Mülteci Ak›nlar› ve AB’nin Dayan›flmac› Ruhu Aynur LAHİ* “Ümit ediyorum ki Schengen Anlaşmasında yapılacak revizyon daha fazla duvar ve kapıları değil, daha fazla işbirliğini getirecektir.” Tonio Borg (Malta Başbakan Yardımcısı) 9 Mayıs, AB’ye olan ilginin gittikçe azalmasıyla bağlantılı olarak Türkiye’de pek önem taşımasa da AB tarihi açısından önemli bir gündür. Bu tarihte Robert Schuman ve Jean Monnet’nin girişimiyle Avrupa’nın birlik ve bütünlük içindeki geleceğinin ilk adımı kabul edilebilecek Avrupa Kömür ve Çelik Teşkilatı’nın kurulması kararlaştırılmıştır. Ekonomik bir temel üzerine birlik oluştur- maya çalışılsa da AB’nin kurucu babaları siyasi bir birlik, ‘Avrupa Birleşik Devletleri’ni düşlemişlerdir. Avrupa’nın birliği yönünde önemli adımlar atılmıştır ancak 2009 yılından itibaren AB esasen ciddi bir hayatta kalma mücadelesi vermekte, elde edilen kazanımlar bir bir kaybedilmektedir. Öncelikle ABD’de başlayıp Avrupa’ya yayılan ekonomik kriz, ortak para birimi avroya önemli bir darbe vurmuş, AB’nin en önemli birlik alanı olan ekonomi – ortak Pazarı sorgulanır hale gelmiştir. Yunanistan, İrlanda, Portekiz, İspanya ve hatta İtalya’nın da krizden olumsuz etkilenmesi ve desteğe ihtiyaç duyması, finansör ülkelerin ‘işbirliği duygularını’ pek etkilememiştir. Zor durumdaki ülkeler tembellikle suçlanırken, milliyetçi söylemler üye ülkeler ve AB kurumları arasındaki ilişkile- * 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü Avrupa Birliği Araştırmaları Merkezi, Araştırmacı, aynur.lahi@gmail.com [6] 21. YÜZYIL Haziran ’11 • Sayı: 30 Mülteci Ak›nlar› ve AB’nin Dayan›flmac› Ruhu rin gerilmesine neden olmuştur. Bu arada Ortadoğu’daki isyanlar karşısında AB’nin pasif tutumu, Libya’ya yönelik düzenlenecek operasyonda bütünleşmenin motor ülkeleri Fransa ve Almanya’nın karşı karşıya gelmesi, AB’nin Ortak Dış ve Güvenlik Politikası sütununun da çatırdadığını göstermiştir. Kriz bölgesinden kaçmakta olan mültecilerin AB üyesi ülkelere akın etmesi ile başlayan kriz ise Özgürlük, Güvenlik ve Adalet alanlarında da tehlike çanlarının çaldığını göstermektedir. Schengen Alanı AET’nin kuruluşunun temelinde malların, kişilerin, sermayenin ve hizmetlerin serbest dolaşımını öngören ‘dört özgürlük’ ile ortak pazarın inşası yer almaktadır. Avrupalı kimliğinin oluşması ve vatandaşların çoğu zaman sadece ‘bürokratik bir dev’ olarak gördükleri AB’yi benimsemeleri, Avrupa topraklarında serbestçe dolaşmalarını sağlamaktan geçecekti. Bu düşünceden hareketle 14 Haziran 1985’te Fransa, Batı Almanya ve Belçika, Hollanda ile Lüksemburg’tan oluşan Benelüks ülkeleri Schengen Anlaşmasını imzalayarak bu konuda ilk adımı atmışlardır. Lüksemburg’un Schengen kasabasında imzalanmasından dolayı bu ismi alan anlaşma 1990’da imzalanan ‘Schengen Anlaşmasını Uygulama Konvansiyonu’ ile tamamlanarak 1995 yılında yürürlüğe girmiştir. Ortak sınırlarda kişilere uygulanan kontrollerin aşamalı olarak kaldırılmasını ve dış sınırlardaki kontrollerin düzenlenmesini amaçlayan Schengen bölgesine bugün İngiltere ve İrlanda hariç tüm AB üyesi ülkeler;1 ayrıca Norveç, İsveç, İzlanda ve Liechtenstein dâhildir. İç sınır kontrollerinin kaldırılması, dış sınırlarda güvenlik önlemlerinin alınması, üye ülkelerin vize politikalarının uyumlulaştırılması gibi konuları kapsayan Schengen Anlaşması, 1997 yılında