyle ticaret
ağları oluşturup koloniler kurdu. Bunlardan en önemlisi
Kaneş (Kayseri yakınındaki Kültepe, eski Asur adıyla
Neşa) şehriyle kurulan ilişkiler ve sonucunda burada kurulan kolonidir. M.Ö. 1925-1840 yılına kadar süren Eski Asur
Ticaret Dönemin’de Kaneş kolonisi, diğer Anadolu şehirleriyle kurulan ticaret ağlarında bir merkez konumundaydı.
Mezopotamya’nın maden ve kereste gibi bazı doğal kaynaklardan yoksun olması, Anadolu ve benzeri cografyalarla
ilişkilenmesini zorunlu kılıyordu. Özellikle doğal kaynak
açısından çok zengin olan Anadolu’ya, Mezopotamya’daki
güçler sürekli yöneldiler. Eski Asur döneminde kültürel
açıdan Mezopotamya’dan çok gerilerde kalan Anadolu
şehirleri hala küçük beylikler halinde yönetiliyordu. Merkezi bir devlet kurma sürecine henüz girememiş Anadolu
şehirleri, Asur ticaretinin gelişmesine engel olamadılar.
Asurlular, Kaneş şehrinin hemen dışında “Karum” dedikleri kolonilerini kurarak, burayı ticaret merkezleri haline
getirdiler. Kendilerine ait olan bu karumda yerleşen Asur
tüccarları temsilciliklerini oluşturmuşlardı. Asur şehrinden
yönetilen ticaret ağıyla, Anadolu içinde kendilerine bağlı
birçok şube açtılar. Asur ticaret bağları buradan Hatuşşaş
(Boğazköy) ve Ankuva’ya (Yozgat yakınlarında) kadar
uzandı. Her karuma atadıkları beş kişiden oluşan komisyon
aracılığıyla ticaret ilişkilerini denetliyorlardı.
Asurlular bronz yaptırmak için, bronzun hammaddesi
olan kalayı Anadolu’ya gönderip işlettikten sonra geri
getiriyorlardı. Bunun dışında yün kumaşlarını da ihraç
ederek işlenmiş bronz, gümüş ve altın ithal ediyorlardı.
Güney Mezopotamya’da üretilen malları, özellikle yün
kumaşları alarak Anadolu’ya götüren Asurlular, yüzde
altıyüze kadar büyük bir kazanç sağlıyorlardı. Bu
kumaşların büyük bir bölümü tapınaklarda geri kalanını da
ev kadınları dokuyordu. Dokunan kumaş ve diğer eşyalar
kervan sahipleri tarafından toplanarak Anadolu’ya
götürülüyordu. Ticaret; eşek kervanları ile korunan yollar
üzerinden yapılıyordu. Asur’un bu kolonileşme
döneminde, demir en değerli madendi. Hatta altından bile
daha değerliydi. Anadolu’da demir işlemesi daha
keşfedilmemiş ve demir madenleri kullanıma geçmemişti.
Demir daha çok yeryüzüne düşen meteroit taşlardan elde
ediliyordu. Bu yüzden demir tanrılara ait bir maden
sayılarak Anadolu’da ticareti yasaktı. Demirin ticaretini
yapan Asur tüccarları ise ağır cezalara çarptırılıyordu.
Asur yönetimi, ticareti büyük oranda özelleştirdiği için,
ticaret genelde aile şirketleri tarafından yürütülüyordu.
Büyük kervan sahibi olan bu aile şirketlerinin bazen
yatırımcılara veya paraya ihtiyaçları oluyordu. Buna karşı
çoğu zaman taşınmaz mallarını, çocuklarını veya kadınlarını rehin vermek zorunda kalıyorlardı. Çünkü kervan yolu
zaman zaman hırsız ve yırtıcı hayvanların saldırılarına
uğrayıp, yağmalanabilirdi. Ayrıca zarar etme ihtimali de
vardı. Bu yüzden yatırımcılar zarara uğradıklarında
tüccarın eşyalarına el koyup ailesini köle olarak satabilirlerdi. Ticaretin önünü açan anlaşmalar ise Asur yöneticileri ile Anadolu şehir yöneticileri arasında yapılıyordu.
Geliştirilen bu anlaşmalar ihtiyaç duyulan kaynakları savaş
yoluyla değilde, ticaret yoluyla elde etmeye yarıyordu.
