Untitled

advertisement
Din-Kültür ve
Çağdaşhk
2004 Yılı Kutlu Doğum Sempozyumu Tebliğ ve Müzakereleri
Yayın No: 378
Sempozyumlar ve Paneller Serisi: 38
©Bütün
1.
Hakları
Baskı, Mayıs
Türkiye Diyanet
Vakfı'na
aittir
2007, Ankara, 1.000 adet
ISBN 978-975-389-500-2
07.06.Y.0005.378
Redaksiyon : Dr. Mehmet BULUT
Kapak ve Iç Tasarım: TN Iletişim ·
Kufi Besmele: Hişam ei-Garavl
Uygulama: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları
Türkiye Diyanet Vakfı Yayın Kurulu'nun
18.04.2006/14-2
sayılı kararıyla
uygun
görülmüş
ve
Mütevelli Heyeti'nin 29.04.2006/1206-4
sayılı kararıyla basılmıştır.
Türkiye Diyanet Vakfı Yayın Matbaacılık ve Ticaret Işletmesi'nin dizgi,
fotomekanik, ofset ve cilt tesislerinde hazırlanıp basılmıştır.
TÜRKIYE DiYANET VAKFI
Yayın Matbaacılık ve Ticaret Işletmesi
OSTIM Örnek Sanayi Sitesi
1. Cadde 358. Sokak No: 11 06370 Yenimahalle 1 Ankara
Tel: 0312.354 91 31 (pbx) Faks: 354 91 32
e-posta: tdvyayin@diyanetvakfi.crg.tr
İslam Hukuku Bağlamında Din ve Gelişme
Prof. Dr. Hasan GÜLEÇ *
Gzeltme diyebiliriz. Bunu Islam diniyasaklamaz, aksine emreder.
elişmeye,
iyiye doğru değ~şme, ilerleme, problemleri çözme, ıslah etme, dü-
İslam kültür tarihi içinde gelişip değişme konusunda üç farklı eğilimin ortaya
çıktığı
görülür:
1. Hayatta hiçbir değişiklik yapmadan her şeyi olduğu gibi bırakmak; hiçbir yenilik yapmamak; yeni ortaya çıkan meseleleri halletmeden yüzüstü bırakmak. Bu
görüşe aşın tutuculuk denir.
2. Hiçbir kayda bağlı kalmadan, hiçbir kaideye uymadan her şeyi yeni olaylara
göre değiştirmek. Eski hükümleri hiç göz önünde tutmadan terk etmek. Buna da
aşırı reformculuk denir.
3. Kur'an ve sahih Sünnet'te belirlenen hükümleri koruyarak ve bunlara dayanarak yeni problemleri ictihat yoluyla çözüme kavuşturmak. İşte bu görüş ifrat ve
tefritten yani aşırılıklardan uzak orta bir yoldur.
Sosyal hayatta gelişme, değişme, yeniliklere ayak uydurma kaçınılmazdır. Yenilikleri takip etmeyen milletler hükümranlıklarını koruyamaz; siyasi, kültürel, teknolojik ve ekonomik esarete düşerler. Kur' an ve sahih Sünnet'le belirlenen hükümlerin doğruluğuna dair Müslüman toplumda icma; yani mutabakat (konsensüs)
vardır. Bunlara aykırı olarak öne sürülen şeyler Müslümanların maşeri vicdanı tarafından kabul görmez; zamanla unutulur gider. İctihat yoluyla yenilikler yapacak
müctehitler yetiştirmek Müslümanların en önemli görevleri arasındadır. Ancak
ehil olanların ictihad yapmaları gerekir. Genel kaide olarak Müslümanlar bir müc. tehidin ictihadına uymaya ve bunu uygulamaya zorlanmazlar. Müctehit, dini bilgileri ileri derecede öğrenmenin yanı sıra toplumu da çok iyi gözlemlemelidir. Zamanımızcia bilgiler çok çeşitlendiği, alanları çok genişlediğinden her bir ilim dalı ve
*Dokuz Eylül Üniversitesi ilahiyat Fakültesi.
106
1 Din - Kültür ve Çağdaşlık
alanı
için uzman müctehitlerin
yetişmesi,
toplanıp görüş alış-verişinde bulunmaları,
sonunda bunların bir şura medisinde
nihai karara varmaları daha uygun ola-
caktır.
