BU SAYIDA Osman OKTAY 9 EYLÜL'den Bu Yana Zaferlere Susamıştık Bizler savaş görmemiş, zaferlerin içinde yaşamamış bir nesjliz. Bir düş manın yakasından tutarak yere vur­ manın, alnından kurşunlamanın lez­ zetine erememişiz. Türk'ün bugüne dek en son savaşı olan İstiklâl Sa­ vaşını görmemiz bile kısmet olmadı. Bir kısmımızın babası o savaşta cephenin içindeydi, bir kısmımızın babası da o sıralarda çocukluk yıl­ larını yaşıyor, babalarının düşma­ na karşı galip gelmeleri için dua edi yordu. Elli kusur yıl öncesi Anadolu düş­ man çizmeleri altında çiğneniyor; ninelerimiz, kızlarımız, kızanlarımız ve bütün varlığımız en ağır haka­ retlere uğruyordu. «Haçlı Ruhu» ga­ zaba gelmiş, Türk Ruhu'nu sindir­ meye, yok etmeye çalışıyordu. Ama bir silkiniş, bir titreyişle, «Titreyip kendine dönüşle» o günleri üzerimiz­ den atmasını bilmişiz. Anadolu'daki en son düşman kalıntısı Yunan pa­ likaryalarını 9 Eylül 1922'de İzmir'­ de denize dökmüşüz. «Bir daha ba­ şımıza belâ olmasını diye. Şimdi 1922'lerden 1970'lere, 74'lere gelmişiz. Geçen yıllar Yunan'la bizi birbirimize yaklaştıramamış; hiçbir zaman dost ve hele hele «Kardeş» 2 .yapamamış. 9 Eylül 1922'de İzmir'­ de denize döktüğümüz Yunan pali­ karyaları 52 yıl sonra yine 9 Ey­ lül'e yakın bir zamanda Akdeniz'de su yüzüne çıktılar. Yâni onlar bi­ zim alın yazımız.. İstesek de söküp atamayız; atsak da, elli yıl sonra, yüz yıl sonra bir yerde karşımıza çıkarlar. Bize antrenman vermek, bize savaşçılığımızı unutturmamak, askerimizi daha başka tehlikeler için hazır bulundurmak ve milletimi­ zin kaynaşmasına yardımcı olmak için. Allah nasıl Türk'ü azgın, boz­ guncu milletleri hizaya sokmak için yaratmışsa, Yunan'ı da Türk'ün tat­ bikat çalışmalarına yardımcı olma­ sı için yaratmış. İşte bizim neslimiz de yine Yu­ nanlı sayesinde savaş görmüş, sa vaşm içinde kısmen de olsa yaşa­ mış ve bütün bir millet olarak za­ ferin tadına daha yakından ermiş oldu. Türk gençliği olarak hepimiz savaşın içinde, cephede olamadık. Ama ya kardeşimiz, ya arkadaşı­ mız, ya da çok iyi tanıdığımız biri bu savaşın içinde yaşadı, düşmana kurşun sıktı, öldürdü, esir aldı, ga­ zi oldu, ya da şehit oldu. Kısacası bu bizim için sadece bir tatbikat ol­ duğu için topyekûn savaşa katıl­ madık. Şimdi vazifeli olanlar kendi­ lerine düşeni yaptılar. Daha sonra da bizler, bizden sonrakiler bu işi yapacağız ve bu böyle sürüp gide­ cek. Bugün cephede karşımıza çıkan, bize silâh çeken düşman Yunan'dır, yarın bir başkası olabilir. Ama Türk için savaş bayramdır, düğündür : Bir sevgiyle coşarız biz, Hem coşar hem taşarız biz Savaşlar düğündür bize; Düşmanlardan yılmayız biz. Bu ses şimdinin bir sesi değildir. Bu ses tarihin derinliklerinden, bu pes beş bin şu kadar yıllık bir ma­ ziden gelir. Yeryüzünün tanıdığı en cesur ve en faziletli millet olan asil Türk Milleti hep bu duyguyla yaşa­ mış, zaferler kazanmış, destanlar yazmıştır. Türk, bu duyguyla, bu anlayışla cihana hâkim olmuştur ve yine bu duyguyla, bu anlayışla bü­ yük olacaktır. İlimde, teknikte ileri milletler se­ viyesinin en ön safına geçmiş bir millet olarak kendimizi göstermemiz şarttır. Bu bizim ülkümüzdür. An­ cak biz hiçbir zaman haksızlığa ta bammül edememişizdir ve edemeyiz de. İlerlememiz, büyümemiz ancak haklarımız geriye verildiği taktirde olur. Eğer hakkımız verilmiyor ve üstelik başkaları tarafından yokedil mek isteniyorsak işte cevabımız bu dur : SAVAŞ!... Artık ondan sonrasını göze alabi­ len varsa beri gelsin, 9 Eylül 1922 den 9 Eylül 1974'e ve gelecek 9 Eylül'lere selâm olsun. YARIŞMA : Bu sayımızda «Gele­ nek ve Göreneklerin Millet Hayatı'ndaki Önemi» konulu yarışmamı­ zın birincisini bulacaksınız. Yeni konumuz : KIBRIS ZAFERİ­ NİN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ. Bu konuya ait yazılarınızı 15 Ekim' e kadar bekliyoruz. İKİNCİ YILI BİTİRDİK Kıymetli Ülküdaşlarımız; Elinizde bulunan bu 24. sayısı ile BOZKURT Der­ gisi ikinci yılını doldur­ muş bulunuyor. Sizlerin büyük desteği ile dergi­ miz üçüncü yılına daha doyurucu girebilmek için hazırlıklarını tamamlamış tır. Daha nice yıllara yine sizin desteğinizle ulaşa­ cağımız inancındayız. BOZ KURT'a gösterilen ilgiden dolayı bütün ülküdaşlarımıza, bütün okuyucuları­ mıza teşekkür etmeyi borç biliriz. BOZKURT DERGİSİ Milletlerin Kardeşliği Üzerine Sadi SOMUNCUOĞLU Son yıllarda en çok kullanılan kelimelerden biri de şüphesiz, «Kardeşlik» tir. Bilhassa siyasetle uğra­ şanların sığındığı bir kelime haline gelince, anlamını da yitirmeğe başladı. «Halkların kardeşliği», «40 Mil­ yonun kardeş yapılması» gibi sloganlarla, milletin iltifatını toplamaya veya gerçek niyetlerini sempatik kelimelerin arkasına saklamağa çalışanların sayısı az değil. Kıbrıs harekâtı sırasında da, bilhassa yet­ kili ağızlarda, bol bol kullanılan kelime yire kar­ deşlik oldu. «Türk - Rum kardeşliği» «Türklerle Rumların kardeşçe yaşama isteği» gibi misâlleri hatırlıyoruz. Kardeşliğin mânâsı nedir? Biz Türkler kimlere kardeş deriz? Dilimizde benzetme, kıyaslama gibi hallerinin dışmda kardeşliğin üç şekli vardır : 1. Ay­ nı ana ve babadan gelenlerin kardeşliği 2. Kan kar­ deşliği. (İki kişinin kanlarını karıştırıp yalayarak yaptıkları kardeşlik) 3. Din kardeşliği. Bu üç an­ lamın dışmda kardeş kelimesi daima «Gibi», «Kader» sıfatıyla birlikte kullanılmıştır. Meselâ : «Ahmet ba­ na kardeşim gibi (Kadar) yakındır. Bunların dışın­ da bir kardeşlik şekli tanımıyoruz. Fertler arasmdaki kardeşlik münasebeti gibi mületlerarasındaki kardeşliklerden de bahsetmek gerekir. Bunları da iki gurupta toplamak müm­ kündür. 1. Aynı ırk kökünden gelen milletlerin kar­ deşliği 2. Müslüman milletlerin kardeşliği. Bunlara ait pek çok örnekler vermek mümkündür. Aynı ırk köküne bağlı milletler derken, Türk Milleti'nde oldu­ ğu gibi, milletin esir yaşayan bölümlerinin kardeşli­ ğini kastedmiyoruz. Meselâ : Azerbeycan'da yaşayan Türklerle (Bir gün müstakil devlet kursalar) devlet­ lerimiz kardeş olur, ama milletlerimiz kardeş ola­ maz. Çünkü aynı milletteniz. Bir şey kendi kendisinin kardeşi olamaz. Buradaki kastımız millet tarifinin dışmda kalmakla beraber aynı ırktan gelenlerle ilgi­ lidir. Bir örnek verelim : Macarlar kendilerini Türk­ lerle aynı ırki köke bağlarlar. Bundan dolayı da Macar ilim ve fikir adamları Türkler'i kardeş say­ mışlardır. Bunun gibi. İslâmi inanca göre müslümanlar birbirlerinin kardeşidirler. O halde Müslüman olan Türk Milleti'nin bütünü ile diğer Müslüman olan Milletler arasında inanca bağlı bir kardeşlik anlayışı kültürümüzde mevcuttur. Gerek insanların kardeşliği gerekse milletlerin kardeşliği konusunda iki esas unsurun bulunduğunu görüyoruz. Bunlar : 1. Irki unsur. Kan kardeşliği de bu anlayışa uygundur. 