tc ankara üniversitesi sosyal bilimler enstitüsü uluslararası ilişkiler

advertisement
http://acikarsiv.ankara.edu.tr/fulltext/2073.pdf
T.C.
ANKARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
ULUSLARARASI İLİŞKİLER ANABİLİM DALI
ULUSLARARASI TERÖRİZME KARŞI DEVLETLERİN ÜLKELERİ
DIŞINDA MÜNFERİDEN KUVVETE BAŞVURMA YETKİSİ
Doktora Tezi
Fatma Taşdemir
Ankara- 2005
T.C.
ANKARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
ULUSLARARASI İLİŞKİLER ANABİLİM DALI
ULUSLARARASI TERÖRİZME KARŞI DEVLETLERİN ÜLKELERİ
DIŞINDA MÜNFERİDEN KUVVETE BAŞVURMA YETKİSİ
Doktora Tezi
Fatma Taşdemir
Tez Danışmanı
Prof. Dr. Sertaç H. Başeren
Ankara- 2005
2
T.C.
ANKARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
ULUSLARARASI İLİŞKİLER ANABİLİM DALI
ULUSLARARASI TERÖRİZME KARŞI DEVLETLERİN ÜLKELERİ
DIŞINDA MÜNFERİDEN KUVVETE BAŞVURMA YETKİSİ
Doktora Tezi
Tez Danışmanı: Prof. Dr. Sertaç H. Başeren
Tez Jürisi Üyeleri
Adı ve Soyadı
İmzası
Prof Dr Ayşe Füsun ARSAVA
Prof Dr Serap AKİPEK
Prof Dr Sertaç Hami BAŞEREN (Danışman)
Doç Dr Canan ATEŞ EKŞİ
Yrd Doç Dr Funda KESKİN
Tez Sınav Tarihi: 2 Mart 2005
3
İÇİNDEKİLER
İÇİNDEKİLER………………………………………………………….………………………....i
ÖNSÖZ…………………………………………………………………….…………..................ix
KISALTMALAR…………………………………………………………….……………………x
GİRİŞ…………………………………………………………………………….……..................1
BİRİNCİ BÖLÜM
ULUSLARARASI HUKUK VE ULUSLARARASI TERÖRİZM
I. TERÖRİZMİN TANIMLANMASI SORUNU, KARAKTERİSTİK UNSURLARI VE
TERÖRİZM TÜRLERİ……………………………………………….…………………………10
A. Terörizmin Tanımlama Sorunu……………..…………………….…….…………..……..10
B. Terörizmin Genel Kabul Görmüş Bir Tanımının Yapılamamasının Siyasal ve Hukuksal
Nedenleri: Selfdeterminasyon Hakkı ve Ulusal Kurtuluş Hareketleri……….………………….12
C. Terörizmin İşlevsel Tanımları………………………………………….......……………...25
D. Terörizmin Karakteristik Unsurları ve Diğer Şiddet Eylemleri……....……….….……….31
E. Terörizmin Türleri……………..…………...…………………………………….………..37
1. Ülke İçi Terörizm……...…………………………………………………………..….…38
2. Devlet Terörizmi…………………......……………………………………………….....38
3. Uluslarötesi Terörizm…..……………………………………………………………….39
4. Terörizmin Uluslararasılaşmasının Nedenleri……….…...……………………..…........41
5. Uluslararası Terörizm…..…………………………..…………………..……….………49
II. ULUSLARARASI TERÖRİZME DEVLETLERİN KARIŞMA DÜZEYLERİ……….……50
i
A. Devletin Terörizme Sponsor Olması……………………………………………………....52
B. Devletin Terörizme Destekte Bulunması……….………………...………………………59
1. İdeolojik Destek…………………….…………………………….……………………..59
2. Mali Destek………………………….……………………….…………………………60
3. Askeri Destek………………………….………………………….……………………..61
4. Operasyonel Destek………………………………………………….………………….61
C. Devletin Terörist Faaliyetlere Tolerans Göstermesi…..………………………………….62
D. Devletin Terörist Faaliyetlerle Mücadele Etme Konusunda Yetersiz Kalması…….….....63
İKİNCİ BÖLÜM
ULUSLARARASI TERÖRİZMLE MÜCADELEDE ULUSLARARASI HUKUK
YAKLAŞIMLARI………………………………………………………………………….……65
I. Hukuk Kurallarının Uygulanmasına Dayalı Yaklaşım………………………………………...68
A. Lockerbie Olayı……............................................................................................................73
B. Hukuk Kurallarının Uygulanmasına Dayalı Yaklaşım ve Devletlerin Ülke Dışında Kuvvet
Kullanması.....................................................................................................................................77
II. Silahlı Çatışmalar Hukuku (Uluslararası İnsani Hukuk )Yaklaşımı………………….……....80
A. Uluslararası Olmayan Silahlı Çatışmalar ve Terörizm…………...………………….…...81
B. Uluslararası Nitelikteki Silahlı Çatışmalar ve Terörizm………………………….………84
C. Ulusal Kurtuluş Savaşlarının İnsani Hukuka Etkisi……………………….………….…..89
D. Devletlerin Uluslararası İnsani Hukuku Uygulama İsteksizliği..………………...………94
ii
E. 11 Eylül Sonrası Uluslararası Silahlı Çatışmalar Hukuku (Jus In Bello)
Yaklaşımı..................................................................................................................................98
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
ULUSLARARASI TERÖRİZME KARŞI KUVVET KULLANMA VE
ULUSLARARASI HUKUK
I. KUVVETE KULLANMAYA İLİŞKİN ULUSLARARASI HUKUK KURALLARININ
TARİHİ GELİŞİMİ………..…………………………………………………………………...103
II.
BİRLEŞMİŞ
MİLLETLER
ANDLAŞMASI
ÇERÇEVESİNDE
KUVVET
KULLANMA……..……………………………………………………………………………108
A. Genel Olarak BM Andlaşması’nın Kuvvet Kullanmaya İlişkin Sistemi…………….…108
B. BM Andlaşması’nda Öngörülen Kuvvet Kullanma Yasağının Normatif Statüsü………112
C. BM Andlaşmasında Öngörülen Kuvvet Kullanma Sistemine İlişkin Sorunlar…………114
D. BM Andlaşması Md. 2/4’teki Kuvvet Kullanma Yasağı ve Uluslararası Terörizm……120
III. TERÖRİZME KARŞI KUVVET KULLANMA VE ULUSLARARASI HUKUK
NORMLARININ ESNEKLEŞTİRİLMESİ…………………………………………………...123
A. Terörizme Karşı Kuvvet Kullanma Çerçevesinde Md. 2/4’ü Tahdit Eden Yaklaşım.....123
B. BM Andlaşması’nda Öngörülmeyen Sınırlı Bir İstisna Lehine Argümanlar……….....127
1. Zararla Karşılık………………………………………………………………………...127
a. Terörizme Karşı Silahlı Zararla Karşılık……………………………………………129
b. Devlet Uygulamaları………………………………………………………………...133
i. ABD’nin 1986’da Libya’ya Yönelik Saldırısı….………………………………….133
aa. Olay………………………………………….…………………………………133
bb. ABD’nin ve Libya’nın İddiaları…………….………………………………...133
iii
cc. Diğer Devletlerin Görüşleri………………….…………………………………135
dd. Yazarların Görüşleri………………………….………………………………..136
ii. İsrail’in 1985’te Tunus’ta Bulunan FKÖ Karargahına Yönelik Hava Saldırısı.…138
aa. Olay…………………………………………………………………………...138
bb. İsrail’in ve Tunus’un Görüşleri……………………………………………...139
cc. Uluslararası Toplumun Tepkisi……………………………………………….140
2. Deniz Haydutluğu Benzetmesi……………………………………………...……........141
IV. BM KOLEKTİF GÜVENLİK SİSTEMİ VE TERÖRİZM…………………….……...…142
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
BM ANDLAŞMASI’NIN 51. MADDESİ ÇERÇEVESİNDE MEŞRU MÜDAFAA HAKKI VE
ULUSLARARASI TERÖRİZM
I. MADDE 51. ÇERÇEVESİNDE MEŞRU MÜDAFAA HAKKI VE
ULUSLARARASI
TERÖRİZM…………………………………………………………………………………….147
II. TERÖRİZME KARŞI KUVVET KULLANMANIN MD. 51 ÇERÇEVESİNDE MEŞRU
MÜDAFAA HAKKININ KOŞULLARI BAKIMINDAN DEĞERLENDİRİLMESİ………...150
A.
Devlet
Destekli
Terörizmin
“Silahlı
Saldırı”
Kavramı
Çerçevesinde
Değerlendirilmesi…………………………………………………………………………….…150
1. BM Genel Kurul Kararları…………………………………………………………..…152
2. 1986 Nicaragua v. United States Davası ve Uluslararası Adalet Divanı’nın
“Ölçü ve
Etki” Testi…………………………………………………………………………………....…157
B. Md. 51 Çerçevesinde Silahlı Saldırı Koşulu ve Devlet Dışı Aktörlerin Gerçekleştirdiği
Eylemler………………………………………………………………………...…………....…162
iv
C. 11 Eylül 2001 Tarihinde Amerika Birleşik Devletlerin’de Meydana Gelen Terörist
Saldırılar ve Afganistan’a Yönelik Müdahale………..………………………………………...164
1. 11 Eylül
Saldırıları ve Amerika Birleşik Devletleri’nin Sonsuz Özgürlük
Harekatı…………………………………………………………………………………………164
2. 11 Eylül 2001 Terörist Saldırıların BM Andlaşması Md. 51 Çerçevesinde “Silahlı
Saldırı” Şartı Bakımından Değerlendirilmesi…………………………..……………………...169
a. BM Güvenlik Konseyi’nin 11 Eylül Terörist Saldırılarını “Silahlı Saldır” Olarak
Kabul Edip Etmediği………………………………………….……………………………......169
b. Uluslararası Toplumun 11 Eylül Saldırılarına ve Sonsuz Özgürlük Operasyonuna
Yönelik Tepkileri…….…………………………………………………………………………177
3. 11 Eylül Saldırılarının
Md. 51 Çerçevesinde “Silahlı Saldırı” Kavramının
Yorumlanması Üzerinde Doğurduğu Etkiler……….…………………………………………179
a. Md. 51 ve Ağırlık Koşulu……………………………………………...……………179
b. Md. 51 ve Devlet Dışı Aktörlerin Eylemleri……………………………..…………183
i. Devlet Dışı Aktörler Tarafından Gerçekleştirilen Silahlı Saldırıların Devlete İzafe
Edilmesinin Gerekip Gerekmediği……………………………………………………………..183
ii. Terörist Eylemler Nedeniyle
Devletlerin Sorumluluğunun
Doğması Hakkında
Kabul Edilen Ölçütler…………………………………………….…………………………….187
iii. Etkin Denetim Testinden Barındırma Doktrinine Geçiş….……………………...193
c. Md. 51 ve “Silahlı” Kuvvet Kullanma………………..……………………..………198
d. Md. 51 ve Silahlı Saldırının Mağduru……………………….……………………..199
i. Devletin Kendisine Yönelik Silahlı Saldırılar………………….………………...200
aa. Doktrinde İleri Sürülen Görüşler…….……………………...………………….200
bb.Uygulamada Durum: ABD’nin 1998
Afganistan ve Sudan’a Yönelik
Saldırıları……………………………………………………………………………………….202
v
ii. Md. 51 ve Dışardaki Vatandaşlara Yönelik Terörist Saldırılar………………..…205
aa. Doktrinde İleri Sürülen Görüşler ………………………………………………205
bb.
Uygulama:
ABD’nin
Irak
İstihbarat
Merkezine
1993
Yılındaki
Saldırısı…………………………………………………………………………………..……..208
e. 11 Eylül: Meşru Müdafaa Hukukun Sınırlı Berraklaşması……………………………..211
D. Terörizme Karşı Kuvvet Kullanma ve Meşru Müdafaa Hakkının Diğer Koşulları:
Gereklilik, Aciliyet ve Orantılılık Koşulları…………………………….……………………..214
1. Terörizm, Gereklilik ve Aciliyet İlkeleri……………...………………………………216
2. Terörizm ve Orantılılık İlkesi…………………………………………………………219
E. Terörizme Karşı Kollektif Meşru Müdafaa Hakkı…………………………………….…223
BEŞİNCİ BÖLÜM
SİLAHLI SALDIRI SEVİYESİNE ULAŞMAYAN TERÖRİST SALDIRILAR KARŞISINDA
KUVVET KULLANILMASINI İÇEREN KARŞI TEDBİRLERE VE ÖNLEYİCİ MEŞRU
MÜDAFAA HAKKINA BAŞVURMA SORUNU…………………………………………...225
I. KUVVET KULLANILMASINI İÇEREN KARŞI TEDBİRLER…….……………………..226
A. Sıcak Takip Hakkı………………………………..……………………………………....228
B. Zorunluluk Hali Doktrini………………………………………………..……………….229
C. Md. 51 ve Kuvvet Kullanılmasını İçeren Karşı Tedbirler………………………...…….233
1. Bir Başka Ülkedeki Terör Üslerine Karşı Kuvvet Kullanma………………….………233
a. Bir Başka Ülkedeki Terör Üslerine Karşı Kuvvet Kullanma Meselesi Üzerine Genel
Bir Değerlendirme………………….………………………………………………………….233
b. Devlet Uygulamaları………………………………………………………………...235
vi
2. Md. 51 ve Şüpheli Teröristlerin Zorla Ele Geçirilmesi ve Öldürülmeleri…..…………241
a. Şüpheli Teröristlerin Zorla Ele Geçirilmesi……………..…………………………..241
b. Bir Başka Ülkede Teröristlere Karşı Suikast Düzenlenmesi…….…………………244
II. TERÖRİZM, KİTLE İMHA SİLAHLARI VE ÖNLEYİCİ MEŞRU MÜDAFAA……..…246
A. Md.51 ve Örf ve Adet Hukukunda Önleyici Meşru Müdafaa Hakkı………………....…247
1. Doktrinde İleri Sürülen Görüşler…….………………………………………………...248
2. Devlet Uygulamaları…………………..…………………………………………….…253
a. Küba Füze Krizi (1962-1963)…………………………………………………….…254
b. 1967 Arap-İsrail Savaşı…………………………...………………………………...255
c. Osirak Reaktörünün Bombalanması (1981)…………………………………………256
B. 11 Eylül Sonrası Dönemde Önleyici Meşru Müdafaa Hakkı……...………………….…258
1. Uluslararası Hukuk Açısından Amerika Birleşik Devletleri’nin Yeni Ulusal Güvenlik
Stratejisi……………..……...………………………………………………………………..…258
2. “Önleyici Savaş/Preventive War” ve “Önleyici Vuruş/Preemptive Strike” Kavramları
Arasındaki Fark……………………………………….……………………………………...…260
3. Amerika Birleşik Devletlerinin Irak’a Yönelik Müdahalesinin Uluslararası Hukuk
Açısından Değerlendirilmesi…………………………………………………………………...263
a. ABD’nin 20 Mart 2003’te Irak’a Yönelik Müdahalesi………………………...……263
b. Irak’ı Özgürleştirme Operasyonu ve “Önleyici Savaş” Doktrini…….….…….……265
c. Irak Sonrası Jus Ad Bellum ve BM Kolektif Güvenlik Sisteminin Geleceği…...…..273
i. Md. 2/4’ün Yeniden Alevlenen Yorum Sorunları…………….………...…………273
ii. Irak Sonrası BM Kolektif Güvenlik Sisteminin Geleceği ve Güvenlik Konseyi’nin
Rolü……….…………………………………………………………………………………….277
aa. BM Kolektif Güvenlik Sisteminin Yükselişi ve Çöküşü…..……………….…277
vii
bb. Kolektif Güvenlik Sisteminin Geleceği…..………………………………..…281
SONUÇ……………..…………………………………………………………………………..286
ÖZET………………………….………………………………………………………………..299
SUMMARY…………………………………………………………………………………….300
KAYNAKÇA……………………...……………………………………………………………301
viii
ÖNSÖZ
“Uluslararası Terörizme Karşı Devletlerin Ülkeleri Dışında Münferiden Kuvvete
Başvurma Yetkisi” başlıklı tezin hazırlanmasında; özellikle 6 aylık periyotlarla mevcut
çalışmalarımı değerlendiren, eleştiri ve önerileriyle katkıda bulunan, ortaya çıkan
problemlerin çözümünde her türlü destek ve anlayışı esirgemeyen, başta tez danışmanım
Sayın Prof. Dr. Sertaç H. Başeren olmak üzere, Tez İzleme Komitesi üyeleri Sayın Prof.
Dr. Serap Akipek ve Sayın Yrd. Doç. Dr. Funda Keskin’e teşekkürlerimi sunarım. Ayrıca
bu çalışmayı manevi katkılarıyla destekleyen Sayın Prof. Dr. Füsun Arsava, Sayın Prof. Dr.
Mümtazer Türköne, Sayın Doç. Dr. Hakan Taşdemir ve Sayın Doç. Dr. Canan Ateş
Ekşi’ye de teşekkürü bir borç bilirim.
ix
KISALTMALAR
AB
: Avrupa Birliği
ABD
: Amerika Birleşik Devletleri
a.g.e.
: Adı geçen eser
a.g.m.
: Adı geçen makale
a.g.b.
: Adı geçen belge
AJIL
: American Journal of International Law
Bkz.
: bakınız
BM
: Birleşmiş Milletler
Çev.
: Çeviren
dn.
: dipnot
der.
: derleyen
Doc.
: document
Ed.
: editör/editörler
EJIL
: European Journal of International Law
EOKA
: National Organization of Cypriot Fighters
ETA
: Euskadi ta Askatasuna( Freedom for the Basqu Homeland)
FBI
: Federal Bureau of Investigation
FKÖ
: Filistin Kurtuluş Örgütü
FLN
: National Liberation Front
FMLN
: Farabundo Marti de Liberacion Nacional
FRETILIN
: The Revolutionary Front for the Independence of East Timor
G.A.
: General Assembly
G.A.O.R.
: General Assembly Offical Records
x
IMRO
: Inner Macedonian Revolutionary Organization
İKÖ
: İslam Konferansı Örgütü
I.C.J.
: International Court of Justice
ILC
: International Law Commission
ILM
: International Legal Materials
IRA
: Irish Republican Army
MC
: Milletler Cemiyeti
md.
: madde
NATO
: North Atlantic Treaty Organization
Nav. L. Rev
: Naval Law Review
No
: numara
OAS
: Organization of American States
parag.
: paragraf
PFLP
: Popular Front for the Liberation of Palestine
PIRA
:Provisional Wing of the Irish Republican Army
PLO
: Palestine Liberation Organization
POLISARIO :People’s Liberation Front of Saguia El Hamra and Rio de Oro
POW
: Prisoner of War
RG
: Resmi Gazete
Res
: Resolution
s.
: sayfa
S
: sayı
SCOR
: Security Council Resolution
Supp.
: Supplement
SWAPO
: The South West Africa People’s Organization
xi
UAD
: Uluslararası Adalet Divanı
UHK
: Uluslararası Hukuk Komisyonu
UN
: United Nations
UNITA
: Union Nacional Par La Independancee Totale De Angola
v.
: versus
vb
: ve bunun gibi
vd.
: ve devamı
YY
: yüz yıl
xii
GİRİŞ
Uluslararası terörizm ulus devletlerin ve uluslararası toplumun istikrarına
yönelik 21.YY’ın en önemli “güvenlik” sorunlarından birisidir. Günümüzde belirli
bir bölge ya da belirli bir devletle sınırlı olmayan; belirli bir alanın ötesinde etki ve
sonuçlar doğuran terörizm “küresel” bir problem ve fenomeni temsil etmekte ve
yeni çağın vebası olarak tüm insanlığı tehdit etmektedir.
Soğuk Savaşın sona ermesi ve Berlin duvarının yıkılmasının yarattığı iyimser
ortam yerini herkesin savunmasız yakalanabileceği “Kimyasal Terörizm”, “Biyolojik
Terörizm”, “Nükleer Terörizm” ve “Siber Terörizm” olarak isimlendirilen
geleneksel olmayan terörizm tehlikesine bırakmıştır. Küreselleşmenin yükselen
değeri, kitle imha silahları elde etme ve üretme konusundaki teknik engelleri
azaltmış; bu tür silahlar yarının teröristlerinin adeta birer oyuncağı haline gelmiştir.
20 Mart 1995’te Aum Shinriko (Adalet Kurulu/Yüce Gerçek) Tarikatı’nın Tokyo
metrosuna yönelik saldırısında sinir gazı Sarin kullanmış olması bu tür silahların
terörist örgütlerin ellerinde nedenli tehlikeli hale gelebileceğini göstermiştir.
Teröristler için kişisel bilgisayar ve İnternet gibi küresel araçlar bir çeşit
terör aracı haline gelmiştir. Nitekim, Dünya Ticaret Merkezi’ni usta bir şekilde
bombalayan Remzi Ahmed Yusuf, mesajlarını göndermek için İnternet’i
kullanmıştır.
Modern toplumlar birbirlerine daha bağımlı ve daha katılımcı hale gelirken,
yüksek teknolojik sistemler ve bunların getirdiği yenilikler, siber terörizm gibi
teknolojik terörü bir varsayım olmaktan çıkarmıştır. Çağımızda bir siber teröristin
hava trafik kontrol sistemine saldırarak iki sivil uçağı çarpıştırması, ilaç üreticilerinin
tıbbi
formüllerini
uzaktan
değiştirmesi,
acil
servislerden,
havaalanlarına,
hastahanelere yönelik ölümcül siber saldırılarda bulunması teorik olarak mümkün
hale gelmiştir.1
Küreselleşme terörist saldırıların sayısı ve tahribat gücünde de önemli
değişikliklere yol açmıştır. 11 Eylül 2001 tarihinde Amerika Birleşik Devletleri’nin
(ABD) ekonomik ve askeri gücünü simgeleyen Dünya Ticaret Merkezi ve
Pentagon’u hedef alan binlerce sivilin hayatını kaybettiği saldırılar, insanlık tarihinin
kaydettiği en büyük terör olayı olarak tarihe geçmiştir. 11 Eylül sonrası bir kısmı
doğrudan El Kaide ile bağlantılı, bir kısmı ise El Kaide’ye organik bağı olmayan,
ancak El Kaide’nin gündemini, amacını ve psikolojisini paylaşan yerel örgütler
tarafından dünyanın bir çok yerinde benzer saldırılar gerçekleştirilmiştir. Zincirin
parçasını oluşturan bu eylemler Mart ve Mayıs 2003’te Filipinlerde, Mayıs ve Kasım
2003’te Riyad’da, Mayıs 2003’te Karaçi ve Kazablanka’da, Ağustos 2003’te Cakarta
ve Bombay’da, 15 ve 20 Kasım 2003’te İstanbul’da gerçekleştirilmiştir. 15 ve 20
Kasım 2003’te Musevilere ait iki kutsal mekanı (Beth Sinagogu ve Neve Şalom
Sinagogu), İngiltere Konsolosluğu ile uluslararası özelliğe sahip HSBC bankasını
hedef alan ve İslam dinin imajını da zedeleyen saldırılarda toplam 57 kişi ölmüş, 753
kişi ise yaralanmıştır. Saldırıları El Kaide çatısı altındaki Ebu Hafs el Mısri Tugayı
ve Ensar El İslam Örgütü’nün üstlenmiş olması küresel terörün Türkiye’ye kadar
uzandığını göstermektedir.2 Son yirmi yılını ağır bir terör saldırısı altında
mücadeleyle geçiren ve örnek sayılabilecek bir başarı elde eden Türkiye küresel
terör dalgasının hedefi haline gelmiştir. 12 Mart 2004’te Madrid’deki üç trende
1
Lake, Anthony, Altı Kabus, (çev: Cem Küçük), Bilge Karınca Yayınları, İstanbul, 2003, s. 26, 3654.
2
Kohen, Sami, “Saldırılar Sonrası Durum”, Milliyet, 29 Kasım 2003; Bila, Fikret, “Terörün
Boyutları”, Milliyet, 6 Aralık 2003; Akyol, Taha, “Terörü Kim Yaptı?”, Milliyet, 28 Kasım 2003;
Çongar, Yasemin, “Terör ve İnkar”, Milliyet, 24 Kasım 2003; “Terör Evine Dön”, Aksiyon, Sayı 468,
24 Kasım 2003, s. 41-66.
2
gerçekleştirilen
eş zamanlı
patlamalarda
ise 190 kişi ölmüş, 1450 kişi ise
yaralanmıştır. “Ölüm Trenleri Operasyonları” olarak isimlendirilen saldırının
sorumluluğunu da El Kaide çatısı altındaki Ebu Hafs el Mısri Tugayı üstlenmiştir.3
1990’larda Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra, devlet destekli terörizmin
düşüş trendine girdiği argümanı isabetsizliğini kanıtlamıştır. Dünyadaki halihazır
askeri ve politik dengeler devletlerin birbirine doğrudan güç kullanmalarını
güçleştirmekte, stratejik ve politik hedeflere ulaşabilmek için, daha etkili, maliyeti
düşük
ve savaşın getireceği
olumsuz sonuçlardan
sakınma imkanı sağlayan
terörizmi örtülü bir mücadele yöntemi olarak tercihe şayan bırakmaktadır. Teorik
açıdan psikolojik bir savaş metodu olarak kabul edilen terörizm bu sayede elde etmiş
olduğu devlet desteği neticesinde uluslararası barış ve güvenliğe yönelik ciddi bir
tehdit olmaya devam etmektedir. Günümüzde niteliği ve boyutları itibariyle küresel
bir tehdit haline gelmiş olan terörizm, her ülkeyi kendi sınırlarının ve ulusal
çıkarlarının ötesine bakmaya ve kendi politikalarını diğer ülkelerin politikalarıyla
uyumlu hale getirmeye ve onlarla işbirliği yapmaya zorlamaktadır. Ülkeler bu global
tehditle bir taraftan bireysel olarak mücadelelerine devam ederken; diğer taraftan
terörizmin bu global niteliği daha ileri düzeyde bir “bütünleşme”, “tekbiçimlilik” ve
“uyumluluk” gerektirmektedir.4
Terörizmin ulusal sınırları aşan etki ve boyutlarının olması meseleyi
Uluslararası Hukuk çerçevesinde değerlendirmeyi gerektirmektedir. Uluslararası
Hukuk terörizmin önlenmesinde nasıl bir rol oynamaktadır? Uluslararası Hukuk
3
4
http://www.haberevi.com/bugun/kategori_haberi php?ID=2662, 12 Mart 2004, (10 Aralık 2004).
Beşe, Ertan, Terörizm, Avrupa Birliği ve İnsan Hakları, Seçkin Yayınevi, Ankara, 2002, s. 249.
3
terörizmin önlenmesi konusunda başarısız mıdır? Kimi yazarların5 savunduğu gibi,
başta terörizmi algılama konusundaki karmaşıklık olmak üzere Uluslararası Hukukun
terörizmi hukukileştirmeye, yasal bir statü sağlamaya ve hatta tabiatı itibariyle suç
olan niteliğini gölgelemeye kadar götürdüğünden bahsedilebilir mi?
Uluslararası Hukuk terörizmle mücadelede iki tür yaklaşım öngörmektedir.
Bu yaklaşımlardan ilki barışçıl yollardır. Barışçıl yollar arasında iç hukuk ve
Uluslararası Hukuk yollarının kullanılmasına dayanan yaklaşım yer almaktadır. İç
hukuk açısından meseleyi değerlendirdiğimizde, terörizmi diğer suç türleri gibi bir
“suç” ve teröristleri de “suçlu” olarak gören “Ceza Adalet Modeli” yaklaşımı ön
plana çıkmaktadır.6 Uluslararası Hukuk yollarının kullanılması açısından meseleyi
değerlendirdiğimizde, terörizmle mücadelede en etkin yol terörizm eylemlerinin tüm
şekil ve tecellilerini suç sayan ve bu amaçla terörizmi tanımlayan, taraf devletleri
teröristleri yargılamak ya da bu amaçla ilgili devletlere iade etmekle yükümlü kılan
evrensel nitelikte bir sözleşmenin yapılması ve uluslararası terörizmle ilgili suçları
yargılamak üzere uluslararası nitelikte bir mahkemenin kurulmasıdır. Ancak,
devletler arasındaki siyasal görüş ayrılıkları şimdiye kadar uluslararası alanda
terörizmin önlenmesi ve cezalandırılması amacıyla terörizmin kapsamlı bir
tanımının yapılmasına imkan vermediği gibi terörizmle ilgili suçları yargılamak
üzere uluslararası nitelikte bir mahkemenin kurulmasını da engelleşmiştir.
Terörizmin önlenmesine yönelik etkin bir mücadele sisteminin kurulamaması
devletleri terörizmle sektörel bazda mücadele stratejisine yöneltmiş; devletler
terörizmin genel tanımını yapmaktan vazgeçip kendilerini en çok rahatsız eden
5
Örneğin Walter Laqueur, terörizmin bir tür ekstra-legal faaliyet olduğuna ve bu nedenle hukuk
uzmanlarının konuya katkılarının sınırlı olabileceğine inanmaktadır. Bkz. Laqueur, Walter, The Age
of Terrorism, London, Weidenfeld & Nicholson, 1987, s. 309.
6
Beşe, Ertan, a.g.e. , s. 120.
4
fiilleri önlemeye çalışmışlardır. Bu doğrultuda gerek BM bünyesinde gerekse diğer
uluslararası örgütler bünyesinde bir takım çok taraflı anti-terörizm sözleşmeleri
kabul edilmiştir. BM bünyesinde gerçekleştirilen söz konusu çok taraflı anti-terörizm
sözleşmeleri terörizmle mücadelede uluslararası işbirliği için genel bir çerçeve
oluşturmaktadır.
Uluslararası Hukukun terörizmle mücadelede öngördüğü ikinci yaklaşım
kuvvet kullanmaya dayalı yaklaşımdır. Silahlı Çatışmalar Hukuku yaklaşımı olarak
da isimlendirilebilecek olan bu yaklaşımın birbirinden ayrı iki cephesi vardır. İlki
terörizme karşı kuvvete başvurmanın hukukiliğinin araştırıldığı
jus ad bellum
yönüdür. İkincisi ise silahlı çatışmalar sırasında tarafların davranışlarını düzenleyen
kurallarla ilgili olan İnsani Hukuk /Savaş Hukuku kısmı yani jus in bello dur. İnsani
Hukuk yaklaşımının teröristlerin siyasi rollerini üstü kapalı da olsa kabul etmiş olma
ve dolayısıyla eylemlerini meşrulaştırma risk ve ihtimali vardır. Dolayısıyla,
terörizmle mücadelede bu yaklaşım, liberal demokrasilerin çoğunun benimsemekten
kaçındıkları bir yaklaşımdır. Terörizme karşı devletlerin ülkeleri dışında münferiden
kuvvet kullanmasının meşrululuğunun araştırıldığı jus ad bellum ise bu çalışmanın
ana temasını oluşturmaktadır.
Terörizmin önlenmesi konusunda uluslararası işbirliğinin sağlanamaması
geçmişte olduğu gibi günümüzde de terörizmin mağduru durumunda olan devletlere,
terörist örgütlere ve terörizmi destekleyen devletlere karşı münferiden kuvvet
kullanma seçeneğini etkili bir alternatif olarak bırakmaktadır. Bu çerçevede örneğin,
1968’de Beyrut’a, 1985’de Tunus’a karşı İsrail; 1986’da Libya’ya, 1993’te Irak’a,
1998’ de Afganistan ve Sudan’a, 2001 ‘de Afganistan’a ve 2003’te Irak’a karşı
ABD ve 1995’de Türkiye terörizme karşı kuvvet kullanmıştır. Söz konusu devletlerin
5
çoğu geçmişteki terörist saldırılara yanıt olarak ve gelecekteki saldırıları caydırmak
amacıyla kuvvet kullandıklarını iddia ederek, eylemlerini BM Andlaşması’nın md.
51’de yer alan doğal olan bireysel ve kolektif meşru müdafaa hakkına dayandırarak
meşrulaştırmışlardır. 11 Eylül terörist saldırılarına yönelik tepkileri bir yana
bırakırsak, uluslararası toplumun bu olaylara tepkisi birbirinden farklı olmuştur.
Olayların bir kısmı BM Güvenlik Konseyi’ tarafından kınanmış, bir kısmı ise
Güvenlik Konseyi’nin sempatisini kazanmıştır. Devletlerin ülkeleri dışında terörizme
karşı münferiden kuvvet kullandığı ve BM Andlaşması’nın md. 2/4 ve md. 51 ile sıkı
bir şekilde bağlantılı olan bu olaylar doktrinde de farklı yorumlara neden olmuştur.
Akademisyenlerin bir kısmı bu olayları Uluslararası Hukuk tarafından yasaklanan bir
“zararla karşılık” olarak nitelendirmiş; bir başka kısım meşru müdafaa hakkı ile
zararla karşılık kurumları arasındaki farkı ortadan kaldıran yeni bir hukuksal
doktrinin doğuşu olarak yorumlamış; bir başka kısım ise, 51. maddenin mümkün
olduğu kadar dar yorumlanması gerektiğini ve meşru müdafaa hakkı dışında yeni
normatif kuralların geliştirilmesi gerektiğini savunmuşlardır.
11 Eylül terörist saldırıları, sadece uluslararası toplumun terörizmle mücadele
çabalarının gelişimi açısından değil aynı zamanda genel olarak Uluslararası Hukukun
gelişimi açısından da bir dönüm noktası teşkil etmektedir. 11 Eylül terörist saldırıları
devlet merkezli bir hukuk olan Uluslararası Hukuku, devlet dışı aktörler tarafından
gerçekleştirilen eylemlerle etkin şekilde ilgilenmek durumunda bırakmış; bu alanda
farklı metodolojik yaklaşımların geliştirilmesine yol açmıştır. Klasik anlamdaki
“silahlı saldırı” kavramını değiştiren 11 Eylül saldırılarına yanıt olarak ABD
Afganistan’a müdahale etmiş ve bu müdahaleyi BM Andlaşması md. 51
çerçevesinde
meşru
müdafaa
hakkına
6
dayandırmıştır.
ABD’nin
bu
meşrulaştırmasının uluslararası toplum tarafından kabul edilmiş olması terörizme
karşı kuvvet kullanılma hukukunun gelişiminde devrimsel nitelikte bir gelişmedir.
Bu gelişmeler, geçmiş yıllarda terörizme karşı ülkesi dışında da kuvvet kullanmak
zorunda kalan ve bu alandaki mücadelesini sürdürmek zorunda olan Türkiye
açısından büyük önem taşımaktadır.
Uluslararası barış ve güvenliğin korunmasını ön plana çıkaran “klasik
okulun” öğretisini benimseyen bu çalışma Uluslararası Hukukun son derece güncel
ve önemli bir konusunu hem teorik hem de pratik açıdan ele almaktadır. Çalışma beş
ana bölümden oluşmaktadır.
İlk bölümde, terörizm olgusunun kavramsal bir değerlendirilmesi yapılmakta,
terörizm türleri üzerinde durulmakta, devletlerin uluslararası terörizme karışma
düzeyleri belirlenmektedir.
İkinci bölümde, uluslararası terörizmin önlenmesi konusunda Uluslararası
Hukukun öngördüğü
yaklaşımlar detaylı bir şekilde ele alınmaktadır. Hukuk
kurallarının uygulanmasına dayanan yaklaşım ile Uluslararası Silahlı Çatışmalar/
İnsani Hukuk/Savaş Hukuku
yaklaşımı olarak sınıflandırılan söz konusu
yaklaşımların terörizmle mücadelede devletler tarafından ne derece tercih edilen
etkin ve faydalı yaklaşımlar oldukları ortaya konmaktadır.
Üçüncü bölümde, kuvvet kullanmaya ilişkin Uluslararası Hukuk kurallarının
tarihi gelişimi kısaca gözden geçirilmekte, BM Andlaşması’nın kuvvet kullanmaya
ilişkin sistemi ele alınmakta ve bu çerçevede BM Andlaşması md. 2/4’te yeralan
kuvvet kullanma yasağının kapsam ve niteliği üzerinde durulmakta, md. 2/4’te
yeralan
kuvvet kullanma yasağının devlet destekli ve devlet destekli olmayan
terörizm türlerini kapsayacak şekilde yorumlanıp yorumlanamayacağı tartışılmakta,
7
terörizme karşı kuvvet kullanılmasını meşrulaştırmak için meşru müdafaa hakkı
dışında ileri sürülen md. 2/4’teki kuvvet kullanma yasağını tahdit eden yaklaşım,
terörizme karşı silahlı zararla karşılık ve deniz haydutluğu benzetmesi yaklaşımları
ele alınmaktadır. Ayrıca, bu bölümde terörizme karşı BM kolektif güvenlik
sisteminin işlerliği ve etkinliği meselesi üzerinde de durulmaktadır.
Terörist saldırıların kimi koşullarda “silahlı saldırı” boyutuna ulaşabileceğini
ve silahlı saldırının mağduru durumunda olan devlete BM Andlaşması md. 51’de
somutlaşan doğal olan bireysel ya da kolektif meşru müdafaa hakkını verebileceğini
ele alan dördüncü bölüm, tezin ana varsayımını oluşturmaktadır. Bu çerçevede,
devlet destekli terörizm ve devlet dışı aktörler tarafından gerçekleştirilen eylemlerin
hangi koşullar altında “silahlı saldırı” teşkil edebileceği meselesi BM Genel Kurul
kararları, Uluslararası Adalet Divanı’nın 1986 Nicaragua v. United states Davası
çerçevesinde yargı kararı
ışığında değerlendirilmekte, Uluslararası Hukukun
gelişimi açısından bir dönüm noktası olarak görülen
11 Eylül 2001 terörist
saldırılarının BM Andlaşması md. 51 çerçevesinde “silahlı saldırı” kavramının
yorumu üzerinde ne gibi etkiler doğurduğu, Uluslararası Hukuk açısından terörist
saldırıların devlete isnat edilmesinin zorunlu olup olmadığı, terörist eylemler
nedeniyle devletlerin sorumluluğunun doğması hakkında kabul edilen ölçütlerin
neler olduğu üzerinde önemle durulmaktadır. Ayrıca, terörizme karşı kuvvet
kullanma meselesi meşru müdafaa hakkının gereklilik, aciliyet ve orantılılık gibi
diğer koşulları bakımından da değerlendirilmektedir.
Beşinci bölümde ilk olarak, silahlı saldırı boyutuna ulaşmayan terörist
saldırılara karşı kuvvet kullanılmasını içeren karşı tedbirlere başvurma meselesi ele
alınmakta ve bu çerçevede silahlı saldırı seviyesine ulaşmayan terörist saldırılara
8
kuvvet kullanılmasını meşrulaştırmak için ileri sürülen “Karada Sıcak Takip Hakkı”
ve “Zorunluluk Hali Doktrini” incelenmekte, kuvvet kullanılmasını içeren karşı
tedbirlerle, BM Andlaşması md. 51 çerçevesindeki meşru müdafaa hakkı arasındaki
ilişki fiili devlet uygulamaları ışığında tetkik edilmektedir.
Bu bölümde tartışılan ikinci önemli konu terörizme karşı önleyici meşru
müdafaa hakkının mümkün olup olmadığıdır. Bu çerçevede BM Andlaşması md. 51
ve uluslararası örf ve adet hukukundaki meşru müdafaa hakkı arasındaki ilişki, md.
51’in uluslararası örf ve adet hukukunda yer alan önleyici faaliyetleri de içeren
meşru müdafaa hakkını saklı tutup tutmayacağı doktrinde ileri sürülen görüşler ve
fiili devlet uygulamaları çerçevesinde incelenmekte, 11 Eylül sonrası dönemde kitle
imha silahlarının sorumsuz devletler ya da terörist örgütler tarafından kullanılma
olasılığı karşısında ileri sürülen ve herhangi bir saldırı veya saldırı tehdidi olmaksızın
harekete geçme imkanı veren ve böylece önleyici meşru müdafaa kavramının da
ötesine geçen “ Bush Doktrini” Uluslararası Hukuk açısından değerlendirilmekte,
ABD’nin 20 Mart 2003’teki Irak müdahalesinin “Bush Doktrinin” ilk somut
uygulaması olup olmadığı irdelenmekte, “Irak’ı Özgürleştirme Operasyonu” sonrası
ivme kazanan md. 2/4’deki kuvvet kullanma yasağının ortadan kalkıp kalkmadığına
ve BM kolektif güvenlik sisteminin geleceğine ilişkin güncel tartışmalar üzerinde
durulmaktadır.
9
BİRİNCİ BÖLÜM
ULUSLARARASI HUKUK VE ULUSLARARASI TERÖRİZM
I. TERÖRİZMİN TANIMLANMASI SORUNU, KARAKTERİSTİK
UNSURLARI VE TERÖRİZM TÜRLERİ
A. Terörizmi Tanımlama Sorunu
Terörizmin ne Uluslararası Hukuk biliminde ne de Uluslararası Hukukun en
önemli sujesi olan devletler arasında genel kabul görmüş tek bir tanımı yoktur. Hatta,
aynı devletin farklı kurum ve organlarının bile terörizm hakkında yaptığı tanımların
değiştiği görülmektedir.7 Tek bir tanım üzerinde uzlaşmaya varamayanlar sadece
bireysel devletlerin faklı kurumları değildir. Bu alanda çalışan uluslararası
hukukçular ve yazarlarda ortak bir tanım üzerinde konsensüse ulaşmada aynı ölçüde
başarısızdırlar. Daha da ötesi, Uluslararası Hukukun terörizmin önlenmesinde,
beklenenin aksine, sınırlı bir rol oynadığı ve oldukça yetersiz kaldığını iddia eden
7
Örneğin ABD Dışişleri Bakanlığı, Savunma Bakanlığı, Adalet Bakanlığı ve FBI terörizmi farklı
şekillerde tanımlamaktadır. ABD Dışişleri Bakanlığı terörizmi “genellikle bir kitleyi etkilemek için
ulus altı gruplar veya gizli devlet kurumları tarafından savaşan olmayan hedeflere karşı
gerçekleştirilen önceden tasarlanmış, siyasal amaçlı şiddet” eylemi olarak tanımlamaktadır. ABD
Savunma Bakanlığı terörizmi “…devrimci örgütler tarafından siyasal ya da ideolojik amaçlarla
hükümetleri ya da toplulukları sindirmek veya baskı altında tutmak niyetiyle bireylere ya da
bireylerin mallarına karşı hukuk dışı kuvvet kullanımı veya kullanma tehdidi veya şiddet
kullanmak” olarak tanımlamaktadır. Adalet Bakanlığı ise, “…sivil toplumu korkutmak veya zorlamak,
korku veya sindirmeyle ya da adam kaçırma veya suikast yoluyla hükümetin davranışlarını etkilemek
niyetiyle şiddet eyleminde bulunulması” olarak tanımlamaktadır. Bu tanımlar için bkz. Johnson, Larry
C., “The Future of Terrorism”, American Behavioral Scientist , Cilt 44, Sayı 6, 2001, s. 895.
10
kimi yazarlar, terörizmin bir tür ekstra-legal faaliyet olduğunu ve bu nedenle hukuk
uzmanlarının konuya katkılarının sınırlı olabileceğini ileri sürmektedirler.8
Uluslararası Hukuk doktrininde terörizmin genel kabul görmüş tek bir
tanımının yapılmasının gerekli olup olmadığı konusunda yazarların iki ayrı kampa
bölünmüş oldukları görülmektedir. Terörizmin genel kabul görmüş tek bir tanımının
yapılamamış olmasını uluslararası toplumun terörizmle mücadelede en büyük
engellerinden biri olarak gören yazarlar, terörizme karşı etkin bir mücadele stratejisi
geliştirmek için genel kabul görmüş tek bir tanımın yapılması gerektiğini
savunmaktadır. Bu hususta örneğin, Christopher J. Joyner “Siyasal olarak, akademik
olarak
ve hukuksal olarak terörizm fenomeni açık ve kesin tanım gerektiriyor.
Gerçek bir duygu içinde terörizm pornografi gibidir: gördüğünüzde onu bilirisiniz
fakat evrensel olarak üzerinde uzlaşılmış bir tanım öne sürmek imkansızdır”
demektedir.9 Uluslararası terörizmle mücadelede en büyük engelin bütün dünya
devletlerinin ya da en azından terörizm niteliğinde suçları işleyen kimselerin etkin
bir şekilde adalet önüne çıkarılmasını sağlayacak kadar çok sayıda devletin üzerinde
anlaşmaya vardıkları ortak bir terörizm tanımının yapılamaması olduğuna işaret
eden Başeren ise, bu sorunun aşılması halinde terörizmle mücadelenin sorun
olmaktan çıkacağına işaret etmektedir.10 Ne var ki, terörizmin tanımlanamamasını
bir ikilem, bir açmaz olarak gören Başeren, bunun kısa zamanda, görülebilen, tahmin
8
Bu görüş için bkz. Laqueur, Walter, a.g.e. , s. 309.
Kegley, Charles W., “The Characteristics of Contemporary International Terrorism”, International
Terrorism: Characteristics, Causes, Controls içinde, Charles W. Kegley, (ed.), University of South
Carolina, St. Martin’s Press, Inc., New York, 1990, s. 11-12’den naklen Joyner, Christopher C., “In
Search of an Anti-Terrorism Policy: Lessons of the Reagan Era”, Terrorism: An International
Journal, Cilt 11, Sayı 1, 1988, s. 30.
10
Başeren, Sertaç H., “İnsan Hakları ve Terörizm”, İnsan Hakları ve Güvenlik içinde, Türkiye
Barolar Birliği İnsan Hakları Araştırma ve Uygulama Merkezi, Yayın No.1, 2001, s. 200.
9
11
edilebilen zaman dilimi içerisinde değişmeyeceği, belirsizliğin terörizmin bir özelliği
haline dönüştüğüne ilişkin son derece yerinde bir saptama yapmaktadır.11
Buna karşın literatürde, terörizmin tanımının yapılmamasının daha iyi ve
daha uygun olduğunu iddia eden görüşler de vardır. Bu görüşü paylaşan yazarlar ise,
uluslararası terörizmi tanımlamak için harcanan çabaları zaman kaybı olarak
görmekteler; tanımın yapılmasının imkansızlığına işaret ederek çözümün terörizmi
tanımlamak üzerinde yoğunlaşmakta değil çocukları öldürme, rehine alma ve uçak
kaçırma gibi suç unsurları üzerinde yoğunlaşmakla mümkün olduğuna işaret
etmektedirler. Bu çerçevede örneğin, UAD yargıçlarından Richard R. Baxter
“Terörizmin hukuksal bir tanımının
bize nüfuz ettiğini reddetmeye daima bir
nedenimiz var. Terim, kesin değildir, müphemdir ve hepsinden ötesi bu işlevsel bir
hukuksal amaca hizmet etmemektedir” demektedir.12
Doktrindeki mevcut görüş ayrılıkları aslında tıpkı “saldırı” kavramı gibi
terörizm kavramının da siyasal politikalar içinde giriftleşmiş ve sübjektif bir kavram
olduğunu ortaya koymaktadır.
B. Terörizmin Genel Kabul Görmüş Bir Tanımının Yapılamamasının
Siyasal ve Hukuksal Nedenleri : Selfdeterminasyon Hakkı ve Ulusal Kurtuluş
Hareketleri
Terörizmi tanımlamada ortaya çıkan temel problemler, genel olarak, olayın
dilbilimsel olarak tanımlanmasından değil; terörizmin siyasal, sosyolojik, ekonomik,
11
Başeren, Sertaç H., “Uluslararası Hukuk Açısından Terörizm”, Dünyada ve Türkiye’de Terör
içinde, T.C. Merkez Bankası Yay., Ankara, 2002, s. 184.
12
Erickson, Richard J., Legitimate Use of Force Against State-Sponsored Terrorism, Air
University Press, Washington D.C., 1989, s. 23’den naklen Baxter, Richard R., “A Skeptical Look at
the Concept of Terorism”, Akron Law Rewiev, Cilt 7, 1974, s. 380.
12
hukuksal, felsefi, etiksel ve uluslararası boyutları olan karmaşık niteliği ve subjektif
tabiatından kaynaklanmaktadır.13 Gerçekten, uluslararası toplumun terörizmin genel
kabul görmüş tek bir tanımına ulaşamamış olmasının, devletler arasındaki mevcut
güç eşitsizliklerinden, siyasal sistemlerinin, ideolojilerinin, siyasal çıkar ve
önceliklerinin farklı olmasına kadar uzanan bir çok sebebi vardır.14 Bu durum belki
de Alex Schmid’in, 1936-1981 tarihleri arasında
terörizmin neden 109 farklı
tanımının yapılmış olduğunu tespit etmiş olmasını da açıklamaktadır.15 Terörizmi
tanımlama konusundaki birincil problem “terörist” ve “terörizm” kavramlarının son
derece ideolojik kavramlar olması ve bu kavramların farklı ideolojik ve politik değer
yargılarını
yansıtmasıdır.16 Bu durum kavramların analiz edilmek için değil
saldırmak ve suçlamak için kullanılmasına yol açmaktadır. Öte yandan, medya
çağında terörizm pejoratif bir terim haline gelmiştir. Hiç kimse, hiç bir örgüt ya da
devlet kendisinin terörist olarak görülmesini istememektedir.17
Geçmişte olduğu gibi günümüzde de tanım sorununun özünde yatan asıl
mesele devletlerin “halkların” selfdeterminasyon hakkına yönelik tutumlarıdır.
Siyasal ve ideolojik bir ilke olarak selfdeterminasyon hakkının kökleri 18.YY’daki
bireylerin eşitliğini ve yönetenlerle yönetilenler arasında sosyal sözleşme olması
gerektiğini savunan felsefi görüşe kadar gitmektedir.18 I. Dünya Savaşı sonrasında
Lenin ve Wilson gibi devlet adamları tarafından savunulan bu ilke, Milletler
13
Beşe, Ertan, a.g.e. , s. 30.
Koechler, Hans, “The United Nations, the International Rule of Law and Terrorism”, Fourteenth
Centennial Lecture Supreme Court of the Philippines& Philippine Judicial Academy, Manila,
2002, s. 13-14.
15
Schmid, Alex P. ve Jongman, Albert J., Political Terrorism: A New Guide to Actors, Authors,
Concepts, Data Bases, Theories, and Litareture, New Brunswick, Transaction Books, 1988, s. 5-6.
16
Beşe, Ertan, a.g.e. , s. 30.
17
Kegley, Charles W., “The Characteristics of…”, a.g.e. , s. 18.
18
Cassese, Antonio, Self-determination of Peoples: A Legal Reappraisal, Agrotius Publication,
Cambridge University Press, 1995, s. 11.
14
13
Cemiyeti (MC) Misakı’nda yer almamıştır.19 Bu dönemde ilke siyasi bir önerme
olarak revaçta kalmış, devlet egemenliği ve ülkesel bütünlük ilkelerine büyük bir
üstünlük tanınmıştır.20 Selfdeterminasyon ilkesi, MC Misakı’ndan farklı olarak,
Birleşmiş Milletler Andlaşması’nın (BM) 1. madde 2. fıkrası ve 55. maddesinde yer
almıştır.21 Ayrıca, BM Andlaşması’nın XI ve XII. bölümlerinde muhtar olmayan
ülkeler ve vesayet rejimi altındaki ülkeler halkının kendi kendini idare kabiliyetine
veya bağımsızlığa doğru tedrici gelişimlerini
kolaylaştırmak için sömürgeci
devletlere oldukça belirsiz sorumluluklar yüklenmiştir.22 Böylece, selfdeterminasyon
hakkı, BM Andlaşması’nda “işlevsel” bir hak olarak değil sadece BM’nin
gerçekleştirmeyi hedeflediği amaçlardan birisi olarak tanınmıştır.23
1960 yılı selfdeterminasyon ilkesinin Uluslararası Hukuktaki anlam ve
kapsamının belirlenmesinde bir dönüm noktası teşkil etmiştir. BM Genel Kurulu 14
Aralık 1960 tarihinde 1514 (XV) sayılı “Sömürge Yönetimi Altındaki Ülkeler ve
Halklara
Bağımsızlık
Verilmesine
İlişkin
Bildiri”de
bütün
halkların
selfdeterminasyon hakkını tanınmıştır.24 BM Genel Kurulu tarafından oybirliği ile
kabul edilen 24 Ekim 1970 tarihli 2625(XXV) sayılı “BM Andlaşması’na Uygun
19
Chadwick, Elizabeth, Self-Determination, Terrorism And The International Humanitarian
Law Of Armed Conflict, Martinus Nijhoff Publishers, La Haye, 1996, s. 18.
20
Pomerance, Michla, Self-Determination in Law and Practice, La Haye, Boston, London, 1982, s.
7.
21
BM Andlaşması’nın amaçlarının sayıldığı md. 1/2, “Milletlerarasında eşit haklar ve halkların
selfdeterminasyon ilkesine dayalı olarak, dostane ilişkiler geliştirmek ve evrensel barışı güçlendirmek
için diğer uygun tedbirleri almak” şeklindedir. BM Andlaşması md. 55 ise milletlerarasında barışçıl ve
dostane ilişkilerin gerçekleştirilmesi için, “milletlerarasında eşit haklar ve halkların
selfdeterminasyon ilkesine saygıya dayalı olarak, uluslararası ekonomik ve sosyal işbirliğini
geliştirmeyi” taahhüt etmektedir.
22
Gardam, J. Gail, Non-Combatant Immunity As a Norm of International Humanitarian Law,
London, 1993, s. 46.
23
Pomerance, Michla, a.g.e. , s. 9.
24
The Declaration on the Granting of Independence to Colonial Countries and Peoples; G.A.
Resolution 1514 (XV), December 14, 1960; G.A.O.R. 15th Sess., Supp. No.16, U.N. Doc. A/4684.
Türkçe metni için bkz. Gündüz, Aslan, Milletlerarası Hukuk Temel Belgeler Örnek Kararlar, Beta
Yayınları, 3. Baskı, İstanbul, 1998, s. 274-277.
14
Olarak Devletler Arasında İşbirliğine ve Dostça İlişkilere İlişkin Uluslararası Hukuk
İlkeleri Bildirisi” de bütün halkların selfdeterminasyon hakkını teyit etmiş;
devletlere halkları selfdeterminasyon hakkından mahrum bırakacak zorlama
eylemlerinden kaçınma yükümlülüğü getirmiş; halklara, selfdeterminasyon hakkını
tatbik etme arayışı içinde, zorlayıcı güce karşı direnişlerinde BM Andlaşması’nın
amaç ve ilkelerine uygun şekilde destek almak ve arama hakkı vermiş ve temsili bir
hükümete sahip olan egemen ve bağımsız devletlerin ülkesel bütünlük ve siyasal
bağımsızlık hakkını koruma altına almıştır.25
Selfdeterminasyon hakkı, BM Andlaşması ve BM kararları dışında 1948
İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, 1966 Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin
Uluslararası Sözleşme ve Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklara İlişkin Uluslararası
Sözleşme26, 1975 Helsinki Nihayi Senedi, 25 Haziran 1993 Viyana Bildirisi gibi
önemli insan hakları belgelerinde de yer almıştır. Bununla birlikte, mevcut
belgelerde de selfdeterminasyon hakkının hukuksal anlamı, içeriği ve özellikle bu
hakka sahip olma yeteneğine sahip olan “halklar/people ” kavramının hangi birimleri
kapsadığı tam olarak düzenlenmemiştir. 27
25
The Declaration on Principles of International Law Concerning Friendly Relations and
Cooperation Among States in Accordance With the Charter of the United Nations; G.A.
Resolution 2625(XXV) October 24, 1970, U.N. G.A.O.R, 26th Sess., Supp. No. 28, U.N. Doc.
A/8028 (1970). Söz konusu bildiri bundan sonra kısaca “Dostça İlişkiler Bildirisi” şeklinde
kullanılacaktır. Genel Kurul’un 24 Ekim 1970 tarihli, 2625 (XXV) Sayılı “Birleşmiş Milletler
Andlaşması’na Uygun Olarak Devletler Arasında Dostane İlişkiler Kurmaya ve İşbirliği Yapmaya
Dair Milletlerarası Hukuk İlkeleri Bildirisi” metni için bkz. Gündüz, Aslan, a.g.e. , s. 106-113.
26
Bu sözleşmeler BM Genel Kurulu’nun 16 Aralık 1966 tarih ve 2200 A(XXI) sayılı kararı ile kabul
edilmiş ve 23 Mart 1976’da yürürlüğe girmiştir. Bu sözleşmeleri şu ana kadar 139 ülke imzalamıştır.
Türkiye, Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme’yi 18.06 2003 tarih ve
4867 sayılı Kanunla; Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme’yi ise 18.06 2003 tarih
ve 4868 sayılı Kanunla onaylayarak taraf olmuştur. Bkz. Resmi Gazete (R.G.), 18 Haziran 2003,
Sayı 25142. Sözleşmelerin Türkçe metni için bkz. Soysal, İsmail, Türkiye’nin Uluslararası Siyasal
Bağıtları Cilt II (1945-1990), Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1991, s. 214-244.
27
Bu konuda ayrıntılı bilgi için bkz. Taşdemir, Fatma, Yeni Dünya Düzeninde Self-Determinasyon
(Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara, 1999, s.
26-65.
15
Bu durum selfdeterminasyon ilkesinin evrensel bir ilke olduğuna işaret
edilerek ilkenin sömürgecilik bağlamı dışında örneğin ulusal azınlıkları ve
yerli/indigenous grupları da kapsayacak şekilde yorumlanmasına yol açmaktadır. 28
II.
Dünya
Savaşı’ndan
sonra
imparatorlukların
çözülmesinin
ivme
kazanmasıyla birlikte, sömürgeci güçlere karşı bağımsızlık mücadelesi veren ve bu
amaçla terörizm dahil her tür şiddet yöntemlerini kullanan Ulusal Kurtuluş
Hareketleri ortaya çıkmıştır. Söz konusu hareketlerin ortaya çıkışı, bunların “hukuki
statüleri”, “bu oluşumların belirli halkları hangi temelde temsil ettikleri” ve “ hangi
şartlarda kuvvet kullanma hakları olduğu” gibi konularda önemli problemler
çıkarmıştır. Bu sorunlardan konumuz açısından en önemli olanı Ulusal Kurtuluş
Hareketleri’nin kuvvet kullanma yetkisi meselesine ilişkin olanıdır. Zira, Cezayir’de
FLN (National Liberation Front); Kıbrıs’ta EOKA (National Organization of
Cypriot), Angola’da UNITA (Union Nacional Par La Independancee Totale De
Angola); Namibya’da SWAPO (The South-west Africa People’s Organisation) ; Batı
Sahra’da POLISARIO (People’s Liberation Front of Saguia el Hamra and Rio de
Oro / Frente Popular de Liberacion de Saguia el Hamyray Rio de Oro); Filistin’de
PLO/ FKÖ (Palestine Liberation Organization/ Filistin Kurtuluş Örgütü) ; Doğu
Timor’da FRETILIN (The Revolutionary
Front for the
Independence of East
Timor); Güney Vietnam’da FNLV (Frente Nacional de Liberacion de Vietnam);
28
Örneğin Liechtenstein, BM Genel Kurulu’nun 49. dönem toplantısında selfdeterminasyon
doktrininin sömürge çerçevesi dışında azınlıkları da kapsayacak şekilde gelişmesine izin verilmesi
gerektiğini ileri sürmüştür. Bkz. UN Doc. A/51/392,414 ve A/51/532- S1996/864. Azınlıkların “halk”
olduğu ve dolayısıyla selfdeterminasyon hakkına sahip oldukları yaklaşımını savunan yazarların bir
kısmı için bkz. Thornberry, Patrick, International Law and the Rights of Minorities, Oxford
University Press, Oxford, 1991, s. 214-218; Welhengama, Gnanapala, “The Legitimacy of Minorities’
Claim for Autonomy Through the Right to Self-determination”, Nordic Journal of International
Law, Cilt 68, 1999, s. 430-432; Preda, Adina, “The Principle of Self-Determination and National
Minorities”, Dialectical Anthropology, Cilt 27, 2003, s. 206, 210, 214; Castellino, Joshua, “Order
and Justice: National Minorities and the Right of Secession”, International Journal on Minority
and Group Rights, Cilt 6, 1999, s. 396-401.
16
Kuzey Irlanda’da Official IRA/PIRA (Provisional Wing of the Irish Republican
Army) gibi hareketlerin29 terörizm ve selfdeterminasyon hakkı arasında tehlikeli bir
bağ kurmuş olmaları neticesinde aşağıdan yukarıya terör ve yukarıdan aşağıya
bastırıcı terör silsilesi dünyanın bir çok yerinde yaşanmıştır ve yaşanmaya da devam
etmektedir.30
Geçmişte, Sovyetler Birliği başta olmak üzere Sosyalist Blok ve Üçüncü
Dünya Ülkeleri selfdeterminasyon hakkını gerçekleştirmek için Ulusal Kurutuluş
Hareketleri tarafından kuvvet kullanılmasının meşruluğunu savunmuşlardır.31 Bu
görüşlerini BM Andlaşması ile uyumlu hale getirmek için söz konusu devletler
tarafından ileri sürülen hukuki argümanlardan birisi,
BM Andlaşması md. 51
çerçevesinde “meşru müdafaa” hakkı olmuştur.32 Zira, bu devletlere göre,
sömürgecilik “devamlı silahlı saldırı” teşkil etmektedir. Nitekim, Hindistan 450 yıl
sonra Ocak 1961’de Goa’yı ilhakını gecikmiş bir meşru müdafaa hakkının yerine
getirilmesi olarak savunmuş ve BM Andlaşması md. 2/4’deki kuvvet kullanma
yasağını ihlal etmediğini ileri sürmüştür.33 Hindistan’ın bu iddiası uluslararası
toplum tarafından kabul edilmemiş fakat BM Güvenlik Konseyi tarafından
Hindistan'ı takbih eden bir karar da Sovyetler Birliği’nin vetosu nedeniyle
alınamamıştır.34 Söz konusu devletler Ulusal Kurutuluş Hareketleri tarafından kuvvet
kullanılmasını başka hukuksal esaslarda da meşrulaştırmaya çalışmış ve bu
çerçevede BM Andlaşması md. 2/4’deki kuvvet kullanma yasağının yalnızca
devletleri
bağladığı
Ulusal
Kurtuluş
29
Hareketleri’ni
kapsamadığını
ileri
Ulusal Bağımsızlık Hareketleri konusunda ayrıntılı bilgi için bkz. Quaye, Christopher O.,
Liberation Struggles in International Law, Temple University Press, 1991, s. 9-10.
30
Başeren, Sertaç H., “Uluslararası Hukuk Açısından Terörizm”, s. 192.
31
Cassese, Antonio, a.g.e. , s. 151.
32
Cassese, Antonio, a.g.e. , s. 151.
33
Pomerance, Michla, a.g.e. , s. 49.
34
Quaye, Christopher O., a.g.e. , s. 12.
17
sürmüşlerdir.35 Öte yandan, Latin Amerika devletleri dahil Batılı devletlerin güçlü
bir azınlığı ise Ulusal Kurutuluş Hareketleri’nin kuvvet kullanmalarına ve bunun
meşru müdafaa hakkı esasında yasallaştırılmasına istikrarlı bir şekilde karşı
çıkmışlardır. Bu devletlere göre, meşru müdafaa hakkı silahlı bir saldırıyı bertaraf
etmek için “halklara” değil devletlere tanınmış bir haktır.36
Ulusal Kurtuluş Hareketleri’nin kuvvet kullanmasının meşruluğunu savunan
Sosyalist Blok ve Üçüncü Dünya Ülkelerinin söz konusu desteği BM Genel Kurul
kararlarına da yansımıştır. Söz konusu devletlerin büyük çoğunluğu, sık sık, belli
ülkeler ve hareketlere özel referanslarla, ulusal bağımsızlık hareketlerinin kuvvet
kullanılmasının meşruluğunu kabul eden kararlar lehine düzenli olarak oy
kullanmışlardır.37 Bu bağlamda, BM Genel Kurulu tarafından 20 Aralık 1965’de
kabul edilen 2015(XX) sayılı karar, ilk kez sömürge yönetimi altındaki halkların
selfdeterminasyon hakkını kullanmak ve bağımsızlıklarını elde etmek için
mücadelelerinin meşruluğunu tanıyarak tüm devletleri sömürge ülkelerindeki Ulusal
Kurtuluş Hareketleri’ne maddi ve manevi yardım sağlamaya davet etmiştir. Kararda
kullanılan belirsiz mücadele/ struggle kelimesi üçüncü dünya ülkeleri tarafından
“silahlı mücadele” olarak yorumlamasına rağmen
bu görüş evrensel bir görüş
değildir.38
Ulusal Kurtuluş Hareketleri’nin kuvvet kullanmalarının meşru olduğunu
savunanlar için 24 Ekim 1970 tarihli Genel Kurul’un 2625( XXV) sayılı “Dostça
35
Wilson, Heather A., International Law and the Use of Force by National Liberation
Movements, Oxford, 1988, s. 91.
36
Wilson, Heather A., a.g.e. , s. 97.
37
Örneğin, Filistinlilerin haklarına ilişkin olarak BM Genel Kurulu tarafından kabul edilen 7 Kasım
1977 tarihli 32/14 sayılı, Namibya sorununa ilişkin olarak 12 Aralık 1984 tarihli 39/50A sayılı ve
Güney Rodezya konusunda 3 Aralık 1970 tarihli 2652(XXV) sayılı kararlarda Ulusal Kurtuluş
Hareketleri’nin her türlü araçla mücadele etme hakları tanınmıştır.
38
Wilson, Heather A., a.g.e. , s. 95-96.
18
İlişkiler Bildirisi” muazzam bir başarı olmuştur. Selfdeterminasyon hakkını oybirliği
ile kabul eden ilk BM belgesi olması nedeniyle büyük önem taşıyan Dostça İlişkiler
Bildirisi’nde yer alan ilkeler teamül kuralı niteliğine ulaşmış olup bu durum
Uluslararası Adalet Divan’ı (UAD) tarafından 1986 tarihindeki Nikaragua davasında
teyit edilmiştir.39 Ulusal Kurtuluş Hareketleri’nin mücadele meselesini de ele alan
Dostça İlişkiler Bildirisi’nin dördüncü paragrafı şu şekildedir: “Bütün devletler,
halkları bağımsızlık, özgürlük ve selfdeterminasyon hakkından mahrum edecek
şekilde kuvvet kullanılmasını içeren hareketlerden
kaçınmakla yükümlüdür. Bu
halklar, selfdeterminasyon haklarını kullanmak için bu tür kuvvet içeren fiillere karşı
hareket ve direnişlerinde, BM Andlaşması’nın amaç ve ilkelerine uygun olarak
destek aramak ve almak hakkına sahiptirler.” Sovyetler Birliği başta olmak üzere
Sosyalist Blok ve Üçüncü dünya ülkeleri Bildirinin gerçek içeriğini göz ardı ederek,
bu paragrafı, Uluslararası Hukukta Ulusal Kurtuluş Hareketleri’nin kuvvet kullanma
yetkisinin
onaylanması
olarak
yorumlamışlardır.40
Ancak,
Dostça
İlişkiler
Bildirisi’nin söz konusu geniş yorumuna katılmak mümkün değildir. İlk olarak,
yukardaki paragraf selfdeterminasyon hakkını gerçekleştirmek için halkların kuvvet
kullanabileceğini belirtmemekte, sadece selfdeterminasyon hakkını bastırmak için
kuvvet kullanıldığında, bu gayri meşru kuvvet kullanımına karşı direnişlerinde
destek istemeye ve almaya
yetkilendirilmektedir. Söz konusu paragrafta geçen
“direnme hakkı”, halklara karşı kuvvet kullanıldığında savunma amaçlı olarak söz
konusu olup, selfdeterminasyon hakkının sadece reddedilmesi halinde böyle bir hak
tanınmamaktadır. İkinci olarak, Üçüncü Dünya Ülkeleri’nin “direniş” kelimesini
“silahlı direniş” olarak yorumlamasına karşı, paragrafta spesifik olarak “silahlı
39
40
Chadwick, Elizabeth, a.g.e. , s. 61.
Wilson, Heather A., a.g.e. , s. 98.
19
direniş” kavramı yer almamaktadır. Üçüncü olarak, paragrafın son cümlesinde
halklar BM Andlaşması’nın amaçlarına ve ilkelerine uygun olarak destek isteme ve
almaya yetkilendirilmektedirler ki; bu durum Bildiri’nin muğlaklığını daha da
artırmaktadır.41 Sonuç olarak, Dostça İlişkiler Bildirisi, Uluslararası Hukukta
selfdeterminasyon hakkını oybirliği ile tesis etmekte fakat ulusal bağımsızlık
hareketlerinin kuvvet kullanma yetkisini onaylamamaktadır.
30 Kasım 1973 tarihinde Genel Kurul tarafından kabul edilen 3070 (XXVIII)
sayılı karar, sömürge hakimiyetinden ve yabancı boyunduruğundan kurtulmak için,
silahlı mücadele dahil tüm kullanılabilir vasıtalarla halkların mücadelesinin
meşruluğunu açıkça tanımıştır. Ne var ki, kararın 97 olumlu, 5 olumsuz, 28 çekimser
oyla kabul edilmiş olması Dostça İlişkiler Bildirisi’nden farklı olarak derin
bölünmeleri ve bu konuda konsensusun olmadığını göstermektedir.42
12 Aralık 1973 tarihinde Genel Kurul tarafından kabul edilen 3103(XXVIII)
sayılı “Sömürge ve Yabancı Üstünlüğüne ve Irkçı Rejimlere Karşı Mücadele Veren
Savaşçıların Hukuksal Statüsüne İlişkin Temel İlkeler” isimli karar oldukça önemli
bir gelişmeyi yansıtmaktadır. Kararın birinci paragrafı, “Sömürge, yabancı üstünlüğü
ve ırkçı rejim altındakiler halkların selfdeterminasyon hakkının kullanılması ve
bağımsızlık için mücadelesi meşrudur ve uluslararası hukuk ilklerine tamamen
uygundur” şeklindedir. Bununla birlikte, kararda halkların “silahlı” mücadelesine
atıfta bulunulmaması bu konuda bir uzlaşmanın olmadığını göstermektedir.
Genel Kurul tarafından 14 Aralık 1974 tarihinde kabul edilen “Saldırının
Tanımı” isimli 3314 (XXIX) sayılı kararın 7. maddesi şu şekildedir “Bu tanımdaki
hiçbir şey, özellikle madde 3, BM Andlaşması’ndan doğan BM Andlaşması’na uygun
41
42
Wilson, Heather A., a.g.e. , s. 99.
Wilson, Heather A., a.g.e. , s. 100.
20
olarak Devletlerarasında Dostça İlişkiler ve İşbirliği Hakkında Uluslararası Hukuk
İlkeleri Deklarasyonunda işaret edilen bu haktan kuvvet kullanarak mahrum edilen
halkların özellikle sömürge ve ırkçı rejimler ya da başka şekillerdeki yabancı
üstünlükleri altındaki halkların selfdeterminasyon, özgürlük ve bağımsızlık haklarına
ya da bu halkaların bu sonuç için mücadele etme ve BM Andlaşması’nın ilkelerine
ve yukarıda belirtilen Deklarasyona uygun olarak destek arama ve alma haklarına
zarar vermez”.43 Üçüncü dünya ülkeleri bu maddeyi selfdeterminasyon için
mücadele eden halkların kuvvet kullanmasına ve üçüncü devletlerin bunlara yardım
etmesine müsaade eden bir “ruhsat” olarak yorumlamış ve tam bir siyasi zafer olarak
görmüşlerdir.44
Sonuç olarak, BM Genel Kurulu tarafından kabul edilen, 2625( XXV) sayılı
“Dostça İlişkiler Bildirisi; 30 Kasım 1973 tarihli 3070 (XXVIII) sayılı karar, 12
Aralık 1973 tarihli 3103(XXVIII) sayılı kararı ve 14 Aralık 1974 tarihli 3314
(XXIX) sayılı “Saldırının Tanım Kararı”, selfdeterminasyon için mücadele eden
halkların kuvvet kullanmasına ve üçüncü devletlerin bunlara yardım etmesine bir
“ruhsat” vermiştir.45 Bununla birlikte, çoğunluğu batılı olan devletlerin güçlü bir
azınlığının BM forumlarında, Ulusal Kurtuluş Hareketleri’nin kuvvet kullanma
yetkisine istikrarlı bir şekilde itiraz etmiş olmaları neticesinde, Ulusal Kurtuluş
Hareketlerine meşru kuvvet kullanma yetkisi veren bir uluslararası örf ve adet
hukuku kuralının oluştuğundan söz etmek imkansızdır.46
43
G.A. Res. 3314, U.N. G.A.O.R., 29th Sess., Supp. No. 31, U.N. Doc. A/9631 (1974). Türkçe metin
için bkz. Gündüz, Aslan, a.g.e. , s. 118-120. Söz konusu karar çalışmada bundan sonra “Saldırının
Tanımı Kararı” şeklinde kullanılacaktır.
44
Pomerance, Michla, a.g.e. , s. 58; Wilson, Heather A., a.g.e. , s. 100-101.
45
Wilson, Heather A., a.g.e. , s. 94-103.
46
Cassese, Antonio, a.g.e. , s. 69-70.
21
1960’lardan 1990’a kadarki dönemde dekolonizasyon selfdeterminasyonun
hakim şekli olmuştur. Ancak, Soğuk Savaş’ın sona erdiği 1990’lardan itibaren hakim
sömürgecilik modeline meydan okuyan selfdeterminasyonun alternatif modelleri
ortaya çıkmıştır. Bu modeller, milliyetçi/etnik selfdeterminasyon, demokratik
selfdeterminasyon, miras kalan/devolutionary selfdeterminasyon ve ayrılıkçılıktır.47
Günümüzde bu farklı modeller altında etnik ve dini gruplar, azınlıklar ve işgal
altındaki halklar bağımsızlık, federasyon ve özerklik talepleri çerçevesinde
mücadelelerini sürdürmekteler ve araç olarak sık sık terörizme başvurmaktadırlar. Bu
tür taleplerde bulunan hareketlerle karşılaşan mevcut ulus devletler ise söz konusu
radikal hareketleri bastırmak için yukardan aşağıya bastırıcı tedbirler uygulamak
durumunda kalmaktadırlar.48
Ulusal kurtuluş Hareketleri tarafından dışsal selfdeterminasyon hakkını
gerçekleştirmek için verilen mücadeleler sırasında işlenen ve “meşru direniş” olarak
isimlendirilen terörist eylemler “adi” bir suç olarak mı değerlendirilmeli yoksa
Uluslararası Silahlı Çatışmalar Hukukunun/İnsani Hukukun “ağır ihlalleri”, “savaş
suçları” olarak mı değerlendirilmelidir? Bir başka ifade ile terörizmle mücadelede ,
terörizmi diğer suç türleri gibi bir “suç” ve teröristleri de “suçlu” olarak gören
“Ceza Adalet Modeli” yaklaşımı mı benimsenmeli yoksa bir ülkedeki silahlı
çatışmaların terörizm olarak algılanması yerine uluslararası veya uluslararası
47
Simpson, Gerry J., “The Diffusion of Sovereignty: Selfdetermination in the Post Colonial Age”,
Self-Determination in International Law içinde, Robert McCorquodale (ed.), Ashagate Publishing
Company, 2000, s. 605.
48
Bu konuda en güncel örnek 1991’den beri devam eden Çeçenistan sorunudur. 1 Kasım 1991’de,
bağımsızlığını ilan eden Çeçenistan, bu tarihten beri Rusya’ya karşı bağımsızlık mücadelesi
yürütmektedir. Çeçenler, davalarını dünyaya duyurmak için sık sık terörizme başvurmaktadırlar.
Örneğin, Çeçenler 6 Kasım 2002’de Moskova Tiyatro Binası Baskını ve 3 Eylül 2004’te de Kuzey
Osetya’da Beslan Okul Baskını gibi eylemleri gerçekleştirmiştir. Öte yandan, Rusya’da, uzun süreden
beri Çeçenistan’ı kendisine bağlamak için yukardan aşağıya bastırıcı tedbirler uygulamaya devam
etmektedir. Bu amaçla Rusya, Çeçenistan’a 11 Aralık 1994’te ve Ağustos 1999’da iki kez askeri
müdahale gerçekleştirmiştir.
22
olmayan nitelikte bir çatışma olarak görülme tehlikesini içeren Uluslararası Silahlı
Çatışmalar Hukuku/İnsani Hukuk/ Savaş Hukuku yaklaşımı mı tercih edilmelidir? 49
Uluslararası toplumun yaşadığı bu ikilem meselenin özünü oluşturmaktadır.
Uluslararası ilişkilerde daha fazla ağırlığa ve etkinliğe sahip olan Batılı devletler
grubu bir bağımsızlık savaşı sırasında işlenen terörist eylemleri “ağır ihlal”, “savaş
suçu” olarak saymakta oldukça isteksizdir. Çünkü, bir bağımsızlık savaşı sırasında
işlenen terörist eylemleri “ağır ihlal”, “savaş suçu” sayma bu hareketlere jus in
bello’dan yararlanma hakkı verecektir. Diğer taraftan, bir ön-hükümet/protogovrenment modeli olarak faaliyette bulunmak için bunlara bir statü kazanma şansı
sunacaktır.50 Bu nedenle liberal devletler bu tür eylemleri suç saymayı ve bunları
kendi egemen ulusal ceza hukukları içinde yargılamayı tercih etmektedir. Oysa,
selfdeterminasyon hakkı çerçevesinde bağımsızlık mücadelesi veren Ulusal Kurtuluş
Hareketleri’nin kuvvet kullanmalarını meşru kabul eden gelişmekte olan ülkeler,
selfdeterminasyon amacıyla sömürge hakimiyetine, yabancı işgaline ve ırkçı
rejimlere karşı yürütülen bağımsızlık mücadelelerinin uluslararası nitelikte bir
çatışma olarak görmekteler ve bu mücadele sırasında işlenen şiddet eylemlerinin
terörizm olarak nitelendirilemeyeceğini savunmaktadırlar.51 Terörizme karşı
Uluslararası Silahlı Çatışmalar Hukukunun uygulanmasını savunan böyle bir
yaklaşım, milli bir devletin sınırları içerisinde; sömürge hakimiyetine, yabancı
işgaline ve ırkçı rejimlere ya da herhangi bir diğer etnik sebebe bağlı olarak silahlı
mücadele verdiğini iddia eden radikal grupların, bunların mücadele ettikleri ülkelerin
49
Bu yaklaşımlar için ayrıntılı bilgi için bkz. ileride II. Bölüm, s. 65-102.
Chadwick, Elizabeth, a.g.e. , s. 2, 93.
51
Chadwick, Elizabeth, a.g.e. , s. 8.
50
23
katı anti-terörizm yasalarından kaçarak “Savaş Hukukunun” koruması altına
girmelerine olanak verecektir.52
Soğuk Savaş döneminde terörizmi tanımlama konusunda yaşanan bu ikilem
çok iyi bilindiği üzere, “birinin teröristi ötekisinin özgürlük savaşçısı” klişesine
neden olmuştur.53 Bu söylem esasında terörizmin hiçbir objektif tanımının
olmayacağını vurgulamaktadır.54 Bu çerçevede, tıpkı geçmişte bir taraf için
bağımsızlık savaşçısı diğer taraf için bir terörist örgüt olarak nitelendirilmiş olan
Keşmir direniş grupları, Nikaragua’daki Kontralar, daha sonra Taliban hareketine
dönüşen Afgan mücahitleri gibi günümüzde de İsrail işgali altındaki toprakları
kurtarmak amacıyla mücadele veren Filistinli gruplar ve Çeçenistan’ın bağımsızlığı
için mücadele eden Çeçen direnişçiler için bu söylem geçerliliğini korumaktadır.
Sonuç olarak, selfdeterminasyon hakkının tanınmış olmasının mücadele yöntemi
olarak terörizmi meşrulaştırıp meşrulaştırmayacağı konusunda devletler arasında
yaşanan söz konusu siyasal uzlaşmazlık günümüzde de sürmekte ve BM
çerçevesinde terörizmin genel kabul gören tek bir tanımının yapılmasını engellemeye
devam etmektedir.
Terörizmin genel kabul edilmiş bir tanımının yapılamamış olması terörizmin
hiçbir tanımının olmadığı anlamına gelmemektedir. BM üyesi devletler arasında
gerek terörist eylemleri tanımlayan temel kriterler üzerinde gerekse
terörist
eylemleri ulusal bağımsızlık eylemlerinden ayıran özellikler hususunda konsensusun
52
Beşe, Ertan, a.g.e. , s. 46.
Khan, Ali, “A Legal Theory of International Terrorism”, Connecticut Law Rewiew, Cilt 19, 1987,
s. 945.
54
Jenkins, Brian M., “International Terrorism: The Other World War”, International Terrorism:
Characteristics, Causes, Controls içinde, Charles W. Kegly, (ed.), University of South Carolina, St.
Martin’s Press Inc., New York, 1990, s. 28.
53
24
olmaması terörizmin sadece zımni ya da işlevsel tanımlarının yapılmasına neden
olmuştur.55
C. Terörizmin İşlevsel Tanımları
Uluslararası Hukukta terörizm kavramını tanımlamaya yönelik ilk girişim II.
Dünya Savaşı öncesi dönemde Milletler Cemiyeti tarafından yapılmıştır. 10 Aralık
1934’te Yugoslavya Kralı I. Alexander ve Fransa Dışişleri Bakanı Louis
Barthou’nun Marsilya’da bir terörist örgüt tarafından öldürülmesinin de etkisiyle
“Terörizmin Önlenmesi ve Cezalandırılmasına İlişkin Uluslararası Sözleşme/ 1937
Convention for the International Prevention and Punishment of Terrorism”
16
Kasım 1937 tarihinde imzaya açılmış ve yirmi devlet tarafından imzalanmıştır.56
Sözleşme, en az üç devlet tarafından onaylandıktan sonra 90 gün içinde yürürlüğe
girecekti. Sözleşme 20 devlet tarafından imzalanmış olmasına rağmen yalnızca bir
devlet tarafından (1 Ocak 1941’de Hindistan) onaylanmış ve hiç uygulamaya
konulamamıştır.57
1937 tarihli Terörizmin Önlenmesi ve Cezalandırılmasına İlişkin Uluslararası
Sözleşme’nin md. 1/1’de
devletlerin bir başka devlete karşı yöneltilen terörist
faaliyetleri teşvik etmekten kaçınma ve bu tür faaliyetleri önleme konusundaki
Uluslararası Hukuk yükümlülüğü yeniden teyit edilmekte; md. 1/2’de
terörizm
“Bireylerin ya da bir bireyler grubunun ya da umumi halkın zihninde bir terör hali
55
Hans, Koechler, a.g.m. , s. 15.
1937 Draft Convention for the International Prevention and Punishment of Terrorism (Report
Adopted by the Committee on April 26th, 1937, League of Nations, Committee for the International
Repression of Terrorism. Cenevre; (n.p) 1937, 13 p.). Sözleşme metni için bkz. Hudson, Manley O.
(ed.), International Legislation VII, A Collection of the Texts of Multipartite International
Instrumens of General Interest: 1935-1937, (1941), s. 865; Chadwick, Elizabeth, a.g.e. , s. 97-101.
57
Hudson, Manley O., (ed.), a.g.e. , s. 862, 878; Chadwick, Elizabeth, a.g.e. , s. 97.
56
25
yaratmak için tasarlanmış ya da planlanmış, bir devlete karşı yöneltilen kriminal
eylemler” olarak tanımlanmakta; md. 2’de ise kriminal suç teşkil edecek eylemler
ayrıntılarıyla sayılmaktadır. 58
BM Andlaşması öncesi dönemde terörizmin tanımını yapan ve ulusal ceza
hukuklarının
standartlaşmasını
sağlayacak
nitelikte
açık
hükümler
içeren
Sözleşme’nin önemini yadsımak mümkün değildir. Bununla birlikte, Sözleşme’de
yer alan terörizm tanımının dar kapsamlı olması; md. 2’de suç teşkil eden eylemlerin
devlet başkanları gibi sadece kamu görevlilerine ve kamu mülkiyetine karşı işlenmiş
eylemlere sınırlandırılmış olması;
terörist eylemler ve
terör suçlarına teşebbüs
eylemleri nedeniyle yalnızca bireysel kriminal sorumluluk doğması fakat devlet
sorumluluğunun
öngörülmemiş
olması
Sözleşme’nin
yetersizliklerini
ortaya
koymaktadır.59 Üstelik, Sözleşme yürürlüğe girmiş olsa bile Sözleşme’de taraf
devletlerin Sözleşmeyi yorumlama konusunda egemen yetkilerinin korunmuş olması
devletlerarasında etkin işbirliği yapılmasını engelleyecek önemli bir unsurdu.60
Uluslararası
toplumun
terörizmi
tanımlamaya
yönelik
çabaları
BM
Andlaşması’nın imzalanmasından sonra da devam etmiştir. Terörizmin önlenmesi
konusunda BM bünyesinde gerçekleştirilen kimi uluslararası sözleşmelerde terörizm
dolaylı olarak tanımlanmıştır. Bu çerçevede örneğin 23 Mayıs 2001 tarihinde
yürürlüğe
giren
Terörist
Bombalamaların
Önlenmesine
Dair
Uluslararası
Sözleşme’nin 5. maddesinde ve 9 Aralık 1999 tarihli Terörizmin Finanse
Edilmesinin Önlenmesine Dair Uluslararası Sözleşme’nin 2. maddesinde terörizmin
58
Ayrıntılı bilgi için bkz. Chadwick, Elizabeth, a.g.e. , s. 98.
Chadwick, Elizabeth, a.g.e. , s. 99.
60
Chadwick, Elizabeth, a.g.e. , s. 101.
59
26
farklı işlevsel tanımları yapılmıştır.61 Bu gelişmelere ilaveten, halen BM
platformlarında görüşülen “Terörizmin Önlenmesi Konusunda Kapsamlı Taslak
Sözleşmenin” 62 kabul edilmesi halinde terörizmin tanım sorunu alanında devrimsel
bir gelişme kaydedilecektir. 63
BM Genel Kurulu uluslararası terörizmin önlenmesi sorununa ilişkin olarak
sistematik ve uzun dönemli bir yaklaşım benimsemiştir. Bu çerçevede, BM Genel
Kurulu terörizm meselesinin tüm yönlerini içeren kapsamlı bir hukuksal çerçeve
oluşturmak amacıyla 9 Aralık 1994 tarihinde 49/60 sayılı “Uluslararası Terörizmin
Yok Edilmesine İlişkin Önlemler Deklarasyonunu” kabul etmiştir.64 Bu amaçla BM
Genel Kurulu, 17 Aralık 1996 tarihli ve 51/210 sayılı kararı ile görevi, inter alia,
terörizmin önlenmesi konusunda kapsamlı bir sözleşme hazırlamak olan bir Ad Hoc
Komite kurmuş ve söz konusu Komite bu amaçla çalışmalarını sürdürmüştür. BM
Genel Kurulu, 2001 Eylül-Aralık 56. dönem toplantısında, uluslararası terörizmin
önlenmesi konusunda kapsamlı bir sözleşme hazırlama görevini
vermiştir. 6. Komite ise
bu
6. Komite’ye
amaçla bir “Çalışma Grubu” oluşturmuş ve
Siri
Lanka’lı Rohan Perera’yı başkan seçmiştir. 8 Ekim 2001’deki toplantısında 6.
Komite Çalışma Grubu’nu bütün BM üyesi devletlere açmaya karar vermiştir.65
Çalışma Grubu’nun toplantılarında Uluslararası Terörizm Konusunda Kapsamlı
Taslak
Sözleşme
hükümleri
üzerinde
61
kapsamlı
ve
ayrıntılı
tartışmalar
Sözleşmelere ilişkin ayrıntılı bilgi için bkz. ileride dipnot 217, s. 70-71.
Fifty-fifth Session, Sixth Committee, Measures to Eliminate International Terrorism Report
of the Working Group (19 October 2000), “Working Document Submitted By India on the Draft
Comprehensive Convention on International Terrorism”, A/C.6/55/L.2.
63
Weiss, Peter, “Terrorism, Counterterrorism and International Law”, Arab Studies Quarterly, Cilt
24, Sayı 2-3, 2002, s. 11
64
“Measures to Eliminate International Terrorism”, A/RES/49/60, 9 Aralık 1994. Kararın metni
için bkz. http://www.un.org/documents/ga/res/49/a49r060.htm, (9 Aralık 2001).
65
Report of the Ad Hoc Committee Established by General Assembly Resolution 51/210 of 17
December 1996 Fifth Session (12-13 February 2001), G.A.O.R., 56th Sess., Supp. No. 37
(A/56/37).
62
27
gerçekleşmiştir.
66
Müzakereler özellikle Hindistan tarafından Çalışma Grubuna
sunulan Taslak Sözleşme metni üzerinde yoğunlaşmıştır.67 Çalışma Grubu, BM
üyesi devletler arasındaki görüş ayrılıklarını gidermek için çok sayıda gayri resmi
toplantı yapmış; Taslak Sözleşme metninin tamamlanması doğrultusunda önemli
gelişmeler kaydetmiştir. Bu çerçevede Taslak 3-17 ve 20-27. maddeler üzerinde
devletler görüş birliğine varmışlardır.68 Bununla birlikte, Çalışma Grubu’nda halen
üzerinde anlaşmaya varılamayan önemli maddeler bulunmaktadır. Bu çerçevede
özellikle, terörizmin tanımına ilişkin taslak 2. madde ve silahlı güçlerin faaliyetleri
için istisnaları içeren taslak 18. madde, Uluslararası Terörizm Konusunda Kapsamlı
Taslak Sözleşme’nin kabul edilmesini engellemeye devam etmektedir.
Kapsamlı Terörizm Sözleşmesi’nin 2. maddesi “terörizm” ve “terörist suç”
konusundadır.69 Ancak, bu madde tıpkı 18. madde
66
gibi üzerinde
derin görüş
Bkz. U.N. Doc., A/C.6/56/WG.1/CRP.3.
Bkz. U.N. Doc., A/C.6/55/L/2.
68
Fifty-Sixth Session, Sixth Committee, Measures to Eliminate International Terrorism Report
of the Working Group (29 October 2001), A/C.6/56/L.9.
69
Kapsamlı Sözleşme’nin 2. maddesi şu şekilde düzenlenmiştir:
1) Herhangi bir kimse bu sözleşmenin bağlamı içinde herhangi araçla, hukuk dışı olarak ve kasten
a) Herhangi bir kişiyi öldürme ya da fiziksel olarak ağır bir şekilde yaralamaya; ya da
b) Kamunun kullanımındaki bir yer ya da hükümet binası, bir umumi ulaştırma sistemi, bir
altyapı imkanı ya da çevre dahil kamu ya da özel mülkiyete ciddi zarara sebep olursa; ya da
c) Bu maddenin 1(b) paragrafında belirtilen mülkiyet, yerler, imkanlar ya da sistemlere zarar
verme büyük ekonomik kayıplarla sonuçlanırsa ya da sonuçlanması olasıysa,
Eylemin amacı, doğası ve içeriği itibariyle, bir halkı korkutmak ya da bir hükümeti ya da uluslararası
bir örgütü herhangi eylemi yapmaya ya da yapmaktan alıkoymaya zorlamak olduğunda, bir suç işler.
2) Herhangi bir kimse, bu maddenin birinci paragrafında belirtildiği şekilde bir şuç işlemek için
inandırıcı ve ciddi bir tehditte bulunursa da bir suç işlemiş sayılır.
3) Herhangi bir kimse bu maddenin 1. paragrafında belirtildiği şekilde bir suç işlemeye teşebbüs
ederse de suç işlemiş sayılır.
4) Herhangi bir kimse, bu maddenin 1, 2 ya da 3. paragraflarında belirtilen bir suça “suç ortağı” olarak
katılmışsa ya da;
a) Bu maddenin 1, 2 ya da 3. paragraflarında belirtilen bir suçu işlemek için diğerlerini
organize eder ve yönlendirirse ya da;
b) Ortak bir amaçla hareket eden bir grubun mensupları tarafından bu maddenin 1, 2 ya da 3.
paragrafında belirtildiği şekilde bir ya da daha fazla suçun işlenmesine yardım etme. Böyle yardım
kasıtlı olacak veya;
67
28
ayrılıklarının olduğu 6. Komite’nin ve Ad Hoc Çalışma Grubu’nun çalışmalarını
engelleyen bir
maddedir.
Özellikle
İslam Konferansı Örgütü (İKÖ) üyesi 52
devletin yabancı işgaline karşı gerçekleştirilen eylemleri tanımdan muaf tutmak
istemesi 2. maddeyi ihtilaflı hale getirmiştir.70 Bu bağlamda, İKÖ adına Malezya,
“Uluslararası Hukuk ilkelerine uygun olarak bağımsızlık ve selfdeterminasyon
amaçlayan yabancı işgaline, saldırısına, sömürgeciliğe ve hegemonyaya karşı silahlı
mücadele dahil halkların mücadeleleri “ terörist suç” sayılmayacaktır” şeklinde bir
paragrafın 2. maddeye eklenmesini teklif etmiştir.71 Aslında, Malezya tarafından
İKÖ adına 2. maddede yer alması teklif edilen söz konusu paragraf, 1 Temmuz
1999 tarihli Uluslararası Terörizmle Mücadeleye Dair İslam Konferansı Örgütü
Sözleşmesi’nin 2. maddesinde yer almaktadır.72 Malezya’nın bu teklifi Çalışma
Grubunda yer alan
heyetler tarafından özellikle Kapsamlı Taslak Sözleşmede
terörizmin tanımına gerek olmadığı; ulusal bağımsızlık mücadelesi veren halkların
i) Böyle bir yardım, grubun kriminal faaliyet ve kriminal amaçlarını artırma
gayesiyle yapılacak, böyle faaliyet ve amacın bu maddenin birinci paragrafında belirtilen bir suçun
işlenmesini gerektirdiği yerde; ya da
ii) Böyle bir yardım, grubun bu maddenin birinci paragrafında belirtildiği şekilde bir
suç işleme kastı dahilinde yapılacak.
Bkz. Measures to Eliminate International Terrorism Report of the Working Group,
A/C.6/56/L.9, 29 Ekim 2001, s. 16.
70
Subedi, Surya P., “The UN Response to International Terrorism in the Aftermath of the Terrorist
Attacks in America and the Problem of the Definition of Terrorism in International Law”,
International Law Forum du droit international, Cilt 4, 2002, s. 163.
71
2. maddeye ilişkin olarak İKÖ adına Malezya tarafından 6. Komitenin Çalışma Grubuna sunulan
öneri (A/C.6/55/W.G.1/CRP.30) için bkz. Measures to Eliminate International Terrorism Report
of Working Group, A/C.6/55/L.2, s. 37-38. Bu konuda ayrıca bkz. Mitta, Monaj, “Why This
Quibble Over Terrorism?”, http://www.indianaexpress.com, (18 Ekim 2002); http://www.palestineun.org/news/TerrorismConvention.htlm, (18 Ekim 2002).
72
1 Temmuz 1999 tarihli “Uluslararası Terörizmle Mücadeleye Dair İslam Konferansı Örgütü
Sözleşmesi” (Ouagadougou), İslam Konferansı Örgütü Genel Sekreteri’nin öncülüğünde
gerçekleştirilmiştir. Bkz. Convention of the Organization of the Islamic Conferance on
Combating International Terrorism, Resolution No. 59/26-P. Sözleşmenin İngilizce metni için bkz.
http://www.oic-un.org/26icfm/c.html, (20 Aralık 2001).
29
mücadelelerinin meşru kabul edilse bile her türlü vasıta ile gerçekleştirilemeyeceği
esasında eleştirilere maruz kalmış ve kabul edilmemiştir.73
Üzerinde derin görüş ayrılıklarının bulunduğu Kapsamlı Sözleşme’nin 18.
maddesi
Kordinatör tarafından Çalışma Grubu’nun Ekim 2001’de gerçekleşen
toplantısında önerilmiştir.74 Ad Hoc Komite
bünyesinde Ocak-Şubat 2002’de
gerçekleştirilen gayri resmi müzakerelerde tartışmalar özellikle 18. maddenin 2 ve
3. paragrafları üzerinde yoğunlaşmıştır. Kordinatör’ün önerisinde 18/2 ve 3.
paragraflar şu şekilde düzenlenmiştir: 18/2. madde “Silahlı bir çatışma sırasında
silahlı güçlerin eylemleri, Uluslararası Hukuk çerçevesinde değerlendirilmekte ve
düzenlenmekte olduğu için bu sözleşme tarafından kapsanmayacaktır” şeklindedir.
18/3. madde ise, “Bir devletin askeri güçleri tarafından resmi görevlerinin icrası
sırasında yerine getirilen faaliyetler, uluslararası hukukun diğer kuralları tarafında
düzenlendiği sürece, bu sözleşme tarafından düzenlenmemektedir”şeklindedir. İslam
Konferansı Örgütü, bu paragrafların da alternatif
versiyonlarını düzenleyerek
Çalışma Grubuna sunmuştur. İKÖ’nün 18/2. maddeye ilişkin önerisinde “silahlı
güçler” terimi yerine “taraflar” terimi kullanılmış ve “silahlı çatışma” kavramından
sonra “yabancı işgali durumları dahil” ibaresi eklenmiştir. 18/3. maddeye ilişkin
önerisinde ise “Uluslararası Hukukun diğer kuralları tarafından düzenlendiği sürece
ibaresi”, “Uluslararası Hukuka uygun olduğu sürece” ibaresiyle değiştirilmiştir.75
İslam Konferansı Örgütü’nün 18/2. maddeye ilişkin söz konusu değişiklik önerisinin
73
G.A.OR. 56th sess. Supp. No. 37 (A/56/37).
74
Kordinatör’ün 18. maddeye ilişkin önerisi (A/57/37, Annex IV) için bkz. Measures to Eliminate
International Terrorism Report of the Working Group, 16 October 2002, A/C.6/57/L.9; Report
of the Ad Hoc Committee Established by General Assembly Resolution 51/210 of 17 December
1996, G.A.O.R., 57th Sess., Supp. No. 37 (A/57/37), s. 17.
75
İKÖ’nün 18. maddeye ilişkin önerisi (A/57/37 Annex IV) için bkz. G.A.O.R., 57th Sess., Supp.
No.37 (A/57/37), s. 17.
30
en önemli etkisi, Filistin halkının mücadelesine destek vermek adına Hamas, İslami
Cihad, El Aksa Tuğayı ve Hizbullah gibi terör örgütlerini Kapsamlı Sözleşme’nin
dışında bırakabilecek olmasıdır.76 İKÖ’nün 18/3. maddeye ilişkin değişiklik
önerisinin en önemli etkisi ise, örneğin İsrail gibi, bir devletin silahlı kuvvet
mensuplarının resmi görevlerinin ifası sırasında işledikleri Uluslararası Hukuka
uygun olmayan eylemlerin
“terörist suç” sayılacak olması ve
böylece devlet
destekli terörizm gibi devlet terörizminin de Sözleşme tarafından kapsanacak
olmasıdır.77 Ad Hoc Komite’nin 57. dönem toplantısına ilişkin resmi kayıtlarında,78
hangi devletlerin 18. maddenin mevcut versiyonunu hangi devletlerin ise İKÖ
tarafından önerilen versiyonu desteklediğine ilişkin bilgi bulunmamaktadır. 79
Sonuç olarak, 11 Eylül trajik olayına rağmen, devletlerin farklı siyasal
çıkarları ve çatışan normatif algılamaları BM’nin terörizm karşıtı 12 sözleşmesinin
normatif yaklaşımını birleştirecek ve tamamlayacak olan Kapsamlı Terörizm
Sözleşmesi’nin kabul edilmesini engellemeye devam etmektedir. Terörizmi
tanımlamanın mümkün olmaması en azından bunu diğer şiddet türlerinden ayırt
etmek için karakteristik unsurlarını ortaya koymayı elzem hale getirmektedir.
D. Terörizmin Karakteristik Unsurları ve Diğer Şiddet Eylemleri
Etimolojik köken itibariyle Latince “terrere” sözcüğünden türeyen terör,
korkutmak, korku salmak, dehşete düşürmek, yıldırmak anlamına gelmektedir.80
76
Subedi, Surya P., a.g.m. , s. 164; Weiss, Peter, a.g.m. , s. 3-4.
Weiss, Peter, a.g.m. , s. 4.
78
G.A.OR., 56th Sess., Supp. No. 37 (A/56/37).
79
Bkz. A/ C.6/57/L.9.
80
Wilkinson, Paul, Political Terrorism, London, 1974, s. 9; Başeren, Sertaç H., “Terörizm ve
Uluslararası İlişkiler”, Stratejik Araştırmalar Dergisi , Sayı 1, Yıl: 1, 2003, s. 51.
77
31
Kavramın içeriğine bakıldığında birbirinden farklı terör türleri bulunduğu
görülmektedir.
81
Burada bizi ilgilendiren siyasal terördür. Bu noktada siyasal terör
ve siyasal terörizm arasında önemli farklılık vardır.
Siyasal terör, çoğu zaman
denetim dışı olup, organize ya da sistematik değildir. Bu nedenle ne izole edilmiş bir
eylem ne de rasgele bir kitle şiddet hareketi terörizmdir.82 Bu bağlamda bir tanım
vermek gerekirse “siyasal terörizm, siyasal amaçlar için örgütlü, sistemli ve sürekli
terör kullanmayı yöntem olarak benimseyen bir strateji anlayışıdır.”83 Bu tanımdan
yola çıkarak
siyasal terörizmin karakteristik unsurları üzerinde durmak yararlı
olacaktır.
Siyasal terörizmde fail siyasal bir saikle harekete geçmektedir. Ancak,
Başeren ve Jenkins’ın işaret ettiği gibi, terörizm objektif şekilde failin kimliği ve
siyasal olan saikin içeriği tarafından değil eylemin niteliği tarafından tarif
edilmelidir.84 Ancak, bu değerlendirme üzerinde uzlaşmaya varılmış bir hususu
temsil etmemektedir.
Siyasal saikle harekete geçen fail araç olarak “şiddet” kullanmaktadır.85
Ancak, hareketin doğrudan doğruya doğurduğu netice önemli değildir. Bu neticenin
81
Wilkinson, Paul, a.g.e. , s. 9; Başeren, Sertaç H., “Uluslararası Hukuk Açısından Terörizm”, s. 183.
Wilkinson, Paul, “Pathways out of Terrorism for Democratic Societies”, Contemporary Research
on Terrorism içinde, Paul Wilkinson ve Alasdair M. Stewart, (eds.), Aberdeen University Press,
1989, s. 456; Başeren, Sertaç H., “Uluslararası Hukuk Açısından Terörizm”, s. 183; Başeren, Sertaç
H., “Terörizm ve Uluslararası İlişkiler”, s. 51.
83
Hoffman, Bruce, Inside Terrorism, Columbia University Press, New York, 1998, s. 43; Başeren,
Sertaç H., “Terörizm ve Uluslararası İlişkiler”, s. 51; Başeren, Sertaç H., “Uluslararası Hukuk
Açısından Terörizm”, s. 184.
84
Bu görüşü paylaşan yazarlar için bkz. Jenkins, Brian M., “International Terrorism: The Other World
War”, a.g.e. , s. 29; Başeren, Sertaç H., “Uluslararası Hukuk Açısından Terörizm”, s. 184; Falk,
Richard A., “Revolutionaries and Functionaries: The Dual Face of Terrorism”, International
Terrorism: Characteristics, Causes, Controls içinde, Charles W. Kegley, (ed.), University of South
Carolina, St. Martin’s Press Inc., New York, 1990, s. 42.
85
Başeren, Sertaç H., “Terörizm ve Uluslararası İlişkiler”, s. 52.
82
32
ötesinde yaratılmak istenen etki önem taşımaktadır.86 Siyasi olarak motive edilen
teröristler için hedef genellikle vukuu muhakkak şiddetin kurbanlarından ziyade
daha geniş bir hedef kitle arasında bir korku iklimi yaratmaktır.87 Yani etki için
şiddet kullanılmakta ve propaganda yapılmaktadır.88 Bu etki harekete bakarak son
derece büyüktür. Terörizmin etkiye yönelik olmasını fiilin sembolikliği ile açıklayan
Başeren, “Terörizmde fiil semboliktir. Yani terörizm, bir kişiyi öldürüp milyonları
korkutarak onların siyasal tercihlerini etkilemektir” demektedir.89 Bu özellikler
teröristleri adi suçlulardan ayırmaktadır. Adi suçlular da spesifik bir amaca ulaşmak
için teröristler gibi bir araç olarak şiddet kullanmaktadır. Ancak, kaçırma, öldürme,
bombalama gibi şiddet eylemlerinin kendisi benzer olabilirken amaç ya da saik
açıkça aynı değildir. Adi suçlular, şahsi maddi çıkarları için şiddet kullanmaktadır.
Üstelik terörizmden farklı olarak adi suçluların eylemin ötesinde iletilmek istenen
hiçbir mesajları yoktur.90
Siyasi rejime karşı normal dışı şiddette dayalı mücadelenin başlamasından
yeni siyasi rejimin
tesis edilmesine kadar geçen süreç içerisinde, her aşamada
terörizme başvurulabilmektedir. Buna çoğu zaman diğer siyasal şiddet biçimleri olan
86
Başeren, Sertaç H., “Uluslararası Hukuk Açısından Terörizm”, s. 186.
Bkz. Wilkinson, Paul, “Trends in International Terrorism and the American Response”, Terrorism
and International Order içinde, Lawrence Freedman, Christopher Hill, Adam Roberts, R. J.
Vincent, Paul Wilkinson ve Philip Windsor, (eds.), The Royal Institute of International Affairs,
Routledge, 1988, s. 38; Jenkins, Brian M., International Terrorism: A New Mode of Conflict,
Crescent Publications, Los Angles, 1975, s. 1. Bu konuda Richard Shultz, “Korkunun aşılanması tüm
terörist eylemlerin ana amacı değildir. Böyle eylemler korku aşılamadan uzak belli taktiksel ve
stratejik amaçlara sahip olabilir. Terörist eylemler mantıklı tercihin bir sonucudur.” diyerek bu iki
yazarın korku iklimi yaratma hususunda paylaştıkları psikolojik yaklaşımdan ayrılmaktadır. Bkz.
