PANİK BOZUKLUĞU HASTALARI ve BİRİNCİ DERECE

advertisement
T.C Sağlık Bakanlığı
Haydarpaşa Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi
Psikiyatri Kliniği
Klinik Şefi: Uz. Dr. Mecit Çalışkan
PANİK BOZUKLUĞU HASTALARI ve BİRİNCİ
DERECE AKRABALARINDA AFEKTİF MİZACIN
ARAŞTIRILMASI
UZMANLIK TEZİ
Dr. Gamze ERGİL
İSTANBUL 2006
Uzmanlık eğitimim boyunca bilgi ve deneyimlerinden yararlandığım ve asistanı
olmaktan onur ve mutluluk duyduğum klinik şefim Uzm. Dr. Mecit ÇALIŞKAN’ a ,
Kliniklerinde rotasyon yaptığım ve eğitimime katkısı olan tüm klinik şeflerine ,
Eğitimimde ve tezimin oluşturulmasında bana bilgi ve deneyimlerini aktaran , her
konuda desteğini esirgemeyen tez danışmanım Uzm. Dr. Figen ATALAY’ a,
Tezimin hazırlanmasında katkılarından dolayı Uzm. Dr. Hakan ATALAY’ a
Eğitimim süresince mesleki bilgi ve tecrübesinden yararlanma fırsatı bulduğum
şef yardımcısı Uzm. Dr. Mehmet ÜÇIŞIK ve servisimizin tüm uzmanlarına,
Eğitimim süresince edindiğim bilgilerin olgunlaşmasında ve tezimin hazırlanması
sırasında her zaman desteğini gördüğüm Doç. Dr. Mustafa BİLİCİ’ye
Asistanlığım süresince göstermiş olduğu destek ve sabrından dolayı sevgili
dostum Dr. Murat ALTIN’a
Birlikte çalışmaktan her zaman onur ve
mutluluk duyduğum kliniğimizdeki
değerli asistan doktor arkadaşlarımı ve kliniğimizin psikolog, hemşire ve personeline,
Bana vakit ayırarak çalışmama katılan bütün hastalarıma,
Beni her zaman destekleyip yanımda olan aileme
TEŞEKKÜR EDİYORUM
İÇİNDEKİLER
GİRİŞ VE AMAÇ………………………………………………………………………..1
GENEL BİLGİLER……………………………………………………………………...3
1) PANİK BOZUKLUK
Tarihçe……………………………………………………………………3
DSM Sınıflandırmalarında Panik Bozukluğu…………………………5
Epidemiyoloji…………………………………………………………….5
Etyoloji……………………………………………………………………7
Panik Bozukluğun Elektrofizyolojisi…………………………………...12
Klinik Özellikler………………………………………………………….15
Tanı Ölçütleri……………………………………………………………17
Komorbidite……………………………………………………………..21
2) AFEKTİF MİZAÇ ve BİPOLAR SPEKTRUM KAVRAMI……………….26
3) PANİK BOZUKLUĞUN AFEKTİF BOZUKLUKLAR
ve MİZAÇ İLE İLİŞKİSİ…………………………………………………….32
YÖNTEM VE GEREÇLER…………………………………………………………..35
BULGULAR………………………………………………………………………….. 39
TARTIŞMA…………………………………………………………………………….57
SONUÇ ve ÖNERİLER……………………………………………………………
62
ÖZET………………………………………………………………………………….. 64
KAYNAKLAR………………………………………………………………………… 66
ÖLÇEKLER
GİRİŞ ve AMAÇ
Mizaç; kalıtımla geçen ve yaşam boyunca çok az oranda değişen yapısal
özelliklerdir (Sayın ve Aslan 2005). Bu kavram; yapısal, genetik ve biyolojik temele
dayanan tavır ve davranışları anlatmaktadır (Goodwin ve Jamison 1990). Mizaç
özelliklerinin
çocukta,
bebeklikten
başlayarak
ergenlik
dönemi
boyunca
tanımlanabileceği öne sürülmüştür. Rothbart, mizacı; kişinin biyolojik olarak doğuştan
getirdiği, zamanla kalıtım, olgunlaşma ve deneyim gibi etkenlerden etkilenerek
şekillenebilen bir yapı olarak tanımlamıştır (Rothbart ve ark. 2000).
Eski çağlardan beri doğuştan gelen bazı mizaç özelliklerinin belirli psikiyatrik
bozukluklara yol açtığı düşünülmektedir. Ruhsal bozukluklar, özellikle duygudurum
bozuklukları ile kişilik, karakter ve mizaç arasındaki ilişki de uzun yıllardır ilgi
çekmiştir.
Kraepelin, dört temel duygulanım görünümünden söz etmiş ve afektif mizaç
ile afektif patoloji arasında bir süreklilik önermiştir.
Akiskal ve arkadaşları da
Kraepelin’in kavramını yeniden hayata geçirerek mizacı (temperament), duygudurum
bozukluklarının temeli olarak sunmuş ve duygulanım yelpazesini eşikaltı duygulanım
izlerinden ağır duygulanım bozukluğuna kadar çizmiştir (Akdeniz ve ark 2004).
Akiskal 5 temel afektif mizacı tanımlamıştır: depresif, hipertimik, siklotimik, irritabl
(sinirli) ve anksiyöz (endişeli) mizaç (Akiskal ve Mallya 1987).
Duygulanım mizaç tiplerinin duygudurum bozukluğunun varlığını ve doğasını
etkilediği
ya
da
hastalığın
tipinin
mizacı
etkilediği
söylenebilir.
Mizaç
ile
psikopatolojinin (özellikle duygulanım mizaçlar ile duygudurum alt grupları arasındaki
ilişki) ilişkisi olduğu genel modelini yani psikiyatride uzun yıllardır kabul edilen
depresyona ve maniye ait özgül mizaç özellikleri olduğunu iddia eden varsayım
yapılan birçok çalışmayla da desteklenmiştir. Mani birincil olarak hipertimik mizaç,
depresyon da depresif mizaç ile bağlantılı bulunmuştur (Akdeniz ve ark.2004).
Dekatlar boyunca afektif bozukluklar ve anksiyete bozuklukları birbirinden
farklı, ilişkisiz bozukluk grupları olarak kabul edilmiş olsa da (Nemeroff 2002),
1
anksiyete bozuklukları ile afektif bozuklukların komorbiditesi klinik ve epidemiyolojik
çalışmalarla gösterilmiş bir olgudur. Özellikle panik bozukluk, sosyal fobi ve obsesif
kompulsif bozukluk ile duygudurum bozukluklarının sık görülen komorbiditesi yine
klinik ve epidemiyolojik çalışmalarla rapor edilmiştir. (Perugi ve ark. 1999).
Yetişkinlerde panik ataklar ve panik bozukluk ile major depresif bozukluk
arasındaki bağlantı iyi dokumente edilmiş bir durumdur (Birmaher ve ark. 2002).
Panik bozuklukla ilişkili olarak major depresyon görülme oranlarının yüksek olduğu
açıkça ortaya konmuştur ve özellikle birden fazla anksiyete bozukluğu mevcutsa, bu
kural olarak kabul edilmelidir (Simon ve Fischmann 2005) .
Anksiyete bozukluklarının, özellikle de panik bozukluğun, bipolar bozukluk ile
komorbiditesi de son zamanlarda aktif araştırma alanlarından biri olmuştur. 140
agorafobili panik bozukluğu hastasıyla yapılan bir klinik çalışmada, hastalarda %13,5
oranında manik veya hipomanik epizod öyküsü saptanmıştır. (Savino ve ark. 1993) .
ECA çalışmasına göre panik bozukluğun bipolar bozuklukla komorbiditesi (%20,8),
unipolar depresyonla olan komorbiditesinden (%10) çok daha yüksek oranlardadır.
(Chen ve Dilsaver, 1995). Panik bozukluğu olan erişkinlerin % 13-23’ünde komorbid
bipolar bozukluk da mevcuttur. Panik atak veya panik bozuklukla komorbid bipolar
bozukluk durumlarında semptomatolojinin daha ağır olduğu ve tedavinin daha zor
olduğu literatürde belirtilmiştir. (Birmaher ve ark. 2002)
Afektif mizaç ile duygudurum bozuklukları arasındaki ilişkiyi araştıran
çalışmaların yanısıra anksiyete bozuklukları ile afektif bozukluklar arasındaki ilişkiyi
araştıran da çok sayıda çalışma mevcuttur. Ancak mizaç ile anksiyete bozuklukları
arasındaki bağlantıyı araştıran çalışmalar çok sınırlı sayıdadır. Bu çalışmanın da
amacı; anksiyete bozuklukları, özellikle de panik bozukluk ile duygudurum
bozukluklarının komorbiditesinin sık olduğu gözönüne alındığında, özellikle bu
hastalarda ve bu hastaların birinci derece akrabalarında psikopatoloji ile bağlantılı
mizaç özelliklerinin araştırılmasıdır.
2
GENEL BİLGİLER
Klinik açıdan anksiyete, yaygın anksiyete ve panik nöbetleri olarak ikiye
ayrılabilir. Yaygın anksiyete, genel bir ruhsal gerginlik ve rahatsızlık hissiyle birlikte
yavaş ve sinsi olarak başlarken, panik nöbetleri ani ve patlamalar tarzında bir
başlangıç göstermektedir. Panik nöbetleri, başta panik bozukluğu olmak üzere bir
çok psikiyatrik hastalıkta ortaya çıkabilmektedir. (Tükel,1997)
Bu bölümde panik bozukluğu ile ilgili genel bilgiler verilmeye çalışılmıştır.
PANİK BOZUKLUK
Tarihçe:
Panik kelimesi Yunan Mitolojisinde yalnız yaşayan, üzgün olduğu zaman bir
mağaraya kapanan, rahatsız edildiğinde çığlık atarak korkutan bir tanrının ismi olan
“Pan” dan gelmektedir (Ceylan ve Yazan 2000). Pan, vücudunun üst kısmı insan, alt
kısmı keçi biçiminde olan sürüler tanrısıdır ve gerek korkunç görünümü gerekse
ürkütücü çığlığı ile sürülerin, orman ve su perilerinin korku içinde kaçışmalarına yol
açar (Güleç ve Köroğlu 1997).
Bu bozukluğun belirtileri bir yüzyıldan daha fazla bir zamandan beri biliniyor
olmalarına karşın, ancak son yirmi yıl içinde ayrı bir ruhsal hastalık olarak
tanımlanmıştır. Bu bozukluk 1871’de, Da Costa tarafından askerlerde sık rastlanılan
ve yoğun bir göğüs ağrısı, şiddetli çarpıntı, yapısal bozukluğun olmadığı bazı
kardiyak belirtilerle giden işlevsel bir sendrom olarak “irritabl kalp” adıyla
tanımlanmıştır (Tükel 2000).
Da Costa’nın çalışmasını yayımladığı tarih olan 1871’de, Westpal, açık
alanlarda şiddetli korku yaşayan ve bu nedenle evlerine gitmek üzere tanımadıkları
kimselerden yardım isteyen üç erkek hastasını bildirdiği “Die Agoraphobie” isimli
çalışmasında agorafobi sendromunu tanımlamıştır (Tükel 2002).
3
1880 yılında Georg Miller Beard, efor sendromuna benzer semptomlarıyla
giden klinik tablolar için nevrasteni terimini kullanmaya başlamış ve bu terim o
yıllarda oldukça kabul görmüştür (Ceylan ve Yazan 2000). 1893’de Heckner,
nevrasteni hastalarının çoğunda halka açık yerlerde ortaya çıkan anksiyete ataklarını
bildirmiş ve bu atakların spontan özelliğini not etmiş, ayrıca bazı olgularda bir-iki
belirtili sınırlı-panik atakların varlığına dikkat çekmiştir.
Freud, “anksiyete nevrozu” adı altında nevrasteniden farklı bir sendrom
tanımlamış ve anksiyeteye birinci derecede bir belirti olarak bu sendrom içinde yer
vermiştir (Tükel 2002). 1895 yılındaki bir makalesinde irritabilite, baş dönmesi,
paresteziler, kalp spazmları, terleme ve solunum güçlüğü gibi belirtilerle tanımladığı
bu sendrom ile anksiyete nevrozu terimini psikiyatri literatürüne katmıştır (Güleç ve
Köroğlu 1997).
Anksiyete nevrozunun kronik bir biçim alabileceğine ya da ani
şiddetli anksiyete atakları olarak kendini gösterebileceğine dikkati çekmiştir. Yani,
günümüzün yaygın anksiyete bozukluğu ile panik bozukluğunu tek bir hastalığın
gösterimleri olarak kavramlaştırmıştır (Tükel 2000) .
I. Dünya Savaşı sırasında Da Costa Sendromunun
“kalbin bozulmuş
aksiyonu” adı altında tekrar ortaya çıktığı görülmektedir. Böylece, bir kez daha
anksiyetenin kardiyak görünümleri ilgi odağı haline gelmiş, 1918’de Lewis, bu durum
için “efor sendromu” adını önermiştir. Oppenheim ise, kardiyak belirtiler ve bitkinlik
durumunun sıkça birarada olduğu bu tabloda, daha iyi tanımladığı gerekçesiyle
“nörosirkülatuar asteni” terimini kullanmayı seçmiştir. (Tükel 2002)
1920 yılında Culpin efor sendromunun anksiyete ve fobilerle ilgisini farketmiş,
tedavisinin altta yatan psikiyatrik probleme yönelik olması gerektiğini belitmiştir.
(Ceylan ve Yazan 2000)
Panik bozukluğunu anksiyete nevrozundan ayırarak, ilk kez farklı bir tanı
olarak tanımlayan kişi ise Klein olmuştur. Klein, daha sonradan “farmakolojik
diseksiyon” adını verdiği bir yaklaşımla, imipramine yanıt veren panik ataklarını, yanıt
vermede başarısız kalan yaygın ankiyeteden ayırmış ve bu ayrımdan yola çıkarak
panik bozukluğunu farklı bir anksiyete bozukluğu kategorisi olarak tanımlamıştır.
Daha sonra geliştirdiği yeni anksiyete bozukluğu kavramında ise, beklenti
4
anksiyetesinin panik ataklarının ardılı olduğunu, panik atakları ve beklenti
anksiyetesini takiben agorafobinin geliştiğini ortaya koymuş; panik atakları ve
agorafobiyi tek bir tanı kategorisi içinde ele almıştır. (Tükel 2002)
DSM Sınıflandırmalarında Panik Bozukluğu
Panik anksiyeteye ilişkin ayrıntılı tanımlar yüzyıl kadar önce yayınlanmış
olmasına karşın panik bozukluğu 1980 yılında DSM-III yayınlanıncaya kadar
sınıflandırma sistemlerinde ayrı bir bozukluk kategorisi olarak yer almamıştır. DSMII’de yer alan anksiyete nevrozu, DSM-III’de panik bozukluğu ve yaygın anksiyete
bozukluğu olmak üzere iki kategoride ele alınmıştır. DSM-III’te (1980), panik
bozukluğu tanısı için üç haftada en az üç panik atağının varlığı gerekirken; DSM-IIIR’de (1987) bu koşul, dört haftada en az dört panik atağı ya da bir veya birkaç panik
atağını izleyen en az bir ay süren beklenti anksiyetesinin gerekliliği şeklinde
değiştirilmiş; böylece “beklenti anksiyetesi” DSM-III-R’de bir tanı ölçütü olarak yerini
almıştır. DSM-IV’de, bir tek nöbet geçirilse bile olası bir atak beklentisi ölçütü yeterli
bulunmuştur (Güleç ve Köroğlu 1997’den yararlanılmıştır).
Epidemiyoloji:
Panik bozukluk, genel popülasyonda sık görülen bir psikiyatrik bozukluktur.
(Ceylan ve Yazan 2000)
Önceleri
panik-anksiyete
bozuklukları
yelpazesinde
yaygın
anksiyete
bozukluğunun kronik bir anksiyete bozukluğu olduğu, panik bozukluğun ise bunun bir
tipi olduğu düşünülüyordu. Daha sonraları sodyum laktat infüzyonuyla panik
ataklarının ortaya çıkartılabilmesi, panik bozukluğu olan hastalarda ailesel bir
yatkınlığın görülmesi, yine bu hastalarda agorafobinin gelişebiliyor olması, trisiklik
antidepresanlarla tedaviye yanıt alınabiliyor olması gibi bulgular, panik bozukluğunun
başlı başına ayrı bir hastalık olduğunu düşündürmüştür. (Kocabaşoğlu,2002)
Panik bozukluğu kapsamının agorafobiyi de içine alacak şekilde genişletilmesi
ve önceden fobik bir bozukluk olarak değerlendirilen birçok durumun yeni ölçütlere
5
göre panik bozukluğu tanısı alması epidemiyolojik çalışmaların sonuçlarını da
etkilemiştir (Tükel,1997). Panik bozukluğunun (agorafobi ile birlikte veya agorafobi
olmaksızın) yaşam boyu prevalansı %1,5-3,5 arasında, bir yıllık prevalans hızı %1-2
arasındadır. Panik ataklarının yaşam boyu prevalansı ise % 4 civarındadır
(Kocabaşoğlu,2002).
8000 kişinin alındığı ve DSM-III-R tanı ölçütlerinin gözönüne alındığı National
Comorbidity Survey çalışmasında yaşam boyu panik bozukluk prevalansı %3,5
olarak bildirilmiştir (Kessler ve ark. 1994).
Panik bozukluğu için
DSM-III tanı
ölçütlerinin gözönüne alındığı ve 40000 kişinin dahil edildiği bir çalışmada yaşam
boyu panik bozukluk prevalansı %0,4-2,9 olarak belirlenmiştir (Weismann ve ark.
1997). Panik bozukluğu ölçütlerini karşılamayan panik atakları, sınırlı belirtileri olan
panik atakları ve panik atağı öyküsü olmaksızın agorafobi de ele alındığında ise bu
oranlar daha yükselmekte ve yaşamboyu prevalans yaklaşık %3-5 olmaktadır. Genel
toplumda yaşayanların %10’u yaşamlarında en az bir panik atağı deneyimlemektedir
(Tükel 2000).
Panik bozukluğu birinci basamak sağlık hizmetlerinin verildiği kurumlara
başvuran hastalar arasında da sık görülmektedir. Dünya Sağlık Örgütü tarafından
yapılan ve ICD 10’a göre tanı konulan uluslararası bir çalışmada, panik
bozukluğunun birinci basamak sağlık kurumlarında görülen hastalar arasındaki
yaşam boyu prevalansı %3,4 bulunmuştur. Panik bozukluğu hastaları, diğer
uzmanlık alanlarına ait kliniklere de sıkça başvurabilmektedir. Vestibuler bozukluk
nedeniyle başvuran hastaların %15’inin, kardiyoloji polikliniğine başvuran hastaların
%16’sının, hiperventilasyon belirtileri nedeniyle hastaneye başvuranların %35’inin
panik bozukluğu hastası olduğu bildirilmiştir (Tükel 2002)
Bozukluk genellikle ergenlik ile 30 yaş arasında başlamaktadır. Ortalama
başlangıç yaşı 25’tir ve tedavi için başvuranların çoğu 25-45 yaşlarındadır.
Yaşlandıkça panik bozukluğu sıklığı azalmakta ve 65 yaş üzerinde ise nadiren
görülmektedir. Başlangıç yaşının, özellikle kadınlarda, erken başlangıçlı (15-34 yaş)
ve geç başlangıçlı (45-54 yaş) olarak bimodal yaş dağılımı gösterdiği saptanmıştır
(Tükel 2000).