2. Manevî unsur. İnanç unsuru. Bu iki unsurdan birini ihtiva etmeyen hallerde kar­ deşlikten bahsedilemez. Bahsedildiği takdirde, ya ke­ limeyi yanlış yerde kulanmış, veya meramımızı yanlış anlatmış veyahut da, işin içinde bir kötü niyetle ha­ reket etmiş, bunun için kasıtlı olarak bu kelimeyi seçmiş oluruz. Hangi şekliyle olursa olun kelimeler kendi karşılıklarında kullanılmazlarsa, zamanla mâ­ nâlarını yitireceklerinden ölürler. Kelimelerin ölümü­ ne kadar geçen süre içinde de dilde anarşi doğar. Dildeki anarşi ise düşünce hayatmı ve millî kültürü tahrip eder. Bütün bunlardan sonra diyebiliriz ki, çeşitli ide­ oloji sahiplerinin kullandıkları «Halkların kardeşliği», «Türklerle Yunanlıların kardeş olduğu» gibi hiçbir gerçek mânâ ifade etmemektedirler. «Halkların kar­ deşliği» tamamen Marksizme uygun bir tabirdir. Türk kültüründe, Türk düşüncesinde böyle bir anlayışın tarihin hiçbir devrinde yeri yoktur. Bugün ise Türk Milleti'ne, beynelmilel komünizm tarafından hazırla­ nan tuzağın bir çengelinden ibaret olarak yerli komünistlerce kullanılmaktadır. Her milletin kendi millî çıkarlarını her şeyin üstünde tutma hali zirve nokta­ sında bulunmaktadır. Katı gerçek budur. Yunanlılarla Türklerin kardeşliği de aynı, «Halk­ ların kardeşliği» gibi bir uydurmacadan ibarettir. Türk Milletiyle Yunan Milleti'nin ne ırkî bağları, ne de manevi - inanç bağları vardır. Aksine hafızalarda bütün dehşetiyle yaşayan karşılıklı düşmanlıkları ve kinleri vardır. Kurtuluş savaşı sırasında toprakları­ mıza saldıran Yunanistan hem vatanımızı işgal et­ miş hem de, masum insanları okullara, camilere dol­ durarak yakmıştır. Bu vahşetin temelinde Türk düş­ manlığının yattığını, mevkii ne olursa olsun kimse, kimseden gizleyemez. Şimdi aynı barbarlık Kıbrıs Türkleri'ne karşı uygulanmaktadır. Türk vatanına göz dikmiş bulunan Yunanistanla Türklerin kardeşli­ ğini ileri sürenler bu sözleri siyaset icabı söylüyorlarsa, propogandanın hedefi Türk Milleti olduğundan milletimize kötülük etmektedirler. Çünkü bu sözler, hiçbir Yunanlıyı kandıramaz. Ama düşmana karşı uyanık bulunmamızı önler. Samimi olarak söyleni­ yorsa, bunu söyleyenlerin soy geçmişlerine ve yetiş­ tiriliş tarzlarına, büyüdükleri çevreye dikkat etmek lâzımdır. Yunan sevgisini davet eden unsurların mut­ laka sebepleri vardır. Biz Türk milliyetçileri milletlerin kardeşliğine inanmayız. Biz, ancak devletlerin kardeşliğini, dost­ luğunu kabul ederiz. O da Türk devletinin ve mille­ tinin menfaatine göre değişen bir dostluk. 3 Kıbrısta Rum Vahşeti Devarr Ediyor Türk Silâhlı Kuvvetleri'nin 20 Temmuz 1974 günü Kıbrıs'a yap­ tıkları başarılı çıkartmadan sonra da Rum vahşeti durmamış, Yunan­ lılar Cenevre görüşmelerinde âdi­ ce bir oyalama taktiğine girmiştir. Böylece aleyhine dönmüş olan dün­ ya kamuoyunu lehine çevirebilmek peşinde koşmuştur. Cenevre görüşmelerine Yunanlı­ lar hiçbir tez getirmemişler, hiçbir fikir ileri sürmemişler ve sadece Türk hükümetinin tezini yokuşa sürmek, böylelikle zaman kazan­ mak ve bir açığını bulup tâbir caizse Türkiye'yi «Üç kâğıda bağ­ lamak» için gayret göstermişler­ dir. Bundan da Yunanistan'ın herşeye ve bütün yüzsüzlüklerine, bütün mantıksızlıklarına rağmen yine de tarihi unutmadığı; bu eli, Türk'ün elini bükemiyeceğini bi­ lerek hileyle işi çevirmeye yelten­ mesinden anlaşılmaktadır. Yunanlılar Cenevre'de İngilizler'in de desteği ile oyalama tak­ tiklerini sürdürürlerken Kıbrıs'ta Rum vahşetinin bütün alçaklığı ile devam etmesi; kadın, kız, çocuk denmeden bütün .Türkler'e âdice saldınlması üzerine kahraman Türk ordusu ikinci defa Kıbrıs harekâtına girişmiştir. 14 Ağustos 1974 günü başarılı bir şekilde baş­ layan harekât, yine başarılı bir şekilde ve gittikçe hızlanarak üç gün devam etmiştir. Önceden tes- 4 bit edilen hedeflere tam planlandı­ ğı şekilde ve hem de saatlerde, da­ kikalarda bile hata yapılmadan varılması, Türk Silâhlı Kuvetleri'nin her yönüyle ne kadar güçlü ol­ duğunu bütün dünyaya göstermiş­ tir. Bu harekât neticesinde Kıb­ rıs'ın en büyük ve en güzel lima­ nı olan Magosa başta olmak üzere Batıda da Lefke ve Omorfo alına­ rak bir sınır çizilmiştir. Böylece, Kıbrıs'ın % 40'ı kadar bir bölümü Türk hâkimiyeti altına girmiştir. Ancak ne var ki Yunan palikar­ yaları ve Kıbrıslı Rumlar aldıkları bu unutulmaz dersten sonra da; insanlığın en alçağı, barbarların en barbarı, âdilerin en âdisi olduk­ larını göstermeye devam etmekte­ dirler: Magosa'ya 15 Km. uzaklık­ ta bulnan Atlılar köyü'nde bulunan 60 Türk'ten 57'sini genç - ihtiyar, çoluk - çocuk demeden makineli tüfeklerle öldürmüşler ve buldo­ zerlerle kazılan çukurlara alçakça doldurup üzerlerini örtmüşlerdir. Rumlar sadece ihtiyar ve aynı zamanda gözleri görmeyen karı kocayı sağ bırakmışlar, Ali isimli bir Türk de kaçmayı başararak olayı Türk birliklerine duyurabilmiştir. Bu eşi görülmemiş alçaklık örneği filme alınmış ve bütün dün­ yanın gözleri önüne serilmiştir. En son Muratağa köyünde de ay­ nı şekilde büyük bir vahşet örneği ortaya çıkarılmış ve 90 kadar Türk'­ ün parçalanmış cesetleri toprak al­ tından çıkarılmıştır. Önceden Türkiye'nin haklı oldu­ ğunu söyleyip Türkler'in büyük ba­ şarısından sonra da sırt çeviren ve Türkiye'yi kötülemeye kalkı­ şan milletlerin Lefkoşa'daki Ame­ rikan Büyük Elçisi'nin de Rumlar tarafından barbarca öldürülmesin­ den sonra bize hak vereceklerini umarız. Eğer bütün bunlara rağ­ men bu alçaklığa Birleşmiş Millet­ ler ve dünya kamuoyu «Dur» demiyorsa, iş yeniden bize düşecek ve üçüncü bir harekâtla Kıbrıs'ın tamamını hâkimiyetimiz altına al­ mak zorunda kalacağız. Türk Silâh lı Kuvvetleri'nin gücünün ve asil Türk Milleti'nin imanının buna ve hatta daha fazlasına da yeteneceği artık anlaşılmıştır. Kıbrıs'tı soydaşlarımız seneler den her i düzenledikleri mitinglerle Rum zulmüne karşı Türk Ordusu'nu Kıbrıs'a davet ediyorlardı. pa'da Türkler aleyhine sürdürülen kampanya hep buna dayanmakta­ dır. Allah inananların yanındadır. Ülkü Ocakları Genel Başkanı Muharrem Şemsek Geziye Çıktı Yunanistan hükümeti son olay­ lar üzerine «NATO'nun askerî ya­ pısından çekildiğini» açıklamıştır. Bunun NATO ve bilhassa Amerika Birleşik Devletleri'nin baskı altına alınarak kendi lehlerine birşeyler koparabilmek için alınmış bir ka­ rar olacağı düşünülebilirse de, bu­ rada büyük bir Rus parmağının olduğu gözden kaçmamaktadır. Yunanistan Başbakanlığına geti­ rilen Karamanlis bir taraftan bü­ tün suçu CUNTA'ya yöneltirken «Türkiye'yi dünya barışı için bü­ yük hir tehlike!» olarak göstermek­ te ve diğer taraftan da «Yunanis­ tan'ın Türkiye ile savaş yapama­ yacağını» itiraf etmektedir. Ancak hem bu gerçeği kabul edip hem de Kıbrıs'taki Rum vahşetine göz yummanın Yunanistan için «Ateş­ le oynamak» olduğunu da bilmele­ rini isteriz. Karamanlis son demeç­ lerinde de kendisini Enosis'e adadı­ ğını söylemiş. Biz de kendisini TURAN'a adadığını söyleyebilecek bir Başbakan bekliyoruz. O zaman Yu­ nanistan'la kozumuzu daha iyi pay­ laşırız. Önümüzdeki günlerin ne getire­ ceği bilinmemektedir. Bildiğimiz şudur ki; Türk kamuoyu KIBRIS'ın tamamını istemektedir. Ordusuy­ la ve milletiyle Türkiye bunu ba­ şaracak güce sahip olduğunu dos­ ta da düşmana da şimdiden kabul ettirmiştir. «Haçlı Ruhu»nun bü­ tün korkusu da bunun içindir ve başta Fransa olmak üzere Avru­ Ülkü Ocakları Genel Başkanı «Mu­ harrem Şemsek; Güney, Güney Doğu ve Doğu