T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ İKTİSAT ANABİLİM DALI EKONOMİK KALKINMA VE BÜYÜME BİLİM DALI TÜRKİYE’DE 1980 SONRASI KAMU KESİMİ İÇ BORÇLANMASININ ÖZEL SEKTÖR YATIRIM VE TASARRUFLARI ÜZERİNDEKİ ETKİSİ YÜKSEK LİSANS TEZİ Hazırlayan Müge KAYA Tez Danışmanı PROF.DR. Aziz KONUKMAN Ankara - 2010 T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ İKTİSAT ANABİLİM DALI EKONOMİK KALKINMA VE BÜYÜME BİLİM DALI TÜRKİYE’DE 1980 SONRASI KAMU KESİMİ İÇ BORÇLANMASININ ÖZEL SEKTÖR YATIRIM VE TASARRUFLARI ÜZERİNDEKİ ETKİSİ YÜKSEK LİSANS TEZİ Hazırlayan Müge KAYA Tez Danışmanı PROF.DR. Aziz KONUKMAN Ankara - 2010 ÖNSÖZ Türkiye'de kamu açıkları ve bu açıkların azaltılması konusundaki tartışmalar genellikle kamu gelirlerinin yetersizliği üzerinde yoğunlaşmaktadır. Özellikle 1980’li yılların ortalarından itibaren kamu harcamalarının finansmanında vergi politikaları yerine borçlanma politikaları ön plana çıkması, devletin, hem ekonomik istikrarı sağlamak hem de finansal ihtiyacını karşılamak amacıyla iç borçlanmaya başvurması, kamu borç stokunu arttırmış yaşanan ekonomik ve mali krizler borçlanma olgusunun sorgulanmasına neden olmuştur. Kamu açıklarının finansman kaynağı olarak en fazla kullanılan yöntemlerden birisi olan iç borçlanma miktarındaki artış ekonomi üzerinde pek çok olumsuz etki meydana getirmektedir. Bu etkiler; dışlama etkisi ve borcun geri ödenmesi sırasında meydana gelen olumsuz gelişmelerdir. Bununla birlikte yüksek düzeydeki kamu iç borçlanması başta faiz, enflasyon, GSMH ve gelir dağılımı olmak üzere birçok makroekonomik değişkeni olumsuz yönde etkilemiştir. Ekonomide yaşanan belirsizlikler borçlanma maliyetini arttırarak borçlanma vadesini kısaltmış ve faiz oranlarını yükseltmiştir. Borçlanmanın getirdiği faiz yükü ise kaynakların reel sektörden mali sektöre kaymasına ve reel sektörün küçülmesine neden olmuştur. Bu kapsamda çalışmamın öncelikli amacı; Türkiye’de iç borçlanmanın, faiz oranlarını, gelir dağılımını, enflasyonu, ekonomik büyümeyi ve özel yatırım harcamalarını nasıl etkilediği ve kamu kesimi iç borçlanmasının özel kesime aktarılabilir fonlar üzerinde dışlama etkisi yaratıp yaratmadığını incelemektir. Bu amaçla “Türkiye’de 1980 Sonrası Kamu Kesimi İç Borçlanmasının Özel Sektör Yatırım ve Tasarrufları Üzerindeki Etkisi” adlı tez çalışmamın hazırlanmasında, bana destek olan ve yol gösteren değerli tez danışmanım Prof. Dr. Aziz KONUKMAN’ a, çalışmamda yer alan ampirik analizlerin tamamlanması için yardım eden Yrd. Doç. Dr. Şenay AÇIKGÖZ’e ve desteklerini bir an olsun esirgemeyen sevgili aileme teşekkürü bir borç bilirim. Müge KAYA ii İÇİNDEKİLER ÖNSÖZ ......................................................................................................... i İÇİNDEKİLER ................................................................................................ ii KISALTMALAR ........................................................................................... vi TABLOLAR ................................................................................................ vii ŞEKİLLER ................................................................................................... ix GİRİŞ ............................................................................................................ 1 BİRİNCİ BÖLÜM KAMU BORÇLANMASI 1.1. BORÇLANMA KAVRAMI ......................................................................... 3 1.2. KAMU BORÇLANMASININ NEDENLERİ .............................................. 5 1.2.1. Olağanüstü Giderlerin Finansmanı İçin Borçlanma ....................... 6 1.2.2. Kamu Yatırımları ve Kalkınmanın Finansmanı İçin Borçlanma ...... 7 1.2.3. Bütçe Açıklarının Finansmanı İçin Borçlanma .............................. 8 1.2.4. Borç Ödemek İçin Yapılan Yeniden Borçlanma ............................. 9 1.2.5. Maliye Politikası Aracı Olarak Borçlanma ................................... 10 1.3. KAMU BORÇLANMASININ TÜRLERİ .................................................. 11 1.3.1. Serbesti Bakımından Borçlanma ................................................ 11 1.3.1.1. İsteğe Bağlı Borçlanma ........................................................ 11 1.3.1.2. Zorunlu Borçlanma ............................................................... 12 1.3.2. Süreleri Bakımından Borçlanma ................................................. 13 1.3.2.1. Kısa Vadeli (Dalgalı ) Borçlar ............................................... 14 1.3.2.2. Uzun Vadeli (Konsolide) Borçlar ........................................... 15 1.3.2.2.1. İtfa Süresi Belli (Süreli) Borçlar ...................................... 16 1.3.2.2.2. İtfa Süresi Belirsiz ( Süresiz) Borçlar ............................. 17 1.3.3. Sağladıkları Kaynaklar Bakımından Borçlanma .......................... 18 1.3.3.1. İç Borçlar .............................................................................. 18 iii 1.3.3.2. Dış Borçlar ........................................................................... 19 1.4. KAMU BORÇLANMASINA İLİŞKİN TEORİK YAKLAŞIMLAR .............. 21 1.4.1. Klasik Yaklaşım ........................................................................... 21 1.4.2. Neoklasik Yaklaşım ..................................................................... 23 1.4.3. Yeni Klasik Yaklaşım (Ricardocu Eşdeğerlik Teoremi) ............... 24 1.4.4. Keynesyen Yaklaşım ................................................................... 26 İKİNCİ BÖLÜM KAMU BORÇLARI İÇERİSİNDE İÇ BORÇLANMA KAVRAMI 2.1. İÇ BORÇ KAYNAKLARI ........................................................................ 30 2.1.1. Bireylerden Borçlanma ................................................................ 30 2.1.2. Sosyal Güvenlik Kurumları ve Ekonomik Kuruluşlardan Borçlanma ................................................................................... 32 2.1.3. Ticari Bankalardan Borçlanma ..................................................... 34 2.1.4. Merkez Bankası’ndan Borçlanma ............................................... 36 2.2. İÇ BORÇLANMA ARAÇLARI ................................................................ 37 2.2.1. Kağıda Bağlanmış İç Borçlanma Araçları ................................... 37 2.2.1.1. Hazine Bonoları .................................................................... 37 2.2.1.2. Devlet Tahvilleri .................................................................... 39 2.2.1.3. Hazine Kefaletine Haiz Bonolar ............................................ 39 2.2.2. Kağıda Bağlanmamış İç Borçlanma Araçlar ............................... 40 2.2.2.1. Kısa Vadeli Avans ................................................................ 40 2.2.2.2. Emanetler ............................................................................. 41 2.2.2.3. Konsolide Borçlar ................................................................. 43 2.3. İÇ BORÇLANMA YÖNTEMLERİ .......................................................... 43 2.3.1. İhale Yöntemiyle Borçlanma ........................................................ 44 2.3.1.1. Tek Fiyat İhale Yöntemi ........................................................ 46 2.3.1.2. Çoklu Fiyat İhale Yöntemi .................................................... 46 2.3.2. İhale Dışı Sürekli Satış Yöntemiyle Borçlanma ........................... 48 iv 2.3.3. Halka Arz Yöntemiyle Borçlanma ................................................ 49 2.4. İÇ BORÇLANMANIN EKONOMİK ETKİLERİ ....................................... 50 2.4.1. İç Borçlanmanın Fiyatlar Üzerine Etkisi ...................................... 51 2.4.1.1. İç Borçlanmanın Enflasyonist Etkisi...................................... 51 2.4.1.2. İç Borçlanmanın Deflasyonist Etkisi ...................................... 54 2.4.2. İç Borçlanmanın Faiz Üzerine Etkisi .......................................... 55 2.4.3. İç Borçlanmanın Tüketime Etkisi ................................................ 57 2.4.4. İç Borçlanmanın Tasarruflar Üzerine Etkisi ................................ 58 2.4.5. İç Borçlanmanın Gelir Dağılımına Etkisi...................................... 59 2.4.6. İç Borçlanmanın Ekonomik Kalkınma ve Büyümeye Etkisi .......... 60 2.4.7. İç Borçlanmanın Özel Kesim Üzerine Etkisi ( Crowding Out )...... 62 2.4.7.1. Finansal ve Reel Dışlama ..................................................... 64 2.4.7.2. Kısa ve Uzun Dönem Dışlama .............................................. 66 2.4.7.3. Ödünç Verilebilir Fonlar Teorisi ve Crowding Out Etkisi ....... 66 2.4.7.4. IS-LM Modeli ve Crowding Out Etkisi .................................... 69 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM TÜRKİYE’DE İÇ BORÇLANMANIN ÖZEL SEKTÖR YATIRIM VE TASARRUFLARI ÜZERİNDEKİ ETKİSİ 3.1.TÜRKİYE’DE İÇ BORÇLARIN MİKTARI ................................................. 73 3.1.1. Kamu Kesimi Borçlanma Gereği .................................................. 73 3.1.2. İç Borç Stokundaki Gelişmeler ..................................................... 78 3.1.2.1. İç Borç Stokunun Alıcılara Göre Dağılımı .............................. 90 3.1.2.2. İç Borç Vade Yapısı ve Faiz Oranları ................................... 94 3.1.2.3. İç Borç Faiz Ödemeleri ......................................................... 99 3.2.3. İç Borç Yükü .............................................................................. 101 3.2.4. İç Borç Servisi ............................................................................ 102 3.2.4.1. İç Borç Servisi / GSMH........................................................ 103 3.2.4.2. İç Borç Servisi / Konsolide Bütçe Gelirleri ........................... 105 v 3.2. TÜRKİYE’DE KAMU İÇ BORÇLANMASININ ÖZEL SEKTÖR YATIRIM VE TASARRUFLARI ÜZERİNDEKİ ETKİSİ ................................ 106 3.2.1. 1980 Sonrası Yatırımların Ekonomideki Payı ............................ 106 3.2.2. Sabit Sermaye Yatırımlarının Sektörel Dağılımı ........................ 109 3.2.3. 1980 Sonrası Tasarrufların Ekonomideki Payı .......................... 113 3.2.4. Kaynakların Kamu ve Özel Kesim Arasındaki Dağılımı ............. 116 3.2.4.1. Merkez Bankası Kredilerinin Dağılımı ................................. 116 3.2.4.2. Tahvil ve Bono Stokunun Gelişimi ...................................... 118 3.2.4.3. Menkul Kıymet Stoklarının Gelişimi ..................................... 119 3.2.4.4. Mali Sistemin Büyüklüğü ve Kaynakların Dağılımı .............. 121 3.2.4.5. Sermaye Piyasası ve Yaratılan Kaynaklar ......................... 123 3.2.4.6. İkinci El Piyasada Kamu ve Özel Kesim Araçlarının İşlem Hacmi ............................................................................................... 127 3.3. 1989-2006 YILLARI ARASI KAMU İÇ BORÇLANMASININ ÖZEL SEKTÖR YATIRIMLARI ÜZERİNDEKİ ETKİSİ .......................................... 129 3.3.1. Varsayımlar ................................................................................ 129 3.3.2. Analizde Kullanılan Model ve Veriler ......................................... 130 3.3.3. Durağanlık Analizi ...................................................................... 131 3.3.4. VAR Analizi İle Uygun Gecikme Sayısının Tespiti ..................... 133 3.3.5. Johansen Eşbütünleme Analizi .................................................. 134 3.3.6. Granger Nedensellik Testi ......................................................... 139 SONUÇ ....................................................................................................... 142 KAYNAKÇA .............................................................................................. 145 EKLER ........................................................................................................ 156 ÖZET .......................................................................................................... 158 ABSTRACT ................................................................................................ 160 vi KISALTMALAR DİBS : Devlet İç Borçlanma Senetleri DPT : Devlet Planlama Teşkilatı EVDS : Elektronik Veri Dağıtım Sistemi GSMH : Gayri Safi Milli Hasıla HDTM : Hazine ve Dış Ticaret Müsteşarlığı HM : Hazine Müsteşarlığı İDT : İktisadi Devlet Teşekkülleri KİT : Kamu İktisadi Teşebbüsleri KKBG : Kamu Kesimi Borçlanma Gereği KKSY : Kamu Kesimi Sabit Sermaye Yatırımları KTO : Konya Ticaret Odası RGSMH : Reel Gayri Safi Milli Hasıla TCMB : Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası TEFE : Toptan Eşya Fiyat Endeksi TMSF : Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu TÜSİAD : Türkiye Sanayici ve İş Adamları Derneği VAR : Vector Autoregressive Approach (Vektör Otoregressive Yaklaşımı) VDMK : Varlığa Dayalı Menkul Kıymet vii TABLOLAR 3.1. Kamu Kesimi Borçlanma Gereği / GSMH .............................................. 76 3.2. İç Borç Stokunun GSMH İçerisindeki Payı ............................................. 80 3.3. İç Borç Stokunun Dağılımı ( Hazine Bonosu .......................................... 83 3.4. İç Borç Stokunun Dağılımı ( Devlet Tahvili ) .......................................... 85 3.5. İç Borç Stokunun Dağılımı ( Kısa Vadeli Avans) ................................... 87 3.6. İç Borç Stokunun Dağılımı ( Konsolide Borç) ........................................ 89 3.7. İç Borç Stokunun Alıcılara Göre Dağılımı .............................................. 93 3.8. Vadeleri Açısından İç Borçlar ................................................................. 95 3.9. İç Borç Vade ve Faiz Yapısı ................................................................... 97 3.10. İç Borç Faiz Ödemeleri ...................................................................... 100 3.11. İç Borç Servis Oranı .......................................................................... 103 3.12. İç Borç Servisinin GSMH İçindeki Payı .............................................. 104 3.13. İç Borç Servisi / Konsolide Bütçe Gelirleri ......................................... 105 3.14. Kamu Yatırımları, Özel Yatırımlar ve Toplam Yatırımların GSMH İçerisindeki Payı ................................................................................ 108 3.15. Sektörler İtibariyle Sabit Sermaye Yatırımları ( Özel Kesim ) ............ 110 3.16. Sektörler İtibariyle Sabit Sermaye Yatırımları (Kamu Kesimi) ........... 112 3.17. Türkiye’de Özel,Kamu ve Toplam Tasarrufların GSMH İçerisindeki Payı ................................................................................................... 114 3.18. Merkez Bankası Kredilerinin Kesimler Arasındaki Dağılımı .............. 117 3.19. Tahvil ve Bono Stokunun Merkez Bankası Aktifleri İçerisindeki Payı . 118 3.20. Menkul Kıymet Stokları ..................................................................... 120 viii 3.21. Mali Sistemin Büyüklüğü (GSMH’ya Oranla) ..................................... 121 3.22. Mali Varlıkların Kesimler Arasındaki Dağılımı ................................... 122 3.23. Sermaye Piyasasında Özel Kesim ve Kamu Kesimi İhraçları ............ 125 3.24. İkinci El Piyasa İşlem Hacmi .............................................................. 128 3.25. ADF Birim Kök Testi Sonuçları .......................................................... 132 3.26. Var Modeli İçin Uygun Gecikme Uzunluğunun Seçimi ....................... 134 3.27. Johansen Eşbütünleme Test Sonuçları ............................................. 136 3.28. Özel Sektör Yatırım Harcamalarına Göre Normalleştirilen Eşbütünleme Katsayılar Tablosu ....................................................... 137 3.29. Hata Düzeltme İle Granger Nedensellik Test Sonuçları .................... 140 ix ŞEKİLLER 1.2. Keynesyen Yaklaşımda Borçlanma ....................................................... 27 2.1. Ödünç Verilebilir Fon Arz-Talebi ve Dışlama Etkisi .............................. 68 2.2. Klasik Dışlama Etkisi .............................................................................. 69 2.3. Kısa Dönem Monetarist Dışlama Etkisi ................................................. 71 2.4. Uzun Dönem Monetarist Dışlama Etkisi ................................................. 71 3.1. Kamu Kesimi Borçlanma Gereği / GSMH (1980-2006 ........................... 77 3.2. İç Borç Stoku/ GSMH’nın Yıllar İtibariyle Dağılımı(1980-2006 ............... 81 3.3. Toplam İç Borçlar İçinde Kısa ve Uzun Vadeli Borçlar (1980-2006) ...... 96 3.4. Kamu Yatırımları ve Özel Yatırımların GSMH’ya Oranı (1980-2006) ... 109 3.5. Kamu ve Özel Tasarrufların GSMH’ya Oranı(1980-2006) ................... 115 3.6. Sermaye Piyasasında Özel ve Kamu Kesimi İhraçları (%) (1986-1999) ........................................................................................ 126 3.7. İkinci El Piyasa İşlem Hacmi (%) (1986-2006) .................................... 128 GİRİŞ Devletin daha fazla harcama yapması vergi gelirlerinin yeterli olmadığı zamanlarda alternatif finansman kaynaklarına başvurulması gerekliliğini ortaya çıkarmıştır. Günümüzde en çok başvurulan alternatif finansman kaynaklarından biri de iç borçlanmadır. Özellikle gelişmekte olan ülkelerde gelir düzeyinin ve tasarruf oranlarının düşük olması, vergi gelirlerinin istenilen oranda arttırılamaması hükümetin iç borçlanmaya başvurmasına neden olmuştur. Ülkemizde ise 1980 öncesinde kalkınma çabalarının desteklenmesi amacına yönelik olarak sınırlı şekilde başvurulan iç borçlanma, 1980 sonrasında süreklilik arz ederek bütçe açıklarının finansmanı için alınan borçların geri ödenmesi amacıyla yapılmıştır. Dış borçlanma kaynaklarının azalması, vergi gelirlerinin yetersiz kalması da iç borçlanma miktarını sürekli arttırmıştır. Kamu açıklarının finansman kaynağı olarak en fazla kullanılan yöntemlerden biri olarak görülen iç borçlanma; faiz oranlarının yükselmesine ve borçlanma vadesinin kısalmasına neden olmaktadır. Türkiye’de 1980 sonrası dönemde ve özellikle 1990’lı yıllardan sonra kronik hale gelen kamu açıkları ve bunların finansmanında kullanılan iç borçlanma miktarındaki artış, ülke üzerinde ağır borç yükü meydana getirmiş ve iç borç stokunu arttırmıştır. Kamu borçlarındaki sürekli artışlar faiz oranlarını yükselterek hem mali hem de reel kesim üzerinde olumsuz etkiye neden olmuştur. Bu çalışmada Türkiye ekonomisinin 1980-2006 yıllarını kapsayan dönemde kamu açıklarının iç borçlanmayla finanse edilmesinin temel makro ekonomik değişkenler üzerindeki etkileri incelenecektir. Çalışmanın amacı; ekonomik kalkınmaları için kaynak sıkıntısı çeken ülkelerin kamu borçlanmasının özel sektör yatırım harcamaları üzerindeki etkilerinin teorik olarak ele alınması ve bu borçların Türkiye ekonomisinde finansal kesime aktarılabilir fonlar üzerinde dışlama etkisi yaratıp yaratmadığının ekonometrik olarak test edilmesidir. 2 Tez çalışması ele alınırken genel hatlarıyla iç borçlanmanın ne olduğu, hangi sebeplerden oluştuğu ve bu borcun neden Türkiye ekonomisinde büyük bir sorun haline geldiği incelenmeye çalışılacak olup, iç borç ile bazı temel makroekonomik değişkenler arasında ilişki kurularak veriler ile yorumlama yapılacaktır. Yukarıda belirtilen amaç doğrultusunda yapılan çalışma, üç bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde; genel olarak borçlanma kavramı, devletin borçlanma nedenleri, kamu borçlanmasının türleri, kamu borçlanmasına yönelik teorik yaklaşımlar ele alınmıştır. İkinci bölümde; iç borç kaynakları, iç borçlanma araçları, iç borçlanma senetlerinin satış yöntemleri üzerinde durularak, kamu açıklarının finansmanı için kullanılan iç borçlanmanın ekonomik etkileri, iç borçlanma ile GSMH, enflasyon ve özel yatırım harcamaları gibi bazı ekonomik büyüklükler arasındaki ilişkiler incelenmiştir. Çalışmanın son bölümünde ise, Türkiye’de iç borç sorunu, pek çok yönleriyle ortaya konmaya çalışılmış, iç borçların zaman içinde gösterdiği değişim ve bu değişimin ekonomi üzerinde yarattığı etkiler incelenmiştir. Aynı zamanda kamu iç borçlanmasının özel kesime aktarılabilir fonları dışladığı veya içlediği yönündeki önermeler doğrultusunda Türkiye bağlamında ampirik olarak test edilmiştir. Çalışmada zaman açısından sınırlandırmaya gidilmiştir. Türkiye’de iç borçlanmanın ve iç borçlanmadan kaynaklanan yapısal sorunların 1984 yılından sonra artması nedeniyle çalışma 1989-2006 dönemine ait verilerle sınırlandırılmıştır. Sonuç bölümünde ise genel bir değerlendirme yapılarak iç borçlanmanın Türkiye ekonomisi üzerindeki etkileri ve çözüm önerileri ele alınmaya çalışılmış, aynı zamanda yapılan ekonometrik model sonuçları yorumlanmıştır. BİRİNCİ BÖLÜM KAMU BORÇLANMASI 1.1. BORÇLANMA KAVRAMI Borçlanma, kamu harcamalarının finansmanında verginin bir alternatifi olarak sıkça başvurulan bir araçtır. Bununla birlikte, borcun geri ödenme zamanında ekonomi üzerinde önemli etkilere sahiptir. Borçların ödenmesi vergi gelirleri ile yapılmaktadır. Devlet tarafından alınan vergilerin yarattığı yük, vergiyi ödeyen nesiller üzerinde hissedilirken, devletin borçlanması dolayısıyla yaratılan yük gelecek nesilleri de ilgilendirmektedir. Bu açıdan bakıldığında borçlanma; gelecekteki vergi gelirlerinin bugünden kullanılmasıdır (İnce, 2001: 6). Bu durumda kişiler şimdiki satınalma gücünden, ileride kullanmak koşuluyla vazgeçmiş olmaktadırlar. Kamusal ihtiyaçların giderilmesinde bir finansman aracı olarak öngörülen borçlanma; devletin genel olarak isteğe bağlı ve bir bedel karşılığı, özel kişi, kuruluş veya yabancı bir devletten elde ettiği gelirdir (Saatçi , 2007: 94). Borçlanmada bir isteğe bağlılık söz konusu olduğundan kişiler veya kurumlar devlete borç verip vermemekte tamamen serbesttir. Bu nedenle ellerindeki borç verilebilir fonları, devlet tarafından kendilerine sağlanacak çıkarları, borcun koşullarını ve piyasanın getirisini düşünerek değerlendirmektedirler. Günümüz ekonomilerinde meydana gelen değişimler hükümetleri yeni arayışlara yönlendirmiş, modern devlet anlayışı çerçevesinde, devletin klasik görevlerinin yanında sosyal anlamda da görev ve sorumluluk bilincinin artması kamu harcamalarını arttırmıştır. Devletin olağan gelirlerinin artan kamu harcamalarını karşılamada yetersiz kalması sonucu, kamu gelirlerindeki 5 yetersizliğin giderilmesi ve bütçe açıklarının kapatılması amacıyla borçlanma yoluna gidilmiştir. Devlet için geçici bir gelir kaynağı olan borçlanma günümüzde de ülkelerin sıkça başvurduğu önemli ve etkili bir finansman aracı haline gelmiştir. Borçlanma, sadece uzun dönemde verimli sayılan devlet yatırımlarının finansmanında değil, tüm kamu giderlerinin finansmanında kullanılmaktadır. Kamu açıklarının borçlanma ile kapatılmasının zamanla sürekli hale gelmesi sonucu artan borçlanma miktarı ekonomide yapısal sorunları beraberinde getirmiştir. 1.2. KAMU BORÇLANMASININ NEDENLERİ Kamu borçlanma nedenleri ve borçlanma koşulları, hemen hemen tüm ülkelerde farklılık göstermektedir. Günümüzde devletler, ekonomik ve toplumsal sorunlara çözüm getirmek ve sosyo - ekonomik istikrarı sağlamak için vergi gelirlerinin yetersiz kaldığı durumlarda borçlanmaya sık sık başvurmaktadır. Günümüzde devletin büyük yatırımları gerçekleştirmek ve savaş gibi olağanüstü durumlarda borçlanmasının dışında, yıllık bütçe açıklarını kapatmak, kamu gelir ve giderleri arasında zaman itibariyle meydana gelecek dengesizlikleri gidermek, ekonomide konjonktüre bağlı olarak oluşan atıl fonları ekonomide tekrar aktif hale getirmek gibi nedenlerle borçlanma yoluna gittiği görülmektedir. Borçlanmanın nedenleri bireyden bireye, toplumdan topluma, ülkeden ülkeye ve dönemden döneme değişmektedir. Borçlanma; gelişmiş ülkelerde büyüme, ekonomik kalkınma ve teknoloji üretmenin finansmanında kullanılan önemli bir kaynak olarak ortaya çıkarken, özellikle vergi sisteminde sorunların yaşandığı gelişmekte olan ülkelerde yoğun olarak kamu kesimi açıklarının ve kamu harcamalarının finansmanında kullanılmaktadır (Demir ve Sever, 2009: 6 9). Borçlanmanın ülkeler üzerine etkisi daha çok ortaya çıkardığı sonuçlar itibariyle farklılaşmaktadır. Kamu açıklarının finansmanı için yapılan borçlanmalar genel ekonomik yapı üzerinde olumsuz etkiler meydana getirirken, tasarruf ve faiz oranı üzerinde baskı yaratarak büyüme sürecini olumsuz etkilemektedir. 1.2.1.Olağanüstü Giderlerin Finansmanı İçin Borçlanma Olağanüstü harcamalar; önceden bilinmeyen, her yıl tekrarlanmayan ve faydası uzun yıllar devam eden harcamalardır. Önceden tahmin edilmeyen harcamaların tamamen vergiler yoluyla finansmanı mümkün olmadığından devlet, bu tür harcamaları borçlanarak finanse etmektedir. Bütçe yılı içerisinde meydana gelen deprem, sel, yangın gibi doğal afetlerin yarattığı olumsuz etkilerin giderilmesinde finansman aracı olarak borçlanmaya başvurulmaktadır. Diğer yandan, doğal afetler, kişilerin ve kuruluşların mali yapılarını zayıflatır. Bu nedenle; bu kişi ve kuruluşların vergi borçlarının ertelenmesi hatta birkaç yıl vergi yükümlülüklerinin hafifletilmesi gerekebilir. Bu bakımdan devletin ihtiyaç duyduğu kaynaklara ulaşabileceği bir yöntem olan borçlanma, bu gibi durumlarda devletin en önemli gelir kaynağı olmaktadır (Özbilen, 1999: 20). Doğal afetlerin yaşandığı dönemlerde ülkenin ekonomik gücünün ve toplumun vergi gücünün azalması borçlanmayı vergi koymaktan daha cazip hale getirmektedir. 7 1.2.2.Kamu Yatırımları ve Kalkınmanın Finansmanı İçin Borçlanma Günümüzde devletin bir yandan klasik görevlerini yerine getirmesi diğer yandan da kalkınmayı sağlamaya çalışması kamu harcamalarını arttırmaktadır. Artan kamu harcamalarını karşılamada vergi gelirlerinin yetersiz kalması sonucu kamu yatırımlarının finansmanında borçlanma yoluna gidilmektedir. Çağdaş devlet anlayışıyla birlikte ekonomik ve sosyal yönden devletin yüklenmiş olduğu görev sorumlulukların artması devletin birçok alanda ekonomiye müdahalesini arttırırken bu durum devletin ekonomi içindeki payının giderek büyümesine yol açmıştır. Hızlı sanayileşme, hızlı nüfus artışı ve kentleşme yatırımları arttırmakta, büyük bayındırlık yatırımları (köprü, baraj, metro) ve sosyal nitelikli yatırımlar (eğitim, sağlık) ise sürekli gelir kaynaklarının yetersizliği nedeniyle sık sık borçlanma yoluyla finanse edilmektedir (Açba, 1996: 6). Ülkeler açısından ekonomik dengenin sağlanması, korunması ve kalkınmayı gerçekleştirecek yatırımların yapılması önemlidir. Bireylerin gelirlerinin düşüklüğünden kaynaklanan tasarruf açığı ve sermaye yetersizliği ise büyüme ve kalkınmanın önündeki en büyük engellerden biridir. Bu nedenle; ferdi birikimlerin ve girişimlerin yetersizliği dolayısıyla kalkınmayı sağlayacak yatırımların yapılması devlete kalmaktadır (Özbilen, 1999: 20-21). Kalkınmayı sağlayacak yatırımların çok yüksek miktarda finansman gerektirmesi nedeniyle ekonomik dengenin sağlanması ve korunması için borçlanmak kaçınılmaz olmaktadır. Devlet yatırımları genelde büyük alt yapı yatırımları olarak ortaya çıkmaktadır. Binalar, barajlar, köprüler büyük paralar gerektiren ve başlangıç tarihleri ile bitim tarihleri arasında uzun süre olan, devlete hemen gelir getirmeyen yatırımlardır. Bu yatırımların uzun dönemde tamamlanacak yatırımlar olması nedeniyle vergilendirme kapasitesi belirli ve sınırlı bir ülkede her yıl elde edilen vergi gelirlerinin büyük bir kısmını kullanmak yerine finansmanının borçlanma ile yapılması daha akılcı olmaktadır (Erdem, 2006: 8 11). Büyük çaplı kamu yatırımlarının sadece vergilerle finanse edilmesi durumunda; düşük gelirli kişiler ödediği vergilerle yatırımların finansmanına katılıp, yatırımların getirisinden yararlanamazken, gelecek kuşaklar bu yatırımın maliyetine katılmadığı halde faydalarından yararlanmaktadır. Bu nedenle; borçlanma ile bu dengesizlikler giderilmeye, yatırımların finansman yükü nesiller arasında dağıtılmaya çalışılmaktadır (Buchanan,1997:120). Ekonomik kalkınmayı hedefleyerek alınan borçların, yönlendirildiği yatırımlar başarıya ulaştığında, ekonomik büyüme ve istihdam üzerinde olumlu etkiler yaratılabilir. Kalkınma amacının gerçekleştirilmesinde etkinliğin sağlanması borçla finansmanın etkin kullanımına bağlıdır. Etkinlik açısından borcun verimli yatırımlara yönlendirilmesi kadar borçlanmanın uygun maliyetle gerçekleştirilmesi de önemlidir (Bülbül, 2003:125). Borçlanma ile sağlanan fonların kamunun verimli yatırımlarında kullanılması durumunda devlet, hem faiz hem de borcun anaparasını belli bir süre sonunda ödeme imkanına sahip olacağından, büyük ölçekli yatırımların borçlanma ile finanse edilmesi kısa vadede vergi yükünün hafiflemesine ancak uzun vadede vergilerin daha da artmasına neden olacaktır. 1.2.3. Bütçe Açıklarının Finansmanı İçin Borçlanma Devlet yüklendiği görevleri yerine getirirken harcamalar yapmak ve bu harcamaları yapabilmek için de kaynak bulmak zorundadır. Devletin görev ve sorumluluklarının artması sonucu, harcamaları artarken gelirleri buna paralel olarak artmamakta, dolayısıyla harcamaları ve gelirleri arasındaki dengesizlik kamu açıklarını oluşturmaktadır. Maaş, ücret, kira ile ilgili harcamalar düzenli iken, yatırım harcamaları, devlet borçlarının anapara ve faiz ödemeleri ile ilgili harcamalar düzensizdir. Mali yıl içinde alınan vergi gelirlerinde ise süreklilik yoktur. Bazı aylarda vergi gelirleri düşmekte, bazı aylarda yükselmektedir. Bu nedenle; zaman itibariyle ortaya çıkan gelir ve gider dengesizliğini gidermek 9 için borçlanma zorunlu bir finansman aracı olarak gündeme gelmektedir. Kamusal hizmetlere duyulan ihtiyacın fazla olması, hızlı nüfus artışı, mali disiplinin olmayışı, özellikle ortaya çıkan makro dengesizlikleri ortadan kaldırmak için kamu kesimi yıllar itibariyle daha çok borçlanmak zorunda kalmıştır. Kamu harcamalarının artışı sonucu oluşan bütçe açıklarının finansmanında vergilerden yararlanmak mümkündür. Ancak bunun için başlangıçta öngörülen vergi gelirlerinde daha fazla artış sağlamak amacıyla vergi kanunlarında yasal düzenlemeye gereksinim duyulabilir. Bu düzenlemelerin zaman alıcı olması nedeniyle harcamaların kısılması ve vergi gelirlerinin arttırılması kısa vade de mümkün olmayacağından borçlanmak kaçınılmaz olmaktadır (Evgin, 1994: 21). 1.2.4. Borç Ödemek İçin Yapılan Yeniden Borçlanma Devlet borçlanırken çıkardığı yüksek faizli borçları, piyasadaki daha düşük faiz düzeyine indirerek yeni borç senetleriyle değiştirmek ve böylece borcunu hafifletmek ister. Çoğu kez artan borç taksitleri bütçe içinde büyük bir yük oluşturduğundan devletin devamlı olarak borçlanması borç yükünün giderek ağırlaşmasına ve bütçe içerisinde borç ödemelerine ayrılan payın büyümesine neden olmaktadır (Eker ve Meriç, 1999: 29). Ülkemizde ise, en çok başvurulan bir yöntem haline gelen borcun borçla ödenmesi ya da borç ertelemeleri hem iç hem de dış borçlarda sık sık görülmektedir. Borcun ödeme zamanı geldiğinde devlet, gelirlerinin istikrarsız olması, büyüyen borç miktarları ve artan kamu giderleri sonucu yaşanan finansal sıkışıklık nedeniyle yeniden borçlanmaya giderek süresi gelen borçları kapatır. Bu şekilde; borcun borçla ödenmesi amacıyla alınan kredilere “röfinansman krediler” denir (İnce, 2001: 26). Bu gibi koşullarda yeniden 10 borçlanılarak süresi gelen borçların ödenmesi geçici rahatlık sağlarken, bütçe üzerindeki faiz yükünü de arttırmaktadır. 1.2.5. Maliye Politikası Aracı Olarak Borçlanma Borçlanma, kamu giderlerini karşılamak için kullanılan bir finansman aracı olmakla birlikte, aynı zamanda devletin ekonomiye müdahalesini sağlayabilen bir maliye politikası aracıdır. Müdahaleci (modern) devlet anlayışının ekonomi üzerindeki rolü, Keynesyen anlayışın ekonomide hâkim olmaya başlamasıyla birlikte artmıştır. Bu bağlamda; borçlanma Klasik anlayışa göre olağanüstü bir finansman aracı iken, modern maliye görüşüne göre olağan bir finansman aracı haline gelmiştir (Çiçek vd., 2010: 142). Devlet maliye politikası aracı olarak sadece kendisine gelir sağlamak için değil, ekonomik ve sosyal amaçları gerçekleştirmek için de borçlanmaya başvurmaktadır. Bu anlamda borçlanma bir taraftan gelir elde etmek amaçlı, diğer taraftan fiyat istikrarı, gelir dağılımı, ekonomik büyüme gibi makroekonomik amaçları gerçekleştirmek amacıyla da kullanılmaktadır. Borçlanma politikası sonucu elde edilen fonların kullanım şekli ve sonuçları da önemlidir. Sağlanan fonlar ekonomide üretime katıldığı, mal ve hizmet alımında kullanıldığı takdirde genişletici etkilere yol açacaktır (Özbilen, 1999: 67). Bir istikrar aracı olarak borçlanma ele alındığında borçlanmanın hangi kaynaktan yapıldığı ve borçlanma sonucu elde edilen fonların nasıl kullanıldığı da önem taşımaktadır. Ekonomideki durgunluk dönemlerinde toplam talep yetersizliğini gidermek için kamu harcamalarının finansmanının bankalardan sağlanması ekonomide genişletici etki yaratmaktadır. Ekonomide harcama fazlasının olduğu enflasyon dönemlerinde ise borçlanmanın kişi ve firmalardan yapılması harcamaları kısıtlayıcı bir etki yaratıp özel tüketim ve yatırım harcamalarını azaltacaktır. 