Avrupa'da Rönesans'a yakın yıllarda din, tabii ki başta Katalik mezhebi, geliş­
meye engel olarak görülmüş, buna isyan başlamıştır. Sonunda ilmi gelişmeler, keşifler, icatlar olmuş ve Protestanlık doğmuştur. Katalik mezhebi, kiliseye ve kabuğuna çekilmek zorunda bırakılmıştır. Bundan sonra ilerlemek, gelişmek, kalkın­
mak isteyen nesiller dinin bunlara engel olduğu dogmasına inanmışlar ve bunu aşa­
ğı yukarı her dine uygulamışlardır. Bu arada İslam dini de aynı hücuma uğramış­
tır.
İslam'ın aslı incelendiğinde böyle bir mahkumiyete uğratılmış olmasının haksızlığı görülür. İslam, Katalik mezhebi ve kilise ile aynı kefeye konulamaz. İslam'da
"hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?" 1 prensibi vardır. Kur'an'da akıl yürütme~
yi, düşünmeyi, ibret almayı, gezip görmekten yararlanmayı emreden pek çok ayet
vardır. Ayrıca İslam'ın ilk emri "oku"dur. 2 Bu okumadan elde edilen bilgi insanlı­
ğın ve kainatın mahvına değil, yararına kullanılmalı, bu esnada yaratan Rab unutulmamalıdır. Müslüman, peşin hüküm vermekten sakınmalı, 3 sorup öğrenmeli­
dir.4 Bu arada insan idrakini aşan bilgi sahasını; yani gaybı da kavramalıdır. 5 Ayrı­
ca İslam' da "iki günü eşit olan aldanır" prensibi vardır. İslam' da vakti boşa harcamak israftır. Her konuda israf, kesin bir şekilde yasaklanmıştır. 6 Hz. Peygamber
şöyle buyurmuştur: "İki nimet vardır ki insanların çoğu bu konuda aldanmaktadır­
lar: Sağlık ve boş zaman." 7
Peki o halde Müslümanlar niçin geri kalmışlardır sorusu nasıl cevaplandırılma­
lıdır? Müslümanların geri kalış sebebi İslam dininin aslı değildir, Müslümanlardır.
İslam dini insanları geri bırakmış değil, insanlar dini geriletmişlerdir: Muhammed
İkbal'in dediği gibi "İslam'ın aslında hiçbir kusuru yoktur; kusur ve kabahat
Müslümanlardadır." Müslümanların telakkileri, düşünce şekilleri, bir devrin kültürü, örf ve adeti içine kendilerini hapsetmeleri, dışarıdaki gelişmelerden habersiz
oluşları, çalışmayışları, kendilerine aşırı güvenleri, ahlaki çöküntüler, tefrikalar, bü1 Zümer,
39/9.
2 Alak,96/l.
3 Nisa,
4/94; Hucurat, 49/6.
Enbiya, 21/7
5 Bakara, 2/33; En'am, 6/59; Araf, 7/188; Hud, 11/123; N ah!, 16/77; Kehf, 18/26; Meryem, 19/78; Furkan,
25/6; Nem!, 27/65; Lokman, 31/34; Sebe', 34/48; Fatır, 35/38; Yasin, 36/11; Hucurat, 49/18; Kalem,
68/47; Cin, 72/10, 26; Tekvir, 81/24.
6
En'am 6/141; Araf7/31; Furkan 25/67.
7
Buhari, Sahih, İstanbul1315, rikak, 1; Tirmizi, Sünen, Kahire 1356/1937, zühd, I; İbn Mace, Sünen,
Mısır I372/1952, zühd, IS; Darimi, Sünen, Dimeşk 1349, rikak, 2; Ahmed b. Hanbel, Müsned, Beyrut
I405/1985, ı, 258, 344.
4
Tebliğler ve Müzakereler
1 107
yük-küçük hiçbir şeyde anlaşamamak geri kalışlarının en belli başlı sebeplerindendir.
İslaın'a göre iman insan için en önemli gelişmedir. Ezeli, ebedi, sınırsız kudret
ve irade sahibi, adil, rahınan, rahiın, eşi, benzeri, dengi olmayan, sonradan yaratıl­
ınışlara benzeıneyen, doğınayan, doğurmayan bir tek Allah'a inanmak insanı yüceltir, geliştirir, maddi-ınanevi her alanda ilerletir.
İmandan sonra ibadetler ınü'ıninin hayatında yer alır. Temizlik, düzen, kişinin
acizliğinin ve yaratanın büyüklüğünün farkına varış, hayata bir ınana verme, sosyalleşıne, bencillikten kurtulma, yardımlaşma, dayanışma, gerçek dostlar ve kardeşler edinme, başkalarının problemleriyle ilgilenerek bunları çözmeye çalışma,
kendisi için istediği şeyi başkaları için de isteıne 8 ibadetler ve ahlak esasları içinde
yer alır.
