Layout 1 (Page 1)

advertisement
ZİFİRİ KARANLIKTA SÜRYANİCE
YIL 2 SAYI 13 MART 2013
Bir de bunları dinleyin
27 Şubat’ta Avrupa Birliği Türkiye Delegasyonu Siyasi İşler Bölüm Başkanı Michael MİLLER, AB Türkiye Delegasyonu Siyasi Danışmanı Sema KILIÇER ile birlikte Türkiye’deki
azınlık basın temsilcileri ile görüştü.
İnsan Hakları, azınlık sorunları, çözüm
önerilerini ve yaşanan gelişmelerin konuşul-
Qadmoyutho
ÇÖZÜLMENİN VE ÇÖZÜMÜN
KURBANI SÜRYANİLER
İnsanlık tarihi boyunca toplumsal yapıların çözülmesi sürecinde bazı kesimler kurban olmuştur.
Ayrıca ortaya çıkan siyasal ve diğer temel sorunların çözümüne gidildiğinde de kurbanlar verilmiştir.
Verilen kurbanlar bazen uygarlıklar yaratan halklar
olmuş, bazen de ömürlerini halkların davasına adayan siyasetçiler veya aydınlar olmuştur.
Devamı Say. 4
Anadil erinde bağırdılar
Türkiye'de 18, Dünya genelinde ise 2 bin 473
dilin kaybolma tehlikesiyle karşı karşıya kaldığı
bir dönemde Taksim meydanında bir araya
gelen farklı halklardan insanlar, Dünya Anadil
gününde beraber yürüdüler.
duğu görüşmeye AGOS’tan Pakrat ESTUKYAN, APOYEVMATİNİ’den Mihail VASİLİADİS, HYETERT’ten Murat BEBİROĞLU,
Beyoğlu-İstiklal Caddesi boyunca, "AnadilİHO’dan Andrea ROMBOPULOS, JAMA- lere özgürlük istiyoruz" yazılı pankartın
NAK’tan Ara KOÇUNYAN, MARMARA’dan
arkasından yürüyen ve değişik dillerde slogan
Rober HADDELER, SABRO’dan Tuma ÇEatan yürüyüşçüler, Galatasaray Lisesi önünde
LİK ve ŞALOM’dan Ivo MOLİNES katıldı.
S. 4 konuşmalar yaptılar.
S. 5
“Kadın ne kadar örgütlenirse o kadar güçlenir”
Demokratik bir toplumu geliştirme perspektifiyle hareket eden HNB SüryaniAsuri-Arami-Keldani kadınını yaşamın her alanında güçlü bir şekilde temsil
etmeyi ve geliştirmeyi hedeflemektedir.
“Biliyorsunuz, dili, kültürü ve birçok değeri yaşatan
nesilden nesile aktaran kadınlardır. Dolayısıyla
kadınlarımız, halkımızın yaşadığı zor koşullarda
asimile olup yok olmasını engelemişlerdir...
Günümüzde Diasporada ve ülkede kalan kadınlar
genel gelişmelerin etkisiyle önemli oranda
aydınlanarak birçok konuda söz sahibi olmaya
başladılar. Siyasal, toplumsal kurumlarda yer alarak
yönetici özelliklerini ve güçlerini büyük bir
fedekarlıkla ortaya koydular...
Artık kadınlarımız halkımızın ulusal birliğine
büyük bir hizmet vermekte ve ülkeye sahip
çıkmaktadırlar”
S. 2
Dolayısıyla verilen mücadeleler kaybeden ve kazanan insanların prensiplerine göre yol almıştır.
Tarihsel süreç içerisinde insanda ortaya çıkan egemenlik ve bencillik hırsı düşünce kapasitesini ve
vicdan adaletini sınırlandırmış ve böylece büyük
trajediler defalarca tekrarlanmıştır.
Osmanlı imparatorluğu çözülmeye başlarken birçok
halkı kendine hedef seçerek onlara yöneldi. Süryani,
Ermeni, Rum halklarına ve diğer dinsel kültürel topluluklara karşı soykırımlar gerçekleştirdi.
21 Şubat Dünya Anadili Günü’nde, Süryani halkı ve
Süryanice dili hakkında bilgi verilen bir gece düzenlendi.
İstanbul Beyoğlu’ndaki Karanlık İşler mekânında
düzenlenen gecede Süryanice ilahi ve ezgiler eşliğinde
misafirlere Süryani Mahlep şarabı ve çöreği ikram
edildi.
Ünlü müzisyen Bedri AYSELİ’nin de katıldığı gecenin
sonunda herkese, Süryanice Alfabe’nin yer aldığı
levhalar dağıtıldı.
S. 10
KÖPRÜ
SÜRYANİ FUTBOL OKULU
MEZOPOTAMYA’NIN GERÇEKLİĞİ . .
Kullanılan kavramları tanıyalım
SALAM TAKTİĞİ OLİTİKA
Tuma ÇELİK
Mihayel RABO
Suphi AKSOY
Baskın ORAN
Okuyuculardan
Sayfa 3
Sayfa 7
Sayfa 9
Sayfa 11
Sayfa 13
2
Sayı 13 Mart 2013
Söyleşi
Gabriel AYDIN
“Kadın ne kadar örgütlenirse o kadar güçlenir”
Demokratik bir toplumu geliştirme perspektifiyle hareket eden HNB Süryani-Asuri-Arami-Keldani kadınını yaşamın her alanında güçlü bir
şekilde temsil etmeyi ve geliştirmeyi hedeflemektedir.
8 Mart 1857’de Amerika’da onbinlerce işçi daha iyi
çalışma koşulları için greve başladı. Grevdeki işçilere
yapılan saldırılar ve bu saldırı sonucunda çıkan
yangında çoğu kadın 129 insan katledildi. Daha sonra
katledilen bu insanların cenaze törenlerine ise binlerce
insan katıldı ve o günden sonra 8 Mart mücadele ve
direnişin sembolü oldu.
değeri yaşatan nesilden nesile aktaran kadınlardır.
Dolayısıyla kadınlarımız, halkımızın yaşadığı zor
koşullarda asimile olup yok olmasını engelemişlerdir.
Bugün bu durumu daha da ileriye götürerek, mücadele
etme ve değerlere sahip çıkma bilinci gelişmiştir. Artık
kadınlarımız halkımızın ulusal birliğine büyük bir
hizmet vermekte ve ülkeye sahip çıkmaktadırlar.
1910 yılında Danimarka’da toplanan 2. Enternasyonale
bağlı, Uluslararası Sosyalist Kadınlar Konferansı’nda
Almanya Sosyal Demokrat Partisi önderlerinden Clara
ZETKİN’in önerisiyle bu tarih, yani 8 Mart, “Dünya
Kadınlar Günü” olarak edildi.
Tabi bu durum yani bu şekildeki kadınlarımız fazla
olduğunu söyleyemeyiz. İşte bunu geliştirmeyi ve
çoğaltmayı HNB’nin görevi olarak görüyoruz.
Daha sonra, 16 Aralık 1977 tarihinde
ise Birleşmiş Milletler, 8 Mart'ı "Dünya
Kadınlar Günü" olarak anılması ve
kutlanmasını kabul etti.
Sabro olarak bizler de bu sayımızdaki
söyleşi bölümünü, Süryanilerin tek kadın
örgütü olan HNB (Bethnahrin Kadınlar
Birliği) ile yapmayı uygun gördük.
Merhaba. Bizi önce kendinizi
tanıtırımsınız. Kısaca kimsiniz?
Her şeyden önce, Dünya kadın
mücadelesi açısından önemli bir
kazanım olan 8 Mart Dünya Kadınlar
Gününün kutlandığı bir dönemde
yaptığınız bu söyleşi için teşekkür
ederim. Adım Neriman ÖZGÜN.
Süryanice; Huyodo d’Neşe d’Bethnahrin
(HNB) olan Bethnahrin Kadınlar Birliği’nin genel
başkanıyım. Yaklaşık 10 yıldır bu görevi yürütüyorum.
Süryani Kadınının durumu nedir?
Genel olarak halkımıza karşı yürütülen imha ve inkâr
politikaları sonucu kimliği ve örgütlenmesi yasaklanmış
Süryani kadını ise buna ek olarak eğitimsiz bırakılıp
toplumdan dışlanmaya çalışılmıştır. Ağırlaşan ekonomik
ve toplumsal baskılar ve bölgedeki savaşlar nedeniyle
halkımız yoğun bir göçün içine girdi. Bu arada Süryani
kadını, yoğunlaşan baskıdan kurtulmayı göç etmekte
görmeye başladı. Çünkü sonuçta yaşanan bütün saldırılar
kadını etkiliyor ve hatta sokağa çıkışını engelliyordu.
Günümüzde Diasporada ve ülkede kalan kadınlar
genel gelişmelerin etkisiyle önemli oranda aydınlanarak
birçok konuda söz sahibi olmaya başladılar. Siyasal, toplumsal kurumlarda yer alarak yönetici özelliklerini ve
güçlerini büyük bir fedekarlıkla ortaya koydular. Bugün
halkımız arasında eğitim görmüş yüz binlerce kadın
bulunmaktadır. Biliyorsunuz, dili, kültürü ve birçok
AYLIK
SABRO (UMUT)
BAĞIMSIZ SIYASI GAZETE
Sahibi ve Genel Yayın Yönetmeni:
Tuma ÇELİK
Süryanice Sorumlusu:
Yuhanun VERGİLİ
Yönetim Yeri:
Akçakaya Mah. Cumhuriyet Cad.
No 40 Midyat-Mardin
Basıldığı Yer:
Anadolu Ofset, Davutpaşa Cad.
Kazım Dinçol San. Sit. No: 81/87
Topkapı – İstanbul
Basım Tarihi:
Mart 2013
HNB ne için ve ne zaman kuruldu?
Bethnahrin Kadınlar Birliği (HNB) Süryani
kadınlarının ulusal, kültürel, tarihsel sorunlarına çözüm
getirmek amacıyla kurulan bir örgüt. Bu örgüt
halkımızın bütün kadınlarını isim, mezhep, bölge
ayırımını yapmadan kucaklamaktadır. Ayrıca uluslararası
düzeyde Süryani kadınlarının siyasal, toplumsal bir çatı
örgütü olarak faaliyet yürütmektedir. Bethnahrin
Kadınlar Birliği (HNB) yeni bölgesel ve uluslararası
koşullara göre çağdaş, demokratik, özgürlükçü ve barışı
esas alan bir programla geleceğe adım atmaktadır.
Demokratik bir toplumu geliştirme perspektifiyle
hareket eden HNB Süryani-Asuri-Arami-Keldani
kadınını yaşamın her alanında güçlü bir şekilde temsil
etmeyi ve geliştirmeyi hedeflemektedir. HNB ülkemizin
tahribatına, halkımıza karşı yapılan soykırıma, baskıcı
imha ve inkâr politikalarına karşı da demokratik bir
mücadeleyi esas almaktadır. Cinsler ve halklar
arasındaki dayanışmayı, bireyin özgürlüğünü ve laik bir
sistemi savunmaktadır.
İlişki Adresleri:
Midyat:
e-Mail: gazetesabro@hotmail.com
Tel: +90 506 674 53 00
Mardin:
Gabi YERLİ
Tel: +90 482 212 79 79
Tel: +90 533 643 76 49
İstanbul:
Edip ARSLAN
Tel: +90 530 787 28 21
Kawme DİK
Tel: +90 541 827 66 82
İsviçre:
Habib RIMMO
Tel: +41 32 623 92 07
Amerika:
Nuran TAŞÇI
+1 201 621 11 33
HNB, 28.02.2001 tarihinde yapılan kadın
konferansıyla kuruldu. HNB bugüne kadar kadına özgü
çalışmaları ve planlamalarıyla toplum içinde bilincin
gelişmesine kaynaklık etmiştir. Asuri-Süryani-Keldani
kadının sorunlarını görmesini ve ulusal mücadele
etrafından aile, birey ve topluma hizmet amacıyla
aktifleşmeyi sağlamıştır. Bu anlamda halkımızın tarihinde kurulan ilk siyasal ve toplumsal kadın birliğidir.
Neden ayrı ve özgün bir örgütlenme? Süryani
kadınları, diğer kurumlar içerisinde kendilerini ifade
edemiyorlar mı?
Kadın sorunu bütün insanlığın ve toplumsal kesimlerin bir kaç bin yıl önce
başlayan ve ağırlaşarak devam eden
temel bir sorundur. Dolayısıyla bize göre
bu sorunun çözülmesi için özgün bir
örgütlemeye ihtiyaç vardır. Çünkü kadın
sorununu kökten alabilme ve çözümüne
gidilebilmesi için kendi cins sorunlarinı
kendisi tartışıp ve kendi özgun
örgütlemesini güçlendırerek pratikte
aşması gerekiyor. Kişilik özellikleri
parçalanan ve dağıtılan kadın; insan
olmanın
özüne
inerek
kendini
özgürleştirip
kazanmalıdır
diye
düşünüyoruz. Bu anlamda kadın ne
kadar örgütlü olursa, o derece
güçlendirilebilinir diye düşünüyoruz. Bu
durum kadının başka kurumlar içerisinde
örgütlenmemesi anlamına gelmiyor.
Ancak başka kurumlar içerisinde kadın
sorununa eğilmek ve yoğunlaşmak mümkün olmuyor.
Dolayısıyla kadın hep ikinci planda kalıyor. Işte bu yüzden ortak örgütlenme içinde çalışma yapılır ama özgün
örgütlenme ve karar süreçlerine de ihtiyaç vardır.
Ama görünen; Süryani Kadınının baskı görmediği
ve toplum içerisinde eşit ve sözü dinlenen bir figür
olduğudur. Oysa siz, bunun böyle olmadığını ve
ezildiğini söylüyorsunuz?
Neyi kıstas alarak böyle bir sonuca vardığınızı
bilmiyorum ama böylesi bir durum doğru değil. Her
şeyden önce bir kadının toplumda özgür ve güçlü
olduğunu görebilmemeiz için, o topluda kadının konumunu, karar süreçlerindeki yeri ve toplumu
şekillendirebilme gücünü bilmemiz gerekiyor. Bu
çerçeveden baktığımızda da Süryani Kadınının sahip
olduğu konumun hiç de söylendiği gibi açıkça ortaya
çıkmaktadır. Kaldı ki Süryani toplumunun kadın-erkek
ayırımı yapılmaksızın sahip olduğu sosyal, siyasal ve
örgütsel sorunları çok büyüktür.
Devamı gelecek sayıda
Genel Kurallar:
Abone ve Reklam Fiatları:
Banka Bilgileri:
Gazetede yayınlanan yazılardan,
altında imzası olan yazarlar
sorumludur.
Fiatı: 3,50 TL, 2,00 € (Yurtdışı)
Ziraat Bankası,
İstanbul/Beyazıt Şubesi
Hesap Sahibi: Tuma ÇELİK
Hesap No: 59447239-5001
IBAN: TR09 0001 0006 0659 4472 3950 01
SWİFT: TCZBTR2A
Gazetenin imzasıyla yayınlanan
yazılardan ise Genel yayın yönetmeni sorumludur.