11 1.3. KAMU BORÇLANMASININ TÜRLERİ Kamu borçlanması; serbesti bakımından, süreleri bakımından ve sağladıkları kaynaklar bakımından olmak üzere üç şekilde sıralanabilir. 1.3.1.Serbesti Bakımından Borçlanma 1.3.1.1.İsteğe Bağlı Borçlanma İsteğe bağlı borçlar, elinde borç verilebilir fonları bulunan tarafın kendi isteği ile bunu borç isteyen tarafa vermesidir. Borç almak isteyen taraf devletken, borç vermek isteyen taraf şahıslar veya bazı kurum ve kuruluşlardır. Devlet iktisat politikası amaçlarını ve konjonktürü de göz önünde bulundurarak yapacağı borçlanmanın şartlarını ve miktarını ilan ederken bireyler ve kurumlar alternatif yatırım araçlarının getirisini ve devletin sağlayacağı çıkarları da değerlendirerek borç verirler. İsteğe bağlı borçlarda devlet yüksek faizli tahvil çıkarır. Banka faizine eşit olan veya ondan yüksek miktarda faiz veren devlet tahvilleri şahıslar tarafından satın alınmaktadır. İsteğe bağlı borçlar; vatandaşların faiz geliri elde etmek için tasarruflarını devlete kendi istekleriyle vermesidir. Bu tür borçlanma esas itibariyle tarafların karşılıklı serbest iradesine dayanır. Ancak, isteğe bağlı borçlarda da devlet bazen çıkardığı borç senetlerinin satılması için zorlayıcı yöntemlere başvurmaktadır (Gürler, 1998: 38). Bu yöntemler arasında borç senetlerinin yeterince satılmaması halinde zorla satılacağının duyurulması veya savaş, ekonomik kriz gibi olağanüstü durumlarda senedi almamanın vatandaşlık görevini yerine getirmemek olduğu yönünde baskı yapması yer almaktadır. İsteğe bağlı borçlar bazen yarı zorlamayla da alınabilir. Bu iki şekilde olur. Birincisi; devletin çıkartmış olduğu borç senetlerinin alıcı bulamaması 12 halinde, zorlayıcı yollarla vatandaşlara satacağını duyurmasıdır. Böyle bir durumda zengin kişiler bu senetleri kendilerine zorla satılacağını düşünerek satın alırlar. İkincisi; devletin çıkartmış olduğu borç senetlerinin satışında manevi telkin yolunun kullanılmasıdır (Açba, 1996 : 19). Saf anlamda isteğe bağlı borçlanma; devletin yurttaşları ile eşit düzeyde masaya oturması ve sözleşmenin koşullarını birlikte saptamasıdır. Ancak günümüz devlet borçlanmalarında saf anlamda isteğe bağlı borçlanma görülmemektedir (Erol, 1992: 21). 1.3.1.2. Zorunlu Borçlanma Zorunlu borçlanma; koşullarının tek taraflı olarak devlet tarafından belirlenmesi ve bu koşulların isteğe bağlı olmadan zorunlu olarak kabul edilmesi anlamına gelmektedir. Zorunlu borçlanmaya, olağanüstü dönemlerde geçici olarak başvurulur. Özellikle isteğe bağlı borçlanma olanaklarının azaldığı, vergi kaynaklarının sınıra ulaştığı zamanlarda başvurulmaktadır. Zorunlu borçlanma ile devlet, mali ihtiyaçlarını gidermekte ve aynı zamanda fertleri tasarrufa zorlamaktadır (Erol, 1992: 22). Para ve sermaye piyasalarının elverişli olmaması durumunda devletin isteğe bağlı borçlanmaya gitmesi zordur. Çünkü; bu hallerde bireyler ellerindeki tasarrufları arsa, bina, altın, gibi kıymetlere ve dövize yatırır. Bu yüzden devlet böyle durumlarda mali ihtiyaçlarını vergi gelirleriyle karşılayamayıp zorunlu borçlanmaya başvurmaktadır (Açba, 1996: 19). Zorunlu borçlanma uygulamasının amacı; kişi ve kurum tasarruflarının kamu kesimine aktarımını sağlamaktır. Devlet bu amaçla kişisel tasarrufları borçlanma kaynağı haline getirir. Bu açıdan bakıldığında borç senetlerinin halka zorla verilmesi yönüyle zorunlu borçlar vergiye yaklaşmaktadır. Vergiden farkı; tahvil almaya mecbur edilen şahısların belli bir süre sonunda devletten olan alacaklarını faizi ile birlikte geri almalarıdır (Gürler, 1998: 38). 13 Bu nedenle; zorunlu borçlanmada hem gönüllü borçlanmada olduğu gibi alacaklıya faiz ve borç taksitleri geri ödenmekte, hem de borç verenler vergide olduğu gibi kendi harcamalarını zorla kısmak zorunda kalmaktadır. Zorunlu borçlar, kişilerin satın alma güçlerini, başlangıçta azaltıcı yönde, daha sonra geri ödenirken arttırıcı yönde etkileyeceğinden, ekonomik dengeyi sağlamak amacıyla uygulanmıştır. Kişilerin satınalma gücünü azaltarak devletin bunu kendi amaçları doğrultusunda kullanmasına imkan veren zorunlu borçların bir şekli de zorunlu tasarrufa dayalı borçlanmadır. Bu tür borçların ülkemizdeki ilk örneği 05.09.1961 tarih ve 223 sayılı Yatırımlar ve Tasarruf Bonoları İhracı Hakkında Kanun ile çıkarılan tasarruf bonolarıdır. Bu kanunla tasarruf bonoları yoluyla daha hızlı bir ulusal kalkınmanın gerçekleştirilebilmesi için, tarım, sanayi ve ulaştırma alanlarında yapılacak yatırımların finansmanının sağlanması amaçlanmıştır. Ancak uygulamada görülen aksaklıklar nedeniyle tasarruf bonoları uygulamasına son verilmiştir. Zorunlu tasarrufa dayalı borçlanmada amaç; devlete gelir sağlamaktan çok halkın tasarruf düzeyinin arttırılması, bazı ekonomik hedeflere ulaşma isteği ve daha hızlı bir kalkınma gerçekleştirmek amacıyla devletin gelirlerine ve dış yardımlara ek olarak bir gelir sağlamasıdır. Bu tür borçlanmanın daha çok tarım, sanayi ve ulaştırma yatırımlarında kullanılması düşünülmüştür. 1.3.2. Süreleri Bakımından Borçlanma Borcun alınışından ödenmesine kadar geçen süre olan vade, borçlanma sırasında, borç veren ve borç alan açısından ayrı bir önem taşır. Çünkü; borçlanmada vade, borçlanan taraf açısından maliyet unsuru iken, borç veren taraf için sermayenin getirisi açısından önemlidir (Erdem, 2006: 27). Bu nedenle; devlet mali açıdan içerisinde bulunduğu koşulları, gelecekteki ödeme olanaklarını, ekonomi üzerinde yaratacağı etkileri dikkate alarak borçlanmanın vadesini belirlemektedir. 14 Kamu borçları, vadelerine göre kısa ve uzun vadeli borçlar olarak ikiye ayrılır. Vadesi 1 yıl ve daha az olan borçlar kısa vadeli, 1 yıl ve daha fazla olan borçlar ise uzun vadelidir. 1.3.2.1. Kısa Vadeli (Dalgalı) Borçlar Kısa vadeli borçlar, genellikle devletin gelir ve giderleri arasındaki uyumsuzluğun giderilmesi ve vergi gelirlerinde beklenmedik bir azalma söz konusu olduğu durumda geçici bir süre için başvurulan finansman türüdür. Ekonomik dengenin ve istikrarın sağlanması amacıyla başvurulan kısa vadeli borçlar, daha çok para piyasasından sağlandığından yıl içerisinde büyük dalgalanmalar göstermesi nedeniyle bu tür borçlara “dalgalı borçlar” da denir (Gürler, 1998: 35). Bütçe açıklarının kapatılması, uzun vadeli borçlanmaya hazırlık, olağanüstü giderlerin finansmanı ve ekonomik istikrarsızlıkları gidermek gibi amaçlar devletin kısa vadeli borçlanmasının nedenlerini oluşturur. Kısa vadeli borç türleri; hazine bonoları, hazine kefaletine haiz bonolar, müteahhit bonolar, Merkez Bankası’nın Hazine’ye açtığı kısa vadeli avans ve emanetlerdir. Kısa vadeli borçlar bankalardan, sosyal güvenlik kuruluşlarından özel sigorta şirketlerinden ve Merkez Bankası kaynaklarından sağlanabilir. Ellerinde likit bulunduran tasarruf sahipleri, büyük firmalar ve bankalar atıl fonlarını devletin çıkartmış olduğu kısa vadeli devlet iç borçlanma senetlerini satın alarak değerlendirmekte, durgunluk dönemlerinde ise kredi talebi az olduğu için bu tür borçlanma senetlerine yönelmektedirler. Kısa vadeli borçlanma sadece bütçenin yıl içerisindeki gelir ve gider dengesizliklerini gidermek veya geçici olarak bütçe açıklarını kapatmak dışında, verginin ve uzun vadeli borçlanmanın alternatifi ve sürekli bir finansman kaynağı olarak da kullanılmaktadır (Gürler, 1998: 36). Özellikle ekonomide deflasyonist eğilim varken ödünç verilebilecek fonlar fazla 15 olduğundan devletin kısa süreli borçlanmaya başvurması daha kolay olmaktadır. Vadeleri kısa olan bu borçların faizlerinin de daha düşük olması nedeniyle bu fonların piyasaya aktarılması iktisadi canlılık yaratabilir. Diğer taraftan savaş giderleri başta olmak üzere çeşitli olağanüstü giderler için uzun süreli borçlanmaların yetersiz kalması nedeniyle devlet dalgalı borçlara başvurmaktadır. Özellikle kalkınma çabası içindeki ülkeler açısından iç piyasanın uzun süreli borçlanmaya elverişli olmaması ve vergi gelirlerinin arttırılmasının güç olması nedeniyle sık sık kısa vadeli borçlanmaya başvurduğu görülmektedir. Kısa vadeli borçlanma faizinin düşük olması devlet için, diğer taraftan kısa süreli olması ise borç verenler için elverişlidir. Özellikle ellerinde likit bulunduran büyük firmalar ve bankalar fonlarını para olarak tutmak yerine kısa süreyle borç vererek değerlendirme olanağı bulmaktadırlar. Uygulamada kısa vadeli borçların zamanında ödenemeyişi konsolidasyon (tahkim) işlemine yol açarak ekonomi üzerinde uzun vadeli borç etkisi yapmaktadır (İnce, 2001: 37). 1.3.2.2. Uzun Vadeli ( Konsolide) Borçlar Konsolide borçlar, genellikle bir yıldan daha fazla olan uzun vadeli ve sermaye piyasasından sağlanan borçlardır. Bu borçlar bütçenin finansmanından ziyade, vadesi geldiği halde ödenemeyen ve yeni itfa planı ile tahkim kapsamına alınan borçları, bütçe kaynaklarını aşan büyük bayındırlık işleri için borçlanılan tutarı ve dış borç ödemelerinden kaynaklanan kur farklarını ifade eder (Evgin, 1998: 3). Uzun vadeli borçlar bir yatırım için ayrılmış olan uzun vadeli tasarruflarla finanse edilmektedir. Uzun vadeli borçlar sermaye piyasasından sağlanmaktadır. Bu borçlanmanın temel kaynağını piyasada uzun süreli yatırım fırsatı bekleyen tasarruf sahipleri oluşturmaktadır. Uzun vadeli borçların ödeme zamanı 16 yaklaştıkça kısa vadeli borç niteliği kazanarak para piyasasında kolaylıkla alıcı bulabilmektedir. Ekonomilerde yaşanan konjonktürel sorunlar nedeniyle devlet uzun vadeli borçlanmaya gidebilmektedir. Özellikle enflasyon dönemlerinde devlet borçlanma yoluyla kısa dönemde toplam talep seviyesini düşürücü, uzun dönemde toplam arzı arttırıcı politika izler (Eker ve Meriç, 1999: 63). Bunun için borçlanmanın uzun vadeli olarak yapılması ekonomi açısından daha uygundur. Konsolide borçlar itfa süresi belli (süreli) ve itfa süresi belli olmayan (süresiz) borçlar olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. 1.3.2.2.1. İtfa Süresi Belli (Süreli) Borçlar İtfa süresi belli borçlar; anapara ve faizin ödenme zamanının başlangıçta belirlendiği ve ödemenin bir plan dahilinde yapıldığı borçlardır. İtfa süresi belli borçlara normal süresi içinde faiz ödenmekte ve vade dolduğunda anapara ödemesi yapılarak kapatılmaktadır (Ulusoy, 2001: 47). Konsolide borçların en yaygın olanı itfa süresi belli olan borçlardır. Bu borçlarda ödeme süresi bellidir ve belli bir plan dahilinde yapılır. Ancak ekonominin gidişatına bağlı olarak bazen vadeden önce ödeme yapılabilir. Diğer bir deyişle devlet borcun vadesini beklemeden daha önce almış olduğu borçları itfaya tabi tutabilir ya da borcun vadesi geldiği halde ödeme olanaklarından yoksun ise ekonomik koşullara göre borcun vadesini uzatabilir (Erdem, 2006: 39). Devlet daha ağır bir borç yükü ile karşı karşıya kaldığında borcun vadesi gelmeden erken ödeme yapabilir. Eğer ekonomi durgunluk içindeyse devlet yine erken ödeme yoluna gidebilir. Tam tersi durumda enflasyonist etkilerin olduğu bir ortamda ise vadesi gelen borçlarını ödemeyerek borcun vadesinin uzatılmasını tercih edebilir. 17 Borcun geri ödenmesi şartlarını gösteren plana “itfa planı” denir. İtfa planına göre devletin borçlanma süresince ödediği anaparanın ve faizlerin yıllık parçası taksit adını almaktadır. Bu taksitler değişmez veya değişir taksitler olmak üzere iki şekildedir. Değişmez taksitlerde, borcun anapara ve faizi vade süresine bölünerek eşit taksitler halinde ödenir. Yalnız itfa süresi ilerledikçe taksit içindeki faizin payı azalır. Değişir taksitlerde ise, anapara faizden ayrı olarak belirli yüzdeler halinde ödenmekte ve süre ilerledikçe ödenecek miktar da azalmaktadır (Açba, 1996 : 17). 1.3.2.2.2. İtfa Süresi Belirsiz (Süresiz) Borçlar Bu tür borçlanmada devlet borçlanma koşulları içinde vade belirtmez. Devletin ihraç ettiği borç senetlerinden alanlar sadece belirlenen faiz oranı üzerinden faiz geliri elde ederler. Borç olarak verilen anaparanın geri ödenme şekli ve zamanı tek taraflı olarak kararlaştırılır. Devlet sadece borçlanma koşulları içinde belirlenen faizi ödemek durumunda olup anaparayı ödeme zamanını seçmekte serbesttir (Erdem, 2006: 37). Bu borçlarda borçlanma kağıtlarını ellerinde tutanlar anaparayı isteme hakkından yoksun olup sadece faiz geliri elde ederler. Bu nedenle; faiz oranları diğer borçlara göre daha yüksektir. Faiz oranlarının yüksek olması tasarruf sahiplerinin bu borçlanma kağıtlarını almalarında etkili olmaktadır. Süresiz borçlanma devlet açısından oldukça yararlı bir finansman biçimidir. Çünkü; devlet herhangi bir şekilde ödeme taahhüdüne girmeyerek kendisini anaparayı ödeme külfetinden uzun dönemde kurtarmıştır. Diğer yönden koşulların uygun olduğu zamanda anapara ödemesi yaparak borç ödemesinin ekonomi üzerinde yaratacağı olumsuz etkileri baştan kontrol altına almış olmaktadır (Erdem, 2006: 37-38). Süresiz borçlar da iki şekilde uygulanır. Birinci uygulamada; alacaklı anaparanın geri ödenmesini istememekte, devlet istediğinde ödeme yapmaktadır. Burada piyasa faiz oranı borcun faiz oranının altına düştüğü 18 durumda, devlet yükünü azaltmak için borcun vadesi gelmeden ödeme yaparak daha düşük faizli yeni tahvil çıkarmak ister. İkinci şekilde ise, devletin itfa yapmamayı veya belirli süre geçtikten sonra itfa yapmayı taahhüt etmesidir (Açba, 1996: 16). Bu uygulama da faiz oranları düşerse tahvillerin değeri yükselmiş olacak ve devlet daha ağır bir borç yükü ile karşı karşıya kalacaktır. İtfa süresi belirsiz borçlar devleti borç ödeme yükümlülüğünden kurtardığı ve uygun görülen zamanlarda ödeme yapılmasına imkan tanıdığı için avantajlı görülmektedir. Buna karşılık, borçların doğuş zamanı bilinmediğinden geri ödenmesinde toplumsal tepkiyle karşılaşılacağı ve bireylerin ne zaman alındığı bilinmeyen bir borç için bütçeye ödenek konulmasına tepki göstereceği noktasında eleştirilmektedir (Ulusoy, 2001: 48). 1.3.3. Sağladıkları Kaynaklar Bakımından Borçlanma Kamu harcamalarının karşılanmasında ve harcamaların gelirleri aşması halinde ortaya çıkan kamu kesimi açıklarının finansmanında alternatif finansman yöntemleri uygulanmaktadır. İlgili açıkların finansmanında kullanılan alternatif finansman yöntemlerinden en önemlileri iç ve dış borçlanmadır (Gill ve Pinto, 2005: 3). İç ve dış borçlanmanın nedenleri, miktarları ülkelerin gelişmişlik düzeyine göre değişmektedir. 1.3.3.1. İç Borçlar İç borçlanma; hükümetin ülke sınırları içindeki kişi ve kurumlara milli para cinsinden borçlanmasıdır. Bu borçlanmanın ekonomik niteliği, satınalma gücünün özel ve kamu kesimi arasında el değiştirmesidir (Eker ve Meriç, 1999: 80). İç borçlanmada ülkenin kullanabileceği kaynaklara ek bir kaynak 19 yoktur. Devlet, yapmış olduğu harcamaların elde ettiği gelirden daha fazla olması durumunda harcamaların finansmanını sağlamak amacıyla kişi ve kurumlara başvurarak borçlanmasını gerçekleştirmektedir. Bir borcun iç borç olup olmadığını belirleyen temel unsur; borcun ihraç yeri ve borcun milli gelir ile karşılanıp karşılanmadığıdır. İç borçlanmada alacaklı ile borçlu aynı ekonomi içerisinde yer almaktadır. Borcun iç piyasada veya dış piyasada aynı uyruklu kişilerden temin edilmesi halinde, her iki kaynak da iç borç olarak değerlendirilir ( Eker ve Meriç, 1999: 80). İç borçlar GSMH’ nın bir bölümünden alınır, ödenmesi ise GSMH’da bir azalma veya artma meydana getirmez sadece bir transfer yapılması anlamına gelir. İç borçlar daha çok kamu geliri sağlamak, bütçe açığını kapatmak amacına yönelik olduğundan ekonomik dengeler açısından fazla bir etkiye sahip değildir (Erol, 1992: 50). İç borçlanma ile devlet ülke ekonomisi içerisinde kaynak transferi yapmaktadır. Bu nedenle şahıs ve kuruluşların tasarruflarını belirli sürelerle faiz karşılığında kullanması ülke ekonomisini doğrudan etkilememektedir (Tural, 1992: 38). 1.3.3.2. Dış Borçlar Dış borçlanma; bir devletin ya da bir kamu kuruluşunun çeşitli dış kaynaklardan gelir sağlamasıdır. Yani ülke içindeki yerleşik kişi ve kuruluşların ülke dışındaki yerleşik kişi ve kuruluşlardan dış krediler yoluyla gelir elde etmesidir (Evgin, 2000: 1). Devlet istihdam yaratmak, kalkınma hedeflerini gerçekleştirmek için büyük yatırım projelerini üstlenerek, eğitim, sağlık, ulaştırma gibi beşeri sermaye ve altyapı yatırımlarını yapmak zorundadır. Ancak mevcut gelir düzeyinin düşüklüğünden kaynaklanan iç tasarrufların yetersizliği ve etkin vergi toplama yöntemlerinin geliştirilememiş olması nedeniyle ekonomik 20 büyüme için yapılması gereken yatırımların finansmanında dış kaynak kullanılmasına neden olmuştur. Dış borçlar, geçmişte sadece olağanüstü dönemlerde başvurulması öngörülen bir gelir kaynağı iken günümüzde ülke ekonomilerinin gelişmesinde kullanılan bir finansman çeşididir. Dış borçlanma, yalnız gelişmekte olan ülkelerin değil, gelişmiş ülkelerin de başvurduğu önemli bir gelir kaynağıdır (Şeker, 2006: 75). Özellikle gelişmekte olan ülkelerin sıkça başvurduğu bir finansman çeşidi olan dış borçlanma ile ülkeler ekonomik kalkınmalarını tamamlamaya çalışmaktadır. Bir ülkenin iç borçlanma yerine dış borçlanmaya başvurmasının iki nedeni vardır: Birincisi; ülke ekonomisinin dışa bağımlı olması ve dış alımı gerçekleştirecek yeterli döviz kaynağına sahip olmamasıdır. Bunun sonucunda ülke için gereklilik arzeden malların yurtdışından düzenli akışını sağlamak üzere dış borç kaynaklarına yönelmek zorunluluğu doğmaktadır. Dış borçlanmaya başvurmanın ikinci nedeni; iç kaynakların yetersizliği nedeniyle, ülke ekonomisinin ihtiyaç duyduğu fonların iç kaynaklardan karşılanmasının imkansız olmasıdır (Eker ve Meriç, 1999: 80). Devletin gelir toplama imkanının sınıra gelmiş olması nedeniyle dış kaynaklara başvurma ihtiyacı ortaya çıkmaktadır. Dış borçlanma yoluyla yabancı ülkelerden alınan kaynaklar, ekonomi üzerinde değişik etkiler yaratır. Dış borcun ekonomide meydana getireceği etkiler borcun kullanım koşullarına bağlıdır. Dış borcun faiz oranı, ödeme süresi, vade yapısı gibi koşullar dış borcun ekonomide yaratacağı etkilerin belirleyicisi olmaktadır. Dış borçlar, bir ülkenin belli bir süre sonra anapara ve faiziyle geri ödemek koşuluyla yabancı ülkelerden sağladığı kaynak olarak tanımlandığından bu borçlar alındığı zaman yabancı kaynak girişine yol açmakta, borçlanan ülkenin milli gelirini arttırarak ekonomide olumlu etki yaratmaktadır. Buna karşılık anapara ve faiz ödemeleri yapıldığı zaman dışarıya kaynak transferi söz konusu olacağından milli gelirde azalışa neden olarak ekonomide olumsuz etki meydana getirmektedir( Ulusoy, 2001: 61). 21 Dış borçlanma kısa dönemde üretim artışına benzer bir etki yaratarak yurt içinde toplam arzın artmasına neden olurken ileriki dönemlerde söz konusu borçların geri ödenmesi sonucu büyümeye aktarılacak kaynaklarda bir daralma görülmesine neden olacaktır (Ülgen, 2005: 21). Devletin dış borçlanmaya gitmesi durumunda, alınan borcun verimli alanlarda kullanılması, istihdam seviyesinin artmasına ve dış borçlanma kadar ekonominin genişlemesine neden olur. Ülke kaynaklarında dış borçlanma yoluyla sağlanan ek artış sermaye birikim oranını yükseltir. Büyüyen sermaye birikim oranı, yatırımları ve dolayısıyla büyüme oranını arttırmaktadır (Evgin, 2000: 2). Alınan dış borçların özellikle üretken yatırım alanlarında kullanılması, ekonomik sonuçları bakımından faydalı olmaktadır. Bu nedenle; dış borç kaynaklarının, uluslararası rekabet gücü yüksek verimli ve döviz rezervlerini arttırıcı alanlara yönlendirilmesi gerekmektedir. Ancak, alınan dış borçların verimli alanlarda kullanılmaması durumunda ekonomide söz konusu olumlu gelişme sağlanmayacak ve borç geri ödenirken de ekonomide daralmaya neden olacaktır. 1.4. KAMU BORÇLANMASINA İLİŞKİN TEORİK YAKLAŞIMLAR Kamu açıklarının finansman şekillerinden biri olan kamu borçlanmasının iktisadi etkilerine yönelik iktisat okullarının görüşleri; Klasik, Neoklasik, Yeni Klasik (Ricardocu teori) ve Keynesyen yaklaşım olarak ele alınmaktadır. 1.4.1. Klasik Yaklaşım Klasiklere göre; ekonomi tam istihdamda dengededir. Düzgün işleyen piyasa mekanizması nedeniyle ekonomiye müdahale edilmemelidir. Devlet yalnızca adalet, savunma, güvenlik gibi klasik görevlerini yerine getirmelidir. 22 Klasik iktisadın temel özellikleri; kamu harcamalarının düşük düzeyde tutulması, devletin gelir ve giderlerinin denk olması, devletin savaş gibi olağanüstü haller dışında borçlanmaya gitmemesi olarak sıralanabilir. Devletin ekonomiye müdahalesi, iç dengeyi bozan bir uygulama olarak görülmektedir. Kamunun ekonomi içerisindeki yeri temel görevi olan savunma, adalet, kamu düzeni ve alt yapı hizmetleri ile sınırlı kalmaktadır. Ancak bu görevleri yerine getirebilecek ve kaynak dağılımını bozmayacak küçük ve denk bütçe arzulanır. Dolayısıyla kamu borçlanması, istenmeyen ve belli şartlara bağlı olarak yapılacak bir durum olarak analiz edilmektedir (Çelen ve Zülfüoğlu, 2008: 290). Kamu bütçesinin ekonomi içerisindeki payının yükselmesi ve açık vermesi istenilen bir durum olmadığından borçlanmak bütçe açıklarının sonucu olarak karşılaşılan bir durumdur. Bu nedenle; ancak savaş gibi arızi durumlarda başvurulabilecek geçici bir finansman kaynağıdır. Klasikler, devletin üretmeyip tükettiğini, verimsiz olduğunu, kaynakları iyi kullanmadığını belirtmişlerdir. Küçük devlet anlayışı nedeniyle, kamu harcamalarının en düşük düzeyde tutulmasını ve dolaylı vergilerle finanse edilmesini, borçların olağanüstü bir kamu geliri olması nedeni ile ancak verimli yatırımlarda kullanılması şartı ile alınması gerektiğini savunmuşlardır (Dileyici ve Özkıvrak, 2001: 101). Klasiklere göre; borçlanma vergi gibi olağan bir finansman yöntemi değildir. Klasik iktisatçılar borçlanmayı olağanüstü bir gelir kaynağı olarak gördüklerinden iç borçlanmayı etkin bir finansman aracı olarak görmezler(Yurdakul, 1999: 10). Borçların ödenmesi için vergilerin arttırılması gerektiğinden borçlanma genel olarak ekonomik faaliyetleri daraltıcı yönde etkilemektedir. Bu nedenle; kamu borçlanması sonucu sürekli arttırılan vergiler ülkeleri ekonomik açıdan güçsüzleştirmektedir. Klasiklere göre; kamu finansman açıklarının borçlanma ile finanse edilmesi sonucu verimli olarak kullanılabilecek fonlar, kamu ekonomisi içerisinde kullanılarak dışlama etkisinin ortaya çıkmasına neden olmaktadır 23 (Brown ve Jackson, 1990: 119). Borçlanma mali disiplini bozarak, ekonomiyi enflasyon ve işsizlik gibi istikrarsızlığa sürüklemektedir (Türk, 1998: 4-5). 1.4.2. Neoklasik Yaklaşım Neoklasik yaklaşım bütün dönemler için tam istihdamın geçerli olduğunu savunmaktadır. Bütçe açıklarının finansmanında borçlanmaya gidilmesi gelecek kuşaklar üzerinde büyük bir yük oluşturur. Bu görüşe göre; devlet borçlarının geri ödenmesi genellikle vergilerle olur. Borcun alınması ile geri ödenmesi arasında geçen sürede borcu alan kuşak ölmüş veya emekli olmuş olacaktır. Bu durumda, alınan borcun geriye kalan faizleri ve anaparası ekonomik yaşama yeni giren kuşak tarafından vergi ödemek suretiyle karşılanacaktır. Dolayısıyla, borç yükü şimdiki kuşaktan gelecekteki kuşağa aktarılmış olacaktır (Gürler, 1998: 21). Neoklasik görüşe göre; asıl önemli olan sürekli bütçe açıklarının finansmanıdır. Geçici açıkların ekonomi üzerindeki etkisi küçüktür. Asıl üzerinde durulması gereken sürekli bütçe açıklarının ekonomik etkileridir (Gönül, 1998: 6). Neoklasik görüşe göre; sürekli açıklar sermaye birikimini olumsuz yönde etkilemektedir. Neoklasik yaklaşımın bütçe açıklarının ekonomik etkilerine ilişkin 3 temel varsayımı vardır (Berheim,1989: 57-58): a) Bireylerin yaşam sürelerinin sınırlılığı ve her bir bireyin belli bir nesile ait olması, b) Borçlanma ve borç ödemelerinin piyasa faiz oranından yapıldığı bir ekonomide tasarrufların bugünkü tüketimle gelecekteki tüketimin optimum bileşiminden oluşması, c) Bütün dönemler için tam istihdam varsayımının geçerli olması ve piyasaların kendiliğinden dengeye gelmesidir. 24 Neoklasik modele göre; bütçe açıklarının borçlanmayla finansmanı cari tüketimde genişlemeye yol açmaktadır. Eğer bugünkü kuşak, kamu borçlanması nedeniyle ortaya çıkan iç borç faiz ve anapara ödemelerinin ileride toplanacak vergilerle finanse edileceğini tam olarak algılayamazsa, devlet tarafından ihraç edilen devlet tahvili ve hazine bonoları özel kesimin net servetinin bir parçası olarak değerlendirilecektir. Özel kesim net servet artışı ise toplam tüketimi arttırıcı bir etki yaratacaktır. Tam istihdam varsayımı altında, cari tüketimdeki artış tasarrufların azalmasına neden olacak, ekonomide tasarruf-yatırım eşitliğini yeniden sağlayabilmek için ekonomide faiz oranları artacak, özel kesim yatırımları olumsuz yönde etkilenecektir. Bu durum kamu borçlanması nedeniyle gelecek kuşaklara daha az sermeye stoku, daha çok borç yükü aktarılmasına neden olacaktır (Barro, 1989: 3940). Neoklasiklere göre; uzun dönemde borçlanma sonucu oluşan faizlerin ödenebilmesi için vergiler arttırıldığında bireylerin tüketimleri azalmış olacaktır. Borçların ödenmesi için vergilerin artırılması tasarrufların azalmasına yol açacak ve sermaye birikiminin yavaşlamasına neden olacaktır. Neoklasiklere göre; kamu açıklarının borçlanma yoluyla finanse edilmesi durumunda özel kesimden kamu kesimine kaynak aktarımı olmakta, devletin borçlanması sonucu kamu kesimi ile özel kesim rekabete girerek özel sektör yatırımlarını dışlamaktadır. 1.4.3. Yeni Klasik Yaklaşım (Ricardocu Eşdeğerlik Teoremi) Belirli bir kamu harcama düzeyinin vergi ya da borçlanma ile finanse edilmesinin ekonomik etkilerinin eşdeğer olduğunu ileri süren Denklik Teorisi, özellikle 1980 sonrası dönemde, giderek büyüyen kamu borçlarının etkileri ile ilgili olarak yapılan bir çok çalışmada önemli bir yer tutmuştur. Ricardo Denkliği Teoremi; veri bir kamu harcama düzeyinin vergileme veya borçlanma yoluyla finanse edilmesinin ekonomi üzerindeki etkisinin eşdeğer olduğunu 25 ifade ederken, ortaya çıkan temel sorun, özel tasarruf, tüketim ve faiz haddi gibi değişkenlerin, bu değişmelerden etkilenip etkilenmeyeceğidir. Ricardocu Denklik Teoremi; kamu açıklarının finansman biçiminin önemli olmadığını savunmaktadır. Dolayısıyla, bütçe açıklarının vergi veya borçlanma ile finansmanının ekonomik kararlar üzerindeki etkisinin denk olacağını, bireylerin tüketimi ve ekonominin sermaye birikimi üzerinde etkisinin olmayacağını ileri sürmüştür. Bu yaklaşımı savunan Barro’ya göre, vergi gelirleri yerine borçlanma ile finanse edilen kamu harcamaları; yatırımları, reel faiz oranlarını ve GSMH’ yı etkilememektedir (Barro, 1974: 1095). Borcun nötrlülüğü olarak da bilinen Ricardocu eşdeğerlik teoremine göre; oluşan bütçe açığının cari tüketim üzerinde bir etkisi yoktur. Açığın borçlanmayla finansmanı vergilerle aynı etkiyi yapmakta, gelecekteki vergiler bugünkü borçlanmayı finanse etmektedir. Buna göre; kamu borçları toplam talebi ve fiyat düzeyini etkilemez. Bütçe açıkları sonucu kamu tasarruflarındaki düşüş özel kesim tasarruflarındaki artışla telafi edilmekte ve böylece toplam tasarruflarda bir değişme olmamaktadır. Toplam tasarruflar değişmediğinden faiz oranları artmamakta ve yatırımlar üzerinde bir etki ortaya çıkmamaktadır (Gönül, 1998: 9). Dolayısıyla kamu borçlanması dışlama etkisine sahip değildir. Çünkü bireyler tüketim ve tasarruf kararlarını verirken uzun vadeli rasyonel öngörülerde bulunurlar. Bu nedenle kamu açıklarının borçlanma yoluyla finanse edileceğini bilmekte, buna göre bugün harcamak yerine tasarruflarını artırmaktadırlar (Kuştepeli, 2005: 186). David Ricardo tarafından geliştirilen borçlanma ve vergilendirmenin denk olduğunun savunan Ricardo Teoremi, 1970’ lerde Robert Barro tarafından yeniden keşfedilmiştir. Buna göre; kısa dönemde vergileme veya borçlanma yoluyla finansmanın mevcut fiyatlarda tüketim talebini veya toplam talebi artırmaması nedeniyle gerçekleşen üretim, reel geliri artırmaz. Fiyatlarda veya faiz hadlerinde herhangi bir artış olmadığından, toplam arz ve talep değişmeden dengede kalarak özel yatırımlar dışlanmayacaktır. Uzun 26 dönemde ise, borçlanma yoluyla finansman, faiz hadlerini değiştirmediği için, ekonominin sermaye birikimini azaltmayacak, özel tasarrufları dışlamayacaktır. Bundan dolayı, genişletici ve enflasyonist etki meydana gelmeyerek, şimdiki kuşaklar gelecek kuşaklara, şu anda yaptığı borçlanmanın yükünü aktarmayacaktır. 1.4.4. Keynesyen Yaklaşım 1929 bunalımı sonrası ortaya çıkan işsizlik oranlarındaki artış Klasik iktisadi sisteme duyulan güvenin azalmasına yol açmıştır. Keynes’e göre talepteki yetersizlik nedeniyle ortaya çıkan eksik istihdamı önlemenin yolu; genişletici maliye politikası uygulamaktır. Dolayısıyla 1929 ekonomik bunalım öncesinde geçerli olan denk bütçe anlayışı, 1930’ larda değişerek talep arttırıcı iktisat politikaları gelişmeye başlamıştır. 