Asur yönetimi Kaneş’te ticari anlaşmazlıkları ortadan kaldırmak için bir de mahkeme kurarak, hakimlerini sürekli
seferber ediyordu. Aynı zamanda geri kalmış Anadolu’da
da ticaretin korunup geliştirilmesi için, Kaneş’te kurulan
bir okulda Asur dili (Akadca’nın kuzey lehçesi) ve yazısı
öğretiliyordu. Böylece çivi yazısı da Anadolu’ya taşındı.
Kısa zamanda Anadolu’nun genelinde ticari anlaşmalar,
Asur dili ve yazısıyla yapılmaya başlandı. Buradan idare
edilen ticaret modern bir şekilde örgütlendirilmişti. Örneğin geliştirilmiş vergi sisteminin yanında yol kullanma
ödentisi ve giriş (gümrük) hakları tanınıyordu. Tüccarların
kazançlarını güvenceye alabilecek bir “karum evi”
kurulmuştu. Ticaret bankası görevini yapan karum evine
para yatırılarak her türlü parasal işlemler yapılıyordu. Asur
şehri zengin tüccarlar ve para babalarından oluşan bir
topluluğun merkezi haline gelmişti.
İlişuma’nın oğlu I. Erişum ve onun oğlu İkinum
dönemlerinde bu ticaretin hızla geliştirildiği, bu konuyla
ilgili bulunan 16.000 kil tabletlerden anlaşılmaktadır.
Erişum’un oğlu I. Sargon’un ölümünden sonra Asur şehrinin refahı pek uzun sürmedi. Anadolu’da oluşan siyasal
Sayı 6 Ağustos 2012
gerginlikler ticaret yollarına saldırıları yoğunlaştırdı ve
sonuçta bu saldırılar Asur kolonilerine kadar yayıldı. M.Ö.
1840 yıllarında Kaneş yerle bir edildi ve Asur ticaretinin
ağları koparıldı. Aynı dönemde Asur yönetimini elinde
bulunduran I. Sargon’un oğlu II. Puzur-Aşur güneyden
gelen ikinci bir saldırıya uğradı. Güneyde güçlenen Eşnunna
şehrinin kralı Naram-Sin, Asur şehrine saldırarak PuzurAşur hanedanını yıktı ve kendisini Asur kralı ilan etti. II.
Puzur-Aşur’un oğlu II. Erişum daha çocuk olduğundan
babasının tahtına geçemedi ve böylece Asur şehrinin
yönetimi dışardan gelen bir kralın denetimine girdi.
Asur şehrinin hanedanlık döneminde yönetim
örgütlenmesi geleneksel şeklini koruyordu. Yani
hükümdarlar, şehir beyi (işşiyakum) ünvanını taşıyorlardı.
Bunun yetkileri her yıl önde gelen aileler arasında kura ile
seçilen başka bir yetkili tarafından sınırlandırılıyordu. Kura
ile seçilen bu yetkiliye Asurlar “limum” diyorlardı ve her
seneyi de limumlarına göre adlandırıyorlardı. Limumun
görevleri genel olarak dinseldi, fakat bunun yanında Asur
şehri içinde ve dışında yapılan yatırımlarda büyük bir söz
hakkına ve karar gücüne sahipti.
2- Amurular
Tarihte Eski Babil Dönemi olarak geçen bu süreç, Sami
topluluklarının kuzeyden güneye doğru yayılmalarının gerçekleştiği, batı ile doğu arasında
kaynaşmanın sağlandığı ve
Amuruların (Batılı Samiler)
Mezopotamya’ya egemen olduğu
bir süreçtir. Geçmişte olduğu gibi
Fırat’ı
aşan
toplulukların
Mezopotamya içine göçleri
durmuyordu.
Üçüncü
Ur
Hanedanlığı’nın zayıflamasıyla,
Suriye steplerinde yaşayan
Amurular
Mezopotamya’nın
içlerine girmeye başladılar. Amurular yüzyıllardır Suriye ve
Arap çölleri ve steplerinde yaşayan, genelde koyun ve
büyük baş hayvanları yetiştirerek geçimlerini sağlayan, Batı
Samilerdir. Sümerler tarafından Martu (batılılar) diye
adlandırılan Batı Samilere Akadlar “Amurular” demişlerdir. Sümerler toprakları dışında yaşayan kabileleri,
bulundukları yönlere göre isimlendirmekteydiler. Örneğin;
Bani Yamini (güney oğulları), Simali (kuzeyliler), ki bunlar
da Amuruların Mezopotamya’ya girdikleri dönemlerde
Suriye ve Kuzey Mezopotamya’daki ticaret yollarına
saldıran yarı göçebe Sami kabileleriydi.
