Suriye`de Gordion Düğümü

advertisement
1
Lisa yine film
çekecek
SÖYLEŞİ
Haftalık haber gazetesi - 2.5 TL
Sayı:91
22 Şubat - 28 Şubat 2016
S:16
bas-haber.com
Suriye’de Gordion Düğümü
Bölgede tansiyon yükselirken, Ankara patlaması ile
daha da gerilen Türkiye-PYD ilişkilerinin içeriye de
yansıması ve şiddet sarmalının daha da büyümesinden endişe ediliyor. Rusya ve ABD’nin Şam rejimi etrafında kümelenmesi üzerine Suudi uçaklarını devreye sokan Türkiye, İncirlik Üssü’nün kapatılması
dahil çok sayıda seçeneği tartışıyor. Suriye’de gelinen durum, lanetli Gordion Düğümü’ne benzetiliyor.
ur
d
.o
rg
TSK’nin Efrin ve Azez’e yönelen YPG’yi top
ateşine tutması ve Suriye güçlerinin Türkiye - Halep koridorunu kontrol etmesi ile
bölgede yeni sorunlar ve tehlikeler belirdi.
Ahrar, Nusra ve ÖSO güçleri, YPG ve rejim
karşısında gerilerken, Türkiye, bölgeye silahlı gruplar göndermeye ve sınıra askeri
yığınak yapmaya başladı.
w
w
w
.a
rs
iv
ak
S:02 - 03
Henri J. Barkey:
Suriye’ye
kara harekatı
mümkün değil
Thomas Morawski:
Dr. İkbal Dürre:
YPG’nin
askeri başarıları
yanıltmasın
Rusya Esad
üzerinden
Türkiye ile savaşır
S:08 - 09
Suriye’deki dehşet dengesizliği
BİLAL SAMBUR
s03
S:04
Devlet-i âlinin emrettiği gibi olmak
FERHAT KENTEL
s05
Felakete kulaç atılıyor
HAKAN TAHMAZ
Ölümü boşa düşürmeliyiz
s06
SENNUR BAYBUĞA
s15
02
MANŞET
BasHaber
22 SÖYLEŞİ
Şubat - 28 Şubat 22016
Suriye’de Gordion Düğümü
Azez’de fiili güvenlik bölgesi
Türkiye, muhaliflere açılan koridorun
YPG’nin eline geçmemesi için Azez ve
çevresinde yeni hamlelere hazırlanıyor. Bir
diğer önemli gelişme ise yeniden başlayan
göç dalgaları. Türkiye’nin Azez ve çevresinde fiili bir durum yaratarak bölgede 8-9 çadır kent kurduğu ve bu çadır kentlerde 100
bine yakın sığınmacının biriktiği biliniyor.
Türkiye’nin mültecileri sınırdan sokmaması
ve bölgede yaptığı çadır kentlere yerleştir-
Alptekin Dursunoğlu: ABD,
Suudileri Suriye’de istemiyor
Suriye savaşını yakından izleyen Gazeteci
Alptekin Dursunoğlu, bölgedeki askeri
hareketliliğe ve Suudi Arabistan’ın Suriye’ye
askeri gönderme hazırlıklarına ilişkin
çarpıcı tespitlerde bulundu. Dursunoğlu,
ABD’nin Suudi askeri gücün Suriye’ye
yerleştirilmesinin taraftarı olmadığını
ve YPG’nin IŞİD’e karşı güçlendirilmesi
gerektiğini dile getiriyor. Dursunoğlu,
ABD’nin Esad rejiminin gitmesi yönündeki
rg
.o
ur
d
ak
iv
rs
Ciddi çatışmalar kapıda
YPG’nin yer aldığı Suriye Demokratik
Güçleri (SDG) bileşenlerinden, Ceyş el
Siwar (Devrimciler Ordusu) Basın Sözcüsü Ahmed Hisso, BasHaber’e TSK’nin
Mennah, Meyremiye, Cindirês ve Şêy
civarını bombaladığını ve Sultan Murad
Tugayları’nı silahlandırdığını, sahadaki yeni
gelişmelerin kara harekatının habercisi
olduğunu söyledi.
Sahada yoğun askeri gelişmelerin olduğunu belirten Hisso, bölgede yeni silahlı
dinamiklerin oluşturulacağına inanıyor.
“Ceyş el Siwar olarak, El Nusra ve IŞİD’i
zayıflattık. Türkiye bu gruplara destek veriyordu. Şimdi Türkistanlı gruplar bize karşı
savaşıyor. TSK’nin saldırılarına ve hamlele-
.a
rezervlerini koruduğunu da belirterek,
bölgede dengeleri kendi lehine çevirme
ve Cenevre masasına eli güçlü bir şekilde
oturmaya çalışacağına inanıyor. Riyad’ın
bölgedeki etkinliğini “Sünni azı dişi” diye
tanımlayan Dursunoğlu, 3. Dünya Savaşı
iddialarına ilişkin de, “Amerika’nın henüz
siyasi niyetten öte bir fiziksel varlığı bulunmayan Suudi kara gücü konusunda “dünya
savaşı çıkabilir” uyarısı yapan Rusya’yı ya
ciddiye almaması ile mümkün” şeklinde
konuşuyor.
rine karşı kendimizi savunacağız” diyor.
Bölgedeki kaynaklar ve Londra merkezli
Suriye İnsan Hakları Gözlemevi de bölgede
yeni askeri grupların Türkiye üzerinden
Azez’e gönderildiğini iddia ediyor.
BasHaber’e konuşan Efrin Savunma
Bakanı Evdo İbrahim, yüzlerce Türk askerinin yanı sıra, Türkiye’nin desteklediği
binlerce militanın Azez’e girdiğini bildiriyor. TSK’nin radikal gruplara verdiği askeri
desteğin Azez ve Cerablus’un düşmemesine
yönelik olduğunu savunan Evdo, bölgeyi
ciddi çatışmaların beklediğini söylüyor.
Azez ve Mera operasyonu ile eşzamanlı
başlayan ‘Xabur’un Öfkesi’ operasyonu
kapsamında Rakka ve Musul arasında
stratejik konuma sahip Şedadê kasabası
ile birlikte Dehra Jorîn, Dehra Jêrîn Um
Hecera El-Şedadê köylerinin YPG’nin eline
geçtiği öğrenildi. Kaynaklar, YPG’nin bir
adım sonra rejim güçleri ile birlikte, IŞİD’in
Suriye’deki merkezi Rakka’ya yöneleceğini
belirtiyor.
w
ABD, ‘YPG ile devam’ mesajı verdi
Öte yandan Ankara’da 28 kişinin hayatını kaybettiği patlamayı gerçekleştiren
zanlının YPG’li olduğuna dair iddialar da
ABD - Türkiye arasında yeni bir krize neden
olurken, ABD Dışişleri Sözcüsü Kirby,”YPG
ile devam” mesajı verdi. YPG’lileri “cesur
Kürd savaşçılar” şeklinde nitelendiren
Sözcü Kirby, ABD’nin, Türkiye’nin saldırıyı gerçekleştiren Salih Neccar’ın YPG ile
bağlantılı olduğunu gösteren açıklamalarının ABD’yi tatmin etmediği mesajını verdi.
Kirby, ABD’nin YPG’ye ilişkin,”Suriye içerisinde IŞİD’e karşı savaşan en güçlü grup
da Kürd savaşçılar ve bunlara IŞİD’e karşı
yaptıkları operasyonlarda hava desteği sağlanmıştı. Bu tür koalisyon destekleri IŞİD’le
mücadele devam ettikçe sürecek” diyerek
ABD’nin tavrının değişmeyeceğini söyledi.
w
uriye’deki savaşın kaderini Azez ve
Halep’teki cepheler belirleyecek gibi
görünüyor. Lübnan Hizbullah’ı, Rusya
ve İran’ın desteğini alan rejim güçleri;
Özgür Suriye Ordusu (OSÖ) bileşenleri, El
Nusra, Ahrar el Şam ve IŞİD ile çatışmaya
ve Azez - Halep bölgesinde bulunan bu
güçleri geriletmeye devam ediyor. Azez’in
düşüp düşmeyeceği, muhaliflere giden
koridorun YPG tarafından kesilip kesilmeyeceği uluslararası diplomasinin yanı
sıra dünya medyasının da önemli gündemi
haline geldi.
İhvanı Müslim’in silahlı kolu olan Ahrar
el Şam ile El Kaide’nin Suriye’deki yapılanması El Nusra, Türkiye’ye yaklaşık 10
kilometre uzakta Azez merkezini kontrol
ediyor. Kilis’in Öncüpınar Sınır Kapısı’nın
tam karşısında bulunan Azez, Türkiye’nin
Halep’teki muhaliflere açılan ikmal kapısı
görevi görüyor. Rusya’nın hava destekli
operasyonu ile Halep’in kuzeyindeki kuşatmayı kırmaya çalışan rejim güçleri stratejik
öneme sahip; Biyenun, Ridyen, Mareste ve
Mayer köylerinin yanı sıra Zehra ve Nubl
kasabalarını da kontrol ederek muhalif
grupları sahada sıkıştırıyor.
Halep’in kuzeyinde Suriye Ordusu’nun
operasyonlarına paralel bir şekilde YPG de
Azez’e ilerliyor. Rusya’nın hava desteğini
alan YPG, Mennah Havaalanı, Tel Rifat ve
Mera kasabalarını alarak hem Azez’e hem
de Cerablus’a doğru ilerliyor. Azez’in yanı
sıra YPG’nin Cezire bölgesinde de operasyon başlattığı ve Şedadê kasabasına girdiği
bildiriliyor.
YPG’nin Mennah Havaalanı ve çevresinden sınırlarına taciz ateşi açtığını iddia
eden Türkiye, topçu ateşi ile YPG’nin
mevzilerini bombalıyor. Başbakan Ahmet
Davutoğlu’nun, “YPG Fırat’ın batısına,
Efrin’in de doğusuna geçmeyecek” açıklaması ardından TSK, Efrin ve ve Azez
yakınlarında bulunan YPG’nin mevzilerini
obüslerle vurmaya devam ediyor. Bombardımanda 8 sivilin hayatını kaybettiği
öğrenilirken çok sayıda kişinin yaralandığı
açıklandı.
mesi, Ankara’nın dillendirdiği güvenli bölge
planını devreye soktuğu şeklinde yorumlanıyor. Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan,
Türkiye’nin Azez ve çevresini kapsayacak
10 kilometrelik bir güvenli hat oluşturmak
istediğini, bölgede 9 mülteci kampının
olduğunu ve Birleşmiş Milletler’in (BM)
mülteciler konusunda kendilerine yardım
etmesi gerektiğini söylüyor.
Türkiye’nin uçuşa yasak bölge ya da
güvenli bölgenin oluşturulması konusunda
Almanya’nın desteğini de almış gibi görünüyor. Almanya Başbakanı Angela Merkel
de uçuşa yasak bölgenin Suriye krizinin çözümünde faydalı olacağı görüşünde. Türkiye üzerinden Avrupa’ya doğru devam eden
göç dalgasını değerlendiren uzmanlara göre
mülteci sorunun AB’ye karşı Türkiye’nin
elini güçlendiriyor.
TSK’nın YPG mevzilerini bombalaması
ve sınıra 15 bin asker yığması akıllarda
“Türkiye Rojava’ya ve Suriye’ye girer mi?”
sorusunu getiriyor. Milli Savunma Bakanı
İsmet Yılmaz, geçtiğimiz günlerde, “Türkiye
kendiliğinden bir şey yapmaz ama ilave bir
kazanım Türkiye’nin güvenliğine tehdit
oluşturursa, buna gerekli karşılığı veririz”
diyerek, Suriye’ye askeri müdahale düşüncesinin olmadığını söylemişti.
w
S
Mehmed Salih Batırhan
Dibo: ABD ve Rusya, Türkiye’nin saldırılarına sessiz kalmaz
BasHaber’e konuşan PYD’nin Diş İlişkiler
Sözcüsü Sihanok Dibo, Ankara patlaması
sonrası yeniden patlak veren Türkiye - ABD
krizine ilişkin saldırının Türkiye’nin YPG’ye
MANŞET
BasHaber
22 Şubat - 28 Şubat 2016
3
SÖYLEŞİ
karşı kullanabileceği son hamle
olduğunu değerlendirdi. Dibo, ABD
ve Rusya’nın Türkiye’nin YPG’ye
saldırılarına sessiz kalmayacaklarına
inanıyor.
Öte yandan Ankara’da meydana
gelen ve TAK’ın üstlendiği bombalı
saldırıya ilişkin açıklama yapan PYD
Eşbaşkanı Salih Müslim, “Türkiye
Başbakanı Ahmet Davutoğlu’nun
‘Ankara saldırısını YPG yaptı’
suçlaması gerçeklerden uzaktır.
Davutoğlu, bu açıklama ile Suriye
ve Rojava’ya yönelik saldırıya zemin
hazırlamak istemektedir” diyerek
suçlamaları redetti.
Galip Dalay: YPG,
IŞİD’e yönelecek
SETA Vakfı araştırma uzmanlarından Galip Dalay, da Suriye’ye
yapılması konuşulan kara harekatına
ihtimal vermediğini, Suriye muhalefetinin silahlı kanadı ile çatışan
YPG’nin yeni operasyonlarının hedefinde IŞİD olacağını söylüyor. Dalay,
“Kara harekâtını olası görmüyorum.
Rejime karşı bir kara harekâtı beklemiyorum, görebildiğim kadarıyla
YPG’ye karşı bir kara harekâtını ön-
celer. Ancak bu da ihtimal değildir;
YPG’nin bundan sonra IŞİD’in yoğun
olduğu alana saldıracağını düşünüyorum” değerlendiriyor. Türkiye’nin
Suriye’deki plan ve stratejilerinin başarıya ulaşmadığını kaydeden Dalay
Suriye’deki krizin yansımalarının ve
Türkiye’nin iç politikasına da yansdığını savunarak şöyle devam ediyor:
“Çözüm Süreci’nin sona ermesinin
en öncelikle nedeni Suriye’deki
gelişmeleridir. Türkiye ile PKK bu
noktada farklı bakış açılarına sahipti.
Türkiye ile Rojava arasında yeni bir
denklem kurulursa bu, Türkiye’nin
elini rahatlatacak bir işlev görür.”
Türkiye’nin Suriye politikasının başarısızlıkla donuçlandığını açıklayan
Dalay Türkiye’nin Suriye Kürdleri ile
kuracağı ilişkinin Türkiye’yi rahatlacağını belirtiyor.
Erol Katırcıoğlu: Türkiye, PYD’nin
yanında yer almalı
Gazeteci Erol Katıcıoğlu, da
Türkiye’nin Suriye siyasetinde başarısız olduğunu söylüyor Türkiye’nin
PYD’ye karşı tutumunu değiştirmesi
gerektiğini ifade ediyor. Türkiye’nin
aynı tecrübeyi KBY ile yağadığını
hatırlatarak konuya ilişkin şunları
ifade ediyor: “Hala bile en akıllı seçenek PYD’de birlikte olmak olmalıdır
diye düşünüyorum. Sonuç olarak
kardeş hukukundan bahsediyorsak,
PYD’liler de Türkiye’deki Kürdlerin
kardeşleridir. Biz nasıl ki Yunanistan
ve Bulgaristan’dakiler için “Türk
soydaşlarımız” diyorsak, Kürdler de
bu topraklarda kardeşimiz olduğuna
göre onlara da aynı şeyi söylemeliyiz.
Benim anlamadığım şey, Kuzey Irak
meselesinde bunu yaşadık. Mesud
Barzani ve Celal Talabani hakkına
neler söylenmedi ki bu ülkede. Ama
şimdi tek müttefiklerimiz gibi görünüyor. Bu savaş çok abartılmış ve çok
yolundan saptırılmış bir yola doğru
yere gidiyor.”
Maksim Alissa: Suriye haritası
yeniden belirlenecek
Suriye’nin geleceği, Rusya’nın
yeni askeri hamlelerine ilişkin
BasHaber’e değerlendirmelerde
bulunan Ortadoğu Uzmanı Maksim
Alissa, Suriye’de yaşananları yeni
bir soğuk savaş olarak değerlendiriyor. Bölge devletlerinin yanı sıra
ABD ve Rusya’nın da Suriye’deki
krizin bir parçası haline geldiğini
söyleyen Alissa, Rusya’nın güçlü bir
aktör olarak Suriye’deki stratejilerini
gerçekleştirmek için ABD ile perde
arkasında anlaştığını belirtiyor.
Alissa, “Rusya’nın saldırıları genişleyerek büyüyor. ABD’de Rusya’ya yol
veriyor. Suriye’de harita değişimine
gidecekler” diyerek Suriye’deki krizin
uluslararası bir boyut kazandığına
dikkat çekiyor.
Her yerde savaş
Suriye rejim güçlerinin
Lazkiye’den başlattıkları operasyonlarda muhalif grupları Akdeniz’den
uzaklaştırarak Kensebba kasabasını
da kontrol altına aldıkları öğrenildi.
Türkiye sınırından sadece 7 kilometre uzaklıktaki kasabanın rejimin eline geçmesi ile beraber Kürd Dağı’nın
da içinde olduğu Lazkiye kırsalının
neredeyse tamamı rejimin kontrolüne geçti. Rejim güçlerinin şu anda
Kensebba’ya 15 kilometre mesafede
olan İdlib’in Cisr Şuxur bölgesine
yöneldiği bildiriliyor.
Rusya yeni askeri yığınak yapıyor
Suriye’deki iç savaşın bir diğer
önemli aktörü Rusya’da, sahadaki
müttefikleri ile haraket etmeye devam ediyor. Türkiye’nin desteklediği
grupları bombalayan Rusya’nın rejim
güçleri ile beraber Rakka operasyonuna katılacağı konuşuluyor. Bu
kapsamda Rusya’nın Rojava’nın Qamişlo kentinde bulunana havaalanına büyük miktarda askeri malzeme
taşıdığı söyleniyor. Rus medyası da
Türkiye’nin YPG’ye saldırılarını ‘hukuk dışı bir eylem’ şeklinde verirken,
Rusya’nın BM’yi “YPG’ye saldırı”
gündemi ile toplaması ve BMGK’deki
tüm üyelerin Türkiye’ye saldırılarına
son vermesi şeklinde tutum sergilemesi Rusya’nın Ortadoğu’daki etkinliğini bir kez daha ortaya koyuyor.
Tahran’dan Riyad’a tehdit
Suriye’deki iç savaşın bir diğer
aktörü olan İran, Kabil’den başlayarak Bağdat, Şam, Beyrut ve Sana’ya
kadar uzanan Şii Hilali havzasına
hükmediyor. İran’ın resmi haber
ajansı İRNA’ya göre Suriye Başbakanı
Vail El Hakki ile görüşen İran Cumhurbaşkanı Birinci Yardımcısı İshak
Cihangiri, Halep bölgesinin kuzeyinde Suriye Ordusu’nun ilerlemelerini
tebrik etiğini söyleyerek Suriye hükümetine askeri ve siyasi destek vermeye devam edeceklerini belirtiyor.
Ayrıca,Hizbullah Yürütme Kurulu
Başkanı Seyyid Haşim Safiyuddin’in
“Suudi Arabistan ve yandaşları
geçmiş deneyimlerden ders almadılar, hala inat ve bozgunculukta ısrar
ediyorlar. Onlar eğer bir avuç dolarla
Suriye’de, Irak’ta, Lübnan’da ve diğer
yerlerde durumu eskiye döndürebileceklerini sanıyorlarsa şunu bilsinler
ki sadece kuruntu içerisindedirler.
Süreç geri dönmeyecek” şeklinde
konuştuğu belirtiliyor.
03
Suriye’deki dehşet
dengesizliği
BİLAL SAMBUR
17 Şubatta Ankara’da Genel
Kurmay, Kuvvet Komutanlıkları ve
meclisin olduğu bölgede bombalı
araçla büyük bir saldırı gerçekleşti.
Saldırıda 28 kişi hayatını kaybederken altmışın üstünde kişi yaralandı.
Devletin merkezinin merkezi sayılan
ordunun kalbine yapılan bu saldırı,
büyük bir meydan okuma ve mesaj
niteliğindedir. Suriye savaşı, sınır tanımadan hemen her yerde etkisini gösteren sonuçlar ortaya
koymaktadır. Suriye savaşının temel özelliği, bu savaşın
Suriye’de değil, sınırlar ötesinde yapılıyor oluşudur.
Türkiye, Ortadoğu ve Suriye’de tek sorunun PYDYPG olduğu anlayışı üzerinden hareket etmektedir.
Rojava’yı ve Suriye’yi PYD tehdidi algısına indirgemek
büyük bir yanılgıdır. PYD tehdidi şeklindeki bir yanılsama
üzerinden Suriye’yi, Rojava’yı ve Ortadoğu’yu okumak,
politika değil, çıkmazdan ve kapandan başka bir şey üretmemektedir. Medyada, Kürd kapanı şeklinde bir kavram
kullanılmaktadır. Suriye’de Kürd kapanı yoktur, Kürd ve
Rojava olgusu vardır. Kürdler ve Rojava olgusunu realite
olarak değil, tehdit olarak algılamak kapan yaratmaktadır.
Türkiye, Katar ve Suudi Arabistan’ı yanına alarak
Suriye’ye bir kara harekatı yapılması için ABD ve müttefiklerini ikna etmeye çalışmaktadır. Avrupa, mülteci
sorununun çözülmesinden başka bir şey düşünmemektedir.