6
Agorafobinin eşlik edip etmemesine göre de panik bozukluğunun başlangıç
yaşının değişiklik gösterdiği; agorafobi ile birlikte panik bozukluğunun daha sık olarak
yirmili yaşların başında, agorafobisiz panik bozukluğunun ise daha fazla sıklıkla
yirmili yaşların sonlarında başladığı bildirilmiştir (Faravelli ve Paionni 1999).
Panik atakları, agorafobi ve panik bozukluğu kadınlarda, erkeklere oranla 2-3
kat daha fazla görülmektedir (Baykız ve ark. 2005). Özellikle agorafobisi olan panik
bozukluğu hastalarında, kadın erkek oranı kadınların lehine artmaktadır. Evli
olmayanlarda (dul, bekar, ayrı yaşayanlar) panik bozukluğu riski evlilere göre iki kat
artmaktadır. Panik bozukluğu şehirde yaşayanlarda, kırsal kesimde yaşayanlara
göre 1,5-2 kat daha fazla görülmektedir. (Tükel 2002).
Etyoloji:
Biyolojik etkenler
Anksiyete durumları nörofizyolojik ve biyokimyasal çalışmaların giderek odak
noktası haline
gelmektedir.
Anksiyetenin
varolan
biyolojik
sistemlerin
aşırı
uyarılmasından mı, yoksa başlı başına patolojik mekanizmalar ile mi olduğu
bilinmemektedir. (Turan ve Eşel 2002)
Genetik
Aile çalışmaları panik bozukluğun belli ailelerde yoğunlaştığını göstermekte,
bu
da
genetik
etyolojiyi
düşündürmektedir
(Arısoy
2004).
Aile
ve
ikiz
çalışmalarından, panik nöbetleriyle giden şiddetli anksiyete bozukluklarında, hafif
olanlara göre daha büyük bir oranda bir genetik yüklenme olduğu yönünde bulgular
elde edilmiştir (Tükel 1997)
Panik bozukluğunun birinci derece akrabalar arasında, normal popülasyona
göre 4-7 kat daha fazla görüldüğü bildirilmiştir (Tükel 1997). Monozigot ikizlerde
konkordans oranı %31 olup dizigot ikizlerde konkordans saptanamamıştır.
7
Araştırmalar, panik bozukluğunda genetik sorumluluğun %30 olduğunu, geri kalan
riskten de spesifik çevresel faktörlerin sorumlu olduğunu göstermiştir (Arısoy 2004).
Genetik linkage çalışmalarında da özellikle kromozom 16’nın panik bozukluk
geninden sorumlu olduğu ifade edilmiştir (Ceylan ve Yazan 2000)
Panik bozukluğu için biyolojik bir marker olarak kabul edilen karbondioksit
aşırı
duyarlılığının,
panik
hastalarının
birinci
derece
yakınlarında,
sağlıklı
kontrollerden daha yüksek oranda saptanması, bu duyarlılığın da kalıtılabilir nitelikte
olduğunu göstermektedir (Tükel 2000).
Sodyum laktat provokasyonu
Panik bozukluğu olan hastalarda bazı kimyasal maddelerin panik atağını
uyardıkları saptanmıştır. Bu maddeler içinde en çok çalışılmış olan sodyum laktat ve
karbondioksitin özel bir önemi vardır.
1951 yılında Cohen ve White, panik bozukluk hastalarında fiziksel egzersiz
sırasında kanda biriken laktatın kontrollere göre daha yüksek düzeylere ulaştığını ve
hastaların karbondioksite aşırı duyarlı olduklarını göstermişlerdir (Topçuoğlu ve ark.
2005)
.
Egzersizden
sonra
laktatın
artmasını
da,
bu
kişilerde
hücresel
metabolizmanın yetersiz olması nedeniyle egzersizin gerektirdiği hızlı metabolik
aktiviteye organizmanın uyum gösterememesi ve sonuçta parçalanması gereken
laktatın yeterince parçalanamadan kalmasına bağlamışlardır.
Pitts ve McClure (1967), sodyum laktat infüzyonuyla ilişkili ilk kontrollü
çalışmayı yapmışlardır. Laktat verilmesinden sonra 14 hastanın 13’ünde panik atağın
belirtileri gözlenirken, kontrol grubundaki 10 kişinin sadece 2’sinde bu belirtiler
gözlenmiştir. Tüm hastalar deneysel ortamda yaşadıkları anksiyetenin, gerçek
hayatta yaşadıkları atağa çok benzediğini belirtmişlerdir (Graeff ve ark. 2005).
Laktat infüzyonu sonucu panik bozukluğu olan hastaların %50-70’inde, kontrol
deneklerinin ise %10’undan daha azında panik atağı oluşurken sosyal fobik ve
obsesif-kompulsif bozukluk tanılı hastalarda ise panik atak gelişmemektedir.
8
Buradan yola çıkılarak laktat infüzyonu sonucunda panik atak oluşmasının panik
bozukluk tanısı için biyolojik bir belirteç olabildiği söylenebilir (Güleç ve Köroğlu
1997).
Merkezi sinir sistemine geçen sodyum laktatın karbondioksite metabolize
olduğu
ve
merkezi
kemoreseptörleri
sinir
uyararak
sisteminde
panik
oluşan
atağına
yol
hiperkapninin
açtığı
öne
aşırı
duyarlı
sürülmüştür.
Hiperventilasyon, hipokapni oluşturarak beyin kan damarlarını daraltmakta ve kan
akımında azalmaya yol açmakta böylece nöron içerisinde oluşan anaerobik glikolizle
laktat düzeyi artmaktadır. Bu şekilde, hastaların kanda yükselen karbondioksit
düzeylerini düşürmek için başvurdukları hiperventilasyon biyokimyasal düzeyde kısır
döngü oluşumuna neden olmaktadır (Topçuoğlu ve ark. 2005).
CO2 ve Hiperventilasyon
Yüksek
konsantrasyonlarda
karbondioksit
inhalasyonunun
anksiyeteyi
arttırdığı ve panik bozukluğu hastalarında panik atakları indüklediği gösterilmiştir.
(Valenca 2002). %35 karbondioksit solumakla, doğal olarak oluşan panik atağa
benzer bir atak gelişmektedir. OKB’de ve major depresyonda ise karbondioksit
provokasyonu ile panik atağı oluşturulamamıştır (Topçuoğlu ve ark.2005).
Perna ve arkadaşları panik bozukluğu olan hastaların birinci dereceden
akrabalarına da %35 CO2 provokasyon testi uygulamışlar ve hastalık öyküsü
olmayan 23 kişilik grupta 22 kişinin provokasyon testinden sonra panik atak
geçirdiklerini saptamışlardır. Provokasyon testinin, hastaların akrabalarındaki
kalıtımsal panik yatkınlığını ortaya koyduğu sonucuna varılmıştır
(Perna ve
ark.1995).
Eldeki verilere göre laktat infüzyonu ya da CO2 inhalasyonu periferik ve
santral parsiyel CO2 basıncını artırmakta (hiperkarbi) ve bu da solunumu uyararak
hiperventilasyona neden olmaktadır. Beyinde CO2 düzeyi artışı doğrudan ventral
meduller kemoreseptörleri uyardığı gibi locus seruleus için de güçlü bir uyarıcı
olmaktadır. Arteryel parsiyel CO2
(paCO2) artışları, yaklaşmakta olan asfiksinin
9
habercisi olarak paCO2’ye duyarlı beyin sapı nöronlarını aktive ederek belirgin bir
noradrenerjik uyarılmaya ya da “arousal” a yol açmaktadır. Böylece panik atağı
başlamaktadır. Hiperventilasyon ise paCO2 basıncını azaltmaya yarayan bir
düzenektir. Hiperventilasyon kompensatuar amaçla ortaya çıktıysa da, serebral
vazokonstruksiyona ve respiratuar alkaloza neden olarak baş dönmesi, sersemlik
hissi ve derealizasyon gibi ek panik atağı belirtilerini oluşturmaktadır (Tükel 2000).
CO2 aşırı duyarlılığı normallerde ve diğer anksiyete bozuklukları başta olmak
üzere hiçbir psikiyatrik bozuklukta saptanmadığından, bunun panik bozukluğuna
özgül olduğu anlaşılmıştır. Panik bozukluk için CO2 duyarlılığı bir biyolojik marker
olarak kabul edilmektedir (Tükel 2000).
Merkezi Noradrenerjik Sistem
Araştırmalar, noradrenerjik nöronların köken aldığı beyin sapındaki locus
seruleus’un korku ve alarm tepkilerinden sorumlu olduğunu göstermektedir. Bu
konudaki çalışmalar, panik nöbetleriyle locus ceruleus’daki noradrenelin içeren
nöronların aşırı uyarılması ya da inhibitör mekanizmaların yetersiz olması arasındaki
ilişkinin araştırılması üzerinde odaklanmıştır. Önde gelen inhibitör mekanizmalardan
olan presinaptik alfa-2 otoreseptörlerinin panik nöbetleri olan hastalarda yetersiz
işlev gördüğü ileri sürülmektedir (Tükel 1997)
Alfa-2 adrenerjik otoreseptörlerin antagonisti olan yohimbin noradrenerjik
sistem
üzerinden
etki
eden
bir
provokasyon
ajanıdır.
Lokus
ceruleus’un
ateşlenmesini ve santral noradrenerjik işlevi artırır (Topçuoğlu ve ark.2005).
Yohimbinin panik bozukluğu hastalarında kontrol deneklerine göre daha fazla panik
atağı oluşmasına neden olduğu bildirilmiştir (Charney ve ark. 1992).
Yohimbin ile panik atağı geçirenlerde kontrollere göre noradrenalinin ana
metaboliti 3-metoksi-4-hidroksi fenilglikol’ün (MHPG) plazma düzeylerinin daha fazla
arttığı saptanmıştır. Yohimbinle oluşan panik ataklarının sayısı ile plazma MHPG
düzeyleri pozitif ilişki gösterir. Bu bulgular panik bozukluğu olan hastaların en
azından bir kısmında merkezi sinir sisteminde noradrenalinin devrinde artış olduğuna
işaret etmektedir (Topçuoğlu ve ark.2005).
10
Alfa-2 adrenerjik otoreseptörleri uyaran klonidin panik bozukluk hastalarında
anksiyeteyi, MHPG düzeyini ve noradrenalinin devrini azaltır. Klonidin plazma MHPG
düzeylerini panik bozukluğu hastalarında kontrollere göre daha fazla düşürür. Bu
bulgular panik bozukluğunda presinaptik alfa-2 reseptörlerinin duyarlılık artışı olduğu
sonucuna götürmüştür (Kent ve ark. 2000).
Merkezi Serotonerjik Sistem
Korku ve savunma yanıtlarının düzenlenişinde serotoninin rolü olduğu
bilinmektedir. Panik nöbetlerinin tedavisinde, serotonerjik geri alım inhibisyonu yapan
antidepresan ilaçların etkili bulunması, merkezi serotonerjik sistemin işlevindeki
bozukluğun, nöbetlerin ortaya çıkışıyla ilişkili olabileceğini gündeme getirmiştir.
(Tükel 1997).
5HT-1 ve 5HT-2 reseptörlerinde agonist etkili olan m-klorofenilpiperazin (mCPP) ve 5-HT salınımını artıran fenfluramin, panik bozukluğu hastalarında anksiyete
artışı ve panik atakları ortaya çıkarırlar (Topçuoğlu ve ark. 2005).
Bu konu üzerine olan araştırmalarda, serotonin sentezindeki bozukluk
nedeniyle sinaptik aralıktaki serotonin miktarında azalma ve buna bağlı olarak da
postsinaptik reseptör duyarlılığında artış olduğu ileri sürülmüştür. Araştırmacılar,
panik bozukluğunun psikopatolojisinde, aşırı duyarlı serotonin reseptörlerinin
muhtemel rolüne dikkati çekmektedir (Tükel 1997).
GABA’erjik sistem
Hastaların yaşadığı beklenti anksiyetesinden limbik sistemin özellikle cingulat
ve parahipokampal korteksin sorumlu olduğuna dair kanıtlar vardır. Bu beyin bölgesi
kökenli
beklenti
anksiyetesinin
oluşumunda
GABA-benzodiazepin
reseptör
kompleksinin de rolü olabileceği öne sürülmektedir.
Benzodiazepinler, GABA’erjik işlevi artırmak suretiyle anksiyeteyi azaltırlar.
GABA
agonistlerinin
sistemik
uygulaması
sonucu
muhtemelen
Raphe
11
nucleuslarındaki nöronların aktivitelerinin inhibe olması ile serotonin sentezi ve
serotonerjik işlev azalır. Sonuç olarak, benzodiazepinler merkezi sinir sisteminde
serotonerjik
işlevi
dolaylı
olarak
azaltmak
suretiyle
anksiyolitik
etkilerini
göstermektedir (Güleç ve Köroğlu 1997).
Panik bozukluğun elektrofizyolojisi
Reiman ve ark. (1984, 1986) pozitron emisyon tomografisi kullanarak
yaptıkları çalışmalarda panik atağa yatkın hastalarda bir limbik lob yapısı olan
parahipokampal giruslarda kan akımında asimetri olduğunu göstermişlerdir. Bu
anormalliklerin parahipokampal bölgeyi inerve eden terminal nöronal alanların
muhtemel aktivitesini yansıttığı ve bunlardan hipokampus ve locus ceruleus’un
anksiyetenin nörobiyolojisinde rol oynadığı bildirilmiştir (Turan ve Eşel 2002).
1984’de yapılan çalışmada, sağ taraf posterior parahipokampal bölgesinde, sola
göre daha fazla kan akışı olduğu gösterilmiştir (Ceylan ve Yazan 2000).
Gorman ve ark.’nın (2000) ileri sürdükleri panik bozukluk nöroanatomik
hipotezine göre de, panik ataklar serotonerjik ve noradrenerjik transmisyonda rol
alan beyin sapı yapılarından; beklenti anksiyetesi ise limbik bölge yapılarının kindling
olayından kaynaklanmaktadır.
Panik bozuklukta EEG, beyin sapı uyarılma potansiyeli (BSUP), ve olaya bağlı
geç uyarılma potansiyeli (OBGUP) çalışmaları yapılmıştır. Şimdiye kadar yapılan
elektrofizyolojik çalışmalar da, panik bozukluğun oluşumunda beyin sapı ve limbik
bölge yapılarının katkılarının bulunduğunu desteklemektedir (Turan ve Eşel 2002)
Panik bozukluğu olan hastalarda EEG anormallikleri bulunabilmektedir. Stein
ve Uhde (1989), panik hastalarında % 14 oranında epileptik olmayan EEG
anormallikleri saptamışlardır. Temporal lobla ilgili bu EEG bozuklukları anatomik
olarak parahipokampal asimetriyi gösteren PET çalışmaları ile uyumludur.
Levy ve ark. (1996) panik bozukluğu olan hastalarda yaptıkları beyin sapı
işitsel uyarılma potansiyeli çalışmasında N3-5 aralığında uzama ve N3 latansında
12
kısalma tespit etmişlerdir. N3-5 aralığındaki uzama locus ceruleusun bulunduğu
ponstan orta beyine uyarılma potansiyeli geçişinin bozulduğunu göstermektedir. N3
latansındaki kısalma ise locus ceruleusun bulunduğu yer olan ponstaki elektriksel
aktiviteyi yansıtır.
Yapılan bir çalışmada yaygın anksiyete bozukluğu olan hastalar ve normal
bireylere kıyasla panik bozukluğu olan hastaların P3 latansında istatistiksel açıdan
önemli uzama tespit edilmiştir. Bu sonuç, P3’ün kaynağının limbik yapılar olduğunu
ileri süren çalışmalar dikkate alındığında hipokampus ve amigdala gibi limbik
yapıların
panik
bozukluğun
gelişiminde
rol
oynadığı
şeklindeki
hipotezi
desteklemektedir. Ayrıca, panik hastalarında P3 latansındaki uzama bilgi işlem
sürecindeki bozulmayı gösterebilir (Turan ve Eşel 2002).
Psikolojik Etkenler
Psikanalitik görüş:
Panik bozukluğunun psikodinamik modeli, bu hastalarda alışkın olunmayan
durumlar karşısında “aşırı koruyucu ve kontrol edici ebeveyn davranışlarıyla
beslenen” ve “çözülmemiş bağımlılık-bağımsızlık çatışmalarına” yol açan, doğuştan
gelen bir korku yanıtının gözlendiği varsayımına dayanmaktadır (Tükel 2000).
Psikanalitik kuramlar panik nöbetlerin anksiyete uyarıcı dürtülere karşı
başarısız bir savunmadan kaynaklandığını ileri sürer. Agorafobi açıklanmasında
çocuklukta ebeveyn kaybı ve ayrılma anksiyetesi öyküsü önemli bulunmaktadır.
Toplum içinde yalnız kalmak terkedilme ile ilgili çocukluk anksiyetesini tekrar
canlandırır. Kullanılan savunma düzenekleri bastırma, yer değiştirme, kaçınma ve
sembolizasyondur. Çocukluk çağında yaşanan örseleyici bir ayrılma çocuğun
gelişmekte olan sinir sistemini etkileyebilir ve erişkinlikte anksiyeteye eğilimli hale
getirebilir. Belirli çevresel stresörlerle hazırlayıcı nörofizyolojik zeminin etkileşimi
sonucunda panik nöbet oluşabilir (Kaplan ve Sadock, Klinik psikiyatri, 9. baskı)
13
Paniğin başlangıcı sıklıkla çevresel ve psikolojik etkenlerle bağlantılıdır.
Retrospektif çalışmalarda, panik bozukluğu olan hastaların %80’inde tanıdan önceki
bir yıl içinde yaşam stresörleri rapor edilmiştir ve hastaların büyük kısmı bu olayların
panik bozukluğun başlaması ile ilişkili olduğuna inanmaktadır (Simon ve Fischmann
2005).
Sağlıklı kontrollere göre, panik bozukluğu geliştiren hastalarda şiddetli yaşam
olayları daha sıktır. Faravelli, panik başlangıcından önceki iki aylık bir süreçte
hastaların büyük bir oranında ölüm, ciddi bir hastalık gibi major bir yaşam olayı
bulmuştur. Ayrıca, semptom şiddeti; interpersonel çatışmalar, sağlıkla ilişkili
problemler ya da işyerinde sorunlar gibi negatif yaşam olayları ile koreledir. Kronik
stresörlerin varlığı da panik bozukluğu kötüleştirir, yakın zamanda gerçekleşen bir
kayıp ya da ayrılık da panik bozuklukta depresyon komorbiditesi oluşması riskini
artırır (Simon ve Fischmann 2005).
Bilişsel-Davranışçı yaklaşım:
Bilişsel kurama göre panik bozukluğu fiziksel ya da mental kökenli içsel
duyumların yanlış olarak, katastrofik biçimde yorumlanmasına bağlıdır. Katastrofik
yanlış yorumlama, çarpıntıları olması muhtemel bir kalp krizinin, soluk alma
güçlüğünü soluksuz kalıp ölmenin bir habercisi olarak görmek gibi, bedensel
duyumların gerçekte olduğundan daha tehlikeli olarak algılanması şeklinde ifade
edilmektedir.