Mezopotamya’nın verimliliğinden yararlanmak isteyen
Amurular yaşadıkları kurak bölgeleri bırakarak önce küçük
gruplar halinde, sonrada büyük akınlarla Mezopotamya’nın
verimli alanlarına yerleştiler. Amurular kısa sürede
Mezopotamya’da birçok şehri ele geçirdiler. Aynı dönemde
Mezopotamya’nın başka bir yerinde Van Gölü’nün etrafına
yerleşen Huriler de Kuzey Mezopotamya’nın dağlık
bölgelerine inmeye başlamışlardı. Hurilerin konuştuğu dil
ne Sami, ne de Hint-Avrupa dil grubuna bağlıdır. Huriler,
Amuruların Mezopotamya’nın düzlük ve verimli olan
kuzey bölgelerine yoğun olarak yerleştiklerinden dolayı
daha fazla güneye inmediler ve dağlık kesimde kaldılar.
Yine o dönemde Hint-Avrupa dil grubuna bağlı olan
Hititliler ve Luviler doğu steplerinden Anadolu’ya küçük
gruplar halinde yerleştiler. Amurular ise o dönemden
itibaren Mezopotamya’nın genelinde siyasal ve ekonomik
yönde en belirleyici halk haline geldiler. Sümer kralı Şu-Sin
döneminde ilk Amuru saldırılarından bahsedilmektedir.
Başta küçük gruplar halinde gelerek bazı şehirlere savaşsız
yerleştiler. Fakat Mezopotamya’nın kuzeyinden giren
Amuruların bu akınları büyüyünce, onları durdurmak için
Sümerler, şimdiki Bağdat şehrinin kuzeyinde 80
kilometreden daha uzun bir duvar çekmişlerdi.
Son Ur kralı İbbi-Sin döneminde Amurular, Sümer
topraklarının merkez kesimlerini işgal edip büyük şehirleri
de tehdit etmeye başladılar. Elamlıların Ur şehrini M.Ö.
2004 yılında işgal etmeleriyle kırılan Sümer otoritesi en çok
Amurulara yaradı. Bu fırsattan yararlanan Amurular bütün
şehirlere yerleştiler. Varolan kültürden yararlanarak
şehirlerdeki din ve sanatı devraldılar. Tapınaklarda Sümer
dili kalırken kendi, batı
lehçelerine çok yakın fakat daha
gelişmiş
olan
Akadcayı
kullandılar.
Akadca
dili
Amurular
dönemide
Batı
Asya’nın en önemli ve
halklararası konuşulan dil oldu.
Amurular M.Ö. 2000’li
yıllarda Mari ve Halep
şehirlerinde krallıklar kurarak
Mezopotamya’nın
tarihinde
yeni sayfalar açacak olan
hanedanlıklar oluşturdular. Mari şehri, M.Ö. 20. yüzyılın
başlarında Amuruların hanedanlığı altında, Yamhad
(Halep), Katna, Asur ve başka şehirleri de içine alan büyük
bir bölgeye hükmetti. M.Ö 19. yüzyılın ortalarına doğru
bütün Sümer şehirlerinde yönetimi ele geçirdiler. Amurular
bütün Mezopotamya’da iktidarı ellerine geçirerek, M.Ö.
2017 yılında İşbi-İrra önderliğinde İsin’de, M.Ö. 2025
yıllarında Naplanum önderliğinde Larsa şehrinde, M.Ö.
1870 yılında Sumuabum’un önderliğinde Babil şehrinde,
M.Ö.19. yüzyılın ortalarında Kiş, Sippar, Uruk, Kazallu vd.
şehirlerde, M.Ö. 1813 yılında Şamşi-Adad önderliğinde
Asur şehrinde önemli hanedanlıklar kurdular.
Bu akınlarda bütün Amurular Mezopotamya’ya girmedi.
Geride, yani Suriye steplerinde ve Akdeniz kıyılarında kalan
Amurulara bundan sonra Kenanlılar ve Aramiler denildi.
Kullandıkları Batı Sami diline de, Kenanca ve daha sonra
Aramice denildi.
Devamı gelecek sayıda
9
Cehalet ve Şiddet
Suphi AKSOY
Şiddet insan oğlu ile yeryüzündeki bütün
yaratıkların kendilerini yaşatmak ve ayakta kalmak
için, baş vurdukları bir davranış biçimidir. Şiddetin
tarihi doğanın oluşum tarihi kadar eskidir. Çünkü
her nesne bir şiddet gücünü ve dinamizmini kendi
içinde barındırır. Bu şiddetin açığa çıkması biriken
enerjinin kapsamı ile eş değerdir.