Muaıneleler, insanların diğer insanlarla olan münasebetleri demektir. Günüınüzde insanın çevreyle ilişkileri de bunlara katılınaktadır. Muamelelerde dürüstlük, hakkaniyet, adalet, vefa, verilen sözü tutmak, akitlere ve ahidere riayet etmek,
kul hakkını üzerine geçirıneınek, kamu yararını (ınesa!ih-i amme) korumak, aldatınaınak, kandırınamak, işini sağlam yapmak, ahlaki esasları işine hakim kılmak, faizden ve-tefecilikten uzak durmak, iktisadi yönden sağlam bir zemine oturmak, sözü senet sayılmak, alan el değil de veren el 9 durumuna yükselınek esastır.
Müslümanın bilgisi, tecrübesi, serveti, şöhreti arttıkça; makamı yükseldikçe ahlakı da güzelleşıneli; alçakgönüllülük demek olan tevazuu elden hiç bırakınaınalı­
dır.
İnsan kendi hür iradesi ile inanarak Müslüman olur. İslaın'a girişte şahsa cebir
uygulanınaz. 10 Böyle bir davranış yasaktır. İslam vicdanları terbiye ederek onları
iyiliği sevmeye, yapınaya ve kötülükten uzak durmaya sevkeder. Bu davranış, kişi­
nin gönlünde manevi müeyyide (yaptırım) haline gelir. Gerçi toplulukların maddi
müeyyideye de ihtiyaçları vardır; ama manevi müeyyidenin hem alanı çok geniş
hem de etkisi çok fazladır. Buna dini literatürde "Allah korkusu" denir. Hikınetin
başı Allah korkusud ur. Allah'tan korkmayandan korkmak gerekir.
İslam'ın temel kayı1ağı kitap yani Kur'an-ı Kerim ile Sünnet'tir. Bunların naslarının sayısı bellidir ve sayılıdır. Halbuki meydana gelen yeni olayların sayısı bunlara göre pek çoktur. Acaba belirli sayıdaki nas ile çok sayıdaki mesele nasıl halledilecektir? Problemlere nasıl çözüm bulunacaktır? Buna şöyle cevap verilir:
Kitap ve Sünnet'in naslarına dayalı hükümler yanında bunlardan çok daha büyük yekun tutan ictihadi hükümler vardır. İctihat insan aklının ürünüdür ve zamania değişmesi tabiidir. "Hüküm veren kimse ictihat edip doğruyu bulursa iki se-
iman 7; Müslim, Sünen, Mısır 1374/1955, 71, 72.
Buhftri, vesaya 9, rikak ll, nafakat 2; Müslim, zekat 94-97, 106.
ıo Bakara, 2/256.
8 Buhari,
9
108
1 Din - Kültür ve Çağdaşlık
vap, yanılırsa bir sevap kazanır. "11 İctihatta yanılına payı olduğu için ictihadi hükümleri Kitap ve Sünnet'in nassı sanmak doğru değildir. İctihatla elde edilmiş hükümlerde daha hoşgörülü olmak gerekir. Ehliyetli kimseler tarafından yapılan ictihatlar değişik zaman ve zeminlerde meseleleri halletmek için çok önemli vasıtadır.
Böylece problemlere pratik çözümler bulunmuş olur.
Hayatın bir normal akışı vardır bir de anorİnallikler, fevkalade haller karşımıza
çıkar. Zaruretlerle karşı karşıya kalırız. Zamretler insan gücünün ve iradesinin üstüne çıkan şeylerdir. İşte İslam, bu gibi durumlarda haramları işlemeyi bile mubah
sayar. İnsanın hür yaşaması, serbest iradesiyle karar vermesi ideal bir düşünce olduğu halde kişi bazen hürriyetini kaybeder, serbest iradesini kullanamaz duruma
düşer. Genellikle normal bir yaşayış içinde aç ve susuz kalmaz. Ama darda kaldığı,
açlık ve susuzluk yüzünden ölümle yüz yüze geldiği de olur. Kişi dinine ve inancı­
na göre bir hayat sürdüğü takdirde daha mutlu ve huzurlu olur. Çeşitli vasıta ve
baskılarla inancına müdahale edildiği, ibadetine karışıldığı zaman iç huzurunu kaybeder. Çok zorda, darda, zaruri durumda kalabilir.
