Layout 1 (Page 1)

advertisement
Mardin’de “Cin” Şişeden Çıktı
YIL 1 SAYI 9 KASIM 2012
Dünyanın değişik ülkelerinden gelen
akademisyen ve araştırmacıların katıldığı
'Mardin ve Çevresi Toplumsal ve
Ekonomik Tarihi' başlıklı sempozyum
Mardin’de yapıldı. Mardin Erdoba
Elegance Otel'de 2 gün devam eden sempozyumda, daha önce gündeme gelmeyen
ve
tartışılmayan
birçok
konu,
araştırmacılar tarafından tartışıldı.
S. 12
Verdiğiniz Sözü Tutun
Tarih ders kitaplarındaki Süryanilere yönelik ‘kin ve
nefret söylemi’ devam ediyor. Geçtiğimiz yıl yapılan
şikayetler sonrasında MEB Talim ve Terbiye Kurulu
Başkanı tarafından değiştirileceği konusunda yazılı
açıklama yapılmasına rağmen 10. Sınıf Tarih ders
kitaplarındaki söylem değiştirilmedi.
Süryani kurumları ve birçok duyarlı çevre Tarih
kitaplarında var olan ‘kin ve nefret söylemi’nin
kaldırılması için harekete geçti. BDP Milletvekili
Erol DORA konu hakkında Meclis Araştırması isterken, CHP Milletvekili Ali ÖZGÜNDÜZ ise, Milli
Eğitim Bakanı Ömer DİNÇER tarafından yazılı
olarak cevaplandırması için soru önergesi verdi.
Süryani Dernekler Federasyonu (SÜDEF) de konuya
ilişkin bir bildiri yayınlayarak rahatsızlığını dile
getirdi.
S. 2
Qadmoyutho
ORTADOĞU İÇİN ÇOK ODAKLI SİYASET
ABD’de yapılan her seçim başta Amerika olmak üzere
dünyadaki birçok güç için büyük bir önem taşır.
Dolayısıyla dünyadaki birçok siyasi gelişmenin seyrini
ABD’de yapılan başkanlık seçimlerinde ortaya çıkan
sonuçlara göre belirlenir. Dikkat ederseniz, geçtiğimiz
seçim döneminde ABD, bir imaj değişikliğine ve prestij
kazanmaya ihtiyacı olduğu için, bugüne kadar Amerikan
toplumu içerisinde ençok ezilen ve ayrımcı politikalara
maruz kalan siyah ırkından birisini, yani Barack
OBAMA’yı başkan seçti. Günümüzde ABD için durum
önemli oranda değişmiştir. Daha çok bir denge durumu
söz konusudur. Dolayısıyla yeni başkan önümüzdeki 4
yılda ABD’nin yeni dış açılımlarına öncülük edecektir.
Irak ve Afganistan’dan ABD askeri güçlerinin geri
çekme stratejisi yerini başka stratejilere ve belirlenen
hedeflere yönelik operasyon yapma planlarına bırakacaktır. Günümüze görünürdeki en önemli hedef de
İran’dır.
Aslında ABD’nin son dönemlerde izlediği siyasete
bakıldığında, geçmişe oranla daha temkinli ve hesaplı
hareket ettiği görülmektedir. Gün geçtikçe, kamuoyunun
ve özellikle Ortadoğu’daki kitlelerin olumsuz tepkisini
Devamı Say. 4
“Demokratik ve adil bir Suriye”
“Suriye’deki mücadele bize şunu
gösterdi; hiçbir halk sonuna kadar
baskı altında tutulamaz. Rejim
varlığını devam ettirebileceğini
düşünürken, birçok insan da Suriye
halkının
diktatörlüğe
boyun
eğdiğini sanıyordu”
“Ne şekilde olursa olsun, Halklara kan
kusturan bu diktatörlük rejiminin yıkılması
gerekiyor. Her gün onlarca şehit verilmesi
pahasına
Suriye
halklarının
bunu
başaracağına inanıyorum. Suriye halkının
verdiği bu mücadele aynı zamanda bir
Temsiliyet Sorunu
Gündemdeki Temel Hak .....
Torunlarımız görecek mi?
mesajdır. Bu mesajın da başta Suriye rejimi
olmak üzere herkesin anlaması gerekiyor.
Suriye rejimini destekleyen ve ona yardım
eden uluslararası ve bölgesel güçler ile
dostlarımızın da bu mesajımızı iyi okuması
ve değerlendirmesi gerekiyor”
S. 6
Türkiye’de Aşağılaştırılan Ötekiler
İslamcı Kerinçsizler geliyor
Zamanı Gelmişken...
Tuma ÇELİK
Yavuz ÖNEN
Mihayel RABO
Suphi AKSOY
Baskın ORAN
Okuyuculardan
Sayfa 3
Sayfa 5
Sayfa 7
Sayfa 9
Sayfa 11
Sayfa 13
2
Sayı 9 Kasım 2012
Verdiğiniz Sözü Tutun
Tarih ders kitaplarındaki Süryanilere yönelik ‘kin ve
nefret söylemi’ devam ediyor. Geçtiğimiz yıl yapılan
şikayetler sonrasında MEB Talim ve Terbiye Kurulu
Başkanı tarafından değiştirileceği konusunda yazılı
açıklama yapılmasına rağmen 10. Sınıf Tarih ders
kitaplarındaki söylem değiştirilmedi.
Süryani kurumları ve birçok duyarlı çevre Tarih
kitaplarında var olan ‘kin ve nefret söylemi’nin
kaldırılması için harekete geçti. BDP Milletvekili Erol
DORA konu hakkında Meclis Araştırması isterken, CHP
Milletvekili Ali ÖZGÜNDÜZ ise, Milli Eğitim Bakanı
Ömer DİNÇER tarafından yazılı olarak cevaplandırması
için soru önergesi verdi. Süryani Dernekler Federasyonu
(SÜDEF) de konuya ilişkin bir bildiri yayınlayarak
rahatsızlığını dile getirdi.
yapılan değişiklik birkaç kelime ile sınırlı kalmış ve
söylemde hiçbir değişiklik yapılmamış. Bunun üzerine
duyarlı çevreler ve Süryani kurumları tekrar harekete geçtiler.
Önce parlamentodaki tek Süryani Milletvekili BDP’li
Erol DORA, konu hakkında meclis araştırması talebinde
bulundu ve MEB Ömer DİNÇER’in yanıtlaması için bir
soru önergesi verdi. Ayrıca bir basın açıklaması yaparak
konuya dikkat çekti.
bulunduğu belirtildikten sonra, gelecek eğitim yılı olan
2012-2013 için hazırlanacak ders kitaplarında gerekli
düzeltmelerin yapılacağı açık bir şekilde dile getirildi.
Ayrıca, hükümet ve bakanlık yetkilileri tarafında yapılan
birçok açıklamada hazırlanacak eğitim müfredatında yer
alacak
tarih ve
d i n
Geçtiğimiz yıl Süryani Kurumları; Türkiye’de
okutulan 10. Sınıf Tarih ders kitabı, içindeki yanlışlıklar
ve taşıdığı ‘kin ve
nefret
söylemi’
n e d e n i y l e
eleştirdikleri ders
kitabındaki
sorunlar devam
ediyor.
2009
eğitim-öğretim
y ı l ı n d a
okutulmaya
başlanan 10. sınıf
tarih
ders
kitabındaki
Süryani halkına
yönelik ırkçı ve
kışkırtıcı ifadelerin
yanlışlığını ortaya
koyan
Süryani
k u r u m l a r ı
9 . 1 2 . 2 0 1 1
Tarih Kitabı eski baskısı
t a r i h i n d e
yazdıkları bir dilekçe ile Milli Eğitim Bakanlığı’na
başvurdu.
13 dini ve sivil toplum kuruluşu tarafından yazılan
dilekçede, kitaptaki yanlışlıkların düzeltilmesi ve var olan
‘kin ve nefret söylemi’nin kaldırılması talep edilmişti.
Konunun gündeme gelmesi sonrasında birçok yayın
kuruluşu kitap üzerine haberler yapmış ve ve daha sonra
Parlamentoda tartışılmıştı.
Bu arada, Milli Eğitim Bakanlığı Talim ve Terbiye
Kurulu Başkanı Prof. Dr. Emin KARİP imzasıyla Süryani
kurumlarına gönderilen cevabi yazıda, duyarlılığın haklı
AYLIK
SABRO (UMUT)
BAĞIMSIZ SIYASI GAZETE
Sahibi ve Genel Yayın Yönetmeni:
Tuma ÇELİK
Süryanice Sorumlusu:
Yuhanun VERGİLİ
Yönetim Yeri:
Akçakaya Mah. Cumhuriyet Cad.
No 40 Midyat-Mardin
Basıldığı Yer:
Anadolu Ofset, Davutpaşa Cad.
Kazım Dinçol San. Sit. No: 81/87
Topkapı – İstanbul
Basım Tarihi:
Kasım 2012
Ancak 2011-2012 eğitim öğretim yılına başlanması ve
kitapların öğrencilere dağıtılması sonucu görüldü ki,
İlişki Adresleri:
Mardin:
Gabi YERLİ
Tel: +90 482 212 79 79
Tel: +90 533 643 76 49
İstanbul:
Edip ARSLAN
Tel: +90 530 787 28 21
Zeki AYDIN
Tel: +90 532 296 57 69
İsviçre:
Habib RIMMO
Tel: +41 32 623 92 07
Amerika:
Nuran TAŞÇI
+1 201 621 11 33
Ardından konunun takipçisi olan Süryani
kurumlarından, Süryani Dernekler Federasyonu
(SÜDEF) bir bildiri yayınlayarak verilen sözlerin
tutulmasını istedi.
kitaplarının hazırlanmasında ilgili konuların uzmanlarına
danışılacağı dile getirildi.
Midyat:
e-Mail: gazetesabro@hotmail.com
Tel: +90 506 674 53 00
Basın toplantısında, dünya üzerinde yaşayan bütün
halkların eşit olduğu vurgusu yapan Erol DORA;
“Aslında en büyük kötülük, içinde nefret suçu
barındıran ifadelerle eğitim alan çocuklara
yapılmaktadır. Kardeşlik ve barışın tesis edilmesi
gereken topraklarda çocuk yaştaki beyinlere kin ve
nefret tohumları serpilmektedir” dedi ve “Çocukları
birbirine düşman olarak büyütecek bu utanç verici
ifadelerin çağdaş bir dünya anlayışında yeri var mıdır?”
diye sordu.
SÜDEF bildirisinde; “Geçmişte çocukların beynine
yerleştirilmeye
çalışılan kin ve
nefret tohumlarının
günümüzde
de
e k i l m e y e
çalışıldığına şahit
oluyoruz.
Ki
geçmişte yaratılan
bu kin ve nefret
tohumları ile büyüyen
nesiller,
Süryanilere
her
türlü baskıyı reva
görmüş ve kendi
ülkelerinde
yaşamalarına izin
vermemiştir”
diyerek
yaşadığı
kaygıları
ortaya
koydu.
Tarih Kitabı yeni baskısı
Geçmişte verilen sözlere atıfta bulunan Süryani
Dernekler Federasyonu yaptığı açıklamada, “binlerce
yıldır bu topraklarda yaşayan ve yaşamı boyunca
yarattığı değerlerle insanlığa hizmet eden Süryanilerin,
Genel Kurallar:
Abone ve Reklam Fiatları:
Banka Bilgileri:
Gazetede yayınlanan yazılardan,
altında imzası olan yazarlar
sorumludur.
Fiatı: 3,50 TL, 2,00 € (Yurtdışı)
Ziraat Bankası,
Gazetenin imzasıyla yayınlanan
yazılardan ise Genel yayın yönetmeni sorumludur.
Kaynak göstermek kaydıyla,
gazetede yayınlanan yazılar
başkaları tarafından kullanılabilir.
Gazeteye gönderilen yazılar,
kullanılsın veya kullanılmasın,
gazetenin malı sayılır ve başka bir
dönemde kullanılabilir.
Abone:
1 Yıl;
35,00 TL, 25,00 € (Yurtdışı)
6 Ay;
20,00 TL, 15,00 € (Yurtdışı)
3 Ay;
10,00 TL, 10,00 € (Yurtdışı)
İstanbul/Beyazıt Şubesi
Hesap Sahibi: Tuma ÇELİK
Hesap No: 59447239-5001
IBAN: TR09 0001 0006 0659 4472 3950 01
Reklam:
Yıllık; 750,- (1/2), 500,- (1/4), 350,- (1/8), 250,-(1/16)
6 Ay; 500,- (1/2), 350,- (1/4), 250,- (1/8), 175,-(1/16)
3 Ay; 350,- (1/2), 250,- (1/4), 175,- (1/8), 125,-(1/16)
Gazetemiz; Herkesin bireysel haklarına saygı
gösterme konusunda ilke kararına sahiptir.
Abone olmak isteyen
okuyucularımızın, abonelik ücretlerini
banka hesap numaramıza
yatırmalarını ve adreslerini elektronik
veya normal posta yoluyla tarafımıza
ulaştırmaları sonrasında gazeteyi
ellerine ulaştıracağız.
3
Sayı 9 Kasım 2012
hayal mahsulü ve gerçek dışı bu söylemlerle
tanıtılmasını” kendilerine yapılmış bir
hakaret olarak değerlendirdiklerini ve bunu
kabul etmeyeceklerini söyledi. Ardından da;
“Bizler Başbakan'ın, hükümetin ve
bakanların söylediklerine inanmak istiyoruz.
Bugüne kadar verilen sözlerin yerine
getirilmesini ve en kısa zamanda bu durumun düzeltilmesini istiyoruz” dedi.
Geçtiğimiz günlerde Süryanilerin yaşadığı
sorunların tartışılması için Meclis Araştırması
isteyen ve bunun için önerge veren, CHP
İstanbul Milletvekili Ali ÖZGÜNDÜZ de,
TBMM Başkanlığı'na
Milli Eğitim Bakanı
Ömer
DİNÇER'in
yanıtlaması istemiyle bir
soru önergesi verdi.
Süryani halkına yönelik ırkçı ve kışkırtıcı
ifadelere karşı ülkemizde yaşayan Süryaniler
girişimde bulunmuş, başta şahsınız olmak
üzere birçok devlet ve hükümet yetkilileriyle
görüşmüşlerdir. Tüm bu olanlara rağmen,
bu eğitim-öğretim yılında 10. sınıf
öğrencilerine okutulacak tarih kitaplarına
bakıldığında,
Süryanilerin
"hain',
"işbirlikçi' olduğu biçimindeki nefret suçu
kapsamında değerlendirilecek ifadelerin
varlığını
koruduğu
görülmektedir.
Ülkemizde yaşayan Süryaniler, bu konuda
oldukça tepkililer ve söz verilmesine rağmen
bu ırkçı ve kışkırtıcı sözlerin neden
k i t a p l a r d a n
çıkarılmadığı
sorusunun yanıtlarını
aramaktadırlar" dedi.