Doğadaki deprem, sel, yangın, vd. felaketlerin
büyüklüğü oranında tahribatları da o ölçüde büyük
olur. Bu nedenle insan oğlu vahşetten uygarlığa
adım atarken, kendi içindeki şiddeti daha ileri
araçlarla geliştirdi. Aynı zamanda elde edilen teknik
bilgilerle de vahşi doğa kontrol altına alınmaya
çalışıldı. Bu iki yönlü kavga çok şiddetli bir şekilde
günümüze kadar devam etmektedir.
Eşyanın tabiatında şiddet ve gücün terbiye edilmesi insan bilgisine ve bu bilginin ulaştığı düzeye
bağlıdır. İnsan ne kadar aydınlanırsa kullandığı
şiddet oranı da o kadar azalır. Şiddet ne kadar vahşi
bir şekilde kullanılıyorsa cehaletin boyutu da o
düzeyde büyüktür. Dolayısı ile şiddeti azaltmak ve
toplumların
gündeminden
çıkarmak
için
bilinçlenmeye, demokratikleşmeye önem vermek
gerekmektedir. Ancak yüksek bilinçli bir birey ve
toplum olmak için de tarihin ve şiddetin değişik
aşamalarından geçmek zorunlu olmuştur. Ayrıca
İnsanı aydınlatan da bu zorlu tarih sürecidir. Çünkü
her süreçte ihtiyaçlar yanlışlar doğrular iyiler
kötüler kendini dayatır. Böylece insanlar acıyı çeke
çeke şiddetin en ağır felaketine maruz kalarak bir
öğrenci gibi hayattan dersler çıkarırlar.
Bazı öğrenciler koşulları gereği olayları daha
çabuk kavrar ve problemleri çözüp başarılı olurlar.
Bazıları da konuları çok geç kavrarlar. Bu nedenle
herkesin gerisinden süreci takip ederler. Şiddet
konusunda bizim coğrafyamız Ortadoğu bölgesi
daha büyük bir cehaleti ve hatta vahşeti büyük
acılarla kıvrana kıvrana yaşamaktadır. Bu şiddetin
yaşanmasında başsorumlu olan kendini kurnaz
sayan çıkar ve imtiyaz sahipleridirler. Kendini
açıkgöz kurnaz sayan bu unsurlar aslında en büyük
cahilerdir. Çünkü onlar halklara karşı şiddetin bütün
araçlarını harekete geçirirken, kendilerini de
tehlikeye ve ateşin ortasına atmış oluyorlar. Bu
konuda birçok örnek vardır. Yakın tarihte
Saddam’ların Kaddafi’lerin akıbetlerini gördük.
Halklarını cahil görenler bir gün aydınlanacaklarını
ve hesap soracaklarını bilmelidirler.
Suriye’deki şiddet ve akan kan kendini seçkin
sayan cahil zalimlerin bir marifetidir. Türkiye’de de
kendini üstün sayanlar az değildir. Uçak tank top ve
her türlü ağır şiddet araçlarını kullanarak dağları
taşları parçalamak, titretmek ve insanları katletmek
bazılarına zevk verebilir. Bu güç gösterisi şiddete
dayalı rejimin ömrünü de biraz uzatabilir. Fakat bu
şiddetin sonu hüsrandır. Şiddeti bir çıkar aracı
olarak kullananların akıbeti de insanlığın
vicdanında mahkum olmaktır. Bunun için şiddete ve
cehalete karşı mücadele vermek barış, özgürlük ve
demokrasi kültürünü geliştirmekten geçer.
Halkların değerlerine zarar vermek, manastırları
kapatmak, ana dilde eğitimi yasaklamak, birçok
halkı Süryaniler gibi ana yurtlarından koparmak
çözüm değildir. Sorunların çözümünde samimi
olanlar, şiddetten uzak dialogtan yana bir tavır
sergilerler. Beklentimiz şiddetsiz bir ortamda
samimi bir çözüm arayışının somut adımlara
dönüştürülmesidir.
‫܀܀܀܀‬
10
Sayı 6 Ağustos 2012
“Yaşananları Anlamaya Çalışıyoruz”
“İnternet” Tutuklaması
Şam’da Suriye Süryani Birlik Partisi MK
üyesi Hanna Shikri MURAD ve Parti üyesi
Ğattas AHO, tutuklandılar.