Anadolu'nun bazı il ve ilçelerini kapsayan bir geziye çıkmıştır. Muharrem Şemsek ilk olarak Bucak İlçesine uğramış ve bera­ berinde Ülkü Ocakları Genel Muha­ sibi ^(Lokman Abbasoğlu, Ülkü - Bir Genel Merkez yetkilisi Şevket Ba­ rutçu ve Asist. Devlet Bahçeli oldu­ ğu halde 10 Ağustos günü Bucak Şubesi'nin kongresine katılmıştır. Bucak ve çevresinden gelen oldukça kalabalık bir topluluğa hitaben Şemsek, Türkiye'nin çeşitli mese­ lelerine temas etmiş ve ülkücü genç­ liğin mücadelesini anlatmıştır. Kongrede Lokman Abbasoğlu ve Şevket Barutçu da birer konuşma yapmışlar, Devlet Bahçeli de kong­ re başkanlığını yürütmüştür. Muharrem Şemsek ve beraberin­ deki heyet 11 Ağustos günü Burdur'un Tefenni, Gölhisar ve Yeşil­ ova ilçeleri ile Burdur'da temaslar­ da bulunup toplantılara katıldıktan sonra Yalvaç ve İsparta'ya geçerek temaslarını sürdürmüşlerdir. Daha sonra Antalya'ya geçen he­ yet; Antalya, Alanya, Manavgat ve Gazipaşa'da toplantılar yaptıktan sonra Anamur, Silifke Erdemli ve Mersin'e geçmiştir. Gidilen bu yer­ lerde «İslâm Ahlâk ve Fazileti, Türk­ lük şuur ve Gururu»ndan bahseden Şemsek: «İnançlarını yitiren, töre­ sinden ve millî kültüründen uzakla­ şan toplumların büyük dahi olsa­ lar tarih sahnesinden ve silinmeye mahkûm anlatmıştır. silindiklerini olduklarını» Adana ve Hatay'la ilçelerinde de görüşmeler yapan Şemsek daha sonra Gaziantep, Kahraman Maraş, Elâzığ ve Malatya'ya uğramıştır. Konuşmalarında «Kıbrıs'ın dörtyüz seneden beri Türk Milleti'nin ol­ gunu ve orada başka hiçbir milletin hakkının olmadığına» işaret ederek Silâhlı Kuvvetlerimizin Kıbrıs hare­ kâtları sırasında gösterdiği büyük başarıyı övmüş ve «Ülkücü gençli­ ğin herzaman için kahraman Türk ordusunun emrinde olduğunu ve ola cağını» söylemiştir. Ülkü Ocakları Genel Merkezi'nden alman bilgiye göre bugüne kadar derneğin 165 şubesi resmen açılmış olup birçok yerler de açılış hazırhğı içindedir. Diğer taraftan Ülkü Ocakları şu­ belerinin Kıbrıs harekâtı dolayısiyle açılan ordumuzu güçlendirme kam­ panyalarına fiilen iştirak ederek milletimizi yardıma teşvik ettikle­ ri ve çeşitli faaliyetlerde bulunduk­ ları öğrenilmiştir. Mahir DURAKOĞLU ESİR TÜRKLER'E SIRT ÇEVİRİRSEK Çeşitli çevreler Kıbrıs harekâtını kendi gö­ rüşlerine göre yorumlamakta, her görüş, bu harekâtta güdülen gayeyi kendine göre tefsir etmektedir. Meselâ aşırı solcular Kıbrıs hare­ kâtını «Faşist Yunan Cuntası ve faşist Samson yönetimi» ne karşı girişilmiş «İnsancıl ve ba­ rışçı» bir hareket olarak empoze etmeye çalış­ makta ,resmî ağızlarda Kıbrıs harekâtının gaye sinin «Londra ve Zürih anlaşmalarının verdiği müdahale hakkının kullanılması» olduğu belir­ tilmektedir. Bu ifadeler ne kadar çok kullanı­ lırsa kulanılsın, Kıbrıs harekâtı bir gerçeğin ifadesi olmuştur. Bu gerçek «Dış Türkler» me­ selesidir. 50 yıldan beri Türkiye'de sistemli bir şekilde yürütülen propoganda, bu konu üzerin­ de çok durmuştur. Devamlı olarak Türkiye dı­ şında yaşayan Türklerin unutturulmasına çalı­ şılmış, Anadolu'nun dışında yaşayan milyonlar­ ca Türk kardeşinin bulunduğu Türkiye Türk­ lerinden gizlenmek istenmiş, «Dış Türkler» in haklarının ve menfaatlerinin savunulması ge­ rektiğini ileri sürenlere «Irkçı - Turancı - Kafa­ tasçı» gibi kötüleyici isimler takılmıştır. Ancak mızrağın çuvala sığmadığı bugün görülmüştür. Ne gerekçe uydurulursa uydurul­ sun; Türk devletinin güvenliğini korumak, ge­ leceğinin tehlikeye atılmasını önlemek için, esaret altında yaşamakta olan Türkler'in ko­ runması ve haklarının teminat altına alınması nın gerektiği ortaya çıkmıştır. Kıbrıs'ta yaşa­ makta olan Türkler; Türkiye'nin Kıbrıs'a müda­ hale etmesinin bize göre temeldeki tek sebe­ bini teşkil etmiştir. Adada bugün bir Türk varlığı olmamış olsaydı Türkiye Kıbrıs'a müdahale 6 edemiyecekti. Eğer Türk devleti sistemli bir politika takib ederek geçtiğimiz 50 yıl içinde adadan kaçarak başka ülkelere yerleşen Kıbrıs'lı binlerce Türk'ün Kıbrıs'tan göç etmesini önlese ve bunun yanısıra Türkiye'den göçmen­ ler yerleştirmek suretiyle Yunanlılar'ın yaptığı gibi adada Türk nüfusunu artırsaydı, Türkiye'­ nin Kıbrıs'ta durumu bugünkü halinden çok da­ ha kuvvetli olacaktı. Kıbrıs konusu Türkiye'ye ders olmalıdır. Türkiye dışında yaşamakta olan milyonlarca Türk'ü görmezlikten gelen zihniyet yok edil­ meli, onun yerine dış Türkler'i savunan, hak­ larını koruyan, ileri görüşlü, sistemli bir poli­ tikanın takibine geçilmelidir. Bugün Yunanis­ tan'da, Bulgaristan'da, Irak'ta, İran'da, Rusya'­ da, Romanya'da yaşayan milyonlarca soydaşı­ mızın yok edilmesine göz yumulur ve gerekli te şebbüslerde bulunulmazsa yakın bir gelecekte bu ülkelerde Türk varlığı sona erecek ve ileri de Türkiye'nin bu ülkelerden edinmek isteye­ ceği menfaatler için elinde koz kalmayacaktır. Malûm zihniyet sahipleri bu görüşe «Bizim di­ ğer ülkeler üzerinde iddia ettiğimiz ve edece­ ğimiz hak zaten yoktur» diyebilir ama, millet­ lerarası münasebetlerde hızla gelişen olayla­ rın devletleri nereden nereye götüreceği belli değildir. Tek parti devri ve daha sonraki De­ mokrat Parti devrinin ilk yıllarında «Bizim Kıbrıs diye bir meselemiz yoktur» diyen Türk hariciyesinin bugün «Kıbrıs üzerinde Türk dev­ letinin hakları» ndan bahsettiği ve onun mü­ cadelesini yaptığı düşünülürse, söylediklerimi­ zin kehanet olmadığı ve imkân dahilinde bu­ lunduğu görülecektir. Netice olarak şunu söyleyebiliriz : Türkiye, Kıbrıs olaylarından büyük dersler almalıdır. Türkiye'nin bölgesinde güçlü ve hatırı sayılır bir devlet olabilmesi için, ileri görüşlü ve çev­ resindeki ülkelerde esir halde yaşayan soydaş­ larının yok olmasını önleyici bir politika içine süratle girmesi şarttır. Yoksa yarın çok geç olacak ve esir soydaşlarımız yok olduğu gün Türk devleti hem Tano katında mesul duru­ ma düşecek, hem1 de esir soydaşlarına sırt çe­ virmenin zararlarını dünyada da acı şekilde çe­ kecektir. TÜRKELi'nden ESEN YELtfifc. Sınırlarımı Süngüler"3Çizer\ Bana Anavatan türküleri söyle. Altmışüç acısı sarmadan beni, bana Ana­ vatan türküleri söyle. «Kışlalar doldu boşaldı» de. Sen benim silâh arkada­ şım, sen benim sırdaşımsın. Bilir mi­ sin bilekten nasıl kopar zincirler? Bi­ lir misin sabaha nasıl girer geceler? Yüreğim apaydınlık, biliyorum son ge­ cem. Urumun bazukası başlar gayrı sa­ baha. Göğsümde sarkan kurşun, elim­ de duran silâh, bir de benim kışlada bekliyen Mehmetlerim, hürriyeti getirir bütün bunlar kardeşim. Bırak şafak atarken çıkayım Hilaryon'a. Anavatan kıyısı görünür belki oradan. Belki de gemilerim yoldadırlar şimdiden. Baka­ rım doyasıya Mehmedin gelişine. Ba km derim Urumun kahpe doğan dölle ri : «Anavatan koluna sarıyor yavru­ suna, hem gitmemek üzere geliyor yi­ ğitlerim...» Bu benim son gecemdir, bu benim son düğünüm. Dedim ya, yarırç başlar susmuş olan silâhlar. Bir kah­ pe kurşun değmeden bu tenime, has­ retlik duygusu yıkmadan beni, bana Anavatan türküleri söyle. Demir alır gemiler bir Temmuz ge­ cesinde. Palmiyeler el sallar Akdeniz kıyısından. Ve... bir kutsal kin ile çı­ kar Mehmetler, yol