Bir panik atağı yaşayan kişi atak sırasında oluşan belirtileri bedensel ya da
ruhsal açıdan tehlikeli, zararlı ve hatta ölümcül olabileceği inancına kapılır. Hastalar
anksiyete belirtilerinden korkmaya başlarlar. Bir anlamda panik hastaları “korkudan
korkmakta” ve dikkatlerini bu belirtilere yoğunlaştırmaktadır. Sürekli olarak
bedenlerinde olası bir panik atağını düşündürecek belirtiler ararlar. Bu katastrofik
inançlar yeniden anksiyeteye ve dolayısıyla daha fazla bedensel belirti ve duyuma
neden olurlar. Bu durum bir kısır döngüye dönüşür. Sonuçta, koşullanmış uyaranlara
(örn. palpitasyon), koşullanmış yanıtlar (panik atağı) ortaya çıkar (Tükel 2000).
14
Klinik Özellikler
Panik bozukluğu, tıbbi ortamlarda en sık karşılaşılan anksiyete bozukluğudur.
Bu bozukluğun en temel özelliği tekrarlayan, ne zaman başlayacağı önceden
kestirilemeyen panik nöbetlerinin görülmesidir. Panik nöbetleri tipik olarak, yoğun bir
korku, endişe ve kötü birşeyler olacağı beklentisi ile ani olarak başlar ve kısa sürede
en yüksek düzeyine ulaşır. Panik nöbeti sırasında soluk alma güçlüğü, boğulma
hissi, baş dönmesi, baygınlık hissi, çarpıntı, titreme, bulantı, karında rahatsızlık hissi,
uyuşma-karıncalanma hissi, sıcak basması, ürperme, göğüs ağrısı gibi bedensel
belirtiler ortaya çıkar. Bedensel belirtilerin yanısıra tabloya sıklıkla ölüm korkusu,
delirme ya da kontrolü kaybetme korkusu gibi bilişsel belirtiler eklenir. Ayrıca,
çarpıntı, göğüs ağrısı gibi yakınmaları nedeniyle hastalar sıklıkla kalp krizi
geçirdiklerini, ölebileceklerini düşünürler (Tükel 1997)
Panik atakları çok çeşitli psikiyatrik bozukluklarda (özgül fobi, travma sonrası
stres
bozukluğu,
sosyal
fobi,
depresyon)
ve
tıbbi
durumlarda
(madde
entoksikasyonu) ortaya çıkabilir. Bu yüzden, panik ataklarının görülmesi panik
bozukluk tanısı koymaya yetmez. (Kocabaşoğlu 2002)
Panik nöbetleri genellikle on-onbeş dakika içinde yatışmakla birlikte, birkaç
saate kadar da uzayabilmektedir. Panik nöbetinin yatışmasının ardından, sıklıkla
yeni bir nöbet geçirme korkusu ( beklenti anksiyetesi ) gelişmektedir. (Tükel 1997)
Panik atakları olan hastalar çoğu zaman iç hastalıkları kliniklerine baş vurduklarından panik bozukluğunun semptomlarına ya oldukça ciddi bir tıbbi durumun ön
tanısı konulur ya da bunlar "histerik bir semptom" olarak görülür. (Kocabaşoğlu 2002)
Son yıllarda yapılan çalışmalarda bozukluğun çeşitlilik gösteren bir klinik
görünümü olduğu vurgulanmakta, hastalığın klinik görünümünde başlangıç yaşı,
cinsiyetler arası belirtileri, gidişi ve şiddeti gibi değişkenlerde farklılıklar olduğu
bildirilmektedir.
15
Bozukluğun en temel öğesi olan panik ataklarının tanımlanmasında bile
çeşitlilik vardır. DSM-IV’te panik bozukluğu tanısı için beklenmeyen bir panik atağının
olması koşulu gereklidir. Panik atağı tipleri “beklenmeyen, durumsal ve durumsal
yatkınlık gösteren panik atağı” olarak tanımlanmıştır. Hastalığın kronikleşmesiyle
birlikte beklenmedik panik ataklarının yerini durumsal panik atakları alabilmektedir.
DSM-IV’te tanımlananın yanısıra klinik olmayan panik (non-clinical panic), korkusuz
panik (non-fearful panic), uykuda görülen panik atağı gibi tanımlamalar da mevcuttur.
Uykuda görülen panik atakları ile korkusuz panik ataklarının panik bozukluğunun
değişik bir türü olup olmadığı tartışılmaktadır. Klinik düzeyde olmayan panik
ataklarının prevalansının da oldukça yüksek olduğu bildirilmiştir (Onur ve ark. 2004)
Başlangıç yaşına göre panik hastalarında farklı gidiş şekli ve klinik belirtiler
saptanabilmektedir. Bozukluğun başlangıç yaşının 15-25 ve 45-54 yaşları arasında iki
kez tepe yapma eğilimi gösterdiği, ancak ergenlik ve çocukluk döneminde de
olabileceği bildirilmiştir (Onur ve ark. 2004). Başlangıç yaşı erken olan panik
bozukluğu olguları, geç başlangıçlı olanlara göre panik atağı sırasında daha fazla
oranda depersonalizasyon belirtisi göstermektedir. Yine fobik bozukluklar ve madde
kullanım bozuklukları erken başlangıçlı olgularda daha sık görülmektedir (Segui ve
ark. 1999). Başlangıç yaşı ileri olan olgularda ise hastalığın şiddeti ve aile yüklülüğü
daha düşük olup, başta distimik bozukluk olmak üzere duygudurum bozuklukları daha
fazla görülme eğilimindedir (Segui ve ark. 2000).
Panik bozukluğu belirtileri cinsiyetler arasında da farklılık sergileyebilmektedir.
Bir çalışmada kadınlarda solunum sistemine ait
belirtilerin daha çok saptandığı
bildirilmiştir. Bozukluğun cinsiyete özgü yeti yitimleri yarattığı, özellikle kadınlarda
evliliğin daha fazla etkilendiği belirtilmiştir (Onur ve ark. 2004).
Hastalığın klinik görünümünü değerlendiren bazı çalışmalarda panik bozukluğu
ölçütlerinin henüz tam karşılanmadığı, ama bazı belirtilerin bulunduğu bir öncü
dönemden söz edilmektedir. Bu dönemde “değişik fobiler, depersonalizasyon, uyku
bozuklukları, hipokondriyazis” gibi ruhsal belirtilerin yanısıra, “nefes alma sorunları,
atipik göğüs ağrıları, migren, görme bulanıklığı” gibi bazı bedensel belirtiler de
görülebilmektedir. Panik bozukluğu olgularının yarısından çoğunda yaygın anksiyete
tablosunun önde gelen belirti olarak, tanı öncesinde 8-10 yıldır mevcut olduğu, buna
16
karşılık sporadik panik ataklarının iki yıl gibi görece kısa bir süredir bulunduğu
bildirilmiştir. Agorafobili panik bozukluğu hastalarında panik atağı öncesinde öncü
olarak nitelendirilebilecek belirtilerin görülme oranı % 28 olarak bildirilmiştir. (Onur ve
ark. 2004).
DSM-IV PANİK ATAĞI İÇİN TANI ÖLÇÜTLERİ
Aşağıdaki semptomlardan dördünün ya da daha fazlasının birden başladığı ve
10 dakika içinde en yüksek düzeyine ulaştığı, ayrı bir yoğun korku ya da rahatsızlık
duyma döneminin olması:
1 ) çarpıntı, kalp atımlarını duyumsama ya da kalp hızında artma olması
2 ) terleme
3 ) titreme ya da sarsılma
4 ) nefes darlığı ya da boğuluyor gibi olma duyumları
5 ) soluğun kesilmesi
6 ) göğüs ağrısı ya da göğüste sıkıntı hissi
7 ) bulantı ya da karın ağrısı
8 ) baş dönmesi, sersemlik hissi, düşecekmiş ya da bayılacakmış gibi olma
9)
derealizasyon
(gerçekdışılık
duyguları)
ya
da
depersonalizasyon
( benliğinden ayrılmış olma )
10 ) kontrolünü kaybedeceği ya da çıldıracağı korkusu
11 ) ölüm korkusu
12 ) paresteziler ( uyuşma ya da karıncalanma duyumları )
13 ) üşüme, ürperme ya da ateş basmaları
Bütün diğer tanı ölçütlerini karşılayan ancak somatik ya da kognitif 4 semptomdan
daha azı bulunan ataklar semptomları sınırlı olan ataklar olarak adlandırılır. (Mental
Bozuklukların Tanısal ve Sayımsal El Kitabı, Dördüncü Baskı)
17
Atağın başlangıcı ve tetikleyen etkenlerin varlığı ya da yokluğuna dayanarak 3
farklı panik atağından söz edilebilir:
1) Beklenmedik panik ataklar : Panik atağının başlangıcına durumsal bir
tetikleyici eşlik etmez (birden, kendiliğinden ortaya çıkar),
2) Duruma bağlı panik ataklar : Panik atağı hemen her zaman duruma bağlı
bir tetikleyici ile karşılaşır karşılaşmaz ya da böyle bir tetikleyici
beklentisiyle ortaya çıkar. (örneğin bir yılan veya köpek görme gibi)
3) Durumsal yatkınlık gösterilen panik atakları : Daha çok durumsal
tetikleyiciyle karşılaşma sonucu ortaya çıkarsa da her zaman duruma bağlı
tetikleyici buna eşlik etmez ve panik ataklarının karşılaşmadan hemen
sonra ortaya çıkması gerekmez (örneğin, ataklar daha çok araba sürerken
ortaya çıkmaktadır ancak kişinin araba sürdüğü ve bir panik atağının
olmadığı zamanlar da vardır, panik atağının yarım saat araba kullandıktan
sonra ortaya çıktığı zamanlar da vardır)
Beklenmedik panik atakları için tedavi arayışında olan kişiler genellikle
korkularını çok yoğun olarak tanımlayacaklardır; öleceklermiş gibi, kontrollerini
kaybetmiş gibi, kalp krizi ya da inme geçiriyorlarmış gibi ya da çıldırıyorlarmış gibi
olduklarını düşündüklerini söyleyeceklerdir. Bu kişiler genellikle, atak her nerede
ortaya çıkıyorsa oradan kaçıp kurtulmak için büyük bir istek duyduklarını söylerler.
Panik bozukluğu (agorafobi ile birlikte ya da agorafobi olmadan) tanısı
konabilmesi için beklenmedik panik ataklarının ortaya çıkması gerekir. Duruma bağlı
panik atakları çoğunlukla sosyal ve özgül fobilere özgüdür. Durumsal yatkınlık
gösterilen panik atakları özellikle panik bozukluğunda sık görülür ancak bazen özgül
fobi ya da sosyal fobide de ortaya çıkar. Panik bozukluğu, tanım olarak, en azından
bazı panik ataklarının beklenmedik olmasını gerektiriyorsa da panik bozukluğu olan
bazı kişiler sıklıkla, özellikle bu bozukluğun gidişi sırasında daha sonraları, duruma
bağlı ataklarının olduğunu bildirirler. (Mental Bozuklukların Tanısal ve Sayımsal El
Kitabı, Dördüncü Baskı)
18
DSM-IV Panik Bozukluğu için Tanı Ölçütleri
A. Aşağıdakilerden hem (1), hem de (2) vardır :
1)Yineleyen beklenmedik panik atakları
2)Ataklardan en az birini, 1 ay süreyle (ya da daha uzun bir süre)
aşağıdakilerden biri (ya da daha fazlası) izler;
a) başka atakların da olacağına ilişkin sürekli bir kaygı
b) atağın yol açabilecekleri ya da sonuçlarıyla (örn. Kontrolünü
kaybetme, kalp krizi geçirme, “çıldırma”) ile ilgili olarak
üzüntü duyma
c) ataklarla ilişkili olarak belirgin bir davranış değişikliği
gösterme
B. Agorafobinin olması ya da olmaması
C. Panik atakları bir maddenin (örn. Kötüye kullanılabilen bir ilaç, tedavi için
kullanılan bir ilaç) ya da genel tıbbi bir durumun (örn. Hipertiroidizm)
doğrudan fizyolojik etkilerine bağlı değildir.
D. Panik atakları Sosyal Fobi (örn. Korkulan toplumsal durumlarla karşılaşma
üzerine ortaya çıkan), Özgül Fobi (örn. Özgül bir fobik durumla karşılaşma),
Obsesif Kompulsif Bozukluk (örn. Bulaşma üzerine obsesyonu olan birinin
kir ve psilikle karşılaşması), Posttravmatik Stres Bozukluğu (örn.ağır bir
stres etkenine eşlik eden uyaranlara tepki olarak) ya da Ayrılma
Anksiyetesi Bozukluğu (örn.evden ya da yakın akrabalardan uzak kalmaya
tepki olarak) gibi başka bir mental bozuklukla daha iyi açıklanamaz.
NOT: Tanı agorafobi yoksa “agorafobisiz panik bozukluğu”, varsa “agorafobili panik
bozukluğu” adını alacaktır. (Mental Bozuklukların Tanısal ve Sayımsal El Kitabı,
Dördüncü Baskı)
Hastaların bir kısmı, panik nöbeti geçirmesi halinde kaçmasının ya da yardım
almasının zor olabileceği durumlardan uzak durmaya başlar. Kişinin, yeni bir nöbet
geçirme korkusuyla, tek başına ev dışında olmaktan, kalabalıkta bulunmaktan,
19
otobüsle, trenle, arabayla yolculuk etmekten kaçındığı bu durum “agorafobi” olarak
adlandırılır (Tükel 1997).
Agorafobi için Tanı Ölçütleri
A. Beklenmedik bir biçimde ortaya çıkabilecek ya da durumsal olarak yatkınlık
gösterilen bir panik atağının ya da panik benzeri semptomların çıkması durumunda
yardım sağlanamayabileceği ya da kaçmanın zor olabileceği (ya da sıkıntı
doğurabileceği) yerlerde ya da durumlarda bulunmaktan anksiyete duyma.
Agorafobik korkular arasında özel birtakım belirli durumlar vardır ki bunlar arasında
tek başına evin dışında olma, kalabalık bir ortamda bulunma ya da sırada bekleme,
köprü üzerinde olma ve otobüs, tren ya da otomobille geziye çıkma sayılabilir.
Not: Kaçınma, bir ya da sadece birkaç özgül durumla sınırlı ise özgül fobi
tanısını, toplumsal durumlarla sınırlı ise sosyal fobi tanısını düşününüz.
B. Bu durumlardan kaçınılır (örn. geziler kısıtlanır) ya da panik atağı ya da
panik benzeri semptomlar olacak anksiyetesiyle ya da yoğun bir sıkıntıyla bu
durumlara katlanılır ya da eşlik eden birinin varlığına gereksinilir.
C. Bu anksiyete ya da fobik kaçınma, sosyal fobi (utanacak olma korkusuyla
giden toplumsal durumlarla sınırlı kaçınma), özgül fobi (asansör gibi tek bir durumla
sınırlı kaçınma), obsesif kompulsif bozukluk (bulaşma ile ilgili obsesyonu olan birinin
kir ve pislikten kaçınması), posttravmatik stres bozukluğu (ağır bir stres etkenine
eşlik eden uyaranlardan kaçınma) ya da ayrılma anksiyetesi bozukluğu (evden ya da
akrabalardan ayrılmaktan kaçınma) gibi başka bir mental bozuklukla daha iyi
açıklanamaz.
NOT: Agorafobi kodlanabilir bir bozukluk değildir. (Mental Bozuklukların Tanısal ve
Sayımsal El Kitabı, Dördüncü Baskı)
20
Komorbidite
Agorafobi ve Panik Bozukluğu : Panik bozukluğu ve agorafobinin DSM-III’te
biraraya getirilmesi tartışmalara yol açmıştır. Bu tablolar hastaların çoğunda birlikte
bulunmaktadır. Amerikan bakış açısına göre agorafobi, tekrarlayan, beklenmedik
panik ataklara sekonderdir. Tek ayrı bir bozukluk değildir, ama panik bozukluğunun
daha ciddi bir varyantıdır. Avrupalı bakış açısına göre panik atakları birçok hastalığın
değişken bir özelliğidir, agorafobinin gerekli bir özelliği değildir. Agorafobi birçok
korkulardan oluşan bir sendromdur, panik atakları ve ondan korkuyu kapsaması
gerekmez. (Kocabaşoğlu 2002)
Agorafobi en fazla hastalığın ilk yılı içerisinde gelişmektedir. Panik
bozukluğunda agorafobi prevalansı, ECA (Epidemiological Catchment Area)
çalışmasında %33,3, NSC (National Comorbidity Survey) çalışmasında %38
(Kessler 1994) olarak bildirilmiştir. Panik olmadan saf agorafobi oldukça nadir olarak
görülmektedir. Bir aile çalışmasında agorafobik hastaların birinci dereceden yakın
akrabalarında hem panik bozukluk hem de agorafobi için risk artışı saptanırken,
panik bozukluların birinci derece yakınlarında sadece panik bozukluk için risk artışı
saptanmıştır. (Kocabaşoğlu 2002)
Panik bozuklukta remisyon olasılığı daha yüksektir. Panik atakları tıbbi
uygulamaya agorafobiden daha çabuk cevap verirler ve panik atakları agorafobiden
daha düşük doz ilaç tedavisine cevap verirler. (Mavissakalian ve Perel 1995, Keller
ve ark 1994)
Depresyonla birlikteliği : Panik bozukluğu, depresyonla oldukça sık birlikte
olan bir anksiyete bozukluğudur. Çeşitli araştırmalarda panik bozukluğu olgularında
major depresyon görülme oranının %32-53 arasında olduğu bildirilmiştir. Panik
bozukluğunun aynı zamanda
veya birbirini takiben olmak üzere distimi ve
tekrarlayan kısa süreli depresyonla birlikte bulunduğu da bildirilmiştir. (Kocabaşoğlu
2002)
21
DSM-IV kriterlerinde geçmemesine rağmen, bu iki bozukluk arasındaki zaman
ilişkisi önemlidir. Eğer panik atakları major depresyonun bir epizoduna sınırlı ise, o
zaman birincil bozukluk major depresyondur; eğer panik atakları devamlı olup
sadece birisinde depresyon epizoduyla birlikte oluyorsa, o zaman panik bozukluk
birincil bozukluktur. Bu ayrım tedavi ve prognoz açısından gereklidir. (Kocabaşoğlu
2002)
Retrospektif çalışmalarda, panik bozukluğu olan hastaların %80’inde tanıdan
önceki bir yıl içinde yaşam stresörleri rapor edilmiştir ve hastaların büyük kısmı bu
olayların panik bozukluğun başlaması ile ilişkisi olduğuna inanmaktadır. Faravelli,
panik başlangıcından önceki iki aylık bir süreçte hastaların büyük bir oranında ölüm,
ciddi bir hastalık gibi major bir yaşam olayı bulmuştur (Faravelli 1985). Ayrıca,
semptom şiddeti; interpersonel çatışmalar, sağlıkla ilişkili problemler ya da iş
yerindeki sorunlar gibi negatif yaşam olayları ile koreledir. Kronik stresörlerin varlığı
da panik bozukluğu kötüleştirir, yakın zamanda gerçekleşen bir kayıp ya da ayrılık da
panik bozuklukta depresyon komorbiditesi oluşması riskini artırır. (Lteif ve
Mavissakalian 1995, 1996)
Komorbid depresyon oranı ECA çalışmasında agorafobili panik bozukluğunda
%32,8, agorafobisiz panik bozukluğunda %4,7; NSC çalışmasında ise, agorafobili
panik bozukluğunda %54,5, agorafobisiz panik bozukluğunda %16’dır. (Weismann
1997)
Panik Bozukluğu ve Yaygın Anksiyete Bozukluğu : Barlow ve ark.(1986)
eş zamanlı olarak yaygın anksiyete bozukluğu konma oranının panik bozukluğunda
%71 olduğunu söylerler. Bazı yazarlar panik bozukluğu ve major depresyon gibi iyi
tanımlanmış bozukluklarla komorbiditesine bakarak, yaygın anksiyete bozukluğunun
aslında başka ruhsal bozuklukların öncü, tamamlanmamış ya da tortu şekilleri
olabileceğini iddia ederler. Sanderson ve Barlow, ek olarak, panik bozukluğu tanısı
koyulmasa bile, yaygın anksiyete bozukluğu hastalarının %73’ünün en az bir panik
atağı yaşadıklarını saptamışlardır (Sanderson ve Barlow 1990).