Amerika, Suriye’deki savaşa daha fazla ülkenin müdahil
olmasına karşı çıkmakta, savaşı mevcut devlet ve örgütlerle
sınırlamaya çalışmaktadır.
17 Şubat saldırısı, Türkiye’yi Suriye’de kara harekatı yapmaya zorlama girişimidir. Başka bir ifade ile
Türkiye’nin Suriye’ye ve Rojava’ya kara harekatı yapması
halinde Suriye’de savaşın sınırlanamayacağı ve kontrol
edilemeyeceği hesaplanmaktadır. Suriye’de asıl istenen şey,
savaş ve çatışmaların hiçbir şekilde kontrol edilememesi ve
sınırlanamamasıdır.
Suriye Demokratik Güçleri, Tel Rıfat ilçesini Nusra,
Ahrar’üş Şam ve diğer örgütlerin elinden aldı. PYD, daha
önce Menagh Havaalanı’nı Nusra Cephesinin işgalinden
kurtarmıştı. Bunun üzerine Türkiye, günlerdir Obüs
toplarıyla YPG ve Suriye Demokratik Güçleri’nin mevzilerine saldırmaktadır. Türkiye, Azez’in düşmesi halinde
Suriye’nin geriye kalanıyla ilişkisinin kesileceğini, Kürd
kantonları arasındaki birleşmeye engel olamayacağını ve
Türkiye üzerinden Ceyş’ül İslam ve Ahrar’üş Şam gibi örgütlere yardım gidemeyeceğini bilmektedir. En son olarak
Türkiye’den Azez’e beş yüzün üstünde savaşçının geçtiği
haberleri gelmektedir. Şu anda Suriye savaşı, Azez savaşı
haline gelmiş bulunmaktadır. Başka bir ifade ile Suriye’de
bütün yollar şu anda Azez’e çıkmaktadır.
Türkiye’nin kara harekatı yapıp Suriye ve Rojava’ya
girmesini en çok DAİŞ istemektedir. Türkiye’nin Rojava’ya
askeri müdahalesi, DAİŞ’in Kürdlere karşı yeniden güçlü
bir şekilde savaş açması için imkan ve güç yaratacaktır.
Ankara saldırısı, en çok DAİŞ’in işine yaramaktadır.
PYD ve YPG’nin mevcut şartlar altında böyle bir saldırıyı
gerçekleştirmek için hiçbir nedeni bulunmamaktadır.
DAİŞ, Türk ordusunu Müslümanları katletmekle suçlayan
yayınlar yapmaktadır. DAİŞ Terörizmi herkes için büyük
tehdit olmaya devam etmektedir.
Suriye’de hiçbir denge ve denklem oluşturulamıyor.
Suriye bağlamında yapılan tartışmalar, daha çok kimin
nereyi yöneteceği noktasına odaklanıyor. Oysa sorun
kimin yöneteceği değildir. Sorun, Suriye dahil bölgenin
geleceğinin dışarıda belirleniyor olmasıdır. Ortadoğu coğrafyasında her yer küçülürken, dışarıda sınırları belirleyen
güçler büyümeye devam etmektedir. Suriye küçülürken
Rusya büyümeye devam ediyor. Almanya büyürken Kürdistan bölgesinin bağımsızlık referandumuna karşı çıkabiliyor.
Suriye savaşının dehşet dengesizlikleri, sadece Kürdistan ve
Rojava’nın sınırlarını değil, varlıklarını da tehlikeye düşürebilecek tehditleri de içinde barındırmaktadır.
MANŞET
Referandum için kimse
bize geri adım attıramaz
Suriye‘de kontrol
Suriye şu anda çözülme
ve dağılma aşamasında
bulunuyor. Bölgesel güçlerin hakim
olduğu alanlar ve ayrıca uluslararası
bombalayıcıların “kontrol“ ettiği küçük
bir alanın dışında, artık hiç kimse kontrol
edemiyor. Kesinlikle bir senaryo olduğunu söyleyemeyiz; ancak Suriye‘deki
durumun temelden değiştirileceğini ve
gelişmelerin kontrol altına alınabileceği
inancı tamamıyla Batı’nın saplandığı bir
ilizyondur. Soğuk savaş döneminden
tanıdığımız gibi -sayısız çok katılımcı
değişik güçlerin dışında- kesin olarak bu
savaşın bir vekalet/temsili savaş olduğu
nu biliyor. Bundan yola çıkarak bir dünya
savaşı çıkacağı tehlikesine inanmıyorum. Bunun dışında sayısı belli olmayan
bu kadar devletin, orduların katılımları
çoktan beri bir dünya savaşının başladığı
gibi bir görünüm de var!
Kürdlerin Suriye’deki geleceği
Batılı güçlerin Kürd meselesinin çö-
B
Süreçte Kürdlerin rolü ve Batı’nın tavrı
Batı de fakto olarak mülteci krizinden
dolayı, Kürdlerin durumunu Türkiye‘nin
inisiyatifine bıraktı. Ancak siyasi olarak
böyle değil! Türkiye ile siyasi alışverişin yapılması için şu anda mültecilere
sadece “para“ olarak bakılıyor. Türkiye
de ihtiyacına göre bu durumu akıllı bir
şekilde kullanıyor, faydalanıyor. Kürdler,
partiler üstü bir stratejiden mahrum
oldukları için, komşu ülkelerde yaşayan Kürdlerin durumlarını da hesaba
katarsak, Suriye‘deki Kürdlerin nasıl bir
rol alacaklarına açık birşey söylenemez.
Hangi siyasi planlara ortak oldukları,
hangi Kürd opsiyonlarına sahip olduklarına dair fazla göze çarpmadılar. Tüm
bu gelişmelerden sonra YPG‘nin askeri
başarıları bizleri yanıltmasın.
demokratik bir Kürdistan’ın aslında
bütün bölgeyi rahatlatacağını ve şu an
uğrunda yüzbinlerce insanın öldürğü
ve öldürüldüğü savaşın tekrarının yaşanmamasına vesile olacağını söyledi.
Mevcut devletlerin toprak bütünlüğünde ısrarın, bugüne kadar yaşanmış
savaş, katliam ve enfallere zemin oluşturacağını ve mevcut sınırlarda ısrarın
işlenmiş ve işlenmekte olan suçlara
ortak olma anlamı taşıdığını vurgulayan Abdula, komşu ülkeleri bir yana
bırakırsak bile, bu yüzden Almanya’nın
ve ABD’nin tavırlarını anlamlandırmada zorluk yaşadığını söyledi. Buna rağmen KBY Başkanı Mesud Barzani’nin
protesto amacıyla bu konuşmayı
yapmadığı kanaatinde olmadığını dile
getirerek şöyle konuştu: “Kanaatimce
KBY Başkanı Sayın Mesud Barzani,
zirvede konuşmaktansa birebir önemli
görüşmeler gerçekleştirmeyi tercih etti.
Zaten gerçekleştirdiği görüşmelerden
de görüldüğü üzere orada birçok devlet
başkanı ve önemli siyasi aktörlerle
çok önemli görüşmeler gerçekleştirdi.
Dolayısıyla rasyonel bir tavırdan dolayı
Sayın Barzani’nin gerçekleştirmediği bu
konuşmasından dolayı Almanya ile ilişkilerin zarar görmesine vesile olabilecek
davranışlardan uzak durmak gerekir.“
“Mevcut sınırlarda ısrar
suç ortaklığıdır”
Bağımsızlık referandumu ve
ardından gelmesini umduğu bağımsızlık ilanının sadece Almanya değil
buna karşı duran diğer devletlerin de
temel çelişkileri olduğunu söyleyen
Uluslararası ilişkiler uzmanı Eski Irak
Parlamentosu Kürd Listesi Üyesi Dr.
Sirwan Abdula, Ortadoğu’da kurulacak
Dr. Sirwan Abdula: İbadi’nin
oyununa gelinmemeli
Irak Başbakanı Haydar İbadi’nin
KBY’nin ihraç ettiği petrolün tamamını Bağdat’a vermesi durumunda
memur maaşlarını göndereceklerini
söylemesinin ardından Bakanlar
Kurulu ve KBY yetkilileri İbadi’nin
bu önerisini ucuz bir siyasi pazarlık
olarak nitelendirerek, umut bağla-
.o
ur
d
ak
iv
Esad sonrası dönem
Batı‘nın askeri müdahaleden sonra
belirleyici bir siyasi planı olduğuna
dair birşey görünmüyor. Rusya’nın
derdi bölge değil, Ortadoğu‘nun “oyun
meydanında“ oyun oynamak
istiyor. Bu üzerinde tartışılan
bütün Ortadoğu‘nun yeniden
düzenlenmesi planları ve
ayrıca bölgesel otonomileri
mümkün kılabilecek federal
alt yapıların oluşturulmasını
da kapsıyor. Artık bardağın
taştığını ve bu kadarının da
fazla olacağını herkes biliyor.
Haklar yeniden düzenlenecek ancak sadece Kürdler için değil, bu
Filistinlileri de kapsayacaktır.
ir taraftan KBY Başkanı Mesud
Barzani’nin hükümete müdahale
olarak okunabilecek köklü reform
kararlarıyla ekonomik krize karşı önlemler sıkılaştırılırken, diğer taraftan ekonomik krizin giderilmesine de yardımcı
olacak siyasi belirsizliğin giderilmesi için
içte ittifak çalışmaları devam ediyor. 52.
Münih Güvenlik Zirvesi’nde Almanya’nın
referandumla ilgili olumsuz tavrı KBY’de
tepkilere sebep oldu. Davetlisi olduğu
zirvede Almanya’nın referandum konusundaki soğuk tavrına tepki olarak programdaki panele katılmayan KBY Başkanı
Mesud Barzani’nin Kürdistan halkının
istemini referandumla dile getirmesiyle
ilgili baskıları kabul etmeyeceklerini
ifade ettiği belirtildi. KBY Dış İlişkiler
Sorumlusu Felah Mustafa konuyla ilgili
yaptığı açıklamada Barzani’nin Münih’te
birçok ülke yöneticisiyle gerçekleştirdiği
görüşmelerinde KBY’nin referandum
yapma hakkı olduğunu ve hiç kimsenin
Kürdistan’ın geleceğinin belirlenmesi
konusunda baskı kuramayacağını söylediğini bildirdi.
Almanya’da ABD Başkanı Barack
Obama’nın IŞİD ile Mücadele Özel Temsilcisi Brett McGurk, İngiltere Dışişleri
Bakanı Filip Hamond, Almanya Dışişleri
Bakanı Frank Walter Steinmeier, Türkiye
Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, İtalya
Dışişleri Bakanı Pawlo Centiloni, Makedonya Cumhurbaşkanı Gjorge İvanov,
Irak Başbakanı Haydar Abadi, Ürdin Kralı
Şah Abdullah, Lübnan Başbakanı Temam
Selam, AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Federica Mogherini, Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek
Komiseri (UNCHR) Filippo Grandi ve
daha birçok devlet yetkilisiyle görüşmeler gerçekleştiren KBY Başkanı Mesud
Barzani’nin muhataplarıyla görüşmelerinde IŞİD’e karşı mücadelede Peşmerge
Güçleri’ne ve savaştan dolayı yaşadığı
ekonomik krizi gidermek için KBY’ye
destek vermelerini ve bu yıl yapılması
öngörülen bağımsızlık referandumu için
Kürdistan halkının yanında olmalarını
istediği belirtildi.
rg
Türkiye‘nin askeri müdahale olasılığı
Türkiye bir başlangıcın alt kademesinde bile akılcı davranıyor, sınır ötesi askeri
müdahalede aktif olmanın ne anlama
geldiğini iyi anlamış. Eğer DAİŞ‘in bertaraf edilmesine, Batılı güçlerden uzak
tutulmasını Türkiye başaramazsa çok
büyük siyasi bir hata işlenmiş olacaktır.
PKK‘ye karşı aşırı bir şekilde savaşmak
ve DAİŞ’i bertaraf etmeye güya güç
ve şartları yokmuş gibi göstermeye
çalışmak şu veya bu şekilde uzun vadede
Türkiye‘ye hiç kimse inanmayacaktır.
rs
Suriye’den haber akışı
Suriye’de durum kaldırılamayacak ve
hesaplanamayacak bir düzeyde. Çalışma
şartları çok tehlikeli olduğu için uluslararası muhabirler çoktan Suriye‘yi terkettiler,
çünkü hiçbir enformasyonun denetlenmesi
mümkün değil. Bu da şu anlama geliyor:
hangi taraftan yapılırsa yapılsın, kimin yaptığına bakılmadan artık propaganda yapma
zamanı. Objektif habercilik zaten bir ilizyon,
hele de savaşta ise. Aşırı derecede zaman
ve çaba isteyen tarafsız haberciliği insan deneyebilir, ancak
bir puzzle gibi eksik kalabilir.
Hele hele hızlı internet çağında
zaman-çaba-para çok nadir
bulunur hale geldi. Propaganda buna teşekkür ediyor.
zümünde hiçbir zaman ilgileri ve çıkarları olmamıştır. Bundan dolayı Kürdlerin
akıbeti bölgesel güçlere bırakılmış, Kürdler
birbirlerine karşı kullanılmış, kendileri
de bu oyuna alet olmuşlardır ve olanak
tanımışlardır. Parti çıkarlarının ötesinde
bir Kürd stratejisi, hayallerden bahsetmiyorum, görünmüyor. Ortak bir Kürdistan‘a
götürecek praktikte siyasi adımlarla
aşamalı bir plan yok!
.a
R
usya’nın Esad rejimini
Rus-Türk İlişkiler Uzmanı Dr. lıp kapatılmaması,
korumak üzere Suriye
İkbal Dürre, Rusya-Türkiye ara- Rusya sadece söylem
savaşına dahil olması,
olarak değil ciddi bir
sında savaş pozisyonuna geçilen biçimde sınırın kao ana dek tüm zamanların en
tüm bu gelişmelerin kaynağında patılmasından yana.
iyi düzeyinde olan TürkiyeTürkiye’nin Rojava Kürdleriyle Anlaşmaya en yakın
Rusya ilişkilerini tamiri zor
ilgili
genel politikasının yattığı- oldukları nokta ise
bir sürece soktu. Bölgenin en
iyi ekonomi - turizm partna ve Kürdlerin güçlenip siyasi PYD ama iki ülkenin
nerleri şimdi her an karşılıklı
bir statü kazanmasına engel ortak paydaları önüfüzelerini ateşleyecek düzeyolma çabası olduğuna inanıyor. müzdeki dönemde
de bir gerginliğe yuvarlanmış
büyüyebilir. Şu an
durumda.
için nükleer savaş tehlikesi çıkarabilecek
Türkiye müttefiki olmasına rağmen
derecede çelişkiler derinleşmedi ve o
Rusya-Gürcistan savaşında sessiz kalmış,
aşamaya da gelmez diye düşünüyorum
Rusya’nın Doğu Ukrayna’daki politikaları- tam tersi nükleer silahların her iki tarafta
na karşın Ukrayna’yı ve Kırım Tatarlarını
da olması”nı ise birbirlerine karşı caydırıcı
desteklediğini söylemiş ancak Rusya’ya
bir faktör olarak görüyor.
sert tek bir söz dahi etmemişti.
Türk-Rus ticari ilişkilerinin tarihsel
“Rusya ve ABD, YPG’yi etkin güç olarak
olarak en iyi seviyelere ulaştığı günler
kullanıyor”
uçak düşürme olayı ile son bulmuştu.
YPG’nin bir yandan ABD ile bir diğer
Rusya’nın hemen bir karşılık vermemiş
yandan da Rusya ile iyi ilişkiler kurmaolması içerideki endişeli bekleyişi derinsını ve Suriye’de aslında rakip olan iki
leştirse de ardarda gelen Türk mallarını
taraftan da yardım almasını değerlendiren
protesto etmeler siyasi ve ekonomik
Dürre, “YPG’yi sadece ABD ve Rusya değil
köprülerin uzun bir süre daha onarılamaEsad Rejimi ve İran’da destekliyor, hatta
yacağını göstermişti.
Kobani’de Peşmerge’nin geçmesine izin
Türkiye’nin IŞİD’in ortaya çıkışı ile
vererek Türkiye bile yardım etmek zorunbirlikte Suriye siyasetinde vizyonunu kay- da kaldı. İlginç bir durum değil, herkesin
bettiği, sürekli yenilgiler aldığı iç kamuoyardım etme nedeni belli. Asıl olan bu
yunda tartışılsa da uluslararası güçlerin ne yardımların boyutları, nereye kadar
yapacağı merak konusu.
devam edeceği ve yardım eden tarafların
Türkiye’nin Suriye politikalarını kobunu yaparken amaçlarının ne olduğu asıl
nuştuğumuz Rus-Türk İlişkiler Uzmanı
neden YPG’nin radikal İslamcı örgütlerleDr. İkbal Dürre, bütün bu gelişmelerin
re karşı yürüttüğü savaş ise de her yardım
kaynağında Türkiye’nin Rojava Kürdleeden tarafın artı bir amacının olduğunu
riyle ilgili genel politikasının yattığını ve
da düşünüyorum. Bunlar, Türkiye’nin hasSuriye’nin kuzeyinde Kürdlerin güçlenip
sasiyetine karşı bir faktör olarak kullansiyasi bir statü kazanmasına engel olma
maktan, süper güçlerin İslami teröre karsı
çabası olduğunu ifade etti.
mücadelede en etkin güçlerden birini
tamamen kendi alanına almak, Suriye’de
“Rusya sınırın kapatılmasından yana”
tekrar kontrolü ele geçirmek için belli bir
Rusya’ya karşı her açıdan daha zayıf
aşamaya kadar kullanmak gibi bir dizi
olan Türkiye’nin Moskova’ya karşı göstersebepler olarak sıralanabilir” diyor.
diği cesareti sadece NATO üyesi olmakla
açıklanmayacağına dikkat çeken Dürre,
“Rusya, Esad üzerinden Türkiye ile
“Türkiye için en önemli unsur güvendir.
savaşa girer”
Kürdlerin statü kazanmasını ise güvenTürkiye’nin tek başına Cerablus’a girelik tehdidi olarak algılamaktadır” diye
meyeceğini ifade eden Dürre, “Türkiye,
konuştu.
ABD ve koalisyona rağmen buna kalkışaRusya ile ABD’nin düşman değil rakip
maz bu pek mantıklı görülmüyor. Ama
olduğunu hatırlatan Dürre, “Suriye de şu
tabi ki elimizde bir Kıbrıs örneği var, o
an için tam kontrollü bir süreç yok, ama
zaman da ABD karşıydı. Velev ki girdi,
Rusya’nın etkisi çok daha fazla. Merkezi
Rusya ve İran PYD’ye desteğini artırır,
hükümetin izniyle orada bulunmanın
Rusya Esad’ın eliyle Türkiye’ye karşı praavantajını kullanıyor, ayrıca Türkiye taratikte bir savaşa” gireceğini ileri sürüyor.
fından uçağının düşürülmesi de Rusya’nın
Rusya’nın Suriye’nin geleceğinde Kürdbölgedeki askeri ağırlığını artırması için
ler için ne düşündüğünü sorduğumuz
önemli bir bahane oldu. Net bir ortak
Dürre, Kürdlerin Suriye’nin geleceğinde
senaryo yok, amaçlar farklı, en önemli
siyasi olarak otonomi şeklinde yer alması
fark Esad’ın geleceğine ilişkin. Diğer
gerektiği Rusya’da değişik düzeylerde
fark Türkiye sınırının tamamen kapatısürekli ifade edildiğini belirtiyor.
Barzani Münih’te net tavır aldı:
YPG‘nin askeri başarıları yanıltmasın
Almanya 1. Kanal televizyonu muhabiri
Thomas Morawski 1980-90 yılları arasında önce ARD‘nin Ortadoğu, sonraları ise
Yugoslavya ve İsrail muhabirliğini yaptı.
Sayısız kriz ve savaş bölgesinde bulunan
Morawski 2009-2015 yılları arasında
Viyana‘da ARD Güney-Doğu Avrupa temsilciliği görevlerini yürüttü. Tekrar merkeze dönen Morawski şu anda Münih’te
genç gazetecileri eğitmek için ARD‘ye
bağlı Medya Eğitim Akademisi‘nde
eğitim veriyor. Ortadoğu’yu çok yakından tanıyan ve Suriye‘deki gelişmeleri
yakından takip eden Morawski haber
akışını, gazetecilerin çalışma koşullarını,
Kürdlerin Suriye‘deki rollerini ve son
gelişmeleri BasHaber’den Reşad Özkan’a
değerlendirdi.
HABER
BasHaber
22 Şubat - 28 Şubat 2016
5
SÖYLEŞİ
ARD muhabiri Thomas Morawski:
w
Rusya, Esad üzerinden
Türkiye ile savaşır
22 SÖYLEŞİ
Şubat - 28 Şubat 42016
w
Dr. İkbal Dürre:
BasHaber
w
04
KBY Dış İlişkiler Sorumlusu Felah Mustafa, KBY Başkanı Barzani’nin Münih’te birçok
ülke yöneticisiyle gerçekleştirdiği görüşmelerde referandum yapma hakklarının olduğunu ve hiç kimsenin Kürdistan’ın geleceğinin belirlenmesi konusunda kendilerine
baskı kuramayacağını söylediğini bildirdi.
mamalarına rağmen bu öneriyi kabul
ettiklerini belirttiler.