Çeşitli inceleme ve temaslarda bulunmak için Mardin'e gelen Hollanda Büyükelçisi,
Jan Paul DİRKSE, Merkezi Miidyat’ta bulunan Güneydoğu (Turabdin) Süryani
Kültür ve Dayanışma Derneği’ni ziyaret etti.
Hollanda Büyükelçisi, Avrupa Süryaniler Birliği (ESU) ve dernek yöneticileriyle
Süryaniler’in içinde bulunduğu durumu tartıştı.
Şam’da bulundukları eve baskın düzenleyen
rejim güçleri tarafından, Malikiye (Derik)’li
SSBP MK üyesi Hanna S. MURAD ve
yanında bulunan partili arkadaşı, Qamışli’li
Ğattas AHO hiçbir sebeb gösterilmeden
tutuklandılar.
Cuma günü (20.07.2012) Midyat’a gelen Büyükelçi J. P. DİRKSE ve Siyasi İşlerden
sorumlu 1. Sekreteri Peter van der BLOEMEN, dernek binasında Dernek Başkanı
Evgil TÜRKER ve ESU Türkiye Sorumlusu Tuma ÇELİK ile Süryanilerin durumu
üzerine güşme yaptılar.
Görüşmede, Hollanda Büyükelçiliği
ve ESU’nun katkı ve yardımlarıyla
Dernek tarafından daha önce
yürütülen projede ortaya çıkan sonuçlar
ve
Avrupa’dan
dönen
Süryaniler’in karşılaştıkları sorunlar
ele alındı.
Genel
anlamda
Ortadoğu’da
yaşayan Hristiyanların ve özellikle
de Süryaniler’in durumuyla yakından ilgilendiklerini söyleyen Büyükelçi; „Bölgede
yaşananları anlamaya çalışıyoruz“ dedi. Ardından da Ortadoğu’nun çok karmaşık bir
labirente benzediğini ve bu nedenle de burada yol alma konusunda zorlandıklarını
söyledi.
Yapılan görüşmede ayrıca Mor Gabriel topraklarına ilişkin davalar ve Süryaniler’in
Suriye’de karşılaştıkları olaylar ele alındı.
Daha sonra Hollanda heyeti ile Süryani temsilciler, Avrupa’dan geri dönen
Süryaniler’in yeniden inşa ettikleri köydeki Pizzacı’da birlikte yemek yediler. J. P.
DİRKSE ve berabeindekiler, yemekten sonra görüşmelerine devam etmek için
Mardin’e haraket ettiler.
‫܀܀܀܀‬
Tutuklanan kişilerin akıbetleri hakkında bilgi
almaya çalışanlar, Rejim güçlerinin, Hanna
Shikri MURAD ve Ğattas AHO’nun internet
üzerinden bilgi aktarımı yaptıklarından dolayı tutuklandıkların, söylediler.
Hanna Shikri MURAD
Suriye’de yaşayan yaklaşık 1,5 milyon
Süryani’nin geleceği için mücadele eden
Suriye Süryani Birlik Partisi, şu anda devam
eden iç savaşta rejimin karşısında yer almakta ve daha önce birçok üyesi, devlet güçleri
tarafından tutuklanıp hapse konuldu.
Suriye’deki Süryani partisi yöneticileri; tutuklanan yönetici ve üyelerinin, ileri sürülen
tutuklama sebeplerinin “gülünç” olduğunu,
sadece
tutuklu
oldukları
söylenen
arkadaşlarının akıbetleri hakkında yeterli
bilgiye ulaşamadıklarını ve bu yüzden de
hayatlarından endişe duyduklarını söylediler.
Ğattas AHO
‫܀܀܀܀‬
Süryani Temsilcilerinden CHP’ye Ziyaret
Midyat ve İstanbul’da yaşayan Süryaniler’den oluşan bir heyet CHP Genel Başkanı
Kemal KILIÇDAROĞLU’nu ziyaret ettiler.
kaldırılması için gereken çalışmanın yapılması
konusunda yardım talep edildi.
Süryani
Dernekler
Federasyonu
Başkanı
Evgil TÜRKER, MezoDer
Başkanı
Tuma
ÖZDEMİR, eski CHP
Mardin Milletvekili Adayı
Gebro TOKGÖZ, Süryani
iş adamı Markus ÜREK
ve
Mimar
Ferit
KAHRAMAN’dan oluşan
Süryani heyetinin ziyareti
esnasında CHP Genel Başkan Yard. ve Dışişleri Kom. Üyesi Adana Milletvekili
Faruk LOĞOĞLU da hazır bulundu.