Shultz, Richard, “Conceptualizing Political Terrorism”, International Terrorism: Characteristics,
Causes, Controls içinde, Charles W. Kegley, (ed.), University of South Carolina, St. Martin’s Press
Inc., New York, 1990, s. 45.
88
Jenkins, Brian M.,“International Terrorism: The Other World War”, a.g.e. , s. 29.
89
Başeren, Sertaç H., “Terörizm ve Uluslararası İlişkiler”, s. 53.
90
Hoffman, Bruce, a.g.e. , s. 41.
87
33
gerilla savaşı ve savaş da eşlik edebilmektedir.91 Bu durum tüm siyasal saikli şiddet
eylemlerinin terörizm olmadığına ve söz konusu faaliyetleri birbirlerinden ayırt
etmenin zorluğuna işaret etmektedir. Bu zorluğa rağmen, terörizmi, gerilla savaşı ve
savaştan ayırt edecek bazı ölçütlerin varlığından bahsedilebiliriz.
Terörizm, gerilla savaşı ya da savaşın herhangi türü ile eşanlamlı değildir.92
Zira, terörizm ile gerilla savaşı ve savaş arasındaki en önemli fark terörizm
niteliğindeki fiillerin sembolik olmasıdır. Terörizmin simgeselliğine karşılık gerilla
savaşında ve savaşta fiil öncelikle neticeye yöneliktir.93 Gerilla savaşının düzensiz
olması ise onu savaştan da ayırmaktadır. Bununla birlikte, Fransız ihtilalinden bu
yana terörizmi gerilla savaşından ayırt etmek her zaman kolay olmamıştır.94
Teröristler sık sık gerilla savaşçıları ile karıştırılmıştır. Aslında bu durum çok da
şaşırtıcı değildir. Çünkü, gerilla savaşçıları da benzer amaçlar için benzer taktikleri
kullanmaktadırlar. Üstelik hem teröristler hem de gerilla savaşçıları genellikle ne
üniforma giymekte ne de tanınmalarını sağlayacak işaret taşımakta ve böylece
savaşçı olmayanlardan ayırt edilememektedirler. Ancak, hem teröristleri hem de
gerilla savaşçılarını “düzensizler” kategorisinin aynı sınıfına koymak için eğilimlere
rağmen her ikisi arasında esaslı farklılıklar vardır. Gerilla savaşı esas itibariyle,
91
Başeren, Sertaç H., “Terörizm ve Uluslararası İlişkiler”, s. 55.
Jenkins, Brian M., “International Terrorism: The Other World War”, a.g.e. , s. 30.
93
Başeren, Sertaç H., “Uluslararası Hukuk Açısından Terörizm”, s. 186; Başeren, Sertaç H.,
“Terörizm, Kavramsal Bir Değerlendirme ve Mücadele”, Avrasya Dosyası, Cilt 1, Sayı 4, 1995, s.
166.
94
Gerilla Savaşı bir çatışma türü değil, uluslararası olduğu kadar iç çatışmalarda da başvurulan bir
özel savaş yapma yöntemidir. Buna bağlı olarak gerilla savaşçısı çok değişik biçimlerde ortaya
çıkabilmektedir. Bu nedenle uygulanan Uluslararası Hukukta “gerilla savaşçısı” bir tek kavram içinde
ele alınarak savaşçı statüsünden yararlanıp yararlanmayacağı konusu açıkça değerlendirilmemiştir.
Bkz. Pazarcı, Hüseyin, Uluslararası Hukuk Dersleri IV. Kitap, Turhan Kitabevi, Ankara, 2000, s.
204.
92
34
seçici şiddet vasıtasıyla uygulanan isyancı, ayaklanmacı bir silahlı protestodur.
95
Gerilla savaşçısı ise en yaygın kabul gören kullanımı içinde, askeri birim gibi
çalışan, düşman askeri güçlerine saldıran ve toprak ele geçiren ve elinde tutan,
tanımlanmış bir coğrafi bölge ve bu bölgenin nüfusu üzerinde bazı egemen yetkiler
ya da kontrol de icra eden silahlı bireylerin sayısal olarak daha büyük bir grubunu
ifade etmek için kullanılmaktadır. 96
Teröristler ise, gerillalar gibi eylemlerini açıkça yapmazlar, genel olarak
tanımlanmış bir coğrafi bölgeyi işgal etmeye ya da elde tutmaya teşebbüs etmezler,
düşman askeri güçleri ile çatışmaya girmekten hususi olarak kaçınırlar ve toprak,
halk üzerinde herhangi doğrudan denetim ya da egemenlik nadiren icra ederler.
Teröristlerin genel amacı şiddeti sivillere ve sivil hedeflere yöneltmekdir; gerilla
savaşçısının genel amacı ise şiddeti askeri hedeflere yöneltmekdir. Askeri hedeflere
terörist saldırılar istisnadır; kural değildir. Oysa, askeri hedeflere gerilla saldırıları
kuraldır; istisna değildir.97
Sonuç olarak, organize bir şekilde hükümet kuvvetlerine karşı savaşan ve
ayırt edici işaretlere sahip gerilla hareketleri terörist metotlara başvurmadıkları ve
sivillerden ziyade askeri birimleri hedefleyerek hedef seçimlerinde seçici kaldıkları
ölçüde, terörist ve gerilla savaşçısı arasında ayırım yapmak mümkündür.
Terörizm bir savaş şekli midir? Bu soruya verilecek yanıt,
terörizm
türlerine, algılanan tehdidin ciddiliğine, devletlerin ve yazarların değerlendirmelerine
bağlı olarak değişiklikler gösteren ve dolayısıyla belli ölçüde sübjektiflikten
95
Combs, Cindy C., Terrorism in the Twenty-First Century, University of North CarolinaCharlotte, New Jersey, 1997, s. 25.
96
Bruce, Hoffman, a.g.e. , s. 43.
97
Erickson, Richard J., a.g.e. , s. 63.
35
kurtulamayan bir yanıttır. Terörist eylemlerin yıkıcı sonuçları, ulusal güvenliğe ve
bölgesel istikrara yönelttiği tehdit nedeniyle, kimi yazarlar terörizmin bir savaş şekli
olduğunu ileri sürmekte;98 bir başka grup yazar ise bu görüşe katılmamaktadır.99
Geleneksel anlamda savaşın, düzenli ordular arasında veya devletle gerilla
gibi tanımlanabilir bir kuvvet arasında yapılan silahlı mücadeleyi ifade ettiği göz
önünde bulundurulursa, devletlerin çok fazla tercihe sahip olmadıkları ortaya
çıkmaktadır. Uluslararası terörizm açısından meseleyi değerlendirdiğimizde
ilk
olarak devlet destekli terörizmin “yeni bir savaş şekli” olarak nitelendirilmesi ve
Uluslararası Hukukun savaşa yüklediği teknik içerikleri kapsayabilmesi mümkünken;
ideolojik, etnik veya dini kimlikler üzerinde şekillenmiş devlet dışı terörist örgütler
tarafından gerçekleştirilen uluslararası terörizmin bir savaş şekli olması mümkün
değildir.
Üstelik, yaşayan Uluslararası Hukukun BM Andlaşması’nın md. 2/4’te
somutlaşan savaş dahil
devletlerarası ilişkilerde herhangi kuvvet kullanılmasını
yasaklamış olduğu ve bu yasağın jus cogens doğada olduğu göz önünde
bulundurulursa devletlerin terörizmi bir savaş olarak nitelendirmekten kaçınmaları
gereği ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle, ABD Başkanı George W. Bush’un 11 Eylül
terörist saldırılarına ilişkin olarak gerek 15 Eylül 2001’de yaptığı “ulusa sesleniş”
konuşmasında, gerekse teröristleri yargılamak için Askeri Komisyonlar kuran 13
Kasım 2001’deki emri çerçevesinde terörist eylemleri savaş eylemi olarak
98
Bu konuda, örneğin Brian M. Jenkins, “Terörizm gerçekten savaşın yeni bir modeli haline
gelmiştir” demektedir. Bkz. Jenkins, Brian M., Combatting Terrorism Becomes a War, Rand 6988,
Rand Corp., Santa Monica, California, Mayıs 1984, s. 7. Paul Wilkinson’ da benzer şekilde,
“Uluslararası terörist saldırlar savaşa bir alternatif değil, savaşın farklı bir modelidir” demektedir.
Bkz. Wilkinson, Paul, “Trends in International Terrorism and the American Response”, a.g.e. , s. 38.
99
Greenwood, Christopher, “International Law and the War Against Terrorism”, International
Affairs, Cilt 78, Sayı 2, 2002, s. 305.
36
nitelendiren ifadelerini Uluslararası Hukukun bunlara yüklediği teknik içerikleri
kapsayacak şekilde yorumlamak doğru görünmemektedir.100 Bu koşullar içinde
devletlerin
terörizmi savaş olarak isimlendirmeleri ve terörizme karşı savaş
ifadelerini kullanmaları siyasi koşullar içinde anlayışla karşılanabilir. Terim
algılanan tehdidin ciddiliğini vurgulamak için yoksullukla, cehaletle AIDS ‘le savaş
gibi genel anlamda kullanılmaktadır. Savaş olarak isimlendirmenin hukuksal
sonuçlarını takip etmesi amaçlanmamaktadır.101
E. Terörizmin Türleri
Terörizmi sınıflandırmak amacıyla doktrinde pek çok çalışma yapılmış
olmasına karşın bu alanda geliştirilmiş ortak bir tipolojiden bahsetmek mümkün
değildir. Bu nedenle çalışmanın amacı açısından terörizmi faaliyette bulunduğu ve
etkilediği coğrafi alan, eylemleri gerçekleştirenlerin tabiiyeti, eylemlerin doğurduğu
sonuç, açığa vurulmuş somut amacı ve yabancı bir unsur içerip içermemesi gibi
unsurlardan yola çıkarak ulusal/ülke içi terörizm, devlet terörizmi, uluslarötesi/
transnasyonel terörizm ve uluslararası terörizm olarak sınıflandırabiliriz. Bu
sınıflandırma hem devletler arasındaki uluslararası politika ilişkilerinde hem de
uluslar ötesi ilişkilerde ve devletin kendi iç siyasetinde terörizme başvurulabileceğini
göstermektedir.
100
Başeren, Sertaç H., “Uluslararası Hukuk Açısından Amerika Birleşik Devletlerinde
Gerçekleştirilen Terörist Saldırılar ve Yol Açtığı Gelişmeler Üzerine Bir Değerlendirme”, Prof. Dr.
Vecdi Aral’a Armağan, Kocaeli Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayını, 2001, s. 70.
101
Greenwood, Christopher, a.g.m. , s. 305.
37
1. Ülke İçi Terörizm
Ulusal terörizm tek bir devlet içinde sınırlı kalan yabancı bir unsur, ilişki
veya katılımın söz konusu olmadığı sistematik şiddettir.102
Bu yönü ile ulusal
terörizm uluslarötesi terörizme çok benzerdir. Bu ikisi arasındaki en önemli farklılık
ulusal teröristlerin eylemlerini bir ulusun vatandaşlarına karşı yöneltmeleridir.103
Uluslarötesi terörizm gibi ülke içi terörizm de herhangi bir hükümet tarafından
doğrudan desteklenmez. Ancak, tarihsel olarak ülke içi terörizmi pür bir durumda
bulmak çok zordur. Böyle bir durum ancak teorik olarak mümkündür.
2. Devlet Terörizmi
Devlet terörizmi, bir devletin kendi ülke sınırları içinde kendi
vatandaşlarına karşı uyguladığı sistematik şiddet eylemlerinden oluşmaktadır.104
Devlet terörizmini, devlet sponsorlu terörizmden ayırt etmek gereklidir. Devlet
sponsorlu terörizmde terörist eylemlerin faili bir devletin açık ya da örtülü desteği ile
hareket eden devlet dışı aktördür. Devlet terörizmi ise, devlet aktörleri tarafından
Uluslararası İnsani Hukuk ve İnsan Hakları Hukukunun ihlali içinde gerçekleştirilen,
kapsamlı, yaygın ve sistematik şiddet kullanmasıdır.105 Devlet politikasının
bir
parçası olarak işlenen soykırım/jenosit, insanlığa karşı suç, savaş suçu ve işkenceyi
kapsamaktadır. Devlet terörizmi uygulayan devletlerin amaçları siyasi muhalifleri ya
102
Wilkinson, Paul, “Trends in International Terrorism and the American Response”, a.g.e. , s. 38.
Mullins, Wayman C., A Sourcebook on Domestic and International Terrorism: An Analysis of
Issues, Organizations, Tactics, and Responses, Charles C. Thomas Publisher Ltd., Springfield,
Illinois, 1997, s. 36-37.
104
Başeren, Sertaç H., “Uluslararası Hukuk Açısından Terörizm”, s. 187.
105
Bassiouni, M. Cherif, “Legal Control of International Terrorism: A Policy-Oriented Assessment”,
Harvard International Law Journal, Cilt 43, Sayı 1, 2002, s. 84; Mullins, Wayman C., a.g.e. , s.
37.
103
38
da etnik bir grubu bastırarak mevcut rejimi idame ettirmektir. Bu amaçla, gerekirse
sosyal ya da politik bir grup toptan yok edilebilmektedir.106 Totaliter sistemlerin
başvurduğu devlet terörizmi olarak nitelendirilen bu olgunun örnekleri Sovyetler
Birliği'’nde Lenin ve Stalin, İtalya’da Mussolini, Almanya’da Hitler, Çin’de Mao
Zedong, Kamboçya’da Pol Pot liderliğindeki Kızıl Khmer’ler ve Irak’ta Saddam
Hüseyin rejimi olup bunlar ırkı, dini, siyasi görüşü nedeniyle kendi halklarının karşı
kapsamlı devlet terörizmi uygulamışlardır.
3. Uluslarötesi Terörizm
Devlet dışı aktörlerin uluslararası düzeyde şiddet eylemlerine karışması
1970’lerdeki analizlerin ana odağı olmuş ve bu durum “Uluslarötesi Terörizm”
kavramı ile ifade edilmiştir.107
Devletlerin ve hükümetlerin yetkilerinin ve denetimlerinin tartışılır hale
geldiği 1960’ların sonu ve 1970’lerin başından itibaren uluslararası sistemin temel
yapısı tekrar sorgulanmaya başlanmıştır. Yeni konuların ve yeni aktörlerin ortaya
çıkması ve artan karşılıklı bağımlılık uluslararası sistemin analizinde geleneksel
devlet merkezli paradigmaları yetersiz bırakmıştır. Bu çerçevede uluslarötesi
ilişkileri ve kurumları dikkate alarak, devletin dışında uluslararası siyasal süreci
etkileyen ve bu süreçte önemli rol oynayan, bağımsız eylemlerde bulunarak devletin
mutlak otorite ve güç olma durumunu zorlayan başka aktörlerin de varlığından yola
106
Bassiouni, M. Cherif, a.g.m. , s. 85.
Richardson, Louise, “Global Rebel’s: Terrorist Organization as Trans-national Actors”, Harvard
International Review, Cilt 20, Sayı 4, 1998, s. 52.
107
39
çıkarak uluslararası ilişkileri analiz eden Tranasyonalizm/Uluslarötesilik, devlet
merkezli paradigmalara karşı yeni bir paradigmatik çıkışı temsil etmiştir.108
Geleneksel yaklaşımlarda
uluslararası ilişkiler
sadece egemen devletler
arasındaki ilişkileri ifade ederken, Uluslarötesi/Transnasyonal İlişkiler, egemen ulus
devletler
arasındaki
ilişkilerin
yanında
uluslararası
örgütler,
uluslaraşırı
örgütlenmeler, çok uluslu şirketler ve ulus altı gruplar arasındaki ilişkileri; ayrıca
halklar arasındaki karşılıklı toplumsal, kültürel ve finansal ilişkileri ve diğer tüm
ilişki ve etkileşimleri de içeren ulusal sınırlarını aşan faaliyetleri tarif etmek için
kullanılmıştır.
109
Devletten bağımsız sosyal ilişkilerin ulusal sınırlar ötesinde artan
hacmi devletlerin birbirine olan artan bağımlılığının bir kanıtı olarak ilgi çekmiştir.
Ancak, beklenilenin tersine, karşılıklı bağımlılık ulusal ve uluslararası politika
arasındaki farkı tamamen yok etmemiş; özellikle ulus devletler demode olmamıştır.
Bununla birlikte, ekonomik alanda devlet otonomisi aşınmıştır.110 Bu süreç içinde,
uluslararasında artan birbirine bağımlılığın bir ürünü olarak ortaya çıkan ve bir
toplumdan diğerine devletleriyle ilişkisi olmadan uzanan “Uluslarötesi Terörizm”
kavramı ile “Uluslararası Terörizm” kavramı arasında bir ayrım yapılmıştır. Bu
ayrımda uluslarötesi terörizm herhangi bir şekilde devletin bir müdahalesi olmaksızın
devlet dışı aktörler tarafından gerçekleştirilen terörist eylemleri ifade ederken;
uluslararası terörizm devletin desteği, sponsorluğu veya kontrölü altında bireyler
veya gruplar tarafından gerçekleştirilen terörist eylemleri ifade etmek için
kullanılmıştır.111 Bu çerçevede uluslarötesi terörizmi uluslararası terörizmden ayıran
108
Richardson, Louise, a.g.m. , s. 52; Arı, Tayyar, Uluslararası İlişkiler Teorileri, Alfa Yayınları,
İstanbul, 2002, s. 357-358.
109
Arı, Tayyar, a.g.e. , s. 361, 373-374.
110
Guel Ke, Adrian, The Age of Terrorism and the International Political System, I. B. Tauris
Publishers, London, 1995, s. 146.
111
Richardson, Louise, a.g.m. , s. 53.
40
temel
nokta terörist örgütler tarafından gerçekleştirilen operasyonların herhangi
devlet tarafından yönetilmemesi ya da kontrol edilmemesi olmuştur.112
1980’lerden sonra uluslarötesi terörizm kavramı daha az kullanılır hale
gelmiştir. Bunun nedeni devlet dışı aktörler tarafından gerçekleştirilen terörist
eylemlerin desteklenmesinde devletlerin oynadığı role önem verilmesidir.113 Bu
durum, uluslararası terörizmi ve özellikle de devlet sponsorlu terörizmi önemli hale
getirmiştir. Günümüzde, uluslararası terörizm ve uluslarötesi terörizm arasında bir
ayırım
yapılmamakta
ve
kavramlar
dönüşümlü
olarak
birbirinin
yerine
kullanılmaktadır. Bu bağlamda örneğin, Walter Enders ve Todd Sandler, devlet
sponsorlu terörizmi uluslarötesi terörizmin bir örneği olarak nitelendirmektedirler.114
Sonuç olarak, uluslarötesi terörizm, devlet dışı terörist gruplar tarafından,
kendilerine sempati duyan hükümetlerden herhangi destek alıp almamalarına
bakmaksızın, siyasi amaçlar için normal dışı şiddet kullanımı ya da tehdidi olarak
tarif edilebilir.115
4. Terörizmin Uluslararasılaşmasının Nedenleri
Terörizm yeni ve modern bir fenomen değildir. Siyasi düzeni yıkmak ve
geniş bir izleyici kitlesini etkilemek için tasarlanan iyi düşünülmüş, kasıtlı terörist
eylemler tarihin kaydetmiş olduğu süreç içinde değişik şekillerde pek çok toplumda
var olmuştur. Terör eylemlerinin bilinen en eski örneklerinden birisi Filistin’deki
112
Mullins, Wayman C., a.g.e. , s. 35.
Hoffman, Bruce, a.g.e. , s. 27.
114
Enders, Walter ve Sandler Todd, “Transnational Terrorism in the Post Cold War Era”,
International Studies Quarterly, Cilt 43, 1999, s. 149; Benzer yaklaşım için bkz. Kartha, Tara,
“Countering Transnational Terrorism”, Strategic Analysis: A Monthly Journal of the IDSA, Cilt
23, Sayı 11, 2000, s. 1.
115
Mullins, Wayman C., a.g.e. , s. 35.
113
41
(M.Ö.73-66) kutsal savaşçı Zealot/Siccari’lerin Roma vatandaşlarına
ve Roma
İmparatorluğu yönetimini destekleyenlere karşı yapmış olduğu eylemlerdir.116 10901275 yılları
arasında İsmaililer mezhebine bağlı, Hasan Sabbah’ın liderliğinde
Haşişi/Assassins tarikatı tarafından İslam’ın güncel yaşam etkilerinden arındırılması
ve sadeleştirilmesi amaçlanarak yürütülen eylemler siyasal teröre spesifik bir örnek
oluşturmaktadır.117 Yine, Julius Caesar’ın (M.Ö. 44) öldürülmesi modern siyasi
suikast terörizm olarak tanımlandığı sürece bir terörizm eylemidir. Zira, modern
politika bilimi devlet başkanları ve diğer devlet memurlarının öldürülmesini bir
terörist eylem olarak sayma eğilimindedir.118
Bununla birlikte, kutsal değerlerden arındırılmış siyasal terörizm ilk
kez Fransız ihtilali sırasında popülerleşmiştir. Çağdaş kullanımının aksine, bu
dönemde
terörizm pozitif bir anlama sahip olmuştur. 1793-1794 sistemi ya da
régime de la terreur 1789’un ulusal ayaklanmalarını takip eden geçici anarşik
dönemi sırasında düzen tesis etmenin, devrim değerlerini korumanın bir aracı olarak
kabul edilmiştir.119 İronik olarak, bu dönemde terörizm kavramı fazilet ve demokrasi
fikirleriyle bağlantılandırılmış; terörizmin amacı demokratik olmayan siyasi sistemin
kökten şekilde değiştirilmesi ve yerine demokratik yeni
bir düzenin kurulması
olmuştur. 120
Endüstri Devrimi ile meydana gelen kapsamlı sosyo-ekonomik değişiklikler
Marksizim, Komünizm gibi yeni ideolojiler yaratmıştır. Bu ortamda terörizm,
116
Vogelson, Jay M., “Multinational Approaches to Eradicating International Terrorism”, The
International Lawyer, Cilt 36, Sayı 1, 2002, s. 67.
117
Bu konuda ayrıntılı bilgi için bkz. Rapoport, David C., “Religion and Terror: Thugs, Assassins,
and Zealots”, International Terrorism: Characteristics, Causes, Controls içinde, Charles W.
Kegley, (ed.), University of South Carolina, St. Martin’s Press Inc., New York, 1990, s. 147-150.
118
Combs, Cindy C., a.g.e. , s. 21.
119
Hoffman, Bruce, a.g.e. , s. 15.
120
Hoffman, Bruce, a.g.e. , s. 16.
42
ihtilalci, devlet karşıtı bir anlam kazanmış, I. Dünya Savaşı öncesi döneme kadar da
bu anlamını muhafaza etmiştir. Bu dönemde özellikle Osmanlı İmparatorluğu ve
Avusturya
Macaristan
İmparatorluğu
gibi
büyük
devletlere
milliyetçi/ayrılıkçı hareketler tarafından terörizme başvurulmuştur.
karşı
121
etnik-
1880 ve
1890’larda uluslararası sempati kazanmak ve destek elde etmek için militan Ermeni
milliyetçi hareketler Türkiye’nin doğusunda terörist bir strateji izlerken aynı
dönemlerde, IMRO (Inner Macedonian Revolutionary Organization) günümüz
Yunanistan, Bulgaristan ve Sırbistan topraklarıyla örtüşen bölgede bağımsızlık adı
altında terörizme başvurmuştur.122 Gavrilo Princip tarafından, 28 Haziran 1914’de
Avusturya-Macaristan
İmparatorluğu
Veliahtı
Arşidük
Franz
Ferdinand’ın
Saraybosna’da öldürülmesi ise I. Dünya Savaşı’nın çıkmasına neden olmuştur.
Arşidük Franz Ferdinand’ın öldürülmesi Sırp hükümeti tarafından emredilmemiş ve
onaylanmamıştır. Ancak, Sırbistan hükümetinin, 1911’de Narodna Obrana’dan
ayrılan “Kara El” olarak bilinen radikal fraksiyon ve Genç Bosnalılar ile arasındaki
yakın bağlantılar günümüzde devlet sponsorlu terörizm olarak bilinen çağdaş
fenomene uygun bir tarihsel paralellik sağlamaktadır. 123
1930’larla birlikte terörizm, totaliter devletler ve bunların diktatör liderleri
tarafından kendi sınırları içindeki vatandaşlarına karşı gerçekleştirilen kapsamlı
bastırma eylemlerini tarif etmek için kullanılmıştır. 124 Hükümetler tarafından gücün,
iktidarın suiistimalini ifade eden bu olgu çerçevesinde Vladimir Lenin, Joseph Stalin,
Mao Tse Tung ve Adolph Hitler devlet teröristi olarak nitelendirmişlerdir.125
Günümüzde, devlet terörizmi olarak isimlendirilen bu olgunun yakın zamanlardaki
121
Hoffman, Bruce, a.g.e. , s. 17.
Hoffman, Bruce, a.g.e. , s. 20.
123
Hoffman, Bruce, a.g.e. , s. 22- 23.
124
Mullins, Wayman C., a.g.e. , s. 43.
125
Mullins, Wayman C., a.g.e. , s .43.
122
43
örnekleri ise Vietnam, Kamboçya, Brezilya, Libya, İran, Irak, Nikaragua ve Küba’da
yaşanan gelişmelerdir.
II. Dünya Savaşı’nı takiben, “terörizm” ihtilalci anlamını yeniden
kazanmıştır.
1950’lerde
Asya,
Afrika
ve
Orta-Doğu’da
çeşitli
milliyetçi,
sömürgecilik karşıtı gruplar doğmuş Kenya, Cezayir ve Kıbrıs gibi ülkeler, kısmen
de olsa, koloni güçlerine karşı terörizm kullanan milliyetçi siyasi hareketler
sayesinde bağımsızlıklarını kazanmışlardır.126
Bu durum terörizmin artmasına
katkıda bulunan bir dinamik yaratmıştır.
1960’ların sonu ve 1970’lerin başlarında terörizmin uluslararasılaşmasında
Filistin sorununun etkisinin büyük olduğu görülmektedir. Arap ülkeleri, 1967
savaşında yenilmiştir. Bu yenilginin sonucu olarak Filistinli militanlar, Batı Şeria,
Gazze Şeridi ve Sina Yarımada’sını kapsayan İsrail işgalini kaldırmanın ve Kudüs’ü
geri almanın konvansiyonel bir savaşla ya da diplomasi ile yeniden ele geçirime
yollarının
kendilerine
kapatıldığı
sonucuna
varmışlardır.
Arap
ülkelerinin
bölünmüşlüğü ve İsrail’in askeri olarak daha da güçlenmesi İsrail’e ve onun
destekçilerine
karşı kuralsız bir siyasal şiddetin uygulanmasını gerektirmiştir.
Devletsiz bir ulus olarak Filistinlilerin çıkmazına dünyanın dikkatini çekmenin tek
yolu şiddeti uluslararası hedeflere yöneltmek olmuştur.127 Bu bağlamda 2 Haziran
1968’de Filistin Kurtuluş Halk Cephesi’ne (PFLP) dahil üç silahlı Filistinli teröristin,
bir İsrail El Al ticari uçağını Roma’dan Tel Aviv’e gidiş rotasında kaçırması
terörizmin uluslararasılaştığının ilk habercisi olmuştur. Bunu 1972 Münih Olimpiyat
126
127
Hoffman, Bruce, a.g.e. , s. 25.
Guel Ke, Adrian, a.g.e. , s. 147.
44
Oyunları trajedisi izlemiştir.128 Modern haberleşme sistemi sayesinde bütün dünya
gelişmeleri anında ve en ince ayrıntısına kadar izlemiş, medeni alemde derin bir şok
ve dehşet dalgası esmiştir. Hem rehin alma hem de kurtarma operasyonunun
olağanüstü başarısız olduğu “Olimpiyat Trajedisi” bir yandan dünyanın gözünde
Filistinlilerin davalarının haklılığına zarar vermiş öte yandan da uluslararası terörizm
tehdidinin nedenli ciddi olduğunu kanıtlamıştır.129
Yalnızca, 1967 –1974 yılları
arasında gerçekleştirilen uluslararası terörist saldırıların % 15’inin Filistinli gruplar
tarafından
gerçekleştirilmiş
olması
Filistin
sorununun
terörizmin
uluslararasılaşmasındaki payını göstermek açısından oldukça çarpıcıdır.130
Terörizmin uluslararasılaşmasının bir başka nedeni gelişmiş ülkelerde,
özellikle öğrenci grupları arasında, Neo-Marksist ve Troçki solculuğunun
doğmasıdır. Bunların ortak noktası ABD’nin Vietnam politikasına ve genel olarak
neo-emperyalizm olarak tarif ettikler ABD’nin üçüncü dünya ülkelerine yönelik
politikalarına karşı katı muhalif tutumlarıydı. Nitekim, Baader-Meinhof, Kızıl
Tugaylar ve Japon Kızıl Ordusu gibi terör örgütleri bu eğilimin bir sonucu olarak
ortaya çıkmıştır. Bu örgütler dünya sathında devrimci mücadele için kendi aralarında
olduğu kadar, FKÖ gibi, dışarıdaki hareketlerle uluslararası bağlantılar kurarak
evrensel bir iletişim ağına sahip olmuşlardır.131 Ancak, bu ağın kesişme noktası olan
ideolojik özdeşlik zamanla aşınırken 1980’li yıllarda terör örgütlerinin temel
128
Olay kısaca şu şekilde gelişmiştir: 1972 yılının Eylül ayında 20. Münih Olimpiyat Oyunları
sırasında, Filistinli “Karar Eylül” Örgütü’ne mensup sekiz Filistinli terörist tarafından, İsrailli
sporcuların ikametgahlarına ayrılan yere yapılan saldırı sonucu, bu teröristler 9 kişiyi rehin almışlar,
İsrail cezaevlerinde tutuklu bulunan 236 Filistinli mahpusun salıverilmesini istemişlerdir. Batı Alman
hükümeti görünüşte isteklerini kabul etmiş, bu kişilere Mısır’a gidebilmeleri için hava ulaşımı temin
etmiştir. Bununla beraber, Feurstenfeldbruck Havaalanında, Alman keskin nişancıları teröristlere ateş
açmışlar, çatışmada tüm rehineler, dört terörist, bir polis memuru ve bir helikopter pilotu ölmüştür.
129
Hoffman, Bruce, a.g.e. , s. 72-73.
130
Wilkinson, Paul, “Trends in International Terrorism and the American Response”, a.g.e. , s. 43.
131
Wilkinson, Paul , “Trends in International Terrorism and the American Response”, a.g.e. , s. 4344; Hoffman, Bruce, a.g.e. , s. 73.
45
motivasyonu artık devrimci ideoloji olmaktan çıkmış ve dinsel ya etnik
motivasyonlara yönelen gruplar ağırlık kazanmıştır. Nitekim, 1991’de Sovyetler
Birliği’nin yıkılmasını takiben, uluslararası terörist saldırı gerçekleştiren MarksistLeninist grupların sayısı %50 azalmış fakat 1992-1998 dönemi arasında terörist
saldırılara karışan ulusal bağımsızlık
ya da ayrılıkçı grupların sayısı iki katına
çıkmıştır.132
1980’lerde Orta-Doğu’da özellikle Amerikalı diplomatlara ve askeri
hedeflere karşı gerçekleştirilen bir dizi intihar saldırısı dikkatleri devlet sponsorlu
terörizmin artan tehdidine çekmiştir. Böylece, terörizm, bedel ödeme riski
olmaksızın zayıf devletler tarafından daha güçlü hedef devletleri yıpratmak,
bunlardan taviz kopartmak için başvurulan örtülü bir savaş şekli ile ilişkili hale
gelmiştir.133
1990’ların başında ise terörizm “narko-terörizm” ve “belirsiz bölge
fenomeni /gray area phenomenon” olarak isimlendirilen iki yeni kavramla daha
ilişkili hale gelmiştir. Narko-terörizm çerçevesinde terörizmin çok maliyetli bir iş
haline gelmesi, dünya piyasalarında en çok kar getiren uyuşturucu ticaretine terörist
örgütlerin ve kimi hükümetlerin dahil olmaları sonucunu doğurmuştur.134 “Belirsiz
bölge fenomeni” ise denetimin meşru hükümetlerden yarı siyasi, yarı suçlu yeni
güçlere geçtiği geniş alanları etkileyen şiddeti tarif etmek ya da geleneksel savaşa
uymayan düzensiz kuvvetlerin karıştığı çatışmaları nitelendirmek ya da devlet dışı
132
Johnson, Larry C., a.g.m. , s. 899.
Hoffman, Bruce, a.g.e. , s. 27.
134
Örneğin Kolombiyalı uyuşturucu örgütleri ile Peru’daki Sendero Luminoso (Aydınlık Yol) Örgütü
arasındaki ilişkiye dikkat çeken Anthony Lake, uyuşturucu kaçakçıları, teröristler ve organize suç
örgütleri arasındaki ilişkileri “ölümcül bağ” olarak isimlendirmektedir. Bkz. Lake, Anthony, a.g.e. , s.
61-62. Bu konuda ayrıca bkz. Çaycı, Sadi, Düşük Yoğunlukta Çatışma, (YayınlanmamışYüksek
Lisans Tezi), Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara, 1989, s. 13-14.
133
46
aktörler ve hükümet dışı yöntemler ve örgütlenmeler tarafından ulus devletlerin
istikrarına yönelik tehditleri göstermek için kullanılır hale gelmiştir.135
1990’lı ve 2000’li yıllar uluslararası terörizm eylemlerinin biçimlerinde
farklılaşmalar olduğu kadar eylemlerin sayısı ve tahribat gücünde de bazı
değişikliklerin yaşandığı bir dönem olmuştur. Brian Jenkins’ın “Teröristler bir çok
insanın izlemesini ve dinlemesini istiyor bir çok insanın ölmesini değil” önermesi
artık geçerliliğini yitirmiştir.136 Zira, 1990’larda uluslararası terörist olaylar ve
terörist gruplar sayı itibariyle azalmış paradoksal olarak terörist saldırılarda ölenlerin
sayısı artmıştır.137
Japonya’da Aum Shinriko (Adalet Kurulu/Yüce Gerçek) Tarikatı’nın 20
Mart 1995 tarihinde Tokyo metrosunda gerçekleştirdiği sarin gazı saldırısında 6 kişi
hayatını kaybetmiş, 121 kişi ağır yaralanmış, toplam 4695 kişi bu olaydan
etkilenmiştir.138 11 Eylül 2001’de ABD’de meydana gelen konvansiyonel terörist
saldırılarda ise 2795 kişi hayatını kaybetmiştir.139 Bu olaylar, terörizmin şiddet ve
kan dökmeyi arttırdığı yeni bir döneme girdiğini göstermektedir. Kayıpların
artmasındaki en önemli sebep kuşkusuz telekomünikasyon, silah ve yardımcı
ekipman teknolojisinin ve her geçen gün daha da hız kazanarak gelişmesi ve “sosyal
135
Hoffman, Bruce, a.g.e. , s. 28.
Laqueur, Walter, “The New Face of Terrorism”, The Washington Quarterly, 1998, s. 171.
137
1987’de dünya ölçeğinde 60’dan fazla farklı terörist örgüt terörist saldırlar gerçekleştirirken, 1998
yılı itibariyle terörist örgütlerin sayısı 40’a inmiştir. Bkz. Johnson, Larry C., a.g.m. , s. 899.
138
Ayrıntılı bilgi için bkz. Pangi, Robyn, “Consequence Management in the 1995 Sarin Attacks on the
Japanese Subway System”, Studies in Conflict & Terrorism, Cilt 25, Sayı 5, 2002, s. 421-447.
139
Hills, Alice, “Responding to Catastrophic Terrorism”, Studies in Conflict & Terrorism, Cilt 25,
Sayı 4, 2002, s. 245.
136
47
küreselleşme” sonucu gelişen bu teknolojinin EL Kaide ve diğer bir dizi terörist
aktörün eline geçmesidir. 140
Sovyetler Birliği’nin dağılması ve Soğuk Savaş’ın sona ermesi küresel
nükleer savaş tehdidini azaltmış ancak nükleer terörizmi olası kılmıştır.141 Sovyetler
Birliği’nin dağılması sonucu bu ülkede yaşanan otorite boşluğu ve ekonomik kriz
nükleer imkanlarının kontrol dışı kullanma riskinin ortaya çıkarmış; zenginleştirilmiş
Uranyum, Plutonium gibi nükleer maddelerin Rusya’dan çalınma vakaları
artmıştır.142 Terör örgütlerinin, nükleer teknolojiye sahip ve terörizme destek veren
ülkeler adına bu tür silahları kullanma olasılığı ise “devlet destekli nükleer terörizm”
olgusunu gündeme getirmiştir143 Küreselleşmenin etkisiyle gelecekte teröristlerin,
kimyasal, biyolojik, nükleer silahları ve bilgisayar sistemlerine siber saldırıları içeren
katastropik terörizm olarak isimlendirilen geleneksel olmayan türde terörist saldırılar
gerçekleştirmelerinden endişe duyulmaktadır.144 Ne var ki, El Kaide ya da diğer
terörist grupların bu tür terörist saldırıları gerçekleştirmeyi başarması halinde özgür
ve demokratik toplumların temel değerleri yok olma tehlikesiyle karşı karşıya
kalacaktır.145
140
Murphy, Jhon F., “The Impact of Terrorism on Globalization and Vice-Versa”, The International
Lawyer, Cilt 36, Sayı 1, 2002, s. 78.
141
Jenkins, Brian M., “Will Terrorists Go Nuclear? A Reappraisal”, The Future of Terrorism:
Violence in the New Millennium içinde, Harvey W. Kushner, (ed.), Sage Publications, Thousand
Oaks, London, New Delhi, 1998, s. 233-234.
142
Lindley, Daniel A., “The Campaign Against Terrorism”, Kroch Institute Occasional Paper 22,
University of Notre Dame, Nisan 2002, s. 5; Jenkins, Brian M., “Will Terrorists Go Nuclear? A
Reappraisal”, s. 236.
143
Terör örgütlerinin bu yönde bazı girişimlerinin olduğu bilinmektedir. Örneğin, 1992’den beri
nükleer silah elde etmek isteyen El Kaide bu amaçla Güney Afrika’dan uranyum, eski Sovyetler
Birliği’nden de nükleer madde ve malzemeler satın almayı denemiştir. Bu konuda bkz. Allison,
Graham “Could Worse be yet to Come?”, Economist, 1 Kasım 2001.
144
Hills, Alice, a.g.m. , s. 247.
145
Murphy, Jhon F., a.g.m. , s. 89. Terörizmin küreselleşmesi konusunda ayrıntılı bilgi için bkz.
Arıboğan, Deniz Ülke, “Terörizmin Küreselleşmesi”, Dünyada ve Türkiye’de Terör içinde, T.C.
Merkez Bankası Yay., Ankara, 2002, s. 223-232.
48
5. Uluslararası Terörizm
Uluslararası terörizm Uluslararası Hukukun ilgi alanına giren bir
Uluslararası Hukuk meselesidir. Uluslararası terörist eylemler, uluslararası
diplomasi ya da savaş kurallarının kabul edilen normları dışında kalan şiddet
eylemleridir. Bu meyanda bir tanım vermek gerekirse uluslararası terörizm,
Uluslararası Hukukun temsil ettiği değerlere yönelik bir mücadeledir.
146
Bir başka
tanım vermek gerekirse, uluslararası terörizm “Bir yabancı ülke veya kuruluşun
desteği ile yürütülen ve/veya bir yabancı ülke vatandaşlarına, kurumlarına ya da
hükümetlerine karşı yöneltilen terörizmdir.”147 Bu tanımdan yola çıkarak uluslararası
terörizm, bir yabancı ülke vatandaşlarına, kurumlarına ya da hükümetlerine karşı
yöneltilen doğrudan terörist eylemleri kapsayabileceği gibi uluslararası boyutun daha
dolaylı bir şekil aldığı terörizmi de içerebilmektedir. Uluslararası gerçekler ışığında,
uluslararası boyut daha dolaylı bir şekil almaktadır. Şöyle ki; bir terörist grup
yabancı ülkelerden nakit para, silah, lojistik destek ya da siyasi destek temin etmeye
çalışabilmekte; terör örgütünün mensupları ve liderleri ülke dışında güvenli bölgeler
bulabilmekte ya da dost yabancı devletler ve terörist gruplarla ad hoc işbirliği tesis
edebilmektedir.148
Sonuç olarak, devlet sponsorluğu ya da desteği uluslararası terörizm için bir
ön koşul teşkil etmemektedir.149 Bu çerçevede uluslararası terörizmi devlet destekli
uluslararası terörizm ve devlet destekli olmayan uluslararası terörizm olarak
sınıflandırmak mümkündür. Devletlerin terörizme karışma düzeyleri ve türleri
bundan zarar gören devletlere açık hukuksal çareleri belirleyen esaslı faktör olması
146
Jenkins, Brian M., International Terrorism: A New Mode of Conflict, s. 2.
Çaycı, Sadi, a.g.e. , s. 8
148
Wilkinson, Paul , “Trends in International Terrorism and the American Response”, a.g.e. , s. 38.
149
Erickson, Richard J., a.g.e. , s. 25.
147
49
nedeniyle bu tasnif önem taşımaktadır. Bu çerçevede
terörist örgütlerle devlet
arasındaki ilişkinin açık bir şekilde ortaya konması gerekmektedir.
II. ULUSLARARASI TERÖRİZME DEVLETLERİN KARIŞMA
DÜZEYLERİ
Devletler, terörist gruplara maddi destekte bulunmaktan, silah ve gerekli
diğer malzeme sağlamaya, ülkelerini terörist gruplara açarak bunlara güvenli
bölgeler, eğitim ve istihbarat sağlamaya, terörizmle mücadele konusunda isteksiz ya
da yetersiz kalmaya, bir terörist örgütün faaliyetlerini yönetmeye ve resmi devlet
kurumları tarafından işlenen doğrudan terörist saldırılara kadar sıralanan bir dizi
yollarla uluslararası terörizme karışabilmektedirler. Günümüzde,
pek çok
terör
örgütü varlığını ve etkinliğini devletlerin vermiş olduğu bu destek sayesinde devam
ettirebilmektedirler.150 Bu karışmaların bir kısmı teröristlere olduğu kadar bu
devletlere
karşı
da
devletlerin
kuvvet
kullanmasına
meşru
bir
zemin
hazırlayabilecektir.151 Dolayısıyla, devletlerin uluslararası terörizme karışma
düzeylerini belirlemek mağdur devletlerin alacakları tedbirlerin meşruluğu açısından
son derece önem taşımaktadır.
Uluslararası terörizme devletlerin karışma düzeylerini göstermek için
muhtelif yazarlar tarafından muhtelif tipolojiler önerilmektedir. Örneğin,
Antonio
Cassese, devletler ve terörist aktörler arasındaki ilişkinin altı farklı türünden söz
etmektedir: Bu altı sınıf şunlardır: Fiili resmi devlet görevlileri tarafından ülke
150
Yakın zamanlara kadar devletlerden bir kısmının hangi terör örgütlerini desteklediğine ilişkin bilgi
için bkz. ileride dipnot 176, s. 57-58.
151
Topal, Ahmet Hamdi, Uluslararası Hukukta Devlet Destekli Terörizme Karşı Kuvvet
Kullanma, (Yayınlanmamış Doktora Tezi), Ankara, 2004, s. 61.
50
dışında işlenen terörist eylemler; terörist eylemler için devletin kendi organlarını
değil fakat devlet tarafından örgütlenen, teçhizatlandırılan, komuta ve kontrol edilen
gayri resmi birimleri, paralı askerleri, silahlı çeteleri kullanması; bir devlet tarafından
bağımsız terörist gruplara finansal yardımda bulunulması ya da silah sağlanması; bir
devlet tarafından terörist gruplara lojistik destek sağlanması; devletin ülkesi içinde
terörist üslerin varlığını kabul etmesi; bir devletten aktif ya da pasif hiçbir yardım
almayan bir terörist grubun uluslararası sularda ya da uluslararası hava sahasında bir
ya da daha fazla devletin vatandaşlarına karşı saldırı gerçekleştirdiği durumlardır.152
Jhon Murphy ise, uluslararası terörizme devlet karışmasını 12 farklı düzeyde ele
almaktadır. Bu kategoriler şunlardır: devletin terörist eylemi bizzat gerçekleştirmesi;
doğrudan destek vermesi; istihbarat sağlaması; terörist eylemlere yönelik özel eğitim
sağlaması
veya
teröristleri
uzmanlaştırması;
diplomatik
ayrıcalıklardan
yararlandırması; yüksek teknoloji sağlaması; silah ve patlayıcılar sağlaması; ulaşım
imkanları sağlaması; teröristlerin ülkesini kullanmasına izin vermesi; finansal destek
sağlaması; zımni ve sözlü destek vermesinden oluşmaktadır. Murphy, bu on iki faklı
kategorinin devletin destek vermesi ve sponsor olması şeklinde iki ana başlık
altında toplanabileceğini de ileri sürmektedir.
153
Devlet terörist aktör ilişkisinin
farklılık ve karışıklığını ortaya koymak bakımından Cassese ve Murphy tarafından
önerilen bu tipolojiler oldukça dikkate değerdir. Ancak tezin amacı bakımından
devletlerin uluslararası terörizme karışma düzeylerini, devlet sponsorluğu, devlet
152
Cassese, Antonio, “The International Community’s “Legal” Response to Terrorism”,
International and Comparative Law Quarterly, Cilt 38, 1989, s. 598.
153
Arend, Anthony Clark ve Robert J. Beck, International Law and the Use of Force, Routledge,
New York, 1993, s. 142’den naklen Murphy, Jhon F., State Support of International Terrorism:
Legal, Political, and Economic Dimensions, 1989, s. 32-33
51
desteği, devlet toleransı ve devlet hareketsizliği olarak dört temel noktaya
indirgeyerek ele almak yerinde olacaktır.154
A. Devletin Terörizme Sponsor Olması
“Savaş diplomasinin devamıdır. Terörizm ise, savaş ve diplomasi ile elde
edilemeyen sonuçlar elde etmek için yapılan eylem veya eylemlerdir”. 155
1980’lerin başından beri çeşitli ülkeler terörizmi dış politikanın bir aracı
olarak benimsemişlerdir. Bu dönemde terörizm sadece azınlık grupları, bağımsızlık
hareketleri gibi zayıfların silahı yerine devletlerin hatta süper güçlerin bile bir aracı
haline gelmiştir. Bu genellikle devletin açık karışması olmaksızın “örtülü” terörizm
şeklini almıştır. Örtülü terörist davranış “gizli devlet terörizmi/clandestine state
terrorism” ve “devlet sponsorlu terörizm” olarak iki kategoriye ayrılmaktadır.156
Bununla birlikte, devlet dışı aktörleri destekleyen devletlerle, doğrudan kendileri
örtülü savaşa katılan ya da işbirliği yapan devletler arasında ayırım sadece teorik
düzeyde yapılabilmektedir. Uygulamada bu fark bulanıklaşmaktadır.157
“Gizli devlet terörizminde” devlet kurumlarının terörist faaliyetlere
doğrudan fakat açık olmayan katılımı söz konusudur ve potansiyel olarak dostça
olmayan rejimleri istikrarsızlaştırmak için başvurulmaktadır. 1970’lerde CIA’nın
Şili’deki faaliyetleri ve Sandinista rejimini yıkmak için Nikaragua’daki örtülü
operasyonları bu türdendir.158
154
Erickson, Richard J., a.g.e. , s. 32-34.
Jenkins, Brian M., International Terrorism, A New Mode ofConflict, s. 20.
156
Comb, Cindy, a.g.e. , s. 85.
157
Guel Ke, Adrian, a.g.e. , s. 148.
158
Comb, Cindy C., a.g.e. , s. 86.
155
52
Bir devletin karışabileceği terörizmin bir başka türü devlet sponsorlu
terörizmdir. Devlet sponsorlu terörizm, bir devletin konvansiyonel silahlı güçlerini
kullanmasının uygun olmadığına, etkin olmayacağına ya da çok riskli olacağına
karar verdiği koşullarda, stratejik sonuçlar elde etmek için, uluslararası terörizmi
doğrudan bir mücadele aracı olarak kullanıyor olduğunda söz konusu olmaktadır.159
Bir
başka
ifade
ile,
devletin terörist
operasyonların
aktif
planlamasına,
yönlendirmesine ve kontrolüne katkıda bulunduğu durumlar devlet sponsorluğunu
teşkil etmektedir.160 Bu durumda devlet bizzat kendi organları vasıtasıyla terörist
eylemlerde bulunmakta ya da örgütlediği, teçhiz ettiği veya kontrol altında
bulundurduğu gayri resmi devlet ajanlarını, paralı askerleri veya silahlı çeteleri
kullanmak suretiyle terörist eylemlerin gerçekleştirilmesini sağlamaktadır.161
Soğuk Savaş’ın iki kutuplu yapısı terörizmin sponsorluğuna izin vermiştir.
Özellikle süper güçler arasındaki nükleer savaş çıkma olasılığı doğrudan çatışmayı
çok riskli ve maliyetli yapmıştır. Bu ortamda süper güçler dolaylı çıkış yolları
aramışlar devlet sponsorlu terörizm de bu yollardan birisi olmuştur. Nitekim,
Sovyetler Birliği doğrudan ya da uydu devletleri aracılığıyla uluslararası terörizmin
sponsorluğuna karışan, bir uluslararası terörist ağ organize etmiş olduğuna inanılan
ilk devlettir.162 Devlet sponsorlu terörizmin devletin bir silahı ve dış politikanın bir
aracı olarak doğuşunda önemli olay şüphesiz bir grup İranlı militan öğrencinin
Tahran’daki ABD elçiliğini basıp elçilik personelinden 52 kişiyi rehin almasıdır.
Hükümet desteği olmaksızın bağımsız şekilde eylem yaptıklarını iddia eden bu
159
Ganor, Boaz, “Countering State-Sponsored Terrorism”, http://www.ict.org.il/articledet.cfm?
articleid, (2 Nisan 2003); Erickson, Richard J., a.g.e. , s. 26.
160
Arend, Anthony Clark ve Robert J. Beck, a.g.e. , s. 142.
161
Cassese, Antonio, a.g.m. , s. 598.
162
Comb, Cindy C., a.g.e. , s. 87.
53
öğrenciler 444 gün dünyanın en güçlü devletini zor durumda bırakmıştır. Bu olay,
İran’daki Humeyni rejimi tarafından ABD ve batıya karşı yöneltilen ciddi ve
kapsamlı devlet sponsorlu terörist mücadelenin bir başlangıcı olmuştur.163
Modern silahların yüksek maliyetine kıyasla hükümetler için gizli bir
biçimde faaliyet gösteren teröristler tarafından gerçekleştirilen şiddet eylemleri
göreceli olarak maliyetli değildir ve yerinde gerçekleştirilmesi halinde kuvvetli
düşmanlara “anonim” biçimde saldırmanın potansiyel olarak risksiz aracıdır. Üstelik,
saldırgan olarak görülme riskinin olmaması uluslararası cezalandırma ya da zararla
karşılık görme tehdidini bertaraf etmektedir. Uluslararası gerçekler ışığında, sayılan
bu avantajlar terörizmi devletin çıkarlarını sağlamanın verimli, güvenilir ve ayrı bir
silahına dönüştürmüştür.164
Bununla birlikte, devlet sponsorluğunun faydalarının terörist örgütler için
daha fazla olduğu söylenebilir. Zira, terörist örgütler biyolojik bir organizma gibi
doğar, büyür ve ölürler. Hiçbir terörist örgüt uzun süre total yalıtılmışlık içinde var
olamaz. Kimileri mali bakımdan az ya da çok bağımsız hale gelmiş olabilir ve
kimileri eylemlerini bir siyasi bağımsızlık ölçüsüne dahi ulaştırmış olabilir; fakat
hepsi
yaşamak ve faaliyetlerini gerçekleştirmek için
dış mali, lojistik, siyasi,
hukuksal ve hatta moral desteğe ihtiyaç duyarlar. Bir terörist örgütün çökmesinin
yeğane nedeni bu tür devlet desteklerinden mahrum kalmasıdır.165 Devlet
sponsorluğu terörist örgütlerin operasyonel kapasitelerini dikkate değer şekilde
163
Friedlander, Robert A., “Terrorism and the World Community”, Terrorism & Political Violence:
Limits& Possibilities of Legal Control içinde, Henry H. Han, (ed.), Oceana Publications Inc., New
York, 1993, s. 450.
164
Hoffman, Bruce, a.g.e., s.186; Ganor, Boaz, “Countering State-Sponsored Terrorism”,
http://www.ict.org.il/articledet.cfm? articleid, (2 Nisan 2003).
165
Long, David E., The Anatomy of Terrorism, The Free Press, A Division of Macmillian Inc., New
York, 1990, s. 105.
54
arttırmıştır.166 Kurulu bir ulus devletin istihbarat, diplomatik ve askeri kurumlarının
kaynaklarını, terörist örgütlerin emrine vermesi planlama ve gizli haberleşmeyi
kolaylaştırmış; devletler tarafından sağlanan lojistik destek, silah ve patlayıcı
maddelerin taşınması için
verilen diplomatik çantaların kullanılması, elçilik
binalarının güvenli evler ya da üsler olarak kullandırılması teröristlerin başka türlü
elde etmeleri imkansız olan lüksleri olmuştur.167 Ayrıca, devlet sponsorluğu
teröristlere daha
geniş eğitim olanakları
da sunmuştur. Örneğin, Japon Kızıl
Ordusu, HAMAS, PKK dahil en az 16 farklı uluslararası terörist örgüt Suriye’nin
kontrolü altındaki Lübnan’daki Bekaa Vadisi’nde eğitim almışlardır.168
Devlet sponsorlu terörizm, terörizmin diğer modelleri üzerinde daha geniş
bir etkiye neden olmuştur. Zira, bir devletin sponsorluğu, teröristlerin kendileri adına
savaştıkları varsayılan halkın sürekli desteğine olan ihtiyaçlarını ortadan kaldırmakta
ve yalnızca bu sponsor devletin menfaatine hizmet etmelerini gerekli ve yeterli
kılmaktadır.
169
Devlet sponsorlu terörist örgüt ve bu örgütünü patron devleti,
bağımsız olarak hareket eden terörist örgütler tarafından gerçekleştirilenden daha
kanlı ve yıkıcı şiddet eylemleri gerçekleştirebilmektedirler.170
Soğuk Savaş’ın sona ermesine ve uluslararası sistemin iki kutuplu
yapıdan tek kutuplu yapıya dönüşmüş olmasına rağmen, terörizm dış politikanın
faydalı bir aracı olarak kalmaya devam etmektedir. Bu silahın, şartlar elverişliyken
166
Hoffman, Bruce, a.g.e. , s. 186.
Hoffman, Bruce, a.g.e. , s. 186.
168
Comb, Cindy C., a.g.e. , s. 93; Hoffman, Bruce, a.g.e. , s. 195.
169
Hoffman, Bruce, a.g.e. , s. 189.
170
1980’lerde gerçekleştirilen devlet destekli terörist saldırılar devlet desteği ya da yardımı olmaksızın
gerçekleştirilen saldırılardan sekiz kat daha öldürücü olmuştur. Bu tür saldırılara verilebilecek en
çarpıcı iki örnek, toplam 270 kişinin öldüğü 1988 Pan AM 103 uçağı olayı ve toplam 171 kişinin
öldüğü 1989 Fransız UTA yolcu uçağı olayıdır. Diğer örnek olaylar için bkz. Hoffman, Bruce, a.g.e. ,
s. 189-190.
167
55
ve çıkarlar barizken, örtülü ve başarılı bir şekilde kullanılması halinde, sponsor
devlet teşhir edilmekten kurtularak, uluslararası yaptırımın veya askeri yanıtın
hedefi haline gelmeyecektir.171
Devlet sponsorlu terörizmin ortaya çıkardığı tehdidin boyutları son
derece büyük ve önemli olmasına rağmen uluslararası toplum devlet sponsorlu
terörizmle mücadelede etkin tedbirler almada başarısız olmuştur. Hangi devletlerin
sponsor devlet ve/veya terörist devlet olduğunu belirlemek için uluslararası düzeyde
kabul edilmiş kriterler geliştirilememiştir.
Bu durum doğal olarak sorunun
siyasallaşmasına ve devletlerin tek başlarına bireysel politikalar geliştirmesine yol
açmıştır.172 Oysa, sorunun politize edilmesini engellemek için terörizmin sponsor
devletlerine yönelik çabaların tekbaşına devletlerin taktirine bırakılmaması ve
devletlerin bireysel karar alma kapasitelerinin sınırlandırmasını gerektirmektedir. Bu
bağlamda sorunu siyasilikten kurtarma görevi BM Örgütü’ne düşmektedir. BM’nin,
devletlerin terörizme karışma düzeylerini incelemesi ve bu incelemeler sonucu
sponsor devletleri tespit ederek yıllık bir listede yayınlaması ve terörizme karışma
düzeylerine göre listede yer alan devletlere karşı ne tür uluslararası önlemlerin
alınacağına karar vermesi gerekmektedir. Bu görev, öncelikle terörizmin
sponsorluğunun farklı düzeylerini tespit etmeyi gerektiren zor bir iştir fakat imkansız
değildir.173
Günümüzde fiilen her devlet zaman zaman bu belirlemeyi
kendisi
yapmaktadır. Örneğin, ABD Dışişleri Bakanlığı, terörist devlet olarak isimlendirilen
171
Selvi, İsmail, Countering State–Supported Terrorism: The PKK and Turkish Foreign Policy
Towards the Middle East, (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Ankara, 2003, s. 29.
172
Long, David E., a.g.e. , s. 109.
173
Ganor, Boaz, “Countering State-Sponsored Terrorism”, http://www.ict.org.il/articledet.cfm?
articleid, (2 Nisan 2003).
56
ülkeleri 1978’den beri yıllık olarak listelemekte ve Kongre’ye sunmaktadır. Bu
yöntem terörist devletleri teşhir ederek bunları izole etmeye ve bunlara kimi
yaptırımlar uygulamaya yönelik bir mekanizmadır.174 21 Mayıs 2001’de ABD
Dışişleri Bakanlığı tarafından yayınlanan “Patterns of Global Terrorism 2001” de
terörist devlet olarak yedi ülke sayılmıştır.175 Bu ülkeler, İran, Irak, Libya, Suriye,
Sudan, Küba ve Kuzey Kore’dir.176 11 Eylül saldırılarının tahmin edilmeyen yıkımı,
174
Guel Ke, Adrian, a.g.e. , s. 148.
Patterns of Global Terrorism-2001, 21 Mayıs 2002, http://64.21.33.164/ref/dis/o5210201.htlm (1
Nisan 2003).
176
Sayılan bu devletlerden İran terörizmin en aktif sponsor devletlerinden birisi olmuştur. Ancak,
İran’ı diğer sponsor devletlerden ayıran husus devrim ihraç etmenin faydalı bir aracı olarak terörizme
sponsorluk yapmasıdır. 1979 devriminin başarıya ulaşmasından beri İran ülke dışına devrim ihraç
etme çabalarına girmiştir. Ancak, İran’ın terörizm sponsorluğu öncelikle batıya karşı yöneltilmemiş,
daha ziyade Bahreyn, Kuveyt, Suudi Arabistan ve Irak gibi Körfez ülkelerine karşı yöneltilmiştir.
Bkz. Comb, Cindy, a.g.e. , s. 87; Richardson, Louise, a.g.m. , s. 53-56. Ayrıca, İran, Hamas,
Hizbullah, İslami Cihad ve PKK gibi terör örgütlerine eğitim ve barınak sağlamıştır. Bkz. Hoffman,
Bruce, a.g.e. , s. 194. 11 Eylül saldırılarını kınayan İran “Sonsuz Özgürlük Operasyonu” sırasında ve
Bonn Zirvesi’nde ABD ile işbirliği yapmıştır. El Kaide ve Taliban’la savaş konusunda ABD ve İran
arasındaki bu kısa süreli işbirliği İsrail komandolarının Ocak 2002’de Filistin yönetimine ulaştırılmak
üzere 50 ton silah taşıyan Karine-A gemisini Kızıl Deniz’de durdurması ile son bulmuştur. Zira, olay,
İran’ın hamiliğini yaptığı Hizbullah tarafından koordine edilmiştir. ABD, İran ile Filistin yönetimi
arasında doğan bu yeni işbirliğinden ve İran’ın terörist örgütleri desteklemesinden rahatsızlık
duymaktadır. Ayrıca, ABD İran’ı kitle imha silahları elde etmeye ve geliştirmeye çalışmakla da itham
etmektedir. Sonuç olarak, ABD Dışişleri Bakanlığı Mayıs 2002’de İran’ın terörizmin en aktif sponsor
devleti olarak kalmaya devam ettiğini yinelemiştir. İran yönetimi ise Amerikan yönetiminin
suçlamalarını reddederek, İran’ın uluslararası terörizmin sponsoru değil Bağdat merkezli MEK (
Mujahideen-e Khalq) dolayısıyla terörizmin mağduru durumunda olan bir devlet olduğunu iddia
etmiştir. Bkz. Bahgat, Gawdat, “Iran, the United States, and the War on Terrorism”, Studies in
Conflict & Terrorism, Cilt 26, Sayı 2, 2003, s.93-98; “Overview of State-Sponsored Terrorism”,
Patterns of Global Terrorism-2001, 21 Mayıs 2002., http:// 64.21.33.164/ref/dis/o5210201.htlm, ( 1
Nisan 2003).
Libya, 1979’dan beri terörist devlet olarak listede yer almaktadır. 1986’da La Bell
Diskoteği’nin bombalanmasındaki rolü nedeniyle Nisan 1986’de ABD’nin hava saldırılarına maruz
kalan Libya, 1988’de Pan Am 103 uçağının İskoçya’nın Lockerbie kasabası üzerinde patlaması
sonucu 270 kişinin hayatını kaybettiği olay nedeniyle de BM’nin kuvvet kullanılmasını içermeyen
zorlama tedbirlerine maruz kalmıştır. Libya lideri Kaddafi oldukça pragmatik bir liderdir ve
uluslararası baskılara tamamen pervasız kalmamıştır. Libya’nın uluslararası yalnızlığını azaltmak ve
batıya karşı imajını düzeltmek için Filistinli ve diğer terörist gruplara desteğini frenlemiş fakat son
vermemiştir. 11 Eylül saldırılarını takiben Kaddafi saldırıları kınayan bir mesaj yayınlamış ve bu
tarihten beri de terörizmi kınamaya devam etmektedir. Bkz. Long, David E., a.g.e. , s. 109; Patterns
of Global Terrorism-2001, 21 Mayıs 2002, http:// 64.21.33.164/ref/dis/o5210201.htlm, (1 Nisan
2003).
Listede adı geçen Suriye’nin, Hamas, Hizbullah, İslami Cihad, PKK dahil en az 16 farklı
terörist örgüte Suriye ve Suriye kontrolündeki Bekaa vadisinde eğitim imkanları sağlamış olmasına
karşın, 1986’dan beri uluslararası terörist saldırıların planlamasına veya gerçekleştirilmesine doğrudan
karıştığını gösteren hiçbir delil yoktur. Bkz. Hoffman, Bruce, a.g.e. , s. 196. Bunun nedeni, eski
Suriye Cumhurbaşkanı Hafız Esad’ın Suriye dış politikasının bir aracı olarak terörizmi kullanma
175
57
ABD’ye terörizmi kontrol altına almak ve terörist saldırılar önlemek için politika ve
uygulamalarını yerli yerine koymadığı sonucuna götürmüştür. Yeni ABD dış
politikasına göre bundan böyle teröristlerin barındırılmasına ve devletlerin terörist
örgütleri desteklemesine izin verilmeyecektir.177 Bu çerçevede Başkan Bush 20 Ekim
2001’de Kongre’ye hitaben yaptığı konuşmada “ Her bölgedeki her ulus şimdi bir
karar vermek durumundadır. Ya bizimlesiniz ya da teröristlerle” diyerek terörizme
sponsorluk yaptığı ilan edilen devletleri ikaz etmiştir. Sayılan yedi devletten bazıları
Başkan’ın mesajını almış ve mevcut süreci yeniden değerlendirme yoluna gitmiştir.
Bu çerçevede örneğin, 23 Aralık 2003’te Libya Lideri Kaddafi, ülkesindeki tüm kitle
imha silahları programlarına son vermeye, sınırlarını her türlü denetime açmaya ve
konusunda son derece pragmatik olmasıdır. Nitekim, Esad 1987’de Ebu Nidal Örgütü’nü
desteklemenin Batı Avrupa ile ilişkilerini kötüleştireceğini düşünerek bu örgütten desteğini çekmiştir.
Bkz. Long, David E., a.g.e. , s. 109. Son yıllarda Suriye terörizmi desteklememe yönünde önemli
adımlar atmıştır. Bu çerçevede 1998 Adana Mutabakatı çerçevesinde PKK’yı desteklememe sözü
vermiş; daha sonra Türkiye ile Eylül 2000’de terörizm karşıtı bir anlaşma imzalamış ve 11 Eylül
saldırılarını kınamıştır. Bkz. Patterns of Global Terrorism-2001, 21 Mayıs 2002., http://
64.21.33.164/ref/dis/o5210201.htlm, (1 Nisan 2003).
11 Eylül saldırılarını kınayan listede yer alan bir diğer devlet Sudan olmuş ve ABD ile bu
alanda işbirliği yapmaya söz vermiştir. Ancak, Sudan El Kaide, Mısır’lı İslami Cihad, Mısır’lı AlGama’a al-İslamiye, Filistin’li İslami Cihad ve Hamas dahil pek çok terörist örgüt tarafından güvenli
bölge olarak kullanılmaya devam etmektedir. Bkz. Patterns of Global Terrorism-2001, 21 Mayıs
2002, http:// 64.21.33.164/ref/dis/o5210201.htlm, (1 Nisan 2003).
Listede yer alan ve 11 Eylül saldırılarını kınamayan tek devlet Irak olmuştur. 11 Eylül
saldırılarına ilişkin olarak yayınlanan bir Irak resmi açıklamasında, Amerika’nın insanlığa karşı
işlediği suçlarının meyvelerini topladığı belirtilmiştir. Irak; Filistin Kurtuluş Cephesi, PKK, Ebu
Nidal, MEK gibi pek çok terörist örgütü desteklemiştir. Bununla birlikte, Irak, 1993’de eski ABD
Başkanı George Bush’a yönelik başarısız suikast girişiminden beri batı karşıtı bir terörist saldırıya
karışmamıştır. Bkz. Patterns of Global Terrorism-2001, 21 Mayıs 2002, http://
64.21.33.164/ref/dis/o5210201.htlm, (1 Nisan 2003).
11 Eylül sonrası Fidel Castro yönetimindeki Küba, terörizme karşı savaş konusunda kararsız
bir tavır sergilemiştir. Castro, ABD liderliğindeki terörizme karşı yürütülen savaşı “orijinal saldırıdan
daha kötü, daha militarist ve daha faşist” olarak nitelendirmiştir. Ancak, uluslararası tepkiler sonucu
tavırlarını değiştirme gereksinimi duyan Küba, terörizme karşı yürütülen savaşa yönelik desteğini
kanıtlama çabasına girmiştir. Bu çerçevede, BM’nin terörizm karşıtı 12 sözleşmesinin tümünü birden
imzalamıştır. Bkz. Patterns of Global Terrorism-2001, 21 Mayıs 2002, http://
64.21.33.164/ref/dis/o5210201.htlm, (1 Nisan 2003).
Listede adı geçen Kuzey Kore, 11 Eylül terörist saldırılarını kınamış; 1999 tarihli Terörizmin
Finanse Edilmesinin Önlenmesine Dair Uluslararası Sözleşme’yi ve 1979 tarihli Rehine Almaya Karşı
Uluslararası Sözleşme’yi imzalamıştır. Bkz. Patterns of Global Terrorism-2001, 21 Mayıs 2002,
http://64.21.33.164/ref/dis/o5210201.htlm, (1 Nisan 2003).
177
Vogelson, Jay M., a.g.m. , s. 69.
58
ABD başta olmak üzere uluslararası camia ile işbirliği yapmaya karar verdiğini
açıklamıştır.178 Kaddafi’nin
terörizmle mücadele bağlamında attığı bu olumlu
adımlar, Uluslararası camiada Kuzey Kore, İran ve Suriye gibi diğer ülkeleri de
terörizmle mücadele işbirliğine teşvik ederek Libya örneğinin bir “domino” etkisi
yapması yönündeki beklentileri arttırmıştır.
B. Devletin Terörizme Destekte Bulunması
Bir devletin terörist örgütlere, silah, patlayıcı, teçhizat, eğitim, finansman,
istihbarat, güvenli bölge, iletişim, ulaşım belgeleri ya da diğer lojistik destekler
sağlamak için kaynaklarını seferber ettiği fakat terörist eylemleri yönlendirmediği
veya devletin teröristler üzerinde fiili kontrole sahip olmadığı durumlarda devlet
destekli uluslararası terörizm söz konusu olmaktadır.179 Devletler bu tür destekleri
terörist
eylemlerin
sorumluluğunu
veya
kontrolünü
üzerlerine
almaksızın
vermektedirler. Bu destek türlerini piramitsel bir yapı içinde en düşükten en yükseğe
doğru sınıflandırmak mümkündür.
1. İdeolojik Destek
Terörizm için devlet desteğinin en düşük düzeyi “ideolojik destektir”.
Terörist örgütler ideolojik doktrinlerin özellikle de devrimci ideolojilerin yayılması
için uygun enstrümanlardır. Nitekim, Komünizm ve köktenci İslam’ı yaymanın
işlevsel stratejilerini tesis eden Sovyetler Birliği ve İran; terörist örgütler içinde
kendilerine uygun müttefikler bulmuşlardır. Bu devletler teröristlerin metotlarını
178
179
Kohen, Sami, “Libya Örneği…”, Milliyet, 24 Aralık 2003.
Erickson, Richard J., a.g.e. , s. 26.
59
olmasa da saiklerini açıkça desteklemiştir.180
İdeolojik olarak destekleyici
devletlerin bu tür eylemleri pasif destek niteliğindedir. Medya ve uluslararası
örgütlerde teröristlere propaganda/retoriksel destek sağlamak; ulusal topraklarda
terörist örgütün büro açmasına izin vermek; terörist liderlerin ziyaretini devlet
başkanı düzeyinde kabul etmek gibi eylemler bu destek türüne örnektir.181
2. Mali Destek
Bir terörist örgüt için devlet desteğinin daha üst düzeyi “finansman”
sağlamaktır. Terörist örgütler faaliyetlerine devam etmek ve daha ileri düzeyde
gelişmek için kendi bağımsız kaynaklarıyla elde etmeleri imkansız olan daha büyük
parasal gelirlere ihtiyaç duymaktadır. Böyle durumlarda, terörist örgütler devletlerin
cömert mali desteğine dayanmaktadır.182 Patron devletlerin terör örgütlerine yönelik
mali destekleri bu örgütlerin amaçlarına, ideolojilerine bağlı olarak değişiklik
gösterebilmektedir. Nitekim, geçmiş yıllarda, hem Libya hem de Suudi Arabistan
FKÖ’ye mali destek sağlamış olmalarına karşın aralarında niteliksel farklılıklar
olmuştur. Libya, İsrail ve müttefiklerine karşı terörist taktiklere başvuran
FKÖ
içindeki sert çizgideki küçük gurupları desteklemeyi tercih ederken; Suudi Arabistan
ise bu grupların Marksist ideolojilerine karşı çıkarak mali desteğini El Fetih ve Yaser
Arafat’ın denetimindeki bürokratik yapıya yönlendirmiştir.183 Günümüzde, özellikle
İran, terörist örgütlerin finansman kaynağı olarak görülmektedir. İran’ın terörist
180
Ganor, Boaz, “Countering State-Sponsored Terrorism”, http://www.ict.org.il/articledet.cfm?
articleid, (2 Nisan 2003).
181
Mickolus, Edward F., “How Do We Know We’re Winning the War Against Terrrorist? Issues in
Measurement”, Studies in Conflict & Terrorism, Cilt 25, Sayı 3, 2002, s. 157.
182
Ganor, Boaz, “Countering State-Sponsored Terrorism”, http://www.ict.org.il/articledet.cfm?
articleid, (2 Nisan 2003).
183
Long, David E., a.g.e. , s. 107.
60
yardım bütçesinin yıllık 60-70 milyon doları Hizbullah’a olmak üzere, 100 milyon
dolara ulaştığı ileri sürülmektedir.184
3. Askeri Destek
Devlet
desteğinin
daha
yüksek
bir
düzeyini
“askeri
destek”
oluşturmaktadır. Bu çerçevede, devletler terörist örgütlere yüksek teknolojiye sahip
bir dizi silah ve patlayıcı maddeler sağlamakta; ülkesindeki terörist örgütlere
gönderilen üçüncü taraf silah transferini engellememekte ya da gevşek bir biçimde
denetlemekte ya da ülke topraklarında terör örgütlerine askeri eğitim imkanları
sağlamaktadır.185
4. Operasyonel Destek
Devlet
desteğinin
oluşturmaktadır.
Operasyonel
en
yüksek
destek
düzeyini
düzeyinde
“operasyonel”
devlet
spesifik
destek
saldırıların
gerçekleştirilmesinde fiilen ve doğrudan yardımlar sağlamaktadır. Operasyonel
destek, sahte
dokümanlar düzenlemek,
pasaport gibi belgeler vermek; terörist
eşyaları taşımak için diplomatik çantalar vermek; harita, güvenli bölge, iletişim gibi
operasyonel imkanlar sağlamak ve özel operasyonlar için özel silahlar ve patlayıcılar
temin etmek gibi çeşitli şekillerde olmaktadır.
186
Devletin terörizme operasyonel
destek vermesine gösterilebilecek çarpıcı bir örnek, Ekim 1998’de Suriye’den
184
Ganor, Boaz, “Countering State-Sponsored Terrorism”, http://www.ict.org.il/articledet.cfm?
articleid, (2 Nisan 2003);
185
Ganor, Boaz, “Countering State-Sponsored Terrorism”, http://www.ict.org.il/articledet.cfm?
articleid, (2 Nisan 2003).
186
Mickolus, Edward F., a.g.e. , s. 157.
61
ayrılmak zorunda kaldıktan sonra hiçbir Avrupa ülkesi tarafından kabul edilmeyen
Abdullah Öcalan’ın 16 Şubat 1999’da güvenlik güçlerince düzenlenen bir
operasyonla
Kenya’nın
başkenti
Nairobi’deki
“Yunan
Büyükelçiliği’nde”
yakalanmış olması ve Türkiye’ye getirilişi sırasında Öcalan’ın üzerinden Güney
Kıbrıs Rum Kesimi tarafından bir Rum gazeteci adına tanzim edilmiş diplomatik
kırmızı bir pasaportun çıkmış olmasıdır.187
C. Devletin Terörist Faaliyetlere Tolerans Göstermesi
Devletin ülkesindeki terörist örgütleri aktif bir şekilde desteklememesine
rağmen ülkesi içinde faaliyet gösteren teröristlere engel olmaması; bunları ülke
dışına çıkarmak için bir gayret göstermemesi ya da devletin ülkesi içinde faaliyet
gösteren terörist örgütlerin faaliyetlerini sona erdirmesine yönelik talepleri
reddetmesi halinde, devlet toleransı söz konusu olmaktadır.188 Bir devlet tarafından
tolere edilen terörist gruplar kendi kendine yeterli (self-supporting) olabilecekleri
gibi dış sponsorlara ya da destekçilere de sahip olabilmektedir. Böylece terörist
örgütler, bir başka devlete yönelik terörist faaliyetlerini kendilerini tolere eden
devletlerin zımni rızası altında gerçekleştirmektedirler.
189
Ancak, bu durum bir
terörist grubun ülkesine yerleştiği devletin sorumluluğunu ortadan kaldırmamaktadır.
187
1959 Kıbrıs Anayasası gereği Rumca, Türkçe ve İngilizce olarak düzenlenmiş C015918 No’lu
pasaportun basılış tarihi 7 Ekim 1995’tir. Pasaportun geçerlilik tarihi ise 7 Ekim 2005’tir. Pasaport
Güney Kıbrıs Rum Kesimi’ndeki “Kürdistan ile Dayanışma Derneği” nin başkanlığını yapan Lazaros
Mavros isimli PKK sempatizanı bir Rum gazeteciye aittir. Ayrıntılı bilgi için bkz. “Öcalan Çabuk
Çözüldü”, http://www.radical.com.tr,1999/02/187turkiye/01oca.html, (20.10.2004); http://www.
varakpare.8m.com/subat’99.html, (20.10.2004); http://www.teror.grn.tr/turkce/uluslararasi/bm.html,
(21.10.2003 ve 20.10.2004); “Apo’nun Uzun Yolculuğu”, http:www.radikal.com.t,/1999/02/17/
turkiye/ao.html, (20.10.2004); “Akbabanın 12 Günü”, http://www.radical.com.tr/1999/02/17/turkiye/
akb.html, (20.10.2004).
188
Arend, Anthony Clark ve Robert J. Beck, a.g.e. , s. 142.
189
Erickson, Richard J., a.g.e. , s. 26.
62
Uluslararası Hukuk altında bu devlet “ kendi ülkesini başka devletlerin haklarına
aykırı nitelikteki faaliyetler için kullanılmasına izin vermeme mükellefiyeti”
altındadır.190
Bu mükellefiyet altında olan ülkesine terörist örgütün yerleşmiş
bulunduğu devlet, bu terörist örgütün faaliyetlerini bütün “makul” 191 tedbirler alarak
engellemekle mükelleftir.192
D. Devletin Terörist Faaliyetlerle Mücadele Etme Konusunda Yetersiz
Kalması
Devletin ülkesi içinde teröristlerin bulunduğunun farkında olmasına ve
bunu istememesine karşın ya ulusal politikasının bir gereği olarak ya da askeri
kuvvetlerinin yetersiz olması, teknolojik imkanlara sahip olmaması gibi nedenlerle
teröristlere karşı etkin önlemler almaması halinde devlet hareketsizliği söz konusu
olmaktadır. 193 Böyle bir durumda da teröristlerle mücadele etme açısından devletin
sorumluluğu devam etmektedir. Devlet bu sorumluluğu ancak kendisine yardım
etmek için başka devlet ya da bölgesel örgütü davet ederek ortadan kaldırabilecektir.
1977’de Mogadişu uçak kaçırma olayı buna iyi bir örnektir. Eylemde bulunma
yeteneği olmayan Somali hükümeti Batı Almanya’dan yardım istemiştir.194 Bir
devlet uluslararası terörizme yanıt verme yeteneğinde değilse ve dışardan da yardım
190
Rubin, Alfred, “Current Legal Approaches to International Terrorism: Alternative Legal
Approaches”, Terrorism & Political Violence: Limits& Possibilities of Legal Control içinde,
Henry H. Han (ed.), Oceana Publications Inc., New York, 1993, s. 380’den naklen Lillich, Richard B.
ve Paxman, Jhon M., “State Responsibility for Injuries to Aliens Ocassioned by Terrorist Activities”,
American University Law Review, Cilt 26, 1977, s. 217-313. Ayrıca bu konuda bkz. Friedlander,
Robert A., “Terrorism and the World Community”, Terrorism & Political Violence: Limits&
Possibilities of Legal Control içinde, Henry H. Han (ed.), Oceana Publications Inc., New York,
1993, s. 449.
191
Makul kelimesi eklenmiştir.
192
Başeren, Sertaç H., “Uluslararası Hukuk Açısından Terörizm”, s. 200-201.
193
Erickson, Richard J., a.g.e. , s. 26.
194
Erickson, Richard J., a.g.e. , s. 27.
63
istemezse, bu durumda bir davet olmaksızın yardım yapılabileceği ileri sürülmekte
ve Entebbe rehine kurtarma operasyonu195 buna bir örnek olarak gösterilmektedir.196
Entebbe kurtarma operasyonu ile somutlaşan
ülke devletinin
ölüm tehlikesine
maruz kalan kişileri kurtarmak istememesi ya da kurtaracak gücünün olmaması
nedeniyle gerçekleştirilen kurtarma operasyonları Uluslararası Hukuka aykırıdır.
Bununla birlikte, ülke devletinin rızasına dayanmayan bu tür operasyonların, jus
cogens nitelikteki kuvvet kullanma yasağını ihlal etmediği kabul görmektedir.197
Sonuç olarak, devlet sponsorlu ya da destekli uluslararası terörizm “yeni bir
savaş şekli”, “düşük yoğunluktaki savaşın bir aracı”, “bir saldırı ve/veya dolaylı
saldırı” ve “vekiller savaşı” dır. Devlet destekli terörizm sadece buna maruz kalan
devletlerin güvenliğine değil aynı zamanda uluslararası barış ve güvenliğe yönelik
bir tehdittir. Bu tehdidi karşılamanın en etkin yolu sadece teröristlerle ve terörist
örgütlerle mücadele etmek değildir; fakat hem terörist örgütlerin kendi aralarındaki
hem de bunlarla sponsor ve destekçi devletler arasındaki bağlantıları zayıflatmak ve
kopartmaktır.
195
1976 Entebbe olayı şu şekilde gerçekleşmiştir: Tel Aviv’den Paris’e giden Air France’a ait bir
yolcu uçağı, 27 Haziran 1976’da Filistinli dört militan tarafından kaçırılmıştır. Libya’da kısa bir
duraklamadan sonra uçak Uganda’ya inmiş, burada uçağa kaçıranlara altı kişi daha katılmıştır. Hava
korsanları, İsrail vatandaşı olmayan yolcuların tamamını serbest bırakmış , 96 rehinenin serbest
bırakılması için de değişik devletlerde tutuklu, mahkum ya da göz altında bulunan bazı militanların
salıverilmesini istemişlerdir. Bunun üzerine, 3 Temmuz’da İsrail’in Uganda Hükümeti’nden izin
alınmadan Entebbe Havaalanına indirdiği komando birlikleri, rehineleri kurtararak İsrail’e geri
götürmüştür. Harekat sırasında çıkan çatışmada üç rehine, yedi terörist, bir İsrail ve yirmi Uganda
askeri öldürülmüş, on kadar Uganda uçağı da tahrip edilmiştir. Bu konuda ayrıntılı bilgi için bkz.
Başeren, Sertaç H., Uluslararası Hukukta Devletlerin Münferiden Kuvvet Kullanmalarının
Sınırları, Ankara Üniversitesi Basımevi, Ankara, 2003, s. 166-172.
196
Örneğin Richard J. Erickson, 1976 Entebbe Olayını örnek olarak göstermektedir. Bkz. Erickson,
Richard J., a.g.e. , s. 27.
197
Başeren , Sertaç H., a.g.e. , s. 172-174.
64
İKİNCİ BÖLÜM
ULUSLARARASI TERÖRİZMLE MÜCADELEDE ULUSLARARASI
HUKUK YAKLAŞIMLARI
Terörizmle mücadelede anti-terörizm ve kontr-terörizm seçeneklerinin
sınıflandırılmasına
yönelik olarak doktrinde
benimsenen bir takım seçenek ve
yaklaşımlar söz konusudur.198 Örneğin Alex Schmid,
terörizmle mücadelede
politikaları “uzlaşmacı” ve “ bastırıcı” politikalar olarak tasnif etmektedir.
“Uzlaşmacı” politikaların en genel iki şekli; teröristlerle mücadele etmek yerine,
onlarla doğrudan görüşme yoluyla spesifik taleplerine yönelik bir takım ödünler
vermek ve teröristler tarafından ileri sürülen şikayetlere yönelik iyileştirme ve
reformlarda bulunmaktır. Bastırıcı politikaların en yaygın iki şekli ise “Ceza Adalet
Modeli” olarak da isimlendirilen “Yasal Bastırma” ve “Savaş Modeli” olarak da
isimlendirilen “Askeri Bastırmadır”.
199
“Ceza Adalet Modeli’nde terörizm diğer
suç türleri gibi bir “suç” ve teröristler de “suçlu” olarak görülürler. Ceza Adalet
Modeli’nde terörizmle mücadele, hukukun üstünlüğü anlayışı çerçevesinde
“suçlama”, “yargılama” ve “cezalandırma” prosedürü çerçevesinde olmaktadır. Bu
modelde,
askeri
kaynakların
kullanılabilme
imkanına
rağmen,
terörizmle
mücadelenin ağırlıklı yük ve sorumluluğu “koruyucu” ve soruşturmacı” hizmetleri
198
Terörizmle mücadelede anti-terörizm yaklaşımı savunmacı tedbirleri ifade ederken; kontr-terörizm
yaklaşımı terörizmi önlemek, caydırmak ve yanıt vermek için tercih edilen saldırgan/ offensive
tedbirleri ifade etmektedir. Bkz. Vöneky, Silja “The Fight Against Terrorism and the Rules of the
Law of Warfare”, Terrorism as a Challenge for National and International Law: Security
Versus Liberty? içinde, Christian Walter, Silja Vöneky, Volker Röben, Frank Schorkof, (eds.),
Berlin/Heidelberg, 2003, s. 2, http://edoc.mpil.de/conference-0n-terrorism/index.cfm.
199
Beşe, Ertan, a.g.e. , s. 118’den naklen Crelinsten, Ronald ve Schmid, Alex, “Western Responses to
Terrorism: ATwenty-Five Year Balance Sheet”, Western Responses To terrorism , Ronald Crelinsten
ve Alex Schimd, (eds.), London, 1993, s. 309-313.
65
ile polise verilmektedir.200 Savaş modelinde ise kontr-terörizm savaş kurallarına
uygun olarak yürütülmekte ve terörizm düşük yoğunlukta çatışma olarak
algılanmaktadır. Bu durumda terörizmle mücadelenin yetki ve sorumluluğu ağırlıklı
olarak ordunun üzerindedir.201
Richard J. Ericson’da Uluslararası Hukuk açısından terörizmle mücadele
politikalarını karakterize etmek için iki tür yaklaşım ortaya koymaktadır. Bu
yaklaşımdan ilki iç hukuk ve Uluslararası Hukuk kurallarının uygulanmasına
dayanan hukuku uygulama yaklaşımı; ikincisi ise Silahlı Çatışmalar Hukuku/İnsani
Hukuk yaklaşımdır.202
Uluslararası terörizme potansiyel olarak hem hukuku uygulama yaklaşımının
hem de Silahlı Çatışmalar Hukuku/Savaş Hukuku yaklaşımının uygulanabileceğini
savunan Richard J. Ericson, hukuku uygulama yaklaşımının devlet destekli olmayan
terörizmle mücadelede en iyi yol olduğunu, devlet destekli terörizme karşı ise her iki
yaklaşımın da makul şekilde uygulanabileceğini ileri sürmektedir. 203
Antonio Cassese ise Uluslararası Hukukun terörizmle mücadele kapsamında
sunduğu yaklaşımları barışçıl yollar ve kuvvet kullanmaya dayalı yollar olarak iki
üst başlık altında toplamaktadır.204 Cassese, terörizmle mücadelede barışçıl yollar
için öngörülen mekanizmaların, uluslararası toplumun kabul ettiği bir takım çok
taraflı anti-terörizm sözleşmelerinde ve
suçluların iadesine ilişkin
iki taraflı
sözleşmelerde yer aldığını ve tüm bu sözleşmelerin amacının teröristleri adalet
önüne çıkartmak için ulusal yargısal tedbirleri koordine etmek olduğunu ileri
200
Beşe, Ertan, a.g.e., s. 120.
Beşe, Ertan, a.g.e., s. 118.
202
Erickson, Richard J., a.g.e. , s. 53.
203
Erickson, Richard J., a.g.e. , s. 53.
204
Cassese, Antonio, a.g.m. , s. 589.
201
66
sürmektedir.205 Barışçıl yollar arasında, terörizmin uluslararası bir suç olarak kabul
edilerek
sorumlularının
uluslararası bir mahkemede
yargılanmasını sağlamayı
hedefleyen hukuki yollar, terörizmi destekleyen devletlerin verdikleri bu destekten
vazgeçmelerini sağlamak amacıyla söz konusu devletlere karşı siyasi, ekonomik ve
diplomatik yolların kullanılması da yer almaktadır. 206 Bu noktada, barışçıl yollar ve
zorlayıcı yollar arasında bir hiyerarşinin olup olmadığı sorusu karşımıza çıkmaktadır.
BM Andlaşması’nda ve diğer uluslararası temel belgelerde yer alan uluslararası
toplumun temel ilkeleri böyle bir hiyerarşinin olduğunu ve barışçıl yanıtların önce
olması gerektiğine işaret etmektedir.207 BM Andlaşması’nın md. 2/3’de “Teşkilatın
üyeleri, uluslararası nitelikteki uyuşmazlıklarını uluslararası barış ve güvenlik ve
adaleti tehlikeye koymayacak şekilde barışçıl yollarla çözecektir” demektedir. BM
Andlaşması’nın 33. madde de ise, “Uzaması milletlerarası
muhafazasını
tehdit edebilecek
mahiyette bir
uyuşmazlığa
barış ve güvenliğin
taraf olanlar, bu
uyuşmazlığın çözülmesini her şeyden önce görüşme, soruşturma arabuluculuk,
uzlaşma, tahkim ve ya yargı yollarıyla
veya bölge teşkil veya andlaşmalarına
başvurarak veyahut kendi seçecekleri
başka barış
yollarıyla
aramalıdır”
şeklindedir. Bu düzenleme 1970 tarihli Dostça İlişkiler Bildirisinde de aynen tekrar
edilmektedir. Bu çerçevede, söz konusu düzenlemeler birlikte değerlendirildiğinde
devletlerin, terörizme karşı mücadelede öncelikle barışçıl yolları tükettikten sonra
kuvvete dayalı tedbirlere başvurması gerekmektedir.208 Ancak bu görüş evrensel
olarak kabul edilen bir görüş değildir. Uygulamada devletler ideolojik, siyasi ya da
askeri terörist faaliyetlere karşı barışçıl yolları tüketmeden kuvvete dayalı tedbirlere
205
Cassese, Antonio, a.g.m. , s. 592.
Topal, Ahmet Hamdi, a.g.e. , s. 66.
207
Cassese, Antonio, a.g.m. , s. 590.
208
Khan, Ali, a.g.m. , s. 953.
206
67
başvurmaktadırlar. Bununla birlikte, uygulamada görülen bu “sapmalar” barışçıl
çözüm
yollarının
öncelikle
tüketilmesi
gerektiği
genel
kuralını
ortadan
kaldırmamakta ve kuralın değerini azaltmamaktadır.209
Bu çalışmada, Uluslararası Hukukun terörizmle mücadele kapsamında
sunduğu yaklaşımlar, Richard J.Ericson’un tasnifi göz önünde bulundurularak,
Hukuk ( iç hukuk ve Uluslararası Hukuk) Kurallarının Uygulanmasına Dayalı
Yaklaşım ve Uluslararası Silahlı Çatışmalar Hukuku yaklaşımı olarak iki başlık
altında sınıflandırılmıştır. 210
I. Hukuk Kurallarının Uygulanmasına Dayalı Yaklaşım
Hukuku uygulama yaklaşımı uluslararası terörizmi sıradan bir güvenlik
sorunu olarak kabul ederek terörizm diğer suç türleri gibi bir “suç” ve teröristleri de
“suçlu” olarak görmektedir. Bu modelde, terörizmle mücadele, hukukun üstünlüğü
anlayışı
çerçevesinde “suçlama”, “yargılama” ve “cezalandırma” prosedürü
çerçevesinde olmakta ve terörizmle mücadelenin ağırlıklı yük ve sorumluluğu
“koruyucu” ve soruşturmacı” hizmetleri ile polise verilmektedir.211 Bu yaklaşımın
amacı teröristleri caydırmaktır ancak bunun başarılamaması halinde, yakalama,
yargılama ve cezalandırma yoluyla teröristlerin yasal yöntemlerle bastırılmasını
öngörmektedir.212 Terörizmi yalnızca kriminolojik bir hadise olarak ele alan bu
209
Cassese, Antonio, a.g.m. , s. 591.
Bkz. Erickson, Richard J., a.g.e. , s. 53.
211
Beşe, Ertan, a.g.e. , s. 120.
212
Roberts, Adam, “Terrorism and International Order”, Terrorism and International Order içinde,
Lawrence Freedman, Christopher Hill, Adam Roberts, R. J. Vincent, Paul Wilkinson, ve Philip
Windsor, (eds.), The Royal Institute of International Affairs, Routledge, 1988, s. 20.
210
68
yaklaşım doğası itibariyle oldukça tekniktir.213 Temel hareket noktası teröriste
yargılanmaktan kurtulacağı alan bırakmamaktır. Yani bu yaklaşımın işlerliği
devletler arasında özellikle, adli yardımlaşma, iade ve istihbarat bilgilerinin
paylaşılması gibi alanlarda sıkı bir uluslararası işbirliğini gerektirmektedir. Ne var
ki, devletlerin çeşitli bürokratik kurumları arasında yetkileri paylaşma konusundaki
isteksizlikleri ve örtülü rekabetleri göz önünde bulundurulduğunda bir hukuk
sisteminin yetkilerini ulusal sınırların ötesine genişletme girişimleri kaçınılmaz
olarak egemen devlet sisteminin unsurlarıyla çatışmalara girmekte
ve yargısal
engellemelerle karşılaşmaktadır.214
Öte yandan, bu yaklaşımın işlerliği terörizmin evrensel düzeyde kabul
edilmiş bir tanımının yapılmasını gerektirmektedir. Oysa, işbirliğinin ön koşulunu
oluşturan terörizmin evrensel düzeyde kabul edilebilir bir tanımının yapılmasına
yönelik çabalar günümüze kadar başarısız olmuştur. Bu başarısızlık teknik
nedenlerden
değil siyasi
terörizmin kapsamlı olarak
nedenlerden kaynaklanmıştır. Devletlerin bir kısmı
tanımlanmasına yönelik çabaları selfdeterminasyon
hakkı karşıtı bir çaba olarak görmüş, bir başka kısmı terörizmin tanımlanmasından
ziyade nedenlerinin ele alınması gerektiğini savunmuştur. Üstelik İsrail, ABD gibi
kimi devletler de terörizme karşı tek taraflı eylem yapma siyasi gücünü kısıtlayacak
mutlak bir tanımla kendilerini bağlamak istememiştir.215
Terörizmi genel olarak tanımlayıp, terörist olan herkese karşı mücadele
yapabilmenin mümkün olmaması buna karşın terörizmle mücadele ihtiyacının
213
Flory, Maurice, “International Law: An Instrument to Combat Terrorism”, Terrorism and
International Law içinde, Rosalyn Higgins ve Maurice Flaury Flory, (eds.), Routledge, London,
New York 1997, s. 31.
214
Kronenwetter, Michael, The War On Terrorism, Julian Messner, 1989, s. 74.
215
Bassiouni, M. Cherif, a.g.m. , s. 92; Flory, Maurice, “International Law: An Instrument to Combat
Terrorism”, s. 33.
69
kendisini her geçen gün daha kesin bir şekilde hissettirmesi karşısında devletler,
terörizmle sektörel bazda mücadele etme stratejisini tercih etmişlerdir.216 Yani,
devletler genel tanım yapmaktan vazgeçip uçak kaçırma, rehin alma, diplomatların
öldürülmesi gibi kendilerini en çok rahatsız eden belirli fiilleri önlemeye
çalışmışlardır. Bu doğrultuda
terörizmle mücadele konusunda BM bünyesinde,
1969-2002 arası 33 yıllık süre içinde 12 tane terörizm karşıtı sözleşme
gerçekleştirilmiştir.217 Ayrıca, başka uluslararası örgütler bünyelerinde de
anti-
terörizm amaçlı çeşitli bölgesel uluslararası sözleşmeler yapılmıştır.218
216
Başeren, Sertaç H., “Uluslararası Hukuk Açısından Terörizm”, s. 201.
BM bünyesinde gerçekleştirilen anti-terörist sözleşmeler şunlardır:
1) 14 Eylül 1963 tarihli Uçaklarda İşlenen Suçlar ve Diğer Bazı Eylemlere İlişkin Sözleşme (1963
Tokyo Sözleşmesi). Terörizmle mücadele amacıyla BM’nin himayesi altında atılan ilk ciddi adım
olan Tokyo Sözleşmesi’ne Türkiye 17 Nisan 1975 tarih ve 1889 sayılı Kanun’la taraf olmuştur.
Bkz. R.G. , 8 Aralık 1975, Sayı 15436. Sözleşme’nin Türkçe metni için ayrıca bkz. Yenisey, Ferudun,
Milletlerarası Ceza Hukuku: Ceza Yargılarının Milletlerarası Değeri ve Mevzuatı, Beta
Yayınları, İstanbul, 1988, s.387-395.
2) 16 Aralık 1970 tarihli Uçakların Hukuk Dışı Yollarla Ele Geçirilmesinin Önlenmesi Hakkında
Sözleşme (La Haye Sözleşmesi). Bu Sözleşme’ye Türkiye 30 Kasım 1972 tarih ve 1634 sayılı
Kanun’la taraf olmuştur. Bkz. R.G. , 31 Mart 1973, Sayı 14493. Sözleşmenin Türkçe metni için
ayrıca bkz. Yenisey, Ferudun, a.g.e. , s.395-401.
3) 23 Eylül 1971 tarihli Sivil Havacılığın Güvenliğine Karşı Kanun Dışı Eylemlerin Önlenmesine
İlişkin Sözleşme (Montreal Sözleşmesi). Bu Sözleşme’ye Türkiye, 17 Mart 1975 tarih ve 1888 sayılı
Kanun’la taraf olmuştur. Bkz. R.G., 29 Kasım 1975, Sayı 15427. Sözleşmenin Türkçe metni için
ayrıca bkz. Yenisey, Ferudun, a.g.e. , s.401-409.
4) 14 Aralık 1973 tarihli Diplomasi Ajanları da Dahil Olmak Üzere Uluslararası Korunan Kişilere
Karşı İşlenen Suçların Önlenmesi ve Cezalandırılması Hakkında Sözleşme (New York Sözleşmesi).
Bu Sözleşme’ye Türkiye 21 Ocak 1981 tarih ve 2324 sayılı Kanun’la taraf olmuştur. . Sözleşme’nin
1 Mayıs 1981 tarihli R.G.’de yayımlanan Türkçe metni için bkz. Yenisey, Ferudun, a.g.e. , s.380386.
5) 17 Aralık 1979 tarihli Rehin Alımına Karşı Uluslararası Sözleşme (Rehine Sözleşmesi-New York).
Bu Sözleşme’ye Türkiye taraftır. Sözleşme’nin Türkçe metni için bkz. R.G. , 6 Haziran 1989, Sayı
20217.
6) 3 Mart 1980 tarihli Nükleer Maddelerin Fiziksel Korunmasına Dair Sözleşme (Viyana&New
York Sözleşmesi).
7) 24 Şubat 1988 tarihli Uluslararası Sivil Havacılığa Hizmet Veren Havaalanlarında Kanun Dışı
Şiddet Eylemlerinin Önlenmesi Protokolü (Montreal Sözleşmesi’ne Ek Montreal Protokolü).
8) 10 Mart 1988 tarihli Deniz Seferleri Güvenliğine Karşı Yasa Dışı Eylemlerin Önlenmesi
Sözleşmesi (IMO Sözleşmesi-Roma). Türkiye’nin taraf olduğu Sözleşme’nin Türkçe metni için bkz.
R.G. , 26 Ocak 1998, Sayı 23242.
9) 10 Mart 1988 tarihli Kıta Sahanlığı Üzerinde Kurulu Sabit Platformların Güvenliğine Karşı Yasa
Dışı Eylemlerin Önlenmesi Protokolü (IMO Protokolü-Roma). Türkiye’nin taraf olduğu
Sözleşme’nin Türkçe metni için bkz. R.G. , 26 Ocak 1998, Sayı 23242.
217
70
BM bünyesindeki sözleşmelerin hepsindeki ortak mekanizma, faili siyasal
suçlu saymama ve siyasal sığınma hakkı vermemeyi ve bu suçları işleyen kimselerin
ilgili devlet tarafından yargılanmasını ya da isteyen ilgili devlete iade edilmelerini
öngörmektedir. Yani, bu mekanizma da “aut judicare aut dedere” ilkesi kutsal
kabul edilmekte ve böylece evrensel ve/ veya yarı evrensel bir yargı yetkisi tesis
edilmektedir.219 Ne var ki, bu mekanizma kendi içinde bazı zafiyetler taşımaktadır.
İlk olarak, bu sözleşmelere yeteri kadar devlet taraf değildir. Kimi devletler terörizmi
sadece bir “ulusal mesele” olarak görmekte ve özellikle terörizme sponsorluk yapan
veya destekleyen devletler bu sözleşmelere taraf olmamaktadır. İkinci olarak, bu
10)1 Mart 1991 tarihli Keşif Amaçlı Plastik Patlayıcıların Markalanmasına Dair Sözleşme (Montreal
Sözleşmesi).
11) 15 Aralık 1997 tarihli Terörist Bombalamaların Önlenmesine Dair Uluslararası Sözleşme (New
York). Bu Sözleşme BM Genel Kurulu tarafından 15 Aralık 1997 tarihinde 52/164 sayılı kararla
kabul edilmiş, 23 Mayıs 2001’de yürürlüğe girmiştir. Türkiye Sözleşme’yi 20 Mayıs 1999’da
imzalamış fakat henüz onaylamamıştır. Sözleşme’nin İngilizce metni için bkz. http://www.untreaty.
un.org/English/Terrorism/Conv11, ( 26 Eylül 2001).
12) 9 Aralık 1999 tarihli Terörizmin Finanse Edilmesinin Önlenmesine Dair Uluslararası Sözleşme
(New York). BM Genel Kurulu tarafından 9 Aralık 1999 tarihinde, 54/109 sayılı kararla kabul
edilmiş, 10 Nisan 2002 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Türkiye, 27 Eylül 2001 tarihinde Sözleşme’yi
imzalamış, 4738 sayılı kanunla, 10 Ocak 2002 tarihinde de onaylamış ve Onay Kanunu 17 Ocak
2002’de Resmi Gazete’de yayınlanmıştır.
218
Bölgesel sözleşmelerin bazıları şunlardır:
2 Şubat 1971 tarihli Kişilere Karşı Suç Formunu Alan Terörizm Eylemleri ve Uluslararası
Alanda Önem Arz Eden İlgili Zorbalıkların Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi (Washington
Sözleşmesi). [OAS Convention to Prevent and Punish the Acts of Terrorism Taking the Form of
Crimes Against Persons and Related Extortion That Are of International Significance ( Washington
Convention)]. Bu Sözleşme Amerikan Devletleri Örgütü’nün Genel Kurulu öncülüğünde hazırlanmış
ve Örgüte üye devletler tarafından imzalanmıştır. Bkz. OAS Document, AG/doc., 88 rev. 1corr.,
(1971).
27 Ocak 1977 tarihli Terörizmin Önlenmesine İlişkin Avrupa Sözleşmesi (Strasbourg).
Terörizmle mücadele amacıyla yapılmış sözleşmeler arasında en anlamlısı olan Sözleşme 1978
tarihinde yürürlüğe girmiş olup, Avrupa Konseyi üyesi 20 ülke taraf olmuştur. Bu Sözleşme’ye
Türkiye 27 Ekim 1980 tarih ve 2327 sayılı Kanun’la taraf olmuştur. Sözleşme’nin 26 Mart 1981
tarihli R.G.’de yayımlanan Türkçe metni için bkz. Yenisey, Ferudun, a.g.e. , s. 375-380.
14 Temmuz 1999 tarihli Terörizmin Önlenmesi ve Terörizmle Mücadeleye Dair Afrika
Birliği Örgütü Sözleşmesi (Algiers). Bu Sözleşme, Afrika Birliği Örgütü Genel Sekreteri’nin
öncülüğünde gerçekleştirilmiştir.
1 Temmuz 1999 tarihli Uluslararası Terörizmle Mücadeleye Dair İslam Konferansı Örgütü
Sözleşmesi (Ouagadougou). Ayrıntılı bilgi için bkz. geride dipnot 71, s. 29.
219
Freestone, David, “International Cooperation Against Terrorism and the Development of
International Law Principles of Jurisdiction”, Terrorism and International Law içinde, Rosalyn
Higgins ve Maurice Flaury Flory, (eds.), Routledge, London, New York, 1997, s. 59.
71
sözleşmeler etkin bir zorlama mekanizması içermemektedir. Achille Lauro olayında
Mısır’ın 1979 tarihli Rehine Alımına Karşı Uluslararası Sözleşme’ye uymaması gibi,
bir devletin sözleşmelerden birisine uymaması halinde, sözleşmeye taraf diğer
devletler uymayan taraf devlete karşı geleneksel barışçıl yaptırımları uygulamaktan
daha fazlasını yapamamaktadır.220 Üçüncü mesele, terörizm ve siyasi suç
kavramlarının kesin bir şekilde ayrıştırılamamış olmasıdır. “Suçluların iadesi” ve
“sınır dışı etme”, terörizmle mücadelenin uluslararası işbirliği boyutunda en önemli
analitik çerçeveyi oluşturmaktadır.221 “Suçluların iadesi” konusunda en ciddi
anlaşmazlık “siyasi suçların iadeye istisna teşkil etmesi”dir. Terörizmle suçlanan
kişiler genellikle faaliyetlerinin siyasal nitelikli politik aktiviteler olduğunu ve bu
nedenle iade edilmemeleri gerektiğini iddia etmektedirler. Bu husus “siyasi suçların
istisnası ya da siyasi istisna doktrini” olarak bilinmektedir.222
“Siyasi” suç kavramının Uluslararası Hukukta tanımı yoktur. Fiilin siyasal
suç olup olmadığına karar verme hususunda devletler siyasal tercihleri doğrultusunda
bir taktir hakkına sahiptir.223 Devletlere tanınan bu taktir hakkı BM bünyesinde
gerçekleştirilen anti-terörizm sözleşmelerin önemli bir zafiyetini teşkil etmektedir.224
220
Cassese, Antonio, a.g.m. , s. 593.
Beşe, Ertan, a.g.e. , s. 61.
222
Bayraktar, Köksal, Siyasal Suç, İstanbul Fakültesi Matbaası, İstanbul, 1982, s. 193-194; Beşe,
Ertan, a.g.e. , s. 61.
223
Bayraktar, Köksal, a.g.e. , s. 197-198.