Kaynak göstermek kaydıyla,
gazetede yayınlanan yazılar
başkaları tarafından kullanılabilir.
Gazeteye gönderilen yazılar,
kullanılsın veya kullanılmasın,
gazetenin malı sayılır ve başka bir
dönemde kullanılabilir.
Abone:
1 Yıl;
35,00 TL, 25,00 € (Yurtdışı)
6 Ay;
20,00 TL, 15,00 € (Yurtdışı)
3 Ay;
10,00 TL, 10,00 € (Yurtdışı)
Reklam Fiatları:
1/2 Sayfa 350,- TL
1/4 Sayfa 250,- TL
1/8 Sayfa 150,- TL
1/16 Sayfa 100,- TL
Gazetemiz; Herkesin bireysel haklarına saygı
gösterme konusunda ilke kararına sahiptir.
Abone olmak isteyen
okuyucularımızın, abonelik ücretlerini
banka hesap numaramıza
yatırmalarını ve adreslerini elektronik
veya normal posta yoluyla tarafımıza
ulaştırmaları sonrasında gazeteyi
ellerine ulaştıracağız.
Sayı 13 Mart 2013
Süryaniler’den
AB Bakanı’na tepki
Türkiye’nin Avrupa Birliği Bakanı ve Baş
müzakerecisi Egemen BAĞIŞ’ın İsveç
gezisi sırasında, 16 Ocak 2013 tarihinde
Stockholm’de,
İsveç’teki
Süryani
temsilcileri ile yaptığı toplantı esnasında
yaptığı konuşma Süryanileri “çileden”
çıkardı.
Türkiye’nin İsveç’teki Büyükelçilik
binasında,
Büyükelçi
Zergün
KORUTÜRK´ün de hazır bulunduğu
görüşmede kullanılan cümleler nedeniyle
bir bildiri yayınlayan Avrupa’daki
Süryaniler, AB Bakanı Egemen BAĞIŞ’ı
siyasi ahlaktan mahrum kin ve nefret
kokan ifadelerinden dolayı kınıyor ve
bakanlıktan azledilmesini istiyorlar.
2012 yılında BBC´de katıldığı bir programda cezaevindeki gazetecileri “teca-
vüzcü”, “soyguncu” ve “katil” olmakla
suçlayan Bakan Egemen BAĞIŞ’ın,
“artık üstü örtülemez bir şekilde dengesiz
bir ruh haline sahip olduğu ve Baş müzakereci gibi önemli bir vazifenin
vasıflarından mahrum olduğu alenen
görülmektedir”
denilen
bildiride,
Cumhurbaşkanı
Abdullah
GÜL’ün
önümüzdeki günlerde İsveç’e yapacağı
ziyaretten de böylesi bir ortamda herhangi
bir
beklentileri
olmadığının
altı
çizilmektedir.
Bildiride ayrıca, ziyaret tarihinin, İsveç
Parlamentosu’nun Süryani Soykırımı
(Seyfo)’nın kabul edildiği 11 Mart 2010
tarihinin yıldönümüne denk getirilmesini
“manidar” olduğu belirtilmekte ve; “Bu
ziyaretin, İsveç ve Avrupa´da yaşayan
Süryani/Asurilere bir “zeytin dalı” niteliği
taşıması olasılığı yoktur” denilmektedir.
Avrupa’da
yaşayan
Süryaniler’in
yayınladığı bildirinin sonunda, Hükümet
ve
Başbakan
Recep
Tayyip
ERDOĞAN’dan bir taleple son buluyor;
“T.C. Hükümeti ve bu hükümetin
Başbakanı Erdoğan, bir ’iyiniyet’ gösterisi
yapmak niyetindeyseler, söz konusu
Bakanı, dengesiz davranışları ve ahlakdışı
konuşma üslubundan dolayı acilen vazifesinden azletmeleri gerekmektedir.”
‫܀܀܀܀‬
3
KÖPRÜ
Tuma ÇELİK
Geçtiğimiz günlerde, Uluslararası Ortadoğu Barış Araştırmaları
Merkezi’nden bir arkadaş (Ümre PİŞGİN) benimle bir röportaj yaptı.
Merkezdekiler, o röportajda kullandığım bir cümleyi çok beğendiklerini söyleyip en başa koydular. Söyleşinin genel akışı içerisinde kullandığım ve kullanırken dikkatimi pek fazla çekmeyen bu cümleyi, ben de ancak internet
sayfasında (http://www.impr.org.tr/tuma-celik), röportajın başında gördüğümde ne büyük anlamlar ifade ettiğini yeni yeni anladım.
Gerçekten de söyleşi içerisinde kullandığım bu cümle; “Süryaniler; kültürel
olarak Araplara, dinsel anlamda Alevilere, coğrafik anlamda da Kürtlere
daha yakın görürler kendilerini” günümüzde Süryanilerin coğrafik, tarihsel,
kültürel ve siyasal konumlarını net olarak ortaya koyduğu gibi, bir anlamda
bu coğrafya içerisinde sahip oldukları önemi de ortaya koyuyor. Aslında
yaşadığımız bu coğrafyanın tarihini az da olsa bilen herkes, Süryanilerin bu
durumunu rahatlıkla bilir. Çünkü Süryaniler, tarih içerisinde Ortadoğu’da
yaşanan muazzam dönüşümlerde sürekli yer aldılar ve önemli roller üstlendiler.
insanlık yerleşik hayata geçip “site devletleri”ni kurduktan sonra, bu “site
devletleri” birleştirip “merkezi devlet” oluşturanlar Süryaniler’in ataları
Akad’lardı. Ürettikleri ürünleri, yaşadıkları bölgelerin dışına götüren ve oradan da, kendi ülkelerinde bulunmayan ürünleri satın alıp getirenler de ilk
olarak yine Süryanilerin ataları olan Asur ve Arami tücarlardı. Binlerce yıl
önce uzay bilimleri dahil birçok bilim alanında yine ilk araştırma ve çalışmaları yapan Keldaniler de Süryanilerin atalarıydı. Kültür, sanat, dil ve
mimari alanda ortaya çıkan birçok eserde de yine Süryanilerin emeği ve
çabası var.
Mezopotamya ve bir bütün olarak Ortadoğu, yabancı egemenlerin istilasına
uğrayıp, işgal edildikten sonra da Süryaniler insanlığa hizmet etmeye devam
ettiler. Siyasal, askeri ve idari güçleri ellerinden alınan Süryaniler, bu işgal
dönemlerinde Hıristiyanlığın yayılmasında, Arap kültürünün oluşmasında,
bilim ve felsefenin gelişmesinde yine başat rol oynadılar.
Bütün bunlardan daha da önemlisi Süryaniler, halkların kavşak noktası olan
Mezopotamya’da halklar ve kültürler arasında köprü oldular. Doğunun batıya, batının doğuya taşınmasında önemli roller üstlenerek ortak bir dünya
medeniyetinin oluşmasına çok büyük katkı sundular.
Evet, Süryaniler bugün Ortadoğu'nun tam orta yerinde; kimisi yerli, kimisi
başka yerden gelen 4 ayrı (Arap, Kürt, Pers ve Türk) halkın buluşma noktasında bulunuyorlar. Sadece bulunmakla da kalmıyor, bu 4 ayrı halkın, tarih
içerisinde, birbirleriyle ve dış dünya ile ilişkilerinde önemli roller oynayan
bir halktır Süryaniler.
Ama maalesef Süryaniler, sahip oldukları bu özellikler ve harcadıkları bunca
emeğe rağmen bugüne kadar sürekli olarak, beraber yaşadığı bu halkların
her türlü baskı, katliam ve imha politikalarına maruz kaldı. her dönemde
bütün bu halklardan bir şekilde zarar gördü. Maalesef daha da görmeye
devam ediyor.
İşin daha da ilginci; günümüzde kuş, böcek ve ot türlerinin bile korunduğu,
korunmaya çalışıldığı bir dünyada hiç kimseden, hiçbir destek almadan
bütün bu olumsuz uygulama ve baskılara rağmen Süryaniler hala ayakta
duruyorlar. Katledilmiş, soykırımdan geçirilmiş, parçalanmış, ülkelerinden
kovulmuş ve her yerde inkar ediliyor olsalar da, varolmaya devam etmek
için mücadele ediyorlar.
Bazen düşünüyorum da, acaba diyorum; “yaşanan bunca olumsuzluğa rağmen, Süryaniler’in hala var olması ve günümüzün “vahşi” yaşam koşullarında yaşamak için mücadeleye devam etmeleri sahip oldukları bu tarihsel özellikler değilmidir?”
Tarih boyunca sürekli olarak halklar ve kültürler arasında önemli roller üstlenen bu “köprü”nün yıkılmasına izin verelim mi?
Süryanilerin, sahip oldukları bu “köprü” konumu ortadan kalkarsa, halklar
arasındaki bu “köprü” yıkılırsa kimler ne zarar görür acaba?
Ne dersiniz; bütün bunların bir anlamı, bu soruların bir cevabı var mı?
tuma.celik@esu.cc
4
Sayı 13 Mart 2013
Qadmoyutho
Yukarıda adı geçen halklar birinci dünya savaşı sürecinde yenilgiye uğrayan Osmanlı İmparatorluğu’nun
içine girdiği çözülmenin kurbanı oldular.
Daha sonra 1923’te gerçekleştirilen Lozan barış
antlaşmasında da özellikle Süryaniler çözümün dışında tutuldular. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu yeni
bir çözüm ve çağdaş bir siyasi oluşum olmasına rağmen, yeni doğuşu kurbansız yapamamıştır.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş ideolojisi, bütün
halkların varlığını kendi varlığına armağan etmeyi
öngörmüş ve Türk ulusçuluğunun egemenliğini mutlak sayarak yüceltmiştir. Dolayısıyla Türkiye
Cumhuriyeti’nin kuruluşuyla yeni sorunların temelleri
atılmıştır.
Tek ulus egemenliği bir çözüm olabileceğine inananlar daha sonra gerçekleşen isyanlarla ne kadar yanıldıkları zamanla ortaya çıkmıştır. Bu yüzden de
Türkiye’nin başına geçirilen tek tip ve dar elbise
zamanla yırtılmış ve halkların mücadelesi karşısında
çözümsüz kalmıştır.
Meydana gelen gelişmelerle birlikte, Türkiye halkları
ve insanları, değişimi ve gerçekleri sınırlı da olsa görmeye başladılar. Mevcut gidişattan rahatsız olanların
sayısı çoğaldıkça, çözüm olgusu kaçınılmaz bir siyasi
proje olarak gündeme gelmiştir. Hatta bazı kesimler
akan kanın yarattığı ekonomik kayıplardan rahatsız
olduklarını bile dile getirmektedirler. Ancak geçmişte
Türk ulusçuluğunun egemenliğini çözüm olarak görüp
diğer halkları inkâr edenler, günümüzde de Türk, Kürt
birliğinin üzerinde durmaktadırlar.
Bize göre ortaya çıkan tarihsel sorunlar tek değildir.
Ayrıca Türkiye toplumu birçok halktan oluşmaktadır.
Dolayısıyla sorunların birçok tarafı ve çözümün farklı
ortakları vardır. Bu nedenle kamuoyunun gündeminde
yer alan mevcut çözüm sürecinde, eski politikaların
tekrarlanmaması büyük bir önem taşımaktadır.
Unutulmamalıdır ki Türkiye’de farklı onlarca topluluk
yaşamaktadır. Süryani halkı da bunlardan birisi olduğu gibi, ortaya çıkan temel sorunların da bir parçasıdır.
Kardeşlik, çözüm, barış, demokrasi ve samimi yaklaşım her kesimi kapsamalıdır. Aksi takdirde sözü edilen
yeni çözüm, aslında yeni sorunların başlangıcı olacak
ve yine kurbanlar verilecektir. Oysa kurbansız, imtiyazsız ve adaletli bir çözüme ihtiyaç vardır.
Bu hassas süreçte yeni bir tarihi yazmaya yönelik
adımlar atılmaktadır. Bunun için ne kadar azaltılmış
olsa da hiçbir halk ve hiçbir tarafın unutulmaması
olumlu bir zemine hizmet edecektir. Bundan dolayı
herkese, özellikle gücü ellerinde bulunduranlara
önemli görev ve sorumluluklar düşmektedir. Süryani
halkı ise gerçekçi bir çözüm ortaya çıktığında, sürece
katkısını daha yapıcı bir şekilde ortaya koyacaktır.
‫܀܀܀܀‬
Bir de bunları dinleyin
“Kim kimi hoşgörüyor, neden hoşgörülmek zorunda kalıyoruz. Demek ki ortada
bir eşitsizlik durumu var ve bu durum yıllardan beri devam ediyor”
Yaklaşık 2 saat süren görüşme esnasında Türkiye’deki
azınlık gazete genel yayın yönetmenleri ve temsilcileri, hem
basın alanında hem de ait oldukları halkların karşılaştıkları
sorunlar ve yaşadıkları sıkıntıları anlatmaya çalıştılar.
İlk konuşmayı yapan AGOS yazarı Pakrat ESTUKYAN,
bazı zihniyetler için sadece “azınlık var” demek bile
rahatsız-lık verici olduğunu söyledikten sonra; “biz doğal
şüpheli sıfa-tındayız. Genelde cahil insanlara mal ediliyor bu
yaklaşım ama yaklaşık yüz elli yıldır böyle” dedi.
Türkiye’nin ve orta-lama Türk insanının hassasiyetleri
olduğunu ve azınlıklar olarak bu hassasiyetlere dikkat ettiklerini be-lirten ESTUKYAN; “ama ödediği-miz bedellere
rağmen sürekli olarak bizler hedef durumundayız” dedi ve
Hrant DİNK’in katledilmesini, geçen sene “Hocalı
Katliamı” için yapılan yürüyüşte atılan slogan ve taşınan
dövizleri örnek gösterdi.
Geçtiğimiz günlerde Ermenilere yönelik arka arkaya
yapılan saldırıların hatırlatılması üzerine de ESTUKYAN;
“Ermeniler aslında muhafazakar bir toplumdur. Dolayısıyla
birçok noktada öne çıkmaz. Samatya’daki saldırılar
esnasında da benzer reaksiyon
gösterdiler ve olayları bireysel
olarak değerlendirdiler. Zaten devlet
de bu anlamda görülmesi için çaba
sarf ediyor. Ama biz bunun böyle
olmadığını düşünüyoruz” dedi.
“Hoşgörü” söyleminin olduğu bir
ortamda mutlaka bir “sorun” olduğunu söyleyen Gazetemiz
Gen. Yay. Yön. Tuma ÇELİK ise; “kim kimi hoşgörüyor,
neden hoşgörülmek zorunda kalıyoruz. Demek ki ortada bir
eşitsizlik durumu var ve bu durum yıllardan beri devam
ediyor. Dile getirilen değişim ise sözde kalıyor. Maalesef
günümüzde resmi oluşturan büyük parçalar görünüyor. Ama
küçük parçaları kimse görmek istemiyor. Türkiye’de
yaşayan birçok farklılık var ve bunlar görülmüyor, sorunları
dikkate alınmıyor” dedi.