1929 ekonomik bunalımın etkisiyle borçlara ait Klasik yaklaşıma ciddi eleştirirler getirilmiştir. Keynes ekonominin kendi kendine tam istihdama ulaşamayacağını ve devletin talep yetersizliklerini ortadan kaldırmak için ekonomiye müdahale etmesi gerektiğini savunmuştur. Bu durumda devletin uygulayacağı açık bütçe politikasının ekonomik büyümeye olumlu etkisinin bulunabileceğini kabul etmiştir. Keynes, ekonomide toplam talebin artırılması ve böylece üretim ve istihdamın yükseltilmesi üzerinde durmaktadır. Ekonominin dengeye gelmesi için devlet müdahalesi gereklidir. Kamu borçlanması tam istihdamı sağlamak amacıyla kullanılmaktadır. Keynes devletin borçlanmasının sadece gelir elde etmek amacıyla olmadığını, aynı zamanda ekonominin içinde bulunduğu konjonktüre göre kullanılması gerektiğini savunmuştur. Keynesyen iktisatçılar Klasiklerin aksine borçlanmanın tüketimden yapıldığını ve bu nedenle devlet borçlanmasının 27 bireylerin tüketim düzeylerini etkileyeceğini savunmuşlardır (Dornbush ve Stanley, 1994: 31). Keynesyen yaklaşıma göre; iç devlet borçlarının toplumun bir kısım üyelerinin diğerlerine olan borcundan ibaret olduğu düşünülür. Bir başka deyişle iç borç borcu ödemek durumunda olanlara ilave bir yük getirmektedir. Önemli olan toplumun zenginliğidir. Devlet borçlanma yoluyla toplumsal zenginliğini artırabileceği her durumda bu yola başvurmalıdır (Tural,1992: 27). Buna göre borçların finansman yükünün gelecek kuşaklara aktarılacağı görüşü reddedilmektedir. Dolayısıyla borçların yükü gelecek kuşaklara yansımamaktadır. Faiz Oranı(r) LM r1 r0 IS1 IS0 Reel Gelir Y0 YI Y2 Şekil 1.2: Keynesyen Yaklaşımda Borçlanma Keynesyen modelde bütçe açıklarının borçlanmayla finanse edilmesi durumunda açığın finansmanı için ihraç edilen kamu kesimi borçlanma kağıtları özel kesimin servetinde artışa neden olur. Söz konusu artış mal piyasasında genişletici etki yaratarak IS eğrisini sağa kaydırmaktadır. Özel 28 kesim harcamalarındaki artış para arzı sabitken artan gelir seviyesi işlem amaçlı para talebini ve faiz oranlarını artırır. Bunun sonucunda maliye politikasının gelir etkisi azalır. Eğer faiz oranları yükselmemiş olsaydı Şekil 1.2’ de görüldüğü gibi ISo eğrisi ISı’ e kaydığında ortaya çıkan gelir artışı (Y2-Yo) olurdu. Fakat para arzı sabit olduğu için faiz oranlarında meydana gelen artış para talebi üzerindeki gelir etkisini ortadan kaldırmaktadır. Böylece gelir, başlangıç gelir düzeyinden daha düşük bir seviyede (Y2-Yı) artmaktadır. Bu durumda ekonomi daha yüksek faiz oranı ve daha düşük gelir düzeyinde dengeye gelmektedir. Keynesyen yaklaşım, bütçe açıklarının özel yatırımları dışlama etkisinin çok küçük ve önemsiz olduğunu savunmaktadır. Ekonomi eksik istihdamda ise bütçe açıkları daraltıcı para politikası uygulanmadığı sürece dışlama etkisine yol açmayacaktır. Ekonomi tam istihdama yaklaştığında dışlama etkisi kendini göstermektedir. Ekonomi tam istihdamda ise faiz oranlarındaki artış yatırımları azaltıcı etki yaratmaktadır. Ekonomi tam kapasite seviyesine yakın değilse toplam talepteki artış özel kesim yatırımlarındaki kârlılığı artırmakta, faiz oranları yükselse bile yatırımların artmasına neden olarak dışlama etkisi yaratmamaktadır (Gürler, 1998: 25) Keynesyen iktisatçılar, kamu harcamalarındaki artıştan kaynaklanan bütçe açıklarının belirli bir faiz oranına kadar, özel kesim yatırımlarının kârlılığını arttırdığını belirtmektedir. Diğer bir ifade ile eksik istihdam koşullarının geçerli olduğu bir ekonomide (ters yönde bir para politikası uygulanmadığı sürece), toplam talepteki artış bir yandan tüketime, diğer yandan tüketim nedeniyle yatırımların kârlılığını artırmakta, sonuçta faiz oranları yükselse bile dışlama etkisi meydana gelmemektedir. Monetaristler, bütçe açıklarının özel kesim yatırımlarını dışlayacağını öne sürerek, bu görüşü eleştirmektedir. Artan kamu harcamalarının kısa dönemde neden olacağı milli gelir artışının para talebini artıracağını, artan para talebi karşısında para arzının sabit kalması durumunda ise, faiz oranlarının yükseleceğini ileri sürmektedirler. Faiz oranlarındaki bu yükseliş 29 sonrasında özel kesim yatırımları düşecek ve kamu harcamalarının milli gelirde meydana getireceği artış özel kesim yatırımlarının dışlanmasıyla nötrleşecektir. Keynesyen görüş, devlet müdahalesi olmadan ekonominin işsizlik, atıl kapasite, reel gelirin azalması gibi ciddi sorunlarla karşılaşacağını savunur. Bu durumda özel kesim harcamalarındaki yetersizlikten kaynaklanan talep daralmasını dengeleyecek yatırımları canlandırmak ve ekonomide genişletici etki yaratmak için kamu harcamalarının artırılmasını zorunlu kabul eder. Böylece kamu harcamalarının finansmanında vergilerin esas alınmasının harcanabilir geliri ve özel kesim harcamalarını azaltıcı etki edeceğini, esas olarak kamu harcamalarının borçlanma ile finansmanının denge milli gelir ve istihdam da genişlemeye yol açarak üretimin tam istihdam seviyesinde istikrara ulaşmasının mümkün olabileceğini açıklar (Turhan,1996: 26). İKİNCİ BÖLÜM KAMU BORÇLARI İÇERİSİNDE İÇ BORÇLANMA KAVRAMI 2.1. İÇ BORÇ KAYNAKLARI İç borç kaynakları, hem borçlanılan dönemde üretim faktörlerinin tahsisi ve ekonomik faaliyetlere etkisi, hem de faiz ve borç ödemelerinin yapıldığı dönemde, gelir dağılımına etkisi bakımından önem taşımaktadır. Borçlanma yoluyla sağlanan fonların toplam talep ve dolayısıyla milli gelire etkisi büyük ölçüde borcun elde edildiği kaynaklara bağlıdır (Erdem, 2006: 43). Bu nedenle; borçlanmak amacıyla seçilen kaynakların yaratacağı ekonomik etkiler farklı olduğundan, ülkelerin ekonomik koşullarına göre uygun borçlanma araçlarını seçmesi gerekmektedir. Devlet iç borçlanmasını değişik kaynaklardan gerçekleştirebilir. Genel olarak devletin iç borçlanma kaynakları dört grupta ele alınabilir. a.Bireyler b.Sosyal Güvenlik Kurumları ve ekonomik kuruluşlar c.Ticari bankalar d. Merkez Bankası 2.1.1. Bireylerden Borçlanma Kişilerin elde ettikleri gelirlerin tüketilmeyen kısımları onların tasarruflarını oluşturur. Kişiler gelirleriyle tüketim ihtiyaçlarını karşıladıktan sonra arta kalan kısım ile tasarruf yapmakta ve yapmış oldukları tasarrufları 31 çeşitli şekillerde kullanmaktadır. Tasarruflarını harcamadan elde tutacakları gibi altın, döviz,gayrimenkul ve dayanıklı tüketim malları gibi spekülatif yatırım alanlarına yönlendirebilir veya faiz geliri elde etmek amacıyla bankaya mevduat olarak yatırabilir ya da özel sektörün hisse senedi ve tahvillerini satın alabilirler. Tasarrufların alternatif yatırım araçları arasında değerlendirilmesinde yatırım araçlarının getiri oranı, güvenilirliği, yatırılan paranın ne zaman geri döneceği önem taşımaktadır. Bireylerden borçlanma; devletin ve kamu kuruluşlarının uzun vadeli finansman ihtiyacını karşılamak üzere tahvil ihracı ile gerçekleştirdiği bir kaynaktır. Devlet bireylerden genellikle uzun vadeli borçlanmaktadır. Bu tür borçlanmada amaç; bireylerin tüketimlerini azaltarak, kamunun uzun vadeli finansman ihtiyacının karşılanmasıdır. Bu amacın gerçekleştirilebilmesi için, bireylerin, atıl tasarruflarını ya da tasarrufların kullanılış biçimini değiştirerek devlete borç vermesi sağlanır (Ulusoy, 2001: 56). Bireylerin tüketimlerini kısarak devlet tahvili satın alması, birikmiş tasarrufların, kişisel kullanımdan çekilerek devlete verilmesi anlamına gelmektedir. Devletin bireylerden topladığı kaynakları kullanım şekline bağlı olarak ortaya çıkan ekonomik etkiler farklı olmaktadır. Borçlanma yoluyla bireylerden alınan kaynakları devlet hiç kullanmayabilir, yatırım amaçlı, tüketim amaçlı (yatırım dışı diğer harcamalar için) veya eski borçlarını ödemek için kullanabilir. Bireylerden toplanan kaynakların kamu yatırımlarında kullanılması, özel kesimin kaynak bulamaması nedeniyle yatırım yapamamasının olumsuz etkisini azaltır. Devletin borçlanmak suretiyle elde etmiş olduğu kaynağı, yatırımların finansmanında kullanması, üretimin artması ve üretim yetersizliği nedeniyle ortaya çıkan fiyat artışlarının önlenmesinde önemli bir rol oynar (Erdem, 2006 : 143). Yatırımların artması dolayısıyla istihdam hacminin artışı 32 işsizliğin azalmasına yol açacağından bu kaynakların ekonominin genel verimliliğini arttıracak harcamalarda kullanılması ile daha yüksek bir milli gelir düzeyine ulaşılmış olacaktır. Devletin topladığı kaynakları hiç kullanmaması tüketim harcamalarını azaltır (Erdem, 2006: 143). Yani kamunun, topladığı kaynakları yeni talep yaratacak şekilde kullanmaması durumunda, bireylerin gelirlerinde daralma meydana gelerek tüketimin kısılmasına yol açacaktır. Bu nedenle; bu yöntemin ekonominin durgunluk içinde olduğu dönemlerde kullanılmaması gerekmektedir. Kamunun topladığı kaynakları borçların geri ödenmesinde kullanması durumunda daraltıcı veya genişletici etkiler ortaya çıkabilir. Eğer devletin yeni borçlandığı miktar, geri ödenmesi gereken eski borçlarından fazla ise ekonomide daraltıcı etkiler ortaya çıkabilir. Aksine yeni borçlanılan miktar, ödenmesi gereken borçlarından az ise, genişletici etki söz konusu olabilir (Erdem, 2006: 144). Yeniden borçlanılacak miktarın ödenecek borç tutarından yüksek olması varsayımı altında bu borçlanma kişilerin tasarruflarından çok, tüketim harcamalarının kısılması suretiyle gerçekleşeceğinden ekonomide borç ödemesinden kaynaklanan bir enflasyonist etki söz konusu olmayacaktır. Tam tersi durumda ise piyasada para arzı artacak, tüketim yükselecek ve fiyatlar artarak enflasyonist etki ortaya çıkacaktır. 2.1.2. Sosyal Güvenlik Kurumları ve Ekonomik Kuruluşlardan Borçlanma Devletin diğer işlevlerinin yanında, ekonomik ve toplumsal işlevlerinde önemli gelişmeler olmuştur. 1980’ li yıllara dek devlet, ekonominin içinde yer alarak birçok alanda üretim ve dağıtım işlevini kendisi yerine getirmeye çalışmış, 1980’ lerden sonra ise, ekonominin içindeki girişimci ve üretici rolü giderek azalmış, bunun yerine ekonomide düzenleyici ve 33 yönlendirici bir işlev üstlenmeye başlamıştır. Devletin ekonomik işlevini yavaş yavaş bırakmasına karşın, toplumsal işlevini yoğunlaştırarak sürdürmesi sonucunda sosyal güvenlik kurum ve sistemleri önem kazanmıştır. Devletin kurup işlettiği sosyal güvenlik kurumları; bireylerden, kurum ve kuruluşlardan yasal sınırlar içinde kesilen primlerle büyük fonlar toplamaktadır. Bu kurumlar elde ettikleri bu fonlarla devlet borçlanmasını destekler. Devlet tahvili, sosyal güvenlik kurumları için önemli bir gelir kaynağıdır. Fiyat istikrarının sağlandığı ve paranın değerinin korunduğu bir ortamda devlet tahvilleri bu kurumlar için güvenilir bir yatırım aracı olmaktadır (Ulusoy, 2001: 58). Devlet bu kurumların fonlarıyla ihtiyaç duyduğu kaynağa ulaşırken, bu kurumlar da devletin çıkarmış olduğu borçlanma kağıtları sayesinde kendileri için önemli bir yatırım alanına sahip olmuşlardır. Sosyal güvenlik kurumlarının topladığı fonlar, devlet borçlanma belgelerine yatırılarak değerlendirilmektedir. Bir başka değişle toplanan fonların önemli bir bölümü kamu kesiminin kullanımına sunulmaktadır (Erol, 1992: 135). Kurumlar toplamış oldukları fonların büyük bir kısmını devlet tahvili, hazine bonosu ve gelir ortaklığı senedi gibi devlet borçlanma senetlerine yatırırlar ve genellikle riski az olan devlete borç vermeyi tercih ederler. Bu kurumların topladığı fonların yatırım alanlarına yönlendirilmesi ile ekonomik dengeler istenilen şekilde etkilenebilir. Sosyal güvenlik kurumları, topladıkları fonları değerlendirirken belirli ilkelere uyarlar. Bu ilkeler; güvenirlilik, verimlilik, likitlik ve dolaşım kolaylığıdır (Erol, 1992: 75). Söz konusu kurumlar ellerindeki kaynakları, düzenli gelir getiren güvenli alanlara yatırarak, riske atılmadan en verimli şekilde yönetmek zorundadırlar. Bu nedenle fonların büyük bir kısmını devlet iç borçlanma senetlerine yatırırlar. Bu fonların kamuya aktarılması ile özel kesimin kaynak sıkıntısı içine girdiği zamanlarda yatırımda görülen daralma giderilmeye çalışılmaktadır. 34 Sosyal güvenlik kurumları, bireyleri çeşitli tehlikelere karşı koruyup onlara geçimlerini sağlayacak bir gelir sağlamakta, ayrıca oluşturdukları fonlarla ülke ekonomisi için önemli bir kaynak özelliği taşımaktadır. Bu kurumların oluşturduğu fonlar sermaye birikimi, ekonomik kalkınma ve kamu finansman açıklarını kapamada önemli bir işlev görmektedir. Bu kurumların gelişmesi; halkın refah düzeyinin arttırmasının yanı sıra, devletin ihtiyaç duyduğu fonları karşılamada da önemli bir kaynağın ortaya çıkmasını sağlamaktadır (Ulusoy, 2001: 58). Özel kurumlar ve sosyal güvenlik kurumlarından borçlanma ticari banka ve Merkez Bankası’ndan borçlanmaya oranla daha az enflasyonist etki doğurmaktadır. Bu nedenle daha güvenilir bir borç kaynağıdır (Ulusoy, 2001: 58). Banka kaynaklarından borçlanmak yerine bu kurum ve kuruluşlardan borçlanmak fiyat istikrarını korumaktadır. 2.1.3. Ticari Bankalardan Borçlanma Tasarruf sahipleri tüketimlerinden vazgeçerek ellerindeki fonları ticari bankalara yatırıp gelir elde etmek isteyebilir. Yatırılan bu fonlar bankaların kullanılabilir kaynaklarını oluşturmaktadır. Bankalar, fon toplayan ve bunları ekonomiye aktaran kurumlar olduğundan ellerindeki fonlardan kamu kesimi de yararlanmakta ve bu fonların bir kısmı kamu ihtiyaçları için kullanılmaktadır. Devlet, borçlanma ihtiyacının büyük bir bölümünü, ellerinde önemli miktarda fon tutan bankalardan sağlamaktadır. Devlete borç veren önemli finans kurumlarından olan bankalar, atıl durumda bulunan fonlarını devlet borçlanma belgelerine yatırmakta, likidite ihtiyacı duyduklarında ise, bu borçlanma belgelerini Merkez Bankası’na kırdırarak nakit ihtiyaçlarını gidermektedir. Devlet, bankalardan borçlanarak aldığı kaynakları harcamalarında (cari, yatırım, transfer) kullandığında belli bir dönem sonunda 35 bireylerin ve kuruluşların eline geçen bu fonlar, yeniden mevduat olarak bankalara geri dönmekte ve banka mevduatlarını artırmaktadır. Bu işlem kaydi para yaratarak, yeni kredilere yol açmakta ve ekonomide enflasyonist baskı yaratmaktadır (Eker ve Meriç,1999: 224). Kredi miktarının artırılması faiz oranlarını düşüreceğinden yatırımlarda meydana gelen artış, gelir etkisi sonucu tüketim harcamalarını artıracaktır. Tüketimdeki artış ise yeni üretim ile karşılanmadığı takdirde fiyatlar genel seviyesini yükselterek enflasyonist süreci hızlandıracaktır. Eğer kaydi para yaratma mekanizması işlemez ve açılan krediler mevduat olarak yeniden bankacılık sistemine geri dönmezse, oluşacak açığı kapatmak için kağıt para ihracına gitmek gerekecektir (Erol, 1992: 79). Bu durumda; hükümetler Merkez Bankası’na borçlanarak dolaylı yoldan para basılmasına neden olacaktır. Böylece gerçek kaynaklarda bir artış olmaksızın para hacmini artırmak suretiyle bireylerin satınalma gücünde bir azalmaya yol açmadan kamu kesimine ilave satınalma gücü sağlanacaktır. Devletin bankalardan borç olarak aldığı fonların ekonomi üzerindeki etkisi ekonomik koşullara göre değişir. Özellikle, ekonominin durgun olduğu ve bankalarda kredi işlemlerinin az olduğu dönemlerde borçlanmak, atıl fonların ekonomiye aktarılmasını sağlayarak iktisadi canlılık getirir (Açba, 1996: 199). Durgunluk dönemlerinde tahvil satın almak banka açısından gereklidir. Çünkü; bu dönemlerde kullanılmayan fazla rezervler vardır. Enflasyonist eğilimlerin hızlandığı bir ekonomide ise, bankalardan borçlanmak tehlikelidir. Bu yolla kaydi para ortaya çıkar ve para arzı genişler. Devletin iç borçlanma yoluyla bankalardan topladığı kaynakları hiç kullanmaması durumunda kredi ve para hacmi daralıp, faizler yükseldiği ve yatırımlar düştüğü için anti enflasyonist bir etki ortaya çıkacaktır (Erol, 1992: 79). Kamunun borçlanarak bu kaynakları verimli alanlara harcaması ise ekonomide olumlu gelişme yaratarak faiz oranlarını düşürüp, enflasyonu önleyecektir. 36 2.1.4. Merkez Bankası’ndan Borçlanma 1211 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası Kanunu’nun 50. ve 51. maddesine göre; Hazine, Merkez Bankası’ndan borçlanabilir. Hazine’nin Merkez Bankası’ndan borçlanması doğrudan borçlanma ve dolaylı borçlanma olarak iki şekilde gerçekleşmektedir. Doğrudan borçlanma; Hazine’nin Merkez Bankası’ndan doğrudan doğruya nakit borçlanmasıdır. Hazine’nin Merkez Bankası’ndan doğrudan borçlanmasında en yaygın yöntem kısa vadeli avans kullanımıdır. Merkez Bankası’ndan doğrudan finansman, borçlanma araçlarının doğrudan Merkez Bankası’na satışıyla, altın, döviz gibi unsurlar karşılığında borçlanarak gerçekleşir (Vardar, 2007: 79). Ancak 1998 yılından sonra Merkez Bankası’nın Hazine’yi kısa vadeli avans yoluyla finanse etme yükümlülüğü ortadan kaldırılarak bu uygulamaya son verilmiştir. Dolaylı borçlanma ise; Hazine’nin borçlanmak amacıyla çıkardığı hazine kağıtlarının Merkez Bankası tarafından açık piyasa işlemleri ile satın alınmasıdır. Ya da hazine kefaletine haiz bonoların Merkez Bankası’na iskonto ettirilmesi, satılması veya bu bonolar karşılığı avans alınmasıdır. Bu uygulamada Hazine doğrudan doğruya kredi almamakta, bazı kamu kuruluşlarına kefil olarak bono çıkarıp satmalarını sağlamaktadır (Açba, 1996: 199). Devletin çıkardığı iç borçlanma senetlerinin en büyük alıcısı Merkez Bankası’dır. Merkez Bankası ayrıca devlet tarafından çıkarılan iç borçlanma senetlerinin alım satımına aracılık yapma gibi bir fonksiyona da sahiptir. Merkez Bankası, Hazine’ye kısa vadeli avans açmak ve kredi vermek yoluyla elindeki satınalma gücünü kamu kesimine aktararak finansman kolaylığı sağlamaktadır. Merkez Bankası’ndan borçlanmanın para arzını artırıcı etkisi vardır. Devletin Merkez Bankası’ndan borçlanması ile satınalma gücü yaratılmış olur. 37 Devlet, elde etmiş olduğu fonları harcadığı takdirde para tekrar ticari bankalara geri dönerek mevduat artışına neden olmaktadır (Özbilen, 1999: 48). Devletin borçlanma yoluyla elde ettiği fonları harcaması ekonomide genişletici etki yaratır. Böylece ekonomideki talep hacmi artarak Merkez Bankası’nda yaratılan fonlar diğer bankaların da borç verme gücünü artırmış olur. 2.2. İÇ BORÇLANMA ARAÇLARI Kamu borçlanma ihtiyacının yerine getirilmesinde hangi borçlanma araçlarının kullanılacağı önemlidir. Kullanılacak borç araçları; borçlanma ihtiyacının şiddetine, borç araçlarının satılacağı piyasanın büyüklüğüne ve gelişmişliğine bağlıdır (Broker, 1993: 53). İç borçlanma araçları, kağıda bağlanmış iç borçlanma araçları ve kağıda bağlanmamış iç borçlanma araçları olmak üzere iki şekilde gerçekleşmektedir. 2.2.1. Kâğıda Bağlanmış İç Borçlanma Araçları Kağıda bağlanmış iç borçlanma araçları, hazine bonosu, devlet tahvili ve hazine kefaletine haiz bonolardır. 2.2.1.1 Hazine Bonoları Hazine bonoları, her yıl bütçe kanunu ile verilen yetkiye dayanılarak ve bütçe kanunuyla tespit edilen miktarları aşmamak üzere, kısa vadeli kaynak ihtiyacını karşılamak için ihraç edilen bonolardır (Yaşa, 1980: 24). 38 4749 sayılı Kanun’ un 3. Maddesi’nde yer alan tanıma göre; “Hazine bonoları, ihraç edildikleri tarih itibariyle vadeleri 1 yıldan kısa olan devlet iç borçlanma senetleridir.” Vadeleri 1 yılın altında olup, 3, 6, 9 aylık vadeli olarak da çıkarılmaktadır. Bütçe gelir ve giderleri arasında denklik sağlamak amacıyla başvurulan kısa süreli bir borçlanma türü olan hazine bonoları, kamu hizmetlerinde sürekliliğin sağlanması için devlete kısa sürede kaynak sağlama imkanı yaratmaktadır. Hazine bonoları üzerinde yazılı nominal fiyat üzerinden iskonto esasına göre satılmakta ve vadeleri dolmadan paraya dönüştürülememektedir. Mali kurum, banka ve büyük şirketler hazine bonolarını; riskin olmaması, güvenilir olması, vergi avantajı ve devletin ihalelerde teminat göstermesi nedeniyle tercih etmektedir. Kolayca paraya çevrilebilmesi nedeniyle de likidite sıkıntısının giderilmesinde önemli bir kaynak olmaktadır. Özellikle bankalar kaynaklarının önemli bir bölümünü hazine bonolarına yatırmakta ve portföylerindeki hazine bonolarını repo işlemleri için kullanmaktadır (Sak, 1995: 42-44).Bu nedenle; ekonomik kriz dönemlerinde yatırımcılar için en çok tercih edilen bir finansman aracı olmaktadır. Hazine bonolarının likiditesi yüksek olduğu için yatırımcılar hazine bonolarını çok çabuk ve düşük maliyetle nakite çevirebilmektedir. Hazine bonoları vadelerinin kısa olması nedeniyle, enflasyonun hüküm sürdüğü ülkelerde enflasyondan korunmak için kullanılırken, enflasyon sorununun bulunmadığı ülkelerde ise, kamunun kısa vadeli borçlanma ihtiyacını karşılamak ve bankaların likidite durumunu kontrol etmek için kullanılmaktadır (Bağcı, 2001: 186). Ülkemizde de hazine bonosu ihracıyla uzun vadeli borçlanma borçlanma ihtiyacı karşılanmaya çalışılmaktadır. Uzun vadeli ihtiyacının bu şekilde karşılanması ise, faiz oranı ve borçların çevrilememesi riskinin yüksek olmasına neden olmaktadır. 39 2.2.1.2. Devlet Tahvilleri Tahviller devletin bütçe açıklarını kapatmak ve yatırımlarını finanse etmek için çıkardığı 1 yıl veya daha uzun vadeli borçlanma senetleridir. Tahviller düşük riskli, sabit getiri sağlayan yatırım araçlarıdır. Hazine bonolarında olduğu gibi ikincil piyasada da paraya çevrilebilir. Tahviller; uzun vadeli olup, bankalar kanalıyla halka satılmakta, faiz gibi bazı menfaatler sağlamakta ve vergiden muaf tutulmaktadır. Devlet tahvilleri, dolaysız olarak devlet kurum ve bankaları tarafından satılabileceği gibi, özel bankalar aracılığıyla da satılabilmektedir. Ancak bu durumda, özel bankalar tahvil gelirinden pay almaktadırlar. Parasını devlet tahvillerine yatırmak isteyen tasarruf sahipleri tahvile yatırılan paranın risksiz olması ve tahvile yatırılan paradan sağlayacakları kazancı dikkate almaktadır. Devlet tahvillerinin diğer borç senedi türlerine göre avantajları vardır. Bunlar; 1. Likiditelerinin yüksek olması yani piyasada kolayca paraya çevrilebilir olması, 2. Getiri oranlarının (faiz) diğer finansal araçlara göre daha yüksek olması, 3. Riskli bir yatırım aracı olmamasıdır. 2.2.1.3. Hazine Kefaletine Haiz Bonolar Hazine kefaletine haiz bonolar, kamu kurum ve kuruluşları içerisinde İDT ve bazen de ekonomik alanda faaliyet gösteren Katma Bütçeli İdareler tarafından kullanılan, sermayelerinin yetersizliği veya ihtiyaç duydukları fonları 40 sağlayabilmek amacıyla kendi kuruluş kanunları ve 1211 sayılı Merkez Bankası Kanunu doğrultusunda ihraç edilen senetlerdir (Gürler, 1998: 84). Hazine kefaletine haiz bonolar; merkezi devlet dışındaki kamu kurumları ve ekonomik alanda faaliyet gösteren katma bütçeli idareler tarafından çıkarılmaktadır. Maliye Bakanlığı’nın kefaletini taşıyan ve Merkez Bankası’nda iskonto ettirilerek karşılığında avans alınan borç senetleridir. (Yaşa, 1980: 25). Hazine kefaletine haiz bonolara, bir çok kamu kurum ve kuruluşu (Toprak Mahsulleri Ofisi, Türkiye Şeker Fabrikası) açıklarını finanse etmek için başvurmaktadır. Bonolar, KİT’lerin hammadde ve ürün alımları ile mevsimlik ihtiyaçlarının karşılanması amacıyla çıkarılmaktadır (Hazine, 1993: 26). Bu tür bonoların ihraç edilmesinin nedeni; işletme sermayesinin yetersizliği ve yatırımlar için yeterli kaynağın olmamasıdır. Özellikle KİT şeklindeki kuruluşların sermaye yetersizliğini karşılamak için çıkartılmaktadır. 2.2.2. Kağıda Bağlanmamış İç Borçlanma Araçları Kağıda bağlanmamış iç borçlanma araçları; kısa vadeli avans, bütçe emanetleri ve konsolide borçlardır. 2.2.2.1. Kısa Vadeli Avans Hazine, mali yıl içinde devlet gelirleri ile giderleri arasında oluşan geçici finansman ihtiyacını gidermek amacıyla Merkez Bankası kaynaklarını kullanarak kısa vadeli borçlanmaya gitmektedir. 1211 sayılı T.C. Merkez Bankası Kanunu’ nun 50 inci maddesine göre ; “Merkez Bankası cari yıl genel bütçe ödenekleri toplamının %15’ini geçmemek üzere Hazine’ye kısa vadeli avans hesabı açar. Bu avans hesabına uygulanacak faiz haddi ile ekonomik 41 durum göz önünde tutularak kullanılacak avans miktarı Maliye Bakanlığı ve Banka arasında kararlaştırılır” denilmektedir. Hazine’ ye açılan kısa vadeli avanslar, kaynak yönünden Merkez Bankası parasının bir bölümünü oluşturur. Dolayısıyla söz konusu büyüklüğün artması Merkez Bankası bilançosunun büyümesi sonucunu doğurmaktadır. Kısa vadeli avans, ekonomik açıdan Hazine’ye mali yıl içinde devlet gelirleri ile giderleri arasındaki zaman farklılıklarını uyumlaştırma imkanı sağlamaktadır. Devlet gelirlerinin önemli kaynağı olan vergilerin belirli aylarda toplanmasına karşın kamu giderlerinin süreklilik arz etmesi, Hazine’ yi Merkez Bankası’ndan kısa vadeli avans almaya zorlamaktadır. Gider artışlarının olduğu aylarda avans miktarı artarken, gelirlerin arttığı dönemlerde Hazine borcun bir kısmını geri ödediğinden avans miktarı azalmaktadır( Gürler, 1998: 89). Bütçenin geçici gelir ve gider dengesizliğini ortadan kaldırmak amacıyla kullanılan kısa vadeli avans gerçek bir kamu borçlanması olmayıp T.C Merkez Bankası tarafından Hazine Müsteşarlığı’ na açılan kısa vadeli bir hesaptır. Bütçe Kanunu’ nun verdiği yetkiye dayanarak kısa vadeli borçlanmaya giden Hazine, kamu açıklarını kapatmada doğrudan Merkez Bankası kaynaklarını kullanabilmektedir. Özellikle 80-90'lı yıllarda bu uygulama ile Hazine Merkez Bankasına borçlanmış fakat Hazine’nin bu borçları cari yıl sonunda ödeyememesi nedeniyle borçlar uzun vadeye çevrilerek kısa vadeli avans uygulaması kademeli olarak ortadan kaldırılmıştır. 2.2.2.2. Emanetler Kısa vadeli iç borçlar arasında yer alan emanetler; bütçe emanetleri ve adi emanetler olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Her iki emanetin de ortak yanı;Hazine’nin fon talebi ihtiyacını karşılamak için kağıda bağlanmadan 42 devlet için geçici bir gelir sayılan ve zamanı geldikçe ödenmesi gereken bir hesap olmasıdır. Her iki emanet de bir devlet borcu şeklinde düşünülse dahi, devletin bu borç karşısında bir faiz ödemesi söz konusu değildir (Cansu, 2006: 14). Bütçe emanetleri; Hazine’ye geçici olarak bırakılmış paralardır. Emanetler bir devlet borcu olmamakla birlikte, Hazine’ye geçici olarak fon sağlamakta ve ödendikleri zaman borç etkisi doğurmamaktadır. Geçici bir hesaba alınan ve bir sonraki mali yılda ödenmesi gereken bu fonlar, kısa süreli bütçe açıklarını denkleştirmek ve ödemelerin düzenli yapılmasını sağlamak amacıyla kullanılmaktadır (Ulusoy, 2001: 84). Uygulamada bütçe emanetleri; devletin ödenek yokluğu nedeniyle cari bütçe yılı içerisinde özel ya da tüzel kişilere ödenmeyen paraların kaydedildiği bir hesaptır. Diğer bir deyişle bütçe emanetleri uygulaması ile, alacaklılara paraları ödenmeyip geçici olarak Hazine’ye aktarılmakta ve bir sonraki mali yılda ödenerek kısa vadeli borç sağlanmaktadır (Ulusoy, 2001: 84). Bütçe emanetlerinin iç borç stoku içinde önemli bir payı yoktur. Daha çok Hazine’ye bütçe açıklarını kapatmak için geçici olarak fon sağlamaktadır. Adi emanetler; bütçe ödemeleriyle hiçbir ilgisi olmayan, gerçek ve tüzel kişiler tarafından herhangi bir işin gerçekleştirilmesi amacıyla geçici olarak Hazine’ye yatırılan paralarla ilgili bir hesaptır. Adi emanetlerin iç borç stoku içindeki payı düşük olup, 1998 yılından itibaren bu hesap sıfırlanmıştır (Cansu, 2006: 14). Hazine bu paraları daha çok kısa süreli (günlük, haftalık) bütçe açıklarını kapatmak için kullanmıştır. Devlet ihalelerine girenlerin yatırmak zorunda oldukları geçici ve kesin teminat paraları, hakemlik ve bilirkişi ücretleri gibi özel yasalar gereği kişilerin Hazine’ye yatırmak zorunda oldukları tutarlardan oluşan adi emanetler, tıpkı bütçe emanetlerinde olduğu gibi geri ödeninceye kadar Hazine’ye kısa vadeli kaynak sağlama özelliğine sahiptir (Ulusoy, 2001: 84). 43 2.2.2.3. Konsolide Borçlar Konsolide borçlar, sermeye piyasasından sağlanan ve faiz oranları kısa vadeli borçlara göre daha yüksek olan borçlardır. Bu borçların temel kaynağını piyasada uzun süreli yatırım fırsatları bekleyen tasarruflar oluşturmaktadır. Bütçenin finansmanından ziyade vadesi geldiği halde ödenemeyen ve yeni bir itfa planı ile tahkim kapsamına alınan borçlar ile dış borç ödemelerinden kaynaklanan kur farklarını ifade etmektedir (Evgin, 1998: 3). Bu borçlar, kamu sektörü kuruluşları arasındaki finansman ilişkilerinden ve kur farklarının iç borçlara dahil edilmesinden ileri gelen borçlardır. Kamu kurum ve kuruluşlarının kaynak yetersizliği nedeniyle ödeyemediği bu borçlar Hazine’ ce üstlenilmektedir. Kur farkları, 1211 sayılı Merkez Bankası Kanunu’ nun 61. maddesi uyarınca “Türk Lirasının değerinin değişmesi nedeniyle Merkez Bankası’nın aktif ve pasifindeki altın ve dövizlerin yeniden değerlendirilmesi sonucunda lehte ve aleyhte oluşan farkları” ifade etmektedir. Kur farkları, Merkez Bankası’nın kur riski nedeniyle üstlendiği zararı ifade eder. 61.maddeye göre; kur farklarının kullanılma ve ödenme şekli Merkez Bankası ve Hazine Müsteşarlığı’ nca kararlaştırılır. Her yıl içinde oluşan kur farkları kamu kesimi borcuna dönüştürülmekte ve ödemesi kur farkları karşılığında ihraç edilen devlet tahvilleri ile yapılmaktadır. 2.3. İÇ BORÇLANMA YÖNTEMLERİ Borç yöntemleri; iç borçlanma senetlerini satarken çeşitli satış teknikleri arasından, ülkenin ekonomik durumu, satılmak istenen araçların türleri, söz konusu araçların satılmak istendiği alıcı grubu gibi özelliklerin dikkate alınarak bir seçim yapılmasını ifade etmektedir (Gürler, 1998: 58). 44 Devlet iç borçlanmasında kullanılan yöntemler, borçlanmanın nedenine ve borçlanılan kaynağa göre farklılık göstermektedir. Çünkü; kullanılacak satış yöntemi borçlanmadan elde edilecek sonucu önemli ölçüde etkileyecektir. İç borçlanma senetleri halka satılırken çeşitli yöntemler kullanılabilir. Hangi yöntemin kullanılacağı kurumsal yapı ve Hazine arasındaki ilişkilere bağlıdır. Bütçe kanunları çerçevesinde, Hazine Müsteşarlığı tarafından Merkez Bankası aracılığıyla yürütülen devlet iç borçlanma senetlerinin satışında genel olarak üç yöntem kullanılmaktadır. - İhale yöntemi - İhale dışı Sürekli satış (TAP) yöntemi - Halka arz yöntemi 2.3.1. İhale Yöntemiyle Borçlanma Türkiye’de ekonominin istikrarlı bir biçimde gelişimini sağlamak, para ve sermaye piyasalarının etkinliğini gerçekleştirebilmek gibi amaçlarla 1980 yılından itibaren bir takım yasal düzenlemelere başlanmıştır. Özellikle 19851989 yılları arasında mali sistemin yeniden yapılandırılması çalışmaları sırasında piyasalar oluşturulmuş ve bunun sonucunda çeşitli mali enstrümanlar ortaya çıkmıştır. 30 Mayıs 1985 tarihinden itibaren Hazine, ihaleli tahvil ve bono satışı yöntemini uygulamaya başlamıştır. Bundan sonra iç borçlanma, düzenli bir sistemle piyasalardan yapılmaya başlanmıştır (Erdem, 2006: 110). İhale yöntemiyle borçlanma devlet iç borç senetlerinin satışında en çok kullanılan yöntemdir. Devlet iç borçlanma senetlerinin ihaleli satışı ile kamu finansman açıklarının önemli bir kısmı para ve sermaye piyasalarından 45 karşılanmaya başlanmıştır. Bu şekilde Merkez Bankası kaynaklarına olan ihtiyaç da azalmıştır. İstikrarsız piyasa ortamında, ihraç edilen araçların fiyatını sabitlemek zordur. Bu nedenle; özellikle kurumsallaşmış bir piyasa yapısında kullanılabilecek en uygun yöntem, ihale yöntemiyle borçlanmaktır. İhale yönteminin diğer yöntemlere kıyasla en temel avantajı; yeni ihraçların piyasaca belirlenmesi ve buna ek olarak borç yönetimlerinin farklı miktar ve getiri bileşimlerinden istediğini seçme serbestisine sahip olmasıdır (Gürler, 1998: 63). İhale yöntemiyle satışta, ihaleye katılanlar verdikleri serbest fiyat teklifleriyle satın almak istedikleri miktarı ve kabul etmeye razı oldukları getiriyi belirlemektedirler. Hazine ihalenin yapılacağı tarihi, ihale edilecek menkul kıymetlerin tipini ve vadesini belirler. İhaleye yerli ve yabancı tüm gerçek ve tüzel kişiler katılabilmektedir. Ancak gerçek kişilerin ihaleye katılımı sınırlı kalmakta, ihaleye fiilen bankalar ve aracı kurumlar katılmaktadır. Gerçek kişiler ise ihalelere doğrudan değil, banka vasıtasıyla katılmayı tercih etmekte veya ihale sonrası ikinci elden satın almaktadır (Eğilmez, 1996: 88). İhalenin tüm idari işlemlerini Merkez Bankası yürütmektedir. İhaleye gelen tekliflerin alınmasına ilişkin düzenin kurulması, tekliflerin alınması ve değerlendirilmesi ihaleyi kazananlardan karşılığının tahsili gibi idari işlemlerle birlikte bunlara ilave olarak faizlerin ödenmesi işlemleri Merkez Bankası tarafından yürütülmektedir (Bağcı, 2001: 58). Menkul kıymetlerin satışında karşılaşılan sorunlar nedeniyle alternatif ihale yöntemlerine başvurulabilir. Devlet iç borçlanma senetlerinin ihaleli satışları, tek fiyat ihale yöntemi ve çoklu fiyat ihale yöntemi olarak iki şekilde yapılmaktadır. 46 2.3.1.1. Tek Fiyat İhale Yöntemi Tek fiyat ihale yöntemi; ihaleye katılanların kendi tekliflerini bildirdikleri, tekliflerin en yüksek fiyattan en düşük fiyata doğru sıralandığı fakat ihaleyi kazananlara en düşük fiyattan ödeme yapıldığı sistemdir. İhalenin fiyatı, kazanan en son teklifin fiyatı olmaktadır. Böylece ihalenin maliyeti, kabul edilen son teklifin sağladığı getiriye eşit olmaktadır. Dolayısıyla, ihalede kazananların hepsi aynı fiyatı ödemektedir. Bu fiyat, en düşük fiyattır (Gürler, 1998: 64). İhale yöntemiyle devlet kağıtlarının çok geniş bir yatırımcı kitlesine satışı mümkündür. Bu yöntemde alıcılar farklı fiyat teklifleri verirken, ihaleyi kazanan fiyattan ödeme yapılmaktadır. Yani tüm alıcılara tek bir fiyat uygulanırken bu fiyat Hazine’nin satmayı hedeflediği en düşük fiyat aynı zamanda en yüksek getiri olmaktadır. Özellikle küçük yatırımcıların piyasa koşullarını doğru bir şekilde yorumlayamaması nedeniyle tek fiyat ihale sistemi kullanılmakta ve küçük yatırımcıların ödeyemeyecekleri fiyatı teklif ederek ihaleye katılma riski giderilmeye çalışılmaktadır. 2.3.1.2. Çoklu Fiyat İhale Yöntemi Çoklu fiyat ihale yöntemi; alıcıların tekliflerinin en yüksek fiyattan en düşük fiyata (en düşük faizden en yüksek faize) doğru sıralanıp, belirlenen fiyatın üzerinde fiyat verenlerin teklif ettikleri fiyattan satım işleminin yapıldığı sistemdir (Gürler, 1998: 64). Çoklu fiyat yöntemiyle ihalede, alıcılar farklı fiyat teklifleri verirken ihaleyi kazandıkları takdirde teklif ettikleri fiyattan ödeme yapmaktadırlar. Günümüzde birçok ülkede uygulanan ihale sistemi çoklu fiyat ihale sistemidir. Bu sistemde, fiyat teklifinde bulunanlar ödemeye razı oldukları fiyatı ya da kabul etmeye razı oldukları getiriyi bildirmektedirler. Bu sistemde, 47 hem miktar hem de fiyat teklifleri alıcıların kararına bırakılmıştır. Satış miktarları, gelen tekliflere ve nakit ihtiyacına göre borç yönetimi tarafından belirlenmektedir. İhalede oluşan faiz kabul edilen fiyatların ya da getirilerin ağırlıklı ortalaması alınarak bulunmaktadır. İhaleyi kazananlara teklif ettikleri fiyattan ödeme yapılmaktadır (Gürler, 1998: 64). Çoklu fiyat ihale yönteminde teklifler belirlenirken diğer teklifler daha az öneme sahiptir. Teklif veren taraf daha önceden piyasa araştırması yapmakta, teklifini buna göre belirlemektedir. Çoklu fiyat yöntemiyle ihale üç ayrı şekilde uygulanabilir. Bu yöntemler: 1. Hazine’ nin borçlanma vadesi ve borçlanmak istediği miktarı ilan edip, faizin oluşumunu ihaleye bırakmasıdır. Buna göre; Hazine borçlanacağı miktar ve vadeyi belirleyerek ihaleyi açar ve daha önce belirlemiş olduğu en üst seviyeye kadar yapılan teklifleri kabul eder. Bu yöntemde ihaleye katılan taraflar farklı faizlerle tahvil alım teklifi verme olanağına sahip olduklarından aynı cins tahvillerin değişik fiyatlardan satılması söz konusu olabilmekte ve bu durum ihalede birden fazla fiyat oluşumuna neden olmaktadır (Eğilmez, 1996: 66). 