ÖZGÜNDÜZ, Milli
Eğitim Bakanı Ömer
DİNÇER'e, "10. sınıf
öğrencilerine
okutulacak
tarih
k i t a p l a r ı n a
bakıldığında,
Süryanilerin
'hain',
'işbirlikçi'
olduğu
biçimindeki nefret suçu
k a p s a m ı n d a
değerlendirilecek
ifadelerin
varlığını
k o r u d u ğ u
görülmektedir.
Bu
ifadeler nasıl görmezden gelinmiştir?" diye
sordu.
Yapılanlara
anlam
vermekte zorlandıklarını
söyleyen
SÜDEF
Yönetim
Kurulu
Başkanı
Evgil
TÜRKER; “Bir tarafta
olumlu bir söylem söz
konusu iken, diğer
tarafta olumsuz, ciddi
bir resmi pratik var. Bu
durum bizi rahatsız
ediyor” dedi. TÜRKER
ayrıca, bu konuyla birlikte
devlet
ve
hükümetin
bizlere
yaklaşımında ne kadar
dürüst ve samimi olacağı da ortaya çıkacağını
söyledi.
TBMM Başkanlığı'na sunulan dilekçede
Özgündüz; “Geçtiğimiz eğitim-öğretim
döneminde 10. sınıf tarih ders kitabındaki
Süryaniler ve dostları, devletin daha önce
değişik biçimlerde verdiği sözü tutmasını
bekliyorlar.
‫܀܀܀܀‬
Temsiliyet Sorunu
Tuma ÇELİK
G e çtiğimiz g ünle rde G alatas aray Ünive rs ite s i, S oc ie te Droit e t
Re lig ion e n E uropa ve S tras bourg Ünive rs ite s i’nin ortaklaşa
düze nle dikle ri bir pane le katıldım. T ürkiy e ’de ki azınlıkların te ms iliy e t s orunu üze rine y apılan pane lde be nim dışımda E rme ni,
Rum ve Y ahudi te ms ilc ile rin y anında konunun uzmanı de ğe rli
akade mis y e nle r de konuşmalar y aptılar. A y rıc a T ürkiy e ’de ki dini
c e maat vakıflarının kitle le ri ne kadar te ms il e de bildikle rinin s org ulandığı bir de be lg e s e l g ös te rildi.
“T ürkiy e ’de Dini A zınlıklar; T e ms iliy e t ve K urumlaşma” başlıklı
pane lde ilk ke z duy duğum bir çok şe y s öy le ndi e lbe t. A nc ak daha
önc e de falarc a dinle diğim şe y le r de s öy le ndi. M e s e la T ürkiy e ’de
y aşay an azınlıkların kurums allaşmalarının s üre kli e ng e lle ndiği ve
bu y üzde n de birçok kay ıpla karşılaştıkları, he me n he me n bütün
konuşmac ılar tarafından dile g e tirildi. K i bu durum zate n he rke s
taraf ından biliniy ordu. A ma me s e la Y unanis tan’da y aşay an
M üs lüman azınlığın ke ndi içinde g e çe rli olan aile hukukunun
şe riata g öre uy g ulandığı ve de vle tin de bunu kabul e ttiğini ilk ke z
burada duy dum.
P ane lde konuşulan ve bütün dinle y ic ile rin ilg iy le katıldıkları konu
is e daha çok T ürkiy e ’de bulunan dini azınlıkların s ahip olduğu
kurumların (vakıfların) “T e ms iliy e t” g üc üne ne de re c e s ahip
oldukları üze rine idi. İlg inçtir bütün konuşmac ılar, farklı s e be ple r
öne s ürs e le r de , adı g e çe n bu kurumların azınlıkları te ms il e tme de y e te rs iz olduğunu ve s ınırlı birkaç konu dışında bu vakıfların
c e maatle ri te ms il e tme diğini dile g e tirdile r.
K imi konuşmac ılar buna ne de n olarak, kurum y öne tic ile rinin
be lirle nme s inde y aşanan s orunları ortay a koy arke n, kimile ri bu
s e çimle r e s nas ında de vle t kurumlarının y aptığı müdahale le ri g ös te rdi. K imle ri de c e maat vakıflarının g öre v alanları içe ris inde ,
“halkı te ms il e tme ” g öre vinin bulunmadığını ve dolay ıs ıy la y apılan s e çimle rde be lirle ne n kişile rin te ms il e tme g öre v ve y e tkis ine s ahip olmadığını s öy le di.
Y ahudi konuşmac ılar, s ahip oldukları y apıların y ıllardan be ri
s e çim y apmadığını dile g e tirdile r. O nlarc a vakfa s ahip Rumlar is e
bu te ms iliy e t y e tkis inin kimde olduğunu s org uladılar. E rme nile r
de din ve din dışı te ms iliy e tin farklı olmas ı g e re ktiğini, anc ak
bug ün varolan y apıların buna imkan ve rme diğini anlattılar. T abii
kimi konuşmac ılar da de vle tin çizdiği “s ınırlar” içe ris inde kalınmas ı g e re ktiğine inandıklarını s öy le dile r.
P ane lin konus u “T e ms iliy e t ve K urumlaşma” olduğu için konu
ay rıntılı bir şe kilde tartışıldı ve dinle y ic ile r dahil he rke s düşünc e s ini ortay a koy may a çalıştı. B e n de S üry anile rin şu an s ahip
olduğu kurumların me zhe ps e l ve is ims e l anlamda bölünmüş olduğunu ve birbirle riy le ortak bir çalışmay a s ahip olmadığını ve buna
bağlı olarak de “te ms iliy e t” g üc üne s ahip olmadıklarını anlattım.
A y rıc a S üry anile rin g ünümüzde y aşadığı “tanımlanma” s orunu ve
buna bağlı olarak da oluşturulmas ı g e re ke n kurumlara ilişkin
düşünc e le rimi ortay a koy may a çalıştım. Çünkü bana g öre ; g ünümüzde he r anlamda ke ndini y e nide n tanımlamay a çalışan bir de vle t ay g ıtı ile karşı karşıy a bulunuy oruz. A vrupa B irliği ile bütünle şme , y e ni bir A nay as a y apılmas ı, y e re l y öne timle rin y e nide n
y apılandırılmas ı vb. atılan birçok adım bunun işare ti olduğuna
inanıy orum.
Dolay ıs ıy la T ürkiy e C umhuriy e ti g ünümüzde ke ndini y e nide n
tanımlamay a ve org anize e tme y e çalışırke n, içinde y aşay an halkları nas ıl g ördüğünü de ne t olarak ortay a koy mas ı g e re kme kte dir. T abi bizle r de bu s üre çte y apmamız g e re ke n e n öne mli şe y in;
g e le c e kte bize nas ıl bakılmas ı ve davranılmas ı g e re ktiğini ortay a
koy maktır diy e düşünüy orum.
tuma.celik@esu.cc
4
Sayı 9 Kasım 2012
Qadmoyutho
üzerine çekmemek için, farklı odaklar arasında paylaştırılan bir
siyaset geliştirmektedir. Bu farklı odaklardan birisi Rusya’dır.
Büyük bir ihtimalle ABD, önümüzdeki süreçte, Rusya ile anlaşma
içerisinde orta vadeli bir siyaset yürütecektir. Bu durumda Rusya,
Şii cephesinin dolayısıyla İran, Suriye hatta son aylarda Irak merkezi hükümetinin ve Hizbullah’ın hamisi gibi görülmektedir.
Rusya’nın, Irakla yaptığı silah anlaşmasını da bu çerçevede değerlendirmek gerekir. Çin de, Rusya ile birlikte hareket etmekte ve
süreçten önemli bir pay elde etmektedir.
Günümüzde Ortadoğu’da yaşanan gelişmelerdeki önemli aktörlerden bir tanesi de Türkiye’dir. Türkiye, ABD’nin Ortadoğu’daki en
önemli savunma kalkanlarından biridir. Dolayısıyla Türkiye bir
yandan Sünni cepheye liderlik yapmaya çalışmaktadır. Ayrıca Şii
cepheye karşı bir denge unsuru olarak da Ortadoğu’daki gelişmelerde boy göstermektedir. Bu şekilde de genel olarak Müslümanların
ABD’ye karşı tepkilerini azaltmakta ve etkisiz hale getirmeye çalışmaktadır. Aslında günümüzde Ortadoğu’da yaşanan olaylar; geçmişteki genel planlardan farklı ve yeni bir plan değildir. Yıllardan
beri ABD’nin Kuzey Afrika ve Ortadoğu’da Müslüman radikalizmine kaynaklık eden ülkeleri liberalize etmeye ve uluslararası sermayenin yatırımlarına açmaya çalıştığı bilinmektedir. Bunu yaparken de en önemli hedefi; zenginlik kaynakları ve dünya pazarlarının güvenli bir şekilde uluslar arası sermayenin kullanımına sunmaktır.
Kuzey Afrika ve Ortadoğu’da halk kitlelerinin bu plandan bağımsız
bir şekilde “Arap Baharı” diye adlandırılan süreçle birlikte harekete geçmesi, daha önceki planların hızlı bir şekilde hayata geçirilmesine olanak sağladı. Ancak ABD ve diğer büyük güçlerin bu döneme hazırlıksız yakalanması sonucu büyük bir karmaşayı de beraberinde getirdi. Mısır’daki düzenin henüz oturmamış olması,
Suriye’de yaşananlar ve daha birçok gelişme bu durumun bir sonucudur.
Değişim elbette önemlidir. İnsanlara zarar veren ve gelişmelere
engel olan köhnemiş yapıları ortadan kaldırmak herkesin savunması gereken bir durum. Ancak bunu yaparken realiteden ve evrensel
doğrulardan kopmamak gerekir. Evet, bugüne kadar Ortadoğu’da
hüküm süren yapıların büyük bir bölümü; köhnemiş ve insanlara
zarar veren birer aygıt konumuna gelmişti. Dolayısıyla yıkılması ve
değiştirilmesi gerekmektedir. Ama bunu yaparken, değişimin yapıldığı ülkelerdeki gerçekliklerden da kopmamak gerekir.
Bu durum; değişimi savunan ve hızlandırmaya çalışan güçler için
de geçerli olmak zorundadır. Türkiye Ortadoğu’daki değişimi savunurken, Suriye’deki rejimin yıkılmasına yardım ederken kendi içindeki sorunları da görmek ve bu sorunlara çözüm üretmek zorundadır. Aksi takdirde samimiyeti sorgulanır hale gelir. Şimdiye kadar
yaşananlar maalesef bu anlamda iyi bir sonuç ortaya koymamıştır.
Umarız gelecekte daha farklı bir sonuçla karşılaşırız.
Bu arada Suriye’de, rejime karşı verilen mücadele gün geçtikçe
mezhepsel, dinsel ve etnik bir kimliğe büründürülmeye çalışılmaktadır. Rejim ve rejime karşı mücadele veren aşırı dinci gurupların
hayata geçirmek istedikleri bu kirli plan gün geçtikçe ortaya çıkmaktadır. Şam’da ve Halep’te Hıristiyan/Süryanilerin yaşadıkları
semtlerde arka arkaya bombaların patlatılması tesadüfi değildir.
Bizce bu bombalar, Suriye’deki Süryani halkını dinsel ve mezhepsel bir savaşa çekmek için patlatıldı. Dolayısıyla bu oyunu boşa
çıkarmak için de, Süryani halkının kendi savunmasını hayata geçirecek bir ihtiyacı vardır. Bunun için de Süryaniler hiç zaman kaybetmeden, hızlı ve örgütlü bir şekilde hareket etmesi ve dünya
kamuoyunu duyarlı kılması gerekmektedir.
‫܀܀܀܀‬
Süryaniler Suriye İçin Toplandı
11 Süryani (Asuri-Arami-Keldani) kuruluşu
Suriye’deki gelişmeleri tartışmak için Almanya’da
bir araya geldi.
Turabdin Köylerini Kalkındırma Federasyonu
(DETA)’nın çağrısı üzerine Almanya`nın Gütersloh
kentinde toplanan Süryani (Asuri-Arami-Keldani)
parti, örgüt ve kurum-kuruluşları, Suriye`de devam
eden savaşı ve çatışmaları ele aldı.
Toplantıyı organize edenler, yapılan bu geniş
toplantının amacını; Suriye`de bütün şiddetiyle
devam eden savaşın gölgesinde yaşayan
Süryanilerin durumu
ve göçünü tartışmak
ve
acil
olarak
alınması
gereken
önlemleri
almak,
ayrıca
Süryani
(Asuri-AramiKeldani) parti, örgüt
ve
kurumkuruluşlarının ortak
bir
platforma
içerisinde çalışma
yapmasını sağlamak.
Gütersloh Meryem
Ana
kilisesinin
salonunda yapılan bu geniş toplantıya katılan
Süryani kuruluşları ise şunlardır; Bethnahrin Ulusal
Konseyi (MUB), Asur Demokratik Örgütü (ADO),
Avrupa Süryaniler Birliği (ESU), Almanya Asuri
Dernekleri Federasyonu (ZAVD), Almanya Süryani
Federasyonu
(HSA),
Turabdin
Köylerini
Kalkındırma
Federasyonu
(DETA),
Asur
Demokratik Hareketi (ADH), Suriye Demokratik
Halk Partisi, Suriye Ana Genclik cemiyeti ve Qabre
Hewore Genclik cemiyeti.
20 ve 21 Ekim tarihinde 2 gün devam eden
toplantıya, kurumların yanı sıra, Mardin-Diyarbakır
Metropoliti Mor Filiksinos Saliba ÖZMEN, BDP
Mardin Milletvekili Erol DORA ve daha bir çok
sivil ve dini sima katıldı. İki gün boyunca süren
konuşma ve tartışmalardan sonra bir basın
açıklaması yapıldı.
Yapılan basın açıklamasında; toplantıya katılan
kurum ve kişilerin ortak isteği doğrultusunda, biri
kurumlardan diğeri de şahıslardan şekillenen iki
komitenin oluşturulduğu belirtildi.
“Bethnahrin Dayanışma Komitesi” olarak
adlandırılan ve kurumlardan oluşturulan birinci
komitenin amacının ağırlıklı olarak Suriye`deki
Süryanilere ve göç edenlerin sorunlarına eğilmek
ve ihtiyaç halinde insani yardımlarda bulunmak
olarak tanımlandı.
Süryani (Asuri-Arami-Keldani) aydınlarından
oluşturulan ve “Akil Adamlar Komitesi” olarak
adlandırılan İkinci komite ise, daha çok Süryani
(Asuri-Arami-Keldani) parti, örgüt ve kurum-
kuruluşları arasındaki ilişkileri güçlendirmek, ortak
faaliyetlerde bulunmak ve yeni çalışma metotlarını
hayata geçirme konusunda çaba sarf edecek ve
ayrıca bu kurumlar arasında köprü görevi yapacak.