alır Mersin'den Girne'ye doğru. Hele ulaşsın kıyıya ge­ milerim, uzanır yolları artık onun, taa Girne'den Magosa'ya kadar, destanlar yaratır Mehmedim. Benim kışlalarım büyüktür. Bu yüz­ den sınırlarımı süngüler çizer. Savaş yeli değsin de gör yüzüme, kim demiş Mehmedim uykuda daha. Kim demiş Akdeniz küffar denizi. Bana hürriyeti savaşlar getirdi. Cenk yerinden aldım zafer tadını. Gayrisi boş bu cihanda böyle bil. Benim mavi denizim, güzel deniz, Akdeniz, kaç senedir uzağına hasretiz. Nöbet tutar şimdi orda yiğit­ ler. Ama kulaklarında bir ninenin Tür­ küsü, dört yavrunun çilesini çekermiş, dört kurşunun acısıymış yüreğindeki. Ve de şimdi o ninenin Türküsü, kulağında yankılanırmış MEHMED'in. Ama siz ağıt sayın, ama siz TÜRKÜ deyin... «Kara bu yerin taşı Yandı bağrımın başı Eğer hurdan gidersen Durmaz gözümün yaşı.» Günerkan AYDOĞMUŞ KIBRIS'A Türk gönlü bedene sığmaz olmuştur, Taşmağa, taşacak, taşıyoruz da. Türk eri bayrağı ele almıştır, Koşmağa, koşacak, koşuyoruz da. Vazgeçmek Kıbrıs'tan, o topraklardan, Kir-pis, sıyrılmalı şimdi aklardan. Atılıp Bozkurtça Beşparmaklar'dan, Aşmağa, aşacak, aşıyoruz da. Türk kardeş olamaz kahbe Yunan'la, Herşey gözönünde, işte bak, anla. Destanlar yarattık, şeref ve şanla, Coşmağa, coşacak, coşuyoruz da. Kul OZAN Ş. Bülent YAHNİCİ YEMİN ~Her Türk'ün gönlüne kendi gibi sıcacık bir sevgiyle yerleşen Ağus­ tos'a 1974'ün Ağustos'u da yeni bir zafer daha sundu : KIBRIS ZA­ FERİ. Ağustoslara olan sevgimiz bir kere daha depreşti, bir kat da­ ha arttı. Milletler mücadelesi gerçeği bir kere daha ispatlamıştır Zafer ve Milletler Mücadelesi Zaferler Ayı Ağustos Malazgirt, Otlukbeli, Çaldıran, Mercidabık, Estergon, Trablusgarp, Tunus, Hanya, Anafartalar, Sakar­ ya, Başkumandanlık Meydan Mu­ harebesi... Bunların hepsi Türk M<1leti'nin şanlı tarih sayfalarına, Ağustos ayı içerisine serpiştirilerek yerleşmiş zaferlerimizin, fetihlerimi zin adları. Türk için adeta zafer Ağustos, Ağustos zafer demek. Bu zaferlerin içinde Türk tarihinin akışını değiştirecek cinste olanlar var. Bütün bu Özellikleri dolayısıy­ la Türk zekâsı Ağustos'a hemen bir ad buluvermişti : ZAFERLER AYI. Başta Türk ve Yunan milletleriy­ le, Türkiye ve Yunanistan devlet­ lerini ilgilendiren Kıbrıs meselesi, son olaylar karşısında bütün dünya ülkelerinin dikkatini çeken ve kıya­ sıya menfaat kavgası içine sürükle­ yen bir dâva halini aldı. Bildiriler, demeçler, ültimatomlar, tavsiyeler, teklifler, tehditler birbirini kovaladı. Bunların yönünü, hedefini ise gün­ lük gelişme ve değişmeler tayin et­ mekteydi. Önce Yunan Cuntası'nı destekleyen Amerika sonra bu işten cayıveriyor, sırtını Amerika'ya yas­ lamış Yunanistan acele Sovyetler'e kaydırıveriyor; Amerika ve Sovyet­ ler ise kimi destekleyeceğinde ka­ rarsız tereddütler geçiriyor, aynı durumlar İngiliz kamuoyunda da kendim belli ediyordu, ideolojiler, sistemler bir yana itilmiş, menfaatlann kavgası yapılıyordu, ülkeler arasında. Mülî çıkarlar, millî hisler, milli kinler bu kavganın temelini teşkil ediyordu. Gerek, insanlarının birarada mem nun, mesut yaşayacağı dünya mil­ m sÖyleyenler T ü r k * y e ' d e bu* kere daba zafer kazanmışlardır.. Türk milliyetçiliği fikri ve onun iddiala­ rı bir kere daha geçerliliğini ispat etmiş, fikrimiz bir kere daha ga­ lip gelmiştir. Fantom uçağı alın­ masına dün karşı çıkıp, bugün Tür­ kiye'de harp sanayii kurmaya çalı şan «İnsancıl» 1ar, dün «Kıbrıs halk lan» teranesi söyleyip, bugün sa­ vaş ve zafer için hükümetin yanın­ da olduğunu açıklayanlar ise, Tür kiye'deki bu fikir savağının mağlûp­ larıdır. Türk Ordusu Yunan - Rum kuvvetlerini, Türk milliyetçüeri de bunları mağlûp etmiştir. leti ve devleti safsatasının savunu­ cusu, dünya vatandaşı kozmopolitler gerek, dünya tarihinin bir ezenle ezilen kavgası Üzerine kurulduğunu, bu kavganın temelinde de insanlararası ekonomik İlişkilerin yattığını iddia eden ütopyacı Marksist buda­ lalar, son Kıbrıs hadiseleri dolayı­ sıyla meydana gelen münasebetleri kendi açılarından izah edemeyecek­ lerdir. Ne «Türk - Yunan kardeşliği» lâfları ve inancının, ne de «Halklann birarada kardeşçe, bağımsız yaşayacağı ve emperyalist kapita­ lizme karşı beraberce döğüşeceğt Kıbrıs» hayallerinin sahiplerinin ya­ nıldıkları bir kere daha ortaya çık­ mıştır. Kıbrıs olayı ve Türk - Yunan münasebetleri etrafında şekillenen dünya kamuoyu da, bu iki düşünce­ den ne kadar uzak olduğunu ispat­ lamıştır. Ne huzur içinde bir dünya, ne de «Dünya proleterlerinin devle­ ti» bir kere daha görülmüştür ki, koskoca birer hayaldirler.. Dün mil­ letler savaşıyordu, yarın da öyle olacaktır. ıı milimimi Donanmamız otağ yaptı Mersin'i, Unuttun mu Anadolu dersini? Çelik çekiç, döğer durur örsünü. Unuttunsa yenisi verilecektir. Yiğit asker ayak bastı GİRNE'ye, Yemin etti BEŞPARMAĞA varmaya. Palikarya delik arar girmeye. Kaçtığın heryere varılacaktır. DOĞUM Kuvvetlidir, silâhından îmânı, İşte geldi, döğüşmenin zamanı, Kattı birbirine tozu, dumanı. Vatan - millet için vurulacaktır. Dergimizin sahibi Sadi SOMUNCUOĞLU ve eşi Mübeccel S O M U N C U O Ğ LU'nun 19 Ağustos 1974 günü bir oğulları dünya­ ya gelmiştir. Yavruya uzun ömürler diler, anne ve babasını tebrik ederiz. Adına «Hümanizm» ve «Marksizm» denen yukarıda bahsettiğimiz iki düşünce sisteminin dışında Türk milliyetçiliği fikrini savunan; dün­ ya tarihinin milletler mücadelesi ta­ rihi olduğunu iddia eden ve bu mü­ cadelenin temelinde de millî his, çı­ kar, kin, ülkü duygularının yattığıımıııııııuıiHiı Ocaklar söndü, yıkıldı evler, Mal, mülk yağmalandı, yakıldı köyler, Türk'ün namusuna uzanan, eller, En kısa zamanda kırılacaktır. Evet, sadece ve sadece «MİLLET­ LER MÜCADELESİ». Türk Milliyetçilerinin Zaferi : İHIIIIM^ r Fehmi TOPAL Toprağıma baykuş gibi çökenler. Yaşlıya, kadına silâh çekenler, Masum yavruların kanın dökenler, Bunların hesabı sorulacaktır! i ııımımıııııııiH.ımmımmmıııııııııiiiiiııı, ıınıııuııııııı Adaları, Trakya'yı, KIBRIS'I, Biliyoruz, bizden çalan hırsızı. İyi bil k i Yunanlı'nın arsızı, Hepisi bir günde alınacaktır. ı ııl KIBRIS Yılmaz GÜRBÜZ KIBRIS'TA ŞEHİTLER Binatlı, Kocyatağı, Geçitkale, Bizimdir Larnaka, Baf ve Limasol, Bir yeni akınla kurtulsun hele Vann ve haykırın: «Yunanlı defol!..» Serhat türkülerin dolayıp dile, Erenköy'e doğru, uğrayın bir yol, Düşmanı yerlere sermeye gidin. Gazi bacıları görmeye gidin!.. Hasan KAYIHAN Kıbrıs toprağında yatan şehitler. Düşmanda kalmasın, bir karış toprak, Türk yurdunun bir parçası adalar, Lala Mustafa'yı görmeye gidin! Başlayınca akınlar, olmaz d u r - d u r a k Sizi görmeyeli yassıldı dağlar, Atillâ hattına varan yiğitler, Sakarya misâli, coşkun akarak, Iskeçe'de yıllardır sustu ezanlar. Kara Dağ'a çiğdem dermeye gidin. Akdeniz'i Türk gölü, Ufuklarda tekbir vermeye gidin. etmeye gidin. Yeşil adamız Kıbrıs Yunan için Enosis! İlk adımmış Bizans'a, Niçin bizde yok bu hırs? Akdeniz'de son nefes, Türk'e ümit bu son ses Kıbrıs Türk'ün olacak, Demek yok ülkümde «Pes!..» Abidin IŞIK SAVAŞ VE DÜNYA NİZAMI «Tarih milletler mücadelesidir, tarih