M. Meclisi B : 101 gelmiştir. Fransa'nın bu aşamaları nasıl katettiğini, Türkiye'nin iyi inceleyerek istifade etmesi gerekli­ dir. Ambargo meselesinde bütün Türk kamuoyu müşereken bunun hasmane bir haraket olduğunda birleşmiştir. Türkiye, savunma sanayii üzerinde mil­ lî harp sanayiinin ve millî savunma sanayii üzerin­ de gönül isterdi ki, ambargo meselesi zorlamadan çok daha evvel bu konuda adımlar atmaya başlasaydı. Maalesef, bize bu vesileyi acı bir dersle am­ bargonun ilânı vermiş ve ambargonun yarattığı sı­ kıntıdan dolayı millî harp sanayiinin kurulması için fikir imale edilmeye başlanmıştır. Bu arada, söylenmiş olan resmî bir beyanı bura­ da tekrar dile getirmek istiyorum: Ambargodan son­ ra gerek Genelkurmay yetkililerimiz, gerekse Hükü­ met yetkililerimiz tek menşeli savunma gücüne sa­ hip olmamızın mahzurlarını açık seçik beyan ettiler. Türkiye Silâhlı Kuvvetlerinin savunma malzemesi­ nin % 95'inden fazlasının Amerikan menşeli olması­ nın yarattığı sıkıntıları yarı üstü kapalı, yarı açık şekilde, Kıbrıs harekatımız sırasında çektiğimiz ye­ dek parça sıkıntısına varıncaya kadar beyan etti­ ler ve gelecek Türkiye'nin savunma gücünün tek menşeli olmaması prensibi üzerinde durdular. Bu haklı bir görüştü. Bu metodu yerine getiren ülkeler dünyada bloklu veya bloksuz mevcuttu. Fakat bu­ nun da ekonomik bir potansiyel gerektirdiği de açık­ ça ortada idi. Yani, «Parası olan silâhı alabilir» meselesinden dolayı önce ülkenin ekonomik gücü­ nün yüksek seviyede olması, dış ticaret dengesinin lehte bir durum arzetmesi ve her an dövize çevrile­ bilir bir hesabının savunma gücü alımları için mev­ cut olması gereği ortaya çıkıyordu. Maalesef izlenen iç ve dış politikalar, Türkiye'nin bugün dış ticaret açığını menfi bir yöne getirmiş ve birkaç milyarlık işçi dövizi eriyle temin edilmiş olan döviz rezervleri dahi eritilmiş ve kırmızı bilançolara geçirmiştir. Meclislerimizin ittifakla kabul ettiği RE - M O planları ve ona ilâve planlarla 23,5 milyar bir, 13 milyar ek olarak verilmiş olan reorganizsayonu ve modernizasyonu için ordumuzun ayrılmış olan büt­ çe tahsisleri, korkarım ki. hin-i hacette dövize çev­ rilemez vaziyette bankalarda beklemektedir. Çünkü döviz rezervlerimiz tüketilmiş durumdadır. Harp sanayiini yerine getirebilmek için, önce güçlü bir ekonomi şarttır. Harp gücünü, sanayi gücünü, sa­ vunma gücünü artırabilmek için birinci şart, eko­ nomik güç olarak görülmektedir. Ekonomi politi— 490 13 . 5 . 1976 O : 1 kası onun için hepsinin önünde öncelik taşımakta­ dır. Geçen konuşmamda da belirttiğim endişenin cevabına Hükümetten rica edeceğim. O da, 4 yıllık bu anlaşmayla tekrardan tek menşeli silâh alımına bağlanmıyor muyuz? Hazırladığımız millî harp sa­ nayii planlarını, hazırladığımız çok menşeli hale ge­ tirebilme çabalarını bu suretle rafa kaldırmış olma­ yacak mıyız? Yine sırtımızı Amerika'dan alacağı­ mız 250 milyon dolarlık yıllık kredi ile bir kısmı • hibe, bir kısmı da satış olmak üzere alacağımız mal­ zemeye güvenip 4 yıl için tekrardan bir rahatlama dönemine girmemiz endişesini taşıyorum. Hükü­ metten bunun kontr-garantisini rica ediyoruz ve ne tedbirler düşünüyorlar?. Bu bahsettikleri ambargo sı­ rasında gerek hükümet olarak, gerek Genelkurmay olarak vaat ettikleri çok menşeleştirme meselesinde ve millî harp sanayii meselesinde ne gibi tedbirler düşünüyorlar, öğrenmek istiyoruz. NATO'nun bir de kendi içindeki politikasının rantbl olmayışının Türkiye üzerine etkileri vardır. Maalesef, NATO ülkeleri içinde bir silâh standardizasyonu bugüne kadar gerçekleştirilememiştir. Bu silâh standardizasyonun olmayışı da Türkiye'yi bir açıda etkilemiş ve tek menşeli silâh alımı meselesin­ de zorlamıştır. Bunda büyük konserlerin, büyük tröstlerin, silâh fabrikatörlerinin baskısıyla ülkele­ rinin politikalarını etkileyerek bir standardizasyonu önlemeleri ve kendi fabrikalarının mallarını NATO ülkeleri içinde satabilme rekabetlerini göstermek mümkündür. Bu suretle standardizasyona mani olunmaktadır. Uçak meselesinde, fantomlar üzerinde duruyo­ ruz. O kadar hızlı bir teknik tekâmül var ki, 2 yılda NATO ülkeleri arasında bir uçak alımı ve satışı re­ kabeti oldu ve sonunda bunu YF - 16 tipli bir Amerikan firması, isveç ingiliz, ve Fransız firmala­ rını mağlup ederek kazandı ve türlü dedikodular, rivayetler, rüşvet aldığı iddia edelen generallere va­ rana kadar çalkantılar yarattı bu NATO ülkelerinde. Acaba, biz de bu gelişmeleri zamanında ve yerinde takip edebiliyor muyuz? Bu suali sormak belki de abes olurdu; fakat biraz sonra bahsedeceğim ve bir Alman mecmuasından okuyacağım Kayseri Uçak Fabrikasına ait bir havadis, bu endişemizi burada belirtmemize vesile oldu. Muhterem milletvekilleri, NATO içinde harp sana­ yiini geliştirme konusunda bizim durumumuzda olan, bizden daha iyi durumda olan ülkelerin de sıkıntı-