Tuma ÇELİK ayrıca AB Bakanı, Egemen BAĞIŞ’ın
İsveç temaslarını örnek vererek, Türkiye’de yaşayan
azınlıkların sü-rekli olarak yabancı görüldüklerini ve
azınlıklar olarak bundan rahatsızlık duyduklarını dile getirdi
ve; “biz aslında Türki-ye’nin AB’ne girmesini istiyoruz.
Ama sorunlarımızın AB ile ilişkilendirilmesini içimize
sindiremiyoruz. Biz sorunları-mızın çözüm yeri olarak
Ankara’yı görmek istiyoruz” dedi.
Geçtiğimiz günlerde Cumhurbaşkanı’nın Süryaniler ile
yaptığı görüşme ve Yeni kilise inşa etme izninin
verilmesinin hatırlatılması üzerine Tuma ÇELİK; “Mor
Gabril Manastırı davalarının sürdüğü bir dönemde, Latin
Katolikler ile sorun yaşanan bir arazinin, Süryani kilisesi
için tahsis edilmesinin yorumunu size bırakıyorum.
Görüşmelerde ise ciddi bir yaklaşım olduğunu
düşünmüyorum çünkü görüşmeye katılan insanlar,
Süryanilerin sorunu olmadığını savunan çok dar bir kesimini
temsil ediyor” dedi. Yaşanan sorunların yerel mi yoksa
Hükümet’ten mi kaynaklandığı sorusuna ise ÇELİK; “yerel
düzeyde sorunlarımız elbette var ama esas sorunlar Merkezi
düzeydedir. Çünkü Süryanilerin Türkiye’de bir tanımı hala
yok” cevabını verdi.
Günümüzde yüzlerce gazetecinin hapislerde yattığı bir
dönemde ifade özgürlüğünden bahsedilemeyeceğinin altını
çizen ŞALOM Gazetesi Gen. Yay. Yön. Ivo MOLİNES ise;
“devletin hoşuna gitmeyen en ufak bir haberi yayınladığımızda bizi hemen İsrail uşağı olarak görüyorlar. Hükümetin
toplumumuz ile sıcak ilişkileri var ama hala nefret söylemi
konusunda en ufak bir adım atılmıyor ve bu yüzden de her
gün, Ermeni, Rum ve Süryani karşıtlığı ile Antisemit
söylem-lerle karşılaşıyoruz. Sokaktaki en basit insandan en
ciddi ga-zetelere kadar her ortamda bununla karşılaşıyoruz.
Çok ilginçtir ama savcılar bugüne kadar bu söylemlere karşı
her-hangi bir müdahalede bulunmadılar” dedi ve yapılacak
yeni anayasada bu durumun dikkate alınması gerektiğini
ortaya koydu.
Başta Hahambaşı olmak üzere dini liderlerin hep;
“sorunumuz yok” demelerinin hatırlatılması üzerine de
bütün gazete temsilcileri ortak bir şekilde; dini liderlerin
hükümetle kötü olmak istemedikleri için böyle
davrandıklarını söylediler.
MARMARA Gazetesi Gen. Yay. Yön. Rober HADDELER ise, bütün temsilcilerin dile
getirdiği sorunları yaşadıklarını ve
kendilerinin de birçok konuda var
olan hassasiyetlere dikkat ettiklerini
söyledi.
Daha sonra söz alan Rum
Gazetesi APOYEVMATİNİ’den
Mihail VASİLİADİS, aslında azınlık gazetelerinin
kuruluşundan bugüne kadar izledikleri tiraj durumu dikkate
alındığında azınlıkların durumunun da net bir şekilde
anlaşılacağının altını çizdi. Mihail VASİLİADİS; “azınlık
kendini iki farklı tarafa aidiyet hisseden kişi veya grup
demektir. Bu aidiyet devlet olabilir. Etnik, kültür, dil veya
başka bir şey de olabilir. İşte böylesi durumlarda, özellikle
aidiyet hissedilen devlet olduğunda, azınlığın durumunu bu
devletler arasındaki ilişkiler belirler. Hatta bazen bu
devletlerden biri azınlığı rehin olarak görürken diğeri de onu
silah olarak görüp kullanmaya çalışıyor ve maalesef
azınlıklara ilişkin alınan birçok karar bu duruma göre
şekilleniyor” dedi.
Türkiye’de yaşayan azınlıkların çoğunun bu durumda
olduğunu söyleyen VASİLİADİS ayrıca; “yaşadığımız
bütün sorunların yanında bir de kendimizi ifade etme
sorunumuz var. Çünkü toplumlarımız içerisinde söz sahibi
olanlar daha çok sırtını devlet ve hükümete dayayanlardır.
Onlar da temsiliyetimizi gerektiğince yapıp sorun ve
ihtiyaçlarımızı ortaya koymuyorlar” dedi.
Değişik dönemlerde uygulanan politikalarla Türkiye’deki
nüfuslarının sürekli azaldığını ve bu yüzden kendilerine ait
vakıfların birçoğunun “mazbut” ilan edildiğini söyleyen
VASİLİADİS, Bunun da değişik bir baskı aracı olduğunu ve
en kısa zamanda bundan vazgeçilmesi gerektiğini söyledi.
VASİLİADİS son olarak; “Türkiye’de herkes, AB’ne girince
zaten sorunlarımız çözülecek diyor. Acaba? Türkiye, AB’ne
girince mi azınlık sorunları çözülecek, yoksa azınlık
sorunları çözülünce mi AB’ne girecek. İşte AB’nin bunu
düşünmesi gerekir” diye konuştu.
‫܀܀܀܀‬
Sayı 13 Mart 2013
Mor Gabriel’in gölgesinde
Türkiye’yi ziyaret eden Almanya Başbakanı
Angela MERKEL, Türkiye Başbakanı Recep
Tayyip ERDOĞAN ile birlikte Türkiye’deki dini
cemaatlerin temsilcileriyle görüştü.
Toplantıya katılan diğer Süryani Temsilci
Turabdin Metropoliti Themateos Samuel AKTAŞ
ise, yaptığı konuşmada daha çok yaşanılan
sorunları anlatmaya çalıştı. Yarım saat civarında
Yazarımız Yavuz ÖNEN’in bu ayki yazısı
elimize ulaşmadığı için yayınlayamıyoruz.
Anadillerinde bağırdılar
Süryani, Kürt, Ermeni, Laz,
Gürcü ve daha birçok halk kendi
anadillerinde, 21 Şubat Dünya
Anadil
gününde
“Anadilime
özgürlük istiyorum” diye bağırdı.
Ankara Müftüsü Hakkı ÖZER, Ermeni Patrik Vekili Aram ATEŞYAN, Hahambaşı İshak HALEVA, Fener Rum Patriği I. BARTHOLOMEOS ve
Türkiye Protestan Kiliseleri temsilcisi Umut ŞAHİN’in katıldığı toplantıda Süryanileri Turabdin
Süryani Ortodoks Metropoliti Themateos Samuel
AKTAŞ ve Türkiye Süryani Katolik Kilisesi
Patrik Vekili Yusuf SAĞ temsil etti.
Basına kapalı olarak yapılan ve yaklaşık 1,5 saat
süren toplantıya, Türkiye Keldani Katolik Kilisesi
ile Ermeni Katolik Kilisesi temsilcileri çağrılmadı.
Her temsilcinin kendince önemli gördüğü
konuları dile getirdiği toplantıda, Süryani Katolik
Kilisesi’ni temsilen hazır bulunan Patrik Vekili
Yusuf SAĞ, yaşanan savaş nedeniyle en fazla
zararı Süryanilerin gördüğünü söyledi ve;
“1960’lı yıllarda Mardin ve çevresinde 50 bin
civarında Süryani, Hakkari ve çevresinde de 15
bine yakın Keldani bulunuyordu. Bugün bu
coğrafyada, yaşanan savaş nedeniyle sadece 3 bin
civarında Süryani-Keldani kaldı. Dolayısıyla
günümüzde yaşanan barış sürecini destekliyoruz”
dedi. Süryani Temsilci ayrıca; “bizim için önemli
bir diğer nokta ise, yeni bir anayasa yapımı için
yapılan çalışmalardır. Biz Süryaniler olarak bu
anlamda isteklerimiz, diğer bütün halklar gibidir.
Yani Türkiye’de Müslüman bir Türk’ün ne hakkı
varsa, Hıristiyan Süryani olarak bizler de aynı
hakları istiyoruz” dedi.
5
Halkların Anayasası ve İHD
İstanbul Şubesi Irkçılık ve
Ayrımcılığa Karşı Komisyon’un
düzenlediği
konuşan Samuel AKTAŞ özellikle, Mor Gabriel İstanbul-Taksim’de
özgürlük”
Manastırı’nın toprakları konusunda yaşanan “Anadillerimize
sıkıntıları dile getirdi ve hükümetin bu konudaki
yaklaşımını eleştirdi.
dışındaki anadillerin yok olmasına
neden olmaktadır" diye konuştu.
Türkiye'de yaşayan halkların
Anadilleri üzerindeki yasakların
fiili olarak hala devam ettiğinin
altını çizen Meral ÇILDIR ayrıca;
"Bizlerden
alınan
vergilerle
kurulmuş mahkemelerde, anadilimizde savunma yapmak istersek
tercüman parasını cebimizden ver-
Diplomatik kaynaklar, Turabdin Metropoliti
Samuel AKTAŞ’ın bu yaklaşımına karşılık
Başbakan ERDOĞAN’ın da, hükümetin
Türkiye’deki hukuki sürece müdahale etme
hakkının olmadığını söylediğini, bildiriyorlar.
Ayrıca
Metropolitin
bu
yaklaşımından
Başbakanın ve toplantıda hazır bulunan bazı dini
temsilcilerin rahatsızlık duyduğu da gelen bilgiler
arasında yer alıyor.
Konu hakkında görüşlerine başvurduğumuz,
adının açıklanmasını istemeyen bir kaynak, bu
toplantıya Süryani Ortodoks Kilisesi’ni temsilen
Turabdin Metropoliti’nin katılmasının Alman
Başbakan Angela MERKEL tarafından istendiğini
ve bu yüzden başından beri bir gerginlik
yaşandığını söylemektedir. “Normalde bu tür
toplantılara Süryani Ortodoks Kilisesi’ni temsilen
genellikle İstanbul Metropoliti çağrılır ve bu
Metropolit’te genelde fazla bir istekte
bulunmazdı. Ancak günümüzde yaşanan sorunlar
ve özellikle Mor Gabriel Manastırı davalarının
yurtdışında yarattığı kamuoyu, toplantıya
Turabdin Metropolitinin katılması ve yaşanan
sorunları direk muhatabıyla konuşulması gereği
ortaya çıkmıştı. Bu konuda daha Almanya’da belli
bir kamuoyu oluşmuş ve hatta Tehdit Altındaki
Halklar Örgütü Başkanı, Angela MERKEL’e
hitaben bir de mektup yazmıştı” diyen kaynak,
yaşananların pek de sürpriz olmadığını söyledi.
Diğer taraftan, toplantıya çağrılmayan kiliselerin
de, Türkiye’deki Katolik birliğinin dönem
Başkanı Süryani Katolik Kilisesi Patrik vekili
Yusuf SAĞ tarafından temsil edildikleri bildirildi.
‫܀܀܀܀‬
yürüyüşüne birçok halktan insan
katıldı.
Türkiye'de 18, Dünya genelinde
ise 2 bin 473 dilin kaybolma
tehlikesiyle karşı karşıya kaldığı bir
dönemde Taksim meydanında bir
araya gelen farklı halklardan insanlar, Dünya Anadil gününde beraber
yürüdüler. Beyoğlu-İstiklal Caddesi
boyunca, "Anadillere özgürlük
istiyoruz"
yazılı
pankartın
arkasından yürüyen ve değişik
dillerde slogan atan yürüyüşçüler
Galatasaray
Lisesi
önünde
konuşmalar yaptılar.
memiz gerekiyor" dedi. Her halkın
kendi Anadilde eğitim yapma
hakkını gasp edip yerine seçmeli
dersin konulmasını da eleştiren
ÇILDIR; "Bu topraklarda yaşayan
bizler; Lazlar, Gürcü, Hemşin,
Pontus, Kürt, Arap, Rum, Ermeni,
Boşnak, Tatar, Arap Alevi,
Türkmen, Azeri, Zaza, Yahudi,
Pomak, Roman, Çerkez, Süryani,
Alevi, Ezidi ve tüm diğer halklar
olarak, sınırsız ve yasaksız bir
şekilde, özgürce anadilimizde
konuşmak,
kültürümüzü,
kimliğimizi, inancımızı özgürce
yaşamak istiyoruz" dedi.
21 Şubat Perşembe günü yapılan
yürüyüşe katılan ve farklı dillerde
dövizler taşıyan insan hakları
savunucuları, yürüyüş boyunca;
"Anadil haktır engellenemez",
"Sınırsız koşulsuz anadilde eğitim",
"Yaşasın halkların kardeşliği" gibi
sloganları değişik dillerde attılar.
Yürüyüşü organize eden ve
destekleyen
kurumlar
adına
Galatasaray
Meydanı'ndaki
konuşmayı ise Meral ÇILDIR yaptı.
ÇILDIR
yaptığı
konuşmada;
"Yeryüzündeki bütün diller ve
kültürler insanlık tarihinin ortak
değerleridir. Diller, toplum tarihinin
ve kültürünün taşıyıcısıdır" dedi.
Tarihsel, sosyal, ekonomik ve
siyasal nedenlerle tarihte sayısız dil
ve kültürün yok olduğuna dikkat
çeken ÇILDIR; "Bu topraklarda
'resmi dil' Türkçe dışında 34 dil
konuşulmaktadır. bunlardan 18'i
yakın gelecekte yok olma tehlikesi
altındadır.
Ulus
devletler
asimilasyon politikalarıyla resmi dil
Galatasaray Meydanı’nda yapılan
açıklamada sonra, yürüyüşe katılan
farklı halklardan temsilciler de
kendi anadillerinde "Anadilime
özgürlük istiyorum" dedi. Ayrıca
içinde farklı dillerden kelimelerin
ve Türkçe karşılıklarının bulunduğu
bildiriler dağıtıldı.
‫܀܀܀܀‬
6
Sayı 13 Mart 2013
Nasıl bir Mardin'de yaşardık bugün..
Cüneyt ELDEM
Sebepleri ayni olmasa da sonuçları çoğu zaman hep
ayni olan beyin göçünden her anlamda her ülke ya da
şehir payına düşeni almıştır tarih boyunca. Geriye, yani
zorunda kalır. Aslında taşınan Patrikhane değildir;
Önce, 16. yüzyıldaki Kapitülasyonlarla, sonra Küçük
Kaynarca Anlaşması (1774) ve nihayetten de Lozan
Anlaşması’yla Hakları korunma altına alınmasına
rağmen, gayr-i Müslimlere yapılan teaddiyattan
kaçanlara, terk edip gidenlere eşlik etmiştir Patrikhane.
kendimize baktığımızda sadece biraz tecessüstür
ihtiyacımız olan, neyi ve/veya neleri kaybettiğimiz.