sınıflar sava­ şıdır, tarih dinlerin savaşından ibarettir», diye sene­ lerdir çeşitli görüşlere, ideolojilere sahip insanlar id­ dia ettiler durdular. Her görüş savaşın bir gerçek olduğunu ve insanlığın yaşadığı müddetçe savaşın ola­ cağını savundu. Barış teranelerinden bahseden ve literatüründe yer veren Marksizm bile sınıflar arası bir çatışmanın olduğunu söylemekten kaçınmamıştır. Biz bu yazımızda insanlar arasındaki mücadele­ nin; milletler mi? Dinler mi? Yoksa sınıflar arası sa­ vaş mı? olduğu üzerinde durmayacağız. Çünkü bili­ nen bir gerçek varsa o da «Milletler arasında sava­ şın olduğu» dur. Coğrafi şartlar, din, kültür ve medeniyet, millet­ lerin karşı karşıya gelip savaş yapmalarını mecbur kılmıştır. Her millet kendi ideolojisini hâkim kılmak için başka milletler üzerinde tahakküm kurmak iste­ miş ve her çeşit silâhı da denemiştir. İlkokul kitaplarında yer alan bir kedi ile yavrusu hikâyesi vardır. Bilmem hatırlar mısınız : ^Kedi an­ nesine sorar : «Kulaklarım ne işe yarar?» diye. An­ nesi cevap verir : «Onunla farenin tıkırtısını duyar­ sın.» Yavru kedi yine sorar : «Burnumun üstündeki kıllar ne işe yarar?» Annesi cevap verir : «Onunla yavrum avını arar bulursun» der. Yavru yine sorar : «Peki ağzım ve dişlerim ne işe yarar?» Annesi cevap verir : «Onunla fareyi yakalar ve yersin» der.» Hayvanlar arasmda böyle konuşmalar olmadığım biliyoruz, kedi ile yavrusu arasında da böyle bir ko­ nuşmanın olmadığını bilmemiz gerekir. Ama bilinen bir gerçek varsa o da her canimin yaratılışından itibaren; ister iç güdü isterse dışardan yapılan tel­ kinlerle diyelim hayatta mücadele edecekleri şeyi tesbit ederler ve kendilerini ona göre hazırlarlar. Milletler de «Daha ilkokul sıralarından itibaren» in­ sanlar, milletler arasında bir mücadelenin var oldu­ ğunu ve millet olarak hayatını devam ettirmek için kendisini her an savaşa hazır etmesi gerektiğini ço­ cuklarına söylerler. 10 Milletler arasında bu amansız savaşı koyan Tanrı dünya sulhunun devamı için de Türk Milleti'ni memur kılmıştır. Kur'ân'da Mâide Sûresi'nde dünya sulhunu koruyacak «Nizam-ı Âlem» i kuracak milletin vasıfla­ rından bahsetmektedir, insanlık tarihi incelendiğinde bu milletin Türkler olduğunu görüyoruz. Peygamberi­ mizin miraçta gördüğünü Kaşgarlı Mahmut Divanû Lûgat-it Türki'sinde bahsetmekte ve Türkler'e ait hadisini nakletmektedir. «Tanrının devlet güneşini Türk burcunda doğurmuş olduğunu ve onların milkleri üzerinde, göklerin dairelerini döndürmüş bulundu­ ğunu gördüm. Tanrı onlara Türk adını verdi ve on­ ları yer yüzüne hâkim kıldı. Zamanımızın hakanları­ nı onlardan çıkardı. Dünya milletlerinin yularını on­ ların ellerine verdi. Onlarla birlikte çalışanları, on­ lardan yana olanları aziz kıldı. Ve Türkler yüzünden onları her dilediklerine eriştirdi. Bu kimseleri kötüle­ rin, ayak takımının şerrinden korudu. Okların isabe­ tinden kurtulmak için, aklı olana düşen vazife, bu adamların tuttuğu yolu tutmaktır. Derdini dinletmek ve Türkler'in gönlünü almak için onların dilleriyle konuşmaktan başka yol yoktur. Bir kimse kendi takı­ mından ayrılıp da, onlara sığınacak olursa, o takımın korkusundan kurtulur, bu adamla birlikte başkaları da sığınabilir» Kaşgarlı Mahmut'un Buhara bilginleri ve Nişaburlu bir zata dayanarak verdiği bu hadise göre dünya sulhunu Türkler'in kurmaya Tanrı tara­ fından görevlendirildiğini görüyoruz. Aynı hadisle il­ gili olarak destan şâirimiz sayın Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu ise; manzum olarak şunları ifade et­ mektedir : «Donattım ruhunu imanla, Kolunun gücünü sert verdim. Ve onu mazluma sığmak Zalimin başına dert verdim.» Bu hadisler ve âyetler gösteriyor ki Türkler ve Türk Ordusu «Nizâm-ı ÂIem»i kurmaya Tanrı tarafın­ dan memur edilmişlerdir. Türkler'in İslâmiyet'i kabul edişi ile birlikte İslâm'ın kılıcı olmuşlar ve Haçlı sürülerine karşı göğüs germişlerdir. Bütün bunlar bu âyet ve hadisleri ispatlamaktadır. Türkler gittiği yere huzur, barış ve sosyal ada­ leti götürmüşlerdir. Osmanlı İmparatorluğu'nun top­ rak kaybetmesiyle birlikte bizden ayrılan Polonya, Macaristan, Bulgaristan, Arap ülkeleri derhal başka devletlerin istilâsma uğramışlar ve idaremiz altın­ daki sulh ve sükûnu bulamamışlardır. 1. Cihan Harbi'yle bizden ayrılan Kıbrısta da sulh ve sükûn bo­ zulmuştur. Dünya sulhunu korumaya kendini adayan kahraman Türk ordusunun Kıbrıs'a karşı giriştiği as­ kerî harekât bu «Nizâm-ı Âlem» i kurmak için gi­ riştiği bir harekâttır. Tanrı'nın Ordusunu bu hareke­ tinden dolayı kutlar, başarısının devamını dilerim. Tanrı Türk'ü Korusun. Dinç YAYLALIER "Atatürk Milliyetçiliği,, Türkiye'de, çok partili döneme geçildiği 1946 yılından beri siyaset sah­ nesinde «Milliyetçilik enflâsyonu» nun hüküm sürdüğü bir vakıadır. Ülkemiz­ de siyasî partilere, kurumlara, hatta fertlere göre değişik milliyetçilik tefsirleri mevcuttur. Siyaset pazarında «Milliyetçiliği» alıcısı çok olan bir mal olarak gören aklı evvellerin piyasaya devamlı olarak değişik milliyet­ çilik tefsirleri sürmeleri, Samuelson'un deyimi ile «Dörtnala enflâsyon» un milliyetçilik konusuna da hâkim olmasına sebep olmaktadır. Eski çağda Aristofanes, yazdığı komedilerinde politikacıları kendisine materyal olarak alır. M.O. I. asırda İskenderiyeli Judaevs tarafından yazılan bireserde siyaset Peygamber Yusuf'un binbir renkli hırkasına benzetilmektedir. Judaevs'a göre, siyasetin çok karışık bir dokusu vardır. Pek az gerçek ve bol yalan siyasetin örgüsünü tamamlamaktadır. Politikacılara gelince; bunlar, kâhinlere, karnından konuşan­ lara, büyücülere benzerler. Politikacı sihirde, göz boyamada, her çeşit hile ve entrikada usta adamdır. Ya­ kın çağlarda Aleksandre Dumas'dan politika hakkında bir eser yazmasını istedikleri zaman : «Komedi hak­ kında komedi yazılmaz» der. Zincirleme sevgilerin hüküm sürdüğü günümüz Tür kiye'sinde, temel konularda anarşiye düşülmesinde, siyasî partilerin politikacıların ve kurumların büyük hatası olmuştur. Thomas Hobbas «İnsanlarda ancak ölümle sona eren bir iktidar hırsının bulunduğunu» söyler. Gerçekler tahrif edilmekle, kavramlar istis­ mar edilerek iktidar hırsı tatmin edilebiliyor. Fakat kaybeden, içinden bölünen hep Türk Milleti oluyor. Kavramlar üzerindeki anarşi zincirleme olarak toplumun bütün kesimlerine yayılınca, birbirine düşman grupların ortaya çıktığı ülkemizin acı gerçeklerindendir. Yıllardır istismar edilen, güçlü kumandan Atatürk mevzuuna dönelim : Atatürk'ün gölgesine sığı­ nıp, kendi cılız görüşlerini empoze etmeye çalışanlar, Ata'dan ya bir tek cümle alıp O'nu yorumlarlar veyahutta düzmece Bursa Nutku'nda olduğu gibi montajcılığa sarılırlar. Türkiye'de ikinci sanayi plânı 1935 yılında yapılır. Plâna önsöz yazan Atatürk aynen şöyle der: «Türkkiye'nin tatbik ettiği «Devletçilik» sistemi, XIX. Asırdan beri Sosyalizm nazariyecilerinin ileri sürdükleri fikirlerden alınarak tercüme edilmiş bir sistem değildir. Bu, Türkiye'nin ihtiyaçlarından doğmuş, Tür­ kiye'ye has bir sistemdir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Türk