224
Bu alanda 27 Ocak 1977’de imzalanıp 1978’de yürürlüğe giren Avrupa Sözleşmesi önemli bir
adım teşkil etmektedir. Sözleşme’nin 1. maddesinde taraf devletler arasında iade amacı için bir siyasal
suç ya da siyasal suçla bağlı bir suç sayılmayacak terörist eylem biçimleri olarak şunlar sayılmaktadır:
a) La Haye ve Montreal Sözleşmesinde yer alan filler; b) Uluslararası himayeye tabi olan şahısların
hayatı, fiziki bütünlük ve hürriyetlerine karşı saldırlar; c) Adam kaçırma, rehine alma veya hürriyeti
tahdit suçları; d) Bomba, el bombası, roket, ateşli silah gibi aletlerin kullanıldığı suçlar; e) Şiddet
hareketlerini içeren vahim suçlar; f) Mülkiyet aleyhine işlenen bir suç içeren ve şahıslar için tehlike
teşkil eden vahim suçlar. Sözleşme’nin 2. maddesi ise taraf devletlere 1.maddede sayılan suçları
genişletme yetkisini vermektedir. Ancak, Sözleşme’nin 5 ve 13. maddeleri siyasal sığınma hakkını
tanımakta ve taraf devletlerin iadeyi reddetme hakkını saklı tutmaktadır. Bu hükümler Sözleşme’nin
gücünü zayıflatmaktadır. Bkz. Freestone, David, “International Cooperation Against Terrorism and
the Development of International Law Principles of Jurisdiction”, a.g.e. , s. 54.
221
72
Zira, 1988 IMO Sözleşmesi225 hariç, sözleşmelerin hiçbirisinde terörist eylemlerin
siyasi suç sayılmayacağı ve bu suretle iadeden muaf
tutulmayacağına
ilişkin
hükümler yer almamaktadır. 226 Bu durum uluslararası işbirliğinin önemli bir parçası
olan teröristlerin iadesini engellemektedir.
A. Lockerbie Olayı
Hukuku uygulama yaklaşımının başarılı bir örneği 21 Aralık 1988’de
Londra’nın Heathrow havaalanından kalktıktan kısa bir süre sonra İskoçya’nın
Lockerbie kasabası üzerinde havada infilak eden 189’u Amerikalı olmak üzere
toplam 259 yolcu ve mürettebatın yanı sıra yerde 11 kişinin öldüğü PAN AM 103
uçağı olayıdır.227 Mağdur devletlerden İngiltere ve Amerika üç yıllık bir soruşturma
sonucunda olaya ilişkin olarak Libya Dış İstihbarat Servisi mensubu olan
Abdelbasset Ali Mohmed Al Megrah’i ve Al Amin Khalifa Fhimah’ı suçlamış ve
Libya’dan bu kişileri iade etmesini ve uygun bir tazminat ödemesini talep
etmişlerdir.228 Libya, böyle bir eylemin doğrudan Libya’nın iç işlerine karışma teşkil
ettiğini ileri sürerek iki vatandaşının iadesi yönündeki istekleri reddetmiştir. ABD ve
İngiltere’nin 23 Eylül 1971 tarihli Sivil Havacılığın Güvenliğine Karşı Hukuk Dışı
Eylemlerin Önlenmesine İlişkin Sözleşme’ye229 taraf olduklarına işaret eden Libya,
failleri ulusal hukukuna ve ülkesinde suçlunun bulunduğu ve onu iade etmeyen taraf
devletlerin yargı yetkisini tesis eden Montreal Sözleşmesi’nin md. 5/2’ye uygun
olarak yargıladığını iddia etmiştir. Montreal Sözleşmesi’nin md. 5/3’ün ulusal
225
Sözleşmeye ilişkin ayrıntılı bilgi için bkz. geride dipnot 217, s. 70.
Cassese, Antonio, a.g.m. , s. 593.
227
Tucker, David, “Responding to Terrrorism”, The Washington Quarterly, 1998, s. 107.
228
Kash, Douglas, “Libyan Involvement and Legal Obligations in Connection with the Bombing of
Pan Am Flight 103”, Studies in Conflict & Terrorism, Cilt 17, 1994, s. 23.
229
Sözleşme’ye ilişkin ayrıntılı bilgi için bkz. geride dipnot 217, s. 70.
226
73
hukuka uygun olarak gerçekleştirilen yargılamayı kapsam dışında tutmadığını ileri
süren Libya, Sözleşme’nin md.11/1’e göre iki ülkenin yargısal işbirliği yapmak
yerine kendisini tehdit ettiğini iddia etmiştir.230 Böylece Libya,
Montreal
Sözleşmesi’nin 7. maddesinde yeralan aut dedere aut judicare ilkesine dayanırken
ve iç hukukunun kendi vatandaşlarının iade edilmesini yasakladığını iddia ederken
ABD ve İngiltere faillerin iadesini talep etmişlerdir.
Devletler arasında karşılıklı suçlamalar devam ederken, ABD, İngiltere ve
Fransa’nın girişimleriyle sorun BM Güvenlik Konseyi’nin önüne getirilmiştir.
231
BM Güvenlik Konseyi, ABD ve İngiltere’nin taleplerinin tam olarak yerine
getirilmesini öngören 21 Ocak 1992 tarihli 731 sayılı, BM Andlaşması’nın VII.
bölümüne dayanmayan kararı kabul etmiştir.232 Bu karar, Güvenlik Konseyi’nin bir
ülkenin vatandaşlarının diğer ülkede yargılanması için iadesini öngören ya da zımni
olarak bir BM üyesi devleti terörizme karışmakla suçlayan ilk kararı olması
açısından önem taşımaktadır.233 31 Mart 1992’de Güvenlik Konseyi VII. Bölüme
dayanarak Libya’ya yönelik ticari uçuş yasağı, silah ambargosu, teknik bilgi
transferine sınırlandırma, hava ablukası gibi bir dizi yaptırım uygulanmasını öngören
748 sayılı kararı kabul etmiştir.234 Kararda terörizmi desteklediği kabul edilen
Libya’nın zanlıları teslim etme dışında terörizmi desteklemekten vazgeçtiğini tüm
dünyaya kanıtlamak için somut adımlar atması gerektiği aksi taktirde yaptırımların
devam edeceği belirtilmektedir. 748 sayılı Konsey kararının bu üç devletin istekleri
doğrultusunda alındığını dolayısıyla Uluslararası Hukuka aykırı olduğunu iddia eden
230
Plachta, Michael, “The Lockerbie Case: The Role of the Security Council in Enforcing the
Principle Aut Dedere Aut Judicare”, European Journal Of International Law (EJIL), Cilt 12,
No.1, 2001, s. 126-127.
231
Bkz. U.N. Doc. A/46/825, S/23306, 31 Aralık 1991.
232
S.C. Res. 731 (1992), 21 Ocak 1992.
233
Kash, Douglas, a.g.m. , s. 24.
234
S.C. Res. 748 (1992), 31 Mart 1992.
74
Libya, her iki devletin kendisine karşı kuvvet kullanma olasılığına karşı koruma
önlemleri alması için UAD’a başvurarak ABD ve İngiltere aleyhine iki ayrı dava
açmıştır.235 14 Nisan 1992’de UAD, Libya’nın koruma önlemleri alınmasına ilişkin
isteğini BM Andlaşması’nın 25. maddesinin Güvenlik Konseyi kararlarının
uygulanmasına öncelik verdiği temelinde reddetmiştir.236 Yine, UAD, BM
Andlaşması’nın 103. maddesine dayanarak Montreal Sözleşmesi dahil, herhangi bir
sözleşmeden doğan yükümlülük ile BM Andlaşması’ndan doğan bir yükümlülük
çatıştığında BM Andlaşması’ndan doğan yükümlülüklerin üstün olacağına karar
vermiştir. 237 UAD’ın söz konusu kararı iki bakımdan önem taşımaktadır. İlk olarak,
UAD bu kararı ile BM Güvenlik Konseyi karaları üzerinde bir denetim yapma
fırsatını eliyle itmiştir.238 İkinci olarak, Divan’ın Libya’nın isteğini reddetmesi
uluslararası terörizmle mücadelede uluslararası kurumlar arasında yapılabilecek
işbirliğinin güzel bir örneğini teşkil etmektedir.239
Kasım 1993’de BM Güvenlik Konseyi Libya aleyhine 883 sayılı ilave bir
yaptırım kararı daha almıştır.240 Libya’nın ekonomik varlıklarına el konulmasını;
sondaj aletlerinin satılmasını yasaklayan karar, Libya’nın söz konusu kararlardaki
talepleri yerine getirmesi halinde yaptırımların askıya alınmasını da öngörmekteydi.
235
Questions of Interpretation and Application of the 1971 Montreal Convention Arising from
the Aerial Incident at Lockerbie (Libyan Arab Jamahiriya v. United States of America),
Provisional Measures, Order of 14 April 1992, ICJ Reports (1992), s. 114. Questions of
Interpretation and Application of the 1971 Montreal Convention Arising from the Aerial
Incident at Lockerbie (Libyan Arab Jamahiriya v. United Kingdom), Provisional Measures,
Order of 14 April 1992, ICJ Reports (1992), s. 3.
236
Questions of Interpretation and Application of the 1971 Montreal Convention Arising from
the Aerial Incident at Lockerbie (Libyan Arab Jamahiriya v. United States of America),
Provisional Measures, Order of 14 April 1992, ICJ Reports (1992), parag. 39.
237
Plachta, Micheal, a.g.m. , s. 129; Daudet, Yves, “International Action Against State Terrorism”,
Terrorism and International Law içinde, Rosalyn Higgins ve Maurice Flaury Flory, (eds.),
Routledge, London, New York, 1997, s.211; Flory, Maurice, “International Law: An Instrument to
Combat Terrorism”, a.g.e. , s.37; Kash, Douglas, a.g.m. , s. 31.
238
Daudet, Yves, “ International Action Against State Terrorism”, a.g.e. , s. 212.
239
Tucker, David, a.g.m. , s. 107.
240
S.C. Res. 883 (1993), 11 Kasım 1993.
75
24 Ağustos 1998’de ABD ve İngiltere iki zanlının Hollanda’da İskoç
yargıçlar tarafından İskoç kanunlarına göre yargılanmasına ilişkin bir öneriyi BM
Genel Sekreteri’ne iletmişlerdir.241
BM Güvenlik Konseyi İngiltere ve ABD
tarafından teklif edilen bu planı 27 Ağustos 1998’de 1192 sayılı kararla kabul
etmiştir.242 Böylece,
BM Güvenlik Konseyi’nin iade sürecine müdahale etmiş
olması Konsey’in aut dedere aut judicare ilkesinin uygulatıcısı olarak yeni bir rol
üstlenmiş olduğuna işaret etmektedir.243
Sonunda bu yaptırımlar etkisini göstermiş ve Libya bu ağır yaptırımlardan
kurtulmak için iki Libyalıyı 19 Mart 1999’da Hollanda’da kurulan bir İskoç
Mahkemesi’nde yargılanmaları için iade etmeyi kabul etmiştir.244 5 Nisan 1999’da
iki zanlı BM’ye teslim edilmiş ve yaptırımlar da askıya alınmıştır.245 Ancak,
ABD’nin uyguladığı yaptırımların tamamen kalkması Libya’nın Pan AM 103 uçağı
mağdurlarına tazminat ödemesi ve Pan AM 103 uçağının bombalanmasında
sorumluluğunun olduğunu kabul etmesi gerekmektedir.246 Söz konusu Mahkeme,
Libya Dış İstihbarat Servisi’nde görevli Abdelbasset Ali Mohmed Al Megrah’i
Libya İstihbarat Servisi’nin amaçlarına hizmet etmek gayesiyle eylem yapmış
olduğuna karar vererek suçlu bulmuştur.247 14 Mart 2002’de ise bir İskoç Temyiz
241
Letter Dated 24 August 1998 from the Acting Permanent Representatives of the United
Kingdom of Great Britain and Northhern Ireland and the United States of America to the
United Nations Addressed to the Secretary-General, U.N. Doc. S/1998/795 (1998).
242
S.C. Res. 1192 (1998), 27 Ağustos 1998.
243
Plachta, Micheal, a.g.m. , s. 136.
244
Hollanda’da kurulan İskoçya Mahkemesi’nin kuruluş anlaşması için bkz. Agreement between the
Government of the Kingdom of the Netherlands and the Govrenment of the United Kingdom of Great
Britain and Northern Ireland Concerning a Scottish Trial in the Netherlands, International Legal
Materails, Cilt 38, Sayı 926, 1999.
245
Plachta, Micheal, a.g.m. , s. 135.
246
Warner, Mary Beth, “Post-Lockerbie, Libya Plays Along”, National Journal, 27 Ekim 2001, s. 13.
247
HM Advocate v. Megrahi and Fhimah (1999) ScotHC 248 (Lockerbie Case).
76
Mahkemesi Megrah’inin mahkumiyetini onaylamıştır.248 Yargısal süreç, diplomatik
ve ekonomik yaptırımların maliyeti
ABD ve müttefiklerine yöneltilen Libya
terörizmini etkin şekilde engellemiştir.249 Libya, 13 Ağustos 2003’de 1988 Pan AM
uçağının 270 mağdur ailesine 2.7 milyar dolar ödemeyi taahhüt eden bir anlaşmayı
BM’de imzalamıştır.250 Bu gelişme devlet destekli terörizme karşı yargısal,
ekonomik ve diplomatik araçlarla sürdürülen zorlu mücadelenin başarıya
ulaşabileceğini kanıtlamaktadır.
B. Hukuk Kurallarının Uygulanmasına Dayalı Yaklaşım ve Devletlerin
Ülke Dışında Kuvvet Kullanması
Bir terörist tehdidi caydırmak ya da ortadan kaldırmak için ülke dışında
kuvvet kullanılması söz konusu olduğunda hukuku uygulama yaklaşımı bu yanıtı
nasıl kavramlaşmaktadır?
Dışarıda kuvvet kullanılması ve kuvvet kullanma tehdidini düzenleyen
geleneksel Uluslararası Hukukta üç olasılık kabul edilmektedir: Barış zamanı bir
krize yanıt, silahlı çatışma ve savaş. Bu tercihler çatışma tayfını ölçmekte ve her
birisi Uluslararası Hukukun ayrı bir branşını oluşturmaktadır: Barış zamanı yanıt
hukuku, silahlı çatışmalar hukuku ve savaş hukuku. Olgusal koşulların bir dizisiyle
karşılaşan devletler kendi yanıtının çerçevesini seçmek durumundadır. Terörizm,
çatışma tayfının tanımlanabilir bir bölgesine özgü değildir. Çatışma tayfının en
düşüğünden en yükseğine doğru sıralanabilen şiddet uygulamasının kabul edilmeyen
248
Megrahi v. HM Advocate (2002) ScotCS 68.
Tucker, David, a.g.m. , s. 107.
250
Goodwin, Brent Stuart, “Libya is a Case Study in Fighting State-Sponsored Terrorism”, http://
www.brown.edu/Administration/News-Bureau/2003-04/03-007html, (30 Ekim 2003).
249
77
bir metodudur.251 Sonuç olarak, terörizme yanıt veren devletler çatışma tayfı içinde
tehdide orantılı gördükleri kendi yanıtlarını nitelendirmek için bir serbestiye
sahiptirler. Ancak hukuku uygulama yaklaşımı devletlere seçim olanağı bırakmaz.
Dışarıda kuvvet kullanılması için tercih edilecek tek çerçeve bir barış zamanı kriz
çerçevesidir. Bunun nedeni, yaşayan Uluslararası Hukukun savaşı artık bir tercih
olarak görmemesi ve Silahlı Çatışmalar Hukuku çerçevesinin hukuku uygulama
yaklaşımının kabul etmediği bir seçim olmasıdır. 252
Bir barış zamanı krizine yanıt vermek için dışarıda askeri kuvvet kullanan
ya da kuvvet kullanma tehdidinde bulunan bir devlet ilk olarak, eylemlerinin bir
barış zamanı çerçevesi içinde vukuu buluyor olarak görülmesini amaçlar. Bu amaçla
kuvvet kullanan devlet ne savaş ilan eder ne de eylemlerinin bir silahlı çatışma
durumu yaratıyor olarak görülmesini arzular. Dışarıda kuvvet kullanan devlet
eyleminin barış zamanı içinde meydana geldiği nitelendirmesine sadece diğer
devletin bunu zımni olarak ya da başka türlü kabul etmesi halinde ulaşır. Krize
karışan herhangi devletin gelişen olayları silahlı çatışma olarak değerlendirmesi
halinde, devletin
bu değerlendirmeyi reddetmesi zordur.253 Bir barış zamanı
çerçevesi içinde askeri eyleme vurgu yapmakla tırmanma riski azaltılabilir. Bu
bağlamda
hukuku uygulama yaklaşımının Silahlı Çatışmalar Hukuku yaklaşımı
üzerinde bir avantaja sahip olduğu söylenebilir.254
İkinci olarak, Uluslararası Hukuk kuralları kuvvetin bir barış zamanı krizi
çerçevesinde ya da bir silahlı çatışma çerçevesinde kullanılıp kullanılmadığına bağlı
251
Erickson, Richard J., a.g.e. , s. 57; Ayrıntılı bilgi için bkz. Keskin, Funda, Uluslararası Hukukta
Kuvvet Kullanma: Savaş, Karışma ve Birleşmiş Milletler, Mülkiyeliler Birliği Vakfı Yayınları
Tezler Dizisi: 4, Ankara, 1998, s. 63-82.
252
Erickson, Richard J., a.g.e. , s. 57.
253
Erickson, Richard J., a.g.e. , s. 57.
254
Erickson, Richard J., a.g.e. , s. 58.
78
olarak farklılaşmaktadır. Modern silahlı çatışmalar hukuku çerçevesinde uluslararası
ilişkilerin gerçekleştirilmesinde kuvvet kullanma iki ana branşa ayrılmaktadır.
Kuvvete başvurmanın legalliğinin araştırıldığı jus ad bellum ve silahlı çatışmalar
sırasında tarafların davranışlarını düzenleyen jus in bello (savaş içinde hukuk). Bu
iki hukuksal rejimin işlemesi ilke olarak birbirinden farklıdır ve bu ikisi arasında
açık ve geçerli ayırım yapılmaktadır.255 Ancak, uygulamada bunların birbirlerini
etkilediği alanlar vardır. Terörizme karşı olsun ya da olmasın tüm askeri
operasyonlarda jus in bello’ya uymak, bir devlet ya da bir koalisyonun kuvvet
kullanmasının meşruluğuna hizmet eder ve bu devlet ya da koalisyona olan diğer
devletlerin desteğini arttırır. 256
Jus in bello açısından, silahlı çatışmalar hukukunun pek çok kuralı barış
zamanında da uygulanmasına karşın (sivil kaybı en aza indirme, sadece askeri
hedefleri vurma, tüm taraflara insani muamelelerde bulunma gibi) kimi kuralları bir
barış zamanı çerçevesinde kuvvete başvurma vukuu bulduğu zaman uygulanmaz;
çünkü bu kurallar sadece savaş ya da silahlı çatışmanın varlığı halinde uygulanabilir.
Tarafsızlık hukuku kuralları bu çerçevededir. Ancak, uluslararası ilişkiler alanında
yaşanan gelişmeler bu kurumun değişmesine ve hatta aşınmasına neden olmuştur.
Özellikle bir koalisyon tarafından düşman bir devlete ya da El Kaide gibi devlet dışı
aktöre karşı kuvvet kullanılmasının BM kararlarıyla birleşmiş olduğu durumlarda
geleneksel tarafsızlık hukukunun uygulanması mümkün değildir.257 Yine, 1949
255
McCoubrey, Hilaire ve Nigel D. White, International Law and Armed Conflict, Darthmouth
Publishing Company, 1992, s. 189.
256
Roberts, Adam, “Counter-Terrorism, Armed Force and the Laws of War”, Survival, Cilt 44, Sayı
1, 2002, s. 9.
257
Roberts, Adam, a.g.m. , s. 10.
79
tarihli Savaş Tutsaklarının Statüsüne İlişkin III. Cenevre Sözleşmesi hükümlerinin
barış zamanında uygulanması söz konusu değildir.258
Sonuç olarak, hukuku uygulama yaklaşımı açısından terörizm barış zamanı
kullanılan çarelerle üstesinden gelinmesi gereken bir barış zamanı problemidir.
II. Silahlı Çatışmalar Hukuku ( Uluslararası İnsani Hukuk) Yaklaşımı
Uluslararası Silahlı çatışmalar Hukuku/Savaş Hukuku yaklaşımı terörizmi
önlemede bir yanıt sağlamakta mıdır? Uluslararası Silahlı çatışmalar Hukuku
terörizmin ortaya çıkardığı bir çok soruna doğrudan bir yanıt sağlamamaktadır.
Zira, Uluslararası Silahlı çatışmalar Hukuku sadece uluslararası ve uluslararası
olmayan nitelikteki silahlı çatışmalara ve savaş durumuna uygulanmakta ve silahlı
çatışmanın kurbanlarını (çatışma dışı kalmış kişileri/hors de combat ve sivilleri)
korumaktadır.259 Oysa, terörizm sıklıkla silahlı çatışmalar dışında, yani barış zamanı
olarak nitelendirilen dönemlerde ortaya çıkan ve sorunlar doğuran bir fenomendir.260
Bu çerçevede Uluslararası Silahlı çatışmalar Hukukunun bilinen bazı kurallarının
barış zamanı olarak nitelendirilen dönemlerde uygulanmasının faydalı olacağını ileri
süren öneriler vardır.261 Bu görüşü savunan yazarlar terörizmin tanımı konusunda
258
III Sayılı Harb Esirleri Hakkında Tatbik Edilecek Muameleye Dair 12 Ağustos 1949 Tarihli
Cenevre Sözleşmesi için ayrıntılı bilgi için bkz. ileride dipnot 259, s. 81.
259
Jus in bello, genel olarak, La Haye Hukuku ve Cenevre Hukuku/Uluslararası İnsani Hukuk olarak
iki sektöre ayrılmaktadır. Bkz. McCoubrey, Hilaire ve Nigel D. White, a.g.e. , s. 189. Bu çalışmada,
böyle bir ayırım benimsenmemekte olup Silahlı Çatışmalar Hukuku ve İnsani Hukuk terminolojileri
dönüşümlü olarak birbirlerinin yerine kullanılacaktır.
260
Sassoli, M., “International Humanitarian Law and Terrorism”, Contemporary Research on
Terrorism içinde, Paul Wilkinson ve Alasdair M. Stewart, (eds.), Aberdeen University Press, 1989, s.
467.
261
Bu öneri, ilk defa, Uluslararası Hukuk Derneği’nin Uluslararası Terörizm Komitesi’nin 2 Eylül
1982 tarihli dördüncü ara raporunda ortaya konulmuştur. Söz konusu öneri, terörizmi zımnen, Savaş
Hukuku rejiminde savaş suçu veya 1949 Cenevre Sözleşmeleri’nin veyahutta Savaş Hukuku’yla ilgili
diğer anlaşmaların, örf ve adet hukuku kurallarının “ağır ihlalleri” olan barış zamanında işlenmiş
80
yapılmaya çalışılan ancak gerçekleştirilmesi mümkün olmayan andlaşmaların yerine
tüm devletlerin görüş birliği
içinde bulunduğu
Silahlı Çatışmalar Hukukunun
uygulanmasının sorunun çözümü açısından daha uygun bir yaklaşım olacağını ileri
sürmektedirler.
Silahlı Çatışmalar Hukuku “silahlı çatışma” sırasında işlenen terörizme bir
yanıt sağlamaktadır. Bir silahlı çatışma sırasında terörist eylemlere başvurulmasını
koşulsuz bir biçimde yasaklamakta ve teröristlerin bastırılmasını temin etmektedir.
Bir silahlı çatışma için öngörülen kriterlerin karşılanmaması halinde ise Silahlı
Çatışmalar Hukuku uygulanmamaktadır. Bu çerçevede Silahlı Çatışmalar Hukuku
yaklaşımını uluslararası olmayan ve uluslararası silahlı çatışmalar bakımından
ayrıntılı olarak ele almak yararlı olacaktır.
A. Uluslararası Olmayan Silahlı Çatışmalar ve Terörizm
Tarihsel olarak, uluslararası olmayan silahlı çatışma bir devlet içinde
ayaklananların bir devlete karşı ya da diğer ayaklananlara karşı yürüttüğü çatışma
olarak düşünülmektedir.262 Bu tür çatışmalara uygulanabilir kurallar 1949 tarihli dört
Cenevre Sözleşmesi’nin263 ortak 3. maddesi ve 1977 tarihli II numaralı Ek
fiiller olarak tanımlamaktadır. Bu görüşün yasal dayanağı, 1949 Cenevre Sözleşmeleri’ne ve 1977
tarihli I numaralı Ek Protokol’e taraf olan devletlerin, I. Sözleşme, md. 49 (2); II. Sözleşme md. 50
(2); III. Sözleşme md. 129 (1); IV. Sözleşme md. 46 (1) ve I numaralı EK Protokol md. 85 (1)
çerçevesinde, resmi olarak savaş suçlularını yargılamayı ya da iade etmeyi üstlenmiş olmalarıdır. Bkz.
Rubin, Alfred, “Current Legal Approaches to International Terrorism: Alternative Legal Approaches”,
a.g.e. , s. 377-378. Uluslararası terörizmi önlemede Uluslararası Silahlı Çatışmalar Hukuku’nun yasal
bir rehber olarak hizmet edebileceğini savunan yazarlardan bir kısmı için bkz. Chadwick, Elizabeth,
a.g.e. , s. 127-128; Sassoli , M., “International Humanitarian Law and Terrorism”, a.g.e. , s. 469-470;
Vöneky, Silja, a.g.m. , s. 1-12.
262
Rona, Gabor, “Interesting Times For International Humanitarian Law: Challenges From the “War
on Terror” , The Fletcher Forum of World Affairs, Cilt 27, Sayı 2, 2003, s. 58-59.
263
12 Ağustos 1949 tarihli Cenevre Sözleşmeleri şunlardır:
81
Protokol’de264 bulunmaktadır. Bu kavram daha sonra 1954 tarihli Silahlı Bir Çatışma
Halinde Kültür Mallarının Korunmasına Dair Sözleşme’nin265 (La Haye Sözleşmesi )
4. ve 19. maddelerinde yer almıştır. 1949 Cenevre ve 1954 La Haye
Sözleşmeleri’nde uluslararası olmayan silahlı çatışma kavramı tanımlanmamıştır.
1949 Cenevre Sözleşmeleri’nin ortak 3. madde266 kapsamına giren uluslararası
olmayan silahlı çatışmadan söz edebilmek için başkaldırı eyleminin kolektif nitelikte
olması ve asgari bir örgütlenmeyi sağlaması gerekmektedir. Bu nitelikte bir silahlı
I Sayılı Harp Halindeki Silahlı Kuvvetlerin Hasta ve Yaralıların Vaziyetlerinin Islahı
Sözleşmesi;
II Sayılı Silahlı Kuvvetlerin Denizdeki Hasta, Yaralı ve Kazazedelelerinin Vaziyetlerinin
Islahı Sözleşmesi;
III Sayılı Harb Esirleri Hakkında Tatbik Edilecek Muameleye Dair Sözleşme;
IV Sayılı Harb Zamanında Sivillerin Korunmasına Dair Sözleşme.
Türkiye bu sözleşmeleri 21 Ocak 1953 tarih ve 6020 sayılı Kanun’la onaylayarak, 10 Şubat 1954
tarihinden itibaren Sözleşmelere taraf olmuştur. Sözleşme’lerin Türkçe metni için bkz. R.G. , 30 Ocak
1953, Sayı 8322.
264
Protocol Additional to the Geneva Conventions of 12 August 1949 and Relating to the
Protections of Victims of Non-International Armed Conflicts (Protocol II), 8 June 1977.
Uluslararası Olmayan Silahlı Çatışmalarda Mağdurların Korunmasına Dair II numaralı Ek
Protokol’e Türkiye taraf değildir. Protokol metni için bkz. http://www.icrc.org/ihl.nsf/ff3.../
aa0c5bcbab5c4a85c12563cd002d6d09?openDocumen, (7 Ağustos 2002).
265
Türkiye’nin onaylayarak taraf olduğu anılan Sözleşme metni için bkz. R.G. , 8 Kasım 1965, Sayı
12145.
266
1949 Cenevre Sözleşmelerinin ortak 3. maddesi şu şekildedir: “Milletlerarası mahiyette olmayan
bir silahlı anlaşmazlığın Yüksek Akid Taraflardan birinin toprakları üzerinde çıkması halinde,
anlaşmazlığa taraf teşkil edenlerden her biri, en az olarak, aşağıdaki hükümleri uygulamakla mükellef
olacaktır:
1. Muhasamata doğrudan doğruya iştirak etmeyen kimseler, silahlarını terk edenler ve hastalık,
yaralılık, mevkufluk veya herhangi bir sebeple muharebe dışı kalanlar, ırk, renk, din ve akide,
cinsiyet, doğum ve servet veya buna benzer herhangi bir kıstasa dayanan ve aleyhte görülen hiçbir
tefrik yapılmadan insani suretle muamele göreceklerdir.
Bu sebeple, yukarıda bahis konusu kimselere, aşağıdaki muamelelerin yapılması, nerede ve ne zaman
olursa olsun memnudur ve memnu kalacaktır.
a) Hayata, vücut bütünlüğüne ve şahsa tecavüz, her nevi katil, sakatlama, vahşice muamele, işkence
ve eziyet;
b) Rehine almak;
c) Şahısların izzeti nefislerine tecavüz, bilhassa hakaretamiz ve haysiyet kırıcı muameleler;
d) Medeni milletlerce elzem olarak tanınan adli teminatı haiz nizamı bir mahkeme tarafından önceden
bir yargılama olmaksızın verilen mahkumiyet kararları ile idam cezalarının infazı.
2. Yaralı ve hastalar toplanacak ve tedavi edilecektir. Milletlerarası Kızılhaç Komitesi gibi tarafsız
insani bir teşkilat, anlaşmazlık halindeki taraflara hizmetlerini arz edecektir.
Anlaşmazlık halindeki Taraflar, bundan başka, hususi andlaşmalar yolu ile işbu Sözleşmenin diğer
hükümlerinin tamamı veya bir kısmını yürürlüğe getirmeye çalışacaklardır.
Yukardaki hükümlerin uygulanması anlaşmazlık halinde bulunan tarafların hukuki durumları üzerinde
bir tesir icra etmeyecektir”. Metin için bkz. R.G., 8 Kasım 1965, Sayı 12145.
82
çatışmanın varlığına karar verebilmek için çatışmaların süresi, çatışmalara katılan
başkaldıran grup elemanlarının sayısı,
ülkenin bir bölümünde yerleşme ya da
eylemde bulunma durumları, güvensizlik ortamının derecesi, mağdurların varlığı,
hükümetçe düzeni sağlamaya
yönelik başvurulan önlemlerin değerlendirilmesi
gerekmektedir267 Öğreti belirtilen bu hareketlere uymayan sokak hareketleri,
terörizm, eşkıyalık vb. iç gerginliklerin iç karışıklıkların anılan 3. maddedeki
uluslararası olmayan silahlı çatışmalar kavramının dışında kaldığı konusunda görüş
birliği içindedir. 268
Uluslararası olmayan silahlı çatışmalara uygulanacak
silahlı çatışma
kurallarını ayrıntılarıyla düzenleyen 1977 Ek II numaralı Protokol’ün 1. maddesi
uluslararası olmayan silahlı çatışma kavramını tanımlamaktadır. Buna göre,
uluslararası olmayan silahlı çatışma, “Bir yüksek akit tarafın ülkesinde bu tarafın
silahlı kuvvetleri ile sorumlu bir komutanın yönetiminde ülkesinin bir bölümünde
sürekli ve düzenli askeri harekat yürütmeye izin verecek
ve bu Protokol’ü
uygulayacak düzeyde denetim sağlayan ayrılıkçı silahlı kuvvetler ya da örgütlenmiş
silahlı gruplar arasında geçen silahlı çatışmalardır.” Bu Protokol’ün 1. madde 2.
paragrafına göre ise “Bu Protokol, silahlı çatışma olarak değerlendirilmeyen, sokak
hareketleri, ayrı ayrı ve öngörülmeyen bir biçimde şiddet eylemleri ve benzeri öteki
eylemler gibi iç gerginlikler ve iç karışıklıklar durumlarında uygulanmayacaktır”
şeklindedir.
Sonuç olarak, terörizm tek başına hem 1949 Cenevre Sözleşmeleri’nin
ortak 3. maddesinde hem de 1977 Ek II numaralı Protokol’ün 1. maddesinde
belirtilen çatışmaların yoğunluğu, çatışmaların süresi, ülkenin bir bölümünde
267
268
Başeren, Sertaç H., “ İnsan Hakları ve Terörizm”, s. 213; Rona, Gabor, a.g.m. , s. 59.
Pazarcı, Hüseyin, a.g.e. , s. 149; Başeren, Sertaç H., a.g.m. , s. 214.
83
denetim sağlama gibi kriterleri karşılamamakta ve dolayısıyla, uluslararası olmayan
nitelikte bir silahlı çatışma oluşturmamaktadır.
269
Buna karşılık bir iç mücadelede
uluslararası nitelikte olmayan bir silahlı çatışmanın varlığına neden olan hususların
yanında ayrıca terörizm de eş zamanlı olarak var olabilir.270 Eğer uluslararası
olmayan silahlı çatışmalar söz konusu olmuş ise, 1949 Cenevre Sözleşmeleri ve 1977
tarihli II numaralı Ek Protokol, insan haklarının uluslararası düzeyde korunmasına
ilişkin kurallar ve ilgili devletin insan haklarına ilişkin düzenlemeler aynı anda
uygulanır.271 Belirtilmesi gereken önemli nokta, terörizmin Uluslararası Hukukun,
uluslararası nitelikte olmayan silahlı çatışmalarda da başvurulmasını yasakladığı
yöntemler arasında olduğudur. Gerçekten, hem 1977 tarihli II. numaralı Ek Protokol
hem de 1949 Cenevre Sözleşmelerinin ortak 3. maddesi, terörizmi yasaklamaktadır.
Söz konusu Protokol’ün 4/2, d maddesi terörizmi, 4/2, h maddesi terörizm tehdidini
ve 13. madde sivil halka karşı terör eylemlerini yasaklamaktadır. 1949 Cenevre
Sözleşmelerinin ortak 3. maddesi çerçevesinde uluslararası olmayan silahlı
çatışmalarda terörist fiillerin yasaklanması anılan maddedeki “insancıllık ilkesi” ile
açıklanmaktadır. 272
B. Uluslararası Nitelikteki Silahlı Çatışmalar ve Terörizm
Uluslararası Silahlı Çatışmalar Hukukunun uluslararası nitelikteki silahlı
çatışmalara uygulanabilir kuralları, 1949 Cenevre Sözleşmeleri ve 1977 tarihli I
269
Rona, Gabor, a.g.m. , s. 63; Chadwick, Elizabeth, a.g.e. , s. 128.
Başeren, Sertaç H., “Uluslararası Hukuk Açısından Terörizm”, s. 190
271
Başeren, Sertaç H., a.g.m. , s. 190
272
Başeren, Sertaç H., a.g.e. , s. 221.
270
84
numarlı EK Protokol’de273 somutlaşmaktadır. Uluslararası nitelikteki silahlı
çatışmalar, savaş ve savaşa varmayan sınırlı silahlı çatışmaları içeren devletlerarası
silahlı çatışmaları ve uluslararalılaşmış silahlı çatışmaları kapsamaktadır. Bu
çerçevede devlet sponsorlu ve/veya devlet destekli terörizmin uluslararası nitelikte
bir silahlı çatışma veya bir savaş olarak değerlendirilmesi mümkündür. Böyle bir
değerlendirme, ulusal güvenliğe yönelik algılanan tehdidin ne denli ciddi olduğunu
vurgular.274 Bununla birlikte, Uluslararası Silahlı Çatışmalar Hukukunun eylemleri
bir devlete izafe edilemeyen ulusötesi/transnasyonel bir aktöre uygulanıp
uygulanmayacağı veya üçüncü devletlerde gerçekleştirilen kontr-terörist askeri
operasyonları kapsayıp kapsamayacağı tartışmalıdır. Zira, 1949 Cenevre sözleşmeleri
ve 1977 tarihli I numaralı Ek Protokol’de somutlaşan Uluslararası Silahlı Çatışmalar
Hukuku bir devletle bir ya da daha fazla ulusötesi silahlı grup arasındaki “modern
terörizm”
kapsamındaki
ulusötesi/transnasyonel
silahlı
çatışmaları
düzenlememektedir.275 Uluslararası insani hukukun “yeni çatışma şekilleri” olarak
isimlendirilen ulusötesi türlerini düzenlememesi, hukukun bu branşının artık demode
olduğu ve bu nedenle revize edilmesi gerektiğine ilişkin görüşlerin ileri sürülmesine
neden olmaktadır. Uluslararası Silahlı Çatışmalar Hukukunun/ İnsani Hukukun
silahlı çatışmaların değişen doğasına ayak uydurmada başarısız olduğuna inanlar ya
silahlı çatışma kavramının genişletilmesini ya da Uluslararası Silahlı Çatışmalar
Hukukunun uygulama alanının bu tür çatışmaları içerecek şekilde geniş
273
Protocol Additional to the Geneva Conventions of 12 August 1949 and Relating to the
Protection of Victims of International Armed Conflicts (Protocol I), 8 June 1977. Türkiye, 8
Haziran 1977 tarihli I numaralı Ek Protokol’e taraf değildir. Protokol metni için bkz. http://www.icrc.
org/ihl.nsf/ff3.../aa0c5bcbab5c4a85c12563cd002d6d09?openDocumen, (7 Ağustos 2002).
274
Erickson, Richard, a.g.e. , s. 59.
275
Rona, Gabor, a.g.m. , s. 56-57.
85
yorumlanması gerektiğini savunmaktadırlar.276 Bu bağlamda örneğin Jhon C. Yoo
“Bir ulusun askeri gücünü eline geçiren transnasyonel terörist örgütler savaş
hukukundan bağışık tutulmamalıdır. Uluslararası hukuk, böyle bir yoldan çıkmışlığa
izin vermemelidir” demektedir.277 Kimi yazarlar ise, bu alanda yaşanan boşluğun
Uluslararası Silahlı Çatışmalar Hukukunun örfi kuralları ile doldurulabileceğini ileri
sürerken278 bu görüşü benimsemeyen bir başka grup yazarlar ise, Uluslararası Silahlı
Çatışmalar Hukukunun örfi kurallarının çatışma dışı kalmış kişilerin ve sivillerin
silahlı çatışmanın etkilerinden korunmasında önemli rol oynayarak sözleşme
hukukunun içeriğine katkıda bulunduğunu kabul etmekle birlikte, Uluslararası Silahlı
Çatışmalar Hukukunun örfi kurallarının silahlı çatışma kavramını Cenevre
Sözleşmeleri ve Ek Protokolleri’nde yer alan düzenlemelerin ötesine genişlemekte
olduğu görüşüne katılmamaktadır.279
Uluslararası Silahlı Çatışmalar Hukukunun eylemleri bir devlete izafe
edilemeyen ulusötesi/transnasyonel bir aktöre uygulanıp uygulanmayacağına ilişkin
tartışmalı
meseleyi
değerlendirdiğimizde,
devlet
dışı
aktörler
tarafından
gerçekleştirilen terörist saldırıların uluslararası nitelikteki bir silahlı çatışma teşkil
etmek için gereken kriterleri karşılaması mümkün değildir. İlk olarak, 1949 Cenevre
Sözleşmelerinin ortak md. 2/1 ve 1977 tarihli I numaralı Ek Protokol’ün md. 1/3’e
göre bir silahlı çatışmanın varlığından bahsedebilmek için
savaş ilanına gerek
yoktur; fiili bir silahlı güç kullanımının belli bir yoğunluk düzeyine ulaşması
276
Bu görüşü savunan yazarlardan bir kısmı için bkz. Yoo, John C. ve Ho, James C., “International
Law and the War on Terrorism”, www.law.berkeley. edu/cenpro/ils,/papers/yoonyu combatants, (1
Ağustos 2003); Ratner, Steven R., “Rethinking the Geneva Conventions”, Crimes of War Project,
http://www.crimsofwar.org/expert/genevaConventions/gc-ratner.html. (30 Ocak 2003).
277
Yoo, John C. ve Ho, James C., “International Law and the War on Terrorism”, www.law.berkeley.
edu/cenpro/ils,/papers/yoonyu combatants, (1 Ağustos 2003).
278
Bu görüş için bkz. Ratner, Steven R., “Rethinking the Geneva Conventions”, Crimes of War
Project, http://www.crimsofwar.org/expert/genevaConventions/gc-ratner.html. (30 Ocak 2003).
279
Bu görüş için bkz. Rona, Gabor, a.g.m. , s. 69.
86
yeterlidir. Ancak, Uluslararası Silahlı Çatışmalar Hukuku bakımından bir silahlı
çatışma teşkil etmek için gereken somut yoğunluk eşiğini belirlemek her zaman
kolay değildir. Devletlerarasındaki düşük yoğunluktaki çatışmalarda da kendisini
hissettiren bu sorun terörist eylemler bakımından daha çok önem arz eder. İkinci
olarak, Uluslararası Silahlı Çatışmalar Hukukunun uygulanabilmesi için silahlı gücün
Uluslararası Hukukun bir sujesi tarafından Uluslararası Hukukun diğer bir sujesine
karşı kullanılmış olması gerekmektedir. Devlet dışı bir karaktere sahip olan terörist
örgütler, genel bir kural olarak, Uluslararası Hukukun bir sujesi değildirler.280 Bu
görüş iki istisna açısından da doğrudur. İlk istisna I numaralı Ek Protokol md. 1/4’te
yer almaktadır. I numaralı Ek Protokol
md. 1/4 altında, terörist örgütlerin,
“bağımsızlık savaşçısı” olarak nitelendirilmeleri pratikte mümkün olmadığı gibi
md. 1/4’de yer alan kriterlerin terörist örgütler tarafından karşılanması da
imkansızdır. İkinci istisna, devlet dışı aktörlerin uluslararası nitelikte bir çatışmaya
taraf olabilmesi için bir devlet tarafından grupsal bazda savaşan /belligerent olarak
tanınması gereklidir. Fakat devletler tarafından böyle bir tanımanın
bir terörist
örgüte verilmesi imkansızdır. 281 Dolayısıyla, devlet dışı aktörler olarak teröristlerin
ve terör örgütlerinin uluslararası nitelikte bir çatışmaya taraf olamayacakları tartışma
konusu yapılamaz. Bununla birlikte, devlet dışı aktörler olarak teröristlerin ve terör
örgütlerinin uluslararası nitelikte bir çatışmaya taraf olamayacakları olgusu, bunların
eylemlerinin Uluslararası Silahlı Çatışmalar Hukuku tarafından kapsanmayacağı
anlamına gelmez. Terörist örgütlerin belli bir yoğunluk düzeyine ulaşan terörist
280
281
Roberts, Adam, a.g.m. , s. 11.
Vöneky, Silja, a.g.m. , s. 8-9.
87
eylemlerinin bir devlete izafe edilmesi halinde, terörist örgütlerin eylemleri
Uluslararası Silahlı Çatışmalar Hukuku tarafından kapsanır.282
Uluslararası Silahlı Çatışmalar Hukuku, uluslararası nitelikte silahlı
çatışmalar söz konusu olduğunda terörizmi açıkça yasaklamaktadır. I numaralı Ek
Protokol’ün 51. maddesi, “Sivil Halkın Korunması” başlığını taşımakta ve askeri
operasyonlarda saygı gösterilmesi gereken temel kuralları kanunlaştırmaktadır. 51.
maddenin 2. paragrafı “ Sivil bireyler gibi sivil halk saldırının hedefi olmayacaktır.
Başlıca amacı sivil halk arasında terörü yaymak olan şiddet eylemleri ya da tehdidi
yasaktır” şeklindedir. Terörizm eylemleri sivillere yönelik ayrım gözetmeyen
saldırılardır. Uluslararası nitelikteki silahlı çatışmaları düzenleyen Uluslararası
Silahlı Çatışmalar Hukuku sadece sivillere ya da sivil mülkiyete zarar veren terörist
eylemleri değil amacı sivil halk arasında terörü yaymak olan şiddet tehdidini de
açıkça yasaklamaktadır.283 I numaralı Ek Protokol’ün 85. madde 3. paragrafına göre
bu yasağın ağır ihlalleri bir “savaş suçu” teşkil etmektedir. Dolayısıyla, I numaralı
Ek
Protokol
sivillerin
korunmasına
yönelik
uluslararası
standartları
güçlendirmektedir.
IV. Cenevre Sözleşmesi’nin 33. maddesi de sivillere ve sivil hedeflere
karşı terörizmin tüm türlerini yasaklamaktadır. 33. madde şu şekildedir: “Himaye
gören hiçbir şahıs, bizzat işlemediği bir cürümden dolayı tecziye edilmez. Kolektif
cezaların tatbiki, ve keza diğer bilcümle tehdit ve tedhiş tedbirlerinin ittihazı
memnudur.Yağma memnudur. Himaye gören şahıslara ve mallarına karşı misilleme
282
Erickson, a.g.e. , s. 76; Roberts, Adam, a.g.m. , s. 27; Vöneky, Silja, a.g.m. , s. 11.
Gasser, Hans-Peter, “Acts of Teror “Terrorism” and International Humanitarian Law”,
International Review of the Red Cross, Cilt 84, Sayı 847, 2002, s. 555.
283
88
tedbirleri memnudur”.
Bu yasak, sivil mülkiyetin yağmalanması ve sivil halkı
terörize etmenin bir şekli olan kolektif cezalandırmayı da kapsamaktadır.
Uluslararası Silahlı Çatışmalar Hukukunun söz konusu düzenlemelerinden
uluslararası nitelikteki silahlı çatışmalarda terörist eylemlerin istisnasız bir şekilde
yasaklanmış olduğu ortaya çıkmaktadır. Bu noktada I numaralı Ek Protokol’de yer
alan ulusal bağımsızlık savaşlarına ilişkin düzenlemenin uluslararası nitelikteki
silahlı çatışmalarda terörist eylemlere başvurulmasını yasaklayan bu maddelerin
önemini azaltıp azaltmadığı cevaplanması gereken önemli bir soru olarak karşımıza
çıkmaktadır.
C. Ulusal Kurtuluş Savaşlarının İnsani Hukuka Etkisi
Geleneksel Uuslararası Hukukta “ulusal kurtuluş savaşları” iç savaş ya da iç
çatışmalar
olarak
sayılmakta
ve
devletlerin
“ulusal
yetki”
alanı
içinde
değerlendirilmekteydi.284 Ancak, 1960 ve 1970’lerin ortalarında Üçüncü Dünya ve
Sosyalist Bloktan ülkeler, ulusal bağımsızlık savaşlarının uluslararası nitelikteki
silahlı çatışmalar düzeyine çıkartılması için BM platformlarında yoğun çaba
harcamışlardır. Doğu Bloku ve Üçüncü Dünya ülkeleri bu konuda ilk başarılarını,
Genel Kurul’un 12 Aralık 1973 tarihinde 3103(XXVIII) sayılı “Sömürge ve Yabancı
Üstünlüğüne ve Irkçı Rejimlere Karşı Mücadele Veren
Savaşçıların Hukuksal
Statüsüne İlişkin Temel İlkeler” ismini taşıyan bir kararı kabul etmesiyle elde
etmişlerdir. Kararın üçüncü paragrafı, sömürge ve yabancı üstünlüğüne ve ırkçı
rejimlere karşı halkların mücadelesini içeren silahlı çatışmaları, 1949 Cenevre
Sözleşmelerinin anlamı içinde, uluslararası silahlı çatışmalar olarak saymakta; 4.
284
Kawakwa, Edward, The International Law of Armed Conflict: Personal and Material Fields
of Application, Martinus Nijhoff Publishers, 1992, s. 49.
89
paragrafta ise, sömürge, yabancı üstünlüğüne ve ırkçı rejimlere karşı mücadele veren
savaşçıların savaş tutsağı olarak ele geçirileceği ve bunlara savaş esirleri statüsü
verileceğini
belirtilmekteydi.
Bu
karar
ile
Genel
Kurul,
1949
Cenevre
Sözleşmelerinin kapsamına girmesi için ulusal kurtuluş savaşlarını uluslararası
karakterde kabul etmiştir. Bir süre sonra, ulusal kurtuluş savaşlarının uluslararası
nitelik
kazanmasını
isteyen
devletler
için
1949
Cenevre
Sözleşmelerinin
düzenlemeleri de tatmin edici olmamıştır.285 Ulusal kurtuluş savaşlarına uluslararası
silahlı çatışma kurallarının uygulanması ilk kez 1949 Cenevre Sözleşmelerine ek
1977 tarihli Uluslararası Çatışmalarda Mağdurların Korunması Konusuna İlişkin I
numaralı
Protokol ile
kabul edilmiştir. I numaralı Ek Protokol’ün md. 1/4,
uluslararası silahlı çatışmalara dair hukuku, selfdeterminasyon amacıyla sömürge
hakimiyetine, yabancı işgaline ve ırkçı rejimlere karşı mücadele veren halkların
içinde bulundukları çatışmalara
uygulanabilir hale getirmektedir. 43 ve 44.
maddelerde “savaşçı” olarak kabul edilmesi gerekenleri geniş olarak tanımlamak
suretiyle, onlara “savaş esiri/prisoner of war (POW)” statüsü kazandırarak koruma
altına
almaktadır.
Bu
maddeler
Protokol’ün
en
tartışmalı
hükümlerini
oluşturmaktadır.
I numaralı Ek Protokol’e md. 1/4’ün dahil edilmesine yöneltilen temel
eleştirilerden birisi, maddede kullanılan “yabancı işgali”, “ırkçı rejim” terimlerinden
kaynaklanmaktadır. Bu terimlerin oldukça belirsiz ve siyasi yorumlara açık olduğu
ileri sürülmektedir. Üstelik, devletlerin bu etiketleri kabul ederek yükümlülüklerini
yerine getireceklerini beklemenin mantıksız olacağına işaret edilmekte ve
285
bu
Cenevre Sözleşmelerinin ortak 3. maddesi, Cenevre Sözleşmelerine taraf bir devletin ülkesinde
meydana gelen, uluslararası nitelikte olmayan silahlı çatışmalarda uygulanmakta ve içerdiği
hükümlerle bir “güvenlik ağı rejimi” oluşturmaktadır. Bu konuda bkz. Taşdemir, Hakan, Uluslararası
İnsani Hukukta Sivillerin Korunması (Yayınlanmamış Doktora Tezi), Ankara, 1999, s. 32.
90
düzenleme
Silahlı
görülmektedir.
286
Çatışmalar
Hukukunu
politize
etme
teşebbüsü
olarak
Bu maddeye yöneltilen bir başka eleştiri, olgusal bir mesele
olarak, ulusal kurtuluş hareketlerinin Sözleşmeler ve Protokol çerçevesindeki
yükümlülüklerini yerine getiremeyeceklerine ilişkindir. İtirazlar, çatışmadaki
tarafların hukuksal statüsünde temel bir eşitsizliğin varlığı üzerinde odaklaşmaktadır.
Örneğin I numaralı Ek Protokol’ün 44/3. maddesi, çatışmanın mahiyeti öyle
gerektiriyorsa, ulusal bağımsızlık savaşlarında, bir savaşçının kendisini sivillerden
ayırt etmeyebileceği ve böyle bir durumda silahını açıkça taşıma koşulu ile savaş
esiri statüsünü kaybetmeyeceğini belirtmektedir. Düzenli ordu mensuplarının böyle
bir ayrıcalığının olmaması nedeni ile “karşılılık ilkesinin” anlamsızlaşmakta olduğu
ileri sürülmektedir.287 Uygulamada karşılıklılığın olmaması ise, bir tarafın tüm
haklara sahip olduğu, diğerinin ise sadece yükümlülüklere sahip olduğu bir durum
yaratacağı böyle bir durumda ise hukuka uyulmasının mümkün olmayacağına işaret
edilmektedir.288 Ancak, I numaralı Ek Protokol md. 96/3 yukardaki iddianın
savunulmasını oldukça zorlaştırmaktadır. Zira md. 96/3 altında, bir ulusal kurtuluş
hareketi tek yanlı bir bildirimle Sözleşmeleri ve Protokolü uygulamayı üstelendiğini
depozitör devlete bildirerek, Uluslararası Silahlı Çatışmalar Hukukun faydalarından
yaralanma hakkı olduğunu kolaylıkla iddia edebilmektedir.289
I numaralı Ek Protokol’de yer alan ulusal kurtuluş savaşına ilişkin söz konusu
düzenlemenin terörizm konusunda getirilen yasaklamalar üzerindeki etkisinin de ne
olacağı hususunda hem devletler arasında hem de yazarlar arasında önemli görüş
ayrılıkları vardır. Örneğin, 29 Ocak 1987 tarihinde Başkan Reagan 1949 Cenevre
286
Kawakwa, Edward, a.g.e. , s. 56.
Fleck, Dieter, (ed.), The Handbook of Humanitarian Law in Armed Conflicts, Oxford
University Press, 1995, s. 78-79.
288
Kawakwa, Edward, a.g.e. , s. 60; Pomerance, Michla, a.g.e. , s. 55.
289
Kawakwa, Edward, a.g.e. , s. 60.
287
91
Sözleşmelerine ek 1977 tarihli I numaralı Protokol’ü İnsani Hukuk gibi maskelenen
terörist taraftarı bir sözleşme olarak nitelendirmiştir.290 Kimi yazarlar da benzer
şekilde Protokol’ü terörist taraftarı bir sözleşme olarak görmektedir. Bu çerçevede
örneğin, Uluslararası Hukukun siyasal amaçlarını gerçekleştirmek için “şiddet
kullananları cezalandırmak” ve terörizme karşı caydırıcılık sağlamak” konusunda
başarısızlığa uğradığını iddia eden Abraham Sofaer’e göre: “ Çağdaş milletler
terörizmi, kınayarak, korsanlık muamelesi yaparak, faillerini eylemden etkilenen
ülkelerin hukuk sistemlerine göre yargılayarak, nerede işlenirse işlensin belirli
eylemleri suç sayan uluslararası normlar yaratarak ve “suçluların iadesi” ve diğer
yöntemlerle işbirliği yaparak
kontrol etmeyi denediler. Bütün bu çabaların
değerlendirmesi, bizi acı bir sonuca götürmektedir: terörizme uygulanabilecek
uluslararası hukuk, sadece eksik değil, aynı zamanda ters etkili sonuçlar
doğurmaktadır. Görünüşte terörizmi
deklarasyonlar,
sürekli
olarak,
önlemek amacıyla
terörist
düzenlenmiş kural ve
faaliyetlerin
neler
olduğunun
düzenlenmesine yönelik uluslararası bir uzlaşmanın olmadığını gösteren hükümler
ihtiva etmiştir. Özellikle bazı konularda hukuk, siyasal şiddetti düzenlememiş bir
halde bırakmaktadır. Diğer konularda da hukuk, birbiriyle çatışan argümanların
amaçlarına hizmet edecek
uluslararası
terörü
şekilde çelişik durumdadır. En kötüsü de; hukuk,
meşrulaştıracak
ve
teröristleri
“suçlular”
olarak
cezalandırmaktan koruyacak önemli bir araç olarak hizmet etmiştir. Bütün bu kusur
ve eksiklikler, ihmal ya da hata eseri değil, kasıtlıdır”.291 Uluslararası Hukukun
terörizmin önlenmesi konusundaki başarısızlığının kasıtlı olup olmadığı tartışmasını
290
Roberts, Adam, a.g.m. , s. 13; Sassoli, M. “International Humanitarian Law and Terrorism”, a.g.e.,
s. 467; Gasser, Hans-Peter, a.g.m. , s. 563.
291
Sofaer, Abraham D., “Terrorism and the Law”, Foreign Affairs, Cilt 64, 1986, s. 901-903.
92
bir yana bırakacak olursak, I. numaralı Ek Protokol’ün söz konusu hükümleri dikkate
alındığında, Abraham Sofaer argümanlarında haklı görünmektedir.
I. numaralı Ek Protokol’e ilişkin söz konusu negatif değerlendirmeler yanında
farklı bir bakış açısıyla pozitif değerlendirmeler de söz konusudur. Bu çerçevede, I
numaralı Ek Protokol’ün md. 1/4 ve md. 96/3 çerçevesinde bir kurtuluş hareketi
olduğunu iddia eden herhangi grubun, terörizme başvurma konusunda getirilen
yasaklamalar dahil olmak üzere, Uluslararası Silahlı Çatışmalar Hukuku kurallarına
saygı göstermesi gerekmektedir. Aksi taktirde, bunlar Uluslararası Silahlı Çatışmalar
Hukukunun kendilerine sağlamış olduğu olanaklardan yararlanamayacaklardır. Tam
tersine, silahlı çatışmalar sırasında işlenen terörizm eylemleri “ağır ihlaller” ya da
“savaş suçları” teşkil ederek bu fiilleri işleyenlerin yargılanmaları gerekecektir. Bu
yargı yetkisi ise evrenseldir. Böylece, bütün bu yeni düzenlemelerin ulusal kurtuluş
hareketlerinin eylemlerini etkileyerek yönlendirebilecek nitelikte getirmiş olduğu
kurallar sayesinde Uluslararası Silahlı Çatışmalar Hukukunun ilerleme kaydettiği ve
terörizmle mücadelede yasal enstrümanların daha güçlü hale geldiği ileri
sürmektedirler. 292
1977 yılında kabul edilen I numaralı Ek Protokol’ün yaşayan Uluslararası
Hukuk açısından değerini incelediğimizde, söz konusu Protokol ile ulusal kurtuluş
mücadelelerinin teorik olarak uluslararasılaşmış olduğu ortaya çıkmaktadır. I
numaralı Ek Protokol’ün 1/4. maddesinin
teamül kuralı değerinde olduğunu
meşrulaştıracak devlet uygulamaları unsuru yetersizdir. Çünkü anılan Protokol’e
taraf olmayan ve Genel Kurul’un 3103 sayılı kararına karşı oy veren devletler vardır
ve bunlar ulusal bağımsızlık savaşlarını uluslararası nitelikte bir çatışma olarak
292
Bu görüşleri paylaşan yazarlar için bkz. Chadwick, Elizabeth, a.g.e. , s. 126-127; Gasser, HansPeter, a.g.m. , s. 563; Vöneky, Silja, a.g.m. , s. 18-20.
93
görmemektedir.293 Dolayısıyla, yaşayan Uluslararası Hukuk çerçevesinde ulusal
bağımsızlık savaşlarının uluslararası bir silahlı çatışma niteliği konusunda genel bir
kuraldan söz etmek olanaklı değildir. Devletlerin aldıkları tutuma göre bir ayrıma
gidilmesi gerekmektedir. Fakat, ulusal bağımsızlık savaşlarının uluslararası bir
çatışma biçiminde nitelendirilmesi her haliyle yalnız sömürge yönetimi altındaki
halklar için söz konusudur. Sömürgecilik sona erdiğine göre, İnsani Hukuka ilişkin
bu kuralların örneğin bir devletin bölücü güçlerle yürüttüğü silahlı ayaklanmalarda,
bu güçlere yasal hükümetçe savaşan statüsü tanınmadıkça geçerli olması olası
değildir.294
D. Devletlerin Uluslararası İnsani Hukuku Uygulama İsteksizliği
Uluslararası terörizmle
mücadelede
Uluslararası
Silahlı
Çatışmalar
Hukuku/İnsani Hukuk yaklaşımı özellikle liberal devletler tarafından en az tercih
edilen bir yaklaşımdır. ABD, İsrail başta olmak üzere bir çok devlet bu yaklaşımı
benimsememektedir. Bunun ardında kimi haklı nedenler vardır. Öncelikle,
Uluslararası Silahlı Çatışmalar Hukuku siviller ve sivil hedefleri yasaklanan hedefler
yaparken askeri hedefleri meşru hedefler yapmaktadır. Haklar ve yükümlülükler
doğuran böyle bir yaklaşıma başvurma herhangi radikal bir grubun, en azından
askeri hedeflere karşı şiddet eylemlerine başvurma hakkının etik olarak kabulünü
vurgulamaktadır.295 İkinci olarak, Uluslararası Silahlı Çatışmalar Hukukunun
terörist eylemlerden sorumlu radikal gruplara uygulanması bu gruplara “savaşçı”
statüsü kazandırarak, ele geçirildiklerinde haksız bir biçimde savaş tutsakları
293
Cassese, Antonio, a.g.e. , s. 204.
Pazarcı, Hüseyin, a.g.e. , s. 145-146.
295
Roberts, Adam, Terrorism and International Order”, a.g.e. , s. 4-5; Roberts, Adam, a.g.m. , s. 12.
294
94
statüsünden yaralanmalarına yol açaçaktır. Bu durumda, bir ülkedeki silahlı çatışma
“terörizm” sayılacağı yerde, “uluslararası” veya “uluslararası olmayan” nitelikte
silahlı çatışma sayılma tehlikesi içermektedir. Üçüncü olarak, Uluslararası Silahlı
Çatışmalar Hukukunun terörist eylemlerden sorumlu radikal gruplara uygulanması
teröristlerin siyasal nedenlerinin
tarafından anlayışla karşılanmasına
ve uyguladıkları metotların kimi devletler
neden olabilir ve I. Protokol’ün istismar
edilmesine yol açar.296
İronik olarak, Uluslararası Silahlı Çatışmalar Hukuku, uluslararası
teröristlerle ilgilenmede hukuku uygulama yaklaşımının gerçekleştirdiğinden daha
etkin bir yargı mekanizması sağlamaktadır. Uluslararası Silahlı Çatışmalar Hukuku,
silahlı çatışma sırasında işlenen terörist eylemleri savaş suçu, insanlığa karşı suç ve
Cenevre Sözleşmelerinin ağır ihlalleri olarak nitelendirmektedir.297 Bu tür ihlaller
için hem kişisel hem de devlet sorumluluğunu temin etmektedir. Devletlere, bu tür
suçları işleyen kişileri yargılamak ya da ilgili devlete iade etmek hususunda evrensel
bir yükümlülük getirmektedir. Uluslararası Silahlı Çatışmalar Hukuku, “ağır ihlaller”
gibi şiddet eylemlerini siyasal suç saymamaktadır. Dolayısıyla bu tür suçlar devletler
arasında mevcut olan iki veya çok taraflı iade anlaşmalarının kapsamı dışında
kalmaktadır.
298
Bu çerçevede, Roma’da toplanan diplomatik Konferans sonunda
17.7.1998 tarihinde imzalanan ve 1 Temmuz 2002’de yürürlüğe giren Roma Statüsü
296
Bu görüşler için bkz. Roberts, Adam, a.g.m. , s. 13; Erickson, Richard J., a.g.e. , s. 61-63; Sassoli,
M., “International Humanitarian Law and Terrorism”, a.g.e. , s. 471. Aksi yöndeki görüşler için
bkz.Vöneky, Silja, a.g.m. , s. 11-18; Beşe, Ertan, a.g.e. , s. 44.
297
Bkz. 1949 tarihli I. Cenevre Sözleşmesi md. 49; II. Cenevre Sözleşmesi md. 50; III. Cenevre
Sözleşmesi md. 129; IV. Cenevre Sözleşmesi md. 146 ve 1977 tarihli I numaralı Ek Protokol md.
85/1.
298
Solf, Waldemar A., “International Terrorism in Armed Conflict”, Terrorism & Political
Violence: Limits & Possibilities of Legal Control içinde, Henry H. Han, (ed.), Oceana Publications,
Inc., New York, 1993, s. 323; Chadwick, Elizabeth, a.g.e. , s. 132-133.
95
ile daimi bir Uluslararası Ceza Mahkemesi kurulmuş olması,
teröristleri adalet
önüne getirmek açısından önemli bir gelişmedir.
ABD’nin taraf olmadığı Mahkeme Statüsü terörizm odak alınarak
hazırlanmamıştır.299 Dolayısıyla, Mahkeme’nin şu an teröristleri yargılamak için
açık bir yetkisi yoktur.
Bununla birlikte terörist eylemlerin Uluslararası Ceza
Mahkemesi Statüsü’nün 5. maddesinde düzenlenen soykırım/jenosit, insanlığa karşı
suç, savaş suçları ve saldırı suçu kapsamına girdiğine kuşku yoktur.300 Bu suçlardan,
soykırım suçu ve insanlığa karşı suçların barış zamanı ya da savaş zamanı işlenmesi
olanaklıdır.301 Dar anlamdaki savaş suçları ise uluslararası silahlı çatışmalar ve
uluslararası olmayan silahlı çatışmaları kapsamaktadır. Her iki tür silahlı çatışma
sırasında işlenen terörist eylemler savaş suçu oluşturmaktadır.
Uluslararası Ceza Mahkemesi Statüsü’nün 7. maddesinde yer alan
“insanlığa karşı suçlar” bakımından durumu değerlendirirsek, Statünün 7. maddesi
bir sivil halka karşı yaygın-genel ya da sistematik bir biçimde girişilen saldırılara
bağlı ve bu saldırıların bilincinde olarak işlenen adam öldürme; toplu yok etme,
köleleştirme, nüfusun sürgünü veya zorla nakli, işkence, fizik bütünlüğüne ya da
fizik ya da ruh sağlığına ağır kayıplara ya da büyük acılara bilinçli olarak neden
olacak nitelikteki öteki insanlık dışı muameleler gibi benzeri fiilleri içermektedir. Bu
madde çerçevesinde terörist saldırıların “insanlığa karşı bir suç” teşkil etmesi için
terörist eylemlerin “yaygın-genel ya da sistematik bir saldırının” parçası olması ve
299
Terörizm suçunun Mahkemenin yargı yetkisine giren suçların içine dahil edilmemesi Konferans
sırasında bu suçun Statüye dahil edilmesi için büyük uğraş veren Türkiye’nin Statüyü
imzalamamasının temel gerekçelerinden birini teşkil etmiştir. Bkz. Ateş Ekşi, Canan, Uluslararası
Ceza Mahkemesinin İnsanlığa Karşı Suçlar Üzerindeki Yargı yetkisi, Seçkin Yayıncılık, Ankara,
2004, s. 44.
300
Vogelson, Jay M., a.g.m. , s. 75.
301
Ateş Ekşi, Canan, a.g.e. , s. 112.
96
suç faillerinin eylemlerinin genel ya da sistematik bir saldırının bir parçasını
oluşturduğunun bilincinde olmaları gerekmektedir.302 7. maddenin 2. paragrafı
insanlığa karşı suçu, teröristler gibi devlet dışı aktörlerin de işleyebileceğini
öngörmektedir. Bu bağlamda, yaygın-genel ve sistematik bir politikanın sonucu olan
11 Eylül saldırıları insanlığa karşı bir suç teşkil etmektedir.303 Ancak, 1995’de Suudi
Arabistan’daki bombalamalar, 12 Ekim 2000’deki U.S.S Cole‘ un bombalanması 304
gibi daha düşük yoğunluktaki küçük çaplı terörist saldırılar çok sayıda mağdur
olmasını gerektiren “yüksek eşik testini” geçememekte ve dolayısıyla insanlığa
karşı suç oluşturmamaktadır.305
suçlarını
yargılamak
için
bazı
Bu çerçevede, mevcut Roma Statüsü terörizm
eksiklikleri
vardır.
Ancak,
2009
yılında
gerçekleştirilecek bir gözden geçirme konferansında Roma Statüsü 5. madde dahil
kimi değişikliklere konu olacaktır. Bu gözden geçirme konferansında Roma
Statüsü’nün terörist eylemleri içerecek şekilde değiştirilmesi ihtimal dahilindedir.
Mahkemenin tarafsız bir yapıda olduğu göz önünde bulundurulursa, böyle bir
değişiklik teröristlerin daha etkin ve objektif bir şekilde yargılanmasına katkıda
bulunabilecektir.
302
İnsanlığa karşı suçun genel unsurları konusunda ayrıntılı bilgi için bkz. Ateş Ekşi, Canan, a.g.e. , s.
110-125; Banchik, Mira, “The International Criminal Court & Terrorism”, www.peacestudiess
Journal.org.uk/docs/ıcc. %20 ana %20.terrorism, (1 Ekim 2003) .
303
Greenwood, Christopher, a.g.m. , s. 305.
304
12 Ekim 2000’de Yemen’in Aden limanında demirli ABD donanmasına ait USS Cole isimli
destroyere bir intihar saldırısı düzenlenmiştir. Saldırı sonucu meydana gelen patlamada 17 Amerikan
askeri ölmüş, 31 asker ise yaralanmıştır.
Bkz. “ABD Gemisine Kamikaze”
http://www.radical.com.tr/2000/10/13dis/06abd.shtml, ( 20 Kasım 2003).
305
Banchik, Mira, “The International Criminal Court & Terrorism”, www.peacestudiess
Journal.org.uk/docs/ıcc. %20 ana %20.terrorism, (1 Ekim 2003) .
97
E. 11 Eylül Sonrası Uluslararası Silahlı Çatışmalar Hukuku (Jus In Bello)
Yaklaşımı
11 Eylül terörist saldırılarından sonra Uluslararası Silahlı Çatışmalar
Hukukunun, terörizmle mücadele görevini üstlenmesi gerektiği yeniden gündeme
gelmiştir. Ancak Afganistan tecrübesi kontr-terörist operasyonlarda, Uluslararası
Silahlı Çatışmalar Hukukunu uygulamanın özel zorluklarının olduğunu ziyadesiyle
kanıtlamıştır.
ABD hükümeti, 11 Eylül saldırılarının ABD’yi Savaş Hukukunun
uygulanacağı bir silahlı çatışma durumuna sokan bir saldırı teşkil ettiğine karar
vermiştir.306 Gerçekten de bir silahlı çatışma teşkil etmek için gereken yoğunluk
düzeyi ne olursa olsun 11 Eylül’de ABD’nin maruz kaldığı şiddetin yoğunluğu ve
derecesi bu eşiği geçmiştir.307 7 Ekim 2001’den itibaren de ABD, El Kaide ve
kendisini barındıran Taliban’a karşı kapsamlı bir askeri operasyon gerçekleştirmeyi
tercih etmiş ve Uluslararası Silahlı Çatışma Hukuku kurallarına bağlı kalacağını
bildirmiştir. 308
Uluslararası Silahlı Çatışmalar Hukukunun kontr-terörist operasyonlara
uygulanması özel asimetrik problemler doğurmaktadır. Bu sorunlardan ilki, ilke
olarak teröristlerin Silahlı Çatışmalar Hukuku kurallarına uymamaları nedeniyle bir
üçüncü devlette kontr-terörist operasyon gerçekleştiren devletin bu normlara uymak
306
President’s Military Order of November 13, 2001, Detention,Treatment and Trial of Certain NonCitizens in the War Against Terrorism, http//www.whitehouse.gov/news/releases/2001111327.htlm(Millitary Order, (20 Aralık 2002).
307
Yoo, John C. ve Ho, James C., a.g.m. , s. 6.
308
Letter Dated 7 October 2001 From the Permanent Representative of the United States of
America to the Untited Nations Addressed to the President of the Security Council,
http://www.un.int, (7 Mart 2002).
98
zorunda olup olmadığına ilişkindir.309 Bir başka sorun, örfi Silahlı Çatışmalar
Hukukunun bir parçasını oluşturan “ayrım gözetme” ilkesine ilişkindir.310 Teröristler
genel olarak sivillerden ayırt edilemezler ve eylemlerini sivil nesneler arasında
gizlenerek gerçekleştirmeyi tercih ederler. Oysa, Silahlı Çatışmalar Hukukuna göre,
saldırıların sadece askeri hedeflere yöneltilmesi; siviller ve sivil nesnelerle askeri
hedefler arasında ayrım yapılması bir yükümlülüktür.311 Bununla birlikte, ABD’nin
Uluslararası Silahlı Çatışmalar Hukukunun uygulanması konusunda Afganistan’da
karşılaştığı başlıca sorun sivillerin korunmasıyla ilgili normlar olmamış fakat savaş
tutsakları hakkında tatbik edilecek muameleye ilişkin normlar olmuştur.
1949 Cenevre Savaş Tutsakları Sözleşmesinin 4. maddesine göre, savaş
tutsağı statüsünden yararlanacak kişiler, inter alia, i) çatışan bir tarafın
milis
kuvvetleri ve gönüllü birlikleri dahil silahlı kuvvetleri mensupları; ii)çatışan taraflara
bağlı öteki milis kuvvetleri ve direniş örgütleri dahil gönüllü birlikleridir. Bu ikinci
gruptakilerin bu statüye sahip olabilmeleri için ayrıca sorumlu bir komutanın
yönetiminde olmak; ayırt edici bir işaret taşımak; silahlarını açıkça taşımak;
operasyonlarını savaş hukuku kurallarına göre gerçekleştirme koşullarını da yerine
getirmeleri
gerekmektedir.
Savaş
tutsağı
statüsü
kriterlerinin
karşılanıp
karşılanmadığı hususunda bir şüphe doğması halinde Sözleşmenin 5/2. maddesinde
öngörülen “şüphe kuralının” uygulanması gerekmektedir.
ABD Afganistan’da yürüttüğü terörizme karşı savaşı bir “uluslararası silahlı
çatışma” olarak nitelendirmesine karşın ele geçirilen Taliban mensuplarına III.
Cenevre Sözleşmesi çerçevesinde savaş tutsağı statüsü vermemiş bunları “ yasa dışı
309
Vöneky, Silja, a.g.m. , s. 22.
Vöneky, Silja , a.g.m. , s. 23.
311
Bkz. I numaralı Ek Protokol md. 51.
310
99
savaşçılar/non-privileged combatants” ya da “saldırgan siviller/offensive civilians”312
olarak nitelendirmiştir. Yasa dışı savaşçı kategorisi Cenevre Sözleşmelerinde
düzenlenmeyen ancak devlet uygulamalarında ve doktrinde yer alan bir kavramdır.313
Anne-Marie Slaughter ve William Burke White’a göre, bu kavram, siviller ile
askerler arasında yer alan yeni bir kategoriyi temsil etmekte olup 21. YY’ın hukuk
düzeninde bunlar en iyi şekilde "küresel suçlular” olarak tarif edilmelidir.314 Yasal
savaşçıların tersine, yasa dışı savaşçıların çatışmalara doğrudan taraf olma hakkı
yoktur. Bunlar sivillerden farklı olarak askeri saldırıların yasal hedefleridir. Ayrıca,
uygulanan hukukun savaş tutsakları için oluşturduğu özel koruma rejiminden
yararlanmaları da söz konusu değildir.315 III. Cenevre Sözleşmesi md. 5/2 “ Şayet
bir muhariplik fiili işleyip düşman hükmüne
sayılan zümrelerden
düşen şahısların 4 üncü maddede
birine mensubiyetleri hakkında şüphe olursa, bu şahıslar,
vaziyetleri salahiyetli bir mahkemece tayin olununcaya kadar işbu Sözleşmenin
himayesine mazhar olur” demek suretiyle yakalanan kişilerin savaş tutsağı olup
olmadığına ilişkin bir şüphe doğması halinde bu kişilerin yetkili bir mahkeme
tarafından statüleri kesinleşinceye kadar Sözleşmenin korumasından faydalanacağına
ilişkin bir istisna içermektedir. Uygulamada bu şüphe 2001’de Afganistan’da ABD
birliklerine karşı savaşırken yakalanıp Guantanoma’ya götürülen El Kaide ve Taliban
mensupları hakkında doğmuştur. Ancak, ABD Cenevre Sözleşmesi md. 5/2
çerçevesinde
herhangi
Guantanoma’daki
yetkili
tutsakların
bir
mahkeme
statüsünün
312
şüpheli
kurma
yoluna
olmadığına
gitmeyerek
zımnen
karar
Slaughter, Anne-Marie ve White, William Burke, “An International Constitutional Moment”,
Harvard International Law Journal, Cilt 43, Sayı 1, 2002, s. 13.
313
Goldstone, Richard J., “International Law and Justice of America’s War on Terrorism”, Social
Research, Cilt 69, Sayı 4, 2002, s. 1051.
314
Slaughter, Anne-Marie ve White, William Burke, a.g.m. , s. 13.
315
Yoo, John C. ve Ho, James C., a.g.m. , s. 14.
100
vermiştir.316 Yani, ABD md. 5/2’de öngörülen “şüphe kuralını” uygulamamıştır.
ABD’nin 1949 Cenevre Sözleşmeleri çerçevesinde El Kaide Örgütü mensuplarını
sivil ya da savaş tutsağı saymaması yerinde bir uygulama olmakla birlikte yakalanan
Taliban savaşçılarını, III Cenevre Sözleşmesi çerçevesinde çatışmaya taraf
devletlerden Afganistan devletinin silahlı kuvvet mensuplarına dahil olmaları
nedeniyle savaş tutsağı statüsüne yetkilendirmesi gerekmekteydi. 317
ABD’nin Taliban mensuplarını III Cenevre Sözleşmesi çerçevesinde savaş
tutsakları statüsüne yetkilendirmemesinin önemli bazı nedenleri vardır. İlk olarak,
ABD, Taliban’ı Afganistan’ın düzenli askeri birlikleri olarak görmemiştir. İkinci
olarak, ABD’ye göre Taliban mensupları kendilerini
halkından
ayırmamış
ve
operasyonlarını
savaş
etkin şekilde Afgan sivil
hukuku
kurallarına
göre
gerçekleştirmemiştir.318 Dolayısıyla ABD’ye göre, Taliban 1949 Cenevre Savaş
Tutsakları Sözleşmesinin 4. maddesine göre savaş tutsağı statüsünden yaralanmak
için gereken kriterleri karşılamamıştır. ABD’nin Guantanoma’daki tutsaklara savaş
tutsağı statüsü vermemesinde bazı endişeler rol oynamıştır. İlk olarak, bu kişilere
savaş tutsağı statüsünü vermek örneğin Pentagon’u meşru bir askeri hedef
yapabilecekti. İkinci olarak,
III Cenevre Sözleşmesinin 17. maddesine göre savaş
tutsakları sorulduğunda kimlikleriyle ilgili olarak ad, soyadı, doğum tarihi ve kayıt
numarasını bildirme yükümlülüğü dışında daha fazla bilgi vermek zorunda değildir.
Bu durum ABD’nin etkin sorgulama yapmasını engelleyecektir.319 Bu amaçla, Bin
Ladin dahil Taliban ve El Kaide mensuplarını yargılamak için Başkan Bush 13
316
Ratner, Steven R., “Jus Ad Bellum and Jus In Bello After September 11”, The American Journal
of International Law (AJIL), Cilt 96, Sayı 4, 2002, s. 911.
317
Rowe, Peter, “Responses To Terror: The New “War” , Melbourne Journal of International Law,
Cilt 3, 2002, s. 317.
318
Ratner, Steven R., a.g.m. , s. 912.
319
Rona, Gabor,a.g.m. , s. 65.
101
Kasım 2001’de özel kurallar altında çalışan Askeri Komisyonlar kurulmasını
emretmiştir.320 Üçüncü olarak, 1949 Cenevre Savaş Tutsakları Sözleşmesi’nin 118/1.
maddesi savaş tutsaklarının çatışan taraflar arasında bir barış andlaşması yapılması
ya da aktif çatışmaların son bulması durumunda en kısa sürede ülkelerine
gönderilmesinin sağlanmasını gerektirmektedir. Normal savaş tutsaklarından farklı
olarak El Kaide ve Taliban mensuplarının terörist eylemler gerçekleştirme
kapasiteleri düşünüldüğünde, bunlar serbest bırakıldıktan sonra da ABD’nin ulusal
güvenliğine yönelik bir tehdit olarak kalmaya devam edeceklerdi.321 Ancak,
ABD’nin El Kaide mensupları ile Taliban mensupları arasında ayrım yapmaksızın
1949 III Cenevre Sözleşmesi’nde öngörülen rejimi uygulamadaki isteksizliği başta
İngiltere ve Fransa olmak üzere bir çok batı devleti tarafından, Uluslararası Kızıl
Haç Teşkilatı gibi birçok hükümet dışı örgütler (NGO’lar) tarafından ve yazarlar
tarafından kınanmıştır.322 Bu alanda çalışan yazarların bir kısmı terörizmle savaş adı
altında ABD’nin söz konusu uygulamasının 1949 III Cenevre Sözleşmesinde
öngörülen rejimi zayıflattığını ve yeni doğan demokrasiler için talihsiz bir emsal
oluşturduğunu ileri sürmüşlerdir.323
Söz konusu yazarlardan örneğin Steven R.
Ratner, Cenevre Sözleşmelerinin tıpkı BM Andlaşması gibi evrensel ya da evrensele
yakın bir onay elde etmiş “pozitif hukuk/hard law” olması nedeni ile Sözleşmelerin
lafzının devletlere bu alanda yaratıcı yorum yapma yönünde herhangi bir taktir
yetkisi vermediğini ileri sürmektedir.324
320
Bu konuda ayrıntılı bilgi için bkz. Wedgwood, Ruth, “Al Qaeda, Millitary Commissions, ND
American Self-Defense”, Political Science Quarterly, Cilt 117, Sayı 3, 2002, s. 369-372.
321
Roberts, Adam, a.g.m. , s. 25.
322
Ratner, Steven R. , a.g.m. , s. 912-913.
323
Bu görüş paylaşan yazarlar için bkz. Goldstone, Richard J., a.g.m. , s. 1053; Ratner, Steven R.,
a.g.m. , s. 915; Vöneky, Silja, a.g.m. , s. 24-25.
324
Ratner, Steven R., a.g.m. , s. 915.
102
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
ULUSLARARASI TERÖRİZME KARŞI KUVVET KULLANMA VE
ULUSLARARASI HUKUK
11 Eylül 2001’de Amerika Birleşik Devletleri’nde Dünya Ticaret
Merkezine ve Pentagon’a terörist saldırıların gerçekleştirilmiş olması hem uluslararası
toplumun terörizmle mücadele çabaları açısından hem de genel olarak Uluslararası
Hukukun gelişimi açısından önemli bir dönüm noktasıdır.325 11 Eylül saldırıları
savaşların artık toprak kazanmak, ekonomik kazanç sağlamak ya da diğer devletleri
işgal etmek için yapılmadığı fakat devlet dışı örgütlenmiş grupların terörist
faaliyetlerinden kaynaklanan “uluslararası barış ve güvenliğe yönelik tehditleri”
önlemek, teröristleri adalet önüne getirmek ve bunları barındıran devletleri
cezalandırmak amacıyla gerçekleştirildiği yeni bir dönemin başlamasına işaret
etmektedir. Uluslararası toplum,
terörist şiddetin yeni paradigması altında beliren
meydan okumalara etkin şekilde yanıt vermek için yeterli hukuksal normlara sahip mi
dir yoksa yeni Uluslararası Hukuk normlarına mı ihtiyaç duymaktadır?
I. KUVVETE KULLANMAYA İLİŞKİN ULUSLARARASI HUKUK
KURALLARININ TARİHİ GELİŞİMİ
Kuvvet kullanmak tarihin başlangıcından beri küresel sistemin devamlı bir
özelliği olmuştur. İnsanoğlu gerek kendisini korumak gerekse ihtiyaçlarını gidermek
325
Cassese, Antonio, “ Terrorism Is Also Distrupting Some Crucial Legal Categories of International
Law”, EJIL, Cilt 12 , No. 5, 2001, s. 993. Ayrıca, aynı makale için bkz. http: www.ejil.org7forummWTC/ny- Cassese.html, (26 Kasım 2001).
103
için tarihin ilk çağlarından beri tabiatın bütün unsurlarına karşı zor kullanmak
durumunda kalmıştır. Hiçbir kuralın olmadığı dönemlerden başlayan bu özellik bir kez
insan fıtratına girmiş, dünya siyasal toplumlar olarak örgütlenmeye başladığında da
kuvvet toplumlar arasındaki etkileşimin önemli bir aracı olarak cazibesini korumaya
devam etmiştir.
Savaşın düzenlenmesi ve savaşa başvurmak için yasal meşrulaştırmalar
geliştirme ihtiyacı yüksek derecede medenileşmiş kadim toplumlara kadar götürülebilir.
Nitekim hem Antik Yunan hem de Antik Roma’da “haklı savaş/bellum just” ve
“haksız savaş/bellum injustum” arasındaki ayırım çok önemli bir sorun olmuştu.326
Roma İmparatorluğu’nun yıkılmasından sonra “haklı savaş” doktrini
Hıristiyan kilisesi tarafından kabul edilmiştir. Bu dönüşüm için teolojik esaslar Saint
Augustine tarafından bulunmuş; Kilisenin temsilcisi olan Thomas Aquinas (MS.12251274) tarafından daha ileri düzeyde geliştirilmiştir.327
Orta Çağ’ın kapanması ve ulus devletlerin ortaya çıkmasıyla eş zamanlı
olarak, modern Uluslararası Hukuk ortaya çıkmıştır. Bu dönemde, haklı savaş doktrini
büyük ölçüde laikleşmiş ve daha ileri düzeyde gelişmeler göstermiştir.328 Haklı savaş
doktrininde, meşru müdafaa kavramı “doğal” bir hak olarak tanınmış ancak meşru
müdafaa tedbirlerinin yöneltildiği devletin işlemiş olduğu kusura vurgu yapılarak
sınırsız bir meşru müdafaa hakkı kabul edilmemiştir. Bu husus, Gentili, Victoria, Ayala,
Suarez Wolff ve Vattel gibi önceki klasik yazarların meşru müdafaa kavramına
yaptıkları önemli bir katkıdır.329
326
Dinstein, Yoram, War, Aggression And Self-Defence, Grotius Publications Limited, Cambridge,
1988, s. 61.
327
Alexandrov, Stanimir A., Self -Defense Against the Use of Force in International Law, Kluwer
Law International, La Haye, 1996, s. 1-3.
328
Alexandrov, Stanimir A., a.g.e. , s. 5-6.
329
Alexandrov, Stanimir A., a.g.e. , s. 8.
104
Eski haliyle haklı savaş doktrini devlet uygulamalarındaki etkisini XVI.
YY’dan itibaren tamamen yitirmiştir. Bundan sonraki dönemde savaş egemenliğin
gereği olarak doğal bir hak olarak nitelendirilmiştir. Bunun sonucu olarak, devletler bu
dönemde tam bir kuvvete başvurma özgürlüğüne sahip olmuşlardır. Kuvvete
başvurmanın devletler için bir hak olduğu yaklaşımı XIX. YY başına kadar geçerliliğini
korumuştur. Devletler yüzyıllardır sahip oldukları bu haktan hemen ve kolaylıkla
vazgeçememişler ve savaşa başvurduklarında “haklılık” retoriğini başka adlar altında
kullanmaya devam etmişlerdir.330 Egemenliğin bir tezahür şekli olan savaş yapma
hakkı, varlığını koruma/ self-protection/ self-preservation, meşru müdafaa hakkı,
zorunluluk hali/necessity, hayati çıkarların korunması/protection of vital interest,
hakların ihlali, ulusal onurun ya da şerefin zedelenmesi gibi klişeleşmiş iddialara
dayandırılmıştır. Bunun sonucu olarak, kuvvet kullanılmasını haklı kılan net olarak tarif
edilmemiş esaslara dayalı bir uygulama ortaya çıkmıştır.331 Kısacası, devletler kuvvete
başvurma haklarından vazgeçmeden bunu savaş adı altında değil başka adlar vererek
yapmaya başlamışlardır.332
I. Dünya savaşı sırasında yaşanan büyük kayıplar insanoğlunu barışı
koruma yolunda ciddi ve büyük adımlar atmasına neden olmuştur. Bu maksatla ilk
olarak 1920 yılında Milletler Cemiyeti kurulmuştur. Milletler Cemiyeti Misakı
çerçevesinde Cemiyetin genel amacı uluslararası barış ve güvenliği muhafaza etmek ve
uluslararası işbirliğini ilerletmekti.333 Daha spesifik olarak, Misak devletlere
uyuşmazlıkları barışçıl yollarla çözme ve bu yollar tüketilinceye kadar savaşa
330
Yoram, Dinstein, a.g.e. , s. 66, 74.
Başeren, Sertaç H., a.g.e. , s. 21.
332
Keskin, Funda, a.g.e. , s. 29.
333
De Lupis, Ingrid Detter, The Law of War, Cambridge University Press, New York, 1989, s. 54.
331
105
başvurmama konusunda yükümlülükler getirmiştir.334 Ancak, Misak savaşı bir bütün
olarak yasaklamamış sadece meşru ve meşru olmayan savaş arasındaki ayırımı ortaya
koymuştur.335 Bu çerçevede Misak’ta “savaşa başvurma” teriminin kullanılmış olması
Misak hükümlerinin etkinliğini zayıflatan önemli bir unsur olmuştur. Devletler resmi
bir savaş ilan olmaksızın gerçekleştirdikleri “savaşa varmayan kuvvete dayalı
tedbirlerini” bu tedbirlerin “uyuşmazlıkları barışçıl yollarla çözme yöntemleri” arasında
yer aldığını iddia ederek, Misak çerçevesindeki yükümlülüklerinden
kurtulmaya
çalışmışlardır.336 Sonuç olarak, MC Misakı, kuvvet kullanılmasını kısıtlama konusunda
evrensel planda bazı düzenlemeler getirmiş ancak devletlerin savaşa başvurma hakkını
tamamıyla ellerinden almamıştır.
MC Misakı’nın yürürlüğe girmesinden sonra, savaşın kesin olarak
yasaklanması konusundaki boşluk “Savaşı Ulusal Politikanın Bir Aracı Olarak
Yasaklayan” “Kellogg-Briand Paktı’nın” 27 Ağustos 1928 tarihinde imzalanmasıyla
doldurulmuştur.337 Ulusal politikanın bir aracı olarak kuvvet kullanılmasını yasaklayan
334
Misak’ın 10. maddesi: “Cemiyet üyeleri, bütün Cemiyet üyelerinin ülke bütünlüklerine ve halen
mevcut siyasi bağımsızlıklarına riayet etmeyi ve bunları dışarıdan gelecek herhangi bir tecavüze karşı
korumayı taahhüt ederler. Tecavüz, tecavüz tehdidi veya tehlikesi halinde Meclis işbu vecibenin
yerine getirilmesini sağlayacak vasıtaları teemmül eder” demekteydi. Bu oldukça soyut maddenin
savaş konusunda temel madde olan 11. maddeyle bağlantılı olarak değerlendirilmesi gerekmektedir.
11. maddeye göre, her türlü savaş ya da savaşa başvurma tehdidi MC’yi bir bütün olarak
ilgilendirmekteydi ve MC uluslararası barışı korumak için etkin önlemleri alabilecekti. 12. maddeye
göre ise, Cemiyet’e üye iki devlet arasında uyuşmazlık çıktığında uyuşmazlık, hakemliğe, mahkemeye
veya MC Konseyi’ne sunulacaktı. Üye devletler, hakem kararından veya mahkeme kararından veya
Meclis raporundan itibaren üç aylık bir sürenini dolmasından önce, hiçbir surette savaşa
başvurmamayı taahhüt etmekteydi. Madde 15/7’ye göre ise, bu yola başvuran ancak hiçbir sonuç
alamayan devletler, gerekli gördükleri tedbirleri almakla özgürdü.
335
De Lupis, Ingrid Detter, a.g.e. , s. 55.
336
McCorMack, Timothy L. H., Self-Defense in International Law, The Israel Raid on the Iraq
Nuclear Reactor, St. Martin’s Press, New York, the Magnes Press, The Hebrew University, Kudüs,
1996, s. 114.
337
Kellogg-Briand Paktı ABD Dışişleri Bakanı Kellogg ile Fransa Dışişleri Bakanı Briand arasında
Paris’te 27 Ağustos 1928 tarihinde imzalanmış ve 24 Temmuz 1929’da yürürlüğe girmiştir. Paris Paktı
olarak da isimlendirilen Kellogg-Briand Paktı başlangıçta ABD ve Fransa arasında iki taraflı bir andlaşma
olarak tasarlanmış olmasına rağmen daha sonra devletlere önerilmiş ve 63 devlet tarafından
imzalanmıştır. Kellogg-Briand Paktı bir başlangıç ile üç maddeden oluşmaktadır. Kellogg-Briand
Paktı’nın 1. maddesi şu şekildedir: “Bağıtlı taraflar, kendi ulusları adına, uluslararası anlaşmazlıkları
106
Pakt, 1928-1945 arası dönemde savaşı yasaklayan bir örf ve adet hukuku kuralının
doğmasında önemli bir role sahiptir. Bununla birlikte, “Kellogg-Briand Paktı’nın
öngördüğü kuvvet kullanma yasağının yorumlanması ve uygulanmasıyla bağlantılı kimi
sorunlar doğmuştur. İlk olarak, Paktın 1. maddesinde MC Misak’ında olduğu gibi
“savaşa başvurma” şeklindeki aynı sorunsal terminolojinin kullanılmış olması, Paktın
savaşı yasakladığı fakat savaşa varmayan
kuvvete dayalı tedbirleri yasaklamakta
yetersiz kaldığı görüşünün ileri sürülmesine neden olmuştur.338 Bu görüşü savunanlar,
Pakt’ın 2. maddesinin savaşa varmayan münferit kuvvet kullanmalara karşı genel bir
yasak tesis ettiği argümanına karşı çıkararak, geleneksel savaşa varmayan kuvvete
dayalı tedbirleri uyuşmazlıkların “barışçıl” yollarla çözme yöntemleri arasında sayarak,
2. maddenin 1. maddeden daha geniş yorumlanamayacağını ileri sürmüşlerdir.339
Ancak, Paktın girişinde amaçlara verilen geniş anlam ve genel olarak metnin güçlü
terminolojisi ışığında, andlaşmaların yorumuna ilişkin etkilililik ilkesinin tatbiki, ve
Pakta taraf olan devletlerin takip eden uygulamaları, Paktın her türlü önemli kuvvet
kullanmayı yasakladığını göstermektedir.340
İkinci olarak, Kellog-Briand Paktı’nın sadece savaşı yasaklamakla yetinmesi,
Misak’a aykırı davranan devletler karşı nasıl ve hangi yollarla zorlama tedbirleri
alınacağını öngörmemesi Paktın önemli bir eksikliği olmuştur. Bu durum Pakt’ın MC
Misakı
ile
bağdaştırılmasını
gerektirmiştir.
Bu
doğrultuda
kimi
girişimler
çözmek için savaşa başvurmayı reddederler ve ayıplarlar ve karşılıklı ilişkilerinde savaşı ulusal politika
için araç olarak kullanmaktan vazgeçtiklerini kesinlikle ve en başta açıklarlar. Kellogg-Briand Paktı’nın
2. maddesi ise, “ Bağıtlı taraflar, kökeni ya da niteliği ne olursa olsun, bütün uyuşmazlıklarının
düzeltilmesini ya da çözülmesini, yalnızca barışçı yollardan arayacaklarını yükümlenirler” şeklindedir.
Halen yürürlükte olan Pakt, BM Andlaşması md. 2/4 ile birlikte uluslararası ilişkilerde kuvvet kullanma
yasağını düzenlemeye devam etmektedir.
338
Bowett, Derek W., Self-Defence in International Law, Manchester University Press, 1958, s.
136; McCorMack, Timothy L. H., a.g.e. , s. 117.
339
McCorMack, Timothy L. H., a.g.e. , s. 117.
340
Başeren, Sertaç H., a.g.e. , s. 29.
107
gerçekleştirilmişse de Cemiyet üyelerinin yükümlülüklerinin artması kaygısı yüzünden,
bu çalışmalar olumlu sonuçlar vermemiştir.341
Son olarak, Pakt’ta meşru müdafaa
hakkının açıkça düzenlenmemiş ve parametrelerinin net bir biçimde ortaya konulmamış
olması Paktın bir başka önemli eksik yönüdür.342
II. BİRLEŞMİŞ MİLLETLER ANDLAŞMASI ÇERÇEVESİNDE KUVVET
KULLANMA
A. Genel Olarak BM Andlaşması’nın Kuvvet Kullanmaya İlişkin Sistemi
1933’te yargıç Hersch Lauterpact “The Function of Law in the International
Communtiy” adlı eserinde dünya hukuk sisteminin mutlak bir kurala dayanması
gerektiğini ve bu mutlak kuralın dünyada devletler tarafından hiçbir şiddet eyleminin
gerçekleştirilmemesini öngörmesi gerektiğini savunmuştur.343 Bu “Lauterpactian grand
norm” zaferini altmış milyondan fazla insanın öldüğü ve tüm kültürel değerlerin zarar
gördüğü iki yıkıcı dünya savaşı sonrasında, 1945’te San Francisco Konferansı’nda BM
Andlaşması’nın imzalanmasıyla elde etmiştir. 344
1945’de San Francisco’da tasarlandığı zaman amaçlardan bir tanesi
Kellogg-Briand Paktı’nın eksikliklerini tamamlamak olan345 BM Andlaşması sadece
kurum yaratan bir belge değildir bu ayrıca norm yaratan bir belgedir.346 Kuvvet
kullanma konusundaki temel norm da BM Andlaşması md. 2/4’te somutlaşan kuvvet
341
Meray, Seha L., Devletler Hukukuna Giriş: II.Cilt, Ankara Üniversitesi Basımevi, Ankara, 1975,
s. 460-461.
342
Dinstein, Yoram, a.g.e. , s. 81-82.
343
Franck, Thomas M., Recours to Force, State Action Against Threats and Armed Attacks,
Cambridge University Press, 2003, s. 1’den naklen; Lauterpacht, Hersch, The Function of Law in
the International Communtiy, 1933, s. 64.
344
Franck, Thomas M., a.g.e. , s. 20.
345
Dinstein, Yoram, a.g.e. , s. 83.
346
Arend , Anthony Clark ve Beck, Robert J., a.g.e. , s. 29.
108
kullanma yasağıdır. Uluslararası ilişkilerde kuvvet kullanılmasını ve kuvvet kullanma
tehdidinde bulunulmasını açıkça yasaklayan söz konusu hüküm şu şekildedir:
“Teşkilatın üyeleri, milletlerarası münasebetlerinde gerek bir başka devletin toprak
bütünlüğüne veya siyasi bağımsızlığına karşı, gerekse Birleşmiş Milletlerin amaçlar ile
telif edilemeyecek herhangi bir surette, tehdide veya
kuvvet kullanılmasına
başvurmaktan kaçınırlar.”
Uluslararası ilişkilerde kuvvet kullanılmasını ve kuvvet kullanma tehdidinde
bulunulmasını yasaklayan md. 2/4’ de “savaş” terimi kullanılmaktan kaçınılmıştır.
Böylece, savaş hali doktrini dışlanıp barış zamanı askeri zararla karşılık gibi savaşa
varmayan kuvvette dayalı tedbirler dahil her türlü transnasyonel silahlı çatışmalar
yasağın kapsamına girmiştir.347
BM Andlaşması’nın mimarlarının amacı daha mükemmel ve etkin bir kolektif
güvenlik sistemi kurmaktı. Bu amaçla, uluslararası barış ve güvenliğin muhafazasında
başlıca sorumluk sahibi olan Güvenlik Konseyi348 sadece BM Andlaşması’nın VI.
Bölümde düzenlenen barışçıl çözüm yollarını tavsiye etmek için değil aynı zamanda
VII. Bölüm altında “barışın tehdit edildiği, bozulduğu ya da bir saldırı fiilinin meydana
geldiğini” saptadıktan sonra uluslararası barış ve güvenliğin korunması ya da yeniden
kurulması için gerekli tavsiyelerde bulunma ya da 41. ve 42. maddeler gereğince
alınacak zorlama tedbirlerine karar vermek için kapsamlı yetkilerle donatılmıştır.349
Güvenlik Konseyi’nin md. 42 uyarınca alacağı silahlı kuvvet kullanılmasını gerektiren
347
Murphy, Sean D., “Terrorism and the Concept of “Armed Attack” in Article 51 of the U.N.
Charter”, Harvard International Law Journal, Cilt 43, Sayı 1, 2002, s. 42; Arend , Anthony Clark
ve Beck, Robert J., a.g.e. , s. 31.
348
BM Andlaşması md. 24 /1 şu şekildedir: “Birleşmiş Milletlerin çabuk ve etkin biçimde hareketini
sağlamak için, örgüt üyeleri, uluslararası barış ve güvenliğin korunmasında başlıca sorumluluğu
Güvenlik Konseyi’ne bırakırlar ve bu sorumlulukla görevlerini yerine getirirken, Güvenlik
Konseyi’nin kendi adlarına davrandığını kabul ederler.”
349
McCoubrey, Hilaire ve White, Nigel D., a.g.e. , s. 23.
109
tedbirlere başvurması, md. 43’de öngörülen şartların yerine getirilmesine ve md. 47
öngörülen Askeri Kurmay Komitesi’nin etkin çalışmasına bağlanmıştır.350 Ne var ki,
43. madde de öngörülen özel anlaşmaların yapılamaması ve Askeri Kurmay
Komitesi’nin BM Andlaşması’nda öngörüldüğü şekilde çalışamaması sonucu BM
Güvenlik Konseyi
uluslararası barış ve güvenliğin
korunması amacıyla
ad hoc
çözümler arama yoluna gitmiş ve üye devletlere BM adına veya BM izniyle silahlı
kuvvet kullanılmasını gerektiren tedbirlere
başvurma yetkisi tanımıştır.351 Bunun
dışında, BM Andlaşması’nın VIII. Bölüm md. 52-54 çerçvesinde bölgesel örgütlere
BM Güvenlik Konseyi’nin izni ile zorlama tedbirleri uygulama yetkisi verilmiştir. Bu
çerçevede kuvvet kullanma normal usuldekinden daha az merkezileşmekle birlikte,
Güvenlik Konseyi’nin kuvvet kullanımını kontrol etmeye devam etmesi sonucu BM’nin
kuvvet kullanma tekeline bir istisna oluşturmamıştır.352
BM sistemi belli koşullar altında kuvvet kullanmanın meşruluğunu kabul
etmektedir. Bu çerçevede BM Adlaşması ile kuvvet kullanma yasağına dört tane istisna
getirildiği görülmektedir.353 Kuşkusuz, md. 2/4’de ifadesini bulan “uluslararası
ilişkilerde kuvvet kullanma yasağının” en önemli istisnası md. 51’de yer alan meşru
müdafaa hakkıdır. 51. maddede yer alan hüküm şöyledir:
“Bu Andlaşma'nın hiçbir hükmü, Birleşmiş Milletler üyelerinden birinin silahlı
bir saldırıya hedef olması halinde, Güvenlik Konseyi uluslararası barış ve güvenliğin
350
Bu konuda ayrıntılı bilgi için bkz. Ateş, Canan, Birleşmiş Milletlerin Uluslararası Barış ve
Güvenliğin Korunmasındaki Rolü, (Yayınlanmamış Doktora Tezi), Ankara, 1997, s. 240-248.
351
Pazarcı, Hüseyin, Uluslararası Hukuk Dersleri III.Kitap, Turhan Kitabevi, Ankara, 1994, s. 215216.
352
Başeren, Sertaç H., a.g.e. , s. 48-49.
353
Bu istisnalar şunlardır: 1) II. Dünya Savaşı’nda düşman olan devletlere karşı girişilecek eylemeler. Bu
istisna BM Andlaşması’nın 107 ve 53. maddelerinde düzenlenmektedir. 2) Güvenlik Konseyi çalışmaya
başlayıncaya kadar geçerli olan istisnalar. Bu istisna 106. madde de düzenlenmiştir. 3) BM
Andlaşması’nın 51. maddesine uygun olarak gerçekleştirilen meşru müdafaa hakkı. 4) Güvenlik Konseyi
Kararı ile uygulanan zorlama tedbirleridir. Ayrıntılı bilgi için bkz. Keskin, Funda, a.g.e. , s. 41.
110
korunması için gerekli önlemleri alıncaya dek, bu üyenin doğal olan bireysel ya da
kolektif meşru müdafaa hakkına halel getirmez. Üyelerin bu meşru savunma hakkını
kullanırken aldıkları önlemler hemen Güvenlik Konseyi'ne bildirilir ve Konsey'in işbu
Andlaşma gereğince uluslararası barış ve güvenliğin korunması ya da yeniden
kurulması için gerekli göreceği biçimde her an hareket etme yetki ve görevini hiçbir
biçimde etkilemez.”
Sonuç olarak, jus ad bellum konusunda San Francisko Konferansı’nda formüle
edilen BM Andlaşması paradigmasının parametrelerini üç unsur oluşturmuştur. Bu
unsurlardan ilki BM Adlaşması’nın md. 2/4’de somut ifadesini bulan hukuksal bir
yükümlülüktür. Bu çerçevede md. 2/4’te yer alan kuvvet kullanma yasağı çok geniş
kapsamlı ve kesin bir yasak olarak tasarlanmıştır. Bu sonuç BM Andlaşması’nın
hazırlık çalışmaları tarafından da teyit edilmektedir.354 İkinci unsur,
bu hukuksal
yükümlülüğü uygulamak için oluşturulan uluslararası kurumlardır. Üçüncü unsur ise,
bu yükümlülüğün felsefi temelini oluşturan bir değerler hiyerarşisidir. Bu değerler
hiyerarşinin en üstünde uluslararası barış ve güvenliği korunması yer almaktadır.
Örgütün, selfdeterminasyonun teşvik edilmesi, insan haklarına ve temel özgürlüklerine
saygı gösterilmesi, ekonomik ve sosyal ve kültürel gelişmenin sağlanması, adalet ve adil
bir uluslararası düzen gibi, gerçekleştirilmesi gereken başka amaçları da vardır. Bununla
beraber, hiyerarşik bir yapı içinde olan bu değerler arasında, uluslararası barış ve
güvenliğin korunması ilk sırayı almaktadır. Adaletin sağlanması istenilen bir şeydir
fakat barışın pahasına değil. Adaleti temin etmek için kuvvet kullanmak uluslararası
sisteme kısmi bir adaletsizlikle yaşamaktan daha büyük zarar verecektir. Sonuç olarak,
354
Bu konuda örneğin Ian Brownlie, BM Andlaşması’nı hazırlamak için toplanan San Francisko
Konferansı’nda “Self-help” doktrini karşıtı bir anlayışın hakim olduğunu; öyle ki, Konferans’ta
md. 51 çerçevesindeki meşru müdafaa hakkı kapsamındaki eylemlerin bile Güvenlik Konseyi’nin
denetimine tabi tutulmasına yönelik bir istekliliğin olduğuna işaret etmektedir. Bkz. Brownlie, Ian,
“The Use of Force in Self-Defence”, British Year Book of International Law, Cilt 37, 1961, s. 242.
