Mardin’de “Cin” Şişeden Çıktı YIL 1 SAYI 9 KASIM 2012 Dünyanın değişik ülkelerinden gelen akademisyen ve araştırmacıların katıldığı 'Mardin ve Çevresi Toplumsal ve Ekonomik Tarihi' başlıklı sempozyum Mardin’de yapıldı. Mardin Erdoba Elegance Otel'de 2 gün devam eden sempozyumda, daha önce gündeme gelmeyen ve tartışılmayan birçok konu, araştırmacılar tarafından tartışıldı. S. 12 Verdiğiniz Sözü Tutun Tarih ders kitaplarındaki Süryanilere yönelik ‘kin ve nefret söylemi’ devam ediyor. Geçtiğimiz yıl yapılan şikayetler sonrasında MEB Talim ve Terbiye Kurulu Başkanı tarafından değiştirileceği konusunda yazılı açıklama yapılmasına rağmen 10. Sınıf Tarih ders kitaplarındaki söylem değiştirilmedi. Süryani kurumları ve birçok duyarlı çevre Tarih kitaplarında var olan ‘kin ve nefret söylemi’nin kaldırılması için harekete geçti. BDP Milletvekili Erol DORA konu hakkında Meclis Araştırması isterken, CHP Milletvekili Ali ÖZGÜNDÜZ ise, Milli Eğitim Bakanı Ömer DİNÇER tarafından yazılı olarak cevaplandırması için soru önergesi verdi. Süryani Dernekler Federasyonu (SÜDEF) de konuya ilişkin bir bildiri yayınlayarak rahatsızlığını dile getirdi. S. 2 Qadmoyutho ORTADOĞU İÇİN ÇOK ODAKLI SİYASET ABD’de yapılan her seçim başta Amerika olmak üzere dünyadaki birçok güç için büyük bir önem taşır. Dolayısıyla dünyadaki birçok siyasi gelişmenin seyrini ABD’de yapılan başkanlık seçimlerinde ortaya çıkan sonuçlara göre belirlenir. Dikkat ederseniz, geçtiğimiz seçim döneminde ABD, bir imaj değişikliğine ve prestij kazanmaya ihtiyacı olduğu için, bugüne kadar Amerikan toplumu içerisinde ençok ezilen ve ayrımcı politikalara maruz kalan siyah ırkından birisini, yani Barack OBAMA’yı başkan seçti. Günümüzde ABD için durum önemli oranda değişmiştir. Daha çok bir denge durumu söz konusudur. Dolayısıyla yeni başkan önümüzdeki 4 yılda ABD’nin yeni dış açılımlarına öncülük edecektir. Irak ve Afganistan’dan ABD askeri güçlerinin geri çekme stratejisi yerini başka stratejilere ve belirlenen hedeflere yönelik operasyon yapma planlarına bırakacaktır. Günümüze görünürdeki en önemli hedef de İran’dır. Aslında ABD’nin son dönemlerde izlediği siyasete bakıldığında, geçmişe oranla daha temkinli ve hesaplı hareket ettiği görülmektedir. Gün geçtikçe, kamuoyunun ve özellikle Ortadoğu’daki kitlelerin olumsuz tepkisini Devamı Say. 4 “Demokratik ve adil bir Suriye” “Suriye’deki mücadele bize şunu gösterdi; hiçbir halk sonuna kadar baskı altında tutulamaz. Rejim varlığını devam ettirebileceğini düşünürken, birçok insan da Suriye halkının diktatörlüğe boyun eğdiğini sanıyordu” “Ne şekilde olursa olsun, Halklara kan kusturan bu diktatörlük rejiminin yıkılması gerekiyor. Her gün onlarca şehit verilmesi pahasına Suriye halklarının bunu başaracağına inanıyorum. Suriye halkının verdiği bu mücadele aynı zamanda bir Temsiliyet Sorunu Gündemdeki Temel Hak ..... Torunlarımız görecek mi? mesajdır. Bu mesajın da başta Suriye rejimi olmak üzere herkesin anlaması gerekiyor. Suriye rejimini destekleyen ve ona yardım eden uluslararası ve bölgesel güçler ile dostlarımızın da bu mesajımızı iyi okuması ve değerlendirmesi gerekiyor” S. 6 Türkiye’de Aşağılaştırılan Ötekiler İslamcı Kerinçsizler geliyor Zamanı Gelmişken... Tuma ÇELİK Yavuz ÖNEN Mihayel RABO Suphi AKSOY Baskın ORAN Okuyuculardan Sayfa 3 Sayfa 5 Sayfa 7 Sayfa 9 Sayfa 11 Sayfa 13 2 Sayı 9 Kasım 2012 Verdiğiniz Sözü Tutun Tarih ders kitaplarındaki Süryanilere yönelik ‘kin ve nefret söylemi’ devam ediyor. Geçtiğimiz yıl yapılan şikayetler sonrasında MEB Talim ve Terbiye Kurulu Başkanı tarafından değiştirileceği konusunda yazılı açıklama yapılmasına rağmen 10. Sınıf Tarih ders kitaplarındaki söylem değiştirilmedi. Süryani kurumları ve birçok duyarlı çevre Tarih kitaplarında var olan ‘kin ve nefret söylemi’nin kaldırılması için harekete geçti. BDP Milletvekili Erol DORA konu hakkında Meclis Araştırması isterken, CHP Milletvekili Ali ÖZGÜNDÜZ ise, Milli Eğitim Bakanı Ömer DİNÇER tarafından yazılı olarak cevaplandırması için soru önergesi verdi. Süryani Dernekler Federasyonu (SÜDEF) de konuya ilişkin bir bildiri yayınlayarak rahatsızlığını dile getirdi. yapılan değişiklik birkaç kelime ile sınırlı kalmış ve söylemde hiçbir değişiklik yapılmamış. Bunun üzerine duyarlı çevreler ve Süryani kurumları tekrar harekete geçtiler. Önce parlamentodaki tek Süryani Milletvekili BDP’li Erol DORA, konu hakkında meclis araştırması talebinde bulundu ve MEB Ömer DİNÇER’in yanıtlaması için bir soru önergesi verdi. Ayrıca bir basın açıklaması yaparak konuya dikkat çekti. bulunduğu belirtildikten sonra, gelecek eğitim yılı olan 2012-2013 için hazırlanacak ders kitaplarında gerekli düzeltmelerin yapılacağı açık bir şekilde dile getirildi. Ayrıca, hükümet ve bakanlık yetkilileri tarafında yapılan birçok açıklamada hazırlanacak eğitim müfredatında yer alacak tarih ve d i n Geçtiğimiz yıl Süryani Kurumları; Türkiye’de okutulan 10. Sınıf Tarih ders kitabı, içindeki yanlışlıklar ve taşıdığı ‘kin ve nefret söylemi’ n e d e n i y l e eleştirdikleri ders kitabındaki sorunlar devam ediyor. 2009 eğitim-öğretim y ı l ı n d a okutulmaya başlanan 10. sınıf tarih ders kitabındaki Süryani halkına yönelik ırkçı ve kışkırtıcı ifadelerin yanlışlığını ortaya koyan Süryani k u r u m l a r ı 9 . 1 2 . 2 0 1 1 Tarih Kitabı eski baskısı t a r i h i n d e yazdıkları bir dilekçe ile Milli Eğitim Bakanlığı’na başvurdu. 13 dini ve sivil toplum kuruluşu tarafından yazılan dilekçede, kitaptaki yanlışlıkların düzeltilmesi ve var olan ‘kin ve nefret söylemi’nin kaldırılması talep edilmişti. Konunun gündeme gelmesi sonrasında birçok yayın kuruluşu kitap üzerine haberler yapmış ve ve daha sonra Parlamentoda tartışılmıştı. Bu arada, Milli Eğitim Bakanlığı Talim ve Terbiye Kurulu Başkanı Prof. Dr. Emin KARİP imzasıyla Süryani kurumlarına gönderilen cevabi yazıda, duyarlılığın haklı AYLIK SABRO (UMUT) BAĞIMSIZ SIYASI GAZETE Sahibi ve Genel Yayın Yönetmeni: Tuma ÇELİK Süryanice Sorumlusu: Yuhanun VERGİLİ Yönetim Yeri: Akçakaya Mah. Cumhuriyet Cad. No 40 Midyat-Mardin Basıldığı Yer: Anadolu Ofset, Davutpaşa Cad. Kazım Dinçol San. Sit. No: 81/87 Topkapı – İstanbul Basım Tarihi: Kasım 2012 Ancak 2011-2012 eğitim öğretim yılına başlanması ve kitapların öğrencilere dağıtılması sonucu görüldü ki, İlişki Adresleri: Mardin: Gabi YERLİ Tel: +90 482 212 79 79 Tel: +90 533 643 76 49 İstanbul: Edip ARSLAN Tel: +90 530 787 28 21 Zeki AYDIN Tel: +90 532 296 57 69 İsviçre: Habib RIMMO Tel: +41 32 623 92 07 Amerika: Nuran TAŞÇI +1 201 621 11 33 Ardından konunun takipçisi olan Süryani kurumlarından, Süryani Dernekler Federasyonu (SÜDEF) bir bildiri yayınlayarak verilen sözlerin tutulmasını istedi. kitaplarının hazırlanmasında ilgili konuların uzmanlarına danışılacağı dile getirildi. Midyat: e-Mail: gazetesabro@hotmail.com Tel: +90 506 674 53 00 Basın toplantısında, dünya üzerinde yaşayan bütün halkların eşit olduğu vurgusu yapan Erol DORA; “Aslında en büyük kötülük, içinde nefret suçu barındıran ifadelerle eğitim alan çocuklara yapılmaktadır. Kardeşlik ve barışın tesis edilmesi gereken topraklarda çocuk yaştaki beyinlere kin ve nefret tohumları serpilmektedir” dedi ve “Çocukları birbirine düşman olarak büyütecek bu utanç verici ifadelerin çağdaş bir dünya anlayışında yeri var mıdır?” diye sordu. SÜDEF bildirisinde; “Geçmişte çocukların beynine yerleştirilmeye çalışılan kin ve nefret tohumlarının günümüzde de e k i l m e y e çalışıldığına şahit oluyoruz. Ki geçmişte yaratılan bu kin ve nefret tohumları ile büyüyen nesiller, Süryanilere her türlü baskıyı reva görmüş ve kendi ülkelerinde yaşamalarına izin vermemiştir” diyerek yaşadığı kaygıları ortaya koydu. Tarih Kitabı yeni baskısı Geçmişte verilen sözlere atıfta bulunan Süryani Dernekler Federasyonu yaptığı açıklamada, “binlerce yıldır bu topraklarda yaşayan ve yaşamı boyunca yarattığı değerlerle insanlığa hizmet eden Süryanilerin, Genel Kurallar: Abone ve Reklam Fiatları: Banka Bilgileri: Gazetede yayınlanan yazılardan, altında imzası olan yazarlar sorumludur. Fiatı: 3,50 TL, 2,00 € (Yurtdışı) Ziraat Bankası, Gazetenin imzasıyla yayınlanan yazılardan ise Genel yayın yönetmeni sorumludur. Kaynak göstermek kaydıyla, gazetede yayınlanan yazılar başkaları tarafından kullanılabilir. Gazeteye gönderilen yazılar, kullanılsın veya kullanılmasın, gazetenin malı sayılır ve başka bir dönemde kullanılabilir. Abone: 1 Yıl; 35,00 TL, 25,00 € (Yurtdışı) 6 Ay; 20,00 TL, 15,00 € (Yurtdışı) 3 Ay; 10,00 TL, 10,00 € (Yurtdışı) İstanbul/Beyazıt Şubesi Hesap Sahibi: Tuma ÇELİK Hesap No: 59447239-5001 IBAN: TR09 0001 0006 0659 4472 3950 01 Reklam: Yıllık; 750,- (1/2), 500,- (1/4), 350,- (1/8), 250,-(1/16) 6 Ay; 500,- (1/2), 350,- (1/4), 250,- (1/8), 175,-(1/16) 3 Ay; 350,- (1/2), 250,- (1/4), 175,- (1/8), 125,-(1/16) Gazetemiz; Herkesin bireysel haklarına saygı gösterme konusunda ilke kararına sahiptir. Abone olmak isteyen okuyucularımızın, abonelik ücretlerini banka hesap numaramıza yatırmalarını ve adreslerini elektronik veya normal posta yoluyla tarafımıza ulaştırmaları sonrasında gazeteyi ellerine ulaştıracağız. 3 Sayı 9 Kasım 2012 hayal mahsulü ve gerçek dışı bu söylemlerle tanıtılmasını” kendilerine yapılmış bir hakaret olarak değerlendirdiklerini ve bunu kabul etmeyeceklerini söyledi. Ardından da; “Bizler Başbakan'ın, hükümetin ve bakanların söylediklerine inanmak istiyoruz. Bugüne kadar verilen sözlerin yerine getirilmesini ve en kısa zamanda bu durumun düzeltilmesini istiyoruz” dedi. Geçtiğimiz günlerde Süryanilerin yaşadığı sorunların tartışılması için Meclis Araştırması isteyen ve bunun için önerge veren, CHP İstanbul Milletvekili Ali ÖZGÜNDÜZ de, TBMM Başkanlığı'na Milli Eğitim Bakanı Ömer DİNÇER'in yanıtlaması istemiyle bir soru önergesi verdi. Süryani halkına yönelik ırkçı ve kışkırtıcı ifadelere karşı ülkemizde yaşayan Süryaniler girişimde bulunmuş, başta şahsınız olmak üzere birçok devlet ve hükümet yetkilileriyle görüşmüşlerdir. Tüm bu olanlara rağmen, bu eğitim-öğretim yılında 10. sınıf öğrencilerine okutulacak tarih kitaplarına bakıldığında, Süryanilerin "hain', "işbirlikçi' olduğu biçimindeki nefret suçu kapsamında değerlendirilecek ifadelerin varlığını koruduğu görülmektedir. Ülkemizde yaşayan Süryaniler, bu konuda oldukça tepkililer ve söz verilmesine rağmen bu ırkçı ve kışkırtıcı sözlerin neden k i t a p l a r d a n çıkarılmadığı sorusunun yanıtlarını aramaktadırlar" dedi. ÖZGÜNDÜZ, Milli Eğitim Bakanı Ömer DİNÇER'e, "10. sınıf öğrencilerine okutulacak tarih k i t a p l a r ı n a bakıldığında, Süryanilerin 'hain', 'işbirlikçi' olduğu biçimindeki nefret suçu k a p s a m ı n d a değerlendirilecek ifadelerin varlığını k o r u d u ğ u görülmektedir. Bu ifadeler nasıl görmezden gelinmiştir?" diye sordu. Yapılanlara anlam vermekte zorlandıklarını söyleyen SÜDEF Yönetim Kurulu Başkanı Evgil TÜRKER; “Bir tarafta olumlu bir söylem söz konusu iken, diğer tarafta olumsuz, ciddi bir resmi pratik var. Bu