vatanmda yıllardan beri ferdî ve hususî teşebbüslerle yapılamamış olan şeyleri bir an evvel yapmak istedi ve görüldüğü gibi kısa bir zamanda yapmağa muvaffak oldu.» Bazı milletler vardır; doğar, gelişir ve ölürler. Tıpkı insanlar gibi. Fakat bazı milletler de vardır ki, tarihî süreçleri içerisinde çeşitli çalkantılar geçirseler bile, güçlü lider ve kadroların önderliğinde tek­ rar düzlüğe çıkarlar. Kendi tarihimizden bir kesit alacak olursak, milletimizin de bu milletler kategori­ sine dahil olduğunu göreceğiz. Osmanlı toplum yapısının çözülmesinden, hemen İstiklâl Harbi'nin tarih san­ dığı ortama geçelim. Tarihte, 5 Batılı emperyalist devletin ellerine silgiyi alıp, Türk Milleti'ni tarih sah­ nesinden silmeleri gerekirdi. Madde bakımından emperyalistler bizden çok güçlü idiler. Ama madde - mâ­ nâ bütünlüğü içerisinde tek vücut olan Türk Milleti, imkânsızmış gibi görünen bir zafer kazandı. Zaferden sonra Atatürk, bütün gücüyle Türk toplumuna güven duygusu aşılamak için çalıştı. «Ne mutlu Türk'üm diyene» dedi. Dinamik hamlelerin gerçekleştirilebileceğinin idraki içerisinde bulunan güçlü kumandan, «Türk övün, çalış, güven» diyerek, Batı karşısında psikolojik ezikliğe, aşağılık kompleksine düşülmemesi için gayret sarfetti. Tarihî sürecimiz içerisinde bugünden de bir kesit alacak olursak; zayıf bir dönem yaşıyoruz. Türk Milleti'nin yeniden doğması için ülkücü hareket, millî duyguların donduğu günümüz Türkiye'sinde dinamo vazifesi görüyor. Bilge Kağan'ın sesini daha da gürleştirerek, «Ey Türk kendine dön!..» diyoruz. İstiklâl Harbi'nde Atatürk ve dâva arkadaşlarının Türk toplumuna aşıladıkları güven duygusunu, bugün ülkücü hareket aşılıyor. Müliyetçiliğimizin temeli, Türk Milleti'nin doğuşuna kadar iner. Bu süreç içerisinde millî duygularını maksimuma çıkarabilenler milliyetçilik tarihinin içerisinde değerlendirilirler. Hükmü veren tarihtir. Bu­ nun içindir ki milliyetçilik, şahısların, kurumların inhisarı altına giremez. Türk milliyetçisi Atatürk'ün temel görüşlerinin saptırılmasında, bundan sonraki dönemde politikacı­ lar «Donkişot» luğu bıraksınlar da oyunu kurallarıyla oynayalım. Gümrük mallarını dağıtarak seçim kaza­ nıp; «Atatürk milliyetçiliği» denince hazırola geçmek, Patagonya ahlakıyla bile bağdaşmaz. Büyük Selçuk­ lu veziri Nizamülmülk, «Siyasetnâme» adlı eserinde «Başarılı siyâsetin bilgi ve adalete dayandığını» ifade eder. Zaman içerisinde politikacılarımızın olgunlaşacağı, bir seviye ve içtimaî olgunluk eseri olan demok­ rasinin rayına oturacağı temennisiyle noktalıyahm. 11 KOMÜNİST TEKLİFİ Komünistler tarafından kaçırılıp hapsedil­ diğimin bilmem kaçıncı günüydü. Kendilerince «Kurtarılmış topraklar» sayılan bir okulun dar bir odasında «Halk Mahkemesi» nde yargılanı­ yordum. Önce «Fakirsin» dediler. Babamın ne iş yaptığını, nasıl geçindiğimizi öğrendiler. Ger çekten babamın 600 TL'lık aylığı ile sekiz ki­ şilik aile karnını bile duyuramıyordu. Onların deyişleriyle ben de «Proleter» çocuğu idim. Onlar da «Proleter» çocukları idiler ve sınıf­ larının iktidarı için savaşıyorlardı. Onlara göre bundan kutlu bir uğraş olabilir miydi? Bu za­ mana kadar yanılmıştım. Ama bundan böyle bırakmalıydım öyle «Boş» şeyleri. Kuru bir Türkçülük karın doyurmazdı. «Türkiye halkla­ rı» bir gerçekken ne diye ben öyle Türk ırkı­ nın hâkimiyetini savunuyordum? «Dedelerimiz kabul etmiş olabilirler ama biz kabu! etmiyo­ ruz tek bir potada kaynaşmayı» diyorlardı. Türk'ten Türk Milleti demekten o kadar, o ka­ dar nefret ediyorlardı ki... Gerçekte işçilerin haklarını değil, o sloganla bir azınlık ırkçılığı yapıyorlardı. Ne yapmıştık ki biz Türk olarak onlara? Topraklarını ellerinden mi almıştık, ihtiyar ve çocuklarını diri diri toprağa mı gömmüştük? Barbar Hristiyan çapulcuları gibi ibadet yerle­ rini, imaret yerlerini mi tahrip etmiştik? Yok­ tu böyle şeyler esasında. Hepsi de benim oku­ lumda aynı haklarla okuyorlardı. Defalarca ihanete uğradığımız halde Türk ordusunun en yüksek kademelerine çıkabiliyorlardı. İstedikle­ ri mesleği seçip istedikleri gibi hareket ede­ biliyorlardı. Peki, öyleyse neydi bu baş kaldı­ 12 rışın sebebi? O an Azerbaycan takıldı zihni­ me. Milliyetçi aydınlarla komünist aydınların münakaşaları. Komünist Rus liderlerinin had safhaya varan parlak vaadleri. İşte Türkiye'­ de oynanan oyun da bundan başka birşey de­ ğildi. Yeryüzünde değişmeyen bir komünist taktiği memleketimizde de uygulanıyor ve bir Türk genci kendi vatanında satılmışlar tara­ fından yargılanıyordu... — Bak, dedi. Fakirsin, sen de bir işçi ço­ cuğusun. Vazgeç böyle şeylerden. Türkçülükmüş, ülkücülükmüş, bırak bu uydurma lâfla­ rı... Kardeşçe yaşayalım, hep bir olalım. «Kardeşlik» diye geçirdim içimden. Öyle ya. «Kardeşlik» uğruna ölünceye kadar dayak ye, mensubiyeti ile öğündüğün milliyetini in­ kâr et, arkasından da «Türkiye halkları, dün­ ya halkları» için savaşan satılmışlar sürüsüyle kardeş ol. Bana neydi Vietnam, bana neydi bilmem neresi? Kerkük'üm kan ağlarken, Tür­ kistan'dan ölüm çığlıkları yükselirken, Bulga­ ristan'da kardeşlerim boğazlanırken, Kıbrıs kaynayıp dururken nineydi onlarla kardeş ol­ mak — Beraber çalışalım diye tekrarladı. — Ne dersin? Cevap vermedim. «Yardım ederiz» dedi bir ara. «Harçlıklarımızdan keser sana veririz ha ne dersin? Kabul değil mi?» O ısrar ettikçe «Hayır» diyordum. Önüme boş bir kâğıt uzatarak imzalatmak istediler. Her hafta onlarla görüşecek veya mektupla onlara ken­ di arkadaşlarım hakkında bilgi verecektim. — «Yok» dedim. Öldürün beni ama böyle birşeye zorlamayın. Bundan büyük ihanet ve bundan büyük bir alçaklık olabilir miydi bir Türk için? «Yok» diye. bağırdım. Yok, yok!... Bunun sonu ölümdü. Ülkü uğruna, Türklük uğruna bundan öte ne olabilirdi? Dursunlar'ın, Yusuflar'ın, Özmenler'in yanında şerefle yaşa­ mak... Usulen bu defa efendice muamelede bu­ lunmuşlardı. Günâh onlardan gitmişti. Başka bir formül deneyeceklerdi. İşkence odasına gi­ derken kendime değil, soyumun talihsizliğine sızlanıyordum. Süleyman KARAGÖZ «EN GÜZEL YAZİ» Yarışması Birincisi Gelenek ve Göreneklerin Millet Hayatındaki Önemi En gelişmiş cemiyet şekli olan millet, ayrı insan toplulukları ara­ sında müşterek dil, din, kültür, ül kü, tarih ve vatan birliği farkları­ nın doğmasıyla ortaya çıkmış sos­ yolojik bir varlıktır. Milletin mey­ dana gelmesine sebep olan ve mil­ leti millet yapan müşterek unsur­ ların içinden herbir tanesi bir di­ ğeri üzerinde müessir olmaktadır. Yani milleti millet yapan unsurlar arasında devamlı bir tesir vardır. Meselâ bir milletin dili, o milletin kültürüne tesir ettiği gibi, kültürü de diline tesir etmektedir. Bunun­ la beraber milleti millet yapan, un­ surlar arasında kültür, diğer un­ surlardan ve onların üzerinde daha fazla müessir olmaktadır. Çünkü kültür, bir milletin kendine has sa­ hip olduğu maddî ve manevî de­ ğerlerin bütünüdür. O halde dil, kültürün içinde düşünülmesi gere­ ken bir unsurdur. Aynı şekilde din, ülkü, tarih ve vatan mefhumları da kültürün tesir dairesi içerisine gir­ mektedir. Demek