2. Hazine’ nin borçlanma vadesi ve ödemeyi planladığı faizi belirleyip borçlanacağı miktarı ihaleye bırakmasıdır. Bu yöntemde; hangi vade ile ne kadar faiz ödeneceği belirlenerek, borçlanmak istenilen miktar ihaleye bırakılmaktadır (Ulusoy, 2001: 86). 3. Hazine’ nin borçlanma vadesini belirleyip borçlanacağı miktar ve faizi ihaleye bırakmasıdır. Bu yöntemde; Hazine yalnız borçlanma vadesini belirlemekte, belirlenen vade doğrultusunda ihaleye gidilmektedir (Ulusoy, 2001: 86). 48 2.3.2. İhale Dışı Sürekli Satış (TAP) Yöntemiyle Borçlanma 1988 yılının Ekim ayından itibaren, borçlanma vadesini uzatmak ve faiz ödemelerinde rahatlık sağlamak amacıyla sürekli satış (TAP) yöntemi uygulanmaya başlanmıştır. Bu yöntemde; Hazine’ce uzun vadeli değişken faizli tahviller ihale dışında ve Merkez Bankası aracılığıyla sürekli satışa sunulmuştur. Hazine, yatırımcıların istedikleri zaman satın alabilecekleri uzun vadeli değişken faizli tahvilleri Merkez Bankası’ nda depolar. Bu senetlerin mülkiyeti yatırımcılar tarafından satın alınıncaya kadar Hazine’ye ait olup, Merkez Bankası sadece aracı görevi görmektedir. Tahvillerin iskonto oranı, ihraç tarihi, ihraç miktarı ve satış koşulları Hazine tarafından belirlenir. İsteyen herkes bu tahvilleri, Hazine’ce satışına izin verildiği sürece Merkez Bankası’ndan satın alabilmektedir (Demir, 2004 : 29 ). Sürekli satış yöntemi; ihale dönemine ve ilan edilen vadeye bağlı olmadan sürekli olarak ve çeşitli vadelerde borçlanma imkanı sağladığından, ihale gününü beklemeden her an tahvil satın alınmasını kolaylaştırmaktadır. Dolayısıyla ihale yöntemi ile satılamayan 1 yıldan uzun vadeli tahvillerin satışı TAP yöntemiyle gerçekleştirilebilmektedir. İhale dışı sürekli satış (TAP) yöntemi, genellikle piyasada el değiştiremeyen borçlanma araçlarının satışında kullanılan bir yöntemdir. Bununla birlikte piyasada el değiştirilebilir orta ve uzun vadeli araçların satışında kullanılabildiği gibi, bazen diğer satış teknikleriyle birleştirilerek de kullanılmaktadır. Bu yöntemde Hazine’ nin elinde sürekli olarak satışa arz edilebilecek tahvil bulunmaktadır. İhale yöntemine göre sürekli satış yönteminin avantajlı tarafı ise, çeşitli vadelerle sürekli borçlanmayı mümkün kılabilmesi ve daha uzun vadeli borçlanma imkanı sağlamasıdır. Bu yöntemde borca uygulanacak faizi Hazine belirlemektedir (Erdem, 2006: 113). Bu yöntem ile ihraç edilen menkul kıymetler genellikle küçük yatırımcı için ihraç edilmektedir. Diğerlerinden farklı olarak, menkul kıymetlerin satışı uzun tutulmakta, yatırımcının talebi halinde menkul kıymetler kendisine 49 satılmaktadır. Bu nedenle; menkul kıymetlerin satışı ikincil piyasalarda veya bankalar aracılığıyla yapılmaktadır (Bağcı, 2001: 193). Türkiye’de bu sistem, istek halinde TCMB’nin yatırımcılara menkul kıymet satması şeklinde uygulanmaktadır. Bu yöntemle satılan menkul kıymetler uzun vadeli dövize endeksli menkul kıymetlerdir. Yüksek ve belirsiz faiz oranlarının olduğu piyasa koşullarında devlet büyük miktarlarda orta ve uzun vadeli senet satmak durumundaysa, sürekli satış yöntemi tercih edilmektedir. İhale dışı sürekli satış yönteminde devlet piyasa koşullarını kendi yararına kullanma, olumsuz koşullara karşı kendini koruma imkanına sahiptir. Örneğin; faiz oranlarındaki artış önlenmek isteniyorsa, satışlar bir süre için geçici olarak durdurulabilir. 2.3.3. Halka Arz Yöntemiyle Borçlanma Hazine’nin iç borçlanmasında kullandığı yöntemlerden biri olan halka arz yönteminde, sabit faizli tahvillerin doğrudan doğruya halka satılması söz konusudur. Hazine DİBS’ leri bankalar ve Merkez Bankası aracılığıyla doğrudan halka satabilir. Bu yöntemde tahvil ve bono miktarı, vadesi ve faizi doğrudan Hazine tarafından belirlenmektedir. Doğrudan halka satış işleminde birkaç banka veya aracı kurum seçilmekte ve küçük nominal değerdeki menkul kıymetler bu kurumlar vasıtasıyla halka satılmaktadır. Halka arz yöntemi özellikle enflasyonist baskıların yaşandığı dönemlerde toplam talebin kısılması, satınalma gücü fazlalığının piyasadan çekilmesi ve ihalelerde oluşan yüksek faizin dengelenmesi amacıyla uygulanmaktadır. Bu yöntemde Hazine; bankalara sattığı miktarın satış hasılatı üzerinden belli bir komisyon öderken, bankalar da satamadıkları miktarları Hazine’ye iade edebilme imkanına sahiptir (Ulusoy, 2001: 89-90). Halka arz yöntemi uzun vadeli senetlerin satışında uygulanan bir yöntem olmakla birlikte, ülkemizde 1985 öncesinde uygulanmış, bu tarihten 50 sonra yerini ihaleli satış yöntemine bırakmıştır. 1992 yılında alıcı tabanını genişletmek ve küçük yatırımcıların tasarruflarını burada değerlendirmelerini sağlamak amacıyla halka arz yöntemi yeniden uygulamaya konulmuştur. Özellikle 1994 yılında halka arz yoluyla kısa vadeli ve yüksek faizli senetlerin satışına yoğun olarak başvurulmuştur. Daha sonraki yıllarda, bu yöntemle satış önemini kaybetmiştir. 2.4. İÇ BORÇLANMANIN EKONOMİK ETKİLERİ Günümüzde devlet kaynakları arasında borçlanma önemli bir yer tutmaktadır. Her ülke içinde bulunduğu konjonktüre göre iç borçlanmaya başvurmaktadır. Makroekonomik açıdan önemli olan borçlanmanın hangi amaca yönelik olduğu, nasıl finanse edildiği ve ülkenin bu borçları ödeme kapasitesinin olup olmadığıdır. Borçlanma başlangıç itibariyle kamu maliyesine bir rahatlık sağlamakla birlikte zaman içinde istenmeyen ekonomik sonuçlar da doğurmaktadır. Kamu açıklarının finansmanında iç borçlanmanın önem kazanması ekonomi üzerinde pek çok olumsuz etki meydana getirmektedir. Bu etkiler; dışlama etkisi ve borcun geri ödenmesi sırasında meydana gelen olumsuz gelişmelerdir (Gök, 2003: 135). Bununla birlikte yüksek düzeylerdeki kamu iç borçlanması gerek gelişmiş gerekse gelişmekte olan ülkelerde başta faiz, enflasyon ve GSMH olmak üzere birçok makroekonomik değişkeni olumsuz yönde etkilemiştir. İç borçlar temin edildikleri kaynağa, kullanım alanlarına ve vade yapılarına göre farklı etkiler ortaya çıkarabilmektedir. 51 Genel olarak iç borçlanmanın; a) Fiyatlar genel seviyesine, b) Faiz oranlarına, c) Tüketime, d) Tasarruflara, e) Gelir dağılımına, f) Ekonomik kalkınma ve büyümeye etkileri vardır. 2.4.1. İç Borçlanmanın Fiyatlar Üzerine Etkisi Ekonomide fiyat istikrarını etkileyen birçok faktör bulunmaktadır. İç borçlanmanın fiyatlara etkisi konusunda iki görüş vardır. Birinci görüşe göre; devletin borçlanması ya da borçlanmayı mali araç olarak kullanması ekonomide enflasyonist etki yaratır. İkinci görüşe göre ise, devletin borçlanması ekonomide daraltıcı rol oynayarak deflasyonist etki yaratır (Rolph, 1957: 305). 2.4.1.1. İç Borçlanmanın Enflasyonist Etkisi İç borçların enflasyon üzerine etkisi büyük ölçüde borçlanmanın yapıldığı kaynağa göre değişmektedir. Merkez Bankası veya ticari bankalardan yapılan borçlanma para yaratılması ile sonuçlanmaktadır. Kamunun bankalardan borçlanması, kaydi para sürecini harekete geçirir. Bu sürecin uygun maliye ve para politikalarıyla giderilememesi, fiyatlarda artışla beraber enflasyonun yükselmesine neden olmaktadır (Eker ve Meriç,1999: 237).Kamu açıklarının Merkez Bankası’ ndan karşılanması durumunda, para hacmi ile parasal taban arasında doğrudan 52 ilişki kurulabilir. Bu durumda borçlanma ile para hacmi arasında enflasyonist bir ilişki vardır. Bütçe açıkları para basılarak finanse ediliyorsa ve para arzındaki artış hızı nominal milli gelir artış hızından fazla ise, bu durum enflasyonist baskıyı arttırır. Diğer taraftan para basmak, ekonomide genişletici etki yaratarak, tüketimi ve yatırımları canlandırıcı rol oynar. Tüketim artışı üretimle karşılanmadığı zaman fiyatların yükselmesine neden olur (Demir vd.,2005: 253). Devletin Merkez Bankasın’ dan borçlanması sonucu yaratılan ilave kaynaklar toplam harcama düzeyini arttırırken, yatırım ve üretim miktarındaki artışlarla dengelenmediği için enflasyonist baskıyı ortaya çıkarmaktadır. İç borçlanma bankalardan ziyade kişilere, firmalara ve finansman kuruluşlarına tahvil ve bono ihracı ile sağlanabilir. İç borçlanmanın bankalardan çok hanehalkı, şirketler ve finansman kuruluşlarına DIBS ihracı ile sağlanması durumunda, kaynaklar özel kesimden kamuya transfer edildiği için para arzı üzerine etkisi olmaz ancak iç borçlanmanın parasal etkileri kısa dönemde değilse bile, borçların anapara ve faizlerinin ödendiği uzun dönemde ortaya çıkmaktadır (Kesbiç vd., 2004: 29). Kişi ve firmalardan yapılan iç borçlanma, kişi ve firmaların harcamalarını azalttığından borçlanmanın temel etkisi yatırımlar üzerinde görülmektedir. Hanehalkının tasarruflarıyla devlet kağıtlarını satın alması, ekonomide özel sektörün kullanabileceği ödünç verebilir fonların azalmasına neden olmaktadır. Hükümetin iç borçlanmaya hem enflasyonla mücadele (Keynesyen maliye politikası) hem de dış borçlanmaya bir alternatif olarak başvurmasına rağmen, aslında iç borçlanma kendisiyle mücadele edilen enflasyon başta olmak üzere bazı tehlikeleri beraberinde getirmektedir (Güngör, 1999: 7). Yüksek iç borç düzeyi fiyat istikrarını bozarak, ekonomik büyümeyi engellemekte ve uzun dönemli makroekonomik politikaların uygulanmasını zorlaştırmaktadır. Devletin piyasaya yeni borç sürmesinin enflasyon yaratacağı hakkındaki görüşler genel olarak devletin aldığı borcu nerede harcadığına 53 bağlı olarak ortaya çıkmaktadır. Devlet borçlanmasının enflasyona sebep olabilmesi için, borçlanma suretiyle elde edilen gelirin kullanılması gerekir. Devlet, borçlanma yoluyla elde ettiği gelirleri mal ve hizmet alımında kullanıyorsa deflasyonist etkiden söz etmek mümkün olmaz. Devletin tahvil ihracı karşılığında elde ettiği fonları kullanması, enflasyonist etki meydana getirir (Bulutoğlu, 2003: 434). İç borçlanmanın fiyatlar üzerindeki etkileri, kısa dönemde değilse bile, borçların anapara ve faizlerinin ödendiği uzun dönemde kesinlikle ortaya çıkmaktadır (Kesbiç vd., 2004: 29). Uzun süre devam eden açıkların gittikçe artan bir borç stoku oluşturması nedeniyle; anapara ve faiz ödemelerini vergilerle veya daha fazla borçlanmayla finanse etmek güçleşmektedir. Bu durum; kamu kesimi ödemelerini karşılamak için emisyon artışıyla para arzının büyümesine katkıda bulunup, sonuçta enflasyona neden olmaktadır. İç borçlanma fiyatları iki yoldan etkileyebilir: 1. Kamu borçlanması faiz oranlarını arttırırken üretim maliyetlerini de arttırır. Üretim maliyetlerindeki artış ise, enflasyona yol açar. Borçlanma sonucu ortaya çıkan enflasyon, faiz oranlarının yükselmesine ve yüksek faizle borçlanılmasına neden olur. 2. İç borçlanma para arzını artırır. Para arzı artışı da fiyatları artırır. İç borçlanmanın enflasyonist etkisinin olup olmadığı borçlanılan kaynağa göre değişmektedir. Eğer borçlanma Merkez Bankası veya ticari bankalardan yapılıyorsa kamu açıklarının finansmanı ile parasal taban arasında ilişki kurulur. Kamu açıklarının finansmanı bankacılık kesimi dışından sağlanırsa para arzının artmasına yol açmaz. 54 2.4.1.2. İç Borçlanmanın Deflasyonist Etkisi Devletin borçlanma yoluyla elde ettiği fonları harcamaması bireylerin harcamalarını azaltacağından ekonomide daraltıcı (deflasyonist) etki yapacaktır (Açba, 1996: 149). Bu nedenle; devletin bireylerden borçlanmasının özel harcamaları azaltıcı etkisi vardır. Çünkü; kişiler devlet borçlanma senetlerini tüketimlerini veya tasarruflarını kısarak almaktadır. Tüketim harcamalarını kısarak tahvil ve bono satın aldıklarında tüketim harcamaları azalırken, tasarruflarını kısarak devlet borç senedi aldıklarında özel kesim yatırım harcamaları azalacaktır. Bu nedenle; bireylerden borçlanmanın ilk etkisi özel sektör faaliyetlerinin daralması olmaktadır. Bu durum ekonomide deflasyonist etki meydana getirmektedir. Borç artışlarının daraltıcı etki yarattığını ileri süren görüşe göre; devletin piyasadan borçlanması ve piyasadaki likiditeyi azaltması, halkı tüketim veya yatırım için para harcamamaya ikna ederek, harcamadığı parayla devlet tahvili almasını sağladığından, ekonomide deflasyonist etki meydana getirir (Çataloluk, 2009: 249). Devlet borçlanmasının ekonomide deflasyonist etki oluşturacağını savunanların başında Earl A.Rolph gelmektedir. Ona göre; devlet borçlanması bireysel tüketim harcamalarını azaltacaktır. Piyasada meydana gelen para azalışı deflasyonist etkiye neden olacaktır. Yine devletin borçlanmayı arttırarak piyasaya yeni devlet borçlanma belgelerini sürmesi eski borç belgelerinin fiyatını etkileyecek, yeni borçlanma belgelerinin piyasaya çıkarılması ile eski borç belgelerinin fiyatı düşecektir. Kamu kesimi borçlarıyla başlayan deflasyonist etki bir süre sonra ekonominin tümünü kapsayacaktır (Rolph, 1957: 305- 307). Genel olarak deflasyonist etki piyasadaki cari talebi iki şekilde etkilemektedir: 55 1. Borç senedi sahiplerinin tüketim harcamalarını kısmalarına yol açarak dolaysız etki meydana getirir. İç borçlanmanın deflasyonist etkiye neden olması, toplam talebi azaltmakta; toplam talepteki azalma ise ekonomide durgunluğa neden olmaktadır. Ekonominin durgunluk içine girmesi üretim miktarını azaltarak üretim faktörlerinin tam kullanılmasını engellemektedir. 2. Yeni kamu borçlanma senetleri piyasadaki özel borçları da etkilediğinden, dolaylı olarak özel harcamaların kısılması sonucunu doğurur. (Eker ve Meriç, 1999: 238). Buna göre; piyasaya yeni bir borç senedi ihraç edildiğinde daha önce elinde tahvil bulunduran kişilerin servetlerinde bir azalma meydana gelmekte ve daha az harcama yapmaktadır. Bu durum özel borç talebini etkilediğinden, özel harcamaların kısılmasına neden olacaktır. Böyle bir durumda özel yatırımlar azalarak, toplam talep üzerinde daraltıcı etkide bulunacaktır. Sonuç olarak devlet borçlanmasının artışı, özel harcamaların ve dolayısıyla toplam harcamaların azalmasına ve ekonomide deflasyonist eğilimlerin artmasına neden olmaktadır. 2.4.2. İç Borçlanmanın Faiz Üzerine Etkisi Kamu açıklarının faiz oranı üzerindeki olumsuz etkisi, açıkların iç borçlanma yoluyla finansmanı söz konusu olduğunda belirginleşmektedir. İç borçlanma ile finanse edilen kamu açıklarının ilk makroekonomik etkisi; faiz oranlarındaki artıştır. İç borçlanma, tasarrufların yetersiz olduğu ekonomilerde kamu açıklarının finansmanında kullanıldığı ölçüde faiz oranları üzerinde olumsuz etkilere sahip olmaktadır. Tasarrufların yatırımlardan az olduğu durumda, yeni borç bulmanın yolu faizleri arttırmaktır (Demir ve Sever, 2008: 180). Bu açıdan bakıldığında yüksek reel faizler kamu kesiminin borçlanma ihtiyacını daha da artırarak, borç-faiz kısır döngüsünün ortaya çıkmasına neden olmaktadır. 56 Kamu açıklarının sürekli artması sonucu kamu kesiminin borçlanma gereği artış hızı faiz hadlerinde yukarıya doğru bir baskı oluşmaktadır. Bu baskıyı kuvvetlendiren bir diğer etken ise, kamunun iç borç stokunun mali sistem içindeki payının yükselmesi ile kamu kesimi borçlanma araçlarını tutmanın, yatırımcılar gözünde riskliliğinin artmasıdır (Özatay vd.,1996: 30). Kamu açıklarının artması sonucu yatırımcılar daha fazla risk pirimi talep etmektedir. Sonuçta iç borç faizleri artmaktadır. Borç faizleri dolayısıyla, sürekli olarak açık vermek, mali yapıyı bozucu etkiler doğurmaktadır. Hazine’nin iç borçlanmasındaki vadelerin kısalığı ve reel faizlerin yüksekliği buna eklendiğinde, yıllık borç faizi ödemeleri kamu gelirleri ile karşılanamaz duruma gelmekte, borç kısır döngüsü ortaya çıkmaktadır (DPT, 2001a : 27 ). Bütçenin en büyük harcama kalemi olan faiz ödemeleri, borçlanma ihtiyacının azalması, reel faizlerin düşmesi ve bunlara bağlı olarak vadelerin uzaması durumunda önemli miktarda azalabilir. Açıkların, dolayısıyla borçlanma gereğinin azalması, faizlerin düşmesine neden olacağından kamu ve özel sektör yatırımlarını arttırarak, uzun vadede tasarrufların yatırıma dönüşme eğilimini hızlandıracaktır (DPT, 2001a: 27- 28 ). Kamu borçlarına ödenen yüksek faizlerin değişik nedenleri olabilir. Bunlar; borçların milli gelire oranı, enflasyon, büyüme, siyasal istikrarsızlık, kamu harcamalarının kontrol edilememesi, birincil ve ikincil piyasaların yapısı, vergi, uluslararası şoklar, özelleştirme, konsolidasyondur. Borçlanmada maliyete etki eden önemli bir unsur da belirsizlik ortamıdır. Belirsizlik ile reel faiz oranları arasında pozitif bir ilişki vardır (Çelen ve Bali , 2003: 188). Genel olarak belirsizliğin yüksek olması, risk piriminin yüksek olmasına dolayısıyla faizlerin yükselmesine neden olmaktadır. Özellikle reel faiz oranlarının ekonomik büyüme hızının üzerinde gerçekleşmesi maliye politikasının sürdürülebilirliğini zorlaştırmaktadır. 57 Kamu borçlanmasının faiz üzerindeki etkisini; mali piyasaların derinliği ve sermaye hareketliliği de etkilemektedir. Finansal derinlik kavramı finansal sistemin büyüklüğüne sağlanmasında yurtiçi bağlı mali olmakla birlikte piyasaların yurt finansal dışı mali derinleşmenin piyasalar ile entegrasyonu önemli bir etkendir. Bu nedenle; finansal derinliğin artmasının iç borçlanma faizleri üzerinde olumlu etki meydana getirmesi beklenebilir. Bu durumda finansal derinlik ile reel faizler arasında negatif bir ilişkinin varlığı ortaya konulabilir. Finansal derinliğin artması finansal serbestleşme ile gerçekleşeceğinden mali piyasalarda belirli bir derinliğin olduğu ekonomik yapıda kamu borçlanması yabancı sermaye akışlarını hızlandırarak faiz oranları üzerindeki baskıyı hafifletebilmektedir. Ancak finansal serbestleşme sürecinde gerekli olan kurumsal alt yapının tam olarak sağlanamaması finansal piyasalardaki kırılganlığı arttırarak ekonomiyi yurtdışından gelen spekülatif sermaye hareketlerine karşı savunmasız hale getirmektedir. Mali piyasaların derinleştirilememesi borçlanmayı zorlaştırarak faizlerin yükselmesine neden olurken, bütçe açıklarının iç borçlanma yöntemiyle kapatılmasının maliyetini artırıp, faiz oranlarını yükseltmektedir. 2.4.3. İç Borçlanmanın Tüketime Etkisi Borçlanmanın en önemli etkilerinden biri de, tüketim düzeyi üzerindeki etkileridir. Bu etki ekonomideki talep miktarının değişmesiyle ilgilidir. Devletin vergi yerine borçlanmaya başvurması, bireylerin harcamalarını artırmakta ve ekonomide tüketim eğiliminin yükselmesine neden olmaktadır (İnce, 2001: 355). Devlet borçlanmak yerine vergi yoluna gittiğinde; bireylerin daha az geliri olur. Borçlanma ise, bireylerin gelirlerini arttırarak tüketimlerini artırmaktadır (Eker ve Meriç, 1999: 232). 58 Devlet borçlanmasının tüketim düzeyi üzerindeki etkileri daraltıcı ve genişletici yönde olabilir. Ekonominin içinde bulunduğu şartlara göre devlet tarafından borç olarak çekilen fonlar, ekonominin çeşitli kesimlerinde daraltıcı yönde etkide bulunabilir. Diğer taraftan devlete borç veren kişilerin bu paraları ileride faizi ile birlikte geri alacaklarını düşünüp, mevcut harcama düzeylerini yükseltmeleri ekonomide genişletici etki yaratmaktadır. Borçlanmanın tüketime etkisi; borçlanılan kaynağa göre farklılık göstermektedir. Bireylerden borçlanmada; bireyler ya tüketimlerini ya da tasarruflarını kısarak borç senedi alırlar. Borçlanma ile elde edilen fonlar, eğer harcanmazsa tüketim azalacaktır. Dolayısıyla devletin bireylerden borçlanma yoluyla sağladığı gelirleri kullanış şekline göre ekonomiye yaptığı etkiler de değişecektir. Devletin borçlanma yoluyla bireylerden topladığı kaynakları hiç kullanmaması, tüketim harcamaları üzerinde daraltıcı etki meydana getirir. Bireylerin gelirlerinde daralma ise, tüketimin kısılmasına yol açar. Kişilerin ellerindeki paralarla harcama yapıp, tüketimlerini artırmaları ise ekonomide genişletici etki meydana getirir. Kamu açıklarının tüketim düzeyi üzerindeki etkisi, bu açıkların büyüklüğüne bağlıdır. Kamu açıklarının kontrol edilebilir düzeyde olması durumunda bireyler, tüketimlerini kısmaz. Kamu borçlarının yüksek düzeylere ulaştığı dönemlerde ise vergi artışlarının olacağı beklentisi toplam tüketim miktarında bir azalmaya neden olabilir (Demir vd., 2005: 252). 2.4.4. İç Borçlanmanın Tasarruflar Üzerine Etkisi Bütçe açıklarının borçlanma ile finansmanının milli tasarrufları azaltıcı etkisi bulunmaktadır. Milli tasarruf, özel tasarruf (hane halkının vergi sonrası harcama yerine tasarruf ettiği miktar) ile kamu tasarrufunun (kamunun harcama yerine tuttuğu vergi gelirleri) toplamına eşittir. Kamuda bütçe açığı 59 oluştuğu zaman, kamu tasarrufu negatif olur. Bu da milli tasarrufun özel tasarrufun altına inmesine neden olur (Ball ve Mankiw, 1995: 3). Keynes sonrası dönemde, sermaye birikimi açısından kişisel ve toplam tasarruflar önem kazanmıştır. Çünkü; yatırımların finansmanı için gereken ve milli gelirin bir kısmı olarak tanımlanan toplam tasarruf miktarının artması ve bunların devlet tarafından borç olarak alınması, ekonomiyi etkilemektedir. Devlet birikmiş tasarrufları, yatırımlara yönlendirdiği sürece ekonomik gelişme bundan olumlu yönde etkilenecektir. Milli gelir arttıkça kişisel gelir de artacak ve buna bağlı olarak kişisel tasarruf eğilimi artacaktır. Toplam tasarruf düzeyinin düşük olması iktisadi gelişmenin önündeki engellerden biridir. Ekonomide gerekli olan yatırımların kaynağını tasarruflar oluşturmaktadır. Ülkelerin tasarruflarını artırmaları ve tasarruflarını verimli yatırım alanlarına dönüştürmeleri gerekmektedir. Bu nedenle tasarruf açıkları borçlanma ile karşılanmaktadır. Ancak borçların geri ödenmesi tasarrufları olumsuz yönde etkilemektedir. 2.4.5. İç Borçlanmanın Gelir Dağılımına Etkisi Devlet borçlarının önemli etkilerinden biri de gelir dağılımı üzerindedir. Devlet borçlarının gelir dağılımı üzerindeki etkileri faiz ve anapara ödemeleri sırasında ortaya çıkmaktadır. Borç anapara ve faizlerinin ödenmesi için başvurulan vergiler daha çok yüksek gelirli kesimlerden alınıyorsa, gerçek anlamda bir yükten söz etmek mümkün değildir. Çünkü; devlet borçlanma belgelerini alan kesim, aynı zamanda borcun finansmanını da üstlenmektedir. Eğer borç anapara ve faizleri orta ve alt gelir dilimine giren kesimden alınarak ödeniyorsa, orta ve alt gelir dilimindeki kesimlerden, yüksek gelirli kesime kaynak aktarılmış olmakta ve bu kaynak aktarımı gelir dağılımının toplumun aleyhine dönmesine neden olmaktadır (Eker ve Meriç, 1999: 240). Vergiyi ödeyenlerle, devlete borç verenlerin aynı kişi veya 60 kurumlar olması durumunda ise gelir dağılımı adaletsizliğinden söz edilmemektedir. Ancak devlet borçlanma belgelerini alanlar ile vergi ödeyenler aynı kişi değilse, gelir dağılımı problemi ortaya çıkmaktadır. Özellikle devletin borçlanmayı tasarruf eğilimi yüksek üst gelir gruplarından yaparken, vergi gelirlerinin büyük bir kısmını düşük gelir guruplarından alması gelir dağılımında adaletsizliğe neden olmaktadır. İç borçlanmanın gelir dağılımı üzerindeki olumsuz etkisi özellikle enflasyonist dönemlerde daha çok ortaya çıkmaktadır. Enflasyonist süreç borçlanmada devletin lehine, borç verenlerin aleyhine sonuç doğurmaktadır. Enflasyonun yüksek olduğu dönemlerde, tasarruf sahipleri (ellerinde fon fazlası olanlar) satınalma güçlerinin erimemesi için faizden gelir elde etmeyi tercih etmektedirler. Bu şekilde ellerinde fon fazlası olan kesim kendini enflasyona karşı korumuş olmaktadır. Ancak devlete borç vermeyenlerin gelirleri bir yandan enflasyon nedeniyle azalırken, diğer yandan bu kişilerin ödedikleri vergiler devlet borç faizlerinde kullanılmaktadır. Bu durumda; gelir dağılımı devletten alacaklı olmayanlar aleyhine bozulmaktadır (DPT, 2001a: 42). Borç veren yüksek gelirli kesimlerin enflasyon nedeniyle daha az vergi ödemelerinin önüne geçmek için, vergi miktar ve oranlarının enflasyona göre uyumlu bir biçimde arttırılması gerekir (Erol, 1992: 94). Bu şekilde yüksek gelirli kesimlerin daha az vergi vermeleri ve gelir dağılımının alt ve orta gelir dilimindeki vergi yükümlüleri aleyhine bozulması engellenmiş olur. Ülkemizde de uzun yıllar boyunca yüksek seviyelerde gerçekleşen enflasyon dar ve sabit gelirlilerin gelirlerinin sürekli erimesine ve bu kişilerin milli gelirden aldıkları payın düşmesine neden olmuştur. 2.4.6. İç Borçlanmanın Ekonomik Kalkınma ve Büyümeye Etkisi Ekonomik büyüme, genelde milli gelirin zaman içindeki artışını ifade etmektedir. Bir başka açıdan büyüme, “İktisadi yapıda nitelik ve nicelik 61 itibariyle değişme ve gelişme” anlamına gelir (Demircan, 2003: 98). Bu kapsamda bir ülkenin ekonomik gelişme düzeyi, söz konusu ülkede kişi başına düşen milli gelir ile ölçülür. Bu açıdan bakıldığında kişi başına düşen milli gelirin artırılması, ekonomik ve sosyal yapının geliştirilmesi ve ekonomik kalkınmanın gerçekleştirilmesi için borçlanma yoluyla sağlanan kaynakların yatırımlara yönlendirilmesi gerekmektedir (Saraçoğlu, 2003: 77). Ekonomik kalkınma, sermaye birikimi başta olmak üzere, teknolojik gelişme, girişimcilik, kurumsal düzenlemeler ve etkin bir kamu yönetiminin varlığını gerekli kılmaktadır. Sermaye birikimi ise bir ekonomideki üretimi ve verimliliği artırmayı hedefleyen sermaye stokuna net ilaveler olarak tanımlandığından özel ve kamusal yatırım harcamaları sermaye birikiminin temel unsuru olmaktadır (Durmuş, 2008: 276). Borçlanma kimi ülkelerde büyüme, kalkınma ve teknoloji üretmenin finansmanında kullanılan önemli bir kaynak olarak ortaya çıkarken özellikle vergi sisteminde sorunların yaşandığı ülkelerde yoğun olarak kamu kesimi açıklarının ve kamu harcamalarının finansmanında kullanılan bir araç olarak ortaya çıkmaktadır. Borçlanmanın kamu açıklarının finansmanında kullanılması büyüme ve kalkınmanın finansmanında sorun yaşayan çoğu gelişmekte olan ülke için tasarruf ve faiz oranları üzerinde baskılar yaratarak büyüme sürecini olumsuz etkilemektedir (Demir ve Sever, 2009: 9). Ekonomik kalkınma ve büyümeye borçlanma yoluyla yön verilebilmesi için borçlanmayla birlikte ortaya çıkan ilave fonların öncelikle üretken ve verimli sayılabilecek yatırımların finansmanında kullanılması gerekir. Borçlanmanın üretken yatırımlarda kullanılması yerine daha çok bütçe açıklarının kapatılması, ya da kamu tüketim harcamalarının finansmanında kullanması bir yandan kamunun borç yükünü arttırıp, diğer yandan faiz oranlarının büyümenin üzerinde artmasına neden olarak ekonomik kalkınmayı olumsuz yönde etkileyecektir (Demir ve Sever, 2008: 178). 62 İç borçlanmanın kalkınmaya ne ölçüde katkı sağlayacağı en başta bu, kaynakları özel kesimin mi yoksa kamu kesiminin mi borç olarak kullanacağına, kamu kesimi ile özel kesimin birbirine rakip olup olmayacağına ve kaynakların nerelere kanalize edileceğine bağlıdır. Bu nedenle; ekonomik kalkınmayı hedefleyerek alınan borçların, yönlendirildiği yatırımlar başarıya ulaştığında, ekonomik büyüme ve istihdam üzerinde olumlu etki yaratabilecektir. Kalkınmayı hızlandırmak için özel kesimin başarılı bir faaliyet yürüttüğü yatırım alanlarında kamu, yatırımlarıyla özel kesime rakip olmamalı ve varolan faaliyetlerini özel kesime devrederek o alandan çekilmelidir. Kamu kesimi, öncül altyapı yatırımları niteliğinde olan ve özel sektör yatırımlarını tamamlayıcılık özelliğine sahip yatırımlara ön ayak olmalıdır (Şen vd., 2008: 13). 2.4.7. İç Borçlanmanın Özel Kesim Üzerine Etkisi (Crowding Out) Kamunun finansman açıklarını karşılamak için mali kesime girmesi sonucu özel kesime aktarılabilir fonlar üzerinde dışlama etkisi yaratıp yaratmadığı en çok tartışılan konulardan biridir. Kamu kesiminin özel kesimle rekabete girerek özel kesimi piyasadan dışlamasına “crowding out” denilmektedir. Borçlanma ile finansman, borç verenlerce sağlanan kaynakların devlet tahvilleri ile değişimini ifade ettiğinden borç veren özel kişiler bu kaynakları özel tüketimleri için kullanmak yerine devlet tahviline yatırmayı tercih eder. Devletin mali piyasalardan borçlanma imkanı arttıkça özel tahvil satıcılarının piyasada faaliyet gösterme (borçlanma) imkanları kısıtlanır. Bu durum dışlama etkisine neden olmaktadır (Buchanan,1996: 2). İç borçlanmayla devlet, ekonomide tasarrufların önemli bir kısmına el koymaktadır. Böylece faiz oranları azalmaktadır. artmakta ve özel kesimin kullanacağı kaynak miktarı 63 Kamu borçlanması, gerçekte özel kesim tarafından yatırımlara dönüştürülecek fonların ve tasarrufların, kamu tarafından verimsizce kullanılmasına yol açar. Kamunun mali piyasalara girmesi ile devlet, özel kesim aleyhine haksız rekabet yaratmaktadır. Bu durum fon sağlayanlar için fonlarını özel kesim yerine devlete yönlendirmelerine neden olur. Devletin piyasadan fon toplaması, yatırım yapmak isteyen özel kesimin önünü tıkayıp, onları bu tür faaliyetten alıkoymaktadır (Çataloluk, 2009: 256). Bu nedenle; kamu açıklarının iç borçlanma ile finanse edilmesi; özel kesim kredi imkanlarını daraltıp, özel kesim yatırımlarında dışlama etkisi yaratmaktadır. Kamu finansmanında artan bir şekilde iç borçlanmaya başvurulması belirli kesimlere kaynak transferini gündeme getirmektedir. Çok yüksek reel faizlerin ödendiği iç borçlanma, borç verenlerin lehine kaynak transferi meydana getirirken, iç borçların en büyük alıcısı durumundaki bankaların toplamış oldukları mevduatı hem krediye dönüştürme eğilimini düşürmekte hem de oluşan yüksek kredi faizleri nedeniyle yatırımlar üzerinde caydırıcı bir etki meydana getirmektedir (Bakkal, 2007: 80). Bu durum bankaların, özel sektöre kullandıracağı ticari kredilerde, bir azalma meydana getirerek, özel kesimin yüksek faiz oranlarında kredi alıp üretim yapmasının yolunu kapatmıştır. Diğer bir ifade ile özel kesimin fon kaynaklarını azaltarak faiz oranları yükseltmiş, yatırım ve üretim imkânlarını daraltılmıştır. Dışlamanın boyutu özel kesimin fon talebinin faiz esnekliğine bağlı olarak belirlenmektedir. İç borçlanma sonucunda faiz oranlarının yükselmesi ve özel yatırım harcamalarının azalması için özel yatırımların faiz esnekliğinin yüksek olması gereklidir. Bu durumda; iç borçlanma sonucunda özel yatırım hacmi düşecektir (Durmuş, 2008: 272). Yatırımın faiz oranlarına karşı duyarlılığına bağlı olarak faiz oranlarında iç borçlanmadan dolayı meydana gelen artış özel sektör yatırımlarını azaltmaktadır. Yüksek faiz oranları yatırım yapma maliyetini artırırken yatırımların kârlılığını da azaltmaktadır. Borçlanmanın etkileri özellikle kamu sektörünün genel ekonomideki büyüklüğüne bağlı olarak değişmektedir.Kamu sektörünün genel ekonomideki 64 payı küçük olduğu ölçüde, borçlanma nedeniyle dışlama etkisi az olurken özellikle kamu sektörünün büyük olduğu ekonomilerde bu etki yüksek olmaktadır (AmirKhalkhali vd.,2002: 690). Buna göre: büyük kamu sektörünün borçlanma ile özel sektör yatırımları üzerinde bir dışlamaya neden olacağı ileri sürülmektedir. Teoride durum böyle iken uygulamada dışlama etkisi konusundaki sonuçlar net değildir. Bazı gelişmiş ülkelerde iç borç faiz oranlarının arttığı dönemlerde dış krediler de bir artış gözlemlenmekte, bu da iç faiz oranlarının iç yatırımlar üzerindeki dışlayıcı etkisini azaltmaktadır. Diğer taraftan faiz oranı- yatırım ilişkisi, inşaat ve konut sektöründe diğer sektörlere göre çok daha belirgin bir biçimde ortaya çıkmakta ve uzun vadeli ev kredilerinin (mortgage) faiz oranlarını yükselttiğinde konut inşaatı yatırımları azalmaktadır (Durmuş, 2008: 274). 