Bugünden geriye baktığımda acaba sorusunun
tahayyülü öyle farklı geliyor ki; eğer kırım olmasaydı,
kaçanlar hala atalarının topraklarında kalsalardı, nasıl
bir Mardin de yaşardık bugün. Müslümanların ağzında
sakız gibi çiğnediği, temcit pilavı ‘diller ve dinler şehri,
hoşgörü diyarı Mardin’ yalanını bugün ne bir
Süryani’den duyma imkânınız vardır, ne bir Yezidi’den,
ne bir Zerdüşt’ten ne de bir Ermeni’den. Duyacağınız
tek mekan Müslümanların ya camisidir, ya kahvesidir,
ya da devlet erkânıdır ya da taraflı gazeteleri ve basın
kuruluşlarıdır. Çünkü Türk-Müslüman halktan öte
herkes ya kendinin ya da ceddinin yaşadıklarından bilir
bunun yalan olduğunu, hem de çok büyük bir yalan.
Aslında daha da önemlisi bugüne kalan ne?
yarına, yarına, yani çocuklarımıza.
‘Yalancıdan ziyade kimsenin inanmadığı bir
yalan’
Yani
Çoğu bilim adamı gibi Ludwig Mies van der Rohe da
Hitlerin Amerika’ya hediyesidir(1). Tıpkı bizim asrın
başındaki kırımda kökünü kazdığımız 4 bin yıllık bir
medeniyeti tarih sahnesinden yok ettiğimiz ve geride
hayatta kalanları da Batıya göç etmeye zorlamamız gibi.
Mies, modern mimarinin beş tanrısından birisi kabul
edilir çoğu otorite tarafından. Akıbetini çoğumuzun
bilmediği, öğrenemediği, ya da öğrenmeye insiyaki
olmayanların bugüne bıraktığı eserleriyle tanıdığımız
Sarkiz Lole(Levon) Gilo, Dünya mimarisinde Mies ya
da Le Corbusier değilse de; Roma’da Borromini ve
Bernini; Floransa’da Brunelleschi, Londra’da Wren ya
da İstanbul’da Mimar Sinan neyi ifade ediyorsa, Mardin
için de Lole O’dur. Mardin’i bugüne taşıyan, bugüne
kendi ya da kendinden kimse kalmazsa da onlarca
eserini bize bırakan bu büyük usta, Ermeni bir ailenin
Horasan yakınlarından koparılıp devşirilen ceddi Mimar
Sinan’ın İstanbul’da olduğu gibi, Mardin’de ruhunu taşa
üflemiştir. Sarkiz Lole. Nitekim o sebeptendir ki; her
karesinde çektiğimiz fotoğraflarda O, Sarkiz vardır
Mardin’de, geriye bıraktığı eserlerinde hep O vardır; ya
da onlardan birisi; tastan öteye hiçbir şeyin kalmadığı
O’nlar(2).
1932’de Süryani Patrikhanesi Sam’a taşınmak
Acaba
diyorum,
Walid
el-Haddad
1932
Mardin’den ayrılıp Beyrut’a göç etmeseydi ve Nouhad
el Haddad Jabal el-Arz da değil de; 1935’te bir Kasım
gecesinde Kal-et Mar’a da doğsaydı; ‘ya Hawa Beyrut’
yerine ‘Ya Hawa Merdin’ diye dünyayı titretseydi
sesiyle; ‘Behibbak ya Lübnan’ yerine ‘bahibbek ya
Türkiyye, ya watani behabbek’ çalsaydı TRT’de.
1954’te Lübnan Ulusal Radyosu müdürü Halim el-Rumi
değil de; Münir Nurettin Selçuk, Nouhad’a Fairuz sahne
lakabını taksaydı, nasıl bir Mardin’de yaşardık bugün;
ya da bir Türkiye’de.
Jozef Sarkiz Lole(3) (Ertas) Belçika da değil de
Mardin’de hayata gözlerini yumsaydı milenyumun
başında, nasıl bir Mardin’de yaşardık bugün.
Kız kardeşinin bölgenin kurt aşiretlerinden kurulan
de
Winston Churchill. Tarihte en çok basılan fotoğraflar
arasında ilk sırada. Yousuf Karsh tarafından 1941’de
Ottawa’da Başbakanlık makamında çekildi.
(Fotoğraf Yousuf Karsh koleksiyonundan alınmıştır)
Yousuf Karsh 1908’de Mardin’de doğdu.
Hamidiye Alayları tarafından vahşet içerisinde
öldürüldüğüne tanık olmasaydı Yosouf Karsh, Winston
Churchill’in portresi yerine Mustafa Kemal’in
portresini kareye taşımakla anılsaydı, nasıl bir Mardin
de yaşardık bugün?
Nouhad el-Haddad, Mardinli Süryani Beyt el-Haddad
Ailesi’ne mensup Walid el-Haddad ile Lübnan Maruni’si
Liza al-Boustani’nin Kızı, Fairuz lakabı 1954’te Lübnan
Ulusal Radyosu Müdürü Halim el-Rumi tarafından
verilmiştir.
(Fotoğraf Fairuz koleksiyonundan alınmıştır)
Mimar Kemaleddin gibi Sarkiz’in bir eserini
paramızın arka yüzünde görseydik. Malak Karsh’in(4) o
enfes ve bir o kadar sessizce yol alan kayık fotoğrafını
Kanada Doları’na değil de bizim kendi paramıza
basılsaydı ben 70’lerde nasıl bir Mardin’de doğardım;
ya da sizler nasıl bir Türkiye’de?
Sayı 13 Mart 2013
Tavit Kasparyan yarım kalan tıbbiye tahsilini bitirip de dönseydi Berlin’den Mardin’e;
hiç tanık olmasaydı ailesinin ketline, Haziran 1915’te ikinci sınıfın yaz tatilinde Mardin’e
7
SÜRYANİ FUTBOL OKULU
Mihayel RABO
Mies Van der Rohe. Modern
mimarinin 5 büyük isminden
birisi.
Yousuf Karsh tarafından
1962’de Mies’in Chicago’daki
evinde çekildi.
(Fotoğraf Yousuf Karsh
koleksiyonundan alınmıştır)
ailesini ziyarete geldiğinde, bugün Arasa(5)’da baharatçılar sabuncular değil de, hala
Kasparyan kumaşı satılsaydı, nasıl bir Mardin’de yaşardık bugün?
Mardin de Müslümanların yansıra, Ermenilerin ve Süryanilerin de olduğu bir koroyu
Fairuz yönetseydi, Daniel Borenboim’un Edward Said ile birlikte kurduğu, İsrailli Yahudi
ve Arap Müslüman çocuklardan derlediği 100 kişilik klasik müzik orkestrası gibi; Fairuz da
Mardinli çocukların, ama hepimizin, geçmiştekilerin ve bugündekilerin mirası, tüm
Mardinli çocukların oluşturduğu korusunu yönetseydi ve hep birlikte ‘tüm Türkiye’ye
haykırsaydık:
Habaitak bel saif habaitak bel sheti
Natartak bel saif natartak bel sheti
W younak el saif w’oyouni el sheti
Malaana ya habeebi khalf el saif wu khalf el sheti
Acaba nasıl bir Mardin’de yaşardık bugün?
1. Hitler’in nasyonalist ve tek bir millet, ‘Aryan’ kuramı üzerinden Almanya’dan göceden birçok bilim
adamı Amerika’nın Atom Bombasını icat etmelerine sebep olmuştur. Bunlar arasında, Albert Einstein,
Leo Szilard, Eegene Wigner, Werner Heisenberg ve J. Robert Oppenheimer vardır. Hepsinin ortak özelliği
Yahudi olmalarıdır.
2. Lole Sarkiz Gilo eserleri arasında: Mardin Kent Müzesi, Deyr ul-Za’faran Manastırı’nın 2nci katı.
Şehidiyle Camii’nin minaresi. Postahane Binası. Cumhuriyet Döneminden bu yana Gazi Pasa İlkokulu
olarak kullanılan bina (1915 öncesi Ermeni Sallame Ailesi’nin müstakil evidir), Bugün Sahkulu Konağı
diye bilinen ancak Cermeyan Ailesi’nden Rafii ve Tomas Cermeyan’a ait bina. Tokmakçılar Konağının
ihtişamlı girişi ile üst avlulu ana kısmı, Cumhuriyet Döneminden bu yana Kız Meslek Lisesi olarak
kullanılan bina (1915 öncesi Ermeni Kendiryan Ailesi’nin müstakil evidir). Hovsep Surp Klisesi ( Kırklar
Kilisesi yanı)
3. Sarkiz Lole’nin torunu ve Lole Ailesi’nin son mimari Jozef Lole Ertaş 2000 yılında Belçika’da
vefat etmiştir.
4. Malak Karsh tarafından Ottawa’da 1963 yılında çekilen bu fotoğraf 1974-1989 yılları arasında
Kanada 1 Doları’nın arka yüzünde basıldı. Bu zaman zarfı içerisinde toplam 3.4 milyar adet basildi.
Fotoğraf Malak Karsh koleksiyonundan alınmıştır.
5. Günümüzde Tarihi Arasa Çarsısı olarak bilinen kapalı çarşı, 1915’e değin Ermeni Kasparyan
Ailesi’nin (Beyt Kespo) yün ve kumaşlarını depoladıkları dükkânlarıdır. Bugün Karataş Kahvesi diye
bilenen üst kattaki dükkânlar kumaş ve yünlerini sergiledikleri ve sattıkları dükanlar dizisidir. Tavit
Kasparyan 1915’te Berlin’de tahsil gören çocuklarıdır. Haziran 1915’te Mardin’e ailesini ziyarete
geldiğinde kırım esnasında hepsinin öldürüldüğünü, hem evlerine hem de dükkânlarına Müslümanlar
tarafından el koyulduğunu görünce evlerinin duvar dibinden aylarca ayrılmaz ve akli dengesini yitirir.
1957 yılında Mardin’den göç etmek zorunda kalan Cermeyan Ailesinin geri kalan mensupları, Tavit’i de
ikna edip beraberlerinde İstanbul’a götürürler. Tavit Kasparyan 1964 yılında İstanbul’daki La Paix
Hastanesi’nde vefat etmiştir. (Kaynak : Sait Çetinoğlu)
‫܀܀܀܀‬
Okulumuz 1928 yılında kapandı. O gün bu gündür çeşitli bahaneler
üretilerek yeniden açılması engellendi. Oysa okulun açılmasının
önünde siyasi engeller dışında bir engel görünmüyor. N edenine
gelinc e; L ozan’a göre S üryaniler de azınlıktır ve azınlık haklarından
yararlanabilirler.
A ma nedense bu hak kullanılmadı. Y a da kullandırılmadı. 80 yıllık
zaman zarfında okul açılmas ı için S üry ani y e tkilile ri çe şitli
girişimlerde bulundular. İlk başvuru S üleyman Demirel’e yapıldı.
Demirel; ‘G idin okulunuzu açın’ dedi. S onra B ülent E c evit aynı
şeyleri söyledi. E n son birkaç ay önc e anasınıfının açılması için
başvuru yapıldı ama bu istek basit gerekçelerle ret edildi. S üryani
Okulu sorunu aynen devam ederken bu ay içinde güzel bir gelişme
yaşandı. N ihayet S üryani F utbol Okulu açıldı.
A çılışta birbirinde n anlamlı, g üze l ve duyg us al konuşmalar
y apıldı. B u konuşmalardan birinde çoc ukluğumu g özle rimde
c anlandırdım. Doğduğum köyde birçok doğal oyunc aklarımız vardı.
Mesela oyunc aklarımızı ya ağaçlardan ya çamurdan ya da inşaat
tellerinden yapardık. A ğaçlardan topladığımız mazılarla misket
oynardık. Öyle top oynama arac ımız falan yoktu. S okaklarda
evlerde bulduğumuz yırtık elbise ve bezleri toplar sıkıştırıp etrafını
iplerle sarıp güzel bir top meydana getirir ve boş bulduğumuz
meydan, arsa, bağ, bahçelerde peşinden koşardık.
8- 9 yaşındayken İstanbul’a gelen rahmetli babam bana plastik bir
top getirmişti. T opu almamla arkadaşlarımı toplamam bir olmuştu.
Hemen arkadaşlarıma haber verdim ve evimizin önündeki mısır
dalları kesilmiş boş tarlaya koştuk. O kadar heyec anlı, sevinçli ve
c oşkuluyduk ki bu anı anlatmak değil anc ak yaşamak lazım diye
düşünüyorum.
T opu aldım ilk tekmeyi vurarak arkadaşlarımdan birine attım.
A rkadaşım bir tekme vurup bana gönderdi. T opu alıp havaya doğru
bir şut çektim. T opun havadan inip bir mısır dalı köküne denk
gelmesiyle patlaması bütün hayallerimizi yıktı. Üzüntüden ne
yapac ağımızı şaşırdık. A ğlamamak için kendimizi zor tutuk. Daha
yeniydi. Daha ilkti. B aşka da topumuz olmayac aktı. A ma ne yapalım
ki olan olmuştu top oynamak kursağımızda kalmıştı. Haftalarc a o
topun parçalarını sakladığımı şimdiki gibi hatırlıyorum.
B ütün bu anlattıklarım S üryani V akfı Y önetim K urulu başkanının
S üryani F utbol Okulunun açılışında yaptığı konuşmasındaki bir
c ümlesi bana hatırlattı. N e dedi? Dedi ki; ’B izim zamanımızda bez
yumaklar vardı ve biz onlarla oynardık. B izim topumuz yoktu. S iz
şanslısınız kıymetini bilin’ dedi.
G e rçe kte nde şimdiki çoc uklar çok şans lı. B izim s ahip
olamadığımız birçok imkânlara sahiptirler. B u okulu da çok çabuk
benimsediler. K urs saatinin gelmesini dört gözle bekliyorlar. O
kadar heyec anlılar ki akşamdan çantalarını hazırlıyor ve bir saat
önc eden yollara düşüyorlar.
A nne ve babalar da bir o kadar heyec anlı görünüyorlardı. S uya
hasret bir çiçek gibi çoc uklarıyla ilgileniyor ve bu kurslara
katılmalarını sağlıyorlar. S üryani yetkilileri de böyle bir çalışmanın
başlamasından dolayı bir hayli mutlu görünüyorlardı. T arihte hep
ilkleri gerçekleştiren bir halkın bu hale düşürülmesi bir taraftan
hüzün verirken diğer taraftan da bu okulun açılmasıyla bir mutluluk
ve sevinc i yaşatıyordu.
Hep ilklerle tanıştığımız bu ilk S üryani F utbol Okulu ilk eğitim
dönemini haziran sonunda tamamlayac ak. B u futbol okulunun
A vrupa’da top koşturan S üryani takımları gibi başarılara imza
atması en önemli dileğimiz. Diğer bir dileğim bu futbol okulundan
sonra V oleybol, B asketbol Okulu’nun açılması.
E n önemli isteğim ve beklentim; S üryani çoc uklarının kendi
okullarında eğitim gördükleri ana dilinde eğitim yaptıkları 80 yıl
önc e kapanan S üryani okulunun da bir an önc e açılması.