Yaşanan savaş nedeniyle göç eden ve edecek olan
Süryanilerin içinde bulunduğu durumun da ele
alındığı toplantıda, Süryani (Asuri-Arami-Keldani)
kurumları göç konusunda ortak hareket etme kararı
aldı. Özellikle de insani acıdan nasıl bir çalışma
yürütülmesi gerektiği konusunda bir planın
hazırlanması üzerinde uzlaşıldı ve bu çerçevede
görevlendirmeler yapıldı.
Kongrenin 2. gününde, toplantı sonunda bu
doğrultuda bir yardım kampanyası düzenlendi.
Meryem Ana Kilisesinde toplanan yardım ile
başlatılan kampanyaya, önümüzdeki günlerde her
kurum-kuruluş, imkânları dâhilinde ve kendi
bütçesinden bir katkı sunması doğrultusunda fikir
birliğine varıldı.
Fetrus M. DERA
Sayı 9 Kasım 2012
5
GÜNDEMDEKİ TEMEL HAK TALEPLERİNDE İKİ ÖRNEK
Süryanilerden duyarlılık çağrısı
Yavuz ÖNEN
Açlık grevleri
Altmışaltı cezaevinde yediyüze yakın siyasi mahpusun, Abdullan Öcalan’a uygulanan
Avrupa’da bulunan Süryani kurumları, Türkiye’de devam eden Açlık tecridin kaldırılmasana dilde savunma hakkı, ana dilde eğitim hakkı gibi temel hak talepleri,
Türkiye gündeminin en önemli konusunu oluşturmaktadır. Hükümet yetkililerinin bazılarının
grevlerine duyarlılık gösterilmesini istedi.
ve özellikle Başbakan açlık grevi yoktur, şov yapılmaktadır, yiyip içilmektedir şeklindeki
beyanlarla olayı yok saymaya veya küçültmeye yeltense de Adalet Bakanının açıklamaları ve
Almanya’da 7 Kasım 2012 tarihinde yayınlanan bildiride, 12 Eylül’den bu cezaevlerinde grevcilerle görüşen resmi ziyaretçilerin anlatımları açlık grevinin gerçekliğini
yana devam eden açlık grevi eylemini sürdüren eylemcilerin taleplerinin kanıtlamaktadır. Bu gerçeklik cezaevlerinde yaşanmakta olan tarihi bir olaya tekabül etmekdikkate alınması ve hükümetin en kısa zamanda eylemlerin bitirilmesi için tedir. Grevler, Hükümeti de tarihsel bir sınavla karşı karşıya getirmiştir. Gerçekte tüm
Türkiye toplumu çok kritik bir evre yaşamaktadır. Tüm toplum bu sınavdan geçmektedir.
çaba sarf etmesini istedi.
Aralarında; Avrupa Süryaniler Birliği (ESU), Almanya Süryani Dernekleri
Federasyonu (HSA), Almanya ve Orta Avrupa Asuri Federasyonu (ZAVD)
ve
Turabdin
Kalkındırma
D e r n e k l e r i
Federasyonu
(DETA)’nın
b u l u n d u ğ u
Avrupa’daki
Süryani kurumlar,
yayınladıkları bild i r i d e ;
“Türkiye’deki
cezaevlerinden gelen bilgiler, çok ciddi sağlık sorunları ile karşı karşıya
olan yüzlerce tutuklu ve hükümlünün varlığına işaret ediyor. Gerekli
önlemler alınmazsa, 58 günden beri açlık grevini sürdüren tutsakların insani ve demokratik taleplerine karşılık verilmezse tek tek ya da toplu ölümler
kaçınılmaz olacaktır” dedi.
Bu talepleri ‘terörle’ özdeşleştirme, ‘terör’ örgütü ile ilişkilendirme tutsakları da ‘terörist’
olarak ilan etme yaklaşımı haklı ve inandırıcı olmaktan çıkmıştır, sorunu çözümleyici bir
yaklaşım da değildir. Kürt halkının doğuştan sahip oldukları insan onuru ve diğer halklarla
eşitlik ilkelerine dayalı taleplerini gündeme alıp müzakere sürecini başlatmak bu grevlerle
daha da kolaylaşmıştır. Grevler zor bir konuya yaklaşımda bir fırsat sunmaktadır. Muhatap
cezaevlerinde devletin denetiminde bir kaç bin mertebesinde siyasi mahpustur ve onların
sözcüleridir.
Kritik eşiğe varmış olan grevlerin insani boyutu acil önlemleri gerektitiyor. Grev yapanların
bedenlerinde ciddi tahribat oluşmuştur, kalıcı izleri de olacaktır. Durum vahimdir.
Görüşmelerin başlatılmaması ve çözümün derhal gerçekleştirilmemesi hali bu vahameti
altından kalkılamaz bir mertebeye çıkaracaktır. İnsani ve siyasi olarak sorumlu olacağımız
ölümlerin gerçekleşmesini engellemek, bu temel talepleri kabul ederek bir süreç içerisinde
çözüm yoluna adım atmak, öncelikle Devletin ve Hükümetin acil görevidir.
Ders Kitaplarında Ayırımcılık, Irkçılık, Kin ve Nefret İdeolojisi
Süryani Dernekleri Federasyonunun ders kitaplarındaki ırkçı, ayırımcı ve hakaretamiz
ifadelerin ortadan kaldırılması yönündeki çabaları ve Hükümetin vaatlerini tutmamasına dair
açıklaması önemli ve ezeli bir konuyu güncelleştirmiştir. Tüm ders kitaplarının evrensel
insan hakları değerleriyle bağdaşmayan söylemlerden arındırılması gereğinden hareketle
Tarih Vakfı, Türkiye İnsan Hakları Vakfı ve Türkiye Bilimler Akademisi (TÜBA) nin bir kaç
yıl önce ortaklaşa yaptığı çalışma bu yönde atılmış önemli bir adım olmuştur. Ancak,
Süryanilere karşı ayırımcı küçümseyici ve suçlayıcı ifadelerin ders kitaplarında var olmaya
Süryani kurumlar yayınladıkları bildiride, hükümetin eylemlere yönelik devam etmesi Hükümetin uyarılara ve bu yönde yapılan çalışmalara pek kulak asmadığını
göstermektedir.
duyarsız tavrını eleştirdikten sonra; “Ülkesinde 800’e yakın insanın en
insani ve demokratik talepleri için 58 günden beri ölümle boğuşmasına Süryanilerin Lozan Antlaşmasında azınlık olarak tadat edilmemesi bahane edilerek, onların
kayıtsız kalan, derman olmayan yöneticilerin, 75 milyonun derdine derman evrensel değerlere dayalı uluslararası insan hakları hukukunda yazılı haklardan
olmak gibi bir beyanına, aklı başında hiçbir insanın itibar etmeyeceğini” yararlanamayacağı iddiası artık bir devlet politikası olmaktan çıkarılmalıdır. Türkiye,
söyledi. Bildiride ayrıca, ortaya çıkabilecek olumsuz sonuçların Uluslar imzaladığı uluslararası sözleşmelerden kaynaklanan yükümlülüklerini yerine getirmek
durumundadır. Ulusal veya etnik, dinsel veya dilsel azınlıkların hakları Türkiye’nin de taraf
arası camiada Türkiye’nin itibarını zedeleyeceği ve bu nedenle soruna en olduğu Birleşmiş Milletler, Avrupa Konseyi sözleşmelerinde ve bu kurumların geliştirdiği
kısa zamanda çözüm bulunmasını istediler.
ile yayınladığı bildirgelerde açıkça belirtilmektedir. Bu hakların korunması
‫ ܀܀܀܀‬sözleşmeler
kullanılması ve geliştirilmesi yönünde çaba harcanması için taraf devletler göreve
çağrılmaktadır. Bu belgelerin BM ile sınırlı olarak bazılarını aşağıda yazmayı gerekli
buluyorum.
BM Sözleşmesi, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi, Soykırım Suçunun Önlenmesi ve
Cezalandırılması sözleşmesi, Her Türlü Irk Ayırımcılığın tasfiye edilmesi için Uluslararası
Sözleşme, Kişisel ve Siyasal Haklar Uluslararası Sözleşmesi, Ekonomik Sosyal ve Kültürel
Haklar Uluslararası Sözleşmesi, Din ve İnanca Dayalı Her Türlü Hoşgörüsüzlük ve
Ayırımcılığın Tasfiye Edilmesi Bildirgesi azınlık olan veya farklı olan tüm gruplara ve
halkların haklarını saymakta ve güvence altına almaktadır. İki dünya savaşının insan
kayıpları (2. Dünya savaşında elli milyon kişi) nın yarattığı acıların bir daha yaşanmaması
için savaş sonrası ortamda savaş ve şiddete karşı insani bir hukukun geliştirilmiş olması
büyük bir kazanım olmuştur. Ancak küresel güvenlik stratejileri bu hukukun yok sayılması
ve çiğnenmesine yo açmıştır. Devletlerin temel hak ve özgürlükleri ihlal ettiği bir evredeyiz.
Bireylere gruplara ve halklara düşen görev temel hak ve özgürlükleri savunmaktır.
Süryanilerin bu yönde tüm çabaları haklıdır ve desteğe muhtaçtır.
Farklı olanların haklarını kullanmak Devletlerin egemenliğine ve bütünlüğüne de aykırı
değildir. Aksine örneğin din ve inanç özgürlüğüne saygı ve güvence altına alma anlayışı,
Devletin siyasal ve sosyal istikrarına katkıdır. Dünya barışı, sosyal adalet ve halklar arasında
dostluk hedeflerine ve ırkçı ideolojilerin tasfiye edilmesine yardımcıdır.
Hükümetimizin ve Devletimizin ders kitaplarındaki aşağılama, inkar ve hak ihlallerine son
verecek önlemlerini alması yetmez. Bu kitaplarda dostlukları hoşgörüyü ve barış içinde
yaşama kültürünü geliştirecek insan hakları temelli bir ideolojiye yer vermesi gerekir.
Davetimiz bu: Çocuklarımızın din ve inançları doğrultusunda yetrişme hakkına saygı
gösterelim. Çocuklarımızı ayırımcılığa karşı koruyalım. Çocuklarımızı anlayış hoşgörü
halklar arasında dostluk evrensel kardeşlik ve başkalarının haklarına saygı ruhu ile
yetiştirelim. Çocuklarımızın fiziksel ve ruhsal sağlığına zarar veren eğitim sistemlerini çöpe
atalım.
Bu yazıyı uluslararası belgelerden yararalanarak yazdım. Hükümeti de bu belgelerde yazılı
yükümlülüklerini okumaya ve gereğini yerine getirmeye davet ediyorum. Mağdurları da bu
sözleşmelerde yazılı haklarını elde etmek için mücadeye ve her türlü baskıya karşı direnmeye
çağırıyorum. Süryanilerin haklı mücadelesini ve direnişini kutluyorum. Bugün söylenecek
söz budur.
‫܀܀܀܀‬
6
Sayı 9 Kasım 2012
SÖYLEŞİ
Aydın GABRİEL
“Demokratik ve adil bir Suriye”
“Suriye’deki mücadele bize şunu gösterdi; hiçbir halk sonuna kadar baskı altında tutulamaz. Rejim
varlığını devam ettirebileceğini düşünürken, birçok insan da Suriye halkının diktatörlüğe boyun
eğdiğini sanıyordu”
Bize biraz kendinizden ve SSUK içerisindeki
konumunuzdan bahseder misiniz?
Ben Suriyeli bir Süryani’yim. Lise dönemine kadar
Suriye’de kaldım. Yükseköğrenimimi Amerika’da
bitirdim. 22 yıldır Suriye’de yaşıyorum. 2003 ve 2007
yıllarında parlamento seçimleri için Hsiçe’den aday
oldum. Bu dönemde yaşadıklarım, Suriye’de bir şeylerin
değiştirilmesi gerekliliği hissini
bende uyandırdı. Suriye halkının
demokrasiye ihtiyacı olduğuna
inanmaya başladım. Dolayısıyla
özelde Süryani ve genelde Suriye
halkı için mücadele etmeye
başladım. Şu anda başkanı
olduğum Suriye Süryani Ulusal
Konseyi (SSUK) içinde bulunan
diğer arkadaşlarımla birlikte,
Suriye Devrimi için mücadele
ediyoruz.
SSUK ne zaman ve kimler
tarafından kuruldu?
SSUK, İstanbul’da 8 Eylül’de
toplanan Süryani kurumları
tarafından kuruldu. Bu kurumlar
arasında; Uluslararası Süryaniler
Birliği Partisi, Suriye Süryani
Birlik Partisi, Avrupa Süryaniler
Birliği, Süryani Gençler Birliği,
Suriye Süryani Kültür Cemiyeti,
Suriye
Süryani
Gençlik
Komiteleri, Bethnahrin Kadınlar Birliği, Amerika Süryani
Cemiyeti bulunmaktadır. Konseyimizde ayrıca aktif
bireyler de bulunmaktadır.
Bizim öncelikli amacımız; Suriye’de bütün halkların
haklarını savunan ve değişimi isteyen mücadelede
Suriyeli Süryaniler olarak yer almaktır. Ayrıca şu andaki
rejimin “Süryaniler rejimi destekliyor” yalanını dünyaya
göstermek. Biz Suriyeli Süryaniler olarak rejimin
değişmesini ve ülkemizin, herkesin hakkına riayet eden
bir rejime kavuşmasını istiyoruz. Mücadelemiz bu
temeldedir.
Peki neden daha önce böyle bir mücadele olmadı?
Şu anda verilen mücadelenin ilk dönemlerinde, Suriyeli
güçler ve halklar gerektiği kadar birbirlerini
tanımıyorlardı. Rejim Suriye’deki siyasi arenayı tamamen
silmişti. Rejim halklar ve dinler arasında var olan
farklılıkları kullanarak ayakta duruyordu. Ama şimdi
verilen mücadeleyle birlikte halklar ve siyasi güçler
birbirini daha iyi tanıyor. Bizim de ortaya çıkışımız
yaşanan bu gelişmeler neticesindedir.
yıllardır Suriye’deki halkımız için istediği özgür ve
onurlu yaşamı elde edebilmek için Suriye’deki devrime
katılmak gerekir.”
Anladım. Şimdi bize biraz Suriye’de yaşayan
Hıristiyan (Süryani)’lerden ve geleceğe ilişkin
taleplerinizden bahsedebilir misiniz?
Siz sadece Süryanileri ve Süryanilerin taleplerini mi
temsil ediyorsunuz?
Bizler, birilerini temsil eden konsey olmak yerine,
Suriye’deki Süryanilerin yaşadığı
tecrübeyi ve Süryani kültürünü
temsil eden bir konsey olmak
istiyoruz. Konseyimizin içinde
bulunan bütün kişi ve kurumlar
ortak bir amacı temsil ediyoruz.
Süryaniler, Suriye’de yaşayan
diğer bütün halk ve cemaatler ile
dayanışma içindedir. Hep birlikte
de; halklar ve dinler arasında
ayırım yapmayan, adil ve
demokratik
bir
Suriye’nin
yaratılması için çaba sarf
ediyoruz.