111
barışın muhafazası adaletin yerine getirilmesine tercih edilmiştir. Barış adaletten ve
ilerlemeden daha önemli görülmüştür.355
B. BM Andlaşması’nda Öngörülen Kuvvet Kullanma Yasağının Normatif
Statüsü
BM Andlaşması md. 2/4’de öngörülen kuvvet kullanma yasağı sadece BM
üyesi devletleri bağlamakta üye olmayan devletlere doğrudan doğruya yükümlülük
getirmemektedir.356 BM üyesi olmayan devletlerin BM Andlaşması’nda öngörülen
kuvvet kullanma yasağına uymalarını sağlayacak yegane şey md. 2/4’de yer alan
kuvvet kullanma yasağının evrensel bir uluslararası örf ve adet hukuk kuralı haline
gelmiş olmasıdır. Bu çerçevede örfi hukuk sadece taraf devletler için haklar ve
yükümlülükler tesis eden andlaşma esaslı hukukdan ayrılmaktadır.357 Uluslararası örf
ve adet hukuku, hukuk olarak kabul edilen genel bir uygulamanın varlığı halinde söz
konusu olmaktadır. Devletlerin bir uygulamasının örf ve adet hukuku kuralı haline
gelmesi için bu uygulamayı -opinio juris sive necessitatis- hukuk kuralı olduğuna
inanarak yapmış olmaları gerekmektedir. 358 Günümüzde, BM Andlaşması md. 2/4’de
355
Henkin, Louis, “Use of Force: Law and US Policy”, Riht v. Might International Law and the
Use of Force içinde, Louis Henkin, Stanley Hoffmann, Jeane J. Kirkpatrick & Allan Gerson, William
D. Rogers, David J. Scheffer, (eds.), Council on Fereign Relations Press, 1991, s. 38-39.
356
BM Andlaşması’nın md. 2/6’daki “Örgüt, BM üyesi olmayan devletlerin, uluslararası barış ve
güvenliğin korunmasının gerektirdiği ölçüde, bu ilkelere uygun hareket etmesini sağlayacaktır”
şeklindeki hükmü, BM üyesi olmayan devletlere özel olarak md. 2/4’deki kuvvet kullanma yasağına
uyma yükümlülüğü getirmemektedir. Md. 2/6 üye olamayan devletlerin dolaylı olarak md. 2/4’deki
kuvvet kullanma yasağına uymalarını amaçlasaydı bu gerçekten “devrimsel” bir şey olurdu. Ancak,
md. 2/6’ yı andlaşma yükümlülükleri ve üçüncü devletlerle ilgili temel hükümden bir istisna olarak
saymaya gerek yoktur. Md. 2/6’nın metninden burada tesis edilen yükümlülüğün üye olmayan
devletlere değil Örgütün kendisine havale edildiği açıktır. Bkz. Dinstein, Yoram, a.g.e. , s. 90.
357
23 Mayıs 1969 Viyana Andlaşmalar Hukuku Sözleşmesi’nin 35. maddesi “Bir uluslararası
anlaşma üçüncü devletler bakımından rızaları olmaksızın ne yükümlülükler ne de haklar doğurur”
şeklindedir.
358
Uluslararası Hukukun biçimsel kaynaklarını belirten en önemli belge UAD Statüsü’nün 38.
maddesidir. Söz konusu maddenin (1) (b) paragrafında hukuk olarak kabul edilmiş genel bir
uygulamanın beyyinesi olarak uluslararası örf ve adet hukuku yer almaktadır. Ayrıntılı bilgi için bkz.
112
yeralan kuvvet kullanma yasağı, uluslararası örf ve adet hukukunun bütünleyici bir
parçası haline gelmiştir. Böylece, söz konusu yasak BM üyesi olsun ya da olmasın
bütün devletleri bağlamaktadır.359 Bu alandaki mevcut uluslararası örfi hukukun
durumu 1986 Nikaragua Davasında UAD tarafından etkin şekilde tetkik edilmiştir.360
Kuvvet kullanma konusunda devletlerin fiilen ne şekilde davrandıklarını araştırmaksızın
bunların opinio juris’ini vurgulayan UAD,361 yasağa referans yapan çeşitli Genel Kurul
kararlarına dayanarak kuvvet kullanma yasağının örfi uluslararası hukukun bir ilkesi
olarak sayılması gerektiğine karar vermiştir.362
Uluslararası Hukuk Komisyonu’nun (UHK) Viyana Andlaşmalar Hukuku
Sözleşme tasarısının 1966 tarihli şerhinde, BM Andlaşması’nda yer alan “devletler
arasındaki kuvvet kullanma yasağını” önemli bir
jus cogens örneği olarak
tanımlayarak363 daha ileri bir adım atmıştır. Daha sonra UAD’da Nikaragua
Davasında UHK’nun bu değerlendirmesine yer vermişir.364 Günümüzde devletlerin
ve yazarların çoğunluğu uluslararası ilişkilerde kuvvet kullanma yasağını sadece bir
Pazarcı, Hüseyin, Uluslararası Hukuk Dersleri I. Kitap, Turhan Kitabevi, Ankara, 1994, s. 209-218;
Çelik, Edip, Milletlerarası Hukuk, Birinci Kitap, Filiz Kitabevi, İstanbul, 1987, s. 55, 157-164.
359
Yoram, Dinstein, a.g.e. , s. 91.
360
Millitary and Paramilitary Activities in and Against Nicaragua (Nicaragua v. United States
of America) Merits, Judgment, I.C.J. Reports 1986, p.14. Ayrıca bkz. www.studiperlapace.H-centrol
@studiperlapace.it (dal 1999), (24 Mart 2004); Gündüz, Aslan, a.g.e. , s. 59-61. Söz konusu dava
çalışmada bundan sonra kısaca “Nikaragua Davası” olarak isimlendirilecektir.
361
Yoram, Dinstein, a.g.e. , s. 92.
362
UAD Nikaragua Davası 188. paragrafta, özel olarak 1970 tarihli 2625 sayılı “Dostça İlişkiler
Bildirisini” anımsatarak, “Her devletin uluslararası ilişkilerinde herhangi devletin ülkesel bütünlüğüne
ya da siyasi bağımsızlığına karşı ya da BM amaçlarıyla bağdaşmaz şekilde kuvvet kullanmaktan ya
da tehdidinden kaçınma görevi vardır. Böyle tehdit ya da kuvvet kullanma Uluslararası Hukuku ve
BM Andlaşması’nın bir ihlalini teşkil eder, uluslararası meselelerin çözülmesinin bir aracı olarak asla
kullanılmayacaktır” demektedir. Bkz. I.C.J. Reports 1986, s. 100, parag. 188.
363
Report of the International Law Commission, 18th, Session, 1966 Yearbook of I.L.C. II, s. 247
(Başeren, Sertaç H., a.g.e. , s. 75’den iktibas edilmiştir).
364
Bkz. I.C.J. Reports 1986, s. 100, parag. 188.
113
andlaşma ve uluslararası örfi hukuk kuralı olarak değil aynı zamanda aksine bir
düzenlemeye izin vermeyen bir jus cogens kural olarak kabul etmektedirler.365
C. BM Andlaşması’nda Öngörülen Kuvvet Kullanma Sistemine İlişkin Sorunlar
BM Andlaşması’nın daha mürekkebi kurumadan görünüşte açık olan
md. 2/4 ve md. 51’in yorumuna ilişkin önemli sorunlar doğmuştur. Gerçekten bu
hükümler halen BM Andlaşması’nın en tartışmalı hükümlerini oluşturmaktadır.
BM Andlaşması’nın md. 2/4 ve md. 51 hükümleri II. Dünya Savaşı’na bir
yanıttır ve devletlerarası büyük çaplı çatışmaları düzenlemektedir. Ne var ki, Soğuk
Savaş ve dekolonizasyon sürecinde büyük çaplı çatışmalar istisnai nitelikte olduklarını
kanıtlamıştır. Dışardan karışma olsun ya da olmasın iç savaşlar geleneksel devletler
arası savaşlara sayıca üstün gelmiş; küçük çaplı sınır çatışmaları ve gerilla akınları
yaygın hale gelmiştir. Dekolonizasyon sürecinde ulusal bağımsızlık hareketlerinin
bağımsızlık mücadeleleri BM Adlaşması md. 2/4 ve md. 51’e kolaylıkla uymamıştır.
Md. 2/4’ün kuvvet kullanma ya da kuvvet kullanma tehdidini sadece üye
devletlerin “uluslararası ilişkilerinde” yasaklamış olması, devletlerin bir iç isyanı
bastırmak için kuvvet kullanmasının yasağa aykırılık teşkil etmeyeceği anlamına
gelmiştir. Devletlerin egemenlik ve ülkesel bütünlük ilkelerine uygun düşen ve yaygın
şekilde kabul edilen bu yorum selfdeterminasyon savaşları söz konusu olduğunda
önemli sorunlar ortaya çıkarmıştır.366 Batılı devletler bu tür savaşların iç savaş
hukukunu düzenleyen kurallara tabii olması gerektiğini savunurken; üçüncü dünya
365
Bu görüşü paylaşan yazarların bir kısmı için bkz. Schmitt, Michael N., “Preemptive Strategies in
International Law”, Michigan Journal of International Law, Cilt 24, Sayı 513, 2003, s. 525; Gray,
Christine, International Law and the Use of Force, Oxford University Press, Oxford, 2000, s. 24;
McCoubrey, Hilaire ve White, Nigel D., a.g.e. , s. 27; Denk, Erdem, “Uluslararası Antlaşmalar
Hukukunda Jus Cogens Kurallar”, Ankara Üniversitesi S.B.F. Dergisi, Cilt 56, No. 2, 2001, s. 52.
366
Quaye, Chirstopher O., a.g.e. , s. 268.
114
ülkeleri ve sosyalist devletler bu tür savaşların uluslararası karakterde olduğunu iddia
ederek ya haklı savaş doktrini altında ya da md. 51 çerçevesinde Ulusal Kurtuluş
Hareketleri’nin kuvvet kullanmasının meşru olduğunu ileri sürmüşlerdir. Böylece,
meşru müdafaa hakkının kapsamını selfdeterminasyon hakkını gerçekleştirmek için
kuvvet kullanılmasını içerecek şekilde genişletmek istemişlerdir. 367
Kuvvet kullanma yasağının ekonomik ve siyasi baskıyı içerip içermediği de
önemli görüş ayrılıklarına neden olmuştur. Md. 2/4’de “savaş” terimi kullanılmaktan
kaçınılmış, “savaş” terimi yerine kullanılan tehdit ya da kuvvet kullanma kavramlarının
tanımı ise yapılmamıştır. Bu durum kuvvet kullanma yasağının yalnızca silahlı kuvvet
kullanılmasıyla sınırlı kalıp kalmadığı yani kimi zorlayıcı ekonomik ve diplomatik
tedbirlerin de bu yasağın kapsamına girip girmediği konusunda tartışmaları gündeme
getirmiştir. Yaygın kabul edilen görüşe göre, gerek BM Andlaşması’nın giriş kısmında
gerekse 41 ve 46. maddelerde “silahlı kuvvet” kavramının kullanılmış olması ve yine
1970 tarihli Dostça İlişkiler Bildirisi’nde de sadece silahlı kuvvet kullanılması üzerinde
durulması bu tür siyasi ve ekonomik baskıların md. 2/4 kapsamında olmadığını teyit
etmektedir.368
Kuvvet kullanma yasağına ilişkin bir başka sorun hangi eylemlerin kuvvet
kullanma tehdidi oluşturduğu meselesine ilişkin olarak ortaya çıkmıştır. Hangi
eylemlerin kuvvet kullanma tehdidini oluşturduğunu saptamak Güvenlik Konseyi’nin
yetkisindedir.369 Ancak, Güvenlik Konseyi’nin bu saptamayı yaparken neleri kriter
alacağı açık değildir. Söz konusu hüküm çerçevesinde bu tür tehditlerin objektif
367
Bu konuda ayrıntılı bilgi için bkz. geride s. 12-25 ve 89-94.
Başeren, Sertaç H., a.g.e. , s . 61-62; Dinstein, Yoram, a.g.e. , s. 84; Keskin, Funda, a.g.e. , s. 36.
369
Soğuk Savaş döneminde Güvenlik Konseyi “uluslararası barışa yönelik tehditlere” yanıt vermekte
yeteneksizdi. Sadece, bir kez o da Rodezya olayında Güvenlik Konseyi 9 Nisan 1966 tarihli 221 sayılı
kararı ile “barışa yönelik bir tehdit” olduğunu tespit etmiştir. Soğuk Savaş bittikten sonra Güvenlik
Konseyi bu konudaki taktir yetkisini daha fazla kullanmaya başlamıştır. Bkz. Schmitt, Michael N.,
a.g.m. , s. 527-528.
368
115
ölçütlerle veya sübjektif bir şekilde ilgili devletin
belirleneceği
Dostça
İlişkiler
Komitesi
niyetinin saptanmasıyla mı
çalışmalarında
da
bir
sonuca
bağlanamamıştır.370 1974 tarihli Saldırının Tanım konusundaki 3314 sayılı kararda
kuvvet kullanma ve kuvvet kullanma tehdidi kavramlarına yer verilmediği için bu
konuda yön gösterici veriler de bulunmamaktadır. Bu konuda emsal teşkil edebilecek
bir olay 1949 Korfu Boğazı Davası’nda Divan’ın verdiği karardır. UAD, daha önce
Arnavutluk’un geçen İngiliz gemilerinin ateş etmesi nedeniyle İngiliz gemilerinin
ateşe hazır hale gelmesini hukuka aykırı bir kuvvet kullanma tehdidi olarak kabul
etmemiştir.371 Bununla birlikte, sınıra asker yığma veya sınırda askeri manevralar
yapma kuvvet kullanma tehdidi olarak değerlendirilmektedir.372
Kabul etmek gerekir ki; bir devletin özel bir davranış stratejisinden
vazgeçmemesi kuvvet kullanma tehdidini gerektirebilir. Ancak, kuvvet kullanma
tehdidinin hukuksallığı 1996 yılında UAD’ın danışma görüşünde belirttiği gibi “Bir
devletin kuvvet kullanmak için ilan edilen hazırlığı BM Andlaşması’yla uygunluk
içinde bir kuvvet kullanma olmak zorundadır.”373 Yani devletin, ortada kuvvet
kullanılmasını haklı kılacak herhangi bir neden yokken, taleplerinin kabul
edilmemesi halinde açıkça ya da zımnen kuvvet kullanacağını ifade etmesi hukuka
aykırı bir kuvvet kullanma tehdidi olacaktır. Bu bağlamda, örneğin ABD’nin Irak’ın
kitle imha silah programını yok etmek için 20 Mart 2003 saldırısı öncesinde sık sık
370
Pazarcı, Hüseyin, IV. Kitap, s. 115.
Korfu Boğazı Davası’nda UAD devletlerin bilerek ülkelerini diğer devletlerin haklarına aykırı
şekilde kullanılmasına izin vermeme yükümlülüğü altında olduklarına karar vermiştir. 1946’da İki
İngiliz destroyeri Korfu Boğazı’nı geçerken Arnavut karasularında mayına çarpmıştır. Mayınları
Arnavutluk’un döşediğini gösteren kanıtların yetersiz olmasına rağmen Divan, Arnavutluk’un
mayınların neden olduğu ulaşım tehlikesini bildirme yükümlülüğü altında olduğuna, Arnavutluk’un
söz konusu yükümlülüğünü yerine getirmemiş olmasının uluslararası sorumluluğunu doğuran
uluslararası nitelikte kusurlu bir fiil oluşturduğuna karar vermiştir. Bkz. Corfu Channel (Albania
v.U.K.) Case, Judgement on Merits, I.C.J. Reports 1949.
372
Keskin, Funda, a.g.e. , s. 37.
373
Legality of the Threat or Use of Nuclear Weapons (Advisory Opinion), I.C.J. Reports 1996, s.
225, parag. 47, (8 Temmuz 1996).
371
116
tekrarladığı Irak’a yönelik kuvvet kullanma tehditlerini anımsarsak, burada mesele,
Irak’ın kitle imha silahlarına sahip olması ya da bunları geliştirmek istemesinin
meşru olup olmadığı değildir. Bu tür eylemler Uluslararası Hukuk altında kusurlu bir
fiil olabilir ve bu suretle devlet sorumluluğuna ilişkin yükümlülüklerin bir ihlalini
teşkil edebilir. Uluslararası Hukuk Komisyonu’nun Uluslararası Nitelikteki Kusurlu
Fiillere İlişkin Devletlerin Sorumluluğu Konusundaki Hükümler (ILC’S Articles On
Responsibility of States For Internationally Wrongful Acts) 374 çerçevesinde meseleyi
değerlendirdiğimizde, uluslararası nitelikteki kusurlu bir fiil
için öngörülen
düzeltmeler, geleneksel olarak iade/restitution, tazmin/compensation ya da
374
BM Genel Kurulu tarafından 1947’de kurulan Uluslararası Hukuk Komisyonu BM Genel Kurul’u
tarafından 5 yıllık süre için seçilen üstün nitelikli 34 uluslararası hukukçudan oluşmaktadır.
Uluslararası Hukuk Komisyonu’nun “Devletlerin Uluslararası Nitelikteki Kusurlu Fiilleri Nedeniyle
Sorumluluğuna İlişkin Taslak Maddeleri’nin” gelişimi iki aşamada olmuştur. İlk aşama, 1955-1996
tarihleri arasında kaydedilmiştir. Bu aşama özel raportörlerden Robert Ago, Willem Riphagen ve
Gaetano Aringio-Ruiz’ın uzun süren ve başarılı çalışmalarının ürünüdür. Bu konuda ikinci aşama
ise, 1998-2001 arasında kaydedilmiştir. Ayrıntılı bilgi için bkz. Crawford, James, “The ILC’s Articles
on Responsibility of States for Internationally Wrongful Acts: A Retrospect ” AJIL, Cilt 96, 2002, s.
874-877; JQrgensen, Nina H. B., The Responsibility of States For International Crimes, Oxford
University Press, New York, 2003, s. xi.
BM Genel Kurulu 53. dönem toplantısında Uluslararası Hukuk Komisyonu’nun söz konusu
taslak maddelerini kabul edilmiştir. Böylece, bu maddeler taslak olmaktan çıkmıştır. Bkz. U.N.
Report of the International Law Commission, U.N. Doc. A/56/10 (2001), s.45; Offical Records of the
General Assemly, Fifty-sixth Sess., Supp. No.10 (A/56/10 and Corr.1). Ardından, Genel Kurul 21
Aralık 2001’de 56/83 sayılı Kararı kabul etmiş ve bu maddeler Genel Kurul’un 56/83 sayılı Kararına
eklenmiştir. Bkz. U.N. Doc. A /RES/56/83, 28 Ocak 2002. Uluslararası Hukuk Komisyonu 56/83
sayılı Karara ekli söz konusu maddelerin uluslararası bir konferansta bir andlaşma olarak kabul
edilmesi suretiyle gelecekteki hukuki statüsünün kesinleşmesi yönünde Genel Kurul’a tavsiyede
bulunmuştur. Genel Kurul, bu tavsiye çerçevesinde konuya ilişkin çalışmalarını 59. dönem
toplantısında 6. Komite bünyesinde sürdürme kararı almıştır. Bkz. U.N. Doc. A /59/ 505, 22 Kasım
2004. Altıncı Komite 28-29 Ekim 2004 ve 9-17 Kasım 2004 tarihleri arasında meseleyi ele almıştır.
Hollanda, Brezilya, Japonya, Çin, ABD, Belarus, İsrail, Birleşik Krallık , İskandinav ülkeleri adına
Finlandiya, Portekiz, Yunanistan, Slovakya, Kanada ve Yeni Zelanda adına Avusturalya, Avusturya,
İspanya, Uruguay, Venezuela, Guatemala, Tayland, Kıbrıs, Fransa, Ürdün, Almanya, Rusya
Federasyonu, İsviçre, Meksika, İtalya ve Küba temsilcileri konuya ilişkin görüşlerini açıklamışlardır.
Temsilcilerin bir kısmı uluslararası nitelikte bir konferansın derhal toplanması için gerekli hazırlıkları
başlatacak bir Ad Hoc Komite ya da bir Çalışma Grubunun kurulmasını önerirken temsilcilerin bir
başka kısmı ise, maddelerin uluslararası ilişkiler üzerindeki etkilerini daha iyi değerlendirebilmek
amacıyla meselenin Genel Kurul’un 64. dönem toplantısında tekrar ele alınmak üzere ertelenmesini
tavsiye etmişlerdir. Bkz. “Summaries of the Work of the Sixth Committee”,
http://www.un.org/law/cod/sixth/69/summary.htm, (7 Ocak 2005). Farklı görüş ve öneriler karşısında
BM Genel Kurulu meselenin 62. dönem toplantısında tekrar ele alınmasına karar vermiştir. Bkz. U.N.
Doc. A /59/ 505, 22 Kasım 2004.
117
tarziyeyi/satisfaction
kapsayacaktır375;
silahlı
kuvvet
kullanılmasını
değil.
Uluslararası Hukuk Komisyonu’nun Uluslararası Nitelikteki Kusurlu Fiillere İlişkin
Devletlerin Sorumluluğu Konusundaki Hükümler’in 50. maddesi de bu yargıyı
destekleyici niteliktedir. Söz konusu madde “Karşı tedbirler BM Andlaşması’nda
somutlaştığı gibi kuvvet kullanma ya da kuvvet kullanma tehdidinden kaçınma
yükümlülüğünü etkilemeyecek” şeklindedir. Bu bağlamda, ABD’nin Irak’a karşı
kuvvet kullanma tehdidinin meşruluğu, md. 2/4’ün meşru istisnasına dayanılarak
yapılıp yapılmadığına bağlı olacaktır. 376
Bu meselelere ilave olarak uluslararası çatışmaların doğasında meydana gelen
iki önemli değişim BM Andlaşması’nda öngörülmeyen daha önemli sorunlar ortaya
çıkartmıştır. Uluslararası çatışmaların doğasında meydana gelen ilk değişim mantıksal
olarak önleyici meşru müdafa hakkını gündeme getiren kimyasal, biyolojik ve nükleer
silahlar ve taşıma sistemlerinde yaşanan teknolojik devrimdir. Gerçekten, John Foster
Dulles’in ifade ettiği gibi “BM Andlaşması atom çağı öncesi bir belgedir ve nükleer
bir dünyayı öngörmemiştir”.377 Söz konusu gelişmeler uzun vadeleli kaleme alınan
diğer önemli belgeler gibi BM Andlaşması’nı da imzalandığı andan itibaren demode
olma tehlikesiyle karşı karşıya bırakmıştır.378
İkinci değişim, terörist tehdidin farklılaşan doğası ve bunun uluslararası
toplum tarafından algılanmasıdır. Terörizm, artık anlamlı bir şekilde, ülkesel
375
Söz konusu maddelere göre İade/Restitution, “kusurlu fiilin işlenmesinden önceki durumu”
yeniden tesis etmeyi (md.35); Tazmin/Compensation, önceki durumun yeniden tesis edilmesiyle
onarılması mümkün olmayan zararların maddi olarak tazmin edilmesini (md. 36);
Tarziye/Satisfaction, yapılan bir ihlalin açıkça kabul edilmesini, pişmanlık duyulduğunun ifade
edilmesini ya da resmi bir özür gibi şeyleri içermektedir (md. 37). Söz konusu maddeler için bkz.
Draft Articles on Responsibility of States for Internationally Wrongful Acts, U.N. G.A.O.R.,
56th Sess., Agenda Item 162, s.8; U.N.Doc. A/RES/56/83 (2002).
376
Schmitt, Michael N., a.g.m. , s. 524.
377
Arend , Anthony Clark ve Beck, Robert J., a.g.e. , s. 39’dan naklen; Dulles, Jhon Foster “Adress
Before the American Bar Association”, State Dept. Release, No. 458, s. 6, 1953.
378
Franck, Thomas M., a.g.e. , s. 5.
118
kategorilere atıfla tanımlanamamaktadır.379 11 Eylül olaylarının kanıtlamış olduğu gibi,
terör ağları günümüzde küresel ölçekte örgütlenebilmekte, oldukça otonom terör
hücreleri
ve
grupları
eşzamanlı
olarak
değişik
ülkelerde
operasyonlar
gerçekleştirebilmektedir. Daha da önemlisi küresel terörizmin özellikle amaçladığı,
sivillere yönelik yıkıcı şiddet had safhaya ulaşmıştır. New York’taki İkiz Kulelere
yönelik saldırıların kanıtladığı gibi günümüzde terörist gruplar büyük ölçekli şiddet
eylemleri gerçekleştirme kapasitesindedirler. Daha da önemlisi, terörist grupların kitle
imha silahları elde etmeleri halinde şiddet eylemleri gerçekleştirme kapasitelerinin daha
da artabilecek olmasıdır.
Bu gelişmeler, uluslararası terörizmle etkin şekilde mücadele etmek için
sadece BM Andlaşması ve mevcut anti-terörizm sözleşmeleri çerçevesindeki araçların
faydalı ve etkin olup olmadıkları sorusunu doğurmamaktadır. Bu gelişmeler aynı
zamanda kavramsal düzeyde devlet merkezli bir hukuk olarak Uluslararası Hukuk
hakkındaki geleneksel yargılara da meydan okumaktadır.380 Devletler tarafından kuvvet
kullanılmasını sınırlandırmak için tasarlanmış BM sistemi
devlet dışı aktörler
tarafından gerçekleştirilen kuvvet kullanma sorunuyla etkin şekilde ilgilenmede dikkate
değer zorluklarla karşılaşmaktadır. Bu bağlamda üzerinde durulması gereken önemli
sorular arasında şunlar bulunmaktadır:
Devletlerin terörizme karşı kuvvet kullanması meselesine ilişkin olarak BM
Andlaşması nasıl yorumlanmalıdır? BM Andlaşması’nda öngörülen kolektif güvenlik
sistemi bu sismik gelişmeleri ele almada başarısız mı dır? Terörizmin açık eylemleri
silahlı saldırıya eşdeğer mi dir ve böylece 51. madde altında meşru müdafaa hakkının
doğmasına yol açabilir mi? Devletler silahlı saldırı seviyesine varmayan terörist
379
380
Bassiouni, M. Cherif, a.g.m. , s. 83.
Stahn, Carsten, “International Law at a Crossroads? ”, EJIL, Cilt 62, 2002, s. 255.
119
saldırılara karşı ne gibi yasal tedbirlere başvurulabilir? Terörizme karşı kuvvet kullanma
konusunda BM Andlaşması’nın etkin bir yorumuna ulaşmak için fiili devlet
uygulamalarına mı bakılmalıdır? Terörizme karşı kuvvet kullanılmasını içeren devlet
uygulamaları karşısında BM Güvenlik Konseyi’nin kınamaları gayri meşruluğun kanıtı
ise kınamaması hukuksallığın kanıtı olarak mı değerlendirilmelidir ? BM Adlaşması
terörizme karşı kuvvet kullanma konusunda sonraki devlet uygulamaları temelinde
dinamik ve farklı yorumlara açık görülmeli midir?
BM Andlaşması’nın devletler merkezli bir andlaşma olduğu göz önününde
bulundurulursa, terörist şiddetin yeni paradigması altında beliren sorunlara etkin şekilde
yanıt vermek için kuvvet kullanma konusunda Uluslararası Hukukun yeniden gözden
geçirilmesi gerekli midir? Terörist grup bir devletin siyasal bağımsızlığını ve ülkesel
bütünlüğünü
tehdit etmek amacıyla bir başka devlet tarafından desteklenirse söz
konusu devlet nasıl yanıt vermelidir?
D. BM Andlaşması Md. 2/4’teki Kuvvet Kullanma Yasağı ve Uluslararası
Terörizm
BM Andlaşması md. 2/4
“…üye devletler diğer devletlerin toprak
bütünlüğüne ve siyasi bağımsızlığına karşı kuvvet kullanma ve tehdidinden
kaçınacaklar” şeklindedir. Uluslararası örf ve adet hukukunun da bir parçası olan bu
yasak BM üyesi olmayan devletleri de bağlamakla birlikte teröristler gibi devlet dışı
aktörlerin davranışlarını düzenleyen bir ilke değildir.381 Kuvvet kullanma yasağının
devletlere getirilmiş olması nedeniyle bir devletin, bir başka devletin toprak
bütünlüğüne ya da siyasi bağımsızlığına karşı bir terörist eylemden sorumlu olması
381
Arend , Anthony Clark ve Beck, Robert J., a.g.e. , s. 146.
120
halinde md. 2/4’teki kuvvet kullanma yasağını ihlal etmiş olacaktır. Ancak, söz konusu
terörist eylem devlet karışmasından yoksunsa, bu eylem kendi başına BM Andlaşması
md. 2/4’ü ihlal etmiş olamayacaktır. Böylece, terörist eylemlere karşı md. 2/4’de
kapsanmış olan tek yasaklama açık devlet karışması ile icra edilen eylemlere uygulanır
görülmektedir382 Bu durum, terörist şiddet nedeniyle devlete sorumluluk izafe etmeyi ve
bu
bağlamda
terörist
aktivitelere
devlet
karışmasının
düzeyini
belirlemeyi
gerektirmektedir. Çalışmanın I. bölümünde belirtildiği gibi devletler terörist aktivitelere
farklı düzeylerde karışmaktadır. İlk olarak, devletler terörist eylemlerin hazırlanmasına
ya terörist faaliyetleri yönlendirerek ya da kontrol ederek ya da eğitim, teçhizat, silah,
mali yardım ve ulaşım gibi destekler sağlayarak aktif şekilde katılabilirler. Yani bu
durumda devlet sponsorlu ve devlet destekli terörizmi söz konusu olmaktadır. İkinci
olarak, devletler terörizme çeşitli şekillerde pasif yardımlarda bulunabilirler. Bu pasif
yardımlardan bir tanesi devletin terörizmi tolere etmesi, terörist faaliyetlere müsamaha
göstermesidir. Diğer bir pasif karışma düzeyi devletin terörist faaliyetlerle mücadele
etme konusunda yetersiz kalmasıdır. Bu durum devletin terörizme en zayıf karışma
düzeyi olup kısaca devlet hareketsizliği olarak da isimlendirilebilir.383 Bu bağlamda bir
devlet, bir başka devletin toprak bütünlüğüne ya da siyasi bağımsızlığına karşı bir
terörist kuvvet kullanmaya doğrudan sponsorluk yapar ve terörizmi desteklerse,
sponsorluk yapan ve destekleyen devletin eylemi açıkça md. 2/4 yasağını ihlal etmiş
olacaktır. Ancak, yalnızca devletin
terörist faaliyetlerle mücadele etme konusunda
yetersiz kalması yani devlet hareketsizliği md. 2/4 çerçevesinde devlet sorumluluğunu
tesis etmek için yeterli görülmemektedir.384 Terörist kuvvet kullanma nedeniyle devlet
382
Arend , Anthony Clark ve Beck, Robert J., a.g.e. , s. 146.
Bkz. geride I. Bölüm s. 63-64.
384
Grote, Rainer, “ Between Crime Prevention and the Laws of War: Are the Traditional Categories
of International Law Adequate for Assessing the Use of Force Against International Terrorism? ”,
383
121
sorumluluğuna karar vermekte en zor sorunlar doğuran durum, devletin sadece
ülkesindeki terörist grupların faaliyetlerini tolere etmesi, müsamaha göstermesidir.
BM organlarının uygulamaları devletin sadece ülkesindeki terörist grupların
faaliyetlerini tolere etmesi, müsamaha göstermesinin de md. 2/4’deki kuvvet kullanma
yasağını ihlal ettiğini ortaya koymaktadır. Nitekim, Dostça İlişkiler Bildirisi’nin 1.
maddesinde devletlere “Bir başka devletin ülkesine girmek üzere özellikle paralı
askerlerden olmak üzere silahlı grupların ya da düzensiz kuvvetlerin örgütlenmesi” ve “
Bir başka devletin ülkesinde iç savaş ya da terörist eylemleri örgütleme, kışkırtma,
yardım etme veya bunlara katılma ya da ülkesinde bu gibi eylemlerin yapılmasına
yönelik örgütlenmiş faaliyetlere rıza göstermekten kaçınma” yükümlülüğü getirilmiştir.
Böylece, Bildiri devletlerin sadece diğer bir devletteki bir iç savaşı veya terörist
hareketleri örgütlemekten, tahrik etmekten, onlara yardım etmekten veya bu hareketlere
katılmaktan kaçınma görevini değil fakat aynı zamanda kendi ülkesinde böyle
hareketlerin yapılmasına yönelik organize faaliyetlere göz yummaktan da kaçınma
yükümlülüğü altında olduklarını hatırlatmaktadır. BM Güvenlik Konseyi’de, devletlerin
terörist eylemleri bastırma ve önleme konusundaki yükümlülüklerini hatırlatmak için
Lockerbie olayı nedeniyle Libya’ya ekonomik yaptırımlar koyan 31 Mart 1992 tarihli
748 sayılı kararından başlayarak 1373 (2001) sayılı karara kadar sürekli bir biçimde
Dostça İlişkiler Bildirisi’ndeki bu düzenlemeyi tekrarlamıştır. 385 Bir devlet teröristleri
yargılayarak cezalandırmak ya da bu amaçla iade etmek için gerekli araçlara sahipse
fakat
yükümlülüklerini
yerine
getirmiyorsa,
bu
durum
devletin
teröristlerin
operasyonlarını zımnen kabul ettiği anlamına gelecektir. Sonuç olarak, BM Güvenlik
Terrorism as a Challenge for National and International Law: Security Versus Liberty? içinde ,
Christian Walter, Vöneky Silja, Volker Röben, ve Frank Schorkopf, (eds.), Berlin/Heidelberg, 2003,
s. 7, http://edoc.mpil.de/conference-on-terrorism/index.cfm.
385
Grote, Rainer, a.g.m. , s. 9
122
Konseyi, açıkça md. 2/4 yasağını terörizme devlet sponsorluğunu, devlet desteğini ve
hatta devlet toleransını kapsayacak şekilde yorumlamıştır. 386
III. TERÖRİZME KARŞI KUVVET KULLANMA VE ULUSLARARASI
HUKUK NORMLARININ ESNEKLEŞTİRİLMESİ
BM Andlaşması md. 2/4’te uluslararası ilişkilerde kuvvet kullanma hakkının
kesin ve geniş kapsamlı bir biçimde yasaklanmış olması ve yasağın genel olarak sadece
bir andlaşma ve uluslararası örf ve adet hukuku normu olarak değil aynı zamanda
aksine bir düzenlemeye izin vermeyen jus cogens bir kural olarak kabul edilmesi,
terörizme karşı kuvvete dayalı
devlet yanıtlarının meşruluğunu değerlendirmede
Uluslararası Hukukun geleneksel kategorilerinin yeterliliği hakkında şüpheler
doğurmuştur. Bu çerçevede terörizm karşıtı tedbirler açısından md. 2/4’te öngörülen
yasağın niteliğini esnekleştiren ya da BM Andlaşması’nda öngörülmeyen istisnalara
dayanan çeşitli stratejilerin geliştirilmesine neden olmuştur.
A. Terörizme Karşı Kuvvet Kullanma Çerçevesinde Md. 2/4’ü Tahdit Eden
Yaklaşım
Terörizme karşı kuvvet kullanma hakkının meşruluğunun savunan en geniş
kapsamlı yaklaşım BM Andlaşması md. 2/4’teki kuvvet kullanma yasağının
kapsamını sınırlandırmaya çalışan yaklaşımdır. Bu yaklaşımı benimseyen yazarlar
2/4. maddenin “ … bir başka devletin toprak bütünlüğüne veya siyasal
bağımsızlığına karşı…” ve “…Birleşmiş Milletlerin amaçları ile bağdaşmaz
herhangi bir surette…”, tehdide veya kuvvet kullanılmasına başvurmaktan
386
Arend , Anthony Clark ve Beck, Robert J., a.g.e. , s. 146.
123
kaçınacaklardır şeklindeki iki niteliksel özelliğini, md. 2/4’deki yasağı kayda tabi
tutmak için kullanmaktadırlar. 387 Böylece, bir terörist tehdidi ortadan kaldırmak
için sınırlı ve geçici
kuvvet kullanmalar teröristlerin yerleşmiş olduğu devletin
toprak bütünlüğünü ve siyasal bağımsızlığını ihlal etmediği için BM Andlaşması’nda
yeralan genel kuvvet kullanma yasağını ihlal etmiş olmayacaktır. Bu yaklaşım
çerçevesinde, terörizme karşı kuvvet kullanılmasının meşru müdafaa hakkı esasında
meşrulaştırılması da zorunlu değildir.388 Zira, terörizme karşı kuvvet kullanmak
toprak kazanmayı, devlet ülkesini işgal etmeyi, siyasi süreci etkilemeyi, hükümeti
devirmeyi amaçlamamaktadır. Üstelik, uluslararası terörizm resmi olarak BM
Genel Kurulu tarafından bir çok olayda kınanmış olması nedeniyle ve Güvenlik
Konseyi tarafından sürekli olarak uluslararası barış ve güvenliğe yönelik bir tehdit
olan terörizmle “tüm araçlarla” mücadele etme389 gereğinin tanımış olması nedeniyle
terörizme karşı kuvvet kullanmak BM’nin amaçlarına da aykırılık teşkil
etmeyecektir.390 Bu ihtilaflı teori391 artan şekilde, terörist saldırıya yol açan
387
Terörizmle ilişkilendirilmeksizin genel olarak md. 2/4’teki kuvvet kullanma yasağını kayda tabi
tutan bu teori, orijinal olarak vatandaşları dışarıda koruma ve kurtarma operasyonları çerçevesinde
geliştirilmiştir. Md. 2/4’te sınırsız bir kuvvet kullanma yasağı getirilmediğini savunan çok sayıda
yazar vardır. Bunlar arasında örneğin, J. Stone, sadece belli niteliklerde, yani diğer devletlerin toprak
bütünlüğüne ve siyasal bağımsızlığına karşı kuvvet kullanılmasının yasaklanmış olduğunu; bu
kayıtlara uyulduğu taktirde, meşru müdafaa dışında kuvvet kullanılmasının md. 2/4’e uygun olacağını
savunmaktadır. Bkz. Stone, Julius, Legal Controls of International Conflict , London, 1954, s.
235, Başeren, Sertaç H, a.g.e. , s. 56’dan iktibas edilmiştir. Yine, Anthony D’Amatto, İsrail’in Irak’ın
nükleer silahlar geliştirmesini önlemek için 1981’de Osirak Nükleer Reaktörüne yönelik saldırısını bu
esasta meşrulaştırmıştır. D’Amatto’ ya göre, İsrail’in saldırısı Irak’ın ülkesel bütünlüğünü ya da
siyasal bağımsızlığını tehlikeye atmadığı için md. 2/4’deki kuvvet kullanma yasağını ihlal etmemiştir.
Bkz. D’Amato, Anthony, “Israil’s Air Strike Upon the Iraqi Nuclear Reactor”, AJIL, Cilt 77, 1983, s.
584-588.
388
Travalio, Gregory M., “Terrorism, International Law and the Use of Millitary Force”, Wisconsin
International Law Journal, Cilt 18, Sayı 1, 2002, s. 145-166.
389
Güvenlik Konseyi kararlarından 12 Eylül 2001 tarihli 1368 sayılı Kararın önsözünün 2.
paragrafında ve 28 Eylül 2001 tarihli 1373 sayılı Kararın önsözünün 5. paragrafında, terörizme karşı
her tür araçla mücadele etme gereksinimi belirtilmektedir. Bkz. U.N. S/RES/1368 (2001); U.N.
S/RES/1373 (2001).
390
D’Amato, Anthony, a.g.m. , s. 584.
391
Md. 2/4’ü tahdit eden yaklaşımları eleştiren çok sayıda yazar vardır. Bu yazarlar arasında bulunan
örneğin Oscar Schachter, “Bir devletin, tehlike altındaki kişileri kurtarmak amacıyla ya da insani
124
faaliyetleri destekleyen, teröristlere müsamaha gösteren ve bunları barındıran
devletlere yönelik operasyonları meşrulaştırmak için kullanılmaktadır.392
Ancak bu yaklaşım bir çok bakımdan eleştirilere açıktır. Öncelikle md. 2/4’ü
tahdit
eden
bu
yorum
terörizme
karşı
tüm
kuvvet
kullanma
durumlarını
kapsamamaktadır. Bu yaklaşım, ülke dışındaki belli teröristlerin ele geçirilmesini ve
öldürülmesini ve başka ülkedeki terörist üslere karşı askeri saldırıları kapsayabilirken,
devlet destekli terörist saldırılara genişletilemez. 393 Terörizme karşı kuvvet kullanma
bir terörist dostu hükümeti devirmeyi ve yerine uluslararası terörizmle savaşta işbirliği
yapmaya daha istekli bir hükümeti getirmeyi amaçlarsa, bu durum devletin “siyasal
bağımsızlığını” etkileyecektir.394 Bu spesifik argüman dışında ileri sürülebilecek daha
genel düzeyde başka argümanlar da vardır. İlk olarak, Md. 2/4’ü tahdit eden bu
yaklaşım md. 2/4’te öngörülen “BM amaçlarıyla bağdaşmaz herhangi şekilde” kuvvet
kullanma yasağını ihmal etmektedir. Bu amaçlar arasında en temel amaç BM
Andlaşması’nın md. 1/1’de yer alan “uluslararası barış ve güvenliğin muhafazası”
dır.395 Adaleti temin etmek için kuvvet kullanmak, uluslararası sisteme (terörizmin
neden olduğu) kısmi bir adaletsizlikle yaşamaktan daha büyük zarar verecektir.396 İkinci
olarak, BM Andlaşması’nın hazırlık çalışmalarında/travaux préparatoiries, metne
ülkesel bütünlük ve siyasal bağımsızlık ifadelerinin eklenmesi, sadece bu koşullara
amaçlarla rızası olmaksızın bir başka devletin ülke topraklarında kuvvet kullanması, devletin toprak
bütünlüğüne aykırıdır. Müdahalenin amaçları ya da sonuçları itibariyle yasağa bir istisna oluşturmaya
çalışmak md. 2/4’ün amaçlanan etkisini ortadan kaldıracaktır” demektedir. Bkz. Schachter, Oscar,
“The Lawful Use of Force by a State Against Terrorist in Another Country”, Terrrorism & Political
Violence: Limits & Possibilities of Legal Countrol, Henry H. Han, (ed.), Oceana Publications,
Inc., New York, London, Rome, 1993, s. 246.
392
Sthan, Carsten, “International Law Under Fire: Terrorist Acts as “Armed Attack”: The Right to
Self-Defense, Article 51(1/2)of the UN Charter, and International Terrorism”, Fletcher F. World
Affairs, Cilt 27, Sayı 2, 2003, s. 16-17.
393
Grote, Rainer, a.g.m. , s. 12.
394
Grote, Rainer, a.g.m. , s. 12.
395
Schmitt, Michael N., a.g.m. , s. 522.
396
Henkin, Louis, a.g.e. , s. 38.
125
önem veren küçük devletlere daha kesin garantiler vermek için dahil edilmiş; hiçbir
zaman kuvvet kullanma yasağına sınırlamalar getirmek amaçlanmamıştır. 397
Son olarak, devlet uygulamalarına baktığımızda devletlerin md. 2/4’ü
çok nadiren dar bir şekilde yorumlamış oldukları görülmektedir. Gerçekten,
İngiltere’nin Korfu Boğazı Uyuşmazlığı’ndaki iddiası halen farklı bir örnek olarak
kalmaya devam etmektedir. İngiltere Korfu Boğazı Uyuşmazlığı’nda, İngiliz
donanmasının Arnavutluk karasularında gerçekleştirdiği
mayın tarama eyleminin
Arnavutluk’un ülke bütünlüğünü veya siyasi bağımsızlığını tehdit etmediğini,
dolayısıyla Arnavutluk’un bir toprak kaybına uğramadığını ve siyasi bağımsızlığına bir
halel gelmediğini belirterek harekatın meşru olduğunu iddia etmiştir.398 Ancak,
Uluslararası Adalet Divanı İngiltere’nin iddiasını reddederek harekatın Arnavutluk’un
egemenliğini ihlal ettiğine karar vermiştir. Divan tarafından İngiltere’nin iddiasının
reddedilmiş
olması,
md.
2/4’ün
dar
yorumunun
tam
bir
reddi
olarak
yorumlanmaktadır.399 Benzer şekilde, İsrail’in de md. 2/4’ün dar bir yorumunu
benimsediğine ilişkin işaretler vardır. Nitekim, 1981’de Osirak Nükleer Reaktörüne
saldırısını meşrulaştırırken İsrail’in dayandığı argümanlardan bir tanesi de md. 2/4’ün
dar yorumu olmuştur.400 Ancak, Güvenlik Konseyi İsrail saldırısını md. 2/4’ün bir
ihlali olarak takbih eden bir kararı oybirliğiyle kabul etmiştir.401 Güvenlik Konseyi’nin
397
Brownlie, Ian “The Principle of Non-use Of Force in Contemporary International Law”, The NonUse of Force in Internatioanal Law içinde, William E. Butler (ed.), Martinus Nijhoff Publishers,
Dordrecht, 1989, s. 22.
398
Bkz. Corfu Channel (Albania v. U.K.) Case, Judgement on Merits, I.C.J. Reports 1949, s. 35.
399
Gray, Christine, a.g.e. , s. 25.
400
Gray, Christine, a.g.e. , s. 26.
401
U.N. Doc. S /RES/487 ( 1981).
126
İsrail’i kınayan söz konusu kararı, md. 2/4’ün geniş kapsamlı bir yasak olduğuna ilişkin
genel anlayışı güçlendirmiştir.402
B. BM Andlaşması’nda Öngörülmeyen Sınırlı Bir İstisna Lehine Argümanlar
Geçmiş dönemlerde, devletlere terörizme karşı yasal kuvvet kullanma hakkı
tanınmak için BM Andlaşması md. 2/4’deki kuvvet kullanma yasağı çerçevesinde
öngörülmeyen sınırlı bir istisna yaratılmaya çalışılmıştır. Bu çerçevede devlet destekli
terörizme proaktif bir yanıt olarak “silahlı zararla karşılık” kurumu yasal bir dayanak
olarak ileri sürülmüştür.403 Günümüzde de silahlı zararla karşılık kavramı uluslararası
terörizm çerçevesinde yeniden canlandırılmaya çalışılmaktadır.
1. Zararla Karşılık
Zararla karşılık kurumunun kökleri Orta Çağ’a kadar gitmektedir. Nitekim,
14.YY’dan 18.YY’a kadar bu sisteme özel bir hak olarak başvurulmuştur. 19.YY ve
20.YY’ın başlarında sömürgecilikle bağlantılı olarak sık sık meydana gelen askeri
kuvvet kullanılmasını içeren zararla karşılıklar, bu hakka başvurmak için gereken
koşullarının
açıklığa kavuşturulması gereksinimine işaret etmiştir.404
Hukuki bir
zararla karşılığın temel koşulları Portekiz Angolası’ndaki 1914 tarihli Naulila olayına405
402
O’Connell, Mary Ellen, “The Myth of Preemptive Self-Defense,” 2002,
http://www.asil.org./taskforce/oconnell.pdf , (12 Şubat 2003).
403
Livingstone, Neil C., “Proactive Responses to Terrorism: Reprisals, Preemption and Retribution”,
International Terrorism: Characteristics, Causes, Controls içinde, Charles W. Kegley, (ed.),
University of South Carolina, St. Martin’s Press, Inc., New York, 1990, s. 219.
404
Erickson, Richard J., a.g.e. , s. 136
405
Ekim 1914’de, I. Dünya Savaşı sırasında Portekiz’ in henüz tarafsız olduğu bir dönemde, Güney
Afrika sömürgesinde görevli olan üç Alman vatandaşı Portekiz sömürgesi olan Angola’da
öldürülmüş; diğer ikisi ise bir Portekiz sınır karakolunda enterne edilmiştir. Güney Batı Afrika’nın
Alman koloni komutanı bir zararla karşılık hakkına dayanarak Portekiz kolonisi Angola’ya saldırıp
127
ilişkin olarak 1928 tarihli Portekiz-Alman Hakemlik Mahkemesi’nin kararı tarafından
ortaya konmuştur.406
“Zararla karşılık” bir devletin, diğer bir devlete karşı, Uluslararası Hukuka
aykırı kendi kusurlu fiili ile yarattığı uyuşmazlığın tatminkar bir çözümüne rıza
göstermesi için bu ikinci devleti zorlamak amacıyla istisnaen izin verilen, aksi halde
illegal olan haksız bir fiildir”.407 Bu tanım çerçevesinde herhangi hukuki zararla
karşılığın doğasında olması gereken ilk koşul, zararla karşılık, devletin önceki kusurlu
bir fiiline yanıt olarak gerçekleştirilmiş olmalıdır. Önceki kusurlu bir fiil olmaksızın
zararla karşılık meşrulaştırılamaz. Önceki kusurlu fiil, diğer türlü illegal bir eylem
olacak zararla karşılığı hukuki hale getirmektedir.408 Meşru müdafa hakkının amacı
korunmaktır; zararla karşılığın amacı ise cezalandırmaktır.409 Bu koşul zararla karşılığı
meşru müdafaa hakkından da ayırmaktadır. Bu fark yeterince açık görünmesine rağmen
uygulamada daima bu kadar açık olmayabilmektedir.410 Zararla karşılık vukuu
muhakkak bir saldırıya yanıt olarak gerçekleştirilemez. Zararla karşılığa başvuran
devlet, haklarını ihlal eden devleti cezalandırarak mevcut ihlalden dönmeye ya da
gelecekteki ihlallerinden
kaçınmaya zorlar. İkinci olarak, zararla karşılık kusurun
düzeltilmesi için bir isteğin yapılmasından sonra gerçekleştirilmek zorundadır. Hakları
ihlal edilen devlet, kusurun düzeltilmesi için haksız fiil işleyen devletten tazminat ya
da davranış değişikliğinde bulunması için taleplerde bulunmalı ve söz konusu devlete
bazı yerleri imha edilmesi emrini vermiştir. Akabinde, Portekiz geri çekilmek zorunda kalmış ve
küçük çaplı yerli ayaklanmaları ve yağmalama olayları meydana gelmiştir. Daha sonra iki ülke
meseleyi bir hakemlik mahkemesine götürme konusunda anlaşmışlardır. Ayrıntılı bilgi için bkz.
Keskin, Funda, a.g.e. , s. 96; Erickson, Richard J., a.g.e. , s. 136.
406
Grote, Rainer, a.g.m. , s. 12.
407
Tanım için bkz. Başeren, Sertaç H., a.g.e. , s. 151; McCoubrey, Hilaire ve White, Nigel D., a.g.e. ,
s. 111.
408
Bowett, Derek W., a.g.e. , s. 13; Falk, Richard A., “The Beirut Raid and International Law of
Retaliation”, AJIL, Cilt 63, Sayı 3, 1969, s. 431; Erickson, Richard J., a.g.e. , s. 136.
409
Livingstone, Neil C., a.g.e. , s. 220.
410
Başeren, Sertaç H., a.g.e. , s. 158; Erickson, Richard J., a.g.e. , s. 137.
128
taleplerinin yerine getirilmesi için makul bir süre tanımalıdır.411 Üçüncü olarak, zararla
karşılık fiili orantılı olmalıdır yani zararla karşılık eyleminin buna yol açan fiille
tamamen orantısız olmamalıdır.412 Bu bağlamda zararla karşılık önemsiz hakların
düzeltilmesi için uygun bir araç değildir. 413
Naulila davasına ilişkin olarak Hakemlik Mahkemesi tarafından ortaya konan
bu koşullara, uluslararası örf ve adet hukuku tarafından hukuki zararla karşılığın
doğasında olması gereken başka koşullar ilave edilmiştir. Bu koşullar arasında eylemin
bir son çare olarak gerçekleştirilmek zorunda olması;414 zararla karşılığın tazminat ya da
davranış değişikliği şeklindeki istekler karşılandığında sona ermek zorunda olması;
eylemin üçüncü devletlere kasıtlı olarak zarar verecek şekilde gerçekleştirilmemesi;415
zararla karşılığa bir önceki yasal zararla karşılığa yanıt olarak başvurulamayacak
olması yer almaktadır.
a. Terörizme Karşı Silahlı Zararla Karşılık
Günümüzde, silahlı zararla karşılık kavramı uluslararası terörizm çerçevesinde
yeniden canlandırılmaya çalışılmaktadır.416 Zira, yeniden canlandırılmaya çalışılan
askeri zararla karşılık kurumu devletleri, terörizme karşı kuvvete dayalı yanıtlarında
BM Andlaşması md. 51 çerçevesinde meşru müdafaa hakkı tarafından getirilen aciliyet
411
Falk, Richard A., a.g.m. , s. 431.
Erickson, Richard J., a.g.e. , s. 137.
413
Falk, Richard A., a.g.m. , s. 431.
414
Erickson, Richard J., a.g.e. , s. 137.
415
Erickson, Richard J., a.g.e. , s. 138.
416
Grote, Rainer, a.g.m. , s. 13.
412
129
/timeliness ve orantılılık gibi sınırlamalara uyma yükümlülüğünden bağışık tutarak
terörizme karşı savaşta etkin bir askeri caydırıcılık sağlayacaktır.417
BM
Andlaşması’nın
uyuşmazlıkların
barışçıl
yollarla
çözülmesini
düzenleyen md. 2/3 ve kuvvet kullanılmasını yasaklayan md. 2/4 hükümleri askeri
zararla karşılılığı yasakladığı genel olarak kabul edilmektedir. Bununla birlikte,
yazarların bir kısmı418 terörizme karşı kuvvet kullanma konusunda zararla karşılık
fiilini hukuka uygun görmeye devam etmektedirler. Bir başka grup yazar ise BM
Andlaşması’nın yürürlüğe girmesinden bu yana tekrarlanan askeri zararla karşılık
eylemlerinden endişe etmektedirler.419 Bu çerçevede örneğin, yaptığı bir çalışmada,
1953-1970 arası dönemde 22 ayrı zararla karşılık eylemini tespit eden Bowett
420
devletlerin özellikle terör üslerine yönelik fiili eylemleri ile BM Andlaşması’nda
öngörülen kuvvet kullanma
yasağı arasında bir “güven açığı/ credibility gap”
oluştuğunu ileri sürmekte, bu trendin devam etmesi halinde zararla karşılığın de
jure illegal kaldığı fakat de facto kabul edildiği bir duruma ulaşılacağı konusunda
uluslararası toplumu ikaz etmektedir.421
Askeri zararla karşılıkla meşru müdafaa arasındaki ayırımdan ve zararla
karşılığın illegal olduğu yargısından vazgeçilmesi gerektiğini ileri süren O’Brian ise,
“meşru müdafaa ve zararla karşılık arasında çok az fark vardır. Meşru müdafaanın
geleneksel pozitif görüşü ve zararla karşılığın negatif görüşü pratik değildir ve
417
Grote, Rainer, a.g.m. , s. 13.
Bu görüşü savunan yazarların bir kısmı için bkz. O’Brien, William, “Reprisals, Deterrence and
Self-Defence in Counterterror Operations”, Virginia Journal of International Law, Cilt 30, 1990 s.
476; Seymour, Philip A., “The Legitimacy of Peacetime Reprisals as a Tool Against State-Sponsored
Terrorism”, Nav. L. Rev, Cilt 39, 1990, s. 235, 240; Arend, Anthony Clark ve Beck, Robert J., a.g.e. ,
s. 171.
419
Örneğin askeri zararla karşılığın hukuka aykırı olduğunu kabul eden Derek W. Bowett bu konuda
kaygılanmaktadır. Bkz. Bowett, Derek W., a.g.e. , s. 13.
420
Bkz. Bowett, Derek W., “Reprisals Involving Recourse to Armed Force”, AJIL, Cilt 66, Sayı 1,
1972, s.33-34.
421
Bowett, Derek W., a.g.m. , s. 10-11.
418
130
yararsızdır. Bunun yerine, hem zararla karşılık hem de meşru müdafaa tek bir
makullük /reasonableness kriteri altında analiz edilmelidir. Silahlı zararla karşılık
yasal meşru müdafaa hakkı içinde asimle edilmelidir” demektedir.422 Seymour ise
tam tersine, mağdur devletin terörizmi caydırmak için teröristlere ya da terörizme
sponsorluk yapan devletlere karşı kuvvete dayalı yanıtlarını meşru müdafaadan
ziyade zararla karşılık olarak nitelendirilmesinin daha uygun olacağını savunarak
“…daha
gerçekçi
ve
daha
onurlu
bir
şekilde
zararla
karşılık
olarak
tanımlanabilecek olan eylemler için yasal bir dayanak olarak hizmet etmesi için
meşru müdafaa kavramı genişletilmemelidir” demektedir.423 Arend ve Back ise, 1969
Kuzey Denizi Kıta Sahanlığı Uyuşmazlığı424 sonucu ortaya çıkmış olan, “çıkarları
açıkça etkilenmiş olan devletlerin
gerektiğine ilişkin ilkeden”
425
uygulamalarına daha fazla önem verilmesi
yola çıkarak, terörizmden çıkarları açıkça spesifik
olarak etkilenen İsrail ve ABD’nin uygulamalarına daha büyük önem vermekte ve
hukukun fiili uygulamadan kopması nedeniyle, terörizme karşı
zararla karşılık
yasağının, normatif niteliğinin sorgulanacak kadar hızla yozlaşmakta olduğunu iddia
etmektedir.426
Bu çerçevede Arend ve Back, “Hukuk,
etkin devlet uygulaması
olarak tanımlanırsa ve çıkarları açıkça etkilenmiş İsrail ve ABD gibi devletlerin
uygulamalarına önemli ağırlık verilirse,
terörizme karşı silahlı zararla karşılık
yasaklanmayacaktır. Jus ad bellum konusunda böyle bir sonuç çok tatmin
olmayabilir fakat bu doğrudur.” demektedir.427
422
O’Brien,William, a.g.m. , s. 476.
Seymour, Philip A., a.g.m. , s. 235, 240.
424
Bkz. North Sea Continental Shelf Cases, I.C.J. Reports, 1969, p. 3.
425
Bkz. I.C.J. Reports 1969, s. 43, parag. 73 ve s. 44, parag. 74.
426
Arend, Anthony Clark ve Beck , Robert J., a.g.e. , s. 171.
427
Arend, Anthony Clark ve Beck , Robert J., a.g.e. , s. 171.
423
131
Silahlı zararla karşılık fiilini özel olarak terörizme karşı savaşta
hukuka
uygun gören görüşlere katılmak bir çok nedenden dolayı mümkün değildir. İlk olarak,
hem BM Andlaşması silahlı zararla karşılık fiilini yasaklamakta hem de BM
organlarının çeşitli deklarasyon ve kararları silahlı zararla karşılık kurumunu yeniden
canlandırma girişmlerini istikrarlı bir şekilde reddetmektedirler. Nitekim, BM Genel
Kurulu çeşitli kararlarında devletlere zararla karşılığa başvurmamaları konusunda
çağırda bulunmuştur.428 Ayrıca Güvenlik Konseyi’de bir çok kez meşru müdafaa
esasında haklılaştırılmaya çalışılan ancak amaçları itibariyle zararla karşılık olarak
nitelenebilecek askeri kuvvet kullanma fiilerini kınamıştır. 429
Diğer taraftan terörizme sponsorluk yapan ve destekleyen devletlere karşı
zararla karşılık esasında kuvvet kullanmak intikam amaçlı misilleme niteliğindeki
terörist saldırıları arttırma ve devletler arasında çatışmaları tırmandırma riski
taşımaktadır. Zararla karşılıkta amaç cezalandırmak olduğu için, ayırım gözetmeyen
bir zararla karşılık politikası benimsemek teröristlerin bozulmuş değer sistemlerini
kabul etmek anlamına gelecektir.430 Bu bağlamda, terörizme karşı zararla karşılığın
uygun bir fiil olmadığını göstermek açısından terörizme karıştığı iddia edilen Libya’ya
karşı gerçekleştirilen 1986 ABD hava saldırısı ve İsrail’in 1985’te Tunus’ta bulunan
FKÖ karargahına yönelik hava saldırısı üzerinde durmak yararlı olacaktır.
428
Örneğin 24 Ekim 1970 tarihli 2625 sayılı Dostça İlişkiler Bildirisinde, “Devletler kuvvet
kullanılmasını içeren zararla karşılık eylemlerinden kaçınma yükümlülüğündedir ” şeklinde bir paragraf
yer almaktadır.
429
Topraklarına yönelik bir dizi saldırının gerçekleştirilmesinde bir üs olarak kullanılan Yemen’e
karşı Güney Arabistan Federasyonu İngiltere’den yardım istemiştir. Bunu üzerine, İngiltere bir hava
saldırısı düzenleyerek Yemen’de bulunan bir kaleyi imha etmiştir. Bu olay üzerine, BM Güvenlik
Konseyi 9 Nisan 1964 tarihinde 188 sayılı kararı ile İngiltere’nin söz konusu eylemini zararla karşılık
olarak kınamıştır.
430
Livingstone, Neil C., a.g.e. , s. 221-222.
132
b. Devlet Uygulamaları
i. ABD’nin 1986’da Libya’ya Yönelik Saldırısı
aa. Olay
5 Nisan 1986 tarihinde, Batı Berlin’de “La Belle” isimli bir gece kulübünde
patlama olmuş, iki ABD askeri ve bir TC. vatandaşı ölmüş, 77’si Amerikalı 229 kişi
yaralanmıştır.431 Olayın sorumluluğunu başka örgütler yanında, Anti Amerikan Arap
Kurtuluş Cephesi üstlenmiştir.432
Bu olaydan on gün sonra ABD, 15 Nisan 1986 tarihinde Libya’ya karşı bir
hava saldırısı gerçekleştirmiştir. Hava saldırısında Trablusgarp’ta üç askeri hedef Askeri Havaalanı, Aziziye Kışlası ve Sid Balal Deniz Eğitim Merkezi - ve Bingazi’de
ise iki askeri hedef - Benina Hava Üssü ve Jamahiya Kışlası - bombalanarak ağır
şekilde tahrip edilmiş ve Trablusgarp’taki Fransız elçilik binası dahil askeri olmayan
bazı bölgelere de zarar verilmiştir. “El Dorado Kanyon” isimli operasyon 11 dakika
sürmüş ve aralarında Libya lideri Kaddafi’nin bir kızının da olduğu 37 kişi ölmüş 93
kişi yaralanmıştır.433
bb. ABD’nin ve Libya’nın İddiaları
ABD, hava saldırısını savunmak için bir çok iddiada bulunmuştur. İlk olarak
ABD, Trablusgarp ve Doğu Berlin’deki Libya Büyükelçiliği arasında yapılan
görüşmelerin deşifre edilmiş kayıtlarına dayanarak, Batı Berlin saldırısından Libya’nın
431
Franck, Thomas M., a.g.e. , s. 90.
Başeren, Sertaç H., a.g.e. , s. 156.
433
Singer, Erick H., “ Terörist Attacks on Nationals: The Lawful Use of Force Against Terrorist Bases
on Foreign Soil”, Terrorism and Political Violence, 1989, Cilt 1, Sayı 4, s. 438.
432
133
sorumlu olduğuna ilişkin kesin kanıtlara sahip olduklarını, saldırının Libya hükümeti
tarafından ABD vatandaşlarına ve binalarına karşı gerçekleştirilen devam eden saldırı
örnekleri arasında sonuncusu olduğunu; Libya’nın davranışlarını değiştirmek için
barışçıl çabalar, ardından yaptırımlar gibi diğer tedbirlere başvurduğunu fakat bunların
başarısız olmasından sonra operasyonu gerçekleştirdiğini; Libya tarafından ABD
hedeflerine karşı yakın gelecekte gerçekleştirilecek saldırıların açık kanıtlarına sahip
olduklarını ve hava saldırısının Libya’nın Amerikan vatandaşlarına karşı gelecekte
gerçekleştirebileceği muhtemel saldırıları önlemek ve caydırmak için önleyici bir
eylemin gerekliliği esasında gerçekleştirilmiş olduğunu; hava saldırısının amacının
terörist bağlantılı binaları yok etmekle sınırlandırıldığı ve sivillere zarar vermekten
kaçınıldığını ve son olarak, Libya’nın BM Andlaşması’nın md. 2/4’ü ihlal etmiş
olduğunu; ABD eyleminin BM Andlaşması md. 51’e tamamen uygun olduğunu zira
BM Andlaşması md. 51’de tanınan doğal olan meşru müdafaa hakkının, bir devletin
vatandaşlarını ve gemilerini koruma hakkını kapsadığını, bir devletin “silahlı saldırıya”
maruz kalan vatandaşlarının hayatını korumak istediği için kınanmasının çok anlamsız
olacağını ileri sürmüştür.434
ABD’nin operasyonu meşrulaştırmak için ileri sürdüğü bu argümanlar en az
iki ihtilaflı unsura dayanmaktadır. İlk olarak, ABD bir bütün olarak ele alındığında
devam eden terörist eylemlerin bir “silahlı saldırıya” ulaşacağını iddia etmiştir. İkinci
olarak, ABD’ye göre, meşru müdafaa hakkı önleyici/ preemptive bir tedbir hakkını da
kapsamaktadır.435 Başkan Reagan’ın yaptığı bir konuşmada söylediği gibi bu önleyici
tedbir “Kaddafi’nin sadece terörizmi ihraç etme kapasitesini ortadan kaldırmayacak
434
435
Singer, Eric H., a.g.m. , s. 439.
Alexandrov, Stanimir A., a.g.e. , s. 184-185.
134
fakat bu aynı zamanda Kaddafi’yi bu tür davranışlarını değiştirmesi için zorlayacak ve
ona bir düşünme fırsatı verecektir”.436
Saldırı ile hiçbir şekilde ilişkisi olmadığını ileri süren Libya ise,
asıl
terörizmin, ABD yönetimine hayır diyen Libyalı çocukları öldüren ABD tarafından
gerçekleştirilen eylemler olduğunu, gerçekte ABD’nin md. 51 çerçevesinde Libya’ya
meşru müdafaa hakkı veren bir silahlı saldırı gerçekleştirmiş olduğunu iddia etmiştir.437
cc. Diğer Devletlerin Görüşleri
ABD’nin Libya’ya yönelik saldırısı BM Güvenlik Konseyi’nde tartışmalara
konu olmuştur. İngiltere, İsrail, Güney Afrika ve Kanada hariç, ABD’nin pek çok
müttefiki saldırıyı onaylamamış, saldırının meşruluğu hususunda kararsız kalmıştır.
Yunanistan, Hollanda, Batı Almanya, Belçika, Fransa, İspanya ve İtalya gibi ABD’nin
müttefiki olan devletler saldırıyı eleştirmişlerdir. Sovyetler Birliği, Doğu Bloku
devletleri, Arap devletleri, Çin, Afrika Birliği ve Bağlantısızlar Hareketi de ABD’yi
kınamıştır.438
Uganda, Tayland, Cezayir gibi bazı bağlantısız ülkeler, ABD saldırısını
“zorbaca, tahrik edilmemiş bariz bir saldırı” olarak nitelendirerek, Libya’nın
bombalanmasını “uluslararası barış ve güvenliğe yönelik bir tehdit” olarak kınayan bir
karar tasarısı hazırlamışlardır. ABD saldırısını kınayan bu karar tasarısı Bulgaristan,
Çin, Kongo, Gana, Madagaskar, Tayland, Trinidad, Tobago ve SSCB dahil 9 devlet
tarafından desteklenmiştir.439 Ancak, BM’deki ABD’nin müttefiklerinin ABD’nin
kınanmasına izin vermekte isteksiz olmaları sonucu, oylamada Venezüella çekimser
436
Henkin, Louis, a.g.e. , s. 46.
Singer, Eric H., a.g.m. , s. 439-440.
438
Başeren , Sertaç H., a.g.e. , s. 157-158.
439
Karar tasarısının metni için bkz. U.N. Doc. S/18016/Rev.1, 21 Nisan 1986; oylar için bkz. U.N.
Doc. S/PV.2682, (1986).
437
135
kalmış, Avusturya ve Danimarka karşı oy kullanmıştır. Sonuç olarak, ABD’yi kınayan
bir karar tasarısının çıkması İngiltere, Fransa ve ABD’nin vetolarıyla engellenmiştir.440
Buna karşılık, veto mekanizmasının olmadığı BM Genel Kurulu’nda ABD’nin eylemi
açıkça kınanmıştır. 441
dd. Yazarların Görüşleri
ABD’nin Libya’ya yönelik saldırısını meşrulaştırmak için
ileri sürdüğü
argümanlar ve Güvenlik Konseyi’nin tutumu yazarlar tarafından farklı şekilde
değerlendirilmiştir. Bir grup yazar, ABD’nin iddialarını eleştirmiştir. Örneğin, BM
rejiminin
barışçıl tedbirler vasıtasıyla münferiden self-help ve karşı tedbirlere
başvurmayı yasaklamadığını ve genel Uluslararası Hukukun belli koşullar altında ve
gereklilik ve orantılılık sınırları içinde karşı tedbirlere izin verdiğini savunan Oscar
Schachter “…devam eden saldırılar dizisi gelecekte gerçekleşmesi mümkün saldırıların
bir belirtisi olabilir. Ancak ABD, Libya’yı bombalamasını geçmişteki bir dizi saldırı
esasında meşrulaştırmaz. Çünkü burada çok sayıda ABD birliğinin koruduğu
Berlin’deki bir gece kulübüne yönelik sadece tek bir saldırı vardı. ABD’nin Libya’nın
dünyanın değişik bölgelerindeki Amerikan hedeflerine karşı yeni terörist saldırı
hazırlıkları içinde olduğunu iddia etmesine rağmen söz konusu iddiayı kanıtlayan
somut deliller ortaya koyamamıştır. ABD kendisine yönelik terörist bir saldırı
düzenleneceğine dair kesin bir kanıta sahip olmuş olsa bile kendisinden beklenilen şey
saldırılara karıştığı ileri sürülen devletin başkentini bombalamak değil; gerçekleşmesi
beklenen saldırılara
karşı
savunma amaçlı tedbirler almasıdır”
440
442
şeklindeki
Franck, Thomas M., a.g.e. , s. 90.
Bkz. G.A. Res./41/3841 (1986).
442
Schachter, Oscar, International Law in Theory and Practice, Martinus Nijhoff Publishers,
Dordrecht, Boston , London , 1991, s. 167-168.
441
136
sözleriyle eleştirmiştir. Bir başka açıdan olayı değerlendiren Jhon F. Murphy ise,
ABD’nin 1986’da Libya’ya karşı kuvvet kullanmadan önce tüm barışçıl yolları tükettiği
argümanının inandırıcı olmadığını, zira, BM Andlaşması’nın md. 37/1’e göre, uzaması
uluslararası barış ve güvenliğin muhafazasını
tehdit edebilecek mahiyette bir
uyuşmazlığa taraf olanlar bu uyuşmazlığı 33. maddede anılan yollarla çözmeye
muvaffak olamazlarsa bunu Güvenlik Konseyi’ne sunarlar şeklindeki yükümlülüğe
rağmen ABD’nin, Libya ile olan Sirte Körfezi, Libya’nın terörizmi desteklemesi gibi
uyuşmazlıklarını, askeri tedbir almadan önce BM Güvenlik Konseyi’ne sunmamış
olduğuna işaret ederek;
burada
ABD’ye karşı ne “silahlı saldırı” ne de “vukuu
muhakkak bir silahlı saldırı” tehdidi olduğunu ve dolayısıyla ABD’nin meşru müdafaa
esasında
münferiden
kuvvet
kullanması
için
“gereklilik”
koşulunun
yerine
getirilmediğini ileri sürmüştür.443
Bir başka grup yazar ise, ABD hava saldırısına yönelik uluslararası toplumun
tepkisini, ABD’nin kuvvete başvurmasına yönelik bir toleransa işaret ediyor olarak
yorumlamıştır. Bu argümanı destekleyen örneğin Eric Singer, ilk olarak hava saldırısını
Uluslararası Hukukun bir ihlali olarak kınayan karar tasarısını uluslararası ilişkilerde
daha fazla güce sahip olan ve vatandaşları ülke dışı ya da uluslararası şiddetin daha
büyük bir çoğunluğuna maruz kalan devletler - Avusturya, Belçika, Kanada, Kosta
Rika, Danimarka, Fransa, Federal Almanya, İsrail, İtalya, Japonya, Hollanda, Yeni
Zelanda, Norveç, Portekiz, İspanya, ABD ve İngiltere - tarafından reddedilmiş olduğuna
işaret ederek, bu devletlerin görüş ve uygulamalarının daha fazla önem taşıdığına iddia
etmektedir. İkinci olarak Singer, hava saldırısını “siyasi” olarak kabul edilmez bulan
443
Murphy, Jhon F., “Commentary on Intervention to Combat Terrorism and Drug Trafficking”, Law
And Force in the New International Order içinde, Lori Fisler Damrosch & David J. Scheffer (eds.),
Westview Press, Boulder, San Francisco, Oxford, 1991, s. 242.
137
devletlerin
hiçbirisinin,
mevcut
koşullarda,
meşru
müdafaa
hakkının
uygulanmayacağını ileri sürmemiş olmalarını esas almaktadır. 444
Thomas Franck ise, Libya örneğinin, hem devlet destekli terörist saldırıların
bir modeline yanıt olarak “kuvvet kullanılmasının” uygun olacağı, buna itiraz
edilmeyeceğini gösteren hipotetik bir görüşün varlığını kanıtlaması açısından, hem de
devlet yanıtına şekil vermesi
gereken orantılılık kriterinin öneminin
göstermesi
açısından büyük önem taşıdığına işaret etmektedir.445
ABD’nin Libya’ya yönelik hava saldırısı Güvenlik Konseyi tarafından
kınanmamış olmasına rağmen, md. 51 çerçevesinde meşru müdafaa hakkının
kullanılmasından ziyade zararla karşılığa daha çok benzemektedir.446 Zira, Libya’ya
isnat edilen Berlin’deki bombalı saldırının md. 51 çerçevesinde bir silahlı saldırı
koşulunu karşılamaktan uzaktır. Öte yandan, ABD saldırısında vurulan hedefler ve
gözetilen amaçlar dikkate alındığında ABD eyleminin savunma amaçlı bir eylemden
ziyade cezalandırıcı nitelikte, gereklilik, orantılılık ve aciliyet şartları bakımından
tartışmalı bir eylem olduğu görülmektedir.
ii. İsrail’in 1985’te Tunus’ta Bulunan FKÖ Karargahına Yönelik Hava Saldırısı
aa. Olay
Kıbrıs’ın Larnaka limanında “the first”
adlı bir yatta 3 İsraillinin
öldürülmesinden bir hafta sonra, 1 Ekim 1985’te İsrail güçleri, Tunus’un 21 mil
güneyindeki Borj Cedria ‘daki FKÖ’nün karargahını bombalamıştır. Bombalamada
444
Singer, Eric H., a.g.m. , s. 442.
Franck,Thomas M., a.g.e. , s. 91.
446
Alexandrov, Stanimir A., a.g.e. , s. 185; Gray, Christine, a.g.e. , s. 118; Başeren, Sertaç H., a.g.e. ,
s. 155-158.
445
138
FKÖ merkezi yerle bir edilmiş; 60 Filistinli ve 12 Tunuslu ölmüş, 40’dan fazla kişi ise
yaralanmıştır. 447
bb. İsrail’in ve Tunus’un Görüşleri
Hava saldırısının gerçekleştirilmesinden sonra dönemin İsrail Savunma Bakanı
Yitzak Rabin, Larnaka olayını Tunus’taki FKÖ karargahından planlanan ve örgütlenen
geçmiş yıllardaki yüzlerce saldırının en sonuncusu olduğunu; İsrail hedeflerine karşı
artan saldırıların İsrail’e Tunus’taki FKÖ karargahını yok etmekten başka bir seçenek
bırakmadığını söylemiştir.
448
Güvenlik Konseyi’ndeki tartışmalarda ise İsrail’in BM
temsilcisi Netanyahu Tunus’un ülkesinden kaynaklanan terörist saldırıları önlemek
yükümlülüğü altında olduğuna dikkat çekerek Tunus’u, ülkesini teröristlere bir üs
olarak kullandırmakla suçlamıştır. Netanyahu, İsrail’in vatandaşlarını korumak için
doğal olan meşru müdafaa hakkı esasında hareket ettiğini, operasyonun gelecekteki
tehditleri önlemek için nokta operasyonu şeklinde gerçekleştirildiğini ve İsrail’in maruz
kaldığı zararla orantılı olduğunu iddia etmiştir.449
Tunus ise, İsrail eylemini bir “devlet terörizmi” olarak, kasıtlı bir saldırı
eylemi olarak nitelendirmiştir. Ülkesini teröristlere bir üs olarak kullandırdığı
argümanına şiddetle karşı çıkan Tunus, FKÖ’nün Tunus’ta bulunmasının nedenin
“Ortadoğu Barış Çerçevesinin” bir parçası olduğunu iddia etmiştir.450
447
Arend, Anthony Clark ve Beck, Robert J., a.g.e. , s. 152.
Gray, Christine, a.g.e. , s. 116.
449
U.N. Doc. S/PV.2611, 1985, s. 87.
450
U.N. Doc. S/P.2610, 1985, s. 11.
448
139
cc. Uluslararası Toplumun Tepkisi
İsrail hava saldırısı ve meşru müdafaa argümanı uluslararası toplum
tarafından çok az sempatiyle karşılanmıştır. Güvenlik Konsey’inde cereyan eden
tartışmalarda sadece ABD, İsrail’in meşru müdafaa argümanını desteklemiştir.
Nitekim, dönemin ABD’nin BM’deki daimi temsilcisi Vernon Walters “ABD,
devam eden terörist saldırılara maruz kalan bir devletin, gelecekteki saldırılara karşı
kendisini korumak için uygun gördüğü kuvvete dayalı tedbirlere başvurarak yanıt
verebileceği ilkesini tanımakta ve desteklemektedir. Böyle bir eylem,
BM
Andlaşması’nda tanınan doğal olan meşru müdafaa hakkının bir yönüdür...”
demiştir.451 Walters’ın açıklamasından bir hafta sonra, 7 Ekim 1985’de ise dört
Filistinli, İsrail’in Tunus saldırısına misilleme olarak, yolucu gemisi Achille
Lauro’yu kaçırmıştır.452
BM
Güvenlik Konseyi 14 lehte, 1 çekimser
oyla İsrail’in “aktif silahlı
saldırısını” kınayan ve Tunus’un tazminat hakkını hüküm altına alan 573 sayılı (1985)
kararı kabul etmiştir. Konsey’deki oylamada karar tasarısının FKÖ terörizmini
anmaması nedeniyle ABD çekimser kalmıştır.
453
Konseyin diğer üyeleri ise, bölgede
şiddetin rutinleşmesini kabul ederek, hava saldırısını “göze göz” ilkesinin yeni ve
orantısız bir uygulaması olarak nitelendirmişlerdir. Hava saldırısı bir “zararla karşılık”
ya da “yarı zararla karşılık” olarak kınamamış olmasına rağmen Türkiye ve İngiltere
dahil pek çok devlet eylemi bu nitelikte görmüştür.454
451
U.N. S.C.O.R., 2615th mtg. 40:111-112, U.N. Doc. S/INF/41 (1985).
452
Arend, Anthony Clark ve Beck , Robert J. , a.g.e. , s. 153.
Gray, Christine, a.g.e. , s. 116; Singer, Eric H., a.g.m. , s. 444.
454
Singer, Eric H., a.g.m. , s. 445.
453
140
2. Deniz Haydutluğu Benzetmesi
Uluslararası terörizme yanıt olarak kuvvet kullanmak için alternatif bir
yaklaşım, terörizme karşı savaşta devletlerin fedakar /altruistic bir saikini aramaktadır.
Bu görüşe göre, terörizme karşı BM kolektif güvenlik sisteminin çalışmaması halinde
devletler, terörist eylemleri yalnızca münferiden kendilerine yönelik bir tehdit olarak
algılamamakta fakat bir bütün olarak dünya düzeninin istikrarına yönelik bir tehdit
olarak görmektedirler. Meseleye bu perspektiften bakan devletler geçmişteki terörist
saldırıların sorumlularını adalet önüne çıkartmak için ve daha ileri düzeydeki terörist
saldırıları önlemek için
devletler uluslararası
kuvvet kullanma hakkına sahip olmaktadırlar.455 Böylece,
toplumun çıkarına, hukuku uygulamaktadır.456 Bu yaklaşım,
terörizmin deniz haydutluğu, köle ticareti gibi evrensel nitelikte bir suç statüsü457
kazanmış olduğunu ve
olduklarını
teröristlerin de “insanlığın düşmanı/ humani generis”
kabul etmeyi gerektirmektedir. Ancak söz konusu yaklaşım eleştirlere
açıktır.
Deniz haydutluğu (piracy) benzetmesi ilk bakışta yerinde görülebilir. Ancak
birkaç nedenden dolayı bu benzetme kabul edilemez bir yaklaşımdır. İlk olarak, hem
teröristler hem de deniz haydutları şiddet yöntemlerini kullanmalarına karşın, teröristler
maddi çıkar sağlamak için değil, “siyasal” sebeplerle şiddete başvurmaktadır.458 İkinci
455
Grote, Rainer, a.g.m. , s. 13.
11 Eylül saldırılarının bu perspektiften yorumlayan W. Michael Reisman, İkiz Kulelere yönelik
saldırıları sadece ABD’ye yönelik bir saldırı olarak değil fakat dünya kamu düzenine yöneltilmiş bir
saldırı olarak görmekte ve Uluslararası Hukukun terörizme karşı savaşta ABD’ye bir “yürütme
komitesi/executive committee” rolü verdiğini iddia etmektedir. Bkz. Reisman, W. Michael, “In
Defence of World Public Order, AJIL, Cilt 95, 2001, s. 833.
457
Örneğin Cherif Bassiouni, saldırı, jenosid, insanlığa karşı suç, savaş suçları, deniz haydutluğu,
kölelik ve işkence gibi uluslararası nitelikteki suçların jus cogens nitelikte suçlar olduğunu ve jus
cogens suçlardan kaynaklanan yargıla ya da iade et ilkesi gibi yükümlülüklerin erga omnes nitelikte
olduğunu ileri sürmektedir. Bkz. Bassiouni, Cherif, “ International Crimes Jus Cogens and Obligatio
Erga Omnes”, Law &Contemporary Problems, Cilt 59, Sayı 4, 1996, s. 68, 73-74.
458
Arend, Anthony Clark ve Beck , Robert J., a.g.e. , s. 144.
456
141
olarak, uluslararası örf ve adet hukuku altında ve bunun 20. YY’daki kodifikasyonu
çerçevesindeki deniz haydutluğu kurumunda devletler sadece korsan (pirate) gemilerini
ve uçaklarını elegeçirebilir. Oysa, terörizme karşı kuvvete dayalı yanıtın savunucusu
olan devletler yetkilerini, yabancı gemi ve uçaklarda bulunan teröristlerden hariç
tutmakta isteksizdirler.
459
Üçüncü olarak, Oscar Schachter tarafından belirtildiği gibi,
devletler deniz haydutlarını sadece açık denizde yakalayabilirler; devletlerin deniz
haydutlarını ele geçirmek için bir başka devletin ülkesine izinsiz bir biçimde girme
hakları yoktur.
460
Bu nedenlerden dolayı, deniz haydutluğu benzetmesi şüpheli
teröristlere karşı ülke dışı zorlama tedbirlerinin uygulanması sorununun çözümüne
yardımcı olmamaktadır. Bu konuda Cassese’nin tespitine katılmamak mümkün değildir.
Cassese, “Teröristlerin deniz haydutu (pirates) olarak kabul edilmemiş olmasından
memnun olmalıyız. Böyle bir yaklaşım “evrensel yargı yetkisini” kullandığını iddia
eden herhangi bir devlete, ideolojik ve siyasi olarak hasım olduğu devletlere karşı
yasal
kuvvet kullanmasına hizmet edecektir. Ve dünyada şiddetin yayılmasını
hızlandıracaktır. Teröristlerin “insanlığın modern düşmanı” olduğu doğrudur ve her
devlet bunları kendi ülkesinde yargılamak ve cezlandırmak için çaba sarfetmelidir.
Ancak, bu diğer devletlerin ülkelerine ya da diğer devletlerin gemilerine ve uçaklarına
karşı kuvvet kullanmak için bir ruhsat vermemelidir” demektedir. 461
IV. BM KOLEKTİF GÜVENLİK SİSTEMİ VE TERÖRİZM
BM Andlaşması’nın
“Barışın Tehdidi, Bozulması ve Saldırı Durumunda
Yapılacak Hareket” başlığını taşıyan VII. Bölümde öngörülen kolektif güvenlik sistemi
459
Arend, Anthony Clark ve Beck , Robert J., a.g.e. , s. 144.
Schachter, Oscar, “The Extraterritorial Use of Force Against Terrorist Bases”, Houston Journal
of International Law, Cilt 11, Sayı 2, 1989, s. 311.
461
Cassese, Antonio, “The International Community’s “Legal” Response to Terrorism”, s. 606.
460
142
devlet destekli terörizmle mücadelede etkin bir mekanizma sağlamaktadır. Bu
mekanizmanın harekete geçebilmesi için öncelikle Güvenlik Konseyi’nin md. 39
çerçevesinde devlet destekli terörizm eylemleri nedeniyle “barışın
tehdit edildiği,
bozulduğu veya bir saldırı eyleminin gerçekleştiğini tespit etmesi gerekmektedir.”
Güvenlik Konseyi bu saptamayı yaptıktan sonra md. 40 çerçevesinde uluslararası barış
ve güvenliğin korunması veya yeniden kurulması için tavsiyelerde bulunabilecek ya da
md. 41 ve 42 çerçevesinde hangi tedbirlerin alınacağını kararlaştırabilecektir. Güvenlik
Konseyi 41. madde çerçevesinde kuvvet kullanılmasını gerektirmeyen ekonomik,
diplomatik yaptırımlar uygulanmasına karar verebileceği gibi bu tür yaptırımların uygun
olmadığı veya olmayacağına kanaat getirmesi halinde 42. madde çerçevesinde kara,
hava ve deniz kuvvetleri aracılığıyla gerekli gördüğü kuvvet kullanılmasını içeren
tedbirlerin alınmasına da karar verebilecektir.
Günümüze kadar BM Güvenlik Konseyi, defalarca devlet sponsorlu ve devlet
destekli terörizmi md. 39 çerçevesinde “uluslararası barış ve güvenliğe yönelik bir
tehdit” olarak
nitelendirmiştir.462 Bir çok olayda Güvenlik Konseyi bireysel
üye
devletlere karşı şüpheli teröristlerin iadesini sağlamak için ya da terörizme devlet
desteğinin sona erdirilmesini sağlamak için 41. madde çerçevesindeki yetkilerini
kullanmıştır.463
462
Baker, Mark B., “Terrorism and the Inherent Right of Self-Defence: A Call to Amend Article 51
of the United Nations Charter”, Houston Journal of International Law, Cilt 10, Sayı 1, 1987, s. 27.
463
Libya’nın Pan AM 103 uçağı faillerinin yargılanmasında işbirliği yapmaktan kaçınmasını, 1992
tarihli 748 sayılı Kararıyla “barışa yönelik bir tehdit” olarak nitelendirmesiyle başlayan süreç içinde
Güvenlik Konseyi, örneğin, S/RES/1054 (1996); S/RES/1189 (1998); S/RES/1267 (1999);
S/RES/1368 (2001); S/RES/1373 (2001); S/RES/1377 (2001); S/RES/1435 (2002) gibi çok sayıdaki
kararlarında terörizmi “uluslararası barış ve güvenliğe yönelik bir tehdit” olarak nitelendirmiştir.
11Eylül Sonrası dönemde, Güvenlik Konseyi’nin, terörizmi uluslararası barış ve güvenliğe yönelik
bir tehdit olarak nitelendiren ve açıkça kınayan kararlarının sayısında çarpıcı bir artış olduğu
görülmektedir. Nitekim, yalnızca Ocak- Kasım 2002 arası dönemde Güvenlik Konseyi resmi olarak
on ayrı olayda barışı tehdit eden durum tespit etmiştir. Bunlar arasında, Güvenlik Konseyi’nin 1440
(2002) sayılı Kararı ile Ekim 2002’de Moskova Tiyatro Binası’ndaki rehine alma olayını, 1438 sayılı
Kararı ile 12 Ekim 2002’deki Bali’deki bombalama olayını; 8 Kasım 2002 tarihli 1441 sayılı Karar ile
143
Md. 39’da
tehdidin yalnızca devletlerden kaynaklanabileceğine ilişkin bir
hüküm olmaması nedeniyle Güvenlik Konseyi’nin terörist örgütlerden kaynaklanan
eylemleri de “uluslararası barış ve güvenliğe yönelik bir tehdit olarak” nitelendirerek
devlet dışı aktörlere karşı kuvvet kullanılmasına izin vermesi mümkündür. Nitekim,
Güvenlik Konseyi 11 Eylül sonrası dönemde kabul ettiği 1373 (2001) sayılı kararda
“uluslararası terörizm eylemlerinin bütün türlerini uluslararası barış ve güvenliği
yönelik bir tehdit” olarak nitelendirerek bu yönde somut adım atmıştır. Güvenlik
Konseyi’nin devlet dışı aktörlerden kaynaklanan tehdide karşı önleyici nitelikte kuvvet
kullanılmasına da izin vermesi de mümkündür.464 Bu durum kolektif güvenlik sistemi
içinde terörizmle mücadeleyi md. 51’den daha avantajlı yapmaktadır. Ancak, Güvenlik
Konseyi terörizmden kaynaklanan uluslararası barış ve güvenliğe yönelik tehdidi
ortadan kaldırmak için hiçbir zaman kolektif güvenlik mekanizması çerçevesinde
kuvvet kullanmamış ya da kendi adına kuvvet kullanılması için üye devletlere izin
vermemiştir.465 Bu realite Uluslararası Hukuk altında
kolektif güvenlik sisteminin
çalışıp çalışmamasına bağlı olmayan md. 2/4’deki kuvvet kullanma yasağı ile bağlı olan
devletlerin terörizme karşı kuvvet kullanma politikalarının meşruluk sorununu ortadan
kaldırmamıştır.466 Terörizmi önlemede hukuka aykırı kuvvet kullanmanın son derece
maliyetli bir davranış olacağı yargısı devletleri Uluslararası Hukuka uygun meşru bir
dayanak aramaya sevk etmiştir.
467
Bu arayış terörizme karşı kuvvet kullanılmasını
meşrulaştırmada BM Andlaşması md. 51 çerçevesinde meşru müdafaa hakkının sık sık
özel olarak, Irak’ ın Konsey kararlarına uymamasını “uluslararası barış ve güvenliğe yönelik bir
tehdit”olarak nitelendiren kararları bulunmaktadır. Bkz. Schmitt, Michael N., a.g.m. , s. 527-528;
Greenwood, Christopher, “International Law and the War Against Terorism”, a.g.m. , s. 303.
464
Schmitt, Michael N., a.g.m. , s. 528.
465
Grote, Rainer, a.g.m. , s. 9
466
Maogoto, Jackson Nyamuya, “War on the Enemy: Self-Defence and State-Sponsored Terrorism”,
Melbourne Journal of International Law, Cilt 4, 2003, s. 423.
467
Maogoto, Jackson Nyamuya, a.g.m. , s. 425.
144
kullanılmasına yol açmıştır. Bunun sonucu olarak devletlerin terörizme karşı
münferiden kuvvet kullanma sistemi md. 51 çerçevesinde merkezileşmiştir.468
Devletlerin terörist faaliyetlere karşı kuvvete dayalı yanıtları, devletin tehlike
içindeki vatandaşlarını kurtarılması, teröristleri taşıdığı iddia edilen kara, hava ve deniz
taşıtlarının durdurularak veya başka bir surette teröristlerin yakalanması, açık ya da
örtülü operasyonlarla teröristlerin öldürülmesi, terör üslerine veya terörizme destek
veren devletin askeri tesislerine saldırılması dahil çeşitli şekiller almıştır.469
Uygulamada, Portekiz, Güney Afrika, Türkiye, Senegal, Tayland, ve Tacikistan gibi
devletler zaman zaman komşu ülkelerden faaliyet gösteren terörist
gruplara karşı
kuvvet kullanmışlardır. ABD ve İsrail ise 1990’lardan beri sık sık terörizmi barındıran,
destekleyen ve tolere eden devletlere karşı kuvvet kullanmaktadırlar. Bu devletler
terörizme karşı kuvvet kullandıklarında eylemlerini BM Andlaşması’nın md. 51’de
somutlaşan meşru müdafaa hakkına dayandırmışlar ve terörizme karşı meşru müdafaa
hakkının en sistematik ve ısrarlı savunucuları olmuşlardır.470
Söz konusu devletlerin terör üslerine ya da terörizme karıştığı iddia edilen
devletlere karşı meşru müdafaa esasında askeri kuvvet kullanmaları çalışmanın ilerleyen
kısımlarında görülebileceği gibi uluslararası toplum tarafından zaman zaman kınanmış
zaman zaman ise destek almıştır. Uluslararası toplumun
onaylamadağı devlet
uygulamalarına yönelik eleştiriler belli hususlarda toplanmaktadır. Bunlar, bir terörist
saldırının “silahlı saldırı” koşulunu karşılamadığı ve/veya karşılamayacağı; bir terörist
örgütle sponsor devlet arasındaki bağlantının kanıtlanamamış olması ya da kanıtların
yetersiz olması; kuvvete dayalı yanıtın gereklilik, aciliyeti ve orantılılık kriterlerini
468
Maogoto, Jackson Nyamuya, a.g.m. , s.437.
Arend, Anthony Clark ve Beck , Robert J., a.g.e. , s. 173.
470
Sthan Carsten, “ Terrorist Acts as “Armed Attack”: The Right to Self-Defence, Article 51 (1/2) of
the UN Charter, and International Terrorism , s. 35-37.
469
145
karşılamaması gibi hususlardır. Ancak, uluslararası toplumun tepki gösterdiği devlet
uygulamaları yanında sempati gösterdiği hatta onayladığı fiili devlet uygulamaları da
vardır. Doğal olarak, devlet uygulamalarına gösterilen uluslararası tepkilerin uyumsuz
bir yapı arz etmesi, terörizme karşı meşru müdafa easaslı kuvvet kullanmaların
meşruluğu hakkında paragmatik tespitler yapmayı engellemektedir. Bununla birlikte,
md. 51 esasında meşrulaştırılan fiili devlet uygulamları ve uygulamalara yönelik
uluslararası toplumun tepkileri, md. 51’de öngörülen meşru müdafaa hakkının terörizm
bağlamında şekillenmesinde önemli ve dinamik bir rol oynamaktadır.
146
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
BM ANDLAŞMASI’NIN 51. MADDESİ ÇERÇEVESİNDE MEŞRU MÜDAFAA
HAKKI VE ULUSLARARASI TERÖRİZM
I. MADDE 51. ÇERÇEVESİNDE MEŞRU MÜDAFAA HAKKI VE
ULUSLARARASI TERÖRİZM
Devletlerin kendi güvenliklerini koruma hakları, her zaman Uluslararası
Hukukun en temel ilkelerinden birisi olagelmiştir.471 Meşru müdafaa hakkı ise, bu
güvenliğin kuvvet kullanma yoluyla garanti altına alınmasıdır. İşlevi ve kapsamı içinde
yeraldığı hukuk sisteminin gelişmişlik düzeyine yani, hukukun uygulanmasının
merkezileşip merkezileşmediğine bağlı olan meşru müdafaa hakkı,472 devletlerin savaş
yapma haklarının herhangi bir sınırlamaya maruz kalmadığı dönemlerde mevcut
değildi. Ne zaman ki, devletlerin savaş yapma hürriyetleri ortadan kalkmış, o zaman
meşru müdafaa hakkı pozitif Uluslararası Hukukça düzenlenen bir hak niteliğine
kavuşmuştur.473
BM Andlaşması md. 51 çerçevesinde meşru müdafa hakkı, orijinal olarak
bölgesel düzenlemelerin (özellikle, Amerikalılar Arası Sistemin) 474 meşruluğunu teyit
471
Erickson, Richard J., a.g.e. , s. 100.
Bowett, Derek W., a.g.e. , s. 3.
473
Meşru müdafaa hakkı 1919’dan sonra hukuki bir kavram olarak şekillenmiştir. Meşru müdafaa
hakkının tarihi gelişimi için bkz. Başeren, Sertaç H., a.g.e. , s. 22-25 ve 37-46; Aral, Berdal,
Uluslararası Hukukta Meşru Müdafaa Hakkı, Siyasal Kitabevi, Ankara, 1999, s. 2.
474
Dumbarton Oaks önerilerinde BM Andlaşması’nda bölgesel andlaşmaları ya da kurumları ortadan
kaldıracak hiçbir kaydın olmadığı belirtilerek, bölgesel örgütlerin sadece Güvenlik Konseyi’nin
verdiği yetkiye dayanarak tasarrufta bulunabileceği hüküm altına alınmıştır. Bu durum, özellikle,
Amerikalılar Arası Güvenlik Sistemi’nin Güvenlik Konseyi’nin izninden bağımsız olmasını isteyen
Latin Amerika ülkelerini endişelendirmiştir. Zira, söz konusu devletler, 8 Mart 1945 ‘de, bir
Amerikan devletine karşı gerçekleştirilebilecek saldırı fiilini ya da saldırı tehdidini karşılamak için
silahlı kuvvet kullanılması dahil kolektif tedbirler alınmasını öngören “Chapultepec Senedi’ni”
472
147
etmek için 1945’de BM Andlaşması’na eklenmiştir.475 Bununla birlikte, San Francisco
sonrasında meşru müdafaa hakkı bu amacın çok ötesinde gelişmiştir. BM
Andlaşması’nın 51. maddesi, özel olarak devletlerin terörizme karşı kuvvet kullanma
eylemlerini meşrulaştırmak için başvurdukları önemli bir dayanak haline gelmiştir.476
1945’de BM Andlaşmasını hazırlayanların, uluslararası terörizmle mücadelede
meşru müdafaa hakkını bir seçenek olarak önceden tasarlamış oldukları söylenemez. 477
Bununla birlikte, 1945’de BM Andlaşmasını hazırlayanlar uluslararası terörizmle
mücadelede meşru müdafaa hakkını bir seçenek olarak önceden tasarlayabilirlerdi. Zira,
özellikle devlet sponsorlu terörizm, BM Andlaşması’nın kabul edildiği dönemde çok iyi
bilinen bir paradigma idi.478 Uluslararası Hukukta, devletlerin ülkelerini bir başka
devlete karşı saldırıların bir üssü olarak kullandırmama yükümlülüğünün tanınması MC
dönemine kadar gerilere götürülebilir.479 10 Aralık 1934’ de Marsilya’da Macaristan
topraklarında faaliyet gösteren bir terörist grup tarafından Yugoslavya Kralının
öldürülmesini takiben MC Konseyi, devletlerin siyasal bir amaçla, herhangi terörist
faaliyeti ülkesinde teşvik ve tolere etmeme yükümlülüğünde olduğunu belirten bir karar
kabul etmiştir.480 Benzer şekilde, “Terörizmin Önlenmesi ve Cezalandırılması
Hususunda 1937 tarihli Sözleşme”nin md. 1/1’de, devletlerin diğer ülkelerdeki terörist
eylemleri organize etmekten, teşvik etmekten kaçınma ve ülkelerinde bu tür eylemleri
imzalamışlardır. Söz konusu devletler, Chapultepec Senedi’nin BM Andlaşması’na aykırı düşeceği
için kaygılanmışlardır. Ayrıntılı bilgi için bkz. Alexandrov, Stanimir A., a.g.e. , s. 81-90.
475
Dinstein, Yoram, a.g.e. , s. 166.
476
Alexandrov, Stanimir A., a.g.e. , s. 182.
477
Franck,Thomas M., a.g.e. , s. 51.
478
Sthan, Carsten, “Nicaragua is dead, long live Nicaragua - the Right to self-defence under Art. 51
UN Charter and International Terrorisim”, Terrorism as a Challenge for National and
International Law: Security Versus Liberty? içinde, Christian Walter, Vöneky Silja, Volker Röben,
ve Frank Schorkopf, (eds.), Berlin/Heidelberg, 2003, s. 3; http://edoc.mpil.de/conference-onterrorism/index.cfm.
479
Sthan, Carsten, a.g.m. , s. 3.
480
Bkz. League of Nations, Official Journal, 1934, s. 1759 ( Sthan, Carsten, a.g.m. , s. 3 ’den iktibas
edilmiştir).
148
önleme yükümlülüğüne ilişkin temel Uluslararası Hukuk ilkesini düzenlemekteydi.481
Ancak, ne bu belgelerde ne de BM Andlaşması’nda devletlerin söz konusu
yükümlülükleri doğrudan doğruya meşru müdafaa hakkıyla ilişkilendirilmiştir. 23
Ağustos 1944’de Dumbarton Oaks Konferansı’nda getirilen bir Çin önerisinde, “Bir
devlet tarafından, bir başka devletin ülkesine akınlar düzenleyen silahlı gruplara destek
sağlanması ya da mağdur devletin taleplerini dikkate almaksızın, böyle grupları her tür
yardım ya da korumadan mahrum bırakacak kendi ülkesi içinde yetkisi dahilindeki tüm
tedbirleri almayı reddetmesinin” saldırının tanımına dahil edilmiş olması bu yönde
önemli bir girişimdi.482Ancak, söz konusu öneri kabul edilmemiştir. Çin önerisinde
yeralan eylemlerin zamanla yaygınlaşması sonucu doğal olan meşru müdafaa hakkının
yeniden şekillenmesi gelecek devlet uygulamalarına bırakılmıştır.
Meşru müdafaa hakkına ilişkin 51. maddenin metinsel yorumuna ilişkin
mevcut doktrinel tartışmalar 11 Eylül 2001 sonrası dönemde ivme kazanmıştır.483 Bu
ortamda şu soruyu kendimize sormamız elzem olmaktadır: Md. 51’in son derece esnek
bir şekilde düzenlenmiş olmasını, BM Andlaşması’nın büyük bir bilgeliği olarak mı
yorumlamalıyız? Yoksa müdafaa hakkının arzulanmayan geniş yorumlarına kapı
açabilecek olması nedeniyle bir uyarı olarak mı değerlendirmeliyiz? Bir yandan
yazarların, bir devlete meşru müdafaa esasında kuvvet kullanma hakkını veren terörist
481
Konuya ilişkin ayrıntılı bilgi için bkz. geride s. 25-26.
Tentative Chinese Proposals for a General International Organization, 23 Ağustos 1944, Foreign
Relations of the United States, 1944, Cilt 1, s. 718-715 (Franck, Thomas M., a.g.e. , s. 51’den iktibas
edilmiştir).
483
Örneğin, Neo-Realist okulun temsilcilerinden Michael J. Glennon, uluslararası sistemin birisi de
jure diğeri de facto olmak üzere iki farklı sistemin paralel bir evreninde yaşamaya başladığını, de
jure sistem içinde md. 2/4’deki kuvvet kullanma yasağının kalktığını ve bunun doğal sonucu olarak
da md. 51’in hiç bir pratik değere sahip olmadığını ileri sürmektedir. Glennon, etkin bir kuvvet
kullanma yasağı yoksa terörizme karşı savaşta bu yasağın istisnasını geniş yorumlamanın anlamlı
olmayacağını ileri sürmektedir. Bkz. Glennon, Michael J., “Millitary Action Against Terrorist Under
International Law : The Fog of Law: Self- Defense, Inherence, and Incoherence in Article 51 of the
United Nations Charter ”, Harvard Journal of International Law & Public Policy, Cilt 25, No.2,
2002, s. 540-541 ve 544.
482
149
silahlı saldırının parametreleri konusunda, md. 51 esasındaki yanıtın gereklilik,
orantılılık ve aciliyet kriterlerini değerlendirmede derin
görüş ayrılıkları
içinde
olmaları ve bunun bir sonucu olarak, terörizm sorununu ele almada ortak bir analitik
çerçeve geliştirememiş olmaları, diğer yandan da farklılaşan uluslararası uygulamalar
bu soruya yanıt vermeyi son derece güçleştirmektedir. Bu güçlüğe rağmen, devlet
sponsorlu ve/veya destekli terörizmin ve devlet dışı aktörlerin gerçekleştirdikleri terörist
saldırıların hangi koşullar altında BM Andlaşması md. 51 çerçevesinde bir “silahlı
saldırı” teşkil edebileceği meselesini incelemek büyük önem arz etmektedir.
II. TERÖRİZME KARŞI KUVVET KULLANMANIN MD. 51 ÇERÇEVESİNDE
MEŞRU MÜDAFAA HAKKININ KOŞULLARI BAKIMINDAN
DEĞERLENDİRİLMESİ
A. Devlet Destekli Terörizmin “Silahlı Saldırı” Kavramı Çerçevesinde
Değerlendirilmesi
MC Misakı’nda meşru müdafaa hakkını başlatan eylem “saldırı” olarak kabul
edilmiş ancak
ne MC Misakı’nda ne de MC sonrası dönemde kavramın tanımı
yapılmıştır.484
BM
Andlaşması
md.
51’de
ise,
meşru
müdafaa
hakkının
kullanılabilmesinin ön şartı olarak bir “saldırının” değil “silahlı saldırının”
gerçekleştirilmiş olması kabul edilmiştir. Ancak silahlı saldırı kavramının ne bu madde
de ne de diğer madde hükümlerinde tanımına yer verilmiştir.485
Üstelik, bir yandan BM Andlaşması’nın Fransızca
metninde armed attack
yerine aggression armee terminolojisinin kullanılmış olması öte yandan da BM
484
485
Baker, Mark B., a.g.m. , s. 33.
Alexandrov, Stanimir A., a.g.e. , s. 112, 114.