2.4.7.1. Finansal ve Reel Dışlama Kamu sektörü harcamalarının özel sektör yatırımları üzerindeki etkileri, ülkelerin içinde bulundukları ekonomik koşullara göre farklılık göstermektedir. Kamu harcamaları sadece reel yatırımlar yoluyla değil, bu yatırımların finansmanı yoluyla da özel sektör yatırımlarını etkilemektedir. Kamu açıklarının finansmanı olarak iç borçlanma; yurtiçindeki tasarrufların kamu kesimine aktarılmasına neden olurken, kamunun fon talebindeki artış, faiz oranlarını artırmakta, faiz oranlarının yükselmesiyle birlikte özel yatırım harcamaları olumsuz yönde etkilenmektedir. Bu durum “ finansal dışlama ” olarak bilinmektedir. Finansal dışlama, kamu kesimi açıklarının finansmanı için kamunun mali piyasaya girmesi durumunda ortaya çıkmaktadır. Kamu harcamaları özel sektör yatırımlarını reel olarak da etkilemektedir. Kamunun altyapı yatırımlarındaki artış, özel üretimin kârlılığını ve böylece uzun dönemli özel sermaye stokunu artırır. Buna karşın, 65 kamunun altyapı yatırımları dışındaki harcamaları, özel sektörü dışlamaktadır Kamunun kullandığı reel kaynakları özel kesim aleyhine genişletmesi, “reel dışlama” olarak adlandırılır (Serven, 1996: 10). Yatırımlardaki crowding out özel kesimin reel kaynak kullanımını, finansal crowding out ise finansal kaynak kullanımını etkilemektedir. Yatırımlardaki crowding out; kamu yatırımlarının özel kesim yatırımları aleyhine genişlemesi, finansal crowding out ise, ekonomide oluşan fazlaların daha büyük bir kısmının kamuya aktarılması ve dolayısıyla özel kesimin fon kullanımını geriletmesi anlamını taşımaktadır (Gönül, 1998: 70). Kamu kesiminin finansal piyasalarda ağırlığının artması ve kamunun mali piyasalarda ilave bir talep oluşturması özel kesimin fon talebini karşılamak için yeterli kaynak bulabilmesini zorlaştırmakta ve fonların maliyetinde yükselmeye neden olmaktadır. Bu durumda özel kesim finansal piyasalardan dışlanmaktadır. Finansal dışlamanın kamu kesimi yatırımlarıyla ilgisi vardır. Kamu kesimi gelirleriyle cari harcamalarını karşıladıktan sonra kalan kısmı yatırımlara yönlendirmektedir. Yatırılabilir fonlar eğrisinin eğimi ne denli fazla ise, ya da yatırılabilir fonlar arz eğrisinin esnekliği ne kadar küçük ise kamunun borçlanma gereksinimindeki artışın yol açacağı faiz oranı artışı o kadar büyük olacaktır. Yatırım fonları arz eğrisi tam esnek(yatay eksene paralel) ya da yatırım eğrisi dikey eksene paralelse finansal dışlama etkisi sıfır olur. Bu duruma daha çok uzun süren resesyon dönemlerinde rastlanılabilir. Resesyon dönemlerinde gelecekteki karlarla ilgili kötümser beklentiler söz konusu olacağından yatırım fonksiyonu faiz oranlarına karşı tamamen duyarsız hale gelebilir (Durmuş, 2008: 274). Finansal dışlama sonucunu doğurabilecek bir diğer yaklaşım kamunun mali araçlarının plasmanında banka sistemini kullanmasıdır. Finansal piyasalara bankaların hakim olması ve kamu mali araçlarının bankalar tarafından satılması kredi fonlarının kamu kesimine aktarılmasına neden olarak, özel kesimin bu fonları kullanmasına engel olmaktadır. Kamu 66 finansmanı borçlanma ile sağlandıkça tasarrufların özel kesimden kamu kesimine aktarılmasına ve özel kesimin kullanabileceği fonların azalmasına neden olmaktadır. Bu durumda ortaya çıkacak finansal dışlamanın boyutu, hane halkının kamu–özel mali araçları arasındaki portföy tercihine göre belirlenmektedir. 2.4.7.2. Kısa ve Uzun Dönem Dışlama Kamu harcamalarındaki değişmenin etkilerini karşılaştırmak için, dışlama etkisinin kısa ve uzun dönem olarak sınıflaması oldukça önemlidir. Uzun dönem analizde, gelecekle ilgili beklentiler içsel bir yapıya sahipken; kısa dönemde dışsaldır. Uzun dönemde beklentilerde meydana gelen değişikliklerin etkisi, hükümet politikalarında meydana gelen değişmelere uyumlu hale getirilebilmektedir (Kesbiç ve Bakımlı, 2004: 42). Dışlamanın kısa ve uzun dönem olarak sınıflamasının yanında, farklı dönemlerde ortaya çıkan dışlamanın büyüklüğünün karşılaştırılması da önemlidir. Yüksek düzeylere ulaşan borçlanma mali dengeler üzerinde önemli baskılar oluşturmakta, uzun süreli kamu açıkları ve kamu borçlanmalarının uzun dönemde ortaya çıkaracağı etkiler, kısa dönemde ortaya çıkardığı etkilere göre çok daha büyük olmaktadır (Ardagna vd., 2004: 5). 2.4.7.3. Ödünç Verilebilir Fonlar Teorisi ve Crowding Out Etkisi Kamu kesimi finansman ihtiyacının iç borçlanma yoluyla karşılanmasının ekonomik etkileri; ödünç verilebilir fon arz ve talebi teorisi ile açıklanabilir. Kamu harcamalarındaki bir birimlik artışın bir birimlik kamu açığı oluşturduğu durumda bu açığın iç borçlanma ile karşılanması, Hazine’nin tahvil piyasasına girerek bir birimlik borçlanmayı gerçekleştirmesine, yani ödünç verilebilir fon talebinde bir birimlik artışa neden olur. Buna bağlı olarak 67 özel kesim tarafından kullanılabilecek kaynak miktarı, borçlanma miktarı kadar azalır. Kamu harcamalarında harcamalar, bir kamu harcamalarındaki birimlik düşüşle harcamalarındaki bir birimlik karşılanır. artıştan Bu artış, özel durumda etkilenmez. Eğer kesim toplam kamu harcamalarındaki artış, özel yatırım harcamalarında bir azalışa neden olmazsa, toplam harcamalar artar ve üretim artışı da bu artışa uyar (Tunca, 1993: 49). Şekil 2.1’de ödünç verilebilir fon arzı (S) ile ödünç verilebilir fon talebi (D), E0 denge noktasında birbirine eşittir. Devletin kamu açığını iç borçlanma ile finanse etmesi sonucu fon talep eğrisi D0’dan D1’e kayarak, yeni denge noktası E0’ dan E1’e yükselecektir. Yeni denge noktasında toplam fon talebi 0q1, faiz oranı ise 0r1 olmuştur. Böylece q0q1 kadar borçlanma gerçekleşmiştir. Piyasadaki kullanılabilir fonların kamu ve özel kesim arasındaki dağılımına baktığımızda fon talep eğrisinin D0’dan Dı’e yükselmesi sadece kamu kesiminin fon talebindeki artışın sonucudur. Özel kesimin, 0r1 faiz oranı ve Do fon talep eğrisi üzerinde talep ettiği fon miktarı q2 kadardır. Yani başlangıçtaki denge durumu olan E0 noktasına göre özel kesim fonları q2q0 kadar daralmıştır. Faiz oranının 0r0’dan 0r1’e yükselmesiyle özel kesimin kullanabileceği fon miktarı 0q0’ dan 0q2’ ye düşmüştür. 68 Faiz Oranı(r) S r1 E1 r0 E0 D1 D0 0 q2 q0 q1 Q Şekil 2.1 : Ödünç Verilebilir Fon Arz-Talebi ve Dışlama Etkisi Kamu açığının finansmanı için ekonomik birimlere hazine bonosu ve devlet tahvili ihraç edilmesi yoluyla yapılan iç borçlanma sonucu fon piyasasında fon talebinin artması ve ödünç verilebilir fonların fiyatı olan faiz oranının yükselmesi, özel kesimin fon kullanım olanaklarını daraltarak özel kesim yatırımlarını azaltmaktadır. Daha yüksek düzeydeki kamu harcamaları, ödünç verilebilir fonlara olan talebi artırarak faiz oranlarını yukarıya doğru itici bir baskı meydana getirmektedir. Böylece ilk olarak, özel harcamalara ve yatırımlara daha az para ayrılabilmektedir. İkinci olarak, yüksek faiz oranları, yatırımları azaltıcı bir baskı meydana getirmektedir. 69 2.4.7.4. IS-LM Modeli ve Crowding Out Etkisi IS-LM modeli; para arzı ve talebinin eşitlendiği para piyasası dengesi ile, yatırım-tasarruf eşitliğinin sağlandığı mal piyasası denge koşulunu göstermektedir. Genişleyici maliye politikası toplam talep kanalıyla üretim miktarını ve milli geliri artırır. Artan milli gelir para talebini artırır. Para arzı sabitken, para talebindeki artış, faiz oranının yükselmesine neden olur. Faiz oranlarındaki yükselme mal piyasasına etki ederek yatırım harcamalarını olumsuz yönde etkilemektedir. Genişletici maliye politikasının mal piyasası üzerindeki ilk etkisi; talep artışı yoluyla üretimi artırmak iken daha sonra para piyasasında faiz oranlarının yükselmesine neden olmaktadır. Faiz Oranı(r) LM i1 E1 i0 E0 IS1 IS0 0 Yo Y Şekil 2.2: Klasik Dışlama Etkisi Klasiklere göre; dışlama etkisinin büyüklüğü IS-LM eğrilerinin faiz esnekliğine bağlıdır. Klasik iktisatçılara göre; yatırımların faiz esnekliği yüksek, para talebinin faiz esnekliği ise sıfırdır. Bu nedenle LM eğrisi diktir. Şekil 2.2’ de görüldüğü gibi IS=LM dengesi (Yo,İo) noktasında oluşmakta mal ve para piyasası dengeye gelmektedir. Devletin kamu harcamalarını artırarak 70 genişletici bir maliye politikası uygulaması halinde IS sağa (Yo,İ1) noktasına kayacaktır. LM eğrisinin dikey eksene paralel olması nedeniyle milli gelirde artış meydana gelmezken faizler yükselecektir. Faiz oranlarındaki artış, özel sektör yatırımlarının azalmasına neden olmaktadır. Kamu harcamalarının özel sektör yatırımlarını dışlama etkisiyle ilgili olarak Monetarist iktisatçılar; yatırımların faiz esnekliğinin yüksek, para talebinin faiz esnekliğinin düşük olduğu varsayımına dayanarak kamu harcamaları artısının neden olduğu dışlama etkisinin güçlü olduğunu ileri sürmüşlerdir. Monetaristlere göre; para arzı değişmeden halka tahvil arzı seklindeki borçlanma ile finanse edilen kamu harcamalarının, toplam harcamalarda bir artış yaratmazken özel sektör harcamalarının daralmasına yol açacağını savunmaktadır (Yavuz, 2001: 4). Şekil 2.3’ de borçlanma ile finanse edilen kamu harcamaları, kısa dönemde milli geliri artırsa bile uzun dönemde faiz oranlarını yükselterek özel sektör yatırım harcamalarının azalmasına neden olmuştur. Faiz oranlarındaki yükselmenin nedeni; kamu açığının finansmanı için arz edilen yeni kamu menkul değerleridir. Monetaristlere göre; kamu kesiminin yeni menkul değerler arz etmesi, özel kesimin fon kullanım olanaklarında daraltıcı etki yapmaktadır. Kamu kesimi kamu açıklarını finanse etmek için ekonomiye yeni menkul değerler arz ettiğinde, faiz oranları yükselmektedir. Faiz oranlarındaki yükselme ekonomik birimleri yeni arz edilen menkul değerleri satın almaya yönlendirir. Ekonomik birimlerin yeni arz edilen kamu sektörü menkul değerlerini satın alması bu kişilerin servetlerini arttırır. Servette meydana gelen artış LM eğrisini sola kaydırmaktadır. 71 Faiz Oranı(r) LM r1 E1 r2 E0 IS1 IS0 0 Y0 Y Y1 Şekil 2.3: Kısa Dönem Monetarist Dışlama Etkisi Faiz Oranı(r) LM1 LM0 r2 r1 E1 r0 E0 IS1 IS0 0 Y2 Y0 Y1 Şekil 2.4 : Uzun Dönem Monetarist Dışlama Etkisi Y 72 Şekil 2.4’ de görüldüğü gibi kamu harcamaları uzun dönemde gelir seviyesinde azalmaya neden olur. Kamu harcamalarında bir artış olduğunda IS eğrisi IS0’ dan IS1’ e kayar. Buna bağlı olarak milli gelir de Yo’dan Yı düzeyine ulaşır. Vergi gelirleri ve ekonominin para miktarının değişmediği varsayımı altında kamu sektörünün artan kamu harcamalarını finanse etmek için yeni menkul değerler arz etmesi bu menkul kıymetleri satın alan ekonomik birimlerin servetlerini artırır. Servetteki artış LM eğrisinin LM0’dan LM1’e kaydırır. Faiz oranları r2’ye yükselirken milli gelir Y2 düzeyine inecektir. Y2 milli gelir düzeyi Y0 milli gelir düzeyinin altındadır. Milli gelir düzeyi kısa dönemde Y1’ e çıkmış olmasına rağmen uzun dönemde tekrar Y0’ ın altına düşmüştür. IS-LM analizine göre, kısa dönemde tahville finanse edilmiş hükümet harcaması hem IS eğrisini sağa kaydırır hem de para talebindeki artışla beraber faiz oranını artırır. Faiz oranlarındaki artış da dışlama etkisine neden olarak yatırımları azaltır. Bu da çıktı düzeyinde bir azalışa neden olur. Dışlama, yatırımın ve para talebinin gelire ve faize duyarlılığına bağlıdır. Uzun dönemde mali genişlemenin etkisi çıktının azalmasıdır. ÜÇÜNCÜ BÖLÜM TÜRKİYE’DE İÇ BORÇLANMANIN ÖZEL SEKTÖR YATIRIM VE TASARRUFLARI ÜZERİNDEKİ ETKİSİ 3.1. TÜRKİYE’DE İÇ BORÇLARIN MİKTARI 3.1.1. Kamu Kesimi Borçlanma Gereği Türkiye ekonomisinde kamu kesimi borçlanma gereği temel sorun olarak 1978’den sonra belirgin hale gelmeye başlamış, 24 Ocak kararları olarak bilinen yapısal değişim sonrasında belli bir mali disiplin sağlanarak bu oranın 1980’ lerin ortalarına doğru azalmaya başladığı görülmüştür. Kamu açıklarının büyümesinin doğal bir sonucu olarak kamu kesimi borçlanma gereğindeki artışlar, kamu borç stokundaki artışların en belirleyici unsuru olmuştur. Özellikle 1990’ ların başından itibaren kamu mali disiplinindeki aşırı bozulmalar mali piyasalarda kaynakların reel maliyetinin yükselmesi sonucunu doğururken, reel ekonomik kesimde yaşanan yüksek kaynak maliyeti üretim hacminde daralmaya neden olmuştur (Sakal, 2003: 183). Türkiye’ de ekonomik politikalar bakımından farklı yaklaşımlar ortaya çıkmıştır. Ekonomik ve siyasi belirsizliklerden etkilenen Türkiye ekonomisi yaşanan krizlerin de etkisiyle “istikrar tedbirleri” adı altında kamu sektörü açıklarının kontrol altına alınması yönelik bir dizi yaklaşım belirlemiştir. Özellikle ülkenin içinde bulunduğu kamu borcu probleminin aşılması için mali disiplinin önemi vurgulanmıştır. Böylece sıkı maliye politikası ile kamu harcamalarını azaltmak ve gelirleri artırmak aynı zamanda devletin özel sektöre gerekli mali kaynakları sağlaması temel amaç olmuştur. Ancak Türkiye’de bu programların gerektirdiği yapısal tedbirlerin hayata geçirilmesinde yaşanan sorunlar ve uygulama sürecinde karşılaşılan krizler, 74 sürdürülebilir ekonomik ve mali yapının gerçekleştirilmesini engellemiştir (Kesik, 2003: 3). Sonuç olarak kamu kesimi borçlanma gereğinin GSMH içindeki payı giderek artış göstermiş, hatta bu oran bazı yıllarda %15’ lerin üzerine çıkmıştır. Kamu finansman dengesi; kamu kesiminin belli bir dönem (yıl) içindeki gelir ve gider dengesini ifade ederken, giderlerin gelirlerden fazla olması veya gelirlerin toplanmasındaki gecikmelerden dolayı kamu kesiminin açık vermesi söz konusu olmaktadır (Günal,1996: 4). Bu açıkların önemli boyutlara ulaşması veya kronik hale gelmesi günümüzde pek çok ülke için önemli bir sorun haline gelmiştir. Kamu kesimi finansman açıkları, Türkiye’de birtakım ekonomik istikrarsızlık unsurlarının temel nedenleri arasında görülmektedir. Kamu kesimi açıkları başta fiyat düzeyi, faiz ve büyüme oranları olmak üzere birçok makroekonomik değişkeni olumsuz yönde etkilemektedir (Demir vd., 2005: 248). Bu nedenle kamu kesimi finansman açıkları ve sonuçları özellikle 1980’lerden itibaren Türkiye’de tartışılmaya başlamıştır. Türkiye’de yüksek kamu açıklarının uzun süre devam etmesi yüzünden devlet borç tuzağına düşmüş ve yatırım yapamaz hale gelmiştir. Yüksek faiz oranından devlete borç verme olanağı bulan bankalar özel sektöre daha az kaynak aktarmışlardır. Ortaya çıkan kamu kesimi finansman açıkları, bu açığın finansmanı sorununu gündeme getirmiştir. Genellikle kamu açığının finansmanı için kullanılan kavram, kamu kesimi borçlanma gereğidir (KKBG). Başka bir ifade ile KKBG; devletin kamu açığını ölçmeye yarayan bir kavramdır. Kamu kesimi borçlanma gereği, kamu giderlerinin kamu gelirlerinden fazla olması nedeniyle ortaya çıkan açığı ifade eder. Adına borçlanma gereği denilmesinin nedeni ise, açığın kapatılması için ne kadar borçlanılması gerektiğini göstermesidir (Özgen, 2002: 93). Türkiye’de kamu kesimi açıklarının finansmanında kullanılan yöntemler çoğu zaman mali disiplini bozarak yeni finansman açıklarına neden olmaktadır. KKBG’deki artış, yatırım - tasarruf 75 dengesini ve ithalat-ihracat dengesini bozarak, iç ve dış açık üzerinde etkili olmuştur. Türkiye’ de kamu kesimi borçlanma gereğindeki artış, mali dengelerin bozulmasına yol açmıştır. 1990’ lı yıllardan itibaren kamu bütçe disiplini bozulmuş, özellikle tüketim harcamalarında artış yaşanmış, buna karşın yeterli harcama denetimi yapılamamış, savurganlık ve yolsuzluk artmıştır. Öte yandan kamunun vergi gelirlerinde önemli artışlar olmasına rağmen kamu harcamalarını karşılamaya yetmemiştir (Yıldız, 2006: 1). Kamu gelirleriyle kamu giderleri arasındaki olumsuz farkın kamu gelirleri ile karşılanamaması sonucunda ise, Türkiye’ de kamu kesimi borçlanma gereği 2001 yıllında GSMH’nın % 16.4’ üne kadar ulaşmıştır. Türkiye’ de KKBG’ nin bazı yıllar azalma eğilimi gösterse bile çoğu zaman artış trendi sergilediği söylenebilir. Nitekim KKBG’nin GSMH’ ya oranı 1980’li yıllarda ortalama % 4-5 arasında seyrederken, 1991 yılında %10,1 seviyesine çıkmıştır. Ancak 1990’lı yılların ortalarında uygulanan istikrar tedbirleri ve daraltıcı maliye politikalarının etkisiyle bu oran 1995 yılında % 5’e gerilemiştir. Sonraki yıllarda bu politikalar sürdürülemeyince KKBG tekrar artış eğilimine girmiştir. 1980-2006 yılları arasında Türkiye’ de KKBG’ nin GSMH’ ya oranındaki değişmeyi gösteren Tablo 3.1’ de kamu kesiminin borçlanma ihtiyacı içinde olduğu görülmektedir. 1980-2006 yılları arasında kamu kesimi dengesi içerisinde yer alan kamu kurumlarının finansmanından oluşan kamu açıkları kamu kesimi borçlanma gereğini artırmıştır. KKBG / GSMH oranının en düşük değeri 1982’ de % 3,5, en yüksek değeri 2001’ de %16,4 olarak gerçekleşmiştir. KKBG / GSMH oranı 5 Nisan 1994 kararlarının da etkisiyle 1994 ve 1995 yılında hızla düşmüş, ama sonraki yıllarda tekrar artmıştır. Ancak kamu kesimi borçlanma gereğinde gözlenen iyileşmeler (KKBG’deki düşüş) geçici olmuştur. Çünkü, sosyal güvenlik kuruluşlarının açıkları, özelleştirme gelirlerinin beklenenin altında olması gibi 76 nedenlerle kamu harcamaları ve gelirleri arasındaki uyumsuzluk devam etmiştir (Özbilen, 2001: 2). Tablo 3.1: Kamu Kesimi Borçlanma Gereği / GSMH YILLAR 1980 1981 1982 1983 1984 1985 1986 1987 1988 1989 1990 1991 1992 1993 1994 1995 1996 1997 1998 1999 2000 2001 2002 2003 2004 2005 2006 KKBG (Milyar TL) 465 319 374 688 1.194 1.266 1.869 4.563 6.235 12.282 29.140 64.110 116.147 203.810 239.573 390.029 1.294.178 2.258.005 5.016.736 12.189.173 14.848.810 29.030.476 35.007.644 33.355.060 20.395.604 -1.991.839 -14.977.271 GSMH (Milyar TL) 5.362 8.023 10.612 13.933 22.168 35.350 51.185 75.019 129.175 230.370 397.178 634.393 1.103.605 1.997.323 3.887.903 7.855 14.978 29.393 53.518 78.283 125.596 176.484 275.032 356.681 428.932 485.058 560.000 KKBG / GSMH (%) 8,6 4,0 3,5 4,9 5,4 3,6 3,7 6,1 4,8 5,3 7,3 10,1 10,5 10,2 6,2 5,0 8,6 7,7 9,4 15,6 11,8 16,4 12,7 9,3 4,8 -4,1 -2,6 Kaynak: TCMB, (http://evds.tcmb.gov.tr/cbt.html) , DPT; Ekonomik ve Sosyal Göstergeler (1950-2006) verilerinden tarafımızca derlenmiştir. 77 20 15 Yüzde 10 5 19 80 19 82 19 84 19 86 19 88 19 90 19 92 19 94 19 96 19 98 20 00 20 02 20 04 20 06 0 -5 -10 Yıllar KKBG /GSMH Şekil 3.1: Kamu Kesimi Borçlanma Gereği / GSMH (1980-2006) KKBG’nin 1989 yılında GSMH’ya oranı %5,3 iken, 1996 yılından itibaren yükseliş eğilimine girerek 1999 yılında GSMH’ ya oran olarak %15,6 gibi yüksek bir seviyeye ulaşmıştır. 2001 yılında kamu kesimi borçlanma gereğinin GSMH’ya oranı bir önceki yıla göre 3,9 puan artarak %16,4 seviyesinde gerçekleşmiştir. Kamu kesimi borçlanma gereğindeki bu artış konsolide bütçe ve sosyal güvenlik kuruluşlarının açıklarından kaynaklanmaktadır (DPT, 2001b: 13). 2002 yılında KKBG / GSMH oranı 2001 yılına göre 3,7 puan gerileyerek %12,7 olmuştur. KKBG’ deki bu azalma ise, esas itibariyle faiz ödemelerindeki reel düşmeye bağlı olarak konsolide bütçe, işsizlik sigortası fonu ile özelleştirme gelirlerinden dolayı fon, sosyal güvenlik ve KİT dengelerinde hedeflenen iyileşmeden kaynaklanmıştır. KKBG / GSMH oranı 2003 yılında % 9,3, 2004 yılında % 4,8 ve 2005 yılında % -4,1 ve 2006 yılında % -2,6 olarak gerçekleşmiştir. KKBG’ deki bu azalma eğilimi kamu kesimi genel dengesinin yıllar sonra fazla verdiğini göstermektedir. 78 3.1.2. İç Borç Stokundaki Gelişmeler İç borç stoku; devlet tahvili, hazine bonosu, konsolide borç ile T.C. Merkez Bankası’ndan alınan kısa vadeli avanslardan meydana gelmektedir. Ülkemizde iç borç stokunun artmasında; KKBG’ nin sürekli artmasına bağlı olarak kamu kesimi finansman açığının hızla büyümesi etkili olmuştur. Kamu kesiminde yer alan kurumların finansman açıklarının büyümesi bütçe üzerindeki yükü artırarak, borç stoklarında artışa neden olmuştur. Özellikle belirsizliğin hakim olduğu bir ekonomide Hazine yüksek reel faiz oranıyla borçlanmak zorunda kalmış, borçlanma miktarındaki artış ve ülke ekonomisinde yaşanan ekonomik ve siyasi istikrarsızlıklar borcun vadesini de etkileyerek vadeyi sürekli olarak kısaltmıştır. Hazine’nin çok kısa vadede ve yüksek faizle borçlanması, borç stokunun hızla yükselmesine neden olarak iç borç miktarını artırmıştır. Borçlanma ve özellikle borç stokunun fazlalığı uzun yıllar ülkemizin temel ekonomik problemlerinden biri olmuştur. Borç stokundaki artışın olumsuz etkileri, gerek ekonomi gerekse sosyal hayatı olumsuz yönde etkilemiştir. İç borç/GSMH oranının yükselmesi iç borçların ekonomideki ağırlığının artması anlamını taşıdığından bu oranın yükselmesi fiyat istikrarını bozarak, ekonomik büyümeyi engellemiş ve uzun dönemde makroekonomik sorunlara neden olmuştur. İç borç stoku; yıllar itibariyle biriken anapara ve faizlerden oluşmaktadır. 1983’den itibaren iç borç stokundaki artış hızlanmış, 1990’lı yıllarda bu artış önlenemez boyuta gelmiştir. Bu artışın nedeni; 1985 yılından itibaren kamusal finansman politikası olarak vergilendirme yerine borçlanmanın yapılmasıdır (Ünsal, 2003: 193). 1990’lı yıllarda bu politika iyice yaygınlaşarak krizlerin de etkisiyle bu artış önlenemez boyutlara ulaşmıştır. 1990’lı yıllarda artan kamusal açıklar ve bu açıkların kapatılması için etkin bir vergi politikasının oluşturulamaması iç borç stokundaki artışı hızlandırmıştır. 79 Ülkemizde borç stokunu artıran sebepler şu şekilde sıralanabilir (Demir, 2004: 9): 1.Yüksek bütçe açıkları 2.Hazine garantileri 3.Görev zararları 4.Vergi gelirlerindeki yetersizlik 5.Yüksek faiz oranlarıdır. Tablo 3.2’ de Türkiye’ nin iç borç stokunun yıllar itibariyle dağılımı görülmektedir. İç borç stokunun GSMH’ ya oranı incelendiğinde; 1980 yılında iç borç stokunun toplam GSMH içerisindeki payı %13,4 iken, 1983 yılındaki toplam iç borç stoku, bir önceki yıla göre % 236 yükseliş göstererek %22,8’e çıkmıştır ve 1987 yılından sonra tekrar düşmeye başlamıştır. Toplam iç borç stokundaki yükseliş, büyük oranda konsolide borçlardaki artıştan kaynaklanmıştır. 1987 yılından sonraki düşüş eğiliminin en önemli nedeni ise; iç borçlar yerine dış borçlanmaya gidilmesidir. Bu durum özel fonların yetersizliği, sermaye piyasasının gelişmemiş olması gibi nedenlerle iç borçlanma kapasitesinin sınırlandırılmış olmasından kaynaklanmaktadır (Erol, 1992:115). 80 Tablo 3.2 : İç Borç Stokunun GSMH İçerisindeki Payı YILLAR 1980 1981 1982 1983 1984 1985 1986 1987 1988 1989 1990 1991 1992 1993 1994 1995 1996 1997 1998 1999 2000 2001 2002 2003 2004 2005 2006 Kaynak: İÇ BORÇ STOKU (Milyar TL) 721 991 1.341 3.173 4.634 6.972 10.514 17.218 28.458 41.934 57.180 97.647 194.236 357.347 799.309 1.361.007 3.148.985 6.283.425 11.612.885 22.920.145 36.420.620 122.157.026 149.869.691 194.386.700 224.482.922 244.781.857 251.470.054 GSMH (Milyar TL) 5.362 8.023 10.612 13.933 22.168 35.350 51.185 75.019 129.175 230.370 397.178 634.393 1.103.605 1.997.323 3.887.903 7.855 14.978 29.393 53.518 78.283 125.596 176.484 275.032 356.681 428.932 485.058 560.000 İÇ BORÇ STOKU/GSMH (%) 13,4 12,5 12,6 22,8 21,0 19,7 20,5 22,9 22,0 18,2 14,4 15,4 17,6 17,9 20,6 17,3 21,0 21,4 21,7 29,3 29,0 69,2 54,5 54,5 52,3 50,5 45,0 http://www.hazine.gov.tr/irj/go/km/docs/documents/Treasury%20Web/ Statistics/Annual/II%20Kamu%20Borc%20Yonetimi/kamu%20borc%20yonetimi.xs ve DPT; Ekonomik ve Sosyal Göstergeler (1950-2006) verilerinden tarafımızca derlenmiştir. Türkiye ekonomisi 1990’ lı yıllarda giderek ağırlaşan iç borç sorununun etkisinde kalmıştır. 1980'li yılların sonlarına doğru kamu finansman açığındaki artışlar, 1990' lı yıllara gelindiğinde kamu kesimi borçlanma gereğini ve buna bağlı olarak iç borç stokunu artırmıştır. İç borçlanma bu yıllarda büyük ölçüde bütçe açıklarının finansmanında kullanılmıştır. 1985 yılında iç borç stokunun GSMH’ ya oranı %19,7 iken, 1996 yılında %21’e yükselmiştir. Yüksek kamu 81 açıkları ve reel faizler nedeniyle 2000 Kasım ve 2001 yılında yaşanan ekonomik krizlerin de etkisiyle 2000 yılında % 29 olan iç borç düzeyi 2001 Şubat krizi ile % 69,2 gibi tehlikeli bir boyuta ulaşmıştır. Bu durum devletin her geçen yılda kaynak ihtiyacının arttığını ve olağan kamu gelirleri ile karşılanamayan giderlerin borçlanma yoluyla karşılanmaya çalışıldığını göstermektedir. 80 70 Yüzde 60 50 40 30 20 10 0 1980 1982 1984 1986 1988 1990 1992 1994 1996 1998 2000 2002 2004 2006 Yıllar Şekil 3.2: İç Borç Stoku / GSMH’nın Yıllar İtibariyle Dağılımı(1980-2006) 2001 yılında toplam iç borç stokunun GSMH’ ya oranındaki artışta bazı faktörler önemli rol oynamıştır (Sakal, 2003: 195): 1. GSMH’ nın reel olarak düşmesi sonucunda borç stoku / GSMH oranı yükselmiştir, 2. Kamu bankaları için verilen DİBS’ lerin niteliği önemli ölçüde değiştirilmiştir. Kamu bankalarına daha önce düşük faizli ve uzun vadeli kağıtlar verilirken, 2001 yılından itibaren piyasa şartlarında ve üç ayda bir kupon ödemeli kağıtlar verilmiştir. Bu kağıtların faiz ödemeleri her üç ayda bir 82 yapılmaktadır. Dolayısıyla bu faiz ödemelerini finanse etmek için yapılan borçlanma kamu kesimi borç stokunu artırmıştır. 2001 yılında yaşanan likidite sorunu nedeniyle devalüasyon yapılmış, bankalar bundan büyük oranda etkilenmiştir. Bankacılık sektörünün yeniden yapılandırılması amacıyla kamu ve TMSF kapsamındaki bankalara aktarılan senetler nedeniyle iç borç stoku hızla artmıştır (Demir, 2004: 16). Bu artış sonucu kamu kesimi tasarruf yapamaz duruma gelmiştir. 2001 yılının sonunda uygulanmaya konulan reformlar neticesinde ekonomide yaşanan olumlu gelişmeler ile 2002 yılından itibaren düşüş görülmektedir. 2004 ve 2005 yıllarında iç borç stoku bir miktar gerilemiş, 2006 yılında ise %45 seviyesine düşmüştür. Yıllar itibariyle genel bir değerlendirme yapacak olursak; borçlanma ihtiyacında sürekli bir artış gözlenmiş ve kaynakların yetersizliği ile iç borç stoku da hızla yükselmiştir. Bu durum devleti yeniden borç bulmaya zorlamış ve borcun borçla çevrilmesi kaçınılmaz olmuştur. Türkiye’ de, kamunun toplam borç stokunu etkileyen sürekli faktörler şu şekilde sıralanabilir (İnan, 2003: 28): i) Faiz Dışı Denge: Faiz dışı denge ya da birincil denge dediğimiz zaman konsolide bütçenin faiz dışındaki gelir ve giderleri kastedilmektedir. Kamu iç ve dış borcundan kaynaklanan faiz giderleri dışında; transfer harcamaları, yatırım harcamaları, memur ücretleri gibi bütün harcama kalemleri faiz dışı dengeye dahildir. Faiz dışı dengede verilen pozitif bir bakiye, aynı miktarda kamu borcunun ödenmesini mümkün kılacağı için kamu borç stoku üzerinde azaltıcı bir etki yapmaktadır. ii) Borç Stoku İçin Ödenen Faiz: Kamu kesiminin mevcut borç stoku için ödenen bir faiz, bütçe için bir gider niteliğinde olduğundan, aynı miktarda yeni borçlanma ihtiyacı yaratmaktadır. Dolayısıyla, her bütçe döneminde, bir önceki dönem ödenen faiz miktarı kadar kamu borç stokuna yeni bir anapara ilavesi yapılır. 83 iii) Kur Farkları: Kamu borç stoku Türkiye’ de olduğu gibi birden fazla para birimi cinsinden oluşturulmuşsa ya da birden fazla para birimine endeksli ise o zaman bütçe dönemi içinde bu para birimlerinin birbirlerine karşı olan değerlerindeki değişmeler kamu borç stokunu etkileyecektir. Bu etki, borç stokunun kompozisyonuna ve kur hareketlerinin yönüne bağlı olarak olumlu ya da olumsuz olabilir. Tablo 3.3: İç Borç Stokunun Dağılımı ( Hazine Bonosu) YILLAR 1980 1981 1982 1983 1984 1985 1986 1987 1988 1989 1990 1991 1992 1993 1994 1995 1996 1997 1998 1999 2000 2001 2002 2003 2004 2005 2006 BORÇ STOKU (Milyar TL) 721 991 1.341 3.173 4.634 6.972 10.514 17.218 28.458 41.934 57.180 97.647 194.236 357.347 799.309 1.361.007 3.148.985 6.238.425 11.612.885 22.920.145 36.420.620 122.157.260 149.869.691 194.386.700 224.482.922 244.781.857 251.470.054 HAZİNE BONOSU (Milyar TL) 49 88 153 56 340 489 822 1.923 2.542 3.537 5.469 18.258 42.247 64.488 304.230 631.298 1.527.838 2.374.990 5.840.905 3.236.753 2.057.683 20.029.334 37.019.856 25.413.074 30.272.223 17.817.596 9.593.581 HAZİNE BONOSU / İÇ BORÇ STOKU ( %) 6,8 8,8 11,4 1,7 7,3 7,0 7,8 11,1 8,9 8,4 9,5 18,7 21,7 18,0 38,0 46,3 48,5 37,8 50,3 14,1 5,6 16,4 24,7 13,1 13,4 7,2 3,8 Kaynak: DPT; Ekonomik ve Sosyal Göstergeler (1950-2006) ve Hazine İç Borç istatistikleri (http://www.hazine.gov.tr/irj/portal/anonymous/IcBorc) tarafımızca derlenmiştir. adresinden 84 Tablo 3.3’ de 1980-2006 yılları arasında devletin kısa süreli likidite ihtiyacını karşılamak için kullandığı hazine bonoları payının sürekli artış gösterdiği görülmektedir. 1990 sonrasında da 1990 öncesinde olduğu gibi hazine bonosu sürekli artmıştır. 1991’ de 18.258 milyar TL iken, 1993’de 64.488 milyar TL olmuştur. 1994 ekonomik krizinde 304.230 milyar TL iken, 1995’ de 2 katına ulaşmıştır. Hazine bonosu satışlarındaki yüksek olduğu artışların en yıllar ya seçim yılları ya da ekonomik krizlerin yaşandığı yıllardır. 1994 ekonomik krizin olduğu yılda bir önceki yıla göre bono satışları % 371,8 artmıştır. En yüksek artışların yaşandığı yıllar ise 1994 krizinden sonraki yıllardır. Hazine Bonosu/İç Borç Stoku oranının hızla yükseldiği yıllar gelir kaynaklarının azaldığı, makro dengelerin bozulduğu ve piyasalara çok kısa vadeli spekülatif faaliyetlerin hakim olduğu dönemlerdir. Son yıllarda bono satışı yoluyla borçlanmada büyük dalgalanmalar görülmektedir. Hazine bonolarının toplam iç borç stoku içindeki payı yüksektir. Tablodaki veriler incelenecek olursa hazine bonosu / iç borç stoku 1980’li yıllarda %10’ nun altında iken, bu oran 1991’den itibaren yükselmiştir. Ancak en yüksek oran % 50,3 ile 1998 yılında ulaşılmıştır. Özellikle ekonomik krizlerin yaşandığı dönemlerde kısa vadeli fonlara olan talebin artması nedeniyle iç borç stoku içinde bono payı artmıştır. Hazine bonosunun iç borç stokuna oranının en yüksek olduğu 1998 yılından sonra hazine bonosunun toplam iç borç stoku içindeki payı hızlı bir şekilde azalmıştır. Ekonominin bu kadar kısa vadeli iç borcu kaldıramayacak noktaya gelmiş olmasından dolayı 1999 yılında kısa vadeli iç borçlanmayla ilgili kısıtlamaya gidilmiş ve bu yıldan sonra da hazine bonosunun iç borç stoku içindeki payında azalma meydana gelmiştir. 2005 ve 2006 yıllarına gelindiğinde bu oran sırayla % 7,2 ve % 3,8 olarak gerçekleşmiştir. Bunda devletin daha uzun borçlanma isteği yatmaktadır. 85 Tablo 3.4 : İç Borç Stokunun Dağılımı (Devlet Tahvili) YILLAR BORÇ STOKU (Milyar TL) 721 991 1.341 3.173 4.634 6.972 10.514 17.218 28.458 41.934 57.180 97.647 194.236 357.347 799.309 1.361.007 3.148.985 6.238.425 11.612.885 22.920.145 36.420.620 122.157.260 149.869.691 194.386.700 224.482.922 244.781.857 251.470.054 1980 1981 1982 1983 1984 1985 1986 1987 1988 1989 1990 1991 1992 1993 1994 1995 1996 1997 1998 1999 2000 2001 2002 2003 2004 2005 2006 DEVLET TAHVİLİ / İÇ BORÇ STOKU (%) 19,6 16,1 13,8 11,3 11,4 14,8 14,3 13,9 17,1 26,0 32,9 25,3 44,5 53,3 29,9 37,6 39,7 56,8 49,7 85,9 94,4 83,6 75,3 86,9 86,5 92,7 96,2 DEVLET TAHVİLİ (Milyar TL) 141 160 186 360 531 1.032 1.511 2.407 4.880 10.863 18.801 24.678 86.387 190.505 239.385 511.769 1.250.154 3.570.812 5.771.980 19.683.392 34.362.937 102.127.926 112.849.835 168.973.626 194.210.700 226.964.261 241.876.473 Kaynak: DPT; Ekonomik ve Sosyal Göstergeler (1950 - 2006) ve Hazine İç Borç istatistikleri (http://www.hazine.gov.tr/irj/portal/anonymous/IcBorc) adresinden tarafımızca derlenmiştir. Tablo 3.4 incelendiğinde, tahvil satışının özellikle belli yıllarda çok yüksek olduğu dikkat çekmektedir. 1980 sonrası dönemde bütçe açıklarının kapatılması için yapılan tahvil ihraçlarının aşırı bir şekilde arttığı görülmektedir. Devlet tahvillerinin toplam iç borç stoku içindeki payı, 1980 yılında % 19,6 iken bu pay giderek azalmış ve 1983 yılında % 11,3 düzeyine kadar inmiştir. 1984 yılından itibaren ise yükseliş eğilimi göstererek; 1989 86 yılında %26 ve 1990 yılında %32,9 düzeyine ulaşmıştır. İç borçlanmada 1989 sonrası dönemde tahvil yoluyla borçlanmanın ağırlıklı olduğu gözlenmektedir. Uzun vadeli kamu iç borçlarından devlet tahvilleri 1990 yılında 18.801 milyar TL iken, 1991 de 24.678 milyara yükselmiştir. Ekonomide kriz yılı olan 1994’te uzun vadeli borçlanma kâğıtları olan tahvillerin toplam iç borç stokundaki payı yaklaşık olarak %100 oranında azalırken; kısa vadeli borçlanma kâğıtları olan bonoların payında ise, %100’ün üzerinde artış olmuştur. Tablo 3.3 ve Tablo 3.4 birlikte değerlendirildiğinde 1999 yılında iç borç senetleri içerisinde hazine bonolarının payı hızla azalırken, devlet tahvillerinin payı artmıştır. 2005 yılı itibariyle hazine bonosunun payı %7,2 iken devlet tahvili % 92,7’ ye yükselmiştir. Bu durum itfası gelen senetlerin ödenmesinde yeterli kaynak bulunamadığı için kısa vadeli borçların uzun vadeli borçlarla değiştirildiğini göstermektedir. İç borçlanmada bono yerine tahvile ağırlık verilmesi borçlanmada vadelerin uzaması anlamına geldiğinden ekonomik olarak olumlu bir gelişmedir. 