22
Geçmişte panik atakları olan ve bu atakları kendiliğinden ortadan kalkan bazı
hastalarda yaygın anksiyete bozukluğu belirtileri sürebilir, yıllarca YAB’den yakınan
hastalarda daha sonra panik bozukluk gelişebilir. Panik bozukluğu hastalarında
ataklar
arasındaki
anksiyete,
yaygın
anksiyeteden
farklı
olarak,
beklenti
anksiyetesidir. Sonuç olarak, yaygın anksiyete bozukluğu ve panik bozukluğu zaman
içinde birbirinden bağımsız olarak ortaya çıkabilir. (Kocabaşoğlu, 2002)
Panik Bozukluğu ve Sosyal Fobi : Bazı sosyal fobi hastaları sadece tipik
sosyal fobik durumlarda anksiyete yaşamakla kalmazlar, “beklenmeyen” panik
atakları da yaşarlar.
1986’da Breier ve grubu PB/Agorafobi hastalarında, eşlik eden psikiyatrik
bozuklukları sıklık sırasına göre YAB (%80), MD (%70), OKB (%17), basit fobi (%8)
ve SF (%5) olarak belirlemişlerdir. Crino ve Andrews (1996) ise PB/Agorafobi
hastalarına yaşam boyu olarak en yüksek oranda SF (%58) eşlik ettiğini, bunu MD
(%49), OKB (%22), YAB (%33) ve distiminin (%14) izlediğini bildirmişlerdir.
(Kocabaşoğlu 2002)
İntihar Riski : ECA çalışmasında intihar girişiminde bulunan hasta oranlarının
komplikasyonsuz panik bozukluğu ve komplikasyonsuz depresyon vakalarında
sırasıyla %7 ve %7,9 olarak bulunması, kontrollerde ise yalnızca %1 dolayında
olması, her iki psikiyatrik hastalığa da intihar davranışı riskinde artışın eşlik ettiğini
göstermektedir. Ancak ECA çalışmasının sonuçları eleştirilen bazı noktaları
nedeniyle yakınlarda tekrar analiz edilmiş ve sonuçlar panik bozukluğunun, alkol
bağımlılığıyla veya suistimaliyle birlikte olmadığı sürece, intihar riskini artırmadığını
göstermiştir.
Kişilik Bozuklukları : Genelde panik bozukluğunda gözlenen kişilik
bozuklukları çekingen, bağımlı, obsesif kompulsif kişilik bozukluklarıdır. Ayrıca
borderline ve paranoid kişilik bozuklukları da gözlenebilir. Panik bozukluğu ile
komorbid kişilik bozukluğu varsa, tedaviden sonra tekrar tekrar kötüleşmeler
görülebilir. (Kocabaşoğlu 2002)
23
Panik Bozukluğu ve Medikal Komorbidite : Medikal hastalık ile panik
bozukluk semptomlarının üstüste binmesinin örneklerinden biri astım ve KOAH’da
görülen nefes darlığıdır. KOAH’ı olan hastaların 1/3’inden fazlasında bir anksiyete
bozukluğu vardır, bunların 1/4’i de panik bozukluk kriterlerini karşılar. (Smoller ve
Otto 1998, Porzelius ve ark. 1992)
Birçok çalışma panik bozukluk ile astım birlikteliğini de rapor etmektedir. 51
astımlı hastayla yapılan bir çalışmada, %20 panik bozukluk prevalansı, %26
beklenmeyen panik atak prevalansı saptanmıştır ve bu oranlar genel popülasyon
oranlarından daha yüksektir (Perna ve ark. 1997). Ayrıca, panik bozukluklu
hastalarda solunum sistemi hastalığının yaşam boyu prevalansı %47 gibi yüksek
oranlarda rapor edilmektedir.
Tiroid hastalıkları ve panik bozukluğu birlikteliğini araştıran daha önceki
çalışmalarda panik bozuklukta %6,5 gibi yüksek oranlarda tiroid disfonksiyonu
saptanmıştır. Mevcut bilgiler, tüm panik bozukluklu hastaların tiroid açısından
sorgulanması gerektiğini ve daha önce yapılmamışsa yaygın anksiyete bozukluğu ve
panik bozukluklu hastalarda serum tiroid düzeylerine bakılması gerektiğini
göstermektedir. (Simon ve Fischmann 2005)
Panik bozuklukla medikal komorbiditenin olduğu diğer bir alan kardiyak
semptomlardır. Bir çalışmada acil servise atipik göğüs ağrısı ile başvuran hastaların
%43’ünde panik atak veya panik bozukluk saptanmıştır. Kanada’da yapılan bir
çalışmaya göre; ne yazık ki, acil servise göğüs ağrısı şikayeti ile başvuran panik
bozukluk hastalarının %98’i tanı almamaktadır (Lynch ve Galbraith 2003). Bir
çalışmada da, koroner bakım ünitesindeki hastaların 1/3’inin panik bozukluğu olduğu
saptanmıştır. Bir meta analize göre panik bozukluklu hastalarda da koroner arter
hastalığı için yüksek risk faktörleri mevcuttur ve eğer endike ise klinik
değerlendirmenin ve görüntülemenin yapılması gerekir. (Katerndahl 2004)
Longitudinal çalışmalar göstermiştir ki; özellikle fobik anksiyetesi olan
erkeklerin koroner arter hastalıkları açısından 3 kat, ani ölüm açısından 4-6 kat
artmış riski bulunmaktadır. Özellikle azalmış kalp hızı değişkenliği aritmiler ve ani
kardiyak ölüm için risk faktörüdür. Bu konuda yapılan çalışmalarda panik bozukluklu
24
hastalarda kalp hızı ve ritm değişkenliklerinde anormallikler saptanmıştır. Panik
bozukluğun SSRI’lar ile tedavisinin de bu değerlerde belirgin düzelmeler sağladığı
gösterilmiştir. (Simon ve Fishmann 2005)
Panik Bozukluğu ve Alkol Bağımlılığı : Alkol bağımlılığı olan hastalarda
panik bozukluğunun sıklığı artmıştır. Panik bozukluğu olan hastalarda ve birinci
dereceden akrabalarında alkol bağımlılığı oranı yüksektir. Örneğin, panik bozukluklu
hastalarda alkol kötüye kullanımı %14-16, alkol bağımlılarında panik bozukluk oranı
%2-17 olarak saptanmıştır. Agorafobili panik bozuklukta ise alkol bağımlılığı oranı
%1-21’dir. (Kocabaşoğlu 2002)
25
AFEKTİF MİZAÇ ve BİPOLAR SPEKTRUM
KAVRAMI
Mizacın karşılığı olan “temperament”, halk arasında kullanılan biçimi ile huy,
“karışım” anlamına gelen “temperare” sözcüğünden türetilmiştir (Kesebir ve ark.
2005).
Mizaç, karakter ve kişilik birbirinden farklı kavramlardır. Mizaç; kalıtımla
geçen ve yaşam boyunca çok az oranda değişen yapısal özelliklerdir (Sayın ve Aslan
2005). Bu kavram; yapısal, genetik ve biyolojik temele dayanan tavır ve davranışları
anlatmaktadır (Goodwin ve Jamison 1990). Karakter ise, çevrenin ve yetiştirilmenin
etkisi altında gelişmiş, öğrenilmiş tutumlardır, dolayısıyla zamanla değiştirilebilecek
özellikleri içerir. Kişilik ise, genetik olarak gelen mizaçla, sonradan elde edilmiş
karakterin birleşiminden oluşur (Sayın ve Aslan 2005).
Mizaç özelliklerinin çocukta, bebeklikten başlayarak ergenlik dönemi boyunca
tanımlanabileceği öne sürülmüştür. Yenidoğanın uyku düzeni, uyanıklık durumundaki
aktivite düzeyi, ağlamaları ve başkalarıyla birlikte olmaktan hoşlanıp hoşlanmaması,
kolay veya güç yatıştırılması onu diğer yenidoğanlardan ayıran önemli mizaç
farklılıklarıdır. Birinci ayın sonundaki aktivite düzeyinin, genetik temeli olan ve tüm
yaşam boyunca kalıcı olan bir mizaç özelliği olduğu anlaşılmaktadır (Güleç ve
Köroğlu 1997). Rothbart, mizacı; kişinin biyolojik olarak doğuştan getirdiği, zamanla
kalıtım, olgunlaşma ve deneyim gibi etkenlerden etkilenerek şekillenebilen bir yapı
olarak tanımlamıştır (Rothbart ve ark. 2000).
Eski çağlardan beri doğuştan gelen bazı mizaç özelliklerinin belirli psikiyatrik
bozukluklara yol açtığı düşünülmektedir. Eski Yunan’da Hipokrat’ın dört sıvı (kara
safra, kan, sarı safra, lenf) kuramıyla kişilik ve mizaç tipleri açıklanmaya çalışılmıştır
(Sayın ve Aslan 2005).
Ruhsal bozukluklar, özellikle duygudurum bozuklukları ile kişilik, karakter ve
mizaç arasındaki ilişki de uzun yıllardır ilgi çekmiştir. Mizaç konusunun psikiyatriye ilk
girişi, özellikle bipolar bozuklukla ilişkili olarak, Kraepelin zamanındadır. Kraepelin’e
göre bipolar bozukluk yalnızca mani ve major depresyondan oluşan Bipolar I
bozukluğunu değil aynı zamanda farklı duygudurum kalıplarını, özellikle de mizaç
26
özelliklerini kapsıyordu. Kraepelin depresyonu olan birçok hastanın sonunda
depresyonun tam tersi, maniyi yaşadıklarını, diğer depresif hastaların hipomaniden
öteye gitmediklerini, bazı hastaların siklik bir gidişat sergilediklerini, bazı hastalarda
mani ve depresyonun aynı epizodda görülebileceğini, kimi hastalarda ise manik
depresif mizaç özelliklerinin olduğunu söylemiştir (Memik ve Önder 2003).
Kraepelin’in bipolar hastalık kavramı yalnızca bütünleyici olmakla kalmamıştır,
hastalığın görünümlerinin mizaç özelliklerinden başlayarak depresif, karma, manik ve
psikotik durumlara varan bir yelpazede yer aldığını öne sürerek, Akiskal’in bugün
Bipolar Bozukluk Spektrumu dediği kavramı da formüle etmiştir. (Akiskal H.S, 1996)
Akiskal ve Mallya (1987), iki uçlu bozukluk tanısı alan hastaların “fenotip”
olarak tek uçlu yakınlarının “genotip” olarak iki uçlu olduğunu öne sürmüştür. Böylece
genel popülasyonun %4-5’inin ağırlıklı olarak depresif fenomenoloji ve ılımlı iki uçlu
özellikler gösteren geniş bir iki uçlu spektruma dahil olduğunu ileri sürmüştür.
Çalışmalar bipolar bozukluk için tahmin edilen, geleneksel %1-1.6’lık oranın çok
düşük olduğunu, toplumda bipolar bozukluk oranının en az %5 olduğunu, bu
bozukluğun çoğu kişide kendini, maniye varmayan kısa çıkış dönemlerini de içeren
depresyon biçiminde gösterdiğini ortaya çıkarmıştır. (Maj ve ark. 2002)
Kraepelin’in öğrencisi olmuş birisi bu hastaların hepsinin değilse de kimilerinin
mizaç düzeyinde örtük bipolar olduklarını, bu durumun da kendisini labil duygudurum
ya da ılımlı siklotimik eğilimlerle belli ettiğini öne sürerdi. Öteki hastalarsa, açıkça
hipomanik bir dönem eşiğine hiç ulaşmamış olsalar da canlı, hareketli, enerjik ve
fazlasıyla özgüvenli bireyler olarak manik ya da hipertimik özellikler gösteriyor
olabilirlerdi. (Maj ve ark. 2002)
Kraepelin, dört temel duygulanım görünümünden söz etmiş ve afektif mizaç ile
afektif patoloji arasında bir süreklilik önermiştir; tipik depresyon ile ilişkili “depresif tip”,
unipolar mani ile ilişkili “manik ya da hipertimik tip”, atipik depresyon ile ilişkili “irritabl
tip” ve hem mani hem depresyon ile ilişkili “siklotimik tip”. Kraepelin duygulanım
görünümlerinin ya yaşam boyunca duygudurum bozukluğu olmaksızın kişiliğin bir
özelliği olduğunu ya da dönemsel (epizodik) hastalıklar için başlangıç noktası
olduğunu ileri sürmüştür (Akdeniz ve ark. 2004). Çoğu manik depresif hastada bu
duygulanım mizaçlarının bulunduğunu, hastaların akut nöbet yatıştıktan sonra da bu
27
mizaçlara geri döndüğünü, hasta olmayan aile bireylerinde de bu mizaçlara
rastlanabileceğini gözlemlemiştir (Sayın ve Aslan 2005).
Akiskal ve arkadaşları Kraepelin’in
kavramını yeniden hayata geçirerek
mizacı (temperament), duygudurum bozukluklarının temeli olarak sunmuş ve
duygulanım yelpazesini eşikaltı duygulanım izlerinden ağır duygulanım bozukluğuna
kadar çizmiştir (Akdeniz ve ark 2004). Akiskal’e göre, bipolar spektrum mizaç
özelliklerinden psikoza kadar uzanan bir spektrumdur. (Akiskal H.S / Uluslararası
Duygudurum Sempozyumu-İstanbul- 2006)
Akiskal ve Pinto tarafından önerilen bipolar spektrum şu olguları içermektedir;
Mani, hipomani (süresi dikkate alınmaksızın) dönemleriyle seyreden yineleyen
depresyon, ilaç sağaltımıyla tetiklenen hipomani, siklotimik ve hipertimik mizaçlarla
ilişkili depresyonlar ve iki uçlu aile öyküleri olan yineleyen depresyonlar ya da lityuma
duyarlı döngüsel depresyonlar. (Maj ve ark 2002)
2006
yılında
İstanbul’da
yapılan
Uluslararası
Duyygudurum
Sempozyumu’unda Akiskal, bipolar spektrumu aşağıdaki gibi özetlemiştir;
BP ½..................................Şizobipolar
BP I....................................Mani
BP I ½................................Uzamış hipomani (protracted hypomania)
BP II...................................Spontan hipomani
BP II ½...............................Siklotimik depresyonlar
BP III..................................Antidepresanla indüklenen hipomani
BP III ½..............................Çoklu madde kötüye kullanımı ile birlikte olan
duygudurum dalgalanmaları
BP IV...................................Hipertimik depresyonlar
Afektif mizaç bir duygudurum hastalık dönemi ölçütlerini karşılamamaktadır
ama tanısal geçerliliği vardır, yapısal ve genetik olarak aktarılabilir olmakla birlikte
tedavi gerektirmemektedir (Kesebir ve ark 2005).
Akiskal 5 temel afektif mizacı
tanımlamıştır: depresif, hipertimik, siklotimik, irritabl (sinirli) ve anksiyöz (endişeli)
28
mizaç (Akiskal ve Mallya 1987). Bu özellikleriyle afektif mizaç bipolar bozukluk için,
genlerden hastalıklara uzanan nedensellik zincirinde bir aracı, eşlikçi, endofenotip
olarak kabul edilebilir. Öte yandan afektif mizaç özellikleri bipolar bozukluğun
etiyolojisi, fenomenolojisi ve tedavisi ile ilişkili bulunmaktadır. (Kesebir ve ark. 2005).
Sonuç olarak, duygulanım mizaç tiplerinin duygudurum bozukluğunun varlığını ve
doğasını etkilediği ya da hastalığın tipinin mizacı etkilediği söylenebilir.
Mizaç ile psikopatolojinin (özellikle duygulanım mizaçlar ile duygudurum alt
grupları arasındaki ilişki) ilişkisi olduğu genel modelini yani psikiyatride uzun yıllardır
kabul edilen depresyona ve maniye ait özgül mizaç özellikleri olduğunu iddia eden
varsayım 2004’de Akdeniz ve ark. tarafından yapılan çalışmayla da desteklenmiştir.
Mani birincil olarak hipertimik mizaç, depresyon da depresif mizaç ile bağlantılı
bulunmuştur (Akdeniz ve ark.2004).
Aşağıda; hipertimik, irritabl, distimik ve siklotimik mizaç özellikleri özetlenmeye
çalışılmıştır; (Memik ve Önder 2003)
Hipertimik mizaç: Erken başlangıç (21 yaşından önce),
Savunma mekanizması olarak inkarı sık kullanır,
Fazla karışık ve işgüzar,
Fazla kendinden emin, kendine güvenen ve grandiyöz,
Konuşkan ve şakacı,
Neşeli, keyifli, fazlasıyla iyimser, coşkulu
Enerji düzeyi artmış, aktivitesi fazla,
Ketlenmemiş, uyaran arayan, libidosu yüksek,
Kısa uyku, haftasonu da dahil 6 saatten daha az uyuma,
Aralıklı subsendromal hipomanik özellikler ve araya giren
seyrek ötimiler
29
Distimik mizaç: Erken başlangıç (21 yaşından önce),
Kaygılı, üzgün,
Kendini eleştiren, suçlayan, aşağılayan,
Şüpheci, aşırı eleştirel,
Hüzünlü, üzüntülü, kötümser, şakadan anlamayan,
eğlenemeyen
Dikkatli, disiplinli,
Anhedoni, sabah daha fazla olan psikomotor yavaşlama,
Uyuşukluk, libido azalması
Günde 9 saatten fazla uyuma,
Nonafektif duruma sekonder olmayan aralıklı düşük düzeyde
depresyon
Siklotimik mizaç: Erken başlangıç (21 yaşından önce),
Aralıklı, kısa, siklik, artmış-azalmış duygudurumu. Birbirini
izleyen kötümserlik ve iyimserlik, genelde ötimik,
İşte, eğitimde, gelecekle ilgili planlarda sık sık kaymalar,
Birbirini izleyen kendine güven azlığı ve aşırı güven
( kararsız benlik değeri)
Konuşkanlık ve azalmış konuşma,
Beklenmeyen ağlamaklı halden aşırı şakacılığa geçiş,
Üretkenlik kalitesi ve miktarında düzensizlik, alışılmamış
çalışma saatleri, mental konfüzyon ve apatik düşünceden
zeki ve keskin düşünceye geçişler olur,
Yaşam
enerjisi
ve
cinsellikte;
gelişigüzel
epizotlar,
tekrarlayan duygusal başarısızlıklar, ketlenmemiş durum
ve arayış içinde olma, hiperseksüaliteden içe kapanmaya
kadar farklı özellikler gösterir,
Bir fazdan ötekine ani kaymalarla giden iki evreli mizaç
30
İrritabl mizaç:
Erken başlangıç (21 yaşından önce),
Gerginlik, aralıklı huysuzluklar, öfke ve seyrek ötimik
durum,
Disforik huzursuzluk, impulsif davranış, sırnaşıklık, kolay
kırılganlık, kolayca sözel ve fiziksel çekişmeler yaşar, pek
hoşlanılmayan bireylerdir,
Aşırı eleştirel ve yakınmacı,
Mizahtan yoksun espriler,
Huzursuz enerji, sonuç getirmeyen aşırı meşguliyet,
Hiperseksüel, enerjik, uyku problemi yok.