oluyor ki kültür milleti millet yapan unsurların en başlıcalarından ve muhakkak ki bi­ rincisidir. Kültürü millet yapar, fa­ kat millet kültürünü korudukça, ya sattıkça hayatiyetini, varlığını ko­ ruyabilir. Yukardan beri milleti meydana getiren unsurlar arasında kültürün millet hayatındaki önemini belirt­ meye çalıştık. Şimdi kültürün için­ de müessir olan gelenek ve göre­ neklere geçebiliriz. Bilindiği gibi kültür, maddî ve manevî kültür ol­ mak üzere ikiye ayrılmaktadır. Bun lardan maddî kültür, elle tutula­ bilen, gözle görülebilen ve bedenî faaliyetlerde sınırlı fertler tarafın­ dan kullanılmak üzere imal edilip hazırlanan her türlü eşyadır. Ma­ nevî kültür ise bir milletteki si­ yasî, iktisadî, ahlâkî, bediî ve tek­ nik sahalardaki her çeşit faaliyetle­ ri düzenleyen kaide ve nizamlar, muhayyile mahsûlü unsurlar, ma­ sallar, hâdise ve vak'alar, efsaneler, hikâyeler, destanlar, atasözleri, bil­ meceler, gelenek ve göreneklerin hepsine birden verilen addır. Ma­ nevî kültürün bu tarifinden de kültürün diğer unsurları üzerindeki tesiri daha iyi anlaşılmaktadır. Ge­ lenek ve görenekler, kültür —tabii, bilhassa manevî kültürün — için­ de önemli bir yer işgal etmektedir. Gelenek ve görenekler, manevî kültürün maddî kültür üzerine yan­ sımasından başka birşey değildir. Gelenek ve görenek arasındaki fark, geleneğin yüzyılların süzgecinden geçerek, millet içinde daha yaygın ve geçerli olması, buna karşılık gö­ reneğin milletin belli fertleri arasın­ daki taklitten ileri gelip bütün bir çevreye ve hattâ millete mal ola­ mayışıdır. Misâl verecek olursak, Türkler'in misafirperverliği, folk­ lor oyunları, başlık parası... birer gelenektir. Düğünlerde yapılan çe­ şitli davranışlar da (Çevreden çev­ reye değiştiğinden) göreneğin bir icabıdır. Kısacası görenekler, ge­ lenekler içindeki farklılaşmalardan doğup daha az bir çevreye yayıla­ bilir ve değişmeye geleneklerden daha fazla yatkındırlar. Gelenek ve görenekler, maddî kül tür unsurlarının kullanılma şekille­ rinden doğarlar. Bu kullanılma şekli bütün bir millet için hemen hemen ayrı ise gelenek; bir zümre veya çevre için aynı olup, çeşitli şekiller arz ediyorsa görenek adını alır. Gelenek ve görenekler millet fertlerini birbirine yaklaştıran, ay­ nı hareketleri yaptıran amiller ol­ duğundan millet hayatında tam bir birlik sağlamakta çok büyük önem taşımaktadır. Millet hayatında gelenek ve gö­ reneklerin önemi, kültürün içinde yaptığı tesirden ileri gelmektedir. Evvelce de açıklandığı gibi kültür, milleti meydana getiren unsurların birincisi olduğundan, kültürün için­ de müessir olan gelenek ve göre­ İkizdere/Rize nekler de millet hayatına tesir et­ mektedir. Gelenek ve göreneklerin bu tesirleri millet hayatında bü­ yük rol oynamaktadır. Kültürün devamlılığını, değişmez­ inim sağlamak bakımından da ge­ lenek ve görenekler millet hayatın­ da büyük bir fonksiyon icra etmek­ tedirler. Gelenek ve göreneklerin her halükârda ve belli zamanlarda tekrarlanması, kültür unsurlarının unutulmamasını, kaybolmamasını sağlayan en önemli bir âmildir. Kısacası milletin siyasî, iktisadî, bediî ve askerî hayatındaki felse­ fesini, takib edeceği yolu tayin eden gelenek ve görenekler, millet hayatının devamlıhgını sağlayan en önemli kültür unsurlarıdır. Gelenek ve göreneklerin muhafazası, mille­ tin korunması, yaşatılması demek­ tir. NECATİ AVCI Millet ve Din konulu «En Güzel Yazı» yarışmamızda birinci gelen ülkttdaşımız KERKÜK doğumlu olup ilk ve orta öğrenimini orada yap­ mıştır. 1969 yılında Türkiye'ye gelen ülküdaşımız Dil ve Ta­ rih Coğrafya Fakültesi'nin Arap Dili ve Edebiyatı Bölü­ münü 1973 - 74 öğrenim yılı sonunda bitirmiştir. T.C. va­ tandaşlığına da geçmiş bulu­ nan ülküdaşımıza başarılar dileriz. 13 Sinan NACAK yetimize, varlığımıza lâf söyletme­ mek, el uzattırmamak, «Allah'ın or duşu» sıfatıyla ilâhî nizamı kur­ ma gayesiyle, bu büyük inancın çiz­ diği dış politikamız imparatorluğun son zamanlarına kadar devam etmiş tir. Öyle bir politika ki «Dünyayı iki imparatora çok, bir imparatora küçük» görmüş, bir harem ağasının bulunduğu geminin basılmasını dev­ lete karşı yapılan bir hareket ola­ rak nitelendirip KIBRIS'I fethetmiş, bir mektubuyla bir ülkeyi sınırları­ nın içine sokmuş. Aldığı yerlerde «İlâhî Nizam'ı» kurarak yabancı mütefekkirlerin de belirttiği gibi; «İnsanlık üzerinde parıldayan bir güneş» olmuş. Ama ne yazık ki, İmparatorluğun son zamanlarında «BUyük olma» iddiası, yüksek inanç, geleneksel politika bir yana bırakıl­ mış veya bıraktırılmış, altıyüz yıl­ lık ulu bir çınarı andıran Osmanh çöküp gitmiş. Dış Politika Gerçeği Hâlen yeryüzünde bazılarının iddia ettiği gibi, rejimler değil, milletler çarpışmaktadır. Bunun tabiî sonu­ cu olarak da, milletlerarası müca­ delede her millet diğeriyle olan iliş­ kilerinde millî menfaatlerini ön plâ­ na almıştır. Bu eskiden de böy­ leydi, yarın da böyle olacaktır. Bu­ nu anlamıyarak, görmek istemiyerek bu mücadeleyi kendi kafaların­ da belirlenen mefhumlara göre sür­ dürmeye çalışanlar ya büyük bir gafletin içindedirler, ya da ihanetin eşiğine gelmişlerdir. Türklüğün ilk yıllarından beri, Türk Cihan Hâkimiyeti Mefkûresi'nin verdiği coşkunlukla, büyük ol­ ma duygusu ve idealiyle beslenerek en belirgin şeklini Osmanh İmparatorluğu'nda kazanmış, millî haysi- 14 Yerini alan Cumhuriyet dönemin de dış politikanın «Yurtta sulh, ci­ handa sulh» prensibi üzerine otur­ tulduğu sanılarak birçok hakları­ mızdan vazgeçilmek istenmiştir. Fa­ kat ATATÜRK'ün Hatay'ı alması, bu prensibin vazgeçilme ve bir uyutma politikası olarak kabul edile­ meyeceğinin en büyük delilidir. Ne yazık ki, Atatürk'ten sonra ge­ len devlet adamlarının, bu prensibi adetâ bir ninni seviyesine indire­ rek, yetişen nesillerin zihnine aktar dığı su götürmez bir gerçektir. Milletlerin arasında devamlı bir dostluk olacağını zannedenler yü­ zündendir ki, dış politikamız pasif, ne istediğini bilmeyen kimseler elin­ de her türlü temaslarda canlılıktan uzak, tuttuğunu koparan bir politi­ ka olmaktan çıkmıştır. Bu kimseler, iki bloka ayrılmış dünyada, Türki­ ye'nin tampon devlet halini alışım adetâ seyretmişlerdir. 