Süryanilerin tarihi, şu andaki durumu ve geleceğe
ilişkin beklentileri konusunda kısa bir
bilgilendirme sunan Federasyon Başkanı Evgil
TÜRKER, ayrıca Süryanilerin Suriye’deki
durumları konusunda da bilgiler aktardı.
Yaklaşık 1 saat süren görüşme esnasında Süryani heyeti, Süryanilerin Türkiye’deki
sorunlarını, taleplerini ve yeni Anayasa’dan beklentilerini CHP Genel Başkanı’na
aktardılar. Ayrıca Lozan Antlaşmasındaki Azınlık tanımına girmelerine rağmen,
Süryanilerin yıllardan beri bu haklarının gasp edildiğini ve bu fiili durumun
Bunun yanında değişik Süryani kurumlarının
imzasını taşıyan ve içinde Süyanilerin taleplerini
içeren iki dosyayı da CHP Genel Başkanına
sundular.
CHP Genel Başkanı KILIÇDAROĞLU ile Başkan
Yardımcısı LOĞOĞLU, dile getirilen konular
hakkında gerekli çalışmaları yapma konusunda
ellerinden geleni yapacaklarını söylediler.
CHP Genel Başkanı’na sunulan dosyada, daha önce Anayasa Uzlaşma Komisyonu’na
sunulan yeni Anayasaya ilişkin talepler de bulunuyordu.
‫܀܀܀܀‬
Sayı 6 Ağustos 2012
Cumhurbaşkanı Azınlık Temsilcileriyle Görüştü
Cmhurbaşkanı Abdullah Gül, Cemaat
Vakıfları temsilcilerinden oluşan bir
heyeti kabul etti. Tarabya köşkünde
basına kapalı olarak gerçekleşen kabule,
Vakıflar Meclisinde Azınlık vakıflarını
temsil eden Laki VİNGAS ve Ermeni,
Süryani, Yahudi ve Rum vakıflarının
temsilcilerinden oluşan heyet katıldı.
Kabulün ardından gazetecilere VİNGAS
tarafından yapılan açıklamada; bu
kabulün, uzun zamandır beklenen
Vakıflar Kanunu'nu kabul edilmesi ve
Cumhurbaşkanı tarafından onaylanması
sonrasında
Abdullah
GÜL’e
teşekkürlerini arz etmek için ricaları
üzerine gerçekleştiği dile getirildi. Laki
VİNGAS, görüşmenin çok
sıcak bir ortamda geçtiğini
ve teşekkürlerinin yanında
yaşadıkları
bazı
rahatsızlıklarını
ve
taleplerini
de
Cumhurbaşkanı Abdullah
GÜL'e ilettiklerini söyledi.
Laki VİNGAS; ''Bu konudaki
memnuniyetimizi
ifade
ettik,
sağlanan
gelişmeleri
söyledik.
Cumhurbaşkanı Gül de bu konuda çok
mutlu olduğunu ve hepsini takip ettiğini
ifade etti. Gerçekten de hali hazırda
çözümlenmemiş bazı konulara hakimiyetini gösterdi kendileri. Konuya hakim,
hepsini takip ediyor. Bundan da ayrıca
mutluluk duyduk'' dedi.
Kabul esnasında birçok konunun
gündeme geldiğini söyleyen vakıf temsilcileri, herkesin kendi sorun ve
rahatsızlığını ortaya koyduğunu söyledi.
Gazetecilerin kabulde, Mor Gabriel
Manastırı hakkında verilen kararın
gündeme gelip gelmediği konusundaki
sorularına ise Laki VİNGAS, şu cevabı
v e r d i :
''Cumhurbaşkanı Gül,
Mor
Gabriel
Manastırı konusuna
çok hakim ve takip
ediyor.
Uzun
yıllardan beri takip
ettiklerini müşahede
ettik. Nüfuslarımız
çok az, bundan dolayı
biz
geleceğimizi
teminat altına almak
istiyoruz.
Önemli
olan tabii ki yalnız mal, mülkün iadesi
değil, ki bu çok önemli bir konudur,
bizim geçmişten gelen en doğal
hakkımızdır. Bazen cemaat mensuplarına
karşı oluşan fobi dediğimiz bazı
tespitlerimiz oluyor. Bunu aşmak için
bizlerin daha iyi anlaşılması, daha iyi
tanınması ve belki de bizlerle daha iyi
empati kurulması gereği oluşmaktadır.