150
Andlaşması’nın md. 2/4’te kuvvet kullanma ve tehdidi; md. 39’da “barışın tehdidi,
barışın bozulması ve saldırı” fiili gibi farklı terminolojilerin kullanılmış olması ve BM
Andlaşması hükümlerinin bu özel terminolojilerle ne kast edildiğini pek açık bir
biçimde ortaya koyamaması, söz konusu kavramlar arasında, özellikle de “saldırı” ve
“silahlı saldırı” kavramları arasında bir farkın olup olmadığı hususunda doktrinde ve
uygulamada
görüş ayrılıklarına neden olmuş. Oysa, bu kavramlar
belli ölçüde
birbiriyle örtüşen kavramlar olmalarına rağmen tam olarak aynı şey değildirler. Daha
da önemlisi bunların hukuksal anlamları farklı olup pratikte farklı sonuçlar
doğurmaktadırlar. Bu çerçevede, silahlı bir saldırının aynı zamanda bir saldırı olduğu
söylenebilir fakat her saldırı bir silahlı saldırı değildir. Çünkü silahlı saldırı kavramı
saldırı kavramından daha dar bir anlam ifade etmektedir. Bir silahlı saldırı saldırının bir
alt kategorisidir. Ayrıca, bu iki kavram doğurduğu sonuçlar itibariyle de birbirinden
farklıdır. Silahlı saldırı, doğurduğu sonuçlar itibariyle kabul edilmeyecek ölçülerde
olduğu için mağdur devlete meşru müdafaa hakkına dayanarak münferiden kuvvet
kullanma yetkisi verir. Bu husus silahlı saldırının ayırt edici nitelik ve fonksiyonunu
ortaya koymaktadır. Saldırı kavramına giren diğer fiillerde ise bu nitelik yoktur; kolektif
güvenlik sisteminin devreye girmesini sağlayan başka fonksiyona sahiptir. BM
Andlaşması’nın Fransızca metninde “armed attack” yerine “aggression armee”
sözcüklerine yer verilmesi nedeniyle ortaya çıkan karışıklık, bu fonksiyon farklılığını
ortadan kaldıracak espiriye sahip değildir.486
486
Başeren, Sertaç H., a.g.e. , s. 90- 93; Mullerson, Rein, “Self-Defence in the Contemporary World”,
Law and Force in the New International Order içinde, Lori Fisler Damrosch ve David J. Scheffer,
(eds.), Westview Press, 1991, s. 16,18; Maogoto, Jackson Nyamuya, a.g.m. , 426; Gaja, Giorgio, “In
What Sense Was There an “Armed Attack” ?”, http://.ejil.org/forum_WTC/ny-gaja.html, ( 4 Haziran
2004).
151
Terörizme karşı kuvvet kullanılmasını öngören yaklaşımın temelinde terörist
eylemin ya da terörist saldırılara yol açan devlet desteğinin 51. madde bağlamında
silahlı bir saldırı olarak kabul edilmesi yatmaktadır. Dolayısıyla, teröristlere karşı
gerçekleştirilecek askeri bir harekatın meşru olabilmesi için terörist eylemin ya da
terörist saldırılara yol açan devlet desteğinin silahlı saldırı boyutuna ulaşmış olması
zorunludur. Ancak, silahlı saldırı kavramının BM Andlaşması’nda tanımlanmamış
olması nedeniyle, hangi koşullarda devlet sponsorlu ve /veya destekli terörizmin ve
terör hareketlerinin bir “silahlı saldırı”
ya da “dolaylı silahlı saldırı” boyutuna
ulaşacağı meselesi muğlaktır. Bu nedenle meselenin BM Organlarının müteakip
kararları ve uygulamaları ışığında değerlendirilmesi gerekmektedir.
1. BM Genel Kurul Kararları
Bu konuda ilk önemli belge silahlı müdahalenin, saldırı ve silahlı saldırıyla
aynı şey olup olmadığını açıklığa kavuşturan, Genel Kurulun 21 Aralık 1965 tarihli ve
2131 (XX) sayılı “ Devletlerin İç İşlerine Karışmanın Yasaklanması ve Bağımsızlık ve
Egemenliklerinin Korunması Bildirisi”dir.487 Bildirinin önsöz ve 4. paragrafında
“devirme ve dolaylı müdahalelerin tüm şekillerinin BM Andlaşması’nın bir ihlalini
teşkil ettiği” ve “uluslararası barış ve güvenliğe yönelik tehdit” oluşturduğu yer
almaktadır. Bildirinin md. 1/1’de, “Her devlet bir başka devletin rejimini şiddet
kullanarak devirmeye yönelik ayaklanmacı, terörist ya da silahlı faaliyetleri
örgütlemekten, yardım etmekten, finanse etmekten, teşvik, tahrik etmekten ya da tolere
etmekten ya da bir başka devletteki iç karışıklıklara karışmaktan kaçınacaklardır”
şeklinde bir hüküm bulunmaktadır. Bu hüküm, silahlı grupların ve terörist örgütlerin
487
G.A. RES/2131, U.N. G.A.O.R., 20th Sess., Supp. No. 14, UN. Doc. A/6221(1965).
152
örgütlenmesi ve gönderilmesi şeklindeki dolaylı kuvvet kullanma eylemlerini
yasaklamakta ve bu tür eylemlerin bir “saldırı” teşkil edebileceğini kabul etmektedir.
Bildiride, bu tür eylemlerin “uluslararası barış ve güvenliğe yönelik bir tehdit ve bir
saldırı olabileceğinin belirtilmiş olması; bu tür müdahalelere maruz kalan devletleri,
ilke olarak, Güvenlik Konsey’i tarafından taktir edilen VII. Bölüm altındaki kolektif
tedbirlerinden faydalanmaya yetkilendirmektedir.488
Bu konuda bir başka önemli belge, md. 2/4’ün
resmi bir yorumu olarak
değerlendirilen “Dostça İlişkiler Bildirisi”dir. Bildiri, “Her devletin, diğer herhangi bir
devletin ülkesine akın düzenlemek üzere, düzenli kuvvetlerin veya paralı askerler de
dahil, silahlı çetelerin örgütlenmesini yapmaktan veya örgütlenmesini teşvik etmekten
kaçınma görevi vardır.”
“Her devletin, diğer bir devletteki bir iç savaşı veya terörist hareketleri
örgütlemekten, tahrik etmekten, veya bu hareketlere katılmaktan veya kendi ülkesinde
böyle hareketlerin yapılmasına yönelik organize faaliyetlere (bu paragrafta zikredilen
hareketler kuvvet kullanma tehdidi veya kuvvet kullanmayı içerdiği zaman) göz
yummaktan kaçınma görevi vardır” demektedir.489
1970 tarihli “Dostça İlişkiler Bildirisi” 1965 tarihli 2131 (XX) sayılı Bildiri
gibi silahlı çeteleri gönderme, terörist hareketleri örgütleme, tahrik etme ve iç savaş
başlatma şeklindeki müdahaleleri kuvvet kullanma yasağına dahil etmektedir. Fakat, bu
tür eylemlerin bir “silahlı saldırı” teşkil edip etmediği ve hangi koşullarda bir silahlı
saldırı teşkil edeceği sorusuna yanıt vermemektedir.490 Bu sorun, Genel Kurul’un 1981
488
Franck, Thomas M., a.g.e. , s. 54.
Genel Kurulun 24 Ekim 1970 tarihli, 2625 (XXV) Sayılı “Dostça İlişkiler Bildirisi” için ayrıntılı
bilgi için bkz. geride dipnot 25, s. 15.
490
Franck, Thomas M., a.g.e. , s. 64.
489
153
tarihli, 36/103 sayılı “Müdahalenin ve İç İşlerine Karışmanın Kabul Edilemezliği
Bildirisi” tarafından da yanıtlanmamıştır. Bildiride devletlerin, müdahale etmeme ilkesi
tarafından kapsanan diğer devletlerdeki ayrılıkçı faaliyetleri desteklemekten, teşvik
etmekten, terörist yöntemleri bir başka devlete karşı devlet politikası olarak
kullanmaktan kaçınmak gibi yükümlülüklerinden bahsedilmektedir.491
Konuya ilişkin çok önemli bir hüküm, resmi bir tanıma en yakın, BM Genel
Kurulu’nun 14 Aralık 1974 tarih ve A/3314(XXIX) sayılı “Saldırının Tanımı” kararında
yer almıştır.492
Saldırının Tanımı Kararının 3. maddesinde saldırının yedi türü sayılmıştır.493
Bunlardan ilk beş tanesi doğrudan kuvvet kullanmayla ilgili iken; (f) ve (g)
491
Alexandrov, Stanimir A., a.g.e. , s. 119.
Saldırının Tanımı Kararına ilişkin olarak ayrıntılı bilgi için bkz. geride dipnot 43, s. 21. Saldırının
Tanımı Kararında, “kuvvet kullanma tehdidi” tanıma dahil edilmemiş fakat Kararın 2. maddesinde
“… BM Andlaşması’na aykırı olarak devletin ilk kez kuvvet kullanmasının prima facie bir saldırya
delalet edeceği” kabul edilmiştir. Tanım’da, kuvvet kullanma tehdidinin ihmal edilmiş olması,
“saldırının” sadece fiili silahlı kuvvet kullanıldığı zaman mevcut olacağı; siyasi, ekonomik, kültürel
ya da ideolojik baskı türlerinin ya da silahlı kuvvet kullanılmasını içermeyen müdahalelerin “saldırı”
teşkil etmeyeceği anlamına gelmektedir. Tanım Kararının önsözünde de “…saldırının en ciddi ve
tehlikeli illegal kuvvet kullanma şekli” olduğuna vurgu yapılması, BM Andlaşması’na aykırı herhangi
kuvvet kullanmanın saldırı sayılamayacağına işaret etmektedir.
493
14 Aralık 1974 tarihli A/3314 (XXIX) Sayılı Kararın 3. maddesi şu şekildedir: “Savaş ilan edilmiş
olsun olmasın, aşağıdaki fiillerin herhangi birisi 2. madde hükümlerine tabi ve ona uygun şekilde bir
saldırı fiili niteliğini taşır:
a) Bir devletin silahlı kuvvetlerinin diğer bir devleti istila etmesi veya ona hücum etmesi veya ne
kadar geçici olursa olsun, böyle bir istiladan veya kuvvet yoluyla başka bir devletin ülkesinin veya
bir bölümünün ilhakı;
b) Bir devletin silahlı kuvvetlerinin, başka bir devletin ülkesini bombardıman etmesi veya bir
devletin diğer bir devletin ülkesine karşı herhangi bir şekilde silah kullanması;
c) Bir devletin liman veya kıyılarının diğer bir devletin silahlı kuvvetleri tarafından abluka altına
alınması;
d) Bir devletin silahlı kuvvetleriyle başka bir devletin kara, deniz veya hava kuvvetlerine veya deniz
veya hava filolarına saldırması;
e) Bir devletin başka bir devlete sonuncusuyla yapılan bir anlaşmaya göre bulunan silahlı
kuvvetlerinin o anlaşmada öngörülen hükümlere aykırı şekilde kullanılması veya bu silahlı
kuvvetlerin varlığının bu ülkede anlaşmanın sona ermesinden sonra da sürdürülmesi;
f) Ülkesini başka bir devletin emrine veren bir devletin, ülkesinin o devlet tarafından üçüncü bir
devlete karşı saldırı amacıyla kullanılmasına izin vermesi;
g) Bir devlet tarafından veya bir devlet adına diğer bir devlete karşı yukarda listesi verilen fiillere
varan veya o ölçekte olan silahlı kuvvet fiillerini icra eden silahlı çetelerin, grupların, gayri nizami
askerlerin veya paralı askerlerin gönderilmesi veya bu gibi fiillere önemli ölçüde karışılması (müdahil
olunması). Bkz. Gündüz, Aslan, a.g.e. , s.119.
492
154
paragraflarında yer alan son iki saldırı türü ise, “dolaylı saldırı” örneklerini
somutlaştırmaktadır. Saldırının Tanımı Kararı’nın md. 3/f ’de “Ülkesini başka bir
devletin emrine veren bir devletin, ülkesinin o devlet tarafından üçüncü bir devlete
karşı saldırı amacıyla kullanılmasına izin vermesini”, md. 3/g’de ise, “ Bir devlet
tarafından veya bir devlet adına diğer bir devlete karşı yukarda listesi verilen fiillere
varan veya o ölçekte olan silahlı kuvvet fiillerini icra eden silahlı çetelerin,
grupların, gayri nizami askerlerin veya paralı askerlerin gönderilmesi veya bu gibi
fiillere önemli ölçüde karışılması” (dolaylı) saldırı olarak nitelendirilmektedir.
Saldırının Tanımına ilişkin kararın önsözünde saldırının “silahlı kuvvet
kullanmak” olarak tanımlanması ve en ciddi ve tehlikeli illegal kuvvet kullanma şekli
olduğuna vurgu yapılması, 3. maddede tek tek sayılan saldırı türlerinin ayrıca bir
“silahlı saldırı” teşkil edip etmediği konusunda yazarlar arasında görüş ayrılıkarına
yol açmıştır. Yazarların bir kısmı, 3. maddede tek tek sayılan saldırı türlerinin ayrıca
bir “silahlı saldırı” teşkil etmediğini iddia etmenin hiçbir zaman kolay olmayacağını
savunarak “saldırı” kavramını “silahlı saldırı” kavramıyla eşitlemek istemişlerdir. 494
Tam tersine, yazarların bir başka kısımı ise “saldırgan” fiilere ilişkin üzerinde
uzlaşmaya varılan formülün aynı zamanda “silahlı saldırının” da dolaylı bir tarifini
yaptığını iddia etmenin kolay olmayacağını ileri sürmüşlerdir.495
Bu görüşü
savunana yazarlar Saldırının Tanımı Kararının md. 3/g’yi suiistimallere açık
tuzaklarla dolu görmekte496 ve dolaylı saldırı halinde devlet ile bu devlet adına
eylemde bulunan silahlı çeteler, gruplar, gayri nizami askerler ve paralı askerler
494
Bu görüşü savunan yazarların bir kısmı için bkz. Alexandrov, Stanimir A., a.g.e. , s.114 ; Franck,
Thomas M., a.g.e. , s. 65.
495
Bu görüşü savunan yazarların bir kısmı için bkz. Başeren, Sertaç H., a.g.e. , s. 91-93 ; Gaja,
Giorgio, “In Wahat Sense Was There an “Armed Attack” ? ”, http://www.ejil.org/forum-WTC/nygaja.html, ( 6 Haziran 2004); Keskin Funda, a.g.e. , s. 48 ; Mullerson, Rein, a.g.e. , s. 18.
496
Mullerson, Rein, a.g.e. , s. 18-19.
155
arasında bağlantı kurmanın ve bunların kuvvet kullanma eyleminin “yeteri kadar
ciddi” olduğunu kanıtlamanın her zaman kolay olmayacağına işaret etmektedirler.
3314 sayılı Saldırının Tanımı Kararının md. 3/g çerçevesinde sadece devlet
destekli terörizmin bir “saldırı” teşkil edebileceği, devlet dışı aktörler tarafından
gerçekleştirilen münferit terörist eylemlerin ise “saldırı” olarak sayılmadığı ortaya
çıkmaktadır. Bu durum devlet dışı aktörlerin Uluslararası Hukukun sujesi olmamaları
nedeniyle BM sistemi içinde düşünülmediklerini göstermektedir.497 Bununla birlikte,
Saldırının Tanım Kararı’nın 4. maddesinde, burada sayılan fiillerin tüketici
olmadığının belirtilmiş olması ve Güvenlik Konseyi’ne
BM Andlaşması
hükümlerine göre başka fiillerin de saldırı teşkil ettiğini tespit etme yetkisinin
tanınmış olması, belirtilen kategroriler içine girmeyen herhangi bir fiilin de saldırı
olarak nitelendirilebileceğini göstermektedir.
BM Genel Kurulu tarafından kabul edilen söz konusu kararlar bir başka
açıdan da büyük önem taşımaktadırlar. Devletlerin kendi ülke sınırları içinde başka
devletleri hedef alan terörist hareketleri örgütlemekten, desteklemekten, teşvik
etmekten, bu eylemlere katılmaktan ve ülkesini bu tür eylemler için kullanılmasına
rıza göstermekten kaçınmaları konusunda
devletlere doğrudan yükümlülükler
getiren söz konusu kararlar uluslararası terörizmin önlenmesi konusunda bir örf ve
497
Son on yılda, Güvenlik Konseyi çok sayıdaki kararında, devlet destekli terörizmi “uluslararası
barış ve güvenliğe yönelik bir tehdit” olarak nitelendirmiştir. Bununla birlikte, “barışa yönelik tehdit”
olarak nitelendirilen husus terörizm eylemleri değil; fakat bunların devletler tarafından desteklenmesi
olmuştur. Güvenlik Konseyi, genel olarak, kararlarında doğrudan terörist örgütlere hitap etmekten
haklı olarak kaçınmıştır; çünkü terör örgütleri Uluslararası Hukukun sujesi değildirler. Bkz. Portela,
Clara “Terrorism and the Use of Force”, BITS Research Note, Haziran 2002,
http://www.bits.de/public/reasarchnote/rn02-2.htm, (18 Ekim 2002).
156
adet hukuku kuralının oluşması doğrultusunda gerekli olan “genel inancı/opinio
juris” sağlamaktadırlar.498
2. 1986 Nicaragua v. United States of America Davası ve Uluslararası Adalet
Divanı’nın “Ölçü ve Etki” Testi
Uluslararası Adalet Divanı, Nikaragua’ya Karşı Askeri ve Benzeri Faaliyetler
Davası’nda (Nicaragua v. United States of America)499, meşru müdafaa hakkının farklı
yönlerini tartışmak için geniş fırsatlara sahip olmuştur.500 “Silahlı saldırı” kavramının
anlamı, söz konusu davada Divan’ın ilgi odağı olmuş ve silahlı saldırı teşkil eden
davranışın niteliği açıklığa kavuşturulmaya çalışılmıştır.501 Bu bağlamda, Divan ilk
olarak bir silahlı saldırının düzenli silahlı kuvvetler tarafından gerçekleştirilmesinin
zorunlu olup olmadığını değerlendirmiştir. Divan, uluslararası örf ve adet hukukunun
bir ifadesi olarak değerlendirdiği 3314 (XXIX) sayılı Genel Kurul kararına ekli
498
Topal, Ahmet Hamdi, a.g.e. , s. 136.
UAD’ın Nikaragua’ya Karşı Askeri ve Benzeri Faaliyetler Davası’ndaki 27 Haziran 1986 tarihli
yargısı için bkz. geride dipnot 360, s. 113.
500
1980-1986 arası dönemde El Salvador’daki iç savaşta, Sandinist Nikaragua Hükümeti El
Salvador’da faaliyet gösteren asileri desteklemek için bu ülkeye müdahale etmiştir. Bu müdahale
karşısında ABD, meşru Nikaragua hükümetini yıkmaya çalışan Kontra’ları destekleyerek
Nikaragua’ya müdahale etmiş; bir anlamda ateşe ateşle karşılık vermiştir. Mesele, BM Güvenlik
Konseyi, Genel Kurul ve UAD gibi BM organlarının önüne getirilmiştir. İlk defa Mart 1982’de
Nikaragua, ABD’nin “örtülü saldırısına” ilişkin şikatlerini Güvenlik Konseyi’nde dile getirmiş;
Managua’nın ithamlarını “asılsız” olarak reddeden ABD ise, Nikaragua’yı EL Salvador’daki asilere
(FMLN) silah sağlamakla ve bunları eğitmekle itham etmiştir. Nikaragua’nın ABD eylemlerinden
duyduğu rahatsızlık 1983 yılında daha da artmış; 12 Eylül 1983’de limanlarının ve petrol tesislerinin
bombalanması olaylarının görüşülmesi için Güvenlik Konseyi’nin yeniden toplanmasını istemiştir.
Mart 1984’te ise, ABD kuvvetlerinin Nikaragua limanlarını mayınlamış olduğunu bildirmiştir. Ne var
ki, BM Güvenlik Konseyi’ndeki sert tepkilere rağmen, ABD’nin söz konusu eylemlerini kınayan bir
karar tasarısı ABD tarafından veto edilmiştir. Sorun, Nikaragua tarafından Divan’ın önüne
getirilmiştir. UAD 27 Haziran 1986’da meseleyi karara bağlamıştır. UAD Statüsü’nün 59. maddesi
çerçevesinde UAD’ın kararı bağlayıcı değildir. Bununla birlikte, genel olarak yargı kararları, UAD
Statüsü’nün 38. maddesi çerçevesinde hukuk kurallarının belirlenmesinde yardımcı “kaynak” teşkil
ettikleri için , UAD kararı Uluslararası Hukuk açısından son derece önem arz etmektedir. Ayrıntılı
bilgi için bkz. Franck,Thomas M., a.g.e. , s. 60-61.
499
501
Schmitt, Michael N., a.g.m. , s. 541-542.
157
Saldırının Tanımı Kararının md. 3/g paragraf hükmünü tekrarlayarak, “silahlı
saldırı”nın yalnız muntazam ordu birlikleriyle yürütülen sınır ötesi harekatı değil, bunun
yanında “ Bir devletin aleyhine düzenli güçlerin ika edebileceği ağırlıkta silahlı
harekat ika eden
silahlı çeteler, grupların, gayri nizami askerlerin
veya paralı
askerlerin başka bir devlet tarafından veya onun adına gönderilmesinin veya bu gibi
fiillere önemli ölçüde müdahil olunmasını” ihtiva ettiğini belirtmiştir.502 Divan, düzenli
silahlı güçler tarafından ika edildiği taktirde, böyle bir harekat, basit bir sınır
çatışmasından ziyade, silahlı bir saldırı olarak sınıflandırılması halinde örf ve adet
hukukundaki silahlı saldırı yasağının bir devletçe başka bir devletin ülkesine silahlı
grupların gönderilmesini de kapsayabileceğini inkar etmek için bir neden görmemiştir.
Bunu izleyen cümlede ise Divan şöyle bir değerlendirme yapmıştır: “Ancak, Mahkeme,
“silahlı saldırı” kavramının yalnız silahlı gruplarca yürütülen eylemleri, eğer bunlar
önemli boyutlara ulaşmışsa (significant scale), değil ve fakat, asilere silah sağlama
veya lojistik veya diğer destek verme biçimindeki yardımı da kapsadığı görüşünde
değildir. Bu tür yardımlar kuvvet kullanma ve tehdidinde bulunma olarak görülebilir
veya diğer devletlerin iç ve dış işlerine karışma olarak değerlendirilebilir”.
503
Böylece, Divan silahlı saldırı kavramının sadece silahlı birliklerce ika edilen önemli
kapsam ve etkilere sahip eylemlerden ibaret olmadığı, asilere silah veya lojistik yahut
başka tür destekler sağlanmayı da kapsadığı yolundaki görüşleri kabul etmemiştir. Bu
tür yardımların kuvvet kullanma, kuvvet kullanma tehdidi veya diğer devletlerin iç ya
da dış işlerine müdahale olarak kabul edilebilir olmasına rağmen bir silahlı saldırıya
ulaşmadığına karar vermiştir. Divan bu kararı ile meşru müdafaa hakkını kazandıran
502
503
I.C.J. Reports 1986, s.103, parag. 195.
I.C.J. Reports 1986, s.104, parag. 195.
158
hukuka aykırılıklar ile diğer hukuka aykırılıkları yani “silahlı saldırı” ile diğer kuvvet
kullanma ve yasaklanmış karışma eylemlerini açıkça birbirinden farklılaştırmıştır.504
Böylece Divan, bir devletin başka bir devletin topraklarına silahlı çeteler
göndermesi halinde, bu çetelerin silahlı saldırılarının düzenli orduların saldırıları ile
aynı şiddet ve ölçekte olması şartıyla BM Andlaşması md. 51 çerçevesinde bir “silahlı
saldırı” olabileceğini kabul ederek, “silahlı saldırının” tanımlanmasında bir “ ölçü ve
etki ” testi ortaya koymuş; “yeterli ağırlık/sufficiant gravity ” koşulu getirmiştir.505
Yani, Divan dolaylı saldırganlığın silahlı saldırı boyutuna ulaşabilmesi için yüksek bir
eşik tesis etmiştir.
Divan’ın silahlı saldırıya ilişkin söz konusu yargısı gerek muhalefet
mütalaalarında ve gerekse doktrinde bir çok bakımdan eleştirilere hedef olmuştur.
Eleştirilerin bir kısmı, Divan tarafından geliştirilen söz konusu hukuk teorisinin zımni
olarak “silahlı saldırı” düzeyine ulaşmayan düşük yoğunluktaki ve küçük ölçekli çeşitli
çatışma türlerini tolere etmeye yönelik olduğu konusunda yoğunlaşmaktadır. Nitekim
bu görüşü paylaşan W. Michael Reisman,
Divan’ın
geliştirdiği teoriyi düşük
yoğunlukta şiddete başvurmak için bir teşvik olarak
yorumlamakta ve bunun
uluslararası politikada şiddet ağının artmasına neden olacağına işaret etmektedir.506
Yoram Dinstein ise Divan’ın “ ölçü ve etkileri ”itibariyle silahlı saldırı ile sınır olayları
arasında ayrım yapmış olmasını eleştirerek, silahlı saldırının kapsamından küçük ölçekli
silahlı saldırıları çıkartmanın gerekli olmadığını çünkü 51. maddenin hiçbir şekilde
504
Toluner, Sevin, “Nikaragua’ya Karşı Askeri ve Benzeri Faaliyetler Davasın’daki Yargı ve Meşru
Müdafaa Hakkı”, Milletlerarası Hukuk Açısından Türkiye’nin Bazı Dış Politika Sorunları
içinde, Beta Yayınları, Birinci Baskı, İstanbul, 2000, s. 364 ve 385-386.
505
Sthan, Carsten, a.g.m. , s. 36.
506
Reisman, W. Michael , “Allocating Competences to Use Coercion in the Post-Cold War Wold:
Practices, Conditions and Prospects”, Law and Force in the New International Order içinde, Lori
Fishler Damrosch & David J. Scheffer, (eds.), Westview Press, 1991 s. 38-40.
159
kendisini büyük, doğrudan ya da önemli silahlı saldırılara sınırlandırmadığını ileri
sürmekte ve küçük çaplı bir sınır olayının bile silahlı saldırı teşkil edebileceğini iddia
etmektedir.507
Eleştirilerin bir başka kısmı ise Divan’ın asilere silah veya lojistik yahut başka
tür destekler sağlanmasının silahlı saldırı teşkil etmediği yönündeki görüşü üzerinde
yoğunlaşmıştır. Divan’ın bu yargısı, özellikle Yargıç Stephen Schwebel (ABD) ve
Robert Jennings (İngiltere) tarafından gerçekçi bulunmamış; muhalefet mütalaalarında
kuvvetli şekilde eleştirilmiştir.508 Bu yazarlar, sadece silah temin etmenin bir silahlı
saldırı teşkil edeceğini söylememekle birlikte, finansman ve lojistik destekle birleşen
silah sağlamanın ilke olarak bir silahlı saldırı olabileceğini iddia etmişlerdir.509 Benzer
şekilde J. Norton Moore ve Oscar Schachter’da, terörist örgütlere lojistik ve diğer
desteklerle birleşen silah sağlamanın “silahlı saldırı” olabileceği yani meşru müdafaa
hakkının “silahlı saldırı”durumuna hasredilemeyeceği görüşünü paylaşmaktadırlar.510
Bununla birlikte, Divan’ın, silah veya lojistik yahut başka tür destek sağlamanın bir
silahlı saldırı oluşturmayacağına ilişkin görüşü yeterince açık değildir. Zira, Divan’ın
bu görüşü genel olarak mı benimsediği yoksa sadece bu özel durumdaki silah, lojistik,
finansman yahut diğer destek düzeylerinin kendi başına bir silahlı saldırıya
ulaşmadığını mı kast ettiği tam olarak açık değildir.511 Bu noktada Cassese önemli bir
uyarıda bulunmaktadır: “…Asilere
silah veya lojistik yahut başka tür destekler
507
Yoram, Dinstein, a.g.e. , s. 182.
Schwebel, Stephen, “Agression, Intervention and Self-defence in Modern International Law”,
RCADI ( 1972-II), Cilt 136, s. 463 (Gray, Christine, a.g.e. , s. 98’den iktibas edilmiştir). Jennings,
Robert, Case Concerning Military and Paramilitary Activities and Against Nicararagua (Merits),
I.C.J. Reports, 1986, s. 543 (Toluner, Sevin, a.g.e. , s. 369-370’den iktibas edilmiştir).
509
Bkz. I.C.J. Reports 1986, s. 543-544.
510
Bkz. Moore, J. Norton, “Appraisals of Nicaragua v. US ”, AJIL, Cilt 81, 1987, s. 154; bkz.
Schachter, Oscar, “The Lawful Use of Force by a State Against Terrorist in Another Country”, s.
249- 250.
511
Portela, Clara, “Terrorism and the Use of Force”, BITS Research Note, Haziran 2002,
http://www.bits.de/public/reasarchnote/rn02-2.htm, (18 Ekim 2002).
508
160
sağlanmanın bir silahlı saldırıyı teşkil edip etmediği konusunda Uluslararası Hukuk
kurallarının açık olmaması
devletlere
kuvvet kullanmak için yeterli bir boşluk
bırakmaktadır. Ancak, bu esneklik unsuru bir avantaj olarak görülebilirken; bu sadece
kısa vadeli kazançlar sağlamaktadır. Uzun dönemde kuvvet kullanma konusunda açık ve
sınırlı hukuk kurallarına gereksinim vardır; aksi taktirde dünyanın şu an ki “göreceli
anarşi” ortamı “mutlak anarşi”ortamına dönüşme riski taşıyacaktır”512 demektedir.
Christine Gray ise, Güvenlik Konseyi’nin,
Afganistan, Yugoslavya ve Ruanda’da
muhalif güçlere silah ya da diğer destek türlerinin sağlanmasına son verilmesi için
yaptığı çağrılarda, böyle müdahaleleri asla bir silahlı saldırı olarak nitelendirmemiş
olduğuna işaret ederek Divan’ın söz konusu yargısının devlet uygulamasıyla uyumluluk
arz ettiğine işaret etmektedir.513
Divan’ın Nikaragua davasındaki kararının analizi, Divan’ın silahlı saldırının
ve buna uygun olarak da meşru müdafaa hakkının dar bir yorumunu desteklediğine,
silahlı
saldırının
tanımlanmasında
bırakmamaktadır.514 Divan’ın
yüksek
bir
eşik
tesis
ettiğine
şüphe
tesis ettiği “ölçü ve etki” kriterine dayanarak, kendi
terminolojimiz çerçevesinde devlet sponsorlu ve/veya devlet destekli terörizmin md. 51.
512
Cassese, Antonio, “ The International Community’s “Legal” Response to Terrorism”, s. 606.
Gray, Christine, a.g.e. , s. 99.
514
Uluslararası Adalet Divanı’nın kararını destekleyen yazarlar arasında bulunan Ian Brownlie
“Silahlı saldırı kavramı kuvvetli bir şekilde ağır bir ihlali ifade etmesi nedeniyle kavramın devrimci
gruplara destek olaylarını ve bir devletin silahlı kuvvetleri tarafından gerçekleştirilen saldırgan fiilleri
kapsamayan eylem şekillerini kapsaması şüphelidir. Silahlı çeteler tarafından gerçekleştirilen münferit
eylemler de “silahlı saldırı” kavramının kapsamı dışında tutulmalıdır” demektedir. Bkz. Brownlie, Ian
International Law and the Use of Force By States, London, 1968, s. 278-79. Louis Henkin’de
benzer şekilde, “Sınırlı, izole edilmiş bir terörist saldırıyı ya da birkaç münferit eylemi bir silahlı
saldırı olarak saymak mümkün değildir. Genel bir bombalamayı, bir terörist saldırıya gerekli ve
orantılı yanıt olarak kabul etmek zordur. Hatta bu saldırılardan ilki devlet çıkarlarını ya da insani
değerleri dengelese dahi böyle bir yanıtı meşrulaştırmak çok zordur” demektedir. Bkz. Henkin, Louis,
International Law: Politics And Values, Martinus Nijhoff Publishers, Dordrecht, Boston, London,
1995, s. 126.
513
161
çerçevesinde meşru müdafaa hakkının herhangi bir genişlemesi söz konusu olmaksızın
bir silahlı saldırı teşkil edebileceğini kolaylıkla söyleyebiliriz. Ne var ki, 11 Eylül
2001’de ABD’ye karşı gerçekleştirilen terörist saldırılar sonrası yaşanan gelişmeler,
Nikaragua davasında Divan’ın tesis ettiği söz konusu “etki ve ölçü” testinin hala
geçerli olup olmadığının;
küresel terörizm çağında bunun nasıl uygulanması
gerektiğinin; md. 51 çerçevesinde meşru müdafaa hakkını hala dar yorumlamanın
mümkün olup olmadığının 11Eylül saldırıları ve Sonsuz Özgürlük Harekatı ışığında ve
doktrinde ileri sürülen görüşler çerçevesinde yeniden sorgulanmasını ve gözden
geçirilmesini gerektirmektedir.
B. Md. 51 Çerçevesinde Silahlı Saldırı Koşulu ve Devlet Dışı Aktörlerin
Gerçekleştirdiği Eylemler
I ve II. Dünya Savaşlarının da somutlaştırdığı gibi 1945’lerde “silahlı saldırı”
kavramı sınır aşan ordularla ilişkiliydi. Dolayısıyla, BM Andlaşması md. 51’i
hazırlayanlar, “silahlı saldırı” kavramını geleneksel olarak devletler tarafından
gerçekleştirilen saldırıları düşünerek hazırlamışlardı.515 Bu durum devlet merkezli
bir norm olarak md. 51 bağlamında meşru müdafaa hakkının yalnızca devletten
devlete çatışmaları varsaydığı ve bu nedenle de terörist örgütlere karşı
uygulanamayacağının ileri sürülmesine neden olmuştur.516 Ne var ki, terörizmin
modern terörizm şeklini almasıyla birlikte devlet dışı aktörler tarafından
gerçekleştirilen terörist eylemlerin neden olduğu can ve mal kayıbı düzenli silahlı
kuvvetler tarafından gerçekleştirilen saldırılarla eşdeğer olduğunu göstermiştir.
515
Sthan, Carsten a.g.m. , s. 4.
Cassese, Antonio, Terrorism Is Also Distrupting Some Crucial Legal Categories of International
Law”, s. 993.
516
162
Terörizmin, modern terörizm şeklini almasıyla başgösteren bu gelişme, devlet dışı
aktörler tarafından gerçekleştirilen terörist tehdit sorunu ile ilgilenmek için farklı
metodolojik yaklaşımlar geliştirmeyi gerektirmektedir. Bu çerçevede, sorunun
çözümüne ilişkin iki farklı muhtemel metodolojik yaklaşım kabul edilebilir. Kabul
edilebilecek birinci yaklaşım, md. 51’i, devlet dışı aktörler tarafından gerçekleştirilen
eylemleri silahlı saldırı olarak kapsayacak şekilde geniş yorumlamak olacaktır. Zira,
BM Andlaşma’sını hazırlayanlar md. 51’in lafzını meşru müdafaa hakkının devlet
dışı aktörler tarafından gerçekleştirilen eylemlere karşı da kullanılabilmesine olanak
verecek kadar esnek düzenlemişlerdir. Gerçekten, md. 51 sadece BM üyesi
devletlerden birine karşı bir “silahlı saldırının” gerçekleştirilmiş olmasını
gerektirmektedir; bir devlet tarafından gerçekleştirilen bir silahlı saldırıyı” değil.
Md. 51’de bu terminolojilerin kullanılmış olması, açıkça BM Andlaşması’nı
hazırlayanların “silahlı” olduğu sürece bütün saldırıları şekillerini kapsamayı
amaçlamış olduklarını ortaya koymaktadır.517 Birinci yaklaşımın benimsenmesi
doğal olarak,
devlet dışı aktörler tarafından gerçekleştirilen şiddet eylemleri
bakımından devletin sorumluluğu konusundaki kuralların netleştirilmesini ya da
yeniden düzenlenmesini gerektirecektir.
Alternatif ikinci yaklaşım ise terörist faaliyetlere karışan devlet dışı aktörleri
doğrudan ele alan yeni kurallar dizisinin oluşturulması olacaktır. Bu yaklaşımın kabul
edilmesi halinde, devlet dışı aktörler tarafından işlenen şiddet eylemlerinin bir devlete
izafe edilmesi gerekmeyecektir. Bu nedenle söz konusu yaklaşım devlet dışı aktörlerin
eylemlerinin bir devlete izafe edilebilmesi için devlet sorumluluğu konusunda daha
ayrıntılı kurallar geliştirme ihtiyacını azaltacaktır. Öte yandan, bu yaklaşım İnsan
517
Sthan, Carsten, a.g.m. , s. 4.
163
Hakları Hukuku, Uluslararası İnsani Hukuk gibi Uluslararası Hukukun diğer
alanlarında, uluslararası kuralların tedricen bireyselleşmesine işaret edecektir. Ne var
ki, çağdaş uluslararası ilişkileri şekillendiren siyasi ve sosyal faktörlerin çeşitliliğini
daha yeterli bir şekilde yansıtmak adına bu yaklaşımın benimsenmesi halinde, devletmerkezli bir hukuk olan geleneksel Uluslararası Hukuk anlayışından vazgeçmek
gerekecektir. Böyle bir sonuç, 1945 ‘de tesis edilen BM Andlaşması’nın kuvvet
kullanma konusundaki paradigmasında köklü bir değişime işaret edecektir. 518
Devlet dışı aktörler tarafından gerçekleştirilen terörist saldırıların md. 51
çerçevesinde silahlı saldırı teşkile edip etmediğini ve devlet dışı aktörler tarafından
gerçekleştirilen terörist saldırılara ilişkin olarak bu iki farklı metodolojik yaklaşımdan
hangisinin tercih edilmesinin Uluslararası Hukukun gelişimi açısından daha yararlı
olacağını
11 Eylül 2001 olaylarını da göz önünde bulundurarak
değerlendirmek
yerinde olacaktır.
C. 11 Eylül 2001 Tarihinde Amerika Birleşik Devletlerinde Meydana Gelen
Terörist Saldırılar ve Afganistan’a Yönelik Müdahale
1. 11 Eylül Saldırıları ve Amerika Birleşik Devletleri’nin Sonsuz Özgürlük
Harekatı
11 Eylül 2001’de, Amerika Birleşik Devletlerin’de tarihinin en büyük terörist
saldırıları gerçekleştirilmiştir.
519
ABD Başkanı George W. Bush saldırılardan dört
518
Grote, Rainer, a.g.m. , s. 5-6.
11 Eylül 2001’de Boston -Los Angelos seferini yapan American Airlines’a ait Boeing 767 tipi bir
yolcu uçağı 81 yolcu ve 11 mürettebatı ile kaçırılmış; hava korsanları kaçırılan uçakla New York,
Manhattan’da Dünya Ticaret Merkezi’nin ikiz kulelerinden kuzey kulesine çarparak saldırıyı
başlatmışlardır. Kısa bir süre sonra, Washington’dan Los Angelos’a giderken kaçırılan yine Amerikan
Airlenes’a ait Boeing 757 tipi ikinci bir uçak, hava korsanları tarafından Dünya Ticaret Merkezi’nin
519
164
gün sonra 15 Eylül 2001 tarihinde yaptığı “ulusa sesleniş” konuşmasında
“Savaştayız, teröristler tarafından Amerika’ya açılmış bir savaş var ve buna cevap
vereceğiz. Bunları kimlerin yaptığını bulacağız
ve onları saklandıkları delikten
çıkartarak adalete teslim edeceğiz “cümlelerine yer vermiştir. Olayı takip eden
günlerde, Bush yönetimi, saldırıların arkasında Suudi terörist Usame Bin Ladin ve
El Kaide örgütünün olduğunu dair şüphe olmadığını belirtilerek saldırılardan
Afganistan’daki de facto Taliban hükümetini sorumlu tutmuştur. Başkan George W.
Bush, 20 Eylül 2001’de Kongre’ye hitaben yaptığı konuşmada Taliban’dan bazı
isteklerden bulunduktan sonra520, “ ….Her bölgedeki
her ulus şimdi bir karar
vermek zorundadır. Ya bizimle birliktesiniz ya da teröristlerle. Buğünden itibaren
terörizmi barındırmaya ya da desteklemeye devam edecek herhangi bir ulus ABD
tarafından bir düşman rejim sayılacaktır” diyerek teröristlerle teröristleri barındıran
diğer kulesine çakılmıştır. Her iki kule de birbiri ardına çökmüştür. Olay bununla sona ermemiş aynı
gün, 56 yolcu ve 9 mürettebatı ile Boston-Los Angelos seferini yaparken kaçırılan United Airlines’a
ait Boing 767 tipi üçüncü bir uçak, Amerika Birleşik Devletleri Savunma Bakanlığı merkezi
Pentagon’a çakılmış bina kısmen çökmüştür. Savunma Bakanlığı merkezi Pentagon’a yapılan
saldırının hemen ardından Dışişleri Bakanlığı binasının önüne park edilen bir kamyonda patlama
meydana gelmiş kısa bir süre sonra bir bombalı saldırı da Washington’un en önemli alış veriş merkezi
olan Washington Mall’da ve ABD Kongre binası Capitol Hill’de meydana gelmiştir. 38 yolcu ve 7
mürettebatıyla NewYork San Francisko seferini yaparken kaçırılan dördüncü bir uçak ise
Pennsylvania ‘nın Pitsburg kenti yakınlarında düşmüştür. Olaylarda toplam 2795 kişi hayatını
kaybetmiştir. Bu rakam Amerikan iç savaşından bu yana ABD’nin bir günde uğradığı en büyük
insan kayıbıdır. Bunun yanı sıra, ABD çok büyük maddi hasara da uğramıştır. Saldırı sonucunda
meydana gelen can ve mal kayıbı neredeyse bir devletin ABD’ye karşı düzenli askeri birlikleri ile
gerçekleştireceği orta büyüklükte kabul edilebilecek bir silahlı saldırı neticesinde ortaya çıkabilecek
boyutlara ulaştığı söylenebilir. Ayrıntılı bilgi için bkz. Başeren, Sertaç H., “Uluslararası Hukuk
Açısından Amerika Birleşik Devletlerinde Gerçekleştirilen Terörist Saldırılar ve Yol Açtığı
Gelişmeler Üzerine Bir Değerlendirme”, s. 67-68. Murphy, Sean D., “Contemporary Practice of the
United States Relating to International Law”, AJIL, Cilt 96, Sayı 4, 2002, s. 237-238; Franck, Justin
N.B. ve Rehman, Javaid, “Assesing the Legality of the Attacks By the International Coalition Against
Terrorism Against Al-Qaeda and the Taleban in Afghanistan: An Inquiry into the Self-Defence
Argument under Article 51 of the UN Charter”, Journal of Criminal Law, 2004, s. 415.
520
ABD Taliban Rejimini hiçbir zaman Afganistan’ın meşru hükümeti olarak tanımamış olması
nedeniyle ABD talepleri Taliban’a Pakistan aracılığı ile iletilmiştir. Taliban, 11 Eylül saldırılarına Bin
Ladin’in karıştığının kanıtlanması gerektiği hususunda ısrar ederek ABD’nin isteklerini yerine
getirmeyi reddetmiştir. Bkz. Haris, Jhon F. ve Allen, Mike, “President Details Global war on
Terrorists and Supporters”, Washington Post, , 21 Eylül 2001, s. A1.
165
ve destekleyen devletler arasında ayırım yapılmayacağının sinyalini vermiştir.
521
4
Ekim 2001’de İngiliz hükümeti “11 Eylül 2001’de ABD’deki Terörist Vahşetler için
Sorumluluk” başlığı ile bir belge yayınlamıştır. Belgede, Bin Ladin ve El Kaide’nin
özgeçmişine ve bunların Taliban ile olan ilişkilerine yer verilmiştir.522 Daha sonra,
söz konusu belge ABD tarafından onaylanmıştır.523 Taliban’ın ABD’nin isteklerini
reddetmesinin ardından 7 Ekim 2001’de (11 Eylül saldırılarından tam 26 gün sonra)
ABD, İngiltere ile birlikte egemen bir devlet olan Afganistan’a karşı kapsamlı bir
askeri operasyon başlatmıştır. Aynı gün, ABD, BM Andlaşması’nın 51. maddesine
uygun olarak, doğal olan bireysel ve kolektif meşru müdafaa hakkı esasında
Afganistan’daki El Kaide Örgütü’ne ait terörist eğitim kamplarına ve Taliban
yönetimine ait askeri tesislere karşı gerçekleştirdiği operasyonlara ilişkin olarak, BM
Güvenlik Konseyi’ni bilgilendirmiştir.524 İngiltere’de benzer argümanları dile getiren
521
Address Before a Joint Session of the Congress on the United States Response to the Terrorist
Attacks of September 11, Weekly Comp. Pres. Doc., Cilt 37, s. 1349, 20 Eylül 2001;
http://www.whitehouse.gov/news/releases/2001/0920-8.html, (10 .05.2002).
522
U.K. Release, 10 Downing Street Newsroom, Responsibility for the Terrorist Atrocities in the
United States, http://www.number-10.gov.uk7news.asp?NewsId=2686, (14 Kasım 2001).
523
Sanger, David E., “White House Approved Data Blair Released”, New York Times, 6 Ekim 2001,
s. B6.
524
Amerika Birleşik Devletleri’nin BM Daimi Temsilcisi Jhon D. Negroponte tarafından 7 Ekim 2001
tarihinde BM Güvenlik Konseyi Başkanı’na gönderilen mektupta, ABD’nin 11 Eylül 2001’de, 81
ülkenin vatandaşları dahil yaklaşık beş bin insanın hayatını kaybettiği, dört sivil havaalanı, Dünya
Ticaret Merkezi kulelerinin ve Pentagon’un bir kısmının yıkıldığı New York, Pennsylvania ve
Virginia şehirlerindeki geniş çaplı ve kanlı saldırıların kurbanı olduğu; Afganistan’daki Taliban rejimi
tarafından desteklenen El Kaide Örgütü’nün olayın sorumlusu olduğuna ilişkin ellerinde ciddi
delillerin bulunduğu; Taliban rejimi tarafından desteklenen ve Afganistan’ı bir üs olarak kullanan El
Kaide Örgütü’nün 11 Eylül saldırının sorumlusu olduğu; ABD ve vatandaşlarına karşı devamlı bir
tehdit oluşturduğu; ABD ve uluslararası toplumun tüm çabalarına rağmen Taliban rejiminin
politikasını değiştirmeyi reddettiği; El Kaide Örgütü’nün Afganistan topraklarından dünya çapında
masum insanlara saldıran ve ABD’nin ve vatandaşlarının çıkarlarını içerde ve dışarıda hedef alan terör
birimlerini eğitmeye ve desteklemeye devam ettiği vurgulanmakta ve ardından bu saldırılara yanıt
olarak ve daha başka saldırıların gerçekleştirlmesini önlemek ve caydırmak amacıyla ABD’nin,
diğer devletlerle birlikte, BM Andlaşması’nın 51. maddesine uygun olarak doğal olan bireysel ve
kolektif meşru müdafaa hakkı çerçevesinde operasyonlarını başlattığı bildirilmektedir. Mektupta,
operasyonun El Kaide’nin eğitim kamplarını ve Taliban rejiminin askeri tesislerini kapsadığı
belirtilmekte; sivillerin korunmasına özen gösterileceği ve sivil mülkiyete en az zarar verileceği
taahhüt edilmekte ve ABD’nin Afgan halkının sıkıntılarını hafifletebilmek için insani yardım
çabalarına devam edeceği belirtilmektedir. Bkz. Letter Dated 7 October 2001 From the Permanent
Representative of the United States of America to the United Nations Addressed to the President of
166
ve Afganistan’a yönelik operasyona katıldığını bildiren bir mektubu BM Güvenlik
Konsey’ine sunmuştur.525 Böylece, ABD Afganistan’a yönelik askeri müdahalesini
BM Andlaşması’nın 51. maddesine dayanarak, doğal olan bireysel ya da kolektif
meşru müdafaa hakkı esasında meşrulaştırmıştır.526 Devlet sponsorlu terörizme karşı
meşru müdafaa hakkı esasında kuvvet kullanma argümanının ileri sürülmesi ABD
için yeni bir şey değildir. 1986’da ABD Dışişleri Bakanı George P. Shultz’un “
Uluslararası Hukukun bizi teröristleri uluslararası sularda ya da hava sahasında
the Security Council, U.N. Doc. S/2001/1946, 7 Ekim 2001, http://www.un.int/usa/s-2001-946htm, (7
Mart 2002).
525
Bkz. U.N. Doc. S/2001/1947, 7 Ekim 2001.
526
ABD 11 Eylül saldırılarına yanıt olarak Afganistan’a yönelik müdahalesini meşrulaştırmak için ilk
olarak, “davetle müdahale” argümanına dayanabilirdi. Zira, bir devlet tarafından ülke devletinin
rızasıyla bu devlete müdahale edildiği zaman BM Andlaşması md. 2/4’deki kuvvet kullanma yasağı
ihlal edilmemektedir. Bu müdahale ülke devletinin toprak bütünlüğü ya da siyasal bağımsızlığına
aykırılık teşkil etmemektedir. Geçmiş yıllarda verilmiş bu tür rıza örnekleri vardır. Örneğin Federal
Almanya, 1977’de Mogadişhu’ya bu esasta müdahale etmiştir. Ancak, bu tür rızanın de jure hükümet
tarafından ya da etkin kontrole sahip de facto hükümet tarafından verilmiş olması gerekmektedir. Aksi
taktirde, müdahalede bulunana devlet md. 2/4’deki kuvvet kullanma yasağını ihlal etmiş olur. Davetle
müdahale konusunda ayrıntılı bilgi için bkz. Schachter, Oscar, “Lawful Use of Force By a State
Aganist Terrorist in Another Country”, s. 247. Afganistan olayında müdahale daveti “Kuzey
İttifakı’ndan” gelmiştir. Bu davetin kabul edilmesi Kuzey İttifakı’nı “meşru” hükümet olarak
tanımayı gerektirecekti. Oysa, ABD’müdahale davetinin geldiği Kuzey İttifakını meşru hükümet
olarak tanımak istemiyordu. Bu nedenle, ABD meşru müdafaa argümanını zayıflatabilecek davetle
müdahale argümanına dayanmayı tercih etmemiştir. Bkz. Byers, Michael, “Terrorism, The Use of
Force and International Law After 11 September”, International Law and Comparative Law
Quarterly, Cilt 51, No.2, 2002, s. 404.
İkinci olarak, ABD 11 Eylül saldırılarına yanıt olarak Afganistan’a yönelik müdahalesini
meşrulaştırmak için insani müdahale argümanına dayanabilirdi. Kosova’dakinden daha kapsamlı ve
genel olabilecek bir emsal yaratma kaygısı, insani müdahale” argümanına da dayanmaktan ABD’yi
engellemiştir. ABD, “insani müdahale” doktrinine başvurma konusunda daima temkinli bir tutum
benimsemiştir. Nitekim, 26 Haziran 1999’da ABD Dışişleri Bakanı Madeleine Albright yaptığı bir
açıklamada Kosova’nın Balkanlar’daki sui generis bir durum olduğunu ve bu olaydan kaynaklanan
dersleri abartmamak gerektiğini vurgulamıştır. Bkz. US Secretary of State Madeleine Albright, Press
Conference With Russian Foreig Minister Igor Ivanov, Singapur, 26 Haziran 1999,
http://secretary.state.gov/www/statements/1999/990726b.html, (12 Mart 2003). Üstelik, Güvenlik
Konseyi Afganistan’daki yiyecek sıkıntısını da “barışa yönelik bir tehdit” olarak nitelendirmemiştir.
Herhalükarda, terörist saldırılara yanıt vermede “ insani müdahale” argümanına başvurmanın açık
uyumsuzluğu ABD’yi temkinli bir tutum takınmaya sevk etmiş ve ABD’yi söz konusu
meşrulaştırmaya başvurmaktan engellemiştir. Bkz. Byers, Michael, a.g.m. , s. 405.
ABD’nin izlediği meşru müdafaa argümanına dayanma stratejisi sonuçları itibariyle çok
önemlidir. ABD, davetle müdahale ya da insani müdahale argümanlarına dayanmış olsaydı, bir çok
devlet buna itiraz etmeyecekti. Fakat, bir başka sefere tek başına ya da 11 Eylül koşullarının olmadığı
durumlarda kuvvet kullanması gerektiğinde, münferiden askeri kuvvet kullanması çok daha zor
olacaktı. Bkz. Byers, Michael, a.g.m. , s. 410.
167
yakalamaktan; rehinleri kurtarmak için diğer ulusların
topraklarında
bunlara
saldırmaktan ya da terörist ya da gerillaları destekleyen, eğiten ve barındıran
devletlere karşı kuvvet kullanmaktan yasakladığını ileri sürmek anlamsızdır”
527
şeklindeki sözleriyle somutlaşan bu argüman uluslararası terörizme karşı nasıl
yanıt verilmesi gerektiği konusunda
Reagan yönetiminin dış politikasına şekil
vermiş ve “Shultz Doktrini” olarak isimlendirilmiştir.528 11 Eylül 2001 ve sonrası
dönemde yaşanan gelişmeler ABD’ye devlet destekli terörizme karşı Shultz Doktrini
benzeri bir doktrini uygulama fırsatı vermiştir.
11 Eylül saldırılarına yanıt olarak ABD meşru müdafaa iddiasını birbiriyle
ilişkili iki önermeye dayandırmıştır. İlk olarak, ABD 11 Eylül terörist saldırılarını
BM Andlaşması’nın md. 51 çerçevesinde bir “silahlı saldırı” olarak nitelendirmiştir.
İkinci olarak, El Kaide tarafından gerçekleştirilen ABD’ye yönelik “silahlı
saldırıların”, kontrol ettiği Afganistan topraklarının bu örgüt tarafından
bir
operasyon üssü olarak kullanılmasına izin veren Taliban rejimine izafe edilmesi
gerektiği ve Uluslararası Hukukun teröristler tarafından saldırıya uğramış bir devlete
bunları barındıran devletlere karşı meşru müdafaa esasında kuvvet kullanma hakkı
verdiği önermesine dayanmıştır.529 Nitekim, Afganistan’a yönelik hava saldırılarının
başlatılmasından hemen sonra yaptığı ulusa sesleniş konuşmasında Başkan George
W. Bush “ Taliban rejimi teröristleri destekleyerek ve barındırarak cinayetleri bizzat
kendisi işlemiştir” diyerek 11 Eylül saldırıları için doğrudan Afganistan hükümetini
527
Shultz, George P., Low-Intensity Warfare : The Challenge of Ambiguity, Remarks by George
P. Shultz, Secretary of State, before the Low-Intensity Warfare Conference, National Defence
University, Washington, 25 Ocak 1986, s. 7 ve 11-12. Benzer görüş için bkz. Shultz, Richard H.,
“Can Democratic Govrenments Use Millitary Force in the War Against Terrorism?”, World Affairs,
Cilt 148, No. 4, 1986, s. 210, 212-213.
528
Maogoto, Jackson Nyamuya, a.g.m. , s. 422-423.
529
Ratner, Steven R., a.g.m. , s. 906-907.
168
sorumlu tutmuştur.530 Böylece, ABD’nin terörizm karşıtı mücadelesinde bundan
sonra teröristlerle teröristleri destekleyen ya da barındıran devletler arasında ayırım
yapmayacağı bunları denk sayacağı açık hale gelmiştir.531
2. 11 Eylül 2001 Terörist Saldırıların BM Andlaşması Md. 51 Çerçevesinde
“Silahlı Saldırı” Şartı Bakımından Değerlendirilmesi
a. BM Güvenlik Konseyi’nin 11 Eylül Terörist Saldırılarını “Silahlı Saldırı”
Olarak Kabul Edip Etmediği
11 Eylül saldırılarını takiben Güvenlik Konseyi 12 Eylül 2001 tarih ve 4370
sayılı toplantısında 1368 (2001) sayılı kararı kabul etmiştir. Güvenlik Konseyi
Kararın önsözünde, BM Andlaşması’nın amaç ve ilkelerini
tekrar teyit ederek,
terörizmin neden olduğu uluslararası barış ve güvenliğe yönelik tehditlerle her türlü
araçla mücadele etmeye karar vermiş ve BM Andlaşması’na uygun olarak, bireysel
ya da kolektif doğal olan meşru müdafaa hakkını tanımıştır. Kararın işlevsel 1.
paragrafında
ise 11 Eylül 2001 tarihinde New York, Washington D.C. ve
Pennsylvania’da meydana gelen dehşet verici terörist saldırıları açıkça en sert şekilde
kınamış ve herhangi bir terörizm fiili gibi bu tür fiileri uluslararası barış ve güvenliğe
yönelik bir tehdit olarak nitelendirmiştir. Kararın 5. ve 6. paragraflarında ise Konsey
11 Eylül 2001’de meydana gelen terörist saldırılara yanıt vermek için gerekli tüm
tedbirleri almaya ve BM Andlaşması’ndan doğan sorumluluklarına uygun olarak her
530
“Bush’s Remark on U.S. Military Strikes in Afghanistan”, New York Times, 8 Ekim 2001, s. B6.
Jinks, Derek, “State Responsibility for Sponsorship of Terrorist and Insurgent Groups: State
Responsibility for the Acts of Private Armed Groups”, Chicago journal of International Law, Cilt
4, Sayı 1, 2003, s. 85.
531
169
türlü terörizm ile mücadele etmeye hazır olduğunu bildirmiş ve meseleyi elde
tutumaya devam etmeye karar vermiştir.532 Bu noktada
Konsey, gerekli tüm
tedbirleri almaya hazır olduğunu belirterek zımnen ABD’yi askeri hazırlıklarını
tamamladıktan sonra kuvvet kullanmak için kendisinden izin istemeye teşvik
etmiştir.
Güvenlik Konseyi 28 Eylül 2001’de 4385 sayılı toplantısında ise VII. Bölüm
altında 1373 (2001) sayılı Kararı kabul etmiştir. Güvenlik Konseyi’nin 1373 (2001)
sayılı Kararının önsözünde, 1368 (2001) sayılı Kararda da tekrar edildiği gibi, BM
Andlaşması’na uygun olarak, bireysel ya da kolektif doğal olan meşru müdafaa
hakkını yeniden onaylamış; terörizmin finansmanın önlenmesi, terörist örgütlerin
mal varlıklarının dondurulması, teröristlerin desteklenmemesi ve bunlara güvenli
bölgeler sağlanmaması gibi konularda üye devletlere bağlayıcı yükümlülük getirmiş;
üye devletlere aralarında kapsamlı bilgi değişiminde bulunmaları için işbirliği çağrısı
yapmış ve bu gibi tedbirlerin devletler tarafından yerine getirilmesini gözlemlemek
üzeren devamlı faaliyette bulunacak bir Güvenlik Konseyi Komitesi kurulmasına
karar vermiştir.533
Güvenlik
Konseyi’nin
1373
sayılı
Kararı
incelendiğinde
Güvenlik
Konseyi’nin söz konusu Kararda ABD’ye kuvvet kullanması için izin vermekte
olduğu ileri sürülebilecek bir üslup kullanılmış olması dikkat çekmektedir. Bu üslup
“terörist varlıkların” dondurulmasına ilişkin çok sayıdaki hüküm arasına gizlenmiş
olup; anahtar pasaj 2(b) paragrafında şu şekilde yer almaktadır: “Güvenlik
Konseyi… BM Andlaşması’nın VII. Bölüm altında hareket ederek… ayrıca … dahil
532
U.N. Doc. S/RES/1368 (2001). 12 Eylül 2001’de BM Genel Kurulu da saldırıları kınayan 56/1
(2001) sayılı bir Karar kabul etmiştir. Genel Kurul, Güvenlik Konseyi’nin aksine, 56/1 (2001) sayılı
Kararda meşru müdafaa hakkına hiç atıf yapmamıştır. Bkz. U.N. Doc. A/RES/56/1.
533
U.N.Doc. S/RES/ 1373(2001).
170
her devletin terörist eylemlerin işlenmesini önlemek için gerekli adımları atmalarına
da karar verir.” Bu üslup örneğin Güvenlik Konseyi’nin 678 sayılı Kararda kuvvet
kullanılmasına izin veren “tüm gerekli vasıtaları kullanma”, 1999 Kosova
müdahalesini meşrulaştırmak için kullanılan “zımni yetkilendirme” ya da Irak’daki
uçuşa yasak bölgeleri meşrulaştırmak için kullanılan “somut ihlal” argümanlarından
birazcık farklılık göstermesine karşın bunlardan daha iyi bir VII. Bölüm
yetkilendirmesi sağlamaktadır. 534 Kararı kuvvet kullanılmasına izin veriyor olarak
yorumlamak zorunlu olmamakla birlikte
535
1373 sayılı Kararın geniş yorumuna
dayanan bu argüman ABD’ye en azından makül bir hukuksal gerekçe sağlayabilirdi.
Fakat bundan yararlanacak tek devlet ABD değildi. 1373 sayılı Kararın terörizme
karşı kuvvet kullanılmasına izin vermekte olduğu argümanının Çin ve Rusya gibi
devletler tarafından ileri sürülebilme olasılığı, ABD’nin neden bu Karara
dayanmadığını izah etmektedir. Washington açıkça bu devletlerin yararına olabilecek
bir emsal yaratmayı çıkarlarına aykırı bulmuştur.536 ABD Afganistan harekatı için
Güvenlik Konseyi’nden gerekli izni alabilecek bir pozisyonda olmasına rağmen, bu
yönde hiçbir teşebbüste bulunmaksızın, Afganistan’a yönelik müdahalesini meşru
müdafaa hakkına dayanarak gerçekleştirmeyi tercih etmiştir. ABD’nin kolektif
güvenlik mekanizmasını devre dışı bırakan yaklaşımı, ABD’nin Kyoto Protokolü,
Uluslararası Ceza Mahkemesi ve diğer çok taraflı andlaşmaları reddetmesiyle
somutlaştığı gibi artan tek taraflılık politikasıyla izah edilebilir.537 ABD’nin bu
tutumu örneğin Jonathan I. Charney tarafından BM kolektif güvenlik sistemine zarar
534
Byers, Michael, a.g.m. , s. 402.
Örneğin Christopher Greenwood, 1373 (2001) sayılı Güvenlik Konseyi Kararını, terörizme karşı
kuvvet kullanmaya izin veren bir karar olduğu görüşünü kesinlikle kabul etmemektedir. Bkz.
Greenwood, Christopher, a.g.m. , s. 309.
536
Michael Byers, a.g.m. , s. 403.
537
Ulfstein, Geir, “Terrorism and Use of Force”, Security Dialogue, Cilt 34, No.2, 2003, s. 157.
535
171
veren arzulanmayan bir emsal oluşturduğu ve bunun uzun vadeli ABD çıkaralarını
zayıflatacağı esasında eleştirilmiştir.538 Öte yandan, Güvenlik Konseyi’nin olaya
ilişkin uygulamaları da olağan dışı bulunmuştur. BM Güvenlik Konseyi ‘nin 1368
(2001) ve 1373 (2001) sayılı Kararlarında terörist saldırıları meşru müdafaa hakkını
hukuksal olarak ve mantıksal olarak etkinleştirmeyen
“uluslararası barış ve
güvenliğe yönelik bir tehdit “olarak nitelendirmiş olması; saldırganı ve bir silahlı
saldırının varlığını tespit etmeksizin meşru müdafaa hakkını teslim etmiş olması;
VII. Bölüm altında
kabul edilen ve dolayısıyla üye devletlere bağlayıcı
yükümlülükler getiren 1373 sayılı Kararda terörizmin finansmanının önlenmesi ve
terörist varlıkların dondurulması gibi konularda
tedbirler uygulamaya koymuş
olması nedeniyle eleştirilmiştir.539
Bu bağlamda belirtilmesi gereken ilk husus, 11 Eylül saldırılarının hem ABD
ceza hukuku hem de Uluslararası Hukuk540 çerçevesinde suç olduğudur. Ancak, 11
Eylül olaylarının “uluslararası suç” olarak tarif edilmesi bu saldırıların ayrıca
“uluslararası barış ve güvenliğe yönelik tehdit veya silahlı saldırı” sayılmayacağı
anlamına gelmemektedir. Güvenlik Konseyi “uluslararası barış ve güvenliğe yönelik
bir
tehdit” ve “silahlı saldırı” kavramlarını hiçbir zaman birbirlerini dışlayacak
538
Bkz. Charney, Jonathan I., “The Use of Force Against Terrorism and International Law”, AJIL,
Cilt 95, Sayı 4, 2001, s. 835 ve 838-839.
539
Eleştiriler için bkz. Cassese, Antonio, “Terrorism Is Also Distrupting Some Crucial Legal
Categories of International Law”, s. 996; Portela, Clara , “Terrorism and the Use of Force”, BITS
Research Note, Haziran 2002, http://www.bits.de/public/reasarchnote/rn02-2.htm, (18 Ekim 2002).
540
Örneğin Antonio Cassese, 11 Eylül saldırılarının “barışa yönelik tehdit” yerine “insanlığa karşı
suç” olarak karakterize edilmesi gerektiğini ileri sürmektedir. Cassese Cezayir, Türkiye, Hindistan ve
Sri Lanka tarafından iletilen terörizmin “insanlığa karşı suçlar” olarak Uluslar arası Ceza
Mahkemesi’nin yetkisi altına girmesi gerektiğine ilişkin bir önerinin başta ABD olmak üzere pek
çok devlet tarafından reddedilmiş olduğunu hatırlatarak söz konusu yaklaşımın benimsenmesi halinde
terörizmin hem Uluslararası Ceza Mahkemesi Statüsü ‘nün 7. maddesi altında hem de Uluslararası Örf
ve Adet Hukuk çerçevesinde suç teşkil edeceğine işaret etmektedir. Bkz. Cassese, Antonio,
“Terrorism Is Also Distrupting Some Crucial Legal Categories of International Law”, s. 993- 994.
172
şekilde değerlendirmemiştir.
541
Nitekim, 1990 Körfez krizi sırasında Güvenlik
Konseyi’nin uygulaması bu durumu kanıtlamaktadır. Güvenlik Konseyi 6 Ağustos
1990 tarihli 661 sayılı Kararında Irak’ın Kuveyt’i işgalini “uluslararası barış ve
güvenliğe yönelik bir tehdit” olarak nitelendirerek VII. Bölüm altında md. 41
çerçevesinde Irak’a kapsamlı ekonomik müeyyideler koymuştur. Güvenlik Konseyi
aynı Kararın önsözünde ise Kuveyt’in bireysel ya da kolektif meşru müdafaa
hakkının varlığını da teyit ederek işgale aynı zamanda bir silahlı saldırı muamelesi
yapmıştır.542
Belirtilmesi gereken ikinci önemli husus ise, 51. madde altında meşru
müdafaa hakkının “doğal” bir hak olduğu ve bu hakkın kullanılmasının Güvenlik
Konseyi’nin hiçbir ön iznini gerektirmeyeceğidir.543 Aksi taktirde, Thomas M.
Franck’ın da işaret ettiği gibi, devletler kendilerini savunma hakkından Güvenlik
Konseyi izin verinceye kadar mahrum bırakılmış olsalardı, hiçbir devlet BM
Örgütü’nde kalmazdı.544 Bununla birlikte, Güvenlik Konseyi BM Andlaşması
çerçevesinde dört esaslı unsurla karekterize edilen bir mahkeme fonksiyonuna
sahiptir.
Bu
özelliklerden
ilki
md.
51
çerçevesinde
devletlerin
bildirim
yükümlülüğüdür. Bu yükümlülük BM üyesi devletleri aldıkları tedbirlerin şeffaf ve
uyumlu bir meşrulaştırmasını Güvenlik Konseyi’ne sunmaya zorlamaktadır.545 İkinci
541
Murphy, Sean D.,“ Terrorism and the Concept of “Armed Attack”in Article 51 of the UN
Charter”, s. 49; Greenwood, Christopher, a.g.m. , s. 307.
542
S/RES/661(1990)
543
Ulfstein,Geir, a.g.m. , s. 154; Charney, Jonathan I., a.g.m. , s. 835.
544
Franck, Thomas M., “Terrorism and Right to Self-Defence”, AJIL, Cilt 95, Sayı 4, 2001, s. 840.
545
BM Andlaşması’nın 51. maddesi’nin devamı gereği meşru müdafaa esasında kuvvet kullanan üye
devletler, aldıkları tedbirleri derhal Güvenlik Konseyi’ne bildirmekle yükümlüdürler. Bilgi vermek
meşru müdafaa hakkını kullandığını iddia eden tarafın yükümlülüğündedir. Nitekim, UAD Nikaragua
Davası’na ilişkin olarak verdiği kararın 105. paragrafında bu hususun önemine işaret etmiştir. Divan’a
göre, ABD’nin Nikaragua’ya karşı gerçekleştirdiği eylemler meşru müdafaa tedbirleri olsaydı, BM
Andlaşması’nın 51. maddesin uygun olarak, bu durumu BM Güvenlik Konseyi’ne bir raporla
bildirmesi gerekirdi. Oysa, Washington’u saldırı ile suçlayan Nikaragua böyle bir bildirimde
173
özellik Güvenlik Konseyi’nin meşru müdafaa hakkını askıya alma yetkisidir.546 Bu
çerçevede Güvenlik Konseyi’nin VII. Bölüm altında hareket ederek kabul ettiği
1373 (2001) sayılı Kararda aldığı tedbirlerin, meşru müdafaa hakkının yerine
geçeçek nitelikte zorlama tedbirleri olduğunu söylemek mümkün değildir. Güvenlik
Konseyi’nin 11 Eylül saldırılarına ilişkin olarak kolektif güvenlik mekanizmasını
bulunmuştur. Yargıç Schwebel, ABD’nin Konsey’e bildirimde bulunmamış olmasını “doğası
itibariyle gizli savunma tedbirlerinin” Konsey’e bildirilmesinin zorunlu olmadığı şeklinde
meşrulaştırmak istemiştir. Yargıç Schwebel’in söz konusu girişimini eleştiren Rain Mullerson,
Schwebel’in söz konusu argümanın Uluslararası Hukukta daha önce hiç duyulmamış bir “gizli meşru
müdafaa ”kavramını gündeme getirdiğine işaret ederek, uluslararası toplumun devlet destekli
terörizmi onaylayan meşru örtülü operasyonları kabul etmeye henüz hazır olmadığını; saldırganın
tersine savunma durumunda olan bir devletin eylemlerini gizlemesi için bir nedenin olmayacağını
belirtmiştir. Bkz. Mullerson, Rain, a.g.e. , s. 19.
BM Andlaşması’na göre, meşru müdafaa hakkı kapsamında alınan tedbirlerin Güvenlik
Konseyi’ne bildirilmesine ilişkin yükümlülüğün ihmali halinde hak düşürücü bir niteliğe sahip
olmadığı görülmektedir. Nitekim Nikaragua Davası’nda UAD 51. maddeye uygun olarak Güvenlik
Konseyi’ne durumu bildirme yükümlülüğünün uluslararası teamül hukukunun bir parçasını da teşkil
etmekle birlikte, bu yükümlülüğün esasa ilişkin değil fakat prosedürel bir zorunluluk olduğunu ifade
etmiştir.Yani, Divan’a göre bu yükümlülüğün ihmali halinde, meşru müdafaa hakkı ortadan
kalkmamaktadır. İlgili devletin durumu Konsey’e bildirmesi bir bakıma, o devletin haklı bir konumda
olduğuna dair inancı göstermektedir. Aksi bir durumda ise, ilgili devletin haklılığı hususunda
kuşkularının olduğuna işaret etmektedir. Ancak, bildirim yükümlülüğünün yerine getirilmemesi meşru
müdafaa kapsamındaki eylemlerin yasallığının bir karinesi değildir. Ayrıntılı bilgi için bkz. Aral,
Berdal, a.g.e. , s. 39-40. Üstelik, bildirim koşulu meşru müdafaa tedbirleri alan BM üyesi bir devleti
meşru müdafaa iddiasını desteklemek içim kanıt sunmak zorunda bırakmaktadır. Nitekim, Nikaragua
Davası’nda Divan 230-234 ve 248-249. paragraflarda meşru müdafaa esasında kuvvet kullanıldığına
ilişkin iddianın, mutlaka bir silahlı saldırının ve saldırganın kimliğinin güvenilir bir kanıtla
desteklenmesi gerektiğini benimsemiştir.
546
BM Andlaşması’nın 51. maddesi çerçevesinde meşru müdafaa eylemine sadece Güvenlik Konseyi
uluslararası barış ve güvenliği sağlamak için harekete geçine kadar izin verilmektedir. Bu bağlamda
Güvenlik Konsey’i olayın arka planını dikkatli bir şekilde incelesin ya da incelemesin, uluslararası
barış ve güvenliği sağlamak veya muhafaza etmek için uygun gördüğü eylemleri alma hakkına
yetkilendirilmektedir. Konsey uluslararası barış ve güvenliği sağlamak için gerekli önlemleri aldığı
anda da bu hak sona ermektedir. Konsey’in alabileceği eylem türleri çok çeşitlidir. Konsey, inter alia,
Meşru müdafaa hakkını kullandığını iddia eden devletin haklılığına hükmedebilir; Meşru müdafaa
hakkının devamına karar verebilir; Taraflara genel bir ateşkes çağrısında bulunabilir; Tarafların askeri
kuvvetlerinin başlangıçtaki mevzilerine çekilmesini isteyebilir; Meşru müdafaa hakkını kullanan
devleti gerçekte “saldırgan” ilan edebilir; Meşru müdafaa hakkını kullandığını ilan eden devletin
kendi başına gerçekleştirdiği eylemine, müşterek güvenlik tedbirlerine yol vermek maksadıyla son
vermesini isteyebilir.
Her halükarda, Güvenlik Konseyi’nin bu hususta alacağı karar, etkili bir sonuç üretmesi
kaydıyla, tüm BM üyesi devletler için bağlayıcıdır. Yani Güvenlik Konseyi’nin aldığı kararın,
saldırgan devletin kazanımlarını etkisiz kılacak nitelikte olması gerekmektedir. Aksi taktirde, mağdur
devletin meşru müdafaa hakkının devam ettiği kabul edilmektedir. Meşru müdafaa hakkı kapsamında
bir devletin, aldığı silahlı tedbirlere hukuksal bir zorunluluk olarak son vermesi için, Güvenlik
Konseyi’nin bu yönde somut ve bağlayıcı bir kararının olması gerekmektedir. Ayrıntılı bilgi için bkz.
Aral, Berdal, a.g.e. , s. 37-38.
174
işletmemiş olması izlemeyi tercih ettiği yolun hukuksal olmadığı anlamına
gelmemektedir. Uluslararası barış ve güvenliğin korunması ve sağlanmasından
öncelikle sorumlu bir organ olarak Güvenlik Konseyi gerekli gördüğü adımları
atmakta fiilen serbesttir. BM Andlaşması tarafından Güvenlik Konseyi’nin
eylemlerine getirilen tek sınır BM Andlaşması’nın amaçlarına ve ilkelerine uygun
davranmasıdır. Bu olayda, Güvenlik Konseyi uluslararası barış ve güvenliğin
korunması ve sağlanması konusundaki görevlerini yerine getirmekte aktif bir rol
almayarak uluslararası barış ve güvenliğin korunması ve sağlanmasından öncelikle
sorumlu bir organ olma rolünün zararına davranmıştır.547
BM Andlaşması’nı hazırlayanlar tarafından doğrudan öngörülmeyen üçüncü
özellik VII. Bölüm altında Güvenlik Konseyi’nin meşru müdafaa hakkının
kullanılmasına izin vermedeki rolü ve bu yöntemle meşru müdafaa hakkının
sınırlarını aşacak eylemleri meşrulaştırmasıdır. Güvenlik Konseyi’nin üçüncü rolü
Konsey adına ya da Konsey’in izni ile gerçekleştirilen meşru müdafaa tedbirlerini
kolektif güvenlik mekanizmasına dahil edebilmektedir. Bu durum meşru müdafaa
hakkının sınırlarını “silahlı saldırının” geleneksel parametrelerine girmeyen yeni
saldırı türlerine doğru genişletebilecektir.548 Meşru müdafaa kavramının kontrollü
bir genişlemesini ifade eden bu uygulamanın ilk bakışta BM Andlaşması sisteminin
esnekliğini koruyacağı söylenebilir.549 Ancak, söz konusu uygulama, meşru müdafaa
esaslı kuvvet kullanmaları teşvik ederek, BM Andlaşmasın’da öngörülen kolektif
güvenlik mekanizmasını zayıflatma riski taşımaktadır.550
547
Portela, Clara, “Terrorism and the Use of Force”, BITS Research Note, Haziran 2002,
http://www.bits.de/public/reasarchnote/rn02-2.htm, (18 Ekim 2002).
548
Stahn, Carsten, a.g.m. , s. 21.
549
Stahn, Carsten, a.g.m. , s. 21.
550
Charney, Jonathan I., a.g.m. , s. 839.
175
BM Andlaşması’nı hazılayanlar tarafından doğrudan öngörülmeyen son
özellik ise, Güvenlik Konseyi’nin meşru müdafaa esasında gerçekleştirilen
eylemlerin bu esasta olup olmadığına ilişkin şüpheleri ortadan kaldırıcak
ex
post/sonradan ya da ex ante/erken uygun bulma olasılığıdır. Ex ante meşru müdafaa
hakkına
başvurmak,
Güvenlik
Konseyi’nin
11
Eylül
saldırılarına
yasal
reaksiyonunun en çarpıcı özelliklerinden birisidir. Bununla birlikte, Güvenlik
Konseyi’nin 1368 ve 1373 sayılı Kararlarında özel olarak meşru müdafaa tedbirlerini
alacak olan devleti ve bu tedbirlere maruz kalacak olan hedef birimi belirtmeksizin
meşru müdafaa hakkını teslim etmiş olmasını, terörist saldırılara karşı Güvenlik
Konseyi’nin izniyle meşru müdafaa hakkının kullanılması şeklinde yeni bir yasal
dayanak olarak yorumlamak mümkün değildir. Güvenlik Konseyi’nin bu
uygulaması, meşru müdafaa hakkının kullanılmasına yol açan “ silahlı saldırı”
koşulunun gerçekleşmiş olduğu argümanını güçlendirmeye hizmet etmektedir.551
Güvenlik Konseyi 11 Eylül olaylarını henüz ex post olarak “silahlı saldırı” olarak
nitelendiren bir kararı kabul etmemiş ve dolayısıyla
“Sonsuz Özgürlük
Operasyonunu” meşru müdafaa olarak onaylamamış olmasına rağmen,55211 Eylül
saldırılarında gerçekleştirilen şiddet düzeyinin md. 51 çerçevesinde “silahlı saldırı”
niteliğinde olduğu konusunda yaygın bir konsensüs vardır.
551
Greenwood, Christopher , a.g.m. , s. 310.
Güvenlik Konseyi, 4413 sayılı toplantısında, kabul ettiği 12 Kasım 2001 tarih 1377 (2001) sayılı
Kararında; 4415 sayılı toplantısında kabul ettiği 14 Kasım 2001 tarih ve 1378 sayılı (2001) Kararında
ve 4452 sayılı toplantısında kabul ettiği 16 Ocak 2002 tarih ve 1390 (2002) sayılı Kararında “Sonsuz
Özgürlük Harekatını” md. 51 çerçevesinde meşru müdafaa hakkı olarak onaylamamıştır.
552
176
b. Uluslararası Toplumun 11 Eylül Saldırılarına ve Sonsuz Özgürlük
Operasyonuna Yönelik Tepkileri
12 Eylül 2001’de NATO’nun karar organı olan Kuzey Atlantik Konseyi
almış olduğu bir kararda saldırıları kınayarak, bu saldırıların Amerika Birleşik
Devletlerine
dışardan
yöneltildiğine
karar
verilmesi
halinde,
Washington
Andlaşması’nın Avrupa ya da Kuzey Amerika’da bir ya da daha fazla müttefike
karşı gerçekleştirilen bir silahlı saldırının hepsine karşı gerçekleştirilmiş sayılacağını
belirten 5. maddesinin kapsamı dahilinde bir fiil olarak kabul edileceğine karar
vermiştir.553 2 Ekim 2001’de NATO Genel Sekreteri Lord Robertson, 11 Eylül
saldırılarının sorumlusunun Taliban tarafından barındırılan El Kaide Örgütü
olduğuna ilişkin kanıtların “açık ve ikna edici” olduğuna ve 11 Eylül saldırılarının
ABD’ye dışardan yöneltildiğine ve bu nedenle Washington Andlaşması’nın 5.
maddesi tarafından kapsanan bir fiil olarak sayıldığına karar vermiştir.554 Böylece,
NATO’nun söz konusu kararı ile meşru müdafaa esasında kuvvet kullanmanın
hukuki olabilmesi için öngörülen, uluslararası sistemin uygun kurumları tarafından
kanıtların yeterli bulunması koşulu bir başka ifade ile “kanıtsal test /evidentiary test”
kriteri karşılanmıştır.555
Benzer şekilde, Amerikan Devletleri Örgütü (OAS) 21 Eylül 2001’de almış
olduğu bir kararla Rio Anlaşması’nın ilgili hükümlerine uygun olarak, 11 Eylül
saldırılarını bütün Amerikan devletlerine karşı yapılmış bir saldırı olarak
nitelendirmiş, Rio Anlaşmasına taraf tüm devletlerin kıtada barış ve güvenliği
553
Bkz. NATO Press Release, No.124, Statement by the North Atlantic Council, 12 Eylül 2001;
http://www. nato.int/docu/pr/2001/p01.124e htm, (3 Nisan 2004).
554
http://www.nato.int/docu/speech/2001/s01002a.htm, (3 Nisan 2004).
555
Franck, Thomas M., a.g.m. , s. 842-843.
177
sağlamak için etkin karşılıklı yardım sağlayacaklarını açıklanmıştır.556 Ayrıca,
Avrupa Birliği (AB) bünyesinde gerçekleştirilen 21 Eylül 2001 tarihli Olağanüstü
Brüksel Zirevesi’nde ABD’ye destek kararı çıkmıştır.557
ABD, Afganistan’a yönelik “Sonsuz Özgürlük Harekatını” başlattığı zaman
ABD’nin bu harekatı, bir silahlı saldırıya karşı meşru müdafaa hakkının yerinde bir
icrası olarak dünyanın çeşitli kompartmanlarından destek almış; ABD’nin 11 Eylül
olaylarını silahlı saldırı olarak değerlendirmesi diğer devletler tarafından kabul
edilmiştir.558
İngiltere, Afganistan’a yönelik hava saldırılarına doğrudan katılmıştır.
NATO üyesi devletler yanında Güristan, Umman, Pakistan, Filipinler, Katar, Suudi
Arabistan, Tacikistan ve Özbekistan ABD’ye hava sahasını kullandırma ve diğer
askeri kolaylıklar sağlamak için çeşitli yardım tekliflerinde bulunmuşlardır.559 Çin,
Rusya Federasyonu, Mısır ve
Meksika gibi diğer lider devletler de ABD’nin
Afganistan yönelik harekatını desteklemişlerdir. 56 üyeli İslam Konferansı Örgütü
(İKÖ), ABD’ye askeri yanıtını Afganistan dışına genişletmeme çağrısında bulunmuş
fakat Afganistan’a karşı gerçekleştirilen askeri eylemleri kınamamıştır. 21 üyeli
Asya Pasifik Ekonomik
İşbirliği
Forumu
11 Eylül saldırılarını kınayan
bir
açıklama yayınlamış fakat ABD liderliğindeki saldırılar konusunda sessiz kalmıştır.
İKÖ’nün ve Asya Pasifik Ekonomik İşbirliği Forumu’nun ABD’nin meşru müdafaa
esasında hukukileştirilen Afganistan’a yönelik harekatına sessiz kalmış olmalarını
UAD’ın 1951 İngiltere-Norveç Balıkçılık Davası Kararı’nın 116 ve 139. paragrafları
556
Bkz. O.A.S. RES. RC. 24/RES.1/01; http://www.oas.org/OASpage/crisis/RC.24e.htm, (3Nisan
2004).
557
Başeren, Sertaç H., “Uluslararası Hukuk Açısından Amerika Birleşik Devletleri’nde…”, s. 74-75.
558
Murphy, Sean D., “Terrorism and the Concept of “Armed Attack” in Article 51 of the UN
Charter”, s. 49.
559
Murph, Sean D., “Contemporaray Practice of the ….”, s. 248.
178
çerçevesinde, ABD’nin eylemini kabul ettikleri şeklinde ya da en azından buna
tolerans gösterdikleri şeklinde yorumlamak mümkündür. 560
Yine, Avusturalya, Kanada, Çek Cumhuriyeti, Almanya, İtalya, Japonya,
Hollanda, Yeni Zelanda, Türkiye ve İngiltere, Afganistan’da askeri konuşlandırma
olduğunda kara birliklerini kullandırma taahhüdünde bulunmuşlardır.
561
Çok az
sayıda devlet ABD’nin askeri harekatını kınamıştır. Bu devletlerden Küba, Malezya
ve İran ABD’nin Afganistan’a yönelik müdahalesini oldukça nezaketli bir uslupla
Irak, Sudan ve Kuzey Kore ise sert bir uslupla kınamıştır.562 Sonuç olarak, 11
Eylül olaylarına ve Sonsuz Özgürlük Harekatı’na yönelik uluslararası toplumun
gösterdiği
tepkiler birlikte
büyüklüğünün etkisiyle
değerlendirildiğinde 11 Eylül saldırılarının
bir “silahlı saldırı” olarak kabul edildiği ve dolayısıyla
ABD’nin Afganistan’a yönelik meşru müdafaa esaslı müdahalesinin meşru kabul
edildiği söylenebilir.
3. 11 Eylül Saldırılarının Md. 51 Çerçevesinde “Silahlı Saldırı” Kavramının
Yorumlanması Üzerinde Doğurduğu Etkiler
a. Md. 51 ve Ağırlık Koşulu
11 Eylül saldırılarının ölçüsü ve bunların insan hayatına ve mülkiyete verdiği
zarar
kuşkusuz NATO, OAS, AB gibi örgütlerin ve münferit
devletlerin
bu
saldırıları BM Andlaşması md. 51 çerçevesinde bir “silahlı saldırı” olarak
nitelendirilmelerinde rol oynayan önemli faktörlerden birisi olmuştur. Gerçekten,
560
Ratner, Steven R., a.g.m. , s. 910.
Murph, Sean D., a.g.m. , s. 248; Ratner, Steven R., a.g.m. , s. 909.
562
Ratner, Steven R., a.g.m. , s. 909.
561
179
saldırıların etkisi bir devletin hava kuvvetleri tarafından gerçekleştirilebilecek büyük
ölçekli bir saldırıya eşdeğerdi.563 Bu durum, Nikaragua davasında UAD tarafından
md. 51 çerçevesinde “silahlı saldırının” tanımlanmasında bir “ölçü ve etki” testi
ortaya koyarak tesis ettiği “önemli ölçü”
koşulunun sonraki devlet uygulaması
tarafından da devrilmediğini, “ağırlık” koşulunun terörist eylemler bakımından hala
önemini koruduğunu göstermektedir. 564
11 Eylül saldırılarının “silahlı saldırı “olarak nitelendirilmesinde rol oynayan
bir başka önemli faktör ise, uluslararası toplumun El Kaide tarafından
gerçekleştirilen 11 Eylül saldırılarının, 1993’te Dünya Ticaret Merkezi’nin
bombalanması, 1998’de Nairobi ve Kenya’daki ABD elçiliklerinin bombalanması,
2000’de Yemen’de “USS Cole”gemisine düzenlenen terörist saldırıları gibi ABD’ye
yönelik devam eden bir saldırı kampanyasının bir parçası olduğuna ve aynı seride
gerçekleştirilmek üzere daha fazla saldırının planlanmakta olduğuna ikna
olmalarıdır.565 Nitekim, 11 Eylül saldırılarını takiben ABD ve birkaç Avrupa
ülkesinde gerçekleştirilmek üzere daha fazla saldırının planlanmakta olduğunu itiraf
eden kişiler yakalamıştır. Sonsuz Özgürlük Harekatı başladıktan sonra da ABD
birlikleri Afganistan’da, El Kaide Örgütü tarafından ABD’ye yönelik yeni
saldırıların planlandığını teyit eden kanıtsal belgeler ele geçirmiştir. 566
Bu durum,
terörizm bağlamında md. 51 altında silahlı saldırıya ilişkin
“ağırlık” koşulunun bir başka boyut daha kazanmış olduğunu göstermektedir. 11
Eylül saldırılarıyla birlikte silahlı saldırı, terörist eylemlerin devamlılığı ve terörist
563
Rowe, Peter, a.g.m. , s. 308.
Sthan, Carsten, a.g.m. , s. 37.
565
Rowe, Peter, a.g.m. , s. 309.
566
O’Connell, Mary Ellen, “The Myth of Preemptive Self-Defense”, 2002, http://www.asil.org./
taskforce/oconnell.pdf , (12 Şubat 2003).
564
180
eylemler nedeniyle devletin uğradığı zararın ciddiliği gibi iki farklı kriter esasında
belirlenen bir “ağırlık eşiği” temelinde tanımlanmaktadır. Terörist saldırıların silahlı
saldırı şartını karşılayıp karşılamadığını belirlemede başvurulan “kümülatif etki olayların toplamı teorisine/ accumulation of events” dayanan bu yaklaşım doktrinde
geliştirilmiş yeni bir yaklaşım değildir. 567 Örneğin terörist eylemlere ilişkin olarak
meşru müdafaa hakkının yorumunda orta yol benimseyen James Rowles, büyük
ölçekli, devam eden terörist saldırıların koşullara bağlı olarak meşru müdafaa
hakkına yol açabileceğini savunmuştur. 568 James Rowles gibi terörizm bağlamında
meşru müdafaa hakkının yorumunda orta yol benimseyen Cassese’nin silahlı
saldırıya ilişkin tanımı
“… “silahlı saldırı” demek ya zarar gören devletin ülkesi
içinde ya da ülkede ya da dışarda( bir başka devlette ya da uluslararası hava sahası
ya da uluslararası sularda) kurumlarına ya da vatandaşlarına yönelik çok ciddi bir
saldırıdır” şeklinde olup dikkate değerdir. Bu çok ciddi saldırı kriterine Cassese,
ikinci bir kriter daha ekleyerek “…terörist eylemler izole edilmiş ya da münferit bir
saldırıdan ziyade devam eden terörist saldırı kampanyasının bir parçasını teşkil
etmek zorundadır” demektedir.569
Kümülatif etki -olayların toplamı- teorisi altında, her birisi izalasyon içinde
küçük bir kuvvet kullanma olarak değerlendirilebilecek bir dizi terörist saldırıyla
karşılaşan bir devlet, geriye doğru bir zaman periyodu içinde bu hareketin takip ettiği
seyri dikkate alarak, fiilen bunlara kendisine yönelik devam eden bir silahlı saldırı
olarak muamele yapacaktır.570 Md. 51’in geniş yorumlanmasına imkan veren bu
567
Arend, Anthony Clark ve Beck, Robert J., a.g.e. , s. 162.
Rowles, James, “Millitary Responses to Terrorism: Substantive and Procedural Constraint in
International Law”, Proceedings of the American Society of International Law, Cilt 81, 1987, s.
314.
569
Cassese, Antonio, “The International Community’s “Legal” Respons to Terrorism” s. 596.
570
Baker, Mark B., a.g.m. , s. 42; Grote, Rainer, a.g.m. , s. 17.
568
181
yaklaşım, terörist saldırılar arasındaki kesintileri saldırıların sona erdiği şeklinde
değil, eylemleri gerçekleştirenlerin yeni bir eylem için uygun zamanı bekledikleri
bir taktik meselesi olarak algılamakta dolayısıyla saldırıya karşı meşru müdafaa
gerekliliği de devam etmektedir.571
Olayların toplamı teorisi sanılanın aksine Divan tarafından kategorik olarak
dışlanmamış, Divan tek ya da kolektif olarak gerçekleştirilen sınır ötesi akınları bir
silahlı saldırı oluşturabilir olarak telaffuz etmiştir.572 Sonuç olarak, 11 Eylül terörist
saldırılar ışığında, devam eden terörist eylemler zincirinin bir halkasını oluşturan
daha küçük ölçekli terörist saldırılar Divan’ın Nikaragua davasındaki yargısını
devirmeden bir “silahlı saldırı” teşkil edebileceği ileri sürülebilir.573 Ancak, burada
temel mesele sınırın nerede çizileceğidir. Bu çerçevede kuralın, münferit ya da
küçük ölçekli terörist saldırıların bir silahlı saldırı teşkil etmeyeceği yönünde
belirginleşmekte olduğu söylenebilir.
571
Arend, Anthony Clark ve Beck, Robert J., a.g.e. , s. 162.
UAD, Nikaragua Davası’ndaki kararının 231. paragrafında Honduras ve Kosta Rika’ya gelince;,
bu devletlerin, ülkelerine 1982, 1983 ve 1984 yıllarında vaki olan birtakım sınır ihlallerinin Nikaragua
hükümetine kabil-i isnat olduğunu kabul etmektedir. Divan, “…ancak, bu ihlallerin koşulları ve
saikleri ile ilgili elde pek az bilgi mevcuttur. Bu nedenle, fiillerin hukuken tek başına veya hep birlikte
Nikaragua’nın bu devletlere karşı “silahlı saldırısı” sayılıp sayılmayacağına karar vermek
güçleşmektedir.” diyor. Divan, sözü edilen sınır ihlallerinin ya da El Salvador’daki muhalefete silah
sağlanması iddiasının, kolektif meşru müdafaa hakkının kullanımını haklı göstermeye yetmeyeceğini
saptarken, bunu haklı kılacak başka mülahazalara da dayanmaktadır. Bkz. I.C.J.Reports 1986, s.120,
parag. 231.
573
Sthan, Carsten, a.g.m. , s. 38.
572
182
b. Md. 51 ve Devlet Dışı Aktörlerin Eylemleri
i. Devlet Dışı Aktörler Tarafından Gerçekleştirilen Silahlı Saldırıların
Devlete İzafe Edilmesinin Gerekip Gerekmediği
11 Eylül 2001’de İkiz Kulelerin yıkılması Uluslararası Hukukta devlet dışı
aktörlerden kaynaklanan terörist eylemlerinin bir silahlı saldırıya ulaşabileceğini kabul
etme yönünde ani bir değişim mi başlatmıştır? Uluslararası Hukuk sistemi “yeni bir
anayasal an” olarak ya da bir “ani örfi hukukun” yaratılması işlemi olarak isimlendirilen
bir olguyla mı karşılaşmaktadır?
Daha önce de ifade edildiği gibi 1945’lerde “silahlı saldırı” kavramı sınır aşan
ordularla ilişkiliydi. BM Andlaşmasını hazırlayanlar, “silahlı saldırı” kavramını
geleneksel
olarak
devletler
tarafından
gerçekleştirilen
saldırıları
düşünerek
hazırlamışlardı. Bu durum doktrinde meşru müdafaa hukukunun devletten devlete
çatışmaları kapsadığı ve bu nedenle de devlet dışı aktörlerden kaynaklanan terörist
saldırılara uygulanamayacağı yönünde genel bir anlayışın doğmasına neden olmuştur.574
Ancak, bu yöndeki doğmatik görüşler, 11 Eylül saldırıları sonrasında
gerçekleşen
devlet uygulaması ile devrilmiştir.575 Günümüzde, devletler devlet dışı aktörler
tarafından gerçekleştirilen
asimetrik eylemlerin bir silahlı saldırı seviyesine
ulaşabileceğini ve dolayısıyla md. 51 çerçevesinde meşru müdafaa hukukunun
574
Söz konusu geleneksel görüş 3314 sayılı Saldırının Tanımı Kararı md. 1’de somutlaşmakta olup şu
şekildedir: “Saldırı, bir devletin diğer bir devletin egemenliğine, ülke bütünlüğüne veya siyasi
bağımsızlığına karşı veya işbu Tanımda belirtildiği üzere, Birleşmiş Milletler Andlaşması ile
bağdaşmayan diğer herhangi bir tarzda silahlı kuvvet kullanılmasıdır.” Bkz. Gündüz, Aslan, a.g.e. , s.
119. 11 Eylül sonrası dönemde de bu görüşü muhafaza eden yazarlar arasında örneğin Antonio
Cassese bulunmaktadır. Bkz. Cassese, Antonio, “Terrorism Is Also Distrupting Some Crucial Legal
Categories of International Law”, s. 997.
575
Franck, Thomas M., a.g.e. , s. 67.
183
uygulanabilirliğini kabul etmişlerdir.576 Bu yorum,
BM Andlaşması’nın lafzı ile
uyumludur. Gerçekten, BM Andlaşması md. 2/4’ün “bir üye devlet tarafından herhangi
bir başka devlete karşı kuvvet kullanılmasından” bahseden ifade tarzı 51. maddede
tekrar edilmemiştir. Madde 51 meşru müdafaayı hukukileştiren bir silahlı saldırıyı
gerçekleştirebilecek kaynak konusunda sessizdir. 577
Benzer şekilde meşru müdafaa konusunda klasik bir örnek olan 1837 Caroline
Olayıda578 meşru müdafaa hakkının devlet dışı aktörler tarafından gerçekleştirilen
saldırılara yanıt olarak izin verilir olduğu yönündeki önermeyi desteklemektedir.579
Caroline Olayında tehditin bir devletten değil fakat günümüzde teröristler olarak
isimlendirilmesi mümkün olan devlet dışı aktörlerden kaynaklanmış olması
önemlidir.580
Bu bağlamda, devlet dışı aktörler tarafından gerçekleştirilen terörist
eylemlerin md. 51 çerçevesinde bir silahlı saldırı teşkil edeceğine ilişkin bir ani örfi
kuralın doğduğundan bahsedebiliriz. Zira, Caroline Olayı ile ortaya konduğu gibi zaten
kuvvede olan bir kural, kolektif bir irade açıklaması yoluyla etkinleştirilmiştir.
Doğal
olarak,
günümüzde
sıkça
gündeme
gelen
ani
örfi
kuralların
oluşabileceğine ilişkin görüşlerin karşılaştığı haklı bir eleştiri, örf ve adet hukuku
kuralları devletlerin davranışlarıyla yarattıkları hukuk olmaktan çıkarak; sözleriyle,
beyanlarıyla veya oylarıyla ortaya koydukları irade açıklamaları halini alacak
olmasıdır.581 Ani örfi kuralların varlığının tartışmalı olduğu görüşünü paylaşmama
karşın barış ve güvenliğini etkileyen 11 Eylül olaylarına ilişkin olarak uluslararası
toplumun ortaya koyduğu kolektif irade açıklaması hukuk kuralı oluşturma yönünde
576
Schmitt, Michael N., a.g.m. , s. 538.
Schmitt, Michael N., a.g.m. , s. 539; Murphy, Sean D., “Terrorism and the Concept of “Armed
Attack” in Article 51 of the UN Charter”, s. 50.
578
Caroline Olayına ilişkin ayrıntılı bilgi için bkz. ileride s. 215-216.
579
Greenwood, Christopher, a.g.m. , s. 308.
580
Sthan, Carsten, a.g.m. , s. 34.
581
Gündüz, Aslan, a.g.e. , s. 24.
577
184
güçlü bir irade açıklamasıdır ve 11 Eylül saldırıları bu alanda sui generis bir durum
ortaya çıkarmıştır.
Silahlı saldırının devlet dışı aktörler tarafından da gerçekleştirilebileceğinin
kabul edilmesiyle birlikte ortaya önemli bir mesele çıkmaktadır. Bu temel mesele
meşru müdafaa hakkının doğması için devlet dışı aktörler tarafından gerçekleştirilen
terörist silahlı saldırıların yine de bir devlete izafe edilmesinin gerekli olup
olmadığıdır. Bu hususta Divan’ın Nikaragua Davasına ilişkin kararı yol gösterici
niteliktedir. Divan
Nikaragua Davasına ilişkin kararının, “…Silahlı bir saldırı
sadece düzenli silahlı kuvvetlerin sınır ötesi harekatını değil, ayrıca, “bir devletin
aleyhine düzenli güçlerin ika edebileceği ağırlıkta silahlı harekat ika eden silahlı
grupların, düzensiz kuvvetlerin, paralı askerlerin başka bir devlet tarafından veya
onun adına gönderilmesini veya bu olaylara önemli ölçüde müdahil olmasını ihtiva
ettiği genellikle kabul edilmektedir…”
582
şeklindeki 195. paragrafında, bir “silahlı
saldırının” sadece devlet ve devlet dışı aktör arasındaki bağlantının çok yakın olması
halinde mevcut olacağını kabul etmiştir.
11 Eylül saldırılarını takiben NATO ise bu saldırıların “silahlı saldırıya”
ulaşıp ulaşmadığını belirlemek için yeni bir formül ortaya koymuştur. NATO açıkça
saldırıların
Taliban
araştırmaksızın,
11
ya
da
Afganistan’a
Eylül
saldırılarının
izafe
edilebilir
ABD’ye
olup
olmadığını
“dışarıdan”
yöneltilip
yöneltilmediğini araştırarak farklı bir test ortaya koymuş ve saldırıların dışardan
gerçekleştirilmiş olması halinde Washington Anlaşması’nın 5. maddesi tarafından
kapsanan bir eylem olarak sayılacağına karar vermiştir.
582
I.C.J. Reports 1986, s. 103, parag. 195.
185
NATO’nun ortaya koyduğu bu yeni formül değerlendirildiğinde, devlet dışı
aktörler tarafından gerçekleştirilen terörist eylemlerin bir “silahlı saldırı” olarak
nitelendirilebilmesi için eylemin gerçekleştirilmesinde bir başka devletin illiyet
bağının olması gerektiği ortaya çıkmaktadır. Bir başka ifadeyle, NATO uygulaması
ile terörist eylemlerini spesifik bir devlete izafe edilme koşulundan vazgeçilmediği
görülmektedir.583 Bununla birlikte, bu yaklaşım açık denizden, devlet yapısının
çökmüş olduğu ülkelerden ya da
de facto hükümetler tarafından idare edilen
ülkelerden başlatılan terörist saldırıların spesifik bir devlete izafe edilmesini
meselesini
yeterince
ele
almamaktadır.584
Bu
durum
“silahlı
saldırının”
tanımlanmasında izafe etme koşulunun bir rol oynamaması gerektiği önermesini
kabul etmek daha doğru bir yaklaşım olmayacak mı sorusunu beraberinde
getirmektedir. Ancak, silahlı saldırının tanımlanmasında izafe etme koşulunun bir rol
oynamaması gerektiği
şeklindeki bir yaklaşımın kabul edilmesi, 51. maddenin
uygulanma alanında niteliksel bir değişime işaret edecektir. Böyle bir yaklaşımın
benimsenmesi halinde meşru müdafaa hakkının bir devletin ülkesel sınırları içinde
yaşayan yabancı uyruklu kişilerden kaynaklanan saldırılara ya da devletin kendi
vatandaşları tarafından gerçekleştirilen terörist saldırılara karşı meşru müdafaa
hakkına başvurup vuramayacağı gibi meseleler doğuracak olması nedeniyle, 51.
maddenin devlet merkezli bir norm olma özelliğini ortadan kaldırarak,
müdafaa hakkının uygulama alanını bulanık hale getirecektir.585
meşru
Uluslararası
güvenlik mimarisinin yapısını etkileyecek böylesi radikal bir değişimin uluslararası
toplumun onayını alması mümkün görünmemektedir. 586
583
Sthan, Carsten, a.g.m. , s. 27.
Bu görüş için bkz. Grote, Rainer, a.g.m. , s. 5.
585
Sthan, Carsten, a.g.m. , s. 27.
586
Grote, Rainer, a.g.m. , s. 5-6.
584
186
Sonuç olarak, meşru müdafaa hakkının kullanılmasında silahlı bir saldırının
spesifik bir devlete izafe edilmesi koşulundan vazgeçilmesi halinde meşru müdafaa
hakkının uygulama alanını bulanık hale gelecektir.
587
Bu bağlamda, md. 51.
çerçevesinde bir silahlı saldırının izafe edilebilme kriterinin “silahlı saldırının”
tanımıyla alakalı olmasa da meşru müdafaa tedbirlerinin yöneltilebileceği hedeflerin
belirlenmesi açısından önemli bir rol oynadığını kabul etmek yerinde bir yaklaşım
olacaktır.588
ii. Terörist Eylemler Nedeniyle Devletlerin Sorumluluğunun Doğması
Hakkında Kabul Edilen Ölçütler
Hangi
koşullar
altında
Uluslararası
Hukuk
devlet
dışı
aktörlerin
eylemlerinden devletleri sorumlu tutmaktadır? 11 Eylül saldırıları ve bunu takip eden
uluslararası siyasal gelişmeler bu meselenin önemini göstermiştir. Gerçekten,
“Sonsuz Özgürlük Harekatının” hukuki meşrulaştırması, Afganistan’daki Taliban
rejiminin resmen
El Kaide’nin eylemlerinden sorumlu olduğu iddiası üzerinde
dayandırılmış ve bu meşrulaştırma uluslararası toplum içinde yaygın ve genel destek
elde etmiştir. Terörist saldırılara karşı verilen uluslararası hukuksal yanıt, devletlerin
sorumluluğu konusunda önemli bir değişime işaret etmektedir.589
Uluslararası Hukuk altında geleneksel kural, özel şahısların ya da
birimlerin/entities eylemlerinin devletlere izafe edilmeyeceği ve devletin bunların
eylemlerinden sorumlu olmayacağı şeklindedir. Ancak, özel aktörlerin eylemleri
587
Ulfstein, Geir, a.g.m. , s. 158.
Arend, Anthony Clark ve Beck Robert J., a.g.e. , s. 167-169.
589
Jinks, Derek, a.g.m. , s. 83.
588
187
kamu yetkisinin kullanılmasıyla bağlantılandırılırsa özel aktörlerin eylemlerinden
devlet sorumlu tutulacak ve bu eylemler devletin eylemi sayılacaktır. 590
11 Eylül olaylarından önce özel aktörlerin eylemlerinin devlete izafe
edilmesi, devletlerin özel aktörlerin eylemlerinden sorumlu tutulması için öngörülen
kural, özel aktörlerin eylemlerini gerçekleştirmelerinde devletlerin karışma düzeyi ya
da bir başka ifade ile devletin özel aktörler üzerindeki denetim düzeyi üzerinde
merkezileşmiştir.