31
PANİK BOZUKLUĞUNUN AFEKTİF BOZUKLUKLARLA İLİŞKİSİ
Wittchen ve Essau’ya (1989) göre, değişik mental bozukluklar arasındaki
komorbidite hem klinik (%75), hem de epidemiyolojik popülasyonlarda sık görülen bir
durumdur; bir psikiyatrik tanının varlığı başka bir psikiyatrik bozukluğun da bulunma
riskini artırıyor gibi görünmektedir (Savino ve ark. 1993).
Dekatlar boyunca afektif bozukluklar ve anksiyete bozuklukları birbirinden
farklı, ilişkisiz bozukluk grupları olarak kabul edilmiştir. Ancak, preklinik ve klinik
laboratuar çalışmaları, dikkatli klinik gözlemler ve standardize metodlar ile elde edilen
bilgiler artık bunu desteklememektedir (Nemeroff 2002). Panik bozukluğu da dahil
olmak üzere anksiyete bozukluğu olan hastalar komorbid duygudurum bozuklukları
açısından risklidir (Simon ve Fischmann 2005) .
Anksiyete bozuklukları ile afektif bozuklukların komorbiditesi
klinik ve
epidemiyolojik çalışmalarla gösterilmiş bir olgudur. Özellikle panik bozukluk, sosyal
fobi ve obsesif kompulsif bozukluk ile duygudurum bozukluklarının sık görülen
komorbiditesi yine klinik ve epidemiyolojik çalışmalarla rapor edilmiştir. Ancak bu
çalışmaların çoğu unipolar depresyon ile anksiyete bozukluklarının birlikteliğinin
araştırılması ile sınırlandırılmıştır. Günümüzde bu dar bakış açısı değişmektedir ve
elde edilen bilgiler anksiyete ve duygudurum bozuklukları komorbiditesinin bipolar
spektrum
bozukluklarını
da
kapsayacak
şekilde
genişlediğini
kuvvetle
desteklemektedir. (Perugi ve ark. 1999)
Yetişkinlerde panik ataklar ve panik bozukluk ile major depresif bozukluk
arasındaki bağlantı iyi dokumente edilmiş bir durumdur (Birmaher ve ark. 2002).
Panik bozuklukla ilişkili olarak major depresyon görülme oranlarının yüksek olduğu
açıkça ortaya konmuştur ve özellikle birden fazla anksiyete bozukluğu mevcutsa, bu
kural olarak kabul edilmelidir (Simon ve Fischmann 2005) . Stein ve Uhde, sadece
panik bozukluğu olan hastalarda depresyon riskini %47, hem panik hem sosyal fobi
mevcutsa %94 olarak belirlemişlerdir (Stein ve Uhde 1988). 14-24 yaşları arasındaki
3021 hastanın dört yıllık izlemi şeklinde yapılan prospektif bir çalışmada panik
atakların, persistan kaçınmanın ve şiddetli bozukluğun kişilerin yeni bir major depresif
32
epizod geçirme riskini 2 katına çıkardığı gösterilmiştir. İki veya daha fazla anksiyete
bozukluğunun birlikte bulunması ise major depresif bozukluk geliştirme riskini 3
katına çıkarmaktadır (Wittchen ve ark. 2000).
Anksiyete bozukluklarının, özellikle de panik bozukluğun, bipolar bozukluk ile
komorbiditesi de son zamanlarda aktif araştırma alanlarından biri olmuştur.
Epidemiologic Catchment Area
hastalarda
panik
bozukluk
çalışmasının verilerine göre, bipolar bozukluklu
prevalansı
kontrol
grubundaki
%0.8’lik
oranla
karşılaştırıldığında, %20.8 gibi bir oranla 26 kat daha fazladır ve major depresyonla
panik komorbiditesinden (%10) de belirgin olarak yüksektir. (Simon ve Fischmann
2005). Anksiyete bozuklukları ile bipolar bozukluğun yüksek komorbidite oranları
klinik örneklerde de tanımlanmıştır. Örneğin, bipolar bozukluğu veya major depresif
bozukluğu olan 230 hastayla yapılan bir çalışmada, yaşam boyu panik bozukluk
oranı
bipolar
bozukluklu
hastalarda
(%37.8),
unipolar
major
depresyonlu
hastalardakinden (%14.4) yüksek bulunmuştur (Simon ve ark. 2003) .
Ayrıca, panik bozukluğu olan yetişkinlerin %13-23’lük bir oranında da
komorbid bipolar bozukluk olduğu belirtilmektedir. 140 agorafobili panik bozukluğu
hastasıyla yapılan bir klinik çalışmada, hastalarda %13,5 oranında manik veya
hipomanik epizod öyküsü saptanmıştır (Savino ve ark. 1993) . Panik ataklarıyla veya
panik bozukluğuyla komorbid bipolar bozukluğu bulunan hastaların hastalıklarının
daha şiddetli seyrettiği ve tedaviye daha dirençli olduğu ifade edilmektedir (Feske ve
ark. 2000) .
Panik bozuklukla afektif bozukluklar arasındaki ilişki gençlerde de gösterilmiştir
(Birmaher 2002). Lise öğrencileri ile yapılan prospektif bir çalışmada, panik atak
tanısı alan olguların 1/4’inde aynı zamanda major depresif bozukluk da saptanmıştır.
Panik bozukluğu olan adölesanların, panik bozukluk dışında herhangi bir anksiyete
bozukluğu olan adölesanlarla karşılaştırıldığında daha yüksek depresyon skorları
gösterdikleri saptanmıştır (Hayward ve ark. 2000).
Lewinsohn ve arkadaşlarının lise öğrencileri ile yaptıkları bir çalışmada,
anksiyöz öğrencilerin 7 kat daha fazla komorbid bipolar bozukluk gösterdikleri
saptanmıştır (Lewinsohn ve ark. 1993), Johnson ve arkadaşları da yaptıkları bir
33
longitudinal çalışmada anksiyete bozukluğu olan adölesanların erken erişkinliklerinde
bipolar bozukluk geliştirme riskinin arttığını belirtmişlerdir (Johnson ve ark. 2000). Bu
konuda yapılmış prospektif çalışmalar olmasa da panik bozukluğu olan gençlerin
bipolar bozukluk geliştirme açısından risk altında olduğu hipotezi mantıklı
görünmektedir ve bu hastalar antidepresanlarla tedavi edilirken bipolar bozukluk için
aile öyküsünün alındığından emin olunmalı, manik bir atak için hasta yakından
izlenmelidir (Birmaher 2002).
34
YÖNTEM VE GEREÇ
ÖRNEKLEM
Bu çalışmaya; Haydarpaşa Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi Psikiyatri
Polikliniği’ne Ocak 2006 – Mayıs 2006 tarihleri arasında başvuran hastalar arasında
rastgele yöntemle seçilmiş ve yapılandırılmış klinik görüşme (SCID-I) ile DSM-IV’e
göre
Panik Bozukluğu tanısı almış 54 hasta ve bu hastaların birinci dereceden
akrabası olan 78 kişi ile kontrol grubunu oluşturan 55 sağlıklı kişi ve bu kişilerin
birinci dereceden akrabası 71 kişi olmak üzere toplam 258 kişi dahil edilmiştir.
Görüşmeler, olgular bilgilendirilerek ve rızaları alınarak yapılmıştır.
SCID-I uygulanarak panik bozukluğu tanısı aldığı belirlenen hastalara, klinik
durumlarının ve hastalık şiddetlerinin belirlenebilmesi amacıyla Panik-Agorafobi
Ölçeği, Beck Depresyon Envanteri ve Beck Anksiyete Envanteri uygulanmıştır. Hem
çalışma grubu ve akrabalarına hem de kontrol grubu ve akrabalarına mizaç
özelliklerinin değerlendirilmesi amacıyla TEMPS-A Mizaç Ölçeği uygulanmıştır.
Hasta Grubunun Çalışmaya Dahil Olma Kriterleri :
1) 18 - 60 yaş arasında olmak
2) DSM-IV’e göre Panik Bozukluğu tanısı almış olmak
3) Okur-yazar olmak
4) En az bir birinci dereceden akrabasının ulaşılabilir olması
5) Psikotik özelliklerin bulunmaması
6) Mental retardasyon ve/veya nörolojik bir bozukluğun olmaması
7) Alkol/madde bağımlılığının bulunmaması
8) Fizyolojik etkileriyle panik bozukluğu oluşturacak genel tıbbi bir durumun
bulunmaması
9) Bir araştırmaya katıldığına dair bilgilendirilmiş olması ve sözlü onayın
alınması.
35
Kontrol Grubunun Çalışmaya Dahil Olma Kriterleri :
1) 18 - 60 yaş arasında olmak
2) DSM-IV’e göre bilinen bir major psikiyatrik bozukluğun bulunmaması
3) Okur-yazar olmak
4) Alkol/madde bağımlılığının bulunmaması
5) Bir araştırmaya katıldığına dair bilgilendirilmiş olması ve sözlü onayın
alınması.
GEREÇLER
1) Sosyodemografik Veri Formu : Olguların yaşı, cinsiyeti, eğitim düzeyi,
mesleği, medeni durumu, çocuk sayısı, sosyoekonomik düzeyi, hastalığın
başlangıç zamanı, tanı konmadan önceki 3 ay içinde herhangi bir psikososyal
stresörün olup olmadığı, görmekte olduğu tedavi, ailede psikiyatrik hastalık
öyküsü, sigara kullanımı, alkol-madde kullanımı, intihar girişimi öyküsü,
hastaneye yatış öyküsü bu form ile değerlendirilmiştir.
2) SCID-I (Klinik Versiyon) : Amerikan Psikiyatri Birliği tarafından, 1994 yılında
DSM-IV Eksen-I bozuklukları için yapılandırılmış bir klinik görüşme ve major
DSM-IV Eksen-I tanılarının konması için geliştirilmiş, yarı yapılandırılmış
klinik görüşme ölçeğidir. Hem psikiyatri hem de genel tıp hastalarına
uygulanabilir. Dil ve tanı kapsamı ile çoğunlukla erişkinler için kullanımı
uygundur. Altı modülden oluşmaktadır. Türkiye için uyarlama ve güvenilirlik
çalışmaları; Dr. Aytül Özkürkçügil, Dr. Ömer Aydemir, Dr. Mustafa Yıldız ve
Dr. Ertuğrul Köroğlu tarafından yapılmıştır. (Özkürkçügil A, 1999)
3) TEMPS-A Mizaç Ölçeği : Baskın duygulanım mizacını değerlendirmek için
Akiskal ve arkadaşları tarafından 1997’de düzenlenen Memphis, Pisa, Paris
ve San Diego Mizaç Değerlendirme Anketi’nin (MPPS-MD) Türkçe’ye
uyarlanmış şekli depresif, hipertimik, irritabl (sinirli), siklotimik ve anksiyöz
(endişeli) mizaçları belirlemek için 100 maddeden oluşur. Türkçe geçerlik ve
güvenirlik çalışması Vahip ve ark. tarafından yapılmıştır. Kişi tüm yaşamını
36
düşünerek maddelere evet ya da hayır diye yanıt verir. Ankette baskın
depresif (19 madde), siklotimik (19 madde), hipertimik (20 madde), irritabl (18
madde) ve anksiyöz (24 madde) mizacı değerlendirmek için kesim noktaları
sırasıyla 13, 18, 20, 13 ve 18 puandır. Türkçe çevirinintest-tekrar test
güvenilirliği 0.73 ile 0.93 ve Cronbach-alpha koeffisienti 0.75 ile 0.84
arasındadır. (Vahip ve ark. 2005)
4) Panik-Agorafobi Ölçeği : Panik bozukluğu tanısı almış olan hastada panik
ataklarını, fobik kaçınmayı, beklenti anksiyetesini, sosyal ilişkilerdeki
kısıtlanmayı, bedensel hastalık inancını göz önüne alarak alt bölümler halinde
şiddet derecelendirir. DSM-III-R, DSM-IV ve ICD-10 gibi standart kabul edilen
tanı araçlarıyla panik bozukluğu tanısı (agorafobili veya agorafobi olmadan)
almış olan hastalara uygulanır. Ölçek özellikle ilaç veya psikolojik tedavilerin
etkinliğinin araştırıldığı klinik çalışmaların haftalık değerlendirilmesi için
geliştirilmiştir. Ayrıca diğer psikiyatrik hasta gruplarında panik bozukluğu ve
agorafobi, belirti örüntüsünü araştırmak amacıyla kullanılabilir. Beşli Likert tipi
ölçüm sağlamaktadır. 1995’de Bandelow ve ark. tarafından geliştirilen ölçeğin
Türkçe’ye uyarlanması Ümit Tural, Hüray Fidaner, Tunç Alkın, Barwin
Bandelow tarafından yapılmıştır.
(Tural Ü, Fidaner H, Alkın T, Bandelow B: Türk Psikiyatri Dergisi, 2000, 11(1) )
5) Beck Depresyon Envanteri : Denekte depresyon yönünden riski belirlemek
ve depresif belirtilerin düzeyini ve şiddet değişimini ölçmek için uygulanan bir
kendini değerlendirme ölçeğidir. Toplam 21 kendini değerlendirme cümlesi
içermektedir. Dörtlü Likert tipi ölçüm sağlamaktadır. Beck tarafından
geliştirilen ölçeğin Türkçe formunun geçerlik ve güvenilirliği Nesrin Hisli
tarafından yapılmıştır. Ölçeğin Türkçe için geçerlik ve güvenirlik makalesinde
kesme puanının 17 olarak kabul edildiği belirtilmiştir.
(Hisli N : Beck Depresyon Envanteri’nin Üniversite Öğrencileri için Geçerliği,
Güvenirliği. Psikoloji Dergisi 1989; 7-3-13)
6) Beck Anksiyete Envanteri : Beck tarafından 1988 yılında, bireylerin yaşadığı
anksiyete belirtilerinin şiddetinin belirlenmesi için geliştirilmiş bir ölçektir.
Öznel anksiyete ve bedensel belirtiler olmak üzere, iki faktörden oluşan bir
37
kendi bildirim
değerlendirme ölçeğidir. Grup olarak, ergen ve yetişkinlere
uygulanabilir. Zaman sınırlaması yoktur. 21 maddeden oluşan, 0-3 arası
puanlanan likert tipi bir ölçektir. Puan aralığı 0-63’tür. Ölçekten alınan toplam
puanların yüksekliği bireyin yaşadığı anksiyetenin şiddetini gösterir. Türkiye
uyarlama ve geçerlilik-güvenilirlik çalışmaları Dr. Mustafa Ulusoy, Prof. Dr.
Nesrin Şahin, ve Doç Dr. Hüsnü Erkmen tarafından yapılmıştır. (Ulusoy
M,1998)
7) Panik bozukluğu hastalarında, hastalığın başlangıcından önceki 3 ay
içerisinde herhangi bir psikososyal veya çevresel stresör olup olmadığının
belirlenmesi
amacıyla
DSM-IV-TR’nin
dördüncü
ekseninde
belirtilen
kategoriler dikkate alınmıştır; birincil destek grubuyla olan sorunlar, toplumsal
çevreyle ilişkili sorunlar, eğitimle ilgili sorunlar, mesleki sorunlar, barınma
sorunları, ekonomik sorunlar, yasal sorunlar , sağlık problemleri gibi.
Ölçeklerin öncelikle geçerlilik katsayıları (α- Cronbach) hesaplanmış, tümünün
0,70 in üzerinde olduğu gözlenmiş ve çalışmaya başlanmıştır (Tablo 1).
Tablo 1.
TEMPS-A
BDS
BANK
PAF
α- Cronbach
0,82
0,89
0,81
0,85
İstatistiksel Yöntem:
Bu çalışmada istatistiksel analizler GraphPad Prisma V.3 paket programı ile
yapılmıştır.
Verilerin değerlendirilmesinde tanımlayıcı istatistiksel metotların
(ortalama,standart sapma) yanı sıra ikili grupların karşılaştırmasında bağımsız t testi ,
nitel verilerin karşılaştırmalarında ki-kare testi kullanılmıştır. Sonuçlar, anlamlılık
p<0,05 düzeyinde değerlendirilmiştir.
38
BULGULAR
Bu çalışmaya; Haydarpaşa Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi Psikiyatri
Polikliniği’ne Ocak 2006 – Mayıs 2006 tarihleri arasında başvuran hastalar arasında
rastgele yöntemle seçilmiş ve yapılandırılmış klinik görüşme (SCID-I) ile DSM-IV’e
göre
Panik Bozukluğu tanısı almış 54 hasta ve bu hastaların birinci dereceden
akrabası olan 78 kişi ile kontrol grubunu oluşturan 55 sağlıklı kişi ve bu kişilerin
birinci dereceden akrabası 71 kişi olmak üzere toplam 258 kişi dahil edilmiştir.
Her iki grubun sosyodemografik verilerinin karşılaştırılmasıyla aşağıdaki
sonuçlar elde edilmiştir;
Tablo 1. Olgu ve kontrol grubunun yaş ortalaması
Çalışma
Grubu
Kontrol Grubu
t:0,04
Yaş
36,96±11,72
37,05±10,96
p=0,966
Çalışma ve kontrol gruplarının yaş ortalamaları arasında istatistiksel farklılık
gözlenmemiştir (t:0,04 p=0,966). Panik bozukluk grubunda yaş ortalaması 36.9,
kontrol grubunda 37.05 olarak bulunmuştur.
39
Grafik 1. Grupların yaş ortalamaları
Grupların Yaş Ortalamaları
40
38
36
34
32
30
Çalışma Grubu
Kontrol Grubu
Tablo 2. Olgu ve kontrol grubunun cinsiyet dağılımı
Çalışma
Grubu
Cinsiyet
Kontrol Grubu
Erkek
21
38,9%
25
45,5%
χ²:0,482
Kadın
33
61,1%
30
54,5%
p=0,488
Çalışma ve kontrol gruplarının cinsiyet dağılımları arasında istatistiksel
farklılık gözlenmemiştir (χ²:0,482 p=0,4,88). Panik Bozukluk hastalarının %61.1’ini
kadın hastalar, %38.9’unu erkek hastalar oluşturmuştur. Bu oran, epidemiyolojik
çalışmalarda ulaşılan 2/1 kadın-erkek oranı ile paralellik arzeder (Yonkers ve ark.
1998). Kontrol grubunun ise %54.5’unu kadın olgular, %45.5’unu erkek olgular
oluşturmaktadır.
40
Grafik 2. Grupların cinsiyet dağılımları
Erkek
Grupların Cinsiyet Dağılımları
Kadın
70
60
50
%
40
30
20
10
0
Çalışma Grubu
Kontrol Grubu
Tablo 3. Medeni durum ve çocuk sayısı
Çalışma
Grubu
Kontrol Grubu
Bekar
14
25,9%
16
29,1%
Medeni
Evli
40
74,1%
37
67,3%
χ²:2,24
Durum
Dul
0,0%
2
3,6%
p=0,326
t:0,95
Çocuk Sayısı
2,1±0,94
1,91±0,77
p=0,347
Çalışma ve kontrol gruplarının çocuk sayısı ortalamaları arasında
istatistiksel farklılık gözlenmemiştir (t:0,95 p=0,347).