Irak Başbakanı Haydar İbadi’nin
önerisiyle ilgili de BasHaber’e konuşan
Uluslararası Llişkiler Uzmanı Eski Irak
Parlamentosu’nun Kürd Listesi Üyesi Dr.
Sirwan Abdula, İbadi’nin oyununa gelmemesi için Kürdistan Bölge Hükümeti’ne
uyarılarda bulundu. Bağdat’ta görev yaptığı dönemde İbadi’nin Parlamento’nun
Mali Komisyon Başkanı olduğunu ve
yakinen tanıdığını, Başbakan olmadan
önce KBY’nin bütçesinin azaltılması için
Parlamento’ya sürekli önerilerde bulunduğu için defalarca İbadi’yle tartıştığını,
Hükümet’in İbadi’nin önerisine uyup
petrolü SOMO vasıtasıyla Bağdat’a vermesi durumunda İbadi’nin yine bütçeyi
göndermeyeceğini söyledi.
Hakim Serhan: Bağdat
kendi hukukunu çiğniyor
Konuyla ilgili BasHaber’e açıklamalarda bulunan Irak Parlamentosu Mali
Komisyon Üyesi PDK’li Hakim Serhan
Slêmaney, Bağdat’ın ‘para yok’ diye KBY
bütçesi ve maaşları göndermemesinin
doğru bir gerekçe olamayacağını, genel
bütçenin giderleri karşılamada yetersiz
kalmasına rağmen en azından elindeki
paranın yüzde 17’sini gönderip Erbil’e
ilişkilerini uzlaşıya müsait bir düzeyde tutabileceğini ve en önemlisinin
de parayı göndermemesinin anayasa
ihlali olduğunu söyledi. Parlamento Mali
Komisyon Üyesi olmasından dolayı tüm
gelişmelerden haberdar olduğunu dile
getiren Slêmaney, Irak Başbakanı Haydar
İbadi’nin ‘Tüm petrolü Bağdat’a yollarsanız, biz de bütçe payını göndeririz’
açıklamasının Bağdat’ın pişmanlığının
göstergesi olduğunu savundu.
05
Devlet-i âlinin emrettiği
gibi olmak
FERHAT KENTEL
Daha baba Hafız El Esad zamanında, Suriye “terörist devlet” olarak
tanınırdı. Hama’da yaptığı korkunç
katliamın ötesinde, memleketin yarısını
“Muhaberat” örgütünün elemanı yapan, muhaliflerini takibe alan, kontrolü
altındaki çeşitli örgütler tarafından
öldüren bir ülke oldu Suriye. Şimdi
de rejimin tepesindekiler iktidarlarını
korumak için ellerinden gelen her şeyi
yapıyorlar. Milyonlarca insanı öldürerek, gene milyonlarca
insanı yersiz yurtsuz göç yollarına dökerek...
Suriye üzerine Barbarlık Devleti adında bir kitap yazan ve
Suriye’nin terörizmini açıkça dile getiren Fransız araştırmacı
Michel Seurat, Suriye tarafından kontrol edilen İslami Cihad
adlı bir örgüt tarafından Lübnan’da kaçırıldıktan sonra 1986
yılında öldürüldü. Yani Suriye yıllardır terörist... Türkiye komşularla “sıfır sorun” politikası güderken de Suriye teröristti.
Öte yandan Putin de ellerine kan bulaşmış bir adamdı...
Çeçenistan’ı yerle bir ederken ve orada yapılan katliamları
yazmaya çalışan gazeteciler ve işine gelmeyen işadamları
ortadan kaldırılırken acımasız bir diktatördü... 1864 soykırımında Çerkes kanlarıyla sulanan Soçi’de Kış Olimpiyatları
düzenlenirken ve bizimkiler kendisiyle ahbaplık yaparken de
aynı adamdı.
Türkiye’ye kadar kolları uzanan, Rusya’nın Kafkasya
politikasını eleştiren herkesi tehdit eden ve Putin’i “Allah
tarafından gönderilmiş ve önünde herkesin eğilmesi gereken
bir nimet” olarak gören kukla Kadirov’u Çeçenistan’ın başına
yerleştiren de Putin’di...
O zamanlar bizim buralarda ses seda çıkmadı. Grozni’nin
yeniden ihyası için paracıklar gündeme gelince “Ağbi iş varsa
yapalım!” hallerindeki kahraman akıncılarımız inşaatçılarımız
vesilesiyle maddeleşen “milli çıkar” seferberliğimiz vardı o
zaman... tabii ki...
Bu arada Çeçenistan Fahri Konsolosu Medet Önlü
Türkiye’de öldürtüldü ve üç yıldır dava sürünüyor... Medet
Önlü’yü kim öldürttü acaba?Çeşitli dostluk gösterilerinden
sonra, şimdi bir anda Türkiye bu dostlarda düşmanlarını keşfetti... Hatta artık onlarca başka düşmanımız var...
Hikmetinden sual olunamayan devlet-i âlimiz, dün
herkesin ne mal olduğunu bildiği, ama kendisinin dost bildiği
ülkeleri bugün düşman ilan etti. Kendisi karar verdi; şimdiki
düşman ülke Suriye’de kendine bir gelecek kurmaya çalışan
Kürd örgütlerini terörist ilan etti ve bizim hep beraber onun
“keşiflerine” uymamızı bekliyor. Düne kadar vatandaşlığı bile
olmayan insanların varoluş mücadelesinde sürdürdüğü politikalara tahammül edemiyor. Düne kadar sınırların ötesinde
vatandaşlığı olmayan bu insanların derdini dert edinmemiş
bir devlet, bugün geleceklerini inşa eden insanların “Kürd
oluşumu”nu dert ediniyor.
Ezberler otomatiğe bağlanmış durumda... Ya devlet-i
âlinin yaptığı tanımlara uyacaksınız, sonra o tanımlar 180 derece değiştiği zaman gene uyacaksınız ya da “hain”, “terörist”
gibi sıfatların boynunuza asılmasını göze alacaksınız...
Milli çıkarları kendi ezberlerine göre tanımlamış ve
“başka çıkar tanımam” diyen bir gücün dediğine uyacaksınız
yani...Bir zamanlar başka birilerinin “sözde vatandaş” dediğine benzer şekilde “sözde aydın” olmak istemiyorsanız, onun
emrettiği gibi olacaksınız.
Şimdi bir takım derin alçakların yaptığı Ankara bombalamasını “Kürd, PKK, YPG, PYD, ulusal, uluslararası” bir
adrese yollayıp, bugüne uygun olarak inşa edilen politikaya
inanmamız bekleniyor. Ama en azından aylardır Suriye sınırını aşmak için müttefikler bir türlü ikna edilememişken, şimdi
içimizi rahatlatarak savaş yapmak ve “sınırlarımızın ötesinde
bir Kürd oluşumuna izin vermemek” için somut bir gerekçe
yakalanmış görünüyor.
Oysa, sınırlarımızın Irak tarafında, bir zamanlar hiç
duymak bile istemediğimiz “Kürd oluşumu” bugün neredeyse
nasıl tek dostumuz olduysa, Suriye tarafında da başka bir
“Kürd oluşumu”nun müstakbel bir dostumuz olmaması için
hiçbir neden yoktu.
Ve hâlâ yok...
HABER
ABD, Erbil’i Irak’la
kalmaya zorlamaz
sözlerle oyları kazanmayı hedefleseler
de seçildikten sonra daha sorumluluk
sahibi ve tedbirli olurlar
Kürdlerin bu mezhep savaşında
ABD’ye yakın bir pozisyonda
oldukları çok açık. Diğer yandan Kürdistan’ın gaz ve petrol
zenginliklerini Avrupa’ya ve
Batı dünyasına taşıması İran ve
Rusya’ya alternatif olabilir mi?
ABD, Saddam Hüseyin’i devirip
Irak’ın bütünlüğünü zayıflatarak
ülkedeki Sünni otoriteyi yerinden
etmesi sonucu hezeyan içindeki bir
grup Sünni’nin IŞİD destekçisi olması
babında IŞİD’den sorumlu. Bu ABD,
IŞİD’i destekliyor anlamına gelmez.
Hatta bunun tam tersi gerçek olandır.
Kürdistan, Batı’ya petrol satabiliyor,
ama Suudi Arabistan, İran ve Irak’ın
dâhil olduğu diğerleri halen önemli
petrol ihracatçısı ülkeler konumundalar. Kürdistan’ın yeteri kadar petrolü, ya
da petrol ihraç etme imkânı olmadığından diğer büyük petrol ihracatçılarının
yerini alması zor görülüyor.
seçimlerde daha seçilebilir görülen
Cumhuriyetçi adaylar, her ne kadar
Donald Trump Cumhuriyetçi tabana
diğer adaylardan daha cazip geldiği
için Cumhuriyetçi adaylığı kazanacak
gibi görülmesine rağmen.
Cumhuriyetçilerin Ortadoğu
takviminde ne var, Cumhuriyetçilerin Ortadoğu’daki öncelikleri ne olacak?
Cumhuriyetçiler ABD’nin askeri
gücünün tamamıyla Suriye ve Irak’ta
IŞİD’e karşı daha kavgacı bir tutumla
sahaya inecekleri görüntüsünü
veriyorlar. Hillary Clinton Cumhuriyetçilere göre müdahale konusunda
daha az istekli olsa da, herhangi bir
müdahale ya da ABD askeri gücünü
kullanma konusunda tamamen isteksiz olan Bernie Sanders!a göre daha
müdahaleci. Her halükarda, ABD
Başkanı olacak Cumhuriyetçinin aday
olduğu zamana göre Başkan seçilince
daha temkinli olacaktır. Adaylar sert
Barzani demeçlerinde “gerekirse ABD’ye rağmen devletimizi
kuracağız” diyor, bu yaklaşımın
ABD’deki karşılığı nedir?
ABD Barzani’yi desteklemekte
çünkü Barzani zor kullanarak değil,
başarıyla güvenliği sağlaması ve
barış yanlısı yönüyle bilinir ve bunu
pek çok defa ispatlamıştır. Bu tam
ABD’nin istediğidir. Başka birinin
olması sorunlar yaratabilirdi.
erkezi Erbil’de bulunan Kürdistan
Araştırma ve Geliştirme Enstitüsü
(IRDK) Ocak ayında Kürdistan
Bölge Yönetimi (KBY) Başkenti Erbil’de
850 denek üzerinden insanların yolsuzluk,
siyasi ve ekonomik kriz ile KBY’nin gündeminde yer alan diğer konular hakkındaki
tutumlarını ele alan bir alan araştırması
gerçekleştirdi. Vatandaşların KBY Başkanı
Mesud Barzani ve Peşmerge’ye güven duyduğu sonucunun ortaya çıktığı araştırmaya
göre Erbil gibi bir yerde Goran Hareketi’nin
krizlerin başat aktörü olarak tanınmlanması beklenirken, tersine vatandaşların krizlerin çözülememesinde adres olarak PDK’yi
göstermesi, araştırmanın çarpıcı sonuçlarından bir tanesi. Erbil’le sınırlı olması
en büyük eksikliği olarak ön plana çıkan
araştırma sonuçlarına göre, Erbil halkının,
sorunların temel sebebinin artık IŞİD değil
ekonomik kriz ve bu krizi hala çözememiş
olan siyasi partiler ve parlamento olduğuna
kanaat getiriyor.
Özerk bir enstitü olmakla birlikte hükümet desteğiyle, KBY’den dış ülkelere ve
özellikle Avrupa’ya insan göçü, siyasi tutum
ve yoksulluk gibi birçok alanda araştırmalar
gerçekleştiren IRDK, bu anketinde siyasi
krizlerin yanı sıra yolsuzluk konusuna da
değinmiş.
.o
ur
d
Cumhuriyetçilerin Kürdlerin
haklarına saygı duyacakları gibi
bir beklentiniz var mı?
Her iki parti de Irak’ta barış ve
istikrar için birleşik kalmasını düşünür gibi görülüyor. Lakin her ikisi de
KBY Irak’tan bağımsız olmak isterse
herhangi bir baskıyla KBY’yi Irak’la
beraber kalmaya zorlamazlar
krizlere yaklaşımını ortaya çıkarma amacı
olduğunu ve IŞİD’le savaşta olduğu gibi
uluslararası toplumun KBY’deki ekonomik
krizin çözümünde de yardım edeceğini
düşünenlerin oranının yüzde 30 gibi düşük
bir oran olduğunu söyledi. Giderilmesine
Mustafa Turan
rg
Seçimin galibinin Demokrat
Parti olması durumunda, DP
Ortadoğu’da Obama Yönetiminden farklı politika izler mi?
Clinton Ortadoğu’ya Obama’ya
oranla daha müdahaleci olacaktır, bununla birlikte Sanders Obama’ya göre
daha az müdahaleci olacaktır.
ak
ABD’de seçmen eğilimi hangi
yöndedir. İbreler kimden yana.
ABD’deki geleneksel iki dönem
kuralı işleyecek mi? Yani Cumhuriyetçilerin başa gelmesi söz
konusu mudur? Cumhuriyetçilerin adayı kesinleşti mi?
ABD Başkanlık Seçimlerini kimin
kazanacağı konusunda bir öngörüde bulunmak için henüz çok erken.
Buna rağmen, Donald Trump halen
en güçlü Cumhuriyetçi aday olmaya
devam ediyor. Diğer bir nebze şansı
olan Cumhuriyetçi adaylar Ted Cruz,
John Kasich, Marco Rubio ve belki
halen Jeb Bush’u içeriyor. Elbette bir
Cumhuriyetçi aday ABD Başkanlığını
kazanabilir, ama tüm seçim dinamiklerini hesaplandığında ibre muhtemelen bir Demokrat adayın kazanacağı yönde daha güçlü gösteriyor.
En güçlü konumdaki Demokrat
aday Hillary Clinton, ama Bernie
Sanders şu ana kadar kendisine yakın
takipte kalarak rekabeti zorluyor. Her
ne kadar Sanders Demokrat adaylığını kazanabilecek olsa da, Başkanlık
seçimini kazanmak Sanders için çok
zor olur, çünkü kendisi çok solcu.
Diğer taraftan, Cumhuriyetçi adaylığı kazanması halinde Başkanlığı
kazanmak Cruz için de çok zor olur,
çünkü kendisi çok sağcı. Trump ve
Clinton farklı partilerden olmalarına
rağmen daha geniş insan kitlelerine
hitap ediyorlar. Fakat Trump pek
çokları tarafından aşırı sağcı ve barış
için tehlikeli görüldüğü için ABD
Başkanlığını kazanması çok daha zor
olur. Kasich, Rubio ve Bush, genel
M
iv
KBY Başkanı Mesud Barzani’nin
referandumun ABD seçimlerinden önce yapılması için talimat
verdiği biliniyor. ABD Başkanının kim olacağının Kürdistan’ın
iç siyasetini bu kadar ilgilendirmesinin sebebi nedir?
Kürdistan’ın bağımsızlık referandumunun ABD Başkanlık seçimlerinden
önce yapılması aslında yeni seçilecek
ABD Başkanı’na bir emrivaki olmakla
beraber, ona bir eylemin sonucunu
göstererek herhangi bir erteleme, ya
da itirazı boşa çıkartmayı amaçlamaktadır.
ABD’nin, dünyadaki en önemli ülke
olma özelliğini elinde tuttuğunu
savunan Michael Gunter, bu nedenle
ABD’de 8 Kasım 2016’da yapılacak
Başkanlık seçimlerinin tüm dünya
için önem taşıdığını söyledi.
Kürd- ABD ilişikileri hakkında konuşan Tennessee Teknoloji Üniversitesi
Siyasal Bilgiler Profesörü Michael
Gunter, “ABD Barzani’yi destekliyor
çünkü Barzani zor kullanarak değil,
başarıyla güvenliği sağlaması ve
barış yanlısı yönüyle bilinir ve bunu
pek çok defa ispatlamıştır. Bu tam
ABD’nin istediğidir” dedi. Prof. Gunter
BasHaber’in sorularını yanıtladı.
07
Halk Peşmerge ve Barzani’ye güveniyor
rs
İsa Bakurî
.a
Türkiye 2. Ankara katliamıyla
sarsılmaya devam ediyor. Beş ay içinde benzer beş büyük terör saldırısının gerçekleşmiş olması Türkiye’nin
Ortadoğu politikalarının bir sonucu
olduğu çok açık. Son dönemde hızla
terör saldırılarının hedef ülkelerinden birinin Türkiye olmasını salt
bölgedeki jeopolitik konumuzla izah
etmek nafile bir çabadır.
Türkiye kendi kendini hedef ülke haline getirdi. Küresel güçler Türkiye’nin bu durumundan çok yönlü yararlanmak için çaba sarf ediyorlar. Her bir küresel güç kendi
çıkarları doğrultusunda Türkiye’ye ayar vermeye çalışıyor.
Türkiye, Ortadoğu’da Sünni mezhebi eksen ve
merkeze alan oyun kuruculuğuna soyundu. Irak işgalinde
ABD’nin Irak’ta yapmak istediğine benzer bir şeyi
Ortadoğu’da gerçekleştirmek üzerine Arap baharı sonrasında “şahlandı”.
ABD’nin Irak savaşında Saddam’ı devirmeyi başarmış
olmasına rağmen büyük bir başarısızlık yaşamasından
doğru dersler çıkarmadı. Aksine Cumhurbaşkanı kısa bir
süre önce 1 Mart Tezkeresi’nin TBMM’de zamanında
çıkaramamış olmasını bölge politikası açısından büyük bir
engel oluşturduğunu açıkladı.
Bu yanlış politik eksen esas olarak iki yanlış üzerine
oturuyor. Birincisi 2010 referandumu sonrası AK Parti’nin
içine sürüklendiği güç zehirlenmesine yol açan benim
“milli otoriterleşme” diye tanımladığım yönelime girmesi
ve Ortadoğu’yu yeniden şekillendiren dinamikleri yanlış
okumasıdır. Kendini “Arap Baharı”nın estirdiği rüzgârın
cazibesine fazla kaptırdı.
Ortadoğu’da Türkiye ve Şii devletlerin oluşturduğu
yay biçimdeki çemberle ve Kürd uyanışının yarattığı sosyal,
siyasal dinamizmin arasına sıkışmış Sünni otoriter hegomonik yapılanmada ısrarcı olmaya devam ediyor. Bölge
gerçekliğiyle uyumlu olmayan ve bölge sosyolojini kavramaktan uzak bu yaklaşım küresel güçlerin yönelimleriyle
çeliştiği gibi zaman zaman sert çatışmalara yol açıyor.
Bu, terör saldırılarının hedef ülkesi olmaya elverişli
zemin hazırlıyor. 2. Ankara katliamı bu anlamda tek bir
aktörün ve oyun kurucunun planı olarak aynı zamanda
düşünmek bugüne kadar olup biteni kavramamaktır.
Bu saldırının Türkiye’yi Suriye savaşının doğrudan
parçası olmaya sürükleyerek, Sünni eksenli politikasının
açmazının pazara çıkarmasını arzulayanların dâhil olduğu
bir terör saldırısı olma olasılığı yüksek.
Türk devleti bir kez daha Kürd kartıyla vuruldu. AK
Parti hükümeti bunun çok rahat ve kolay alıcısı oldu.
Adrese teslim katliamdan Kürd düşmanlığı heybesini doldurmaya çalışıyor. Türkiye felakete kulaç atıyor.
Türkiye PYD-YPG’yi yakın menziline aldı. Suriye
savaşında PYD-YPG güçleri Türkiye’nin hedefine oturtuldu. Türkiye’nin bu savaşta stratejik müttefikleriyle yolları
ayrılmış gözüküyor. Türkiye’nin Kürd korkusu içerde ve
dışarıda Kürdleri sınırlandırma politikası biçiminde somutlaşıyor. En kötüsünden olası Rojava sınırında insansız
bölge oluşturma savaşı yürütülüyor.
21. Yüzyılda Ortadoğu’nun biçimlenmesinde önemli
bir dinamizme ve siyasal pozisyona sahip olan Kürdleri
sınırlama veya ötekileştirme siyaseti her alanda çoğulculuktan uzak yaklaşımın bir türevidir. Türkiye bu yaklaşımın
bir sonucu olarak çözüm sürecini akamete uğrattı. 21.
Yüzyılın eşiğinde büyük bir yanlışa imza atıldı. Çözüm
Süreci’nin başarıyla taçlandırılması doğrultusunda atılacak
radikal adımlar yeni Ortadoğu’da Türk- Kürd güçlü
ittifakının demokratik bir muhteva kazanmasıyla çoğulcu
bir toplum yapısının temeli atılmış olacaktı. Bu fırsat kaçtı.
Kolay kolay yeniden aynı fırsat doğmaz. Türkiye tam gaz
aksi bir istikamette ilerliyor. Bu ilerleyişi sorasın da neyle
karşılaşacağımızı bilemez hale geldik. En kötüsü de bu
gidişat ısrar etmek derinde biriken Kürd karşıtlığının iç
savaşa dönüşme potansiyelini de büyütmesidir. Bunun
bütün Ortadoğu çapında yaşanması da ihtimal dâhilinde
olan bir konudur.
HABER
22 Şubat - 28 Şubat 2016
IRDK Anketi: Hükümet ve parlamentoya güven yok
Doç. Dr. Michael M. Gunter:
w
HAKAN TAHMAZ
BasHaber
22 Şubat - 28 Şubat 2016
w
Felakete kulaç atılıyor
BasHaber
w
06
Sorunların kaynağı: Yolsuzluk
Araştırma hakkında BasHaber’e bilgi
veren Selahadin Üniversitesi Sosyoloji Bölümünden Dr. Murad Hekim, Erbil’deki bu
araştırmada deneklerin yüzde 87’sinin yolsuzluğu Kürdistan Bölgesi’nin çözülemeyen
en büyük ve en uzun süre ömürlü sorunu
olarak gördüğünü, hem hükümetin, hem
de parlamentonun bu konuda pasif kalarak
mevcut ekonomik krizin daha derin bir
hal almasına sebeb olduklarının belirtti.