durum bizi rahatsız ediyor” dedi. TÜRKER ayrıca, bu konuyla birlikte devlet ve hükümetin bizlere yaklaşımında ne kadar dürüst ve samimi olacağı da ortaya çıkacağını söyledi. TBMM Başkanlığı'na sunulan dilekçede Özgündüz; “Geçtiğimiz eğitim-öğretim döneminde 10. sınıf tarih ders kitabındaki Süryaniler ve dostları, devletin daha önce değişik biçimlerde verdiği sözü tutmasını bekliyorlar. ܀܀܀܀ Temsiliyet Sorunu Tuma ÇELİK G e çtiğimiz g ünle rde G alatas aray Ünive rs ite s i, S oc ie te Droit e t Re lig ion e n E uropa ve S tras bourg Ünive rs ite s i’nin ortaklaşa düze nle dikle ri bir pane le katıldım. T ürkiy e ’de ki azınlıkların te ms iliy e t s orunu üze rine y apılan pane lde be nim dışımda E rme ni, Rum ve Y ahudi te ms ilc ile rin y anında konunun uzmanı de ğe rli akade mis y e nle r de konuşmalar y aptılar. A y rıc a T ürkiy e ’de ki dini c e maat vakıflarının kitle le ri ne kadar te ms il e de bildikle rinin s org ulandığı bir de be lg e s e l g ös te rildi. “T ürkiy e ’de Dini A zınlıklar; T e ms iliy e t ve K urumlaşma” başlıklı pane lde ilk ke z duy duğum bir çok şe y s öy le ndi e lbe t. A nc ak daha önc e de falarc a dinle diğim şe y le r de s öy le ndi. M e s e la T ürkiy e ’de y aşay an azınlıkların kurums allaşmalarının s üre kli e ng e lle ndiği ve bu y üzde n de birçok kay ıpla karşılaştıkları, he me n he me n bütün konuşmac ılar tarafından dile g e tirildi. K i bu durum zate n he rke s taraf ından biliniy ordu. A ma me s e la Y unanis tan’da y aşay an M üs lüman azınlığın ke ndi içinde g e çe rli olan aile hukukunun şe riata g öre uy g ulandığı ve de vle tin de bunu kabul e ttiğini ilk ke z burada duy dum. P ane lde konuşulan ve bütün dinle y ic ile rin ilg iy le katıldıkları konu is e daha çok T ürkiy e ’de bulunan dini azınlıkların s ahip olduğu kurumların (vakıfların) “T e ms iliy e t” g üc üne ne de re c e s ahip oldukları üze rine idi. İlg inçtir bütün konuşmac ılar, farklı s e be ple r öne s ürs e le r de , adı g e çe n bu kurumların azınlıkları te ms il e tme de y e te rs iz olduğunu ve s ınırlı birkaç konu dışında bu vakıfların c e maatle ri te ms il e tme diğini dile g e tirdile r. K imi konuşmac ılar buna ne de n olarak, kurum y öne tic ile rinin be lirle nme s inde y aşanan s orunları ortay a koy arke n, kimile ri bu s e çimle r e s nas ında de vle t kurumlarının y aptığı müdahale le ri g ös te rdi. K imle ri de c e maat vakıflarının g öre v alanları içe ris inde , “halkı te ms il e tme ” g öre vinin bulunmadığını ve dolay ıs ıy la y apılan s e çimle rde be lirle ne n kişile rin te ms il e tme g öre v ve y e tkis ine s ahip olmadığını s öy le di. Y ahudi konuşmac ılar, s ahip oldukları y apıların y ıllardan be ri s e çim y apmadığını dile g e tirdile r. O nlarc a vakfa s ahip Rumlar is e bu te ms iliy e t y e tkis inin kimde olduğunu s org uladılar. E rme nile r de din ve din dışı te ms iliy e tin farklı olmas ı g e re ktiğini, anc ak bug ün varolan y apıların buna imkan ve rme diğini anlattılar. T abii kimi konuşmac ılar da de vle tin çizdiği “s ınırlar” içe ris inde kalınmas ı g e re ktiğine inandıklarını s öy le dile r. P ane lin konus u “T e ms iliy e t ve K urumlaşma” olduğu için konu ay rıntılı bir şe kilde tartışıldı ve dinle y ic ile r dahil he rke s düşünc e s ini ortay a koy may a çalıştı. B e n de S üry anile rin şu an s ahip olduğu kurumların me zhe ps e l ve is ims e l anlamda bölünmüş olduğunu ve birbirle riy le ortak bir çalışmay a s ahip olmadığını ve buna bağlı olarak de “te ms iliy e t” g üc üne s ahip olmadıklarını anlattım. A y rıc a S üry anile rin g ünümüzde y aşadığı “tanımlanma” s orunu ve buna bağlı olarak da oluşturulmas ı g e re ke n kurumlara ilişkin düşünc e le rimi ortay a koy may a çalıştım. Çünkü bana g öre ; g ünümüzde he r anlamda ke ndini y e nide n tanımlamay a çalışan bir de vle t ay g ıtı ile karşı karşıy a bulunuy oruz. A vrupa B irliği ile bütünle şme , y e ni bir A nay as a y apılmas ı, y e re l y öne timle rin y e nide n y apılandırılmas ı vb. atılan birçok adım bunun işare ti olduğuna inanıy orum. Dolay ıs ıy la T ürkiy e C umhuriy e ti g ünümüzde ke ndini y e nide n tanımlamay a ve org anize e tme y e çalışırke n, içinde y aşay an halkları nas ıl g ördüğünü de ne t olarak ortay a koy mas ı g e re kme kte dir. T abi bizle r de bu s üre çte y apmamız g e re ke n e n öne mli şe y in; g e le c e kte bize nas ıl bakılmas ı ve davranılmas ı g e re ktiğini ortay a koy maktır diy e düşünüy orum. tuma.celik@esu.cc 4 Sayı 9 Kasım 2012 Qadmoyutho üzerine çekmemek için, farklı odaklar arasında paylaştırılan bir siyaset geliştirmektedir. Bu farklı odaklardan birisi Rusya’dır. Büyük bir ihtimalle ABD, önümüzdeki süreçte, Rusya ile anlaşma içerisinde orta vadeli bir siyaset yürütecektir. Bu durumda Rusya, Şii cephesinin dolayısıyla İran, Suriye hatta son aylarda Irak merkezi hükümetinin ve Hizbullah’ın hamisi gibi görülmektedir. Rusya’nın, Irakla yaptığı silah anlaşmasını da bu çerçevede değerlendirmek gerekir. Çin de, Rusya ile birlikte hareket etmekte ve süreçten önemli bir pay elde etmektedir. Günümüzde Ortadoğu’da yaşanan gelişmelerdeki önemli aktörlerden bir tanesi de Türkiye’dir. Türkiye, ABD’nin Ortadoğu’daki en önemli savunma kalkanlarından biridir. Dolayısıyla Türkiye bir yandan Sünni cepheye liderlik yapmaya çalışmaktadır. Ayrıca Şii cepheye karşı bir denge unsuru olarak da Ortadoğu’daki gelişmelerde boy göstermektedir. Bu şekilde de genel olarak Müslümanların ABD’ye karşı tepkilerini azaltmakta ve etkisiz hale getirmeye çalışmaktadır. Aslında günümüzde Ortadoğu’da yaşanan olaylar; geçmişteki genel planlardan farklı ve yeni bir plan değildir. Yıllardan beri ABD’nin Kuzey Afrika ve Ortadoğu’da Müslüman radikalizmine kaynaklık eden ülkeleri liberalize etmeye ve uluslararası sermayenin yatırımlarına açmaya çalıştığı bilinmektedir. Bunu yaparken de en önemli hedefi; zenginlik kaynakları ve dünya pazarlarının güvenli bir şekilde uluslar arası sermayenin kullanımına sunmaktır. Kuzey Afrika ve Ortadoğu’da halk kitlelerinin bu plandan bağımsız bir şekilde “Arap Baharı” diye adlandırılan süreçle birlikte harekete geçmesi, daha önceki planların hızlı bir şekilde hayata geçirilmesine olanak sağladı. Ancak ABD ve diğer büyük güçlerin bu döneme hazırlıksız yakalanması sonucu büyük bir karmaşayı de beraberinde getirdi. Mısır’daki düzenin henüz oturmamış olması, Suriye’de yaşananlar ve daha birçok gelişme bu durumun bir sonucudur. Değişim elbette önemlidir. İnsanlara zarar veren ve gelişmelere engel olan köhnemiş yapıları ortadan kaldırmak herkesin savunması gereken bir durum. Ancak bunu yaparken realiteden ve evrensel doğrulardan kopmamak gerekir. Evet, bugüne kadar Ortadoğu’da hüküm süren yapıların büyük bir bölümü; köhnemiş ve insanlara zarar veren birer aygıt konumuna gelmişti. Dolayısıyla yıkılması ve değiştirilmesi gerekmektedir. Ama bunu yaparken, değişimin yapıldığı ülkelerdeki gerçekliklerden da kopmamak gerekir. Bu durum; değişimi savunan ve hızlandırmaya çalışan güçler için de geçerli olmak zorundadır. Türkiye Ortadoğu’daki değişimi savunurken, Suriye’deki rejimin yıkılmasına yardım ederken kendi içindeki sorunları da görmek ve bu sorunlara çözüm üretmek zorundadır. Aksi takdirde samimiyeti sorgulanır hale gelir. Şimdiye kadar yaşananlar maalesef bu anlamda iyi bir sonuç ortaya koymamıştır. Umarız gelecekte daha farklı bir sonuçla karşılaşırız. Bu arada Suriye’de, rejime karşı verilen mücadele gün geçtikçe mezhepsel, dinsel ve etnik bir kimliğe büründürülmeye çalışılmaktadır. Rejim ve rejime karşı mücadele veren aşırı dinci gurupların hayata geçirmek istedikleri bu kirli plan gün geçtikçe ortaya çıkmaktadır. Şam’da ve Halep’te Hıristiyan/Süryanilerin yaşadıkları semtlerde arka arkaya bombaların patlatılması tesadüfi değildir. Bizce bu bombalar, Suriye’deki Süryani halkını dinsel ve mezhepsel bir savaşa çekmek için patlatıldı. Dolayısıyla bu oyunu boşa çıkarmak için de, Süryani halkının kendi savunmasını hayata geçirecek bir ihtiyacı vardır. Bunun için de Süryaniler hiç zaman kaybetmeden, hızlı ve örgütlü bir şekilde hareket etmesi ve dünya kamuoyunu duyarlı kılması gerekmektedir. ܀܀܀܀ Süryaniler Suriye İçin Toplandı 11 Süryani (Asuri-Arami-Keldani) kuruluşu Suriye’deki gelişmeleri tartışmak için Almanya’da bir araya geldi. Turabdin Köylerini Kalkındırma Federasyonu (DETA)’nın çağrısı üzerine Almanya`nın Gütersloh kentinde toplanan Süryani (Asuri-Arami-Keldani) parti, örgüt ve kurum-kuruluşları, Suriye`de devam eden savaşı ve çatışmaları ele aldı. Toplantıyı organize edenler, yapılan bu geniş toplantının amacını; Suriye`de bütün şiddetiyle devam eden savaşın gölgesinde yaşayan Süryanilerin durumu ve göçünü tartışmak ve acil olarak alınması gereken önlemleri almak, ayrıca Süryani (Asuri-AramiKeldani) parti, örgüt ve kurumkuruluşlarının ortak bir platforma içerisinde çalışma yapmasını sağlamak. Gütersloh Meryem Ana kilisesinin salonunda yapılan bu geniş toplantıya katılan Süryani kuruluşları ise şunlardır; Bethnahrin Ulusal Konseyi (MUB), Asur Demokratik Örgütü (ADO), Avrupa Süryaniler Birliği (ESU), Almanya Asuri Dernekleri Federasyonu (ZAVD), Almanya Süryani Federasyonu (HSA), Turabdin Köylerini Kalkındırma Federasyonu (DETA), Asur Demokratik Hareketi (ADH), Suriye Demokratik Halk Partisi, Suriye Ana Genclik cemiyeti ve Qabre Hewore Genclik cemiyeti. 