imzalanan Amsterdam Anlaşması’yla Topluluk Hukukuna dâhil edilmiştir.2 AB’nin İşleyişine İlişkin Anlaşma’nın3 Özgürlük, Güvenlik ve Adalet başlığının, Sınır Kontrolleri, Sığınmacılık ve Göç bölümünde Schengen kuralları yer almaktadır. Fransa – İtalya Krizinin Gölgesindeki Mülteci Krizi Ocak ayında Tunus ile başlayan isyan dalgası kısa sürede diğer bölge ülkelerine de yansımıştır. Gündemi ekonomik kriz ve kurtarma paketleri ile meşgul olan AB yaşanan olaylar karşısında pasif bir tutum takınmakla suçlanmıştır. Fakat bölgeden gelen mülteci akınlarının başta İtalya olmak üzere Akdeniz’e kıyısı olan AB üyesi ülkelere yönelmesiyle konu bir anda Schengen Anlaşmasının revize edilmesine kadar gelmiştir. Olaylar İtalya’nın 5 Nisan’dan itibaren Tunus’tan gelen mültecilere geçici oturma belgeleri vermesiyle tırmanmaya başlamıştır. Lampedusa adasına gelen 25 bin civarında mülteci ile baş edemeyeceğini açıklayan İtalya, AB’den mali yardım talebinde bulunmuştur. İtalya’nın gelen mültecileri üye ülkeler arasında paylaştırılması isteği başta Fransa ve Almanya olmak üzere üye ülkelerde olumlu bir karşılık bulmamıştır. İtalyan İçişleri Bakanı Maroni, üye ülkeleri dayanışmadan uzak tavırlarından dolayı eleştirirken, İtalya’nın bu şartlarda AB ile yollarını ayırmayı dahi düşünebileceğini belirtmiştir.4 Gerekli desteği göremeyen İtalya mültecilere diğer Schengen üyesi ülkelerde 6 ay serbest dolaşım imkânı sağlayan geçici oturma izin belgeleri düzenleyerek AB’ye baskı uygulamaya çalışmıştır. Fakat Fransa’nın buna tepkisi ‘kamu düzeni ve güvenlik’ gerekçeleriyle İtalya sınırında tekrar gümrük kontrolleri başlatmak olmuştur. Almanya, Avusturya ve Hollanda da İtalya’yı ‘Schengen’i ihlal etmekle’ suçlamışlar ve gerekli görüldüğü takdirde sınır kontrollerini başlatacaklarını ifade etmişlerdir. İlginç olan tarafların birbirlerini suçladıkları ‘dayanışmadan uzak tutumların’ tamamen zıt gerekçelere dayandırılmasıdır. Halbuki AB’nin İşleyişine İlişkin Anlaşma’nın 80. maddesi bu konuya açıklık getirmektedir. Bu maddeye göre, Birliğin Sınır Kontrolleri, Sığınmacılık ve Göç bölümü altındaki politikaları ve uygulamaları üye devletler arasında dayanışma ve sorumluluğun adil paylaşımı ilkeleri ile onun mali yansımaları çerçevesinHaziran ’11 • Sayı: 30 21. YÜZYIL [7] Aynur Lahi de yürütülür. Aynı maddede orantılılık ilkesine de vurgu yapılmıştır.5 Bu açıdan bakıldığında her iki ülkenin de dayanışma talep etmelerine rağmen, orantılılık ilkesine aykırı tutumlar sergiledikleri söylenebilir. İçişlerinden sorumlu Komisyon üyesi Malmström’ün de belirttiği gibi, gelen mülteci sayısı ne İtalya’nın tek başına başedemeyeceği boyutlardadır ne de Fransa’nın sınır kontrolleri için kamu güvenliğine tehdit gerekçesini öne sürmesini haklı çıkarmaktadır. Bu açıdan Fransa ile İtalya’nın tutumları iç politik kaygılar ve AB’de hüküm süren ekonomik kriz ve bundan dolayı AB düzleminde artan milliyetçi/ırkçı tepkiler ile açıklanabilir. Mülteci krizi, AB üyesi ülkelerin domino etkisiyle iflas bayrağını çektiği, işsizliğin zirve yaptığı ve yabancı düşmanlığının partilerin popülist söylemlerinin vazgeçilmez unsuru olduğu bir dönemde yaşanmaktadır. 