87 Tablo 3.5: İç Borç Stokunun Dağılımı (Kısa Vadeli avans) YILLAR 1980 1981 1982 1983 1984 1985 1986 1987 1988 1989 1990 1991 1992 1993 1994 1995 1996 1997 1998 1999 2000 2001 2002 2003 2004 2005 2006 BORÇ STOKU (Milyar TL) 721 991 1.341 3.173 4.634 6.972 10.514 17.218 28.458 41.934 57.180 97.647 194.236 357.347 799.309 1.361.007 3.148.985 6.238.425 11.612.885 22.920.145 36.420.620 122.157.260 149.869.691 194.386.700 224.482.922 244.781.857 251.470.054 KISA VADELİ AVANS (Milyar TL) 195 234 266 339 528 795 1.052 1.407 2.082 2.539 2.870 13.589 31.000 70.421 122.278 192.000 370.953 337.623 337.623 0 0 0 0 0 0 0 0 KISA VADELİ AVANS / İÇ BORÇ STOKU (%) 27 23,6 19,8 10,6 11,3 11,4 10 8,1 7,3 6 5 13,9 16 19,7 15,3 14,1 11,8 5,4 0 0 0 0 0 0 0 0 0 Kaynak: DPT; Ekonomik ve Sosyal Göstergeler (1950 - 2006) ve Hazine İç Borç istatistikleri (http://www.hazine.gov.tr/irj/portal/anonymous/IcBorc) adresinden tarafımızca derlenmiştir. Tablo 3.5’de kısa vadeli avansların iç borç stoku içerisindeki payı 19801990 yılları arası sürekli olarak gerilemiştir. Tablodan da görüleceği gibi 1980’li yıllarda kısa vadeli avans kullanımının iç borç stoku içindeki payı %27 iken, bu oran daha sonraki yıllarda azalmış, 1990 yılında %5 düzeylerine dek inmiştir. Bu inişin nedeni; Merkez Bankası’ndan alınan avansların zamanında ödenmeyerek konsolide borçlar içine kaydırılmasıdır. 1990 yılında kullanılan 88 kısa vadeli avans 2.870 milyar TL; 1991 yılında % 373,4’ lük bir artışla 13.589 milyar TL’ye ulaşmıştır. Özellikle 1990’lı yılların ilk yarısından itibaren artan kamu açıklarının doğal bir sonucu olarak beliren kamu kesiminin aşırı kaynak talebi; Hazine’nin Merkez Bankası’ndan kısa vadeli avans kullanımı ve piyasaya arz edilen devlet iç borçlanma senetleri ile karşılanmıştır (Aydın,2002:1). Ancak zamanla Hazine’nin Merkez Bankası kaynaklarını kullanma olanaklarının azalmasına bağlı olarak ve kısa vadeli avans kullanımı da düşüş göstermiştir. 1993 yılında kısa vadeli avansın iç borç stoku içindeki payı % 19,7’ lerde iken, 1994 kriziyle birlikte bu oran % 15,3’e düşmüş ve 1997 yılında büyük bir düşüş yaşanarak kısa vadeli avans / iç borç stokuna oranı % 5,4’ e gerilemiştir. 1998 yılından sonra da kullanılmamıştır. Böylece Merkez Bankası’nın Hazine’yi avans yoluyla finanse etme yükümlülüğü ortadan kaldırılmıştır. Kamu açıklarının finansmanında kullanılan iç borçlanma kaynakları arasında tahvil yoluyla borçlanma ön plandayken, son dönemlerde bono vasıtasıyla borçlanmaya ağırlık verilmiş ve kısa vadeli avans kullanımına fazla yer verilmemiştir. 89 Tablo 3.6 : İç Borç Stokunun Dağılımı (Konsolide Borç) YILLAR 1980 1981 1982 1983 1984 1985 1986 1987 1988 1989 1990 1991 1992 1993 1994 1995 1996 1997 1998 1999 2000 2001 2002 2003 2004 2005 2006 BORÇ STOKU (Milyar TL) 721 991 1.341 3.173 4.634 6.972 10.514 17.218 28.458 41.934 57.180 97.647 194.236 357.347 799.309 1.361.007 3.148.985 6.238.425 11.612.885 22.920.145 36.420.620 122.157.260 149.869.691 194.386.700 224.482.922 244.781.857 251.470.054 KONSOLİDE BORÇLAR (Milyar TL) 336 509 736 2.418 3.235 4.656 7.129 11.481 18.954 24.995 30.040 41.122 34.602 31.933 133.417 25.940 0 0 0 0 0 0 0 0 0 0 0 KONSOLİDE BORÇ / İÇ BORÇ STOKU (%) 46,6 51,36 54,88 76,21 69,81 66,77 67,8 66,68 66,6 59,61 52,54 42,11 17,81 8,94 16,69 1,1 0 0 0 0 0 0 0 0 0 0 0 Kaynak: DPT; Ekonomik ve Sosyal Göstergeler (1950 - 2006) ve Hazine İç Borç istatistikleri (http://www.hazine.gov.tr/irj/portal/anonymous/IcBorc) adresinden tarafımızca derlenmiştir. Konsolide borçlar yıllar itibariyle istikrarsız bir seyir izlemektedir. Toplam iç borç stoku içinde konsolide borçların payı 1980 yılında % 46,6 iken 1983 yılında % 76,2, 1984 yılında % 69,8 düzeyine çıkmıştır. Konsolide borçların, toplam iç borç stoku içindeki payında görülen yükseliş 1985 yılından itibaren düşüş göstermeye başlamıştır. Konsolide borçlarda görülen en büyük artış 1983 yılında % 76, 21’ dir. Konsolide borçların iç borç stoku içindeki payı 1989 90 yılına kadar ortalama % 60’ ın üzerinde seyrederken takip eden yıllarda hızla azalmış ve 1996 yılından itibaren görülmemiştir. Bunun en önemli nedeni; ekonominin giderek artan bir finansman sıkıntısı içine girmesi ve bunu para piyasasından kısa vadeli fonlarla karşılamak durumunda kalmasıdır. Konsolide borçların toplam iç borç stoku içindeki payı, 1992 yılına kadar Merkez Bankası’nın aktif ve pasifinde yer alan altın ve dövizlerin yeniden değerlendirilmesinden doğan olumsuz farktan dolayı yüksek seviyede gerçekleşmiş bu tarihten sonra da Merkez Bankası’na olan borçların bir kısmının ödenmesi ve bir kısmının da senet olarak kağıda bağlanması nedeniyle düşme göstermiştir (Gürler, 1998: 151). 3.1.2.1. İç Borç Stokunun Alıcılara Göre Dağılımı İç borçların alıcılara göre dağılımını gösteren Tablo 3.7’ deki veriler incelendiğinde, bireylerin ve özel sektörün bono ve tahvil kullanımı az iken, bankaların tahvil ve bono kullanımı yüksek seviyelerdedir. Bunun nedeni; devletin yasal zorlamalarla bankaları ve kamu kuruluşlarını tahvil ve bono almaya yönlendirmesidir. Tablodaki verilerden de görüldüğü gibi devlet tahvillerinin en büyük alıcısı bankalardır. Çünkü; bankalar çok büyük rezervlere sahip mali kurumlardır. Bankalar toplamış oldukları fonları kullanmadıkları takdirde paranın maliyetini artırmamak için, devlet tahvillerine ya da hazine bonolarına plase edebilmektedir (Şensoy,1996: 15). Ülkemizde ise özellikle 1985 sonrası dönemde büyük ölçüde banka kaynaklarının artan oranda kamu borç finansmanına yöneldiği gözlenmiştir. 1990 yılında toplam bono stokunun % 93,3’ ü, toplam tahvil stokunun % 81’ i bankaların elinde toplanmıştır. 1995 yılında ise toplam bono stokunun % 82,1’i, tahvil stokunun ise % 79,9’ u bankaların elindedir. Buna göre; kamu finansman ihtiyacının büyük bir bölümünü bankalar finanse etmekte, bu eğilim 91 1990 yılından sonra hızla yükselmektedir. İç borçlanma senetlerinin ağırlıklı olarak bankalar tarafından satın alınması devletin mali piyasadan yeterli fon temin edemediğini göstermektedir. İç borçların % 80’lik kısmı bankacılık kesiminden gerçekleştirilmek-tedir. Bankacılık kesimi büyük ölçüde devleti finanse etmeye odaklanmıştır. Bankacılık sektörü, devlete borç olarak verdiği bu fonları bireysel ve kurumsal tasarruf sahiplerinden topladığı için aracı vazifesi görmesi dolayısıyla, tahvil ve bono piyasalarının en güçlü aktörü haline gelmiştir (Ünsal, 2003: 202). Bankacılık sektörünün yanında kamu kurumları da fonlarını devlet iç borçlanma senetlerine yatırarak değerlendirmektedir. Ancak devlet iç borçlanma senetleri içinde özel sektörün ve hane halklarının payı çok azdır. 1999 yılından itibaren kamu sektörünün iç borçlanma senetlerine ilgisi önceki yıllara göre artmıştır. 1999 yılında iç borçlanma senetlerinin %11,2’sini alırken; 2000 yılında % 20,3’ ünü, 2001’de % 22,1’ ini almıştır. 2002 yılında ise düşüş göstererek %14,9’ unu almıştır. 2002 yılında kamu kâğıtlarına gösterilen ilginin azalmasının nedeni; özellikle 2001 krizi sonrası yaşanan bankacılık krizi neticesinde kamu kâğıtları fiyatlarının düşmesi olduğu söylenebilir. Tablo 3.7’deki veriler incelendiğinde kamu kurumlarından yapılan borçlanmanın özel sektöre kıyasla daha fazla olduğu görülmektedir. Kamu kurumlarından yapılan borçlanmada ağırlığı tahviller oluşturmaktadır. Özel sektörden yapılan borçlanma tasarruf sahiplerine kıyasla daha fazla olmakla birlikte, bankalardan yapılan borçlanmadan daha az miktardadır. Özel sektörden yapılan borçlanmada ağılığı tahvil yerine bonolar oluşturmaktadır. Özel sektör ile tasarruf sahiplerinin devlet tahvili ve hazine bonosu alıcıları içinde çok önemsiz bir paya sahip olduğu görülmektedir. Yani hazine bonosu ve devlet tahvili alıcıları içinde tasarruf sahiplerinin payı ekonomik etki yaratmayacak kadar azdır. Ancak bu durum tasarruf sahiplerinin devlet tahvili ve hazine bonosu almadıkları anlamına gelmemektedir. Çünkü; tasarruf sahipleri ilk çıkarım aşamasında devlet tahvili ve hazine bonosu almalarına 92 karşın, REPO işlemine özellikle kısa süreli nakit fazlası bulunan özel kuruluşlar ile büyük tutarlı birikime sahip rantiyer kesimin başvurması nedeniyle, ikinci el piyasada devlet tahvili ve hazine bonolarına büyük ilgi göstermektedir (Sakal, 2003: 200). 1992 yılına kadar tasarruf sahiplerinden borçlanma yapılmamıştır. 1992 yılından itibaren ise borçlanmada kaynak olarak bireylere başvurulmaya başlanmıştır. Özel kuruluşlardan borçlanma tasarruf sahiplerine göre daha fazla olmakla birlikte bankalarla kıyaslanamayacak kadar düşük bir orandadır. Özel kuruluşlardan borçlanmada ağırlık, tahvilden ziyade bonolarda olduğu görülmektedir. 2004 ve 2005 yıllarında iç borçlanma senetlerinin alıcılarına bakıldığında bankaların yine ağırlıklı olduğu görülmektedir. Özel sektörün 2004 yılındaki payı % 3,2 iken 2005 yılında bu oran % 2,4’ e gerilemiştir. Kamu sektörü de 2004’ te % 11,1’ lik paya sahipken, 2005 yılında bu oran % 9,3’ e düşmüştür. Söz konusu yıllar itibariyle tasarruf sahiplerinin borçlanma kağıtlarına ilgisi oldukça azdır. İç borç stokunun alıcılar itibariyle dağılımına bakıldığında toplam borcun yarıdan fazlasının kamu kemsine ait olduğu görülmektedir. Buradan çıkan sonuç; kamu kesiminin bir taraftan kendi kendine borç verirken, bir taraftan da borç ödediği şeklindedir. 93 Tablo 3.7:İç Borç Stokunun Alıcılara Göre Dağılımı YILLAR 1990 1991 1992 1993 1994 1995 1996 1997 1998 1999 2000 2001 2002 2003 2004 2005 2006 2007 Borçlanma Türü BANKALAR MİKTAR RESMİ KURUMLAR YÜZDE YÜZDE (%) MİKTAR (%) ÖZEL SEKTÖR MİKTAR YÜZDE TASARRUF SAHİPLERİ MİKTAR (%) YÜZDE (%) BONO 7.877 93,3 435 5,2 130 1,5 0 0 TAHVİL 10.085 81 2.264 18,2 108 0,9 0 0 BONO 31.400 91,6 1.207 3,5 1.669 4,9 0 0 TAHVİL 11.069 96,2 243 2,1 197 1,7 0 0 BONO 65.487 86,3 1.041 1,4 5.006 6,6 4.390 5,8 TAHVİL 52.585 71,7 19.887 27 935 1,3 86 0,1 BONO 129.266 72,2 1.500 0,8 5.438 3 42.944 24 TAHVİL 127.651 84,6 18.520 12,3 3.445 2,3 1.265 0,8 BONO 437.583 68,5 44.535 7 21.949 3,4 134.610 21,1 TAHVİL 163.869 80,8 38.009 18,7 496 0,2 346 0,2 BONO 1.066.381 82,1 83.330 6,4 49.530 3,8 99.388 7,7 TAHVİL 293.178 79,9 64.056 17.5 9.638 2,6 0 0 BONO 2.871.851 82,9 330.983 9,6 128.949 3,7 132.696 3,8 TAHVİL 1.030.375 88,8 127.481 11 3.082 0,3 29 0 BONO 2.668.158 86,3 266.240 8,7 136.135 4,4 3.867 0,1 TAHVİL 2.931.836 92 183.855 5,8 69.683 2,2 187 0 BONO 8.311.407 87,1 781.438 8,2 451.605 4,7 1.810 0 TAHVİL 4.066.073 86,4 361.321 7,7 102.762 2,2 177.907 3,8 BONO 6.219.140 90,7 364.970 5,3 214.568 3,1 59.955 0,9 TAHVİL 16.726.958 83,5 2.648.736 13,2 350.733 1,8 301.341 1,5 BONO 5.043.857 87.2 241.900 4,2 496.817 8,6 108 0 TAHVİL 19.592.961 73,4 6.351.138 23,8 741.632 2,8 129 0 BONO 32.645.754 71,9 6.438.148 14,2 2.903.710 6,4 3.442.286 7,6 TAHVİL 123.464.988 75,2 39.965.028 24,3 172.534 0,1 580.784 0,4 BONO 55.982.913 84,3 5.180.511 7,8 4.992.456 7,5 247.217 0,4 TAHVİL 44.009.634 74,7 13.521.414 23 395.238 0,7 973.738 1,7 BONO 48.644.763 86,2 4.159.725 7,4 3.604.802 6,4 51.904 0,1 TAHVİL 70.814.267 69,6 30.319.524 29,8 606.851 0,6 36.542 0 BONO 53.479.893 86,9 3.597.267 5,8 4.457.983 7,2 21 0 TAHVİL 86.821.604 85,1 14.486.511 14,2 721.900 0,7 9 0 BONO 36.032.744 89,8 732.500 1,8 3.347.632 8,3 3.359 0 TAHVİL 97.983.275 87,7 13.456.478 2 278.099 0,2 6.585 0 BONO 17.024.302 91,9 500.000 2,7 1.004.634 5,4 640 0 TAHVİL 85.812.917 87,8 11.710.246 12 173.247 0,2 4.573 0 BONO 19.201.689 85,6 1.121.769 5 2.108.179 9,4 1.192 0 TAHVİL 76.169.366 81,2 17.538.748 18,7 77.860 0,1 3.745 0 Kaynak:Hazine Müsteşarlığı, Hazine İstatistik Yıllığı 2008 (Kamu Borç Yönetimi Tabloları) 94 3.1.2.2. İç Borç Vade Yapısı ve Faiz Oranları Türkiye’de iç borçlanmanın önemli iki sorunu faiz ve vade yapısıdır. Faizlerin yüksekliği ve vadelerin kısa olması nedeniyle ödeme yapabilmek için daha fazla borçlanılmasına neden olmuştur. Özellikle 1990’ların ikinci yarısından sonra yüksek reel faizler kamu kesiminin borçlanma ihtiyacını daha da artırmış ve borç-faiz kısır döngüsü ortaya çıkmıştır. Böyle bir kısır döngü içinde faizlerin artması iç borç miktarını artırıcı yönde etki yapmıştır. Kamunun finansman gereksinimi, faiz oranlarının yükselmesine neden olurken, borçlanmanın vadesi üzerinde de etkili olmuştur. Artan borçlanma ihtiyacı ve vadesi gelen borçların ödenebilmesi amacıyla sürekli olarak borçlanan kamu, daha kısa vadeli borçlanmak zorunda kalmıştır. Ülkemizdeki en büyük sorunlardan biri olan enflasyonun neden olduğu ekonomik istikrarsızlık ve belirsizlik ortamı da borcun vadesini kısaltmıştır. Gerek borç veren, gerekse borçlanan yönünden önemli şartlardan birisi de borcun süresidir. Çünkü; borcun sağlayacağı avantajlar genellikle süresine bağlı olarak belirlenmektedir. Kısa vadeli borçlanmaların faizinin düşük olması ve borç verenler yönünden de kısa süreli olması nedeniyle büyük firmalar ve bankalar ellerindeki fonların bir kısmını nakit olarak tutmak yerine kısa süreli devlet borcuna yatırmayı tercih etmektedir. Ancak bu tür borçların şartları uzun vadeli borçlardan daha ağırdır (Çataloluk, 2009: 246- 247). Uzun vadeli borçlar, geri ödenme aşamasında daha avantajlı olduğundan kısa vadeli borçlara oranla daha az olumsuz etkiye sahiptir ve daha fazla tercih edilir. Borçların vadelerinin kısalması öncelikle kamu mali dengesi üzerinde olumsuz etkilere neden olmaktadır. Bunun yanında faiz oranlarının artması söz konusu dengeleri daha da bozmaktadır (Ünsal, 2003: 196). Bu durum ülkemizin yaşadığı en büyük problemlerden biridir. Tablo 3.8’ de iç borçların vadelerine göre dağılımında ciddi değişmeler görülmektedir. 1980-1990 döneminde kısa vadeli borçların toplam borç içerisindeki payı azalma eğilimi gösterirken, tahvil satışı yoluyla uzun vadeli 95 borçlanma artmıştır. Uzun vadeli borçların bu boyuta erişmesinde yüksek düzeyde gerçekleşen konsolide borçlar etkili olmuştur. 1990 sonrası dönemde ise kısa vadeli borçların payında artış olmuştur. Tablo 3.8: Vadeleri Açısından İç Borçlar YILLAR 1980 1981 1982 1983 1984 1985 1986 1987 1988 1989 1990 1991 1992 1993 1994 1995 1996 1997 1998 1999 2000 2001 2002 2003 2004 2005 2006 TOPLAM İÇ KISA VADELİ BORÇ STOKU İÇ BORÇLAR İÇİNDEKİ PAYI (%) 385 482 605 755 1.399 2.316 3.385 5.737 9.504 16.939 27.140 56.495 159.604 325.414 665.893 1.335.067 3.148.945 6.283.425 11.612.885 22.920.145 36.420.620 122.157.260 149.869.691 194.386.700 224.482.923 244.781.857 251.470.054 53 49 45 24 30 33 32 33 33 40 47 58 82 91 83 98 100 100 100 100 100 100 100 100 100 100 100 UZUN VADELİ İÇ BORÇLAR TOPLAM İÇ BORÇ STOKU İÇİNDEKİ PAYI (%) TOPLAM İÇ BORÇ STOKU 336 509 736 2.418 3.235 4.656 7.129 11.481 18.954 24.995 30.040 41.122 34.602 31.933 133.417 25.940 0 0 0 0 0 0 0 0 0 0 0 47 51 55 76 70 67 68 67 67 60 53 42 18 9 17 2 0 0 0 0 0 0 0 0 0 0 0 721 991 1.341 3.173 4.634 6.972 10.514 17.218 28.458 41.934 57.180 97.647 194.236 357.347 799.309 1.361.007 3.148.985 6.283.425 11.612.885 22.920.145 36.420.620 122.157.260 149.869.691 194.386.700 224.482.922 244.781.857 251.470.054 Kaynak: DPT; Ekonomik ve Sosyal Göstergeler (1950 - 2006) ve Hazine İç Borç istatistikleri (http:// www.hazine.gov.tr/irj/portal/anonymous/IcBorc) adresinden tarafımızca derlenmiştir. 96 120 Yüzde 100 80 60 40 20 19 80 19 82 19 84 19 86 19 88 19 90 19 92 19 94 19 96 19 98 20 00 20 02 20 04 20 06 0 Yıllar İç borç stoku içinde kısa vadeli borçların payı İç borç stoku içinde uzun vadeli borçların payı Şekil 3.3 : Toplam İç Borçlar İçinde Kısa ve Uzun Vadeli Borçlar (1980-2006) Türkiye özellikle 1990 yılından itibaren kısa vadeli iç borçlanma ile borç kısır döngüsüne girmiştir. Kısa vadeli borçların toplam iç borçlar içindeki payı 1980’ de % 53, 1986’da % 32 ve 1990’da % 47 ve 1995 yılında %98 olarak gerçekleşmiştir. Kısa süreli iç borçların toplam iç borçlar içindeki payı 1990 yılından itibaren yükseliş eğilimi kazanmıştır. Bu durum özellikle ödeme açısından sıkıntılar yaratabileceğinden sakıncalı bir gelişmedir. 1994 yılında ise yaşanan ekonomik kriz sonucu reel faizlerdeki artışa bağlı olarak kısa vadeli borçlanma artmıştır. Kısa vadeli borçlara ağılık verilmesi nedeniyle uzun vadeli borçlarda düşüş yaşanmıştır. 97 Tablo 3.9: İç Borç Vade ve Faiz Yapısı YILLAR 1990 1991 1992 1993 1994 1995 1996 1997 1998 1999 2000 2001 2002 2003 2004 2005 2006 VADE(GÜN) ORTALAMA BİLEŞİK FAİZ (%) 516 231 217 216 101 206 195 349 233 479 410 148 253 302 372 560 756 54,0 80,5 87,7 87,6 164,4 121,9 135,2 127,2 122,5 109,5 38,0 96,2 63,8 45,0 25,7 16,9 18,2 Kaynak: DPT, Ekonomik ve Sosyal Göstergeler (1950-2006), 63. İç borçlanmanın vade ve faiz yapısını gösteren Tablo 3.9’a göre; Türkiye’de borçlanmanın ortalama vadesi ve maliyetinin dalgalı bir seyir izlediği görülmektedir. 1990-2006 dönemine ilişkin olarak vade ve borçlanma maliyeti arasındaki negatif ilişki görülmektedir. Özellikle 1994, 1997 ve 2001 krizinin olduğu yıllarda bu negatif ilişki net olarak görülmektedir. 1990’lı yıllarda faizlerin yükselmesi ile birlikte borçlanma vadesi kısalmıştır. 1990 yılında Merkez Bankası tarafından açıklanan parasal program hedeflerine uygun olarak Hazine ile yapılan protokol sonucunda, Merkez Bankası kaynaklarına başvurulmamış, iç borçlanmaya ağırlık verilmiş ve buna paralel olarak faiz oranları yükselmiştir (Parasız, 1998: 152). Faiz oranlarının yüksek seviyelerde seyretmesi bütçe açıklarının da artmasına neden olmuştur. Bununla birlikte, Türkiye’de mali piyasaların derinleştirilememesi borçlanmayı zorlaştırmış dolayısıyla bütçe açıklarını iç borçlanma yöntemiyle kapatılma- sının maliyeti 98 giderek artmıştır. Bu da faiz oranlarını yükseltmiş ve toplam faiz ödemelerinin artmasına neden olmuştur. Türkiye’de 1990 sonrası dönemde vadeler hızla kısalmış ve en kısa vadeye 1994 yılında ulaşılmıştır. Kamu kesimi 1994 yılında borçlanabilmek için önemli miktarda faiz ödemek zorunda kalmıştır. Borç vadelerindeki kısalmanın en önemli nedenleri; yıllar geçtikçe artan iç borç faiz ödemelerinin bütçe dengesini bozması, kamu harcamalarının hızlı bir şekilde artması, buna karşın kapsamlı bir vergi reformunun yapılamaması nedeniyle yeterli vergi gelirinin toplanamamasıdır (Ünsal, 2003: 196). Hazine’nin bu kadar kısa vadeli borçlanmaya gitmesinde bir güven krizinin yanı sıra kuşkusuz Türkiye'de yaşanan yüksek oranlı ve değişken enflasyonun ve diğer mali araçların getirilerinde meydana gelen yükselmelerin de önemli bir rolü vardır. Hazine bu enflasyonist ortamda borç senetlerini satabilmek için zorunlu olarak vadeyi kısa, faizi yüksek tutmak durumunda kalmıştır. Türkiye’de iç borçlarda ağırlıklı borç vadesi 2000 yılında 410 gün iken, 2001 yılında 148 güne kadar düşmüştür. 2002 yılından itibaren vadeler uzamaya, faizler düşmeye başlamıştır. Ancak alınan tedbirler neticesinde iç borçlanmada vade 2004 yılında ortalama 372 güne, 2005 yılında ise ortalama 560 güne kadar çıkarken, faiz oranı ise % 16,9 olarak gerçekleşmiştir. Düşük faizli ve uzun vadeli borçlanma, başarılı bir borç yönetim politikasını göstermektedir. İç borçlanmanın vadesinde meydan gelen kısalmalar çoğu zaman enflasyon konusundaki olumsuz beklentilerden veya ekonomilerde meydana gelen siyasi veya ekonomik istikrarsızlıklardan kaynaklanmaktadır. İç borçlanma vadelerinin kısalması, devletin iç borç stokunun ve borçlanmanın yük ve maliyetinin artmasına neden olmaktadır. Nitekim vade yapısında meydana gelen azalmayla birlikte piyasanın yüksek getirisi bulunan hazine kağıtlarına ilgi göstermesi sonucu zaten sığ olan sermaye piyasasında özel 99 sektörün yapmak istediği yatırımlar için yeterli finansmanı bulmasını güçleştirmekte ya da daha yüksek bir faiz yüküne katlanmasına yol açmaktadır (Ceyhan, 2005: 649). 3.1.2.3. İç Borç Faiz Ödemeleri İç borçlara ödenen faiz tutarları yıllar itibariyle artma eğilimindedir. Tablo 3.10’da Türkiye’nin 1980 - 2006 döneminde iç borç faiz ödemelerinin dağılımı yer almaktadır. İç borçlanmaya ödenen faiz tutarına bakıldığında miktar itibariyle 1980 yılında 21 milyar TL, 1983 yılında 116 milyar TL, 1986 yılında 717 milyar TL ve 1990 yılında da 10.036 milyar TL olduğu görülmektedir. Faiz tutarlarının bir önceki yıla göre değişimi ise, 1983 yılında %241, 1990 yılında da %109, 2003 yılında %111 oranında arttığı görülmektedir. İç borçlara ödenen faiz tutarlarının GSMH ile karşılaştırılması sonucu iç borç faizlerindeki yükselişin çarpıcı boyutu ortaya çıkmaktadır.1980 sonrası kamunun geniş çaplı ve büyük ölçekli alt yapı yatırımlarına girmesi, özellikle enerji ve ulaştırma alanlarında uzun vadeli yatırımlar, kamu açıklarını artıran bir nedendir. Bir diğer önemli neden ise transfer harcamalarının artmasıdır. Transfer harcamaları içerisinde sürekli artış gösteren borç faizleri, borç ödemelerinin payını büyük ölçüde artırmıştır (Özsoylu, 1992 : 284). İç borçlara ödenen faiz tutarının GSMH oranı 1990’da % 2,5, 2001’de % 22,9’ a çıkmıştır. Özellikle 1990' lı yıllarda kamu açığı ve buna bağlı olarak borç stokundaki hızlı artış aynı zamanda faiz oranları üzerinde baskı yaratarak faizlerin yükselmesine, faizlerdeki yükseliş ise devletin borçlanma gereğini olumsuz yönde etkileyerek, iç borç-faiz kısır döngüsüne neden olmuştur (Kesbiç ve Bakımlı, 2004: 49). 100 Tablo 3.10: İç Borç Faiz Ödemeleri YILLAR FAİZ ÖDEMELER (Milyar TL) GSMH (Milyar TL) 1980 1981 1982 1983 1984 1985 1986 1987 1988 1989 1990 1991 1992 1993 1994 1995 1996 1997 1998 1999 2000 2001 2002 2003 2004 2005 2006 21 41 34 116 156 257 717 1.676 2.488 4.803 10.036 16.914 33.087 85.418 231.035 472.805 1.325.417 1.977.163 5.626.676 9.898.623 18.609.423 40.484.246 43.468.540 52.635.979 50.052.872 39.269.562 38.658.718 5.362 8.023 10.612 13.933 22.168 35.350 51.185 75.019 129.175 230.370 397.178 634.393 1.103.605 1.997.323 3.887.903 7.855 14.978 29.393 53.518 78.283 125.596 176.484 275.032 356.681 428.932 485.058 560.000 FAİZ ÖDEMELERİ / GSMH (%) 0,4 0,5 0,3 0,8 0,7 0,7 1,4 2,2 1,9 2,1 2,5 2,7 3,1 4,2 5,9 6,0 8,9 6,7 10,5 12,6 15,1 22,9 15,8 14,7 11,6 8,0 6,9 Kaynak: DPT;Ekonomik ve Sosyal Göstergeler (1950-2006),DPT; Temel Ekonomik Göstergeler ve TCMB Verilerin’ den yararlanılmıştır. Türkiye’de iç borçlanma faiz oranları yüksek seviyelerde bulunmaktadır. Türkiye’de sürekli açık veren kamu kesiminin borçlanması faiz oranları üzerinde yukarı doğru bir baskı oluşturmuştur. Yüksek kamu açıklarının yanı sıra 1994 yılından sonra kamu kesiminin net borç ödeyicisi durumunda olması, yeterince derin olmayan yurt içi mali piyasalar üzerinde baskı oluşturarak faiz oranını yükseltmiştir. Diğer taraftan, yüksek ve değişken enflasyon oranı risk primini artırarak faiz oranlarını artırmıştır. 101 3.2.3. İç Borç Yükü Borç yükü, bir ülkenin belirli bir dönemdeki toplam borç stokunun aynı dönemdeki GSMH’ya oranı olarak tanımlanır. Devlet borçlarının sürekli olarak artması borç yükü kavramını gündeme getirmiştir. Bu yük esas olarak faiz ve anapara ödemelerinden kaynaklanmaktadır. İç borç yükü iç borç stokunun ekonomideki ağırlığını ifade etmektedir. Borç yükü mikroekonomik ve makroekonomik anlamda düşünülebilir. Mikroekonomik anlamda borç yükü; bireylerin borçlanma nedeniyle tüketimlerinden katlanmak zorunda kaldıkları fedakarlık iken makroekonomik anlamda borç yükü; borçlanmanın toplumun refahı üzerindeki etkisidir. Buna göre; borçlanma nedeniyle toplum refahında oluşan negatif bir sonuç ve eksilme borç yükü olarak kabul edilir. Bu nedenle; borç yükü negatif bir kavramdır (İnce, 2001: 295). Borç olarak alınan paraların topluma getirdiği yük, yükün miktarı ve dağılımı konusunda değişik görüşler vardır. Borç olarak sağlanan fonların hangi amaçlarla kullanıldığı borç yükü açısından önemlidir. Önemli olan borçların miktarı değil, kullanıldığı yerler, faiz oranları ve vadeleridir. Buna göre; alınan borç, tüketim amacıyla ya da verimli olmayan alanlarda kullanılmışsa, hem borçlanan hem de borcu ödeyen kuşak için bir refah kaybı olur. Bugünden yapılan borçlanma, borç yükünün gelecek kuşaklara aktarılması sonucunu doğurur. Alınan fonların verimli ve üretken amaçlarla kullanılması ise borç yükünü taşıyan kuşaklara yarar sağlar (Tural, 1992 :58). Cari giderlere ve tüketim giderlerine harcanan borçların yükü gelecek kuşaklara aktarılmaktadır. Bu harcamaların devlet borçları ile ödenmesi harcamaların yükünün geleceğe aktarılmasına neden olmakta ve bu yükü karşılayanlar, harcamaların getirdiği hizmetlerden yararlanmaktadır. Tüketim giderlerine harcanan devlet borçlarının getirdiği faiz ve benzeri yükler ise yine gelecek nesiller tarafından karşılanmaktadır. 102 3.2.4. İç Borç Servisi İç borç servisi, bir yıl içinde ödenen iç borç anapara taksidi ve iç borç faiz ödemesi toplamından oluşmaktadır. Ekonomide iç borç servisi ile ilgili olarak bazı temel göstergeler dikkate alınmaktadır. Bunlardan en önemlisi, iç borç servisinin ekonomideki yükü ile ilgili olarak İç Borç Servisi / GSMH’ dır. Konsolide bütçe gelirlerinin ne kadarının iç borç anapara ve faizlerine gittiğini ifade eden gösterge ise; İç Borç Servisi / Konsolide Bütçe Gelirleri oranıdır. Devletin yapmış olduğu iç borçlanma sonucu borçlanma senetlerinin vadesi geldiğinde anapara ve faizinin geri ödenmesi gerekir. Bu ödeme devletin gelirleriyle yapılmaktadır. Devletin en önemli gelir kaynağı vergilerdir. Verginin kaynağı ise GSMH’dır. İç borç servisinin / GSMH’ya oranı; GSMH’ nın ne kadarının iç borçlanmanın anapara ve faiz ödemelerine gittiğini göstermektedir. Tablo 3.11’e göre; 1980 yılında 216 milyar TL olan iç borç servisinin % 203 artarak 1981 yılında 655 milyar TL, 1982’den 1983’e ise % 139’ luk bir artış göstererek 1.819 milyar TL düzeyine ulaşmıştır. İç borç anapara ve faiz tutarları incelendiğinde faiz ödemelerindeki en yüksek artışların 1996, 1998, 1999, 2000 ve 2001 yılları olduğu görülmektedir. 2000 yılında iç borç anapara ve faiz ödemelerinin birbirine çok yakın olduğu görülmüş, borçların borçla kapatılması ise faiz oranlarının yükselmesi sonucunu doğurmuştur. 2000 yılında anapara ödemesi kadar faiz ödemesi olmuştur. Etkin bir borç yönetimi politikasının uygulanamaması nedeniyle borçların yeni iç borçlarla karşılanabilir duruma gelmesi sonucu iç borç faiz oranları sürekli yükselmiştir. 103 Tablo 3.11: İç Borç Servis Oranı YILLAR 1980 1981 1982 1983 1984 1985 1986 1987 1988 1989 1990 1991 1992 1993 1994 1995 1996 1997 1998 1999 2000 2001 2002 2003 2004 2005 2006 İÇ BORÇ SERVİSİ ANAPARA FAİZ 195 21 614 41 727 34 1703 116 976 156 2.321 257 5.038 717 8.604 1.676 12.146 2.488 21.270 4.803 32.418 10.036 74.908 16.914 187.336 33.087 438.460 85.418 861.585 231.035 1.271.404 472.805 3.585.986 1.325.417 3.287.422 1.977.163 8.444.833 5.626.676 15.579.145 9.898.623 18.968.070 18.609.423 123.876.596 40.484.246 97.590.694 43.468.540 113.721.373 52.635.979 133.500.274 50.052.872 135.221.521 39.269.562 118.892.883 38.658.718 TOPLAM ÖDEME (Milyar TL) 216 655 761 1.819 1.132 2.578 5.755 10.280 14.634 26.073 42.454 91.822 221.423 523.878 1.092.620 1.744.208 4.911.403 5.264.585 14.471.510 25.477.768 37.577.493 164.360.842 141.059.233 166.357.352 183.553.146 174.491.083 571.551.600 Kaynak: DPT;Ekonomik ve Sosyal Göstergeler (1950-2006),DPT; Temel Ekonomik Göstergeler ve TCMB Verilerin’ den yararlanılmıştır. 3.2.4.1. İç Borç Servisi / GSMH İç borç servisinin / GSMH’ya oranı GSMH’nın ne kadarının iç borcun anapara ve faiz ödemelerine gittiğini göstermektedir. İç borç servisinin ekonomideki yükünü gösteren oran İç Borç Sevisi / GSMH’ dır. Tablo 3.12’ de İç borç servisi / GSMH oranlarına baktığımızda 1980 yılında % 4 olan bu oran 104 1992 de % 20, 1993’ de % 26,2 olmuştur. İç borç servisi / GSMH oranındaki en büyük artış 2001 krizinde %93,1 olarak gerçekleşmiştir. İç borç servisindeki artış GSMH oranındaki artıştan daha fazladır. Bu durum GSMH’nın gittikçe daha fazla anapara ve faiz ödemelerine gittiğini göstermektedir İç borç servis oranının artması ekonominin giderek kötüleştiğini ve kamu gelirlerinden borç faizine ayrılan kaynağın sürekli arttığını göstermektedir. Tablo 3.12: İç Borç Servisinin GSMH İçindeki Payı YILLAR İÇ BORÇ SERVİSİ (Milyar TL) GSMH 1980 1981 1982 1983 1984 1985 1986 1987 1988 1989 1990 1991 1992 1993 1994 1995 1996 1997 1998 1999 2000 2001 2002 2003 2004 2005 2006 216 655 761 1.819 1.132 2.578 5.755 10.280 14.634 26.073 42.454 91.822 221.423 523.878 1.092.620 1.744.208 4.911.403 5.264.585 14.471.510 25.477.768 37.577.493 164.360.842 141.059.233 166.357.352 183.553.146 174.491.083 571.551.600 5.362 8.023 10.612 13.933 22.168 35.350 51.185 75.019 129.175 230.370 397.178 634.393 1.103.843 1.997.323 3.887.903 7.854.887 14.978.067 29.393.263 53.518.331 78.242.496 124.405.569 176.484 275.032 356.681 428.932 485.058 560.000 İÇ BORÇ SERVİSİ / GSMH (%) 4,0 8,2 7,2 13,0 5,1 7,3 11,2 13,7 11,3 11,3 10,6 14,4 20,0 26,2 28,0 22,2 32,8 17,9 27,0 32,5 28,3 93,1 51,3 46,6 42,7 36,0 28,1 Kaynak: DPT; Ekonomik ve Sosyal Göstergeler (1950 - 2006) ve TCMB Verilerinden yararlanılmıştır. 105 3.2.4.2. İç Borç Servisi / Konsolide Bütçe Gelirleri İç borç servisi / Konsolide bütçe gelirleri oranı devletin iç borçlarını ödeme gücünün yeterli olup olmadığını göstermektedir. Bu oranın yüksek çıkması devletin iç borç ödemelerinde sorunlarla karşılaştığının göstermektedir. Tablo 3.13 : İç Borç Servisi / Konsolide Bütçe Gelirleri YILLAR 1980 1981 1982 1983 1984 1985 1986 1987 1988 1989 1990 1991 1992 1993 1994 1995 1996 1997 1998 1999 2000 2001 2002 2003 2004 2005 2006 İÇ BORÇ SERVİSİ (Milyar TL) 216 655 761 1.819 1.132 2.578 5.755 10.280 14.634 26.073 42.454 91.822 221.423 523.878 1.092.620 1.744.208 4.911.403 5.264.585 14.471.510 25.477.768 37.577.493 164.360.842 141.059.233 166.357.352 183.553.146 174.491.083 571.551.600 KONSOLİDE BÜTÇE GELİRLERİ (Milyar TL) 988 1.536 1.622 2.695 3.769 5.980 7.154 10.445 17.587 31.369 56.573 96.085 178.070 357.333 751.615 1.409.250 2.727.958 5.815.099 11.811.065 18.973.291 33.440.143 51.542.970 75.592.324 100.250.427 110.720.859 137.980.944 173.483.430 İÇ BORÇ SERVİSİ /KONSOLİDE BÜTÇE GELİRLERİ (%) 21,8 42,6 46,9 67,4 30,0 43,1 80,4 98,4 83,2 47,0 75,0 95,5 124,3 146,6 145,3 123,7 180,0 90,5 122,5 134,2 112,3 318,8 186,6 165,9 165,7 126,4 90,8 Kaynak: Maliye Bakanlığı Bütçe ve Mali Kontrol Genel Müdürlüğü ; Ekonomik Göstergeler (1950 - 2010) (http://www.bumko.gov.tr) adresinden tarafımızca düzenlenmiştir. 106 Tablo 3.13’e göre; 1980 yılında %21,8 olan İç borç servisi / Konsolide bütçe gelirleri oranı, 1983 yılında %67,4’e kadar yükselmiştir. Bu oranın yüksekliği, konsolide bütçe gelirlerinin önemli bir bölümünün iç borç anapara ve faizlerinin ödenmesinde kullanıldığını göstermesi açısından olumsuzdur. İç borç servisi / Konsolide bütçe gelirleri oranı 1986 yılından itibaren yeniden yükselmeye başlamış ve 1987 yılında %98,4, 1988 yılında %83,2 düzeyine ulaşmıştır. 1996 yılında %180 iken 1997 yılında %90,5’e düşmüştür. Bu oranın düşmesi konsolide bütçe gelirlerinin başka alanlara tahsisine olanak verdiği için olumlu bir gelişmedir. 3.2. TÜRKİYE’DE İÇ BORÇLANMANIN ÖZEL SEKTÖR YATIRIM VE TASARRUFLARI ÜZERİNDEKİ ETKİSİ 3.2.1. 1980 Sonrası Yatırımlarının Ekonomideki Payı Bir ülkenin ekonomik büyümesi ve kalkınmasında belirli bir dönemde yapılan yatırımlar büyük önem taşımaktadır. Yatırım, mevcut sermaye stokunda belirli bir dönem içinde yapılan net ilave olduğundan sermaye birikimi ile yakından ilgilidir. Sermaye birikimi de tasarrufların yatırıma dönüştürülmesi ile mümkün olmaktadır. Bu açıdan bakıldığında Türkiye’de 1980 sonrası dönemde yatırımların gelişimi büyük önem taşımaktadır. Ekonomik ve siyasi yapıda meydana gelen değişmeler 1980 sonrası dönemde yatırımları önemli ölçüde etkilemiştir. Bu nedenle; 1980-2006 yılları arası kamu ve özel yatırımların GSMH içerisindeki payını gösteren Tablo 3.14 ve Şekil 3.4 aşağıda verilmiştir. Türkiye’ de iç borç faizlerinin yüksek olması, özel kesimin riskli bir yatırımı göze almayarak tasarruflarını yatırıma dönüştürmek yerine, DİBS’ leri satın almasına ve bu nedenle yatırımların azalmasına neden olurken, iç borçlanmanın yatırımlar üzerindeki dışlama etkisiyle devlet mali piyasalarda arz edilen fonları kamuya aktarmakta ve özel sektörün fon taleplerinin 107 karşılanamamasına neden olmaktadır. Kamunun finansman ihtiyacını borçlanma yoluyla gidermeye çalışması özel kesimin tasarruflarının büyük bir kısmının kamu kesimine aktarılarak özel kesimin yatırım amaçlı kullanacağı fon miktarını sınırlandırmaktadır. Tablo 3.14 incelendiğinde 1980 yılında % 8,7 olan kamu yatırımları, 2006 yılına gelindiğinde % 4,9 olarak gerçekleşmiştir. 1980 sonrası dönemde kamu yatırımlarında önemli artışlar olmadığı gibi kamu yatırımlarının GSMH içerisindeki payı azalmıştır. Özel yatırımlarda ise bazı yıllarda düşüş olmasına rağmen 1980’ den 1998 yılına kadar (ekonomik krizlere kadar) artış olmuştur. 