Bir Müslüman kendi h ür iradesiyle dinden çıkacak bir sözü asla söyleınez. Ancak zaruret halinde, tehdit ve baskı altında inkarı gerektirecek bir sözü söylemek caizdir. Bu hükme şu ayete dayanılarak varılmıştır: "Gönlü iman dolu olduğu halde,
zor altında kalanın dışında, inandıktan sonra Allah'ı inkar eden, gönlünü inkara
açanZara Allah katında bir gazap vardır; büyük azap da onlar içindir. "12
Anlatıldığına
göre bu ayetin iniş sebebi şu olaydır:
ilk Müslümanlardan Ammar'ı (ö.34/657), babasını, annesini ve diğer bazı Müslümanları yakalamışlar, işkence ederek inkara zorlaınışlardı.
Bu sırada annesi ile babasını da şehit etmişlerdi. Aınmar sadece dili ile Allah' ı inkar
ettiğini söylemek, putları övmek, Hz. Peygamber hakkında kötü sözler söylemek
zorunda kalmıştı. Ellerinden kurtulunca çok üzgün bir durumda ağlayarak Hz.
Peygamber' e geldi ve olanları anlattı. Göz yaşlarını silen Hz. Peygamber ona sordu:
- O esnada gönlünü nasıl buldun?
Kureyşli müşrikler
- İmanla dopdolu!
- Tekrar sana işkence ederlerse onlara yine aynı şeyleri söyle. 13
İslam'da kolaylık prensibi esastır. Dirıde gücün üstünde teklifın, yükün bulunmayışı temel prensiplerden biridir. İlahi teklifler kulların gücü kadar hatta ondan
da aşağıdadır. Bunlar insan gücünü zorlamaz; insana güç gelmez. Allah'ın mükellef kullara bahşettiği kudret ve takat, yaptığı tekliflerden daha geniştir. Bu sayede
onlara görevlerini yaptıktan sonı:a dintenecek ve teklifsiz olarak gönüllü hayırlar
i'tisarn 20, 2ı; Müslirn, akdiye ı5; Ebu Diivud, Sünen, Hurnus 1388/ı969, akdiye 2; Nesai, alı­
karn 2, kudiit 3; İbn Mace, alıkarn 3; A. b. Hanbel, Müsned IV, ı 98, 204, 205
12 N ah!, ı6/106.
13
Kurtubi, el-Cami' li Ahkanıi'l-Kur'an, Kahire, 1320/195 ı, I, 80; Falıru' d-Din er- Razi, Mefatihu'l-Gayb,
Beyrut ı4ı0/1990, XX, ı23; İbn Kesir, Tefsir, Beyrut 1388/1969, Il, 587-8.
11
Bulıiiri,
Tebliğler
ve MÜZakereler
1109
yapınaya
yarayacak kudretler de kalabilecektir.
Teklif, mükellefin gücüyle orantılıdır. Bütün bunlar "Allah kişiye ancak gücünün yeteceği kadar yük yükler"14 ayetİ ile düzenlenmiştir.
Hükümler konurken gerek zaman gerekse hüküm içerisinde tedrice yani yavaş
yavaş alıştırmaya riayet edilmiştir. içkinin haram kılınışı bunun en açık örneğidir.
Bütün emir ve yasaklar tek düze olmayıp kadeınelidir. Teklifi hükümler vacip
yani farz, mendub, mubah, haram ve mekruh kısımlarına ayrılır. istenilen şeylerin
hepsine aynı ölçüde riayet etmek ya da terki istenenierin hepsinden aynı oranda
uzak durmak bunların kuvvet derecelerine göre olur. 15
Muamelatla ilgili hükümlerin pek çoğunda nasların ifadesi genel ve esnektir:
Akidlerde rıza, 16 ceza alanında suçun ve cezanın şahsi oluşu,I7 idarede şılra 18 bunlardan birkaç örnektir.I 9
Bunları biraz açıklamak gerekirse şunları söylemek uygun olur:
Rıza, gönülde olan manevi bir şeydir. Bu, icap ve kabul ile dışa aksetmelidir.
Manevi olan, görülmeyen, meydana çıkmayan bir şey hakkında hüküm vermek çok
zordur, hatta imkansızdır. Bunun için bir hadise dayanılarak20 "biz görünürdeki
şeylere göre hüküm veririz; gizli şeyleri en iyi tarzda Allah bilir" kaidesi pek meşhur­
dur. İslam hukukunda ispat vasıtası olarak sadece objektif deliller kullanılır.