Geçmişten beri insanların parlamentoya
güvenlerinin az olduğunu, ama yeni kurulduğunda hükümetin güven verdiğini dile
getiren Hekim, özellikle ekonomik ve siyasi
krizleri çözmede başarısızlığının hükümete
olan güveni de bitirdiğini söyledi.
Parti medyacılığının yaygın olduğu
KBY’de, medyanın bu yapısından dolayı
halkın asıl gündemini es geçtiği veya kendi
hizbi bakış açısıyla yansıttığı için halkın
medyaya da güveninin kalmadığını belirten
Hekim bu durumun sonucu olarak halkın
asıl gündeminin üzeri örtüldüğünü ve çoğu
zaman halkın ilgisini çekmeyen meselelerin kamuoyuna servis edildiğini söyledi. Dr.
Murad Hekim, yüzde 75 oranla insanların
siyasi elitlerin ve yöneticilerin sorunları
çözmeye gayret etmediklerini ve yolsuzluk
düzeninin varlığından dolayı bunu çözebileceklerine inanmadığını söyledi.
KBY’deki siyasi ve ekonomik krizi
giderme hamleleri gündemi meşgul ededursun, Erbil’de yapılan araştırma halkın
gündeminin farklı olduğunu göstermekte. Ankete göre Peşmerge’nin yanı sıra
halkın KBY Başkanı Mesud Barzani’ye
güveninin tam olduğu ortaya çıkarken,
krizleri çözemeyen hükümetin temel birleşeni olmasından dolayı halkın özellikle
PDK’ye kırgın olduğu vurgulanıyor.
Peşmerge ve Barzani’ye tam güven;
Hükümet başarısız
Erbil halkının IŞİD’i büyük bir tehdit ve
sorunlar için temel unsur olarak görmesine rağmen Peşmerge’nin artık KBY’yi
rahatlıkla savunabilecek bir kabiliyete
kavuştuğundan dolayı IŞİD’in en önemli
sorun olmaktan çıktığını dolayısıyla deneklerin yüzde 60’ının IŞİD’i sadece sorunu
ağırlaştıran bir etken olarak gördüğünü
açıklayan Dr. Murad Hekim şöyle konuştu: “Halkın Peşmerge’ye inancı tamdır ve
halk, artık IŞİD’in mevcut sorunlar için
merkez olmaktan çıktığına inanıyor. Ama
Peşmerge’ye beslediği bu güven duygusunu
hükümet ve parlamento için de beslediğini
söyleyemeyiz. Yolsuzlukla mücadele ve
ekonomik krize çözüm konusunda hükümetin çok pasif kaldığını ve böyle devam
etmesi halinde hükümetin çok yıpranıp
güçsüz kalacağını düşünüyor.”
‘PDK suçlanıyor’
Peşmerge’nin yanı sıra halkın KBY Başkanı Mesud Barzani’ye güveninin de tam olduğunu belirten Hekim, ayrıca hükümetin
temel birleşeni olmasından dolayı halkın
özellikle PDK’ye kırgın olduğunu vurguladı
ve şöyle sürdürdü: “Halk, PDK’nin kendisiyle birlikte hükümeti oluşturan diğer 4 siyasi partiyle
de sorunlar yaşaması, hükümet içindeki
rolünün büyüklüğünden dolayı hükümetin
yürütmüş olduğu politikalarda mesuliyetinin büyük olmasıduğunu düşünmesi ve
bundan dolayı Bağdat’la ilişkilerde krizin
büyümesinden sorumlu olarak gördüğü
PDK’yi Goran Hareketi’nden daha fazla
suçluyor.”
“Kürdler ‚Iraklıyız’ demekten utanıyor”
Araştırmada KBY’nin Bağdat’la ilişkileriyle ilgili de bir soru olduğunu anımsatan
Hekim, KBY’de 30 yaş ve sonrası yeni nesillerin yarısından fazlasının artık Arapça’yı
bilmediğini, halkın artık ‚Iraklıyız’ demekten utanır hale geldiğini ve dolayısıyla kendisini Irak’ın bir parçası olarak görmediğini, ama buna rağmen yüzde 55 oranındaki
cevaplarda hükümetin ekonomik krizi
giderene kadar Bağdat’la ilişkilerini olumlu
yönde yürütmesi gerekliliği sonucunun ortaya çıktığını söyledi.
Referandumu araştırma kapsamının dışında tuttuklarını
belirten Hekim, bunun
sebebinin halkın
ekonomik ve
siyasi
“Genel tutum için sadece Erbil yetersiz”
Araştırmalarını Erbil dışındaki Süleymaniye, Duhok, Kerkük ve Halepçe gibi büyük
kentlerde de yapabilmeleri durumunda
sonuçlarının farklı olma olasılığının yüksek
olduğunu ve bunu gerçekleştirememelerinin araştırmanın en büyük eksikliği
olduğunu vurgulayan Dr. Murad Hekim,
Erbil’in KBY’nin en büyük kenti ve Başkenti
olmasından dolayı ve imkanlarının bu kadarına yetmesinden dolayı araştırmalarını
Erbil’le sınırlı tuttuklarını söyledi. Bu araştırmalarının dışında IRDK özellikle 2015
yazından itibaren büyük bir artış gösteren
KBY vatandaşlarının yurtdışına ve özellikle
Avrupa’ya göçü ile sağlık ve eğitim sistemindeki aksaklıkların tespiti amacıyla da
araştırmalar yaptıklarını belirten Hekim,
imkanlar elverdiğince yoksulluk, gelir dağılımı adaleti gibi değişik konularda daha
kapsamlı araştırmalar yapmaya devam
edeceklerini söyledi. IRDK’nin hükümet
destekli ama özerk bir enstitü olduğunu,
hükümet destekli olmakla birlikte araştırma neticesinde en çok eleştirilenin tarafın
hükümet olmasına rağmen, tereddüt etmeden sonuçlarını yayınladıklarını ve bunun
meselelere ne kadar ciddi ve nesnel yaklaştıklarının net göstergesi olduğunu vurgulayan Hekim şöyle bitirdi: “Temel amacımız
üzerinde araştırma yaptığımız konuların
fotoğrafını çekip bu fotoğrafı ilgili ve yetkili
mercilere gösterip bu mercilerin ortaya
çıkan fotoğrafa göre sorunlara çözüm
üretmelerini teşvik etmektir. Bazı siyasi
partilerin bizim araştırmamızın sonuçları
üzerinde ciddiyetle
durduklarını ve
buna göre yeni
projeler gerçekleştirmeye çalıştıkları bilgisini
de alıyoruz.”
08
SÖYLEŞİ
BasHaber
22 SÖYLEŞİ
Şubat - 28 Şubat 82016
SÖYLEŞİ
BasHaber
22 Şubat - 28 Şubat 2016
9
SÖYLEŞİ
Henri J. Barkey:
Türkiye’nin Suriye’ye kara harekatı mümkün değil
Suriye’nin çok ciddi bir bölgesel savaşın tuzağında olduğu iddia ediliyor
katılıyor musunuz?
Suriye’deki iç savaş seyrine devam ediyor;
dolayısıyla şimdiye kadar büyük bir savaş
çıkmadı. Bir savaşın iki tarafı vardır, ama şu
anda bir tek Rusya ve Suriye’yi görüyoruz.
Başka da bir taraf yok. Türkiye, ABD ve
Suudi Arabistan’dan bahsediliyor, ama onlar
bugüne kadar bu savaşa katılmadı. Oralarda yerel güçler var; El Nusra, Özgür Suriye
Ordusu ve PYD var, bunların da dışarıdan
yardım almaları çok zor. Dolayısıyla ben
büyük bir savaş tehlikesi görmüyorum.
Rusya ile ABD arasında Suriye’nin
geleceği için bir uzlaşı var mı? Her şey
bir senaryo dahilinde mi gelişiyor?
Birincisi, Suriye ile ilgili görüş ayrılıkları
var. İkincisi böyle durumlarda şöyle bir
anlaşma var: İnsani yardım getirebilmek için
Sahada birçok güç var. Sizce kontrol
kimin elinde?
Kontrol kimsenin elinde değil. Suriye ordusu Halep’i kuşatma altına almış şu anda.
Avantaj Suriye Ordusu, İran ve Ruslarda
ama bu güçlerin Şam, Halep ekseninin
doğusunda bir güçleri yok; dolayısıyla bence
onlar eğer Halep-Şam çizgisini ve onun
batısındaki yöreleri tamamıyla kontrol
altına alabilirlerse daha büyük bir kontrol
sağlayabilirler. Daha fazlasını elde edebileceklerini zannetmiyorum. 4 yıllık savaşta
Suriye Ordusu yeterince yıprandı. Hizbullah
olsun, İran milisleri olsun Suriye’den yardım
alıyor. Suriye Ordusu’nun Şam-Halep’in
doğusunda savaşacaklarını zannetmiyorum.
Bazı yerlerde rejimin avantajı var ama başka
YPG bir yandan ABD ile, bir yandan
Rusya ile iyi ilişkiler kuruyor. Suriye’de
rakip olan iki taraftan da yardım
alıyor. Bunu ilginç buluyor musunuz?
ABD ve Rusya’nın eş zamanlı yaptığı
benzer bir örnek var mı? Sizce YPG’nin
hangi pozisyonu buna imkân veriyor?
Rusya daha çok politik bir yardımda
bulunuyor. PYD ve YPG’nin politik olarak
arkasını kollamaya çalışıyor ama asıl yardım
ABD’den geldi. Bölgede bir Rus-Amerikan
çekişmesi var. Yani bir yerde Rusya PYD’nin
ABD’nin tarafına geçmesini istemiyor. PYD
ise Türkiye ve ABD arasındaki itilafı arttırmaya çalışıyor. Bence Rusya’nın politikası
daha çok durumdan faydalanmaya çalışan
bir politikadır. Rusya’nın uzun vadede
PYD’ye destek vereceğini düşünmüyorum.
Çünkü Esad Rejimiyle PYD arasında ciddi
farklılıklar var. Esad-İran ve Rusya güçlerinin
PYD’ye izin vereceklerini düşünmüyorum.
Rusya şu an herkesin kafasını karıştırmaya
çalışıyor. Ben de PYD’nin yerinde olsam verilen tüm destekleri alırım. PYD’de de kendi
durumunu güçlendirmeye çalışıyor. PYD’nin
çok fazla destekçisi olmadığı için herkes bir
ABD’nin Suriye’nin geleceğinde
Kürdler için düşündüğü bir rol var mı?
Yoksa ‘önce IŞİD’i temizleyelim,sonra
bakarız mı‘ diyor ABD?
Amerika’nın şu anda hiçbir planı yok, asıl
sorun burada ortaya çıkıyor. Ama Rusya’nın
bir planı var. Esad’ı koruyor ve rejimin
devam etmesini istiyor. Orada somut bir
tanım var. Rusya’nın çok belirgin bir amacı
.o
rg
ABD ile Türkiye’nin Suriye politikasında temel ayrılık noktaları
var mı? İkisi de Suriye’ye aynı mı
bakıyor?
Türkiye için en önemli şey Esad’ın
devrilmesi ve PYD’nin orada amaçlarına ulaşamaması. Bunlar en önemli
iki amaçtır. ABD için en önemli amaç
ise IŞİD’in ortadan kaldırılması ve
Suriye’de yeni barışçıl bir rejimin
ortaya çıkmasıdır. Bu nasıl olacak
bunu bilmiyorlar ama. İlk önce
Esad’ın devrilmesinden bahsediyorlardı, ABD’nin şu an tek temel amacı
IŞİD’in alaşağı edilmesi. Türkiye için
IŞİD’in ortadan kalkması değil, en
büyük amaç PYD’yi mağlup etmek,
Esad’ı devirmek. Dolayısıyla amaçları
birbirleriyle aynı değil.
ur
d
ak
iv
En son Cenevre görüşmelerine katılması konusunda o desteği esirgedi. Bu
anlamda PYD, ABD için IŞİD’e karşı
dönemsel bir müttefik mi?
ABD açısından PYD, IŞİD’e karşı kullanılacak bir araç. Ama bir yerde de IŞİD’ten
kurtulmak mümkün olursa, PYD, ABD’den
Suriye’deki Kürd haklarının verilmesi için
destek isteyecektir. ABD bir süre kendisini
mecbur hissedecektir; dolayısıyla savaşın
sonunda orada kalacak güç ABD değil, PYD
olacaktır. PYD’nin düşündüğü bunun ileride
politik bir yardıma dönüşeceğidir. Suriye’nin
bir daha tanzim edilmesi zamanı geldiğinde
PYDde talepte bulunacak. Eski Suriye bir
daha olmayacak, benim gördüğüm kadarıyla
küçük bir federasyon ortaya çıkacak.
rs
Bir senaryodan bahsedebilir miyiz?
Yoksa kontrolsüz gelişen olayları mı
izliyoruz. Yoksa her an bir yerde nükleer füze ateşlenebilir mi?
Hayır. Senaryo olursa insanlar nereye
gideceğini bilir, ama biz şuanda durumun
nereye varacağını bilmiyoruz. Dolayısıyla
bir senaryo meselesi ortada yok. Kaç ülkede
ayaklanma çıktı, devrim hareketleri oldu
ama Rusya, bölgedeki ayaklanmaları çok
kötü gördü. Burada bahsettiğim Gürcistan
gibi yerlerde ‘renkli devrimler’ oldu. Rusya
onlara çok sert çıktı, aynı hatayı Suriye’de
yapmak istemiyor. Ruslarla konuştuğumuz
zaman Rusların ABD’nin Suriye’de rejim
değişikliğine izin vermeyeceklerini söylüyorlar. ABD’nin de böyle bir niyeti yok.
Üstelik ABD’nin Arap Baharı’nda bile böyle
bir rolü olmadı. Senaryo söz konusu değil.
Türkiye’de herkes her şeyin arkasında CIA
olduğunu zannediyor ama böyle bir şey yok.
şekilde durumdan yararlanmaya çalışacaktır.
PYD ve Rusya asla aynı çizgide olamaz.
.a
yerlerde rejimin sözü geçmiyor.
w
Suriye’de yakın gelecekte neler olacak?
Suudiler İncirliğe uçak yığıyor, kara
operasyonu hazırlıkları var. Türkiye Rojava’ya müdahale tehdidinde
bulunuyor. İki ülke de ABD’nin yakın
müttefiki. İran, bu ülkeleri Suriye’den
uzak durmaları için tehdit ediyor.
Rusya, Türkiye’den uçağının intikamını alma peşinde. Kimilerinin dediği
gibi Suriye ciddi bir bölgesel savaşın
tuzağında mı?
Suriye’nin ne olacağını şimdiden görmek
bence çok zordur. Bir kere kara operasyonu
çok zor, kolay kolay yapılacak bir şey değil.
Bu ekonomik olarak da çok mümkün değil.
Bu, son derece ağır zayiat verme anlamına
da gelir. Kara operasyonunun amacı nedir?
Türkiye kara operasyonunu kendi başına mı
yapacak? Kime karşı yapacak? Suudiler de
kara operasyonu yapacak durumda değil.
Suudi Arabistan Yemen’de sonuçsuz bir
savaşın içerisinde. Bence kara kuvvetleri yollamak çok uzun bir vakit alır. İskenderun’a
gemi ile geldiler diyelim ki; ulu orta tankları
topları mı taşıyacaklar. Nasıl olacak bu?
Görünürde hiçbir şey yok.
bölgesel ateşkeslerin düzenlenmesi üzerinde
görüşler aynı olabilir. Daha doğrusu uluslararası baskıyla sivillere yönelik yapılan büyük tahribattan dolayı Rusya biraz kendisini
mecbur hissediyor ateşkesler konusunda.
Yine de bu Suriye’nin geleceği üzerinde bir
anlaşma demek değildir. ABD, İran politikasının genişletmesinden bahsediliyor. Bunu
IŞİD üzerinden endeksledi. Kısa vadede
Esad’ın Şam’da kalmasına göz yumulacak mı
bu da belli değil. Esad’a karşı yapılacak şeyler çok kısıtlı. Kendi askerlerini gönderemeyeceğine göre, orada Özgür Suriye Ordusu
gibi örgütlere yardım ediliyor, ama onun
da ne kadar zayıf olduğunu gördük. ABD,
“oradaki savaşa karşı bir şey yapamıyoruz,
en azından IŞİD’e karşı bir şey yapalım” düşüncesiyle IŞİD üzerine endekslendi. Bunu
düşündüğümüzde PYD’nin önemi ortaya
çıkıyor. IŞİD’e karşı doğru dürüst savaşan bir
tek PYD var. PYD ve bazı Süni güçler yardımıyla IŞİD’e karşı mücadele veriliyor. Bunu
yaparken aynı zamanda Esad ile savaşmak
imkânsız hale geliyor. Dolayısıyla ABD, “illa
Esad’ın gitmesi lazım” fikrini rafa kaldırdı.
İlk yapmak istediği bu değil. ABD biraz da
koşullara bakıyor, ‘IŞİD’den kurtulalım, sonrasını sonra düşünelim’ mealinden her şeyi
geleceğe bırakıyor. Rusya için Esad rejiminin
kalması daha önemlidir. Bu, onlar için en
büyük bir amaçtır. Rusya ile ABD arasında
bir anlaşma olduğunu görmüyorum.
w
Yeter Polat
var; ama ABD için durum bunun
tam tersidir. ABD’nin orada belirgin bir amacı söz konusu değil, ne
yapacağını bilemiyoruz. ABD orada
Suriye’de tamamen tarafsız davranmaya çalışıyor ve tek istediği şey
bir an önce IŞİD’den kurtulmak tek
amacı. Amerika’nın bir plana ihtiyacı
olduğunu daha öncede söyledim.
rinin PYD’ye izin vereceklerini düşünmüyorum. Rusya şu an herkesin
kafasını karıştırmaya çalışıyor. Ben de PYD’nin yerinde olsam verilen
tüm destekleri alırdım. PYD’de de kendi durumunu güçlendirmeye
çalışıyor. PYD’nin çok fazla destekçisi olmadığı için herkes bir şekilde durumdan yararlanmaya çalışıyor. PYD ve Rusya asla aynı çizgide
olamaz” diyor.
BasHaber’in sorularını yanıtlayan Barkey, ABD’deki Cumhuriyetçi
adaylara “ileride Kürdler bağımsızlık mı, özerklik mi ilan etsin diye
sorsanız hiçbir fikir beyan edemezler, şu an Cumhuriyetçilerden ciddi
bir politika üretmelerini beklemenin gerçekçi olmadığını“ söylüyor.
w
CIA’nin üst düzey yöneticilerinden Graham Füller ile birlikte yazdığı
Türkiye’nin Kürd Sorunu (Turkey’s Kurdish Question) adlı kitapla dikkat
çeken Henri Barkey, Türkiye’nin Suriye’de olası bir kara harekatının
mümkün görünmediğine dikkat çekerek, Suriye’nin iddia edildiği gibi
ciddi bir bölgesel savaşın tuzağında olmadığını savunuyor.
Washington’daki düşünce kuruluşu Woodrow Wilson
Merkezi’nin Ortadoğu Program Direktörü Henri Barkey,
Rusya’nın uzun vadede PYD’ye destek vermeyeceğini ileri
sürdü. Esad rejimiyle PYD arasında ciddi farklılıkların
olduğunu ileri süren Barkey, “Esad-İran ve Rusya güçle-
Türkiye, YPG’ye karşı Suriye’nin
Cerablus bölgesine girer, Ruslarla ya da Suriye ordusuyla karşı
karşıya gelirse ABD ve NATO
buna nasıl bir tepki verir?
ABD, Türkiye’nin oraya girmesini
istemeyecektir. Türkiye’nin de böyle
bir şey yapacağını düşünmüyorum.
Burada çok büyük bir kriz çıkabilir.
Türkiye, kendi sınırları içerisinden
top atışıyla YPG’ye saldırıyor. Niye
kendi sınırlarından uçaklarla saldırmıyor? Çünkü korkuyor. Rusya’nın
kendi uçaklarını düşürmesinden kor-
kuyor. ABD gibi bir ülkenin desteğiyle
oraya operasyon yapması söz konusu
değil. Bu tamamen bir krize yol açar
ve Türkiye bunu çok iyi biliyor ve
yapmayacak. Türkiye bunu istemiş
olsaydı kendi hava kuvvetlerini kullanabilirdi, kullanmıyor.
borcu daha çok olacaktır. İleride
Kürdler bağımsızlık mı, özerklik mi
ilan etsin diye sorsanız Cumhuriyetçilerin bu konuda hiçbir fikri yok.
Şu an Cumhuriyetçilerden ciddi bir
politika üretmelerini beklemek bence
gerçekçi görünmüyor.
Son zamanlarda ABD’nin,
IŞİD sonrası Kürdleri yüzüstü
bırakabileceği endişesi belirdi.
ABD, KBY’de Kürdlere doğrudan
silah vermiyor, Bağdat üzerinden ilişki kuruyor. Rojava’ya
da sadece mühimmat veriyor.