20 ve 21 Ekim tarihinde 2 gün devam eden toplantıya, kurumların yanı sıra, Mardin-Diyarbakır Metropoliti Mor Filiksinos Saliba ÖZMEN, BDP Mardin Milletvekili Erol DORA ve daha bir çok sivil ve dini sima katıldı. İki gün boyunca süren konuşma ve tartışmalardan sonra bir basın açıklaması yapıldı. Yapılan basın açıklamasında; toplantıya katılan kurum ve kişilerin ortak isteği doğrultusunda, biri kurumlardan diğeri de şahıslardan şekillenen iki komitenin oluşturulduğu belirtildi. “Bethnahrin Dayanışma Komitesi” olarak adlandırılan ve kurumlardan oluşturulan birinci komitenin amacının ağırlıklı olarak Suriye`deki Süryanilere ve göç edenlerin sorunlarına eğilmek ve ihtiyaç halinde insani yardımlarda bulunmak olarak tanımlandı. Süryani (Asuri-Arami-Keldani) aydınlarından oluşturulan ve “Akil Adamlar Komitesi” olarak adlandırılan İkinci komite ise, daha çok Süryani (Asuri-Arami-Keldani) parti, örgüt ve kurum- kuruluşları arasındaki ilişkileri güçlendirmek, ortak faaliyetlerde bulunmak ve yeni çalışma metotlarını hayata geçirme konusunda çaba sarf edecek ve ayrıca bu kurumlar arasında köprü görevi yapacak. Yaşanan savaş nedeniyle göç eden ve edecek olan Süryanilerin içinde bulunduğu durumun da ele alındığı toplantıda, Süryani (Asuri-Arami-Keldani) kurumları göç konusunda ortak hareket etme kararı aldı. Özellikle de insani acıdan nasıl bir çalışma yürütülmesi gerektiği konusunda bir planın hazırlanması üzerinde uzlaşıldı ve bu çerçevede görevlendirmeler yapıldı. Kongrenin 2. gününde, toplantı sonunda bu doğrultuda bir yardım kampanyası düzenlendi. Meryem Ana Kilisesinde toplanan yardım ile başlatılan kampanyaya, önümüzdeki günlerde her kurum-kuruluş, imkânları dâhilinde ve kendi bütçesinden bir katkı sunması doğrultusunda fikir birliğine varıldı. Fetrus M. DERA Sayı 9 Kasım 2012 5 GÜNDEMDEKİ TEMEL HAK TALEPLERİNDE İKİ ÖRNEK Süryanilerden duyarlılık çağrısı Yavuz ÖNEN Açlık grevleri Altmışaltı cezaevinde yediyüze yakın siyasi mahpusun, Abdullan Öcalan’a uygulanan Avrupa’da bulunan Süryani kurumları, Türkiye’de devam eden Açlık tecridin kaldırılmasana dilde savunma hakkı, ana dilde eğitim hakkı gibi temel hak talepleri, Türkiye gündeminin en önemli konusunu oluşturmaktadır. Hükümet yetkililerinin bazılarının grevlerine duyarlılık gösterilmesini istedi. ve özellikle Başbakan açlık grevi yoktur, şov yapılmaktadır, yiyip içilmektedir şeklindeki beyanlarla olayı yok saymaya veya küçültmeye yeltense de Adalet Bakanının açıklamaları ve Almanya’da 7 Kasım 2012 tarihinde yayınlanan bildiride, 12 Eylül’den bu cezaevlerinde grevcilerle görüşen resmi ziyaretçilerin anlatımları açlık grevinin gerçekliğini yana devam eden açlık grevi eylemini sürdüren eylemcilerin taleplerinin kanıtlamaktadır. Bu gerçeklik cezaevlerinde yaşanmakta olan tarihi bir olaya tekabül etmekdikkate alınması ve hükümetin en kısa zamanda eylemlerin bitirilmesi için tedir. Grevler, Hükümeti de tarihsel bir sınavla karşı karşıya getirmiştir. Gerçekte tüm Türkiye toplumu çok kritik bir evre yaşamaktadır. Tüm toplum bu sınavdan geçmektedir. çaba sarf etmesini istedi. Aralarında; Avrupa Süryaniler Birliği (ESU), Almanya Süryani Dernekleri Federasyonu (HSA), Almanya ve Orta Avrupa Asuri Federasyonu (ZAVD) ve Turabdin Kalkındırma D e r n e k l e r i Federasyonu (DETA)’nın b u l u n d u ğ u Avrupa’daki Süryani kurumlar, yayınladıkları bild i r i d e ; “Türkiye’deki cezaevlerinden gelen bilgiler, çok ciddi sağlık sorunları ile karşı karşıya olan yüzlerce tutuklu ve hükümlünün varlığına işaret ediyor. Gerekli önlemler alınmazsa, 58 günden beri açlık grevini sürdüren tutsakların insani ve demokratik taleplerine karşılık verilmezse tek tek ya da toplu ölümler kaçınılmaz olacaktır” dedi. Bu talepleri ‘terörle’ özdeşleştirme, ‘terör’ örgütü ile ilişkilendirme tutsakları da ‘terörist’ olarak ilan etme yaklaşımı haklı ve inandırıcı olmaktan çıkmıştır, sorunu çözümleyici bir yaklaşım da değildir. Kürt halkının doğuştan sahip oldukları insan onuru ve diğer halklarla eşitlik ilkelerine dayalı taleplerini gündeme alıp müzakere sürecini başlatmak bu grevlerle daha da kolaylaşmıştır. Grevler zor bir konuya yaklaşımda bir fırsat sunmaktadır. Muhatap cezaevlerinde devletin denetiminde bir kaç bin mertebesinde siyasi mahpustur ve onların sözcüleridir. Kritik eşiğe varmış olan grevlerin insani boyutu acil önlemleri gerektitiyor. Grev yapanların bedenlerinde ciddi tahribat oluşmuştur, kalıcı izleri de olacaktır. Durum vahimdir. Görüşmelerin başlatılmaması ve çözümün derhal gerçekleştirilmemesi hali bu vahameti altından kalkılamaz bir mertebeye çıkaracaktır. İnsani ve siyasi olarak sorumlu olacağımız ölümlerin gerçekleşmesini engellemek, bu temel talepleri kabul ederek bir süreç içerisinde çözüm yoluna adım atmak, öncelikle Devletin ve Hükümetin acil görevidir. Ders Kitaplarında Ayırımcılık, Irkçılık, Kin ve Nefret İdeolojisi Süryani Dernekleri Federasyonunun ders kitaplarındaki ırkçı, ayırımcı ve hakaretamiz ifadelerin ortadan kaldırılması yönündeki çabaları ve Hükümetin vaatlerini tutmamasına dair açıklaması önemli ve ezeli bir konuyu güncelleştirmiştir. Tüm ders kitaplarının evrensel insan hakları değerleriyle bağdaşmayan söylemlerden arındırılması gereğinden hareketle Tarih Vakfı, Türkiye İnsan Hakları Vakfı ve Türkiye Bilimler Akademisi (TÜBA) nin bir kaç yıl önce ortaklaşa yaptığı çalışma bu yönde atılmış önemli bir adım olmuştur. Ancak, Süryanilere karşı ayırımcı küçümseyici ve suçlayıcı ifadelerin ders kitaplarında var olmaya Süryani kurumlar yayınladıkları bildiride, hükümetin eylemlere yönelik devam etmesi Hükümetin uyarılara ve bu yönde yapılan çalışmalara pek kulak asmadığını göstermektedir. duyarsız tavrını eleştirdikten sonra; “Ülkesinde 800’e yakın insanın en insani ve demokratik talepleri için 58 günden beri ölümle boğuşmasına Süryanilerin Lozan Antlaşmasında azınlık olarak tadat edilmemesi bahane edilerek, onların kayıtsız kalan, derman olmayan yöneticilerin, 75 milyonun derdine derman evrensel değerlere dayalı uluslararası insan hakları hukukunda yazılı haklardan olmak gibi bir beyanına, aklı başında hiçbir insanın itibar etmeyeceğini” yararlanamayacağı iddiası artık bir devlet politikası olmaktan çıkarılmalıdır. Türkiye, söyledi. Bildiride ayrıca, ortaya çıkabilecek olumsuz sonuçların Uluslar imzaladığı uluslararası sözleşmelerden kaynaklanan yükümlülüklerini yerine getirmek durumundadır. Ulusal veya etnik, dinsel veya dilsel azınlıkların hakları Türkiye’nin de taraf arası camiada Türkiye’nin itibarını zedeleyeceği ve bu nedenle soruna en olduğu Birleşmiş Milletler, Avrupa Konseyi sözleşmelerinde ve bu kurumların geliştirdiği kısa zamanda çözüm bulunmasını istediler. ile yayınladığı bildirgelerde açıkça belirtilmektedir. Bu hakların korunması ܀܀܀܀sözleşmeler kullanılması ve geliştirilmesi yönünde çaba harcanması için taraf devletler göreve çağrılmaktadır. Bu belgelerin BM ile sınırlı olarak bazılarını aşağıda yazmayı gerekli buluyorum. BM Sözleşmesi, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi, Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması sözleşmesi, Her Türlü Irk Ayırımcılığın tasfiye edilmesi için Uluslararası Sözleşme, Kişisel ve Siyasal Haklar Uluslararası Sözleşmesi, Ekonomik Sosyal ve Kültürel Haklar Uluslararası Sözleşmesi, Din ve İnanca Dayalı Her Türlü Hoşgörüsüzlük ve Ayırımcılığın Tasfiye Edilmesi Bildirgesi azınlık olan veya farklı olan tüm gruplara ve halkların haklarını saymakta ve güvence altına almaktadır. İki dünya savaşının insan kayıpları (2. Dünya savaşında elli milyon kişi) nın yarattığı acıların bir daha yaşanmaması için savaş sonrası ortamda savaş ve şiddete karşı insani bir hukukun geliştirilmiş olması büyük bir kazanım olmuştur. Ancak küresel güvenlik stratejileri bu hukukun yok sayılması ve çiğnenmesine yo açmıştır. Devletlerin temel hak ve özgürlükleri ihlal ettiği bir evredeyiz. Bireylere gruplara ve halklara düşen görev temel hak ve özgürlükleri savunmaktır. Süryanilerin bu yönde tüm çabaları haklıdır ve desteğe muhtaçtır. Farklı olanların haklarını kullanmak Devletlerin egemenliğine ve bütünlüğüne de aykırı değildir. Aksine örneğin din ve inanç özgürlüğüne saygı ve güvence altına alma anlayışı, Devletin siyasal ve sosyal istikrarına katkıdır. Dünya barışı, sosyal adalet ve halklar arasında dostluk hedeflerine ve ırkçı ideolojilerin tasfiye edilmesine yardımcıdır. Hükümetimizin ve Devletimizin ders kitaplarındaki aşağılama, inkar ve hak ihlallerine son verecek önlemlerini alması yetmez. Bu kitaplarda dostlukları hoşgörüyü ve barış içinde yaşama kültürünü geliştirecek insan hakları temelli bir ideolojiye yer vermesi gerekir. Davetimiz bu: Çocuklarımızın din ve inançları doğrultusunda yetrişme hakkına saygı gösterelim. Çocuklarımızı ayırımcılığa karşı koruyalım. Çocuklarımızı anlayış hoşgörü halklar arasında dostluk evrensel kardeşlik ve başkalarının haklarına saygı ruhu ile yetiştirelim. Çocuklarımızın fiziksel ve ruhsal sağlığına zarar veren eğitim sistemlerini çöpe atalım. Bu yazıyı uluslararası belgelerden yararalanarak yazdım. Hükümeti de bu belgelerde yazılı yükümlülüklerini okumaya ve gereğini yerine getirmeye davet ediyorum. Mağdurları da bu sözleşmelerde yazılı haklarını elde etmek için mücadeye ve her türlü baskıya karşı direnmeye çağırıyorum. Süryanilerin haklı mücadelesini ve direnişini kutluyorum. Bugün söylenecek söz budur. ܀܀܀܀ 6 Sayı 9 Kasım 2012 SÖYLEŞİ Aydın GABRİEL “Demokratik ve adil bir Suriye” “Suriye’deki mücadele bize şunu gösterdi; hiçbir halk sonuna kadar baskı altında tutulamaz. Rejim varlığını devam ettirebileceğini düşünürken, birçok insan da Suriye halkının diktatörlüğe boyun eğdiğini sanıyordu” Bize biraz kendinizden ve SSUK içerisindeki konumunuzdan bahseder misiniz? Ben Suriyeli bir Süryani’yim. Lise dönemine kadar Suriye’de kaldım. Yükseköğrenimimi Amerika’da bitirdim. 22 yıldır Suriye’de yaşıyorum. 2003 ve 2007 yıllarında parlamento seçimleri için Hsiçe’den aday oldum. Bu dönemde yaşadıklarım, Suriye’de bir şeylerin değiştirilmesi gerekliliği hissini bende uyandırdı. Suriye halkının demokrasiye ihtiyacı olduğuna inanmaya başladım. Dolayısıyla özelde Süryani ve genelde Suriye halkı için mücadele etmeye başladım. Şu anda başkanı olduğum Suriye Süryani Ulusal Konseyi (SSUK) içinde bulunan diğer arkadaşlarımla birlikte, Suriye Devrimi için mücadele ediyoruz. SSUK ne zaman ve kimler tarafından kuruldu? SSUK, İstanbul’da 8 Eylül’de toplanan Süryani kurumları tarafından kuruldu. Bu kurumlar arasında; Uluslararası Süryaniler Birliği Partisi, Suriye Süryani Birlik Partisi, Avrupa Süryaniler Birliği, Süryani Gençler Birliği, Suriye Süryani Kültür Cemiyeti, Suriye Süryani Gençlik Komiteleri, Bethnahrin Kadınlar Birliği, Amerika Süryani Cemiyeti bulunmaktadır. Konseyimizde ayrıca aktif bireyler de bulunmaktadır. Bizim öncelikli amacımız; Suriye’de bütün halkların haklarını savunan ve değişimi isteyen mücadelede Suriyeli Süryaniler olarak yer almaktır. Ayrıca şu andaki rejimin “Süryaniler rejimi destekliyor” yalanını dünyaya göstermek. Biz Suriyeli Süryaniler olarak rejimin değişmesini ve ülkemizin, herkesin hakkına riayet eden bir rejime kavuşmasını istiyoruz. Mücadelemiz bu temeldedir. Peki neden daha önce böyle bir mücadele olmadı? Şu anda verilen mücadelenin ilk dönemlerinde, Suriyeli güçler ve halklar gerektiği kadar birbirlerini tanımıyorlardı. Rejim Suriye’deki siyasi arenayı tamamen silmişti. Rejim halklar ve dinler arasında var olan farklılıkları kullanarak ayakta duruyordu. Ama şimdi verilen mücadeleyle birlikte halklar ve siyasi güçler birbirini daha iyi tanıyor. Bizim de ortaya çıkışımız yaşanan bu gelişmeler neticesindedir. yıllardır Suriye’deki halkımız için istediği özgür ve onurlu yaşamı elde edebilmek için Suriye’deki devrime katılmak gerekir.” Anladım. Şimdi bize biraz Suriye’de yaşayan Hıristiyan (Süryani)’lerden ve geleceğe ilişkin taleplerinizden bahsedebilir misiniz? Siz sadece Süryanileri ve Süryanilerin taleplerini mi temsil ediyorsunuz? Bizler, birilerini temsil eden konsey olmak yerine, Suriye’deki Süryanilerin yaşadığı tecrübeyi ve Süryani kültürünü temsil eden bir konsey olmak istiyoruz. Konseyimizin içinde bulunan bütün kişi ve kurumlar ortak bir amacı temsil ediyoruz. Süryaniler, Suriye’de yaşayan diğer bütün halk ve cemaatler ile dayanışma içindedir. Hep birlikte de; halklar ve dinler arasında ayırım yapmayan, adil ve demokratik bir Suriye’nin yaratılması için çaba sarf ediyoruz. Neden şimdi ortaya çıktınız ve neler yapmayı hedefliyorsunuz? Bizler döneme