Neden şimdi ortaya çıktınız ve
neler yapmayı hedefliyorsunuz?
Bizler döneme cevap vermek
için ortaya çıktık. Dediğim gibi
öncelikli
hedefimiz
rejimi
devirmek ve ardından yaşanılır bir
Suriye’nin inşasını sağlamaktır.
Bu anlamda hem ülke içinde hem
de ülke dışındaki, bu amaçlar için
yapılacak bütün etkinliklerde aktif
görev alacağız. Bu iki hedefe ulaştıktan sonra, yani rejim
devrildikten ve yeni Suriye inşa edildikten sonra
misyonumuz da bitmiş olacaktır. Daha sonra her kurum
kendi siyasetine ve mücadelesine devam edecek.
Süryani Hıristiyanların öncelikli hedefi ata
topraklarında barış içinde güvenlikli bir yaşamdır. Diğer
halklarla eşit düzeyde olmak istiyoruz. Onlardan ne az ne
de fazla bir şey istemiyoruz. Hiç kimsenin Süryani halkını
ikinci sınıf yapmasına izin vermeyeceğiz. Bizim şimdiki
mücadelemiz; demokratik, adil ve eşitlikçi yeni bir
Suriye’nin inşası içindir. Bunun için de her türlü
mücadele yöntemini hayata geçireceğiz.
Siz, SSUK olarak bu taleplerin neresindesiniz? Yani
konsey olarak ne istiyorsunuz?
Bizim gelecekteki Suriye hayalimiz şudur; etnik ve
dinsel farklılıklara dayalı bir yapı yerine, bütün
farklılıklara eşit mesafede olan ve içinde yaşayan bütün
halkları sahiplenen bir ülke. Bunu da başta halkımıza ve
diğer bütün halklara göstermek ve kabul ettirmek
istiyoruz. Süryani grupları olarak bu amaçlar etrafında
toplandık. Halkımıza şunu söylüyoruz; “atalarımızın
Şu anda var olan savaş ve siyasi istikrarsızlık nasıl
giderilecek? Sizin bu süreçteki duruşunuzu nasıl tarif
edebilirsiniz?
Edindiğimiz tecrübeye göre bu rejim sadece kaba
kuvvetten anlıyor. Bunun için uluslar arası camianın da
baskı yapması gerekiyor. Rejime, yönetimi teslim etmesi
için bir şans verilmeli. Rejim eğer bu şansı kullanmasa
bütün dünyanın, rejime karşı mücadele veren güçlere
yardım etmesi gerekiyor.
Suriye dışında yaşayan, yaşamak zorunda kalan
Suriyeli Süryanilere ne söylemek istersiniz?
Evet ben de bu halkın bir bireyiyim. Dolayısıyla da
Sayı 9 Kasım 2012
yaşadığımız durumu biliyorum. Hem ülke içinde hem
de ülke dışında verilen bu mücadeleye imkânları
dâhilinde katkı sunacak çok insanımız var. Mesela eğer
ülke içinde isek herkesin ülkesine bağlı kalmasını, ülke
dışında isek ülkeye dönüşün sağlanması için çaba sarf
etmemiz gerektiğini düşünüyorum. Bu anlamda
ülkemizdeki halkımızın ülkede kalmasını ve mücadele
etmesini istiyoruz.
Suriye dışında yaşayan ama etnik, tarih ve
kültürel anlamda birlikteliğiniz olduğunu
söylediğiniz komşu Irak, Türkiye, Lübnan ve
Ürdün’deki Süryanilerle ilişkiler konusunda
hedefleriniz nelerdir?
Bizler Suriye ve komşu ülkelerde yaşayan
Süryaniler arasında köprü görevi yapacak her gücü
destekliyoruz. Süryaniler nerede yaşarsa yaşasın aynı
halktır. İçinde yaşadığımız ve haklarımıza saygı
gösteren bütün ülkelere biz de saygı duyarız. Her
ülkenin kanunlarını tanırız ama bu kanunların da
halkımız arasında ortak kültür ve yaşamın oluşmasın
da engel olmaması
gerekir.
Bu
anlamda
komşu
ülkeleri
Irak, Lübnan ve
ö z e l l i k l e
Türkiye’nin Suriye
s o r u n u n a
yaklaşımını nasıl
ele alıyorsunuz? Bu
k o n u d a
beklentileriniz
nelerdir?
Irak’ın sergilediği
t
a
v
ı
r
beklentilerimize cevap vermiyor. Bildiğiniz gibi Irak
demokrasi konusunda tecrübesi az olan bir ülke. Bu
nedenle de sürekli farklı tavırlar sergilemektedir. Hatta
devlet temsilcilerinin gösterdiği tavırlar arasında da
değişiklikler ortaya çıkabilmektedir. Ama bütün
bunlara rağmen Baas rejiminde çok çeken Irak halkının
da bizleri anlayacağını umuyor ve mücadelemizi
destek vermelerini bekliyoruz.
Lübnan’ın durumu ise çok daha değişiktir. Bizler
Suriye’nin içinde bulunduğu duruma karışmak
istemeyen ülkelerin durumunu anlıyoruz. Dolayısıyla
çok hassas bir durumda olan Lübnan’dan fazla bir
beklentimiz yoktur.
Türkiye’nin ise Suriye devriminde çok önemli bir
rolü bulunmaktadır. Dolayısıyla Türkiye’nin Suriye’de
yaşayan halkların taleplerini görmesi ve dikkate alması
gerekir. Ayrıca bütün komşu ülkelerin barış içinde ve
demokratik yapılara sahip olması gerekir.
Sizin için Suriye’ye ilişkin “olumlu” ve
“olumsuz” gelişmeler nedir?
Suriye’deki mücadele bize şunu gösterdi; hiçbir halk
sonuna kadar baskı altında tutulamaz. Rejim varlığını
devam ettirebileceğini düşünürken, birçok insan da
Suriye halkının diktatörlüğe boyun eğdiğini sanıyordu.
Ama bunun böyle olmadığını mücadeleyle gördük ve
bu durumu olumlu değerlendirmemiz gerektiğini
düşünüyorum. Diğer tarafta rejim önüne koyduğu
stratejiyi bir yere kadar hayata geçirebildi ve barışçıl
mücadele yöntemi yerini kanlı bir savaşa bıraktı . Bu
durumu da negatif gelişme olarak değerlendirebiliriz.
Bütün bunlara rağmen ben, rejimin başarılı olmadığı
kanısındayım. Çünkü her yerde ve her biçimde
mücadele devam ediyor. Her ne kadar biz barışçıl bir
dönüşümü hedeflemiş olsak da, rejimin yaklaşımından
dolayı kanlı bir mücadelenin içinde bulduk kendimizi.
Ne şekilde olursa olsun, Halklara kan kusturan bu
diktatörlük rejiminin yıkılması gerekiyor. Her gün
onlarca
şehit
verilmesi pahasına
Suriye halklarının
bunu başaracağına
inanıyorum. Suriye
halkının verdiği bu
mücadele
aynı
zamanda
bir
mesajdır. Bu mesajın
da başta Suriye
rejimi olmak üzere
herkesin anlaması
gerekiyor. Suriye
rejimini destekleyen
ve ona yardım eden
uluslararası
ve
bölgesel güçler ile dostlarımızın da bu mesajımızı iyi
okuması ve değerlendirmesi gerekiyor.
Bu süreçte genel olarak Süryanilere mesajınız
nedir
Süryani halkının ise, atalarımızın değişik
dönemlerde gördükleri baskılara karşı verdikleri
mücadele ve direnişleri hatırlamasını istiyoruz. Aslında
bugün Suriye’de yaşananlar halkımız için yeni bir şey
değil. Tarih içerisinde benzer birçok durumla karşılaştı.
Dolayısıyla
varlığımızı
ve
kimliğimizi
koruyabilmemiz için her şeye hazırlıklı olmamız ve
mücadele etmemiz gerekiyor. Önümüzde iki seçenek
var: ya her şeyi bırakıp yok olmayı seçeceğiz, ya da
mücadele edip kazanımlar elde edeceğiz.
Teşekkür ederiz.
‫܀܀܀܀‬
7
Torunlarımız görecek mi?
Mihayel RABO
Ahmet Altan Taraf gazetesindeki köşesinde “Bizim
tarihimizde, İkinci Meşrutiyet’in yöneticilerinin ortadan
kaybolduğu kısa dönemini saymazsak, demokrasi ile
yönetildiğimiz tek bir gün bile yoktur” diye yazıyordu. (Bkz.
17.10.2012 Taraf Gazetesi)
Dedem karşılaştığı sorunları babasına anlatırken, babası
ona; “Merak etme öyle bir gün gelecek ki her şey düzelecek”
dermiş.
Rahmetli babam da çektiği acı ve sıkıntıları dedeme anlatır
ve bir Süryani olarak karşılaştığı nefret söylemlerinin ne
zaman biteceğini sorduğun da, dedem de aynı cevabı verirmiş;
“Merak etme bu kötü günler geride kalacak, güzel günler
göreceğiz” diye söylenirmiş.
Bizler de sırf Süryani ve Hıristiyan olduğumuz için okulda,
sokakta, tarlada, iş yerinde, askerlikte ve kamu kurumlarında
karşılaştığımız hakaret, taciz ve aşağılanmaların ne zaman
biteceğini babamıza sorduğumuzda aldığımız cevap hep aynı
olurdu; “Az kaldı bitecek bunlar”
Şimdi çocuklarım; “Kendimizi ne zaman özgürce ifade
edebileceğiz” diye soruyorlar bana. Bu soru karşısında ben
çocuklarıma yapacak bir açıklama, söyleyecek bir şey
bulamayınca büyük dedemden kalan sözü tekrarlıyorum;
“merak etmeyin öyle bir gün gelecek ki her şey düzelecek”
diyorum.
Büyük dedemden başlayıp çocuklarıma kadar geçen zaman
sürecine baktığımda yaklaşık 200 yılı geride bıraktığımızı
düşünüyorum.
Gayri Müslimler açısından son 100 yılı demiyorum, son 1015 yılı gözden geçirdiğimde; Manastırlar, kiliseler ya ahır ya
da samanlık olarak kullanıldı.
Bu topraklarda yaşayan papazların bir kısmı tehdit edildi,
bir kısmı bıçaklandı bazıları öldürüldü. Malatya da İnancından
dolayı insanlar vahşice katledildi. Hrant Dink sırf Ermeni
olduğu için öldürüldü. Manastırlarımıza ait arazilerimiz
ellerimizden alındı.
Gayri Müslimlerin bu ülkeden gitmeleri için arazileri,
evleri, mezarları çeşitli entrika ve tehditlerle ellerinden alınıp
göç etmeleri sağlandı. Dönmeye çalışanlara yönelik yapılan
tehditler maalesef hala devam ediyor.
Nefret dolu söylemler okullarda ders kitaplarına sokularak
milyonlarca genç beyinlere enjekte edildi. Her gün televizyon
dizilerinde, gazetelerde, sokakta kullanılan “Gavur” kelimesi
göbek adımız oldu. Bir gün olsun birileri karşı çıkıp bunlara
dur demedi, diyemedi.
1844’te ilk olarak Osmanlıda yapılan nüfus sayımına göre o
dönemde toplam nüfus 35.350.000 idi. Bu nüfusun
14.350.000’i Gayri Müslimler oluşturuyordu. Basit bir hesapla bu gün Türkiye de en az 25 milyon Hıristiyan’ın yaşaması
gerekiyordu. Oysa bugünkü rakam 100.000 kişinin altında.
Türk milleti olarak beğenmediğimiz, hep eleştirdiğimiz
Arap ülkelerinde Hıristiyan nüfus Türkiye’den 10-20 kat daha
fazla.
Sadece nüfusla orantı kurulması dahi demokrasi ve
hoşgörünün hangi ülkelerde daha fazla olduğu ortaya
çıkmaktadır.
Bizim açımızdan ufukta görünmese de, vatanımızda bir kişi
de kalsa hala demokrasiyi ve güzel günleri bekliyoruz.
Ben emin değilim ama belki torunlarımız demokrasinin
egemen olduğu, nefret söylemlerinin olmadığı ve hoşgörü’nün
olduğu günleri görebilirler.
‫܀܀܀܀‬
8
Sayı 9 Kasım 2012
MEZOPOTAMYA UYGARLIĞINDA
II. BÖLÜM
SÜRYANİ HALKI
Dizi Yazı 9
ASUR, BABİL, ARAM, KALDE EGEMENLİKLERİ DÖNEMİ
B- ORTA ASUR DÖNEMİ
Eski Asur ve Babil dönemleri sona ererken, M.Ö. 1595
yılında güneyde Babil devleti Kasitlerin, kuzeyde de Asur
Devleti M.Ö. 1500 yılından sonra Mittanilerin
egemenliğine girdi.
M.Ö. 15. yüzyılın sonlarında siyasi anlamda büyük bir
dağınıklık içindeki Mittani egemenliği altında bulunan
Asurlular, Hititlerin Mittani Devleti’ni yıkmasıyla yeni
bir fırsat yakaladılar. Bu fırsattan yararlanan Asurlular
toparlanıp dış güçlerle ilişki geliştirmeye başladılar.
Özellikle Mısır firavunlarıyla ilşkiye geçmeleriyle
birlikte, Asur kralları dış siyasette önemli
aşamalar katettiler. Yeni Asur kralı I.
Eriba-Adad (M.Ö. 1392-1366) ülkesini
bağımsızlaştırma yönünde çalışmalara
başladı. Kendisini “Enlil’in temsilcisi”
diye adlandıran I. Eriba-Adad ve
bağımsızlık yolunda ilerleyen halkı,
sürekli Hititlerin saldırılarına maruz
kaldı. I. Eriba-Adad’ın oğlu Asur-Ubalit
M.Ö. 1365 yılında babasının tahtına
geçtikten sonra ülkesini tamamıyla
bağımsızlaştırdı. Asur-Ubalit, Mittani’nin
Asur şehrinin kuzeyindeki ve batısındaki
verimli topraklarını kendi sınırları içine
alarak, burayı Asur ülkesinin merkezi
haline getirdi.
Asur yönetimi ayrıca kendini askeri
yönden de güçlendirdi. Yürürlüğe
konulan zorunlu askerlikle, Asur
hükümdarları her zaman büyük bir çiftçiasker yedeğine sahip oldular. Bu askerlik
yöntemi senelik tarım mevsimine göre ayarlanıyordu. Yaz
mevsiminin başında tarımdan elde edilen hasılatı
topladıktan sonra, halkın büyük bir kesimini oluşturan
çiftçiler (boş kaldıklarından) geçici olarak askerlikte aktif
görev alıyorlardı. İktidara geçerek ülkesini güçlendiren I.
Asur-Ubalit bir dizi diplomatik ilişkilere başlayarak Mısır
firavunu Achnaton’a gönderdiği bir elçiyle Ortadoğu’da
varlığını hissettirdi. Asurlular ve Mısırlılar karşılıklı
ilişkiler geliştirdiler. Mısır’dan getirilen altınla I. AsurUbalit kendisine büyük bir saray yaptırdı.