Kürdlerin bağımsızlık referandumu tavrında da biraz soğuk
davranıyor gibi görünüyor. Sizce
zamanı geldiğinde ABD, geçmişte yaşandığı gibi Kürdleri Bağdat, Tahran, Şam ve Ankara’nın
insafına bırakır mı?
Bölgede yaşanan gelişmelerden
dolayı ABD, şu an için bağımsızlık
referandumunun çok akılcı olmadığını zamansız olduğunu düşünüyor olabilir. Ekonomik darboğazın yaşandığı
son dönemde Kürdistan’da bağımsızlığa gitmenin akılcı olmadığı ortada.
Eğer yarın Bağdat ile Erbil anlaşıp
ayrılırlarsa orada ABD’nin diyeceği bir
şey yoktur. ABD, orada halkların ve
hükümetlerin alacakları karara karşı
çıkmaz. Kürdistan’da ABD ve Türkiye
büyük yatırımlarda bulundular.
Kürdistan’ı bırakmak diye bir şey söz
konusu olamaz.
KBY’deki referandumdan bağımsızlık kararı çıkarsa, ABD bu
kararı nasıl karşılar?
Referandumun sonucunu biliyoruz.
Kürd halkı bağımsızlık isteyecektir.
Bu, gayet normal bir şeydir. Bundan kaçmamak gerekiyor. Diyelim
ki halkın yüzde 90’ı bağımsızlık
istedi, o sonucun çıkması hemen
bağımsızlığın çıkması anlamına
gelmiyor. Bağımsızlık öyle kolay bir
şey değildir. Bunun için bir şekilde
müzakereler yürütülmek zorundadır.
Bağdat ile ilişkiler söz konusu, orada
da çok sayıda Kürd yaşıyor. Referandumdan bağımsızlık çıktı diye şak
diye ayrılamazsınız. Referandumun
sonucu önemli değil. Referandumun
sonucunun nasıl tatbik edileceği
önemli; tatbikat 10 sene sürebilir bu
çok önemli değil, dolayısıyla ABD’nin
olumsuz bir tepki vereceğini düşünmüyorum.
2016 seçimlerine giren Cumhuriyetçi ve Demokrat aday
adaylarının tümü, Kürdlerin
IŞİD’e karşı kahramanlığını
övüyor, ‘doğrudan silah verelim’
diyorlar. Ancak Kürdlerin kendi
kaderini tayin etme hakkı söz
konusu olduğunda bu konuda
sessiz kalmayı tercih ediyor?
Kürdler ABD için sadece piyade
askeri olarak mı görülüyor?
Cumhuriyetçi adayların tamamına
Kürdistan’ın nerede olduğunu sorun,
hiçbiri size cevap veremez. ABD seçimlerinde çok farklı şeyler söylenebilir. Cumhuriyetçi adaylar Ortadoğu’yu
bilmiyor, onların söylediklerine kulak
vermemek lazım diye düşünüyorum.
Genel olarak IŞİD’e karşı PYD’nin iyi
savaştığını ve yardımcı olduğu biliniyor. PYD’ye karşı bir borç hissediliyor,
bunu kolay kolay unutmayacaktır
ABD. Hele hele yarın öbür gün Rakka
düşerse –ki Rakka’nın düşmesi PYD
ile PYD’nin yanındaki Suni güçlerle
olacaktır- ABD’nin PYD’ye karşı
KBY’de ciddi bir mali sıkıntı
var. Bağdat, Kürdlere karşı
bütçe kesintisini şantaj olarak
kullanıyor. Kürdlere sığınan 1
milyondan fazla sığınmacı var.
Kürdler, IŞİD’e karşı büyük bir
savaş sürdürüyor. Birçok batılı
siyasetçi ve fikir adamı, “Kahraman Kürdler Batı dünyasının
değerlerini koruyor” diyor.
Ancak para ve silaha ihtiyaçları
var. Memur ve Peşmerge maaşlarını ödeyemiyor. Batı sadece
güzel sözlerle övüyor. Bunu nasıl
değerlendiriyorsunuz?
Söylediklerinizde haklısınız, bir
söz var; konuşmak ucuzdur diye.
Fakat Avrupa’da da ciddi bir kriz söz
konusu. Ancak oralara neden yardım
götürülmediği kısmını ben de bilmiyorum. ABD, halen Irak’ın bir bütün
olduğunu düşündüğü için her şeyin
Bağdat’tan geçmesi gerektiğine inanıyor. Erbil’le de çalışıyor, Erbil’de konsolosluk var; ama direkt Peşmerge’ye
yardım etmiyor, Irak Hükümeti’nin
kurumsal kişiliğini zedeleyecek bir
şey yapmaktan korkuyor. Bir şekilde
yardım etmeye çalışıyor, o şüphesiz.
Yardım etmeyi sürdürüyor, ama daha
fazlasını yapar mı bilmiyorum. Herkes şu anda ABD’den yardım istiyor.
09
Nasıl gönüllü asimile
olunur?
ÖZTEKİN ÇAÇAN
Dedem 1913’te 30’lu yaşlarında
Diyarbekir’e yerleşirken diğer akrabaları Bitlis Hizan’da kalmış. Dedem
Diyarbekir’de bir türlü Türkçe’yi
öğrenemiyor. Zaten sokakta çalıştığı, hamallık yaptığı içinde gerek
duymuyor öğrenmeye.
Nenem için de durum pek farklı
değil. Nenem Bitlis’in merkezinden
muhacirlik katarına 1916’da sekiz
yaşındayken bir “kimsesiz” olarak katılıyor. Nenemin muhacirlik katarında sığındığı aile Bitlis yerlisi. Diyarbekir’de
olduğu gibi Bitlis merkezinde de özellikle evlerde pek
Kürdçe konuşulmaz. Dolayısıyla askeri hastanede çamaşırcılık yapan nenem de bir türlü Kürdçe öğrenemiyor.
Dedem Kürdçe’den başka dil konuşmazken, nenem de
Türkçe’den başka dil öğrenmiyor, öğrenemiyor anlayacağınız. Böyle bir evlilik nasıl yürür, nasıl ilerler diye sorabilirsiniz. Ama insanın insana mecburiyeti, çaresizliğin,
fukaralığın mecburiyetleri böyle bir evlilik de yaptırıyor.
Dedemin vefatından sonra 1960’lı yıllarda bir gün kapı
çalınıyor ve dede tarafından akrabalarımız Hizan’dan gelip
bize kavuşuyor.
Neredeyse tek kelime Türkçe bilmeyen akrabalar ile
neredeyse tek kelime Kürdçe bilmeyen akrabalar nasıl anlaşır. Bizim ev örneğinde bunu defalarca yaşadım. Herkes
utangaç, herkes mahcup. İlk selamlaşma anında gözler bir
türlü çakışmaz. Hele çocuklarda durum çok daha vahimdir. Çocuklar ne diyeceklerini nasıl konuşacaklarını nasıl
davranacaklarını bilemez. Analarının eteğinin dibinden
ayrılmazlar. Aynı ’kandan’ oldukları akraba çocuklarına
bir türlü kavuşamazlar.
Anlatmaya çalıştığımız konu sadece ailelerle sınırlı
olmayan şeyler de var tabi. Genel anlamda köylülük ve
kentlilik diye bileceğimiz var olma, yaşama biçimleri
Kürdler’de uzunca yıllar uyuşamadılar. Kentliler, köylüleri
“geri ve ilkel” bulurken, köylüler de kentlileri “yozlaşmış”
kabul ettiler. 70’li, 80’li yıllarda okumuş fazlaca Kürdçe
bilmeyen şehirli Kürdler köylü Kürdler’e göre genelde
daha baskın konumdadır. Psikolojik üstünlük onlardadır.
Ama 80’lerin sonu, 90’lar ve 2000’lerde durum değişir.
Siyasal Kürdlük toplum içerisinde yayıldıkça dilin önemi
yeniden keşfedilir. Bu defa köylü Kürdler şehirli ya da
Kürdçe bilmeyen Kürdleri beğenmez olur. Defalarca
“Diyarbekirli olup da nasıl Kürdçe bilmezsin” itirazı ile
karşılaştım. Bazen de Kürdçe bilenler kendi aralarında
grup dinamiği oluşturur, siz her türlü dışında kalırdınız.
Ama gün dönüp zaman değişmeye başlayınca. Üniversite
yıllarında bizlere dil üzerinden hava atıp bizi dışlayan
arkadaşlarımızın çoğu evlenip çoluk çocuğa karıştı. Ve maalesef “gönüllü asimilasyon” onlarda da başladı. Kürdçeyi
bir “varlık-yokluk” sebebi olarak gören bu arkadaşlarımız
çocuklarına Kürdçe öğretmediler. Birde köylerini terk
eden kent varoşlarına yerleşen “köy-kentlilerimiz” var
tabi. Onlarda da durum aynı; “gönüllü asimilasyon” devam ediyor ve yeni nesil Kürdçe bilmiyor.
Bugün büyük kent varoşlarına ya da Diyarbekir’de
herhangi bir sokağa girdiğinizde Kandil Dağı’na çıkmış
gibi olursunuz. Çocukların isimleri Beritan, Heval,
Botan’dır. Ama sadece 60 öğrencili ana dil okulumuz
ne tesadüf ki “21 Şubat Anadil günü”ne birkaç gün kala
kapatılmaktadır. Siyasal anlamda ciddi kıskançlıklarımız,
inadımız, direngenliğimiz olmasına rağmen dil, kültür vb
alanlarda aynı durumda değiliz. Devlet politikalarının
amacı ve hedefi belli. Ama artık bizler en azından evlerimizde “gönüllü asimilasyona” bir son vermeliyiz artık.
Çocuklarımıza dil öğretmeliyiz. Yoksa köyden gelen akrabalarımızla, kentli ve köy-kentli akrabalarımızın arasına
yeni mahcubiyetlere engel olamayız. Akraba çocuklarımızı
analarının dizinin dibinden alıp onlarla oyun oynayamayız.
Sonunda ben gibi bir şey çıkar ortaya ve ben kendimden
bu konularda hiç memnun değilim.
BasHaber
“Çoğulcu bir katılımla
anayasa yapılabilir”
Anayasa’nın bu şekilde yapılamayacağının
altını çizen HDP’li vekil, “bu konuda eğer
gerçekten bir Anayasa masası olacaksa, ya da
bu masa ile devam edilecekse bir dayatmadan vazgeçilmesi lazım. Bu masada bütün
taleplerin, özgürlüklerin, hakların, tartışılması gerekiyor. Sadece masanın tartışılması da yetmiyor, bu konunun önündeki
engellerin de açılması gerekiyor” dedi.
Kamuoyunun ve demokrasi güçlerinin bir
bütün olarak sürece dahil olması gerektiğini
“Dogmatik yaklaşımlarla da
bu iş çözülmez”
CHP’nin Anayasa yapım sürecinde olması
gerektiğini söyleyen ve CHP’yi Anayasa’nın
4 Maddesi üzerinden eleştiren Danış Beştaş,
“tabi, dogmatik yaklaşımlarla da bu iş çözülmez, ilk 4 maddeyi tartışmayız, sadece tek
idari sistemi tartışırız, diğer talepleri tartışmayız yaklaşımı da demokratik bir yaklaşım
değildir. Her şey tartışılır, ama neticede önemli
Ahmet İyimaya
“Yeni bir anayasa da çözmeyebilir”
Anayasa meselesinde iki önemli rezervlerinin olduğunun altını çizen Bülent Tezcan,
Anayasa’nın ilk 4 Maddesi’nin tartışılmasını
doğru bulmadıklarını ifade ederek, “bu ilkeleri
tartışmadan da yeni bir Anayasa yapılabilir”
dedi. Yeni bir Anayasa’nın da problemleri
çözemeyeceğini dile getiren Tezcan, sözlerini
şöyle sürdürdü: “Darbe hukuku ve onu tahkim
eden, temel hak ve özgürlükleri ortadan kaldıran, darbe kültürüyle yoğrulmuş bir hukuk
düzenini de temizlememiz gerekir. Yani,
Anayasa altı mevzuatı, yasaları da temizlememiz gerekir. Bu çerçevede de bir çalışmanın
prensipte bir karara bağlanması lazım diye
belirttik. Bu konuda yeterli karşılığı bulmayın-
Meral Danış Beştaş
Bülent Tezcan
Murat Özdemir
“Şu an erken seçimi gerektirecek bir
durum yok”
Yarı ‘Başkanlık Sistemi’nin de, konvansiyonel sistem ve ‘Başkanlık Sistemi’nin de
tartışılabileceğini söyleyen İyimaya, “tartışılması herhangi bir sistemin benimsenmesi
anlamına gelmiyor, sonuçta CHP istemediği
sistemi oy vermeyerek bloke edebilirdi. Bu
tavrıyla CHP engelleyemez. 330 parlamenter
yeni bir Anayasa için uzlaşırsa referanduma
gidilir. Erken seçime parlamento kararıyla
gidilebilir, şu an erken seçimi gerektirecek
bir durum yok” diyerek CHP’yi eleştirdi.
“Dört partinin olacağı bir mutabakat
güçlü olur”
Üç partinin sağlayacağı bir mutabakatın
4 partinin ortaya koyacağı mutabakat kadar
güçlü olamayacağını vurgulayan Ahmet
İyimaya, “ama 3 partinin sayısal toplamı
açısından mutabakat için yeter şarttır. 3
partinin sayısı yeni Anayasa yapmaya fazlasıyla yetiyor olsa da demokratik meşruiyet
bakımından ana muhalefet partisinin de katılması arzulanır, fakat cebren CHP’yi dâhil
edemeyiz. İşte demokrasi de budur” dedi.
“Hukukun tamamen bittiği
bir dönemi yaşıyoruz”
Soruşturmaların etkin bir şekilde yürütülmesini birilerinin istemediğini vurgulayan Eren, sözlerine şöyle devam etti:
“Gizlilik kararı almakla olayı unutturmak,
dosyayı sürüncemede bırakarak geçmişte
olduğu gibi faili meçhul dosyalar haline getirmek istiyorlar. Bu şekilde olayı kişiselleştirerek, olayın arkasındaki güçleri, ilişkileri,
devletin içindeki güçleri ile olayı yapanlar
arasındaki ilişkilerin ortaya çıkarılmasını
ur
d
.o
rg
“Gelin bir ay içinde çözelim, demiştik”
AKP dışındaki üç partinin de parlamenter
demokraside ısrar ettiğini vurgulayan Tezcan,
“eğer AKP bu ısrarından vazgeçmeyecekse
somut olarak geçen dönemde de dört siyasi
partinin mutabakatıyla kabul edilen 60 madde
var; yargı bağımsızlığını sağlayacak hükümleri de dâhil ederek gelin bir ay içerisinde bu
çalışmayı tamamlayalım diye teklif etmiştik ve
bu halen geçerlidir” şeklinde konuştu.
AKP’li İyimaya: Türkiye’de tek rejim
vardır, o da demokrasi
TBMM Anayasa Uzlaşma Komisyonu’nun
AKP’li üyesi Ahmet İyimaya da yeni Anayasa
konusunda yaptığı değerlendirmede şunları
dile getirdi: “Milletimiz 1886 yılından beri
bizzat Anayasa yapamadı. Ya bürokratlar
yaptı, ya askeri yönetimler yaptı, sivil siyaset
sadece yapılan anayasaları kısmen değiştirmekle yetindi. İlki 2011 yılında olmak, diğeri
de şimdi olmak üzere sadece 2 defa tümden
yeni anayasa yapılması kararı alındı, toplum
bu isteği diri tutuyor. Bu durumda 330’un
üzerindeki milletvekiliyle diğer partiler bir
Anayasa yapabilirler. Türkiye’de tek rejim
vardır, o da demokrasi. Hükümet sisteminin
farklı olması rejim değişikliği anlamına gelmez. Demokratik ülkelerdeki tüm hükümet
sistemleri demokratik rejimlerdir.
fotoğrafları ortaya çıktı. Ancak Başbakan
çıkıp ‘olayı gerçekleştirmeden yakalayamayız’ diyebiliyor.”
D
iyarbakır, Suruç ve Ankara, Sultan
Ahmet ve geçtiğimiz hafta yine
Ankara’daki patlamalar ile ilgili
verilen gizlilik kararı ve yayın yasakları
nedeniyle avukatlar dosyalara ulaşamıyor.
Dosyalar ‘5271 sayılı CMK’nin 153/2 maddesi (2) müdafinin dosya içeriğini inceleme
veya belgelerden örnek alma yetkisi, soruşturmanın amacını tehlikeye düşürebilecek
ise Cumhuriyet Savcısı’nın istemi üzerine
hâkim kararıyla kısıtlanabilir’ hükmü ile
gizlilik kararına bağlanıyor. 150’den fazla
kişinin yaşamını yitirdiği ve yüzlerce kişinin yaralandığı patlamalarla ilgili savcılık
soruşturmaları devam ediyor. Ancak, 4
patlamanın üzerinden aylar geçmesine
rağmen, dosyalara konulan gizlilik kararları
nedeniyle patlamalar, herkesin bildiği ‘sır’
olarak ortada duruyor.
5 Haziran’da Halkların Demokratik
Partisi’nin (HDP) Diyarbakır’da düzenlediği mitingde patlayan iki bomba sonucu
5 kişi yaşamını yitirmiş, onlarca kişi de
yaralanmıştı. Diyarbakır patlamasıyla
ilgili görülen davanın müdahil avukatlarından Serhat Eren, defalarca savcılığa
gittiklerini ve savcılığın da gizlilik kararı
olduğu gerekçesi ile kendilerine soruşturma süreci hakkında herhangi bir bilgi
vermediğini söyledi. Kanuna göre hiçbir
şekilde saklanamayacak olan belgelerin
tüm taleplere rağmen verilmediğini ifade
eden Eren, “Sadece gizliliğin devam ettiğini
söylüyorlar” dedi. Davayla ilgili nelerin
yazıldığını, kimlerin ifadesinin alındığını
bilmediklerini aktaran Eren, sözlerini şöyle
sürdürdü: “Tarafımıza bir bilgi verilmiyor.
Yasaya göre bilirkişi raporları, otopsi tutanağı yer gösterme tutanağı, ifadeler hiçbir
şekilde saklanamaz. Gizlilik kararı verilse
dahi bunlar gizlenemez. Biz buna yönelik
de dilekçe yazdık. Buna rağmen ulaşamıyoruz. Yasal olarak ulaşmamız gereken
bilgilere ulaşamıyoruz. Bu konularda etkili
bir soruşturma yapılmış olsaydı, faillerin
bulunması olayın ve arkasındaki güçlerin
ortaya çıkarılması konusunda biz devletin
iradesinin güçlü olduğunu söyleyebilirdik.”
ca bu çalışmanın devam edemeyeceği ortaya
çıktı, Meclis Başkanı da komisyonu dağıttı.”
ak
CHP’li Tezcan: Parlamenter rejim
devam etmeli
CHP Aydın Milletvekili Bülent Tezcan
ise, CHP’nin komisyonda tutumunu çok net
ifade ettiğini belirterek, parlamenter sistem
üzerine dayalı bir Anayasa’nın yapılması
gerektiğinin altını çizdi. Tezcan, şunları söyledi: “CHP olarak tutumumuzu çok net belli
ettik, parlamenter sistem üzerine dayalı bir
anayasa yapılması gerekir. Rejim değişikliği
tartışması şu an bir kişinin Başkanlık rejimi
üzerine, diktatörlüğünü kurma hesabı
üzerinden şekilleniyor, bunu doğru bulmuyoruz.” Komisyonun ismini eleştiren CHP’li
vekil, başından beri komisyonun ismine
‘Türkiye’yi Darbe Hukukundan Arındırma
Süreci ve Darbe Hukukundan Arındırma
Komisyonu’ diye baktıklarını söyledi. Anayasa masasında özellikle AKP ve Erdoğan’ın
bir planının olduğunu ifadesini kullanan
Tezcan, “komisyon bir yandan çalışacak,
diğer yandan Haziran ayında Başkanlık
rejimi için uygun konjonktür yakalanınca
komisyon dağıtılacak. Aynı senaryo 2 yıl
önce de tekrarlandı. Şimdi aynı filmi tekrar
oynatmak istiyorlar, aynı senaryoyu tekrar
yazmışlar, bizi de o senaryonun içinde figüran olarak kullanmaya çalışıyorlar” dedi.
11
Gizlilik kararı yeni katliamlar demek
rs
HDP’li Beştaş: AKP süreci bağlamak
istiyor
Anayasa Uzlaşma Komisyonu’nda HDP’yi
temsil eden Adana Milletvekili Meral Danış
Beştaş, Anayasa masasının dağıldığını, bu
konuda hem Başbakan’ın, hem de TBMM
Başkanı’nın ayrı ayrı çağrılarının olduğunu
söyledi. Masanın dağılmasının başlı başına
bir sorun olduğunu dile getiren Danış Beştaş, sözlerini şöyle sürdürdü: “Burada AKP
iktidarı ve Cumhurbaşkanı bu süreci tamamıyla kendisine bağlı yürütmek istiyor ve şu
an Türkiye’de yaşanan gelişmeler ‘Başkanlık
Sistemi’ni Anayasa’ya getirme isteminin yan
olguları. Hükümet yetkililerinin ve farklı
isimlerin bu konuda yapmış olduğu açıklamalar kamuoyunun bilgisi dâhilindedir.”