Çalışma ve kontrol gruplarının medeni durum dağılımları arasında
istatistiksel farklılık gözlenmemiştir (χ²:2,24 p=0,326).
41
Grafik 3. Medeni durum
Çalışma Grubu
Medeni Durum
Kontrol Grubu
80%
70%
60%
50%
40%
30%
20%
10%
0%
Bekar
Evli
Dul
Tablo 4. Eğitim durumu
Çalışma
Grubu
Eğitim
Kontrol Grubu
İlkokul
21
38,9%
16
29,1%
Ortaokul
6
11,1%
3
5,5%
Lise
16
29,6%
18
32,7%
χ²:3,47
Üniversite
11
20,4%
18
32,7%
p=0,324
Çalışma ve kontrol gruplarının eğitim dağılımları arasında istatistiksel
farklılık gözlenmemiştir (χ²:3,47 p=0,324). Gruplarda ilkokul ve lise mezunlarının
ağırlıklı olduğu görülmektedir. Bu da, polikliniğimize yapılan başvuruların öğrenim
profiliyle uygunluk gösterdiği gibi, aslında Türk toplumunun profiline de uygundur.
42
Grafik 4. Grupların eğitim dağılımı
Çalışma Grubu
Grupların Eğitim Dağılımları
Kontrol Grubu
40%
35%
30%
25%
20%
15%
10%
5%
0%
İlkokul
Ortaokul
Lise
Üniversite
Tablo 5. Mesleki durum
Çalışma Grubu Kontrol Grubu
Meslek
Ev Hanımı
20
37,04%
19
34,55%
İşçi
4
7,41%
2
3,64%
Memur
14
25,93%
26
47,27%
Serbest
12
22,22%
6
10,91%
χ²:6,95
Öğrenci
4
7,41%
2
3,64%
p=0,138
Çalışma ve kontrol gruplarının meslek dağılımları arasında istatistiksel
farklılık gözlenmemiştir (χ²:6,95, p=0,138). Çalışma grubunda ev hanımlarının
oranı %37.04 iken, kontrol grubunda %34.55’dir. Çalışma grubunda memur oranı
%25.93 iken, kontrol grubunda %47.27’dir. Meslek dağılımında ev hanımlarının
ve memurların daha ön planda olduğu dikkati çekmektedir. Bu durumun Türk
toplumunun sosyokültürel özellikleriyle uyumlu olduğu düşünülebilir.
43
Grafik 5. Meslek dağılımı
Çalışma Grubu
Meslek Dağılımı
50%
45%
40%
35%
30%
25%
20%
15%
10%
5%
0%
Ev Hanımı
İşçi
Memur
Kontrol Grubu
Serbest
Öğrenci
Tablo 6. Sosyoekonomik düzey
Çalışma Grubu Kontrol Grubu
Sosyo-
Düşük
5
9,26%
8
14,5%
Ekonomik
Orta
24
44,44%
25
45,5%
χ²:0,895
Düzey
Yüksek
25
46,30%
22
40,0%
p=0,639
Olguların ekonomik durumlarına bakıldığında ; her iki grubun birbirine
benzediği ve istatistik anlamlılığın olmadığı sonucu ortaya çıkmıştır (χ²:0,895
p=0,639). Olgulardan aylık gelirlerini asgari ücret ve onun katları şeklinde
bildirmeleri istendiğinde, her iki grupta da orta ve yüksek sosyoekonomik düzey
daha anlamlı olarak ön plana çıkmıştır.
44
Grafik 6. Sosyo ekonomik düzey
Çalışma Grubu
Sosyo Ekonomik Düzey
Kontrol Grubu
50%
40%
30%
20%
10%
0%
Düşük
Orta
Yüksek
45
Panik bozukluk grubu ve akrabalarında, aynı zamanda kontrol grubu ile
akrabalarında mizaç özelliklerinin değerlendirilebilmesi amacıyla TEMPS-A Mizaç
Ölçeği kullanıldı. Kişilerde, kesme puanlarına göre herhangi bir baskın mizaç olup
olmadığı araştırıldı. Aynı zamanda duygulanım mizaç alt puanlarının ortalamaları da
gruplar arasında karşılaştırıldı.
Tablo 7. Kesme noktalarına göre TEMPS-A Mizaç puanlarının karşılaştırılması
Çalışma Grubu Kontrol Grubu
Depresif
<13
48
88,9%
54
98,2%
χ²:3,91
Mizaç
>13
6
11,1%
1
1,8%
p=0,048
Siklotimik
<18
51
94,4%
54
98,2%
χ²:1,07
Mizaç
>18
3
5,6%
1
1,8%
p=0,29
İrritabl
<13
51
94,4%
54
98,2%
χ²:1,07
Mizaç
>13
3
5,6%
1
1,8%
p=0,299
Anksiyöz
<18
46
85,2%
54
98,2%
χ²:6,07
Mizaç
>18
8
14,8%
1
1,8%
p=0,014
Mizaç puanları için kesme noktaları dikkate alındığında çalışma grubunda da,
kontrol grubunda da baskın hipertimik mizaca rastlanmamıştır.
Panik bozukluk grubunda 6 hastada baskın mizaç depresif iken, kontrol
grubunda sadece 1 kişide baskın depresif mizaç görülmüştür. Aradaki fark
istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur. (p=0,048)
Panik bozukluk grubunda 3 hastada baskın siklotimik mizaç, kontrol grubunda
1 kişide baskın siklotimik mizaç saptanmıştır. Aradaki fark istatistiksel olarak anlamlı
değildir.
Panik bozukluk grubunda 3 hastada baskın irritabl mizaç , kontrol grubunda 1
kişide baskın irritabl mizaç saptanmıştır. Aradaki fark istatistiksel olarak anlamlı
değildir.
Panik bozukluk grubunda 8 hastada baskın anksiyöz mizaç bulunurken,
kontrol grubunda 1 kişide baskın mizaç anksiyözdür. Aradaki fark istatistiksel olarak
anlamlı bulunmuştur. (p=0,014)
46
Kesme noktası dikkate alındığında, baskın mizaç olarak hipertimik mizaca
panik bozukluk grubunda da, kontrol grubunda da rastlanmamıştır.
Tablo 8. TEMPS-A Mizaç puanlarının ortalamalarının karşılaştırılması
TEMPS-A
Çalışma Grubu Kontrol Grubu
t
P
7,91±3,59
5,76±3,47
3,17
0,002
10±4,76
6,91±4,14
3,62
0,0001
Mizaç
9,24±4,58
10,64±4,38
-1,63
0,107
İrritabl Mizaç
5,02±3,81
3,95±3,57
1,52
0,132
Anksiyöz Mizaç
10,85±5,87
6,35±5,32
4,20
0,0001
Depresif Mizaç
Siklotimik
Mizaç
Hipertimik
Çalışma grubunun Depresif Mizaç (t:3,17 p=0,002), Siklotimik Mizaç (t:3,62
p=0,0001) ve Anksiyöz Mizaç (t:4,20 p=0,0001) puan ortalamaları kontrol grubu puan
ortalamalarından istatistiksel olarak anlamlı derecede yüksek bulunmuştur . (Grafik 7)
Çalışma ve kontrol gruplarının Hipertimik Mizaç (t:-1,63 p=0,107) ve İrritabl
Mizaç (t:1,52 p=0,132) puan ortalamaları arasında istatistiksel farklılık gözlenmemiştir
.
47
Grafik 7. TEMPS-A Mizaç Ölçeği puan ortalamalarının panik bozukluk ve kontrol
grubu arasında karşılaştırılması
12
10
8
2
6,35
10,85
3,95
5,02
10,64
9,24
6,91
10
5,76
4
7,91
6
0
Depresif Mizaç
Siklotimik Mizaç
Hipertimik Mizaç
Çalışma Grubu
İrritabl Mizaç
Anksiyöz Mizaç
Kontrol Grubu
48
Tablo 9. Kesme noktalarına göre mizaç puanlarının çalışma grubu
yakınları ve kontrol grubu yakınlarında karşılaştırılması
Çalışma Grubu Kontrol Grubu
Yakınları
Yakınları
Depresif
<13
75
96,2%
67
94,4%
χ²:0,26
Mizaç
>13
3
3,8%
4
5,6%
p=0,607
Siklotimik <18
75
96,2%
71
100,0%
χ²:2,78
Mizaç
>18
3
3,8%
0,0%
p=0,095
Hipertimik <20
77
98,7%
70
98,6%
χ²:0,004
Mizaç
>20
1
1,3%
1
1,4%
p=0,947
İrritabl
<13
75
96,2%
69
97,2%
χ²:0,12
Mizaç
>13
3
3,8%
2
2,8%
p=0,728
Anksiyöz
<18
74
94,9%
68
95,8%
χ²:0,06
Mizaç
>18
4
5,1%
3
4,2%
p=0,795
Çalışma grubunun yakınlarında da, kontrol grubunun yakınlarında da
herhangi bir baskın mizaç saptanmamıştır.
Tablo 10. Çalışma grubu ve kontrol grubu yakınlarının TEMPS-A Mizaç
puanları açısından karşılaştırılması
Çalışma Grubu
Kontrol Grubu
Yakınları
Yakınları
t
p
Depresif Mizaç
6,22±3,17
6,04±3,49
0,32
0,748
Siklotimik Mizaç
7,85±4,47
7,08±4,2
1,07
0,287
Hipertimik Mizaç
11,89±4,15
10,44±4,52
0,27
0,743
İrritabl Mizaç
3,91±3,81
4,21±3,7
-0,49
0,626
Anksiyöz Mizaç
6,36±5,06
6,86±5,11
-0,60
0,549
49
Çalışma grubu yakınları ile kontrol grubu yakınlarının mizaç puanlarının
ortalamaları arasında istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık saptanmamıştır. Panik
bozukluk hastalarının akrabalarında diğer mizaç puanlarına oranla hipertimi
puanlarının daha yüksek olduğu gözlenmektedir. (Grafik 8)
Grafik 8. Çalışma grubu ve kontrol grubu yakınlarının TEMPS-A Mizaç
puanları açısından karşılaştırılması
Çalışma Grubu Yakınları
Depresif Mizaç
Siklotimik
Mizaç
Hipertimik
Mizaç
6,86
6,36
Kontrol Grubu Yakınları
4,21
3,91
10,44
11,89
7,08
7,85
6,04
11
10
9
8
7
6
5
4
3
2
1
0
6,22
TEMPS-A MİZAÇ ÖLÇEĞİ
İrritabl Mizaç Anksiyöz Mizaç
50
Tablo 11. Çalışma grubunun Beck Depresyon, Beck Anksiyete ve
Panik-Agorafobi Ölçek Puanlarının Ortalama Değerleri
Çalışma Grubu
BDS
13,06±8,89
BANK
24,4±14,45
PAF
16,2±8,78
Başlangıç
Zamanı
2,05±1,93
BDS: Beck Depresyon Skalası ..........kesme noktası=17
BANK: Beck Anksiyete Skalası...........kesme noktası=0-63 arasında
değerlendirilir, skor arttıkça anksiyetenin şiddeti artar
PAF : Panik Agorafobi Ölçeği..............kesme noktası=21
Hastaların hastalıklarının başlangıç zamanının ortalama 2,05 yıl olduğu
saptanmıştır. Hastaların büyük çoğunluğu SSRI kullanmaktadır. 8 hastanın
sitalopram, 7 hastanın essitalopram, 18 hastanın paroksetin, 14 hastanın seralin,
4 hastanın fluoksetin, 1 hastanın venlafaksin, 1 hastanın mirtazapin, 1 hastanın
da tianeptin kullandığı saptanmıştır.
51
Tablo 12. Mizaç puanlarının depresyon şiddeti ile ilişkisi
BDS
Depresif Mizaç
Siklotimik Mizaç
Hipertimik Mizaç
İrritabl Mizaç
Anksiyöz Mizaç
r
0,532
p
0,0001
r
0,43
p
0,002
r
-0,172
p
0,226
r
0,488
p
0,0001
r
0,535
p
0,0001
Beck Depresyon skalası puanları ile Depresif mizaç puanları (r:0,532
p=0,0001), Siklotimik mizaç puanları (r:0,43 p=0,002), İrritabl mizaç puanları (r:0,488
p=0,0001) ve Anksiyöz mizaç puanları (r:0,535 p=0,0001) arasında istatistiksel olarak
anlamlı pozitif yönde bir korelasyon bulunmuştur .
Beck Depresyon skalası puanları ile Hipertimik mizaç puanları arasında
istatistiksel olarak anlamlı bir korelasyon bulunmamıştır (r:-0,172 p=0,226).
52
Tablo 13. Mizaç puanlarının anksiyete şiddeti ile ilişkisi
BANK
Depresif Mizaç
Siklotimik Mizaç
Hipertimik Mizaç
İrritabl Mizaç
Anksiyöz Mizaç
r
0,304
p
0,028
r
0,292
p
0,04
r
-0,014
p
0,921
r
0,302
p
0,03
r
0,409
p
0,003
Beck anksiyete skalası puanları ile Depresif mizaç puanları (r:0,304 p=0,028) ,
Siklotimik mizaç puanları (r:0,292 p=0,04), İrritabl mizaç puanları (r:0,302 p=0,03) ve
Anksiyöz mizaç puanları (r:0,409 p=0,003) arasında istatistiksel olarak anlamlı pozitif
yönde bir korelasyon bulunmuştur.
Beck anksiyete skalası puanları ile Hipertimik mizaç puanları arasında
istatistiksel olarak anlamlı bir korelasyon bulunmamıştır (r:-0,014 p=0,921).
53
Tablo 14. Mizaç puanlarının agorafobi şiddeti ile ilişkisi
PAF
Depresif Mizaç
Siklotimik Mizaç
Hipertimik Mizaç
İrritabl Mizaç
Anksiyöz Mizaç
r
0,004
p
0,977
r
-0,124
p
0,39
r
0,013
p
0,928
r
0,182
p
0,206
r
0,184
p
0,202
PAF skalası puanları ile hiçbir mizaç puanları arasında istatistiksel olarak anlamlı bir
korelasyon bulunmamıştır .
Panik bozukluğu hastalarında, hastalığın başlangıcından önceki 3 ay
içerisinde
herhangi bir psikososyal veya çevresel stresör olup olmadığının
belirlenmesi amacıyla DSM-IV-TR’nin dördüncü ekseninde belirtilen kategoriler
dikkate alınmıştır; birincil destek grubuyla olan sorunlar, toplumsal çevreyle ilişkili
sorunlar, eğitimle ilgili sorunlar, mesleki sorunlar, barınma sorunları, ekonomik
sorunlar, yasal sorunlar , sağlık problemleri gibi.
54
Tablo 14. Mizaç puanları ile hastalık öncesi stresör varlığı arasındaki ilişki
Stresör (-)
Stresör (+)
t
p
Depresif Mizaç
8,73±2,59
7,34±4,09
1,40 0,167
Siklotimik Mizaç
10,36±4,05
9,75±5,24
0,46 0,646
-
Hipertimik Mizaç
8,32±4,56
9,88±4,56
1,23 0,223
İrritabl Mizaç
5,18±3,32
4,91±4,17
0,26 0,797
Anksiyöz Mizaç
12,45±5,13
9,75±6,16
1,69 0,096
Hastaların 32’sinde hastalık öncesinde iş problemleri, ailevi problemler, fiziksel
hastalıklar gibi bir stres kaynağı saptanmıştır.
Çalışma grubunun stresör (+) ve stresör (-) gruplarının mizaç puan
ortalamaları arasında istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmamıştır.
Stresör (-)
TEMS-A
Stresör (+)
14
12
10
8
6
4
2
0
Depresif Mizaç
Siklotimik
Mizaç
Hipertimik
Mizaç
İrritabl Mizaç
Anksiyöz
Mizaç
55
Tablo 15. Depresyon, anksiyete ve agorafobi şiddeti ile hastalık öncesi stresör
varlığının ilişkisi
Stresör (-)
Stresör (+)
t
p
12,2±6,47
BDS
13,61±10,22
0,55 0,585
-
23,86±11,28
BANK
24,77±16,43
0,22 0,825
-
15,17±6,46
PAF
16,78±9,9
0,62 0,538
Çalışma grubunun stresör (+) ve stresör (-) gruplarının BDS puan ortalamaları
arasında istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmamıştır (t:-0,55 p=0,585).
Çalışma grubunun stresör (+) ve stresör (-) gruplarının BANK puan ortalamaları
arasında istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmamıştır (t:-0,22 p=0,825).
Çalışma grubunun stresör (+) ve stresör (-) gruplarının PAF puan ortalamaları
arasında istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmamıştır (t:-0,62 p=0,538).
Stresör (-)
Stresör (+)
25
20
15
10
5
0
BDS
BANK
PAF
56
TARTIŞMA
Anksiyete bozuklukları ile afektif bozukluklar arasındaki nozolojik ve klinik
ilişki psikiyatri literatüründeki önemli tartışma konularından biri olmuştur. Bu iki
bozukluk grubu arasında komorbidite yaygındır; yakın zamandaki çalışmalar iki
major afektif bozukluk olan bipolar bozukluk ile unipolar major depresif
bozukluğun
spesifik
anksiyete
bozuklukları
ile
ilişkileri
doğrultusunda
ayrımlaştırılabileceğini söylemektedir. (Simon ve ark. 2003)
Klinik araştırmalar son yıllarda anksiyete bozuklukları ile bipolar spektrum
komorbiditesi üzerine yoğunlaşmıştır. Bu çalışmada da, panik bozukluğun bipolar
spektrum, özellikle de bipolar bozukluğun daha yumuşak görünümleri olan afektif
mizaçlarla olan birlikteliği araştırılmıştır.
Panik bozukluk grubu ile kontrol grubunun yaş ve cinsiyet açısından türdeş
olması aralarında karşılaştırma yapılmasına olanak sağlamıştır. Medeni durum
dağılımları ve çocuk sayısı ortalaması açısından iki grup arasında
anlamlı
istatistiksel bir farklılık bulunmamaktadır. Her iki grupta da evli olanların oranının
yüksek olduğu gözlenmiştir. Bu bilgi panik bozukluğunun bekar ve yalnız
yaşayanlarda iki misli daha fazla görüldüğü (Eaton 1994) bilgisi ile ters düşüyor
gibi
gözükse
de,
bu
sonucun
örneklem
grubunun
sayıca
yetersizliği,
toplumumuzun sosyokültürel özellikleri, aile kurumunun bu kültürel yapı içindeki
anlamı ve örneklemin büyük bölümünü oluşturan bayan olguların sosyal
statülerinden kaynaklanan yanıltıcı bir durum olabileceği de düşünülmelidir.
Mesleki durum yönünden yapılan karşılaştırmada, çalışma ve kontrol
gruplarının meslek dağılımları arasında istatistiksel farklılık gözlenmemiştir
(χ²:6,95 p=0,138). Çalışma grubunda ev hanımlarının oranı %37.04 iken, kontrol
grubunda %34.55’dir. Çalışma grubunda memur oranı %25.93 iken,
kontrol
grubunda %47.27’dir. Meslek dağılımında ev hanımlarının ve memurların daha ön
planda olduğu dikkati çekmektedir. Bu durumun Türk toplumunun sosyokültürel
özellikleriyle uyumlu olduğu düşünülebilir.