1980’ li yılların ilk yarısında özel yatırımlarda bir durgunlukla birlikte azalma meydana gelmiştir. Özel yatırımlardaki bu düşüşün 1980 sonrası yüksek faizler nedeniyle sermaye yatırımlarının maliyetinde meydana gelen artış sonucu oluştuğu söylenebilir. Türkiye’de 1980-2006 arası kamu ve özel yatırım harcamaları incelendiğinde yıllar itibariyle kamu yatırımları azalmasına rağmen, özel yatırımlarda artış görülmektedir. Kamu kesimi finansman ihtiyacının borçlanma yoluyla karşılanması sonucu elde edilen fonların borç ödemelerinde kullanılması kamu kesimi yatırımlarını olumsuz yönde etkilemiştir. İç borç faiz ödemelerinin GSMH içerisindeki payının artması sonucu yatırıma gitmesi gereken kamu kaynakları faiz ödemelerine azalan seyir gittiğinden kamu yatırımları izlemiştir. Kamu yatırımlarındaki azalma borçlanma yoluyla sağlanan fonların yatırım harcamalarına aktarılmadığını göstermektedir. Özel yatırımların GSMH içerisindeki payının artması ise; özel kesimin, halka arz, sermaye artırımı gibi finansman yöntemlerinden yararlanarak ucuz fon sağladığını gösterir. Finansal krizin yaşandığı 1994 yılında ise özel sektör yatırımlarında herhangi bir azalmanın meydana gelmemesi bankaların şirketler kesimine bazı kredilerin kaynaklanmaktadır. vadesinin uzatarak sağladığı kolaylıktan 108 Tablo 3.14 : Kamu Yatırımları,Özel Yatırımlar ve Toplam Yatırımların GSMH İçerisindeki Payı YILLAR 1980 1981 1982 1983 1984 1985 1986 1987 1988 1989 1990 1991 1992 1993 1994 1995 1996 1997 1998 1999 2000 2001 2002 2003 2004 2005 2006 KAMU YAT/GSMH (%) 8,7 9,0 8,2 8,7 8,0 9,2 10,2 10,0 8,9 7,5 7,0 7,5 7,4 7,2 4,9 4,2 5,1 6,1 6,3 6,6 6,8 6,4 6,3 4,9 4,5 5,3 4,9 ÖZEL YAT /GSMH (%) 13,1 10,8 11,0 11,4 11,3 11,0 12,6 14,7 17,3 14,9 15,7 16,2 16,0 19,1 19,6 19,8 20,0 20,2 18,1 15,5 15,9 12,6 11,0 11,2 13,9 19,7 23,0 TOPLAM YAT /GSMH (%) 21,8 19,8 19,2 20,1 19,3 20,1 22,8 24,6 26,1 22,4 22,6 23,7 23,4 26,3 24,5 24,0 25,1 26,3 24,3 22,1 22,8 19,0 17,4 16,1 18,4 24,9 27,9 Kaynak: DPT; Ekonomik ve Sosyal Göstergeler (1950-2006) ve Temel Ekonomik Göstergeler (2006) verilerinden tarafımızca düzenlenmiştir. 109 25 Yüzde 20 15 10 5 19 80 19 82 19 84 19 86 19 88 19 90 19 92 19 94 19 96 19 98 20 00 20 02 20 04 20 06 0 Yıllar kamu yatırımları özel yatırımlar Şekil 3.4 : Kamu Yatırımları ve Özel Yatırımların GSMH’ya Oranı (1980-2006) 3.2.2. Sabit Sermaye Yatırımlarının Sektörel Dağılımı Özel kesim yatırımları üzerinde önemli bir dışlayıcılık etkisi ortaya çıkaran faktör; kamu kesimi sabit sermaye yatırımlarıdır. Dolayısıyla, Türkiye'de yapılan kamu yatırımlarının özel kesim yatırımları için rakip değil tamamlayıcı nitelikte olması, yani kamunun daha çok alt yapı yatırımlarına öncelik vermesi, dışlama etkisinin boyutunu azaltacak önemli bir faktör olmaktadır (Taban ve Kara, 2006: 24). Çünkü; kamu yatırımları ekonomideki üretim sürecini kolaylaştırmaktadır. Bu nedenle; kamu sabit sermaye yatırımları üretimde görülmektedir (Şimşek kullanılan ve özel Kadılar, girdilerin 2005: 87). tamamlayıcısı Yatırımların olarak yeterince arttırılamaması, yapılan yatırımların üretken olmayan ve daha çok rant sağlamaya yönelik alanlara yapılması ise özel kesim yatırımlarını olumsuz yönde etkileyeceğinden kamu, özel kesime rakip olmamalı bunun yerine özel sektör yatırımlarını tamamlayıcı özelliğine sahip yatırımları gerçekleştirmelidir. 110 Tablo 3.15: Sektörler İtibariyle Sabit Sermaye Yatırımları (Özel Kesim) YILLAR TARIM MADENCİLİK İMALAT ENERJİ ULAŞTIRMA TURİZM KONUT EĞİTİM SAĞLIK DİĞER HİZMETLER TOPLAM 1984 10,1 1,1 32,9 0,5 17,2 1,1 30,0 0,3 0,2 1985 7,7 1,2 31,9 0,4 17,0 1,8 32,3 0,5 0,5 1986 5,7 1,1 31,8 0,8 13,8 2,5 37,0 0,6 0,6 1987 5,7 1,3 25,2 0,7 11,7 3,1 45,7 0,6 0,6 6,3 7,4 100,0 100,0 7,2 7,0 6,7 100,0 100,0 100,0 6,7 100,0 6,1 100,0 5,4 4,8 100,0 100,0 YILLAR TARIM MADENCİLİK İMALAT ENERJİ ULAŞTIRMA TURİZM KONUT EĞİTİM SAĞLIK DİĞER HİZMETLER TOPLAM 1989 3,0 1,3 19,6 1,9 8,6 5,3 54,1 0,7 0,7 1990 3,6 1,1 26,2 1,3 10,7 5,0 46,0 0,7 0,9 1991 3,2 1,1 25,3 1,9 10,8 4,7 46,4 0,8 1,4 1992 3,1 1,0 24,3 1,0 14,7 3,5 45,9 0,8 1,4 1993 3,3 0,9 23,6 0,8 18,8 2,4 44,5 0,8 1,3 1994 2,6 1,2 23,8 0,9 11,5 2,3 51,5 0,8 1,5 1995 4,1 1,1 26,2 0,8 16,4 2,4 43,0 0,7 1,2 1996 4,7 1,1 26,1 2,9 17,4 2,3 38,7 1,1 1,8 1997 4,3 1,1 22,9 6,4 21,6 2,5 33,4 1,1 2,9 4,8 100 4,4 100 4,3 100 4,4 100 3,7 100 4,0 100 4,1 100 4,0 100 3,8 100 YILLAR TARIM MADENCİLİK İMALAT ENERJİ ULAŞTIRMA TURİZM KONUT EĞİTİM SAĞLIK DİĞER HİZMETLER TOPLAM 1998 4,8 1,4 23,4 5,3 20,7 3,7 32,0 0,9 3,6 1999 2,9 1,6 23,8 4,5 20,0 5,5 31,8 1,7 3,3 2000 3,3 1,1 26,5 3,9 27,9 4,9 22,2 1,9 3,7 2001 2,1 1,6 24,8 9,8 23,6 6,3 19,6 1,9 4,0 2002 2,1 1,8 35,6 4,5 18,4 6,9 17,2 1,5 4,0 2003 2,7 2,2 39,2 3,1 16,8 8,5 15,1 1,6 4,0 2004 4,0 2,0 42,2 1,7 18,8 7,6 13,3 1,2 4,1 2005 3,1 1,9 42,0 2,1 17,4 7,9 15,2 1,1 5,0 2006 2,8 1,8 41,3 1,6 19,2 7,7 15,3 0,9 4,6 4,2 100 4,9 100 4,7 100 6,4 100 8,1 100 6,8 100 5,2 100 4,4 100 4,8 100 Kaynak: 1980 7,4 0,5 30,0 0,4 9,7 0,6 44,7 0,2 0,2 1981 10,8 0,6 34,1 0,5 15,3 0,7 30,1 0,3 0,2 1982 11,2 0,6 33,6 0,5 16,2 0,7 29,5 0,3 0,2 1983 11,4 1,1 32,9 0,5 16,9 0,6 29,2 0,3 0,2 1988 4,4 1,3 21,4 1,5 9,1 4,0 52,6 0,5 0,5 DPT: ( http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/gosterge/tr/1950-06/esg.htm ) adresinden yararlanılarak hazırlanmıştır. 111 Türkiye’de özel kesim sabit sermaye yatırımlarının sektörler itibariyle dağılımı incelendiğinde; 1980-1986 döneminde imalat sanayi yatırımları yüksekken, sonraki yıllarda diğer sektörlerdeki yatırım artışı nedeniyle imalat sanayinin toplam yatırımlar içindeki payı düşmüştür. Kamu borçlarındaki artış, özel imalat sanayi yatırımlarını olumsuz yönde etkilemiştir. Özellikle imalat sanayi yatırımları 1987 yılından itibaren % 30’un altına düşmüştür. Bu oran 1988 yılında % 21,4, 1989 yılında % 19,6 iken 1990 yılında % 26,2 olmuştur. Konut sektörüne yapılan yatırımlar dönem boyunca yüksek olmakla birlikte 1993 yılında % 44,5, 1994 yılında % 51,5 olarak gerçekleşmiştir. Söz konusu yıllarda konut sektörü yatırımlarının payı imalat sanayi yatırımlarına göre daha yüksektir. Bu durum ülkemizde konut sektörüne yapılan yatırımların imalat sanayi yatırımlarını ikame ettiğini göstermektedir. Tablo 3.15’de görüldüğü gibi, tarımsal yatırımlar ve imalat sanayi yatırımları düşme eğilimi içerisindeyken; konut, enerji, turizm, eğitim ve sağlık sektörlerindeki yatırımlar artmıştır. Özel sektör sabit sermaye yatırımları içerisinde ağırlıklı sektörler konut, ulaştırma gibi hizmet sektörleri olmuştur. Tablo 3.16’ ya göre; kamunun imalat sanayi yatırımlarında düşüş meydana gelse de ulaşım sektörüne yönelik yatırım harcamalarındaki payın yüksekliği kamunun ağırlıklı olarak altyapı yatırımlarına yöneldiğini göstermektedir. Kredi hacmine duyarlı olan konut sektöründeki yatırım azalışı ekonomik durgunluğa bağlanabilir. Kamu kesiminin finansman politikası nedeniyle caydırılan reel üretim sonucu özel sektörün imalat sanayi yatırımları azalmakta ve sanayi faaliyetleri dışındaki gelir ve kârların payı artmaktadır. 112 Tablo 3.16 : Sektörler İtibariyle Sabit Sermaye Yatırımları (Kamu Kesimi ) YILLAR TARIM MADENCİLİK İMALAT ENERJİ ULAŞTIRMA TURİZM KONUT EĞİTİM SAĞLIK DİĞER HİZMETLER TOPLAM 1980 7,9 7,6 26,3 21,3 20,8 0,5 2,4 4,1 1,8 1981 10,2 9,7 21,9 22,1 19,7 0,5 2,4 4,2 2,0 1982 10,3 8,6 18,9 24,7 21,3 0,5 1,4 4,5 2,0 1983 9,8 8,8 15,8 25,4 23,5 0,6 1,8 4,5 1,6 1984 9,6 9,1 14,0 24,0 25,0 0,9 2,6 3,7 1,5 1985 7,0 9,8 12,6 22,0 28,0 0,9 2,6 4,2 1,2 1986 6,8 6,7 9,8 24,3 29,3 1,8 2,0 3,7 1,2 1987 8,7 4,1 6,5 22,9 33,9 1,7 1,6 4,8 1,6 1988 9,1 4,5 5,9 26,9 29,7 1,5 1,8 5,6 1,8 7,2 100 7,2 100 7,9 100 8,1 100 9,6 100 11,6 100 14,2 100 14,3 100 13,2 100 YILLAR TARIM MADENCİLİK İMALAT ENERJİ ULAŞTIRMA TURİZM KONUT EĞİTİM SAĞLIK DİĞER HİZMETLER TOPLAM 1989 10,3 3,2 4,5 29,8 30,1 1,1 1,8 6,2 2,2 1990 9,6 3,4 4,5 21,7 34,0 1,2 4,0 6,9 2,8 1991 11,1 3,5 5,0 16,8 36,6 1,5 2,2 7,1 2,6 1992 8,9 3,4 5,4 14,5 36,5 1,6 2,6 8,4 3,2 1993 9,6 2,5 3,2 12,0 42,6 1,7 1,2 9,2 3,8 1994 10,2 2,6 3,1 11,6 38,4 1,9 1,7 7,4 4,8 1995 11,7 2,1 5,7 12,9 30,2 2,4 1,5 8,3 4,9 1996 10,2 1,5 4,1 12,9 34,7 1,3 1,7 9,2 4,1 1997 10,8 1,6 2,5 12,4 34,8 0,6 1,2 12,4 4,8 10,8 100 11,9 100 13,6 100 15,4 100 14,3 100 18,4 100 20,2 100 20,2 100 18,9 100 YILLAR TARIM MADENCİLİK İMALAT ENERJİ ULAŞTIRMA TURİZM KONUT EĞİTİM SAĞLIK DİĞER HİZMETLER TOPLAM 1998 8,1 1,5 2,7 16,8 34,1 0,5 1,1 10,8 4,5 1999 8,4 1,5 2,6 15,4 36,9 0,5 1,3 11,8 3,8 2000 8,7 1,2 2,9 15,2 35,2 0,5 0,8 11,9 4,5 2001 10,1 1,4 4,0 15,1 30,1 0,5 0,9 12,2 4,9 2002 9,2 0,7 3,2 20,8 27,4 0,8 0,8 12,3 5,1 2003 7,9 1,0 2,6 16,7 27,2 0,8 1,0 14,2 5,7 2004 9,2 1,5 2,7 13,4 33,7 0,7 1,0 13,5 5,0 2005 8,0 1,5 1,7 12,4 34,4 0,4 1,7 11,4 5,8 2006 5,7 2,6 2,0 12,2 31,1 0,5 1,4 11,8 5,8 20,0 100 17,9 100 19,2 100 20,9 100 19,7 100 23,0 100 19,4 100 22,7 100 27,0 100 Kaynak: DPT; ( http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/gosterge/tr/1950-06/esg.htm ) adresinden yararlanılarak hazırlanmıştır. 113 Tablo 3.15 ve Tablo 3.16 birlikte değerlendirildiğinde; kamu yatırımları enerji ve ulaşım sektöründe yoğunlaşırken, özel yatırımlar ise daha çok konut yatırımlarında yoğunlaşmıştır. Böylece, kamu ve özel kesim yatırımlarının birbirini tamamlayan (crowding-in) etkisi ortaya çıkmıştır. Ne var ki, kamu yatırımlarının özel yatırımlar üzerindeki bu tamamlayıcılık etkisini 1990’larda yitirdiği ve finansal serbestleştirmenin bu tamamlayıcılık ilişkisini olumsuz etkilediği anlaşılmaktadır (Yeldan, 2001: 47). 1990’ lı yıllarda kamu yatırımlarındaki azalmanın özel kesim yatırımlarında azalmaya yol açmasıyla, kamu yatırımlarının özel yatırımlar üzerindeki tamamlayıcılık etkisi kaybolmuş, yüksek faiz oranları da enflasyonist beklentilerin yarattığı belirsizlik ortamında özel kesim yatırımlarının azalmasında önemli bir etken olmuştur. Sonuçta, kamu iç borçlanmasının neden olduğu yüksek faiz oranları, iktisadi önceliklerin üretici sektörlerden ve sabit sermaye yatırımlardan kısa dönemli spekülatif alanlara kaymasına yol açmıştır. 3.2.3. 1980 Sonrası Tasarrufların Ekonomideki Payı Türkiye’de 1980 sonrası dönemde yaşanan ekonomik gelişmeler tasarrufların gelişimini önemli ölçüde etkilemiştir. Türkiye’ de ulusal tasarrufların, yüksek getirili devlet iç borçlanma senetleri alınarak kamu açıklarının finansmanında kullanılması, kısa bir süre içinde kamu kesiminin borçlanma gereksinimini daha da maliyetli hale getirmiş, özellikle tasarruf düzeylerinin yetersiz olması, faiz oranları üzerinde büyük baskılar yaratarak öncelikle özel sektörün reel yatırımlarını olumsuz yönde etkilemiştir (Demir ve Sever, 2008: 179). Tablo 3.17 ’ye göre, Türkiye'de yurt içi tasarrufların / GSMH'ya oranı 1987'de % 23,9, 1988' de % 27,2 iken bu oran 1989'dan 2000'li yıllara kadar yıllık ortalama % 20 ile % 22 arasında gerçekleşmiştir. 2000 yılında ise daha 114 da gerileyerek % 18,2 olmuştur. Türkiye'de tasarruf oranlarındaki azalışın en büyük nedeni; kamu tasarruflarında meydana gelen azalmadır. Sürekli bütçe açıkları, reel faizlerin yükselmesine katkıda bulunarak, borcu borçla ödenmesine neden olup, kamu açıklarını daha da artırmıştır. Bu durum bütçe içerisindeki faiz ödemelerinin payını arttırarak kamu tasarruflarının azalmasına neden olmuştur. Tablo 3.17 : Türkiye’de Özel, Kamu ve Toplam Tasarrufların GSMH İçerisindeki Payı YILLAR 1980 1981 1982 1983 1984 1985 1986 1987 1988 1989 1990 1991 1992 1993 1994 1995 1996 1997 1998 1999 2000 2001 2002 2003 2004 2005 2006 KAMU TAS/GSMH (%) 4,5 7,4 6,9 6,5 6,0 7,7 8,1 6,6 6,8 4,7 3,5 0,8 -0,8 -0,9 -0,2 -0,1 -1,5 1,0 -1,8 -6,7 -4,6 -9,7 -6,2 -5,4 -0,9 2,6 4,9 ÖZEL TAS/GSMH (%) 11,5 10,9 10,2 10,0 10,5 11,2 13,8 17,3 20,4 17,3 18,5 20,6 22,4 23,6 23,3 22,2 21,3 20,3 24,5 27,9 22,8 27,1 25,2 24,7 21,1 17,8 17,5 TOPLAM TAS/GSMH (%) 16,0 18,3 17,1 16,5 16,5 18,9 21,9 23,9 27,2 22,0 22,0 21,4 21,6 22,7 23,1 22,1 19,8 21,3 22,7 21,2 18,2 17,4 19,0 19,3 20,2 20,4 22,4 Kaynak: DPT; Ekonomik ve Sosyal Göstergeler (1950-2006) ve Temel Ekonomik Göstergeler (2006) verilerinden tarafımızca düzenlenmiştir. 115 Tablo 3.17’ den de görüleceği gibi özel tasarrufların GSMH’ya oranı 1980-2006 dönemi boyunca artış eğilimi içinde olmuş 1980 yılında % 11,5 iken 1988 yılında % 20,4’ e 1999 yılında ise % 27,9’ a yükselmiştir. Özellikle kriz yıllarında toplam tasarruflarda azalma özel tasarruflarda ise artış vardır. Özel kesim tasarrufları; bireylerin veya kurumların faiz oranlarının yükselmesiyle birlikte gelirlerinin daha büyük kısmını tüketim yerine tasarrufa yönlendirmeleri nedeniyle artmıştır. Kriz yıllarından sonra ise alınan tasarruf tedbirleri sonucu kamu tasarrufların bir artış olurken özel tasarruflarda ise azalış olmuştur. Kamu tasarrufları 1980’li yıllarda artış göstermesine karşın 1990 yılından sonra kamunun iç borçlanmaya başvurulmasıyla birlikte azalmaya başlamıştır. Kamu kesimi tasarruflarının eksiye düşmesi toplam yurtiçi tasarrufların / GSMH’ya oranını düşürmektedir. Harcamaların üretken olmayan alanlara yönelmesi kamu tasarruflarının azalmasına neden olmuştur. 30 25 20 Yüzde 15 10 5 0 -5 -10 -15 Yıllar kamu tasarrufu özel tasarruf Şekil 3.5 : Kamu ve Özel Tasarrufların GSMH’ya Oranı (1980-2006) 116 1980-2006 döneminde sürekli tasarruf yetersizliği yaşanmıştır. 2002, 2003, 2004 yıllarında tasarruf fazlalığı oluşmuştur. Bunun nedeni; kamu ve özel tasarruflarındaki artışlarla her iki kesim yatırımlarındaki azalmadır. 2000 yılına kadar kamu yatırımları artış içerisinde olup, 2001 krizinden sonra yeniden düşüşe geçmiştir. 1980 yılından itibaren 2002 yılına kadar toplam yatırımlar tasarruflardan yüksek düzeyde gerçekleşmiş, özel kesim 1984 yılından itibaren yatırım düzeyini arttırmasına rağmen sürekli olarak tasarruf fazlası vermiştir. 3.2.4. Kaynakların Kamu ve Özel Kesim Arasındaki Dağılımı 3.2.4.1. Merkez Bankası Kredilerinin Dağılımı Kamu finansmanında artan bir şekilde iç borçlanmaya başvurulması belirli kesimlere kaynak transferine neden olur. İç borçlanma, borç verenler lehine kaynak transferi meydana getirirken, iç borçların en büyük alıcısı durumundaki bankaların toplamış oldukları mevduatı hem krediye dönüştürme eğilimini düşürmekte, hem de çok yüksek kredi faizlerinin oluşması nedeniyle yatırımlar üzerinde caydırıcı bir etki meydana getirmektedir (Oskay, 2004: 16). Bu durum bankaların ellerindeki fonları daha yüksek getiriye sahip devlet iç borçlanma araçlarına yatırmalarına neden olmaktadır. Böylece bankaların, özel sektöre kullandıracağı ticari kredilerde, hem yüksek faiz nedeniyle hem de devlete borç vermeleri nedeniyle bir azalma meydana gelmektedir. Hazine borçlanmasının özel kesime aktarılabilir fonlar üzerinde dışlama yaratıp yaratmadığıyla ilgili olarak Merkez Bankası kredilerinden kesiminin aldığı payın incelenmesi gerekmektedir. Türkiye’de kamu Merkez Bankası kamu kesimine ve bankalar kanalı ile özel kesime kredi açmaktadır. Bu nedenle; Merkez Bankası kredilerinden kamu ve özel kesimin aldığı paylar önemlidir. 117 Tablo 3.18’ e göre; 1980-1990 dönemine egemen olan eğilim, Merkez Bankası kaynaklarının giderek azalan oranda özel kesime açılan kredilere yönlendirilmiş olmasıdır. Ancak ekonominin canlanma sürecine girmesi sonucu ekonomideki kredi hacmi artmıştır. Bundan dolayı özel kesime açılan kredi miktarında artış olmuştur. Kamuya verilen krediler özellikle 1990 yılından sonra ekonominin genelinde yaşanan istikrarsızlıklar sonucu artmaya başlanmıştır. 1991 yılında Merkez Bankası kredilerinde meydana gelen gelişme, 1997 yılına kadar devam etmiştir. Tablo 3.18 : Merkez Bankası Kredilerinin Kesimler Arasındaki Dağılımı YILLAR 1980 1981 1982 1983 1984 1985 1986 1987 1988 1989 1990 1991 1992 1993 1994 1995 1996 1997 1998 1999 2000 2001 2002 2003 2004 2005 2006 MB KREDİLERİ KAMU KESİMİ ÖZEL KESİM 413 243 541 385 567 344 631 603 565 315 917 383 1.942 563 2.644 1.269 3.506 1.978 4.449 2.813 18.454 3.183 42.584 3.961 82.936 8.681 148.208 17.691 193.877 12.322 373.196 12.249 339.199 7.686 1.559 7.676 2.913 7.539 1.724 7.675 0 500.000 0 766.270 0 262.804 0 6.556 0 309.978 0 1.372 0 431 TOPLAM 656 926 911 1.234 880 1.300 2.505 3.913 5.484 7.262 21.637 46.545 91.617 165.899 206.199 385.445 346.885 9.235 10.452 9.399 500.000 766.270 262.804 6.556 309.978 1.372 431 Kaynak: DPT; Ekonomik ve Sosyal Göstergeler Para ve Banka (1950-2006) (Tablo IV) 118 3.2.4.2. Tahvil ve Bono Stokunun Gelişimi Dışlama etkisinin olup olmadığının test edilmesinin bir başka yolu da tahvil ve bono stokunun toplam aktifler içindeki payıdır. Tablo 3.19’dan görüldüğü gibi Merkez Bankası aktifleri içinde devlet tahvili ve hazine bonolarının payı düzenli olarak artmıştır. Bu durum banka kaynaklarından kamu kesimine aktarılan fonlarda artış olduğunu, banka kaynaklarının giderek artan ölçüde kamuya yöneldiğini göstermekte ve özel kesimin piyasalardan artan oranda dışlandığını göstermektedir. Tablo 3.19: Tahvil ve Bono Stokunun Merkez Bankası Aktifleri İçindeki Payı YILLAR 1990 1991 1992 1993 1994 1995 1996 1997 1998 1999 2000 2001 2002 2003 2004 2005 2006 TCMB TOPLAM AKTİFLER 60.987 96.789 177.244 285.801 693.119 1.420.321 2.686.826 4.700.989 6.881.008 13.019.440 16.903.438 60.089.520 74.070.525 76.497.131 74.672.791 90.070.136 104.352.381 TAHVİL BONO STOKU 57.180 97.647 194.236 357.347 799.309 1.361.007 3.148.985 6.283.425 11.612.885 22.920.145 36.420.620 122.157.026 149.869.691 194.386.700 224.482.922 244.781.857 251.470.054 TAHVİL BONO STOKU / TOPLAM AKTİFLER (%) 94 101 110 125 115 96 117 134 169 176 215 203 202 254 301 272 241 Kaynak: TCMB,(http://evds.tcmb.gov.tr/cbt.html) adresinden tarafımızca derlenmiştir. Devlet tahvili ve hazine bonolarının büyük ölçüde banka kesimine satılması sonucunda özel kesime aktarılabilecek fonlar kamu kesimine yönlendirilmiştir. Bu nedenle; özel kesimin kredi talebi yeterince karşılanamamıştır. Merkez Bankası kanununda yapılan düzenleme ile yüksek kamu açıklarının Merkez Bankası kaynaklarına başvurulmadan finanse edilmesi 119 böylece para politikası etkinliğinin arttırılmaya çalışılması amaçlanmıştır. Yapılan bu değişiklik ile 1994 yılından itibaren Merkez Bankası kaynaklarının daha az bir bölümünün kamuya aktarıldığı görülmüştür. 3.2.4.3. Menkul Kıymet Stoklarının Gelişimi Menkul kıymet stokları Türkiye’de çeşitli piyasalarda işlem gören menkul kıymetlerin toplam nominal değerini göstermektedir. Menkul kıymet stoku içinde hazine bonosu ve devlet tahvili ağırlıklı olarak yer almaktadır. Ancak zaman içerisinde kamunun iç borçlanma gereğinin yüksekliği ve bankacılık sektörünün yeniden yapılandırılması çerçevesinde, özellikle 2001 krizinden sonra kamu ve bankalara sağlanan devlet tahvili ve hazine bonolarının artmasına neden olmuştur (DPT, 2007: 34). Böylece, 1990 yılında menkul kıymet stoku içinde devlet tahvilinin payı % 45,3 iken, 2004 yılı itibariyle % 77,3’ e yükselmiştir. Tablo 3.20’deki veriler incelendiğinde; 1990 sonrası dönemde Türkiye’de kamu kesimi menkul kıymetlerinin ekonominin toplam menkul kıymet stoku içindeki payı artmış, bu artış özel kesim menkul kıymetlerinin aleyhine gerçekleşmiştir. Kamu kesiminin ekonomideki payının artması Türkiye’de mali baskının yüksek olduğunu göstermektedir. Kamu sektörüne ait menkul kıymetlerin özel sektör menkul kıymetlerine göre çok yüksek değerde olması 1980 ’li yıllardan itibaren artan kamu açıkları ve bu açıkların finansmanında borçlanmanın tercih edilmesi, kamu menkul kıymet stoklarının hızla artmasına neden olmuştur. 1990 sonrası dönemde Türkiye’de mali sistemin büyüklüğü artış göstermiştir. Özel kesimin para ve sermaye piyasalarından kaynak bulma olanağını kısıtlamıştır. 1990-2004 yılları arasında kamunun menkul kıymet stokları içindeki payının yüksek olduğu görülmektedir. 1990 da kamunun payı % 61,1 iken, 2001 yılında % 91,10, 2003 yılında 91,59’ a ulaşmıştır. 2002 yılından itibaren az da olsa özel sektör menkul kıymetlerinde artış görülmüştür. Bu ise başladığını gösterir. kaynakların özel sektör tarafından kullanılmaya 120 Tablo 3.20 : Menkul Kıymet Stokları ÖZEL SEKTÖR MENKUL KIYMETLERİ KAMU KESİMİ MENKUL KIYMETLERİ Devlet Tahvili Hazine Bonosu Diğer TOPLAM ÖZEL SEKTÖR MENKUL KIYMETLERİ KAMU KESİMİ MENKULKIYMETLERİ Devlet Tahvili Hazine Bonosu Diğer TOPLAM ÖZEL SEKTÖR MENKUL KIYMETLERİ KAMU KESİMİ MENKUL KIYMETLERİ Devlet Tahvili Hazine Bonosu Diğer TOPLAM 1990 % 1991 % 1992 % 16.139 38,9 34.954 43,9 60.694 31 25.269 18.801 5.468 1.000 41.409 61,1 45,3 13,2 2,6 100 44.699 24.678 18.258 1.763 79.654 56,1 31 22,9 2,2 100 134.874 86.387 42.246 6.239 195.568 1994 % 1995 % 1996 % 1997 % 130.881 18 295.452 19,7 441.391 13,7 931,29 13,3 597.914 232.825 304.229 60.859 728.796 82 31,9 41,7 8,4 100 1.202.332 511.769 631.298 59.265 1.497.785 80,3 2.779,48 86,3 34,2 987.106 30,6 42,1 1.745.350 54,2 4 47.026 1,4 100 3.220.874 100 6.093 3.570 2.374 147 7.024 86,7 50,8 33,8 2,1 100 1998 % 1999 % 2000 % 2001 % 1.898 13,9 3.795 14 6.867 15,7 10.517 7,9 11.788 5.771 5.840 175 13.687 86,13 42,2 42,7 1,3 100 23.299 19.683 3.236 379 27.095 85,9 72,6 11,9 1,4 100 36.802 34.362 2.057 381 43.670 84,3 122.930 92,1 78,7 102.169 76,6 4,7 20.029 15 0,9 730 0,5 100 133.447 100 2003 % 2004 % 2005 % 18.008 8,4 25.186 10 31.929 11,5 196.004 168.004 25.413 1.617 214.012 91,5 79 11,9 0,8 100 226.012 194.210 30.272 1.530 251.199 2002 % ÖZEL SEKTÖR MENKUL KIYMETLERİ 13.176 8 KAMU KESİMİ MENKUL KIYMETLERİ 150.938 91,97 Devlet Tahvili 112.849 68,8 Hazine Bonosu 37.019 22,6 Diğer 1.068 0,7 164.115 100 TOPLAM 1993 % 112.032 29,3 69 270.087 70,7 44,2 189.713 49,6 21,6 64.488 16,9 3,2 15.886 4,2 100 382.120 100 89,9 246.081 88,5 77,3 226.964 81,6 12,1 17.817 6,4 0,8 1.300 0,5 100 278.011 100 Kaynak: SPK; (http://www.spk.gov.tr/apps/aylikbulten/index.aspx?submenuheader=-1) adresinden tarafımızca derlenmiştir. 3.2.4.4. Mali Sistemin Büyüklüğü ve Kaynakların Dağılımı 121 Kamu kesimi finansman açıklarının özel sektör yatırımları üzerindeki etkisini değerlendirmek için kamu kesimin fon talebinin mali sistem içindeki payına bakmak gerekir (TÜSİAD, 1996: 17). Merkez Bankası kredileri hariç tutulduğunda hesaplanan Toplam Yurt içi Mali Varlıklar / GSMH oranı 1980 yılında %23 düzeyinden, 1998 yılında % 47 düzeyine çıkmıştır. 1994 yılındaki krizin etkisiyle Toplam Mali Varlıklar / GSMH oranında % 2,2’ lik düşüş gerçekleşerek % 33,5 olmuştur. Bu da mali varlıkların krizin etkisiyle düştüğünü göstermektedir. Merkez Bankası kredileri dahil edildiğinde Toplam Mali Varlıkların / GSMH’ ya oranı 1980 yılında % 33,3 düzeyinden 1998 yılında % 48,9 düzeyine çıkmıştır. Tablo 3.21 : Mali Sistemin Büyüklüğü (GSMH’ya Oranla %) YILLAR 1980 1981 1982 1983 1984 1985 1986 1987 1988 1989 1990 1991 1992 1993 1994 1995 1996 1997 1998 TCMB HARİÇ TOPLAM MALİ VARLIKLAR 23,0 24,0 25,6 25,7 22,7 23,7 28,1 32,1 28,7 27,4 28,1 30,3 35,1 35,7 33,5 38,0 46,0 44,0 47,0 TCMB DAHİL TOPLAM MALİ VARLIKLAR 33,3 32,9 33,7 33,2 26,0 28,6 32,2 36,5 32,1 29,5 29,1 33,2 39,0 39,9 37,3 40,0 48,0 45,0 48,9 Kaynak: TCMB Yıllık Raporları (http://www.tcmb.gov.tr/research/yillik/yillik.html) DPT; Temel Ekonomik Göstergelerden tarafımızda derlenmiştir. ve 122 Tablo 3.22 : Mali Varlıkların Kesimler Arasındaki Dağılımı YILLAR Toplam Yurtiçi Mali Varlıklar (Milyar TL) TCMB DAHİL (%) Kamu Özel TCMB HARİÇ(%) Kamu Özel 1980 1981 1982 1983 1984 1985 1986 1.764 2.636 3.571 4.621 5.773 10.091 16.499 57,0 43,0 49,0 51,0 45,0 55,0 42,0 58,0 37,0 63,0 42,0 58,0 40,0 60,0 38,0 62,0 30,0 70,0 27,0 73,0 25,0 75,0 27,0 73,0 25,0 75,0 31,0 69,0 YILLAR 1987 1988 1989 1990 1991 1992 1993 Toplam Yurtiçi Mali Varlıklar (Milyar TL) 27.381 41.483 67.876 115.508 210.666 430.466 796.543 TCMB DAHİL (%) Kamu 41,0 41,0 38,0 33,0 37,0 44,0 47,0 Özel 59,0 59,0 62,0 67,0 63,0 56,0 53,0 TCMB HARİÇ(%) Kamu 33,0 34,0 33,0 31,0 31,0 38,0 41,0 Özel 67,0 66,0 67,0 69,0 69,0 62,0 59,0 Kaynak: TCMB Yıllık Raporları (http://www.tcmb.gov.tr/research/yillik/yillik.html) ve DPT; Temel Ekonomik Göstergelerden tarafımızda derlenmiştir. Tablo 3.22’ de ülkemizde mali sistem tarafından kaynak dağılımının hangi kesimlere aktarıldığı görülmektedir. 1980 sonrası Türkiye’de mali kesimin büyüklüğünde artış görülmüştür. Kamu kesiminin fon ihtiyacının artması toplam yurt içi mali varlıkların dağılımında kamunun payının artmasına neden olmuştur. 1980 yılında Merkez Bankası kredileri hariç mali kaynakların % 38’ i kamu kesimi tarafından kullanılırken, 1983 yılında bu oran % 25’ e düşmüş daha sonraki yıllarda artış eğilimine girmiştir. 1994 yılında % 53’ e, 1995 yılında % 52’ ye, 1996 yılında ise % 59’ a yükselmiştir. Merkez Bankası kredileri dahil edildiğinde kamunun mali sistemden aldığı pay 1980 yılından sonra düşmüştür. 1980 yılında bu oran % 57 iken, 1984 yılında %37’ ye inmiştir. 1995 yılında % 55’ e ve 1996 yılında % 60’ a yükselmiştir. 1994 kriz yılından sonra özel sektör payının gerilemekte olduğu görülmüştür. Özellikle 1980 sonrası artan kamu açıklarının finansmanında 123 büyük ölçüde iç borçlanmaya başvurulması sonucunda özel sektör menkul kıymet lerin yerini kamu borçlanma senetleri almıştır. 3.2.4.5. Sermaye Piyasası ve Yaratılan Kaynaklar Bir ekonominin büyümesine katkıda bulanacak yatırımların gerçekleştirilmesi, o ekonomide kullanılan finansman kaynağının büyüklüğü ve maliyeti ile doğrudan ilişkilidir. Bu ilişkiyi uzun vadeli araçlar yoluyla reel sektöre kaynak sağlayan sermaye piyasası sağlamaktadır. Gelişen ve büyüyen bir sermaye piyasası reel sektörün bol ve ucuz finansman kaynağına ulaşmasına ve böylece içinde bulunduğu ekonominin de gelişmesine ve büyümesine katkı sağlaması beklenir. Sermaye piyasasının gelişmesinde ise, yurt içi tasarruf sahiplerinin tasarruflarını bu piyasada değerlendirme istekleri önemli rol oynamaktadır (DPT, 2007: 34). Mali sistemde bankacılık sistemini geliştirmek ve yatırımlar için gerekli finansmanın sağlanması amacıyla kurulmuş olan sermaye piyasası; kamunun borçlanma politikasından etkilenmiştir. Devletin büyük bir alıcı olarak piyasaya girmesi ve düşük riskli borç senetlerine yüksek faiz vermesi sonucu sermaye piyasasının çok büyük kısmı devletin hakimiyetine girmiştir. 1980 öncesi dönemde finansal piyasalar gelişmemiştir. Bankacılık kesimi genlikle mevduat toplayıp kredi vererek klasik işlevini sürdürmüştür. 1980 yılından itibaren mali sektöre ilişkin yapılan düzenlemeler kaynakların reel sektörden finansal sektöre kaydırılmasına yol açmıştır. 1980 yılından itibaren iç borçlanma ihtiyacının artmasına bağlı olarak kamu kesimi, finansal piyasaların önemli müşterisi haline gelmiştir. Türkiye 1980’ lerin ortalarından itibaren başta tahvil ve hisse senedi piyasaları olmak üzere, temel kurumlarını oluşturmaya başlamış, 1990’ lı yıllarda da büyük ölçüde finansal altyapısını uluslararası standartlara uyumlaştırma çabası içerisinde olmuştur. 124 Bu amaçla bankacılık sektöründe yapılan yeniden yapılandırma süreci (DPT, 2007: 4); (i) Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu (TMSF) bünyesindeki bankaların en kısa sürede çözüme kavuşturulması, (ii) Kamu bankalarının finansal açıdan yeniden yapılandırılması, (iii) Yaşanan krizlerden olumsuz yönde etkilenen özel bankaların sağlıklı bir yapıya kavuşturulması, (vi) Bankacılık sektöründe gözetim ve denetimin etkinliğini artıracak, sektörü daha etkin ve rekabetçi bir yapıya kavuşturacak yasal ve kurumsal düzenlemelerin gerçekleştirilmesi olmak üzere dört temel unsura dayandırılmıştır. Kamunun sermaye piyasası üzerindeki etkilerinin ortaya konulması açısından birincil piyasalarda özel kesim ve kamu kesimi ihraçlarının incelenmesi gerekmektedir. Ülkemizde sermaye piyasasında yaratılan kaynaklara ve bu kaynaklardan hangi kesimin daha çok yararlandığına bakılacak olursa; kamu kesiminin sermaye piyasasında gerçekleştirdiği ihraçların payı %80’ nin üzerinde gerçekleşmiştir. Kamunun finansman ihtiyacını sermaye piyasası araçları ile gidermeye çalışması kamunun sermaye piyasasında en büyük fon toplayan kesim olmasına neden olmuştur. Kamunun giderek artan oranda mali piyasalardan fon toplamak durumunda kalması, bu borcun çevrilebilmesi için kamu borçlanma araçlarına uygulanan faiz oranlarını özellikle kriz zamanlarında arttırmıştır. Bu artışın mali sistemde yarattığı crowding-out etkisi, banka bilançolarına da yansımış sonuçta bankalar tarafından reel kesime aktarılabilecek fonların daralmasına yol açmıştır (Aydın, 2002: 8). 125 Tablo 3.23 : Sermaye Piyasasında Özel Kesim ve Kamu Kesimi İhraçları KAMU SEKTÖRÜ Tahvil Hazine Bonosu Diğer ÖZEL SEKTÖR Hisse Senedi Tahvil VDMK Diğer TOPLAM Kamu Kesimi İhraçları % Özel Kesim İhraçları % KAMU SEKTÖRÜ Tahvil Hazine Bonosu Diğer ÖZEL SEKTÖR Hisse Senedi Tahvil VDMK Diğer TOPLAM Kamu Kesimi İhraçları % Özel Kesim İhraçları % 1986 3.056 1.269 1,787 0 274 101 110 0 63 3.330 1987 5.999 2.045 3.954 0 682 187 318 0 177 6.681 1988 8.930 3.816 5.114 0 1.137 364 210 0 563 10.067 1989 16.617 8.983 7.634 0 2.302 971 605 0 726 18.919 1990 20.900 12.458 8.442 0 6.273 4.106 762 0 1.405 27.173 1991 47.932 12.291 34.277 1.364 6.730 4.443 813 0 1.474 54.662 1992 142.348 61.845 75.926 4.577 22.528 5.322 796 14.480 1.928 164.876 91,7 89,8 88,7 87,8 77.0 87,7 86,3 8,3 10,2 11,3 12,2 23.0 12,3 13,4 1993 338.886 150.090 179.150 9.646 71.992 9.573 715 52.756 8.948 410.878 1994 873.112 186.593 647.752 38.767 84.727 37.553 491 42.299 4.384 957.839 1995 1.464.666 343.345 1.096.321 25.000 174.526 51.332 1.883 113.928 7.383 1.639.192 1996 4.969.897 1.247.869 3.722.028 0 161.961 102.202 1.228 41.628 16.903 5.131.858 1997 6.259.962 3.185.561 3.074.401 0 378.448 305.732 1.495 23.000 48.221 6.638.410 82,5 91,2 89,4 96,8 94,3 94,4 96,9 17,5 8,8 10,6 3,2 5,7 5,6 3,1 1998 1999 14.254.326 26.886,41 4.708.066 20.027.770 9.546.260 6.858.638 0 0 841.776 855.544 696.821 678.870 2.532 0 11.000 0 131.423 176.674 15.096.102 27.741.952 Kaynak: SPK; (http://www.spk.gov.tr/apps/aylikbulten/index.aspx?submenuheader=-1) adresinden tarafımızca derlenmiştir. 126 120 100 Yüzde 80 60 40 20 19 86 19 87 19 88 19 99 19 90 19 91 19 92 19 93 19 94 19 95 19 96 19 97 19 98 19 99 0 Yıllar Kamu Kesimi Özel Kesim Şekil 3.6: Sermaye Piyasasında Özel ve Kamu Kesimi İhraçları (%) (1986-1999) Birincil piyasada kamu menkul kıymet ihraçları 1986-1999 yılları arasında önemli artış göstermiştir. Bunun sonucu olarak da özel kesimin payında düşüş meydana gelmiştir. Birincil piyasalarda kamu ihraçlarının yüksek olmasının nedeni; kamu menkul kıymetlerinin, özel kesim menkul kıymetlere göre daha avantajlı olmasıdır. Yüksek faizli vergiden muaf ve kolayca nakde çevrilebilen hazine bonoları finansman kuruluşları için cazip bir gelir kaynağı olmuştur. Bu nedenle daha verimli alanlara yönlendirilebilecek olan fonlar kamuya aktarılmıştır. Yatırımcılar açısından özel kesim hisse senetlerine duyulan güvensizlik daha az riskli yatırım imkanı sağlayan kamu kesimi menkul kıymetlerinin tercih edilmesine neden olmuştur. Kamunun artan finansman ihtiyacı ile birlikte özel kesimin toplam ihraç içindeki payı sürekli düşmüştür. Tablo 3.23 ve Şekil 3.6’ya göre; kamu kesiminin sermaye piyasasından büyük ölçüde borçlanması bunu borçlanma şartlarını zorlaştırarak (faiz oranlarını yükseltmek suretiyle) gerçekleştirmesi özel kesim menkul kıymet 127 ihraçlarını olumsuz yönde etkilemiştir. Bunun sonucunda özel kesim tahvil ihracının azaldığı böylece özel kesimin sermaye piyasasından uzun vadeli borçlanma ihtiyacının azaldığı görülmüştür. 1992 yılında ise bankalara ucuz kaynak imkanı sağlayan VDMK ihraçları başlamıştır. Bu durum 1993 yılında özel kesim ihraçlarındaki artışın temel nedeni olmuştur. 3.2.4.6. İkinci El Piyasada Kamu ve Özel Kesim Araçlarının İşlem Hacmi İkincil piyasalar; birincil piyasalarda daha önce sunulmuş ve halen dolaşımda bulunan menkul kıymetlerin işlem gördüğü piyasalardır. Birincil piyasalarda ellerinde menkul kıymet bulunan yatırımcılar bunları ikincil piyasalarda istedikleri zaman paraya çevirme imkanına sahiptir. İkincil piyasada yapılan işlem hacminin yaklaşık %90’ lık kısmını kamu menkul kıymetleriyle yapılan işlemler oluşturmaktadır. Kamu kesiminin finansman gereğini iç borçlanmayla karşılaması, ihraç ettiği menkul kıymetlerdeki işlem hacminin yüksek olmasına neden olmuştur. Kamunun sürekli finansman ihtiyacı içinde olması ve iç borçlanma araçlarını kullanması sermaye piyasasında kamunun ağırlığını arttırmıştır. Bu durum sermaye piyasası kaynaklarının kullanılması açısından kamu ve özel kesimi rekabete itmiştir. Ancak kamunun özel kesime göre sağladığı kolaylıklar birincil ve ikincil piyasa işlemlerinde kamunun payının yüksek olmasına neden olmuştur. Bu durum özel kesimin kullanabileceği fon olanaklarını daraltmıştır. İkincil piyasada da kamunun ağırlığı; kamu menkul kıymetlerin ikincil piyasada işlem görmeye başlamasıyla birlikte artmaya başlamıştır. 