AKP’ye yakın medyanın ‘ya kaos ya Başkanlık’ şeklindeki manşetlerini de hatırlatan
Danış Beştaş, “bunların tümü halkı ‘Başkanlık Sistemi’ne ikna etme, aksi halde yaşanamaz koşullar yaratılacağına dair mesajlar
içeriyor” şeklinde konuştu.
“Kürd sorununun çözümü Anayasa masasındadır”
Anayasa yapım sürecinin tümüyle
Anayasa’ya aykırı oluğunu dile getiren ve bunun Anayasa’yı askıya almak anlamına geldiğini ifade eden HDP’li Beştaş, “dünyanın
hiçbir yönetiminde, ‘Başkanlık Sistemi’ de
dahil, hiç kimsenin sahip olmadığı yetkiler
kullanılıyor. Bu tabloyu, Anayasal yetkilerle
donatmak, mevcut durumu anayasal dayanağa kavuşturmak istiyor. Ama bu mevcut
durumda demokrasinin kırıntısı yok, hak ve
özgürlüklerin hiçbir esamesi okunmuyor,
tümüyle merkezi, tek insan yönetimine
dayanan bir krallık sistemi gibi aslında.
Gelecek günlerde bu istemi nasıl devam
ettirecekler, gerçekten bu konuda önemli bir
süreçteyiz” dedi. Bu konuda en önemli noktalardan birisinin Kürd sorununun çözümü,
devam eden savaş ve Türkiye’nin demokrasi
çıtasının gitgide artan düşüşü olduğunu
belirten Beştaş, tüm bunların çözümünün
Anayasa masası olduğuna dikkat çekti.
olan her kesimin söz hakkının, öneri hakkının, bu tartışma zemininde her yere ulaşma
hakkının ve herkesin masaya ulaşma hakkının
sağlanmasıdır” ifadelerini kullandı.
.a
eclis Başkanı İsmail Kahraman’ın
başkanlık ettiği Anayasa Uzlaşma
Komisyonu, ‘Başkanlık Sistemi’ tartışmalarıyla tıkanan 2011 yılındaki
Anayasa Uzlaşma Komisyonu’nun kaderini
yaşadı. Başkanlık tartışmalarının komisyona
getirilmesine tepki gösteren CHP masadan
kalktı. Komisyonun görev alanına ilişkin
maddesinin görüşmesi sırasında CHP’li üyeler, “İlk 4 maddenin değiştirilmemesi, darbe
hukukundan arındırılması ve parlamenter
sistemin esas kılınması” koşullarının yer
almasını istedi. Bu konuda MHP’li ve HDP’li
üyeler ‘Başkanlık Sistemi’ne karşı olduklarını, parlamenter sistemin güçlenmesinden
yana olduklarını vurguladı. AKP’li üyeler
ise “biz hükümet sistemi olarak ‘Başkanlık
Sistemi’ni önereceğiz. Bizim önereceğimiz
sistemi baştan devre dışı bırakmak doğru
olmayacaktır” dedi.
de ifade eden Danış Beştaş şunları söyledi:
“Temel taleplerimizden biri de buydu zaten,
şeffaf ve katılımcı bir yöntemle Anayasa
yapımının devam ettirilmesi ve yönetilmesi
gerekiyor. Hükümet ve Cumhurbaşkanı
ise tam aksi yönden bir kampanya yapıyor.
Ne istedikleri, hangi yöntemle yapmak
istediklerini söylüyorlar, ama masayı da bir
göstermelik masa olarak düşünüyorlarsa bu
konu gerçekten kabul edilemez bir durum.
Gelecek günlerde partiler durumlarını,
bakışlarını açıklayacaklar, hem CHP, hem
MHP, hem bizim; hem de hükümetin bu
konuda çağrısı var, ama hükümetin bu çağrısının içini doldurması gerekiyor.”
w
M
Rumet Serhat
HABER
22 Şubat - 28 Şubat 2016
Avukatlar:
Meclis Anayasa Uzlaşma Komisyonu 3. kez
sessizce toplandı, ancak gürültü ile dağıldı.
Yeni Anayasa için masaya oturan ve ömrü
uzun olmayan komisyon CHP’nin masadan
kalkmasıyla son buldu. HDP, CHP ve AKP’li
komisyon üyeleri, anayasa çalışmaları hakkında BasHaber’in sorularını yanıtladı.
w
Anayasa ‘masası’ da
kurulmadan dağıldı!
BasHaber
22 Şubat - 28 Şubat 2016
iv
ANAYASA
w
10
HDP’nin Diyarbakır’daki mitingi ile başlayan canlı bomba ve katliam girişimleri, Suruç,
Ankara, Sultan Ahmet ve yine Ankara ile devam etti. Dava dosyalarına bakan avukatlar soruşturmalara getirilen “gizlilik kararının” ellerini bağladığını ve bu tür katliamların devam
etmesine zemin hazırladığını söylüyor.
engelleyen bir tutumla karşı karşıyayız.
Dosya gizleniyor. Sadece devletin sorumluluğunu ortadan kaldıracak ve aynı zamanda
devletle ilişkisini koparacak bir mecrada
soruşturmayı yürütmek istiyor. Onun için
tüm bu dosyalar devletin sorumluluğunu
tamamen ortadan kaldıracak, ilişkilerin
ortaya çıkmasını engelleyecek bir mecraya sokup dosyalar ondan sonra önümüze
konacak. Hukukun tamamen bittiği bir
dönemi yaşıyoruz.”
Suruç Katliamı Davası
IŞİD’in saldırılarına maruz kalan
Kobanê’ye geçmek isteyen bir grup SGDF’li
genç, Kobanê’ye geçmek için Suruç’ta
Amara Kültür Merkezi’nde basın açıklaması yaptığı sırada meydana gelen patlama sonucu, 34 kişi hayatını kaybetmiş,
100’den fazla kişi de yaralanmıştı. Suruç
Katliamı’nın ardından başlatılan soruşturmaya Şanlıurfa 2. Sulh Ceza Hakimliği
tarafından gizlilik kararı getirilmişti.
Sezin Uçar: Katliamın yapılacağına
dair kanıtlar mevcut
Suruç Katliamı davası müdahil avukatlardan Sezin Uçar, Suruç Katliamı soruşturmasının, diğer katliam soruşturmaları
ile bağlantılı olduğunu söyledi. Yapılan
işlemlerin aynı olduğunu aktaran Uçar, faillerin bulunması ve katliamın aydınlatılması
yerine, daha çok katliam mağdurlarının,
yaralılarının gözaltına alındığı bir dönemi yaşadıklarını ifade etti. Davayla ilgili
taleplerinin şuana kadar karşılanmadığını
söyleyen Uçar, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Ankara Katliamı yaşanmadan önce failin
ailesine ulaşılıp faille ilgili bazı araştırmalar yapılmasını talep ettik. Olay yerinde
kimi incelemelerin yapılması gerektiğini,
kamera kayıtlarının incelenmesi gerektiğini
söyledik; maalesef bunların hiçbiri yapılmadı. Failin ailesine gidilmemesi neticesinde katliam yaşanmış oldu. Suruç ve Ankara
katliamlarının failleri kardeş ve daha önce
Adıyaman’da El Kaide’ye yönelik soruşturma kapsamında her ikisine yönelik işlem
yapılmış ve birbirleri ile bu suçu işleyeceklerine yönelik yapmış oldukları telefon
görüşmeleri dosya içerisinde mevcut.”
“Yeni katliamlara zemin”
Yeni katliamlara zemin yaratılmak
istendiğini ifade eden Uçar, şunları aktardı:
“Diyarbakır Katliamı’nın failleri yargılanmış olsaydı Suruç Katliamında 34 insan
hayatını kaybetmezdi. Suruç Katliamı
tüm boyutları ile soruşturulmuş olsaydı
Ankara Katliamı yaşanmazdı. Çok açık ki
soruşturmaları yürüten savcılar da bu suça
ortak olmuş pozisyonda, başka gerekçesi
olmaz. Failler devletin bilmediği kişiler
değil. Adıyaman soruşturmasında hepsinin
İlke Işık: Bütün bağlantılar
açığa çıkarılmalı
Ankara Katliamı davasının müdahil
avukatlarından İlke Işık da gizlilik kararına
tepki göstererek, “Gizlilik kararı ile birlikte,
biz de dosyada şuan neyi takip ediyorlar,
neyi inceliyorlar bilemiyoruz. Biz de basın
yolu ile bilgi sahibi oluyoruz. Birkaç temel
talebimiz var. Bu dosya sadece oradaki birkaç bombacı ile çözülemeyecek bir dosya.
Bütün bağlantıların açığa çıkarılmasını
istiyoruz. Benim çocuğum bombacı oldu
diye polise başvuran aileler varmış, yapılan
istihbaratlar varmış bunları hep sonradan
öğrendik” dedi. Katliamla ilgili tüm delillerin soruşturmaya dahil edilmesi gerektiğini ifade eden Işık, “Ancak bu yapılmıyor.
Buna dair dilekçeler de sunduk. Bu insanlar
nasıl bu kadar rahat dolaşıp, Ankara’ya
kadar gelebiliyorlar. Bunun araştırılması
gerekiyor. Ankara Valiliği, Ankara Emniyet
Müdürlüğü ve yetkililerin sorumluluğu var.
Bunların dahil edilmesini istiyoruz ancak
taleplerimiz karşılık bulmadı. Olay anında
gaz kullanımı durumu var. Ve bunun yaşanan facia ve katliamı ağırlaştırdığına ilişkin
tespitler var. Oraya polisler nasıl ve kimin
emriyle geldi, tüm bunların dosyaya dahil
edilmesini istiyoruz” şeklinde konuştu.
“Jet hızıyla gizlilik kararı”
Soruşturma dosyasına ilişkin tüm taleplerinin de reddedildiğini söyleyen Işık,
şuan için nasıl bir çalışma yürütüldüğünü
bilmediklerini aktardı. Katliama ilişkin hızlıca gizlilik kararının verildiğini de söyleyen
Işık, sözlerini şöyle sürdürdü: “Katliamdan
hemen sonra jet hızıyla verilen gizlilik
kararının kaldırılması için defalarca başvurduk.”
Otopsi raporu gibi diğer raporların da
kendilerine verilmediğini ve bu konuda da
defalarca talepte bulunduklarını ifade eden
Işık, “Şu anda onlarca müvekkilim var hayatını kaybetmiş olan ve müvekkillerimin
ölüm sebebinin ne olduğuna dair bilgi sahibi değilim. Tamamen hukuksuz bir şekilde
bunlar bize verilmiyor. Kamu çalışanları
dahil edilmiyor. Olay esnasında kullanılan
gaz, olayla ilgili olarak ele alınmıyor ve
dosyaya dahil edilmiyor. Gizlilik kararları
bu tür tüm toplumu ilgilendiren dosyalarda
yapılan ilk şey. Hiçbir işe yaramadığını bu
katliamlardan da anlayabiliyoruz. Reyhanlı, Diyarbakır, Suruç bunlar eğer tüm
boyutları ile araştırılmış olsaydı Ankara
Katliamı’na ilişkin bir şeyler bulunabilirdi”
diye konuştu.
HABER
Özcan Purçu:
Romanlar partiler
üstü bir mesele
Aydınlatılması Kürd
sorununun çözümüne bağlı
Diyarbakır Baro Başkanı Tahir Elçi
cinayeti soruşturma dosyasında bir
ört Ayaklı Minare’nin çatışilerlemenin olmadığına dikkat çeken
malarda zarar görmesini proAv. Neşet Girasun, soruşturmanın
testo etmek üzere minarenin Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı’nı
önünde gerçekleştirilen basın açıklaaşan bir boyutta olduğunu,
ması ardından çıkan silahlı kargaşaTürkiye’nin
demokratikleşmesiyle
da başından aldığı kurşunla yaşamını
aydınlanabileceğini,
aksi durumda
yitiren Diyarbakır Barosu Başkanı
faili meçhul olarak kalabileceğini
Tahir Elçi’nin soruşturmasında
belirtti.
Cinayetin aydınlatılması için
bir gelişme olmadığını vurgulayan
Uluslararası
Af Örgütü ‘Tahir Elçi için
Elçi’nin aile Avukatı Neşet Girasun,
Adalet!’
adıyla
bir kampanya başla“Henüz dosyada faili ortaya çıkarıp
bizi sonuca götürecek bir gelişme
tarak herkesi imzaya davet etti.
“Olay Diyarbakır Cumhuriyet
Başsavcılığı’nı aşıyor”
Savcılığın soruşturmayı bağımsız
yürütmekle yükümlü olduğunun
altını çizen Girasun, “Soruşturma
makamlarının faili ortaya çıkarmaya
istekli olduklarını düşünmüyorum.
Soruşturmada bir ilerleme yok ve bu
süreçte bu soruşturmanın aydınlatılabileceğini de düşünmüyorum.
Çünkü bu dosya Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı’nı aşan bir dosya
ve sadece onlar karar veremez diye
düşünüyorum” dedi. Elçi’nin öldürülmesinin bir milat
olduğunu belirten Girasun, “Elçi’nin ölümünden iki
saat sonra Sur’da, ardından da Cizre ve Silopi’de sokağa
çıkma yasakları başlatıldı ve o günden beri orda savaş
yaşanıyor. Bir savaş konsepti başlatıldı. Bu açıdan da bakıldığında, aslında Elçi’nin öldürülmesinin bu konseptten bağımsız olmadığını görebiliriz” diye belirtti.
Af Örgütü’nden ‘Tahir Elçi için Adalet!’
kampanyası
Öte yandan, Uluslar arası Af Örgütü, 28 Kasım 2015
tarihinde öldürülen Diyarbakır Baro Başkanı Tahir Elçi
cinayetinin aydınlatılması için ‘Tahir Elçi için Adalet!’ adıyla bir kampanya başlattı. Kampanyaya ilişkin
BasHaber’e konuşan Af Örgütü Türkiye Şubesi Kampanya ve Aktivizm Koordinatörü Ece Milli, ‘Tahir Elçi için
Adalet’ kampanyasını başlatmalarının sebebinin Elçi’nin
öldürülmesi olayıyla ile ilgili derhal etkin ve bağımsız bir
soruşturma yürütülmesi olduğunu, 11 Aralık’da başlattıkları bu eylemi Mayıs ayına kadar devam ettirmeyi
planladıklarını, şimdiye kadar 50 bine yakın imza topladıklarını ve kampanyaya katılmak isteyenlerin www.
acileylem.org.tr adresinden ulaşabileceğini belirtti.
Romanlar dünyada olduğu gibi Türkiye’de
de toplumsal piramidin en altında yaşayan,
en yoksul ve en çok dışlanan gruplarından.
Türkiye kamuoyunun çoğunlukla dışladığı,
mağduriyetlerine kayıtsız ve sesiz kaldığı
Romanlar, 1 Kasım 2015 seçimleri ile bir
ilk yaşadılar. Cumhuriyet tarihi boyunca ilk
kez bir Roman vekil olarak seçilen Özcan
Purçu, Roman vatandaşlar arasında büyük bir
coşkuyla karşılandı.
C
.o
rg
umhuriyet tarihi boyunca temsil
sorunu yaşayan ve varlıkları zaman
zaman kabul edilmeyen Kürdler,
Ermeniler, Süryaniler, Romanlar, Çerkezler,
Aleviler, Ezidiler vb birçok etnik grup, 1 Kasım 2015 seçimlerinde kısmi de olsa temsil
hakkını elde ettiler. Bu durum temsil sorununu çözemese de etnik yapıların mevcut
sorunlarının merkeze taşınmasında değerli
adımlar olarak görülmekte.
Romanlar dünyada olduğu gibi Türkiye’de
de toplumsal piramidin en altında yaşayan,
en yoksul ve en çok dışlanan gruplarından
biri. Türkiye kamuoyunun çoğunlukla
dışladığı, mağduriyetlerine kayıtsız ve sessiz
kaldığı Romanlar, 1 Kasım 2015 seçimleri ile
bir ilk yaşadılar. Cumhuriyet tarihi boyunca
ilk kez Meclis’e giren Roman vekil Özcan
Purçu, Roman vatandaşlar arasında büyük
bir coşkuyla karşılandı. TBMM Katip Üyesi
ve Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) İzmir
Milletvekili Özcan Purçu, Romanlarla ilgili
yaptığı çalışmaları, mevcut sorunları, çözüm
önerilerini ve 64. Hükümet Programı’nda
yer alan ‘Master Eylem Planı’nı BasHaber’e
değerlendirdi.
ur
d
ak
“Olayın aydınlatılması Kürd
sorununun çözümüne bağlı”
Elçi soruşturma dosyasının aydınlatılmasının aydınlık bir Türkiye için bir milat olabileceğine dikkat çeken
Girasun, “Kürd sorunun barışçıl yollarla çözülmesi için
bir kanal açabilir. Çünkü şöyle bir bağlantıda var sokağa
çıkma yasaklarının ilan edildiği yerlerde en aktif kişi
Tahir Elçi idi. Bölgede yaşanan sorunlarda ilk intikal
eden kamuoyu oluşturan ve basını bilgilendiren kişi
olması bir takım çevreleri rahatsız etmiş olabilir. Çünkü
Elçi’nin öldürülmesinin ardından uygulanan yasak ve
savaş konseptinde onun boşluğunu dolduran kimse çıkmadı. Bu cinayete belki bu açıdan da bakmak gerekiyor.
Bu süreçte Elçi’nin olmamasını istediler” diye konuştu.
Soruşturma dosyasındaki gelişmelerin Türkiye’deki
gidişata bağlı olduğunu vurgulayan Girasun, Türkiye’nin
mevcut savaş pozisyonunu terk edip demokratikleşmeye
doğru evrilmesi durumunda, Elçi cinayetiyle birlikte
tüm faili meçhul cinayetlerin aydınlatılabileceğini, aksi
durumda bu soruşturmanın yerinde sayacağını ve faili
meçhul olarak kalacağını söyledi.
13
Ercan Ekinci
iv
yok. Soruşturmanın ilerleyebilmesi
için dosyada şüpheli sıfatıyla ifadesi alınmış kişilerin
olması, bu kişilerin tespit edilip gözaltına alınması veya
tutuklanmış olması gerekiyor. Böyle bir durum söz konusu değil ve en önemli sıkıntı da bu” dedi.
Mahkemeden delil toplamak için talepte bulunduklarını söyleyen Girasun, talepleriyle ilgili hukuki prosedürün yerine getirilmediğini ve soruşturma dosyasına nasıl
bir işlem uygulandığı konusunda da taraflara her hangi
bir bilgi verilmediğini kaydetti. Soruşturma kapsamında
yoğun şüphe altında olduğu için özellikle bir polis memurunun tutuklanmasını istediklerini söyleyen Girasun, “Ancak bu polis memurunun sadece tanık sıfatıyla
ifadesi alındı ve herhangi bir işlem yapılmadı. Dosyadaki
incelemelerimize göre bahsi geçen polis memuru yoğun
şüphe adlında olan biriydi. Eldeki delillere göre failin
sözkonusu polis olduğu konusunda güçlü işaretler var,
çünkü o sokakta 28 polis vardı ve büyük bir ihtimalle
onlardan biridir” dedi. Olayda kaç silahın kullanıldığına
ilişkin Amerika’ya görüntü gönderdiklerini söyleyen
Girasun, “Analiz için Amerika’ya gönderdiğimiz görüntülerden amaç kaç farklı silahın kullanıldığı kaç atışın
yapıldığına dair net bir bilgi elde etmekti” dedi. Yapılan
sıradan bir açıklamada çok sayıda polisin ve kameranın
olmasının da olağandışı olduğunu vurgulayan Girasun,
“O kadar polisin orda olması ilginç. Küçücük bir sokağa
Emniyet, İstihbarat ve Güvenlik Şube’den bir çok kişi ve
kamera vardı. MİT’in gizli kamerası da orda kayıtta olabilir. Devlet, emniyet, savcılık dahil bütün soruşturma
makamları bir bütün isterse bu soruşturmayı aydınlatabilirler. Ama kanaatimizce cinayet aydınlatılmak
istenmiyor” diye kaydetti.
rs
D
Reyhan Akgün
.a
Bugün birçok meselenin Cumhuriyetle birlikte bir sorun haline
gelerek kronikleşmesinin temel
sepeblerinden biri çok dilli, çok
kültürlü, çok dinli ve çok etnisiteli
bir imparatorluktan monist bir ulus
devlete evrilmesi sonucu meydana
gelen yapılanmanın ve anlayışın
ilerleyen zamanlarda bazı konularda düzelmeyerek bir çocukluk
hastalığı olarak devam edip günümüze kadar gelmesidir.
Bunu gerçekleştirmek için müesses nizam, önce
ideolojik araçları kullanmış, bunun yetmediği ve işlemediği yerde ise askeri araçları devreye sokmuştur. Devlet
düzeni bu amaçları gerçekleştirmeye uygun biçimde
yapılandırılmış, birçok kurum buna göre dizayn edilmiştir. Bu yapılanmadan etkilenen kurumların başında ise
siyaset kurumu gelmektedir. Bu nedenle siyaset kurumu
sorun çözücü olmaktan ziyade bizatihi kendisi hep
sorunlu olmuştur.