57
Anksiyete ile ilişkili bazı özellikler, nörotisizm ve anksiyete duyarlılığı gibi,
bu iki bozukluk grubunun komorbiditesinin temelini oluşturuyor olabilir. (Simon ve
ark 2003). Bunun yanısıra, hastalarda bulunan bazı mizaç özellikleri de, afektif
bozukluklarla anksiyete bozukluklarının yakın ilişkisini anlamamıza yardımcı
olabilir. Günümüzde bipolar bozukluk yelpazesinin bir ucunda afektif mizacın yer
aldığı düşünülmektedir (Kelsoe 2003). Afektif mizaç bir duygudurum hastalık
dönemi ölçütlerini karşılamasa da tanısal geçerliliği vardır ve afektif mizaç
özellikleri bipolar bozukluğun etyolojisi, fenomenolojisi ve tedavisi ile ilişkili
bulunmaktadır (Kesebir 2005).
Çalışmamızda, panik bozukluk grubu ile kontrol grubunun TEMPS-A Mizaç
Ölçeği puanları kesme noktalarına göre karşılaştırıldığında, panik bozukluk
grubunda depresif mizaç ve anksiyöz mizaç baskın mizaçlar olarak saptanmıştır.
Kontrol grubu ile karşılaştırıldığında iki grup arasındaki farklılık istatistiksel olarak
anlamlıdır.
Bu
sonuçlar,
literatürdeki,
anksiyete
bozuklukları
ile
afektif
bozuklukların, özellikle de unipolar depresyonun komorbiditesini destekleyen
başka çalışmaların sonuçlarıyla benzerlik göstermektedir (Savino ve ark. 1993,
Gorman 1996, Marshall 1996,
Katerndahl ve Realini 1997, Lecrubier 1998,
Perugi ve ark 1999, Kaufman ve Charney 2000, Perugi ve ark. 2001, Birmaher ve
ark. 2002, Rihmer ve ark. 2002, Dindo ve Coryell 2004). Barlow’a göre, panik
bozukluk hastalarında ek olarak bir afektif bozukluk veya başka bir anksiyete
bozukluğu
nerdeyse her zaman mevcuttur (Barlow ve ark. 1986). Klinik
çalışmalarda panik bozukluk hastalarında yaşam boyu major depresyon
prevalansının %50-60’lara ulaşabileceği ifade edilmektedir (Perugi ve ark. 1999).
Aile ve ikiz çalışmaları anksiyete bozuklukları ve depresif bozuklukların bir
dereceye kadar üsüste binmiş bir kalıtımları olduğunu göstermekte ise de; bu, bir
bozukluğun diğeri için predispozan mı olduğu yoksa her iki bozukluğun ortak bir
etyolojileri mi olduğu sorusunu cevaplamamaktadır (Perugi ve ark. 1999)
Manning ve arkadaşlarının 1997’de yaptığı çalışmada karışık anksiyöz
ve/veya deprese hastaların %25.9’unun tekrar görüşüldüğünde
spektruma dahil olduğu bulunmuştur (Manning ve ark. 1997).
bipolar
Akiskal’e göre,
anksiyöz–nörotik depresyonların %18’i hayatlarının bir döneminde hipomanik bir
58
epizod geçirerek Bipolar II’ye dönüşürler. Özellikle Bipolar II’ye özgü afektif
regülasyon bozukluğu, duygulanımın yükselmesi ve depresyonun ötesine uzanır,
panik, irritabilite gibi olumsuz afektif uyarılma durumlarını ve duygudurum
dalgalanmalarını da kapsar (Young ve ark. 1993, Perugi ve ark. 1999, Akiskal ve
ark. 1995). Bu nedenle, panik bozukluk hastalarında depresif mizacın baskın
olması komorbid bir major depresif bozukluğa işaret edebileceği gibi, hastadan
daha ayrıntılı bir anamnez alınmasıyla açıkça ayırt edilebilen hipomanik dönemler
ve döngüsel depresyonlardan oluşan temel çekirdek bir örüntüyü de bize işaret
edebilir.
Negatif afektivite kavramı, negatif stimuluslara karşı mizaç olarak duyarlı
olmayı ifade eder. Korku, üzüntü, kendinden hoşnut olmama, hostilite ve kaygı
gibi afektleri içeren yüksek bir duygusal hassasiyet ile karakterizedir (Hayward ve
ark. 2000). Brown (1998), Zinbarg ve Barlow’un (1996) çalışmalarına göre; negatif
afektivite afektif bozukluklar ve anksiyete bozuklukları için önemli bir nonspesifik
risk faktörüdür. Bu kavramın anlattığı özellikler çalışmamızda kullandığımız
TEMPS-A ölçeğinin depresif ve anksiyöz mizaç alt başlıkları ile uyuşmaktadır.
Literatür bilgileri ile uyumlu olarak panik bozukluk hastalarında depresif ve
anksiyöz mizaç özelliklerinin yüksek oranlarda görülmesi şaşırtıcı değildir.
Literatüre göre panik atakların şizofreni ve bipolar bozukluk ile birlikte
görülmesi yaygındır (Goodwin ve Hamilton 2002). Panik bozuklukta yaşam boyu
bipolar bozukluk görülme oranı ise çeşitli çalışmalarda %1-2 oranlarında
verilmektedir (Simpson ve ark. 1992, Strakowski ve ark. 1992, Savino ve ark.
1993, MacKinnon ve ark. 1994, Chen ve Dilsaver 1995, MacKinnon ve ark. 1997).
Rao ve arkadaşları da, deprese adölesanlarla sağlıklı kontrolleri karşılaştırdığı
longitudinal bir çalışmada komorbid anksiyete bozukluğu olan hastaların
%50’sinin bipolar bozukluk geliştirdiğini bulmuştur. (Rao ve ark. 1995)
Çalışmamızda, panik bozukluk grubu ile kontrol grubunun afektif mizaç
puanlarının ortalamaları karşılaştırıldığında da, depresif mizaç, anksiyöz mizaç ve
siklotimik mizaç puanları panik bozukluk grubunda kontrol grubuna göre anlamlı
ölçüde yüksek bulunmuştur. Bu noktada, siklotimik mizaç puanlarının yüksek
bulunmuş olması dikkate değer bir bulgudur. Bilindiği gibi, siklotimide kimi zaman
59
subdepresif kimi zaman da ılımlı hipomanik özellikte düşük dereceli afektif
görünümler yaşamboyu birbiriyle yer değiştirir (Maj 2002). Günümüzdeki
kullanımında siklotimik bozukluk terimi, iki uçluluğun alt eşiği olan bir kişilik özelliği
ya da mizaçla sınırlıdır (Akiskal 2001). Yapılan çalışmalar, siklotimi ve bipolar II
bozukluğun bir süreklilik gösterdiğini düşündürmektedir. (Akiskal ve ark. 2003,
Perugi ve Akiskal 2002, Hantouche ve ark. 2003, Perugi ve ark 2003, Benazzi ve
Akiskal 2005, Kochman ve ark. 2005, Chiaroni ve ark. 2005)
Bu çalışmada, panik bozukluk grubunda siklotimik mizacın daha yüksek
oranda bulunmuş olması, Savino ve arkadaşlarının 1993’de yaptıkları çalışmanın
sonuçları ile uyumludur. Savino’nun çalışmasında, 140 panik bozukluk hastasının
%2.1’inde Bipolar I, %5’inde Bipolar II, %6.4’ünde siklotimi kriterleri karşılanmıştır
(Savino ve ark. 1993). Bipolar II spektrumunun, bipolaritenin en yaygın fenotipi
olduğu düşünülmektedir. Bipolar II bozukluğun görünümlerinden biri siklotimik ve
hipertimik
mizaç
özellikleri
üzerine
süperempoze
olmuş
major
depresif
epizodlardır . Daha hipotetik olarak söylenirse, bipolar II spektrumundaki
hastaların hayatları boyunca komorbid olarak görülen anksiyete bozuklukları,
afektif bozukluklar ve impulsif bozukluklara ait kompleks paterninin altında yatan
etken siklotimik ve anksiyöz mizaçları olabilir. (Perugi ve Akiskal 2002) . Bu
çalışmada siklotiminin panik bozukluk grubunda yüksek oranda görülmesi
anksiyete
bozukluklarının
bipolar
bozuklukla
özellikle
de
Bipolar
II
ile
komorbiditesini destekleyen bir bulgudur.
Bu çalışmada, panik bozukluğu hastalarının birinci derece akrabaları ile
kontrol grubunun birinci derece akrabaları mizaç özellikleri için karşılaştırıldığında,
her iki grupta da baskın bir mizaç özelliği saptanamamıştır. Örneklem sayısının
yeterli olmaması bunun sebeplerinden biri olabilir. Literatürde bipolar bozukluğu
olan hastaların sağlıklı yakınlarıyla yapılan çalışmalarda hastaların yakınlarında
siklotimik instabilite ve anksiyeteye eğilim kontrol grubuna göre daha fazla
bulunmuştur. (Mendlowicz ve ark. 2005, Chiaroni ve ark. 2005).
Ancak,
literatürde anksiyete bozukluğu olan hastaların akrabalarında mizaç özelliklerinin
araştırıldığı
başka
bir
çalışmaya
rastlanmamıştır.
Bu
da
çalışmamızın
özgünlüğünü ve bu konuda yapılacak yeni çalışmalar için bir başlangıç niteliği
taşıdığını göstermektedir.
60
Çalışmamızda
mizaç
puanlarının
ortalamaları
her
iki
grupta
karşılaştırıldığında, istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık saptanamamış olsa da,
panik bozukluk hastalarının akrabalarında diğer mizaç puanlarına oranla hipertimi
puanlarının daha yüksek olduğu gözlenmiştir . Bu sonucun da, panik bozukluğun
bipolar spektrum ile ilişkisini destekler nitelikte olduğu düşünülebilir. Hipertimik
mizaç, bipolar hasta grubunda sağlıklı populasyona veya unipolar bozukluklara
göre daha yüksek oranlarda görülmektedir (Kesebir ve ark. 2005, Chiaroni ve ark.
2004, Perugi ve ark. 2001). Bipolar hasta grubunda daha yüksek hipertimik mizaç
puanlarını destekleyen üç farklı çalışmada ise; Bagby ve arkadaşları (1996) beş
faktör NEO-PI dışa dönüklük alt ölçeğinde, Young ve ark. (1995) ve Janowsky ve
ark. (1999) Cloninger’ın yenilik arama alt ölçeğinde bipolar hastaların depresif
hastalara göre daha yüksek puan aldıklarını göstermişlerdir.
Çalışmamızda,
hastaların
depresyon
ve
anksiyete
şiddetleri
Beck
Depresyon Envanteri ve Beck Anksiyete Ölçeği ile değerlendirilmiştir. Depresyon
ve anksiyete şiddeti ile mizaç puanları arasında korelasyon olup olmadığına
bakıldığında, depresif mizaç, anksiyöz mizaç, siklotimik mizaç ve irritabl mizaç
puanlarının depresyon ve anksiyete şiddeti ile korele olduğu saptanmıştır. Panik
agorafobi şiddeti ile mizaç puanları arasında bir ilişki saptanmamıştır.
Bilindiği gibi, yapılan retrospektif çalışmalarda, panik bozukluğu olan
hastaların %80’inde tanıdan önceki bir yıl içinde yaşam stresörleri rapor
edilmektedir, Faravelli, panik başlangıcından önceki iki aylık bir süreçte hastaların
büyük bir oranında ölüm, ciddi bir hastalık gibi major bir yaşam olayı bulmuştur
(Faravelli
1985).
Bizim
çalışmamızda
da
hastaların
%59’da
hastalığın
başlangıcından önceki 3 ay içerisinde bir stresör saptanmıştır. Ancak, hastaların
mizaç puanları ile hastalığın başlangıcından önce herhangi bir stresör bulunup
bulunmaması arasında anlamlı bir ilişki saptanmamıştır. Bu bulgu da, mizacın
oluşmasında çevresel etkenlerden ziyade, kalıtımın daha ağır bastığı bilgisiyle
uyumludur.
61
SONUÇ ve ÖNERİLER
Son yıllarda yapılan araştırmalar, bipolar spektrumun prevalansının
düşünüldüğünden daha yüksek olduğunu desteklemektedir. Unipolar depresyon,
atipik depresyon, anksiyete bozukluğu veya kişilik bozukluğu gibi tanılar alan
pekçok hastanın longitudinal izlemlerinde, afektif bulgularının ön plana çıktığı
görülebilmektedir.
Panik bozukluğu ile komorbid bipolar bozukluğu olan hastaların daha
şiddetli semptomları olduğu ve tedavilerinin daha güç olduğu literatürde
bildirilmiştir (Birmaher ve ark. 2002).
Eğer panik bozukluk, bipolar bozukluk özellikle de siklotimi ile ilişkisi
doğrultusunda Bipolar II bozuklukla sık komorbidite gösteren bir hastalık olarak
kabul edilirse, panik bozukluk hastaları antidepresanlar ile tedavi edilirken
hastanın ve ailesinin öyküsünde bipolar bozukluk düşündürebilecek duygudurum
dalgalanmaları, hipomanik veya manik dönemler çok iyi sorgulanmalıdır.
Ilımlı iki uçluluk (bipolar spektrum) yeni bir kavram olmasa da, klinik
uygulamalarda sıklıkla gözden kaçan bir durumdur. Simpson ve ark. göre, bipolar
II bozukluk , iki uçlu bozukluğun en yaygın fenotipi olabilir. (Simpson ve ark.1993).
Çoğu bipolar II hastasının altta yatan siklotimik bir regülasyon bozukluğu olduğu
için klinik sunumlar çok çeşitli, tutarsız ve kesitsel çalışmada kafa karıştırıcı
olmaktadır. Yani atipik depresyon, yaşam boyu anksiyete, bulimia, madde kötüye
kullanımı ve B kümesi kişilik bozukluklarını içeren sunumları olabilmektedir
(Perugi ve Akiskal 1998).
Yapılan genetik çalışmalarda, bipolar bozukluk ile panik bozukluğun
birlikteliğinin bipolar bozukluğun familyal bir subtipine işaret edebileceğine ilişkin
veriler elde edilmiştir (MacKinnon ve ark. 1998, MacKinnon ve ark. 2002) .
Bizim çalışmamız da, anksiyete bozukluklarının afektif bozukluklarla
birlikteliğini destekleyen bir çalışma olmuştur. Çalışmadaki örneklem sayısının çok
62
yüksek olmaması, kesitsel bir çalışma olması ve değerlendirmenin hastaların
kendilerinin doldurdukları bir skalayla yapılıyor olması çalışmamızın kısıtlılıkları
arasında sayılması gereken noktalar olmakla birlikte, panik bozukluk hastalarında
depresif ve anksiyöz mizaçların yanısıra siklotimik mizaç özelliklerinin de ön
planda olması bu hastaların bipolar spektrum açısından özenli bir şekilde
değerlendirilmesi
gerektiğini
düşündürmektedir.
kolaylaştıracak standardize yöntemlerin geliştirilebilmesi,
Tanının
konmasını
etyolojik faktörlerin
aydınlatılması ve anksiyete bozuklukları ile komorbid bipolar bozukluk durumunda
optimal tedavinin düzenlenebilmesini sağlayacak daha fazla sayıda çalışmaya
ihtiyaç vardır.
63
ÖZET
Mizaç; kalıtımla geçen ve yaşam boyunca çok az oranda değişen yapısal
özelliklerdir. Afektif mizaç özellikleri bipolar bozukluğun etiyolojisi, fenomenolojisi
ve tedavisi ile ilişkili bulunmaktadır. Anksiyete bozukluklarının, özellikle de panik
bozukluğun, bipolar bozukluk ile komorbiditesi de son zamanlarda aktif araştırma
alanlarından biri olmuştur. Bu çalışmanın da amacı, panik bozukluğun bipolar
spektrum, özellikle de bipolar bozukluğun daha ılımlı görünümleri olan afektif
mizaçlarla olan birlikteliği araştırılmasıdır.
Çalışmaya; Haydarpaşa Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi
Psikiyatri Polikliniği’ne Ocak 2006 – Mayıs 2006 tarihleri arasında başvuran
hastalar arasında rastgele yöntemle seçilmiş ve yapılandırılmış klinik görüşme
(SCID-I) ile DSM-IV’e göre
Panik Bozukluğu tanısı almış 54 hasta ve bu
hastaların birinci dereceden akrabası olan 78 kişi ile kontrol grubunu oluşturan
sağlıklı kişi ve bu kişilerin birinci dereceden akrabası 71 kişi olmak üzere toplam
258 kişi dahil edilmiştir. SCID-I uygulanarak panik bozukluğu tanısı aldığı
belirlenen hastalara, klinik durumlarının ve hastalık şiddetlerinin belirlenebilmesi
amacıyla Panik-Agorafobi Ölçeği, Beck Depresyon Envanteri ve Beck Anksiyete
Envanteri uygulanmıştır. Hem çalışma grubu ve akrabalarına hem de kontrol
grubu ve akrabalarına mizaç özelliklerinin değerlendirilmesi amacıyla TEMPS-A
Mizaç Ölçeği uygulanmıştır.
Çalışmanın sonucunda, panik bozukluk grubunda depresif mizaç ve
anksiyöz mizaç baskın mizaçlar olarak saptanmıştır. Panik bozukluk grubu ile
kontrol grubunun afektif mizaç puanlarının ortalamaları karşılaştırıldığında da,
depresif mizaç, anksiyöz mizaç ve siklotimik mizaç puanları panik bozukluk
grubunda kontrol grubuna göre anlamlı ölçüde yüksek bulunmuştur. Çalışmada,
panik bozukluğu hastalarının birinci derece akrabaları ile kontrol grubunun birinci
derece akrabaları mizaç özellikleri için karşılaştırıldığında, her iki grupta da
baskın bir mizaç özelliği saptanamamış olmakla birlikte panik bozukluk
64
hastalarının akrabalarında diğer mizaç puanlarına oranla hipertimi puanlarının
daha yüksek olduğu gözlenmiştir. Bu sonuçların literatürle uyumlu olarak
anksiyete bozuklukları ile bipolar bozuklukların birlikteliğini destekler nitelikte
olduğu görülmüştür.
65
KAYNAKLAR
Akdeniz F, Kesebir S, Vahip S, Gönül A.S (2004). Duygudurum Bozuklukları ile
Mizaç Arasında İlişki Var mı?, Türk Psikiyatri Dergisi ; 15(3): 183-190
Akiskal H.S, Mallya G (1987). Criteria for the “soft” bipolar spectrum: treatment
implications, Psychopharmacol Bull; 23:68-73
Akiskal H.S, Maser J.D, Zener P.J, Endicott J, Coryell W, Kener M, Warshaw M,
Clayton P, Goodwin F.K (1995). Switching from “unipolar” to bipolar II: an 11year prospective study of clinical and temperamental predictors in 559 patients,
Arch Gen Psychiatry; 52: 114-123
Akiskal H.S (1996). The prevalent clinical spectrum of bipolar disorders: beyond
DSM-IV, J Clin Psychopharmacology; 16 (Suppl 1): 4s-14s
Akiskal H.S (2001). Dysthymia and cyclothymia in psychiatric practice a century
after Kraepelin, J Affect Disord; 62: 17-31
Akiskal HS, Hantouche EG, Allilaire JF (2003). Bipolar II with and without
cyclothymic temperament: “dark” and “sunny” expressions of soft bipolarity, J
Affect Disord.; 73(1-2): 49-57
Akiskal H.S (2006). Uluslararası Duygudurum sempozyumu-İstanbul
Amerikan Psikiyatri Birliği (1994) Mental Bozuklukların Tanısal ve Sayımsal El
Kitabı (DSM-IV), 4. Baskı, Amerikan Psikiyatri Birliği, Washington, D.C.