Bu konuda cemaat mensuplarının da daha
öz güvenli hissettikleri hepinizin malumudur. Biz de Türkiye'nin geleceği için
ihtiyaçlar, endişeler neyse aynı şeyleri
paylaşıyoruz.''
11
Gen röntgenine devam:
"Mühendis zihniyeti"
Baskın ORAN
AKP’nin geçen hafta bahsettiğim iki gen kökeninin birincisinde (kasaba geni) çok önemli bir
husus daha var: Mühendis Zihniyeti. Tanımı: Halledilmesi gereken bir meseleyi en basit tarzda,
hedeflenen sonuca en kısa yoldan varacak biçimde, ama tarihsel ve toplumsal boyutu hiç
bilmeden/hesaba katmadan çözmeye girişen, bu yüzden de orta vadeyi yaralayan, uzun vadeyi telef
eden zihniyet. AKP’nin insanları, mühendis olsun veya olmasın, bu zihniyetle dolu. Kasaba böyle
üretiyor.
Bu zihniyetin inşaat vs. mühendisliği alanında teşhisi daha kolay. Mühendis’e diyorlar ki:
“Türkiye’nin elektrik ihtiyacı yılda yüzde 7-8 artıyor.” Mühendis, “Tamam efendim, anladım” diyor,
derhal çözüyor: Mesela HES’ler. Mesela yorulduğun yere baraj. Ama doğa tahrip ediliyormuş, ama
plansız yapılıyormuş, ama bir barajın ömrü 50-60 yılmış, oysa mesela Hasankeyf binlerce yılda
oluşmuş birinci derecede sit alanıymış, turizm açısından çok önemliymiş, çok daha ötesi, Kürtler bu
barajları Dersim’de olsun Hasankeyf’te olsun, kendi tarih ve kültürlerini sulara gömüp yok etmek
olarak algılıyorlarmış; bunlarla ilgilenmek mühendisin katiyen umuru değil. Gövdeyi doldurursun,
türbini takarsın, enterkonekte sisteme bağlarsın, tamam. Ayrıca, tam zararsız yöntemler örneğin
rüzgâr santralleri varmış, ama fakültede bize o sayfayı okutmadılar.
Mesela kuzeyde ve güneyde birer nükleer santral. Dünyanın teknoloji Mekkesi Japonya’da bile
patlayıp ülkeyi mahvetmiş. Çernobil’i patlatmış Ruslar inşa edecekmiş, mülkiyet de, elektrik
dağıtım ve satışı da onlara ait olacakmış, nükleer atıklar Türkiye’ye gömülecekmiş; Mühendis
Zihniyeti bunlarla ilgilenmez. Zaten partili mühendislik şirketi ve taşeronlara da iş yaratılacaktır.
Mesela, hesabı yapılmıştır, saatlerin sürekli olarak ileri alınması yılda şu kadar kilovat/saat
tasarruf yaptıracaktır. Ama, dış ticaretinin yarısından fazlasını yaptığın AB’de insanların mesaiye
başladığı saatte Türkiye’de öğle tatili olacakmış, millet yemeğe gidecekmiş, arkasından da öğle
namazına; Mühendis Zihniyeti bunu hesap etmez. Tabii, şunu da eklemek lazım ki en azından
sonmühendisler hesap etmez. Başmühendisler belki de etmiş ve ticaretin AB’yle değil Araplarla
yapılması için bunu bulmuştur; bilemezsiniz.
Salt teknik konulardan uzaklaştıkça, mühendis’in bu ilgisizliği artar. Mesela başmühendisler der
ki sonmühendislere: “Liderimiz, Başbakanlığı sona erince, parti tüzüğünü değiştirmektense,
Anayasayı değiştirip Başkan olacak”.
Bunun üzerine sonmühendisler derhal bilimsel bir çözümle gelirler: CHP zaten nafile olduğu için
onunla ilgilenmeye gerek yoktur, diğer muhafazakârların transferi yeterlidir. MHP için durum basittir: 12 Eylül öncesi katillerini serbest bırakmak. Hemen, bir sabaha karşı, meseleye vâkıf olmayanlar
için fark edilmesi imkânsız bir madde giriverir tasarıya, Bahçelievler Katliamından tut, emniyet
müdürünü öldürene kadar herkes salıverilir. Çıkan da, “Öldürdüğüme pişman değilim” dedikten
sonra ekler: “Başbakan’a minnettarım.” Çünkü, AKP milletvekili S. Özdağ’ın “Bahçelievler
tahliyesinde talimatı Başbakanımız verdi” diye açıklamakta bir beis görmediği gibi, bu maddenin
eklenmesi emrini bizzat Başmühendis vermiştir. Üstelik, dört işlemciler öyle iyi hesap kitap
yapmıştır ki, MHP lideri Bahçeli, altı kabak gibi oyulduğu halde gıkını çıkartamamaktadır, çünkü
çıkarttığı takdirde katil takımı çığlığı ayyuka çıkartıp altını bir de patlıcan gibi oyacaktır. aşağı sakal,
Uzun zamandır gündemde bulunan Mor yukarı bıyık; Allah kimseyi etmesin.