Milliyetçi partiler, Cumhuriyetin kuruluşuyla başlayan, 1930’lu yılların tekçi, devletçi, merkeziyetçi devlet
politikalarıyla şekillenerek, merkezi otoritenin Kürdler
başta olmak üzere tüm halklar için tekçi bir dil, kültür ve
idare sistemini aynen benimsemiş ve 21. Yüzyılda bu politikalarını hala sürdürmek istemektedir. Bu gün eskiye
nazaran biraz yumuşamış olmakla beraber süregelen bu
politika Kürdlerin inkarına dayalı, Türkiye’de yaşayan
herkesi Türk sayan, bütün farklılıkları teke indirgeyen
bir yaklaşım ve politikadır. Her ne kadar dünyadaki
gelişmeler, Türkiye’deki değişimler ve Kürd hareketinin
verdiği mücadele sonucu bu tartışma kısmen aşılmış
olsa bile bu politikada ısrar etmeye devam eden parti ve
grupların varlığı biliniyor. Bu çizgi Türkiye’deki Türkçü
ve milliyetçi damarı temsil etmesi bakımından dikkatle
izlenmesi gereken eğilim olmaya devam ediyor.
Türkiye’de yapılan yanlış uygulamalar, oluşan
kamplaşmaların kurumlara yansıması, 13 yıllık hükümet
döneminde, yürütme gücü olarak iktidarın toplumsal
sosyolojiden ziyade siyasal beklentilerini baz alarak yasa
yapma ve yönetme isteği ülkenin önemli sorunlarını bir
türlü çözüme kavuşturamayarak sistemi tıkama noktasına getirmiş; yapılan yolsuzluk, usulsuzluk ve rüşvet
olaylarıyla siyaset iyice kirlenmiş ve itibar kaybetmiş;
bürokrasi lehine yaşanan iktidar kayması vesayetçiliği
bizat iktidarın kendisi tarafından yürütür hale getirmiştir. Bu çerçeveden bakıldığında, on üç yıllık AKP
iktidarının bütün bu olumsuzluklara rağmen alternatifsiz
hegemonik bir güç haline gelmesi, devleti ele geçirerek
otoriterleşmeye başlaması, Kürd meselesinde tekarar
güvenlikçi politikalara dönmesi toplumun çeşitli kesimlerince kaygıyla izlenmektedir. Tam da böyle bir süreçte
bütün halkların katılımı ve birlikteliğyle ortaya çıkmış
olan HDP toplum için yeni bir umut ışığı olmuşken 1
Kasım’da ortaya çıkan sonuç bu tabloyu bir nebzede olsa
sarsmıştır.
Türkiye’nin en önemli sorunu Kürd sorunu olduğu
herkesin malumu. İktidarın Kürd sorununu getirdiği
nokta için, kısa bir açıklama ve örnek yeterli olacaktır
sanırım. Günlerdir kasabalar, ilçeler, il merkezleri
muhasara altıda. Anayasa “Temel haklar ancak yasayla
sınırlandırılabilir’ diyor. Oysa Silvan’da, Cizre’de,
Yüksekova’da, Varto’da, Sur’da, Lice’de vb birçok yer
tank topla kuşatıldı, çoluk çocuk denmeden sivil halk
ateş altında kaldı baskıya maruz kaldı. Bundan halkın
seçilmiş temsilcileri bile paylarını aldı.
Kendi vatandaşına hakaret eden bir devlet, kendi
insanlarını tehdit eden bir ordu kendisini korumakla
mükellefken kendi insanlarına hakaret eden bir polis
gücü insanlarını, vatandaşlarını bir arada mı tutar, yoksa
onları böler mi? Zaten yaşalarından dolayı aidiyet bağı
zayıflamış olan insanların bağlılıklarını bu yaşananlar
kökünden söküp atmaz mı?
ROMANLAR
BasHaber
22 Şubat - 28 Şubat 2016
13
SÖYLEŞİ
Amnesty’den ‘Tahir elçi için Adalet!’
w
AHMET ÖZER
22 SÖYLEŞİ
Şubat - 28 Şubat12
2016
w
Türkiye’nin kronik
sorunları ve çözümü
BasHaber
w
12
“Romanlar karar alma
süreçlerinde de yer almalı”
Türkiye’de Roman hakları konusunda
uzun yıllar çalıştığını belirten CHP İzmir
Milletvekili Özcan Purçu, Romanların dernekleşmesi, ulusal ve uluslararası düzeyde
temsil edilmesinde büyük çaba sarf ettiğini
söyledi. TBMM çatısı altında Romanlarla
ilgili çalışmalarına devam etmesinden ve
ilk Roman vekil olmasından dolayı mutluluk duyduğunu belirten Purçu, “CHP
İzmir Milletvekili olmam, özellikle Roman
vatandaşlarımızın sorunlarının görünür
kılınması açısından çok önemli bir adımdır.
Ardından 26. Yasama Dönemi’nde TBMM
Başkanlık Divanı Katip Üyesi seçilmem
büyük bir sevinçle karşılandı. TBMM’de ilk
ve tek Roman vekil olarak bulunuyor olmam
aynı zamanda büyük bir sorumluluğu
beraberinde getiriyor. Görevimi sorumluluk
bilinciyle yapmaya gayret ediyorum” dedi.
Roman vatandaşların yanı sıra ezilen, dışlanan, ötekileştirilen herkesin sesi olacağını
kaydeden Purçu, “niceliksel anlamda temsiliyet yeterliliğinden söz edemeyiz. Atılması
gereken çok adım var. Romanların sadece
parlamentoda değil karar alma süreçlerinin
her kademesinde yer almaları sağlanmalı”
şeklinde konuştu.
“Romanlar en temel
haklardan mahrumlar…”
Romanların en temel insan haklarından mahrum kaldığını dile getiren CHP’li
vekil, içlerinden gelen biri olduğunu ve bu
sorunların beklemeye, ötelemeye gelmeyecek kadar acil bir öneme sahip olduğunu vurguladı. Mevcut sorunların acilen
çözülmesi gerektiğinden hareketle girişimlerde bulunduğunu aktaran Özcan Purçu,
konuşmasını şöyle sürdürdü: “Telefonum 24
saat susmuyor. Cezaevinden yazanlar, maddi
destek isteyenler, ilaç parasını ödeyemediği
için eczaneye kimlik bırakmak zorunda
kalanlar, ‘oğlumu madde bağımlılığından
kurtarın’ diyenler… Sadece İzmir’den değil
Türkiye’nin her yerinden talep geliyor. Bu
taleplerin başında işsizlik, barınma, sosyal
yardımlardan yararlanamama geliyor. İnsanlar en çok iş bulmam için arıyor, günübirlik
çözülmesi gereken sorunları iletiyor.”
“Ayrımcılığa maruz kalmak
Romanlar için başat sorun”
Roman vatandaşların barınma gibi büyük
bir problemlerinin olduğuna dikkat çeken
Purçu, Romanların hayatın birçok alanında
ayrımcılığa maruz kaldığını ve yok sayıldığını belirtti. Romanların hala çadır ve barakalarda kapısız, penceresiz, kar kış demeden
ayakta kalmaya çalıştıklarını belirten Özcan
Purçu, ekmek götürecek evi olmayan, bugünü ve yarını olmayan vatandaşların olduğunu kaydetti. Purçu konuşmasının devamında, “eğitimde fırsat eşitliğinin olmaması,
okul terki, çalışmak zorunda bırakılan okul
çağı çocukları, erken evlilikler, ekonomiksosyal-kültürel imkanlardan mahrumiyet,
kentsel dönüşüm sorunların başında geliyor.
Dışlanmak, ayrımcılığa maruz kalmak, yok
sayılmak Romanlar için başat sorun… Önce
bakış açısının değişmesi gerek, Roman mahallelerinde kentsel felaket diyebileceğimiz
dönüşüm projeleri değil yerinde dönüşüm
projelerine ihtiyaç var. Hükümetin bir türlü
atmadığı adımları atması gerekiyor. Masa
başından takiple, sözde açılımlarla, samimi
olmayan söylemlerle sorunlar çözülmez”
dedi.
“Eğitim, istihdam ve iskan öncelikli”
64. Hükümet Planı’nda yer alan “başta
eğitim, istihdam ve iskân sorunları olmak
üzere Roman vatandaşların sorunlarının çözümüne hız verilmesi ve her türlü ayrımcılık
zemininin ortadan kaldırılması” vaadini
de değerlendiren CHP Milletvekili Purçu,
Romanların sorununu çözmek için samimi
olmak, tarafları dinlemek, sorunları yerinde
tespit etmek, farklı seslere açık olmak ve
sorunu siyasallaştırmadan çözülmesi gerektiğini söyledi. Roman meselesinin temel ve
partiler üstü bir mesele olduğunu vurgulayan CHP’li Vekil, sözlerini şöyle sonlandırdı:
“TBMM Genel Kurul’da söyledim, Roman
meselesi partiler üstü bir konudur ve tüm
partilere görev düşmektedir. TBMM’de
AKP grup, muhalefetin her öneriye ret
oyu kullanıyor, çözüm sunamadıkları gibi
çözüm içeren önerileri de dikkate almıyor.
Kendine yakın olanlardan fikir almak, plan
ve projeler için taraflı davranmak sorunun
çözülmeyeceğini açıkça ortaya koyuyor. En
temel insan hakları ihlallerinin yaşandığı
günümüzde, en temel insan haklarından
mahrum bırakılan Roman vatandaşlarımızın
sorunlarına hükümetin çözüm bulacağına
inanmak mümkün değil.
14
SÜRYANİLER
BasHaber
22 SÖYLEŞİ
Şubat - 28 Şubat14
2016
Zilfa’nın hikayelerinden
‘Devrimci meslek’ hastalığı
Ceset kokusu bastıran İncir Ağacı
Yayın Yönetmeni - Sorumlu Yazı İşleri Müdürü:
Faysal Dağlı
Yayın Koordinatörü: Yeter Polat
Haber Merkezi: Mustafa Turan, Mehmet Emin
Kan, Mehmet Salih Batırhan, Çimen Gümüş,
Adem Özgür
Mardin’e yerleşme
Nurgül Çelebi, roman kahramanı Zilfa’yı
yakından tanımak ve yaşadığı yerleri
gözlemlemek için Mardin’e giderek Süryani köylerini gezmiş, insanlarla tanışıp
sohbetler etmiş, sofralarına misafir olup
mutluluklarına, hüzünlerine ortak olmuş:
“Mardin ziyaretim Süryanilerle aramda
müthiş bir duygusal bağ oluşturdu. Ben de
İmtiyaz Sahibi: Basnews Medya Ltd. Şti. adına
Faysal Dağlı
Sahibi: Botan Tahsin
Hukuk Danışmanı: Av. Sennur Baybuğa
Görsel Yönetmen: Alp Tekin Babaç,
Hüseyin Ünal
bir Süryani torunuydum. Zilfa’ya bir vefa
borcu olarak onun kültürünü ve anadilini
yaşatmam gerektiğine karar vermem de
bu zaman zarfında gerçekleşti. Bunun için
Mardin Artuklu Üniversitesi bünyesinde
açılan Süryanice kursuna kaydoldum ve
Mardin’e yerleştim. Bu durum hayatım
için önemli bir dönüm noktası oldu. Kursa
yazılmamın ardından Süryani Dili ve
Kültürü Ana Bilim Dalı bünyesinde yüksek
lisans programı açılınca burada akademik
kariyerimin de ilk adımını atmış oldum.
Ruhsal yeniden keşfimin başat mertebesine eriştiğim dönemdi. Mardin’in birçok
kadim halka ev sahipliği yapmış olması ve
bunun ortaya çıkardığı mistik havası da
ayrı bir büyü kattı bu serüvenime.”
Ceset kokusuna çare: İncir Ağaçları
Memleketi Kerboran veya Süryanice
ismiyle Kfar Boran’ın, Seyfo’nun en kanlı
biçimiyle yaşandığı yerlerden biri olduğuTel: +90 212 243 27 60
Fax: +90 212 243 27 79
E-mail: turkce@basnews.com
www.basnews.com
Meşelik Sk. No:22 D/3 Beyoğlu/İST
Baskı: İhlas Matbaası-Yenibosna/İST
BasHaber/BasNûçe Gazetesi’nde yayınlanan haber, yazı ve fotoğrafların her türlü telif hakkı Basnews Medya Limited Şirketi’ne aittir.
1
Çaçan Amedi
.o
rg
9 Aralık 2000 yılında Türkiye cezaevlerinde yapılan ve çok sayıda
tutuklunun yaşamını yitirmesine
neden olan “Hayata dönüş operasyonlarıyla“ amaçlanan olmadı ve
operasyonlarda mağdur olan insanlar
bugün aramızda yaşamaya, yaşamak
için direnmeye devam ediyorlar. Ölü
statüsünde serbest bırakılanlar da
Wernicke - Korsakoff (WK) sendromuna yakalanmış durumda. Ya da
WK olmamışsa bile durumu onlar
kadar ağırlaşmış insanlar aramızda
yaşıyor, hayatı paylaşıyorlar. WK gibi
ağır hastalık altında bile üretenler var.
WK’liler arasında Esmahan Ekinci,
İdris yiğit gibi yazarlar ve Birtan Güven gibi ressamlar da var.
Bu yazımızda Refik ve Ömer Ünal
kardeşlerden ve dayanışma evinden,
evde kalan diğer direnişçilerden söz
edeceğiz. Ardından WK hastaları ve
eski mahkûmlarla dayanışma ağından
ve özelde WK’li hastalarla ilgili çalışmalara değineceğiz.
Az önce cümle içerisinde ve “insan”
yerine kullandığımız “varlık“ sözcüğü
zihninizi bulandırmasın. Refik Ünal’ın
sık kullandığı bir kelime. Refik’in bu
kelimeyi oldukça tutarlı bir kullanma biçimi var ve kendisi dâhil bütün
insanları “varlık“ olarak adlandırıyor.
Kendilerine operasyon sürecinde ‘yokluk’ dayatılan, “öldüler artık” diyerek
cezaevinden tahliye edilen ama bugün
var olan bir insanın kullanabileceği
en güzel kelime sizce de “varlık“ değil
mi? Sağmalcılar Cezaevi’nde 2000
yılında su bile içemez hale gelmiş ’Refik
varlık.’ Refik arkadaşlarının bulduğu bir
yöntemle vücut derisinin sürekli ıslak
tutulmasıyla yani deriden su alarak
yaşatılabilmiş bir süre. Refik bugün
bütün heybetiyle yaşıyor. Hayatta
kalabiliyor ama cezaevinden çıktıktan
ur
d
ak
iv
rs
.a
ti. Hastalık süreci ve hastanelerde geçirdiğim yıpratıcı dönem zarfında yaşadığım
ruhsal çöküntüler, buhranlar hayata bakış
açımı değiştirdi. Şunu çok iyi anladım ki
acı çekmeden, ateşin içinden geçmeden
pişmek mümkün değildi. Ben de bunu
yaşadım. Hamdım, ateşe düştüm, piştim.
Hayat felsefem varoluşumu, var edilişimi sorgulamaya başladığım an itibariyle
değişti. Artık salt yaşayan ve kendisine
sunulan ya da dayatılan kadere razı gelen
bir Nurgül yoktu.”
“Asli görevim ötekileri anlatmak”
Yazarken okuyucunun bilmediği, duymadığı bir konuya değinmek, onlardan
gizlenmiş tarihsel olaylara yer vermek,
hatta hiç karşılaşmadıkları farklı kültürlere
dair bilgiler sunmak istediğini, ezilmiş,
ötekileştirilmiş, yadırganmış, yok sayılmış,
katledilmiş halkları tanımalarına vesile olmak okurlarına vermek istediği en önemli
şey olduğunu belirten Yazar Nurgül Çelebi,
kulaktan dolma bilgiler kadar varlıklarından haberdar olunan veya hiç haberdar
olunamayan halkların varlığı ve etnik,
kültürel farklılıkları konusunda farkındalık
yaratmanın kendisinin asli görevi olduğunu söylüyor.
Çelebi, yeni romanıyla ilgili de şunları
ifade ediyor: “Yeni romanımda bir Ezdi ve
bir Arap Nusayri karakterlerine yer verdim.
Ancak bunu yaparken onlarla oturup kalkmadan, onlarla vakit geçirmeden hiçbir şekilde adım atmadım. Okuyanlara mümkün
olduğunca saf bilgi sunmak ve yazdıklarımı özümsemeleri için yol göstermek
istedim. Sanırım bunda da başarılı oldum.
Ancak her şeyden öte okuyanlara aşkı
sunmaya çalıştım. Zira aşk, sevgi ve gerçek
önyargıları ortadan kaldırmaya yetecek en
güçlü silahlardır. Keza bu topraklar yaratıcı
tohumları yeşertecek en bereketli topraklardı.“
Mardin’de yaklaşık dört yıl kalıp
İstanbul’a geri döndüğümde artık eski
Nurgül olmadığını söyleuyen yazar, yüreği
ve ruhunun Mardin’in sarı hüznüne hapsolduğunu söylüyor: “Bu yüzden hasretle
geri dönüşlerim oldu ve olmaya devam
ediyor. Artık Mardin olmadan bir yaşam
düşünmem mümkün değil, olmayacak da.”
w
“Hamdım, ateşe düştüm, piştim”
Kendini tanıma sürecini yazma istemiyle
başlayan yazma eyleminin gün geçtikçe
geliştiğini ve ete kemiğe büründüğünü
belirten Çelebi şöyle devam ediyor: “Yazma hevesim beni etkinliklere katılmaya
itti. Bundan dolayı Milliyet Gazetesi’nin
Türkiye genelinde düzenlediği ‘Onur
Güvener Öykü Yarışması’na katıldım ve
ödülle onurlandırıldıktan sonra kitap yazıp
yayımlama kararı aldım. Çünkü edebiyatın artık hayatımın ta kendisi olduğunu
görüyordum. Yine de çalkantılı süreçler
de oldu. Henüz kendimi bulamadığımı
düşünüp duruyordum. Bir yerlere savrulup
duran ruh halim zaman zaman kendi olma
yolumdan sapmama neden oldu. Bu yüzden tekrar başladığım üniversite yıllarımda
yazma eylemini rafa kaldırdım. Üniversite
üçüncü sınıfa yaşadığım sağlık sorunları ve
geçirdiğim ameliyatlar, benliğimi bulma
yolculuğumda beni en çok etkileyen süreç-
Yazar Nurgül Çelebi, geçirdiği rahatsızlıktan dolayı eve kapanmak zorunda kalır. Bu arada büyük babaannesi
Zilfa’nın hayat hikâyesini duyar ve
‘İncir Ağacı’ roman serisini yazmaya
koyulur. Süryanilerin maruz kaldığı
Seyfo’yu ve dönemin Süryani yaşamına ışık tutar. 400 kişinin öldürüldüğü
bir Süryani köyünde ceset kokularına
çare olması için ekilen incir ağaçları
romanın ana konusu olmuş.
w
uh sağlığının bozulması ardından
üniversite öğrenimini de yarıda bırakıp eve kapandıktan sonra ruhsal bir
hesaplaşmaya giren Yazar Nurgül Çelebi, bu
kapanma sürecinde insani bencil kalıplarını
kırıp, aslında kendisinin de bir parçası olduğu diğerlerinin hikayelerine, acılarına ortak
olma dürtüsü gelişiyor. Yazma serüveninin
bu eve hapsolma süreci ile büyük bir ivme
kazandığını ve bu sürecin kendisi için büyük
bir birikime vesile olduğunu dile getiren Çelebi, hiçbir zaman girmeye cesaret edemediği
iç dünyasının kapılarını aralamaya ve orada
bulunan zihinsel zenginliği üst benliğine
giydirmeye neden olduğunu söylüyor: “Yaşadığım travma ve sağlık sorunları beni eve
mahkûm etmişti. Üniversiteyi bırakmak zorunda kaldım. Dolayısıyla kendimle baş başa
kaldığım en uzun süre önümde uzanıyordu.
Yalnızlaşmayla ruh dünyam değişti, gelişti.
Bu değişimler içimde bir yerlerde hapsolmuş
üzeri örtülmüş diğer Nurgül ile tanıştım.
Bencil yanım törpülenirken insancıl yanım
güçlenmişti. Belki de bu yüzden artık
çevremdeki insanların acılarını da görmeye
ve hissettiklerini anlamaya başlamıştım.
Süryani olan büyük babaannem Zilfa’nın,
Seyfo’da (Sürynai Katliamı) yaşadığı büyük
acıya duyarsız kalamadım. Böylece onun
hayat hikâyesinin arkasından gitmeye karar
verdim. Ve hikâyem böylece başlamış oldu.“
Wernicke - Korsakoff’un
‘varlıkları’ yaşıyor
nu anımsatan Nurgül Çelebi, kitap serisine
verdiği ‘İncir Ağacı’ isminin oldukça hassas
bir konuya gönderme niteliği taşıdığını,
büyüklerinden dinlediği acı hikâyelerin
kendisini etkilediğini ama onu en çok
etkileyen olayın ise yaklaşık 400 kişinin
yaşadığı bir Süryani köyünün tüm sakinlerinin bir gecede öldürülmesi, cesetlerinin
verilmemesi, günler süren çabalar sonunda
verilen cesetlerinin gömülmesine rağmen
etrafa ceset kokusunun yayılması ve bu
kokuyu gidermesi için ekilen incir ağaçları
hikayesi olduğunu söylüyor: “Acının boyutunu anlamam konusunda beni dürten
bir metaya dönüşmüştü İncir Ağaçları.