Klasik düzenlemede kural, devlet ya da devletlerin, kusurlu fiili
gerçekleştiren birim üzerinde “etkin kontrol-denetim/effective control” sağlamış
olmasını gerektirmektedir.591 Nitekim, Nikaragua Davasında UAD,
“isyancı
Kontralar, ABD’nin de facto organları/agents değildi…. Kontraların finanse
edilmesine, örgütlenmesi, eğitilmesi, desteklenmesi ve teçhiz edilmesine katılım
hakim ya da kararlı bile olsa hedeflerin seçilmesi... ve onun operasyonunun
tamamen planlanması Kontralar tarafından işlenmiş eylemlerin ABD’ye izafe
edilmesi amacı için hala kendi içinde yetersizdir. Bu eylemin ABD’nin hukuksal
sorumluluğuna neden olması için, prensip olarak, devletin ileri sürülen ihlallerin
işlenmiş olma sürecinde askeri ya da paramiliter operasyonların etkin kontrolüne
sahip olmuş olduğu kanıtlanmak zorundadır”görüşünü benimsemiştir.592 Böylece,
Nikaragua Davasında Divan, ABD’nin Kontraların örgütlenmesine, eğitilmesine,
teçhiz edilmesine yardımcı olmasına, Kontraları yönlendirerek bazı operasyonların
planlanmasında rol oynamasına rağmen
ABD’ye izafe edilmesi için
Kontraların gerçekleştirdiği eylemlerin
gerekli sınırı oldukça yüksek tutmuş, ABD’nin
590
Jinks, Derek, a.g.m. , s. 88.
Duffy, Helen “Responding to September 11: The Framework of International Law”, 2001, s. 19.
(http://www.spr-consilio.com).
592
Bkz. I.C.J. Reports 1986, parag. 110 ve 115.
591
188
Kontralar üzerinde etkin kontrole sahip olmadığı ve Kontraların ABD’nin de facto
organı haline gelmediğine karar vererek ABD açısından dolaylı bir saldırının
gerçekleşmediğine
hükmetmiştir.593
Ayrıca,
ABD’nin
Nikaragua’nın
El
Salvador’daki isyancı FMLN Örgütüne verdiği desteğin Nikaragua karasularını
mayınlamasını ve diğer askeri eylemlerde bulunmasını meşru kıldığı iddiasını da
değerlendiren Divan “ asilere silah ya da lojistik ya da diğer destek şekillerinin
sağlanmasının, silahlı saldırı sayılamayacağını” tespit ederek Nikaragua açısından
da dolaylı saldırganlığın gerçekleşmediğine karar vermiştir. 594
Klasik ifadesiyle devletin hukuka aykırı fiili gerçekleştiren şahıslar veya
gruplar üzerinde etkin denetime sahip olmasını öngören kuralın bu katı formülasyonu
Eski Yugoslavya için Uluslararası Ceza Mahkemesi Temyiz Dairesi tarafından
“Prosecutor Tadic Davası’nda” bir ölçüde yumuşatılmıştır. 595
Bosnalı Sırplar tarafından Bosna’da gerçekleştirilen eylemlerden Sırbistan’ın
sorumlu olup olmadığını ve Bosna’daki olayların bir uluslararası çatışma teşkil edip
etmediğini inceleyen Eski Yugoslavya için Uluslararası Ceza Mahkemesi Yargılama
Dairesi, Divan’ın Nikaragua Davasında kabul ettiği “etkin kontrol/denetim” ölçütünü
uygulayarak, Sırbistan’ın Bosna Sırp Ordusuna verdiği desteğin ve mali
yardımlarının söz konusu kuvvetlerin gerçekleştirdiği eylemlerin Sırbistan’a izafe
edilmesi için yeterli olmadığına karar vermiştir.596 Eski Yugoslavya için Uluslararası
Ceza Mahkemesi Temyiz Dairesi ise, UAD’ın kabul ettiği “etkin denetim” ölçütünün
ne devlet sorumluluğuna ilişkin hükümlerle ne de devlet ve yargısal uygulama ile
593
Duffy, Helen, a.g.m. , s. 19; Jinks, Derek, a.g.m. , s. 89.
I.C.J. Reports 1986, parag. 126, 127.
595
Jinks, Derek, a.g.m. , s. 89.
596
Prosecutor v. Dusko Tadic, Case, No. IT-94-1-A (I.C.T.Y. 1999), http://www.un.org/icty/tadic/
appeal/judgment/tad-aj990715e.pdf., (8 Mart 2003); Meron, Theodor, “Classification of Armed
Conflict in the Former Yugoslavia: Nicaragua’s Fallout”, AJIL, Cilt 92, Sayı 2, s. 236; Ulfstein, Geir,
a.g.m. , s. 158.
594
189
uyum içinde olduğuna karar vererek, Eski Yugoslavya için Uluslararası Ceza
Mahkemesi Yargılama Dairesi tarafından verilen kararı bozmuştur. Temyiz Dairesi,
özel
silahlı
grupların
gerçekleştirdiği
hukuka
aykırı
eylemlerin
devletin
sorumluluğuna neden olması için etkin denetime gerek olmadığına, devletin özel
silahlı gruplar üzerinde “bütünsel-tam denetime/ overall control” sahip olmasının
yeterli olduğuna karar vermiştir. 597 Böylece, bütünsel denetim ölçütünü söz konusu
davaya uygulayan Temyiz Dairesi, 19 Mayıs 1992’den sonra Bosna’da Bosnalı Sırp
güçleri ile Bosna Hersek merkezi otoriteleri arasındaki silahlı çatışmanın uluslararası
bir çatışma olduğuna karar vererek, Bosnalı Sırp güçlerinin eylemlerinin Sırbistan’a
izafe edilebileceğine hükmetmiştir.
UAD’ın etkin denetim testi ile karşılaştırıldığında Tadic Davası’nda kabul
edilen “bütünsel denetim” testinin özel aktörlerin eylemlerini devlete isnat etmek
için gereken eşiği düşürmüş olduğu görülmektedir. Zira bütünsel denetim testine
göre, devletin kendi adına hareket eden grupların operasyonlarının tümünü
planlaması, operasyonların hedeflerini seçmesi ya da İnsani Hukuku ihlal eden
eylemlere özel bir emir vermesi zorunlu değildir. Bütünsel denetim ölçütünün
gerektirdiği denetim, devletin gruba finansman sağlaması, grubu eğitmesi ve teçhiz
etmesi
yanında
grubun
eylemlerini
örgütlemesi,
koordine
etmesi
ya
da
planlamasıdır.598 Bununla birlikte, her iki yaklaşımın mihenk taşı, devletlerin, özel
597
Prosecutor v. Dusko Tadic, Judgment, 15 Temmuz 1999, http:www.un.org.icty/tadic/appeal/
judgment/tad-aj990715e.htm, (8 Mart 2003); Prosecutor v. Tadic, International Legal Materials,
Cilt 38, 1999, s. 1540-1546.
598
Temyiz Dairesi’nin ilgili kararı şu şekildedir: “Uluslararası Hukuk çerçevesinde denetleyen
otoriteler kendilerine bağlı birimlerin operasyonlarının tümünü planlaması, bunların hedeflerini
seçmesi ya da askeri operasyonların gerçekleştirilmesi ile ilgili ve Uluslararası İnsani Hukukun
herhangi ileri sürülen ihlalleri için özel emirler vermesi katiyen zorunlu değildir. Uluslararası
Hukukun gerektirdiği denetim, bir devlet ( ya da bir silahlı çatışma çerçevesinde çatışmaya bir taraf)
askeri gruba finansman sağlar, grubu eğitir, teçhiz eder ya da operasyonel destek sağlarsa ve bunlara
ilave olarak grubun askeri eylemlerini örgütler, koordine eder ya da planlarsa var sayılır.” Bkz.
190
aktörleri basitçe destekleme, teşvik etme ya da bunlara müsamaha göstermekten
ziyade özel aktörleri yönlendirmek/direct ya da kontrol etmek zorunda olmasıdır.599
Uluslararası Adalet Divanı 1980 Tahran Rehinler Davası’nda
devletin
kusurlu fiilleri sonradan kendi fiilleri olarak onaylaması ya da kabul etmesi halinde
devletin hukuki sorumluluğunun doğacağına
karar vermiştir. Divan söz konusu
davada başlangıçta 1979’da Tahran’da Amerikan elçilik personelinin İranlı
öğrenciler tarafından rehin alınmasında İran’ın sorumluluğunun kanıtlanamaz
olduğuna ve eylemin bu aşamada İran’a izafe edilemeyeceğine karar vermiştir.
Ancak, İran’ın elçilik binasının işgal edilmesinden sonra olayları engellemek için
çaba sarf etmemesi ve daha sonra bu olayları destekleyen ve teşvik eden açıklamalar
yapmış olması nedeniyle hukuki sorumluluğunun doğduğuna ve eylemin İran’a isnat
edilebileceğine karar vermiştir.600 İran hükümetinin olayları engelleme kapasitesinde
olmasına rağmen olayları engellemeyi değil; onaylamayı tercih etmiş olması
eylemlerin İran hükümetinin kontrolü altında gerçekleştiğine işaret etmektedir. Bu
durum Uluslararası Adalet Divanı’nın ortaya koyduğu “etkin denetim” testine
uygunluk arz etmektedir. 601
Uluslararası Hukuk Komisyonu’nun Uluslararası Nitelikteki Kusurlu Fiillere
İlişkin Devletlerin Sorumluluğu Konusundaki Hükümlerinin (The ILC’S Articles
On Responsibility of States For Internationally Wrongful Acts)602 “Genel İlkeler”
başlığı altındaki md. 1’de “ Devletlerin Uluslararası Hukuka aykırı her eyleminin
sorumluluğunu doğuracağı” belirtilmektedir. Devletin Sorumluluğuna ilişkin
I.C.T.Y. Appeals Chamber, Prosecutor v. Tadic, Judgement, 15 Haziran 1999, parag.137. Ayrıca bkz.
Prosecutor v. Tadic, International Legal Materials, Cilt 38, 1999, s. 1546, parag. 145.
599
Jinks, Derek, a.g.m. , s. 89.
600
Case Concerning United States Diplomatic and Consular Staff in Tahran (U.S. v. Iran), 24 Mayıs
1980, I.C.J. Reports, 1980, s. 3 , 31-34.
601
Duffy, Helen, a.g.m. , s. 20.
602
U.N. Doc. A/RES/56/83 (2002). Konuya ilişkin ayrıntılı bilgi için bkz. geride dipnot 374, s. 117.
191
hükümlerden md. 2 ise, “ Bir devletin bir eylem veya ihmali sonucu oluşan durum,
Uluslararası Hukuk altında devlete izafe edilebilmesi ve devletin uluslararası bir
yükümlülüğünü ihlal etmesi halinde bir devletin uluslararası nitelikte kusurlu bir fiili
söz konusudur” demek suretiyle devletin aktif ya da pasif bir tutumla uluslararası
nitelikteki
bir
yükümlülüğünü
ihlal
etmesi
halinde
devletin
uluslararası
sorumluluğunun doğacağı belirtilmektedir.
Uluslararası Hukuk Komisyonu’nun Uluslararası Nitelikteki Kusurlu Fiillere
İlişkin Devletlerin Sorumluluğu Konusundaki
Tarafından
Hükümlerinden
“Bir devlet
Yönlendirilen ve Kontrol Edilen Eylem” başlığı altında md. 8 ise,
Uluslararası Hukuk altında özel şahısların veya grupların eylemlerinin devlete izafe
edilebilmesi için fiiliyatta özel şahısların veya grupların kusurlu fiili, devletin
“talimatı/instruction”, “yönlendirmesi /direction” ya da “kontrolü/control” altında
gerçekleştirmiş olmasını gerektirmektedir.603 Bu düzenleme de Divan’ın ortaya
koyduğu “etkin denetim” testini destekler niteliktedir.604
Sonuç olarak, bu testlerin hepsi özel aktörlerin devletin de facto organları
ya da temsilcisi olduğu durumları tanımlamak için düzenlenmiştir. UAD’ın “etkin
denetim” testinde, Eski Yugoslavya İçin Uluslararası Ceza Mahkemesi Temyiz
Dairesi’nin “bütünsel denetim” testinde ve Uluslararası Hukuk Komisyonu’nun,
Devletin Sorumluluğuna İlişkin Hükümlerinden md. 8’de ortaya konan geleneksel
yaklaşım, hukuka aykırı eylemler devletin adına işlenmişse özel aktörlerin eylemleri
devlete izafe edilmekte ve bu eylemler nedeniyle devletin sorumluluğu doğmaktadır.
603
604
U.N. Doc. A /RES/56/83 2002.
Ulfstein, Geir, a.g.m. , s. 158.
192
iii. Etkin Denetim Testinden Barındırma Doktrinine Geçiş
Terörist eylemler nedeniyle devletlerin sorumluluğunun doğması hakkında
yukarıda sözü edilen ölçütleri dikkate alarak, 11 Eylül saldırılarına yanıt olarak
Taliban hükümetine karşı kuvvet kullanılmasını nasıl izah edebiliriz? Bu soruya
yanıt verebilmek doğal olarak El Kaide Örgütü ile Afganistan’ın de facto hükümeti
olan Taliban arasındaki ilişkinin gerçek niteliğinin ne olduğunu ortaya çıkarmaya
bağlı olacaktır.
Öncelikle belirtilmesi gereken husus, 11 Eylül saldırılarına yanıt olarak
Afganistan’ın Taliban hükümetine karşı md. 51 esasında kuvvet kullanılmasını
devletin, terörist aktörlere silah, mali yardım, lojistik destek ya da sadece barınak
sağlaması gibi dolaylı yardımlarının bir silahlı saldırıya ulaşmayacağını ortaya koyan
UAD’ın etkin denetim testi esasında açıklanmasının mümkün olmadığıdır.605 Hatta,
11 Eylül sonrası yaşanan gelişmelerle UAD’ın “etkin denetim” testinin devrilmiş
olduğunu savunan görüşler bile vardır.606
El Kaide ve Afganistan’ın Taliban hükümeti arasında simbiotik bir ilişki
olduğu,607 Taliban’ın El Kaide’yi denetimindeki topraklarda teşvik ve tolere ettiği,
ABD’ye yönelik saldırılarının planlanmasında, El Kaide mensuplarının ABD’ye
gönderilmesinde esaslı hükümetsel karışmasını ima eden aktif katılımının dahi
605
UAD’ın Nikaragua Davası’nda ortaya koyduğu bu test ışığında, Afganistan hükümeti teröristlere
uçak biletini doğrudan sağlamış olsa; uçuş dersleri için sermaye sağlamış olsa; Dünya Ticaret
Merkezine ve Pentagon’a çarpan uçakları kaçırmada rol oynamış olsa ya da Afganistan hükümeti
Amerikan posta sistemini kirleten anthrax sporlarını temin etmiş bile olsa terörist faaliyetlere esaslı
dahilden kaçınan bu tür pasif destekler bir silahlı saldırı sayılmayacaktır. Bkz. Schmitt, Michael N.,
a.g.m. , s. 539.
606
Bkz. Sthan, Carsten, a.g.m. , s. 41.
Taliban, denetimi altında tuttuğu topraklarda El Kaide’ye eğitim, operasyonel destek ve güvenli
bölgeler sağladığı için BM Güvenlik Konseyi tarafından 15 Ocak 1999 tarihli 1267 sayılı Kararla
kınanmıştır. Bkz. UN Doc. S/RES/1267 (1999). Diğer taraftan, El Kaide lideri Usame Bin Ladin’ de
Taliban rejimine 100 milyon dolar üzerinde nakit sağlamış; Kuzey İttifakı ile savaşta Taliban’a askeri
teçhizat, eğitim ve en iyi savaşçılarından bazılarını vermiştir. Bu simbiyotik ilişki nedeniyle Taliban
ve El Kaide İngiltere tarafından “aynı paranın farklı iki yüzü” olarak nitelendirilmiştir. Bkz. Rowe,
Peter, a.g.m. , s. 307.
607
193
olduğunun ileri sürülmesine608 ve özel olarak Tadic Davasında getirilen “bütünsel
denetim” testinin uygulanması halinde ABD’nin El Kaide’nin eylemleri nedeniyle
sorumlu tuttuğu Taliban’a yönelik harekatını meşrulaştırmanın mümkün olmasına
rağmen609 El Kaide ve Taliban arasındaki gerçek ilişkinin kimi ölçülerde belirsiz
kalmaya devam ettiği belirtilmelidir.
Uluslararası Hukuk Komisyonu’nun Uluslararası Nitelikteki Kusurlu Fiillere
İlişkin Devletlerin Sorumluluğu Konusundaki Hükümlerinden md. 8’e göre,
Taliban’ın 11 Eylül saldırılarını gerçekleştirmek üzere El Kaide Örgütüne talimat
verdiği, söz konusu eylemleri yönlendirdiği ya da
kontrol ettiğini iddia etmek
mümkün değildir. Yine, Devletlerin Sorumluluğu Konusundaki Hükümlerden de
facto hükümetin organlarının ve görevlilerinin fiillerinin devlete izafe edileceğini
öngören 4 ve 5. maddelere göre,610 El Kaide’nin Afganistan devletinin bir organı
olarak sayılması gerektiğini iddia etmek ya da de facto hükümetin ihmalden
kaynaklanan fiillerden sorumlu olacağını düzenleyen md. 9’a göre611 Taliban’ın
sorumluluğunun doğacağını kabul etmek mümkün değildir. Başlangıçta bir devlete
608
U.K. 10 Downning Street Newsroom, Responsibility for the Terrorist Atrocities in the Untited
States (2001), s.13, http://www.number-10.gov.uk/output/page3554.asp, ( 23 Eylül 2002).
609
Sthan, Carsten, a.g.m. , s. 41; Murphy , Sean D., “Terrorism and the Concept of “Armed Attack”
in Article 51 of the UN Charter”, s. 50
610
“Bir Devletin Organlarının Eylemi” başlığı altında 4. madde şu şekildedir:
1) Organ yasama, yürütme, yargısal ya da diğer herhangi görevi yerine getirirse getirsin, devlet
örgütlenmesi içinde her ne pozisyonda bulunursa bulunsun ve merkezi hükümetin bir organı olarak ya
da devletin ülkesel bir birimi olarak niteliği ne olursa olsun, Uluslararası Hukuk altında herhangi
devlet organının eylemi devletin bir eylemi sayılacaktır.
2) Bir organ, devletin ulusal hukukuna uygun olarak bu statüye sahip herhangi kişi ya da birimi
kapsar.
“Hükümetsel Yetki Unsurlarını Kullanan Şahısların ya da Kurumların Eylemi” başlığı altında 5.
madde şu şekildedir: “4. madde çerçevesinde, devletin bir organı olmayan fakat hükümetsel yetkinin
unsurlarını icra etmek için devletin iç hukuku tarafından yetkilendirilen bir şahıs ya da kurumun
davranışı, kişi ya da kurum özel durumda bu erkle eylem yaparsa, Uluslararası Hukuk altında bir
devletin eylemi olarak değerlendirilecektir.”
611
“ Resmi Otoritelerin Gıyabında ya da İhmaliyle Gerçekleştirilen Eylem” başlığı altında 9. madde
şu şekildedir: “ Kişi ya da kişi grubu hükümetsel yetki unsurlarını resmi otoritelerin yokluğunda ya da
ihmali içinde ve bu yetki unsurlarını kullanılması istenen koşullarda kullanıyorsa bir kişi ya da kişi
grubunun eylemleri Uluslararası Hukuk altında bir devletin eylemi olarak değerlendirilecektir.”
194
izafe edilemeyecek kusurlu bir fiillerin, devletin daha sonra söz konusu kusurlu
fiilleri onayladığı ölçüde kendi fiili haline geleceğini düzenleyen md. 11’e göre de,
Afgan otoritelerinin terörist eylemleri kendi eylemleri olarak tanıdığını ya da kabul
ettiğini ileri sürmek için yeterli dayanaklar yoktur.612
Bununla birlikte, de facto Taliban hükümeti El Kaide Örgütü’ne Afganistan
topraklarından operasyon yapmasına izin vermekle bir devletin ülkesini diğer
devletlere yönelik saldırılar için bir üs olarak kullandırmama yükümlülüğünü ihlal
etmiştir.613 Ayrıca, Taliban 1998’de Kenya ve Tanzanya’daki ABD elçilik binalarına
yönelik El Kaide saldırılarını takiben, Güvenlik Konseyi tarafından öngörülen özel
yükümlülüklerini de ihlal etmiştir.614
“Devletin kendi ülkesinde başka devletlere zarar vermeme yükümlülüğü”
başlığı altında ele alınan, bir devletin ülkesini terörist faaliyetler için bir üs olarak
kullanılmasına izin vermeme ya da ülkesinde teröristleri barındırmama konusundaki
yükümlülüğünün ihlali, genel olarak Uluslararası Hukuka özel olarak da BM
Andlaşması md. 2/4’de öngörülen kuvvet kullanma yasağına aykırıdır.615 Zira,
devletler başka devletlerin ülke bütünlüğüne ve siyasi bağımsızlığına saygı
göstermekle yükümlüdürler.
616
Ancak, burada temel mesele bir devletin ülkesini
terörist faaliyetler için bir üs olarak kullanılmasına izin vermeme ya da ülkesinde
612
“Bir Devlet Tarafından Kendi Eylemi Olarak Kabul edilen ve Onaylanan Eylem” başlığı altında
11. madde şu şekildedir: “ Bundan önceki paragraflar çerçevesinde bir devlete izafe edilmeyen bir
davranış, devlet söz konusu davranışı kendi eylemi olarak kabul ettiği ve benimsediği ölçüde,
Uluslararası Hukuk altında bu devletin eylemi olarak değerlendirilecektir”.
613
BM Genel Kurulu’nun 2625 (XXV) sayılı 1970 tarihli “Dostça İlişkiler Bildirisi”; Genel Kurul’un
1994 tarihli “Terörizmin Yok Edilmesi Konusunda” 49/60 sayılı Kararı ve 1996 tarihli 51/210 sayılı
Kararı, devletlerin topraklarını terörist eylemler için bir “üs” olarak kullandırmama konusundaki
yükümlülüklerini hatırlatmaktadır.
614
Güvenlik Konseyi, özel olarak Afganistan bağlamında kabul ettiği 1189 (1998), 1267 (1999) ve
1333 (2000) sayılı kararlarında, Afganistan’ın teröristler için bir serbest bölge teşkil etmesine izin
verilmemesi gerektiğini belirtmiştir.
615
Başeren, Sertaç H., “Uluslararası Hukuk Açısından Terörizm”, s. 200-201.
616
Başeren, Sertaç H., a.g.m. , s. 200-201.
195
teröristleri barındırmama yükümlülüğünü ihlal ederek Uluslararası Hukuka aykırı bir
biçimde davranmış olması söz konusu devlet aleyhine BM Andlaşması md. 51
esasında kuvvet kullanılmasını haklılaştırıp haklılaştırmayacağıdır. Bir başka ifade
ile, terör örgütlerinin teşvik ve tolere edilmesi ve barındırılması md. 51 bağlamında
bir “silahlı saldırı” teşkil edip etmeyeceğidir. Ne var ki, Uluslararası Hukuk
litaretüründe, terörizmi destekleyen ve barındıran bir devletin Uluslararası Hukuk
altındaki sorumluluğu ile diğer devletin kusurlu devlete karşı kuvvet kullanma
hakkı arasındaki ayırımın yeterince açıklığa kavuşturulamamış olması ortaya gri bir
bölge çıkartmaktadır.617
11 Eylül saldırılarına kolektif yanıt, özel aktörlerin eylemlerinin devlete
izafe edilmesi için gereken eşiği önemli ölçüde düşürmüştür. ABD, de facto Taliban
hükümetinin El Kaide Örgütü üzerinde “ etkin denetim” ya da “bütünsel denetim”
sağlayıp sağlamadığına bakmaksızın, El Kaide Örgütünü desteklediği ve ülkesinde
barındırdığı gerekçesiyle Örgütün gerçekleştirdiği saldırılardan de facto Taliban
hükümetini sorumlu tutmuştur.618 ABD’nin bu tutumu açıkça ya da zımnen BM
Güvenlik Konseyi, NATO ve OAS tarafından tasvip edilmiş; doktrinde de destek
bulmuştur.619 Bu çerçevede örneğin, Afganistan'daki savaşın bireysel teröristleri
adalet önüne çıkartmak
ve
bunları
destekleyen devletleri caydırmak
ve
cezalandırmak amacıyla yapıldığını ileri süren Anne Marie Slaughter ve William
Burke-White, kusurlu bir fiili bir devlete izafe etmek için öngörülen geleneksel
“etkin denetim” testinin küresel suçlular ve bunları barındıran devletler tarafından
617
Franck, Thomas M., a.g.m. , s. 841; Greenwood, Christopher, a.g.m. , s. 313; Duffy, Helen, a.g.m.
, s. 21.
618
Jinks, Derek, a.g.m. , s. 90; Greenwood, Christopher, a.g.m. , s. 301.
619
ABD uygulamasını destekleyen yazarlardan bir kısmı için bkz. Murphy, Sean D., “The Concept of
“Armed Attack” in Article 51 of the UN Charter”, s. 50; Greenwood, Christopher, a.g.m. , s. 301;
Slaughter, Anne Marie ve White, William Burke, a.g.m. , s. 1
196
ortaya çıkarılan tehditleri ele almakta yeterli olmayacağını ileri sürmekte ve yeni
paradigma içinde beliren tehditlere yeterli ve etkin bir yanıt verebilmek için yeni
kurallara ihtiyaç duyulduğunu savunmaktadır. 620
11 Eylül saldırılarına yanıtın bir neticesi olarak ABD uygulamasıyla ortaya
çıkan “barındırma ve destekleme”
kuralı, terörizme karşı savaşın özel
gereksinimlerini karşılamak adına, devlet sorumluluğuna ilişkin geleneksel izafe
rejiminin esnetilmesini öngörmektedir. Uluslararası Hukuk çerçevesinde devletler
özel olarak terörizmi desteklememe, terörist grupları teşvik etmeme, örgütlememe
ve ülkelerinde barındırmama yükümlülüğü altındadırlar. Ancak, ortaya çıkan
“barındırma ya da destekleme” doktrini çerçevesinde, bir devlet özel bir terörist
eylemi desteklemese, örgütlemese ve teşvik etmese bile, sadece terörist eylemleri
tolere etmesi nedeniyle bir silahlı saldırı gerçekleştirmiş sayılmaktadır.621 Devlet
sponsorlu silahlı saldırı kavramının terörist faaliyetleri tolere etmeyi kapsayacak
şekilde geniş yorumlanmasına dayanan barındırma doktrinin BM Andlaşması md. 51
çerçevesinde öngörülen “silahlı saldırı” kavramıyla bağdaşması mümkün değildir;
doktrin suiistimallere kapı açacak niteliktedir. 622
Öte yandan, devlet dışı aktörlerin eylemlerinin devlete izafe edilmesi
bağlamında ortaya konan “barındırma ve destekleme” kuralı terörist örgütlerin de
facto hükümet organları ya da kurumları olarak sayılmasını gerektirmektedir. Bu
durum, özellikle Uluslararası İnsani Hukuk çerçevesinde önemli sorunlar
yaratabilecektir. Zira, “barındırma ya da destekleme” kuralı çerçevesinde terörist
grupların devletin de facto organ ya da kurumları olarak nitelendirilmesi bunlara
620
Slaughter, Anne Marie ve White, William Burke,a.g.m. , s. 2.
Baker, Mark B., a.g.m. , s. 38-40; Grote, Rainer, a.g.m. , s. 19.
622
Sthan, Carsten, “Security Council Resolutions 1368 (2001) and 1373 (2001): What They Say and
What They Do Not Say”, EJIL Discussion Forum, http://www.ejil.org./forumWTC/mesages/15html,
(15 Haziran 2004).
621
197
örneğin “devlet sponsorlu savaşan kuvvet” gibi farklı bir statü kazandırarak bir
yandan bunların itibarını gereksiz yere arttıracak diğer yandan da başka türlü savaş
tutsağı statüsünden yararlanamayacak olan teröristleri savaş tutsağı statüsüne
yetkilendirebilecektir. 623
c. Md. 51 ve “Silahlı” Kuvvet Kullanma
11 Eylül saldırılarının konvansiyonel silahlarla” değil, sivil uçakların füzelere
dönüştürülerek gerçekleştirilmiş olması, terörizm bağlamında sadece md. 51’ de
yeralan “ silahlı saldırı” kavramının değil aynı zamanda “silahlı kuvvet” kullanma
kavramının
da
evrimleşmekte
olduğunu
göstermektedir.
Gerçekten,
BM
Andlaşması’nı hazırlayanların silahlı kuvvet kullanma konusunda akıllarında olan
husus hiç şüphesiz konvansiyonel nitelikte silahlarla askeri kuvvet kullanılmasıydı.
Ancak, küresel terörizm çağında artık konvansiyonel askeri kuvvet kullanma
kavramı pek fazla anlam ifade etmemeye başlamıştır. Nitekim konvansiyonel
silahlarla gerçekleştirilmeyen 11 Eylül terörist saldırılarının geride bıraktığı yıkım
Japonya’nın II. Dünya Savaşı sırasında Pearl Harbour’a yaptığı saldırıdan ölü
sayısının çokluğu ve vurulan hedeflerin tahribi açısından daha dramatik olmuştur.624
Uluslararası toplumun 11 Eylül saldırılarını bir silahlı saldırı olarak görmesi
ve bu bağlamda meşru müdafaa hakkının uygulanabilirliğini kabul etmesi
konvansiyonel
olmayan
savaş
araçlarının
kullanılmasının
51.
maddenin
uygulanmasını engellemeyeceğini ortaya koymaktadır. Ancak, bir “silahlı saldırının”
konvansiyonel askeri kuvvet kullanılmasıyla gerçekleştirilmek zorunda olmadığının
623
Jinks, Derek, a.g.m. , s. 92-94.
Kaya , İbrahim, “11 Eylül Saldırıları ve Sonrası: Uluslararası Hukukta Askeri Müdahale” Stratejik
Analiz, Cilt 2, Sayı 19, 2001, s. 106; Murphy, Sean D., “ Terrorism and the Concept of “Armed
Attack” in Article 51 of the UN Charter”, s. 47.
624
198
kabul edilmesi potansiyel riskleri de beraberinde getirmektedir. Bu durum örneğin,
bilgisayar ağlarına saldırılar ve enformasyon savaşları gibi teknik anlamda kuvvet
kullanılmasını kapsamayan siber saldırıların 51. madde altında bir silahlı saldırı
olarak nitelendirilmesine neden olarak 51. maddenin uygulama alanını belirsiz hale
getirebilir.625 Bu risk nedeniyle 51. madde altındaki “silahlı” kuvvet kavramının,
bilgisayar, sivil uçak, araba gibi resmi olarak silah olarak nitelendirilmeyen
konvansiyonel olmayan nesnelerin kullanılmasını kapsayan yeni versiyonun da,
klasik anlamdaki “silahlı saldırı” kavramının bazı unsurlarını muhafaza etmelidir.
Konvansiyonel olmayan ve dolayısıyla silah olarak nitelendirilmesi mümkün
olmayan
nesnelerin 51. maddenin kapsamına girmesi için bunların en azından,
“silah” olarak kullanılmış olması; özel ya da kamu mülkiyetine fiziki zarar vermiş
olması;
insanların yaralanmasına ya da ölmelerine neden olması gereklidır. Bu
unsurların yanı sıra saldırıyı gerçekleştiren failin devlete ya da vatandaşlarına
zararlar vermek için kasıtlı bir saiki olmalıdır.626
d. Md. 51 ve Silahlı Saldırının Mağduru
Uluslararası terörizmin artan küreselleşmesinin en büyük tehlikesi
zamanında ve yerinde hesaplanamazlığıdır. Terörist saldırılar devletleri ve bireyleri
yalnızca ülkesel sınırları içinde değil fakat terörist tehditle karşılaşmayı hiç
beklemedikleri yerlerde ve anlarda vurmaktadır.
BM Andlaşması md. 51’de kullanılan “…Birleşmiş Milletler üyelerinden
birinin silahlı bir saldırıya hedef olması halinde…” ifadesinden bir silahlı saldırının
625
626
Sthan, Carsten, “Nicaragua is dead…” s. 34.
Sthan, Carsten, a.g.m. , s .35.
199
BM üyesi bir devlete yöneltilmek zorunda olduğu ortaya çıkmaktadır. Ne var ki, bu
hukuksal düzenlemenin terörizmin ortaya çıkardığı tehdidi karşılama kapasitesinde
olup olmadığı
açık değildir. Bu belirsizlik kendisini özellikle ne tür terörist
eylemlerin md. 51 bağlamında bir silahlı saldırı sayılması gerektiği konusunda
hissettirmektedir. Bu çerçevede, md. 51’de yeralan “silahlı saldırı” kavramı yalnızca
devletin toprak bütünlüğü ya da siyasal bağımsızlığının maddi ihlaliyle mi
ilişkilendirilmelidir? Devletin fiilen kendisine yönelik silahlı saldırıların kapsamına
giren unsurlar neleredir? Devletin ülke dışındaki vatandaşlarına ya da bunların
mülkiyetlerine yönelik terörist saldırılar devlete yönelik saldırılar kaspamına girer mi
gibi sorular ön plana çıkmaktadır. Bu meseleleri doktrindeki görüşler ve devlet
uygulamaları ışığında incelemek gerekmektedir.
i. Devletin Kendisine Yönelik Silahlı Saldırılar
Doktrinde ve uygulamada hangi tür terörist saldırılar 51. madde altında
meşru müdafaa hakkının kullanılmasına yol açan devletin kendisine yönelik bir
“silahlı saldırı” olarak sayılmaktadır?
aa. Doktrinde İleri Sürülen Görüşler
Bu konuda doktrinde bir görüş birliğinden söz etmek mümkün değildir.
Yazarların konuya ilişkin değerlendirmeleri md. 51 çerçevesinde meşru müdafaa
hakkının nasıl yorumladıklarına bağlı olarak değişiklikler göstermektedir.627
Nitekim, meşru müdafaa konusunda yüksek bir eşik (high self-defence threshold)
arayan yani md. 51’i dar yorumlayan yazarlardan örneğin Francis Boyle, devletlerin
627
Franck, Justin N.B. ve Rehman, Javaid, a.g.m. , s. 418.
200
terörist saldırılara yalnızca kendi ülkeleri içinde yanıt verebileceğini ileri sürmekte
ve böylece silahlı saldırının kapsamından devletin bizzat kendisine yöneltilmeyen
sözgelimi, devletin bir başka devlet ülkesinde bulunan vatandaşlarının hayatlarına
yönelik terörist saldırılar gibi, pek çok terörist saldırı türünü dışarda tutmaktadır. 628
Diğer yandan, meşru müdafaa konusunda düşük bir eşik (low self-defence
threshold) arayan yani md. 51’i geniş yorumlayanlar yazarlardan Abraham D. Sofaer
meşru müdafaa hakkının sadece bir devletin toprak bütünlüğü ya da siyasal
bağımsızlığını maddi olarak tehdit eden bir kuvvet kullanma ile ilişkilendirmenin
BM Andlaşması’nın muhafaza ettiği merşu müdafaa hakkının “doğal olan” yönünü
reddedeceğini ileri sürmekte ve devletlerin geleneksel olarak toprak bütünlüklerine
ya da siyasal bağımsızlıklarına yönelik hiçbir tehdit olmadığı zamanlarda bile askeri
personelini, vatandaşlarını, ticaret ve mülkiyet haklarını saldırılardan korumuş
olduğuna işaret etmektedir.629 Benzer şekilde, O’Brien’da fiilen terörist eylemlerin
tüm türlerinin devletin meşru müdafaa hakkını başlatacağını iddia etmektedir.630
Doktrindeki görüş ayrılıklarına rağmen, bir devletin “toprak bütünlüğü ve siyasal
bağımsızlığı” 51. madde tarafından korunan en önemli bağımsız haktır.
3314 sayılı Saldırının Tanımı Kararı md. 3(d)’de “Bir devletin silahlı
kuvvetleriyle başka bir devletin kara, deniz, veya hava kuvvetlerine veya deniz veya
hava filolarına saldırılması” “saldırı” olarak nitelendirilmektedir. Bu tür saldırıların
kapsam ve etkileri itibariyle yeterince ağır olması halinde ayrıca bir “silahlı saldırı”
olarak da nitelendirilmesi mümkündür. Söz konusu maddeyi kıyas yoluyla
bir
devletin ülke dışındaki resmi görevlilerine, polis ya da askeri birimlerine, binalarına,
628
Boyle, Francis A., “Millitary Response to Terrorism: Remarks of Francis Boyle”, Proceedings of
the American Society of International Law, Cilt 81, 1987, s. 288.
629
Sofaer, Abraham D., “Terrorism, the Law, and the National Defense”, Millitary Law Review,
Cilt 126, 1989, s. 95-96.
630
O’Brien, William, a.g.m. , s. 460-461.
201
elçilik binalarına ve mensuplarına yönelik terörist saldırılara uygulanması halinde,
bu tür hedeflere gerçekleştirilen terörist saldırılar 51. madde altında “silahlı saldırı”
kavramının kapsamına girebilecektir.631 Günümüzde, özellikle bir devletin diplomasi
temsilciliklerine ya da devlet başkanlarına yönelik terörist saldırıların md. 51.’in
kapsamına girdiğine işaret eden dikkate değer uygulamlar vardır. Bu uygulamlardan
ilki, Uluslararası Adalet Divanı’nın “silahlı saldırı” kavramına değindiği 1979
Tahran Rehineler Krizine İlişkin Dava’dır.632 İkinci uygulama ise, 1998’de Kenya
ve Tanzanya’daki ABD elçiliklerine yönelik terörist saldırılara yanıt olarak ABD
tarafından Afganistan ve Sudan’a karşı gerçekleştirilen saldırılara ilişkin olarak
uluslararası toplumun tutumudur.
bb. Uygulamada Durum: ABD’nin 1998 Afganistan ve Sudan’a Yönelik
Saldırıları
7 Ağustos 1998 tarihinde
Kenya’nın Nairobi ve Tanzanya’nın Darüsselam
şehirlerinde bulunan Amerikan Büyükelçiliklerine eş zamanlı olarak düzenlenen
terörist saldırılar sonucu onikisi Amerikalı olmak üzere toplam 305 kişi hayatını
kaybetmiş, yaklaşık 5000 kişi ise yaralanmıştır.633 Olayın hemen ardından BM
Güvenlik Konseyi, saldırıları şiddetle kınamış ve suçluların yakalanması ve derhal
adalet önüne çıkarılması için çağrıda bulunmuştur.634
ABD, saldırıların ardında 1991’de Suudi Arabistan tarafından sınır dışı
edildikten sonra Sudan’a giden ancak ABD ve Suudi Arabistan tarafından yapılan
631
Schachter, Oscar, “The Lawful Use of Force by a State Against Terrorist in Another Country”, s.
248 ; Schachter, Oscar, “The Extraterritorial Use of Force Against Terrorist Bases”, s. 311-312.
632
Dinstein,Yoram, a.g.e. , s. 185.
633
Crenshaw, Martha, “Terrorism, Security and Power”, Prepared for Delivery at the 2002 Annual
Meeting of the American Political Science Association, Boston, Massachusetts, 2002, s. 13.
634
S/Res/1189, 13 Ağustos 1998.
202
yoğun baskılar sonucu 1996’da Sudan tarafından da sınır dışı edilen ve bunun üzerine
Taliban yönetimi altındaki Afganistan topraklarına yerleşmiş olan El Kaide lideri
Usame bin Ladin’i görmüştür. ABD’ye göre, Sudan
Bin Ladin’i sınır dışı etmiş
olmasına karşın terörizmi desteklemeye devam ediyordu. Sudan ve Bin Ladin Suudi
Arabistan’daki Amerikan varlıklarını hedeflemek amacıyla kimyasal silah üretmek için
işbirliği yapıyorlardı. Benzer şekilde, Afganistan’daki Taliban rejimi de Bin Ladin’i
destekliyor ve denetimi altında tuttuğu topraklarda El Kaide’yi barındırıyordu. 635
21 Ağustos 1998’de ABD, Hartum’da (Sudan) teröristler için kimyasal silah
ürettiği iddia edilen El Şifha (Al Shifa) ilaç fabrikasını ve El Kaide Örgütü tarafından
bir eğitim kampı olarak kullanıldığı iddia edilen Pakistan sınırına yakın Afganistan’daki
bir eğitim kampını bombalamıştır. Böylece, ABD, ilk kez terörizme hukuku uygulama
sorunu olarak değil fakat bir ulusal güvenlik sorunu olarak muamele yapmıştır.636
ABD, BM Güvenlik Konseyi’ne gönderdiği bir mektupla aldığı tedbirleri bildirmiştir.
Söz konusu mektupta ABD, ABD Büyükelçilik binalarına ve vatandaşlarına karşı
gerçekleştirilen bir dizi silahlı saldırılara yanıt olarak ve bu saldırıların devam etmesini
önlemek ve caydırmak amacıyla 51. madde çerçevesinde meşru müdafaa hakkını
kullanmış olduğunu iddia etmiştir. Saldırıların Sudan hükümetinin ve Afganistan’daki
Taliban rejiminin, El Kaide ile olan işbirliğini sona erdirmeleri için harcanan çabaların
sonuç vermemesi üzerine gerçekleştirildiği ve vurulan hedeflerin, saldırının
zamanlamasının ve kullanılan yöntemlerin gereklilik ve orantılılık ilkeleri dahil
Uluslararası Hukuk kurallarına uygun şekilde planlanmış olduğunu savunmuştur.637
ABD’nin Afganistan ve Sudan’a karşı meşru müdafaa esasında gerçekleştirdiği
kod adı “Infinite Reach/Ebedi Menzil”operasyonu sadece Libya, Irak ve Pakistan
635
Crenshaw, Martha, a.g.m. , s. 14-16.
Crenshaw, Martha, a.g.m. , s. 18.
637
A Letter Dated 20 Agust 1998, U.N. Doc. S/1998/780 (1998).
636
203
tarafından
açıkça
kınanmış
diğer
Orta-doğu
devletleri
tarafından
sessizlikle
karşılanmıştır.638 Rusya, Fransa ve İngiltere ABD’yi destekleyen açıklamalar
yapmışlardır. Rusya, uluslararası terörizm eylemlerinin cezasız kalamayacağını ifade
ederken;639 dönemin Fransa Başbakanı Lionel Jospin, nereden gerçekleştirilirse
gerçekleştirilsin terörizme kararlı ve sert bir yanıt vermek gerektiğini;640 İngiltere
Başbakanı Tony Blair ise, ABD’nin terörizme karşı kendisini koruma hakkına sahip
olduğunu söylemiştir.641 Güvenlik Konseyi ise, Sudan’ın olaya ilişkin resmi şikayetini
gündemine almamıştır. ABD’nin saldırılarından tam bir yıl sonra, Güvenlik Konseyi
oybirliği ile ABD’yi kınamaktan oldukça uzak, Taliban’ı ülkesinde teröristleri
barındırmakla ve eğitmekle Uluslararası Hukuku ağır şekilde ihlal etmekle suçlayan
bir karar kabul etmiştir.642 Daha sonraki gelişmeler, ABD’nin Bin Ladin’e ilişkin
olarak ileri sürdüğü iddialarında haklı olduğunu ortaya çıkarmış olmasına karşın
Sudan’da kimyasal silah ürettiği iddia edilen fabrikanın aslında bir ilaç fabrikası olduğu
ortaya çıkmıştır.643
Sonuç olarak, Güvenlik Konseyi’nin ABD’yi takbih etmemiş olmasını, ABD’nin
kendisine karşı kullanılmasına asla razı olmayacağı meşru müdafaa hakkı ve zararla
karşılık kurumu arasındaki farkı yok eden yeni bir hukuksal doktrinin kabul edilmesine
yönelik bir adım olarak görmek mümkün değildir.644 Bununla birlikte, uluslararası
toplumun terörist saldırıların kapsam ve neden olduğu zararların boyutları itibariyle bir
silahlı saldırı oluşturabilecek kadar yeterli ağırlıkta bulduğu
bu olayın
devletin
egemenliğini simgeleyen diplomasi temsilciliklerine yönelik olarak gerçekleştirilmiş
638
Gray, Christine, a.g.e. , s. 118; Franck,Thomas M., a.g.e. , s. 95.
New York Times, 22 Ağustos 1998, s. A6.
640
New York Times, 22 Ağustos 1998, s. A6.
641
New York Times, 22 Ağustos 1998.
642
U.N. Doc. S /RES/ 1267 (1999), 15 Ekim 1999.
643
Gray, Christine, a.g.e. , s. 118.
644
Gray, Christine, a.g.e. , s. 119
639
204
olması, söz konusu terörist saldırıların md. 51 çerçevesinde bir silahlı saldırı olarak
nitelendirilmesinde önemli bir faktör olabileceğini göstermektedir.
ii. Md. 51 ve Dışardaki Vatandaşlara Yönelik Terörist Saldırılar
aa. Doktrinde İleri Sürülen Görüşler
Dışarıdaki vatandaşlara karşı gerçekleştirilen terörist saldırılara yanıt olarak
md. 51 esasında meşru müdafaa tedbirlerine başvurulup vurulamayacağı konusu
doktrinde tartışmalıdır. Yazarların bir kısmı BM Andlaşması md. 51’de öngörülen
meşru müdafaa hakkının yalnızca devlete karşı gerçekleştirilen “silahlı saldırıları”
kapsadığını dışarıdaki vatandaşlara yönelik saldırıların bir devletin kendine yönelik
bir silahlı saldırı sayılamayacağını iddia etmektedirler.645
Bir başka kısım yazar ise, “silahlı saldırı” kavramının bu şekilde dar
yorumlanmasının terörist eylemler bağlamında anlamlı olmayacağını çünkü modern
terörizmin asıl tehlikesinin sivillere yönelik tehdit olmasından kaynaklandığını
savunmaktadırlar. Nitekim bu konuda Bowett, “devletin düşmanca saldırılardan
ülkesel
yetkisi
altında
bulunan
vatandaşlarını
ya
da
herhangi
kişileri
koruyabileceğinden şüphe duyulmaması gerektiğini” belirtmektedir.646 Bowett’in bu
açıklaması bir devletin halkının devlet olmak için gereken önemli kriterlerden birini
teşkil ettiği düşünüldüğünde anlam ifade etmektedir. Ancak, Bowett devletin
dışardaki tek bir vatandaşının güvenliğinin tehlikeye düşmesinin devletin güvenliğini
tehlikeye atmayacağını da teslim etmektedir647 Bu görüşü paylaşan yazarlar için
645
Bu görüş için bkz. Ronzitti, Natalino, Rescueing Nationals Abroad Through Military Coertion
and Intervention on Grounds of Humanity, Lancaster, 1985, s.69; Grote, Rainer, a.g.m. , s. 22.
646
Bowett, Derek W., a.g.e. , s. 87.
647
Bowett, Derek W., a.g.e. , s. 93.
205
temel mesele tek bir bireye karşı gerçekleştirilen saldırıyı devlete yönelik bir silahlı
saldırıya eşitlemek için gereken eşiği belirlemenin çok zor bir mesele olmasıdır.
Gerçekten bu konuda bireylere karşı bir saldırının bir “silahlı saldırı” olarak
nitelendirip nitelendirilemeyeceğini tanımlayan niceliksel bir eşik yoktur. Bu
bağlamda Oscar Schachter, vatandaşlara ve bunların “özel mülkiyetlerine” yönelik
terörist saldırıların, saldırıların ölçüsüne bağlı olarak, çok sayıda vatandaşın ölmesine
ve yaralanmasına neden olmuşsa ve faillerin vatandaşları hedeflemelerinin amacı
devleti siyasal bir eylem yapmaya ya da yapmaktan alı koymak zorlamak olduğunda
bireylere yönelik saldırıların md. 51 bağlamında devlete yönelik bir silahlı saldırı
sayılabileceğini ifade etmektedir.648 Bu konuda, Carsten Sthan ise, Schachter’dan
farklı olarak dışarıdaki vatandaşların özel mülkiyet haklarına karşı gerçekleştirilen
saldırıların md. 51 çerçevesinde devletin kendisine yönelik dolaylı bir silahlı saldırı
sayılamayacağını iddia etmektedir. Stahn, “ Saldırı ilgilenilen mağdurların sayısı ve
hayata ya da güvenliğe yönelik tehdidin derecesi bakımından önemli ağırlıktaysa ve
meşru müdafaanın diğer koşulları karşılanıyorsa – yani
aktörlerin amacı terörü
yaymaksa ya da dolaylı olarak devleti hedeflemekse, saldırıyı sona erdirmek için
ülke devletinin yeteneksizliği ya da isteksizliği söz konusu ise ve kuvvet kullanma
dışında alternatif tedbirler yoksa - bir devletin dışarıdaki vatandaşlarını korumak
için gerçekleştireceği sınırlı kurtarma operasyonları md. 51 çerçevesinde
meşrulaştırılabilir” demektedir.649 Bu konuda Anthony Clark Arend ve Rober J.
Beck ise “Bu hususta bir yandan devletlerin ve yazarların silahlı saldırı kavramını
dar yorumlayan görüşleri diğer yandan çıkarları doğrudan etkilenen devletlerin
uygulamaları arasında önemli bir çatlak vardır. Bu durum, vatandaşları korumak
648
Schachter, Oscar, “The Lawful Use of Force by a State Against Terrorist in Another Country”, s.
248; Schachter, Oscar, International Law in Theory and Practice, 1991, s. 162-163.
649
Sthan, Carsten, a.g.m. , s. 34.
206
için
müdahaleyi
yasaklayan
etkin
ve
denetleyen
bir
normun
varlığının
sorgulanmasına neden olmaktadır” demektedir.650 Dolayısıyla, Anthony Clark Arend
ve Rober J. Beck vatandaşları korumak için müdahaleyi yasaklayan etkin ve
denetleyen bir normun olmadığını iddia etmektedir. Doktrindeki görüş ayrılıklarına
ilaveten belirtilmesi gereken bir başka önemli husus ise 3314 sayılı Saldırının Tanımı
Kararı’nda dışarıdaki vatandaşlara yönelik saldırıların “saldırı” teşkil edebileceğini
öngören bir paragrafın yer almamasıdır.
Bu konuda, devlet uygulamalarından da kesin bir sonuç çıkarmak mümkün
değildir. Zira, yalnızca 1945-1992 arası dönemde özellikle batılı devletlerin kuvvet
kullanma ya da tehditlerini rasyonalize etmek için “vatandaşları dışarda kurtarma”
argümanına başvurduğu 18 olay gerçekleşmiştir.651 Ancak, 51. madde esasında
meşrulaştırılmaya çalışılan bu müdahalelerin çoğu gereklilik ve orantılılık kriterlerini
karşılamadığı için uluslararası toplum tarafından kınanmıştır. Bu bağlamda, örneğin
ABD’nin 1983’de Grenada’ya ve 1989’da Panama’ya yönelik bu esasta meşrulaştırılan
müdahaleleri Genel Kurul tarafından kınanmıştır.
652
Yine ev sahibi devletin yabancı
vatandaşların hayatını korumada yeteneksiz kaldığı ya da isteksiz olduğu durumlarda
bir devletin kuvvet kullanma hakkının olup olmadığını ortaya koyan İsrail’in 1976
Entebbe Baskını Güvenlik Konseyi üyelerinin mesele hakkında derin görüş ayrılıklarını
ortaya koyan çarpıcı bir örnektir. Benin, Libya ve Tanzanya İsrail’in kurtarma
operasyonunu tahbih eden bir karar tasarısı hazırlamışlar ancak bu karar tasarısını kabül
edilmeyeceğini gördükleri için geri çekmişlerdir. Diğer yandan Fransa, İtalya, Japonya,
İngiltere ve ABD’nin desteklediği uçak kaçırmayı terörizm eylemi olarak tahbih eden
bunun devletlerin toprak bütünlüğüne ve siyasal bağımsızlığına saygı gösterilmesini
650
Arend, Anthony Clark ve Beck, Robert J., a.g.e. , s. 111.
Arend, Anthony Clark ve Beck, Robert J., a.g.e. , s. 111.
652
G.A. RES. 38/7 (1983) ve G.A. REs. 44/240 (1989).
651
207
yeniden onaylayan bir karar tasarısı da kabul edilmemiştir.653 Bununla birlikte,
uluslararası toplumun kınamalarına konu olmayan devlet uygulamaları da vardır. Bu
durum, bir devletin ülkesel bütünlük hakkının vatandaşlara yönelik terörist saldırılar
söz konusu olduğu bazı örnek olaylarda devletin kendisini ve vatandaşlarını koruma
hakkına boyun eğmesini gerektiren yeni bir ilkenin ortaya çıkmış olup olmadığını
araştırmayı gerektirmektedir. Bu bağlamda ABD’nin Nisan 1993’de Kuveyt’i ziyareti
sırasında eski ABD Başkanı George Bush’a yapılması planlanan suikasttan sorumlu
tuttuğu Irak hükümetine yönelik 1993’teki füze saldırısı çarpıcı bir örnektir.
bb. Uygulama: ABD’nin Irak İstihbarat Merkezine 1993 Yılındaki Saldırısı
ABD, Nisan 1993’de Kuveyt’i ziyareti sırasında eski Başkan George Bush’a
yapılması planlanan suikasttan sorumlu tuttuğu Irak hükümetini cezalandırmak
maksadıyla 26 Haziran 1993’te
Bağdat’taki İstihbarat Merkezine füze saldırısı
düzenlemiş; saldırılarda 8 kişi ölmüş 20’ye yakın kişi de yaralanmıştır.654
ABD’nin BM’deki Daimi Temsilcisi Madeleine K. Albright
Güvenlik
Konsey’ine yazdığı mektupta, ABD’nin aldığı tedbirleri ve ABD’nin eyleme ilişkin
hukuksal meşrulaştırmasını usulüne uygun şekilde Güvenlik Konseyine bildirmiştir. Söz
konusu mektupta, Irak rejiminden kaynaklanan suikast girişimi
doğrudan
“ABD’ye yönelik
bir saldırı - “ABD’nin kendisine yapılan bir saldırıyla eşdeğer”- olarak
tanımlamış ve bu nedenle de ABD’nin BM Andlaşması md. 51 çerçevesinde kendisini
savunmak maksadıyla Irak’a karşı gereken cevabı verme hakkı olduğunu ileri
sürmüştür. Mektupta, Irak’ın bu türden saldırgan davranışlarına son vermek için yeni
diplomatik ve ekonomik yaptırımların fayda vermeyeceğine kanaat getirdikleri için
653
Ayrıntılı bilgi için bkz. Başeren, Sertaç H., a.g.e. , s. 166-170.
Kritsiotis, Dino, “The Legality of the 1993 US Missile Strike on Iraq and the Right of Self-Defence
in International Law”, International & Comparative Law Quarterly, Cilt 45, 1996, s. 162.
654
208
“zorunlu olarak” askeri kuvvet kullandıklarını belirtilmiştir. 655 Madeleine K. Albright
ayrıca suikast planına Irak’ın karışmasını gösteren adli belgeler ve fotoğraf kanıtlarını
Güvenlik Konseyi’ne sunmuştur.656
Irak hükümeti saldırıların ardından 27 Haziran 1993’te Güvenlik Konseyi’ne
gönderdiği bir mektupta ABD’nin gerçekleştirdiği füze saldırısını terörist eylem olarak
kınamıştır.657 BM Güvenlik Konseyi ise, ABD’nin kuvvet kullanma kararını anlayışla
karşılayan bir tutum takınmıştır.658 ABD’nin Bağdat’taki İstihbarat Merkezine füze
saldırısı sadece Çin, Mısır, Suudi Arabistan, Türkiye, İran ve Libya tarafından
eleştirilmiş; Rusya Federasyonu ve başta İngiltere olmak üzere batılı ülkeler grubu
ABD’nin meşru müdafaa argümanını desteklemişler; Birleşik Arap Emirlikleri, Katar,
Bahreyn, Umman ise sessiz kalarak ABD’yi anlayışla karşılamışlardır.659
ABD’nin 1986 yılında Libya’ya karşı gerçekleştirdiği hava saldırısı hemen
hemen bütün devletlerce kınandığı halde 1993’teki Irak’a yönelik saldırısı böyle bir
tepkiyle karşılaşmamıştır. ABD ile Irak arasında vukuu bulan bu olaya ilişkin olarak
uluslararası toplumun söz konusu tutumu doktrinde meşru müdafaa hakkına ilişkin
tartışmaları özellikle iki konuda yeniden alevlendirmiştir. Tartışmaların yoğunlaştığı ilk
mevzu, devletlerin bir başka ülkede terörist saldırılar sonucu ölüm tehlikesiyle karşı
karşıya kalan vatandaşlarını kurtarmak için ülkesi dışında kuvvet kullanmalarının md.
51 çerçevesinde müdafaa hakkının kapsamına girip girmeyeceğine ilişkindir. İkinci
mevzu ise, bu olayda, ABD’nin Irak’ın kendisine karşı gelecekte gerçekleştirebileceği
terörist eylemleri “önleme” gayesinin olması nedeniyle, terörizme karşı önleyici meşru
655
U.N. Doc. S/26003, 26 Haziran 1993.
Kritsiotis, Dino, a.g.m. , s. 163.
657
U.N. Doc. S/26003, 26 Haziran 1993.
658
Kritsiotis, Dino, a.g.m. , s. 164.
659
Franck, Thomas M., a.g.e. , s. 94; Kritsiotis, Dino, a.g.m. , s. 163-165; Gray, Christine, a.g.e. , s.
118.
656
209
müdafaa hakkının olup olmayacağına ilişkindir. Yazarların bir kısmı 1993’teki ABD
eylemine gösterilen uluslararası sempatiyi terörizme yanıt olarak md. 51 esasında
eylemlere izin veren yeni bir Uluslararası Hukuk kuralının doğuşuna işaret ettiğini iddia
etmişlerdir.660 Bir başka grup yazar ise, ABD eylemini md. 51 çerçevesinde bir meşru
müdafaa örneğinden çok hukuk dışı bir askeri zararla karşılık örneği olarak
nitelendirmişlerdir.661 Üçüncü bir grup yazar ise, terörizmi destekleyen devletlere karşı
saldırıların her zaman hukuksal kaygılarla değil, siyasal, ideolojik ya da stratejik
kaygılarla gerçekleştirme olasılığına işaret ederek; terörizme karışan devletlere karşı
etkili bir yaptırım mekanizması oluşturulmadığı sürece, devletlerin münferiden kuvvet
kullanmalarını engellemenin mümkün olmayacağını ifade etmektedir.662
Sonuç olarak, uluslararası toplumun 1993’deki ABD eylemini sempatiyle
karşılamış olmasını, dışarıdaki vatandaşları kurtarmak için devletlerin kuvvet
kullanmasının teknik olarak illegal olmasına rağmen, belli istisnai durumlarda
müsamaha gösterilebilir bir hukuka aykırılık olarak yorumlamak mümkündür. Bununla
birlikte, 11 Eylül sonrası md. 51 bağlamında “silahlı saldırı” kavramının kapsamında
meydana
gelen
değişimlerin
belli
koşullarda
dışarıdaki
vatandaşlara
karşı
gerçekleştirilen terörist saldırıların devletin doğrudan egemenliğine yönelik bir silahlı
saldırı sayılması yönünde bir sarmal etki yaratma riski ortaya çıkardığına işaret etmek
yerinde olacaktır.663
660
Bu görüş için bkz. Franck, Thomas M., a.g.e. , s. 96.
Bu görüşü savunan yazarlar için bkz. Alexandrov, Stanimir A., a.g.e. , s. 188; Kritsiotis, Dino,
a.g.m. , s. 175; Gray, Christine, a.g.e. , s. 117.
662
Kritsiotis, Dino, a.g.m. , s. 176-177.
663
Franck, Justin N.B. ve Rehman, Javaid, a.g.m. , s. 420.
661
210
e. 11 Eylül: Meşru Müdafaa Hukukun Sınırlı Berraklaşması
Uluslararası toplumun 11 Eylül saldırılarına yanıt olarak gerçekleştirilen
“Sonsuz Özgürlük Harekatı’na” yönelik emsalsiz desteği, Uluslararası Hukukta sert ve
ani bir değişimin göstergesi olarak mı algılamalıyız? Bir başka ifadeyle, Uluslararası
Hukukta teröristleri aktif bir şekilde destekleyen, tolere eden veya barındıran devletlere
karşı md. 51 esasında kuvvet kullanma hakkı veren yeni bir uluslararası örf ve adet
hukuku kuralının oluştuğundan bahsedilebilir mi? Uluslararası toplumun reaksiyonunun
BM Andlaşması md. 51 çerçevesinde meşru müdafaa hakkının tüm yönlerini açıklığa
kavuşturmuş olduğu söylenebilir?
İlk olarak, 11 Eylül saldırılarına yanıt olarak gerçekleştirilen “Sonsuz Özgürlük
Harekatına” yönelik uluslararası toplumun desteğini, teröristleri aktif bir şekilde
destekleyen veya barındıran devletlere karşı md. 51 esasında kuvvet kullanma hakkı
veren yeni bir uluslararası örf ve adet hukuku kuralının oluştuğunu ileri süren
görüşlere664
katılmak mümkün değildir. Uluslararası örf ve adet hukuku kurularıyla,
diğer örf ve adet hukuku kurallarının ve uluslararası andlaşmaların değiştirilmesi
mümkündür.665 Ancak, uluslararası örf ve adet hukuku kuruları, sadece devletlerin
yaptıklarından ibaret değildir. Uluslararası örf ve adet hukuku, hukuk olarak kabul
edilen genel bir uygulamanın varlığı halinde söz konusu olabilir.
666
Bu çerçevede,
ABD’nin meşru müdafaa iddiasının uluslararası toplum tarafından kabul görmüş
olmasını bir örf ve adet hukukunun oluşması için gereken objektif ve subjektif unsurları
karşıladığını ileri sürmek mümkün değildir. Objektif unsur (maddi unsur) açısından
meseleyi değerlendirdiğimizde, evrensel nitelikte bir örf ve adet hukuku kuralının
oluşması için devletlerin genel, istikrarlı ve bir örnek teşkil eden uygulamaları
664
Bu görüş için bkz. Slaughter, Anne-Marrie ve White, William Burke, a.g.m. , s. 2.
Başeren, Sertaç H., a.g.e. , s. 69-70.
666
Başeren, Sertaç H., a.g.e. , s. 70.
665
211
gerekmektedir. Bu çerçevede ABD uygulamasının uluslararası toplumdan genel bir
destek elde etmiştir. Ancak, bu uygulamanın objektif unsuru karşılaması için ayrıca
istikrarlı ve bir örnek teşkil eden bir davranış olduğunun kanıtlanması gerekmektedir.
Subjektif unsurun açısından olayı değerlendirdiğimizde ise uluslararası toplumun ABD
uygulamasına desteğini ifade ederken bunun hukuk kuralı olduğuna inanarak yapmış
olmaları gerekmektedir ki; bu olayda subjektif unsurun yerine getirilmiş olduğunu
kanıtlamak oldukça zordur. Dolayısıyla, uluslararası toplumun emsalsiz desteğine yol
açan husus Uluslararası Hukukta bir değişim değil daha ziyade meşru müdafaa
iddiasının dayandırıldığı koşullardaki maddi bir değişimdir.667 Bu koşulları ele
aldığımızda, 11 Eylül sonrası uluslararası hukuki uygulamayı, önceki devlet
uygulamalarından bir ayrılış ya da hatta bir kırılmadan ziyade bir çok yollarla önceki
devlet uygulamalarının bir devamı niteliğinde görmek mümkündür. Bu bağlamda
öncelikle, 11 Eylül sonrası meşru müdafaa hakkına başvurmanın, Libya ya da
Afganistan ve Sudan’ a karşı gerçekleştirilen saldırılar çerçevesinde ileri sürülen
meşru müdafaa iddialarından daha az ihtilaflı olduğu söylenebilir. Zira meşru müdafaa
hakkının kullanılmasına yol açan silahlı saldırılar Libya örneğinde olduğu gibi ne
dışarıdaki yabancı vatandaşlara karşı bir saldırı ne de 1998’de El Kaide saldırlarında
olduğu gibi dışarıda bulunan bir gemi ya da diplomatik bir misyona karşı bir saldırıdır.
11 Eylül saldırıları kolaylıkla meşru müdafaa
kapsamına girebilecek ABD’ye
yöneltilen klasik ülkesel saldırılardır.668
İkinci olarak,11 Eylül saldırıları kapsam ve etkileri itibariyle önceki olaylardan
büyük ölçüde farklılaşmıştır. Örneğin, 1986’da Libya’ya karşı ileri sürülen
meşru
müdafaa argümanına ilişkin olarak münferit ya da küçük ölçekli saldırların meşru
667
668
Sthan, Carsten, a.g.m. , s. 9.
Sthan, Carsten, a.g.m. , s. 9.
212
müdafaa esasında kapsamlı ve bariz bir yanıta izin vermeyeceğine ilişkin eleştiriler669
büyük insan kaybına neden olan ve hem özel hem de kamu mülkiyetine ciddi zararlar
vermiş olan 11 Eylül saldırılarına ilişkin olarak öne sürülmesi mümkün değildi.670
Üçüncü olarak, 1993’te Irak’a ve 1998’de Afganistan ve Sudan’a yönelik füze
saldırılarına ilişkin olarak kanıtların yetersiz bir biçimde ortaya konulmuş olması
ABD’nin terörizm karşıtı operasyonlarının en büyük eleştiri kaynaklarından birisi
olmuştu. Bu tür eleştiriler 11 Eylül saldırılarına yönelik yasal yanıta ilişkin olarak daha
sınırlı bir biçimde ileri sürülmüştür.
Nihayet, burada genel olarak 1990’larda komşu devletlerden faaliyet gösteren
düzensiz güçlere karşı yanıt vermek için sınırlı kuvvete dayalı terörizm karşıtı
operasyonlarına yönelik artan bir yönelim olmuştur. Senegal, Tayland, ve Tacikistan
tarafından gerçekleştirilen sınır ötesi müdahaleler büyük ölçüde itirazsız kalmıştır.671 Bu
durum, uluslararası sistemin, belli ölçülerde, yabancı ülkeden kaynaklanan düzensiz
güçler tarafından doğrulan tehditlere yönelik md. 51 esasında kuvvete dayalı yanıtları
kabul ettiğinin bir belirtisi olarak değerlendirilebilir.672
Bu argümanları hep birlikte değerlendirdiğimizde, uluslararası toplumun
“Sonsuz Özgürlük Harekatı’nın” hukuki meşrulaştırması olarak md. 51 çerçevesinde
meşru müdafaa hakkının kabul etmiş olması, kuralların algılanmasında meydana gelen
bir değişimden kaynaklanmamış fakat daha ziyade meşru müdafaa iddiasını esas alan
koşullarda
meydana gelen somut bir değişimden kaynaklanmış olduğu sonucunu
669
Cassese, Antonio, a.g.m. , s. 596.
Sthan, Carsten, a.g.m. , s. 11.
671
Gray, Christine, a.g.e. , s. 103.
672
Franck, Thomas M., a.g.e. , s. 64.
670
213
çıkarabiliriz. Bir başka ifade ile, genel hukuksal matris değil, meşru müdafaa hakkını
başlatan koşullar değişmiştir.673
11 Eylül saldırılarına yönelik uluslararası yasal yanıt, kapsam ve etkileri
itibariyle büyük ölçekli
modelinin
şiddet içeren terörist eylemlerin devamlılık arz eden bir
bir “silahlı saldır” teşkil edebileceğini ilişkin tam bir kanıt sağlayarak,
terörist saldırılara karşı BM Andlaşması md. 51 çerçevesinde meşru müdafaa hakkının
kullanılabileceğini somutlaştırmaktadır.674 Bununla birlikte, 11 Eylül saldırılarının,
esaslı şekilde, md. 51 çerçevesinde meşru müdafaa hukukunu, tamamen açıklığa
kavuşturmuş olduğunu ileri sürmek mümkün değildir. Zira, “silahlı saldırı” kavramı
hala net bir anlam kazanamamıştır. Silahlı saldırı kavramının anlamındaki muğlaklık
özellikle küçük ölçekli terörist saldırıların bir silahlı saldırıya yol açıp açmayacağı
konusunda kendisini hissettirmektedir. Yine, 11 Eylül sonrası devlet uygulaması,
terörist aktörlerle sponsor devletlerin resmi organları arasında şeffaf hiçbir ilişkinin
olmadığı durumlarda hangi koşullar altında bir devletin meşru müdafaa hakkına
başvurabileceği sorusuna kesin bir yanıt sağlamamaktadır.675
Sonuç olarak, 11 Eylül saldırılarına yönelik hukuksal yanıt md. 51’i kısmen
açıklığa kavuşturmuştur.
D. Terörizme Karşı Kuvvet Kullanma ve Meşru Müdafaa Hakkının Diğer
Koşulları: Gereklilik, Aciliyet ve Orantılılık Koşulları
Günümüzde bütün devletler, gereklilik, aciliyet ve orantılılık kriterlerinin
BM Andlaşması md. 51 çerçevesinde yasal meşru müdafaa hakkının
673
Franck, Thomas M., a.g.e. , s. 67 ; Sthan, Carsten, a.g.m. , s. 11.
Murphy, Sean D., “The Concept of “Armed Attack” in Article 51 of the UN Charter”, s. 42-49.
675
Sthan, Carsten, a.g.m. , s. 11.
674
214
parametrelerini oluşturduğu konusunda mutabıktır.
676
Gereklilik ve orantılılık
koşulları ABD dışişleri Bakanı Webster’in Uluslararası Hukukta kuvvet kullanma
yasağının söz konusu olmadığı bir dönemde meydana gelen 1837 Caroline
Olayıyla ilgili olarak kullandığı formülle şekillenmiştir. Olay, ABD ile
İngiltere’nin barış halinde olduğu bir dönemde meydana gelmiştir. 1837’de
Kanada’da İngiltere’ye karşı bir isyan sürerken, Caroline isimli bir geminin
isyancılara yardım etmesi ve hükümet kuvvetlerine zayiat verdirmesi nedeniyle
İngilizler gemiye saldırmış ve gemiyi ateşe vererek Niagara Şelalesinden aşağı
atmışlardır. İki Amerikan vatandaşının öldüğü ve bazılarının da yaralanmış
olduğu olay ABD ile İngiltere arasında bir uyuşmazlığa ve diplomatik yazışmalara
yol açmıştır.677 O zamanki ABD Dışişleri Bakanı Daniel Webster Lord
Ashburton’a yazdığı notada, meşru müdafaadan bahsedebilmek için, “ani, karşı
konulmaz, başka bir araç seçimine ve düşünmeye imkan bırakmayan bir meşru
müdafaa zaruretinin olduğunun” kanıtlanması gerektiğini bildirmiştir.678 Daniel
Webster Fox’a gönderdiği notada ise, “Kanada’nın eyleminin izin verilir olması
için, “Kanada yerel makamlarının, durumun vahametinin Amerikan topraklarına
girmelerini gerektirecek olması halinde dahi makul olmayan ve aşırı olan bir şey
yapmadıklarını ispatlamak gerekmekte bu da Britanya makamlarına düşmektedir;
zira meşru müdafaa zarureti ile haklı görülebilecek bir eylem, bu zaruret
(necessity) ile sınırlı olmalı ve kesinlikle bu kapsam dahilinde kalmalıdır.”
676
Gardam, Judith, “Necessity and Proportionality in Jus Ad Bellum and Jus İn Bello”, International
Law, the International Court Of Justice and Nuclear Weapons içinde, Laurence Boisson de
Chazourness ve Philippe Sands, (eds.), Cambridge University Press, Cambridge, 1999, s. 277.
677
Arend, Anthony Clark, “International Law and the Preemptive Use of Military Force”, The
Washington Quarterly, Cilt 26, Sayı2, 2003, s. 91; Schmitt, Michael N., a.g.m. , s. 529.
678
Letter from Secretary of State Daniel Webster to Lord Ashburton of August 6, 1842 (Gündüz
Aslan, a.g.e. , s.56’dan iktibas edilmiştir).
215
demekteydi.679 Bu diplomatik yazışmalar sonucunda İngiliz hükümeti özür
dilemiş ve ABD ve İngiltere
önleyici meşru müdafaa dahil hukuki meşru
müdafaa için üç kriter üzerinde mutabakata varmışlardır. Bu kriterler gereklilik ve
aciliyet/imminence ve orantılılıktır.
Günümüzde bu koşullar uluslararası örf ve adet hukukundan kaynaklanan
bir sınırlama olarak meşru müdafaa hakkının kullanılmasında geçerliliklerini
korumaktadırlar.680 Nitekim, UAD Nikaragua Davasında681 ve Nükleer Silahlar
Kullanma ya da Tehdidinin Meşruluğu Konusundaki Danışma Görüşü’nde
682
gereklilik ve orantılılık koşullarının bireysel ya da kollektif meşru müdafaa hakkı
konusunda sınırlamalar olduğunu yeniden teyit etmiştir. Bu koşullar BM
Andlaşması md. 51’de yer almamasına rağmen örfi hukukun parçası olarak
devletleri bağlamaktadır. 683 Terörizme karşı devletlerin meşru müdafaa esasında
kuvvet kullanmalarında da bu ilkelere uyulması büyük önem taşımaktadır. Aksi
taktirde terörizme yönelik meşru müdafaa esaslı yanıtların illegal zararla karşılığa
dönüşme riski vardır.
1. Terörizm, Gereklilik ve Aciliyet İlkeleri
Bir terörist saldırıya uğrayan devlet hangi noktada kendisini savunmalıdır?
Devam eden bir terörist saldırıya “olay anında” mı tepki vermeli yoksa kuvvete
başvurmadan önce barışçıl yolları tüketmek zorunda mıdır? Bir terörist saldırı sona
679
Letter from Mr. Webster to Mr. Fox of April 24, 1841, (Gündüz, Aslan, a.g.e. , s. 56’dan iktibas
edilmiştir).
680
Gray, Christine, a.g.e. , s. 105.
681
I.C.J. Reports 1986, parag. 176.
682
Advisory Opinion on the Legality of the Thrat of Nuclear Weapons, I.C.J. Reports 1996, s. 226,
parag. 141.
683
Arend, Anthony Clark, a.g.m. , s. 91.
216
ermesinden çok uzun bir süre geçtikten sonra yanıt verebilir mi? Bu soruların tamamı
meşru müdafaanın gereklilik ve aciliyet ilkeleriyle ilgilidir.
Gerekliliğin değerlendirmesi kuvvete başvurma konusunda kararın verildiği
anda meydana gelir. Bu karar verildiğinde ise gereklilik kriteri işlevini tamamlar.684
Ancak, meşru müdafaanın gerekliliği bir silahlı saldırının meydana gelmesiyle otomatik
olarak karşılanmaz. Devam eden silahlı saldırılara maruz kalan bir devletin,
uyuşmazlığın barışçıl yollarla çözmeyi denemesi rasyonel olmayacaktır. Dolayısıyla bu
durumda gereklilik kriteri otomatik olarak karşılanmış olur. Ancak, bu durum her
zaman vakıa değildir. Dolayısıyla, silahlı bir saldırıya uğrayan mağdur devletin,
kendisini silahla savunma dışında bir seçeneğinin olmadığını kanıtlaması gerekir.685 Bu
bağlamda, gereklilik hali, alternatif bir davranış seçeneğinin bulunmadığı “sıcak bir
tehdit” durumunda söz konusu olmaktadır.686 “Olay anında tepki/on-the-spot reaction”
niteliğindeki karşı tedbirler, gereklilik haline iyi bir örnek teşkil etmektedir. Olay anında
verilen silahlı karşılığın, meşru müdafaa hakkı olarak Uluslararası Hukuka uygun
sayılması için, alternatif bir davranış biçiminin, mağdur tarafın zararını telafi etme
imkanının bulunmaması gerekmektedir. Şayet, saldırgan eylemle ilğili olarak taraflar
arasında görüşmeler başlamışsa, olay mahallinde verilecek silahla karşılık meşru
müdafaa olmaktan çıkmaktadır.687 Acillik (immediacy) ilkesine göre ise, silahlı saldırı
ile meşru müdafaa tedbirleri arasında süre açısından bir kopukluluk olmamalıdır. Bu
çerçevede saldırı olay anında verilecek bir tepkiyle bertaraf edilmelidir. Aksi taktirde,
herhangi gecikme mukabil tedbirleri meşru müdafaa olmaktan çıkararak bir askeri
684
Gardam, Judith, a.g.e. , s. 278.
Gardam, Judith, a.g.e. , s. 278.
686
Aral, Berdal, a.g.e. , s. 26.
687
Dinstein, Yoram, a.g.e. , s. 202.
685
217
zararla karşılık niteliği kazanmasına neden olacaktır.688 Bununla birlikte, bir silahlı
saldırıyla uğrayan devletin derhal yanıt vermesi herzaman mümkün olmamaktadır. Bu
bağlamda, Cassese’nin bu ilkeye ilişkin olarak önerdiği mağdur devletin barışçıl
bir
çözüme ulaşma girişimlerinin sonuçsuz kaldığı anlaşılana kadar kuvvete başvurmama
yaklaşımı daha esnek ve mantıklı bir “aciliyet” kavramını vurgulamaktadır.689 Bu
yaklaşım spesifik bir terörist saldırının meydana gelmesi ile mağdur devlet tarafından
kuvvete dayalı bir yanıt arasında makül bir zamansal kopukluk olabileceğini
öngörmektedir.690
Geçmişte, orijinal saldırı ile savunmacı yanıt arasında zaman bağlantısının
koptuğu ve dolayısıyla meşru müdafaa olarak nitelendirilmeyen örnek olaylar vardır.
Portekiz’in sömürge rejimini devamlı bir silahlı saldırı sayarak Hindistan’ın 450 yıl
sonra yani 1961’de Goa’yı işgal etmesi, 6 Ocak 1973’te Mısır ve Suriye’nin İsrail’e
sürpriz bir saldırı başlatttığı Yom Kipppur Savaşı bu örnek olaylar arasındadır. Buna
karşın saldırıya uğrayan devletin hemen yanıt vermemekle birlikte karşılık vereceğini
göstererek önemli bir ara vermeksizin gerçekleştirdiği ve silahlı saldırı ile mukabil
eylem arasında zaman bağlantısının kopmadığı örnek olaylarda vardır.691 Bu konuda
somut örnek
Falkland Savaşıdır. 2 Nisan 1986’da Arjantin Falkland /Malvinas
Adalarını işgal ettiği zaman İngiltere bir yandan meseleyi barışçıl yollarla çözmeye
çabalamış diğer yandan da kuvvet gönderme hazırlıklarına girişmiştir. Bu kuvvetler
29 Nisan’da adalara ulaşmış ve savaş 14 Haziran’da Arjantin’in teslim olmasıyla
688
McCoubrey, Hilaire ve White Nigel D., a.g.e. , s. 96-97.
Cassese, Antonio, a.g.m. , s. 594.
690
Cassese, Antonio, a.g.m. , s. 596
691
Başeren, Sertaç H., a.g.e. , s. 134.
689
218
sona ermiştir. Uluslararası toplum İngiltere’nin mukabil yanıtının meşruluğunu
tartışma konusu yapmamıştır.692
ABD’nin 11 Eylül saldırılarına yanıt olarak gereçekleştirdiği, Sonsuz
Özgürlük Harekatını meşru müdafaa hakkının gereklilik ve aciliyet koşulları
bakımından değerlendirdiğimizde, harekatın saldırıların gerçekleştirilmesinden tam
26 gün sonra yani 7 Ekim 2001’de başlamış olmasını zaman bağlantısın koptuğu
şeklinde yorumlamak mümkün değildir. Bununla birlikte, ABD, Ladin’in iadesi
yönünde gerekli girişimlerde bulunmadığı ve sorunu barışçıl yollarla çözme
yükümlülüğünü yerine getirmeksizin kuvvet kullanmayı tercih etmiş olması
nedeniyle gereklilik kriteri açısından eleştirilere açıktır.
2. Terörizm ve Orantılılık İlkesi
Orantılılık ilkesinin tarihsel geçmişi, Ortaçağ’ın “haklı savaş” doktrinine kadar
eskilere dayanmakta olup kabaca kullanılan kuvvetin tehdide oranlı olması gerektiği
ilkesine dayanmaktadır.
693
Amaç, bir silahlı saldırıyı bertaraf etmek olup kullanılan
kuvvet cezalandırıcı bir nitelikte olmamalıdır.694 Bu özellik, hukuki meşru müdafaa
hakkından hukuka aykırı olan silahlı zararla karşılığı birbirinden ayırmada önemli bir
rol oynamaktadır. Orantılık ilkesi savunma amaçlı tedbirlerin yol açtığı hasarın,
başlangıçtaki, silahlı saldırının yol açtığı maddi ve beşeri zarar ile orantılı olmasını ya
da savunma tedbirlerine başvuran devletin saldırgan devletin kullandığı aynı silahları
ve aynı sayıda silahlı kuvvet kullanması gerektiği anlamına gelmemektedir. Bu
692
McCoubrey, Hilaire ve White, Nigel D., a.g.e. , s. 97-98.
Gardam, Judith, a.g.e. , s. 278.
693
Gardam, Judith, a.g.e. , s. 279.
694
Charney, Jonathan I., a.g.m. , s. 836; Başeren, Sertaç H., a.g.e. , s. 137; Gray, Christine, a.g.e. , s.
106; Aral, Berdal, a.g.e. , s. 29.
693
219
çerçevede söz konusu ilke silahlı bir saldırıyı bertaraf etmek için kullanılabilecek karşı
güce belli sınırlamalar getirdiği için silahlı çatışmaların tırmanmasını da önlemiş
olmaktadır. 695
Uluslararası Hukuk doktrininde terörist saldırılara karşı yanıtların orantılı olması
gerektiği konusunda görüş birliği vardır. Ancak, doktrinde üzerinde uzlaşmaya
varılamayan husus terörist saldırılara karşı mukabil yanıtın orantılı olup olmadığının
nasıl belirileneceği, orantılılığın ne tür davranışları zorunlu kılacağıdır.696 Bu konuda
doktrinde geliştirilmiş üç temel yaklaşım bulunmaktadır. İlk yaklaşım göze göz/ eye-foran eye ya da kısasa kısas/tit-for-tat yaklaşımıdır. Bu yaklaşım, mağdur devletin önceki
spesifik terörist saldırıya orantılı bir yanıt vermesini öngörmekte olup kullanılan
kuvvetin nitelik ve miktarı tehdidi bertaraf etmek için gerekenden aşırı olmamalıdır.
Güvenlik Konseyi çoğu İsrail’in müdahil olduğu bir çok olayda orantılılığa bu esasta
karar vermiştir. 697
İkinci yaklaşım “kümülatif orantılılık” yaklaşımıdır. Bu yaklaşım mağdur
devletin kuvvete dayalı tedbirlerinin terör hareketlerinin kümülatif etkilerini dikkate
alarak sadece son terörist saldırı değil geçmişteki illegal eylemlerin toplamına
mütenasip bir kuvvet kullanmasının orantılı olacağını varsayar. Bu bağlamda önleyici
faaliyetler orantılılık ilkesine aykırı düşmektedir.698 Kümülatif orantılılık doktrini,
ABD,
İsrail, Güney Afrika ve Portekiz tarafından ileri sürülmüştür. Bu devletler
Güvenlik Konseyi’nin kümülatif orantılılık doktrinini reddettiğini ileri sürerek Konseyi
eleştirmişlerdir. Ancak hakikatte Güvenlik Konseyi İsrail, Güney Afrika ve Portekiz
tarafından orantısız kuvvet kullanılmasını kınamış olmasına rağmen kınamalar doktrinel
695
Aral, Berdal, a.g.e. , s. 29.
Arend , Anthony Clark ve Beck Robert J., a.g.e. , s. 165.
697
Arend , Anthony Clark ve Beck Robert J., a.g.e. , s. 165.
698
Arend , Anthony Clark ve Beck Robert J., a.g.e. , s. 165.
696
220
bir mesele olarak meşru müdafaa hakkının kapsamını ele almamıştır.699 Nikaragua
Davasında UAD ise olayların kümülatif toplamının bir silahlı saldırıya ulaşabileceğini
kabul eden bir yaklaşım benimsemiştir.700
Üçüncü yaklaşım ise “ dişe- karşı-göz ya da caydırıcı orantılılık” yaklaşımıdır.
Bu yaklaşım, mağdur devletlerin kuvvete dayalı tedbirlerinin bu devletin kaşılaştığı
terörist tehdidin tamamına orantılı olmasını öngörmekte olup önleyici faaliyetleri de
kapsamaktadır.701 Bu bağlamda, meşru müdafaa hukuku içinde orantılılık “göze göz,
dişe diş” konusu olmamaktadır. Bu yaklaşım,
kapsamlı bir barışı muhafaza etme
anlayışına ters düşen kötü düşünülmüş bir stratejidir.702 Kullanılan kuvvetin tehditle
orantılı olup olmadığı testi sadece geçmişteki tehdidin derecesine bakmamakta bu aynı
zamanda gelecekteki tehditin derecesini belirlemede de rol oynamaktadır.703 Meşru
müdafaa hakkı açısından kuvvet kullanılmasının savunmacı amacı, gelecekteki
saldırıları önlemeyi ve caydırmayı kapsamaktadır. Bu çerçevede bir saldırı dizisinin
varlığı gelecek saldırıların beklenilebilirliğine ilişkin ikna edici belirtileri teşkil
etmektedir.704 Böylece bu yaklaşım çerçevesinde caydırıcı amaca hizmet etmek için
orijinal saldırıyı aşan misilleme kabilinden bir yanıt orantısız sayılmamakta; orantılılığa
karar
vermede
tehlikenin
itelenmesinden
ziyade
ortadan
kaldırılması
kriter
olmaktadır.705 Ne var ki, bu yaklaşım kendi içinde amaçlar araçları meşrulaştırır
şeklindeki bir yaklaşımı barındırmakta olup uluslararası barış ve güvenliğe yönelik
taşıdığı tehlikeler son bölümde ayrıntılı olarak ele alınacaktır.
699
Gray, Christine, a.g.e. , s. 108.
I.C.J. Reports 1986, s. 120, parag. 231.
701
Bkz. Arend, Anthony Clark ve Beck, Robert J., a.g.e. , s. 166.
702
Glennon, Michael J., a.g.m. , s. 552.
703
Greenwood, Christopher, a.g.m. , s. 314.
704
Schachter, Oscar, “The Lawful Use of Force by a State Against Terrorist in Another Country” s.
252.
705
Arend, Anthony Clark ve Beck Robert J., a.g.e. , s. 166; Schachter, Oscar, a.g.m. , s. 254; Singer,
Eric H., a.g.m. , s. 453-454.
700
221
Uluslararası Adalet Divanı Nikaragua Davasında “…Nikaragua’nın El
Salvadordaki silahlı muhalefete yaptığı yardımın derecesi konusunda belirsizlik her ne
olursa olsun ABD’nin Nikaragua’nın limanlarının mayınlanmasını, limanlarının ve
petrol tesislerinin bombalanmasını bu yardımla orantılı
olduğu düşünülemez...”
kararına varmıştır.706 Divan’ın söz konusu kararının, ABD’nin Afganistan’a yönelik
gelecek saldırıları önlemek ve caydırmak amacıyla md. 51 çerçevesinde meşru müdafaa
hakkına dayanarak gerçekleştirdiği müdahaleye yansıması açıktır. Bu mantık
çerçevesinde “orantılılık” teröristlere güvenli bölge sağladığı için bir hükümetin
devrilmesine asla izin vermeyecektir.707 Bu nedenle, Taliban rejiminin askeri kuvvet
kullanılarak devrilerek yeni bir hükümetin işbaşına getirilmiş olması, BM Andlaşması
md. 51 çerçevesinde meşru müdafaa hakkının kapsamına nasıl girebileceği tartışmalı bir
husustur. Zira, bir ülkenin hükümet yapısının dönüştürülmesini amaçlayan eylemler md.
51 tarafından kapsanmaz. Bu tür tedbirlere yalnızca BM Güvenlik Konseyi karar
verebilir.708
Orantılılık ilkesine ilişkin olarak belirtilmesi gereken bir başka önemli husus
ise bu ilkenin İnsani Hukukun önemli bir kuralını teşkil etmekte olduğudur. 1949
Cenevre Sözleşmelerine ek 1977 tarihli I. Protokol’ün kabul edilmesinden beri
orantılık ilkesi İnsani Hukukun hem bir sözleşme hem de örfi nitelikte bir ilkesi
haline gelmiştir.709
Sözleşme kuralı olarak ilke, “ayırım gözetmeyen saldırılar
/indiscriminate attack” başlığı altında 1977 tarikli I numaralı Ek Protokol
706
I.C.J. Reports 1986, parag. 237.
Glennon, Michael J., a.g.m. , s. 546.
708
Sthan, Carsten, “Security Council Resolutions 1368 (2001) and 1373 (2001): What They Say and
What They Do Not Say”, EJIL Discussion Forum, http://www.ejil.org./forumWTC/mesages/15html,
(15 Haziran 2004).
709
Gardam, Judith, a.g.e. , s. 284.
707
222
hükümlerinde yer almaktadır.710 Bu çerçevede, siviller ve sivil nesneler ile
savaşanlar ve askeri nesneler arasında dikkatlice ayırım yapılması gerekmektedir.
Diğer taraftan, La Haye Hukuku çerçevesinde çatışmalarda belli metot ve araçların
kullanılması yasaklanmaktadır.
ABD’nin 11 Eylül saldırılarına yanıt olarak gerçekleştirdiği Afganistan’a
yönelik müdahalede çok sayıda sivil yerleşim yerlerinin vurulmuş olması ve bunun
sonucunda yaklaşık 3767 sivilin hayatını kaybetmiş olması, harekatta tahrip gücü
yüksek spesifik silahların ve bombaların kullanılmış olması ( Napalm roketleri, ısı
basınçlı bombalar, CBU87 salkım bombaları gibi…) müdahalenin meşruluğu ve
orantılılığı hakkında şüpheler doğurmuştur.711 Bu durum ABD ve İngiltere’nin
uluslararası terörizme yönelik kuvvet kullanma yaklaşımlarının negatif bir yönüdür.
E. Terörizme Karşı Kolektif Meşru Müdafaa Hakkı
Kolektif meşru müdafaa hakkı BM Andlaşması md. 51’in meşru müdafaa
hakkını geliştirdiği yönlerden birisidir.712 Kolektif meşru müdafaa hakkının
kullanılmasında da bireysel meşru müdafaa hakkının kullanılmasında aranan
doğrudan ya da dolaylı bir silahlı saldırının gerçekleşmiş olması, alınan meşru
müdafaa tedbirlerinin BM Güvenlik Konseyi’ne bildirilmesi, Güvenlik Konseyi
harekete geçinceye kadar başvurulan geçici nitelikte istisnai bir hak olması ve örfi
hukuktan kaynaklanan gereklilik, aciliyet ve orantılılık kriterlerine uygun olarak
gerçekleştirilmesi koşullarının hepsi aranmaktadır. Bireysel meşru müdafaa
hakkından farklı olarak kolektif meşru müdafaa hakkının kullanılması için saldırıya
710
1977 tarihli bir numaralı Ek Protokol md. 51 (5) b ve md. 57 (2) (a) (iii) açıkça orantılılık terimini
kullanmamakla birlikte bu ilkeyi kapsamaktadır.
711
Ayrıntılı bilgi için bkz. Franck, Justin N. B. ve Rehman, Javaid, a.g.m. , s. 425-429.
712
Alexandrov, Stanimir A., a.g.e. , s. 95.
223
uğrayan devletin bunu ilan edip açıkça yardım istemesi gerekmektedir.713 Bu
çerçevede, Güvenlik Konseyi ilk defa 661 sayılı kararı ile özel bir olayda kolektif
meşru müdafaa hakkının uygulanabileceğini kabul etmiştir. “Sonsuz Özgürlük
Harekatı da
ABD’nin yardım istemesi sonucu kolektif meşru müdafaa hakkı
şeklinde gerçekleşmiştir. Ancak, bu olayın ayırt edici özelliği saldırılarda ölenlerin
farklı tabiyetteki vatandaşlar olmasına karşın mağdur devletin ABD olmasıdır.714
713
714
Keskin, Funda, a.g.e. , s. 56-59.
Franck, Justin N. B. ve Rehman, Javaid, a.g.m. , s. 423.
224
BEŞİNCİ BÖLÜM
SİLAHLI SALDIRI SEVİYESİNE ULAŞMAYAN TERÖRİST SALDIRILAR
KARŞISINDA KUVVET KULLANILMASINI İÇEREN KARŞI
TEDBİRLERE VE ÖNLEYİCİ MEŞRU MÜDAFAA HAKKINA
BAŞVURMA SORUNU
Bu bölümde ilk olarak ele alacağımız mesele, silahlı saldırı seviyesine
varmayan terörist saldırılara maruz kalan devletlerin ülke dışında kuvvet kullanıp
kullanamayacağıdır. Bir devletin ülkesine yerleşen bir terörist örgüt mensuplarının
sınırdaş bir başka devletin ülkesinde terörist faaliyetler gerçekleştirdikten sonra geri
kaçtığı durumlarda tehdidin kaynağı durumundaki ülke devletinin bir devletin
ülkesini başka devletlerin haklarına aykırı nitelikteki faaliyetler için kullanılmasına
izin vermeme mükellefiyeti altında olduğu ve bu mükellefiyetin hem örf ve adet
hukukundan hem de BM Andlaşması md. 2/4’ten doğan yükümlülükleri içinde
zımnen yer aldığı ve kaynak devletin kendi ülkesi içinde yerleşip bir başka devlet
ülkesinde faaliyet gösteren terörist örgütün faaliyetlerinin bütün makul tedbirleri
alarak engellemekle mükellef olduğundan bahsedilmiştir. Ancak, kaynak devleti
kendi ülkesi içinde yerleşip bir başka devlet ülkesinde faaliyet gösteren terörist
örgütün faaliyetlerini bütün makul tedbirleri alarak engelleme mükellefiyetini yerine
getirmezse ve ülke devletinin bu tür terörist faaliyetleri engellemek için ülke içinde
aldığı tedbirler tehdidi ortadan kaldırmaya yeterli olmazsa ne olacaktır? Silahlı
saldırı seviyesine varmayan bu tür terörist saldırılara maruz kalan devletler
kendilerini korumak için ne gibi tedbirler alabilecektir? Bu tür fiillerin mağduru olan
225
devletler, kuvvet kullanılmasını içeren orantılı karşı tedbirlere başvurma hakkı var
mıdır?
Bu bölümde ele alacağımız ikinci mesele ise, terörizmin değişen niteliği
ve kitle imha silahları tarafından karakterize edilen 21.YY’ın potansiyel tehditleri
karşısında, devletler, fiili bir silahlı saldırı olmaksızın bu tür tehditleri ortadan
kaldırmak için önleyici ilk darbeyi vurmak hakkına sahip midir? Bu tür tehditlere
karşı BM Andlaşması md. 51 çerçevesinde ya da mevcut uluslararası örf ve adet
hukuku çerçevesinde önleyici meşru müdafaa hakkına başvurulabilir mi?
I. KUVVET KULLANILMASINI İÇEREN KARŞI TEDBİRLER
Silahlı saldırı seviyesine varmayan kuvvet kullanımına maruz kalan
devletlerin kuvvet kullanılmasını içeren orantılı karşı tedbirlere başvurma hakkı
olduğu Nikaragua davasında UAD tarafından kabul edilmiştir.715 Bununla birlikte,
UAD kuvvet kullanılmasını içeren karşı tedbirlerin md. 2/4’ü ne zaman ihlal
edeceğini belirlememiştir.716
Uygulamada devletler genellikle kuvvet kullanılmasını içeren karşı tedbirlere
sınır olaylarına, bir silahlı saldırı seviyesine ulaşmayan dolaylı kuvvet kullanımlarına
ve kuvvet kullanılmasını içeren müdahalelere yanıt olarak başvurabilmektedirler.717
Doktrinde, kuvvet kullanılmasını içeren karşı tedbirlerin uygulanmasında bazı
715
UAD’ın Nikarargua Davası’na ilişkin kararının 249. paragrafı şu şekildedir: “…Bir silahlı saldırı,
kolektif meşru müdafaa hakkı verirken daha az ağırlığa sahip bir kuvvet kullanımını içeren kolektif
karşı tedbirlere haklılık kazandırmaz. Nikaragua’nın işlemekle itham edildiği fiiller,…ancak bu
fiillerin mağduru olan devletler yani ismen El Salvador, Kosta Rika ve Honduras tarafından alınan
oranlı karşı tedbirleri haklı gösterebilir. Üçüncü bir devlet, yani ABD tarafından alınan karşı
tedbirleri haklı kılmazlar; özellikle kuvvet kullanımını içeren müdahaleyi haklı göstermez”. Bkz.
I.C.J. Reports 1986, s. 127, parag. 249.
716
Başeren, Sertaç H., a.g.e. , s. 147.
717
McCoubrey, Hilaire ve White, Nigel D., a.g.e. , s. 107.
226
sınırlamalar getirilmiş olduğu görülmektedir. Bu sınırlamaların ilki silahlı saldırı
seviyesine varmayan doğrudan ve dolaylı kuvvet kullanımına maruz kalan devletler,
kuvvet kullanılmasını içeren karşı tedbirleri, ancak kendi ülkesi sınırları içinde
uygulayabilmektedirler. Bu nedenle söz konusu tedbirler silahlı bir ayaklanmanın
bastırılması ya da başka bir devletin tecavüzünün
kuvvet kullanılarak önlenmesi
şeklinde ortaya çıkmaktadır. Düzenin içeride sağlanmasını amaçlayan bu polisiye
tedbirlerin esası ülke içi/intra-territorial olmasıdır.718
Kuvvet kullanılmasını içeren karşı tedbirler getirilen ikinci sınırlama ise bu tür
tedbirlerin kolektif bir şekilde yerine getirilemeyecek olmasıdır. Bu nedenle bu tür
tedbirler meşru müdafaa hakkına bakarak devletlere çok daha sınırlı bir savunma hakkı
vermektedir.719 Kuvvet kullanılmasını içeren karşı tedbirlerin bir başka özelliği ise
devletlerin yalnızca bir tehdit durumunda bu hakkı sahip olmadıklarıdır. Tehdit
aşamasında bir devlet bu ihlale yalnızca kuvvet kullanılmasını içermeyen karşı
tedbirlerle yanıt verebilmektedir.720
Bununla birlikte, dolaylı olarak kullanılan kuvvete maruz kalan devletlerin
düzensiz birliklerle mücadele ettiği hallerde kuvvet kullanılmasını içeren karşı
tedbirlere ülke dışında da başvurulabileceğine ilişkin iddialar vardır. Bu durum,
özellikle terörist saldırılar için bir merhale olarak kullanılmayan fakat saldırıyı
gerçekleştiren terörist
grup mensupları için
bir sığınak olarak hizmet eden,
bir
devletteki terörist hedeflere karşı kuvvet kullanılmasında önem kazanmaktadır. Bu tür
sınır ötesi operasyonların farklı esaslarda meşrulaştırmaya çalışıldığı görülmektedir. Bu
718
Başeren, Sertaç H., a.g.e. , s. 147.
Başeren, Sertaç H., a.g.e. , s. 149-151; McCoubrey, Hilaire ve White, Nigel D., a.g.e. , s. 110-111.
720
McCoubrey, Hilaire ve White, Nigel D., a.g.e. , s. 107-108.
719
227
tür meşrulaştırmaların ilki “karada sıcak takip hakkı, ikincisi ise “zorunluluk hali”
doktrinidir.
A. Sıcak Takip Hakkı
Doktrinde, XIX.YY’da işlenmeye başlayan “Sıcak takip hakkı-kesintisiz izleme
hakkı /hot pursuit” uluslararası örf ve adet hukukunun bir parçasıdır ve genellikle,
kendini koruma/self-protection ve meşru müdafaa hakkının hukuksal kategorilerinden
bağımsız bir hak olarak kabul edilmektedir.721 Günümüzde, örf ve adet hukukundan
kaynaklanan bu hakkın kullanılması için gereken koşullar ve kullanılması sırasında
izlenecek usul 1958 tarihli Açık Deniz Sözleşmesi’nin 23. maddesinde ve 1982 BM
Deniz Hukuku Sözleşmesi’nin 111. maddelerinde ayrıntılı olarak düzenlenmiştir.
722
Ancak, deniz hukukunda yerleşmiş olan bu hakkın, terörizmle mücadele kapsamında
karada da uygulanabileceği ileri sürülmektedir.723 Böylece, “sıcak takip hakkı” ile
meşru müdafaa hakkı arasında doğru olmayan bir ilişki kurularak, uluslararası
terörizmle
mücadele
kapsamında
sınırlı
koşular
içinde
kuvvet
kullanılması
meşrulaştırılmaya çalışılmaktadır.724 Genel anlamda, “sıcak takip hakkı” gereğince, bir
devlet egemenlik sahası içerisinde kendisine karşı haksız bir eylemde bulunan kişi veya
grupları
sınırlarının
dışında
da
takip
edebilir.
Deniz
hukuku
açısından
değerlendirildiğinde, “sıcak takip hakkı”, takip edilen geminin başka bir devletin kara
sularına girmesiyle birlikte sona ermesi gerekir. Karada izleme hakkı durumunda ise,
721
Brownlie, Ian,a.g.m. , s. 248.
İzleme hakkı konusunda ayrıntılı bilgi için bkz. Pazarcı, Hüseyin, Uluslararası Hukuk Dersleri,
II. Kitap, Turhan Kitabevi, Ankara, 1993, s. 364-365; Toluner, Sevin, Milletlerarası Hukuk
Dersleri (Devletin Yetkisi), Beta Basım-Yayım, İstanbul, 1989, s. 301-304.
723
Bu görüş için bkz. Reçber, Kamuran, “Uluslararası Hukuk Açısından Türkiye’nin Irak’ın
Kuzeyinde Sıcak Takip Hakkı”, Fırat Üniversitesi’nin 25. Kuruluş Yıl Dönümünde I. Milletlerarası
Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da Güvenlik ve Huzur Sempozyumu içinde, 2000, s. 639-653.
724
Erickson, Richard J., a.g.e. , s. 147.
722
228
tüm devletlere açık uluslararası bir bölgenin bulunmayışı nedeniyle izlemenin başka bir
devletin
ülkesinde
sürdürülmesi
gerekmektedir.
Bu
durumda,
izlemenin
gerçekleştirilebilmesi için izlemenin ülkesinde devam ettiği devletin açık rızası
şarttır.725
B. Zorunluluk Hali Doktrini
Kaynak devlet tarafından kontrol edilmeyen terörist gruplar tarafından
gerçekleştirilen saldırıların mağduru olan bir devletin alacağı tedbirleri “Zorunluluk
Hali/ Necessity” doktrini esasında meşrulaştırılabileceğini savunan görüşler de
vardır. Bu görüşü savunan yazarlar, Uluslararası Hukuk Komisyonu’nun
Uluslararası
Nitelikteki
Kusurlu
Fiillere
İlişkin
Devletlerin
Sorumluluğu
Konusundaki Hükümlerinden, md. 25’de öngörülen “ zorunluluk hali”726 doktrinin
bir yorumuna727 dayanmaktadırlar.
Uluslararası Hukuk Komisyonu “zorunluluk haline” ilişkin yorumunda
“zorunluluk halini” “meşru müdafaa” hakkından ayırmış ve meşru müdafaa hakkının
bir “silahlı saldırıya” karşı hukuksal bir yanıt olduğunu, “zorunluluk halinin” ise,
zorunluluk haline neden olan tehlike yaratan olayın meşruluğuna bakılmaksızın
başvurulabileceğini kabul etmiştir. Komisyon ayrıca meşru müdafaanın sadece bir
725
Keskin, Funda, a.g.e. , s. 86.
Zorunluluk/Necessity başlığı altında md. 25 şu şekilde düzenlenmektedir:
I) “Zorunluluğa, bir devletin uluslararası bir yükümlülüğüne uygun olmayan bir fiilinin
kusurluluğunu ortadan kaldırmak için bir dayanak olarak başvurulamaz: Şayet eylem
(a) Ağır ve yakın bir tehlikeye karşı esaslı bir çıkarı korumak devlet için tek çıkar yol ise; ve
(b) Yükümlülüğün olduğu devlet ya da devletlerin ya da bir bütün olarak uluslararası toplumun
esaslı bir çıkarına ciddi şekilde zarar vermiyorsa (zorunluluğa başvurulabilir).
II) Her durumda, bir devlet tarafından kusuru engellemek için bir dayanak olarak zorunluluğa
başvurulamaz. Şayet:
(a) Söz konusu uluslararası yükümlülük zorunluluğa başvurmayı gerektirmiyorsa; ya da
(b) Zorunluluk durumunun ortaya çıkmasına devletin katkısı varsa. Bkz., UN. Doc. A /RES/56/83, 28
Ocak 2002.
727
Ago, Robert, “Addendum To Eighth Report on State Responsibility”, 1980 II (1), I.L.C.
Yearbook, s. 39-40 ve 61-62.
726
229
devlete karşı gerçekleştirilebileceğine oysa “zorunluluk halinin” yalnızca devlet dışı
aktörler ve şahıslardan kaynaklanan tehditlere karşı bir yanıt olarak başvurulabileceğine
karar vermiştir. Komisyon, bir devletin askeri kuvvetlerinin, ülke devletindeki şahıslara
ve mülkiyete zarar verip ardından sınırın öte tarafına geçen kişileri yakalamak için bir
başka devletin ülkesine girdiği olaylar dikkat sarf ederek, “Caroline Olayı”, ABD’nin
“Pancho Villa’” ya karşı Meksika’ya girmesi ve Entebbe Kurtarma Operasyonu gibi
olaylara atıf yapmıştır. 728
Uluslararası Hukuk Komisyonu, madde 25 çerçevesinde “zorunluluk halini” bir
takım sınırlamalara tabi tutmuştur. Madde 25. çerçevesinde
“zorunluluk haline”
yalnızca ağır ve yakın bir tehlike halinde, bir devletin esaslı bir çıkarını korumanın
başka bir yolu olmadığında illegal bir eylemin haksızlığını önlemek için
başvurulabilmektedir. İkinci olarak, eylem, yükümlülüklerin olduğu devlet veya
devletlerin ya da bir bütün olarak uluslararası toplumun esaslı bir çıkarına ciddi şekilde
zarar veriyorsa başvurulabilmektedir. Üçüncü olarak, zorunluluk halinin doğmasına
devletin kendi eylemleriyle katkıda bulunmamış olması gerekmektedir. Bu sınırlamalara
ilave olarak, md. 26’da “Bu bölümdeki hiçbir şey, bir devletin genel Uluslararası
Hukukun bir buyruk kuralından doğan bir yükümlülüğüne uygun olmayan herhangi
eyleminin
kusurluluğunu
ortadan
kaldırmaycaktır”
şeklinde
bir
sınırlama
içermektedir.729 Md. 2/4’te öngörülen kuvvet kullanma yasağını jus cogens doğada bir
yasak olarak değerlendiren UHK, “saldırı”, “işgal” ve “ilhak” gibi çok vahim kuvvet
kullanmalar ile geçici sınır ötesi akınlar, suçluları yakalamak için müdahale gibi daha
az vahim kuvvet kullanmalar arasında bir ayırım yapmıştır. Böylece, saldırı, işgal gibi
eylemlerin bir buyruk kuralının ihlalini oluşturacağını kabul ederken, daha az vahim
728
729
Ago, Robert, a.g.b. , s. 39-40 ve 61-62.