Gabriel Manastırının durumu dışında
Süryani vakıfları adına kabulde bulunan;
Fakat Vicdanlı Müslümanlar meselesi daha naziktir çünkü bu konu, dürüst gariban oylarıyla
Süryani Katolik Vakfı Başkanı Zeki iktidar olan AKP’nin şimdi değil ama orta vadede Aşil Topuğu’dur. Ama sonmühendisler onun da
BASATEMİR de, Mardin’de bulunan ve çaresini bulur: Müslümanların gözü hep İmam’da olduğu için genel başkanları ayartılır, olur. Ayrıca,
şu anda müze olarak kullanılan Süryani istikbali meçhul bir partide pineklemektense, iktidarda bulunan yine Müslüman bir partiye intisap
Katolik Patrikhanesinin de Süryanilere etmek beni beşerin tabiatına daha uygundur. En fazla, Bekâroğlu gibileri istifa eder.
geri
verilmesini
talep
ederken,
Tabii, zaten çok önemli bir kısmı tüzük gereği tekrar seçilemeyecek olan partili yetkililer bütün
İstanbul’daki Süryani Ortodoks Vakfı
Başkanı Sait SUSİN de Süryanilerin dil partisel ve İslam î disipline rağmen ne düşünüp duruyorlardır, fırsat zuhur edince ne diyeceklerdir,
eğitimi konusundaki taleplerini ilettikleri ekonomi biraz yokuş aşağı gitmeye başladığı zaman AKP’nin garibanları ne yapacaklardır, insanlar
böyle transferleri belleklerinde Ecevit zamanındaki Güneş Motel olayıyla birleştirip AKP’nin
bildirildi.
‫ ܀܀܀܀‬dürüstlüğünü sorgulayıverirler mi? Bunlar Mühendis Zihniyeti’nin derdi değildir. Çünkü ona göre,
ara sıra dağıtılıverecek bir-iki ulûfe ortalığı sakinleştirecektir.
Mesela, köprü beceriksizliği İstanbulluyu bezdirmiş midir, bir süre ücret almayıverirsiniz, unutulur. Hava sektöründe grevi yasakladınız diye sendikalar bozulduysa, patronların işçiyi asgariden
sigortaladığını hatırlarsınız, ayrıca Hazine’nin geliri de artmış olur. Bu Hazine, Mor Gabriel’in 1600
yıllık topraklarını mı ele geçirmiştir, Ruhban Okulu’na izin çıkarırsınız, hallolur, hatta daha nice
Mühendislik harikaları için avans bile yaratılmış olur.
Dikkat ettiyseniz, en basit, en mühendissel şeylerden örnek getirdim. Bunların içine büyük
rezaletleri almadım: Ne Uludere , ne kürtaj, ne Diyanet’in Alevi fetvaları, ne eskiden gettoya tıkılmış
Müslümanların artık laikleri gettolara tıkması (One Love olayı), ne Anayasa’ya basın sansürü
maddesi, ne suyu çıkmış jet düşmesi olayı…
Çünkü onlar da, sanayi çarşısı tabiriyle, keyfe kederdir. Bu kısa vadeli, oportünist, nereye gittiğini
görmek istemeyen, dağıttığı ulûfelerin insanları gevşettiğini sanan, böylece onları aptal yerine
koyan, hırslı bir başbakanın kuyruğunda çarpılan, Türkiye’yi de çarptıran Mühendis Zihniyeti’nin
Kürtlere bağımsız olmaktan başka seçenek bırakmaması, böylece onları da Türkiye’yi de mahva
götürmesi durumu düşünüldüğünde, bütün bunlar tamamen keyfe kederdir efendim, tamamen keyfe
keder…
‫܀܀܀܀‬
12
Sayı 6 Ağustos 2012
Sayı 6 Ağustos 2012
‫܀܀܀܀‬
13
‫‪S. 12‬‬
‫‪S. 13‬‬
‫܀܀܀܀‬
Download