Böylece kökleri altında yatan yaklaşık 400
Süryani’nin ruhuyla beslenen incir ağaçları, yazdığım roman serisine de adını vermiş
oldu. Yazdıklarımı Seyfo’da öldürülen ve
mezarlarının başında incir ağaçları dikilen
binlerce Süryani’nin anısına adadım. Onların ruhuna üflenecek en ufak bir duada
dahi etkim olursa ne mutlu bana.”
w
R
Gültekin Çelik
YAŞAM
BasHaber
22 Şubat - 28 Şubat 2016
15
SÖYLEŞİ
2000 yılında Türkiye cezaevlerinde
yapılan “Hayata dönüş operasyonları“
sırasında yaşananlarla nasıl yüzleşilir? Devam eden mahkemeler nasıl
sonuçlanır bilinmez ama operasyonun esas mağdurları olan direnişçiler “saflardaki” yerlerini koruyor,
Wernicke - Korsakoff sendromuna
kapılanlar rahatsızlıklarına “devrimci
meslek hastalığı” deyip yaşamak için
direnmeye devam ediyorlar.
sonra yardım almadan yürüyemiyor,
yemek yiyemiyor. Ölüm orucu sonrası
tedavi sürecinde yapılan olumlu müdahalelere bağlıyor bugünkü yaşamını.
Direniş sonrası yaşanan müdahalelerde
özellikle B1 vitamini takviye edilmediği
için birçok direnişçinin WK hastası
olduğunu belirtiyor.
Refik sağlığını yeniden kazanmasında Çapa Tıp Fakültesi’nin, dayanışmanın önemine vurgu yapıyor ama
ruh sağlığını yakalaması konusunda
felsefeyi de es geçmiyor: “Kendimi
yeniden felsefeyle kurdum, hafızamı felsefeyle yeniden kazandım,
toplumla iletişimimi onun üzerinden
geliştirdim.” Düzenli olarak takip
ettiği Özgür Üniversite’nin felsefe
seminerlerinin yaşamındaki önemini anlatıyor. Refik’e biraz takılmak
istiyorum. ‘Türkiye’den bugünkü
koşullarda filozof çıkar mı?’ diye soruyorum. Cevap çok net “çıkar” diyor
ve çok iyi takip ettiği bir isim veriyor.
Ben ’çıkmaz’ diyorum ama o diretiyor
’çıkacak’ diyor. Refik’in aktüaliteyi,
gündemi ve felsefeyi çok iyi takip
ettiği her halinden belli oluyor.
Sözün burasında lafa karışan ve
WK’den muzdarip olan Refik Ünal’ın
kardeşi Ömer ise kendini yaşama
bağlayan temel faktörün internet ve
facebook olduğunu belirtiyor. Direniş
dönemi sonrasında uzun süre kendine
gelemeyen Ömer şimdilerde pek evden
çıkamıyor. Koltuk değnekleriyle yürümeye çalışıyor ve çoğunlukla bilgisayar
başında, hafızası ve yaşamıyla ilişki
tazeliyor. Cezaevi sonrası ilk dönemlerinde kendisini sürekli dışarıdan
gören olayları ve mekânları dışarıdan
algılayan psikolojik nörolojik durum
yaşamış. Özne bunalımına girmiş. Kendisini hep dışarıdan algılamış. Durumunu anlamaya çalışan nörologlar bu
durumuna nörolojik, psikologlar tanılar
koymuşlar. Kimi uzmanlar ise ikisini
birleştirip nöro-psikolojik demişler.
Ömer bu durumlarını aşıp kendini
bulduğu, içindeki özneyi keşfettiğinde
ise belki de en doğru tanımlama ortaya
çıkmış. Sonuca “mucize” demişler.
2000 ve 2001 direnişçilerinden örnekler
veriyor Ömer. İsmail Hakkı Sadıç’tan
söz ediyor. Bu arkadaşımız yaşamdan
koptuğu anlarda kolundan “iki kıl çeker
ve onu ölmediği konusunda ikna ederdik” diyor. Günnaz Kuruçay’ın ise uzun
süre ‘var mıyız/yok muyuz’ sorusu ile
cebelleştiğini anlatıyor.
Yukarıda okuduğunuz sohbeti yapmak için geçtiğimiz hafta WK hastaları
ve eski mahkûmlarla dayanışma ağının
WK hastaları ve diğer direnişçiler için
oluşturduğu dayanışma evini ziyaret
ediyorum. Dayanışma evinde düzenli
olarak dört kişi yaşıyor. Sohbet sırasında salonun ortasında duran sehpa
koltuklara doğru biraz daha yaklaştırılıp üzerine bir tabak börek birkaç
tabak bisküvi indiriliyor. Refik ve diğer
’varlıklarla’ sohbet bitmiş ama o kadar
insana aslında yetmeyecek bisküviler
ve börekler bitmemişti. Siyasi anlayışım hayat görüşüm birçok noktada
uyuşmasa bile devrimcilere en çok da
bu yüzden saygı duyuyorum. Onlar
son lokmayı diğer yoldaşlarına kalsın
diye tabağa terk eder. Bu devam durum
ettiği sürece bu ülkede onların da hiç
bitmeyeceğini görüyorum.
Wernicke-Korsakoff sendromu
1887 yılında Rus psikiyatr S. Korsakoff ve 1900
yılında Nöroloji Uzmanı
Carl Wernicke tarafından, hastalar üzerindeki
klinik-patolojik gözlemlere
dayanılarak tanımlanan
bir hastalıktır. Aşırı alkol
tüketimi (alkolizm) veya
açlık nedeni ile meydana
gelen tiyamin (B1 vitamini
eksikliği) hafıza kaybı gibi
beden işlevlerinde düzensizlik durumudur. Bu hastalarda Demans’a benzer
bulgular görülmekte, uzun
süreli belleğe yönelik ciddi
problemler yaşanmaktadır. Cezaevlerinde ölüm
orucuna, uzun süreli açlık
grevlerine girenlerde sık
görülen bir hastalıktır.
15
Ölümü boşa düşürmeliyiz
SENNUR BAYBUĞA
Bizi içine alan helezonik dalganın
orta yerinde debelenmeye devam ettiğimiz bir haftayı daha geride bıraktık.
Bir kadının, bir başka kadının ölü
beden fotoğrafını büyüterek meclis
kürsüsünden paylaşmasının üzerinden
de bir hafta geçti, inadına, hesap
soracağız, mutlaka soracağız, o güzel
günler geri gelecek ‘ünlem’li işaret ettiğimiz cümlelerin tümünün üzerinden
de henüz on dakika geçti.
Tek tek ölen, öldürülen, infaz edilen, tecavüz edilen,
bomba ile parçalanan insanların fotoğraflarını görüyorum.
Fotoğraflarını, ona sorulmadan ortaya dökülen mahremiyetlerini ve aslında bunun insana değil bir davaya ‘hizmet
etmekten’ başka amacının olmadığını hepinizin bildiği
paylaşımlarınızı görüyorum. Her kalem oynatışınızda,
aslında isimlerinin bile olmayacağını biliyorum. Mor bir iç
çamaşırından başka bize hiçbir şeyini bırakmayan o kız çocuğunu ve o meclisteki fotoğrafı bu ülkedeki siyaset hayatıma
ne olduğu ile ilgili sorulan her soruya cevap olarak bilincimin
bir yerinde saklı tutacağım, bana bu oldu...
Felaket filmlerini düşünüyorum. Bütün dünyayı yok
eden bir lanetli kötülük, bir doğal felaket, bir canavarlaşmış
insan tipi çıkar ortaya. Sonra bir kahraman çıkar belki de bir
avuç sıradan insan kahramanlaşır sonrasında filmin. Ya da
film tümden o felaket üzerine kurulur, örümcekli ormanlar,
kurumuş ağaçlar, balçık tarlaları, doğmayan güneş, gri bir
çöl. İnsanların ve insanlığımızı terketmenin sonuçları olarak
kimi bize bir ders vermek için çekilmiş bu filmlerin çoğunun
sonunda bir şey olur; birden filmin sonuna doğru, onca
kötülükten ve felaketten sonra, kumların, balçıkların, doğmayan güneşlerin ortasında o sonsuz lanetlenmiş insanların
canlıların içinden birden küçük bir yeşillik parçası filizlenir,
ya da bir çocuk doğar. Bu geleceğe verilen mesajla film
‘mutlu sona’ ya da bence ‘umuda’ bağlanır ve her felaketin
çıkarılan dersleri çıkarıldıktan sonra, ölümlerden, yok olmalardan, büyük acılardan sonra bir filize, bir yeni doğuma bağlanabileceği ve hayatın oradan tekrar yeniden üretilebileceği
duygusu, düşüncesi bize verilir. Ancak öyle bir son bizi rahat
uyutur yatağımızda o gece belki.
Ve şimdi, aylardır bu coğrafyanın her yanını kaplayan
bu griliğin ve herkesin alışarak bu renkle güne başladığı
zamanlarda, her şeyden önce ufkumuzu değiştirerek bizden
çalınmaya çalışılan o güneşi tekrar ışıtmanın yolu var.
Cümlelerini ünlemle bitiren bütün duygudaşlarım, kimi aynı
şeylere üzüldüğüm dostlarım, kimi git gide artık tahammülümün kalmadığı eski yol arkadaşlarım, bizi içine alan bu kara
delikten çıkmazsak bir daha asla yeni bir doğum olmayacak
bu topraklarda biliyorsunuz değil mi.
Savaşın bir siyaset olmadığını, savaşın sadece insanı, canlıyı, binalarımızı, anılarımızı yok eden bir felaket olmadığını,
savaşın aynı zamanda dilimizi, gülen gözlerimizi, kelimelerimizi ve doğurma yetimizi de yok eden bir felaket olduğunu
görüyor musunuz?
Ve savaşın en az iki taraf arasında olduğunu görüyor
musunuz, aslında yöntem olarak savunulan savaşın sadece
kazanan tarafı ile ilgilendiğinizi görüyor musunuz. Savaşın
bir siyaset biçimi olmadığını gerçekten görüyor musunuz.
Sözünüzün aslında bittiğini, umut vaadedemediğinizi, yeni
bir şey inşa etmekten ne kadar uzak olduğunuzu, o nedenle
ölümün aslında hepiniz için bir intihar seçimi olduğunu, o
silahlarla, silah kullanarak yaptığınız her şeyin ama her şeyin
aslında bir intihar olduğunu, kimin kimi önce öldürdüğünün
artık git gide önemini hepiniz için de yitirdiğini görüyor
musunuz?
Sokaklarda hayatı savunduğumuz zaman, bu saldırılara
hep beraber ölerek değil, başka türlü karşı çıkmanın yolunu bulduğumuz ve gülümseyerek birbirimize anlatmaya
başladığımız zaman, silahlarımızı bırakıp ellerimizde ışıklı
fenerlerle, gerekirse öldürülmeyi de seçtiğimiz zaman, biz bu
savaşın bir tarafı olmayacağız. Yeniden filizlenen dile, hayata, hayatta ısrara dair ne varsa tümüne merhaba demek için,
öldürmeyi bırakalım, unuttuğumuz bütün güzel cümleleri
tekrar kurmak için, haydi.
16
SİNEMA
BasHaber
22 SÖYLEŞİ
Şubat - 28 Şubat16
2016
Diyarbakır bombası iki bacağını almıştı
Lisa film çekmeye devam edecek
ur
d
.o
rg
Tedaviden sonra sinema
Diyarbakır’da bacaklarını kaybettiği
patlamaya dair bir film yapmak istediğini
belirten Lisa, kendi öyküsü dahil olmak üzere patlamada hayatını kaybeden ve yaralanan insanların öykülerini çekecek. Tedaviye
odaklandığını ve sonra bütünüyle sinemaya
yoğunlaşacağını sözlerine ekleyen Lisa,
yapacağı projede kendisini de anlatacağını
belirterek, “Bende halkın bir parçasıydım ve
bunu yaşamak zorunda kaldım. Bir bedel de
ben ödedim. Elbette kendimi de anlatacağım. Eğer her şey yolunda giderse bu projede kendimi de ve kendim gibi diğerlerini de
anlatacağım” dedi.
‘Kısa filmimde de kendim gibi Kürd
çocuklarını anlattım’
İki yıl önce çektiği kısa 20 dakikalık filmin
montajının hala bitmediğini ifade eden
Lisa, Zimanê Çiya isimli bu kısa filmi asimilasyon ve Kürdçe üzerindeki yasaklara vurgu
yaparak çekmiş. Kısa filminde bir çocuğun
annesine ve tüm köye rağmen Türkçe öğrenmeme ısrarını anlatan Lisa, bu hikayede
bir parça kendisi ve tüm Kürd çocuklarını
anlattığını belirterek, “Benim gibi bir sürü
Kürd çocuğu var, okula giderken Türkçeyi öğrenen. Bize zorla Kürdçe düşünmek
yerine Türkçe düşünmek öğretildi. Bende
kendimce sorunun kaynağını göstermek
istedim” dedi.
.a
rs
iv
ak
ilgi duymaya başlayan Lisa, daha sonra
bu enstrümana konu olan filmlere merak
salarak bir süre sonra kendisini sinema dünyasında bulur. En büyük hayali Kürd kadınlarının öykülerinden oluşan Kürdçe uzun
metrajlı film yapmak olan Lisa’nın patlama
sonrası değişen hayatının yanında hayallerinin önceliği de değişir. Ve çok istediği kadın
öyküleri filminin yerini patlamada kendisiyle beraber yaralanan insanların öyküsü alır.
Lisa’nın tedaviden sonra ilk fırsatta yapmak
istediği şey, kendisi ve yanında yaralananların öykülerini sinemaya taşımak. Hayallerine ulaşmak için her yolu deneyeceğini
ve bacaklarının kopmuş olmasının kendisine engel olmayacağını söyleyen Lisa, bir
yandan da bölgede süren savaş ortamında
böyle bir çalışmanın önceliği olamayacağını
belirterek, “savaş olmazsa yaparım. Ama şu
an Kürdistan coğrafyası savaş içinde. Ve bu
durumda hayallerimizi, sinemayı pek düşünemiyoruz” diyor. Ailede iki bacağı kopmuş
tek kişi Lisa değil. 1997 yılında Lisa’nın
abisinin ayakları da karda donduktan sonra
kangrene dönüşüyor ve kesiliyor. Lisa 18 yıl
sonra abisinin kaderini paylaşıyor.
w
Patlamada yaralananların tümünün
tedavisi yapıldı
Ortadoğu Sinema Akademisi’nin yoğun
talep üzerine Lisa ve patlamada yaralanan
7 arkadaşı için başlatılan “Birbirimizin eli
ayağı olalım” kampanyası sonucu diğer 7
kişinin tedavisi yapılırken, daha uzun
soluklu bir tedavi gereken Lisa’nın
tedavisi Almanya’da devam edecek.
Kampanya ile 7 kişinin tedavileri
sağlanırken, Lisa için gerekli olan
140 bin liranın bir kısmı da tamamlandı. Geriye kalan kısmının ise
Almanya’da kendisine destek olan
kurum ayarlayacak. 25 gündür
Almanya’da olan ve tedavisi bitene kadar orada kalacak olan
Lisa, şu anda sadece tedaviye
odaklandığını söylüyor.
w
iyarbakır ‘da 7 Haziran seçimlerine
2 gün kala HDP’nin düzenlediği mitingde patlayan bombalar 5 kişinin
ölümüne 400 kişinin de ağır yaralanmasına
neden olmuştu. O patlamalarda genç yönetmen Lisa Çalan da bacaklarını yitirdi. Lisa
Çalan, protez bacak ameliyatı için şu anda
Almanya’da gün sayıyor. Lisa her durumda
film çekmeye devam edeceğini bir köşede
oturup beklemeyeceğini söylüyor.
Bir süre önce tedavi için Almanya’nın
Göttingen kentine giden Lisa, bir yıllık bir
tedavi sonrası yeni bacaklarına kavuşacak.
Henüz 28 yaşında iken iki bacağından
olan Lisa, maruz kaldığı bombalı saldırıda
yarım kalan hayalleri de bu protez bacaklar ile yeniden vücut bulacak. Patlama
sonrası ilk ameliyatı Dicle Üniversitesi Tıp
Fakültesi’nde ikinci ameliyatı ise Memoriol
Hastanesi’nde gerçekleşen Lisa, tedavisine
Almanya’da devam edecek. Her gün iki saat
protez alıştırması yapan genç sinemacının
bir yıl sonra protez tedavisi bitecek ve film
çekmeye devam edecek.
5 yıllık sinema hayatında bir kısa filme
imza atan ve çok sayıda uzun metrajlı film,
belgesel ve dizi projesinde yer alan Lisa’nın
sinema aşkı önce çaldığı otantik enstrüman
Erbane ile başlıyor. Erbane ile film müziklerine
Diyarbakır’da HDP’nin seçim mitingine düzenlenen bobmalı saldırıda iki bacağını kaybeden
sinemacı Lisa Çalan, Almanya’da protez tedavisi bittikten sonra hayallerine kaldığı yerden
devam edecek. İki uzun metrajlı film projesi olan Lisa, “İki bacağımı kaybettim diye oturmayacağım. Daha çok mücadele edeceğim. Çünkü engel insanın kafasında, beynindedir. Engel iki
bacağında, kollarında ve gözlerinde değildir. Beyninde engel olanlar bizi bu hale soktu” dedi.
w
D
Çimen Gümüş
Yaşadıkları sinemaya yansıyacak
Uğradığı saldırı ardından umutsuzluğa
yenik düşmediğini aksine bir kadının ne kadar güçlü olabileceğini kendinde gördüğünü
belirten Lisa, yaşadıklarının ardından yenilendiğini ve iradesinin sağlamlaştığını ifade
ederek, “Kendi gücümün farkına vardım. Bir
kadın hakikaten güçlü olabiliyor, bacakları
olmasa da güçlü durabiliyor” diyor. Patlama
sonrası ayakta durmasını sağlayan çok büyük bir dayanışma ile karşılaştığını belirten
Lisa, “Bu da perspektif olarak sinemaya
yansıyacaktır. Bende, hayata ve sinemaya
bakışımda değişiklikler oldu. Filmlerimi
çekmeye başlayınca bunu göreceğim” diyor.
‘Her şeyi hatırlıyorum’
HDP’nin büyük seçim mitingine katılan
ve mitingden ayrılırken yanaştığı bomba döşeli çay ocağının önünde ilerleyemez. Büyük
bir heyecanla katıldığı mitingden başka bir
program için erken ayrılmanın verdiği hüznü içinde kalabalık arasında ilerlerken bir
anda patlamanın olmasıyla birkaç dakikalık
bir baygınlık geçirir ve sonra kendine gelir.
Patlamanın olduğu anı hiç unutmadığını
belirten Lisa, o günü şöyle anlatıyor: “Gözlerimi açtığımda her yer kan içindeydi ve
insanlar koşuşturuyordu. Başta ne olduğunu
anlayamadım. Sonra durumu fark ettim.
Yaralı olduğumu gördüm ama bacaklarımın
koptuğunu düşünmedim. Kırık olabileceğini düşündüm. Sonra bakınca ikisi de yoktu.
Çok sayıda yaralı vardı ama hepsi ayaktaydı.
En ağırlarından biri de bendim. Hastaneye
gitmemiz uzun sürdü. Çabuk gidelim diye
bağırıyordum. Polis saldırıyor ilerleyemiyoruz dediklerini hatırlıyorum. Baştan sona
her şeyi hatırlıyorum. Bilincim yerindeydi
ve hiçbir şey aklımdan gitmedi. Hastaneye
vardık ve gözlerimi açtığımda iki bacağımda
yoktu.”
‘Her patlamayı içimde hissettim’
Lisa’nın bacaklarını kaybettiği Diyarbakır patlamasının ardından Suruç’ta bir
Ankara’da iki defa bombalar patladı. Çok
sayıda insanın sakat kaldığı patlamalarla
ilgili Lisa, şunları söylüyor: “Ben her patlama sonrası yaşananları hissedebiliyorum.
Bu korkunç bir şey ve sürekli kabus olacak
bir şey. Hayatım boyunca böyle bir travmayı
yaşayacağımı biliyorum. Korkunç bir duygu
bu ve zihnin en derinine işliyor. Bu nedenle
sonraki patlamaların fotolarına hiç bakmasam da oradaki durumu yaşadım. İçinde
hissettim. Hatta bu patlamalarda uzuvlarını
kaybedenlerle görüşmek istedim. Yaşadığım
için nasıl bir acı olduğunu biliyorum. İlk
fırsatta hepsiyle tek tek konuşmak istiyorum. 9 aylık bir tecrübem var ve elimden
geldiğince bununla nasıl başa çıkılabileceğini anlatmak istedim. Hiçbirini tanımıyorum
ama hepsi kardeşim.”
‘Kafasında engel olanlar bizi bu hale getirdi’
Patlamanın ardından iki bacağı kopan ve hayatı değişen
28 yaşındaki sinema yönetmeni Lisa, şöyle devam ediyor:
“En çok hesap sorması gereken biz kadınlarız. Bunu illa
elimize silah alarak veya savaşarak yapmamız gerekmiyor. Sinemayla, yazıyla, resimle savaşmanın bin bir
yolu var. Her kadın kendi farkındalığını ortaya koyarsa,
dayanışma sergilerse herkesten de hesap sorulabilinir.
Ben bu hakkı kendimde görüyorum. Bunu hayal ediyorum.
İki bacağımı kaybettim diye kös kös yerimde oturmayacağım. Daha çok mücadele edeceğim. Çünkü engel insanın
kafasındadır. Beynindedir. İki bacağında, kollarında ve gözlerinde değildir. Beyninde engel olanlar bizi bu hale soktu.
Ankara ve Suruç patlamasının nedeni de bu. Bir mitingde,
yani şenlik alanında bacaklarımızı ve kollarımızı kaybettik.”
Download