T.B.M.M. B :4 8 .10 . 1998 O:1 Kosova'da, elbette olan biten malumlarımız; ancak, konunun bir kez daha hatırlatılması anla­ mında söyleyeceğim, Osmanlı Padişahı I. Murat'ın Kosova topraklarına ilk ayak basışı, hepimizin bildiği gibi, 1389 yılıdır. Buradaki Sırbistan İmparatorluğunun-yenilgisiyle toprakların Osmanlı İmparatorluğuna geçişi ve bu geçişten sonra onların tarihlerinde oluşturduğu birtakım mitolojilerin de var olduğunu biliyoruz. Bu mitolojiler, bugünün gündeminde, gerek aşırı Sırp milliyetçileri ge­ rekse Ortodoks kiliseleri tarafından cjddî şekilde canlandırılmış ve bugünün Sırp topraklarında ya­ şayan insanların âdeta beyinlerine nakşedilmiştir ve dolayısıyla, bugünün şartlarında masum Müs­ lüman halka saldırıların arkasında psikolojik anlamdaki bu beyin yıkamanın da var olduğu gerçe­ ğini görmek gerekiyor. Bugünün dünyasında, elbette, bir coğrafî birlik, beraberlik içerisinde değiliz; ancak, geçmiş beşyüz yıllık tarihin var olduğu gerçeğinin de ortadan kaybolabilmesi mümkün değildir. Bu müş­ terek tarih bizi birbirimize perçinlemiş, çok kuvvetli bağların oluşmasına neden olmuştur. Bugü­ nün şartlarında da, 1 milyona yakın Kosovalı Arnavut insanımız da bizim âdeta demografik bir uzVLirnuzdur ve bizim vatandaşımızdır, millet ve devlet olarak da ayrılmaz parçalarımızdır. Bu insan­ ların akrabalarının yaşadığı yerlerde de, bugün, şiddet, terör ve acı hâkimdir; dolayısıyla, bu acıla­ ra bigâne kalmamız düşünülemez. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, temsil ettiği yurttaşlarının hissi­ yatına da sahip çıkmalıdır. Osmanlı İmparatorluğunun parçalanma sürecinde ortaya çıkan millî devletleri görüyoruz. Bunlardan Yunanistan 1829; Sırbistan, Karadağ, Bulgaristan ve Romanya da 1878'de bizden ayrıl­ dıklarında -ki, bu yılların Osmanlı İmparatorluğunun en güç dönemleri olduğunu hepimiz hatırlı­ yoruz- Berlin Konferansından evvel -ki, bu, önemli bir tarihî gerçek, hatırlamakta fayda var- Os­ manlı İmparatorluğunun en zor günlerinde toplanan Prizren Birliği adlı konferansta, tüm Arnavut­ lar, Osmanlıya olan bağlılıklarını bütün kalbî hissiyatlarıyla teyit etmişler, ifade etmişler, millî bir­ lik ve bütünlüklerini de bu İmparatorluğun sınırları içerisinde muhafaza edebilecekleri gerçeğinin şuurunda olduklarını göstermişlerdir. İhanetin kol gezdiği, ihanetin Osmanlı topraklarının her bir zerresinin altında varolduğu bu dönemde gösterilen bu sadakati de, bir kez daha kaydetmekte ya­ rar vardır. Kosova sorununun başlangıcını da, bu tarihsel perspektif içerisinde, Balkan Savaşları bilimi­ ne kadar götürebilmek mümkündür. Nüfusun büyük bir bölümü Arnavut olan Kosova ve Makedon­ ya'nın bazı bölgelerinin, Çarlık Rusyası, Fransa, İngiltere tarafından desteklenen Sırp ordusunca bu dönemde ele geçirildiğini biliyoruz. Daha sonrasında 1919'da imzalanan Versailles (Versay) Ant­ laşmasıyla da, uluslararası sınırların teyidi, Arnavutluk sınııiarının da çizildiği bu dönemde, etnik dağılımdan ziyade uluslararası dengelerin gözetildiği de bir bilinen bir gerçektir. Dönemin zorluğu, aynı zamanda Kosova'nın sömürgeleştirilmeye başlandığı dönemdir. Sırbis­ tan hâkimiyetinin, buradaki Sırp hâkimiyetinin, Arnavut ve Müslüman insanlara karşı yapılan kat­ liamlarla da gerçekleştiği bilinmektedir. Bütün bunlara rağmen, bütün imkânsızlıklarına rağmen, Arnavutlar, bu dönemde de ciddî bir direnişin sahibi olmuşlardır. 1918'dcn beri devam eden Kosova'nın nüfus yapısını değiştirmeye yönelik gayretler üç başlı­ ğın altında toplanmakta; bunlar: Arnavutları Arnavutluk veya Türkiye'ye göç ettirmek, asimilasyon ve Slav kolonizasyonu. Birinci Dünya Savaşından sonra Sırbistan Başbakanı olan Nikola Pasiç'in enteresan bir sözünü ifade etmek istiyorum: "Arnavutların üçte birini öldür, üçte birini sür, gerisi­ ni asimile et" talimatı, âdeta, bugünün dünyasında da Sırplar tarafından uygulanan ve halen de rcalizc edilen bir talimat halinde canlılığını muhafaza etmektedir. Muhterem arkadaşlarım, Kosova'dan Türkiye'ye ilk resmî göçün İkinci Dünya Savaşı öncesin­ de gerçekleştiğine de dikkat etmemiz gerekir. 1938 yılında, Yugoslav ve Türk hükümetleri arasında, - 367 -