Asur ülkesini Babil’den ayrı düşünemeyen Kasit kralı,
Asurluların bağımsız hareket etmelerini engellemek için
birçok kez Asurlulara savaş açtı. Bu savaşlar sonucunda
başarı elde edemeyen Kasitler Asur ülkesini de tanımak
zorunda kaldılar. Asur-Ubalit ise güneydeki Kasit (Babil)
hükümetiyle iyi ilişkiler geliştirmek için kızı prenses
Mubalit-Şerua’yı
evlendirdi.
Kasit
kralı
II.
Burnaburiaş’la
Asur-Ubalit devletini Hititlerden sonra bölgede ikinci
önemli güç haline getirmişti. M.Ö. 1330 yılında ölen
Asur-Ubalit’i takip eden diğer krallar da Asur devletinin
topraklarını genişletmeye devam ettiler. Yerine geçen I.
Enlil-Nirari (M.Ö. 1329-1320) ve oğlu Arik-den-ilu
(M.Ö. 1319-1308) Asur devletini güçlendirdiler. Asur
birlikleri, Arik-den-ilu döneminde, Batı Sami
topluluklarından olan ilk Arami gruplarıyla çatışmaya
girdiler. Arik-den-ilu, Asur tarihinde ilk olarak, arkasında
kendi meydan savaşlarını anlatan bir belge bıraktı. Bu
kendisini “evrenin kralı” olarak ilan etti.
Hitit kralları Asurluların yayılmasını kendilerine bir
tehdit olarak görmeye başlamışlardı. Asurlulardan
duydukları endişe sonucu, Hitit kralı III. Hattusilis, Mısır
kralı II. Ramses ile bir güvenlik ve ortak savunma
işbirliği anlaşması yaptı. Antlaşmadan sonra III.
Hattusilis Suriye’de bulunan bir uydu devlete gönderdiği
mektupta şöyle dedi: “Hiçbir tüccarınız Asur’a
gitmeyecek
ve
onların
tüccarlarını
içeriye
almayacaksınız.” Buna rağmen büyümeye devam eden
Asur’u kabul etmek zorunda kaldı.
I. Adad-Nirari tarihte ilk kez tanrıların
isteğiyle başlatılan savaşlardan söz etti. I.
Adad-Nirari’nin ölümünden sonra yerine
oğlu I. Salmanassar geçti. M.Ö. 12741245 yılları arasında hükümdarlık süren I.
Salmanassar babasının elde ettiği
başarıları devam ettirdi. Bu dönemde Asur
krallarının başlattıkları acımasız askeri
uygulamalar, onların adıyla birleşerek
anıldı.
Babasının
son
yıllarında
Mittanilerin devleti olan Hanigalbat’ta
ayaklanmalar başladı. I. Salmanassar bu
ayaklanmayı bastırdıktan sonra aynı
yöreden 14.400 insanı esir alarak
köleleştirdi. Bunları tamamen kontrol
altında tutabilmek için gözlerini çıkartıp
onları her türlü işte çalıştırdı. Daha sonra
Van Gölü’nün etrafında kurulan Urartu
devletine saldırdı. Birkaç gün içinde
Urartu şehirlerini işgal ederek yağmaladı.
belge sonra Asur devletinde önemli belgelerin kayıt ve
analizlerinin başlangıcı oldu. Arik-den-ilu’nun
ölümünden sonra yerine oğlu I. Adad-Nirari (M.Ö. 13071275) geçti.
I. Adad-Nirari babasından aldığı mirası koruyarak doğu
ve batıda Asur devletini tehdit eden kabileleri dağıttı.
Devletinin sınırları iktidarlık yıllarında Fırat nehrine
kadar genişledi. Güneyde Kasitlerle ve kuzeyde
Mittanilerden kalan Hanigalbat devletine karşı zaferlerle
dolu savaşlar yaptı. Bu savaşlar sonucu Babil’le olan
sınırlarını genişleterek yeni sınır anlaşmaları yapıldı.
Hititlerin gölgesinde bulunan ve Mittanilerin Mardin ile
Urfa arasında oluşturduğu Hanigalbat devletine
saldırarak, kendi egemenliğini buraya da kabul ettirdi.
Aynı zamanda sınırlarını Karkamış’tan Turabdin’e kadar
genişletmiştir. Büyük başarılar elde eden I. Adad-Nirari
Hanigatbat kralı II. Şattuara ise
Asurlulara karşı Hitit ve Arami birliklerinden bir güç
oluşturarak, stratejik noktalara yerleştirdi. Nehir
geçitlerine ve içme su kaynaklarına askerlerini
yerleştirerek, Asurluları adeta sıkıştırdı. Susuz ve sıcaktan
bitkin olan Asur askerleri ittifak güçlerine saldırarak
yenilgiye uğrattılar. I. Salmanassar bu savaştan şöyle
bahsetmektedir: “Büyük bir sayı ve moralle, yorgun ve
susuz birliklerime doğru geliyorlardı. Savaşı başlatarak
düşman birliklerini azalttım ve onları yenilgiye uğrattım.
Krallarını okumla güneşin batışına kadar kovaladım.”
Asur’un doğusunda yeralan eski Guti topraklarında
başgösteren bir ayaklanmayı bastırmak için, savaş
arabaları birliklerinin üçte birini göndererek, onları bir
yıldırım savaşıyla durdurdu. Yaptığı büyük savaşlardan
sonra, Asur ülkesi refaha kavuştu ve her taraftan savaş
ganimetleri ve zenginlikler akmaya başladı.
Sayı 9 Kasım 2012
I.Salmanassar Dicle nehrinin akış
bölgelerini korumak için Asur ile Ninve
şehirleri arasında kalan stratejik bir alanda
Kalah (şimdiki Nimrud) şehrini kurdu.
Mezopotamya’da ona tapınıyordu. Marduk
heykelinin yerinden alınması kendi halkı
Asurlular tarafından bile tanrıya yapılmış
bir hakaret olarak sayıldı.
I. Salmanassar’ın yerine geçen oğlu I.
Tukulti-Ninurta
(M.Ö.
1244-1208)
döneminde Orta-Asur Devleti’nin yükselişi
doruğa ulaştı. I. Tukulti-Ninurta döneminde
de göçertme yöntemlerine başvurularak,
tehlikeli bölgelerden topluluklar başka
alanlara kaydırıldı. Zagroslardaki Gutilere,
Nairi beyliklerine ve Fırat’ın batısına
düzenlenen savaşları kazanan I. TukultiNinurta daha sonra Turabdin (Kaşiyari) ile
Malatya arasında kalan Kurmuhi bölgesine
saldırdı. Saldırı esnasında bütün köyleri ve
kentleri yakıp yıktı. Yakılan köylerin
sakinlerini esir alarak
Asur’a
gönderdi.
Böylece
Ergani’nin
zengin bakır yatakları
Asurluların eline geçti.
Tukulti-Ninurta’nın Babil’i işgal etmesi
aslında Babil için bir zafer olmuştu. Çünkü
Kuzey Mezopotamya her zaman Babil
kültürünün etkisi altındaydı. Kuzey ve
güney Mezopotamya arasındaki sınırlar
kalkınca, her ne kadar siyasal egemenlik
kuzeyde de olsa, Babil kültürü kuzeye daha
etkili bir şekilde yayıldı. Babil’in dinsel
etkisi her zaman belirleyiciydi. Hatta
yazıda ve dilde bile Babilleşme olgusu
gelişmişti. Babil dili de Asur dili gibi
Akadca’nın bir lehçesiydi.
Kuzeyde, doğuda ve
batıda devlet sınırlarını
genişleten I. TukultiNinurta bu defa da
güneydeki zenginliğe göz
koydu. Kasit hanedanlığı
altında bulunan Babil
şehirlerinin muhteşemliği
ve zengin kültürleri
Tu k u l t i - N i n u r t a ’ n ı n
iştahını
kabartmıştı.
M.Ö.
1225
yılında
Babil’e saldırarak, Kasit
kralı IV. Kaştiliaşu’yu
esir aldı. Bu savaşın sonucunu şöyle
belirlemektedir: “Kaştiliaşu’yu esir aldım
ve ayağımı bir ayaklık gibi onun adil
boğazına koydum. Onu bağlı bir şekilde,
bir esir gibi benim tanrım Asur’un
huzuruna götürdüm. Böylece ben Sümer ve
Akad ülkesinin beyi oldum ve ülkemin
sınırlarını güneşin doğduğu aşağı denize
kadar çektim.”
Babil şehrinin surlarını yıkarak yerle bir
etti. Babil halkının bir bölümünü kılıçtan
geçirirken, diğerlerini de Nimrud ve diğer
şehirlere sürgün ederek köle olarak
çalıştırdı. Babil’e saldırmasının diğer bir
nedeni de Babil’deki işlenmemiş kumaş
hammaddelerini ele geçirmekti. I. TukultiNinurta Babil’i ele geçirerek bütün ticaret
yollarına da hakim oldu.
Hükümdarlığı boyunca yaptığı en büyük
hata, talan ettiği Babil şehrinden aldığı
savaş ganimetlerinin arasında Babil tanrısı
Marduk yontusunun olmasıydı. Marduk,
her ne kadar Babil tanrısı olsa da, bütün
I.
Tukulti-Ninurta
döneminde
batıda
Ahlamu
halkı
olan
Aramilerin
dalgası
Mezopotamya’ya
girmeye başladı. Batıdan
gelen bu göçebeler
sınırları ihlal ederek Fırat
nehrini
geçip
Asur
ülkesini sürekli tehdit
ediyorlardı. Aramilere
karşı savaşmak çok
güçtü, çünkü göç dalgası
sürekli arkadan gelen
gruplarla büyüyordu. I.
Tukulti-Ninurta devlet
sınırlarını
bu
tür
saldırılara karşı korumak
için aralıksız savaştı. I.
Tukulti-Ninurta
döneminde Asur devleti, Karkamış’tan
Orta-Anadolu ve Ermenistan’a, Guti
ülkesinden (küçük Zab ve Diyala arası)
Babil’e, oradan Basra Körfezi’nin kıyıları
ve Bahrein adasını da içine alacak kadar
genişlemişti. Sippar şehri işgal edildikten
sonra şehrin tanrısı Şamaş’ın önemi daha
da arttı. Ticari anlaşmalar bundan böyle
Şamaş adına yapılmaya başlandı. Daha
sonra Asur şehrinin yakınlarında kendi
ismiyle adlandırdığı Kar-Tukulti-Ninurta
şehrini kurdu. Burada kendisine büyük bir
saray ve Babil mimarisine göre de en büyük
tapınağı yaptırdı.
Babil’den Marduk heykelini Asur’a
getirmekle kendi halkının sempatisini
kaybetmiş olan I. Tukulti-Ninurta,
merkezini de Asur şehrinden Kar-TukultiNinurta’ya
getirmekle
halkın
ayaklanmasına yolaçtı. I. TukultiNinurta’nın
oğlu
Asur-nadin-apli
önderliğinde ayaklanan halk kralı sarayında
kıstırdı ve yakarak öldürdü.
Devamı gelecek sayıda
9
TÜRKİYE’DE AŞAĞILAŞTIRILAN ÖTEKİLER
Suphi AKSOY
Osmanlıdan bugüne kadar Türkiye’de ötekileştirilen çok sayıda etnik ve dinsel halk
grubu bulunmaktadır. Bu gruplara yapılan hakaretlerin sayısı ve niteliğinin daha
nerelere varacağı ise belli değildir. Çünkü başta devletçi ve ulusalcılar olmak üzere egemenler, hakaret etmeyi adeta doğallaştırdılar. Türkiye Cumhuriyeti devletinin
yöneticileri tarafından kullanılan ötekileştirici birçok kavram, uluslararası hukukta
hakaret ve suç sayılmaktadır. Ancak yöneticiler, insani ölçülere dikkat etmeden tarihten
edindikleri yanlış bilgilerle hareket etmekte ve ağızlarına geleni söylemektedirler. Bu
konuda yüzlerce ve hatta binlerce örnek verilebilir.
Geçmişteki tarihe ve olaylara gitmek istemiyorum. Güncel bazı açıklamalara vurgu
yapmakla birçok insanın kafasında eskiye ait olayların da canlanacağına inanıyorum.
Çünkü T.C. yöneticilerin kullandıkları aşağılayıcı üslup bireysel değildir. Süryanilere
ve diğer bazı halklara yönelik hakaretler tarih ve eğitim kitaplarında bugün hala
mevcuttur.
Süryani halkına yönelik yapılan ayrımcılık ve kullanılan hakaret edici kavramlar,
değerlendirmeler köklüdür. Ancak, son aylarda Kürtlere yönelik aşağılama ve hakaret
etme üslubu da ön plana çıkmıştır. T.C. Başbakanı Recep Tayyip ERDOĞAN bu
aşağılayıcı anlayışa öncülük etmektedir. Sünni Müslüman olmayan inançlara,
mezheplere ve bunlara bağlı olan gruplara hakaret ederek, toplumun duygularını
suiistimal etmektedir. Çoğunluğun desteğini almak için azınlıkları her fırsatta
kötülemektedir.
Hıristiyanlık, Alevilik, Ezidilik, Zerdüştlük ve Yahudilik Türkiye’de suç olmamalı ve
bu inanca sahip olanlar da hakarete, baskılara uğramamalıdırlar. Bu hassas konuda
başta Başbakan ERDOĞAN ve AKP hükümeti güven vermeli ve haksızlıkları gidermek
için yeni ileri adımlar atmalıdır. Ezberi bozmak yeni bir anlayışı getirmek, azınlıkların
haklarını vermekten geçiyor.
Başbakan Tayip ERDOĞAN’ın toplumun değişik kesimlere karşı kullandığı üslup,
kuşkusuz bireysel olmadığı gibi tarihsel, toplumsal zihniyetten de kopuk değildir.
Ayrıca en uç tanımlamalar konusunda da birçok kişi Türkçülüğün yargısına dönüşmüş
niyetleri açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Bu tanımlamaları ve yargıları kimin ne
kadar anladığını bilemiyorum. Bilinen gerçek, bu tür anlayışların tahribatlara,
ayrımcılığa, huzursuzluğa ve güvensizliğe yol açmasıdır.
Konuyu iki örnek ve bir anıyla kapatmak istiyorum. Resmi ideolojinin Kürtlerle ilgili birçok olumsuz tezi bulunmaktadır. Ancak en ilginçlerinden birisi yazılı olmayan
tanımlardadır. Son günlerde bu tanıma dolaylı vurgular yapılmaktadır. Örneğin TBMM
anayasa komisyonu başkanı Burhan KUZU geçen haftalarda “anadilde eğitim istemek
şeytana uymaktır” dedi. Ayrıca T.C. cezaevlerinde yüzlerce tutsağın bedenlerini ölüm
orucuna yatırdığı bir süreçte, MHP genel başkanı Devlet BAHÇELİ’nin hükümetin
pazarlığa oturmaması için yaptığı uyarı konuşmasında “şeytanla buğday eken, samana
muhtaç kalır” belirlemesinde bulundu.