1990’lardan bu yana AB’ye gerek Balkanlardan gerekse de dünyanın diğer kriz bölgelerinden yasal olmayan yollardan göçmenler akın etmektedir. Avrupa Konseyi’nin verilerine bakıldığında sadece 2009 yılında 61 milyon üçüncü ülke vatandaşı vizesiz olarak AB’ye giriş yapmıştır.6 Bu açıdan 25 bin Tunuslu mültecinin bir güvenlik tehdidi oluşturduğunu söylemek abartı olacaktır. Üye ülkelerdeki iç politik gelişmeler sağcı partilerin yükselişte olduğunu göstermektedir. Berlusconi hükümetinin koalisyon ortağı Kuzey Ligi’nin göçmen karşıtı politikaları ve söylemleri, Sarkozy’nin ise 1 yıl öncesinde Romanları sınır dışı etme konusunda gösterdiği isteklilik ve 2012’de yapılacak cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde ırkçı Ulusal Cephe adayı Marine Le Pen’in anketlerde öne çıkmasının verdiği rahatsızlık olayların neden bu boyutlara vardığını anlamak açısından önemli göstergelerdir. ikilisi geçici sınır kontrollerinin getirilmesine ilişkin görüşlerini Komisyon Başkanı Barrosso’ya iletmiştir. Mülteci akınlarından en çok etkilenen Yunanistan ve Malta bu önerilere sıcak bakarken Almanya ve Hollanda seyahat özgürlüğünün kısıtlanmaması şartıyla Schengen’de kimi düzenlemeler yapılabileceğini ifade etmişlerdir.7 Bunun üzerine Komisyon’un 4 Mayıs’ta yayınladığı ‘Göçe ilişkin Bildirim’de8 vize politikası, göç, sınır kontrolleri, Schengen yönetimi ile ilgili öneriler getirilmiş ve bunların AB gündemine alınmasına ilişkin bir takvim ortaya koyulmuştur. Komisyon, 24 Mayıs’ta geniş kapsamlı bir paket açıklayacağını, nihai kararın ise Haziran ayında yapılacak AB Zirvesi’nde verileceğini belirtmiştir. Bu süreçte Danimarka’nın da sınırlarda kontrollere başlaması ‘istisnai durumlar’ ve ‘kamu güvenliği ve sağlığı’ gibi kavramların içinin doldurulmasının önemine işaret etmektedir. Aksi takdirde üye ülkeler arasında yaşanacak uygulama farklılıkları AB’nin temel simgelerinden Schengen’e darbe vuracaktır. Bir yandan avro diğer yandan Schengen’de yaşanacak başarısızlıklar ise 60 yıl önce Schuman ile Monnet’nin hayalini kurduğu Avrupa’yı çok farklı bir geleceğe savuracaktır. 21. YÜZYIL 1 Bulgaristan, Romanya ve G.Kıbrıs da henüz Schengen bölgesine dâhil değildir. İngiltere ve İrlanda ise Schengen Bilgi Sistemi ve uyuşturucu kaçakçılığı gibi konularda Schengen bölgesi ülkelerle işbirliği gerçekleştirmektedir. 2 Özge Aynagöz Çakmak; ‘Schengen Anlaşması ve Avrupa Birliği Çerçevesine Dahil Edilmesi’, 3 ‘Consolidated Version of the Treaty on the Functioning of the European Union’, http://eur-lex.europa.eu/LexUriServ/LexUriServ.do?uri=OJ:C:2010:083:0047:0200:EN:PDF 4 ‘A Race Against Solidarity – The Schengen Regime and the Franco-İtalian Affair’, CEPS, Nisan 2011 5 Bu maddenin uygulanması ile ilgili ayrıntılı bilgi için bkz: European Parliament, DG for Internal Policies, ‘The Implementation of Article 80 TFEU’, Nisan 2011, http://www.europarl.europa.eu/activities/committees/studies/download.do?language=en&file=35591 Schengen’de Revizyon Ortak para birimi avronun ardından AB’nin en önemli kazanımlarından biri olan Schengen’de revizyona gitme isteği Fransa ile İtalya’yı tekrar ortak bir zeminde buluşturmuştur. 26 Nisan’da Berlusconi-Sarkozy [8] 21. YÜZYIL Haziran ’11 • Sayı: 30 6 ‘A Race Against Solidarity..’ age. s.14 7 ‘Schengen: What will become of free circulation’, http://europarliament.touteleurope.eu/understanding/parliament-s-main-dossiers/schengen-what-will-become-offree-circulation.html 8 ‘Communication 04.05.2011 on Migration’, COM(2011) 248,