cevap vermek için ortaya çıktık. Dediğim gibi öncelikli hedefimiz rejimi devirmek ve ardından yaşanılır bir Suriye’nin inşasını sağlamaktır. Bu anlamda hem ülke içinde hem de ülke dışındaki, bu amaçlar için yapılacak bütün etkinliklerde aktif görev alacağız. Bu iki hedefe ulaştıktan sonra, yani rejim devrildikten ve yeni Suriye inşa edildikten sonra misyonumuz da bitmiş olacaktır. Daha sonra her kurum kendi siyasetine ve mücadelesine devam edecek. Süryani Hıristiyanların öncelikli hedefi ata topraklarında barış içinde güvenlikli bir yaşamdır. Diğer halklarla eşit düzeyde olmak istiyoruz. Onlardan ne az ne de fazla bir şey istemiyoruz. Hiç kimsenin Süryani halkını ikinci sınıf yapmasına izin vermeyeceğiz. Bizim şimdiki mücadelemiz; demokratik, adil ve eşitlikçi yeni bir Suriye’nin inşası içindir. Bunun için de her türlü mücadele yöntemini hayata geçireceğiz. Siz, SSUK olarak bu taleplerin neresindesiniz? Yani konsey olarak ne istiyorsunuz? Bizim gelecekteki Suriye hayalimiz şudur; etnik ve dinsel farklılıklara dayalı bir yapı yerine, bütün farklılıklara eşit mesafede olan ve içinde yaşayan bütün halkları sahiplenen bir ülke. Bunu da başta halkımıza ve diğer bütün halklara göstermek ve kabul ettirmek istiyoruz. Süryani grupları olarak bu amaçlar etrafında toplandık. Halkımıza şunu söylüyoruz; “atalarımızın Şu anda var olan savaş ve siyasi istikrarsızlık nasıl giderilecek? Sizin bu süreçteki duruşunuzu nasıl tarif edebilirsiniz? Edindiğimiz tecrübeye göre bu rejim sadece kaba kuvvetten anlıyor. Bunun için uluslar arası camianın da baskı yapması gerekiyor. Rejime, yönetimi teslim etmesi için bir şans verilmeli. Rejim eğer bu şansı kullanmasa bütün dünyanın, rejime karşı mücadele veren güçlere yardım etmesi gerekiyor. Suriye dışında yaşayan, yaşamak zorunda kalan Suriyeli Süryanilere ne söylemek istersiniz? Evet ben de bu halkın bir bireyiyim. Dolayısıyla da Sayı 9 Kasım 2012 yaşadığımız durumu biliyorum. Hem ülke içinde hem de ülke dışında verilen bu mücadeleye imkânları dâhilinde katkı sunacak çok insanımız var. Mesela eğer ülke içinde isek herkesin ülkesine bağlı kalmasını, ülke dışında isek ülkeye dönüşün sağlanması için çaba sarf etmemiz gerektiğini düşünüyorum. Bu anlamda ülkemizdeki halkımızın ülkede kalmasını ve mücadele etmesini istiyoruz. Suriye dışında yaşayan ama etnik, tarih ve kültürel anlamda birlikteliğiniz olduğunu söylediğiniz komşu Irak, Türkiye, Lübnan ve Ürdün’deki Süryanilerle ilişkiler konusunda hedefleriniz nelerdir? Bizler Suriye ve komşu ülkelerde yaşayan Süryaniler arasında köprü görevi yapacak her gücü destekliyoruz. Süryaniler nerede yaşarsa yaşasın aynı halktır. İçinde yaşadığımız ve haklarımıza saygı gösteren bütün ülkelere biz de saygı duyarız. Her ülkenin kanunlarını tanırız ama bu kanunların da halkımız arasında ortak kültür ve yaşamın oluşmasın da engel olmaması gerekir. Bu anlamda komşu ülkeleri Irak, Lübnan ve ö z e l l i k l e Türkiye’nin Suriye s o r u n u n a yaklaşımını nasıl ele alıyorsunuz? Bu k o n u d a beklentileriniz nelerdir? Irak’ın sergilediği t a v ı r beklentilerimize cevap vermiyor. Bildiğiniz gibi Irak demokrasi konusunda tecrübesi az olan bir ülke. Bu nedenle de sürekli farklı tavırlar sergilemektedir. Hatta devlet temsilcilerinin gösterdiği tavırlar arasında da değişiklikler ortaya çıkabilmektedir. Ama bütün bunlara rağmen Baas rejiminde çok çeken Irak halkının da bizleri anlayacağını umuyor ve mücadelemizi destek vermelerini bekliyoruz. Lübnan’ın durumu ise çok daha değişiktir. Bizler Suriye’nin içinde bulunduğu duruma karışmak istemeyen ülkelerin durumunu anlıyoruz. Dolayısıyla çok hassas bir durumda olan Lübnan’dan fazla bir beklentimiz yoktur. Türkiye’nin ise Suriye devriminde çok önemli bir rolü bulunmaktadır. Dolayısıyla Türkiye’nin Suriye’de yaşayan halkların taleplerini görmesi ve dikkate alması gerekir. Ayrıca bütün komşu ülkelerin barış içinde ve demokratik yapılara sahip olması gerekir. Sizin için Suriye’ye ilişkin “olumlu” ve “olumsuz” gelişmeler nedir? Suriye’deki mücadele bize şunu gösterdi; hiçbir halk sonuna kadar baskı altında tutulamaz. Rejim varlığını devam ettirebileceğini düşünürken, birçok insan da Suriye halkının diktatörlüğe boyun eğdiğini sanıyordu. Ama bunun böyle olmadığını mücadeleyle gördük ve bu durumu olumlu değerlendirmemiz gerektiğini düşünüyorum. Diğer tarafta rejim önüne koyduğu stratejiyi bir yere kadar hayata geçirebildi ve barışçıl mücadele yöntemi yerini kanlı bir savaşa bıraktı . Bu durumu da negatif gelişme olarak değerlendirebiliriz. Bütün bunlara rağmen ben, rejimin başarılı olmadığı kanısındayım. Çünkü her yerde ve her biçimde mücadele devam ediyor. Her ne kadar biz barışçıl bir dönüşümü hedeflemiş olsak da, rejimin yaklaşımından dolayı kanlı bir mücadelenin içinde bulduk kendimizi. Ne şekilde olursa olsun, Halklara kan kusturan bu diktatörlük rejiminin yıkılması gerekiyor. Her gün onlarca şehit verilmesi pahasına Suriye halklarının bunu başaracağına inanıyorum. Suriye halkının verdiği bu mücadele aynı zamanda bir mesajdır. Bu mesajın da başta Suriye rejimi olmak üzere herkesin anlaması gerekiyor. Suriye rejimini destekleyen ve ona yardım eden uluslararası ve bölgesel güçler ile dostlarımızın da bu mesajımızı iyi okuması ve değerlendirmesi gerekiyor. Bu süreçte genel olarak Süryanilere mesajınız nedir Süryani halkının ise, atalarımızın değişik dönemlerde gördükleri baskılara karşı verdikleri mücadele ve direnişleri hatırlamasını istiyoruz. Aslında bugün Suriye’de yaşananlar halkımız için yeni bir şey değil. Tarih içerisinde benzer birçok durumla karşılaştı. Dolayısıyla varlığımızı ve kimliğimizi koruyabilmemiz için her şeye hazırlıklı olmamız ve mücadele etmemiz gerekiyor. Önümüzde iki seçenek var: ya her şeyi bırakıp yok olmayı seçeceğiz, ya da mücadele edip kazanımlar elde edeceğiz. Teşekkür ederiz. ܀܀܀܀ 7 Torunlarımız görecek mi? Mihayel RABO Ahmet Altan Taraf gazetesindeki köşesinde “Bizim tarihimizde, İkinci Meşrutiyet’in yöneticilerinin ortadan kaybolduğu kısa dönemini saymazsak, demokrasi ile yönetildiğimiz tek bir gün bile yoktur” diye yazıyordu. (Bkz. 17.10.2012 Taraf Gazetesi) Dedem karşılaştığı sorunları babasına anlatırken, babası ona; “Merak etme öyle bir gün gelecek ki her şey düzelecek” dermiş. Rahmetli babam da çektiği acı ve sıkıntıları dedeme anlatır ve bir Süryani olarak karşılaştığı nefret söylemlerinin ne zaman biteceğini sorduğun da, dedem de aynı cevabı verirmiş; “Merak etme bu kötü günler geride kalacak, güzel günler göreceğiz” diye söylenirmiş. Bizler de sırf Süryani ve Hıristiyan olduğumuz için okulda, sokakta, tarlada, iş yerinde, askerlikte ve kamu kurumlarında karşılaştığımız hakaret, taciz ve aşağılanmaların ne zaman biteceğini babamıza sorduğumuzda aldığımız cevap hep aynı olurdu; “Az kaldı bitecek bunlar” Şimdi çocuklarım; “Kendimizi ne zaman özgürce ifade edebileceğiz” diye soruyorlar bana. Bu soru karşısında ben çocuklarıma yapacak bir açıklama, söyleyecek bir şey bulamayınca büyük dedemden kalan sözü tekrarlıyorum; “merak etmeyin öyle bir gün gelecek ki her şey düzelecek” diyorum. Büyük dedemden başlayıp çocuklarıma kadar geçen zaman sürecine baktığımda yaklaşık 200 yılı geride bıraktığımızı düşünüyorum. Gayri Müslimler açısından son 100 yılı demiyorum, son 1015 yılı gözden geçirdiğimde; Manastırlar, kiliseler ya ahır ya da samanlık olarak kullanıldı. Bu topraklarda yaşayan papazların bir kısmı tehdit edildi, bir kısmı bıçaklandı bazıları öldürüldü. Malatya da İnancından dolayı insanlar vahşice katledildi. Hrant Dink sırf Ermeni olduğu için öldürüldü. Manastırlarımıza ait arazilerimiz ellerimizden alındı. Gayri Müslimlerin bu ülkeden gitmeleri için arazileri, evleri, mezarları çeşitli entrika ve tehditlerle ellerinden alınıp göç etmeleri sağlandı. Dönmeye çalışanlara yönelik yapılan tehditler maalesef hala devam ediyor. Nefret dolu söylemler okullarda ders kitaplarına sokularak milyonlarca genç beyinlere enjekte edildi. Her gün televizyon dizilerinde, gazetelerde, sokakta kullanılan “Gavur” kelimesi göbek adımız oldu. Bir gün olsun birileri karşı çıkıp bunlara dur demedi, diyemedi. 1844’te ilk olarak Osmanlıda yapılan nüfus sayımına göre o dönemde toplam nüfus 35.350.000 idi. Bu nüfusun 14.350.000’i Gayri Müslimler oluşturuyordu. Basit bir hesapla bu gün Türkiye de en az 25 milyon Hıristiyan’ın yaşaması gerekiyordu. Oysa bugünkü rakam 100.000 kişinin altında. Türk milleti olarak beğenmediğimiz, hep eleştirdiğimiz Arap ülkelerinde Hıristiyan nüfus Türkiye’den 10-20 kat daha fazla. Sadece nüfusla orantı kurulması dahi demokrasi ve hoşgörünün hangi ülkelerde daha fazla olduğu ortaya çıkmaktadır. Bizim açımızdan ufukta görünmese de, vatanımızda bir kişi de kalsa hala demokrasiyi ve güzel günleri bekliyoruz. Ben emin değilim ama belki torunlarımız demokrasinin egemen olduğu, nefret söylemlerinin olmadığı ve hoşgörü’nün olduğu günleri görebilirler. ܀܀܀܀ 8 Sayı 9 Kasım 2012 MEZOPOTAMYA UYGARLIĞINDA II. BÖLÜM SÜRYANİ HALKI Dizi Yazı 9 ASUR, BABİL, ARAM, KALDE EGEMENLİKLERİ DÖNEMİ B- ORTA ASUR DÖNEMİ Eski Asur ve Babil dönemleri sona ererken, M.Ö. 1595 yılında güneyde Babil devleti Kasitlerin, kuzeyde de Asur Devleti M.Ö. 1500 yılından sonra Mittanilerin egemenliğine girdi. M.Ö. 15. yüzyılın sonlarında siyasi anlamda büyük bir dağınıklık içindeki Mittani egemenliği altında bulunan Asurlular, Hititlerin Mittani Devleti’ni yıkmasıyla yeni bir fırsat yakaladılar. Bu fırsattan yararlanan Asurlular toparlanıp dış güçlerle ilişki geliştirmeye başladılar. Özellikle Mısır firavunlarıyla ilşkiye geçmeleriyle birlikte, Asur kralları dış siyasette önemli aşamalar katettiler. Yeni Asur kralı I. Eriba-Adad (M.Ö. 1392-1366) ülkesini bağımsızlaştırma yönünde çalışmalara başladı. Kendisini “Enlil’in temsilcisi” diye adlandıran I. Eriba-Adad ve bağımsızlık yolunda ilerleyen halkı, sürekli Hititlerin saldırılarına maruz kaldı. I. Eriba-Adad’ın oğlu Asur-Ubalit M.Ö. 1365 yılında babasının tahtına geçtikten sonra ülkesini tamamıyla bağımsızlaştırdı. Asur-Ubalit, Mittani’nin Asur şehrinin kuzeyindeki ve batısındaki verimli topraklarını kendi sınırları içine alarak, burayı Asur ülkesinin merkezi haline getirdi. Asur yönetimi ayrıca kendini askeri yönden de güçlendirdi. Yürürlüğe konulan zorunlu askerlikle, Asur hükümdarları her zaman büyük bir çiftçiasker yedeğine sahip oldular. Bu askerlik yöntemi senelik tarım mevsimine göre ayarlanıyordu. Yaz mevsiminin başında tarımdan elde edilen hasılatı topladıktan sonra, halkın büyük bir kesimini oluşturan çiftçiler (boş kaldıklarından) geçici olarak askerlikte aktif görev alıyorlardı. İktidara geçerek ülkesini güçlendiren I. Asur-Ubalit bir dizi diplomatik ilişkilere başlayarak Mısır firavunu Achnaton’a gönderdiği bir elçiyle Ortadoğu’da varlığını hissettirdi. Asurlular ve Mısırlılar karşılıklı ilişkiler geliştirdiler. Mısır’dan getirilen altınla I. AsurUbalit kendisine büyük bir saray yaptırdı. Asur ülkesini Babil’den ayrı düşünemeyen Kasit kralı, Asurluların bağımsız hareket etmelerini engellemek için birçok kez Asurlulara savaş açtı. Bu savaşlar sonucunda başarı elde edemeyen Kasitler Asur ülkesini de tanımak zorunda kaldılar. Asur-Ubalit ise güneydeki Kasit (Babil) hükümetiyle iyi ilişkiler geliştirmek için kızı prenses Mubalit-Şerua’yı evlendirdi. Kasit kralı II. Burnaburiaş’la Asur-Ubalit devletini Hititlerden sonra bölgede ikinci önemli güç haline getirmişti. M.