KUZU ve BAHÇELİ’nin sözünü ettiği şeytan kimdir? Tam bu noktada bir anımı
kısaca paylaşmak istiyorum; 1993 yılında İsveç’in Malmö şehrinin Kristianstad
kasabasında, restorant işleten Melik adında Ağrılı bir gençle yaptığım bir sohbette,
Kürtlüğünü nasıl bilince çıkardığını ve sahiplendiğini anlatırken, kendini büyük bir
hakarete uğramış olarak görüyordu ve ruh hali ses tonuna, vücut hareketlerine
yansıyordu. Kendisi bürokrat ve devlete büyük hizmetlerde bulunan bir ailenin
üyesiydi. Örneğin bir amcası valiydi. Kendisi de bu kültür içerisinde büyümüştü.
Askerlik zamanı geldiğinde de seve seve vatan hizmetine gitmişti. Askerlikte yapılan
etütlere, eğitimlere katılmıştı. Yapılan bu eğitimlerde çoğunlukla PKK’yi ve Kürtleri
kötülemeye yönelik olduğunu söylüyordu. Ancak birgün eğitim konusu Kürtlerin soyu
üzerine olmuştu. Kürtlerin nasıl türediğini dinlediğinde, ifade ettiği gibi, psikolojisi
bozulmuştu. Çünkü kendisi de sonuçta Kürt’tü ve bu durumu hazmedemiyordu. Bu
rahatsızlığın sebebi de, yapılan anlatımda Kürtlerin şeytandan üredikleriydi. Uydurulan
efsaneye göre, bir dağ başında birkaç kadın tek başlarına yaşıyorlarmış, şeytan bu
kadınları yoldan çıkarmış ve hamile kalan bu kadınlardan dünyaya gelen çocuklar
çoğalarak Kürt kavmini oluşturmuşlar. Bu efsaneye göre Kürtler şeytan soyundan
gelmektedir.
Bazılarına göre Türkiye çok değişti: Eski anlayışlar, inkâr politikaları kalmadı.
Maalesef eski politikalar kökten değişmemiş, ancak sürece göre dizayn edilmişlerdir.
Osmanlı İmparatorluğu’nun yöneticileri arasında Süryaniler, Kürtler ve diğer halklara
ilişkin yapılan yazışmalarda, hakaret edici cümleler, aşağılayıcı tanımlamalar
bulunmaktadır. Bu halklardan hangi bey, dini lider, devlete ne kadar hizmet etmişse de,
ona hiç güvenilmemiş ve tasfiye edilmesi için planlar yapılmıştır. Aynı siyaset T.C.
tarihinde de devam etmiştir. Dolayısıyla kardeşlik sözleri, vatandaşlık hukuku ve
benzeri vaatler bir aldatmacadır.
Çözüm zihinde, hukukta ve devlet yönetiminde bir dönüşümün yapılmasıdır.
Egemenler çıkarları gereği, halkın duygularını sömürmeye ve bazılarını mağdur
etmeye devam edecekleri için, onlardan bir beklenti içine girmeden aydınların
öncülüğünde, halkın eski düşmanlık anlayışlarından ve imha etme psikolojisinden
kurtulması büyük bir önem taşımaktadır. Türkiye’de çağdaş bir uyanış ve insani bir
davranış az ve yavaş da olsa gelişmektedir. Umut veren gelişmeler yüzeysel kalmamalı,
pratikte uygulanmalı ve azınlıklara hakaret etme anlayışı kabul edilmemelidir.
‫܀܀܀܀‬
10
Sayı 9 Kasım 2012
SÜDEF I. Olağan Kongresini Yaptı
Kuruluş çalışmaları yaklaşık bir yıl devam eden
federasyon geçtiğimiz günlerde 1. Olağan
kongresini yaptı ve ilk yönetim kurulunu seçti
oluşan Kongrede yapılan tartışmalardan sonra seçilen Federasyon Yönetim Kurulu tüm üye
derneklerin temsilcilerinden şekillendi. Yönetim
Kurulunda her üye dernekten en az bir temsilci
bulunmaktadır.
Aralarında Turabdin Süryani Kültür ve Dayanışma
Derneği, Midyat Süryani Gençlik Derneği, Hah
(Anıtlı) Derneği, Nusaybin Süryani Kültür ve
Dayanışma Derneği, Anhil (Yemişli) Süryani
Derneği, İverdo (Gülgöze) Derneği ve Kafro
(Elbeğendi) Süryani Derneği’nin bulunduğu
Türkiye’deki Süryani dernekleri tarafından yapılan
bir çok toplantı sonucunda 5 Süryani dernek
tarafından kurulan SÜRYANİ DERNEKLER
FEDERASYONU, bu yılın başında kuruluş
başvurusunu yapmıştı.
Kısa adı SÜDEF olan, Süryani Dernekler
Federasyonu aynı zamanda Mardin il sınırları içerisinde kurulan ilk federasyon olma özelliğinin
yanında, Türkiye’deki Süryani Sivil Toplum
Kuruluşlarının tek çatı örgütüdür.
Yapılan ilk seçimden sonra belirlenen Yönetim
Kurulu daha sonra kendi arasında toplanarak iş
bölümü yaptı. Yapılan bu işbölümü sonrasında da
Yönetim Kurulu içindeki görevlendirme şu şekilde
oluştu. Başkan; Evgil Türker, Başkan Yardımcıları;
Maravgi Çınar, Kenan Sayılık ve Aziz Aydın,
Sekreter; İskender Akaya, Sayman; İsrail Demir ve
Habip Doğan da üyeliğe seçildi.
yapılan kuruluş çalışmaları değerlendirildi ve
federasyonu geleceğe taşıyacak yönetim kurulu seçildi.
Derneklerin federasyona gönderdikleri delegelerden
Kuruluşunu daha önce Midyat’ta yaptığı
bir gece ile kutlayan federasyon, kuruluş
çalışmalarında yer alan, ancak kuruluş
dilekçesinde bulunmayan derneklerin
katılımıyla güçlendi. 6 aylık kuruluş
süreci sonunda 1. olağan Kongresini
yaptı.
21.10.2012 tarihinde Midyat’ın Kafro
köyünde, Matay Rabo (İskender
Alptekin) Kültür Merkezinde yapılan
olağan Genel Kurul toplantısında
Toplantı sonrasında Federasyon Başkanlığına
getirilen Evgil Türker, yaptığı konuşmada, yaptıkları
çalışmanın ne kadar önemli olduğunun farkında
olduklarını söyledikten sonra; “Bugün Türkiye’de
yaşayan Süryaniler için tarihi bir gün. Çünkü bugün
aldığımız
kararlarla
Türkiye’de
Süryanileri temsil edecek bir Sivil
Toplum Kuruluşu’nu oluşturduk ve bizler de yönetimine seçildik. Bizlere
verdiğiniz bu görevi layıkıyla yerine
getirmek için elimizden gelen çabayı
sarf edeceğiz.” dedi ve daha sonra,
federasyon kuruluş çalışmalarında bugüne kadar çaba sarf eden herkese teşekkür
etti.
Federasyon
kongresi,
Yönetim
Kurulunun kendi arasında yaptığı
toplantı sonrasında sona erdi.
‫܀܀܀܀‬
“Türkiye’de Azınlıklar; Temsiliyet ve Kurumsallaşma” Paneli Yapıldı
Galatasaray Üniversitesi, SDRE (Societe, Droit et Religion
en Europe) ve Strasbourg Üniversitesi’nin düzenlediği
“Türkiye’de dini azınlıklar: Temsiliyet ve Kurumlaşma”
paneli 11 Ekim Perşembe günü Galatasaray Üniversitesi
Coşkun Kırca Salonu’nda gerçekleşti.
Atina Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Yannis Kristakis
ise, Yunanistan’da devletin ibadete, dine karışmadığını, tam
Panelin birinci bölümde Prof. Dr. Samim Akgönül, Doç. Dr.
Yannis Kristakis, Doç. Dr. Emre Öktem, Fransa, Yunanistan
ve AİHM ‘in dini azınlıklara yaklaşımını anlattı. Av. Rita
Ender’de hazırladığı belgeselde, Türkiye’deki azınlık
bireylerinin konu hakkındaki görüşlerini ortaya koydu.
Panelin son bölümünde ise Türkiye’deki farklı dini azınlık
temsilcileri sunumlar yaptı.
Strasbourg Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Samim
Akgönül, yaptığı sunumda; Fransa’daki ‘azınlık’ kavramının
Türkiye’de anlaşıldığı gibi algılanmadığını, ‘minorite’
kavramının özellikle göçmenler için kullanıldığını ve bu
kavramın Fransız hukukuna yabancı olduğunu belirtti.
Yaptığı konuşmada Akgönül; “Fransız sistemi hukuksal
meşruiyeti zayıf olan pragmatist bir sistemdir” dedi.
dinlere, milletlere göre de oluşmuştur. Peki, bu topluluğun
bir bireyi olmak o dine veya millete ne kadar ait olmak
demektir? Doğumla gelen bir aidiyet gençlikte, yetişkinlikte,
yaşlılıkta kişiyle ne kadar özdeşir? Özdeştiği ölçüde
ifadesini bulur mu? Buradan çıkılarak yapılan bir tanımlama
veya bu yolda gerçekleşen bir temsiliyet gerçek olur mu?”
gibi sorulardan yola çıkarak hazırladığı belgeseli gösterdi.
Daha sonra, Ermeni Av.Luiz Bakar (Ermeni), Av.Yakup
Barokas ve Av. Yuda Reyna (Yahudi), Tuma Çelik (Süryani)
ve Foti Benlisoy (Rum) söz aldı ve Türkiye’de yaşanan
durum hakkında sunumlar yaptılar.
bir örgütlenme özgürlüğünün mevcut olduğunu ve yargının
cemaatlerin tüzel kişiliklerini bir hak olarak gördüğünü
belirtti. Galatasaray Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr.
Emre Öktem de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi
İçtihatlarında ortaya çıkan örneklerden bahsetti.
Emmanuel Levinas’ın bir pasajıyla söze başlayan Av. Rita
Ender de, “Bireylerin yarattığı bu topluluklar bu topraklarda,
Aralarında, Musevi Cemaati eski Başkanı Silvyo Ovadya,
Vakıflar Genel Müdürlüğü Azınlık Vakıfları Temsilcisi Laki
Vingas, Apoyevmatini gazetesi editörü Mihail Vasiliadis’in
de bulunduğu dinleyiciler de sorular sordu ve görüşlerini dile
getirdiler.
Panelde yapılan bütün sunumlar, Galatasaray Üniversitesi
tarafından kitap halinde yayınlanacak.
‫܀܀܀܀‬
Sayı 9 Kasım 2012
“Demokratik bir Suriye İstiyoruz”
Avrupa Parlamentosunda; Avrupa Birliği
Dışilişkiler Komisyonu’nun desteğiyle, Avrupa Süryaniler Birliği (ESU) tarafından, Suriye’de yaşanan durumun tartışıldığı bir konferans yapıldı. Avrupa Birliği Komisyon Başkanı Elmar BROK’un insiyatifinde yapılan konferansta; Arap Baharında Hıristiyanlar ve Suriye’de yaşayan Süryanilerin durumu tartışıldı.
Belçika’nın başkenti Brüksel’de Avrupa parlamentosunda; “İmkan mı yoksa felaket mi?
Arap Baharında Hıristiyanlar” sloganı altında yapılan konferansta komisyon başkanı
Elmar BROK, Avrupa Parlamentosu Milletvekili Mario DAVİD, Suriye Süryani Ulusal
Konseyi (SSUK) Başkanı Bassam İSHAK ve
rak bilemiyor. Bu yüzden de ESED rejiminin tez elden bertaraf edilmesi gerekmektedir. Bunu başarmak için biz Süryaniler
olarak üzerimize düşeni, Süriye’deki diğer
kardeş halklarla birlikte yerine getireceğiz.
Rejim sonrasında kurulacak yeni Suriye’de
de, yine Süryaniler olarak devletin her
konumunda, her alanında eşit olmak ve her
fırsattan yararlanmak istiyoruz” dedi.
11
İslamcı Kerinçsizler geliyor
Baskın ORAN
İyi ki ‘Müslümanların Masumiyeti’ adlı rezil film yapıldı da başbakanımız emir verdi, artık
nefret söylemi önlenecek, demeye kalmadı. Unutulmaya yüz tutan TCK 301 rezaleti, Fazıl Say
davasında TCK 216 adıyla geri gelmeye soyunuyor. Olayı özetleyeyim: F. Say, muhtemelen
keyfi iyiyken, Ömer Hayyam’a atfedilen “Irmaklarından şaraplar akacak diyorsun / Cennet-i âlâ
meyhane midir? / Her mümine iki huri diyorsun / Cennet-i âlâ kerhane midir?” dörtlüğüyle
başlayan bir tweet sallıyor. Şöyle tamamlıyor: “Bilmem fark ettiniz mi ama, nerde yavşak adi
magazinci hırsız şaklaban varsa hepsi Allahçı; bu bir paradoks mu?”
Ali Emre Bukağılı, Turan Gümüş ve Orkun Şimşek adlı üç muhbir vatandaş savcılığa şikayet
Suriye’deki Süryanilerin siyasal çalışmalarını
ve Başar ESED sonrasına ilişkin hazırlıkları ediyorlar. Savcı, “Halkın bir kesiminin benimsediği dinsel değerleri alenen aşağılayan kişi, fiilin
anlatan (SSBP) Başkan Yardımcısı Said kamu barışını bozmaya elverişli olması halinde, 6 aydan 1 yıla kadar hapisle cezalandırılır”
MALKE ise yaptığı konuşmada; “Suriye diyen TCK 216/3’ten dava açıyor.
medeniyetinin oluşmasına büyük katkılarıVahamet, esas bundan sonra: İstanbul 19. Sulh Ceza yargıcı, bu üç muhbir vatandaşın “müdamız oldu. Biz Süryaniler olarak azınlık dehil” olma talebini kabul ediyor. Oysa müdahil, neredeyse savcı demek: Duruşmalara katılabilir,
soru sorabilir, delil sunabilir, tanık gösterebilir, bilirkişi isteyebilir, kararı temyiz edebilir, hatta
hakimi reddedebilir (CMK Md. 178, 211, 215, 216, 234, 203). Aynen, Dink ve Pamuk
davalarında örgütlenmiş Kemal Kerinçsiz ve Veli Küçük taifesinin, “Türklüğe hakaret edilmiştir,
ben de Türk’üm, bana da hakaret edilmiştir” mugalatasıyla talep ettiği ve kaptığı statü.
Hatırlarsanız, ondan sonra da yargılanan kişiye saldırdılar, bozuk para ve laf atarak duruşma
salonunu çarşamba pazarına çevirdiler. Ama biz F. Say olayına dönelim.