76. sırada bu lunmanm ezikliği ile milletlerarası camiada Türkiye gerekli yerini ala­ mamış, adetâ sözü dinlenmez olmuş­ tur. Biz bu ezikliği, kısa zamanda kalkmma seferberliği ilân edip, harp sanayiimizi kurarak üzerimiz- den atıp; lâyık olduğumuz yeri al­ mak için çalışacağımıza, büyük bir saflıkla haklarımızı korumak için NATO ve Birleşmiş Milletler'e üye olmanın, onlara yağ çekmenin yetti­ ğini sanmış ve büyük bir aldanış içerisinde yuvarlanmışızdır. Her fırsatta «İnsan hakları» na ve birtakım teşkilâtlara olan saygı­ mızdan bahsetmiş, bir kere bile ol­ sun, onların da bize karşı saygılı olup olmadığı araştırılmamış, «Türk' ün Türk'ten başka dostu olmadığı» gerçeği anlaşılamamıştır. Buna rağ men «İnsan hakları» adına «İnsan hakları» nın çiğnendiği, çoğunlukla da ırkdaşlarımızın haklarının gasbedildiği ülkelere «Dost» gözüyle ba­ kılmış, Afrika'daki yamyamlar bile millî bir dış politika izleme yolun­ da hızla ilerlerken bizim insanlığa olan büyük sevgimiz (!) ve sulh aş­ kımız (!) millî haysiyetimize üstün gelmiş, gururumuz ayaklar altına alınmıştır. Her şey, Yahudi eline geçmiş bir oyuncaktan başka birşey olmayan Birleşmiş Milletler'den beklenmiş, «Sulh» kelimesi sakız gi­ bi ağızlarda çiğnenmiş, dolaşmıştır. Büyük Türk milliyetçisi Dündar Taşer ağabeyimizin de dediği gibi «Bırakalım artık dünya sulhunu dün ya nimetlerini paylaşanlar düşün­ sün.» Dünya milletleri her an ekonomi ve harp sanayiilerini kuvvetlendi rip; dış politikalarını ona göre çi­ zer ve bizim tekrar eski yerimizi al­ mamızdan gocunurken; bizim bu tu­ tumumuz hangi ölçüye vurulursa vu­ rulsun, aklın alacağı bir iş değildir. İşte bunlara karşı, en kısa za­ manda güçlenmemiz, bizi lâyıkıyla temsil edecek hâriciye kadrolarına sahib olmamız lâzımdır. Yabancı memleketlerin güzelliğini görmek için oralara giden hariciyecilere ar­ tık ihtiyacımız yok. Türk Milleti yarınlara sevinçle, ümitle bakabilir artık. O'nun gençli­ ği, ÜLKÜCÜ gençlik geliyor. Hem de kadrolaşarak. Ve o gençlik çok iyi biliyor ki; «Hak daima kuvvetli­ nindir.» — Kütahya Kız İlköğretmen Oku lu'nun ülkücü öğretmenlerinden Rı­ fat VATAN, Almanca Öğretmeni Türkân hanımla evlenmiştir. Tebrik eder, hayırlı olmasını dileriz. — Nazilli'li ülküdaşlarımızdan Gün gör YARAMIŞ 30 Haziran 1974 gü­ nü Hanife hanımla evlenmiştir. Teb­ rik eder, hayırlı olmasını dileriz. — Ülküdaşlarımızdan Turan EV­ REN 3 Ağustos 1974 günü Turhal'da Tülin hanımla evlenmiştir. Tebrik eder, hayırlı olmasmı dileriz. — Kıymetli ülküdaşımız A vukat Meh­ met Zeki Müftüoğlu 18 Ağus tos 1974 günü Aksaray'da Ec zaçı Sevil ha nunla evlenmiş tir. Aksaray Ülkü Ocağı mensupları genç c .'lilere Kur'an, Bay­ rak ve Kılıç vermişlerdir. — Ülküdaşlarımızdan Mehmet ÇİĞ­ DEM 5 Ağustos 1974 günü Bolvadin'­ de Ayşe hanımla evlenmiştir. Teb­ rik eder, hayırlı olmasını dileriz. \ — Ülkü Ocakları Yönetim Kurulu Üyesi ülküdaşımız Aydın GÜNGÜNES 8 Ağustos 1974 günü Kırıkkale'­ de Şikâr hanımla evlenmiştir. Teb­ rik eder, hayırlı olmasını dileriz. — Ülküdaşlarımızdan Cihad TÜRKben ile Fatma USLU 13 Temmuz 1974 günü Ankara'da nişanlanmış­ lardır. Tebrik eder, hayırlı olmasını dileriz. VEFAT Ordu Merkez Ortaokulu'nu iftiharla bitiren Yavuz Selim Yılmaz isimli ülküdaşımız 5 Ağustos 1974 günü geçirdiği bir trafik kazası sonucu vefat etmiştir. Ailesine ve ülküdaşlarımıza başsağlığı dileriz. BOZKIM — Ülküdaşlarımızdan Zafer KA­ RAGÖZ ile Ülker TURAN 24 Ağustos 1974 günü Karaman'da nişanlanmış­ lardır. Tebrik eder, hayırlı olmasını dileriz. — Gönen'li ülküdaşlarımızdan Zeki ARSLAN ve evdeşinin PINAR ismi verilen bir kızları, — Osmaniye Lisesi Coğrafya öğ­ retmeni ülküdaşımız Bilâl OZTÜRK ve evdeşinin 18 Haziran 1974 günü Saltuk BUĞRA ismi verilen bir oğulları, — Ülküdaşımız Murat ÇETİN ve evdeşinin 24 Haziran 1974 günü NURHAN adı verilen bir kızları, — Turhal'lı ülküdaşlarımızdan Ga­ zi SERT ve evdeşinin 29 Temmuz 1974 günü OĞUZHAN ismi verilen bir oğulları, — Yine Turhal'lı ülküdaşlarımız­ dan Mehmet BAYDİLLİ ve evdeşi nin 29 Temmuz 1974 günü KÜRŞAD ismi verilen bir oğulları, — Ankara'lı ülküdaşlarımızdan Mehmet SARIKAYA ve evdeşinin ALPARSLAN isimli bir oğulları Dünyaya gelmiştir. Küçük ülküdaşlarımıza hayırlı bir gelecek dileriz. Sahibi : Sadi SOMUNCUOĞLU * Yazı İşleri Müdürü : Osman OKTAY Umumî Neşriyat Md. : Mahir DURAKOĞLU * İdare Yeri : Necatibey Cad. 33/10 Yenişehir - ANKARA * Haberleşme Adresi : P.K. 151 Bakan­ lıklar - ANKARA * Posta Çeki Nu : 10079758 * Yıl : 2 - Sayı : 24 * Yıllık Abone : 17.50 TL. * Eiatı : 150 Kr. * Yurt dışı : İki misli * Reklâm tarifesi : Tam sayfa 1.000 TL. Renkli sayfa 1.500 TL. * Kitap ilânları : Santimi 30 TL. * Dizgi ve Baskı : Yeni Işık Matbaası Tel : 12 58 10 ANKARA * Dağıtım : GAMEDA. 15 ANLADINIZ MI ? Dilâver CEBECİ V BOZKURT Beu dememiş miydim ki; om uzlarım geniş ve dolgundur. Olimpos Dağı'nı şöyle bir yanlayıversem; öte tarafa aşınr, Grek küf farının tanrılarını yer­ siz-yuvasız köstebeklere döndürürüm. «Savaş benimdir» dememiş miydim? Savaş, bayatın anlamı, kör düğümlerin çözümü, pusatların türküsü, bir yerde mavi göğün sızısı, bir yerde yağız yerin umududur. «Savaş, bazunun, akça parmakların, aklın imtihanıdır» dememiş miydim?; Savaş, al atların, gök kılıçların, zorlu yayların gününden sarı mermiler, nârabaz topların gününe kadar benim değil miydi? Neden anlamak istememiştin eski kölem? Kıbrıs Adası'nı, on batmanlık bir gürz gibi sapından tutup da akılsız başına indirdikten sonra anladın mı? Sana gelince Frengi illetinin mucidi... Seni adam yerine koyan kim? De­ delerimin «Kapitülasyon» nam sadakaları ile semirebilmiş,pâdişâhımın «Hattı Hümâyûn» u ile krallı olabilmiş şarap fıçısı zavallı. Sen de beni iyi bilirsin. İkinci Dünya Harbi'nde tek bir kurşun atmadan Alman ordnlarma teslim olu­ ştum» verdiği aşağılık duygusundan kurtulabilmek için «Büyüklük» cakası satıp durma. Senin bu alanda hükmün yok. Paşa paşa otur yeriude. Aşüfte­ lerine emret, moda icâd etsinler. Söyle ressamlarma, Türk'ün çengini kona alan tablolar yapsınlar. Böyle erkek işleri nene gerek senin? Ya sana ne demeli hile makinesi, şeytanın sol bacağı, yetim hakkı ye­ mekten gayrı marifeti olmayan, dünyanın emsalsiz günahkârı... Bugüne ka­ dar yaşayabilmeni, sahib olduğun coğrafî şartlara borçlu değil misin? Çök­ müşsün Avrupa'nın Kuzeyi'nde, diğer milletlerle irtibatı olmayan bir adaya, beleşten yaşıyorsun. Hele bir deneyeydin, benim gibi yetmiş iki buçuk mille­ tin here ü merc olduğu topraklar üstünde yaşamayı... Hele benim gibi, Av­ rupa'da, Asya'da, Anadolu'da yaşamak zorunda kalaydın... Kaç gün muha­ faza edebilirdin varlığını? Şimdilik, Yahudi Lebid gibi yayımın kirişlerine fesâd düğümleri atmaya devam et ve kaderini bekle. O düğümlere ratiteavizeyn okuyacağım günleri... Size de diyeceğim var bizim güdümlü çomarlar : Şimdi anladınız mı ne­ yine ne olduğunu? «Türk'ün Türk'ten gayrı dostu yoktur» dediğimiz zaman Biye hırlıyordunuz? Biz bu lanet olasıcalardan yakındıkça niçin «İnsancıllık» nutukları çekiyordunuz? Dış Türkler, Batı Trakya, Kırım, Kıbrıs... dediğimiz­ de, «Hayalci, Fanatik, Şoven, Turancı» oluyorduk. Söyler misiniz ya bu neir? Bugün gücümüz buraya yetti. Adalara yetecek gün gelmeyecek mi? Ney­ di radyodaki o marşlar, o şiirler? Nasıl söyleyebildiniz? Nasıl dinleyebildiniz? Dolanıp, fırlanıp dediklerimize geldiniz mi? Aklınızı başınıza alın. Zafer ordusuna bir daha «Faşist ordu» demeyin. Uğruna güneşler batırdığımız Ay-Yıldızın gönderine bir daha hayvan for­ ası çekmeyin. Karslı şehit üsteğmenin babasına yazdığt mektubu okuyun da e için ölünürmüş anlayın. Solculuk - molcultık diye beyinlerinizi örümceklenmeye bırakmayın. Atın gözlerinizdeki o berbat gözlükleri de beş yüz yıl son­ ralara bakın. «Bu savaşı, millî çıkarlar için değil de insanlık için yaptık» diyerek gülünç olmayın. Yok eğer çomarlıkta ısrar edecekseniz, milletimizin çomarı olsa. Onun - bunun değil. Haydi bakalım bir daha görmeyeyim. t