Ö. 1330 yılında ölen Asur-Ubalit’i takip eden diğer krallar da Asur devletinin topraklarını genişletmeye devam ettiler. Yerine geçen I. Enlil-Nirari (M.Ö. 1329-1320) ve oğlu Arik-den-ilu (M.Ö. 1319-1308) Asur devletini güçlendirdiler. Asur birlikleri, Arik-den-ilu döneminde, Batı Sami topluluklarından olan ilk Arami gruplarıyla çatışmaya girdiler. Arik-den-ilu, Asur tarihinde ilk olarak, arkasında kendi meydan savaşlarını anlatan bir belge bıraktı. Bu kendisini “evrenin kralı” olarak ilan etti. Hitit kralları Asurluların yayılmasını kendilerine bir tehdit olarak görmeye başlamışlardı. Asurlulardan duydukları endişe sonucu, Hitit kralı III. Hattusilis, Mısır kralı II. Ramses ile bir güvenlik ve ortak savunma işbirliği anlaşması yaptı. Antlaşmadan sonra III. Hattusilis Suriye’de bulunan bir uydu devlete gönderdiği mektupta şöyle dedi: “Hiçbir tüccarınız Asur’a gitmeyecek ve onların tüccarlarını içeriye almayacaksınız.” Buna rağmen büyümeye devam eden Asur’u kabul etmek zorunda kaldı. I. Adad-Nirari tarihte ilk kez tanrıların isteğiyle başlatılan savaşlardan söz etti. I. Adad-Nirari’nin ölümünden sonra yerine oğlu I. Salmanassar geçti. M.Ö. 12741245 yılları arasında hükümdarlık süren I. Salmanassar babasının elde ettiği başarıları devam ettirdi. Bu dönemde Asur krallarının başlattıkları acımasız askeri uygulamalar, onların adıyla birleşerek anıldı. Babasının son yıllarında Mittanilerin devleti olan Hanigalbat’ta ayaklanmalar başladı. I. Salmanassar bu ayaklanmayı bastırdıktan sonra aynı yöreden 14.400 insanı esir alarak köleleştirdi. Bunları tamamen kontrol altında tutabilmek için gözlerini çıkartıp onları her türlü işte çalıştırdı. Daha sonra Van Gölü’nün etrafında kurulan Urartu devletine saldırdı. Birkaç gün içinde Urartu şehirlerini işgal ederek yağmaladı. belge sonra Asur devletinde önemli belgelerin kayıt ve analizlerinin başlangıcı oldu. Arik-den-ilu’nun ölümünden sonra yerine oğlu I. Adad-Nirari (M.Ö. 13071275) geçti. I. Adad-Nirari babasından aldığı mirası koruyarak doğu ve batıda Asur devletini tehdit eden kabileleri dağıttı. Devletinin sınırları iktidarlık yıllarında Fırat nehrine kadar genişledi. Güneyde Kasitlerle ve kuzeyde Mittanilerden kalan Hanigalbat devletine karşı zaferlerle dolu savaşlar yaptı. Bu savaşlar sonucu Babil’le olan sınırlarını genişleterek yeni sınır anlaşmaları yapıldı. Hititlerin gölgesinde bulunan ve Mittanilerin Mardin ile Urfa arasında oluşturduğu Hanigalbat devletine saldırarak, kendi egemenliğini buraya da kabul ettirdi. Aynı zamanda sınırlarını Karkamış’tan Turabdin’e kadar genişletmiştir. Büyük başarılar elde eden I. Adad-Nirari Hanigatbat kralı II. Şattuara ise Asurlulara karşı Hitit ve Arami birliklerinden bir güç oluşturarak, stratejik noktalara yerleştirdi. Nehir geçitlerine ve içme su kaynaklarına askerlerini yerleştirerek, Asurluları adeta sıkıştırdı. Susuz ve sıcaktan bitkin olan Asur askerleri ittifak güçlerine saldırarak yenilgiye uğrattılar. I. Salmanassar bu savaştan şöyle bahsetmektedir: “Büyük bir sayı ve moralle, yorgun ve susuz birliklerime doğru geliyorlardı. Savaşı başlatarak düşman birliklerini azalttım ve onları yenilgiye uğrattım. Krallarını okumla güneşin batışına kadar kovaladım.” Asur’un doğusunda yeralan eski Guti topraklarında başgösteren bir ayaklanmayı bastırmak için, savaş arabaları birliklerinin üçte birini göndererek, onları bir yıldırım savaşıyla durdurdu. Yaptığı büyük savaşlardan sonra, Asur ülkesi refaha kavuştu ve her taraftan savaş ganimetleri ve zenginlikler akmaya başladı. Sayı 9 Kasım 2012 I.Salmanassar Dicle nehrinin akış bölgelerini korumak için Asur ile Ninve şehirleri arasında kalan stratejik bir alanda Kalah (şimdiki Nimrud) şehrini kurdu. Mezopotamya’da ona tapınıyordu. Marduk heykelinin yerinden alınması kendi halkı Asurlular tarafından bile tanrıya yapılmış bir hakaret olarak sayıldı. I. Salmanassar’ın yerine geçen oğlu I. Tukulti-Ninurta (M.Ö. 1244-1208) döneminde Orta-Asur Devleti’nin yükselişi doruğa ulaştı. I. Tukulti-Ninurta döneminde de göçertme yöntemlerine başvurularak, tehlikeli bölgelerden topluluklar başka alanlara kaydırıldı. Zagroslardaki Gutilere, Nairi beyliklerine ve Fırat’ın batısına düzenlenen savaşları kazanan I. TukultiNinurta daha sonra Turabdin (Kaşiyari) ile Malatya arasında kalan Kurmuhi bölgesine saldırdı. Saldırı esnasında bütün köyleri ve kentleri yakıp yıktı. Yakılan köylerin sakinlerini esir alarak Asur’a gönderdi. Böylece Ergani’nin zengin bakır yatakları Asurluların eline geçti. Tukulti-Ninurta’nın Babil’i işgal etmesi aslında Babil için bir zafer olmuştu. Çünkü Kuzey Mezopotamya her zaman Babil kültürünün etkisi altındaydı. Kuzey ve güney Mezopotamya arasındaki sınırlar kalkınca, her ne kadar siyasal egemenlik kuzeyde de olsa, Babil kültürü kuzeye daha etkili bir şekilde yayıldı. Babil’in dinsel etkisi her zaman belirleyiciydi. Hatta yazıda ve dilde bile Babilleşme olgusu gelişmişti. Babil dili de Asur dili gibi Akadca’nın bir lehçesiydi. Kuzeyde, doğuda ve batıda devlet sınırlarını genişleten I. TukultiNinurta bu defa da güneydeki zenginliğe göz koydu. Kasit hanedanlığı altında bulunan Babil şehirlerinin muhteşemliği ve zengin kültürleri Tu k u l t i - N i n u r t a ’ n ı n iştahını kabartmıştı. M.Ö. 1225 yılında Babil’e saldırarak, Kasit kralı IV. Kaştiliaşu’yu esir aldı. Bu savaşın sonucunu şöyle belirlemektedir: “Kaştiliaşu’yu esir aldım ve ayağımı bir ayaklık gibi onun adil boğazına koydum. Onu bağlı bir şekilde, bir esir gibi benim tanrım Asur’un huzuruna götürdüm. Böylece ben Sümer ve Akad ülkesinin beyi oldum ve ülkemin sınırlarını güneşin doğduğu aşağı denize kadar çektim.” Babil şehrinin surlarını yıkarak yerle bir etti. Babil halkının bir bölümünü kılıçtan geçirirken, diğerlerini de Nimrud ve diğer şehirlere sürgün ederek köle olarak çalıştırdı. Babil’e saldırmasının diğer bir nedeni de Babil’deki işlenmemiş kumaş hammaddelerini ele geçirmekti. I. TukultiNinurta Babil’i ele geçirerek bütün ticaret yollarına da hakim oldu. Hükümdarlığı boyunca yaptığı en büyük hata, talan ettiği Babil şehrinden aldığı savaş ganimetlerinin arasında Babil tanrısı Marduk yontusunun olmasıydı. Marduk, her ne kadar Babil tanrısı olsa da, bütün I. Tukulti-Ninurta döneminde batıda Ahlamu halkı olan Aramilerin dalgası Mezopotamya’ya girmeye başladı. Batıdan gelen bu göçebeler sınırları ihlal ederek Fırat nehrini geçip Asur ülkesini sürekli tehdit ediyorlardı. Aramilere karşı savaşmak çok güçtü, çünkü göç dalgası sürekli arkadan gelen gruplarla büyüyordu. I. Tukulti-Ninurta devlet sınırlarını bu tür saldırılara karşı korumak için aralıksız savaştı. I. Tukulti-Ninurta döneminde Asur devleti, Karkamış’tan Orta-Anadolu ve Ermenistan’a, Guti ülkesinden (küçük Zab ve Diyala arası) Babil’e, oradan Basra Körfezi’nin kıyıları ve Bahrein adasını da içine alacak kadar genişlemişti. Sippar şehri işgal edildikten sonra şehrin tanrısı Şamaş’ın önemi daha da arttı. Ticari anlaşmalar bundan böyle Şamaş adına yapılmaya başlandı. Daha sonra Asur şehrinin yakınlarında kendi ismiyle adlandırdığı Kar-Tukulti-Ninurta şehrini kurdu. Burada kendisine büyük bir saray ve Babil mimarisine göre de en büyük tapınağı yaptırdı. Babil’den Marduk heykelini Asur’a getirmekle kendi halkının sempatisini kaybetmiş olan I. Tukulti-Ninurta, merkezini de Asur şehrinden Kar-TukultiNinurta’ya getirmekle halkın ayaklanmasına yolaçtı. I. TukultiNinurta’nın oğlu Asur-nadin-apli önderliğinde ayaklanan halk kralı sarayında kıstırdı ve yakarak öldürdü. Devamı gelecek sayıda 9 TÜRKİYE’DE AŞAĞILAŞTIRILAN ÖTEKİLER Suphi AKSOY Osmanlıdan bugüne kadar Türkiye’de ötekileştirilen çok sayıda etnik ve dinsel halk grubu bulunmaktadır. Bu gruplara yapılan hakaretlerin sayısı ve niteliğinin daha nerelere varacağı ise belli değildir. Çünkü başta devletçi ve ulusalcılar olmak üzere egemenler, hakaret etmeyi adeta doğallaştırdılar. Türkiye Cumhuriyeti devletinin yöneticileri tarafından kullanılan ötekileştirici birçok kavram, uluslararası hukukta hakaret ve suç sayılmaktadır. Ancak yöneticiler, insani ölçülere dikkat etmeden tarihten edindikleri yanlış bilgilerle hareket etmekte ve ağızlarına geleni söylemektedirler. Bu konuda yüzlerce ve hatta binlerce örnek verilebilir. Geçmişteki tarihe ve olaylara gitmek istemiyorum. Güncel bazı açıklamalara vurgu yapmakla birçok insanın kafasında eskiye ait olayların da canlanacağına inanıyorum. Çünkü T.C. yöneticilerin kullandıkları aşağılayıcı üslup bireysel değildir. Süryanilere ve diğer bazı halklara yönelik hakaretler tarih ve eğitim kitaplarında bugün hala mevcuttur. Süryani halkına yönelik yapılan ayrımcılık ve kullanılan hakaret edici kavramlar, değerlendirmeler köklüdür. Ancak, son aylarda Kürtlere yönelik aşağılama ve hakaret etme üslubu da ön plana çıkmıştır. T.C. Başbakanı Recep Tayyip ERDOĞAN bu aşağılayıcı anlayışa öncülük etmektedir. Sünni Müslüman olmayan inançlara, mezheplere ve bunlara bağlı olan gruplara hakaret ederek, toplumun duygularını suiistimal etmektedir. Çoğunluğun desteğini almak için azınlıkları her fırsatta kötülemektedir. Hıristiyanlık, Alevilik, Ezidilik, Zerdüştlük ve Yahudilik Türkiye’de suç olmamalı ve bu inanca sahip olanlar da hakarete, baskılara uğramamalıdırlar. Bu hassas konuda başta Başbakan ERDOĞAN ve AKP hükümeti güven vermeli ve haksızlıkları gidermek için yeni ileri adımlar atmalıdır. Ezberi bozmak yeni bir anlayışı getirmek, azınlıkların haklarını vermekten geçiyor. Başbakan Tayip ERDOĞAN’ın toplumun değişik kesimlere karşı kullandığı üslup, kuşkusuz bireysel olmadığı gibi tarihsel, toplumsal zihniyetten de kopuk değildir. Ayrıca en uç tanımlamalar konusunda da birçok kişi Türkçülüğün yargısına dönüşmüş niyetleri açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Bu tanımlamaları ve yargıları kimin ne kadar anladığını bilemiyorum. Bilinen gerçek, bu tür anlayışların tahribatlara, ayrımcılığa, huzursuzluğa ve güvensizliğe yol açmasıdır. Konuyu iki örnek ve bir anıyla kapatmak istiyorum. Resmi ideolojinin Kürtlerle ilgili birçok olumsuz tezi bulunmaktadır. Ancak en ilginçlerinden birisi yazılı olmayan tanımlardadır. Son günlerde bu tanıma dolaylı vurgular yapılmaktadır. Örneğin TBMM anayasa komisyonu başkanı Burhan KUZU geçen haftalarda “anadilde eğitim istemek şeytana uymaktır” dedi. Ayrıca T.C. cezaevlerinde yüzlerce tutsağın bedenlerini ölüm orucuna yatırdığı bir süreçte, MHP genel başkanı Devlet BAHÇELİ’nin hükümetin pazarlığa oturmaması için yaptığı uyarı konuşmasında “şeytanla buğday eken, samana muhtaç kalır” belirlemesinde bulundu. KUZU ve BAHÇELİ’nin sözünü ettiği şeytan kimdir? Tam bu noktada bir anımı kısaca paylaşmak istiyorum; 1993 yılında İsveç’in Malmö şehrinin Kristianstad kasabasında, restorant işleten Melik adında Ağrılı bir gençle yaptığım bir sohbette, Kürtlüğünü nasıl bilince çıkardığını ve sahiplendiğini anlatırken, kendini büyük bir hakarete uğramış olarak görüyordu ve ruh hali ses tonuna, vücut hareketlerine yansıyordu. Kendisi bürokrat ve devlete büyük hizmetlerde bulunan bir ailenin üyesiydi. Örneğin bir amcası valiydi. Kendisi de bu kültür içerisinde büyümüştü. Askerlik zamanı geldiğinde de seve seve vatan hizmetine gitmişti. Askerlikte yapılan etütlere, eğitimlere katılmıştı. Yapılan bu eğitimlerde çoğunlukla PKK’yi ve Kürtleri kötülemeye yönelik olduğunu söylüyordu. Ancak birgün eğitim konusu Kürtlerin soyu üzerine olmuştu. Kürtlerin nasıl türediğini dinlediğinde, ifade ettiği gibi, psikolojisi bozulmuştu. Çünkü kendisi de sonuçta Kürt’tü ve bu durumu hazmedemiyordu. Bu rahatsızlığın sebebi de, yapılan anlatımda Kürtlerin şeytandan üredikleriydi. Uydurulan efsaneye göre, bir dağ başında birkaç kadın tek başlarına yaşıyorlarmış, şeytan bu kadınları yoldan çıkarmış ve hamile kalan bu kadınlardan dünyaya gelen çocuklar çoğalarak Kürt kavmini oluşturmuşlar. Bu efsaneye göre Kürtler şeytan soyundan gelmektedir. Bazılarına göre Türkiye çok değişti: Eski anlayışlar, inkâr politikaları kalmadı. Maalesef eski politikalar kökten değişmemiş, ancak sürece göre dizayn edilmişlerdir. Osmanlı İmparatorluğu’nun yöneticileri arasında Süryaniler, Kürtler ve diğer halklara ilişkin yapılan yazışmalarda, hakaret edici cümleler, aşağılayıcı tanımlamalar bulunmaktadır. Bu halklardan hangi bey, dini lider, devlete ne kadar hizmet etmişse de, ona hiç güvenilmemiş ve tasfiye edilmesi için planlar yapılmıştır. Aynı siyaset T.C. tarihinde de devam etmiştir. Dolayısıyla kardeşlik sözleri, vatandaşlık hukuku ve benzeri vaatler bir aldatmacadır. Çözüm zihinde, hukukta ve devlet yönetiminde bir dönüşümün yapılmasıdır. Egemenler çıkarları gereği, halkın duygularını sömürmeye ve bazılarını mağdur etmeye devam edecekleri için, onlardan bir beklenti içine girmeden aydınların öncülüğünde, halkın eski düşmanlık anlayışlarından ve imha etme psikolojisinden kurtulması büyük bir önem taşımaktadır. Türkiye’de çağdaş bir uyanış ve insani bir davranış az ve yavaş da olsa gelişmektedir. Umut veren gelişmeler yüzeysel kalmamalı, pratikte uygulanmalı ve azınlıklara hakaret etme anlayışı kabul edilmemelidir. ܀܀܀܀ 10 Sayı 9 Kasım 2012 SÜDEF I. Olağan Kongresini Yaptı Kuruluş çalışmaları yaklaşık bir yıl devam eden federasyon geçtiğimiz günlerde 1. Olağan kongresini yaptı ve ilk yönetim kurulunu seçti oluşan Kongrede yapılan tartışmalardan sonra seçilen Federasyon Yönetim Kurulu tüm üye derneklerin temsilcilerinden şekillendi. Yönetim Kurulunda her üye dernekten en az bir temsilci bulunmaktadır. Aralarında Turabdin Süryani Kültür ve Dayanışma Derneği, Midyat Süryani Gençlik Derneği, Hah (Anıtlı) Derneği, Nusaybin Süryani Kültür ve Dayanışma Derneği, Anhil (Yemişli) Süryani Derneği, İverdo (Gülgöze) Derneği ve Kafro (Elbeğendi) Süryani Derneği’nin bulunduğu Türkiye’deki Süryani dernekleri tarafından yapılan bir çok toplantı sonucunda 5 Süryani dernek tarafından kurulan SÜRYANİ DERNEKLER FEDERASYONU, bu yılın başında kuruluş başvurusunu yapmıştı. Kısa adı SÜDEF olan, Süryani Dernekler Federasyonu aynı zamanda Mardin il sınırları içerisinde kurulan ilk federasyon olma özelliğinin yanında, Türkiye’deki Süryani Sivil Toplum Kuruluşlarının tek çatı örgütüdür. Yapılan ilk seçimden sonra belirlenen Yönetim Kurulu daha sonra kendi arasında toplanarak iş bölümü yaptı. Yapılan bu işbölümü sonrasında da Yönetim Kurulu içindeki görevlendirme şu şekilde oluştu. Başkan; Evgil Türker, Başkan Yardımcıları; Maravgi Çınar, Kenan Sayılık ve Aziz Aydın, Sekreter; İskender Akaya, Sayman; İsrail Demir ve Habip Doğan da üyeliğe seçildi. yapılan kuruluş çalışmaları değerlendirildi ve federasyonu geleceğe taşıyacak yönetim kurulu seçildi. Derneklerin federasyona gönderdikleri delegelerden Kuruluşunu daha önce Midyat’ta yaptığı bir gece ile kutlayan federasyon, kuruluş çalışmalarında yer alan, ancak kuruluş dilekçesinde bulunmayan derneklerin katılımıyla güçlendi. 6 aylık kuruluş süreci sonunda 1. olağan Kongresini yaptı. 21.10.2012 tarihinde Midyat’ın Kafro köyünde, Matay Rabo (İskender Alptekin) Kültür Merkezinde yapılan olağan Genel Kurul toplantısında Toplantı sonrasında Federasyon Başkanlığına getirilen Evgil Türker, yaptığı konuşmada, yaptıkları çalışmanın ne kadar önemli olduğunun farkında olduklarını söyledikten sonra; “Bugün Türkiye’de yaşayan Süryaniler için tarihi bir gün. Çünkü bugün aldığımız kararlarla Türkiye’de Süryanileri temsil edecek bir Sivil Toplum Kuruluşu’nu oluşturduk ve bizler de yönetimine seçildik. Bizlere verdiğiniz bu görevi layıkıyla yerine getirmek için elimizden gelen çabayı sarf edeceğiz.” dedi ve daha sonra, federasyon kuruluş çalışmalarında bugüne kadar çaba sarf eden herkese teşekkür etti. Federasyon kongresi, Yönetim Kurulunun kendi arasında yaptığı toplantı sonrasında sona erdi. ܀܀܀܀ “Türkiye’de Azınlıklar; Temsiliyet ve Kurumsallaşma” Paneli Yapıldı Galatasaray Üniversitesi, SDRE (Societe, Droit et Religion en Europe) ve Strasbourg Üniversitesi’nin düzenlediği “Türkiye’de dini azınlıklar: Temsiliyet ve Kurumlaşma” paneli 11 Ekim Perşembe günü Galatasaray Üniversitesi Coşkun Kırca Salonu’nda gerçekleşti. Atina Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Yannis Kristakis ise, Yunanistan’da devletin ibadete, dine karışmadığını, tam Panelin birinci bölümde Prof. Dr. Samim Akgönül, Doç. Dr. Yannis Kristakis, Doç. Dr. Emre Öktem, Fransa, Yunanistan ve AİHM ‘in dini azınlıklara yaklaşımını anlattı. Av. Rita Ender’de hazırladığı belgeselde, Türkiye’deki azınlık bireylerinin konu hakkındaki görüşlerini ortaya koydu. Panelin son bölümünde ise Türkiye’deki farklı dini azınlık temsilcileri sunumlar yaptı. Strasbourg Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Samim Akgönül, yaptığı sunumda; Fransa’daki ‘azınlık’ kavramının Türkiye’de anlaşıldığı gibi algılanmadığını, ‘minorite’ kavramının özellikle göçmenler için kullanıldığını ve bu kavramın Fransız hukukuna yabancı olduğunu belirtti. Yaptığı konuşmada Akgönül; “Fransız sistemi hukuksal meşruiyeti zayıf olan pragmatist bir sistemdir” dedi. dinlere, milletlere göre de oluşmuştur. Peki, bu topluluğun bir bireyi olmak o dine veya millete ne kadar ait olmak demektir? Doğumla gelen bir aidiyet gençlikte, yetişkinlikte, yaşlılıkta kişiyle ne kadar özdeşir? Özdeştiği ölçüde ifadesini bulur mu? Buradan çıkılarak yapılan bir tanımlama veya bu yolda gerçekleşen bir temsiliyet gerçek olur mu?” gibi sorulardan yola çıkarak hazırladığı belgeseli gösterdi. Daha sonra, Ermeni Av.Luiz Bakar (Ermeni), Av.Yakup Barokas ve Av. Yuda Reyna (Yahudi), Tuma Çelik (Süryani) ve Foti Benlisoy (Rum) söz aldı ve Türkiye’de yaşanan durum hakkında sunumlar yaptılar. bir örgütlenme özgürlüğünün mevcut olduğunu ve yargının cemaatlerin tüzel kişiliklerini bir hak olarak gördüğünü belirtti. Galatasaray Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Emre Öktem de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihatlarında ortaya çıkan örneklerden bahsetti. Emmanuel Levinas’ın bir pasajıyla söze başlayan Av. Rita Ender de, “Bireylerin yarattığı bu topluluklar bu topraklarda, Aralarında, Musevi Cemaati eski Başkanı Silvyo Ovadya, Vakıflar Genel Müdürlüğü Azınlık Vakıfları Temsilcisi Laki Vingas, Apoyevmatini gazetesi editörü Mihail Vasiliadis’in de bulunduğu dinleyiciler de sorular sordu ve görüşlerini dile getirdiler. Panelde yapılan bütün sunumlar, Galatasaray Üniversitesi tarafından kitap halinde yayınlanacak. ܀܀܀܀ Sayı 9 Kasım 2012 “Demokratik bir Suriye İstiyoruz” Avrupa Parlamentosunda; Avrupa Birliği Dışilişkiler Komisyonu’nun desteğiyle, Avrupa Süryaniler Birliği (ESU) tarafından, Suriye’de yaşanan durumun tartışıldığı bir konferans yapıldı. Avrupa Birliği Komisyon Başkanı Elmar BROK’un insiyatifinde yapılan konferansta; Arap Baharında Hıristiyanlar ve Suriye’de yaşayan Süryanilerin durumu tartışıldı. Belçika’nın başkenti Brüksel’de Avrupa parlamentosunda; “İmkan mı yoksa felaket mi? Arap Baharında Hıristiyanlar” sloganı altında yapılan konferansta komisyon başkanı Elmar BROK, Avrupa Parlamentosu Milletvekili Mario DAVİD, Suriye Süryani Ulusal Konseyi (SSUK) Başkanı Bassam İSHAK ve rak bilemiyor. Bu yüzden de ESED rejiminin tez elden bertaraf edilmesi gerekmektedir. Bunu başarmak için biz Süryaniler olarak üzerimize düşeni, Süriye’deki diğer kardeş halklarla birlikte yerine getireceğiz. Rejim sonrasında kurulacak yeni Suriye’de de, yine Süryaniler olarak devletin her konumunda, her alanında eşit olmak ve her fırsattan yararlanmak istiyoruz” dedi. 11 İslamcı Kerinçsizler geliyor Baskın ORAN İyi ki ‘Müslümanların Masumiyeti’ adlı rezil film yapıldı da başbakanımız emir verdi, artık nefret söylemi önlenecek, demeye kalmadı. Unutulmaya yüz tutan TCK 301 rezaleti, Fazıl Say davasında TCK 216 adıyla geri gelmeye soyunuyor. Olayı özetleyeyim: F. Say, muhtemelen keyfi iyiyken, Ömer Hayyam’a atfedilen “Irmaklarından şaraplar akacak diyorsun / Cennet-i âlâ meyhane midir? / Her mümine iki huri diyorsun / Cennet-i âlâ kerhane midir?” dörtlüğüyle başlayan bir tweet sallıyor. Şöyle tamamlıyor: “Bilmem fark ettiniz mi ama, nerde yavşak adi magazinci hırsız şaklaban varsa hepsi Allahçı; bu bir paradoks mu?” Ali Emre Bukağılı, Turan Gümüş ve Orkun Şimşek adlı üç muhbir vatandaş savcılığa şikayet Suriye’deki Süryanilerin siyasal çalışmalarını ve Başar ESED sonrasına ilişkin hazırlıkları ediyorlar. Savcı, “Halkın bir kesiminin benimsediği dinsel değerleri alenen aşağılayan kişi, fiilin anlatan (SSBP) Başkan Yardımcısı Said kamu barışını bozmaya elverişli olması halinde, 6 aydan 1 yıla kadar hapisle cezalandırılır” MALKE ise yaptığı konuşmada; “Suriye diyen TCK 216/3’ten dava açıyor. medeniyetinin oluşmasına büyük katkılarıVahamet, esas bundan sonra: İstanbul 19. Sulh Ceza yargıcı, bu üç muhbir vatandaşın “müdamız oldu. Biz Süryaniler olarak azınlık dehil” olma talebini kabul ediyor. Oysa müdahil, neredeyse savcı demek: Duruşmalara katılabilir, soru sorabilir, delil sunabilir, tanık gösterebilir, bilirkişi isteyebilir, kararı temyiz edebilir, hatta hakimi reddedebilir (CMK Md. 178, 211, 215, 216, 234, 203). Aynen, Dink ve Pamuk davalarında örgütlenmiş Kemal Kerinçsiz ve Veli Küçük taifesinin, “Türklüğe hakaret edilmiştir, ben de Türk’üm, bana da hakaret edilmiştir” mugalatasıyla talep ettiği ve kaptığı statü. Hatırlarsanız, ondan sonra da yargılanan kişiye saldırdılar, bozuk para ve laf atarak duruşma salonunu çarşamba pazarına çevirdiler. Ama biz F. Say olayına dönelim. Bu gidişle… 1) Eğer F. Say, “Nerde Allahçı