Bu gidişle…
1) Eğer F. Say, “Nerde Allahçı varsa hepsi hırsız şaklaban…” deseydi, hakaret ve büyük ayıp
olurdu. Sarsıcı olduğu kesin ama, bu haliyle dine hakaret değil. Böyle giderse, dinleri eleştirmek
imkansız olur. İnşallah iktidarın amacı bu değildir.
Suriye Süryani Birlik Partisi (SSBP) Başkan
Yardımcısı birer konuşma yaptılar. ESU
Dışilişkiler sorumlusu Rima TÜZÜN de
oturumu yönetti.
Aynı zamanda Avrupa Parlamentosu parlamenteri de olan BROK’un yaptığı açılış konuşmasında; “kurulacak yeni Suriye’de bütün etnik yapılara, özellikle de Hıristiyanlara, eşit yaklaşılmalı ve aynı imkanların
verilmesi gerekmektedir” dedi. Konferansta
konuşma yapan bir diğer Avrupa Parlamentosu Milletvekili Mario DAVİD ise daha çok,
Avrupa Birliği’nin dünya siyaseti içerisindeki
rolü üzerinde durdu. AB olarak Suriye’de
yaşanan trajediye tanık olduklarını belirten
Mario DAVİD daha sonra; “yapılan bu konferansta Suriye’deki Hıristiyanların durumunun tartışılmasının önemli olduğunu”
söyledi.
Bassam İSHAK ise, konferans düzenleyicilerine teşekkür ederek konuşmasına başladı.
Muhalefetteki “Suriye Ulusal Konseyi” üyesi
de olan Bassam İSHAK yaptığı konuşmada,
temiz bir demokrasi için 2010 yılında Tunus’ta başlayan Arap Baharı’nın Mart 2011’de
Suriye’ye ulaştığına dikkati çekti ve; “Bugün
Suriye’de büyük bir dram yaşanıyor. Olaylarda ölen insan sayısını hiç kimse tam ola-
2) Savcı, takipsizlik vermek yerine, üstüne bir de TCK 218’in “[suçun] basın ve yayın yoluyla
işlenmesi halinde, verilecek ceza yarı oranına kadar artırılır” diyen son cümlesini uyguluyor,
ama aynı maddenin “… eleştiri amacıyla yapılan düşünce açıklamaları suç oluşturmaz” diyen
ğiliz. Bizler binlerce yıldır Suriye’nin bir son cümlesini görmüyor.
parçasıyız. Suriye farklı kültürlerin, dinleBu “son cümleyi görmeme” olayı artık klasik. Hatırlarsanız, yargımız “Türklüğe hakaret” diye
rin var olduğu bir ülke olmasına rağmen,
1963’te rejiminin değişmesi sonrasında her- önüne geleni 301’den mahkum etmeye girişince, Temmuz 2003’te 7. AB Uyum Paketiyle bir ek
kes tek renk, tek isim altında toplanmaya fıkra getirmişti TBMM : “Sadece eleştirmek maksadıyla yapılan düşünce açıklamaları cezayı
çalışıldı. Daha sonra da Süryanilerin kültü- gerektirmez.” Yargımız bunu da bir türlü “görememiş” ve Türklük uğruna insanları içeri atmaya
rel, sosyal ve siyasal anlamda temsil edildiği devam etmişti. Onun üzerine, hatırlıyor musunuz kısmen de olsa nasıl kurtulmuştuk bu felaketkurumlara sahip olması hiçbir şekilde izin ten? 301’den dava açmak adalet bakanının iznine bağlandıydı da, o sayede! Şimdi “Türklük”ün
(ırk) yerini “Müslümanlık” (din) aldı ya, yargımız, tek çiçekle bahar olmaz inşallah ama, TCK
verilmedi.” dedi.
218’in sonuna getirilen bu eki de henüz “görmedi”ğini F. Say davasında gösterdi.
Kimliklerini ve değerlerini kaybetmek istemediklerini, Süryanilerin Irak’ta yaşadıklarını
3) Müdahillik, çok istisnai bir durumdur. Bir kere, bir suçtan ciddi, doğrudan doğruya ve
Suriye’de yaşamamaları için çaba verdiklerini somut zarar görmüş olmak gerekir. Burada, “Dine hakaret edilmiştir, ben de Müslümanım, bana
belirten ve bunun için de AB’den destek bekle- da hakaret edilmiştir” diye Ördek Hayrilik ve Kerinçsizlik yapmaya çalışıyor muhbir
diklerini söyleyen Said MALKE konuşmasını vatandaşlar. Önce ihbar, sonra müdahillik; kendin çal, kendin oyna. Can Dündar durumu tahlil
şu sözlerle bitirdi; “Suriye’de tüm etnik yapı- ederken “‘ Milliyetçi bir nesil’ isteyenlerin yerini ‘dindar bir nesil’ isteyenler alınca ‘komünizm
ların kendilerini rahat bir şekilde ifade ede- tehdidi’ de yerini ‘ateizm korkusu’na bırakıyor” diyor (Milliyet, 18.10.2012). Burada ise,
bilecekleri yeni ve demokratik bir Suriye “ateizm korkusunu kullanma” demek lazım.
istiyoruz. Bu anlamda biz Süryani Hıristiİkincisi, Kerinçsizlerin müdahilliğin cıcığını çıkarmasına yargımız sonunda yeter demek
yanlar olarak AB ile ittifak halindeyiz.
Dolayısıyla AB’nin desteğini yanımızda zorunda kalmıştı. Mesela Azınlık Raporu davasında yargıç, muhbir vatandaşların müdahillik
talebini en baştan reddetmişti.
görmek istiyoruz.”
Yanılmıyorsam, C. Dündar’ın ‘Mustafa’ davasında da “Atatürkçüler”in müdahilliği
Yaşanan olayları yakından bilen insanlarla
reddedilmişti.
Suriye’deki durumu tartışmanın çok önemli
oldğunu belirten ESU Dışilişkiler sorumlusu
Av. Oya Aydın ’ın Radikal Blog’da hatırlattığı gibi, Yargıtay da, iş işten geçtikten sonra bile
Rima TÜZÜN de, bu konferansın düzenlen- olsa, H. Dink davasında müdahillik kararını bozmuştu. Bakalım bu ayıp, bitti sandığımız yerden
mesinde emeği geçen AB Dışilişkiler yine sürgün verecek mi? İzleyeceğiz.
Komisyonu Başkanı Elmar BROK ve tüm
katılımcılara teşekkür etti.
Yargıtay kararına ve TCK’ya aykırı
‫܀܀܀܀‬
4) TCK 216’nın yer aldığı TCK Beşinci Bölüm’ün adı, “Kamu Barışına Karşı Suçlar”. Bu
durumda bu üç şahıs nasıl oluyor da “doğrudan doğruya ve somut zarar” görüyor? Üstelik, daha
geçen hafta Yargıtay 9. Ceza Dairesi, Şemdinli davası münasebetiyle, “devlete karşı suçlar”da
kişilerin doğrudan zarar göremeyeceklerini, bu nedenle de müdahilliklerinin kabul
edilmeyeceğini söylemişken? (Radikal, 19.10.2012).
5) TCK 216/3’teki eylem, ancak “fiilin kamu barışını bozmaya elverişli olması” halinde suç
sayılır. Oysa, Cengiz Alğan’ın Radikal Blog’da hatırlattığı gibi (15.10.2012), bu tür sözler,
Müslümanların azınlıkta ve tehdit altında olduğu bir Avrupa ülkesinde söylenseydi belki tehlikeli olabilirdi ama, nüfusunun yüzde 99’u Müslüman bir ülkede iki satırlık tweet’in kamu barışını
bozacağını düşünmek azıcık zor. Üstelik, iktidarda da kavi Müslüman bir parti varken.
Burada aklıma bir şey geldi: “Tweet”, İngilizcede “kuş cıvıldaması” demektir. Eğer “Olmaz!
Cıvıldama veya mıvıldama, biz Müslümanları tahrik ediyor!” diyorsanız, işin felsefesiyle
bitirelim:
Eğer bir azınlık, yüzde 99 çoğunluğun aleyhinde bir kelâm etmişse, bunun adı, sesi saksağana
bile benzese, “kuş cıvıldaması”dır veya olsa olsa “don kişotluk”tur. Eğer bu çoğunluk bundan
tahrik olduğunu iddia ederse, bunun adı “zulüm bahanesi”dir. Eğer bu çoğunluk, azınlık aleyhine olur olmaz nedenlerle kelâm ederse, onun adına da “zulüm” derler.
‫܀܀܀܀‬
12
Sayı 9 Kasım 2012
Mardin’de “Cin” Şişeden Çıktı
“Bize neden 1915'e takılıp kalıyorsunuz deniliyor. Çünkü o gün uygulanan politikalar bugüne kadar aynen devam
ettirildi. Bugün de o politikaların bir devamı olarak okullarda okutulan kitaplarla, insanlar arasında düşmanlık
tohumları ekiliyor. Lise ders kitaplarında Süryaniler hala hain diye anlatılıyor. Bu kitaplarla büyüyen bir çocuk
Süryanilere hangi gözle bakabilir?”
Dünyanın değişik ülkelerinden gelen akademisyen
ve araştırmacıların katıldığı 'Mardin ve Çevresi
Toplumsal ve Ekonomik Tarihi' başlıklı sempozyum
Mardin’de yapıldı. Mardin Erdoba Elegance Otel'de
2 gün devam eden sempozyumda, daha önce
gündeme gelmeyen ve tartışılmayan birçok konu,
araştırmacılar tarafından tartışıldı.
Açılış konuşmasını, sempozyumu organize eden
vakfa adını veren Hrant Dink’in eşi Rakel Dink
tarafından yapılan sempozyumda daha çok Mardin
ve Mardin’deki Süryaniler tartışıldı.
Mardin ve çevre illerde 1838–1938 yılları arasında
yaşanan ekonomik ve toplumsal olayların ele
alındığı sempozyumun yapılması için Mardin’den;
Turabdin Süryani Kültür ve Dayanışma Derneği,
Mardin Sinema Derneği, Mardin Barosu, Mardin
Tabipler Odası ve KAMER Mardin Şubesi destek
sundular.
Hrant Dink Vakfı Yönetim Kurulu üyesi Rakel Dink,
yaptığı konuşmada; “Beraber yaşadığımız bu ülkede,
hiç kimsenin yaşam hakkına saygı duyulmuyor.
Hiçbirimiz
ülkemizde
adalet
olduğunu
söyleyemiyoruz. Dolayısıyla bu ülkede demokrasi
var diyemeyiz" dedi
Mardin'e geçmişini hatırlamak ve tarihe tanıklık
etmeye geldiklerini belirten Dink, bu toplantılarla
sessizliği bozmaya çalıştıklarını anlattı. Rakel Dink
konuşmasında; "Acaba bu toprakların gerçekliği
bilinseydi, bugün bu ülkede yine aynı tuzağa gelinir
miydi? Kardeş kardeşi vurmaya kalkar mıydı?" diye
sordu.
Rekel Dink’in konuşması sonrasında söz alan,
Süryani Dernekler Federasyonu Başkanı Evgil
Türker, Süryanileri okul tarih kitaplarında, 'ihanetçi,
işbirlikçi düşman' diye tanıtıldığını bir ülkede böyle
bir sempozyum yapmanın önemine değindi ve;
"Üzerinde yaşadığımız bu topraklar çok şey yaşadı
çok şey gördü. Buralarda insanlık için büyük önem
arz eden birçok değer yaratıldı. Güzel dostlukların
yanında soykırımlar da yapıldı. Bu durum yaşamın
gerçekliği. Bu gerçekler maalesef bazen insanları
birbirine düşman ediyor."
Daha sonra söz alan Hrant Dink Vakfı Yönetim
Kurulu Üyesi Cengiz Aktar da, sempozyumu
Mardin’de yapmanın önemine
vurgu yaptı. Aktar; "Yapılan
yeni çalışmalar akademik
dünyaya
duyurmaya
çalışacağız. Bölgenin kadim
halkı
Süryanilerin
bu
çalışmada ayrı bir yeri var
elbette. Bir avuç da olsa
vatanlarından insanıyla ve
medeniyetiyle
var
olma
kavgası veren bir zümre.
Üzerlerine titrenmesi gereken
bir halk." diye konuştu.
Sempozyumun
açılış
bölümündeki son konuşmacı
ise David Gaunt oldu.
İsveç’ten gelen bilim adamı,
'Çatılarda Görünen' konulu
açılış sunumunda, 1915 yılında Mardin’de
yaşananların damlardan nasıl izlendiğini ve insan
hafızasında bıraktıkları izleri anlattı.
David Gaunt’un yaptığı açılış sunumundan sonra
öğlen yemeği arası verildi. Öğlen yemeğinden sonra
başlayan sunumlar ise ertesi gün akşama kadar
devam etti. Toplam altı oturum yapılan
sempozyumda 24 araştırmacı konuşma yaptı.
y
ü
k
k
y
A
sempozyumun ilk olarak, Bölgeye Müdahaleler
Milliyetçiliklerin Ortaya Çıkışı adlı oturum I.
Bölümü yapıldı. Bu oturuma katılan konuşmacılar
daha çok bölgede çalışma yürüten yabancı
misyonerlerin bıraktığı belgelerden yola çıkarak
yaşanan durumu anlatmaya çalıştılar. Bölümün son
konuşmacısı Michael Abdalla, 1838 yılında Mardin
nüfusunun 21 bin olduğu ve bunların 12250’si
Müslüman, 5250’si Süryani, 3500’u de Ermeni
olduğunu söyledi. Oturumunda II. Bölümünde
Mardin’de herkes iç içe yaşar
Mardin ve Çevresinin Genel Görünümü başlıklı
oturumda konuşma yapan Cafer Sarıkaya, 1873
Viyana Evrensel Sergisi'nde sergilenenler ışığında;
Mardin’de farklı gruplar iç içe yaşadığını söyledi;
“Mardin’de Müslümanlar, Kürtler, Araplar,
Yahudiler, Süryaniler, Ermeniler, Ezidiler Mahalle
yapıları etnik olarak ayrılsa
da bu ayrımlar çok keskin
değil.”
Kadir
Has
Üniversitesi'nden Füsun
Alioğlu ise, Mardin'de
Türkiye'deki
geleneksel
mimarinin tanımlamalarını
aşan bir mimari yapının
olduğunu söyledi.
3 Kasım Cumartesi günü sabah 8.30’da başlayan
T
t
Mardin ve Çevresinin Genel Görünümü, Bölgenin
Etnik
Çeşitliliği,
Bölgeye
Müdahaleler
Milliyetçiliklerin Ortaya Çıkışı, Mardin’de Şiddet
Pogrom ve Soykırım ve Travma Sonrası Yaşam
başlıklı oturumların yapıldığı sempozyumda birçok
araştırmacı Mardin ve çevre illerin tarihine ilişkin
sunumlar yaptılar.