N eden olmasın?
‫܀܀܀܀‬
8
Sayı 13 Mart 2013
MEZOPOTAMYA UYGARLIĞINDA
II. BÖLÜM
SÜRYANİ HALKI
Dizi Yazı 13
ASUR, BABİL, ARAM, KALDE EGEMENLİKLERİ DÖNEMİ
M.Ö. 879-878 yıllarında Asur’un ağır vergisine karşı
ayaklanan Suhi Aramilerini kısa zamanda Hindanu ve Lake
Aramileri de izledi. Onlara Kuzey Mezopotamya’nın en
güçlü Arami beyliği Bit Adini de destek verdi. Balik ırmağı
ve Fırat nehri arasında kurulu olan Bit Adini beyliği Fırat’ın
batı yakasından bir bölgeyi de sınırları içinde
bulunduruyordu. Bit Adini, büyümekte olan Yeni Asur
Devleti ile Akdeniz arasında bulunuyordu. Bit Adini ticaret
yollarını ellerinde bulundurmasıyla önemli bir ticaret
merkeziydi. Ay (Sin) tanrısının şehri olan Harran bu beyliğin
merkeziydi. Önemli bir dini merkezin yanında bankacılık ve
ticari ilişkileriyle Kuzey Mezopotamya’nın en önemli
şehriydi. Bit Adini’nin ayakta kalmasının ayrıca bir önemi
daha vardı. Çünkü Bit Adini Asur’un önünde duruşuyla
Gurgum, Sam’al, Arpad, Patin ve daha güneydeki Şam ve
diğer Arami beylikleri için bir güvenlik kuşağını
oluşturuyordu. Buna rağmen II. Asurnasirpal bu
ayaklanmaların tümünü bastırdı ve Arami beyliklerine,
kendsine bağlı beyler atadı. Sonra da Akdeniz kıyılarına
ulaşmak için devletin sınırlarını Akdeniz’e kadar genişletti.
bulunan Kilikya’daki beyliklerle daha geniş bir ittifak
kurdular. III. Salmanassar bu seferinden başarılı olmak bir
yana, karşısında güçlü bir ittifak cephesi yaratarak geri
döndü.
Bir yıl sonra III. Salmanassar Bit Adini’ye karşı yeni bir
saldırı başlattı. Bu saldırı esnasında Karkamış kralı Asur’a
bağlılığını bildirerek ittifak dışına çıktı ve teslim oldu. Ahuni
ise Asur’a karşı yalnız kaldı. Bir yıl önceki ittifak Asur
ordusuna karşı koyacak gücünü ve enerjisini yitirdi. Bit Adini
ile ittifak içinde olan beylikler tek tek Asur’a teslim olunca,
Bit Adini’nin de sonu yaklaştı. Asurlular Bit Adini’ye
saldırarak son darbeyi vurdular. Bit Adini’nin başkenti Til
Daha sonra Fenike şehirleri Arvad, Biblos, Sidon ve
Tiros’u vergiye bağladı. Asurluların yaklaşan tehlikesini
farkeden Galileya kralı Akhab, geri adım atmak zorunda
kaldı. Bu tehlikeye karşı komşularıyla daha iyi ilişkiler
kurmak için, Şam Aramileriyle girdiği savaşı durdurarak
aleyhine sonuçlandırdı. Özellikle Aramilerle aralarındaki
bozuk ilişkileri düzeltmek için Samariya’daki Arami pazarını
yeniden açarak, faaliyete geçmesine izin verdi.
M.Ö. 849 yılında Asur ordusu tekrar Hama Arami
beyliğine karşı bir akın düzenledi. Şam kralı Ben Hadad ve
Hattuları yanına alan Hama kralı Asur ordusuna karşı direnişe
geçtiler. Asur ordusu bu gücü tekrar dağıttı. Asurlular geri
döndükten sonra Şam ile her iki Yahudi krallıkları arasında
tekrar savaş çıktı. Ben Hadad birleşik Yahudi ordusunu
yenilgiye uğratarak Samariya şehrini kuşatma altına aldı.
Fakat şehri işgal edemeden geri döndü. Bu ara çok hastalanan
Ben Hadad, generali Hazael tarafından öldürüldü. Yahudi dini
çevrelerinden destek alan Hazael Şam krallığının yönetimini
eline geçirdi. Asur kralı III. Salmanassar Suriye ve Lübnan’a
yeni bir sefer düzenlendi. Deniz kıyısından Nahr-el-kelb’e
doğru ilerleyen III. Salmanassar, İkus, Sidon ve Tiros
şehirlerinin vergilerini toplayarak, batıdan Şam’a saldırmak
istedi. Bunu farkeden Şam kralı Hazael, Asur ordusunu Vadi
Barada’da karşıladı. Aralarında çıkan savaşta Hazael’in
ordusu yenildi.
Arami beyliklerinden sonra sıra kuzey Mezopotamya ve
doğu Anadolu’ya geldi. III. Salmanassar Van Gölü etrafında
bulunan Urartu devletine saldırarak yağmaladı. Daha sonra
güneyde (Babil) başgösteren bir taht kavgasından
yararlanarak bir sefer başlattı. Babil ülkesinin ancak bir
bölümünü kendisine bağlayabildi. Güney Mezopotamya’da
yerleşmiş olan ve bir bölümünü yöneten Kalde boylarını
vergiye bağladı.
II. Asurnasirpal M.Ö. 858 yılında yönetimi oğlu III.
Salmanassar’a bırakırken, devletinin sınırları batıda
Akdeniz’e, kuzeyde Van Gölü’nün yakınlarına, doğuda
Urmiye Gölü’ne ve güneyde de Babil’e kadar genişletmişti.
III. Salmanassar (M.Ö. 858-824)
III. Salmanassar 35 senelik iktidarlık döneminde, kırktan
fazla meydan savaşını adına kaydetti. III. Salmanassar,
denetiminde bulunan ticaret yollarını güvenlik altına
alınmasını istiyordu. Bu yüzden Akdeniz ile Asur devleti
arasındaki yolu güvenli kılması için Bit Adini beyliğinin
ortadan kalkması gerekiyordu. Daha ilk yönetim yılında Bit
Adini’ye bir saldırı düzenledi. Bit Adini kralı Ahuni, Asur
kralının bu saldırısına karşı geri adım atarak Fırat’ın
üzerinden batıya doğru geri çekildi. Geri çekilmesiyle Patin
kralı Sapalulme, Sam’al kralı Hayan ve Karkamış kralı
Sangara ile bir ittifak kurarak, Asur’a karşı direnişe geçtiler.
Kummuh ile Gurgum ise Asur’a bağlılıklarını bildirdiler. III.
Salmanassar Arami beyliklerin kurduğu güçlü ittifağa karşı
saldırıya geçti. Bu saldırı sonucu ittifak güçleri Orontes (Asi)
nehrinin arkasına geri çekildiler. İttifak güçleri bu alanda
aldı. Asurluların bu zaferden geri dönüşlerinin ardından,
Aramiler ile Yahudiler arasındaki ateşkes yeniden bozuldu.
Aralarında çıkan yeni savaşta Yahudi kralı Akhab öldürüldü.
Barsip kuşatıldı ve devletleri Asur’un egemenliğinde bir
bölge oldu ve böylece Bit Adini Arami beyliği tarihe karıştı.
Bu bölgeden yirmibin insan Asur egemenliği altındaki diğer
bölgelere sürüldü.
III. Salmanassar Yahudileri ve Aramileri en çok korkutan
kral oldu. M.Ö. 854 yılında III. Salmanassar Halep ve
Karkamış’a bir saldırı düzenledi. Hama kralı İrhuleni, Asur
tehlikesine karşı bütün Arami, Yahudi ve Fenikeli beylikleri
ittifak olmaya çağırdı. Şam kralı Ben Hadad ve Yahudi kralı
Akhab’ın yanında birçok şehir ve 12 Hatti prensi bu birliğe
girmeye karar verdi. Karkar yakınlarında Asurlularla
girdikleri savaşta III. Salmanassar birleşik güçleri dağıttı.
Birleşik güçlerden 14000 kişiyi öldürerek, 25000’ini de esir
III. Salmanassar ihtiyarlığı nedeniyle, son yıllarında,
ordularının yönetimini başkomutanına devretti. Onun yerine
geçmek için M.Ö. 828 yılında büyük oğlu Aşur-dan-apli
babasına karşı isyan etti. İçlerinde Asur, Ninve, Arbil ve
Arrafa şehirlerinin de bulunduğu 27 şehri yanına alarak
babasının birliklerine karşı başkaldırdı. Yaşlanan III.
Salmanassar, küçük oğlu Şamşi-Adad’ı bu başkaldırıyı
durdurmak için görevlendirdi. Bu savaştan karlı çıkan V.
Şamşi-Adad babasının tahtına geçti. Fakat bu iç savaştan
yıpranan Asur devleti içinde siyasal iktidarsızlık gelişti.
Toprak beyleri ve şehir yönetimleri, eyalet temsilcilerine ve
saraya karşı ayaklandılar. Böylece III. Salmanassar’ın
ölümünden sonra (M.Ö. 824), seksen sene devam eden bir
istikrarsızlık dönemi başladı. Siyasette ve ekonomide
gerilemeye başlayan Asur devletine, komşu ülkeler vergi
ödemeyi durdurdular ve halklar ayaklandı.
Asurluların bölgedeki otoritelerinin zayıfladığını gören
Arami ve Yahudiler yeniden savaşa başladılar. Arami kralı
Hazael Yahudilere saldırarak birçok yerleşim merkezlerini
yakıp yıktı. Bu saldırıda Hazael Yahudi topraklarının büyük
Sayı 13 Mart 2013
bir bölümünü işgal etti, sonra da Yudeya
krallığını tehdit etti. Karşı koyamayacağını
anlayan Yudeya kralı Yoas, Arami saldırısını
önlemek için Şam’a vergi ödemeyi kabul etti.
Arami beylikleri kendi aralarında da
anlaşamıyorlardı. Örneğin Hazael Hama
kralına karşı başlattığı bir savaşta yanına
Sam’al ve Malatya beyliklerini de aldı. Bu
saldırıda Hama krallığı birleşik Arami
ordusunu bozguna uğrattı.
tarafından ölümsüzleştirildi. Yunan yazarı
Ctesias M.Ö. 5. yüzyılda onu doğa üstü bir
varlık olarak göstererek, bir tanrıçanın Amazon
kızı olarak tanımlamaktadır. Ölümünü bile
doğa üstüne çıkaran Ctesias, onun bir güvercine
dönüştüğünü ve uçtuğunu yazar. 19. yy da ise
ünlü komponist Rossini Semiramis’in
hikayesini bir operaya dönüştürerek ondan en
güzel, en hırçın, en güçlü ve çekici doğu
kraliçesi olarak sözeder.
Şam Arami kralı Hazael’in ölümünden sonra
yerini alan oğlu II. Ben Hadad döneminde
Şam’ın etkisi azaldı. Lotanu krallığı Şam
egemenliğini üzerinden atarken, Yahudiler de
Hazael döneminde kaybettikleri bölgeleri
tekrar geri aldılar. Asur’daki iç karmaşadan
yararlanan Urartu, Arami Arpad krallığıyla
ilişkiye girdi.
Şammuramat beş sene sonra yönetimi oğlu
III. Adad-Nirari’e devretti. III. Adad-Nirari
(M.Ö. 806-781) ilk yönetim yılında Arami
Arpad krallığına karşı savaş açtı, sonra da
Hazaz Beyliği (Afrin yakınlarında) üzerine
yürüdü. Hazaz Beyliği önce Patin’e bağlıydı,
bu dönemde Arpad Beyliği’nin elinde
bulunuyordu. III. Adad-Nirari Arpad’dan sonra
M.Ö. 803 yılında Şam’a saldırarak işgal etti. II.
Ben Hadad’ın yerine geçen oğlu Mar’i (III. Ben
Hadad) ordusu bozguna uğrayınca, kendisi de
esir düştü. Şam’dan büyük ganimetler elde
eden III. Adad-Nirari Şam’ı ilk kez vergiye
bağladı. Ayrıca bir yazısında
Hattu ve Amuru ülkelerini
baştan başa itaat altına
aldığını ve Tiros, Sidon,
Yahudi, Edom ve Pilisti
ülkelerini ağır vergilere
b a ğ l a d ı ğ ı n d a n
bahsetmektedir. III. AdadNirari Urartu ve Babil’e karşı
da harekete geçti. Kuzeyde
bulunan Urartu devleti Asur
güçlerine boyun eğmedi.
Fakat Babil tamamıyla Asur
egemenliğini kabul etti.
V. Şamşi-Adad, Şammuramat, III. AdadNirari (M.Ö. 824-781)
Babasının tahtına geçen V. Şamşi-Adad
(M.Ö. 824-811), siyasette
önemli adımlar atamadı.
Babil kralı Marduk-zakirşumi tarafından desteklenen
ayaklanmalar,
Asur
egemenliği altındaki birçok
bölgede büyüdü. V. ŞamşiAdad iktidara geldiğinde ilk
işi Babil kralından intikam
almak oldu. Marduk-zakirşumi’den sonra Babil tahtına
geçen yeni iki krala karşı
seferler başlatarak, onları
Asur ülkesine sürdü. Böylece Babil ülkesinde
bir anarşi havası esmeye başladı. V. ŞamşiAdad bütün Mezopotamya üzerinde hakimiyet
kurdu. Aynı zamanda geleneksel Sümer ve
Akad kralı ünvanını da kendisine taktı. V.
Şamşi-Adad’ın kısa iktidarı M.Ö. 811 yılında
ölmesiyle sona erdi. Yerini alacak olan oğlunun
daha çocuk olması nedeniyle, Asur tahtına
aslen Babilli olan karısı Şammuramat (M.Ö.
811-806) geçti. Asur tarihinde ilk kadın olarak
tahta geçen Şammuramat (Semiramis) beş sene
iktidarda kaldı. Asur tarihinde çok değer
kazanan Şammuramat için, önemli krallara
yapıldığı gibi, büyük bir yontu yaptırıldı.
Şammuramat’ın komutası altında bölgeye
yeni gelen Medlere karşı savaş açıldı. Yine
onun döneminde Abessilere ve Hindistan’a
seferler düzenlendi. Büyük bir Arami gücü ve
kültür merkezi halinde olan Guzana (Tel Halaf)
ve çevresini, Asur devletinin sınırları içine kattı.
Asur tarihinde ismi çok az geçen
Şammuramat, daha çok Yunan yazarları
Asur’un, Aramileri siyasal anlamda
kendisine
bağlaması,
Aramilerin
Mezopotamya’ya girmelerini önleyemedi.
Göçebe Aramiler kuzeyden ve güneyden
Mezopotamya içine girmeye devam ettiler. III.
Adad-Nirari seferden döndüğünde Arami
aşiretlerinin Mezopotamya’nın her tarafına
yayıldıklarını, hatta İtua aşiretinin başkent
yakınlarına kadar sokulduğunu gördü.
Aramilerin bu yürüyüşü Asur yönetimini
sarsıp, ülkede ayaklanmalara yolaçtı. Asur’un
doğusundaki Madailerin Asur’u tehdit etmesi
için de bir zemin oluştu.