Bkz.U.N. Doc. A /RES/56/83, 28 Ocak 2002.
230
olan kuvvet kullanımların bu kapsama girmeyeceğini kabul etmiştir. Bu çerçevede,
teröristleri zorla ele geçirmek, öldürmek ya da rehineleri kurtarmak için
gerçekleştirilebilecek sınırlı ve kısa süreli bir müdahale Komisyon’un görüşü
çerçevesinde md. 2/4’teki kuvvet kullanma yasağını ihlal etmiş olsa bile; ihlal edilen
kural “jus cogens” nitelikte bir kural değildir. 730
Uluslararası Hukuk Komisyonu tarafından önerilen “zorunluluk hali” konusunda
doktrinde farklı görüşler ileri sürülmüştür. Bu çerçevede söz konusu doktrini
destekleyen yazarlardan örneğin Oscar Schachter, Uluslararası Hukuk Komisyonu’nun
“silahlı çetelere karşı sınır ötesi operasyonları” meşrulaştırmak için öngörmüş olduğu
“zorunluluk hali” doktrinini terörizme karşı ülke dışı kuvvet kullanma sorununun kalbi
olarak görmektedir. Schachter, UHK tarafından “zorunluluk hali” doktrini altında, özel
bir kuvvet kullanımının meşru olmasa damazur görülebilir bir hukuka aykırılık olarak
tanınmış olmasını, hukuk ilmihaline katlanılamaz maliyetler getirmenin kaçınılmaz kötü
sonuçlarını yumuşatacak bir emniyet supabı sağlayacağını ileri sürmektedir. 731 Benzer
şekilde, Ja’nos Bo’ka’da sınır ötesi terörizme karşı savaşın ortaya çıkardığı sorunlara
modern ve yeterli bir yanıtın “zorunluluk hali doktrinin” tedrici gelişimiyle
sağlanabileceğini ileri sürmektedir. Bo’ka, terörizme karşı savaşın meşruluğuna
“zorunluluk hali ” standartları çerçevesinde değerlendirilmesi gerektiğini ileri sürmekle
birlikte, söz konusu yaklaşımın önleyici meşru müdafaa konusunda devam eden
tartışmaları da yeni bir perspektife çekeceğini kabul etmektedir. Bununla birlikte Bo’ka,
zorunluluk hali esasında gerçekleştirilen eylemlerin meşru müdafaa hakkı çerçevesinde
gerçekleştirilen eylemlerle karşılaştırıldığında daha sınırlı kapsam ve ölçüde olacağı
730
Schachter, Oscar ,“The Lawful Use of Force by a State Against Terrorist in Another Country”, s.
258.
731
Schachter, Oscar, a.g.m. , s. 260.
231
örneğin bir rejim değişikliğini kesinlikle içermeyeceği için sınır ötesi terörizme karşı
“zorunluluk halinin” faydalı bir yaklaşım olacağını ileri sürmektedir.732
Buna karşın, Uluslararası Hukuk Komisyonu’nun silahlı çetelere karşı sınır ötesi
operasyonları meşrulaştırmak için öngörmüş olduğu “zorunluluk hali” doktrini ile
“meşru müdafaa” hakkı arasında ayırım yapmış olmasını eleştiren yazarlardan Yoram
Dinstein, Uluslararası Hukuk Komisyonu’nun “zorunluluk hali” ve meşru müdafaa
arasında kavramsal bir ayırım yaparak, bir devletin bir başka devletten (bir başka devlet
tarafından değil) kaynaklanan bir saldırıya maruz kalması sorununa “yetersiz bir
çözüm” bulmuş olduğunu ileri sürerek bu ikisi arasında yapılan ayırımın “yapay” bir
ayrım olduğunu ileri sürmektedir.733 Dinstein, silahlı çetelere karşı sınır ötesi
operasyonların tarihsel olarak meşru müdafaa hakkına dayandırılmış olduğunu
belirterek, “kordon bağını” kesmek için hiçbir neden olmadığını iddia etmektedir.734
Dinstein’in söz konusu argümanına Schachter ise, “kordon bağı” iki yetkili Uluslararası
Hukuk kurumu tarafından yani Uluslararası Adalet Divanı ve Uluslararası Hukuk
Komisyonu tarafından çoktan kesilmiştir”735 şeklinde yanıt vermektedir. Ancak,
Stanimir A. Alexandrov’un
yerinde bir tespitle işaret ettiği gibi, zorunluluk hali
doktrinini benimsemek Pandora’nın kutusunu açarak, BM öncesi dönemdeki mevcut
olan “self-protection”, “self-preservation”, “self-help” gibi başka doktrinlerin de
yeniden canlanmasına neden olabilir.736
732
Bo’ka, Ja’nos, “ Forcible Measures Against International Terrorism and the Rule of Law”,
mhtml:file://F: FORCIBLE%20 MEASURES%20AGAINST%20 INTERNATONAL, (18 Ağustos
2004).
733
Dinstein, Yoram, a.g.e. , s. 225.
734
Dinstein, Yoram, a.g.e. , s. 225.
735
Schachter, Oscar, a.g.m. , s. 259.
736
Alexandrov, Stanimir A., a.g.e. , s. 182.
232
C. Md. 51 ve Kuvvet Kullanılmasını İçeren Karşı Tedbirler
Uygulamada devletler, bir başka ülkedeki terörist üslere karşı; terörizme
isteyerek karışan devlete karşı, rehineleri kurtarmak için, bir başka ülkeden veya bir
yabancı bayraklı gemi ve uçaktan şüpheli teröristleri zorla kaçırmak için ve bir başka
ülkede şüpheli teröristleri öldürmek için kuvvet kullanmışlardır. Devletler, bu
durumların tamamında terörizme yönelik kuvvete dayalı yanıtlarını md. 51 çerçevesinde
meşru müdafaa hakkına dayanarak meşrulaştırmışlardır. Ancak, devletlerin terörizme
yönelik kuvvete dayalı bu yanıt türlerinin her birisini meşrulaştırmak için ileri
sürdükleri md. 51 esaslı iddiaları uluslararası toplumdan aynı ölçüde destek almamıştır.
Bu çerçevede devletlerin terörizme yönelik kuvvete dayalı bu yanıt türleri üzerinde
durumak yararlı olacaktır.
1. Bir Başka Ülkedeki Terör Üslerine Karşı Kuvvet Kullanma
a. Bir Başka Ülkedeki Terör Üslerine Karşı Kuvvet Kullanma Meselesi Üzerine
Genel Bir Değerlendirme
11 Eylül öncesi döneme kadar terör üslerinden kaynaklanan tehditleri sona
erdirmek için yabancı devletlere müdahalelerin meşruluğu, UAD tarafından
geliştirilen “etkin denetim”
testi temelinde, saldırılara ülke devletinin karışma
düzeyi tarafından belirlenmiştir. Buna bağlı olarak da terörist aktörler için silah,
finansman, lojistik destek ya da a fortiori, sığınak sağlanması bir “silahlı saldırı”
sayılmamıştır.737 Ne var ki, 11 Eylül saldırıları meşru müdafaa hakkının Nikaragua
Davası’nda UAD tarafından yorumlandığı şekli ile durağan olmadığını kanıtlamıştır.
737
Cassese, Antonio, a.g.m. , s. 599.
233
Mevcut trend, teröristleri destekleme, barındırma, bunlara güvenli bölgeler sağlama
ve hatta teöristlerin diğer devletlere sızmalarını önlemede başarısız olmanın bir başka
ifadeyle terörizmi tolere etmenin bir “silahlı saldırı” olarak değerlendirilmesi
yönündedir.
738
Uluslararası Hukuk Komisyonu’nun 2001 tarihinde kabul ettiği “Devletlerin
Uluslararası
Nitelikteki
Kusurlu
Fiilleri
Nedeniyle
Sorumluluğuna
İlişkin
Hükümler”739 incelendiğinde, ilgili belgenin II. bölümünde “Karşı Tedbirler”
mevzusuna yer vermiş olduğu görülmektedir. Ancak, bu bölümde özellikle dolaylı
saldırılara karşı kuvvete başvurmanın meşruluğu konusu ilgili maddelerde ayrıntılı
bir biçimde düzenlenmemiştir. Bu durum, söz konusu meselenin ihtilaflı kalmaya
devam edeceği anlamına gelmektedir.
Karşı tedbirler, “Devletlerin Uluslararası Nitelikteki Kusurlu Fiilleri
Nedeniyle Sorumluluğuna İlişkin Hükümler’den 50. maddede yer almakta olup 50.
maddenin (a) bendi “Karşı tedbirler BM Andlaşması’nda somutlaştığı gibi kuvvet
kullanma
ya
da
tehdidinden
kaçınma
yükümlülüğünü
etkilemeyecektir”
şeklindedir.740 50. Maddede yer alan bu düzenleme de UHK tarafından hazırlanan
21. YY “karşı tedbirler” rejiminin kapsamının kuvvet kullanılmasını içermeyen
tedbirlere sınırlandırılmış olduğunu göstermektedir.741 Ancak, 50. maddede kuvvet
kullanma
ya
da
tehdidinden
kaçınma
yükümlülüğünün
içeriğinin
ayrıntılandırılmamış olması, maddenin bu konuda uygulamalara çok fazla bağlı
kalabileceğine işaret etmektedir.742 Oysa, devlet uygulamaları, 11 Eylül saldırılarına
yanıt olarak Afganistan’a yönelik müdahale ile somutlaştığı gibi, md. 51
738
Sthan, Carsten, “Nicaragua is dead…”, s. 42.
Bkz. U.N. Doc. A /RES/56/83, 28 Ocak 2002.
740
Bkz. U.N. Doc. A /RES/56/83, 28 Ocak 2002.
741
Bederman, David J., “Counterintuiting Countermeasures”, AJIL, Cilt 96, 2002, s. 827.
742
Franck, Thomas M., a.g.e. , s. 55.
739
234
çerçevesinde “silahlı saldırı” kavramının kapsamının, terörizmi barındırma ve tolere
etmeyi de kapsayacak şekilde genişlemekte olduğuna işaret etmektedir. 743
b. Devlet Uygulamaları
Devlet uygulamaları incelendiğinde 1960’lardan bu yana şüpheli terör üslerine
karşı belli düzenlilikte askeri saldırıların gerçekleştirilmiş olduğu görülmektedir. Fiilen
İsrail devleti tarafından gerçekleştirilen bu saldırılar, başta Lübnan olmak üzere Ürdün,
Suriye ve Tunus’daki hedeflere yöneltilmiştir.744
1968-1988 arası dönemde İsrail
Lübnan’a en az 16 büyük operasyon gerçekleştirmiş ve bu operasyonlarını md. 51
çerçevesinde meşru müdafaa hakkına dayanarak meşrulaştırmıştır. Ancak İsrail
eylemlerinin çoğunun önleyici, cezalandırıcı ve orantısız olması nedeniyle Güvenlik
Konseyi, İsrail’in Lübnan topraklarından doğan terörist tehditlere yönelik meşru
müdafaa iddialarını kabul etmeyi reddetmiş ve bunları kınamıştır.745 Benzer şekilde,
Güney Afrika ve Portekiz’in komşu devletlerdeki düzensiz güçlere karşı gerçekleştirmiş
olduğu kapsamlı ve uzun süreli kuvvet kullanılmasını içeren tedbirleri de komşu
devletlerin herhangi bir silahlı saldırının sorumlusu olmadıkları, sınır ötesi
operasyonların orantısız olduğu ve kuvvet kullanmanın gerekli olmadığı gibi farklı
esaslarda kınanmış ve hukuka aykırı bulunmuştur.746 Bununla birlikte, komşu
devletlerden faaliyet gösteren düzensiz güçlere karşı daha doğru bir şekilde ortaya
konulmuş meşru müdafaa iddiaları da vardır. Bunlar genel olarak, İsrail, Portekiz ve
743
Franck, Thomas M., a.g.e. , s. 55.
Arend , Anthony Clark ve Beck, Robert J., a.g.e. , s. 152.
745
İsrail’in Lübnan’a yönelik kuvvet kullanmaları konusunda ayrıntılı bilgi bkz. Alexandrov, Stanimir
A., a.g.e. , s. 173-179.
746
Gray, Christine, a.g.e. , s. 101.
744
235
Güney Afrika tarafından gerçekleştirilen uzun dönemli ve kapsamlı eylemlerden
amaçları itibariyle daha sınırlı ve kısa süreli operasyonlardır. 747
1995’de Tayland Burma’yı gerillalar tarafından gerçekleştirilen dolaylı
saldırıları kontrol etmesi için uyardıktan sonra 1995’te gerillaları Burma’da
izlemiştir.748 Benzer şekilde, Senegal, 1992 ve 1995’de Guinea-Bissau’da üslenen
muhalefet güçlerine karşı operasyonlar düzenleyerek Guinea-Bissau’ya girmiştir.
1991’de bağımsız olduktan sonra Tacikistan’da bir iç savaş başlamıştır. 1997 tarihinde
“Tacikistan’da Barış ve Ulusal Uyumun Kurulması Konusunda Genel Anlaşma’ya”
varılıncaya kadar devam eden bu iç savaş sırasında, hükümet karşıtı güçler
Afganistan’dan Taciksitan’a karşı sınır ötesi saldırılar gerçekleştirmiştir. 1993’te
Tacikistan, Afganistan’ı muhalif güçleri desteklemekle suçlayarak Afganistan’dan
faaliyet gösteren düzensiz güçlere karşı md. 51 çerçevesinde meşru müdafaa hakkı
esasında daha kapsamlı operasyonlar gerçekleştirmiştir. Diğer taraftan, Türkiye ve
İran’da Irak’daki Kürt melcelerine sınır ötesi harekatlar gerçekleştirmiştir. Türkiye
ulusal politikasının bir parçası olarak 1979’dan itibaren Kuzey Irak bölgesinde üslenen
terör örgütü PKK’nın sızmasını önlemek için çok sayıda sınır ötesi askeri operasyonlar
gerçekleştirmiştir.749 Türkiye’nin 1990 Körfez Savaşı’ndan önce gerçekleştirdiği 1983,
1986 ve 1987 tarihli önemli operasyonlar, Türkiye ve Irak arasında varılan bir uzlaşma
ve işbirliğine dayanılarak gerçekleştirilmiştir.750 Dolayısıyla, Türk askeri birliklerinin
Kuzey Irak’da gerçekleştirdiği bu operasyonların Irak’ın rızasına dayalı müdahaleler
747
Gray, Christine, a.g.e. , s. 103.
Gray, Christine, a.g.e. , s. 103.
749
Türkiye’nin Kuzey Irak’a karşı gerçekleştirdiği sınır ötesi operasyonların önemli bir dökümü için
bkz. Oran, Baskın, “Kalkık Horoz” Çekiç Güç ve Türk Devleti, Bilgi Yayınevi, Ankara, 1996, s.
38, dipnot 26.
750
Ekim 1984 tarihli “Sıcak Takip” anlaşması Türkiye’nin Irak sınırından beş kilometre içeriye
önceden izin almaksızın girmesine olanak tanımaktaydı.
748
236
olması nedeniyle hukukiliğinin sorgulanması söz konusu olmamıştır.751 Ne var ki, 1984
tarihli Güvenlik Protokolü’nün süresi 1988’de sona ermiştir. Türkiye, bu Güvenlik
Protokol’ü sona erdiği halde, 4 -18 Ağustos 1991’de, 25 Mart 1992 ‘de ve
Mart-
Nisan 1995’ de Kuzey Irak’ta kapsamlı sınır ötesi operasyonlar gerçekleştirmiştir.
Türkiye’nin 4 Ağustos 1991’de Kuzey Irak’daki PKK kamplarını ortadan kaldırmak
için gerçekleştirmiş olduğu harekat meşru müdafaa gerekçesine dayandırılmıştır.752
Ancak, Türkiye’nin bölgede gerçekleştirdiği söz konusu askeri harekatın hukuksal
dayanağını ülkesi dışında münferiden kuvvet kullanması olarak değil,
tıpkı huzur
operasyonu gibi BM Güvenlik Konseyi’nin BM Andlaşması’nın VII. Bölüm
çerçevesinde sahip olduğu yetkiye dayanarak izin verdiği harekat olarak da
meşrulaştırmak mümkündür.753 Bu çerçevede, Türkiye’nin Kuzey Irak’ta bu harekatı
gerçekleştirirken kullandığı yetkinin kaynağını BM Güvenlik Konseyi’nin 5 Nisan
1991 tarihli 688 sayılı Kararı oluşturmaktadır. 754
Türkiye’nin gerçekleştirmiş olduğu söz konusu harekat, Almanya gibi bazı Batı
Avrupa devletleri tarafından kınanmıştır.755 Irak’da, ayrılıkçı teröristleri izleme
bahanesiyle Türk silahlı güçlerinin Irak topraklarına girmesinden rahatsızlık duymuş ve
Türkiye’yi BM Andlaşması’nı ve Uluslararası Hukuku ihlal etmekle suçlamıştır.756
Türkiye, 20 Mart 1995 tarihinde 35 bin askerle Kuzey Irak bölgesinde
gerçekleştirmiş olduğu kapsamlı sınır ötesi harekatı, meşrulaştırmak için “Dostça
İlişkiler Bildirisi’nde” yer alan devletlerin, diğer herhangi bir devletin ülkesine akın
düzenlemek üzere, düzenli kuvvetlerin veya paralı askerler de dahil, silahlı çetelerin
751
Başeren, Sertaç H., “Huzur Operasyonu ve Türkiye Cumhuriyeti’nin Kuzey Irak’ta
Gerçekleştirdiği Harekatın Hukuki Temelleri”, Avrasya Dosyası, Cilt 2, Sayı 1, 1995, s. 224.
752
Oran, Baskın, a.g.e. , s. 38.
753
Başeren, Sertaç H., a.g.m. , s. 232.
754
Başeren, Sertaç H., a.g.m. , s. 232.
755
Oran, Baskın, a.g.e. , s. 191.
756
Bkz. S/23141 ve S/23152.
237
örgütlenmesini yapmaktan ve veya örgütlenmesini teşvik etmekten kaçınma görevine
gönderme yaparak sınır ötesi harekatını “zorunluluk hali/necessity” ve “selfpreservation” doktrinlerine dayanarak yasallaştırmaya çalışmıştır. Türkiye, ayrıca,
meşru ulusal güvenlik çıkarlarını, sınırlarını ve terörizme karşı vatandaşlarını korumak
için gerekli tedbirler alma yönündeki kararlığını da ifade etmiştir.757 Türkiye’nin ileri
sürdüğü söz konusu argümanları, meşru müdafaa iddiası ileri sürülürken kullanılan
argümanlara çok benzemektedir. Bununla birlikte, Türkiye açıkça md. 51 çerçevesinde
meşru müdafaa hakkına dayanmamış ve aldığı tedbirleri BM Güvenlik Konseyi’ne
bildirmemiştir. Hatta, Irak’ın protestolarına yanıt vermek için Güvenlik Konseyi’ne
gönderilen 1996 ve 1997 tarihli mektuplarda da Türkiye 51. maddeye atıf
yapmamıştır.758 Türkiye’nin böyle hareket etmiş olmasının muhtemel bir
nedeni,
PKK’nın eylemlerinden Irak’ın ne ölçüde sorumlu olduğu; Irak’ın bir silahlı saldırının
sorumlusu olup olmadığına ilişkin tartışmalardan kendisini uzak tutmak istemiş
olmasıdır.759 Burada ilginç olan nokta, Türkiye’nin 1995’deki kapsamlı operasyonu
meşrulaştırmak için açıkça md. 51 çerçevesinde meşru müdafaa hakkına dayanmamış
olmasına karşın, ABD’nin Türkiye’nin 1995 tarihli harekatını meşru müdafaa hakkı
esasında gerçekleştirmiş bir harekat olduğu görüşünü taşımasıdır.760 BM’yi çifte
sandart bir politika izlemekle suçlayan Irak, Kuzey Irak’dan kaynaklanan Türkiye’ye
yönelik sınır ötesi saldırılardan Irak’ın sorumlu olmadığını, bu durumun ABD
tarafından yaratılan Kuzey Irak’daki otorite boşluğundan kaynaklandığını iddia etmiştir.
Söz konusu durumun Bagdat’ın, sınır bölgelerindeki böyle terörist faaliyetleri
757
Bkz. S/1996/479; S/1997/7 ve S/1997/552.
Gray, Christine, a.g.e. , s. 104.
759
Gray, Christine, a.g.e. , s. 104-105.
760
Franck,Thomas M., a.g.e. , s. 63.
758
238
engelleme kapasitesini yok etmiş olduğunu iddia ederek761 Güvenlik Konseyi’ni
hareketsizlikle suçlamıştır.762 Ancak, Irak’ın bu şikayetleri BM Güvenlik Konseyi’nde
ya da Genel Kurul’da ele alınmamıştır. Fakat, Almanya, Fransa, Belçika ve Norveç gibi
bazı Avrupa ülkeleri Türkiye’nin Irak’ın toprak bütünlüğüne tecavüz ettiğini ileri
sürerek harekata tepki göstermişlerdir. Yine, Arap Liği ve Körfez İşbirliği Konseyi de
Türkiye’yi kınanmıştır.763
Türkiye’nin 1995’deki sınır ötesi operasyonunu meşrulaştırmak için açıkça md.
51’e dayanmamış olmasına rağmen BM Güvenlik Konseyi tarafından kınanmamış
olması kısmen Saddam Hüseyin rejimine sempati duyulmamasına ve ABD’nin
Türkiye’yi açıkça desteklemiş olmasına bağlanabilir. Ancak, bunun daha önemli bir
başka nedeni, uluslararası sistemin, teoride olmasa bile, en azından uygulamada,
düzensiz güçlere sınır ötesi saldırıları gerçekleştirebilmeleri için güvenli bölgeler
sağlamakta ısrarlı olan sınırdaş devletlere karşı orantılı kuvvet kullanılmasını artan
şekilde kabul etmesidir.764 Nitekim, Türkiye gibi İran’da 1996’da Kürt silahlı çeteleri
Irak topraklarında takip etmiş ve saldırıların doğduğu terör üslerine karşı hava
bombardımanları gerçekleştirmiştir.765 İran, Irak’ı silahlı çeteleri ve terörist grupları
desteklemesi nedeniyle doğrudan suçlamamış olmasına karşın, BM Andlaşması md.
51’e uygun olarak, silahlı saldırıların kaynaklanmış olduğu yerdeki terör üslerine karşı
sınırlı, gerekli ve orantılı operasyon gerçekleştirmiş olduğunu bildirmiştir.766 Böylece,
İran, Türkiye’nin tam tersine, operasyonlarını açıkça md. 51 çerçevesinde meşru
müdafaa hakkına dayanarak hukukileştirmiştir. Türkiye gibi İran’ın da Güvenlik
761
Bkz. S/1995/272/, 7 Nisan 1995.
Bkz. S/1995/556; S/1997/393/ ve S/1997/420.
763
Bkz. S/1997/461.
764
Franck,Thomas M., a.g.e. , s. 63-64.
765
Bkz. S/25843 ve S/1996/602, 29 Temmuz 1996.
766
Bkz. S/25843.
762
239
Konseyi tarafından kınanmamış olması uluslararası toplumun ağır provokayonlar
karşısında orantılı tedbirleri tolere edebildiğine işaret etmektedir. Bununla birlikte,
BM Sistemi tarafından söz konusu sınır operasyonlarının bir çoğunun uygun bulunmuş
ya da kınanmamış olmasına rağmen, bu nitelikteki her harekata gözyumulmamıştır.
Örneğin, 1999’da yabancı turistlerin katledilmesinin ardından Ruanda askeri kuvvetleri
tarafından komşu devletlerden faaliyet gösteren HUTU asilerinin “Demokratik Kongo
Cumhuriyeti’nde İzlenmesi” olayında
Konseyi
tarafından
reddetmiştir.767
Ruanda’nın silahlı saldırı iddiası Güvenlik
Güvenlik
Konseyi,
Demokratik
Kongo
Cumhuriyeti’nin egmenliğini ve ülkesel bütünlüğünü ve siyasal bağımsızlığını yeniden
teyit ederek, Ruanda’nın eylemlerini takbih etmiştir.768
Sonuç olarak, mevcut uluslararası sistemde, bu tür iddialar artık istisnai
nitelikte iddialar değildir. Uluslararası sistem 51. madde altında meşru müdafaa
hakkının geniş yorumunu artan şekilde kabul etmeye teamayül göstermektedir.769
Bu trend bir devlet tarafından terörist grupların yalnızca tolere edilmesinin “silahlı
saldırı” olarak görülebileceğine işaret etmektedir. Bu çerçevede, savunma
tedbirlerine başvuran devlet, öncelikle, diplomatik yollara terörist faaliyetlerin,
sızmaların önlenmesi için ülke devletinden bastırıcı tedbirler almasını talep etme
yükümlülüğü altında olacaktır. Ardından, ülke devletinin eylemde bulunma
yeteneğinde olmadığı ya da isteksiz olduğu açık hale gelirse, mağdur devlet, bir
ultima ratio tedbiri olarak, devam eden tehdidi durdurmak için md. 51 esasında
askeri tedbirler alabilecektir.770 Doktrinel bakış açısından, böyle bir yaklaşım,
elbette BM Andlaşması md. 2/4 tarafından güvence altına alınan “bir devletin
767
Schmitt, Michael N., a.g.m. , s. 541.
Bkz. S/RES/1291(2000), 24 Şubat 2000.
769
Franck,Thomas M., a.g.e. , s. 64.
770
Greenwood, Christopher, a.g.m. , s. 301; Sthan, Carsten, a.g.m. , s. 42.
768
240
ülkesel bütünlük hakkı” ile diğer devletin md. 51’de korunan “meşru müdafa hakkı”
arasında bir çatışmayı beraberinde getirecektir. Bu durum, çatışan haklar ve
yükümlülükler arasında uygun bir dengenin kurulmasını gerektirmektedir. Bu
dengenin kurulmasında BM’nin siyasi ve yargısal organlarına önemli bir rol
düşmektedir. Bu çerçevede, Güvenlik Konseyi, Genel Kurul ve UAD ‘ın belirli
olaylar
karşısında
uygulamaları
önem
kazanmaktadır.
Bu
organların
uygulamalarından çıkan sonuç ise md. 51 çerçevesinde meşru müdafaa esasında
karşı tedbirlere başvuran devletin, aldığı tedbirlerin, 1837 Caroline olayında tesis
edilen “orantılılık ve gereklilik” kriterlerine uygun olduğunu kanıtlaması
gerekmektedir. Bu çerçevede,
md. 51 altında meşru müdafaa esasında karşı
tedbirlere başvuran devlet terörist saldırıların kaynaklandığı hedefleri doğru şekilde
tespit ettiğini, ülke devletinin bilerek terörist saldırıların gerçekleştirilmesine izin
vermiş olduğunu; yanıtının, orantılı ve sivil kayıbı asgariye indirmek için dikkatli
bir şekilde planlanmış olduğunu kanıtlaması gerekmektedir.
2. Md. 51 ve Şüpheli Teröristlerin Zorla Ele Geçirilmesi ve
Öldürülmeleri
a. Şüpheli Teröristlerin Zorla Ele Geçirilmesi
Şüpheli teröristlerin kaçırılarak zorla ele geçirilmesi koruyucu devletlerin
teröristleri yargılamak ya da iade etmek konusunda isteksiz olmaları durumunda,
mağduru devletlerin bu kişileri ya koruyucu devletin ülkesinden bu devletin rızası
olmaksızın ya da teröristleri taşıdığı iddia edilen yabancı bayraklı gemilerin ve
241
uçakların kuvvete dayalı tedbirlerle durdurularak veya başka türlü yollarla ele
geçirilmeleri halinde söz konusu olmaktadır.771 Şüpheli teröristlerin kaçırılarak zorla
ele geçirilmesindeki temel amaç, mağdur devletin bu kişiler üzerinde kendi yargı
yetkisini
tesis
etmesidir.772
Bu
yönteme
başvuran
meşrulaştırmak için yasal dayanak olarak sıklıkla
devletler,
eylemlerini
md. 51 çerçevesinde meşru
müdafaa hakkına başvurmaktadırlar.
BM Andlaşması sonrası dönemdeki devlet uygulamaları gözden geçirildiğinde
bu tür olayların üç kez İsrail, bir kez de ABD tarafından olmak üzere en az dört kez
gerçekleştirilmiş olduğu görülmektedir. Bu devletlerden İsrail, teröristlerin kaçırılmasını
meşrulaştırmak için md. 51 çerçevesinde meşru müdafaa hakkına başvurmuştur.
Şüpheli teröristlerin zorla ele geçirilmesi amacıyla gerçekleştirilen İsrail
eylemlerden ilki, 10 Ağustos 1973’de Beyrut’tan Bağdat’a gitmekte olan bir Libya
yolcu uçağının içinde Filistin Halk Kurtuluş Örgütü lideri George Habbash dahil çok
sayıda Filistinli teröristin bulunduğu gerekçesiyle İsrail savaş uçakları tarafından bir
İsrail askeri üssüne inmeye zorlanmasıyla gerçekleşmiştir. Toplam 90 kişilik yolcu ve
mürettebat uçaktan indirilerek sorgulanmış ancak George Habbash’ın uçakta olmadığı
anlaşılınca uçağın ayrılmasına izin verilmiştir.773 Olay, Güvenlik Konseyi’nde
görüşmelere konu olmuş, İsrail delegesi ülkesinin vatandaşlarını terörist saldırılardan
koruma doğal hakkına sahip olduğunu iddia ederek İsrail’in söz konusu eyleminin haklı
bir meşru müdafaa uygulaması olduğunu ileri sürmüştür. Ancak, Güvenlik Konseyi
İsrail’i oybirliği ile takbih eden 1738 (1973) sayılı kararı kabul etmiştir.774 İsrail, benzer
gerekçelerle, 4 Şubat 1986 tarihinde Suriye heyetini taşıyan ve Şam’a gitmekte olan bir
771
Arend , Anthony Clark ve Beck Robert J., a.g.e. , s. 147.
Arend , Anthony Clark ve Beck Robert J., a.g.e. , s. 147.
773
Cassese, Antonio, a.g.m. , s. 606.
774
Arend , Anthony Clark ve Beck Robert J., a.g.e. , s. 148.
772
242
Libya uçağını durdurarak İsrail’deki bir askeri üsse inmeye zorlamıştır. Ancak, söz
konusu kişilerin uçakta olmadığı anlaşılmış ve uçağın ayrılmasına izin verilmiştir.775
28 Temmuz 1989’da ise on iki kişilik bir İsrail timi, gizlice Lübnan’ın Jibchit
kasabasından Hizbullah’ın dini lideri Şeyh Abdul Kerim Obeid ve iki adamını
kaçırmış ve bir kişiyi öldürmüşlerdir. Operasyon sonrasında İsrail, Obeid’i İsrail’e
karşı gerçekleştirilen saldırıların tahrikçisi ve planlamacısı olarak suçlayarak
tutuklamıştır. Güvenlik Konseyi, oybirliği ile kabul ettiği 31 Temmuz 1989 tarihli
638 sayılı kararda, İsrail ve Şeyh Obeid’den bahsedilmeksizin, bütün rehin alma ve
adam kaçırma eylemlerini açıkça kınanmıştır. Obeid’in ele geçirilmesine tepki
olarak, Şubat 1988’de Hizbullah’ın bir fraksiyonu tarafından kaçırılan UNIFIL’ın
başkanı Amerikalı William R. Higgins Lübnan’da öldürülmüştür. 776
ABD’de Achille Lauro olayında terörizme karşı kuvvete dayalı bir yaklaşımı
benimseyerek benzer bir uygulamada bulunmuştur. 7 Ekim 1985’de Filistin Kurtuluş
Halk Cephesi’ne mensup dört kişinin bir İtalyan yolcu gemisi olan Achille Lauro’yı
Mısır kıyılarında ele geçirerek kaçırmasını takip eden gelişmeler içinde ABD, 9
Ekim’de, Mısır’ın nezaretinde dört hava korsanı ve iki Filistinli arabulucuyu taşıyan
bir Boing 736 Mısır uçağını, uçak gemisi Saratoga’dan kalkan dört savaş uçağı ile
durdurarak, Sicilya’daki NATO üssü Sigonella’ya inmeye zorlamıştır.
777
ABD ‘nin
Mısır uçağını zorla NATO üssüne indirmesine uluslararası toplumun tepkisi ılımlı
olmuştur. Güvenlik Konseyi 11 Ekim’deki toplantısında ABD’nin kuvvet kullanma
olayına hiç değinmemiştir.778
775
Arend , Anthony Clark ve Beck Robert J., a.g.e. , s. 149.
Arend , Anthony Clark ve Beck, Robert J., a.g.e. , s. 149-150.
777
Achille Lauro olayına ilişkin ayrıntılı bilgi için bkz. Cassese, Antonio, Terrorism, Politics and
Law, Polity Press, 1989, s. 24-41.
778
Arend , Anthony Clark ve Beck Robert J., a.g.e. , s. 149.
776
243
İsrail örneklerinde somutlaştığı gibi devletlerin ülke bütünlüklerini ve siyasal
bağımsızlıklarını ihlal eden şüpheli teröristlerin zorla ele geçirilmesini meşru müdafaa
tedbiri olarak yasallaştırmaya çalışan yaklaşım, BM Güvenlik Konseyi tarafından uygun
bulunmamıştır. şüpheli teröristlerin zorla ele geçirilmesini md. 51 çerçevesinde meşru
müdafaa hakkına dayandırarak hukukileştirmeye çalışan yaklaşım, sadece mağdur
devletin güvenliğini değil fakat aynı zamanda Uluslararası Hukuk sisteminin istikrarını
ve geleceğini koruma görevini üstlenen meşru müdafaa hakkını, bu rolü yerine getirme
erdeminden mahrum bırakacak nitelikte kabul edilmez bir yaklaşımdır.
b. Bir Başka Ülkede Teröristlere Karşı Suikast Düzenlenmesi
Şüpheli teröristlerin bir başka ülkede öldürülmesinin meşru müdafaa hakkı
esasında meşrulaştırılması ortaya çok daha ihtilaflı bir durum çıkarmaktadır. Devlet
uygulamaları
incelendiğinde,
İsrail
ve
ABD’nin
teröristlere
karşı
suikast
düzenleyerek bunları öldürmeyi terörizmle mücadelede etkin bir yöntem olarak
gördükleri ortaya çıkmaktadır. Ancak, devletlerin bu tür olaylara gösterdikleri sert
tepkilerden, devletlerin spesifik terörist aktörlerin silahlı çatışmalarda savaşçıların
öldürülmesine izin veren savaş hukuku kurallarının dışında öldürülmelerine olumlu
yanıt vermeye isteksiz oldukları ortaya çıkmaktadır.779
Uygulamada, İsrail, 16 Nisan 1988 tarihinde gerçekleştirdiği bir operasyonla
Ebu Cihad kod adıyla bilinen Halil El Vezir’i Tunus’taki ikametgahında
öldürmüştür. Güvenlik Konseyi 25 Nisan 1988 tarihli 611 sayılı kararı ile İsrail’i
takbih etmiştir.780
Benzer şekilde, İsrail 16 Şubat 1992’de Güney Lübnan’da
Hizbullah lideri Şeyh Abbas Musavi’yi öldürmüştür. Ancak, bu olay Güvenlik
779
780
Arend , Anthony Clark ve Beck, Robert J., a.g.e. , s. 151.
Arend , Anthony Clark ve Beck ,Robert J., a.g.e. , s. 151.
244
Konseyi’nin herhangi bir kınamasına konu olmamıştır.781 İsrail’in Filistinli gruplara
karşı suikast düzenleme politikasının en güncel örneğini ise, İsrail’in 22 Mart 2004
tarihinde Gazze kentinde bir caminin önünde gerçekleştirdiği bir füze saldırısı
sonucu Filistin direnişinin önde gelen isimlerinden Hamas’ın dini ve siyasi lideri
Şeyh Ahmet Yasin’i ve beraberindeki altı adamını öldürüp, bir çok kişiyi ise
yaralamasıdır.782 İsrail Genelkurmay Başkanı General Moşe Yaalon yaptığı
açıklamada, Şeyh Yasin’in öldürülmesinin kısa sürede terörü tırmandırsa da uzun
vadede Filistinli ılımlıları güçlendireceğini ileri sürmüştür. Bu görüşü paylaşmayan
Taha Akyol, Ortadoğu’da radikallerin birbirlerini kanla beslediğine işaret ederek,
Şeyh Ahmet Yasin’in öldürmesini, ılımlı Filistin yönetiminin tabutuna çakılan son
çivi olarak görmektedir. Akyol, Şeyh Ahmet Yasin’in öldürmesinin radikal Hamas’ı
çok daha fazla güçlendireceğine ve İsrail’e yönelik 11 Eylül benzeri “mega”
saldırıların düzenlenebileceği tehlikesine işaret etmektedir.783
Şeyh Ahmet Yasin’in öldürülmesine başta AB olmak üzere uluslararası
toplum sert tepki göstermiştir. Ancak, BM Güvenlik Konseyi’i İsrail’in kınanmasını
öngören bir karar tasarısını ABD’nin veto etmesi nedeniyle kabul etmemiştir. BM
Güvenlik Konseyin’deki oylamada, İngiltere, Almanya, ve Romanya çekimser
kalmış, Çin, Rusya, Fransa, Angola, Şili, Pakistan, Cezayir, Benin, Brezilya, İspanya
ve Filipinler olumlu oy kullanmışlardır.784
ABD uygulamasına baktığımızda ise, ABD’nin Ekim 2000’de USS Cole
destroyerine yönelik saldırının beyin takımından olduğu sanılan El Kaide
liderlerinden Ebu Ali Al-Harithi’yi ve bir ABD vatandaşı olan Ahmet Hijazi dahil
781
Arend , Anthony Clark ve Beck, Robert J., a.g.e. , s. 152.
http://www.milliyet.com.tr/Print/print.asp, 8 23.07 2004).
783
Akyol, Taha, “Bin Ladin’ler Üretmek”, http://www.milliyet.com.tr/2004/03/04/yazar/akyol.html,
(23.07 2004).
784
http://www.un.org/News/Press/docs/2004/sc8039.doc.htm, (23. 07 2004).
782
245
dört El Kaide mensubunu 5 Kasım 2002’de insansız bir hava aracıyla Yemen’de
öldürmesi bu konuda devam eden ihtilaf ve görüş ayrılıklarını çok daha iyi bir
biçimde ortaya koymaktadır.785 ABD, söz konusu operasyonu ABD’ye karşı gelecek
saldırıların planlanmakta olduğu olgusuna dayanarak meşrulaştırmıştır.786 Yani,
ABD eylemini “önleyici meşru müdafaa” hakkına dayanarak meşrulaştırmıştır.
Ancak, operasyonun önleyici meşru müdafaa hakkı esasında meşrulaştırılması
yasallığına ilişkin tartışmalarıda beraberinde getirmiştir. Yemen’nin zımni rızasına
dayanmayan operasyon bu ülkenin ülkesel bütünlüğünü ve siyasal bağımsızlığını
ihlal etmiştir. ABD’nin Yemen’de gerçekleştirdiği operasyonun, Yemen’in rızası ve
işbirliğine dayanarak gerçekleştirilmiş olduğu kabul edilse bile, bu durum “yargısız
infaz” olması nedeniyle insan hakları sözleşmelerine aykırıdır. 787
II. TERÖRİZM, KİTLE İMHA SİLAHLARI VE ÖNLEYİCİ MEŞRU
MÜDAFAA
Soğuk Savaş döneminde tehdidin kaynağı ve niteliği bu günkü güvenlik
ortamından farklıklar göstermekteydi. Zira tehdidin kaynağı “devletler” ve niteliği
ise konvansiyonel ve nükleer silahlardı. Ancak Soğuk Savaş’ın sona ermesi ile
birlikte uluslararası güvenlik ortamı hızla farklılaşmıştır. Bu ortamda bilinen devlet
kaynaklı tehdit yerini gittikçe artan küreselleşmenin etkisiyle güç kazanan devlet
dışı terör örgütlerine bırakmıştır. Diğer taraftan, kitle imha silahlarının yayılması ve
785
Priest, Dana, “CIA Killed US Citizen in Yemen Misilse Strike”, http://www.
commondreams.org/headlines02/1108-05html, (15 Haziran 2004).
786
Haidon, Thomas, “The CIA’s Yemen Operation: a Legal Critique”, http://www.
counterpunch.org/haidon1119.html, (15 Haziran 2004).
787
İnsan haklarına ilişkin sözleşmelerden, örneğin ABD’nin de taraf olduğu 1977 tarihli Medeni ve
Kişisel Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme’nin md. 6/1 “ Herkesin doğuştan gelen yaşama hakkı
vardır. Bu hak yasalarla korunacaktır. Hiç kimsenin yaşamı keyfi olarak elinden alınamaz”
şeklindedir.
246
bunların teröristler tarafından ya da endişe veren devletler tarafından kullanılması
olasılığı uluslararası toplum için 21. YY’ın önemli güvenlik sorunlarından birisi
haline gelmiştir.
Terörizmin değişen niteliği ve kitle imha silahları tarafından karakterize
edilen bu yeni güvenlik ortamı, kuvvet kullanma hukuku açısından da üzerinde
durulması gereken önemli sorunlar ortaya çıkarmaktadır. Jus ad bellum açısından
üzerinde durulması gereken temel mesele, bir devletin yalnızca kitle imha silahlarına
sahip olması, bunları kullanma kapasite ve isteğinde olması ya da bu silahları sürpriz
bir saldırı gerçekleştirmek amacıyla terörist gruplara verme riski, diğer devlete
önleyici meşru müdafaa hakkı esasında kuvvet kullanma hakkı verir mi? Bir başka
ifade ile, bir devlet terör örgütlerinden, sponsor devletlerden ya da kitle imha
silahlarına sahip endişe veren devletlerden kaynaklanan fiili bir silahlı saldırı teşkil
etmeyen, potansiyel tehditleri ortadan kaldırmak için önleyici ilk darbeyi vurmak
hakkına sahip midir?
Bu soruya yerinde bir yanıt vermek BM Andlaşması ve
uluslararası örf ve adet hukuku çerçevesinde önleyici meşru müdafaa hakkının
değerini incelemeyi gerektirmektedir.
A. Md. 51 ve Örf ve Adet Hukukunda Önleyici Meşru Müdafaa Hakkı
BM Andlaşması kabul edilmeden çok önce gelişen uluslararası örf ve adet
hukuku altındaki meşru müdafaanın önleyici meşru müdafaayı da kapsadığı açıktır.
Bir başka ifade ile, burada kabul edilmiş bir önleyci meşru müdafaa doktrini vardı.
Bu doktrini açıkça telaffuz eden, klasik hadise sık sık anılan Caroline Olayıdır.788 Bu
olaya ilişkin olarak o zamanki ABD Dışişleri Bakanı Daniel Webster tarafından
788
Arend, Anthony Clark, a.g.m. , s. 90.
247
ortaya konan “ani, karşı konulmaz, başka bir araç seçimine ve düşünmeye imkan
bırakmayan bir meşru müdafaa zaruretinin olduğunun” kanıtlanması ve “meşru
müdafaa zarureti ile haklı görülebilecek bir eylem , bu zaruret(necessity) ile sınırlı
olmalı ve kesinlikle bu kapsam dahilinde kalmalıdır” sözleri ile ifade edilen
formülde önleyici meşru müdafaa dahil izin verilir meşru müdafaanın gereklilik,
orantılılık ve acillik kriterlerine uygun olması gerekmektedir.
BM Andlaşması md.51 “…Birleşmiş Milletler üyelerinden birinin silahlı bir
saldırıya hedef olması halinde, …“doğal olan” bireysel ya da kolektif meşru
müdafaa hakkına halel getirmez... ” şeklindedir. BM Andlaşması md. 51’in
düzenlendiği şekliyle meşru müdafaa kavramı problemlidir. Bu maddenin meşru
müdafaa hakkını sınırlandırıp sınırlandırmadığı tartışmalıdır. Bu konuda doktrinde
iki farklı yaklaşım vardır.
1. Doktrinde İleri Sürülen Görüşler
51. maddeyi dar yorumlayanlar için,789 meşru müdafaa hakkının doğabilmesi
için hedef devletin bir “silahlı saldırıya” maruz kalması gerekir. Zira, md. 51
hükmündeki meşru müdafaa istisnası, “eğer silahlı saldırı olursa” kaydıyla
tanınmıştır. Andlaşmaları yorumlama konusundaki geleneksel yöntem, andlaşmanın
terimlerinin olağan anlamına uygun olarak anlaşılmasını öngörmektedir.790 Bu
perspektiften,
cümlenin
olağan
anlamı,
önleyici
meşru
müdafaaya
izin
vermemektedir. Dolayısıyla, devletlerin silahlı saldırı gerçekleşmeden önce kuvvet
kullanma yetkisi yoktur. Düşman silahlı kuvvetlerinin sınırı geçip bir silahlı saldırıya
789
Md. 51’i dar yorumlayan yazarların bir kısmı için bkz. Brownlie, Ian, a.g.m. , s. 242; O’Connell,
Mary Ellen, “The Myth of Preemptive Self-Defense”, 2002, http://www.asil.org./taskforce/oconnell.
pdf, (12 Şubat 2003); Alexandrov, Stanimir A., a.g.e. , s. 165 ; Henkin, Louis, How Nations Behave,
New York, 1979, s. 140-144.
790
Pazarcı, Hüseyin, I. Kitap, s. 184-185.
248
geçmesini beklemek gerekir.791 Bu mantık çerçevesinde, 51. maddede yer alan bu
hüküm bugün Uluslararası Hukukta geçerli olan meşru müdafaaya ilişkin tek
hükümdür. Daha önce mevcut olan ve daha geniş olan meşru müdafaa hakkının bu
yeni madde karşısında uygulanma imkanı kalmamıştır. Sonuç olarak, md. 51’i dar
yorumlayanlar için önleyici meşru müdafaa hakkı itirazlara açıktır. Bu bağlamda
örneğin, md. 51’in dar yorumlanması gerektiğini savunan Başeren “ Böyle bir hakkın
varlığı, muhtemel saldırganın bu konudaki niyetlerinin kesin bir şekilde ortaya
çıkarılmasını gerektirir. Belki de hiçbir zaman kesin olarak ortaya çıkarılması
mümkün olmayan saldırı niyetinin varlığına karar verilirken yapılacak bir hata,
uluslararası barış ve güvenliğin korunması bakımından kabulü imkansız tehlikeler
doğurur. Örfi meşru müdafaa hakkı, kullanılan kuvvetin tehdide oranlı olması
gerektiği ilkesine dayanır. Önleyici faaliyetlerin genel olarak oranlılık ilkesine ters
olduğu söylenebilir” diyerek 51. maddenin neden dar yorumlanması gerektiğini izah
etmektedir.792
Bu görüşe karşılık, md. 51’i geniş yorumlayanlar için (counter-restrictionist),
BM Andlaşması'nın md. 51’de yer alan hüküm “doğal olan”793 meşru müdafaa
791
Başeren, Sertaç H., a.g.e. , s. 115.
Başeren, Sertaç H., a.g.e. , s. 109-111.
793
1986 Nikaragua Davasında UAD, “doğal bir hak olarak” meşru müdafaaya farklı bir anlam vermiştir.
Divan, 176. paragrafta, ifadeyi uluslararası örf ve adet hukukuna referansta bulunarak yorumlamıştır.
Divan’a göre, böylece BM Andlaşması’nı hazırlayanlar meşru müdafaanın hiç değilse esasen saklı
tutmayı arzu ettikleri daha önceden mevcut örfi nitelikte bir hak olduğunu kabul etmiştir. Divan’ın söz
konusu görüşü, “doğal hak” sıfatının kullanılmasını rasyonalize eden ve 51. maddeye desteklenemez
sonuçlar yüklemeyen hassas bir yorumudur. Bu görüş için bkz. Başeren, Sertaç H., a.g.e. , s. 118 ve
Dinstein, Yoram, a.g.e. , s. 172.
Divan, BM Andlaşması’nın kuvvet kullanmaya ilişkin hükümlerinin, örfi hukuk kurallarıyla
tamamen örtüşmediğini belirtmiştir. Bu bağlamda Divan, bir yandan orantılılık ve gereklilik kıstaslarının
diğer yandan da meşru müdafaa hakkının doğal bir hak olması olgusunun bir örfi kural olduğunu ifade
etmiştir. Ayrıca, 51. maddede sözü edilen “silahlı saldırı” kavramının BM Andlaşması’nda
tanımlanmadığı dikkate alınınca, bunun ancak devletlerin sonraki uygulamalarıyla açıklığa
kavuşabileceği de Divan tarafından vurgulanmıştır. Divan’a göre, meşru müdafaa hakkı hususunda
Uluslararası Hukukun, örf ve adet hukukundan ve BM Andlaşması’ndan kaynaklanan iki temel
kaynağının olması tabiidir. Bkz. I.C.J. Reports 1986, s. 95, parag. 176.
792
249
hakkına halel getirmeyerek, BM Andlaşması öncesi dönemde mevcut olan örf ve
adet hukukundaki meşru müdafaa hakkını aynen saklı tutmaktadır.794 Bu görüş
çerçevesinde, meşru müdafaa hakkı sadece “silahlı saldırının” gerçekleşmesi halinde
değil, saldırının henüz gerçekleşmediği fakat gerçekleşmesi ihtimalinin yüksek
olduğu hallerde de vardır. Yani, önleyici meşru müdafaayı da kapsar. Md. 51’in
önleyici meşru müdafaaya izin vermeyecek şekilde dar yorumu saldırgan devletin ilk
vuruş hakkını korur. Dolayısıyla, md. 51’in önleyici meşru müdafaaya izin veren örf
ve adet hukukundaki meşru müdafaa hakkını muhafaza etmediğini iddia etmek
reductio ad absurdum olacaktır.795
Md. 51’i geniş
yorumlayan
yazarların görüşleri
de
kendi
içinde
farklılaşmaktadır. Geniş yorumculardan örneğin yargıç Stephen Schwebel,
Nikaragua Davası’nda Divan kararına ekli Muhalefet Mütalaası’nda, 51. madde
hükmünü, metinde “eğer ve sadece eğer silahlı bir saldırının vukuunda” kelimeleri
varmışçasına, yorumlanmaması gerektiğini; bu hükmü hazırlayanların uluslararası
örf ve adetten kaynaklanan kendini koruma hakkını bertaraf etme veya 51. maddeyi
sınırlama
niyetinde
oldukları
görüşünün
kabul
edilemez
olduğunu
ileri
sürmektedir.796 Geniş yorumculardan Yoram Dinstein ise, md. 51 çerçevesinde izin
verilmediğine inandığı “önleyici/anticipatory” meşru müdafaa ile izin verildiğine
inandığı “başlangıç halinde olan /incipient” meşru müdafaa arasında ilginç bir ayırım
yapmaktadır. Dinstein, meşru müdafaa hakkının kullanılması için yalnızca tehditin
ve potansiyel tehlikenin yeterli olmayacağını, fakat bir saldırının fiili olarak
başlatılmakta olduğuna ilişkin ikna edici kanıtların olması halinde, saldırı sınırı
geçmesede meşru müdafaa hakkının kullanılması için gerekli koşulların yerine
794
Bowett, Derek W., a.g.e. , s. 191; Arend , Anthony Clark ve Beck, Robert J., a.g.e. , s. 72-73.
Franck, Thomas M., a.g.e. , s. 98.
796
Divan Kararına ekli söz konusu Mütalaa için bkz. I.C.J Reports 1986, s. 347, parag.173.
795
250
gelmiş olacağını ileri sürmektedir.797 Dinstein, bu koşullardaki savunmayı önleyici
/anticipatory meşru müdafaa olarak değil fakat “başlangıç halinde/ incipient”meşru
müdafaa olarak isimlendirmektedir. 798 Dinstein tarafından öngörülen standart, diğer
tarafın geri dönülmez bir yolla silahlı saldırıya angaje olmasından sonra meşru
müdafaa hakkına başvurulabilecek olmasıdır.799 Dinstein’in bir silahlı saldırının ne
zaman başlayabileceğini öngören ölçüsünü destekleyecek pozitif bir devlet
uygulaması yoktur. Buna karşın, Dinstein’in görüşleri 1842 Caroline doktrinine
uygunluk arz etmektedir. Bu çerçevede, Dinstein, kısaca “vukuu muhakkak” bir
saldırı tehdidine karşı, savunmacı kuvvet kullanılmasının md. 51’e uygun olacağını
ileri sürmektedir.800 Benzer şeklide, Oscar Schachter’da “vukuu muhakkak” bir
saldırı durumunda örfi hukukun önleyici meşru müdafaa hakkına izin verdiğini
iddia etmektedir.801 Bu durum, doktrinde önleyici meşru müdafaa hakkını kabul
eden yazarlar arasında “preemptive” ve “preventive” kuvvet kullanma arasında bir
ayırım yapıldığına işaret etmektedir.
802
Bu çerçevede preemptive kuvvet kullanma
tahrik edilmemiş “vukuu muhakkak” bir tehdide karşı kuvvet kullanılmasını
öngörmekte olup “meşru” kabul edilmektedir.803 Preventive kuvvet kullanma ise
“vukuu muhakkak” bir tehditten ziyade varsayılan, potansiyel tehditlere karşı kuvvet
kullanmayı ifade etmekte olup meşru kabul edilmemektedir. Bu görüşe göre,
797
Dinstein, Yoram, a.g.e. , s. 179- 180.
Dinstein, Yoram, a.g.e. , s. 179- 180.
799
Dinstein, Yoram, a.g.e. , s. 180.
800
Alexandrov, Stanimir A., a.g.e. , s. 165.
801
Schachter, Oscar, “Self-Defence and the Rule of Law”, AJIL, Cilt 83, Sayı 1-2, 1989, s. 273.
802
Bu kavramlar için ayrıntılı bilgi için bkz. ileride s. 260-263.
803
Brown, Chris, “ Self-defense in an Imperfect World, Ethics and International Affairs, Cilt 17,
Sayı 1, 2003, s. 2.
798
251
devletler, potansiyel tehditlere kuvvet kullanma dışında, kuvvet kullanmasını
gerektirmeyen alternatif yollarla yanıt verme imkanına sahiptirler.804
BM Andlaşması sonrası dönemde, önleyici meşru müdafaa hakkı konusuyla
ilgili olarak uluslararası yargı kararları incelendiğinde UAD tarafından karara
bağlanan iki dava önem arz etmektedir. Bunlar, 1949 Korfu Boğazı Davası ve 1986
Nikaragua Davası’dır.
Korfu Boğazı Davası’nda805 UAD kararında, “ Amaç, yalnızca Arnavutluğun
tutumunu denemek değil fakat aynı zamanda geçen gemilere tekrar ateş açmaktan
kaçınmasını sağlayacak ölçüde bir kuvvet gösterisi yapmaktır. Bununla beraber,
yukarıda açıklanan olayla ilgili bütün durumlar göz önünde tutulduğunda , Divan’ın
Birleşik Krallık makamları tarafından alınan bu tedbirleri Arnavutluk eğemenliğinin
ihlali olarak nitelendirmeyecektir”806 hükmüne varmıştır. Divan kararında yer alan
bu hüküm doktrinde farklı şekillerde yorumlanmıştır. Yazarların bir kısmı bu kararı,
UAD’ın önleyici meşru müdafaa hakkının hukuka uygunluğunu kabul ettiği şeklinde
yorumlamaktadır.807 Görüşlerini paylaştığım bir başka grup yazara göre ise, Divan
kararında yer alan bu hüküm önleyici meşru müdafaa hakkını onaylamamaktadır.
Divan
İngiltere’nin
geçiş
hakkını
kullanmak
için
güç
göstermesinden
804
Brown, Chris, a.g.m. , s. 3.
Mayıs 1946’da Korfu Boğazı’nda İngiliz mayın gemilerine Arnavutluk sahillerinden ateş
açılmıştır. İngilizler aynı yılın Ekim ayında geçiş hakkını kullanmak için Korfu Boğazı’na dört savaş
gemisi gönderdiler. Gemiler, önleyici bir tasarrufla sahildeki bataryaları vurmamış fakat sahilden ateş
açılması tehlikesine karşı hazırlıklıydılar.
805
806
Corfu Channel (Albania v.UK) Case, judgement on Merits, I.C.J. Reports 1949, s. 31.
Bu görüşü benimseyen yazarların bir kısmı için bkz. Waldock, C. H. M., “The Regulation of the
Use of Force by Individual States in International Law”, 81 Recueil de Cours (1952, II), s. 500
(Başeren, Sertaç H., a.g.e. , s. 127’den iktibas edilmiştir); Toluner, Sevin, a.g.e. , s. 372.
807
252
bahsetmektedir; bu geçiş hakkının kullanılması için kuvvet kullanılmasından
tümüyle farklı bir husustur.808
. Nikaragua Davasında UAD, “…taraflar vaki olmuş
durumundaki
meşru müdafaa hakkına dayandıkları için
bir silahlı saldırı
ve çok yakında
gerçekleşecek bir silahlı saldırı tehdidine mukabelenin hukuka uygunluğu meselesi
ortaya atılmadığı için” demek suretiyle bu konuda hiçbir görüş serdetmemiştir.809
Md. 51’in kapsamının tartışmalı olduğu ve önleyici meşru müdafaaya izin
veren önceden mevcut bir uluslararası örfi kuralın olduğu göz önünde
bulundurulursa, BM Andlaşması sonrası dönemde devletler arasında önleyici meşru
müdafaa hakkına izin veren ya da bunu açıkça yasaklayan yeni bir uluslararası örf
ve adet kuralının oluşup oluşmadığını araştırmak gerekmektedir. Bu bağlamda, BM
Güvenlik Konseyi önünde önleyici meşru müdafaa hakkına ilişkin sorunların
gündeme geldiği örnek olayları, bu olaylara ilişkin olarak devletlerin tutumlarını
değerlendirmek faydalı olacaktır. Bu çerçevede ilk olarak 11 Eylül öncesi dönemde
meydana gelen örnek olaylar incelenecek ardından Bush Doktrini ve ABD’nin Irak’a
yönelik askeri müdahalesi çerçevesinde önleyici meşru müdafaa hakkının
günümüzdeki statüsü değerlendirilecektir.
2. Devlet Uygulamaları
Devletler, uygulamada, açıkça önleyici meşru müdafaa hakkını da kapsayan
uluslararası örf ve adet hukukundaki daha geniş bir meşru müdafaa hakkına
dayanmaktan ziyade md. 51 çerçevesinde silahlı saldırı kavramının geniş bir
808
Bu görüşü paylaşan yazarların bir kısmı için bkz. Başeren, Sertaç H., a.g.e. , s. 127; McCoubrey,
Hilaire ve White, Nigel D., a.g.e. , s. 93.
809
I.C.J. Reports 1986, s. 103, parag. 194.
253
yorumunu benimsemeyi tercih etmektedirler. Bu nedenle uygulamada önleyici
meşru müdafaa hakkına başvurmak devletler için çok ender bir durum olmuştur.
Devletlerin
önleyici
meşru
müdafaa
hakkına
başvurmadaki
söz
konusu
çekingenlikleri önleyici meşru müdafaa hakkının şüpheli statüsüne işaret
etmektedir.810
BM Andlaşması sonrası dönemde, önleyici meşru müdafaa hakkının gündeme
geldiği üç önemli olay söz konusu olmuştur. Bunlar 1962 Küba Füze Krizi, 1967
Altı Gün Savaşları ve İsrail’in 1981’de Osirak Nükleer Reaktörü’nü bombalamasıdır.
a. Küba Füze Krizi (1962-1963)
1961 yılında Sovyetler Birliği’nin Küba’ya orta menzilli balistik füze
rampalarını yerleştirdiklerinin duyulması üzerine, 2 Ekim 1962’de ABD Küba’yı
abluka altına alarak buraya giriş ve çıkışı yasaklamıştır. ABD askeri eylemini
meşrulaştırmak için açıkça önleyici meşru müdafaa hakkına dayanmak istememiş ve
eylemini “savunmacı karantina/defensive quarantine”, BM Andlaşması md. 52 ve
Rio Anlaşması gibi esaslarda legalize etmiştir.811 Güvenlik Konsey’inde yapılan
tartışmalarda Sovyetler Birliği ve yandaşları olayı kınarken, Batılı devletler grubu
ABD’yi desteklemişlerdir.
812
Bu olayda ilginç olan husus, Gana temsilcisinin
“Caroline” olayını hatırlatarak önleyici meşru müdafaa hakkını reddetmeyen bir
görüş benimsemiş olmasıdır. Bununla birlikte, Gana temsilcisi, söz konusu olayda
“gereklilik” kriterinin yerine getirilmediğini belirterek olaya tepki göstermiştir.813
810
Gray, Christine, a.g.e. , s. 112, 115.
Alexandrov, Stanimir A., a.g.e. , s. 154-155.
812
Franck, Thomas M., a.g.e. , s. 101.
813
Arend, Anthony Clark, a.g.m. , s. 94.
811
254
b. 1967 Arap-İsrail Savaşı
18 Mayıs 1967’de Mısır BM Genel Sekreteri U Thant’a, UNEF’in geri
çekilmesini isteyen bir mesaj yollamıştır. UNEF’in geri çekilmesinin ardından
Birleşik Arap Cumhuriyeti Sina’da askeri yığınak yapmaya başlamış ve Mısır, Akabe
Körfezini ve Tiran Boğazını İsrail gemilerine kapatmıştır. Bütün bu gelişmeleri yakın
bir silahlı saldırının delili olarak gören İsrail, 5 Haziran 1967’de Birleşik Arap
Cumhuriyeti’ne karşı bir askeri eylem başlatarak “Altı Gün Savaşları” olarak
isimlendirilen savaşı çabucak kazanmıştır.
814
İsrail, Güvenlik Konseyin’de yapılan
tartışmalarda eylemini vukuu muhakkak bir Arap saldırısına karşı önleyici meşru
müdafaa hakkının kullanılması olarak meşrulaştırmıştır. İsrail, UNEF’in Mısır’ın
ısrarı üzerine Sina’dan çekilmek zorunda kalmasının, İsrail’in hayati çıkarlarına ağır
zarar verdiğini ve kendisine önleyici meşru müdafaa hakkını kullanmaktan başka bir
çıkar yol bırakmadığını iddia etmiştir.815 Sovyetler Birliği, Suriye ve Morokko
İsrail’i ilk kez kuvvet kullanan taraf olması nedeniyle saldırgan olarak görmüşlerdir.
Diğer taraftan, ABD ve İngiltere gibi İsrail’e sempati duyan devletler de önleyici
meşru müdafaa hakkına izin veren bir doktrini öne sürmekten kaçınmışlardır.816
Sonuç olarak, Güvenlik Konseyi’nde yapılan tartışmalar, önleyici meşru
müdafaa hakkının kabul edilmediğini göstermekle birlikte, doktrin özel olarak
kınanmamıştır. BM Güvenlik Konseyi tarafından önleyici meşru müdafaa doktrininin
açıkça
kınanmamış olması, kimi yazarlarca, gereklilik kriterinin
kanıtlanabilir
olduğu koşullarda, Güvenlik Konseyi’nin önleyici meşru müdafaa hakkının bir
814
Franck, Thomas M., a.g.e. , s. 101-102.
Franck, Thomas M., a.g.e. , s. 102.
816
Franck, Thomas M., a.g.e. , s. 77.
815
255
devletin bekasını koruma hakkının hukuksal bir uygulaması olabileceğini kabul
ettiği şeklinde yorumlanmaktadırlar. 817
c. Osirak Reaktörünün Bombalanması (1981)
7 Haziran Temmuz 1981’de İsrail hava kuvvetleri nükleer silahlar
geliştireceği
gerekçesiyle
Irak’ın
Bağdat’taki
Osirak
nükleer
reaktörünü
bombalamıştır. BM Güvenlik Konseyi’nin derhal toplanmasını isteyen Irak, 1968
tarihli “Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesine İlişkin Sözleşme’ye” taraf
olduğunu ve Osirak Reaktörünün Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’’na kayıtlı
olduğunu ve bu Ajans’ın denetimi altında bulunduğunu belirterek, İsrail eylemini
ağır bir saldırı fiili olarak nitelendirmiştir.818 İsrail ise, BM Güvenlik Konseyi önünde
eylemini, tıpkı 1967’de olduğu gibi, BM Andlaşması md. 51 çerçevesinde önleyci
meşru müdafaa hakkına dayandırmıştır.819 Ancak, İsrail’in önleyci meşru müdafaa
argümanı diğer devletler tarafından reddedilmiştir. Mısır, Meksika, Suriye, Pakistan,
İspanya ve Yugoslavya açıkça önleyici meşru müdafaa kavramını reddetmişlerdir.
İngiltere, Malezya, Nijer, Uganda ve Sierra Leone ise “vukuu muhakkak” bir
tehdit durumunda önleyici meşru müdafaanın hukukiliğini savunmakla birlikte,
İsrail’in bu olayda “ani, karşı konulamaz, başka bir araç seçimine ve düşünmeye
imkan
bırakmayan
bir
meşru
müdafaa
zaruretinin”
varlığı
kriterlerini
karşılamadığını ileri sürmüşlerdir.820 ABD dahil diğer devletler ise, önleyici meşru
müdafaa hakkının savunulabilir olup olmadığına ilişkin tartışmalara girmeksizin
817
Bu görüş için bkz., Arend, Anthony Clark, a.g.m. , s. 95; Franck, Thomas M., a.g.e. , s. 105;
Arend, Anthony Clark ve Beck, Robert J., a.g.e. , s. 76.
818
Franck, Thomas M., a.g.e. , s. 105.
819
Alexandrov, Stanimir A., a.g.e. , s. 159.
820
Alexandrov, Stanimir A., a.g.e. , s. 161.
256
İsrail’i takbih etmişlerdir.821 Sonuç olarak, BM Güvenlik Konseyi İsrail’i oybirliği
ile kınamış ve Irak’ın uygun bir tazminat talep etme hakkını da hüküm altına
almıştır.822 Bununla birlikte, Güvenlik Konseyi önünde yapılan tartışmaların dikkat
çeken yönü, BM uygulamasında önleyici meşru müdafaa hakkına ilişkin görüşlerin
bölünmüş olduğunu, önleyici meşru müdafaa hakkı lehinde olanların olduğu gibi bu
hakka karşı çıkanların da olduğunu göstermesidir.
823
BM Andlaşması sonrası dönemde meydana gelen söz konusu devlet
uygulamalarının gözden geçirilmesi neticesinde BM Andlaşması sonrası dönemde,
önleyici meşru müdafaa hakkına izin veren bir uluslararası örf ve adet kuralının
doğmuş olduğunu iddia etmek mümkün değildir. Zira, hiçbir uluslararası otorite
günümüze kadar önleyici meşru müdafaa hakkını bir jus cogens ilke olarak
nitelendirmemiştir. UAD, Nikaragua Davasında meşru müdafaa hakkını değil md.
2/4’de yer alan kuvvet kullanma yasağını jus cogens bir ilke olarak
nitelendirmiştir.824 Bu değerlendirmemizin haklılığını ortaya koymak açısından 11
Eylül sonrası dönemde yaşanan gelişmeler ışığında mevzuyu değerlendirmek yararlı
olacaktır.
B. 11 Eylül Sonrası Dönemde Önleyici Meşru Müdafaa Hakkı
11 Eylül 2001 terörist saldırılarından hemen sonra küresel terörizme karşı
savaş başlatan ABD Soğuk Savaş döneminde benimsemiş olduğu “çevreleme”
821
Arend, Anthony Clark, a.g.m. , s. 79.
U.N. Doc. S /RES/487 ( 1981).
823
Alexandrov, Stanimir A., a.g.e. , s. 161.
824
I.C.J. Reports 1986, parag. 90.
822
257
stratejisinden vazgeçtiğini açıklayarak, teröristler ve serseri devletlere karşı bir
“önleyici savaş/preemptive war”
doktrinini kabul etmiştir. Bu gelişmeler, Mart
2003’de Irak’ın işgaliyle sonuçlanmıştır.
1. Uluslararası Hukuk Açısından Amerika Birleşik Devletleri’nin Yeni Ulusal
Güvenlik Stratejisi
11 Eylül 2001’de meydana gelen trajik olayların ve Irak’tan algılanan
tehdidin sonucu olarak 20 Eylül 2002 tarihinde “Amerika Birleşik Devletleri’nin
Ulusal Güvenlik Stratejisi’ başlıklı yeni ulusal güvenlik stratejisi yayınlamıştır.825
Bush yönetiminin 20. ayında ve 11 Eylül saldırılarından bir yıl sonra kaleme alınan
stratejinin amacı dünyayı sadece daha güvenli değil, aynı zamanda daha iyi
yapmaktır.826 Ne var ki, Bush doktrini olarak isimlendirilen yeni Amerikan ulusal
güvenlik stratejisi uluslararası ilişkileri hem teorik hem de pratik olarak değiştirecek
radikal unsurlar içermektedir. 827 Doktrinin en çarpıcı yönü, Soğuk Savaş döneminde
güvenlik amacına hizmet eden “caydırıcılık ve çevreleme politikalarının”, ulusötesi
teröristler ve kitle imha silahları tarafından karakterize edilen 21. YY’ın yeni tehdit
ortamında yetersiz kaldığına işaret edilerek828 bu politikaların yetersizliğini
gidermek için Uluslararası Hukukta ihtilaflı bir doktrin olan preemptive/sezgisel
meşru müdafaa hakkına dayanmış olmasıdır.
Nitekim, Başkan Bush 14 Eylül 2001’de The National Cathedral’da yaptığı
konuşmada “ABD’nin küresel uzantıları olan teröristlere karşı savaş yaptığı” ve bu
825
The National Securtiy Strategy of the United States of America, September 2002.
Corbin, Marcus, “ Bush’un Ulusal Güvenlik Stratejisi: İlk Adım…”, 2023 Dergisi, 2002, s. 10.
827
Kösebalaban, Hasan, “ Yeni Amerikan Güvenlik Doktrini ve Uluslararası İlişkiler, 2023 Dergisi,
2002, s. 34-38.
828
The National Securtiy Strategy of the United States of America, s. 9, 10, 14.
826
258
savaştaki “düşmanın, masum kişilere karşı yürütülen önceden tasarlanmış siyasi
amaçlı şiddet anlamında, terörizm” olduğu belirtildikten sonra, teröristler ve bilerek
bunları barındıranlar veya yardım edenler arasında bir ayırım yapılmayacağı ve
bunlar arasından da özellikle kitle imha silahlarını edinmeye veya kullanmaya
çalışanların hedef alınacağı; ABD’nin, vatandaşlarını, nerede olursa olsun çıkarlarını
korumak için “tehdit sınırlarına ulaşmadan teşhis ve imha” yoluna gidileceği ve bu
konuda “gerekli olduğunda tek başına hareket etmekte” tereddüt etmeksizin “kendini
koruma hakkını kullanarak bu teröristlere karşı önceden davranıp (by acting
preemptively)” ülke ve halka zarar vermelerinin önleneceğini açıklamıştır.829
Başkan Bush’un, 1 Haziran 2002’de West Point’te yaptığı konuşmada aynı
siyaset bu kez Saddam rejimi hedef alınarak şu sözlerle tekrarladığı görülmektedir:
“Haydut devletlerin ve teröristlerin amaçları göz önüne alındığında, ABD artık
geçmişte olduğu gibi tepkisel (reaktive) bir tutuma güvenemez. Muhtemel saldırganı
caydırmadaki
iktidarsızlık,
günümüz
tehditlerinin
aciliyeti
ve
muhtemel
hasımlarımızın seçtikleri silahların vereceği zararın büyüklüğü” düşman saldırısının
vukuunun beklenmesi seçeneğini ortadan kaldırmaktadır. Uluslararası Hukukun
öteden beri vukuu muhakkak bir saldırı tehdidine (imminent threat) karşı önleyici
meşru müdafaa hakkını tanıdığına değinen Bush,
burada yapılması gerekenin
“vukuu muhakkak tehdit” kavramını “günümüz hasımlarının imkanları ve
amaçları”, bir başka deyişle “terör eylemlerine ve potansiyel olarak kolayca
saklanan, gizlice ulaştırılan ve uyarı olmaksızın kullanılan silahlardan olan kitle yok
829
The National Securtiy Strategy of the United States of America, s. 5-6; Toluner, Sevin,
“Hukuksal Alanda Türkiye’nin Güvenlik İhtiyaçları Ne Şekilde Karşılanabilir ?” Dünya’da Yeni
Güvenlik Anlayışları, Türkiye’nin Durumu ve İhtiyaçları içinde, Harp Akademileri Basımevi,
İstanbul, 2003, s. 243-244.
259
edici silahlara güvenen haydut devletler ve teröristler” göz önünde bulundurularak,
yeniden yorumlamaktan ibaret olduğu anlayışında olduğunu belirtmiştir. 830
Önleyici kuvvet kullanılmasına izin veren bu stratejiyi Uluslararası Hukuk
açısından yasal bir strateji olarak mı yoksa küresel bir hiper gücün Uluslararası
Hukuk
normlarını
kendi
çıkarları
doğrultusunda
çarpıtması
olarak
mı
yorumlamalıyız?
2. “Önleyici Savaş/Preventive War” ve “Önleyici Vuruş/Preemptive Strike”
Kavramları Arasındaki Fark
Uluslararası Hukuk açısından önleyici meşru müdafaa hakkına ilişkin
tartışmaların yeni bir şey olmadığı göz önünde bulundurulduğunda önleyici meşru
müdafaa hakkına ya da “ ileri caydırıcılık” stratejisine izin veren Bush Doktrini’nin
olağanüstü bir şey olmadığı aşikardır. Ancak, Doktrin’i farklı kılan husus geleneksel
“gereklilik” kriterini esnetmek istemiş olmasıdır. Bir başka ifade ile, Bush yönetimi
kitle imha silahları ve terörizm tarafından ortaya çıkarılan yeni tehditler karşısında
“ vukuu muhakkak” tehdit kriterinin anlam ifade etmeyeceğini iddia etmektedir.
Doktrin’de, “öncelikle önleme/preventive” ve “önleyici vuruş/ preemptive
strike” terminolojilerinin dönüşümlü olarak birbirlerinin yerine kullanılmış olması
dikkate değerdir.
Zira, tarihsel olarak bu iki kavram arasındaki ayırım “vukuu
muhakkak-yakın tehdit/imminent threat” kavramına referansla yapılmakta olup;
preemption kavramı tahrik edilmemiş “yakın bir tehdidi” önceden yapılacak bir
harekatla ortadan kaldırmayı amaçlamakta olup yazarların bir kısmı tarafından
830
The National Securtiy Strategy of the United States of America , s. 15.
260
hukuka uygun kabul edilmektedir.831 Bu çerçevede, 1967 Altı Gün Savaşları “yakın
bir tehditten kaynaklanan bir “önleyici/preemptive” eyleme örnek olarak
gösterilmektedir. Diğer taraftan, “önleyici savaş / preventive war” kavramı ise bir
silahlı çatışma içinde, “vukuu muhakkak” değil fakat “vukuu muhtemel” potansiyel
bir tehdidi ortadan kaldırmak için önleyici bir saldırıyı ifade etmekte olup hukuka
aykırı bulunmaktadır. Bu konuda emsal gösterilen örnek olay ise Irak’tan
kaynaklanan “vukuu muhtemel” bir tehdide karşı İsrail’in 1981’de Osirak Nükleer
Reaktörü’ne yönelik saldırısıdır.832
BM Andlaşması’na hiçbir göndermede bulunmayan, 1842’lerdeki örf ve
adet hukukunda yeralan daha geniş bir meşru müdafaa hakkını uygulanabilir hukuk
olarak tanıtan Bush Doktrini eleştirilere açıktır. Bu çerçevede, Bush Doktrini’nde
çok yönlü etkileri bulunan, caydırılması mümkün olmayan, çok kısa zamanda vukuu
bulabilecek ve gerçekleştiğinde felaket ölçüsünde sonuçlara yol açabilecek bir tehdit
ile karşı karşıya bulunulduğu farz edilerek, önleyiciliğin/preemption stratejik bir
politika olarak savunulmasına karşın, doktrin bu stratejinin çok ötesine geçmekte ve
önleyici savaş/ preventive düzeyine ulaşmaktadır. Yani, doktrin BM Andlaşması
öncesi dönemde mevcut olan örfi hukuktaki “vukuu muhakkak” tehdit koşulunun
aranmayacağının fakat “vukuu muhtemel” tehditlere münferiden kuvvet kullanılarak
yanıt verileceğinin sinyallerini vermiştir.833 Böylece, doktrin gelecekteki potansiyel
tehditlere karşı eylem yapma hakkını dahil ederek önleyici meşru müdafaa hakkını
daha da genişletmek istemiştir.834 Gerçekten, preeemption ve preventive kavramları
831
Bu görüş için bkz. Brown, Chris, a.g.m. , s. 2.
Brown, Chris, a.g.m. , s. 2.
833
Kegley Jr., Charles W., “Preemptive War: A Prelude to Global Peril?”, http://www.file://C:/
Documents%20and%20settings, (10 Ekim 2003).
834
Byers, Michael, “ Letting the Exception Prove The Rule”, Ethics and International Affairs, Cilt
17, Sayı 1, 2003, s. 13.
832
261
arasındaki çizgi oldukça belirsizdir. Niyetleri kapasiteden ayırmak nasıl mümkün
olacaktır? Bu belirsizlik ortamı silahlanmanın arttıkça güvenliğin azalacağını
öngören ve “güvenlik ikilemi” olarak isimlendirilen bir durumu davet edecektir.835
Bir an için preemptive/sezgisel ya da preventive/önleyici savaş doktrinlerinin
meşru olduğu bir uluslar arası ortamın oluştuğunu varsayarsak, böyle bir ortamda
ABD’nin ya da dünyanın daha güvenilir ve daha güvenlikte olacağını kim iddia
edebilir? Başkan Bush 1 Haziran 2002’de West Point’te yaptığı konuşmada “ABD
bütün durumlarda
ortaya çıkmakta olan
kullanmayacaktır, ne de milletler önlemeyi
kullanmalıdırlar”
836
tehditleri önlemek için kuvvet
saldırı için
bir bahane olarak
diyerek, diğer ülkelerin kuvvet kullanmasına müsaade
edilmeyeceğinin altı çizilmiş olmasına rağmen, bu prensipleri geliştirmek her ulusa
kendi güvenlik anlayışına göre tespit ettiği tehditlere karşı önleyici kuvvet kullanma
hakkını verecektir. Zira BM Andlaşması’nın
md. 2/1 çerçevesinde Uluslararası
Hukuk karşısında bütün devletler eşittirler. Bush’un önleyici meşru müdafaa
doktrinine dayanarak, Hindistan’ın Pakistan’a; Rusya’nın Gürcistan’a, Kuzey
Kore’nin Güney Kore’ye, İsrail’in komşu Arap devletlerine ya da Çin’in Tayvan’a
saldırması halinde uluslararası barış ve güvenlikten söz edilebilir mi? Söz konusu
doktrin, ABD açısından da riskler taşımaktadır. Doktrin, Japonya’nın Pearl
Harbour’a saldırısını ex post facto meşrulaştırmak için bile hizmet edecektir.837 Bu
durum, Bush yönetiminin önleyici savaş doktrinin gelecekteki olası tüm sonuçlarını
tam olarak düşünmediğini göstermektedir.
835
Faraziyesindeki tehdidi ortadan
Kegley Jr., Charles W., “Preemptive War: A Prelude to Global Peril?”, http://www.file://C:/
Documents%20and%20settings, (10 Ekim 2003).
836
The National Security Strategy of …, s. 15.
837
Gardner, Richard N., “Neither Bush Nor the “Jurisprudence”, Agora: Future Implications of The
Iraq Conflict, AJIL, Cilt 97, Sayı, 3, 2003, s. 588.
262
kaldırmak için “gerekirse tek başına harekete geçmeyi” esasları arasına koyan Bush
Doktrini esas itibariyle hukuksal bir doktrin değil siyasal bir doktrin olup BM
Andlaşması’nın ruhuna ve lafzına aykırıdır.838
3. Amerika Birleşik Devletlerinin Irak’a Yönelik Müdahalesinin Uluslararası
Hukuk Açısından Değerlendirilmesi
a. ABD’nin 20 Mart 2003’te Irak’a Yönelik Müdahalesi
1991 Körfez Savaşı’nı Bağdat’a girmeden sona erdirmeyi uygun gören ABD
için Saddam Hüseyin rejimi altındaki Irak, uluslararası toplumdan izole edilmesine
ve BM yaptırımlarına maruz kalmasına rağmen bir tehdit olarak kalmaya devam
etmiştir. ABD bu tehdidi etkisiz hale getirmek için 18 Mayıs 1993 tarihinde Ulusal
Güvenlik Konseyi Yakın Doğu Bölgesi sorumlusu Martin Indyk tarafından dile
getirilen “çifte kuşatma” politikası olarak isimlendirilen katı bir ekonomik ambargo
uygulayarak ve Irak yönetimine alternatif oluşturabilecek Kürtler, Şiiler ve Irak
Ulusal Konseyi’nden (INC) oluşan muhalif güçleri destekleyerek Saddam Hüseyin
rejiminin devrilmesini hedefleyen bir strateji uygulamaya koymuştur.839 Ancak,
tüm desteklere rağmen bu gruplar Saddam Hüseyin rejimini yıkma konusunda
örneğin Afganistan’daki “Kuzey İttifakı” gibi başarı kaydedememiştir. Bir yandan
yaptırımlara rağmen halkın Saddam Hüseyin çevresinde kenetlenmiş olması diğer
yandan da Irak’a uygulanan ambargonun kaldırılması konusunda Fransa, Rusya’nın
838
Falk, Richard, “Why International Law Matters: Pre-Emptive War Flagrantly Contradicts the UN’s
Legal Framework”, http://www.citation.asp?tb=1&ug=dbs+0+fic+5+In+en%2Dus+sid+691F891B%
2D5ADF%2D46BC%2DBD, (17 Ağustos 2003).
839
Erkmen, Serhat ve Yılmaz, Hasan “Ortadoğu Denklemi ve Dünden Bugüne ABD’nin Irak
Politikası”, Stratejik Analiz, Cilt 1, Sayı 12, Nisan 2001, s. 23.
263
başını çektiği ve Arap dünyasının da desteklediği bir hareket başlamış olması840
ABD’ye Irak’a uygulanan ambargonun artık sürdürülebilir olmadığını ve katı
ambargo uygulayarak Saddam yönetiminin devrilemeyeceğini göstermiştir.841
11 Eylül 2001 saldırıları sonrası ABD, Irak’ı “şer ekseni” sıralamasında ilk
sıraya yerleştirmiştir. 25 Ekim 2002’de teröre yataklık ettiği veya edeceği ve
silahsızlanma konusundaki yükümlülüklerini ihlal ettiği ve elindeki kitle imha
silahlarını sorumsuzca kullanacağı gerekçeleri ile BM Güvenlik Konseyi izini
olmaksızın oluşturulacak bir koalisyon ile Irak’a karşı kuvvet kullanabileceğini
resmen açıklamıştır. ABD ve Güvenlik Konseyi arasında yaşanan yoğun pazarlık
sahnelerinin ardından, BM Güvenlik Konseyi 3 Nisan 1991 tarihli 687 sayılı Kararda
öngörülen yükümlülüklerin yerine getirilmesini uluslararası denetim altında bir
takvime bağlayan ve “yükümlülüklerin sürekli ihlalinden ötürü ciddi sonuçlarla
karşılaşacağı” yolunda Irak’ı ısrarla uyaran 8 Kasım 2002 tarih ve 1441 (2002)
sayılı kararı kabul etmiştir.842 Ne var ki, ABD’nin denetim rejiminin etkinliğine ve
Irak’ın işbirliği derecesine ilişkin şüpheleri devam etmiştir. 5 Şubat 2003’te Colin
Powell BM’ye dönerek denetim rejiminin işlemediğini ve Irak’ın hala kitle imha
silahlarını sakladığını ifade etmiştir. Gerilimin arttığı ve görüş ayrılıklarının
derinleştiği bu dönemde İspanya ve İtalya dahil sekiz Avrupa ülkesi ABD’nin tavrını
destekleyen bir teskere imzalamışlardır. Denetim rejimi işlemeye başladıktan 11
hafta sonra, 14 Şubat 2003’de denetçiler Irak’da kitle imha silahları olduğuna ilişkin
840
Uygulanan yaptırımların Irak halkı üzerindeki olumsuz etkileri böyle bir hareketin doğmasına
neden olmuştur. Örneğin, UNICEF’in 1999’da yayınlanan bir raporuna göre beslenme yetersizliği,
kaynak eksikliği, altyapının, özellikle su ve atık su sistemlerinin harap olması sonucu 1990-1998
döneminde yarım milyondan fazla Iraklı çocuk hayatını kaybetmiştir. Bkz. Arnove, Anthony, (der.),
Kuşatma Altında Irak, Yaptırımların ve Savaşın Ölümcül Etkileri, (çev: Mehmet Harmancı),
Everest Yayınları, İstanbul , 2001, s. 79.
841
Arnove, Anthony, a.g.e. , s. 36.
842
U.N. Doc.S /Res/1441 (2002), 8 Kasım 2002.
264
hiçbir kanıta ulaşamadıklarını fakat sebebi izah edilemeyen pek çok parça ve
maddelere rastladıklarını belirten raporlarını BM Güvenlik Konseyine sunmuşlardır.
843
On gün sonra, 24 Şubat 2003’te ABD, İngiltere ve İspanya, Irak’ın 1441 sayılı
karar çerçevesinde silahsızlanma konusunda kendisine tanınan son fırsatı
değerlendirmede başarısız olduğunu deklare eden bir karar tasarısı sunmuşlar ancak
Fransa ve Rusya ve Çin’nin veto edeceklerini açıklamaları üzerine
bu karar
tasarısını geri çekmek zorunda kalmışlardır.844 28 Şubat 2003’te Beyaz Saray
Sözcüsü Ari Fleischer yönetimin amacının artık Irak’ı basitçe silahsızlandırmak
olmadığını fakat amacın artık “rejim değişikliği” haline geldiğini ifade etmiştir.845
Tüm bu gelişmelerin ardından, ABD 20 Mart 2003’de Irak’da “rejim değişikliği
amaçlayan kapsamlı bir operasyon başlatmış ve kısa bir süre içinde de Irak’ı işgal
etmiştir.
b. Irak’ı Özgürleştirme Operasyonu ve “Önleyici Savaş” Doktrini
Günümüzde, ABD ve müttefikleri tarafından gerçekleştirilen Irak’ı Özgürleştirme
Operasyonu’nun hukuksal dayanağının ne olduğu meselesi büyük önem taşımaktadır.
Zira, Irak’ın işgali bir meşru müdafaa eyleminden başka bir şey değilse ya da sadece
Güvenlik Konseyi tarafından önceden izin verilen bir iznin kullanılması ise, söz
konusu müdahale yalnızca BM Andlaşması’nda öngörülen sisteminin etkinliğinin
devam ettiğini teyit edecektir ve md. 2/4’te yer alan kuvvet kullanma yasağı ihlal
843
Bkz. Threats and Responses; Reports to Security Council by the Chief UN Weapons Inspectors,
Newyork Times, 15 Şubat 2003, s. A10.
844
Stromseth, Jane E., “Law and Force After Iraq: A Transitional Moment”, Agora: Future
Implications of The Iraq Conflict, AJIL, Cilt 97, Sayı 3, 2003, s. 626. Ayrıca bkz.
http/:www.evrensel.net/03/02/24/dünya.html, (26 Haziran 2004).
845
Glennon, Michael J., “The UN Security Council in a Unipolar World”, Virginia Journal of
International Law, Cilt 44, No. 1, 2003, s. 96.
265
edilmiş olmayacaktır. Irak’ın işgali, Bush Doktrini’nde öngörülen önleyici savaş
doktrininin ilk somut örneği ise mesele biraz daha farklılaşacaktır. Bu taktirde,
ABD’nin Irak’ı işgali tıpkı NATO’nun 1999 Kosova Operasyonu’nda olduğu gibi
“mazur görülebilir bir hukuka aykırılık” olarak, Güvenlik Konseyi’nin ex post facto
icazetini alacak BM Andlaşması md. 2/4’ün jus cogens doğada olmayan basit bir
ihlali olarak mı değerlendirmelidir? Yoksa daha vahisel olarak, BM Andlaşması’nda
öngörülen grund normun ebedi bir defni olarak mı anlaşılmalıdır?
Sınırlı sayıda yazar, Güvenlik Konseyi tarafından daha önce kabul edilmiş
olan 29 Kasım 1990 tarihli 678 sayılı ve 3 Nisan 1991 tarihli 687 sayılı kararlara
dayanarak ABD ve İngiltere tarafından gerçekleştirilen Irak’ı Özgürleştirme
Operasyonu’nun Güvenlik Konseyi tarafından önceden izin verilmiş olduğunu iddia
etmektedirler. Bu görüşü savunan yazarlardan örneğin William H. Taft IV ve Toddy
F. Buchwald’a göre, 687 sayılı ateşkes Kararı altında Irak’a kapsamlı silahsızlanma
yükümlükleri getirilmiştir. Ancak, Irak bu silahsızlanma yükümlülüklerini sürekli
olarak “fiilen” ihlal etmiştir.846 Nitekim, 8 Kasım 2002 tarih ve 1441 (2002) sayılı
Kararın
işlevsel
1.
paragrafında
Güvenlik
Konseyi
oybirliği
ile
Irak’ın
yükümlülüklerini ihlal etmeye devam ettiğine karar vermiştir. Irak’ın esaslı-somut
ihlallerine/material breaches sona vermek için kuvvet kullanma yetkisi açıktır”.847
Zira, Güvenlik Konseyi 678 sayılı Kararla “üye devletlere bölgede uluslararası barış
ve güvenliği yeniden tesis etmek için tüm gerekli araçları kullanmaya” izin vermiştir.
Bu yetkilendirme “Güvenlik Konsey’nin 687 sayılı Kararı tarafından sona
846
1998 “Çöl Tilkisi” Operasyonu’nu takiben Güvenlik Konseyi 2 Mart 1999 tarihli 1154 sayılı
Kararında Irak’ın silahsızlanma konusundaki yükümlülüklerini devamlı ihlal ettiğini tespit ederek,
Irak’ı ciddi sonuçlarla karşılaşacağı konusunda uyarmıştır. Yine, 5 Kasım 1998 tarihli 1205 sayılı
Kararında da Güvenlik Konseyi Irak’ın denetçilerle işbirliği yapmamasını “açık bir ihlal” olarak
nitelendirmiştir.
847
Taft IV, William H. ve Buchwald, Toddy F., “Preemption Irak And International Law”, Agora:
Future Implications of The Iraq Conflict, AJIL, Cilt 97, Sayı 3, 2003, s. 561.
266
erdirilmemiş fakat sadece askıya alınmıştır. 8 Kasım 2002 tarih ve 1441 (2002)
sayılı Kararda yeralan “yükümlülüklerin sürekli ihlalinden ötürü ciddi sonuçlarla
karşılaşacağı yolunda Irak’ın Güvenlik Konseyi’nce ısrarla uyarıldığı” ifadesi ise
678 sayılı Kararda öngörülen söz konusu yetkiyi yeniden etkinleştirmektedir.
848
Benzer görüşler savunan Ruth Wedgwood’a göre ise, Irak’a karşı kuvvet kullanmak
için bir ikinci ya da onsekizinci kararın varlığı gerekli değildir.849 Wedgwood,
İttifak başarı kazandıktan sonra Güvenlik Konseyi’nin ya da Genel Kurul’un hiçbir
üyesinin Iraklıların siyasi isteklerinin bir ifadesi olarak Saddam Hüseyin rejiminin
yeniden ihdas edilmesi gerektiğini önermemiş olduğuna işaret ederek; Güvenlik
Konseyi 1483 sayılı Kararın işlevsel 4. paragrafında, ittifak’ın işgal otoritesiyle
işbirliği yapması konusundaki rolünü ve BM’nin yeni demokratik bir Irak
hükümetinin kurulmasına katkısını kabul etmiş olduğunu ve dolayısıyla Güvenlik
Konseyi tarafından 1483 sayılı Kararla ortaya konan bu sonuçların illegal kuvvet
kullanılmasının olağan neticeleri olmasının imkansız olduğunu ileri sürmektedir.850
Bir başka grup yazar ise Irak’ı Özgürleştirme Operasyonu’nu Bush
Doktrini’nde öngörülen önleyici savaş doktrinin ilk somut örneği olarak görmekte ve
bunun Uluslararası Hukuka uygun olduğunu iddia etmektedirler. Bu görüşü savunan
yazarlardan örneğin Abraham D. Sofaer, önleyici/preemptive vuruşun meşru olması
için şahsına münhasır bir standart önermektedir. Sofaer, önerdiği standart
çerçevesinde, md. 51’in “vukuu muhakkak” bir tehdit durumuna sınırlandırılıyor
olarak yorumlanmasının zorunlu olmadığını ileri sürmektedir. Bu bağlamda Sofaer,
kuvvet kullanma dışındaki alternatif barışçıl yollar tüketildikten sonra, doğrudan ya
848
Taft IV, William H. ve Buchwald, Toddy F., a.g.m. , s. 563.
Wedgwood, Ruth ,“The Fall of Saddam Hussein: Security Council Mandates and Preemptive SelfDefence”, Agora:Future Implications of The Iraq Conflict, AJIL, Cilt 97, Sayı 3, 2003, s. 582.
850
Wedgwood, Ruth, a.g.m. , s. 582.
849
267
da dolaylı yollarla kitle imha silahlarını kullanma potansiyeline sahip devletlere karşı
önleyici meşru müdafaa hakkına başvurulmasının
“doğal” olan meşru müdafaa
hakkının bir parçası olarak sayılması gerektiğini iddia etmektedir.851 Önerdiği
standartları Irak olayına uygulayan Sofaer, Saddam Hüseyin rejiminin kitle imha
silahlarına sahip olduğunu ve kendi halkına karşı kimyasal silahlar kullandığını;
Saddam Hüseyin rejiminin geçmişte Ebu Nidal ve Ebu Abbas
gibi teröristleri
desteklemiş olduğuna işaret ederek; BM Güvenlik Konsey’i tarafından konan
ekonomik yaptırımlar sonucu kuvvet kullanılmasını gerektirmeyen tedbirlerin de
tüketilmiş olduğunu iddia etmekte ve Irak’a karşı önleyici meşru müdafaa hakkının
kullanılmış olmasının hukuka uygun olduğunu savunmaktadır. 852
Bu konuda devam eden tartışmalara katılan üçüncü bir grup yazar ise, BM
Andlaşması’nın yürürlüğe girmesinden sonra geçen 50 yılı aşkın bir süreden beri
devletlerin sık sık BM paradigmasına aykırı olarak münferiden kuvvet kullanmış
olmaları nedeniyle devletlerin örfi uygulamalarının BM Andlaşması’nın lafzıyla
çelişkili olduğunu dolayısıyla artık devlet uygulamasının herhangi örfi normunun
kuvvet
kullanılmasını
sınırlandırıyor
olarak
yorumlanamayacağını
iddia
etmektedirler.853 Böylece, BM Andlaşması’nda yer alan md. 2/4’deki kuvvet
kullanma yasağının ortadan kalktığını iddia eden bu yazarlara göre, BM Andlaşması
çerçevesi
artık devlet uygulamasını yansıtmamakta ve dolayısıyal
önleyici /
preemptive meşru müdafaa doktrini Uluslararası Hukuku ihlal etmemektedir.854
851
Sofaer, Abraham D., “On the Necessity of Pre-emption”, EJIL, Cilt 14, No.2, 2003, s. 220.
Sofaer, Abraham D., a.g.m. , s. 221-226.
853
Bu görüş için bkz. Glennon, Michael J., “…The Fog of Law…”, s. 539. Arend, Anthony Clark,
a.g.m. , s. 101.
854
Arend, Anthony Clark, a.g.m. , s. 101.
852
268
Irak’ı Özgürleştirme Operasyonu’nu meşrulaştırmak için ileri sürülen bu
argümanların tamamı eleştiriye açıktır. İlk olarak, BM Güvenlik Konseyi
kararlarının “esaslı-somut ihlalinin” Güvenlik Konseyi’nin 678 sayılı Kararda
öngörülen kuvvet kullanma yetkisini canlandırmış olduğu argümanı sorunsaldır.
Zira, 678 sayılı Karar, Güvenlik Konseyi tarafından Irak’ın Kuveyt’i işgalinin
kınayan ve saldırgana derhal çekilme çağrısında bulunan (2 Ağustos 1990, 660),
Kuveyt’in egemenliği tesis edilinceye kadar zorunlu yaptırımlar koyan (6 Ağustos
1990, 661) ve Irak’ın ilhakını hükümsüz (null and void) ilan eden ( 9 Ağustos 1990,
662) bir dizi kararın sonucu kabul edilmiştir. Söz konusu durumların tamamında,
kararların amacı yalnızca Kuveyt’i özgürleştirmekti. Ancak, bu kararlar Irak’ın geri
çekilmesini sağlayamadığı için Güvenlik Konseyi, VII. Bölüme gönderme yaparak,
“Kuveyt hükümeti ile işbirliği yapan üye devletlere …660 sayılı kararı ve daha
sonraki ilgili kararları desteklemek ve uygulamak için ve bölgede uluslararası barış
ve güvenliği yeniden tesis etmek için gerekli tüm vasıtaları kullanmaya” izin veren
678 sayılı Kararı (29 Kasım 1990) kabul etmiştir. 678 sayılı Kararda kolektif
tedbirlere izin verilmiş olmasına ilave olarak, “bölgede uluslararası barış ve
güvenliği tesis etme…” ifadesine yer verilmiş olması, Irak’a karşı kapsamlı kuvvet
kullanılmak için koalisyonun istekli herhangi bir devletinin taktir yetkisine bırakılmış
daha ileri düzeyde bir izinin-yetkinin verilmiş olduğunu düşündüremez. 855
Kimi zaman “tüm ateşkeslerin anası” olarak isimlendirilen 687 sayılı Karar
ise sadece Güvenlik Konseyi’nin bağlayıcı bir kararı değil aynı zamanda BM ve Irak
arasında yapılan bir uluslararası andlaşmadır. Irak, 3 Nisan 1991 tarihli 687 sayılı
Karar uyarınca “herhangi uluslararası terörist eylem gerçekleştirmeyeceği ya da
855
Franck, Thomas M., “What Happens Now? The United Nations After Iraq”, Agora: Future
Implications of The Iraq Conflict, AJIL, Cilt 97, Sayı 3, 2003, s. 612.
269
böyle eylemleri işleme kapasitesine sahip herhangi terörist örgütün ülke
topraklarında faaliyette bulunmasına müsaade etmeyeceğine” ilişkin olarak Güvenlik
Konseyi’ni bilgilendirme yükümlülüğü altındaydı.856 Yine, Irak 687 sayılı Kararın 8.
paragrafı altında, Irak’ın silahsızlandırılması için bütün kimyasal ve biyolojik
silahları ve bunlarla ilgili parçaları yok etme; bütün, araştırma geliştirme ve
destekleme faaliyetlerini ve üretim kolaylıklarını sona erdirme; ayrıca 150 km. den
daha uzun menzile sahip bütün balistik füzeler ve bunlarla ilgili alt sistemlerin
zararsızlaştırılması ya da yok edilmesi konularında da yükümlülük altındaydı.857
Irak’ın BM ve Güvenlik Konseyi’ne yönelik taahhütlerini yerine getirmemesi halinde
bu tespit, BM kolektif güvenlik meknizmasının öngördüğü prosedüre uygun olarak
yapılmak zorundadır. Nitekim, bunu sağlamak için, Güvenlik Konseyi, 687 sayılı
Kararda öngörüldüğü gibi “…konuyu elde tutmaya devam edecek ve mevcut kararın
uygulanması ve bölgede güvenliğin sağlanması için gereken daha ileri düzeydeki
adımları atacaktı”.858 Dolayısıyla, Irak’ın Konseye yönelik taahhütlerine uyup
uymadığını tespit etmeye, bu yükümlülüklerin ne kadar yürürlükte kalacağına ve
bunların ihlali halinde ne yapılması gerektiğine karar vermeye bireysel devletler
değil sadece BM Güvenlik Konseyi yetkilidir.859 Fiili bir silahlı saldırının
yokluğunda Güvenlik Konseyi’nin, devletlere silahlı güçleri konuşlandırmak için
münferit bir taktir yetkisi verdiğini iddia etmek md. 2/4’ün yapısından görülmemiş
bir ayrılma olacaktır. 860
856
U.N. Doc. S/Res/687, parag. 32.
U.N. Doc. S/Res/687, parag. 32.
858
U.N. Doc. S/Res/687, parag. 34.
859
Franck, Thomas M., a.g.m. , s. 612.
860
Franck, Thomas M., a.g.m. , s. 613.
857
270
Sonuç olarak, ne Mart 2003’te bölgenin mevcut barış ve güvenlik ortamı
kuvvete başvurmayı gerektirmekteydi ne de Güvenlik Konseyi, bölgenin barış ve
güvenliğinin tehdit altında olduğunu saptama yetkisini üye devletlerin taktirine
bırakmıştı. 687, 707, 715, 1154, 1194, 1205 ve 1441 sayılı kararlarda öngörülen
yükümlülüklerin “esaslı-somut ihlali” iddiası, Washington ya da Londra’yı hukukun
içinde hareket ettikleri argümanlarını ikna edici kılmamaktadır.
İkinci olarak , ABD’nin kitle imha silahlarına sahip olan devletler hakkında
özellikle bunların yöneticileri Saddam Hüseyin gibi bir lider olduğunda endişe
duyması anlayışla karşılanabilir. Fakat, daha fazlası olmaksızın, sadece kitle imha
silahlarına sahip olma ya da bir silahsızlanma koşulunun ihlali bir silahlı saldırıya
ulaşmaz. Nitekim, BM Genel Kurulu’nun 49/75K (1994) sayılı Kararı ile, nükleer
silahların tehdidi ya da kullanılmasına Uluslararası Hukukta izin verilip
verilmediğine ilişkin olarak Uluslararası Adalet Divanı’nından bir danışma görüşü
istemesi üzerine, Divan bu tür silahların kullanılmasının Uluslararası Hukuka uygun
olup olmadığını değerlendirme yoluna gitmiştir. Nükleer silahlar konusunda
Divan’ın verdiği danışma görüşü “Jus ad bellum” ve “jus in bello” açısından önemli
unsurlar içermektedir.861
Nükleer silahların kullanılması mevzusunu jus ad bellum’u uygulayan Divan
“Nükleer silahlarla kuvvet kullanma ya da tehdidi BM Andlaşması md. 2/4 hükmüne
aykırıdır ve md. 51’in koşullarını karşılamayacağı için hukuk dışıdır” yargısına
varmıştır. Divan’ın kullanılan silah türüne bakmaksızın herhangi kuvvet kullanımının
861
Greenwood, Christopher “Jus Ad Bellum and Jus in Bello in the Nuclear Weapons Advisory
Opinion”, International Law, the International Court Of Justice and Nuclear Weapons içinde ,
Laurence Boisson de Chazourness ve Philippe Sands, (eds.), Cambridge University Press,
Cambridge, 1999, s. 250.
271
md. 2/4 ‘e aykırı olacağını sonuçlandıran bu yargısı şaşırtıcı değildir.862 Divan’ın,
md. 51 altında meşru müdafaa hakkının orantılılık ve gereklilik kriterlerine konu
olduğuna ve bu kriterlerin uluslararası örfi hukukta meşru müdafaa hakkının parçası
olduğuna karar vererek jus ad bellum ve jus in bello’yu hukukun tamamen iki farklı
kolu olduğu görüşünü kabul etmemiş olması, jus ad bellum’ un da çatışma sırasında
devletlere, silah, hedef ve çatışma bölgesinin seçimi konusunda ek sınırlamalar
getirdiğini kabul etmiş olması oldukça önemlidir.863
Divan Danışma Görüşü’nün 105 (2) E paragrafında ise “ Mevcut
Uluslararası Hukuk altında, meşru müdafaanın ekstrem koşulları içinde, bir devletin
bekası tehlike içinde olduğunda, nükleer silahların tehdidi ya da kullanılmasının
meşru ya da gayri meşru olup olmadığını kesin şekilde sonuçlandıramayacağına”
karar vermiştir.864 Divan’ın Uluslararası Hukukta, nükleer silahların tehdidi ya da
kullanılmasını yasaklayan evrensel bir yasak olmadığı gibi;
nükleer silahların
tehdidi ya da kullanılmasına da izin veren hiçbir Uluslararası Hukuku kuralının
bulunmadığını belirten bu görüşü meseleyi ihtilaflı ve karmaşık bırakmaya devam
etmektedir. Bu nedenle, yazarların bir kısmı Divan kararını “hukuk boşluğu/non
liquet” olarak değerlendirmektedir.865 Günümüzde, nükleer silahlara sahip olma ve
kullanma konusunda etik olarak güçlü bir karşıtlık vardır. Dünya kamuoyu, şiddetle
nükleer silahsızlanmayı savunmaktadır. Ancak, aynı şey devletler için geçerli
862
Greenwood, Christopher, “Jus Ad Bellum and Jus in Bello in the Nuclear Weapons Advisory
Opinion”, a.g.e. , s. 257.