Bölgenin Etnik Çeşitliliği,
adlı ikinci oturumda ise
konuşmacılar, Mardin ve
çevresinde yaşayan etnik
gruplar olan; Süryaniler,
Ermeniler,
Mhallimiler
Domlar hakkında sunum
yaptılar. Sunum sonunda
yapılan tartışmalarda en
çok, adları yeni duyulan ve halk arasında “Mıtırb”
veya “Karaçi” diye bilinen Domlar üzerinde
konuşmalar yapıldı.
k
k
yapılan konuşmalarda ise daha çok bölgede yaşanan
değişimin nedenleri ve sonuçları üzerinde duruldu.
Verilen öğlen yemeği arası sonrasında başlayan 4.
Oturumun başkanlığını Ali Bayramoğlu yaptı. Bu
oturumda daha çok Mardin ve çevresinde 1838-1938
yılları arasında Süryanilerin Ezidilerin ve
Ermenilerin yaşadığı soykırım, katliam ve sürgünler
anlatıldı. Oturumun son konuşmacısı Tuma Çelik;
“Bize neden 1915'e takılıp kalıyorsunuz deniliyor.
Çünkü o gün uygulanan politikalar bugüne kadar
aynen devam ettirildi. Bugün de o politikaların bir
devamı olarak okullarda okutulan kitaplarla, insanlar
arasında düşmanlık tohumları ekiliyor. Lise ders
Sayı 9 Kasım 2012
kitaplarında Süryaniler hala hain diye anlatılıyor” dedi ve ardından sordu; “bu
kitaplarla büyüyen bir çocuk Süryanilere hangi gözle bakabilir?”
Travma Sonrası Yaşam başlıklı sempozyumun son oturumunda yapılan
sunumlarla “kılıç artıkları”nın durumu ortaya konuldu. Bu bölümün sonunda
yapılan tartışmalar daha çok, Soykırım döneminde, komşular tarafından
“kurtarılan” ve daha sonra Müslümanlaşan Ermeni ve Süryanilerin nüfusu
üzerinde oldu. Bazı araştırmacılar, bu rakamın 200 bin civarında olduğu ve bunun
da günümüzde milyonlara tekabül ettiğini söylediler.
Genel Değerlendirme ve Tartışmalar bölümünde söz alan David Gaunt, bu
sempozyum sonucunda araştırmacılar için birçok yeni Yüksek Lisans ve Doktora
tezi konusu ortaya çıktığını söyledi: “Hilmar Kaiser'in sözünü ettiği 1915'teki
‘tecavüz’ olayları, Mardin’deki Yahudi varlığı gibi konular henüz açıklığa
kavuşmuş değil.”
Cengiz Aktar ise yaptığı sonuç değerlendirmesinde; “Görülüyor ki, önümüzdeki
dönemde Müslümanlarmış Ermeniler ve Hristiyanlar konusu daha fazla
konuşulacağa benziyor. Mardin, Anadolu'da hala Hristiyan nüfusun olduğu çok az
yerden biri. Bunun farkında olmamız ve bunu korumamız gerekiyor” dedi.
Ayrıca; günümüzde gündemde olan Mor Gabriel manastırının arazisiyle ilgili
devam eden tacizlerin ta 1910'lara dayandığını öğrenmenin de çok çarpıcı
olduğunu söyledi.
13
Okuyuculardan
Zamanı Gelmişken…
26 Temmuz’da İstanbul Süryani Kilise Vakıf Yönetim Kurulu’na gelen, Süryanice Anaokulu
açma talebine ilişkin ret cevabı aslında beni hiç şaşırtmadı. Ancak bende var olan eski bir travmayı
uyandırdı.
1943 yılında Midyat’ta doğdum. 1949’dan 1952 yılını kadar, Ağabimin de gittiği medreseye gittim. Burada Süryanice ilahiler öğrendiğim için seviniyordum. İlkokul’un tatil olduğu dönemlerde
medresemiz çok kalabalık olurdu. Bu yüzden de medresemizde öğretmenimize (Süryanice
öğretmeni) yardım eden, bizden 6-7 yaş büyük yardımcılar olurdu. Bu yardımcılar da hem
öğreniyor hem de kendilerinden küçük bizlere bir şeyler öğretiyordu.
1950 yılının yaz aylarında, medresenin kalabalık olduğu bu dönemlerden bir gün aniden,
Süryanice; “kathen akköme” çığlıkları duyuldu. Biz küçükler bu çığlıkların ne anlama geldiğini
bilmiyorduk tabi. Bu çığlıkların ne anlama geldiğini bilen gençler ise hemen harekete geçerek,
çocukları pencereden sarkıtıp arka avluya indirmeye başladılar. Ardından da bizlere; “hemen eve
gidin ve yarın da gelmeyin” dediler. Tabi bu arada, ders gördüğümüz odada dolaşan bir polis ile bir
bekçiyi gördük. Polis bekçiye Türkçe bir şeyler söylüyor, bekçi de gençlerden birisine;
“öğretmeniniz nerede?” diye soruyordu. Genç ise; “ne öğretmeni, öğretmenimiz yok” diye cevap
veriyordu.
Elbette bu görüntüler ilk değildi. Dolayısıyla hem öğretmenler hem de gençler bu görüntüleri
daha önce defalarca gördüklerinden, kendi aralarında bir düzen oluşturmuşlardı. Zaten pencerelerin
önünde her gün bir çocuk nöbet tutuyordu. Ancak biz bunu daha sonra fark ettik. Benim polis ve
bekçiyle, medresedeki bu karşılaşmam, beni çok korkutmuştu. Diğer çocukların da durumu aynıydı.
Korkudan bazı çocukların dili tutulurken, bazıları ise korkudan altına bile kaçırmıştı. Polis ve bekçi
ile uğraşan gençler ise; “biz burada, çocuklar bu sıcakta sokakta kalmasın diye oyun oynuyoruz,
resim yapıyoruz” diye dert yanıyorlardı.Sonradan öğrendim. Türkiye’de Süryanice öğrenmek,
öğretmek yasaktı. Dolayısıyla bu görüntüler sürekli ve her yerde yaşandı. O günkü çocuk aklımla;
“Allahım günahımız ne, biz kime ne yaptık” diye yalvarıp duyuyordum. Oysa bizim kilisede
ettiğimiz dualar arasında; devlet başkanımızın muvaffak olması talebi de vardı. O gün anladım ki;
ettiğimiz “dualar” bize “ters etki” ediyordu.
1952 yılında ilkokula sevinerek başladım. Daha önce fistan (entari) giydiğim için en çok da
pantolon ve gömleğe sevinmiştim. Okula başladığımda okuma-yazma biliyordum ama Türkçe
konuşmasını bilmiyordum. Bu da başıma bayağı dertler açtı. İlkokula başladığım ilk günde 3 kere
dayak yedim. Birincisinde, Batı Anadolulu öğretmenimiz, birer birer adımızı sorduğunda, sıra bana
geldiğinde ayağa kalkıp kollarımı göğsümde bağladığımda; “ulan dürzü, burası kilise mi” deyip
değnekle kollarıma vurdu. İkincisinde, Süryanice konuştuğum için dayak yedim. Günün üçüncü
dayağı ise, masaya abandığım için yedim. Aslında okula başlayan bütün çocuklar benzer durumları
yaşadılar.
Vakıf Yönetim Kurulu Başkanı Rakel Dink’in yaptığı kapanış konuşmasında;
“Bu Sempozyum, buradaki sunumlarda dile getirilen acıları yaşayanların anısına
ithaf olsun” dedi ve ardından, 1915'te sağ kalan Isguhi teyzenin söylediği bir
ağıdın sözlerini Türkçe okudu.
İnternet üzerinden canlı olarak da izlenen Sempozyum, 4 Kasım Pazar günü
yapılan gezi ile sona erdi.
‫܀܀܀܀‬
Halklar bir araya geldi
Daha önce 7 Ekimde yapılacağı duyurulan, Halkların
Demokratik Kongresi (HDK)’nin hazırladığı, Halklar ve
İnançlar Kongresi, 3 Kasım Cumartesi günü yapıldı.
Şimdi düşünüyorum da, acaba Midyat’a gönderilen bütün ilkokul öğretmenleri, insanlık ve din
düşmanı, sadist “Topal Osman” kafalı kişilerden mi seçiliyordu? Bizleri her fırsatta aşağılayan,
Süryanice konuştuğumuz için biz sürekli döven “insanlar” öğretmen olamazdı. Ve elbette bu durum
da tesadüf değildi. İlkokulun o zalim öğretmenlerinden kurtulduğum için istemememe rağmen 1957
yılında Ortaokul’a başladım. Ama ortaokulda tam tersi bir durumla karşılaştım ve “24 ayar” bir okul
müdürü ile karşılaştım. Biz de o müdürün yanında kendimizi insan gibi hissetmeye başladık.
Özellikle de biz çalışkan Süryani çocuklarına çok değer veriyordu.
Dolayısıyla ortaokulda bambaşka bir havaya büründük. Ama bu durum uzun sürmedi. 1958
yılında Demokrat Partililerin hışmına uğradı ve başka bir yere tayin edildi. Bizim de sevincimiz
kursağımızda kaldı. Müdürümüz gitmeden önce, Matematik, fizik ve kimya derslerimize geliyordu
ve bu arada matematikten yazılı yapmıştı. Yazılı kağıtlarımızı okuyup notlarımızı verdi. Ancak
tayini çıkınca, notları okumak yeni gelen müdüre kalmıştı. Sıra bana gelince; “bu pis herif 10 aldı”
dedi. Çok zoruma gitti ve elimi kaldırıp; “Hocam benim nerem pis” diye soru sordum. Müdür; “otur
yerine hayvan herif. Yahudiler gibi konuşuyorsun” diye bağırdı bana. Bense: “Yahudiler nasıl
konuşuyorlar acaba” diye hep merak ettim.
Oysa benim şivem onunkinden çok daha iyiydi. Bizim gibi o da Midyatlıydı ama Süryani
düşmanıydı. Ortaokulu süresince, sudan bahanelerle, ondan yediğimiz dayağın haddi hesabı yoktu.
Bir gün üç arkadaş aramızda Süryanice konuştuğumuz için biz dairesine çağırdı; “ulan burası kilise
mi?” deyip sıra dayağından geçirdi ve bizlere 6’şer değnek vurdu. Soruyorum; bu insanlarda vicdan
var mı? Allah günah yazmasın ama ben bu çektiklerim yüzünden bu insanlara çok beddua okudum.
Altunizade’deki Petrol-İş Sendikası binasında yapılan
Halklar ve İnançlar Kongresi'nde Türkiye’de yaşayan AfroTürkler, Çeçenler, Adigeler, Osetler, Boşnaklar, Çingeneler,
Gürcüler, Hemşinliler, Kürtler, Lazlar, Pomaklar ,Ezidiler,
Araplar, Anti-Kapitalist Müslümanlar, Aleviler, Ermeniler,
Rumlar ve Süryaniler kendilerini anlattılar.
Şimdi, İstanbul Süryanilerinin Anaokulu talebine verilen ret cevabına gelelim: her şeyden önce
demek ki 90 yıldır yürümemize rağmen hep aynı yerde dönüp dolaştık ve bir adım bile ileri
gidemedik. Dolayısıyla da insanların en doğal haklarını ellerinden almaya çalışıyoruz veya bu doğal
haklarını kullanmalarına engel çıkarıyoruz. Merak ediyorum; kendini aydın ve reformcu sanan
efendiler, verdikleri bu ret cevabıyla bizleri haklarımızı aramaktan alıkoyacaklarını mı sanıyorlar?
Yoksa bu ret cevabı ile köşemize çekileceğimizi mi sanıyorlar? Eğer öyleyse gerçekten yanılıyorlar.
Çünkü bu ret cevabı bizi daha da hırslandıracak ve anadilimiz Süryaniceyi konuşmaya ve
öğrenmeye daha fazla yönlendirecek.
Geçen yıl HDK’nın kuruluş kongresinde yapılması için karar
alınan konferans, ortaya çıkan farklı siyasal gelişmeler nedeniyle sürekli ertelenmek zorunda kaldı. En son 7 Ekim’de
yapılacağı duyurulan tekrar ertelenmişti.
HDK Yürütme Kurulu üyeleri Hatice Altınışık ve Kadir Akın tarafından yönetilen
konferansta, HDK adına konuşma yapan Kadir Akın; "Halkların ve inançların ülkemizde ve bölgemizde büyük sorunlar yaşadığı, bölgesel bir savaşın içine sürüklendiği bu
dönemde konferansımız büyük önem taşıyor" dedi.
Konferansın açılış konuşmasını yapan Süryani milletvekili Erol Dora ise; "Halkların ve
inançların taleplerinin karşılanması gerekmektedir. Çünkü bunlar doğuştan var olan
haklardır. Hala anadilde eğitimi yasaklayan bir anayasamız var. Aynı zamanda
Türkiye'nin en büyük sorunu güncel anlamda Kürt sorunudur ve 30 yıldır sonuç
sağlanmış değil. Açlık grevine girenler, kendi iradeleri ile Kürt sorununun çözülmesi ve
bu savaşın bitmesi için son seçenek olarak yaşamlarını ortaya koymuşlardır. Buradan
hem kendilerini hem taleplerini selamlıyoruz" dedi.
Daha sonra konferansa katılan halk temsilcileri konuşmalar yaptılar. Konuşmaların
sonunda konferansta ortaya çıkan halkların talepleri içeren ortak bir bildiri yayınlandı.
‫܀܀܀܀‬
Eğer yasaklarla baskılarla bir sonuç elde edilebilseydi, şimdiye kadar bir sonuç elde edilirdi. Ama
eğer cumhuriyetin kuruluşundan bu yana 90 yıldır baskının her çeşidini gördük. Buna rağmen
Süryaniceyi bize unutturamadınız. Elbette bundan sonra da unutturamazsınız. Çünkü bugün artık
bize eskisinden daha fazla baskı yapamazsınız. Günümüzde dünya genelinde birçok gelişme
yaşanırken, Türkiye’de bunları konuşmak aslında ayıp. Ama ne yapalım ki devletimiz/hükümetimiz, demokrasinin “d” harfini alfabeden sildi. Yeniden koyacak mı bilmiyoruz.
Ben, çektiğim acıların bende yarattığı travma ile yıllardır yaşıyorum ve her olumsuz gelişmede
yaşadığım kötü anılar ister-istemez aklıma geliyor. Yaşadıklarımı hatırlayınca da huzursuz
oluyorum. Peki bu travmanın yetişen yeni nesillerde oluşması için çaba sarf eden insanlar geceleri
nasıl rahat uyuyabiliyor, gerçekten merak ediyorum.
Sonuç olarak kendisine insanım diyen herkesin; bizlere yaşatılan travmayı, günümüz Süryani
çocuklarına yaşatmak isteyenlerle her temelde mücadele etmesi gerekir. Biz edeceğiz.
Habib RIMMO
14
‫܀܀܀܀‬
Sayı 9 Kasım 2012
‫܀܀܀܀‬
Sayı 9 Kasım 2012
‫܀܀܀܀‬
15
S. 14
S. 15
S. 15
Download