Danışma demek olan şura, topluluk hayatında çok önemlidir. Günümüzde buna demokrasi, halk oyu, milli irade denmektedir. Danışmayan, sadece kendi akıl,
karar ve işlerini beğenenler ancak diktatörlerdir. Diktatörlükte çoğu zaman zulüm,
işkence, haksızlık, başkalarını hor ve hakir görme vardır. Danışılan kimse giivenilir, dindar, müttaki, akıllı ve tecrübeli olmalıdır. Damşam da sevmelidir. Doğru bildiği şeyi söylemelidir.
Suç ve cezanın şahsi olması adaletin ve hakkaniyetİn gereğidir. Suçu işleyen bizzat ceza görmeli, en yakınları dahi -eğer suça karışmamışlarsa- bu suçtan dolayı
sorgulanmamalı ve cezaya çarptırılmamalıdırlar. Her koyun kendi hacağından ası­
lır. Kan davalarında ve terörist faaliyetlerde bu prensipten uzaklaşıldığını görmekteyiz. Suç ve cezanın şahsi oluşu, hukuk sisteminin gelişerek olgunluğa eriştiğinin
bir göstergesidir; doğru hukuk mantığıdır. Suçlunun yerine bir başkasını cezalandırınak, iradesini suç işlemeye harcamayan, suça karışmayan insana acı çektirınek
demek olur ki bunun makul hiçbir yönü yoktur.
İyilik ve iyilikteki gelişmenin İslam terminolojisindeki adımaruftur. Ama İslam
2/286; Yazır, M.H.Eimalılı, Tefsir, İstanbul 1968, II, 997-8.
Muhammed Ebu Zehra, Usulü'l-fıkh, Kahire, Daru'l-fıkri'l-Arabi, ty. s. 22-39.
16 Nisa, 4/29.
17 En'am, 6/164; İsra, 17/15; Zümer, 39/7; Necm, 53/38.
1s Alü İmnln, 3/159; Ş tml, 42/38.
19 Karaman, Hayreddin, Mukayeseli İslam Hukuku, İstanbul, İrfan, 1974, I, 30.
20 Müslim, akdiye 4; Ebu Davüd, akdiye 7; İbn Mace, alıkarn S; Malik b. Enes, Muvatta', Kahire
1370/1951, akdiye 1.
14 Bakara,
15
11 O 1 Din - Kü~ür ve Çağdaşlık
kötü gelişmelere geçit vermez. Buna da münker denir. Müslüman için iyiliği yani
marufu emretmek, kötülüğü yani münkeri de yasaklamak farzdır. 21 Ayrıca Hz. Peygamber'in buyruğunca "bir kötülük görülünce eğer güç yetirilebiliyorsa bu el ile en-
gellenmeli; yapılamıyorsa dil ile kötü olduğu söylenmeli; buna da güç yetmiyorsa
kalben o şey sevilmemelidir. Bu sonuncusu imanın en zayıf derecesi sayılır. ''2 2
Teşri tarihi içinde de birtakım hükümlerin geliştirilerek değiştirildiklerini görmekteyiz. Sahabi İbn Mes'ud (32/653) şöyle anlatıyor: Habeşistan'dan döndüğüın­
de Hz. Peygamber' i namaz kılarken buldum ve selam verdim, fakat selamımı almadı. Ona ne kadar yakındım, ne kadar uzaklaşmışım diye beni bir telaş aldı. Namazı bitirince şöyle buyurdu: "Ey İbn Mes'ud; Allah teala verdiği hükümden dilediği
şeyi değiştirir; değiştirerek
yeni
koyduğu şeylerden
birisi de namaz
kıZarken konuş­
mamaktır. ''2 3
Gelişmeler ve değişmeler ehliyetli kimselerce yapılmalıdır. Gelişi güzel değiştir­
me yapmak isteyenler kendi acemi ce eğitim atışları için Müslümanlığı hedef tahtası haline getirmemelidirler.
Gelişme konusunda, "hikmet müminin kaybıdır; nerede bulursa onu almalı­
dır"24 hadisini Müslümanlar düstur edinmelidirler. Hikmet, bilgi; ilimle arnelin
birleşmesinden doğan yüksek haslet demektir. İmam Gazali ise hikmeti şöyle tarif
eder: "Bilgilerin en iyisi ile varlıkların en iyisini bilmektir".
Alü İ m ran, 3/l 04, ll O, ll4.
iman 78; Tirmizi, fiten ll; N esai, Sünen, Mısır, 1348/1930, iman 7; A.b. Hanbel, Müsned, II,
20, 49.
23 Buhari, tevhid 18; Ebu Davud, salat 166; N esai; sehv 20, küsUf16; A.b.Hanbel, Müsned, I, 377,409,415,
435,463.
24 Tirmizi, ilim 19; İbn Mace, zühd 15.
21
22 Müslim,
Download