varsa hepsi hırsız şaklaban…” deseydi, hakaret ve büyük ayıp olurdu. Sarsıcı olduğu kesin ama, bu haliyle dine hakaret değil. Böyle giderse, dinleri eleştirmek imkansız olur. İnşallah iktidarın amacı bu değildir. Suriye Süryani Birlik Partisi (SSBP) Başkan Yardımcısı birer konuşma yaptılar. ESU Dışilişkiler sorumlusu Rima TÜZÜN de oturumu yönetti. Aynı zamanda Avrupa Parlamentosu parlamenteri de olan BROK’un yaptığı açılış konuşmasında; “kurulacak yeni Suriye’de bütün etnik yapılara, özellikle de Hıristiyanlara, eşit yaklaşılmalı ve aynı imkanların verilmesi gerekmektedir” dedi. Konferansta konuşma yapan bir diğer Avrupa Parlamentosu Milletvekili Mario DAVİD ise daha çok, Avrupa Birliği’nin dünya siyaseti içerisindeki rolü üzerinde durdu. AB olarak Suriye’de yaşanan trajediye tanık olduklarını belirten Mario DAVİD daha sonra; “yapılan bu konferansta Suriye’deki Hıristiyanların durumunun tartışılmasının önemli olduğunu” söyledi. Bassam İSHAK ise, konferans düzenleyicilerine teşekkür ederek konuşmasına başladı. Muhalefetteki “Suriye Ulusal Konseyi” üyesi de olan Bassam İSHAK yaptığı konuşmada, temiz bir demokrasi için 2010 yılında Tunus’ta başlayan Arap Baharı’nın Mart 2011’de Suriye’ye ulaştığına dikkati çekti ve; “Bugün Suriye’de büyük bir dram yaşanıyor. Olaylarda ölen insan sayısını hiç kimse tam ola- 2) Savcı, takipsizlik vermek yerine, üstüne bir de TCK 218’in “[suçun] basın ve yayın yoluyla işlenmesi halinde, verilecek ceza yarı oranına kadar artırılır” diyen son cümlesini uyguluyor, ama aynı maddenin “… eleştiri amacıyla yapılan düşünce açıklamaları suç oluşturmaz” diyen ğiliz. Bizler binlerce yıldır Suriye’nin bir son cümlesini görmüyor. parçasıyız. Suriye farklı kültürlerin, dinleBu “son cümleyi görmeme” olayı artık klasik. Hatırlarsanız, yargımız “Türklüğe hakaret” diye rin var olduğu bir ülke olmasına rağmen, 1963’te rejiminin değişmesi sonrasında her- önüne geleni 301’den mahkum etmeye girişince, Temmuz 2003’te 7. AB Uyum Paketiyle bir ek kes tek renk, tek isim altında toplanmaya fıkra getirmişti TBMM : “Sadece eleştirmek maksadıyla yapılan düşünce açıklamaları cezayı çalışıldı. Daha sonra da Süryanilerin kültü- gerektirmez.” Yargımız bunu da bir türlü “görememiş” ve Türklük uğruna insanları içeri atmaya rel, sosyal ve siyasal anlamda temsil edildiği devam etmişti. Onun üzerine, hatırlıyor musunuz kısmen de olsa nasıl kurtulmuştuk bu felaketkurumlara sahip olması hiçbir şekilde izin ten? 301’den dava açmak adalet bakanının iznine bağlandıydı da, o sayede! Şimdi “Türklük”ün (ırk) yerini “Müslümanlık” (din) aldı ya, yargımız, tek çiçekle bahar olmaz inşallah ama, TCK verilmedi.” dedi. 218’in sonuna getirilen bu eki de henüz “görmedi”ğini F. Say davasında gösterdi. Kimliklerini ve değerlerini kaybetmek istemediklerini, Süryanilerin Irak’ta yaşadıklarını 3) Müdahillik, çok istisnai bir durumdur. Bir kere, bir suçtan ciddi, doğrudan doğruya ve Suriye’de yaşamamaları için çaba verdiklerini somut zarar görmüş olmak gerekir. Burada, “Dine hakaret edilmiştir, ben de Müslümanım, bana belirten ve bunun için de AB’den destek bekle- da hakaret edilmiştir” diye Ördek Hayrilik ve Kerinçsizlik yapmaya çalışıyor muhbir diklerini söyleyen Said MALKE konuşmasını vatandaşlar. Önce ihbar, sonra müdahillik; kendin çal, kendin oyna. Can Dündar durumu tahlil şu sözlerle bitirdi; “Suriye’de tüm etnik yapı- ederken “‘ Milliyetçi bir nesil’ isteyenlerin yerini ‘dindar bir nesil’ isteyenler alınca ‘komünizm ların kendilerini rahat bir şekilde ifade ede- tehdidi’ de yerini ‘ateizm korkusu’na bırakıyor” diyor (Milliyet, 18.10.2012). Burada ise, bilecekleri yeni ve demokratik bir Suriye “ateizm korkusunu kullanma” demek lazım. istiyoruz. Bu anlamda biz Süryani Hıristiİkincisi, Kerinçsizlerin müdahilliğin cıcığını çıkarmasına yargımız sonunda yeter demek yanlar olarak AB ile ittifak halindeyiz. Dolayısıyla AB’nin desteğini yanımızda zorunda kalmıştı. Mesela Azınlık Raporu davasında yargıç, muhbir vatandaşların müdahillik talebini en baştan reddetmişti. görmek istiyoruz.” Yanılmıyorsam, C. Dündar’ın ‘Mustafa’ davasında da “Atatürkçüler”in müdahilliği Yaşanan olayları yakından bilen insanlarla reddedilmişti. Suriye’deki durumu tartışmanın çok önemli oldğunu belirten ESU Dışilişkiler sorumlusu Av. Oya Aydın ’ın Radikal Blog’da hatırlattığı gibi, Yargıtay da, iş işten geçtikten sonra bile Rima TÜZÜN de, bu konferansın düzenlen- olsa, H. Dink davasında müdahillik kararını bozmuştu. Bakalım bu ayıp, bitti sandığımız yerden mesinde emeği geçen AB Dışilişkiler yine sürgün verecek mi? İzleyeceğiz. Komisyonu Başkanı Elmar BROK ve tüm katılımcılara teşekkür etti. Yargıtay kararına ve TCK’ya aykırı ܀܀܀܀ 4) TCK 216’nın yer aldığı TCK Beşinci Bölüm’ün adı, “Kamu Barışına Karşı Suçlar”. Bu durumda bu üç şahıs nasıl oluyor da “doğrudan doğruya ve somut zarar” görüyor? Üstelik, daha geçen hafta Yargıtay 9. Ceza Dairesi, Şemdinli davası münasebetiyle, “devlete karşı suçlar”da kişilerin doğrudan zarar göremeyeceklerini, bu nedenle de müdahilliklerinin kabul edilmeyeceğini söylemişken? (Radikal, 19.10.2012). 5) TCK 216/3’teki eylem, ancak “fiilin kamu barışını bozmaya elverişli olması” halinde suç sayılır. Oysa, Cengiz Alğan’ın Radikal Blog’da hatırlattığı gibi (15.10.2012), bu tür sözler, Müslümanların azınlıkta ve tehdit altında olduğu bir Avrupa ülkesinde söylenseydi belki tehlikeli olabilirdi ama, nüfusunun yüzde 99’u Müslüman bir ülkede iki satırlık tweet’in kamu barışını bozacağını düşünmek azıcık zor. Üstelik, iktidarda da kavi Müslüman bir parti varken. Burada aklıma bir şey geldi: “Tweet”, İngilizcede “kuş cıvıldaması” demektir. Eğer “Olmaz! Cıvıldama veya mıvıldama, biz Müslümanları tahrik ediyor!” diyorsanız, işin felsefesiyle bitirelim: Eğer bir azınlık, yüzde 99 çoğunluğun aleyhinde bir kelâm etmişse, bunun adı, sesi saksağana bile benzese, “kuş cıvıldaması”dır veya olsa olsa “don kişotluk”tur. Eğer bu çoğunluk bundan tahrik olduğunu iddia ederse, bunun adı “zulüm bahanesi”dir. Eğer bu çoğunluk, azınlık aleyhine olur olmaz nedenlerle kelâm ederse, onun adına da “zulüm” derler. ܀܀܀܀ 12 Sayı 9 Kasım 2012 Mardin’de “Cin” Şişeden Çıktı “Bize neden 1915'e takılıp kalıyorsunuz deniliyor. Çünkü o gün uygulanan politikalar bugüne kadar aynen devam ettirildi. Bugün de o politikaların bir devamı olarak okullarda okutulan kitaplarla, insanlar arasında düşmanlık tohumları ekiliyor. Lise ders kitaplarında Süryaniler hala hain diye anlatılıyor. Bu kitaplarla büyüyen bir çocuk Süryanilere hangi gözle bakabilir?” Dünyanın değişik ülkelerinden gelen akademisyen ve araştırmacıların katıldığı 'Mardin ve Çevresi Toplumsal ve Ekonomik Tarihi' başlıklı sempozyum Mardin’de yapıldı. Mardin Erdoba Elegance Otel'de 2 gün devam eden sempozyumda, daha önce gündeme gelmeyen ve tartışılmayan birçok konu, araştırmacılar tarafından tartışıldı. Açılış konuşmasını, sempozyumu organize eden vakfa adını veren Hrant Dink’in eşi Rakel Dink tarafından yapılan sempozyumda daha çok Mardin ve Mardin’deki Süryaniler tartışıldı. Mardin ve çevre illerde 1838–1938 yılları arasında yaşanan ekonomik ve toplumsal olayların ele alındığı sempozyumun yapılması için Mardin’den; Turabdin Süryani Kültür ve Dayanışma Derneği, Mardin Sinema Derneği, Mardin Barosu, Mardin Tabipler Odası ve KAMER Mardin Şubesi destek sundular. Hrant Dink Vakfı Yönetim Kurulu üyesi Rakel Dink, yaptığı konuşmada; “Beraber yaşadığımız bu ülkede, hiç kimsenin yaşam hakkına saygı duyulmuyor. Hiçbirimiz ülkemizde adalet olduğunu söyleyemiyoruz. Dolayısıyla bu ülkede demokrasi var diyemeyiz" dedi Mardin'e geçmişini hatırlamak ve tarihe tanıklık etmeye geldiklerini belirten Dink, bu toplantılarla sessizliği bozmaya çalıştıklarını anlattı. Rakel Dink konuşmasında; "Acaba bu toprakların gerçekliği bilinseydi, bugün bu ülkede yine aynı tuzağa gelinir miydi? Kardeş kardeşi vurmaya kalkar mıydı?" diye sordu. Rekel Dink’in konuşması sonrasında söz alan, Süryani Dernekler Federasyonu Başkanı Evgil Türker, Süryanileri okul tarih kitaplarında, 'ihanetçi, işbirlikçi düşman' diye tanıtıldığını bir ülkede böyle bir sempozyum yapmanın önemine değindi ve; "Üzerinde yaşadığımız bu topraklar çok şey yaşadı çok şey gördü. Buralarda insanlık için büyük önem arz eden birçok değer yaratıldı. Güzel dostlukların yanında soykırımlar da yapıldı. Bu durum yaşamın gerçekliği. Bu gerçekler maalesef bazen insanları birbirine düşman ediyor." Daha sonra söz alan Hrant Dink Vakfı Yönetim Kurulu Üyesi Cengiz Aktar da, sempozyumu Mardin’de yapmanın önemine vurgu yaptı. Aktar; "Yapılan yeni çalışmalar akademik dünyaya duyurmaya çalışacağız. Bölgenin kadim halkı Süryanilerin bu çalışmada ayrı bir yeri var elbette. Bir avuç da olsa vatanlarından insanıyla ve medeniyetiyle var olma kavgası veren bir zümre. Üzerlerine titrenmesi gereken bir halk." diye konuştu. Sempozyumun açılış bölümündeki son konuşmacı ise David Gaunt oldu. İsveç’ten gelen bilim adamı, 'Çatılarda Görünen' konulu açılış sunumunda, 1915 yılında Mardin’de yaşananların damlardan nasıl izlendiğini ve insan hafızasında bıraktıkları izleri anlattı. David Gaunt’un yaptığı açılış sunumundan sonra öğlen yemeği arası verildi. Öğlen yemeğinden sonra başlayan sunumlar ise ertesi gün akşama kadar devam etti. Toplam altı oturum yapılan sempozyumda 24 araştırmacı konuşma yaptı. y ü k k y A sempozyumun ilk olarak, Bölgeye Müdahaleler Milliyetçiliklerin Ortaya Çıkışı adlı oturum I. Bölümü yapıldı. Bu oturuma katılan konuşmacılar daha çok bölgede çalışma yürüten yabancı misyonerlerin bıraktığı belgelerden yola çıkarak yaşanan durumu anlatmaya çalıştılar. Bölümün son konuşmacısı Michael Abdalla, 1838 yılında Mardin nüfusunun 21 bin olduğu ve bunların 12250’si Müslüman, 5250’si Süryani, 3500’u de Ermeni olduğunu söyledi. Oturumunda II. Bölümünde Mardin’de herkes iç içe yaşar Mardin ve Çevresinin Genel Görünümü başlıklı oturumda konuşma yapan Cafer Sarıkaya, 1873 Viyana Evrensel Sergisi'nde sergilenenler ışığında; Mardin’de farklı gruplar iç içe yaşadığını söyledi; “Mardin’de Müslümanlar, Kürtler, Araplar, Yahudiler, Süryaniler, Ermeniler, Ezidiler Mahalle yapıları etnik olarak ayrılsa da bu ayrımlar çok keskin değil.” Kadir Has Üniversitesi'nden Füsun Alioğlu ise, Mardin'de Türkiye'deki geleneksel mimarinin tanımlamalarını aşan bir mimari yapının olduğunu söyledi. 