Şammuramat ve oğlu III. Adad-Nirari
döneminde Asur ülkesinde Babil’in kardeş
şehri olan Borsippa’nın tanrısı Nabu büyük
önem kazandı. Şammuramat’ın “sadece
Nabu’ya güven, başka tanrıya güvenme”
önerisi üzerine, III. Adad-Nirari Nabu kültünü
bütün ülkesinde yaydı ve kendisi de bu külte
bağlı kaldı.
Devamı gelecek sayıda
9
MEZOPOTAMYA’NIN GERÇEKLİĞİ
VE DEĞİŞEN KİMLİĞİ
Suphi AKSOY
Fırat ile Dicle nehirlerinin oluşturduğu havzaya, Süryanicede nehirler evi
anlamına gelen Bethnahrin denilmektedir. Yunanlılar ise buraya Mezopotamya
adını verdiler. Mezopotamya, Yunancada iki nehir arası demektir. Arapçada ise bu
coğrafyaya El Rafidheyn denilmektedir.
Ancak Mezopotamya toprakları iki nehir arası anlamından ziyade tarih boyunca
çok farklı uygarlıklara, halk topluluklarına, kültürel kimliklere ve siyasi oluşumlara
ev sahipliği yapmasından dolayı önem kazanmıştır. Büyük değişimlere merkez
olmanın nedeni kuşkusuz insan yaşamına elverişli koşullarıdır. Mezopotamya’nın
coğrafik yapısı aynı anda birkaç iklimi oluşturmaktadır. Bu nedenle tarih boyunca
iç ve dış göçlere sahne olmuştur. Ayrıca değişik isimlerde bilinen bilinmeyen çok
sayıda siyasi otorite, beylik, devlet ve imparatorluklara da ev sahipliği yapmıştır.
Mitolojik ve dini bilgiler bakımından da geniş bir inanç birikime sahiptir.
Mezopotamya, dini mabetler, ziguratlar, Sinagoglar, Manastırlar, Kiliseler,
Camiler, Cemevleri, Hüseyniler, Laleşler ve diğer ziyaret tapınaklar açısından da
zengin bir kültüre ve sayısız esere sahiptir.
Her topluluk kendi değerleriyle bu coğrafyada yer alırken, komşu topluluklar da
birbirinden etkilenmişlerdir. En büyük etkileşim inanç, üretim ve dil alanlarında
yaşandı. Destanlar, isimler, üretim araçları ve tekniği nesilden nesile, topluluktan
topluluğa aktarılmıştır. Mezopotamya ve hatta Ortadoğu’nun dışından gelen halk
toplulukları bu bölgeye yerleşerek zamanla güç sahibi olup, yönetimler
kurmuşlardır.
Bu anlamda yerli yabancı kavramları, binyıllar içerisinde iç içe geçmiş, bir
zamanlar yabancı sayılan yeni gelen topluluklarla birlikte yerli sayılmışlardır.
Böylece yabancı tanımı her zaman bölgeye en son gelenler için kullanıldığından
dolayı önceki yabancılar yabancı olduklarını unutmuşlardır. Dolayısıyla
Mezopotamya; Ortadoğu ve hatta bütün dünya üzerinde yaşayan insanlarındır.
Önemli olan insanların birbirini kabul etmeleri ve birbirlerinin hukuklarına saygı
duymalarıdır. Bu anlamda tarih boyunca hep yazılı sözlü bir hukuk sistemi
geliştirilmiştir.
Mezopotamya coğrafyasında küçük büyük birçok kültür, medeniyet ve siyasi
yapı oluşmuştur. Tıl Halaf, Tıl Ubeyt, Samara kültürleri bunlardan birkaçı ve
Sümer kültürüne zemin teşkil edenlerdir. Sümerden sonra Akad, Babil, Asur, Aram,
Elam, Hitit ve günümüze kadar gelen onlarca devlet, imparatorluk, beylik ortaya
çıkmıştır. Günümüzde Mezopotamya da, Ortadoğu coğrafyası gibi, bazı etnik
kimlikler arasında bölünmüş ve adlandırılmıştır. Zaman içinde de gücü olan, zayıf
olanı yutmaya, inkâr etmeye çalışmıştır.
Bu nedenle bazı etnik kimlikler ırkçı, şoven ve imhacı bir niteliğe
bürünmüşlerdir. Bu ırkçı zihniyet dinsel inanca da etkide bulunmuştur. Ayrıca
bölgesel egemenlik için yarışan uluslar tarihi kendilerinden başlattıkları gibi,
gerçekleştirilen bütün ilk buluşların sahibi de kendileri olduklarını ilan
etmektedirler. Bu kadar çarpıtmaya, abartmaya dur demek gereklidir. Çünkü başını
alıp giden söz konusu büyüklük kompleksi herkese zarar vermektedir.
“Benim ulusum senin milliyetinden daha iyidir, benim dinimden olan cennete,
başkasının dinden olan cehenneme gider anlayışı” düşmanlığı, kini, nefreti,
ayrımcılığı ve ırkçılığı körüklemektedir. Söz konusu inkarcı zihniyetin eğitim
müfredatına yansıtılması marşlarla, şarkılarla, türkülerle ve şiirlerle dile
getirilmesi, gerçekdışı tarih tezleriyle gündemleştirilmesi ise bir başka vahameti
oluşturmaktadır.
Oysa Mezopotamya ve Ortadoğu gerçekliği; çok dillilik, çok dinlilik ve çok
halklılık gerçekliğidir. Önemli olan birlikte birbirimizin hukukuna saygı duyarak
barış içinde nasıl yaşayabileceğimizi ortaya koymaktır. Her halk ve onun kimliği
bir zenginlik olarak görülmedikçe, barışın gelmesi de zordur.
Artık her kimliği bir tehlike olarak görmek fobisinden kurtulmanın zamanı
gelmiştir. “Ben yönetirim” anlayışı yerini “her halk ve topluluk kendini yönetip
geliştirmeli” düşüncesine bırakması bireysel ve toplumsal alanda özgüvenin
gelişmesine yol açacaktır. Çünkü hepimizin kendimize ve birbirimize olan güvene
ihtiyacımız var.
‫܀܀܀܀‬
10
Sayı 13 Mart 2013
ZİFİRİ KARANLIKTA SÜRYANİCE
Süryanilere karşı kulaktan dolma bilgiler ışığında ön yargıyla yaklaşmayıp, Süryanileri olduğu gibi, her bireyin kendini bir
Süryani’nin yerine koyarak Süryanileri anlamaya çalışması için çaba sarf edildi
yazılmış bir kitap hakkında oluşturmuş oldukları diyalog
ile etkinlik başladı. Bu diyalog sonrasında bir anda
hüngür hüngür ağlayan bir bebeğin sesi duyuldu. Bu
esnada koro halindeki gruptan, Sunay AYKURT, bebeği
uyutması için Süryanice bir ninni söyledi. Ninni bittikten
hemen sonra beş kişiden oluşan Süryani ilahi ve ezgi
korosu devreye girdi.
www.suryaniler.com’un girişimleriyle düzenlenen “Zifiri
Karanlıkta Süryanice” adlı etkinlik, 21 Şubat Dünya
Anadil Günü, saat 20.00’de İstanbul Beyoğlu’ndaki
Karanlık İşler mekânında gerçekleşti.
Bir iğne ucu kadar ışığın olmadığı, her yerin kapkaranlık,
yani Zifiri karanlığın olduğu mekânda yapıldı her şey.
Orda bulunan bütün davetlilerin her biri kendini yalnız
hissederek ve sanki görme duyusunu yitirmiş gibi hiçbir
şeyi göremeden takip etti bütün geceyi.
Yaklaşık 14-20 dakika devam eden ilahilerden sonra,
Süryani bir genç, Şırnak ilinin Silopi ilçesine bağlı
Süryanilere ait Hassana köyündeki yaşantısıyla ilgili,
okulda ve bölgede gördükleri baskı ve sıkıntıları, bu
sıkıntılar nedeniyle dedesi hariç diğer tüm akrabalarının
Avrupa’ya göç ettiğini dile getirdi. Daha sonra köyde
kimse kalmayıp dedesinin de vermiş olduğu kararla torun
ve dede diğer akrabaları gibi Avrupa’ya göç edip, Hassana
köyünün de korucu ve farklı milletlerin saldırılarına
maruz kaldığını anlattı. Bu hikâyenin ardından, göç ile
ilgili bir şiir ve bir türkü seslendirildi. Programın ilerleyen saatlerinde Süryani ezgi korosunun dile getirdiği üç
Süryani ezgiyle ortam daha da neşelendirildi.
Bu etkinlikte Süryani halkı ve dili hakkında bilgi verilerek, Süryanice ilahi ve ezgileri seslendirildi. Ayrıca
Süryani Mahlep şarabı ve çöreği de gelen davetlilere
sunuldu.
Peki, neden Zifiri Karanlık? Bu düşünce daha önce de
Süryaniler için birçok program ve etkinlik düzenleyen
Özcan Geçer’e aitti. Kimi insan bir lokantaya gider ve bir
yemek ismi söyler, yemeğini yedikten sonra da hesabını
öder gider. Ama ya, yenilen o yemeğin tadı hakkında,
daha önce hiçbir bilgisi olmayan görme özürlü bir insanın
durumunu düşündük mü?
Kendimizi kör bir adamın yerine koyup; onun dünyayı,
nesneleri, insanları nasıl algıladığını hiç merak ettik mi?
Ya da birini görmeden, tanımadan başkalarından duyulan,
anlatılan bilgilerle o bireye ön yargıyla yaklaşabilir
miyiz? İşte zifiri karanlıkta düzenlenen bu etkinlik
sayesinde bu sorulara yanıt bulmaya çalışıldı. Yani
karanlıkta görme duyusu kayboluyor; ama onun yerine
koku alma, işitme, dokunma, hissetme duyuları ön plana
çıkıyor. Böylece yapılan bu etkinlik sayesinde, gelen
davetlilerin Süryanilere karşı kulaktan dolma bilgiler
ışığında ön yargıyla yaklaşmayıp, Süryanileri olduğu gibi,
yani oraya gelen her bireyin kendini bir Süryani’nin yeri-
ne koyarak Süryanileri anlamaya çalışması için çaba sarf
edildi.
Etkinliğe gelen davetliler, gruplar halinde görme engelli
görevlilerin yardımıyla yerlerine oturduktan sonra, herkes
sessiz ve karanlık ortamdaki programın başlamasını
bekledi. Bir anda birçok kişiyi heyecanlandıran bir yayın
sesi, kendisine kitap arayan ama nasıl bir kitap aradığını
bilmeyen bir kişi ile başka bir şahsın tozlu raflar içinde
bulunan tozlu kitapların arasından çıkardığı çok eski bir
yazı diline sahip olan bir kitap, yani Süryanice ile
Etkinliğe renk katan, sesi ve eserleriyle tanınan önemli bir
de konuk vardı; Bedri AYSELİ. İlk kez karanlıkta türkü
söyleyen sanatçı, Türkçe ve Süryanice ezgileriyle, Zifiri
Karanlık’taki geceye renk kattı. Bedri AYSELİ, söylediği
hareketli parçalar sayesinde, dinleyiciler karanlıkta değil
de sanki bir düğün salonunda oldukları hissini verdi.
Etkinliğin sonuna doğru, gelen davetliler Özcan Geçer’e
Süryaniler hakkında sorular sorarak, bu etkinlikten
duydukları mutluluğu dile getirdiler. Hemen ardından
“yarına bir harf bırakalım” düşüncesiyle bütün davetliler
bir malfono (Süryanice hocası) eşliğinde alfabeyi
Süryanice ile seslendirdiler. Etkinlik bittikten sonra ise
çıkışta bütün davetlilere estrangeloyo ile yazılmış harf
levhaları dağıtıldı.
Sami (Kawme) DİK
İstanbul’da Süryani Futbol Okulu açıldı
Son dönemde Süryaniler arasında yaşanan gelişmelere
bir yenisi eklendi.
öğrencilerden başarılı olanlarla Süryani Futbol
Takımının kurulması hedefler arasında yer alıyor.
Kendi Anadilinde eğitim yapacak Anaokul açmasına
izin verilmeyen Süryaniler, İstanbul’da bir futbol okulunu faaliyete soktular.
Okulun açılışında yapılan konuşmalarda Sporun insan
yaşamındaki önemi, barış, sevgi, dostluk ve arkadaşlık
ilişkilerine olan katkısı anlatıldı.
İlk etapta 4 ay çalışmalarına devam edecek olan okulun
masrafları
hayırsever
vatandaşlar
tarafından
karşılanacak. Yapılan törenden sonra öğrencilere Siyah
ve kırmızı renklerden oluşan çanta, spor kıyafetleri ve
çeşitli renklerden oluşan güller hediye edildi.
Bu ay içinde açılışı yapılan ve ağırlıklı olarak
çocukların eğitim göreceği Süryani Futbol Okulunun
açılışı, Süryaniler arasında büyük sevinç yaşattı.
Türkiye’de ilk olarak profesyonel eğitmenler
tarafından çalıştırılacak olan okulun açılışına birçok
Süryani öğrenci veli ve yetkili katıldı.
Yeşilköy Çiroz Spor kompleksinde yapılacak
antrenmanlarda ilk etapta 70 öğrenci çalıştırılacak. Bu
Gazete Sabro olarak bu çocuklarımıza ve emeği geçen
herkese başarılar diliyoruz.
M. İRİS
Sayı 13 Mart 2013
İshak ALATON’dan
yardım çağrısı
11
Kullanılan kavramları tanıyalım
Baskın ORAN
Cumhuriyet tarihinin bu ilk sivil anayasa yazma girişimi, geldi, vatandaşlığın tanımında
Türkiye’nin dünyaca tanımış, başarılı işadamı ve Alarko Holding Yönetim Kurulu
Başkanı İshak ALATON, 1915 Soykırımı konusunda duyarlılık gösterilmesi için bir kördüğümlendi. Bu nokta aşılmadan anayasa falan yapılamayacak. Çünkü Cumhuriyet’in
başından beri ülkeye hâkim etno-dinsel unsur, “Türk devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan
mektup yayınladı.
herkes Türk’tür”ü değiştirtmek istemiyor. Göklerdeki tahtına Beşar Esad’tan bile fazla yapışmış,
Yayınladığı mektupta; “Geçmişi ile yüzleşmekten korkan, büyümemiş, güdük kalmış diğer vatandaşların yanına inmemek için direniyor. Tartışmaları anlamak için, kimi kavramları
çocuklar gibi davranmaktan” yorulduğunu söyleyen ALATON, 1915 Soykırımı’nın ve o kavramların iç içe geçmiş maceralarını bilmek lazım.
100. yılı dolmasına 3 yıl kaldığını ve artık bugüne kadar sergilenen davranış
biçiminden farklı bir davranış biçimine girilmesi gerektiğini dile getiriyor.