Arısoy Ö (2004). Psikiyatrik Genetik, Düşünen Adam: Psikiyatri ve Nörolojik
Bilimler Dergisi; 17(2): 109-125
Bagby RM, Young LT, Schuller DR, et al. (1996). Bipolar disorder, unipolar
depression and five-factor model of personality. J Affect Disord; 41: 25-32
Barlow DH, Blanchard EB, Vermilyea JA, Vermilyea BB, Di-Nordo PA (1986).
Generalized anxiety and generalized anxiety disorder, description and
reconceptualization, Am J Psychiatry; 143: 40-44
66
Baykız A.F, Doğan İ, Çınar C, Gülsün M (2005). Organik Etyolojiye Bağlı Panik
Bozukluğu : Olgu Sunumu, Düşünen Adam: Psikiyatri ve Nörolojik Bilimler Dergisi
; 18(3) : 157-163
Benazzi F, Akiskal HS (2005). Adownscaled practical measure of mood lability as
a screening tool for bipolar II. J Affect Disord; 84(2-3): 225-32
Birmaher B, Kennah A, Brent D, Ehmann M, Bridge J, Axelson D (2002). Is
bipolar disorder specifically associated with panic disorder in youths? , Journal of
Clinical Psychiatry ; 63(5): 414-9
Brown TA, Chorpita PF, Barlow DH (1998). Structural relationships among
dimensions of the DSM-IV anxiety and mood disorders and dimensions of
negative affect, positive affect, and autonomic arousal. J Abnorm Psychol; 107:
179-192
Ceylan M.E, Yazan B (2000). Araştırma ve Klinik Uygulamada Biyolojik
Psikiyatri, Anksiyete Bozuklukları, Birinci Baskı, 3. cilt, 77-112
Charney D.S, Woods S.W, Krystal J.H (1992). Noradrenergic neuronal
dysregulation in panic disorder: the effects of intravenous yohimbine and
clonidine in panic disorder. Acta Psychiatrica Scan; 86:273-282
Chen Y.W, Dilsaver S.C (1995). Comorbidity of panic disorder in bipolar illness :
evidence from the Epidemiologic Catchment Area Survey, American Journal of
Psychiatry ; 152 (2): 280-2
Chiaroni P, Hantouche EG, Gouvernet J, Azorin JM, Akiskal HS (2004).
Hyperthymic and depressive temperaments study in controls, as a function of
their familial loading for mood disorders. Encephale; 30(6): 509-15
Chiaroni P, Hantouche EG, Gouvernet J, Azorin JM, Akiskal HS (2005). The
cyclothymic temperament in healthy controls and familially at risk individuals for
mood disorder: endophenotype for genetic studies? J Affect Disord; 85(1-2):
135-45
Dindo L, Coryell W (2004). Comorbid major depression and panic disorder:
significance of temporal sequencing to familial transmission, J Affect Disord;
82(1): 119-23
67
Eaton MW, Kessler RC, Wittchen H-U, Magee WJ (1994). Panic and panic
disorders in the United States, Am J Psychiatry; 151: 413-420
Faravelli C (1985). Lifetime events perceding the onset of panic disorder, J
Affect Disord; 9: 103-105
Faravelli C, Paionni A (1999). Panic disorder: Clinical course, etiology and
prognosis. Panic Disorder : Clinical Diagnosis, Management and Mechanisms,
DJ Nett, JC Ballenger, JP Lepine (Ed), London, Martin Dunitz
Feske U, Frank E, Mallinger A, et al. (2000). Anxiety as a correlate of response
to the acute treatment of bipolar I disorder, Am J Psychiatry; 157: 956-962
Goodwin F.K, Jamison K.R (1990). Manic-depressive illness. Oxford University
Press, New York
Goodwin R.D, Hamilton S.P (2002). The early-onset fearful panic attack as a
predictor of severe psychopathology, Psychiatry Research; 109: 71-79
Gorman JM (1996). Comorbid depression and anxiety spectrum disorders,
Depress Anxiety; 4: 160-168
Gorman J.M, Kent J.M, Sullivan G.M, Caplan J.D (2000). Neuroanatomical
hypothesis of panic disorder, revised. Am J Psychiatry; 157: 493-505
Graeff F.G, Garcia-Leal C, Del-Ben C.M, Guimaraes F.S (2005). Does the panic
attack activate the hypothalamic-pituitary-adrenal axis? , An Acad Bras Cienc.
Sep; 77(3): 477-91
Güleç C, Köroğlu E (1997). Temel Psikiyatri Kitabı, 1.Cilt, Ankara
Hantouche EG, Angst J, Akiskal HS (2003). Factor structure of hypomania:
interrelationships with cyclothymia and the soft bipolar spectrum. J Affect Disord;
73(1-2): 39-47
Hayward C, Killen JD, Kraemer HC, et al. (2000) Predictors of panic attacks in
adolescents, J Am Acad Child Adolesc Psychiatry; 39: 207-214
68
Hisli N (1989). Beck Depresyon Envanteri’nin Üniversite Öğrencileri için
Geçerliği, Güvenirliği, Psikoloji Dergisi; 7: 3-13
Janowsky DS, Morter S, Hong L, et al. (1999). Myers Briggs Type Indicator and
Tridimensional Personality Questionnaire differences between bipolar patients
and unipolar depressed patients. Bipolar Disord; 2: 98-108
Johnson JG, Cohen P, Brook JS, et al. (2000) Associations between bipolar
disorder and other psychiatric disorders during adolescence and early adulthood:
a community-based longitudinal investigation, Am J Psychiatry; 157: 1679-1681
Kaplan & Sadock, Klinik Psikiyatri ( Özel Psikiyatri 9. Baskı) 2005
Katerndahl DA, Realini JP (1997). Comorbid psychiatric disorders in subjects with
panic attacks, J Nerv Ment Dis; 185(11): 669-74
Katerndahl D (2004). Panic plaques; panic disorder & coronary artery disease in
patients with chest pain, J Am Board Fom Pract; 17: 114-126
Kaufman J, Charney D (2000). Comorbidity of mood and anxiety disorders,
Depress Anxiety; 12 Suppl 1: 69-76
Keller MB, Yonkers KA, Warshaw MG, Pratt LA, et al. (1994). Remissions and
relapse in subjects with panic disorder and panic with agoraphobia : a
prospective short-term naturalistic follow-up, J Nerv Ment Dis; 182: 290-296
Kelsoe JR (2003). Arguments for the genetic basis of the bipolar spectrum, J
Affect Disord; 73:183-197
Kent J.M, Sullivan G.M, Rauch S.L (2000). The neurobiology of fear: relevance
to panic disorder and posttraumatic stress disorder. Psychiatr Ann; 30: 733-742
Kesebir S, Vahip S, Akdeniz F, Yüncü Z (2005). Bipolar Bozuklukta Mizaç ile
Klinik Özelliklerin İlişkisi, Türk Psikiyatri Dergisi ; 16(3) : 164-169
Kessler R.C, McGonable K.A, Zhao S, et al.(1994). Lifetime and 12 month
prevalance of DSM-III-R psychiatric disorders in the United States: results from
the National Comorbidity Survey, Arch Gen Psychiatry ; 51 : 8-19
69
Kocabaşoğlu N (2002). Panik Bozukluğu, Agorafobi ve Diğer Komorbid Durumlar
; Yeni Symposium, 40 (2): 68-75
Kochman FJ, Hantouche EG, Ferrari P, Lancrenon S, Bayart D, Akiskal HS
(2005). Cyclothymic temperament as a prospective predictor of bipolarity and
suicidality in children and adolescents with major depressive disorder. J Affect
Disord; 85(1-2): 181-9
Lecrubier Y (1998). The impact of comorbidity on the treatment of panic disorder,
J Clin Psychiatry; 59 Suppl 8: 11-4; discussion 15-6
Levy D, Kimhi R, Barak Y, Demmer M, Harel M, Elizur A (1996). Brainstem
auditory evoked potentials of panic disorder patients. Neuropsychobiology; 33:
164-167
Lewinsohn PM, Hops H, Roberts RE, et al. (1993)
Adolescent
psychopathology,prevalance and incidence of depression and other DSM-III-R
disorders in high school students, J Abnorm Psychol; 102: 133-144
Lteif G, Mavissakalian M (1995). Life events and panic disorder/agoraphobia,
Compr Psychiatry; 36: 118-122
Lteif G, Mavissakalian M (1996). Life events and panic disorder/agoraphobia; a
comparison at two time periods. Compr Psychiatry; 37: 241-244
Lynch P, Galbraith KM (2003). Panic in the emergency room, Can J Psychiatry;
48: 361-366
MacKinnon DF, McMahon FJ, Simpson SG, DePaulo JR (1994). Comorbid panic
disorder in a bipolar family study, Biol Psychiatry; 35: 728-729
MacKinnon DF, McMahon FJ, Simpson SG, McInnis MG, DePaulo JR (1997).
Panic disorder with familial bipolar disorder, Biol Psychiatry; 42: 90-95
MacKinnon DF, Xu J, McMahon FJ, Simpson SG, Stine OC, McInnis MG, et al.
(1998).
Bipolar disorder and panic disorder in families: an analysis of
chromosome 18 data. American Journal of Psychiatry; 155(6): 829-31
70
MacKinnon DF, Zandi PP, Cooper J, Potash JB, Simpson SG, Gershon E, et al.
(2002). Comorbid bipolar disorder and panic disorder in families with a high
prevalance of bipolar disorder. American Journal of Psychiatry; 159(1): 30-5
Maj M, Akiskal H.S, Lopez-Ibor J.J, Sartorius N (2002). WPA Serisi, Psikiyatride
Kanıta Dayalı Yaklaşım ve Deneyim, İki Uçlu Bozukluk, Cilt 5
Manning J.S, Haykal R.F, Connor P.D, Akiskal H.S (1997). On the Nature of
Depressive and Anxious States in a Family Practice Setting: The High
Prevalance of Bipolar II and Related Disorders in a Cohort Followed
Longitudinally, Comprehensive Psychiatry; Vol.38, No.2: 102-108
Marshall JR (1996). Comorbidity and its effects on panic disorder,
Menninger Clin.; 60(2 Suppl A) : A39-53
Bull
Mavissakalian MR, Perel JM (1995). Imipramine treatment of panic disorder with
agoraphobia : dose ranging and plasma level-response relationships, Am J
Psychiatry ; 152: 673-682
Memik N.Ç, Önder M.E (2003). Bipolar Spektrum Bozuklukları, Psikiyatri Psikoloji
Psikofarmakoloji Dergisi; 11(Ek 3): 5-14
Mendlowicz MV, Jean-Louis G, Kelsoe JR, Akiskal HS (2005). A comparison of
recovered bipolar patients, healthy relatives of bipolar probands, and normal
controls using the short TEMPS-A. J Affect Disord; 85(1-2): 147-51
Nemeroff CB (2002). Comorbidity of Mood and Anxiety Disorders: The Rule, Not
the Exception? Am J Psychiatry, 159:1
Onur E, Alkın T, Monkul S, Fidaner H (2004). Panik-Agorafobi Spektrumu
Kavramı, Türk Psikiyatri Dergisi; 15(3). 215-223
Özkürkçügil A, Aydemir Ö, Yıldız M, Esen Danacı A, Köroğlu E (1999). DSM-IV
Eksen I Bozuklukları için Yapılandırılmış Klinik Görüşmenin Türkçeye
Uyarlanması ve Güvenilirlik Çalışması. İlaç ve Tedavi Dergisi; 12: 233-236
Perna G, Cacchi S, Bertani A, Arancio C, Bellodi L (1995). 35% CO2 sensitivity
in healthy first degree relatives of patients with panic disorder. Am J Psychiatry;
152:623-625
71
Perna G, Bertani A, Politi E, et al. (1997). Asthma and panic attacks, Biol
Psychiatry; 42: 625-630
Perugi G, Akiskal HS, Lattanzi L, Cecconi D, et al. (1998). The high prevalance of
soft bipolar (II) features in atypical depression. Comp. Psychiatry; 39: 73
Perugi G, Akiskal H.S, Ramacciotti S, Nassini S, Toni C, Milanfranchi A, Musetti
L (1999). Depressive comorbidity of panic, social phobic and obsessivecompulsive disorders re-examined: is there a bipolar II connection?, J Psychiatr
Res.; 33: 53-61
Perugi G, Toni C, Akiskal H.S (1999). Anxious-Bipolar Comorbidity, Diagnostic
and Treatment Challenges. Psychiatric Clinics of North America, Vol.22, Number
3
Perugi G, Akiskal H.S, Toni C, Simonini E, Gemignan A (2001). The temporal
relationship between anxiety disorders and (hypo)mania: a retrospective
examination of 63 panic, social phobic and obsessive-compulsive patients with
comorbid bipolar disorder, J Affect Disord; 67: 199-206
Perugi G, Maremmani I, Toni C, Madaro D, Mata B, Akiskal HS (2001). The
contrasting influence of depressive and hyperthymic temperaments on
psychometrically derived manic subtypes. Psychiatry Res; 101(3): 249-58
Perugi G, Akiskal HS (2002). The soft bipolar spectrum redefined: focus on the
cyclothymic, anxious-sensitive, impulse-dyscontrol, and binge-eating connection
in bipolar II and related conditions. Psychiatr Clin North Am; 25(4): 713-37
Perugi G, Toni C, Travierso MC, Akiskal HS (2003). The role of cyclothymia in
atypical depression: toward a data-based reconceptualization of the borderlinebipolar II connection. J Affect Disord; 73(1-2): 87-98
Porzelius J, Vest M, Nochomovitz M (1992). Respiratory function, cognitions and
panic in chronic obstructive pulmonary patients, Behav Res Ther; 30: 75-77
Rao U, Ryan ND, Birmaher B, et al.(1995). Unipolar depression in adolescents:
clinical outcome in adulthood. J Am Acad Child Adolesc Psychiatry; 34: 566-578
Rihmer Z, Szadoczky E, Furedi J, Kiss K, Papp Z (2002). Anxiety disorders
comorbidity in bipolar I, bipolar II and unipolar major depression: results from a
population-based study in Hungary, Am J Psychiatry; 159(1): 30-5
72
Rothbart M.K, Ahadi S.A, Evans D.E (2000). Temperament and personality:
origins and outcomes, J. Pers Soc Psychol, 78:122-135
Sanderson WC, Barlow DH (1990). A description of patients diagnosed with
DSM-III-R generalized anxiety disorder, J Nerv Ment Dis; 178: 588-591
Savino M, Perugi G, Simonini E, Sariani A, Cassano G.B, Akiskal H.S (1993).
Affective comorbidity in panic disorder ; Is there a bipolar connection? J Affect
Disord 28: 155-163
Sayın A, Aslan S (2005). Duygudurum Bozuklukları ile Huy, Karakter ve Kişilik
İlişkisi, Türk Psikiyatri Dergisi; 16 (4)
Segui J, Marquez M, Canot J, et al. (1999). Differential clinical features of earlyonset panic disorder, J Affect Disord; 54: 109-117
Segui J, Marquez M, Canet J et al. (2000). Differential clinical features of lateonset panic disorder, J Affect Disord; 57: 115-119
Simon NM, Smoller JW, Fava M, et al. (2003) Comparing anxiety disorders and
anxiety-related traits in bipolar disorder and unipolar depression, J Psychiatry
Res; 37: 187-192
Simon N.M, Fischmann D (2005). The Implications of Medical and Psychiatric
Comorbidity with Panic Disorder, J Clin Psychiatry; 66 (Suppl 4)
Simpson SG, Al-Mufti R, Anderson AE, DePaulo JR (1992). Bipolar II affective
disorder in eating disorder inpatients. J Nerv Ment Dis 180: 719-722
Smoller JW, Otto MW (1998). Panic, dyspnea and asthma, Curr Opin Pulm
Med; 4. 40-45
Stein MB, Uhde TW (1988). Panic disorder and major depression: a tale of two
syndromes, Psychiatr Clin North Am; 11: 441-461
Stein M.B, Uhde T.W (1989). Infrequent occurence of EEG abnormalities in
panic disorder, Am J Psychiatry; 146: 517-520
73
Strakowski SM, Tohen M, Stoll AL, Faedda GU, Goodwin DC (1992).
Comorbidity in mania at first hospitalization, Am J Psychiatry; 149: 554-556
Topçuoğlu V, Karabekiroğlu A, Yazgan Ç (2005). Panik Bozukluğu Provokasyon
Çalışmaları ve Provokasyon Ajanlarının Farklılıkları, Anadolu Psikiyatri Dergisi; 6:
197-205
Tural Ü, Fidaner H, Aklın T, Bandelow B (2000). Panik ve Agorafobi ölçeğinin
geçerlik ve güvenilirliği, Türk Psikiyatri Dergisi 11(1) : 29-39
Turan M.T, Eşel E (2002). Panik
Psikofarmakoloji Bülteni ; 12: 106-108
Bozukluğun
Elektrofizyolojisi,
Klinik
Tükel R (1997). Panik Bozukluğu ; Psikiyatri Dünyası ; 1: 12-17
Tükel R (2000). Anksiyete Bozuklukları, Çizgi Tıp Yayınevi, Ankara
Tükel R (2002). Panik Bozukluğu, Klinik Psikiyatri Dergisi; Ek 3: 5-13
Ulusoy M, Şahin NH, Erkmen H (1998). Turkish version of the Beck Anxiety
Inventory: Psychometric properties, J Cognitive Psychother; 12: 163-172
Vahip S, Kesebir S, Alkan M, Yazıcı O, Akiskal K.K, Akiskal H.S (2005). Affective
temperaments in clinically-well subjects in Turkey: initial psychometric data on
the TEMPS-A, Journal of Affective Disorders ; 85: 113-125
Valenca AM, Nardi AE, Nascimento I, Zin WA, Versioni M (2002). Carbondioxide
test as an additional clinical measure of treatment response in panic disorder,
Arq Neuropsiquiatr; 60(2-B): 358-61
Weismann M.M, Bland R.C, Canino G.J, Faravelli C, et al.( 1997) . The crossnational epidemiology of panic disorder, Arch Gen Psychiatry ; 54:305
Wittchen H, Kessler R, Pfister H, et al. (2000). Why do people with anxiety
disorders become depressed? A prospective-longitudinal community study, Acta
Psychiatr Scand Suppl; 102 (Suppl 406): 14-23
74
Yonkers K.A, Zlotnick C, Allsworth J, Warshaw M, Shea T, Keller M.B (1998). Is
the Course of Panic Disorder the Same in Women and Men?, Am J Psychiatry;
155: 596
Young L.T, Cooke R.G, Robb J.C, Levitt A.J, Joffe R.T (1993). Anxious and nonanxious bipolar disorder, J Affect Disord; 29: 49-52
Young LT, Bagby RM, Cooke RG, et al. (1995). A comparison of Tridimensional
Personality Questionnaire dimensions in bipolar disorder and unipolar
depression. Psychiatry Res; 58: 139-143
Zinbarg RE, Barlow DH (1996). Structure of anxiety and the anxiety disorders: a
hierarchical model. J Abnorm Psychol; 105: 181-193
75
Download