3 Kasım Cumartesi günü sabah 8.30’da başlayan T t Mardin ve Çevresinin Genel Görünümü, Bölgenin Etnik Çeşitliliği, Bölgeye Müdahaleler Milliyetçiliklerin Ortaya Çıkışı, Mardin’de Şiddet Pogrom ve Soykırım ve Travma Sonrası Yaşam başlıklı oturumların yapıldığı sempozyumda birçok araştırmacı Mardin ve çevre illerin tarihine ilişkin sunumlar yaptılar. Bölgenin Etnik Çeşitliliği, adlı ikinci oturumda ise konuşmacılar, Mardin ve çevresinde yaşayan etnik gruplar olan; Süryaniler, Ermeniler, Mhallimiler Domlar hakkında sunum yaptılar. Sunum sonunda yapılan tartışmalarda en çok, adları yeni duyulan ve halk arasında “Mıtırb” veya “Karaçi” diye bilinen Domlar üzerinde konuşmalar yapıldı. k k yapılan konuşmalarda ise daha çok bölgede yaşanan değişimin nedenleri ve sonuçları üzerinde duruldu. Verilen öğlen yemeği arası sonrasında başlayan 4. Oturumun başkanlığını Ali Bayramoğlu yaptı. Bu oturumda daha çok Mardin ve çevresinde 1838-1938 yılları arasında Süryanilerin Ezidilerin ve Ermenilerin yaşadığı soykırım, katliam ve sürgünler anlatıldı. Oturumun son konuşmacısı Tuma Çelik; “Bize neden 1915'e takılıp kalıyorsunuz deniliyor. Çünkü o gün uygulanan politikalar bugüne kadar aynen devam ettirildi. Bugün de o politikaların bir devamı olarak okullarda okutulan kitaplarla, insanlar arasında düşmanlık tohumları ekiliyor. Lise ders Sayı 9 Kasım 2012 kitaplarında Süryaniler hala hain diye anlatılıyor” dedi ve ardından sordu; “bu kitaplarla büyüyen bir çocuk Süryanilere hangi gözle bakabilir?” Travma Sonrası Yaşam başlıklı sempozyumun son oturumunda yapılan sunumlarla “kılıç artıkları”nın durumu ortaya konuldu. Bu bölümün sonunda yapılan tartışmalar daha çok, Soykırım döneminde, komşular tarafından “kurtarılan” ve daha sonra Müslümanlaşan Ermeni ve Süryanilerin nüfusu üzerinde oldu. Bazı araştırmacılar, bu rakamın 200 bin civarında olduğu ve bunun da günümüzde milyonlara tekabül ettiğini söylediler. Genel Değerlendirme ve Tartışmalar bölümünde söz alan David Gaunt, bu sempozyum sonucunda araştırmacılar için birçok yeni Yüksek Lisans ve Doktora tezi konusu ortaya çıktığını söyledi: “Hilmar Kaiser'in sözünü ettiği 1915'teki ‘tecavüz’ olayları, Mardin’deki Yahudi varlığı gibi konular henüz açıklığa kavuşmuş değil.” Cengiz Aktar ise yaptığı sonuç değerlendirmesinde; “Görülüyor ki, önümüzdeki dönemde Müslümanlarmış Ermeniler ve Hristiyanlar konusu daha fazla konuşulacağa benziyor. Mardin, Anadolu'da hala Hristiyan nüfusun olduğu çok az yerden biri. Bunun farkında olmamız ve bunu korumamız gerekiyor” dedi. Ayrıca; günümüzde gündemde olan Mor Gabriel manastırının arazisiyle ilgili devam eden tacizlerin ta 1910'lara dayandığını öğrenmenin de çok çarpıcı olduğunu söyledi. 13 Okuyuculardan Zamanı Gelmişken… 26 Temmuz’da İstanbul Süryani Kilise Vakıf Yönetim Kurulu’na gelen, Süryanice Anaokulu açma talebine ilişkin ret cevabı aslında beni hiç şaşırtmadı. Ancak bende var olan eski bir travmayı uyandırdı. 1943 yılında Midyat’ta doğdum. 1949’dan 1952 yılını kadar, Ağabimin de gittiği medreseye gittim. Burada Süryanice ilahiler öğrendiğim için seviniyordum. İlkokul’un tatil olduğu dönemlerde medresemiz çok kalabalık olurdu. Bu yüzden de medresemizde öğretmenimize (Süryanice öğretmeni) yardım eden, bizden 6-7 yaş büyük yardımcılar olurdu. Bu yardımcılar da hem öğreniyor hem de kendilerinden küçük bizlere bir şeyler öğretiyordu. 1950 yılının yaz aylarında, medresenin kalabalık olduğu bu dönemlerden bir gün aniden, Süryanice; “kathen akköme” çığlıkları duyuldu. Biz küçükler bu çığlıkların ne anlama geldiğini bilmiyorduk tabi. Bu çığlıkların ne anlama geldiğini bilen gençler ise hemen harekete geçerek, çocukları pencereden sarkıtıp arka avluya indirmeye başladılar. Ardından da bizlere; “hemen eve gidin ve yarın da gelmeyin” dediler. Tabi bu arada, ders gördüğümüz odada dolaşan bir polis ile bir bekçiyi gördük. Polis bekçiye Türkçe bir şeyler söylüyor, bekçi de gençlerden birisine; “öğretmeniniz nerede?” diye soruyordu. Genç ise; “ne öğretmeni, öğretmenimiz yok” diye cevap veriyordu. Elbette bu görüntüler ilk değildi. Dolayısıyla hem öğretmenler hem de gençler bu görüntüleri daha önce defalarca gördüklerinden, kendi aralarında bir düzen oluşturmuşlardı. Zaten pencerelerin önünde her gün bir çocuk nöbet tutuyordu. Ancak biz bunu daha sonra fark ettik. Benim polis ve bekçiyle, medresedeki bu karşılaşmam, beni çok korkutmuştu. Diğer çocukların da durumu aynıydı. Korkudan bazı çocukların dili tutulurken, bazıları ise korkudan altına bile kaçırmıştı. Polis ve bekçi ile uğraşan gençler ise; “biz burada, çocuklar bu sıcakta sokakta kalmasın diye oyun oynuyoruz, resim yapıyoruz” diye dert yanıyorlardı.Sonradan öğrendim. Türkiye’de Süryanice öğrenmek, öğretmek yasaktı. Dolayısıyla bu görüntüler sürekli ve her yerde yaşandı. O günkü çocuk aklımla; “Allahım günahımız ne, biz kime ne yaptık” diye yalvarıp duyuyordum. Oysa bizim kilisede ettiğimiz dualar arasında; devlet başkanımızın muvaffak olması talebi de vardı. O gün anladım ki; ettiğimiz “dualar” bize “ters etki” ediyordu. 1952 yılında ilkokula sevinerek başladım. Daha önce fistan (entari) giydiğim için en çok da pantolon ve gömleğe sevinmiştim. Okula başladığımda okuma-yazma biliyordum ama Türkçe konuşmasını bilmiyordum. Bu da başıma bayağı dertler açtı. İlkokula başladığım ilk günde 3 kere dayak yedim. Birincisinde, Batı Anadolulu öğretmenimiz, birer birer adımızı sorduğunda, sıra bana geldiğinde ayağa kalkıp kollarımı göğsümde bağladığımda; “ulan dürzü, burası kilise mi” deyip değnekle kollarıma vurdu. İkincisinde, Süryanice konuştuğum için dayak yedim. Günün üçüncü dayağı ise, masaya abandığım için yedim. Aslında okula başlayan bütün çocuklar benzer durumları yaşadılar. Vakıf Yönetim Kurulu Başkanı Rakel Dink’in yaptığı kapanış konuşmasında; “Bu Sempozyum, buradaki sunumlarda dile getirilen acıları yaşayanların anısına ithaf olsun” dedi ve ardından, 1915'te sağ kalan Isguhi teyzenin söylediği bir ağıdın sözlerini Türkçe okudu. İnternet üzerinden canlı olarak da izlenen Sempozyum, 4 Kasım Pazar günü yapılan gezi ile sona erdi. ܀܀܀܀ Halklar bir araya geldi Daha önce 7 Ekimde yapılacağı duyurulan, Halkların Demokratik Kongresi (HDK)’nin hazırladığı, Halklar ve İnançlar Kongresi, 3 Kasım Cumartesi günü yapıldı. Şimdi düşünüyorum da, acaba Midyat’a gönderilen bütün ilkokul öğretmenleri, insanlık ve din düşmanı, sadist “Topal Osman” kafalı kişilerden mi seçiliyordu? Bizleri her fırsatta aşağılayan, Süryanice konuştuğumuz için biz sürekli döven “insanlar” öğretmen olamazdı. Ve elbette bu durum da tesadüf değildi. İlkokulun o zalim öğretmenlerinden kurtulduğum için istemememe rağmen 1957 yılında Ortaokul’a başladım. Ama ortaokulda tam tersi bir durumla karşılaştım ve “24 ayar” bir okul müdürü ile karşılaştım. Biz de o müdürün yanında kendimizi insan gibi hissetmeye başladık. Özellikle de biz çalışkan Süryani çocuklarına çok değer veriyordu. Dolayısıyla ortaokulda bambaşka bir havaya büründük. Ama bu durum uzun sürmedi. 1958 yılında Demokrat Partililerin hışmına uğradı ve başka bir yere tayin edildi. Bizim de sevincimiz kursağımızda kaldı. Müdürümüz gitmeden önce, Matematik, fizik ve kimya derslerimize geliyordu ve bu arada matematikten yazılı yapmıştı. Yazılı kağıtlarımızı okuyup notlarımızı verdi. Ancak tayini çıkınca, notları okumak yeni gelen müdüre kalmıştı. Sıra bana gelince; “bu pis herif 10 aldı” dedi. Çok zoruma gitti ve elimi kaldırıp; “Hocam benim nerem pis” diye soru sordum. Müdür; “otur yerine hayvan herif. Yahudiler gibi konuşuyorsun” diye bağırdı bana. Bense: “Yahudiler nasıl konuşuyorlar acaba” diye hep merak ettim. Oysa benim şivem onunkinden çok daha iyiydi. Bizim gibi o da Midyatlıydı ama Süryani düşmanıydı. Ortaokulu süresince, sudan bahanelerle, ondan yediğimiz dayağın haddi hesabı yoktu. Bir gün üç arkadaş aramızda Süryanice konuştuğumuz için biz dairesine çağırdı; “ulan burası kilise mi?” deyip sıra dayağından geçirdi ve bizlere 6’şer değnek vurdu. Soruyorum; bu insanlarda vicdan var mı? Allah günah yazmasın ama ben bu çektiklerim yüzünden bu insanlara çok beddua okudum. Altunizade’deki Petrol-İş Sendikası binasında yapılan Halklar ve İnançlar Kongresi'nde Türkiye’de yaşayan AfroTürkler, Çeçenler, Adigeler, Osetler, Boşnaklar, Çingeneler, Gürcüler, Hemşinliler, Kürtler, Lazlar, Pomaklar ,Ezidiler, Araplar, Anti-Kapitalist Müslümanlar, Aleviler, Ermeniler, Rumlar ve Süryaniler kendilerini anlattılar. Şimdi, İstanbul Süryanilerinin Anaokulu talebine verilen ret cevabına gelelim: her şeyden önce demek ki 90 yıldır yürümemize rağmen hep aynı yerde dönüp dolaştık ve bir adım bile ileri gidemedik. Dolayısıyla da insanların en doğal haklarını ellerinden almaya çalışıyoruz veya bu doğal haklarını kullanmalarına engel çıkarıyoruz. Merak ediyorum; kendini aydın ve reformcu sanan efendiler, verdikleri bu ret cevabıyla bizleri haklarımızı aramaktan alıkoyacaklarını mı sanıyorlar? Yoksa bu ret cevabı ile köşemize çekileceğimizi mi sanıyorlar? Eğer öyleyse gerçekten yanılıyorlar. Çünkü bu ret cevabı bizi daha da hırslandıracak ve anadilimiz Süryaniceyi konuşmaya ve öğrenmeye daha fazla yönlendirecek. Geçen yıl HDK’nın kuruluş kongresinde yapılması için karar alınan konferans, ortaya çıkan farklı siyasal gelişmeler nedeniyle sürekli ertelenmek zorunda kaldı. En son 7 Ekim’de yapılacağı duyurulan tekrar ertelenmişti. HDK Yürütme Kurulu üyeleri Hatice Altınışık ve Kadir Akın tarafından yönetilen konferansta, HDK adına konuşma yapan Kadir Akın; "Halkların ve inançların ülkemizde ve bölgemizde büyük sorunlar yaşadığı, bölgesel bir savaşın içine sürüklendiği bu dönemde konferansımız büyük önem taşıyor" dedi. Konferansın açılış konuşmasını yapan Süryani milletvekili Erol Dora ise; "Halkların ve inançların taleplerinin karşılanması gerekmektedir. Çünkü bunlar doğuştan var olan haklardır. Hala anadilde eğitimi yasaklayan bir anayasamız var. Aynı zamanda Türkiye'nin en büyük sorunu güncel anlamda Kürt sorunudur ve 30 yıldır sonuç sağlanmış değil. Açlık grevine girenler, kendi iradeleri ile Kürt sorununun çözülmesi ve bu savaşın bitmesi için son seçenek olarak yaşamlarını ortaya koymuşlardır. Buradan hem kendilerini hem taleplerini selamlıyoruz" dedi. Daha sonra konferansa katılan halk temsilcileri konuşmalar yaptılar. Konuşmaların sonunda konferansta ortaya çıkan halkların talepleri içeren ortak bir bildiri yayınlandı. ܀܀܀܀ Eğer yasaklarla baskılarla bir sonuç elde edilebilseydi, şimdiye kadar bir sonuç elde edilirdi. Ama eğer cumhuriyetin kuruluşundan bu yana 90 yıldır baskının her çeşidini gördük. Buna rağmen Süryaniceyi bize unutturamadınız. Elbette bundan sonra da unutturamazsınız. Çünkü bugün artık bize eskisinden daha fazla baskı yapamazsınız. Günümüzde dünya genelinde birçok gelişme yaşanırken, Türkiye’de bunları konuşmak aslında ayıp. Ama ne yapalım ki devletimiz/hükümetimiz, demokrasinin “d” harfini alfabeden sildi. Yeniden koyacak mı bilmiyoruz. Ben, çektiğim acıların bende yarattığı travma ile yıllardır yaşıyorum ve her olumsuz gelişmede yaşadığım kötü anılar ister-istemez aklıma geliyor. Yaşadıklarımı hatırlayınca da huzursuz oluyorum. Peki bu travmanın yetişen yeni nesillerde oluşması için çaba sarf eden insanlar geceleri nasıl rahat uyuyabiliyor, gerçekten merak ediyorum. Sonuç olarak kendisine insanım diyen herkesin; bizlere yaşatılan travmayı, günümüz Süryani çocuklarına yaşatmak isteyenlerle her temelde mücadele etmesi gerekir. Biz edeceğiz. Habib RIMMO 14 ܀܀܀܀ Sayı 9 Kasım 2012 ܀܀܀܀ Sayı 9 Kasım 2012 ܀܀܀܀ 15 S. 14 S. 15 S. 15