863
Greenwood, Christopher, “Jus Ad Bellum and Jus in Bello in the Nuclear Weapons Advisory
Opinion”, a.g.e. , s. 258.
864
Advisory Opinion on the Legality of the Threat or Use of Nuclear Weapons, 1996 I.C.J., s. 226,
266, 8 Haziran 1996.
865
Mullerson, Rein, “On the Relationship Between Jus Ad Bellum and Jus in Bello in the General
Assembly Advisory Opinion”, International Law, the International Court Of Justice and Nuclear
weapons içinde, Laurence Boisson de Chazourness ve Philippe Sands, (eds.), Cambridge University
Press, Cambridge, 1999, s. 267.
272
değildir. Bu durum uluslararası toplumun nükleer silahlara sahip olma ve kullanma
konusunda
evrensel
bir
yasağa
ulaşmasının
hala
çok
uzak
olduğunu
göstermektedir.866 Dolayısıyla, Divan’ın Danışma görüşü bu konuda dünyanın içinde
bulunduğu mevcut ihtilafı yansıtmaktan öteye gitmemektedir.867
Bununla birlikte, UAD’nin söz konusu danışma görüşü belirsizlikler
içermesine rağmen, uluslararası örfi hukuk altında devletler için yalnızca nükleer ve
benzeri silahlara sahip olmak hukuka aykırı değildir. Bu çerçevede bu tür silahların
kullanılması ya da tehdidi olmaksızın yalnızca bu tür silahlara sahip olmanın bir
“silahlı saldırı” sayılması mümkün değildir. Dolayısıyla, ABD’nin Irak’ı
Özgürleştirme Operasyonu’nu Bush Doktrini’nin öngördüğü
“Önleyici Savaş
Doktrini’nin” ilk somut uygulaması olarak değerlendirmek yerinde olacaktır.
c. Irak Sonrası Jus Ad Bellum ve BM Kolektif Güvenlik Sisteminin
Geleceği
i. Md. 2/4’ün Yeniden Alevlenen Yorum Sorunları
Şu an md. 2/4’ün yorumlanması konusunda önceden mevcut anlaşmazlıkların
yeniden canlandığı bir dönemde bulunuyoruz. Kaçınılmaz olarak Neo- realist görüşü
benimseyen yazarlar,
devletlerin, BM Andlaşması md. 2/4’deki yasağı devamlı
olarak ihlal etmiş olmalarını delil olarak göstererek, etkin devlet uygulamasının bu
normu işlevsiz kıldığını ve sonuç olarak
BM Andlaşması md. 2/4’deki kuvvet
kullanma yasağının ortadan kalktığını iddia ediyorlar. Örneğin sadece toprak ilhakı
866
Mullerson, Rein, “On the Relationship Between Jus Ad Bellum and Jus in Bello in the General
Assembly Advisory Opinion”, a.g.e. , s. 273.
867
Mullerson, Rein, “On the Relationship Between Jus Ad Bellum and Jus in Bello in the General
Assembly Advisory Opinion”, a.g.e. , s. 274.
273
için kuvvet kullanma konusunda örfi bir yasak olduğunu iddia eden Anthony Clark
Arend, “Bir hukuk kuralı sadece otoriter ve denetleyense varsayılan bir normdur.
Kuralın otoriter olması için, devletler tarafından hukuk olarak algılanması
zorunludur yani hukukun geleneksel söylemi içinde kural opinio juris’e sahip olmak
zorundadır. Kuralın denetleyen olması içinse devletlerin fiili uygulamaları
tarafından yansıtılması gereklidir. Md. 2/4’ deki kuvvet kullanma yasağının gerçek
norm
sayılması için otoriterliğini ve etkinliğini kanıtlamak zorundadır… BM
Andlaşması’nın yürürlüğe girmesinden bu yana geçen sürede
devletlerin örfi
uygulamaları BM Andlaşması’nın lafzı ile şiddetli şekilde çelişki içinde olmuştur…
BM Andlaşması çerçevesi doğru şekilde devlet uygulamasını kontrol etmemektedir.
Dolayısıyla, md. 2/4’ün yaşayan Uluslararası Hukuku
yansıtmakta olduğu
söylenemez” demektedir. 868
Benzer şekilde, Michael J. Glennon ise, “Kuvvet kullanmaya ilişkin uluslararası
“kurallar” artık devletler tarafından bağlayıcı sayılmamaktadır. (1945 - 1999
yılları arasında, BM üyelerinin 3’ te 2’ si - 189 tanesinden 126 tanesi- 22 milyondan
fazla insanın öldüğü 291 devletlerarası çatışmalara katılmıştır. Bu çatışmalar dizisi,
780 milyon insanı temsil eden 19 NATO demokrasisinin rezalet bir şekilde BM
Andlaşması’nı ihlal ettiği Kosova müdahalesi ile tamamlandı. Şu an Uluslararası
sistem bir tanesi de jure, diğeri de facto olmak üzere, iki sistemin paralel bir evreni
içinde yaşamaktadır. De jure sistem,
devletler arasında kuvvet kullanmayı
düzenleyen aldatıcı normlardan oluşan platonik bir dünyadır. De facto sistem ise de
jure sistemin reddedildiği, gerçek dünyada, kuralların düzenli şekilde ihmalinin
ağırbaşlı şekilde ilan edildiği fiili devlet uygulamalarından, oluşmaktadır… Sonuç
868
Arend, Anthony Clark, a.g.m. , s. 99; Arend, Anthony Clark, Beck Robert J., a.g.e. , s. 179-180.
274
olarak, BM Andlaşması’nın kuvvet kullanma rejimi çökmüştür. Bu , önemli şekilde,
md. 2/4’te tesis edilen devletler arasında kuvvet kullanma yasağını kapsamaktadır.
Bu argümandan kaynaklanan doğal sonuç ise, md. 51’in hiçbir pratik değere sahip
olmadığıdır. Burada etkin bir kuvvet kullanma yasağı yoksa muhtemel bir istisnanın
geniş yorumunu düşünmek anlamlı olmayacaktır. Aynı şeyin, meşru müdafaa içinde
kuvvet kullanılmasını sınırlayan 51. maddenin farzedilen kıstlamaları hususunda da
söylenebileceğini iddia ediyorum. Bu nedenle, 51. maddenin Afganistan ya da başka
yerlerde (Endenozya, Kuzey Kore, iran , Irak vb.) terörizme karşı savaşta Amerikan
politikacılarına sağduyulu şekilde rehberlik yapamayacağını iddia ediyorum.”
demektedir. 869
Şu an içinde bulunduğumuz uluslararası ortam şüphecilerin zamanı olmakla
birlikte, bu üzücü tahminlerin yeni bir jeopolitik gerçeği doğru şekilde yansıtıp
yansıtmadığı ya da bunların sadece dünyanın tek süper gücünün engellenemeyen
davranışları nedeniyle hissedilen geçici hoşnutsuzlukların işaretleri olup olmadığı açık
değildir. Bununla birlikte, yine de bu tür argümanlar eleştiriye açık argümanlardır.
Düzenlenen yasak ile uygulama arasındaki “açığı” bu alanda hukukun etkin olmadığı
ya da anlamsız kaldığı şeklinde yorumlamak zorunlu değildir.870 Nitekim, UAD’ın
Nikaragua davasında kuvvet kullanma yasağının örfi uluslararası hukuku temsil edip
etmediğine ilişkin tartışmasında çok iyi bilinen pasajda belirttiği gibi “ Divan bir
kuralın “örf” olarak tesis edilmesi için mukabil uygulamanın kural ile mutlak şekilde
katı uyum içinde olması gerektiğini
düşünmüyor. Örfi kuralların varlığını ortaya
çıkarmak için Divan, devlet davranışının böyle kurallarla, genel olarak, uyumlu
olmasını yeterli sayıyor ve verilen bir kuralla uyumlu olmayan devlet davranış
869
870
Glennon, Michael J., “…The Fog of Law…” s. 540-541.
Gray, Christine, a.g.e. , s. 19.
275
örneklerinin yeni bir kuralın tanınmasının belirtileri olarak değil; genel olarak bu
kuralın ihlalleri olarak davranılması gerektiğini düşünüyor. Bir devlet prima facie bir
yol içinde tanınmış bir kurala aykırı davranırsa fakat eylemini kuralın içinde bulunan
istisnalara ya da meşrulaştırmalara başvurarak savunuyorsa, ardından devletin eylemi
bu esasta meşrulaştırılabilir olsun ya da olmasın, bu davranışın önemi kuralı
zayıflatmaktan ziyade kuralı teyit eder.”871 Tutarsız devlet uygulamaları, yeni bir
uluslararası örf ve adet hukukunun doğuşu istikametinde hareket eden uygulamalar
olarak değil; hukukun ihlalleri olarak değerlendirildiği sürece BM Andlaşması’nda
somut ifadesini bulan kuvvet kullanma yasağına ilişkin kural ayakta kalacaktır. Bu
çerçevede uluslararası toplumun kurallar için desteğini ifade etmeye devam etmesi
gerekmektedir. Zira bu davranışta devlet uygulamasının bir başka şekli olup, mevcut
normun varlığını teyit edecek ve onu yaşatacaktır.
ABD’nin şimdiye kadar yeni bir hukuk kuralı geliştirmeyi amaçladığını
beyan etmemesi, aleni olarak BM hukukunun ortadan kalktığını ya da ABD’nin
Uluslararası Hukukla bağlı olmadığını ilan etmemiş olması oldukça önemlidir. Bu
durum, md. 2/4’de öngörülen kuvvet kullanma yasağının ABD güvenliğini ve
değerlerini korumak için de önemli olduğuna işaret etmektedir.872 Diğer taraftan, bir
yandan başta Fransa, Almanya olmak üzere Avrupa ülkeleri ve ABD arasında oluşan
derin Trans-Atlantik çatlak, diğer yandan da Rusya ve Çin’in savaş karşıtı tutumları
md. 2/4’deki kuvvet kullanma yasağını ortadan kaldıran yeni bir uluslararası örf ve
adet hukuku kuralının oluşmadığını kanıtlamaktadır.873 Sonuç olarak, md. 2/4’te
871
I.C.J. Report 1986, parag. 186.
Henkin, Louise, “Use of Force: Law and U.S. Policy”,a.g.e., s. 69.
873
Byers, Michael, a.g.m. , s. 16.
872
276
öngörülen kuvvet kullanma yasağının 2003 Irak olayından sonra ortadan kalktığını
iddia etmek prematüre bir değerlendirmedir.874
Kolektif güvenlik sisteminin öngörüldüğü biçimiyle hiçbir zaman işlememiş
olduğu bir gerçektir. Bununla birlikte, BM Andlaşması md. 2/4’deki yasak, BM
kolektif güvenlik sisteminin çalışmasına bağlı bir yasak değildir. BM Andlaşması,
Milletler Cemiyeti Misakı’nın tersine, kuvvet kullanma yasağını, kolektif güvenlik
mekanizmasının
etkili
olarak
işlemesine
bağlamamıştır.
Md.
2/4
BM
Andlaşması’nın, Güvenlik Konseyi’nin kolektif güvenlik sistemiyle ilgili yetkilerini
düzenleyen VII. Bölümlerindeki hükümlerden tümüyle bağımsızdır.875
ii. Irak Sonrası BM Kolektif Güvenlik Sisteminin Geleceği ve Güvenlik
Konseyi’nin Rolü
aa. BM Kolektif Güvenlik Sisteminin Yükselişi ve Çöküşü
1945 tarihli Birleşmiş Milletler Andlaşması milletlerarası toplumda ilk kez
bir ortak güvenlik sistemi getirmeyi amaçlamıştır. Kuvvet kullanma veya kullanma
tehdidinde bulunma devletlere yasaklanmış ve yasağı ihlal eden devletlere karşı
harekete geçme yetki ve sorumluluğu savaşın galibi beş büyük devletin sürekli
temsil edildiği
Güvenlik Konseyi’ne verilmiştir. Fakat bu sistem, öngörüldüğü
biçimiyle hiçbir zaman işlememiştir. Milletlerarası barış ve güvenliğin sağlanması
bozulmuşsa, iadesi için gerekli maddi güç teşkilatın emrinde bulundurulamamış ve
bundan ötürü Güvenlik Konseyi hiçbir olayda 42. maddeyi işleterek silahlı kuvvet
kullanımını içeren zorlayıcı önlemler uygulanması yolunda üye devletler için
874
875
Stromseth, Jane E., a.g.m. , s. 629.
Başeren, Sertaç H., a.g.e. , s. 54.
277
bağlayıcı bir kararı alamamıştır. Barış ve güvenliğin sağlanmasında büyük
devletlerin işbirliğinin gerekliliği ve bunun hukuki vasıtası olarak beş büyüklere
tanınan veto hakkı, amaçlananın aksine Konsey’in zorlayıcı önlemler almasına
imkan veren VII. Bölüm hükümleri çerçevesinde karar alınmasını engellemiştir.
Barış ve güvenliği sağlanmasında büyük devletlerin işbirliğinin gerekliliği ve bunun
hukuk vasıtası olarak beş büyük devletlere tanınan veto hakkı, amaçlananın aksine,
Konsey’in zorlayıcı önlemler almasına imkan veren VII. Bölüm hükümleri
çerçevesinde
karar alınmasını engellemiştir.
Karar alınabildiği
durumlarda da
bunun icrası yetkisi yerine göre bir grup üye devlete veya bir teşkilata devredilmesi
gerekmiştir. Bunun gibi, barış ve güvenliğin korunmasında Güvenlik Konseyi
hareketsiz kaldığında Genel Kurulu devreye sokan 3 Kasım 1950 tarihli 377 A sayılı
“Barış İçin Birlik Kararı” ve yine hazır bir Birleşmiş Milletler gücünün
oluşturulamamasından kaynaklanan boşluğu doldurmak için üye devletin rızasıyla
işlev görecek barış gücü uygulamaları BM Andlaşması’nda öngörülmeyen ve fakat
meşruiyeti artık tartışmalı olmayan uygulamalar haline gelmiştir. 876
Soğuk Savaş’ın sona ermesi ve iki kutuplu dünya düzenin Sovyetler Birliği
tarafının yıkılmasının ardından 1970’lerin normatif güç dengesi sistemi ikna ediciliğini
kaybetmiştir. ABD’nin tek süper güç olarak kaldığı Soğuk Savaş sonrası dönemde
kolektif güvenlik sistemi yeniden keşfedilmiştir. Yaklaşık bir on yıl süren bu dönemde
Kolektif güvenlik sistemi
adeta yeniden doğmuştur. Bu taşkın dönem Güvenlik
Konseyi’nin Dünya Ticaret Merkezi ve Pentagon’a yönelik terörist saldırılara tepki
olarak 1368 ve 1373 sayılı
kararları
kabul ettiği 11 Eylül 2001’ de en yüksek
seviyesine ulaşmıştır. Bu kararlar sadece küresel bir karar verici forum olarak
876
Toluner, Sevin, a.g.m. , s. 245.
278
Konsey’in iyiniyet ve kolektif bilgeliğini değil aynı zamanda eski Andlaşma metnini
yeni ivediliklere adapte etmedeki BM Andlaşması sisteminin esnekliğini de
kanıtlamıştır.877 Çabucak değişen bir dünyada, Güvenlik Konseyi 1373 (2001) sayılı
Kararı kabul ederek sadece “uluslararası terörizmin herhangi eylemini uluslararası barış
ve güvenliğe yönelik bir tehdit” olarak ilan etmekle kalmamış; aynı zamanda, 11 Eylül
ile bağlantılı olup olmadığına bakmaksızın, terörizme karşı savaşta tamamen genel bir
rejim ihdas etmiştir.878 Bu rejim terörizmin finansmanının önlenmesini, fonların
dondurulmasını, istihbarat bilgilerinin paylaşımını, teröristlerin cezalandırılmasını, etkin
sınır kontrollerini kapsamaktadır. Kararda öngörülen tedbirler dizisi oldukça geniştir.
Nico Krisch’e göre, 1373 sayılı Karar BM Andlaşmasının VII. Bölümü altında gerçek
bir yasama/legislative niteliğinde bir kararıdır. Bu yasama yetkisi Güvenlik Konseyi’nin
BM Andlaşması altındaki genel zorlama yetkisi ile bağdaşmamakla birlikte; BM üyesi
devletler
1373
(2001)
sayılı
Karara
itiraz
etmemişler,
Kararda
öngörülen
yükümlülükleri yerine getirmeyi kabul etmişlerdir. Böylece, uygulama ile daha önce bir
çok kez olduğu gibi, BM Andlaşması normları değiştirilmiştir. Uluslararası terörizmle
mücadele barış ve güvenlik alanında Güvenlik Konseyi’ni bir uluslararası “yasama
organı” haline dönüştürmüştür.879 1373 (2001) sayılı Karar sadece yasama etkisi
nedeniyle önemli değildir fakat aynı zamanda bu Konsey’in yürütme yetkilerini de
güçlendirmiştir. Güvenlik Konseyi 1373 (2001) sayılı Karara dayanarak aktif bir
Terörizm Karşıtı Komite (Counter-Terrorism Committe) kurarak etkin bir uygulama
877
Stromseth, Jane E., a.g.m. , s. 640 ; Franck,Thomas M., a.g.m. , s. 609-610.
Krisch, Nico, “The Rise and Fall of Collective Security: Terrorism, US Hegemony, and the Plight
of the Security Council”, Terrorism as a Challenge for National and International Law: Security
Versus Libert içinde, Christian Walter, Silja Vöneky, volker Röben, Franck Schorkopf, (eds.),
Berlin/Heidelberg, 2003, s.6, (http://edoc.mpil.de/conference-on-terrorism/index.cfm).
879
Krisch, Nico, a.g.m. , s. 7.
878
279
mekanizması oluşturmuştur.880 Böylece, terörizme karşı savaş sadece geleneksel
kolektif güvenlik tedbirlerini güçlendirmemiş fakat aynı zamanda Güvenlik
Konseyi’nin yasama, yürütme ve düzenleme mekanizmalarını güçlendirerek bu siyasi
organı yapısal bir dönüşüme uğratmıştır. Bu gelişmeler, BM Andlaşması’nın statik bir
düzenleme olmadığını fakat organik gelişme kapasitesine sahip yarı anayasal karekterde
kurucu bir belge olduğunu teyit etmektedir.881
Kolektif güvenlik sisteminin canlanmasına sadece terörizmin doğası ya da
Güvenlik Konseyi’nin yapısal esnekliliği neden olmamıştır. Kolektif güvenlik
sisteminin Konsey’in güçlü üyelerinin özellikle de son yıllarda bir hegemon güç olarak
beliren ABD’nin devam eden çıkarlarına hizmet etmiş olması bu sonucu doğurmuştur.
Hegemon bir güç olarak ABD’nin Uluslararası Hukukdaki rolüne işaret eden Detlev F.
Vagt bu konuda “ABD Uluslararası Hukukun yalnızca bir sujesi değildir. Dünyada
hakim güçtür. Roma İmparatorluğu’ndan beri herhangi devletten daha hakim bir
güçtür. Dolayısıyla, amansız ve acımasız niyetini göstererek, ABD normları yeniden
şekillendirecek,
beklentileri
değiştirecek
ve
yeni
realite
oluşturabilecek
bir
pozisyondadır” demektedir. 882
Hukuksal incelikleri bir kenara bırakan Bush Doktrini ve Mart 2003’te
gerçekleştirilen Irak’ı Özgürleştirme Operasyonu ile kolektif güvenlik sistemi
yeniden “marjinalleştirilmiş” , “araçsallaşttırılmış ve “ikincilleştirilmiştir”.883 ABD
hegemonyası ve terörist tehdidin karşılıklı olarak birbirlerini beslemesi sonucu bu iki
etki arasında kalan kolektif güvenlik sistemi, hegemon tarafından gerçekleştirilen
880
Krisch, Nico, a.g.m. , s. 7-13.
Franck,Thomas M., a.g.e. , s. 6.
882
Vagts, Detlev F., “ Hegemonic International Law”, AJIL, Cilt 95, Sayı 4, 2001, s. 843,
883
Sthan, Carsten, “Enforcement of Collective Will After Irak”, Agora (Continued): Future
Implications of The Iraq Conflict, AJIL, Cilt 97, No. 4, 2003, s. 808.
881
280
terörizme karşı savaştaki desteğini azalttığı anda, zorlama sistemindeki rolünü
kaybetmiştir.884
bb. Kolektif Güvenlik Sisteminin Geleceği
Michael J. Glennon:
“…Devletler arasındaki büyük güç eşitsizlikleri,
kültürel farklılıklar ve kuvvet kullanma konusunda farklılaşan görüşlerin bir sonucu
olarak
BM kolektif güvenlik sistemi çökmüştür… Sistemin fonksiyonsuzluğu bir
hukuk meselesi değil fakat bir jeopolitik meseledir. Yeni normlar güç ve kültür
dinamiklerini ve güvenlik ihtiyaçlarını yansıtmazsa tekrar kağıt üzerindeki normlara
dönüşecektir” demektedir.885 Kolektif güvenlik sisteminin çöktüğünü savunan bu tür
görüşlere katılmak mümkün değildir. Bununla birlikte, günümüzde Güvenlik
Konseyi’nin kuvvet kullanma üzerindeki tekeli aşınmıştır ve Güvenlik Konseyi
yapısal bir dönüşüm içindedir.
Kolektif güvenlik sisteminin aşınması hem tek taraflı hem çok taraflı eylem
düzeylerinde olmuştur. Irak operasyonuna kadar başta ABD olmak üzere güçlü
devletlerin hegemonik politikalarını hukukun dışında değil içinde meşrulaştırdıkları
görülmektedir. Gerçekten, devletler Konsey izni olmaksızın dışardaki vatandaşları
kurtarmak için müdahalelerini ya da terörist eylemlere karşı kuvvete dayalı
yanıtlarını savunmak için md. 2/4’ü sınırlandıran yaklaşımlara ya da md. 51’in
geniş yorumuna dayanarak meşrulaştırmışlardır. Bu uygulamalar, mevcut BM
884
885
Krisch, Nico, a.g.m. , s. 25.
Glennon, Michael J., “The UN Securtiy Council in a Unipolar World”, s. 107-108.
281
Andlaşması normlarını hükümsüz kılmamış fakat söz konusu normların örf ve adet
hukuku normu haline gelme etkilerini zayıflatmıştır.886
Bölgesel zorlama eylemlerinin sorgulanmaz şekilde BM Andlaşması
lafzından sapmış olması da sistemin tam bir yıkılışına neden olmamıştır. BM
Andlaşması
md. 53/1 açıkça “BM Güvenlik Konseyi’nin izni olmaksızın bölge
andlaşmaları gereğince ve bölge teşkilatları tarafından hiçbir zorlayıcı harekete
teşebbüs edilmeyecektir”
887
demesine rağmen,
BM Güvenlik Konseyi eylem
yapmakta isteksiz olduğu durumlarda devletler Güvenlik Konseyi’nin izni
olmaksızın kimi olaylara müdahale etmişlerdir. Nitekim, 1990’da Batı Afrika
Devletleri Ekonomik Topluluğu (ECOWAS ve ECOWAS İzleme Grubu ECOMOG)
Konsey’in iznini aramaksızın Liberya’ya ve 1997’de ECOWAS adına hareket eden
Nijerya, Sierra Leone’ye müdahale ederek, md. 53/1’de somutlaşan “bölgesel
örgütler Güvenlik Konseyi’nin izni olmaksızın kuvvet kullanamaz” ilkesine ciddi
bir darbe indirmiştir.888
Güvenlik Konseyi’nin izini olmaksızın Mart 1999’da
gerçekleştirilen Kosova müdahalesi ise kolektif güvenlik sisteminin işlevselliği
hakkında küresel bir tartışma başlatmıştır. NATO’nun bazı üyeleri, 1160, 1199 ve
1203 sayılı Güvenlik Konseyi Kararlarına dayanarak müdahaleyi Konseyi’in “zımni
yetkilendirmesi” argümanına dayandırırken; NATO üyesi devletlerin bir başka kısmı
ise
müdahaleyi
“İnsani
Zorunluluk/humanitarian
necessity”
ilkesine
dayandırmışlardır. 889
886
Sthan, Carsten, “Enforcement of Collective Will After Irak”, s. 811.
Bkz. BM Andlaşması md. 53 (1).
888
Franck, Thomas M., a.g.e. , s. 155-162.
889
Gray, Christine, “From Untiy to Polarization: International Law and Use of Force Against Iraq”,
EJIL,Cilt 13, Sayı 1, 2002, s.17-18.
887
282
Bununla birlikte, Güvenlik Konseyi 20 Ağustos 1991 tarihli ve 1260 sayılı
Kararı ile ECOWAS ve ECOMOG’un Liberya’ya müdahalesini ; 19 Kasım 1999
tarih ve 788 sayılı Kararı ile 1997’de ECOWAS adına hareket eden Nijerya’nın
Sierra Leone’ye müdahalesini geriye dönük/ex post fact bir şekilde onaylamıştır.
Kosova’ya yönelik NATO müdahalesini ex post facto onaylamış olmamakla birlikte,
Güvenlik Konseyi müdahalenin sonuçlarını kabul ederek müdahaleyi “mazur
görülebilir bir hukuka aykırılık” olarak kabul etmiştir.
Sonuç olarak, bu olaylar Güvenlik Konseyi’nin, Konsey izni olmaksızın
gerçekleştirilen kuvvet kullanma olaylarıyla ilgilenmek için alternatif mekanizmalar
geliştirme yoluna gittiğini somutlaştırmaktadır. Olayların bir kısmında, belli ihlalleri
kabul edilebilir bir davranış modeli olarak tolere etme eğilimi gösteren Güvenlik
Konseyi, “yatıştırma/mitigation” teorisi olarak isimlendirilen ihlalin sonuçlarını
Uluslararası Hukuk sistemi içinde daha kabul edilebilir kılmaya teşebbüs eden bir
yöntemle Irak’ı Özgürleştirme Operasyonu’nu tolere etme yoluna gitmiştir.
890
Hukuka aykırı kuvvet kullanma ile çatışma sonrası ABD ve İngiliz güçlerinin
Irak’taki yasal varlıkları arasındaki açığı kapatmak için Konsey 22 Mayıs 2003
tarihli 1483 sayılı Kararı kabul etmiştir.891 Güvenlik Konseyi, 1483 sayılı Kararda
Irak’ın işgalini zımni olarak uygun bulduğu şeklinde yorumlanabilecek herhangi
üsluptan kaçınarak sadece ABD’nin ve İngiltere’nin işgal gücü olarak Irak’taki
devam eden varlıklarını onaylamıştır. 892
2003
zorlama
Irak Harekatı ile ivme kazanan
eylemleri
konusunda
ademi
890
gelişmeler, kuvvet kullanma ve
merkezileşmenin
Sthan, Carsten, “Enforcement of Collective Will After Irak”, s. 817.
U.N. Doc. S/RES/1483, 22 Mayıs 2003.
892
U.N. Doc. S/RES/1483(2003), parag. 4.
891
283
arttığını;
Güvenlik
Konseyi’nin bir zorlama organı olarak rolünün azaldığını ve otorite kaybına
uğradığını göstermektedir. Paradoksal olarak, Güvenlik Konseyi’nin bir zorlama
organı olarak rolündeki söz konusu azalış, normatif otoritesindeki bir artışla
gerçekleşmektedir. Bu gelişmeler,
Irak’ı Özgürleştirme Operasyonu
sonrasında
BM Güvenlik Konseyi’nin iznine başvurmanın seçimlik hale gelip gelmediği
sorusunu sormayı elzem hale getirmektedir.
Bu soruya verilecek yanıt hayır
olmalıdır. Çünkü ilk olarak, BM Andlaşması’nın “özünü” oluşturan md. 2/4’deki
kuvvet kullanma yasağının jus cogens bir kural olduğu göz önünde bulundurulursa
devlet uygulamaları vasıtasıyla jus cogens doğadaki bu kuraldan bir sapmaya izin
veren aynı normatif statüde liberal bir kuralın oluştuğundan söz etmek imkansızdır.
Diğer taraftan, md. 2/4’deki yasağın normatif statüsünün
jus cogens nitelikte
olmadığı kabul edilse bile, Güvenlik Konseyi’ne başvurma yine de seçimlik hale
gelmemiştir. Zira, Konsey iznine başvurmaksızın bölgesel örgütler vasıtasıyla
kolektif kuvvet kullanılmasına izin veren bir uluslararası örf ve adet hukukunun
oluşması için gerekli olan, devlet uygulamaları ne genel ne de istikrarlıdır. Nitekim,
devletlerin ve yazarların Kosova müdahalesi konusundaki hakim görüşlerinin
müdahalenin meşru olmadığı yönünde olması,893 benzer şekilde Irak’ı Özgürleştirme
Operasyonu’nun da hem devletlerin çoğunluğu tarafından hukuka aykırı bulunmuş
olması, hem de önde gelen Avrupalı894 ve ABD’li 895 ve dünyanın diğer ülkelerine
mensup yazarlar896 tarafından hukukun ihlali olarak kınanmakta olması böyle bir
sonuca ulaşmaya yardımcı olmaktadır.
893
Franck, Thomas M., a.g.e. , s. 180-181.
Wedgwood, Ruth, a.g.m. , s. 576, 582.
895
Franck, Thomas M.., a.g.m. , s. 614.
896
Tarhanlı, Turgut, “Kuvvet Kullanma, Hukuk ve Türkiye”, http://www.gunisigihukuk.com/
kuvvetkullanma.html, ( 27 Haziran 2004).
894
284
ABD’nin terörizme karşı uzun vadeli mücadelesinin kısır bir döngü içine
girmemesi dünyanın geri kalan devletlerinin özellikle de müslüman devletlerin ve
dünya kamuoyunun sempatisini ve desteğini kazanmasına bağlıdır. Yani, terörizme
karşı savaş meşruluk gerektirmektedir. Bu meşruluğu ise ancak araçsallaştırılmayan,
marjinalleştirilmeyen uluslararası kurumlar ve özellikle de BM Güvenlik Konseyi
sağlayabilir.
285
SONUÇ
Etkiye dayalı bir mücadele yöntemi olan terörizm bir çok bakımdan
Uluslararası Hukukun ilgi alanına girmektedir. Uluslararası Hukukun terörizme karşı
devletlerin ülkeleri dışında münferiden kuvvet kullanması konusuyla ilgisi ise özel
önem taşıyan güncel bir inceleme konusudur.
Uluslararası Hukuk doktrininde terörizmin genel kabul görmüş tek bir tanımı
yoktur. Terörizmin genel kabul görmüş tek bir tanımının yapılamamış olması
uluslararası toplumun terörizmle mücadelede en büyük engellerinden birisidir.
Terörizmin genel kabul görmüş tek bir tanımının yapılması terörizme karşı etkin bir
mücadele stratejisi geliştirmek için elzemdir. Zira terörizmin genel ve kapsamlı bir
tanımının yapılması halinde terörizmle mücadelede uluslararası toplumun karşılaştığı
en büyük zafiyet olan işbirliği sağlanacak ve barışçıl çözüm yollarının uygulanması
daha da kolaylaşacaktır. Bu bağlamda, BM Genel Kurulu tarafından hazırlanan
“Terörizmin Önlenmesi Konusunda Kapsamlı Taslak Sözleşme”
büyük önem
taşımaktadır. Zira, Kapsamlı Taslak Sözleşme’nin kabul edilmesi halinde terörizmle
mücadele
sorun
olmaktan
çıkacaktır.
Bununla
birlikte,
Kapsamlı
Taslak
Sözleşme’nin 2 ve 18. maddeler gibi bazı önemli maddeleri üzerinde devam eden
derin
görüş
ayrılıkları
Kapsamlı
Taslak
Sözleşme’nin
kabul
edilmesini
engellemektedir. Bu durum, terörizmin tanımlanamaması sorununun, kısa zamanda,
görülebilir, tahmin edilebilir bir zaman dilimi içerisinde aşılmasının mümkün
olmayacağına işaret etmektedir.
Uluslararası toplumun terörizmin genel kabul görmüş tek bir tanımına
ulaşamamış olmasının, devletler arasındaki mevcut güç eşitsizliklerinden, siyasal
sistemlerinin, ideolojilerinin, siyasal çıkar ve önceliklerinin farklı olmasına kadar
286
uzanan bir çok sebebi vardır. Fakat, terörizmin tanım sorununun özünde yatan asıl
mesele
selfdeterminasyon
hakkı
ve
Ulusal
Kurtuluş
Hareketleridir.
Selfdeterminasyon hakkı yalnızca sömürge yönetimi altındaki halklara tanınmış bir
haktır. Selfdeterminasyon hakkının tanınmış olması, mücadele yöntemi olarak
terörizmi meşrulaştırmamalı, terör eylemlerini haklı kılmamalıdır. Ulusal Kurtuluş
hareketleri tarafından yürütülen mücadeleler amaçları ve kullandığı yöntemler
bakımından Uluslararası Hukuka uygun olmalıdır. Uluslararası terörizm kim
tarafından ve nerede işlenirse işlensin bir “suç” olarak kabul edilmeli ve
cezalandırılmalıdır.
Devletlerin uluslararası terörizme karışma düzeylerini belirlemek mağdur
devletlerin alacakları tedbirlerin meşruluğu açısından son derece önem taşımaktadır.
Bu çerçevede, devlet sponsorlu ve devlet destekli uluslararası terörizm “yeni bir
savaş şekli”, “düşük yoğunlukta bir savaş”, “bir saldırı ve/veya dolaylı saldırı” ve
“bir silahlı saldırı ve veya dolaylı silahlı saldırı” dır. Devlet destekli terörizm sadece
buna maruz kalan devletlerin güvenliğine değil aynı zamanda uluslararası barış ve
güvenliğe yönelik bir tehdittir. Bu tehdidi karşılamanın en etkin yolu ise sadece
teröristlerle ve terörist örgütlerle mücadele etmek değildir;
fakat hem terörist
örgütlerin kendi aralarındaki hem de bunlarla sponsor ve destekçi devletler
arasındaki bağlantıları zayıflatmak ve kopartmaktır.
Uluslararası Hukukun terörizmle mücadelede öngördüğü yaklaşımlardan ilki
olan barışçıl yolların işlerliği uluslararası alanda işbirliğini gerektirmektedir.
“Suçluların iadesi” ve “sınır dışı etme”, terörizmle mücadelenin uluslararası işbirliği
boyutunda en önemli analitik çerçeveyi oluşturmaktadır. “Suçluların iadesi”
konusunda en ciddi anlaşmazlık “siyasi suçların iadeye istisna teşkil etmesi”dir.
287
Terörizmle suçlanan kişiler
genellikle
faaliyetlerinin
siyasal nitelikli politik
aktiviteler olduğunu ve bu nedenle iade edilmemeleri gerektiğini iddia etmektedirler.
Uluslararası kamu düzenini koruyabilmek ve uluslararası suçlarla mücadele
edebilmek için terör suçları siyasi suç sayılmamalı; terör suçları siyasi suç istisnasına
dahil edilmemelidir.
Uluslararası Hukukun terörizmle mücadelede öngördüğü yaklaşımlardan
ikincisi olan Silahlı Çatışmalar Hukuku yaklaşımı devletler tarafından tercih
edilmemesi gereken riskli bir yaklaşımdır. Zira, Uluslararası Silahlı Çatışmalar
Hukuku sivilleri ve sivil hedefleri yasaklanan hedefler yaparken askeri hedefleri
meşru hedefler yapmaktadır. Uluslararası Silahlı Çatışmalar Hukukunun terörist
eylemlerden sorumlu radikal gruplara uygulanması bu gruplara “savaşçı” statüsü
kazandırarak, ele geçirildiklerinde haksız bir biçimde savaş tutsakları statüsünden
yaralanmalarına yol açacaktır. Bu durumda, bir ülkedeki silahlı çatışma “terörizm”
sayılacağı yerde, “uluslararası” veya “uluslararası olmayan” nitelikte silahlı çatışma
sayılmak tehlikesi içermektedir. Bu nedenlerden dolayı terörizm barış zamanı
kullanılan çarelerle üstesinden gelinmesi gereken bir barış zamanı problemi olarak
görülmelidir.
Terörizmle mücadelede teröristleri yargılama yetkisine sahip uluslararası bir
mahkeme kurulmalıdır. Teröristlerin böyle bir tarafsız bir mahkemede yargılanması
meşruiyet tartışmalarını bertaraf edecektir. Bu mahkeme
ad hoc
nitelikte bir
mahkeme olabileceği gibi 1 Temmuz 2002’de kurulan Uluslararası Ceza Mahkemesi
gibi
bir mahkeme de olabilir. Bu çerçevede, Uluslararası Ceza Mahkemesi
teröristleri yargılamak için açık bir yetkisi olmamakla birlikte, terörist eylemlerin
Uluslararası Ceza Mahkemesi Statüsü’nün 5. maddesinde düzenlenen “jenosit”,
288
“insanlığa karşı suç”, “savaş suçları” ve “saldırı suçu” kapsamına girdiğine kuşku
yoktur.
BM Andlaşması, md. 2/4’de açık bir dille geniş kapsamlı kuvvet kullanma
yasağını hüküm altına almıştır. BM Andlaşması md. 2/4’deki kuvvet kullanma
yasağı Uluslararası Hukukun jus cogens nitelikli bir kuralıdır. Bununla beraber jus
cogens kuvvet kullanma yasağının kapsamı, md. 2/4’den ve örf ve adet hukukundaki
kuvvet kullanma yasağından dardır.
Uluslararası örf ve adet hukukunun da bir parçası olan BM Andlaşması md.
2/4’te yer alan kuvvet kullanma yasağı BM üyesi olmayan devletleri de bağlamakla
birlikte teröristler gibi Uluslararası Hukukun sujesi olmayan devlet dışı aktörlerin
davranışlarını düzenleyen bir ilke değildir. Md. 2/4’de yer alan kuvvet kullanma
yasağı yalnızca devlet destekli terörist eylemlere uygulanabilir. Bu bağlamda bir
devlet, bir başka devletin toprak bütünlüğüne ya da siyasi bağımsızlığına karşı bir
terörist saldırıya doğrudan sponsorluk yapar ve terörizmi desteklerse ve ülkesindeki
terörist grupların faaliyetlerine müsamaha gösterirse sponsorluk yapan ve
destekleyen ve müsamaha gösteren devletin eylemi açıkça md. 2/4’deki kuvvet
kullanma yasağını ihlal etmiş olur. Ancak, yalnızca devletin terörist faaliyetlerle
mücadele etme konusunda
yetersiz kalması yani devlet hareketsizliği, md. 2/4
çerçevesinde devlet sorumluluğunu tesis etmek için yeterli olmamalıdır.
Devletler diğer bir devletteki bir iç savaşı veya terörist hareketleri
örgütlemekten, tahrik etmekten, onlara yardım etmekten veya bu hareketlere
katılmaktan kaçınma görevi altında değil fakat aynı zamanda kendi ülkesinde böyle
hareketlerin yapılmasına yönelik organize faaliyetlere göz yummaktan da kaçınma
yükümlülüğü altındadırlar. Bu yükümlülük sadece BM Andlaşması md. 2/4’den
289
kaynaklanan bir yükümlülük değil aynı zamanda örf ve adet hukukundan
kaynaklanan bir yükümlülüktür.
Terörizme karşı ülke dışında kuvvet kullanılmasını md. 2/4’deki kuvvet
kullanma yasağının kapsamını sınırlandırarak meşrulaştırmaya çalışan yaklaşım
kabul edilemez. Md. 2/4’de yer alan kayıtlar kuvvet kullanma yasağını
sınırlandırmak için değil, aksine güçlendirmek için metne alınmıştır.
Çağdaş Uluslararası Hukukta askeri kuvvet kullanılmasını gerektiren zararla
karşılık fiili md. 2/4’deki kuvvet kullanma yasağı karşısında hukuka aykırıdır.
Terörizme sponsorluk yapan ve destekleyen devletlere karşı zararla karşılık esasında
kuvvet kullanmak intikam amaçlı misilleme niteliğindeki terörist saldırıları arttırma
ve devletler arasında çatışmaları tırmandırma riski taşımaktadır. Zararla karşılıkta
amaç cezalandırmak olduğu için, ayırım gözetmeyen bir zararla karşılık politikası
benimsemek teröristlerin bozulmuş değer sistemlerini kabul etmek anlamına gelir.
Teröristler “insanlığın modern düşmanı” oldukları doğrudur ve her devlet
bunları kendi ülkesinde yargılamak ve cezalandırmak için
çaba sarfetmelidir.
Bununla birlikte, teröristlerin deniz haydutu olarak kabul edilmesi yönündeki
yaklaşım kabul edilemez. Zira, teröristleri
deniz haydutu olarak
kabul eden
yaklaşım, devletlerin “evrensel yargı yetkisi” bahanesi altında, diğer devletlere
karşı meşru kuvvet kullanmalarına hizmet edecek ve dünyada şiddetin yayılmasını
hızlandıracaktır.
BM Andlaşması’nın
VII. Bölümde öngörülen kolektif güvenlik sistemi
devlet destekli ve devlet destekli olmayan terörizmle mücadelede etkin bir
mekanizma sağlamaktadır. Ancak, Güvenlik Konseyi terörizmden kaynaklanan
290
uluslararası barış ve güvenliğe yönelik tehdidi ortadan kaldırmak için hiçbir zaman
42. madde çerçevesinde kuvvet kullanmamış ya da kendi adına kuvvet kullanılması
için üye devletlere izin vermemiştir. Terörizmle mücadelede bir yandan barışçıl
yolların etkin olmaması diğer yandan da hiçbir zaman kolektif güvenlik
mekanizmasının işletilememesi, terörist saldırılara karşı devletleri ülkeleri dışında
münferiden kuvvet kullanmaya sevk etmiştir. Terörizme karşı mücadelede barışçıl
yollar etkin olmadığı ve kolektif güvenlik sistemi çalıştırılmadığı sürece de devletler
tehlike içindeki vatandaşlarını kurtarmak için; teröristleri taşıdığı iddia edilen kara,
hava ve deniz taşıtlarının durdurularak veya başka bir surette teröristleri yakalamak
için ya da açık ya da örtülü operasyonlarla teröristleri öldürmek için; terör üslerini
ortadan kaldırmak için
ülke dışında
münferiden kuvvet kullanma seçeneğine
başvurmaya devam edecektir.
Terörizme karşı kuvvet kullanılmasını öngören yaklaşımın temelinde terörist
eylemin ya da terörist saldırılara yol açan devlet desteğinin 51. madde bağlamında
silahlı bir saldırı olarak kabul edilmesi yatmaktadır. Dolayısıyla teröristlere karşı
gerçekleştirilecek askeri bir harekatın meşru olabilmesi için terörist eylemin ya da
terörist saldırılara yol açan devlet desteğinin silahlı saldırı boyutuna ulaşmış olması
gereklidir. Ancak, silahlı saldırı kavramının tıpkı saldırı kavramı gibi BM
Andlaşması’nda tanımlanmamış olması nedeniyle, hangi koşullarda devlet sponsorlu
ve destekli terörizmin ve terör hareketlerinin bir “silahlı saldırı” ya da “dolaylı
silahlı saldırı” boyutuna ulaşacağı meselesi doktrinde ve uygulamada tartışmalıdır.
BM Andlaşması’nda silahlı saldırıya karşı meşru müdafaa hakkı md. 2/4’deki
kuvvet kullanma yasağının tek istisnası olarak düzenlenmiştir. Buna bağlı olarak da
dar yorumlanması gerekir. “Terörist eylemlerin “silahlı saldırı” niteliğinde olup
291
olmadığının belirlenmesinde genel ve kapsamlı bir ölçüt UAD’ın Nicaragua
davasında tesis ettiği “ölçü ve etki ” testidir. Bu ölçüte dayanarak, devlet sponsorlu
ve destekli terörizmin md. 51 çerçevesinde meşru müdafaa hakkının herhangi bir
genişlemesi söz konusu olmaksızın bir “silahlı saldırı” teşkil eder.
11 Eylül 2001’de Amerika Birleşik Devletleri’nde Dünya Ticaret Merkezine
ve Pentagon’a yönelik gerçekleştirilen trajik terörist saldırılar ve sonrası dönemde
yaşanan gelişmeler hem uluslararası toplumun terörizmle mücadele çabaları
açısından hem de genel olarak Uluslararası Hukukun gelişimi açısından önemli bir
dönüm noktasıdır.
Devlet dışı aktörler tarafından gerçekleştirilen terörist saldırıların silahlı
saldırı olup olamayacağı meselesi farklı metodolojik yaklaşımlar geliştirmeyi
gerektirmektedir. BM Andlaşması’nı hazırlayanlar md. 51’in lafzını meşru müdafaa
hakkının devlet dışı aktörler tarafından gerçekleştirilen eylemlere karşı da
kullanılabilmesine olanak verecek kadar esnek düzenlemişlerdir. Terörist faaliyetlere
karışan devlet dışı aktörleri doğrudan ele alan yeni kurallar dizisi oluşturmasını
öngören alternatif metodolojik yaklaşım ise kabul edilemez. Çağdaş uluslararası
ilişkileri şekillendiren siyasi ve sosyal faktörlerin çeşitliliğini daha yeterli bir
şekilde yansıtmak adına bu yaklaşımın benimsenmesi halinde, devlet merkezli
geleneksel Uluslararası Hukuk anlayışından vazgeçmek gerekecektir. 1945 ‘de tesis
edilen BM Andlaşması’nın kuvvet kullanma konusundaki paradigmasında köklü bir
değişime işaret eden böyle bir yaklaşım kabul edilemez.
11 Eylül saldırılarına yanıt olarak ABD’nin md. 51 esasında meşru müdafaa
argümanına dayanma stratejisi sonuçları itibariyle çok önemlidir. Zira, ABD BM
Andlaşması md. 51 çerçevesinde doğal olan bireysel ya da kolektif meşru müdafaa
292
hakkına dayanarak kuvvet kullanmaya ilişkin Uluslararası Hukukuk kurallarına bağlı
kaldığını ve bu kurallara saygı gösterdiğini kanıtlamıştır.
BM Güvenlik Konseyi henüz, ex post olarak 11 Eylül olaylarını “silahlı
saldırı” olarak nitelendiren bir karar kabul etmemiş ve dolayısıyla “Sonsuz Özgürlük
Operasyonun” meşru müdafaa olarak onaylamamış olmasına rağmen 11 Eylül
saldırıları tarafından harekete geçirilen şiddet düzeyinin md. 51 çerçevesinde “silahlı
saldırı” koşulunu sağlamaktadır.
11 Eylül saldırılarının NATO, OAS, AB gibi örgütler ve münferit devletler
tarafında BM Andlaşması md. 51 çerçevesinde bir “silahlı saldırı” olarak
nitelendirilmesinde “ağırlık” koşulu ve 11 Eylül saldırılarının ABD’ye yönelik
devam eden bir saldırı
kampanyasının parçası olması yani
“olayların toplamı
teorisi” önemli rol oynamıştır. 11 Eylül saldırılarıyla birlikte, artık “silahlı saldırı”,
terörist eylemlerin devamlılığı ve terörist eylemler nedeniyle devletin uğradığı
zararın ciddiliği gibi iki farklı esasta belirlenen bir ağırlık eşiği temelinde
tanımlanmaktadır.
“Silahlı saldırı” kavramının tanımlanmasında izafe etme koşulunun bir rol
oynamaması gerektiği şeklindeki bir yaklaşımın kabul edilemez. Meşru müdafaa
hakkının kullanılmasında silahlı bir saldırının belli bir devlete izafe edilmesi
koşulundan vazgeçilmesi halinde, 51. maddenin devlet merkezli bir norm olma
özelliğini ortadan kaldırarak, meşru müdafaa hakkının uygulama alanını bulanık
hale getirecektir.
Uluslararası güvenlik mimarisinin yapısını etkileyecek böylesi
radikal bir değişimin uluslararası toplumun onayını alması mümkün değildir. Md.
51 çerçevesinde bir silahlı saldırının izafe edilebilme kriteri, “silahlı saldırının”
293
tanımıyla alakalı olmasa da meşru müdafaa tedbirlerinin yöneltilebileceği hedeflerin
belirlenmesi açısından önemli bir rol oynamaya devam etmelidir.
11 Eylül saldırılarına kolektif yanıt, özel aktörlerin eylemlerinin devlete
izafe edilmesi için gereken eşiği önemli ölçüde düşürmüştür. ABD, de facto Taliban
hükümetinin El Kaide Örgütü üzerinde “ etkin denetim” ya da “bütünsel denetim”
sağlayıp sağlamadığına bakmaksızın, El Kaide Örgütünü desteklediği ve ülkesinde
barındırdığı gerekçesiyle söz konusu Örgütün gerçekleştirdiği saldırılardan de facto
Taliban hükümetini sorumlu tutmuştur. 11 Eylül saldırılarına yanıt olarak ABD
uygulamasıyla ortaya çıkan “barındırma ve destekleme”
kuralı, terörizme karşı
savaşın özel gereksinimlerini karşılamak adına, devlet sorumluluğuna ilişkin
geleneksel izafe rejimini esnetilmesi anlamına gelmektedir. “Barındırma ya da
destekleme” doktrini çerçevesinde, bir devlet özel bir terörist eylemi desteklemese,
örgütlemese ve teşvik etmese bile, sadece terörist eylemleri tolere etmesi nedeniyle
bir “silahlı saldırı” gerçekleştirmiş sayılmaktadır. Söz konusu doktrinin BM
Andlaşması md. 51 çerçevesinde öngörülen “silahlı saldırı” kavramıyla bağdaşması
mümkün değildir.
11 Eylül saldırılarına yanıt olarak gerçekleştirilen “Sonsuz Özgürlük
Harekatına” yönelik uluslararası toplumun desteğini, teröristleri aktif bir şekilde
destekleyen veya barındıran devletlere karşı md. 51 esasında kuvvet kullanma hakkı
veren
yeni bir uluslararası örf ve adet hukuku kuralının oluştuğu şeklinde
yorumlamak mümkün değildir. Uluslararası toplumun emsalsiz desteğine yol açan
husus Uluslararası Hukuk kurallarında algılanan ani bir değişim değil daha ziyade
meşru müdafaa iddiasının dayandırıldığı koşullardaki esaslı bir değişimdir
294
11 Eylül saldırılarına yönelik uluslararası yasal yanıt, kapsam ve etkileri
itibariyle büyük ölçekli şiddet içeren terörist eylemlerin devamlılık arz eden bir
modelinin, bir “silahlı saldırı” teşkil edebileceğini kanıtlayarak, terörist saldırılara
karşı
BM
Andlaşması
md.
51
çerçevesinde
meşru
müdafaa
hakkının
kullanılabileceğini somutlaştırmaktadır. Bununla birlikte, 11 Eylül saldırılarının,
esaslı şekilde md. 51 çerçevesinde meşru müdafaa hukukunu, tamamen açıklığa
kavuşturmuş olduğunu düşünmek mümkün değildir. Zira, içinde bulunduğumuz
zaman dilimi içinde “silahlı saldırı” kavramının tanımının net bir biçim kazanmış
olduğunu ileri sürmek mümkün değildir. Dolayısıyla, 11 Eylül saldırılarına yasal
yanıt sadece md. 51’in yorumlanmasında kısmi bir açıklık getirmiştir.
Silahlı saldırı ve saldırı seviyesine varmayan md. 2/4 kapsamına giren kuvvet
kullanılmasını içeren diğer fiillerle karşı karşıya kalan devletlerin kuvvet
kullanılmasını içeren orantılı
karşı tedbirlere başvurma hakkı vardır. Kuvvet
kullanılmasını içeren karşı tedbirler, devletin kendi ülkesi dışına taşmaz. Dolaylı
kuvvet kullanımına maruz kalan devletlerin düzensiz birliklerle mücadele ettiği
hallerde,
kuvvet
kullanılmasını
içeren
karşı
tedbirlere
ülke
dışında
da
başvurulabileceğine ilişkin iddialar vardır. Bu tür sınır ötesi operasyonları “ karada
sıcak takip hakkı” esasında meşrulaştıran yaklaşım, karada izleme, izlemenin
ülkesinde devam ettiği devletin açık onayı ile gerçekleştirilmişse Uluslararası
Hukuka aykırı düşmez. Ancak, izleme ülke devletinin rızasına dayanmıyorsa
izlemenin ülkesinde sürdürüldüğü devletin ülke bütünlüğü ve egemenliği ihlal
edilmiş olur. Dolayısıyla, Uluslararası Hukuka aykırıdır. Bu tür operasyonları
“Zorunluluk Hali” doktrini esasında meşrulaştırmaya çalışan görüşler de kabul
edilemez. “Zorunluluk Hali” doktrinine başvurmak, BM öncesi dönemde mevcut
295
olan “self-protection”, “self-preservation” ve
“self-help”
gibi teorileri yeniden
canlandırılma riski taşımaktadır. Kuvvet kullanılmasını içeren orantılı karşı tedbirlere
ülke dışında da başvurulabileceğine ilişkin iddiaları md. 51 esasında meşrulaştırmaya
çalışan iddialar teoride olmasa bile uygulamada artan şekilde uluslararası toplum
tarafından kabul görmektedir. Doktrinel bakış açısından, böyle bir yaklaşım, elbette
BM Andlaşması md. 2/4 tarafından güvence altına alınan “bir devletin ülkesel
bütünlük hakkı” ile diğer devletin md. 51’de korunan “meşru müdafa hakkı” arasında
bir çatışmayı da beraberinde getirmektedir. Bu durum, çatışan haklar ve
yükümlülükler arasında uygun bir dengenin kurulmasını gerektirmektedir. Bu
dengenin kurulmasında BM’nin siyasi ve yargısal organlarına
önemli bir rol
düşmektedir.
BM Andlaşması md. 51’de düzenlenen meşru müdafaa hakkı kuvvet
kullanma yasağının tek istisnası olarak bir “silahlı saldırıya” karşı düzenlenmiştir.
Md. 51’de meşru müdafaa hakkından “doğal” bir hak olarak söz edilmesi, BM
Andlaşması’ndan hemen önce örf ve adet hukukundaki meşru müdafaa hakkının
saklı tutulduğu anlamına gelmez. Böyle düşünülse bile, BM Andlaşması’ndan
hemen önce örf ve adet hukukundaki meşru müdafaa hakkı, BM Andlaşması’nda
düzenlenen meşru müdafaa hakkından farklı değildir. BM Andlaşması sonrası
dönemde de önleyici meşru müdafaa hakkına izin veren bir uluslararası örf ve adet
kuralının doğmuş olduğunu iddia etmek mümkün değildir.
11 Eylül 2001’de meydana gelen trajik olayların ve Irak’tan algılanan
tehdidin sonucu olarak 20 Eylül 2002 tarihinde yayınlanan Bush doktrini olarak
isimlendirilen Amerika Birleşik Devletleri’nin Ulusal Güvenlik Stratejisi’nin en
çarpıcı yönü, Soğuk Savaş döneminde güvenlik amacına hizmet eden “caydırıcılık
296
ve çevreleme politikalarının”, ulusötesi teröristler ve kitle imha silahları tarafından
karakterize edilen 21. YY’ın yeni tehdit ortamında yetersiz kaldığına işaret edilerek
bu politikaların yetersizliğini gidermek için Uluslararası Hukukta ihtilaflı bir doktrin
olan önleyici- sezgisel/ preemptive meşru müdafaa hakkına dayanmakta olmasıdır.
Uluslararası Hukuk açısından önleyici meşru müdafaa hakkına ilişkin
tartışmaların yeni bir şey olmadığı göz önünde bulundurulduğunda önleyici meşru
müdafaa hakkına ya da “ ileri caydırıcılık” stratejisine izin veren Bush Doktrini’nin
olağanüstü bir şey olmadığı açıktır. Zira, 1980’lerde kuvvet kullanmaya ilişkin
Uluslararası Hukuk kurallarıyla ilgili tartışmaların merkezinde yer alan “Reagan
Doktrini” olarak bilinen doktrinin özünde de bu tür
görüşler vardır.
“Reagan
Doktrini” açısından sadece müdahaleye karşı müdahale hukuka uygun değil aynı
zamanda terörizme karşı, BM Andlaşması'yla bütünleştiğine inandıkları self
determinasyon, insan hakları ve en önemlisi demokrasinin gerçekleştirilmesi için
kuvvet kullanılması da BM Andlaşması’na uygun bir araçtı. Yani, Reagan doktrini
de ABD’yi münferiden, Uluslararası Hukuku zorla icra etmesi için serbest
bırakmakta daha açık bir ifadeyle hukuku yürütmesi için ABD’yi hukuka hakim
kılmaktaydı. Ancak, Bush Doktrini’ni Reagan Doktrini’nden farklı yapan husus
Bush Doktrini’nin önleyici meşru müdafaa hakkının hukuka uygunluğunu iddia
ederken geleneksel “gereklilik” kriterini esnetmesidir. Bir başka ifade ile,
Uluslararası Hukukun öteden beri “vukuu muhakkak” bir silahlı saldırı tehdidine
karşı önleyici meşru müdafaa hakkını tanıdığını iddia eden ve yapılması gerekenin
“vukuu muhakkak tehdit” kavramını terör eylemlerine ve potansiyel olarak kolayca
saklanan, gizlice ulaştırılan ve uyarı olmaksızın kullanılabilen kitle imha silahlarına
güvenen haydut devletler ve teröristler göz önünde bulundurularak yeniden
297
yorumlamak olduğunu belirten Bush Doktrini, Reagan Doktrini’nden farklı olarak
“vukuu muhakkak” bir silahlı saldırı tehdidine karşı önleyici meşru müdafaa hakkını
değil yalnızca
bir saldırı varsayımına, potansiyel bir tehdide, kısaca, “vukuu
muhtemel” bir
silahlı saldırı tehdidine karşı önleyici tedbirleri
hukuka uygun
görmektedir. Böylece Bush Doktrini açısından sadece bir saldırı varsayımı,
potansiyel bir tehdit, bir risk “silahlı saldırı” teşkil etmektedir.
Devletlere açıkça ihkak-ı hak niteliğinde olan tasarrufları haklı kılma imkanı
veren Bush Doktrini Uluslararası Hukuka aykırıdır. Yalnızca nükleer ve benzeri
silahlara sahip olmak uluslararası örfi hukuk altında hukuka aykırı olmadığı açıktır.
Bu çerçevede bu tür silahların kullanılması ya da tehdidi olmaksızın yalnızca bu tür
silahlara sahip olmanın bir “silahlı saldırı”sayılması mümkün değidir. Dolayısıyla,
ABD’nin Irak’ı Özgürleştirme Operasyonu’nu Bush Doktrini’nin öngördüğü
“Önleyici Savaş Doktrininin” ilk somut uygulaması olup Uluslararası Hukuka
aykırıdır.
Hukuksal incelikleri bir kenara bırakan Bush Doktrini ve Mart 2003’te
gerçekleştirilen Irak’ı Özgürleştirme Operasyonu ile kolektif güvenlik sistemi
yeniden “marjinalleştirilmiş” , “araçsallaşttırılmış” ve “ikincilleştirilmiştir”.
298
ÖZET
Terörizme karşı devletlerin ülkeleri dışında münferiden kuvvet kullanması
konusu Uluslararası Hukukun önemli bir inceleme konusudur.
Terörizme karşı kuvvet kullanılmasını öngören yaklaşımın temelinde
terörist eylemin ya da terörist saldırılara yol açan devlet desteğinin BM Andlaşması
md. 51 bağlamında silahlı bir saldırı olarak kabul edilmesi yatmaktadır.. Dolayısıyla
teröristlere karşı gerçekleştirilecek askeri bir harekatın meşru olabilmesi için terörist
eylemin ya da terörist saldırılara yol açan devlet desteğinin silahlı
bir saldırı
boyutuna ulaşmış olması gereklidir.
11 Eylül 2001’de ABD’ye karşı gerçekleştirilen terörist saldırılara yönelik
hukuksal yanıtın önemli yönü, kapsam ve etkileri itibariyle büyük ölçekli şiddet içeren
terörist eylemlerin devamlılık arz eden modelinin bir “silahlı saldırı” teşkil
edebileceğinin ve dolayısıyla terörist saldırılara karşı BM Andlaşması md. 51
çerçevesinde meşru müdafaa hakkının kullanılabileceğinin kabul edilmiş olmasıdır. 11
Eylül olayları meşru müdafaa hukuku üzerinde derin başka etkilere de sahip olmuştur.
Bu çerçevede BM Andlaşması md. 51’de yer alan meşru müdafaa hakkı terörizme karşı
savaşta devletlerin münferiden kuvvet kullanmasını düzenleyen bir “büyük
norm”
olarak güçlenmiştir. Devletlerin terörizme karşı münferiden kuvvet kullanma sisteminin
md. 51 çerçevesinde artan merkezileşmesi arzulanılan bir gelişmedir.
Uluslararası terörizm ve kitle imha silahlarının birleşmesi neticesinde
doğabilecek potansiyel tehdidi önlemek için
gerçekleştirilen müdahaleler önemli
meşruluk sorunları doğurmaktadır. Silahlı saldırı kavramını potansiyel saldırı tehdidini
içerecek şekilde geniş ve ucu açık yorumlamak uluslararası toplumun yararına
olmayacaktır.
299
SUMMARY
The extra-territorial and unilateral use of force against terrorism by states is
an important topic of interest of international law. This thesis aims to examine the
legitimate use of force in counter-acting international terrorism.
In the context of article 51 of the UN Charter, admittance as an armed attack
of terrorist act or state support which cause terrorist attacks takes place at the base
of the view which accepts the use of force against terrorism. For that reason, in order
to be accepted legal of a military operation against terrorists it is necessary that the
terrorist act or the state support which cause terrorist attacks must reach to the level
of an armed attack.
The significant aspect of 11 September 2001 lies the recognition of by states
that acts of terrorism carried out by independent private actors fit, albeit somewhat
uneasily, within the parameters of article 51. However, the events of 11 September,
have another more profound impact on the law of self-defence. In this context, the
effect of 11 September is likely
to be a strengthening of the article 51 as a
“Grundnorm” governing the unilateral use of force against terrorism. In principle,
the growing centralisation of the system around article 51 is a desirable development.
Interventions to prevent the sinister marriage of international terrorism and
weapons of mass destruction raises serious questions of legitimacy. It is not
necessarily in the interest of the international community to make the category of
“armed attack” under article 51 so broad and potentially open-ended.
300
KAYNAKÇA
KİTAPLAR
Alexandrov, Stanimir A.: Self-Defense Against the Use of Force in
International Law, Kluwer Law International, La Haye, 1996.
Aral, Berdal: Uluslararası Hukukta Meşru Müdafaa Hakkı, Siyasal
Kitabevi, Ankara, 1999.
Arend, Anthony Clark ve Beck Robert J.: International Law and the Use of
Force, Routledge, New York, 1993.
Arı, Tayyar: Uluslararası İlişkiler Teorileri, Alfa Yayınları, İstanbul, 2002.
Arnove, Anthony (der.): Kuşatma Altında Irak, Yaptırımların ve Savaşın
Ölümcül Etkileri, (çev: Mehmet Harmancı), Everest Yayınları, İstanbul, 2001.
Ateş, Canan: Birleşmiş Milletlerin Uluslararası Barış ve Güvenliğin
Korunmasındaki Rolü, (Yayınlanmamış Doktora Tezi), Ankara, 1997.
Ateş Ekşi, Canan: Uluslararası Ceza Mahkemesinin İnsanlığa Karşı
Suçlar Üzerindeki Yargı Yetkisi, Seçkin Yayıncılık, Ankara, 2004.
Başeren, Sertaç H.: Uluslararası Hukukta Devletlerin Münferiden Kuvvet
Kullanmalarının Sınırları, Ankara Üniversitesi Basımevi, Ankara, 2003.
Bayraktar, Köksal: Siyasal Suç, İstanbul Fakültesi Matbaası, İstanbul, 1982.
Beşe, Ertan: Terörizm, Avrupa Birliği ve İnsan Hakları, Seçkin Yayınları,
Ankara, 2002.
Bowett, Derek W.: Self-Defence in International Law, Manchester
University Press, 1958.
301
Brownlie, Ian: International Law and the Use of Force By States, London,
1968.
Cassese, Antonio: Self-determination of Peoples: A Legal Reappraisal, A
Grotius Publication, Cambridge University Press, Cambridge, 1995.
Cassese, Antonio: Terrorism, Politics and Law, Polity Press, 1989.
Chadwick,
Elizabeth:
Self-Determination,
Terrorism
And
The
International Humanitarian Law Of Armed Conflict, Martinus Nijhoff
Publishers, La Haye, 1996.
Combs, Cindy C.: Terrorism in the Twenty-First Century, University of
North Carolina-Charlotte, New Jersey, 1997.
Çaycı, Sadi: Düşük Yoğunlukta Çatışma, (Yayınlanmamış Yüksek Lisans
Tezi), Ankara, 1989.
Çelik, Edip: Milletlerarası Hukuk, Birinci Kitap, Filiz Kitabevi, İstanbul,
1987.
De Lupis, Ingrid Detter: The Law of War, Cambridge University Press,
New York, 1989.
Dinstein, Yoram: War, Aggression And Self-Defence, Grotius Publications
Limited, Cambridge, 1988.
Erickson, Richard J.: Legitimate Use of Force Against State-Sponsored
Terrorism, Air University Press, Washington D.C., 1989.
Fleck, Dieter (ed.): The Handbook of Humanitarian Law in Armed
Conflicts, Oxford University Press, 1995.
302
Franck, Thomas M.: Recourse to Force, State Action Against Threats and
Armed Attacks, Cambridge University Press, 2003.
Gardam, J. Gail: Non- Combatant Immunity As a Norm of International
Humanitarian Law, London, 1993.
Gray, Christine: International Law and the Use of Force, Oxford
University Press, Oxford, 2000.
Guel Ke, Adrian: The Age of Terrosim and the International Political
System, I.B. Tauris Publishers, London, 1995.
Gündüz, Aslan: Milletlerarası Hukuk Temel Belgeler Örnek kararlar,
Beta Yayınları, 3. Baskı, İstanbul, 1998.
Henkin, Louis: International Law: Politics And Values, Martinus Nijhoff
Publishers, Dordrecht, Boston, London, 1995.
Henkin, Louis: How Nations Behave, New York, 1979.
Hoffman, Bruce: Inside Terrorism, Columbia University Press, New York,
1998.
Hudson, Manley O., (ed): International Legislation VII, A Collection of
the Texts of Multipartite International Instrumens of General Interest: 19351937, (1941).
Jenkins , Brian M.: International Terrorism: A New Mode of Conflict,
Crescent Publicatioans, Los Angles, 1975.
Jenkins, Brian M.:Combatting Terrorism Becomes a War, Rand 6988,
Rand Corp., Santa Monica, California, Mayıs 1984.
303
JQrgensen, Nina H. B.: The Responsibility of States For International
Crimes, Oxford University Press, New York, 2003.
Keskin, Funda: Uluslararası Hukukta Kuvvet Kullanma: Savaş, Karışma
ve Birleşmiş Milletler, Mülkiyeliler Birliği Vakfı Yayınları Tezler Dizisi:4, Ankara,
1998.
Kronenwetter, Michael: The War on Terrorism, Julian Messner, 1989.
Lake, Anthon: Altı Kabus, (Çev.Cem Küçük), Bilge Karınca Yayınları,
İstanbul, 2003.
Laqueur, Walter: The Age of Terrorism, London, Weidenfeld
&
Nicholson, 1987.
Long, David E.: The Anatomy of Terrorism, The Free Press, A Division of
Macmillian, Inc., New York, 1990.
McCorMack, Timothy L. H.: Self-Defense in International Law, The Israel
Raid on the Iraq Nuclear Reactor, St. Martin’s Press, New York, the Magnes
Press, The Hebrew University, Jerusalem, 1996.
McCoubrey, Hilaire ve White, Nigel D.: International Law and Armed
Conflict, Darthmouth Publishing Company, 1992.
Meray, Seha L.: Devletler Hukukuna Giriş: II.Cilt, Ankara Üniversitesi
Basımevi, Ankara, 1975.
Mullins, Wayman C.: A Sourcebook on Domestic and International
Terrorism: An Analysis of Issues, Organizations, Tactics, and Responses,
Charles C. Thomas. Publisher, LTD., Springfield, Illinois, 1997.
304
Oran, Baskın: “Kalkık Horoz” Çekiç Güç ve Türk Devleti, Bilgi
Yayınevi, Ankara, 1996.
Pazarcı, Hüseyin: Uluslararası Hukuk Dersleri, I. Kitap, Turhan
Kitabevi, Ankara, 1994.
Pazarcı, Hüseyin: Uluslararası Hukuk Dersleri, II. Kitap, Turhan Kitabevi,
Ankara, 1993.
Pazarcı, Hüseyin: Uluslararası Hukuk Dersleri, III.Kitap, Turhan Kitabevi,
Ankara, 1994.
Pazarcı, Hüseyin: Uluslararası Hukuk Dersleri IV. Kitap, Turhan Kitabevi,
Ankara, 2000.
Pomerance, Michla: Self-Determination in Law and Practice, La Haye,
Boston, London, 1982.
Quaye, Christopher O.: Liberation Struggles in International Law, Temple
University Press, 1991.
Ronzitti, Natalino: Rescueing Nationals Abroad Through Military
Coertion and Intervention on Grounds of Humanity, Lancaster, 1985.
Schachter, Oscar: International Law in Theory and Practice, Martinus
Nijhoff Publishers, Dordrecht, Boston , London, 1991.
Schmid, Alex P. ve Jongman, Albert J.: Political Terrorism: A New Guide
to Actors, Authors, Concepts, Data Bases, Theories, and Litareture, New
Brunswick, Transaction Books, 1988.
305
Selvi, İsmail: Countering State–Supported Terrorism: The PKK and
Turkish Foreign Policy Towards the Middle East, (Yayınlanmamış Yüksek
Lisans Tezi), Ankara, 2003.
Soysal, İsmail: Türkiye’nin Uluslararası Siyasal Bağıtları Cilt II (19451990), Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1991.
Taşdemir, Hakan: Uluslararası İnsani Hukukta Sivillerin Korunması
(Yayınlanmamış Doktora Tezi), Ankara, 1999.
Taşdemir, Fatma: Yeni, Dünya Düzeninde Self Determinasyon
(Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi ), Ankara, 1999.
Thornberry, Patrick, International Law and the Rights of Minorities,
Oxford University Press, Oxford, 1991.
Toluner, Sevin: Milletlerarası Hukuk Dersleri (Devletin Yetkisi), Beta
Basım-Yayım, İstanbul, 1989.
Yenisey, Ferudun: Milletlerarası Ceza Hukuku: Ceza Yargılarının
Milletlerarası Değeri ve Mevzuatı, Beta Yayınları, İstanbul, 1988.
Wilkinson, Paul: Political Terrorism, London, 1974.
Wilson, Heather A.: International Law and the Use of Force by National
Liberation Movements, Oxford, 1988.
Kronenwetter, Michael: The War On Terrorism, Julian Messner, 1989.
306
MAKALELER
Allison, Graham: “Could Worse be yet to Come?”, Economist, 1 Kasım
2001.
Akyol, Taha: “Terörü Kim Yaptı?”, Milliyet, 28 Kasım 2003.
Akyol,Taha: “Bin Ladin’ler Üretmek”, Milliyet, 23.Temmuz 2004.
Arend, Anthony Clark: “International Law and
the Preemptive Use of
Military Force”, The Washington Quarterly, Cilt 26, No.2, 2003, s.89-103.
Arıboğan,
Deniz
Ülke:
“Terörizmin
Küreselleşmesi”,
Dünyada
ve
Türkiye’de Terör içinde, T.C. Merkez Bankası Yay., Ankara, 2002, s.223-232.
Bahgat, Gawdat: “ Iran, the United States, and the War on Terrorism”,
Studies in Conflict & Terrorism, Cilt 26, Sayı 2, 2003, s.93-104.
Baker, Mark B.: “Terrorism and the Inherent Right of Self-Defence: A Call to
Amend Article 51 of the United Nations Charter”, Houston Journal of
International Law, Cilt 10, Sayı 1, 1987, s.25-49.
Banchik, Mira: “ The International Criminal Court & Terrorism”, http://
www.peacestudiessJournal.org.uk/docs/ıcc.%20ana%20.terrorism, (1 Ekim 2003),
s.12.
Bassiouni, M. Cherif: “ Legal Control of International Terrorism: A PolicyOriented Assessment”, Harvard International Law Journal, Cilt 43, Sayı 1, Kış
2002, s.83-103.
Bassiouni, Cherif, “ International Crimes Jus Cogens and Obligatio Erga
Omnes”, Law & Contemporary Problems, Cilt 59, Sayı 4, s.63-74.
307
Başeren, Sertaç H.: “Huzur Operasyonu ve Türkiye Cumhuriyeti’nin Kuzey
Irak’ta Gerçekleştirdiği Harekatın Hukuki Temelleri”, Avrasya Dosyası, Cilt 2, Sayı
1, 1995, s.224-233.
Başeren, Sertaç H.:“ İnsan Hakları ve Terorizm”, İnsan Hakları ve Güvenlik
içinde, Türkiye Barolar Birliği İnsan Hakları Araştırma ve Uygulama Merkezi Yayın
No. 1, Ankara, 2001, s.195-224.
Başeren, Sertaç H.: “Uluslararası Hukuk Açısından Amerika Birleşik
Devletlerinde Gerçekleştirilen Terörist Saldırılar ve Yol Açtığı Gelişmeler Üzerine
Bir Değerlendirme”, Prof. Dr. Vecdi Aral’a Armağan, Kocaeli Üniversitesi Hukuk
Fakültesi Yayını, 2001, s.69-78.
Başeren, Sertaç H.: “Uluslararası Hukuk Açısından Terörizm”, Dünyada ve
Türkiye’de Terör içinde, T.C. Merkez Bankası Yay., Ankara, 2002, s183-206.
Başeren, Sertaç H.: “Terörizm ve Uluslararası İlişkiler”, Stratejik
Araştırmalar Dergisi , Sayı 1, Yıl:1, 2003, s.51-58.
Bederman, David J.: “Counterintuiting Countermeasures”, American
Journal of International Law, Cilt 96, 2002, s.817-831.
Bila, Fikret: “ Terörün Boyutları”, Milliyet, 6 Aralık 2003.
Bo’ka, Ja’nos: “ Forcible Measures Against International Terrorism and the
Rule
of
Law”,
mhtml:file://F:FORCIBLE%20MEASURES%20AGAINST%20
INTERNATONAL…, (18. Ağustos 2004.)
Boyle, Francis A.: “Millitary Response to Terrorism: Remarks of Francis
Boyle”, Proceedings of the American Society of International Law, Cilt 81,
1987, s.288-297.
308
Bowett, Derek W.: “Reprisals Involving Recourse to Armed Force”
American Journal of International Law, Cilt 66, Sayı 1, 1972, s. 20-36.
Brilmayer,
Lea:
“Secession
and
Self-determination:
A
Territorial
Interpretation”, Self-Determination in International Law içinde, Robert,
McCorquodale, (ed.), Ashgate Publishing Company, 2000.
Brown, Chris: “ Self-defense in an Imperfect World, Ethics and
International Affairs, Cilt 17, Sayı 1, 2003, s. 2-8.
Brownlie, Ian: “The Principle of Non-use Of Force in Contemporary
International Law”, The Non-Use of Force in Internatioanal Law içinde, William
E. Butler, (ed.), Martinus Nijhoff Publishers, Dordrecht, 1989, s.17-27.
Brownlie, Ian: “The Use of Force in Self-Defence”, British Year Book of
International Law, Cilt 37, 1961, 183-265.
Byers, Michael: “Terrorism, The Use of Force and International Law After 11
September”, International Law and Comparative Law Quarterly, Cilt 51, No.2,
2002, s. 401-414.
Byers, Michael: “Letting the Exception Prove The Rule”, Ethics and
International Affairs, Cilt 17, Sayı 1, 2003, s. 9-16.
Cassese, Antonio, “The International Community’s “Legal” Response to
Terrorism”, International and Comparative Law Quarterly, Cilt 38, 1989, s. 589608.
Cassese, Antonio: “Terrorism is Also Disrupting Some Crucial Legal
Categories of International Law”, EJIL, Cilt 12, No, 5, 2001, s. 933-1001.
309
Castellino, Joshua: “Order and Justice: National Minorities and the Right of
Secession”, International Journal on Minority and Group Rights, Cilt 6, 1999,
s.389-415.
Charney, Jonathan I.: “The Use of Force Against Terrorism and International
Law”, American Journal Of International Law, Cilt 95, Sayı 4, 2001, s. 835-839.
Corbin, Marcus: “Bush’un Ulusal Güvenlik Stratejisi: İlk Adım…”, 2023
Dergisi, 2002, s.10-13..
Crawford, James: “The ILC’s Articles on Responsibility of States for
Internationally Wrongful Acts: A Retrospect”, American Journal Of International
Law, Cilt 96, 2002, s. 874-877.
Crenshaw, Martha: “Terrorism, Security and Power”, Prepared for Delivery
at the 2002 Annual Meeting of the American Political Science Association,
Boston, Massachusetts, 2002.
Çongar, Yasemin, “Terör ve İnkar”, Milliyet, 24 Kasım 2003.
Daudet, Yves: “International Action Against State Terrorism”, Terrorism
and International Law içinde, Rosalyn Higgins ve Maurice Flory, (eds.),
Routledge, London, New York, 1997, s.200-216.
Denk, Erdem: “Uluslararası Antlaşmalar Hukukunda Jus Cogens Kurallar”,
Ankara Üniversitesi S.B.F. Dergisi, Cilt 56, No. 2, 2001, s. 44-70.
Duffy, Helen: “Responding to September 11: The Framework of International
Law”, 2001, http://www.spr-consilio.com, 20 Mart 2002.
Enders, Walter ve Sandler Todd, “Transnational Terrorism in the Post Cold
War Era”, International Studies Quarterly, Cilt 43, 1999, s.145-167.
310
Erkmen, Serhat ve Yılmaz, Hasan: “Ortadoğu Denklemi ve Dünden Bugüne
ABD’nin Irak Politikası”, Stratejik Analiz, Cilt 1, Sayı 12, 2001.
Falk, Richard A.: “Revolutionaries and Functionaries: The Dual Face of
Terrorism”, International Terrorism: Characteristics, Causes, Controls içinde,
Charles W. Kegley, (ed.), University of South Carolina,St. Martin’s Press, Inc., New
York, 1990, s.39-44.
Falk, Richard A.: “Why International Law Matters: Pre-Emptive War
Flagrantly Contradicts the UN’s Legal Framework”, Nation, Cilt 276, Sayı 9, 2003,
http://www.citation.asp?tb=1&ug=dbs+0+fic+5+In+en%2Dus+sid+691F891B%2D5
ADF%2D46BC%2DBD, (17 Ağustos 2003).
Falk, Richard A.: “The Beirut Raid and International Law of Retaliation”,
AJIL, Cilt 63, Sayı 3, 1969, s.415-431.
Flory, Maurice: “ International Law: An Instrument to Combat Terrorism”,
Terrorism and International Law içinde, Rosalyn Higgins ve Maurice Flory, (ed.),
Routledge, London, New York, 1997, s.30-39.
Franck, Justin N.B. ve Rehman, Javaid: “Assesing the Legality of the Attacks
By the International Coalition against Terrorism against Al-Qaeda and the Taleban in
Afghanistan: An Inquiry into the Self-Defence Argument under Article 51 of the UN
Charter”, Journal of Criminal Law, 2004, s. 415-430.
Franck, Thomas M.: “Terrorism and Right to Self-Defence”, AJIL, Cilt 95,
Sayı 4, 2001, s.839-843.
311
Franck, Thomas M.: “What Happens Now? The United Nations After Iraq”,
Agora:Future Implications of The Iraq Conflict, American Journal Of
International Law, Cilt 97, Sayı 3, 2003, s. 607-621.
Freestone, David: “International Cooperation Against Terrorism and the
Development of International Law Principles of Jurisdiction”, Terrorism and
International Law içinde, Rosalyn Higgins ve Maurice Flory, (eds.), Routledge,
London, New York, 1997, s. 43-67.
Friedlander, Robert A.: “Terrorism and the World Community”, Terrorism
& Political Violence: Limits & Possibilities of Legal Control içinde, Henry H.
Han, (ed.), Oceana Publications,inc., New York, 1993, s.447-452.
Gaja, Giorgio: “In What Sense Was There an “Armed Attack” ?”,
http://www.ejil.org/forum_WTC/ny-gaja.html, ( 4 Haziran 2004).
Ganor, Boaz: “Countering State-Sponsored Terrorism”, http://www.ict.org.il/
articledet.cfm?articleid, ( 2 Nisan 2003).
Gardam, Judith Gail: “Necessity and Proportionality in Jus Ad Bellum and
Jus In Bello”,
International Law, the International Court Of Justice and
Nuclear Weapons içinde, Laurence Boisson de Chazourness ve Philippe Sands,
(eds.), Cambridge University Press, Cambridge, 1999, s.275-292.
Gardner, Richard N.: “Neither Bush Nor the “Jurisprudence”, Agora: Future
Implications of The Iraq Conflict, American Journal of International Law, Cilt
97, Sayı 3, 2003, s.576-590.
Gasser, Hans-Peter: “Acts of Teror “Terrorism” and International
Humanitarian Law”, International Review of the Red Cross, Cilt 84, Sayı 847,
2002, s.547-570.
312
Glennon, Michael J., “Millitary Action Against Terrorist Under International
Law:The Fog of Law: Self- Defense, Inherence, and Incoherence in Article 51 of the
united Nations Charter ”, Harvard Journal of International Law & Public Policy,
Cilt 25, No.2, 2002, s.539-558.
Glennon, Michael J.: “The UN Security Council in a Unipolar World”,
Virginia Journal of International Law, Cilt 44, No. 1, 2003, s.91-107.
Goldstone, Richard J.: “International Law and Justice of America’s. War on
Terrorism”, Social Research, Cilt 69, Sayı 4, Kış 2002, s.1045-1054.
Goodwin, Brent Stuart: “Libya is a Case Study in Fighting State-Sponsored
Terrorism”,
http://w.w.w.brown.edu/Administration/News-Bureau/2003-04/03.007
.html, (30 Ekim 2003).
Gray, Christine: “From Unity to Polarization: International Law and Use of
Force Against Iraq”, EJIL,Cilt 13, Sayı 1, 2002, s.1-18.
Greenwood, Christopher: “International Law and the War Against
Terrorism”, International Affairs, Cilt 78, Sayı 2, 2002, s.301-317.
Greenwood, Christopher: “Jus Ad Bellum and Jus in Bello in the Nuclear
Weapons Advisory Opinion”, International Law, the International Court Of
Justice and Nuclear Weapons içinde, Laurence Boisson de Chazourness ve
Philippe Sands, (eds.), Cambridge University Press, Cambridge, 1999, s.247-266.
Grote, Rainer: “Between Crime Prevention and the Laws of War: Are the
Traditional Categories of International Law Adequate for Assessing the Use of Force
Against International Terrorism?”, Terrorism as a Challenge for National and
International Law: Security Versus Liberty? içinde, Christian Walter, Vöneky
313
Silja, Volker Röben, ve Frank Schorkopf, (eds.), Berlin/Heidelberg, 2003,
http://edoc.mpil.de/conference-on-terrorism/index.cfm.
Haidon, Thomas: “The CIA’s Yemen Operation: a Legal Critique”, http://
www.counterpunch.org/haidon1119.html, (15 Haziran 2004).
Haris, Jhon F. ve Allen, Mike: “President Details Global war on Terrorists
and Supporters”, Washington Post, 21 Eylül 2001, s. A1.
Henkin, Louis: “Use of Force: Law and US Policy”, Right v. Might
International Law and the Use of Force içinde, Louis Henkin, Stanley, Hoffmann,
Jeane J. Kirkpatrick, & Allan GersonWilliam D., Rogers, David J. Scheffer, (eds.),
Council on Foreign Relations Press, 1991, s.37-70.
Hills, Alice:“ Responding to Catastrophic Terrorism”, Studies in Conflict &
Terrorism, Cilt 25, Sayı 4, 2002, s.245-261.
Jenkins, Brian M.: “International Terrorism: The Other World War”,
International Terrorism: Characteristics, Causes, Controls içinde, Charles W.
Kegley, (ed.), University of South Carolina, St. Martin’s Press, Inc., New York,
1990, s.27-38.
Jenkins, Brian M.: “Will Terrorists Go Nuclear? A Reappraisal”, The Future
of Terrorism: Violence in the New Millennium içinde, Harvey W. Kushner, (ed.),
Sage Publications, Thousand Oaks, London, New Delhi, 1998, s.225-249.
Jinks, Derek: “State Responsibility for the Acts of Private Armed Groups”,
Chicago Journal of International Law, Cilt 4, No.1, 2003, s.83-95.
Jhonson, Larry, C.: “The Future of Terrorism”, American Behavioral
Scientist, Cilt 44, Sayı 6, 2001, s.894-913.
314
Kartha, Tara, “Countering Transnational Terrorism”, Strategic Analysis: A
Monthly Journal of the IDSA, Cilt 23, No.11, 2000.
Kash, Douglas, “Libyan Involvement and Legal Obligations in Connection
with the Bombing of Pan Am Flight 103”, Studies in Conflict & Terrorism,
Cilt17 , 1994, s.23-38.
Kaya, İbrahim: “11 Eylül Saldırıları ve Sonrası: Uluslararası Hukukta Askeri
Müdahale”, Startejik Analiz, Cilt 2, Sayı 19, 2001, s.102-106.
Kegley Jr., Charles W.: “ Preemptive War: A Prelude to Global Peril?”, http:
//www.file://C:/Documents%20and%20settings, (10 Ekim 2003).
Kegley, Charles W.: “The Characteristics of Contemporary International
Terrorism”, International Terrorism: Characteristics, Causes, Controls içinde,
Charles W. Kegley, (ed.), University of South Carolina,St. Martin’s Press, Inc., New
York, 1990, s.1-26.
Khan, Ali, “A Legal Theory of International Terrorism”, Connecticut Law
Rewiew, Cilt 19, 1987, s.945-972.
Kohen, Sami, “Saldırılar Sonrası Durum, Milliyet, 29 Kasım 2003.
Kohen, Sami, “Libya Örneği…”, Milliyet, 24 Aralık 2003.
Koskenniemi, Martti: “National Self-Determination Today: Problems of
Legal Theory and Practice”, Self-Determination in International Law içinde,
Robert, McCorquodale, (ed.), Ashgate Publishing Company, 2000.
Kösebalaban, Hasan: “ Yeni Amerikan Güvenlik Doktrini ve Uluslararası
İlişkiler, 2023 Dergisi, 2002, s.34-38.
Krisch, Nico: “The Rise and Fall of Collective Security: Terrorism, US
Hegemony, and the Plight of the Security Council”, Terrorism as a Challenge for
315
National and International Law: Security Versus Liberty? içinde, Christian
Walter, Vöneky Silja, Volker Röben ve Frank Schorkopf, (eds.), Berlin/Heidelberg,
2003, (http://edoc.mpil.de/conference-on-terrorism/index.cfm).
Kritsiotis, Dino: “The Legality of the 1993 US Missile Strike on Iraq and the
Right of Self-Defence in International Law”, International & Comparative Law
Quarterly, Cilt 45, 1996, s.162-177.
Laqueur, Walter: “The New Face of Terrorism”The Washington Quarterly,
1998, s.169-178.
Lindley, Daniel A.: The Campaign Against Terrorism, Kroch Institute
Occasional Paper 22, University of Notre Dame, Nisan 2002, s.1- 45.
Livingstone, Neil C.: “Proactive Responses to Terrorism: Reprisals,
Preemption and Retribution”, International Terrorism: Characteristics, Causes,
Controls içinde, Charles W. Kegley, (ed.),
University of South Carolina, St.
Martin’s Press, Inc., New York, 1990, s.219-227.
Maogoto, Jackson Nyamuya: “War on the Enemy: Self-Defence and StateSponsored Terrorism”, Melbourne journal of International Law, Cilt 4, 2003,
s.406-438.
Meron, Theodor: “Classification of Armed Conflict in the Former
Yugoslavia: Nicaragua’s Fallout”, http://www.asil.org/ajil/meron.htm, (15.06 2004).
Mickolus, Edward F.: “ How Do We Know We’re Winning the War Against
Terrrorist? Issues in Measurement”, Studies in Conflict & Terrorism, Cilt 25, Sayı
3, 2002, s.151-160.
316
Mitta, Monaj: “Why This Quibble Over Terrorism?”, http://www.
indianaexpress.com., (18 Ekim 2002).
Mullerson, Rein: “Self-Defence in the Contemporary World”, Law And
Force in the New International Order içinde, Lori Fisler Damrosch & David J.
Scheffer (eds.), Westview Press, Boulder, San Francisco, Oxford, 1991, s.13-25.
Mullerson, Rein: “On the Relationship Between Jus Ad Bellum and Jus in
Bello in the General Assembly Advisory Opinion”, International Law, the
International Court Of Justice and Nuclear Weapons içinde, Laurence Boisson
de Chazourness ve Philippe Sands, (eds.), Cambridge University Press, Cambridge,
1999, s. 267-274.
Murphy, Jhon F.: “The Impact of Terrorism on Globalization and ViceVersa”, The International Lawyer, Cilt 36, Sayı 1, 2002, s.77-89.
Murphy, Jhon F.: “Commentary on Intervention to Combat Terrorism and
Drug Trafficking”, Law And Force in the New International Order içinde, Lori
Fisler Damrosch & David J. Scheffer (eds.), Westview Press, Boulder, San
Francisco, Oxford, 1991, s.241-243.
Murphy, Sean D.: “Terrorism and the Concept of “Armed Attack” in Article
51 of the U.N. Charter”, Harvard International Law Journal, Cilt 43, Sayı 1,
2002, s.42-51.
Murphy, Sean D.: “Contemporary Practice of the United States Relating to
International Law”, American Journal of International Law, Cilt 96, Sayı 4,
2002, s. 237-258.
317
O’Brien,William: “Reprisals, Deterrence and Self-Defence in Counterterror
Operations”, Virginia Journal of International Law, Cilt 30, 1990 s.421-478.
O’Connell, Mary Ellen: “The Myth of Preemptive Self-Defense,” 2002,
http://www.asil.org./taskforce/oconnell.pdf., (10 Ekim 2003).
Pangi, Robyn: “Consequence Management in the 1995 Sarin Attacks on the
Japanese Subway System”, Studies in Conflict & Terrorism, Cilt 25, Sayı 5, 2002,
s.421-447.
Plachta, Michael: “The Lockerbie Case: The Role of the Security Council in
Enforcing the Principle Aut Dedere Aut Judicare”, EJIL, Cilt 12, No.1, s.125-140.
Portela, Clara: “Terrorism and the Use of Force”, BITS Research Note,
Haziran 2002, http://www.bits.de/public/reasarchnote/rn02-2.htm, (18 Ekim 2002).
Preda, Adina: “The Principle of Self-Determination and National Minorities”,
Dialectical Anthropology, Cilt 27, 2003, s. 205-226.
Priest, Dana: “CIA Killed US Citizen in Yemen Misilse Strike”, http://www.
commondreams.org/headlines02/1108-05html, (15 Haziran 2004).
Rapoport, David, C.: “Religion and Terror: Thugs, Assassins, and Zealots”
International Terrorism: Characteristics, Causes, Controls, Charles W. Kegley,
(ed.), University of South Carolina,St. Martin’s Press, Inc. New York, 1990, s.146157.
Ratner, Steven R.: “Jus Ad Bellum and Jus In Bello After September 11”,
American Journal of International Law, Cilt 96, Sayı 4, 2002, s.905-921.
Ratner, Steven R.: “Rethinking the Geneva Conventions”, http://www.
crimesofwar.org/expert/genevaConventions/gc-ratner.html., (30Ocak 2003).
318
Reçber, Kamuran: “Uluslararası Hukuk Açısından Türkiye’nin Irak’ın
Kuzeyinde Sıcak Takip Hakkı”, Fırat Üniversitesi’nin 25. Kuruluş Yıl Dönümünde
I. Milletlerarası Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da Güvenlik ve Huzur
Sempozyumu, 2000, s.639-653.
Reisman, W. Michael: “Allocating Competences to Use Coercion in the
Post-Cold War Wold: Practices, Conditions and Prospects”, Law And Force in the
New International Order içinde, Lori Fisler Damrosch & David J. Scheffer (eds.),
Westview Press, Boulder, San Francisco, Oxford, 1991, s. 26-48.
Reisman, W. Michael.: “In Defence of World
Public Order, American
Journal of International Law, Cilt 95, 2001, s.833-835.
Richardson,
Louise: “ Global Rebels: Terrorist Organization as Trans-
national Actors”, Harvard International Review, Cilt 20, Sayı 4, 1998, s.52-56.
Roberts, Adam: “ Counter-Terrorism, Armed Force and the Laws of War”,
Survival, Cilt 44, Sayı 1, 2002, s.7-32. .
Roberts, Adam: “Terrorism and International Order”, Terrorism and
International Order içinde, Lawrence Freedman, Christopher Hill, Adam Roberts,
R. J. Vincent., Paul Wilkinson ve Philip Windsor, (eds.), The Royal Institute of
International Affairs, Routledge, 1988, s.7-25.
Rona, Gabor: “Interesting Times for International Humanitarian Law:
Challenges from the War on Terror”, The Fletcher Forum of World Affairs, Cilt
27, Sayı 2, 2003, s.55-74.
Rowe, Peter: “Responses To Terror: The New “War” ” , Melbourne Journal
of International Law”, Cilt 3, 2002, s.301-319.
319
Rowles, James: “Millitary Responses to Terrorism: Substantive and
Procedural Constraint in International Law”, Proceedings of the American Society
of International Law, Cilt 81, 1987.
Rubin, Alfred: “Current Legal Approaches to International Terrorism:
Alternative Legal Approaches”, Terrorism & Political Violence: Limits&
Possibilities of Legal Control içinde, Henry H. Han, (eds.), Oceana Publications,
Inc., New York, 1993, s.377-393.
Rubin, Alfred P.: “Legal Response to Terror: An International Criminal
Court”, Harvard International Law Journal, Cilt 43, Sayı 1, 2002, s.65-70.
Sanger, David E.: “White House Approved Data Blair Released”, New York
Times, 6 Ekim 2001, s.B6.
Sassoli, M.: “Internatioanal Humanitarian Law and Terrorism Contemporary
Research on Terrorism, Wilkinson, Paul ve Alasdair M. Stewart, (eds.), Aberdeen
University Press, İngiltere, 1989, s.466-474.
Schachter, Oscar: “The Extraterritorial Use of ForceAgainst Terrorist Bases”,
Houston Journal of International Law, Cilt 11, Sayı 2, 1989, s.309-330.
Schachter, Oscar: “Self-Defence and the Rule of Law”, American Journal of
International Law, Cilt 83, No.1-2, 1989, s.259-277.
Schachter, Oscar: “ The Lawful Use of Force by a State Against Terrorist in
Another Country”, Terrorism & Political Violence: Limits& Possibilities of Legal
Control içinde, Henry H. Han, (ed.), Oceana Publications,inc., New York, 1993,
s.243-265.
320
Schmitt, Michael N.:
“Preemptive Strategies in International Law”,
Michigan Journal of International Law, Cilt 24, Sayı 513, 2003, s.515-548.
Seymour, Philip A.: “The Legitimacy of Peacetime Reprisals as a Tool
Against State-Sponsored Terrorism”, Nav. L. Rev. Cilt 39, 1990, s.221-240.
Shultz, George P.: Low-Intensity Warfare : The Challenge of Ambiguity,
Remarks by George P. Shultz, Secretary of State, before the Low-Intensity Warfare
Conference, National Defence University, Washington, 25 Ocak 1986.
Shultz, Richard H.: “Can Democratic Govrenments Use Millitary Force in the
War Against Terrorism?”, World Affairs, Cilt 148, No. 4, 1986, s. 205-215.
Shultz, Richard: “Conceptualizing Political Terrorism”, International
Terrorism: Characteristics, Causes, Controls içinde, Charles W. Kegley, (ed.),
University of South Carolina, St. Martin’s Press, Inc., New York, 1990, s.45-50.
Simpson, Gerry J.: “The Diffusion of Sovereignty: Self-Determination in the
Post Colonial Age”, Self-Determination in International Law içinde, Robert,
McCorquodale, (ed.), Ashgate Publishing Company, 2000.
Singer, Eric H.: “Terörist Attacks on Nationals: The Lawful Use of Force
Against Terrorist Bases on Foreign Soil”, Terrorism and Political Violence, 1989,
Cilt 1 Sayı 4, s.435-465.
Slaughter, Anne-Marie ve White, William Burke:
“An International
Constitutional Moment”, Harvard International Law Journal, Cilt 43, Sayı 1,
2002, s.1-21.
Sofaer, Abraham D.: “Terrorism, the Law,
Millitary Law Review , Cilt 126, 1989, s.89-123.
321
and the National Defense”,
Sofaer, Abraham D.: “Terrorism and the Law”, Foreign Affairs, Cilt 64,
1986, s.901-922.
Sofaer, Abraham D.: “On the Necessity of Pre-emption”, EJIL, Cilt 14, No.2,
2003, s.209-226.
Solf, Waldemar A.: “International Terrorism in Armed Conflict”, Terrorism
& Political Violence: Limits& Possibilities of Legal Control içinde, Henry H.
Han, (ed.), Oceana Publications, Inc., New York, 1993, s.317-331.
Sthan, Carsten: “Nicaragua is dead, long live Nicaragua-the Right to Selfdefence under Art.51 UN Charter and International Terrorisim”, Terrorism as a
Challenge for National and International Law: Security Versus Liberty? içinde,
Christian Walter, Vöneky Silja, Volker Röben ve Frank Schorkopf, (eds.),
Berlin/Heidelberg, 2003, http://edoc.mpil.de/conference-on-terrorism/index.cfm.
Sthan, Carsten: “International Law Under Fire: Terrorist Acts as “Armed
Attack”: The Right to Self-Defense, Article 51(1/2)of the UN Charter, and
International Terrorism”, Fletcher Forum for World Affairs, Cilt 27, Sayı 2,
2003, s.35-51.
Sthan, Carsten: “Enforcement of Collective Will After Irak”, Agora
(Continued): Future Implications of The
Iraq Conflict, American Journal of
International Law, Cilt 97, No. 4, 2003, s.803-821.
Stahn,
Carsten:
“International
Law
at
a
Crossroads?”,
http:www.ejil.org/forumWTC ( 10 Ekim 2003).
Stahn, Carsten: “Security Council Resolutions 1368 (2001) and 1373 (2001):
What they Say and What they do not Say?”, EJIL Discussion Forum, http://www.
ejil.org/forumWTC/mesages/15html., (10 Ekim 2003).
322
Stromseth, Jane E.: “Law and Force After Iraq: A Transitional Moment”,
Agora:Future Implications of The Iraq Conflict, American Journal of International
Law, Cilt 97, Sayı 3, 2003, s.628-642.
Subedi, Surya P.: “The UN Response to International Terrorism in the
Aftermath of the Terrorist Attacks in America and the Problem of the Definition of
Terrorism in International Law”, International Law Forum du droit international,
Cilt 4, 2002, s.159-169.
Taft IV, William H. ve Buchwald, Toddy F.: “Preemption Irak And
International Law”, Agora:Future Implications of The Iraq Conflict, American
Journal of International Law, Cilt 97, Sayı 3, 2003, s.557-563.
Tarhanlı, Turgut: “Kuvvet Kullanma, Hukuk ve Türkiye”, http://www.
gunisigihukuk.com/kuvvetkuullanma.html, (27 Haziran 2004).
Toluner, Sevin: “Nikaragua’ya Karşı Askeri ve Benzeri Faaliyetler
Davasın’daki Yargı ve Meşru Müdafaa Hakkı”, Milletlerarası Hukuk Açısından
Türkiye’nin Bazı Dış Politika Sorunları, Beta Yayınları, Birinci Baskı, İstanbul,
2000, s.347-388.
Toluner, Sevin: “Hukuksal Alanda Türkiye’nin Güvenlik İhtiyaçları Ne
Şekilde Karşılanabilir?” Dünya’da Yeni Güvenlik Anlayışları, Türkiye’nin
Durumu ve İhtiyaçları içinde, Harp Akademileri Basımevi, İstanbul, 2003, s.243261.
Travalio, Gregory M.: “Terrorism, International Law and the Use of Millitary
Force”, Wisconsin International Law Journal, Cilt 18, Sayı 1, 2002, s.145-192.
Tucker, David: “Responding to Terrrorism”, The Washington Quarterly,
Kış 1998, s.103-117.
323
Ulfstein, Geir: “Terrorism and Use of Force”, Security Dialogue, Cilt 34,
No.2, 2003, s.153-168.
Vagts, Detlev F.: “Hegemonic International Law”, American Journal of
International Law, Cilt 95, Sayı 4, 2001, s.843-848.
Vogelson, Jay M.: “Multinational Approaches to Eradicating International
Terrorism”, The International Lawyer, Cilt 36, Sayı 1, 2002, s.67-75.
Vöneky, Silja “The Fight Against Terrorism and the Rules of the Law of
Warfare”, Terrorism as
a Challenge for National and International Law:
Security Versus Liberty? içinde, Christian Walter, Vöneky Silja, Volker Röben ve
Frank Schorkopf, (eds.), Berlin/Heidelberg, 2003, http://edoc.mpil.de/conference-onterrorism/index.cfm.
Yoo, John C. ve Ho, James C., “International Law and the War on
Terrorism”, http://www.law.berkeley.edu/cenpro/ils,/papers/yoonyucombatants, (1
Ağustos 2003).
Warner, Mary Beth: “Post-Lockerbie, Libya Plays Along”, National
Journal, 27 Ekim 2001, s.1-3.
Wedgwood, Ruth: “Al Qaeda, Millitary Commissions, ND American SelfDefense”, Political Science Quarterly, Cilt 117, Sayı 3, 2002, s.369-372.
Wedgwood, Ruth: “The Fall of Saddam Hussein: Security Council Mandates
and Preemptive Self-Defence”, American Journal of International Law, Cilt 97,
Sayı 3, 2003, s.576-585.
Weiss, Peter: “Terrorism, Counterterrorism and International Law”, Arab
Studies Quarterly, Cilt 24, Sayı 2-3, 2002, http:search.epnet.com/direct.asp?an=
9248880&db=aph, ( 31 Ekim 2003).
324
Welhengama, Gnanapala: “The Legitimacy of Minorities’ Claim for
Autonomy Through the Right to Self-determination”, Nordic Journal of
International Law, Cilt 68, 1999, s. 413-438.
Wilkinson, Paul: “Trends in International Terrorism and the American
Response”, Terrorism and International Order içinde, Lawrence Freedman,
Christopher Hill, Adam Roberts, R. J. Vincent., Paul Wilkinson, ve Philip Windsor,
(eds.), The Royal Institute of International Affairs, Routledge, 1988, s. 37-55.
Wilkinson, Paul: “Pathways out of Terrorism for Democratic Societies”,
Contemporary Research on Terrorism, Wilkinson, Paul ve Alasdair M. Stewart,
(eds.), Aberdeen University Press, İngiltere, 1989, s.453-465.
Wurst, Jim: “International Response: Negotiations Stall on Anti-Terrorism
Treaties”, http://www.nti.org/d_newswire/issues.htlm., (18 Ekim 2002).
RAPORLAR
Ago, Robert, “ Addendum To Eighth Report on State Responsibility”, 1980 II
(1), ILC Yearbook..
Draft Articles on Responsibility of States for Internationally Wrongful
Acts, UN G.A.O.R., 56th Sess., Agenda Item 162, s.8; UN.Doc. A/RES/56/83
(2002).
Fifty-fifth
Session,
Sixth
Committee,
Measures
to
Eliminate
International Terrorism Report of the Working Group (19 October 2000),
Working Document Submitted By India on the Draft Comprehensive
Convention on International Terrorism, Annex II, A/C.6/55/L.2.
325
Report of the Ad Hoc Committee Established by General Assembly
Resolution 51/210 of 17 December 1996 Fifth Session (12-13 February 2001),
General Assembly Official Records, fifty-sixth Session, Supplement No.37
(A/56/37)
Measures to Eliminate International Terrorism Report of the Working
Group, 16 October 2002, A/ C.6/57/L.9
Report of the Ad Hoc Committee Established by General Assembly
Resolution 51/210 of 17 December 1996, G.A.O.R., 57th Sess., Supp., No. 37
(A/57/37).
U.N. General Assembly, Fifty-Sixth session Sixth Committee, Measures
to Eliminate
International Terrorism Report of
the Working
Group,
A/C.6/56/L.9.
DİĞER BELGELER
Letter Dated 7 October 2001 From the Permanent Representative of the
United States of America to the Untited Nations Addressed to the President of
the Security Council, (http://www.un.int), 7 Mart 2002.
President’s Military Order of November 13, 2001, Detention,Treatment
and Trial of Certain Non-Citizens in the War Against Terrorism, http://www.
whitehouse.gov/news/releases/20011113-27.htlm.( 1 Nisan 2003).
Terrorism, Patterns of Global Terrorism-2001, 21 Mayıs 2002., http://
64.21.33.164/ref/dis/o5210201.htlm.( 1 Nisan 2003).
326
NATO Press Release, No.124, Statement by the North Atlantic Council
(12 Eylül 2001); http://www.nato.int/docu/pr/2001/p01.124e htm, (03.05.2004).
The National Securtiy Strategy of the United States of America,
September 2002.
YARGI KARARLARI
Case Concerning United States Diplomatic and Consular Staff in Tahran
(U.S. v. Iran), I.C.J. Reports (1980).
Corfu Channel (Albania v.UK) Case, Judgement on Merits, I.C.J. Reports
1949.
Legality of the Threat or Use of Nuclear Weapons (Advisory Opinion), I.C.J.
Reports1996.
Millitary and Paramilitary Activities in and Against Nicaragua (Nicaragua v.
United States of America), Judgment on Merits, I.C.J. Reports 1986, p.14. http://
www.studiperlapace.H-centrol@studiperlapace.it (dal 1999), (4 Mart 2001).
North Sea Continental Shelf Cases (F.R.G. v.Den.) (F.R.G.v.Neth), I.C.J.
Reports 1969, p.3.
Prosecutor v. Dusko Tadic, Case, No IT-94-1-A (I.C.T.Y. 1999), http://www.
un.org/icty/tadic/appeal/judgment/tad-aj990715e.pdf, (8 Mart 2003).
327
Download