Kavramsal maceralar
Millet, bütün Osmanlı dönemi boyunca “ümmet”, yani dinsel topluluk anlamındaydı. İttihatYahudi İş Adamı İshak ALATON’un yayınladığı mektubun tam metni:
Terakki’den sonra, bugün kullandığımız “ulus” anlamına dönüştü. Yalnız, çok dikkat, dinsel
anlamından sıyrılmadan.
Sevgili Dostlarım!
Bu süreci anlamak için “Millet-i Hâkime” kavramının macerasını görmek lazım. Daha önce
2015’e üç var… Üç yıl su gibi geçer. 24 Nisan 2015’e doğru yol alırken alışılagelmiş
inkâr politikamıza devam edip kaçacak delik aramaktansa farklı davranalım. de konuştuk; 1454’te başlayan Millet Sistemi’nde Müslümanları yani hâkim/birinci sınıf unsuru
Öncelikli hareket edip, boğayı boynuzlarından kavramak için örgütlenelim. Ayıp ifade eden bu kavram, Cumhuriyet’te anlam değiştirdi. “Türk”ü ifade etmeye başladı. Ama
vatandaş olarak Türk’ü değil. Sadece “Müslüman Türk”ü. Hatta “Hanefi Sünni Müslüman
oluyor artık…
Türk”ü. Vatandaşların Gayrimüslim olanlarını dışladı. Çünkü, ulusunu tek bir etno-dinsel grupGeçmişi ile yüzleşmekten korkan, büyümemiş, güdük kalmış çocuklar gibi davranmak- tan ibaret görmek isteyen ulus-devletin, toplumsal kimliğin din’le tanımlandığı bir coğrafyada
tan ben yoruldum. Sesimizi yükseltelim. Ülkemize ve toplumumuza saygınlık Gayrimüslimleri asimile etmesi mümkün değildi.
kazandırmak, gelecek kuşaklara karşı borcumuzdur.
Oysa Türk olmayan Müslümanları (Pomak, Arnavut, Çerkes, Kürt, vb.) eritmek mümkündü.
Ama o da tam öyle olamadı. Türkiye’ye göçle gelen (otokton olmayan) Balkan ve Kafkas
Müslümanları asimile edildi, ama doğduğu topraktan güç alan otokton Kürtler tam edilemedi.
Edilemediği içindir ki, Mesut Yeğen’in deyimiyle “Müstakbel Türk” olması umulan bu
Müslüman halk, bu hayal kırıklığı sonucunda, Genelkurmayımız tarafından 2005 Nevrozunda
“Sözde Vatandaş” ilan ediliverdi. Yani Millet-i Hakime bir de Kürtleri dışladı. (Milliyetçilik
kadar bölücü ideoloji henüz icat edilmemiştir).
“Türk”ün anlamı ve yaptığı
Şimdi, bir de “Türk”ün kavramsal macerasına bakalım. Osmanlı’da Türk, hiç öne
çıkarılmayan hatta aşağılanan bir kavramdı. Çok sebepten. 1) Sınıfsal: Türkmen yani “göçebe”;
1453’ten itibaren artık “yerleşik” hale geçen, üstelik devşirme ve eğitilmiş olan Osmanlı’ya fena
batıyordu. Öyle ya, göçebe adamdan nasıl asker ve vergi isteyeceksin? Onu nasıl zapturapta
alacaksın? 2) Dinsel: Türkmenlerin büyük kısmı Alevi idi. Yani, yerleşik düzene itaatin mezhebi
olan Sünniliğe fevkalade farklı düşen bir inanıştandı. Üstelik, Osmanlı’nın tek rakibine, Sünni
olmayan İran’a yakınlık duyuyorlardı. 3) Emperyal: İmparatorluklar etnik grup falan bilmez.
Bildiği anda biter gider de ondan. Osmanlı da, kendisini 1299’da kuran Türk/Türkmen’i üstün
saysaydı, güm diye havaya uçardı. (Nitekim, İttihatçılar sayınca, uçma hızlandı).
Doksan yıl boyunca sayısız günahlar işledik. İskeletleri dolaplara yığıp kapılarını
Cumhuriyet kurulunca bu “Türk” kavramı, yeni Millet-i Hakime’sini oluşturduğu Türkiye’yi
kilitledik. Doksan yıldır, kafamız kuma gömülü, dünya kör ve sağır diyoruz.
ihya değil, çatışma sersemi etti. Oysa, Cumhuriyet’in kurucu babaları olan İttihatçılar işleri kendi
Gerçeklerle yüzleşmekten korkuyoruz. Bizlere korkmayı öğrettiler.
haline bıraksaydılar, birçok bakımdan (ekonomik, kültürel, vs.) güçlü olan Türk unsuru diğer
İskeletler, dolap içinde çürüdüler, yayılan kokular dayanılmaz hale geldi. Ben artık Müslümanları bal gibi yumuşak ve doğal asimilasyona uğratacaktı. Ama bırakmadılar. Bırakamadılar. Hem uluslararası atmosfer ırkçıydı, hem Türk kavramı Osmanlı ve Avrupa tarafından
nefes alamıyorum. Ya sizler?..
hor görülmüştü, hem de, en önemlisi, Hıristiyan mezaliminden kaçan (ve gelip yeni devleti
Gelin, bizler de sesimizi Ankara’daki parlamenterlerimize duyuralım. Bizlerin, kuran) Kafkas ve özellikle Rumeli göçmenleri intikam duygularıyla doluydu. Kürtleri ve Gayrimilletin milletvekilleri olduklarını hatırlatalım. Milletin sesini partilerinin yönetimine müslimleri sapına kadar dışlayan bir etnik Türk kavramını ayyuka çıkararak tatmin buldular.
duyursunlar.
B. A. Güler’in ataları
İskelet dolu dolapların kapılarını açmamıza yardımcı olsunlar. Bizlere yakışır defin
Kurtuluş Savaşı sırasında bu kurucuların ağzından hep “Türkiye milleti”, “Türkiye ordusu”,
törenleri sonrası bir dakikalık saygı duruşu ile günahlarımızdan arınalım. Böylece, “Türkiye halkı” çıkmıştı. Lozan yapılıp da Cumhuriyet ilan edilince, bu derhal “Türk Milleti”,
geçmişimizle barışalım, kurbanların ruhlarını şad edelim. İsteyenler mezarlarına “Türk ordusu”, “Türk halkı”na dönüştü. Kurucular, 1924 Anayasasından itibaren, özellikle de
birer karanfil bıraksınlar.
Şeyh Sait isyanından sonra, Kürtlerin gözüne soka soka, “Türk”ü yeni Millet-i Hakime ilan
“Babaların günahını çocuklarının ve torunlarının omuzlarına yüklemek, adil insana ettiler. Cumhurbaşkanı Atatürk’ün, Başbakan İ. İnönü ve Ş. Saracoğlu’nun, Milli Eğitim Bakanı
yakışmaz” derdi lisedeki felsefe hocam. Hepsi öbür dünyaya göçmüş birkaç insanın H. S. Tanrıöver’in, Adalet Bakanı M. E. Bozkurt’un, İçişleri Bakanı Ş. Kaya’nın (daha sayayım
mı?) Türk’ü gökyüzündeki tahta çıkaran, Kürtler ile Gayrimüslimleri ise yerin dibine sokan,
günahlarının hesabını bizden kimse sormuyor.
nefret ve/veya ırk kokan sözlerini hatırlayın (son olarak Doç. Vahap Coşkun bunları 1 Şubat
Cesaret fakiri, gerçeklerden kaçan bir toplumun ferdi olmaktan yoruldum. Ben artık tarihli Taraf’ta özetledi). Bu atalarımızın Emine Ülker Tarhan takdimciliğinde 2013’te sahneye
çıkarılan torunu da, Birgül Ayman Güler olacaktır.
saygınlık arıyorum. Saygınlığa çok önem veriyorum. Bana yardım ediniz…
Sevgilerimle…
İshak Alaton
‫ ܀܀܀܀‬resmen “Türk”ün, “Türk ırkı”nın üstünlüğünü ilan için kullanılıyordu. Yani, uzun lafın kısası,
Bütün bunlar, artık, Türk’ün Osmanlı dönemindeki kırılmış gururunu tamir mamir için değil,
“Kürt Sorunu”nu başımıza çıkaran, “Türk Sorunu” oldu.
“Milliyetçilik” derken, yazıyı ansiklopediye çevirdik ya, onun da kavramsal macerasına
değinelim. Kemalistler tarafından 1990’larla birlikte “Ulusalcılık”a çevrildi. Bu akım; Türkçülüğün, onunla bağlantılı gerçekdışı bir bağımsızlık anlayışının, esas olarak kendine mazlumiyyet üzerinden gaz vermeye dayanan çağdışı bir antiemperyalizm kavramının ve dini görünmez
kılmak isteyen bir laiklik anlayışının yanı sıra, güçlenen İslam’a karşıtlığı da temsile yöneldi.
Yalnız, bunların özellikle sonuncusu açısından bir kavramsal sorun vardı. Farkında değillerdi
ki, Ulusalcılık denilen şey de, kaçmak istedikleri din kavramına bulanmıştı: Gayrimüslimlere
nefret saçıyorlardı. 2007 Cumhuriyet Mitinglerinde “Elimize bedava İncil tutuşturuyorlar” diye
haykıran Mülkiye profesörlerinin, misyonerleri düşman ilan eden Rahşan Ecevitlerin sorunu
buydu: Farkında olmadan dinci idiler.
“Türkiyeli” tek kurtarıcı kavram
Vatandaşlığın tanımı, etnik anlam taşıyan “Türk” yerine, teritoryal (topraksal) anlam taşıyan
“Türkiyeli” olmak gerekir. Ama milliyetçiler/ulusalcılar eşitlikten nefret ettikleri için bu olamayacak. Ama “Türk” de yerinde kalamayacak. Bu terimin artık körü körüne savunulamaz hale
geldiği bir ortamda, mecburen, hiç tanım yapmama yoluna gidilecek. Tabii, bu da bir “ilerleme”
olacak. Masallarda “arpa boyu” denilen cinsten.
‫܀܀܀܀‬
12
Sayı 13 Mart 2013
Midyat: Taş, çan ve kan...
Sadık ASLAN
Turabdin'deki eskinin canlı, şimdiyse sahipsiz, sessiz
Süryani köyleri gezildiğinde, köylerin ve kiliselerin
bahçesinde ilk bakışta hemen göze çarpan yaygın badem
ağaçları, tarihsel boyutuyla Süryanilerin iki halini
anlatabilmek için çarpıcı bir figür olabilir belki. Baharın
startını vererek her yeri beyaza kesen canlı badem çiçekleri Süryanilerin bir zamanlar aydınlanmaya yaptıkları
önemli katkıları ifade eder gibidir. Hz.
Muhammed'in
Hıristiyan
kutsal
yapıtlarla ilgili bilgilerini bir Nasturi
ruhbanı olan Sargis'in (Bahira) verdiği
bilgilerden edindiği bilinmektedir. Yine
Eski Yunan bilimlerini Araplara
aktarma yeteneği tamamen Nasturiler
(Doğu Süryaniler)’e aittir.
Ortadoğu'da yaşanan birçok trajik, acılı
olaydan biri de Süryani halkının
yaşadığı 1915'teki katliamdır. Dönemin
muktedirlerince sistematik bir plan
dâhilindeki
bir
politikayla
gerçekleştirilen bu katliamda değişik
biçimlerde Kürtler de rol aldılar.
Muktedirlerin politikaları çerçevesinde
esas noktalar gözden kaçırılmadan,
meselenin Kürtlerle ilgili bu boyutunun
da ele alınması, bu tarihsel olayda
neyin nereye oturtulması gerektiğini de
daha iyi ortaya koyacaktır. Konu çok
boyutlu ve kapsamlı olduğundan, burada sadece Süryaniler için önemli bir
merkez olan Midyat'taki katliam çerçevesinde bazı
noktalar açılacaktır.
Olması gerektiği gibi, günümüzde Ermeni katliamının
gündeme girmesi karşısında, eş zamanlı ve benzer
kapsamda gelişen Süryani katliamının pas geçilmesi
önemli bir eksiklik olarak ortada duruyor. Sorunun
gündemleştirilememesi anlamında, göç ettirmelerle
dünyanın dört bir tarafına savrulan 'kılıç artığı'
Süryanilerin örgütlü bir halk olmaması bir neden olabilir.
Soğuk politik hesaplar içerisinde büyük güçlerle bu meselenin fazla bir siyasi getirisinin olamayacağı mı
düşünülüyor? Bu anlamda yakın süreçte demokratik
toplum kongresi bünyesinde geliştirilen Mezopotamya
inanç çalıştayları türünden çabaların derinleştirilerek
arttırılması çok fayda sağlayacaktır.
“Süryanilerin 'Kılıç Yılı' anlamında Sayfo dedikleri 1915 katliamından önce Midyat ve
yakın çevresinin yirmi iki binden fazla Hıristiyan ve yaklaşık yirmi ikin bin beş yüz
Müslüman sakini vardı. Hıristiyanlıktan döndüklerini belirten Ezidi Kürtler bölgenin
diğer etnik-dini kesimleriydi”
İTC'nin siyasi rakiplerini tasfiye etmesi çok zaman
almadı. 'Mahşerin Üç Atlısı' Dâhiliye Nazırı Talat, 1914
sonrası Harbiye Nazırı Enver ve Bahriye Nazırı
Cemal'den oluşan bir diktatörlük artık iktidardaydı.
İTC'nin etnik temizliğe dayalı 'toplum mühendisliği' son
hızla devreye konmaya başlandı. Nüfusu homojenleştirme
planlarını Talat hazırladı. İlk elden Rumlar batı
TURABDİN VE MİDYAT
Turabdinli Süryaniler, Hıristiyan
köylere saldırıları ilk kez kuzey
vilayetlerinden gelen ve sağ kurtulmayı
başaran kişilerden işittiler. Katliamlar
hemen kulaktan kulağa yayıldı.
Turabidinli Süryaniler kendilerini
bekleyen akıbeti öğrenmek için yerel
yöneticilere başvurdu. Onlara ısrarla
bunun sadece Ermenileri ilgilendiren bir
sorun olduğu söylendiyse de, yaşamda
kalanların anlatımları durumun hiç de
böyle olmadığını gösteriyordu. Çevrede
asker ve aşiretler tehdit edici bir
biçimde toplandıklarında Süryani
Ortodoks kilisesinin yüreği sayılan
Turabdin bölgesinde tehlike çanları
çalmaya başlamıştı.
kıyılarından zorla tehcir edilmeye başlandı. Osmanlı'nın
1. Dünya Savaşı macerası Anadolu'daki birçok etnik ve
dini kesimler için artık sonun başlangıcıydı.
Önceki Panislamist siyaset zaten dini kutuplaşmayı siyasi
yaşama sokmuştu. 1909 katliamlarında da hedef tahtasına
sadece Ermeniler değil tüm Hıristiyanlar konmuştu.
Savaşla beraber sultan S. Mehmet'in Müslüman uyrukları
ortak mücadeleye çağırması daha başlarda İran'da Ermeni
ve Süryanilere karşı ortak bir cephe yaratılmasında etkili
olmuştu. Namı değer 'Teşkilatı Mahsusa' çeteleri de artık
birçok yerde işbaşındaydı.
1915 büyük katliam sürecinden önce de Süryaniler belli
tarihsel dönemlerde katliamlara uğradılar. Daha
öncelerden bazı kesitler ele alınırsa, Anadolu'yu
istilasında Timurlenk'in kıyımından kaçabilen Nasturiler,
Kürt coğrafyasındaki dağların erişilmesi zor olan güvenli
bölgelerine sığındılar. Bu dağlar, 1842-43 senelerinde
Botan Emiri Bedirhan Bey'in saldırılarıyla Nasturi
katliamına mekân oldular. Ermenilere karşı girişilen 1895
programları belli düzeyde bulundukları yerlerde
Süryanileri de kapsadı. Ardından belli nedenlerle 1909'da
Kilikya (Adana)’da gayrı Müslimlere saldırılar
gerçekleşince Süryaniler de bu katliamdan önemli ölçüde
nasibini aldı. Ama 'altın vuruş' 1915'te gelecekti...
ETNİK TEMİZLİK
Daha öncesine uzanmadan ele alınacak olursa; 1913
darbesiyle iktidarı mutlak olarak eline geçirdikten sonra
İttihat ve Terakki Cemiyeti (İTC) kendisini nüfusu
homojenleştirme ve planlı etnik temizlik yoluyla
azınlıkları dağıtma düşününe kaptırdı. İdeolojik arka
planda Türkçü ideolog Yusuf Akçura'nın 'Üç tarzı siyasetinden' üçüncüsü olan Pantürkizm vardı. 1913 Balkan
savaşlarında Avrupa'daki toprakların büyük kısmı yitirilip
Araplarda da bağımsızlık hareketleri gelişince gözler elde
kalan ve daha önce önemsenmeyen Anadolu'ya çevrildi.
başlanmıştı. 1. Dünya Savaşı bittiğinde binlerce senedir
topraklarında yaşayan bir milyon civarında Ermeni ve beş
yüz bin civarında Süryani ortadan kaldırılmıştı. İTC'nin
temizlik siyaseti ilk büyük meyvesini vermişti!
Ermenilere karşı askeri eylemler Şubat 1915'te başladı.
Talat'ın 26 Mayıs 1915 tarihli ermeni tehciri ile ilgili emri
günümüze taşan bir trajedinin başlangıcı olurken, Haziran
1915'te Mardin'den Diyarbakır'a doğru hareket ettirilen
karışık Hıristiyan tutuklu kafileleri yolda katledilmeye
Eski çağlardan beri Turabdin'de
sonradan Yakubiler de denilen Batı
Süryanilerinin yoğun yerleşimleri
olmuştur. Sınırları Batı'da Mardin,
güneyde Nusaybin, kuzeyde Hasankeyf
ve doğuda Cizre'ye kadar uzanan bu
bölgenin tek büyük kasabası vardı: Midyat. Turabidin,
tarih boyunca dünyadan elini eteğini çekmiş ruhban
sınıfından gelen din alimlerinin ibadet ettikleri sayısız
manastırın yer aldığı bir bölgeydi. Tur: dağ, abdin;
hizmetkâr, köle anlamlarına geliyordu. Çeviride 'Allah'ın
hizmetkârlarının dağı' olarak anlaşılmaktaydı. Osmanlı
kayıtlarında bölge Tur ya da Tor gibi terimlerle
kaydedilmişti. Kürt dilinde halen Tor-torê olarak
kullanılır, bölgede yaşayanlara da o yüzden Torî denir.
Süryanilerin 'Kılıç Yılı' anlamında sayfo dedikleri 1915
katliamından önce Midyat ve yakın çevresinin yirmi iki
binden fazla Hıristiyan ve yaklaşık yirmi ikin bin beş yüz
Müslüman sakini vardı. Hıristiyanlıktan döndüklerini
belirten Ezidi Kürtler bölgenin diğer etnik-dini
kesimleriydi. Hıristiyanlar neredeyse tamamen Süryani
Ortodoks kilisesine bağlıydı. Ama 20.yy. başında bölgeye
akın eden Amerikalı ve Avrupalı misyonerler sayesinde
Katoliklik ve Protestanlığı seçen kesimler vardı. Bölgede
çok farklı Kürt aşiretleri yaşıyordu. En büyük aşiret
konfederasyonları Dekşurî ve Hevêrkî'ydi. Bazı
Süryaniler de bu aşiret üyeleriydiler. Ziya Gökalp’ın 1.
Dünya Savaşından önce listelediği Midyat'taki 18
aşiretten Hevêrkî, 5'i de Dekşurî konfederasyonuna
bağlıydı.
Dekşurîler hükümetin yakın müttefikiydi ve en korkunç
kıyımlar
onların
kontrolündeki
köylerde
gerçekleştirilmişti. Heverkîler hükümete muhalifti ve
tarihsel olarak da Hıristiyanları koruma eğilimindeydiler.
Nitekim devlet katliamdan önce Süryanilerden yana
olabilecek Hevêrkî aşiret liderleri Çelebiyo, Alîyê Bete ve
Sarxano'yu Harput'a sürgün etmişti. Aynı şekilde katliam
girişimlerinde yer almak istemeyen Midyat Kaymakamı
Nuri Bey ortadan kaybedilerek yerine Hacı Beşir (Bahsar)
getirilmişti. Çoğunluğu Kürt aşiret üyelerinden oluşan,
elli askerden oluştukları için Arapça 'El-Hamsin' denilen
ölüm mangaları hazır vaziyetteydi. Bu ölüm mangaları,
Talat'ın bölgedeki 'biricik' ayağı olan, Turabdin'in de o
zaman bağlı olduğu Diyarbakır'ın valisi Reşid'in eseriydi.
Midyat idari merkezi dışında, Turabdin'deki katliamların
çoğunu bunlar gerçekleştirecekti. Katliam için her şey
hazırdı.
Devamı gelecek sayıda
Sayı 13 Mart 2013
13
Okuyuculardan
“Ülkemizin boşalmasını istemiyoruz”
Avrupa Süryaniler Birliği (ESU) ve Fransa Asurî-Keldani-Süryani Enstitüsü (IACS)
Paris’te, Suriye’nin durumu ve Süryanilerin geleceği konusunda bir konferans düzenledi.
Fransa Senatosunda yapılan konferansa, Fransız Senatörler, politikacılar ve değişik
ülkelerden Süryani temsilciler katıldı.
13 Şubat 2013 tarihinde yapılan konferansa katılan konuşmacılar; Suriye’de gün geçtikçe
ağırlaşan savaşın içerisinde bulunan Hıristiyanların ve özellikle de Süryanilerin durumunu
tartıştılar.
SALAM TAKTİĞİ POLİTİKA
D a ha A ra lık a y ında (1 8 . 1 2 . 2 0 1 2 ) çık a n bir ha be rde ;
"Üniv e rs ite s ınav larında din de rs i de s orulac ağı" y azılıy ordu.
B unun üze rine , O S Y M B aşkanına; "A le v i, H ıris tiy an v e Y ahudi
öğre nc ile r bu s oruları nas ıl c e v aplay ac ak" diy e s orulunc a,
"Y orum y ok " diy e c e v ap v e riy or.
N e g üze l v e ne t bir c e v ap, bir P rof e s öre y akışmay an. D aha
s onra, O c ak ay ında (6. 1. 2013) bu s oruy a daha f azla açıklık
g e liy or; "İs lam dininin ibade t v e inanc ına y öne lik öze l s orular
de ğil, g e ne l çe rçe v e li din kültürü s oruları olac ak" de niliy or.
(E s ra K A Y A "A z ınlık öğre nc iy e de din s o rus u"). H a liy le
D iy arbakır’da P as tör A hme t G ÜV E N E R'in kızına da zorunlu s e çme li din de rs i. Y e tkilile re te brikle r, y av aş y av aş he de f inize
ulaşac aks ınız.
Şimdi s ize 1966 y ılında başımdan g e çe n bir olay ı kıs ac a
a nla ta c a ğım: O k ulla r k a pa ndık ta n s o nra L is e me zunla rına
dışa rıda n e k de rs le rde n (me s le k i) 4 5 g ün k urs v e rilip
imtihandan s onra öğre tme n (ilkokul öğre tme nliği) olma hakkı
tanındı. B e n de bir dile kçe ile E lazığ K ız İlk öğre tme n O kuluna
başv urup kay dımı y aptım.
Konferansı düzenleyen kurumlardan ESU adına Başkan Lahdo HOBİL ve IACS Başkanı
Agnes İDE katılırken, Suriye Süryani Ulusal Konseyi Başkanı Bassam İSHAK, Suriye
Süryani Birlik Partisi Başkan Yar. Said MALKİ, Fransa Senatörü Christiane
KAMMERMANN, Fransa’nın Suriye eski Başkonsolosu Eric CHECALLİER, Suriye
Prularist Hareketi Başkanı Randa KASSİS ve Doğu Sanatları Fonu Başkanı Rahip Piyer
PASCAL da konuşmacılar arasında yer aldı.
IACS Başkanı Agnes İDE tarafından yönetilen konferansta söz alan konuşmacılar; Suriyeli
Hıristiyanların ve özellikle Süryanilerin durumunu anlattılar. Günümüzde kimlikleri inkâr
edilen Süryanilerin Suriye’de karşılaştıkları sorunların anlatıldığı konuşmalarda ayrıca,
Süryanilerin günümüzde maruz kaldıkları saldırılardan kendilerini nasıl koruyabilecekleri
ve kendilerine nasıl bir gelecek inşa edebilecekleri tartışıldı.
Konferansın düzenlenmesi için büyük emek sarf eden Fransız Senatör Christiane
KAMMERMANN de yaptığı konuşmada, Fransa’nın Suriye’deki Hıristiyanlara sahip
çıkması gerektiğini söyledi. Fransa’nın eski Suriye Başkonsolosu Eric CHECALLİER ise
Suriye’de yaşananların çok vahim olduğunu ve Hıristiyanların bugünkü durumdan
kurtarılmaları gerektiğinin altını çizdi.
K urs lar ke s intis iz de v am e tti. A ğus tos ay ının ortas ında ne re de y s e imtiha n g ünle rinin ta rihle ri be lli o la c a k tı. K urs
y öne tme ni bize s anki bir müjde y miş g ibi; "G e nçle r din de rs i de
e k de rs olarak imtihana dâhil e dildi" de di. H e pimiz şok olduk,
bilhas s a be n. A rdından da bize bir g ün din de rs i kurs u v e rildi.
B e n bir G ay rimüs lim olarak ne y apac ağımı şaşırdım. O kul
M üdürüne çıktım durumu anlatmay a çalıştım. V aliy e bir dile kçe
ile mürac aat e tme mi tav s iy e e tti. B e n de de diği g ibi V ali’y e bir
dile kçe y azdım. V ali de be ni M illi e ğitim M üdürüne hav ale e tti.
M illi e ğitim M üdürü be nim y üzüme baktı v e "B ir şe y y apamam"
de di. B e n bu s e f e r y ine şif ahe n; "H oc am be n G ay rimüs lim’im,
din de rs inde n muaf tutulmam lazım. B u olanlar doğru de ğil, s iz
bir V e li o lurs a nız o ğlunuzu din de rs i için bir H ıris tiy a n
öğre tme ne
g önde ririms iniz ?
H e le
T ürk iy e 'de "
de dim.
O muzlarını s ilkti v e bana; "O zaman s iz de başka bir M e s le k
s e çin" de di.
Çare s iz imtihanlara g irdim v e başarılı g e çti. B e re ke t v e rs in
din de rs inde n; 5 s oru diğe r dinle rde n, 5 s oru da s ade c e
İs lam’dan g e ldi. B u s orulardan biri hale n aklımda; "C uma
namazı kaç re kât’tır? K açı f arz kaçı s ünne t? ” biçiminde y di.
M aale s e f bu politika hale n de v am e diy or. S alam taktiği.
T H Y iç hatlarda (6 nokta hariç) içki y as ağı g e tirildi. E f e ndim
tale p y okmuş. S e be bi be lli, he rke s birbirinde n çe kiniy or. P e ki,
T ürkiy e 'de imal e dile n içkiy i he p turis t v e G ay rimüs limle r mi
içiy or? Çok g ülünç. M aliy e t y üks e ks e para ile s atıls ın içe n
öde s in. N e diy e lim darıs ı A v rupa'y a y apılan s e f e rle rin başına!
T H Y y e ni uc ube kıy af e tle ri e ğe r kabul e dilirs e bir f ac ia.
G aliba bu kıy af e tle rle , S ultan S üle y man'ın ziy are tine g idile c e k?
G aliba T H Y için y olc ular mühim de ğil, öne mli olan H üküme ti v e
A K P arti’y i me mnun e tme k. M ade m öy le o zaman bu kıy af e tle r
C umhurbaşkanı, B aşbakan v e B akanlara ait öze l uçaklardaki
g öre v lile r g iy s in. B e nc e g üze l de olur.
Konferansa katılan Suriyeli Süryani temsilciler Bassam İSHAK ve Said MALKİ, Suriye’de
yaşananları ve Süryanilerin önündeki tehlikeleri ortaya koyduktan sonra, batı devletlerinin
ve özellikle Suriye ile tarihi ve derin bir ilişkiye sahip olan Fransa’nın aktif hareket etmesi
gerektiğini dile getirdiler. ESU Başkanı Lahdo HOBİL ise, genel anlamda Süryanilerin
bugüne kadarki süreçte yaşadıkları göçleri anlattıktan sonra, geçmişte Türkiye, İran ve
Irak’ta yaşananların bugün Suriye’de yaşanmasını istemediklerini, bu nedenle de sürece
müdahale edilmesi gerektiğini söyledi. HOBİL, batı devletlerinin her şeyden önce,
Süryanilerin kendi ülkelerinde kalmaları için girişimlerde bulunmaları gerektiğinin altını
çizdi ve “biz, ülkemizin boşaltılmasını istemiyoruz, kaldı ki halkımızın göç etmesi demek
Hıristiyanlığın Ortadoğu’dan silinmesi demektir” dedi.
Yaklaşık 5 saat süren konferans, samimi diyalogların gerçekleştiği bir kokteylle sona erdi.
‫܀܀܀܀‬
H e rke s şunu iy i bilme li; y as aklarla hiç bir y e re v arılmaz.
S ade c e idare s i zay ıf olanlar çare y i y as aklarda bulmay a çalışır.
N e y a pa rs a nız y a pın y a s a k la rla ins a nla rın k a ra k te rini
de ğiştire me z s iniz . B e lk i bu g idişle y a v a ş y a v a ş önünüz e
koy duğunuz he de f e v arabile c e ğinizi düşünüy ors unuz. A ma be n
başarabile c e ğinize inanmıy orum.
B e nc e D e mokras i y oluna de v am e din. Çünkü he rke s in g özü
açıldı. D olay ıs ıy la s alam taktiği politikadan v azg e çin.
Habib RIMMO
14
‫܀܀܀܀‬
Sayı 13 Mart 2013
‫܀܀܀܀‬
Sayı 13 Mart 2013
15
‫‪S. 14‬‬
‫‪S. 15‬‬
‫܀܀܀܀‬
Download