128 Tablo 3.24: İkinci El Piyasa İşlem Hacmi YILLAR ÖZEL SEKTÖR (I) 149 647 1527 4262 20022 48863 72234 296506 798553 2673895 3456416 9284711 18173773 36915923 111941176 93658588 106302550 146644043 208422733 327004089 326578222 1986 1987 1988 1989 1990 1991 1992 1993 1994 1995 1996 1997 1998 1999 2000 2001 2002 2003 2004 2005 2006 KAMU SEKTÖRÜ (II) 2247 5185 10360 32247 96565 278794 609676 1734098 5364154 19573696 70523722 176508115 280411249 1048352136 893728768 914466862 267574517 458981673 9300169537 755196602 637830771 TOPLAM (III) 2396 5832 11887 36509 116587 327657 681910 2030604 6162707 22247591 73980138 185792826 298585022 1085268059 1005669944 1008125450 373877067 605625716 9508592270 1082200691 964408993 ( I) /( II) (%) 6,22 11,09 12,84 11,67 17,17 14,91 10,59 14,60 12,96 12,01 4,67 5,00 6,08 3,40 11,13 9,29 28,43 24,21 2,19 30,21 33,86 (II) / (III) (%) 93,78 88,91 87,15 88,33 82,83 85,09 89,41 85,40 87,04 87,98 95,33 95,00 93,91 96,60 88,87 90,71 71,57 75,78 97,81 69,78 66,14 Kaynak: SPK; (http://www.spk.gov.tr/apps/aylikbulten/index.aspx?submenuheader=-1) adresinden tarafımızca derlenmiştir. 120 Yüzde 100 80 60 40 20 Yıllar Kamu Sektörü Özel Sektör Şekil 3.7: İkinci El Piyasa İşlem Hacmi (%) (1986-2006) 20 06 20 04 20 02 20 00 19 98 19 96 19 94 19 92 19 90 19 88 19 86 0 129 3.3. 1989-2006 YILLARI ARASI KAMU İÇ BORÇLANMASININ ÖZEL SEKTÖR YATIRIMLARI ÜZERİNDEKİ ETKİSİ 3.3.1. Varsayımlar Türkiye’de kamu finansman araçlardan biri olan iç borçlar üzerine çok sayıda araştırma ve incelemeler yapılmıştır. Yapılan araştırmalar daha çok iç borçlara neden ihtiyaç duyulduğu ve alınan borçların ülke ekonomisi üzerindeki etkileri üzerine yoğunlaşmıştır. 1980 sonrası yoğun bir şekilde incelenmiş özellikle iç borç faiz oranlarının yüksekliği durumunda ekonomik istikrarsızlıklara neden olduğunu görülmüştür. Bu konuyla ilgili olarak yapılan çalışmalar neticesinde 1980 sonrasında iç borçların KKBG, bütçe açıkları, para arzı, faiz oranları, toplam tasarruflar ve yatırımlar, para ve sermaye piyasaları, enflasyon ve ekonomik büyüme üzerinde önemli etkileri olduğu sonucuna varılmıştır (Özbilen, 1999 :107). Kamu kesimi iç borçlanmasının, özellikle özel kesime aktarılabilir fonlar üzerinde dışlama etkisi (crowding out) yaratıp yaratmadığıyla ilgili olarak yapılan çalışmalarda iki görüş hakimdir. Bunlardan birincisi; finansal piyasalarda kamu kesimi özel kesime rakip ise, bütçe açıklarının kamu iç borçlanması ile karşılanması durumunda özel kesime ait tasarruflar kamu kesimine aktarılarak, özel kesim yatırımları üzerinde dışlama etkisi ortaya çıkaracaktır (Mankiw, 1994: 62, Şen vd., 2008: 215). Diğeri Keynesyen yaklaşım çerçevesinde kamu iç borçlanmasının kamu alt yapı yatırımlarına yönlendirilmesi ile özel sektör yatırımlarını uyararak verimliliği artıracağı yani devlet borçlanmasının etkilerinin dışlama değil "tamamlayıcı" (crowding in) olabileceği yönündedir. Bu nedende; kamu iç borçlanmasının özel sektör yatırımlarını dışladığı veya içlediği yönündeki önerme ekonometrik yöntemler kullanılarak sınanmıştır. Yukarıda belirtilen önermenin sınanması için izlenen aşamalar aşağıdaki gibidir. 1) Analizde yer alan değişkenlerin durağanlık yapılarının incelenmesi, 130 2) Birinci aşama ile bağlantılı olarak seriler arasında eşbütünleşme ilişkisinin varlığının araştırılması, 3) Değişkenler arasındaki nedensellik ilişkilerinin incelenmesi. 3.3.2. Analizde Kullanılan Model ve Veriler Türkiye'de kamu iç borçlanmasının özel yatırım harcamaları üzerinde bir etkisinin olup olmadığını ekonometrik olarak test edebilmek için, teorik ve ampirik literatür çerçevesinde doğrusal özel yatırım harcama modeli aşağıdaki gibi oluşturulmuştur. YAT =α0+ α1 KKSY + α2 BOR + α3 RGSMH + α4 FAZ + α5 ENF+ µt Değişkenlere ait kısaltmalar aşağıdaki gibidir: YAT : Sabit fiyatlarla özel yatırım harcamalarını, KKSY : Kamu kesimi sabit sermaye yatırımlarını, BOR : İç borç stokunu, RGSMH : Sabit fiyatlarla reel GSMH'yı, FAZ : Devlet iç borçlanma faiz oranlarını, ENF : TEFE cinsinden enflasyon oranlarını, µt : Hata terimini göstermektedir. Çalışmada kullanılan veriler DPT Temel Ekonomik Göstergeler, Hazine Müsteşarlığı Aylık Ekonomik Göstergeler ve TCMB Elektronik Veri Dağıtım Sistemi’nden (EVDS) temin edilmiştir. Veriler üçer aylık olup 1989:1- 2006: 4 dönemini kapsamaktadır. Analize geçmeden önce seriler 1987 fiyatlarıyla reel hale getirilip, logaritması alındıktan sonra mevsimsel düzeltmesi yapılmıştır. 131 3.3.3. Durağanlık Analizi Zaman serisi analizinde en önemli kavramlardan birisi durağanlık kavramıdır. Durağan seri zaman içinde ortalaması, varyansı ve kovaryansı değişmeyen seridir. Bu nedenle; durağan bir seride ortalamaya dönme eğilimi vardır (Granger ve Newbold, 1974: 111-120). Makroekonomik zaman serileri genellikle durağan değildir. Bu özelliğe sahip olan seriler birinci veya ikinci farkları ya da logaritmaları alınarak durağan hale getirilmektedir. Serilerin durağanlaştırılmasının nedeni, hata terimine ait varsayımların yapılabilmesi içindir. Böylelikle hata terimlerinin ortalaması sıfır, varyansı sabit olmakta ve ortalama etrafında düzenli dağılmaktadır. Durağan olmadığında ise ortalamadan uzaklaşmaktadır. Çalışmada kullanılan verilerin de zaman serisi olması nedeniyle ilk olarak durağanlık analizinin yapılması gerekmektedir. Zaman serilerinin durağanlığının analizi amacıyla birim kök testine başvurulmaktadır. Ampirik çalışmalarda en çok kullanılan birim kök testi (Dickey-Fuller Testidir). Dickey-Fuller testi, bir serinin durağan olmadığının belirlenmesinde kullanılan bir test olup sabit olup terim veya trendin olup olmadığına bağlı olarak serinin duranlığını ölçmektedir. Hata terimleri arasında otokorelasyon olması durumunda ise Genişletilmiş Dickey Fuller testi kullanılır. Modelimizde kullanılan değişkenlerin de durağanlık analizi Genişletilmiş Dickey Fuller (ADF) testi ile yapılmıştır. Amaç gecikmeli değerlerin kullanılması ile otokorelasyonun ortadan kaldırılmasıdır. Tablo 3.25’de ADF istatistiği elde edilirken optimum gecikme uzunluğu seçiminde Schward Kriteri (SIC) kullanılmıştır. (k) değerleri seçilen gecikme düzeyini göstermektedir. Parantez içindeki değerler ise %1 seviyesinde Mac Kinnon kritik değerlerini göstermektedir. Tablo 3.25’ de Dickey-Fuller birim kök testi sonuçlarına göre; modelde kullanılan değişkenlerin kendi seviyesinde durağan olmadığı birinci farkının 132 durağan olduğu görülmektedir. Örneğin; KKSY değişkeni için sabit terimli modelde ADF değeri mutlak değer içerisindeki %1 Mac Kinnon kritik değerinden küçük olduğundan kendi seviyesinde durağan değildir. KSSY değişkeninin birinci dereceden farkı alındığında (ΔKKSY) elde edilen ADF değeri mutlak değer içerisinde % 1 Mac Kinnon kritik değerinden büyük olduğu için |-8.789550 | > |-3.527045 | ΔKKSY durağan hale gelmiştir. Diğer tablo değerlerine baktığımızda ele alınan tüm değişkenlerin kendi seviyelerinde durağan olmadıkları birinci dereceden farklarının I(1) durağan olduğu görülmektedir. Bu ise, bütün serilerin birinci derecede I(1) entegre olduklarını ve birim kök içermediklerini göstermektedir. Tablo 3.25 : ADF Birim Kök Testi Sonuçları Series Sabitli t-stat. -0.978207 %1 kritik değer (-3.525618) k 0 Sabit ve Trendli t-stat -2.005104 %1 kritik değer (-4.092547) KKSY k 0 ΔKKSY 0 -8.789550* (-3.527045) 0 -11.44179* (-4.098741) YAT 0 -1.410746 ( -3.525618) 0 -1.849379 (-4.092547) ΔYAT 0 -7.396531* (-3.527045) 0 -7.341592* ( -4.094550) BOR 0 -1.937746 ( -3.525618) 0 1.058591 (-4.092547) ΔBOR 0 -7.506030* (-3.527045) 0 -7.963912* (-4.094550) RGSMH 0 -0.707100 (-3.525618) 0 -2.362547 (-4.092547) ΔRGSMH 0 -8.329764* (-3.527045) 0 -8.267211* ( -4.094550) ENF 4 0.324393 (-3.531592) 4 -1.190559 ( -4.100935) ΔENF 3 -8.470122* ( -3.531592) 3 -8.702287* (-4.100935) FAZ 0 -1.100981 ( -3.525618) 0 -2.018357 (-4.092547) ΔFAZ 0 -8.250216* (-3.527045) 0 -8.325126* (-4.094550) I(1) I(1) I(1) I(1) I(1) I(1) Tablo 3.25 ’de ADF birim kök test sonuçlarına göre eşbütünleme ilişkisinin ilk şartı olan değişkenlerin şartı (yani değişkenlerin birinci dereceden durağan olma I(1) olması şartı) sağlanmıştır. Çalışmamızda kullanılan değişkenlerin birinci dereceden farkları alındığında hepsinin %1 anlamlılık düzeyinde durağan hale geldikleri görülmektedir. Dolayısıyla 133 modelde yer alan değişkenler I(1) seviyesinde entegre olduklarından, değişkenler arasında eşbütünleme olup olmadığına bakılması gerekmektedir 3.3.4. VAR Analizi ile Uygun Gecikme Sayısının Tespiti Tüm değişkenlerin birinci farkları ile durağan olmaları, bu değişkenler arasında uzun dönemli bir ilişkinin olabileceğini göstermektedir. VAR modeli oluşturulurken en önemli konu uygun gecikme sayısının belirlenmesidir. VAR analizi, özellikle denklemlerde kullanılan değişkenlere ait gecikme sayısının tespitinde önemli rol oynamaktadır. Gecikme sayısı belirlenirken otokorelasyon probleminin olmadığı gecikme sayısının seçilmesi gerekmektedir. Optimal gecikme sayısının belirlenmesinde Akaike bilgi kriteri (AIC), Schwarz kriteri (SC), Son tahmin hatası kriteri (FPE), Hannan-Ouinn Kriteri (HQ) gibi bilgi kriterleri göz önünde bulundurulmaktadır. Ancak, uygulamalı çalışmalarda veri sayısının az olması nedeniyle, bu kriterlerden hangisi küçük örneklerde daha sapmasızdır sorusunun cevaplandırılması önem kazanmış ve Lutkepolh Monte Carlo Simülasyonu çerçevesinde yapmış olduğu çalışmada Schwarz kriteri (SC) değerlerinin diğer kriterlere göre daha sapmasız olduğunu ortaya koymuştur. Bu nedenle modelde yer alan değişkenlerin gecikme uzunluğunun belirlenmesinde Schwarz Kritik değeri kullanılmıştır. Bu kriterleri minimum yapan gecikme uzunluğu optimal olarak kabul edilmektedir. Uygun gecikme seviyesi için elde edilen sonuçlar aşağıdaki tabloda sunulmuştur. Tablo 3.26’da Schwarz kriterine göre uygun gecikme uzunluğu k=1’dir. Burada VAR analiziyle çalışmaya ait ileriki testlerin bu gecikme sayısı esas alınarak yapılması amaçlanmıştır. 134 Tablo 3.26 : VAR Modeli İçin Uygun Gecikme uzunluğunun Seçimi KRİTER GECİKME UZUNLUĞU 0 1 2 3 4 LOGL LR FPE AIC SC HQ -221.5408 NA 3.98e-05 6.895174 7.094234 6.973832 221.3020 791.7492 1.77e-10* -5.433395 -4.039978* -4.882789* 248.9151 44.34829 2.34e-10 -5.179246 -2.591472 -4.156693 291.3758 60.47426 2.06e-10 -5.375023 -1.592892 -3.880523 332.9786 51.68841* 2.00e-10 -5.544807 -0.568319 -3.578360 5 368.4908 37.66449 2.58e-10 -5.530026 0.640819 -3.091631 6 421.5490 46.62686 2.29e-10 -6.046939* 1.318263 -3.136598 3.3.5. Johansen Eşbütünleme Analizi Eş bütünleme analizi; durağan olmayan iki ya da daha fazla zaman serisi arasındaki uzun dönem denge ilişkisinin olup olmadığını bulmak için kullanılan bir yöntemidir. Eğer seriler ortak bütünlenen ise, uzun dönemde bunları dengeye getirecek, ortalamadan sapmaların büyümesini önleyecek mekanizmalar vardır. Eğer değişkenler ortak bütünlenen iseler, uzun dönem parametreleri tutarlıdır (Demir ve Sever ,2008:111).Eşbütünleme analizi, durağan olmayan değişkenleri durağanlaştırmak için yapılan fark alma işleminin sebep olduğu potansiyel bilgi kaybını önlemektedir (Granger, 1981:121-130). Seriler arasındaki eş bütünleme ilişkisini belirlemede yaygın olarak Engle ve Granger, Johansen ve Juselius tarafından önerilen yöntemler kullanılmaktadır. Engle ve Granger eş bütünleme yöntemi; durağan olmayan iki seriden birinin diğerinin üzerine regres edilmesi suretiyle elde edilen hata terimlerinin durağanlığına bakmaktadır. Eğer hata terimleri serisi durağan ise,seriler arasında eş bütünleme ilişkisinin var olduğunu ifade etmektedir. Bu 135 yöntem ikiden fazla değişken içeren modeller için tercih edilmemektedir. (Artan ve Berber, 2004: 23). Çalışmamızda kullanılan değişkenler arasındaki uzun dönemli ilişki Johansen ve Juselius’un eşbütünleme analiziyle incelenmiştir. Johansen Eşbütünleme analizi durağan olmayan değişkenler arasındaki uzun dönemli ilişkileri test etme imkanı vermektedir. Bu test tekniğine göre; maksimum özdeğer istatistiği veya iz istatistiği değerleri, istatistiksel olarak koentegre vektörlerin önemli olduğunu gösteriyorsa seriler arasında uzun dönemli durağan bir ilişki olduğu kabul edilir. Hesaplanan iz istatistiği ve maksimum özdeğer istatistiği sonuçları, tablo kritik değerleri ile karşılaştırılır. Testler, istatistiksel olarak koentegre vektörlerin önemli olduğunu gösteriyorsa seriler arasında uzun dönemli bir ilişki olduğu kabul edilir (Johansen ve Juselius,1990: 172-200). Değişken sayısı ikiden fazla ise Johansen testi en çok kullanılan testtir. Eşbütünleme analizinin gerçekleştirilebilmesi için analize tabi tutulan her bir değişkenin aynı dereceden bütünleşik olmaları gerekmektedir. Değişkenlerin farklı dereceden bütünleşik olmaları eşbütünleme analizlerinin yapılmasına olanak vermemektedir. Eğer her iki seri de aynı dereceden durağan (bütünleşmiş) ise bu ilişki gerçek ilişkidir. Bu serilere eş bütünleşmiş seriler denir ( Çolak, 2001: 26). Zaman serileri arasında eşbütünleme var ise regresyon gerçektir. Diğer bir anlatımla regresyonun gerçek olması için, serilerin eş bütünleşmiş seriler (aynı dereceden durağan seriler olması) gerekir. Eğer seriler arasında bir eşbütünleme ilişkisi varsa yani uzun dönemde birlikte hareket ediyorlarsa, düzey değerleriyle yapılacak analizde sahte regresyon problemiyle karşılaşılmayacaktır. Modelde yer alan değişkenlerin I(1)’de durağan olması değişkenler arasında uzun dönemli bir ilişkinin olup olmadığının incelenmesini gerektirmektedir. Bu nedenle uzun dönemde söz konusu değişkenler arasında anlamlı bir ilişkinin olup olmadığını tespit edebilmek için JohansenJuselius testi kullanılmıştır. Çünkü; Johansen eşbütünleme testinin gerçek- 136 leştirilebilmesi için modeldeki tüm değişkenlerin aynı dereceden entegre olması gerekmektedir.Bu sonuca göre; çalışmamızda eşbütünleme analizine giren değişkenlerin düzey değerlerinde durağan değilken aynı dereceden farkları alındığında durağan hale geldiği görülmüş ve eşbütünleme analizinin önkoşulu sağlanmıştır. Tablo 3.27 : Johansen Eşbütünleme Test Sonuçları İZ TESTİ HİPOTEZLER HİÇ * EN FAZLA 1 EN FAZLA 2 EN FAZLA 3 EN FAZLA 4 EN FAZLA 5 SONUÇ ÖZDEĞER İZ İSTATİSTİĞİ 0.459228 0.321344 111.6639 68.01618 %5 KRİTİK DEĞER 95.75366 69.81889 0.206276 40.49370 47.85613 0.2053 0.157912 24.09130 29.79707 0.1966 0.112131 11.88844 15.49471 0.1624 0.047353 3.444300 3.841466 1 EŞBÜTÜNLEME VEKTÖRÜ VARDIR. OLASILIK ** 0.0026 0.0690 0.0635 MAX ÖZDEĞER TESTİ HİPOTEZLER HİÇ * EN FAZLA 1 EN FAZLA 2 EN FAZLA 3 EN FAZLA 4 EN FAZLA 5 SONUÇ ÖZDEĞER 0.459228 0.321344 MAX ÖZDEĞER İSTATİSTİĞİ 43.64772 27.52248 0.206276 %5 KRİTİK DEĞER OLASILIK ** 40.07757 33.87687 0.0190 0.2364 16.40240 27.58434 0.6314 0.157912 12.20285 21.13162 0.5277 0.112131 8.444144 14.26460 0.3353 0.047353 3.444300 3.841466 1 EŞBÜTÜNLEME VEKTÖRÜ VARDIR 0.0635 Johansen eşbütünleme analizinin sonuçları Tablo 3.27’de gösterilmiştir. Buna göre; eşbütünleme testinde sonuçlar İz istatistiği ve Maksimum Özdeğer istatistiği olmak üzere iki ayrı istatistiğe göre değerlendirilmektedir. Hesaplanan test istatistiklerinin %5 anlamlılık düzeyindeki kritik değerlerden 137 daha yüksek olması nedeniyle, İz testi ve Maksimum Öz Değer testine göre sıfır eşbütünleşik vektör olarak belirlenen temel hipotez reddedilmek- tedir. Tablo 3.27’ de eş bütünleme testi sonuçları, %5 anlamlılık düzeyinde değişkenler arasında bir adet koentegre vektörün varlığını göstermektedir. Test istatistiği 0.05 kritik değerden büyük olduğu için Ho: seriler arasında eş bütünleme yoktur hipotezi reddedilmiştir. Üçüncü satır, sıfır hipotezinin reddini gösterir. İz istatistiği 111.6639 > 95.75366, Maksimum Özdeğer istatistiği 43.64772 > 40.07757’tir. Bu sonuçlar seriler arasında uzun dönemli bir ilişkinin varlığını göstermektedir. Tahmin edilen sonuçlara göre, % 5 anlamlılık düzeylerine göre eşbütünleme olmadığını ileri süren H0 yokluk hipotezi, her iki test için de reddedilmiştir. Hem iz değerlerine göre hem de max özdeğerlere göre modelimizdeki değişkenlerle 1 tane eşbütünleme denklemi yazılabilir. Yani bir tane eşbütünleme ilişki söz konusudur. Değişkenler arasında eş bütünleşmenin bulunması gerçek bir uzun dönemli ilişki anlamına gelmektedir. Johansen eşbütünleme testi içerisindeki birinci değişken özel sektör yatırım harcamalarıdır. Özel sektör yatırım harcamalarına göre yapılan normalleşme eşbütünleme katsayılarının yorumlanması aşağıdaki gibidir. Tablo 3.28: Özel Sektör Yatırım Harcamalarına Göre Normalleştirilen Eşbütünleme Katsayılar Tablosu Normalleştirilen eş bütünleşik katsayılar (Standart hatalar) LYAT 1.000000 LKKSY 0.070999 (0.01640) LRGSMH -3.754912 (0.38930) LBOR 0.082711 (0.02709) LTEFE -0.267484 (0.06758) LFAZ 0.347729 (0.07385) Özel sektör yatırım harcamalarına göre normalleştirme sonucu aşağıdaki gibi elde edilmiştir: LYAT= -0.070999 LKKSY + 3.754912 LRGSMH - 0.082711 LBOR+ 0.267484 LTEFE –0.347729 LFAZ 138 Johansen eşbütünleme testinde birinci değişken olan özel sektör yatırım harcamalarına göre yapılan normalleşme eşbütünleme katsayı tablosuna göre; kamu kesimi sabit sermaye yatırımlarındaki artış özel sektör yatırım harcamalarını azaltmıştır. Katsayı (-0.070999)’ dir. Yani kamu yatırım harcamalarının özel sektör yatırımları üzerindeki etkisi Kamu yatırımlarındaki %1‘ lik değişme, özel negatiftir. yatırımı % 0.07 negatif yönde etkilemektedir. Bu durum kamunun yatırım harcamalarının özel sektör yatırımlarını dışladığını göstermektedir. Bu sonuç; kamu sermaye yatırımlarının özel kesim için tamamlayıcı değil aksine rakip olmasından kaynaklanmaktadır. Çalışmaya göre; RGSMH’ daki artışın özel kesim yatırım harcamalarını arttıran bir değişken olduğu görülmektedir. RGSMH değişkeninin pozitif çıkması özel yatırım harcamalarının belirlenmesinde RGSMH’ nın önemli bir faktör olduğunu göstermektedir. Diğer bir açıklayıcı değişken olan iç borç stokunun özel yatırım harcamaları üzerinde önemli azaltıcı etkisinin bulunduğu; yani kamu iç borçlanmasının dışlama etkisi yarattığı görülmüştür. Çünkü; kamunun tahvil veya hazine bonosu aracılığıyla iç borçlanması özel kesimin yatırım amaçlı kullanacağı fon miktarını azaltmaktadır. Artan kamu harcamalarının finansmanını sağlamak için devletin borçlanması faizlerin yükselmesine bunun sonucunda da hem özel sektörün yatırım için kullanacağı kaynak miktarının azalmasına hem de yükselen faizlerin yatırım maliyetlerini yükseltmesi nedeniyle özel yatırım harcamalarının düşmesine yol açmaktadır. İç borçlar yatırım maliyetlerinde yüklemeye neden olarak , özel sektörün verimli alanlara yatırım yapmasını engellemektedir. Kamunun iç borçlarındaki artışla birlikte faiz oranlarındaki artış girişimcilerin yatırım maliyetlerini arttıracağından faiz oranlarıyla özel sektör yatırım harcamaları arasında negatif yönlü ilişkinin ortaya çıktığı görülmektedir. Katsayının (–0.347729) olması devlet iç borçlanma faiz oranlarının özel sektör yatırım harcamalarını azalttığını göstermektedir. Özellikle tasarruf düzeylerinin yetersiz olması nedeniyle borçlanmaların faiz 139 oranları üzerinde baskı yaratması öncelikle özel sektörün reel yatırımlarını olumsuz yönde etkilemektedir. Bu değerlendirme dışlama etkisi (crowding-out) olarak isimlendirilen etkinin sonucu olarak ortaya çıkmaktadır. Diğer yandan Türkiye’de borç stokunun artan faiz yükü nedeniyle yükseldiği ve borçlanmanın önemli bir kısmının faiz ödemelerinde kullanıldığı görülmektedir. Özellikle 1990'lı yıllarda kamu açığı ve buna bağlı olarak borç stokundaki hızlı artış aynı zamanda faiz oranları üzerinde baskı yaratarak faizlerin yükselmesine neden olmuş, büyüme ve yeni yatırımlar için kısıtlı kaynakları çok daha maliyetli hale getirmiştir. Bu da özel sektörün yatırımlarını olumsuz yönde etkilemiştir. 3.3.6. Granger Nedensellik Testi Johansen eşbütünleme testi uzun dönem ilişkisinin varlığını göstermesine karşılık, bu ilişkinin yönü hakkında bilgi vermez. Analizde kullanılan değişkenler arasındaki nedensellik yapısı bu nedenle Granger nedensellik testi ile belirlenmiştir. İki değişken arasında nedensellik ilişkisinin araştırılmasında temel neden; değişkenler arasındaki ilişkinin karşılıklı mı olduğu yoksa ilişkinin tek yönlü mü olduğunun belirlenmesine yöneliktir. Bunun için Granger nedensellik analizi yapılarak değişkenler arasındaki etkileşimin yönü belirlenmiştir. Granger testi, iktisadi değişkenlerin gelecek dönemlerine ilişkin öngörü yapabilme olanağı sağlamış olmaktadır. Değişkenler arasında uzun dönemli ilişkinin varlığı (eşbütünleme ilişkisi) tespit edildikten sonra eşbütünleşik seriler arasında en azından tek yönlü nedensellik ilişkisi olması gerektiğine yönelik düşünceler doğrultusunda, oluşturulan VECM modelinden yola çıkarak Granger nedensellik analizi yapılmıştır. Hata düzeltme modeli bağımlı ve açıklayıcı değişkenler arasındaki sahte ilişkiyi önlediğinden hata teriminin de içine alındığı değişkenlerin birer gecikmeli değerleri için Granger nedensellik analizi sonuçlarına yer verilmiştir. 140 Çalışmamızdaki seriler eşbütünleşik olduğu için standart Granger Nedensellik testi geçerli olmayacaktır. Bu nedenle çalışmada Hata Düzeltme ile Geliştirilmiş Granger Nedensellik sonuçları Tablo 3.29 gösterilmiştir. Tablo 3.29: Hata düzeltme İle Granger Nedensellik Test Sonuçları Hipotezler Ki-kare Olasılık Değeri KKSY→ YAT 8.444 0.003* YAT → KKSY 0.435 0.509 RGSMH→YAT 8.269 0.004* YAT→RGSMH 1.460 0.226 BORÇ→YAT 3.199 0.073** YAT→ BORÇ 2.735 0.098 FAİZ→YAT 7.821 0.005* YAT→FAİZ 2.466 0.116 ENF→YAT 4.589 0.032* YAT→ENF 2.292 0.129 * %5 ve ** %10 seviyesinde anlamlılığı göstermektedir. Tablo 3.29’ daki sonuçlara göre; kamu kesimi sabit sermaye yatırımlarından özel sektör yatırımlarına doğru tek yönlü bir nedensellik ilişkisi vardır. Olasılık değeri %5 anlamlılık düzeyinden küçük olduğu için H0: kamu kesimi sabit sermaye yatırımları özel sektör yatırımlarının nedeni değildir hipotezi reddedilmiştir. Nedensellik testi başlangıçta elde edilen sonuçları destekler niteliktedir. Buna göre; kamu kesimi sabit sermaye yatırımları özel sektör yatırımlarını etkilemektedir. Ancak özel sektör yatırımlarından kamu kesimi sabit sermaye yatırımlarına doğru bir nedensel ilişki söz konusu değildir. Bir başka değişken olan RGSMH ile özel sektör yatırımları arasındaki ilişki özel yatırım harcamalarının belirlenmesinde ekonomik büyümenin önemli bir faktör olduğunu göstermektedir. Faiz oranları ile özel sektör yatırımları 141 arasındaki ilişki ise %5 anlamlılık seviyesinde tek yönlü bir nedenselliği göstermektedir. Türkiye’de iç borç faizlerinin yüksek olması özel kesim yatırımlarını olumsuz etkileyerek dışlama etkisine neden olmaktadır. Yüksek faiz oranları özel sektörün fon kaynaklarını azaltıp yatırım ve üretim imkanlarını daraltmaktadır. Türkiye' de kamunun, yüksek faizli, vergiden muaf ve risksiz borçlanması ekonomideki tasarrufların büyük bir kısmının kamu kesimine akmasını sağlamıştır. Buna paralel olarak, özel sektörün, talep ettiği fonların maliyetini yükseltmiştir. Çünkü; bankalar mevduat kaynaklarını yüksek getiri sağlayan ve özel sektöre açacağı kredilere göre avantajlı olan borçlanma senetlerine plase etmeyi tercih etmiş ve özel sektörün dışlanmasına neden olmuştur. Granger nedensellik test sonuçlarına göre; iç borçlanma ile özel yatırımlar arasında da iç borçlanmadan özel yatırımlara doğru %10 anlamlılık düzeyinde bir ilişki vardır. Bu sonuçlar Türkiye ekonomisinde 1989:1-2006:4 döneminde kamunun iç borçlanmasının özel sektör yatırımları üzerinde önemli azaltıcı etkisinin bulunduğunu göstermektedir. İç borç stokunun sürekli artması ve kamunun finansman ihtiyacının borçlanma yoluyla giderilmesi özel sektör yatırımlarını olumsuz etkileyerek dışlama etkisi yaratmıştır. SONUÇ Borçlanma, Türkiye için çeşitli dönemlerde karşı karşıya kalınan bir problem olarak görülmektedir. 1980’ lerden sonra, ortaya çıkan kamu mali disiplinindeki hızlı bozulma, kamu açıklarının artması ve bunun sonucunda borç stokundaki hızlı büyüme, Türkiye’nin önemli bir sorunu olarak ortaya çıkmıştır. Kamu açıklarının artması beraberinde düşük büyüme hızı, enflasyon, işsizlik gibi ekonomik ve sosyal sorunları da getirmiştir. Türkiye ekonomisinde kamu finansman açıklarının oluşmasındaki neden; kamu harcamalarındaki artışla birlikte vergi gelirlerinin arttırılamamasıdır. Sürekli artan kamu harcamaları vergi ve vergi dışı finansman kaynaklarının daha fazla kullanımını kaçınılmaz hale getirmiştir. Kamu açıklarının finansmanı için vergi oranlarının arttırılmasında karşılaşılan güçlükler hükümetlerin iç ve dış borçlanmaya başvurmasına neden olmuştur. Devlet vergi yolu ile finansmana gitmediği durumda borçlanmaya başvurmaktadır.Bu nedenle; borçlanma verginin alternatifi olarak görülmüştür. Borçlanmanın zamanla normal bir kamu geliri niteliğine dönüşmesi, devleti ilerleyen dönemde borç kısır döngüsü ile karşı karşıya bırakmış, bunun sonucunda da borcun borçla finansmanı (röfinansman) şekline dönüşerek, sürekli bir finansman aracı haline getirmiştir. Türkiye’de, özellikle 1978’li yıllardan sonra, kamu kesimi açıkları gerek mali piyasaları ve gerekse reel piyasaları olumsuz yönde etkilemiştir. Kamunun mali sistem içinde büyük oranda fon talep etmesi ve kamu kesimi açıklarını finanse etmek için özel kesim fon kullanıcıları ile yoğun bir rekabete girip piyasa ortalamasının üzerinde faiz ödeyerek fon sağlamaya çalışması, özel kesim için kullanılabilir fon arzının daralmasına ve sonuçta özel kesimin piyasadan dışlanmasına neden olmuştur. Kamu kesimi açıklarının faiz oranları üzerinde yükseltici etki yaratması üretken yatırımlarda dışlama etkisine yol açmıştır. Yatırımlar azalarak toplam 143 üretim artışı düşük seviyede gerçekleşmiş, yüksek faiz oranları bankaların özel sektöre kullandıracağı kredi miktarının düşmesine ve özel kesimin yüksek faizle kredi alıp üretim yapamamasına neden olmuştur. Kamu açıklarının iç borçlanmayla finansmanı arttıkça özel kesimin fon kaynakları azalmış, özel yatırımlar, istihdam ve büyüme bundan olumsuz etkilenmiştir. Devlet, artan kamu açıklarını finanse etmek ve vadesi gelen borçların anapara ve faizlerini ödemek için tekrar borçlanmak zorunda kalmıştır. Borçlanma arttıkça faiz oranları artmış, vadeler kısalmış ve devlet yatırım yapamaz hale gelmiştir. Yüksek faiz oranları özel sektörün yatırım yapmak yerine kamuya borç vermesine neden olmuş, kamunun elde ettiği fonları borç ödemelerinde kullanılması ise yeni yatırımların yapılamaması sonucu kamu ve özel sektör yatırımlarını azaltmıştır. Türkiye’de kamu kesimi iç borçlanması, temel makroekonomik değişkenleri negatif yönde etkilemiştir. Bu değişkenler; faiz oranları, gelir dağılımı, enflasyon, büyüme ve özel yatırım harcamalarıdır. Özellikle kamunun aşırı borçlanarak faiz oranlarını yükseltip, özel yatırım harcama- larını olumsuz yönde etkilemesi, Türkiye’de borçlanmanın ekonomi üzerinde yarattığı en önemli etkilerin başında gelmektedir. İç borçlanma politikalarının bilinçli bir şekilde uygulanması durumunda ekonomi üzerinde yük teşkil etmesi engellenebilir. Bunun için borçlanma sonucu elde edilen kaynağın hangi alanlarda kullanıldığı önem taşımaktadır. Borçlanmayla elde edilen kaynağın verimli yatırım harcamalarında kullanılmasıyla borçların ödenmesiyle ilgili sorunlar önlenebilir. Ayrıca, yatırımları, üretimi ve ihracatı artırıcı, rant ekonomisi yerine üretim ekonomisini güçlendirici yönde teşvikler etkin bir şekilde kullanılmalıdır. Türkiye ekonomisinde 1989:1-2006:4 döneminde kamu iç borçlanmasının özel sektör yatırımları üzerindeki dışlama etkisi ekonometrik model ile tahmin edilmiştir. Çalışmada yapılan ekonometrik model sonuçlarına göre; Türkiye’de iç borç faiz oranları ile özel yatırım harcamaları arasında ters yönlü 144 bir ilişki olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Faiz oranlarındaki artış yatırımları olumsuz yönde etkilemiş, iç borçların artmasına bağlı olarak faizlerin yüksek olması ülkedeki özel kesim yatırımlarının dışlanmasına (crowding out) neden olmuştur. Kamu iç borçlanmasının söz konusu olduğu dönemlerde özel sektör yatırımları üzerinde azaltıcı etkisinin bulunduğu görülmüştür. Ayrıca, özel kesim yatırımları üzerinde önemli bir dışlayıcılık etkisini ortaya çıkartan bir diğer faktörün, kamu kesimi sabit sermaye yatırımlarının olduğu anlaşılmaktadır. Ülkemizde kamu iç borçlanmasının bir sonucu olan, dışlama etkisinin ortadan kaldırılabilmesi için; kamunun iç borçlanma gereksiniminin azaltılması gerekmektedir. Türkiye’de iç borç sorununu çözebilmek için; vergi gelirlerinin arttırılması, kamu kesimi finansmanında vergilemenin etkin kullanılması bunun için kayıt dışı ekonominin kayıt altına alınması gerekmektedir. Bununla birlikte bütçenin disipline edilerek iç borçların sınırlandırılmasına yönelik çalışmalar yapılmalıdır. 145 KAYNAKÇA AÇBA, Sait; Devlet Borçlanması , Afyon, Adım Yayıncılık, 1996. ARGADNA, Silvia, CASELLİ, Francesco, LANE , Timothy, “ Fiscal Discipline And The Cost Of Public Debt Service: Some Estimates For OECD Countries”, NBER Working Paper Series, 2004. (Erişim) : http://www.NBER.Org/Papers/W10788 (03.07.2009) AMIRKHALKHALI, Saleh, DAR, Atul, AMIRKHALKHALI ,Samad,“ Government Size, Factor Accumulation and Economic Growth: Evidence From OECD Countries”, Journal of Policy Modeling, Vol 24, 2002, s. 679–692. ARTAN, Seyfettin, BERBER, Metin, “Kamu Kesimi Büyüklüğü ve Ekonomik Büyüme İlişkisi: Çoklu Koontegrasyon Analizi ”, Cumhuriyet Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, Cilt 5, Sayı 2, 2004, s. 13-29. AYDIN, Faruk, M., “ Türkiye’de Kamu Kesimi İç Borçlanmasının Bankacılık Sektörü Bilançolarına ve Risklerine Olan Etkileri ”, Araştırma Genel Müdürlüğü Çalışma Tebliğ, Yayın No : 13, 2002, s.1-17. BAĞCI, Hamdi, “Kamu Borçları Yönetimi ve Türkiye İçin Bir Değerlendirme”, Sermaye Piyasası Kurulu Yayını, Yayın No : 135, 2001, s. 58 -193. BAKKAL, Süleyman; 1980 Sonrası İç Borçlanmanın Türkiye Ekonomisi Üzerine Etkisi, Sakarya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Maliye Anabilim Dalı Yüksek Lisans Tezi, 2007. BALL, Laurence, MANKİW, Gregory, N., ,“ What do budget deficits do?”, NBER Working Paper, No: 5263, 1995, s.1-36. 146 BARRO, Robert ,J.,“The Ricardian Approach to Budget Deficits”, Journal of Economic Perspectives, Vol. 3, 1989, s.37-54. BARRO, Robert, J., “ Are Government Bonds Net Wealth? ”, Journal of Political Economy, Vol. 82, 1974, s.1095-1117. BERNHEİM , Douglas ,B., “ A Neoclasical Perspective on Budget Deficits ”, Journal of Economic Perspectives, Vol. 3, No: 2, 1989, s. 55-72. BROKER, Gunther; Government Securities and Debt Management in the 1990’s ,OECD ,Financial Affairs Division, 1993 . BROWN , Charles, V. , JACKSON, Peter, M., ; Public Sector Economics, United Kingdom: BasilBlackwell, 4th Edition, 1990. BUCHANAN, James,M., “ Bütçe Açıklarının Ekonomik Sonuçları”, Journal of Puplıc Finance and Puplıc Choıse, Vol. 90, No: 1-4, 1986, çev. : Ayça Eker, Dokuz Eylül Üniversitesi İ.İ.B.F. Dergisi, Cilt 11, Sayı 2, 1996. BUCHANAN, James, M., “The Balanced Budget Amendment : Clarifying The Arguments” , Puplic Choise , Vol 90, 1997, s.117-138. BULUTOĞLU, Kenan; Kamu Ekonomisine Giris (Demokraside Devletin Ekonomik Bir Kuramı), Yapı Kredi Yayınları , 2003. BÜLBÜL, Duran, EJDER, Haydar, ŞAHAN, Özgür, “ Türkiye ’ de Kamu Borçlarının Kaynakları, Yapısı ve Niteliklerinin Değerlendirilmesi (1990-2004 Dönemi Analizi)” , İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, No: 35, 2006, s.101-124. 147 BÜLBÜL, Duran, “ Devlet Borçlanmasının Sosyal ve Ekonomik Etkileri ”, Ekonomik Yaklaşım Dergisi , Cilt 14, Sayı 44-46, 2003, s.121-140. CANSU, Tunalı,İ. ; Türkiye Ekonomisinde İç Borçlanmanın Faiz Oranı ve Döviz Kuruyla İlişkisi, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İktisat Anabilim Dalı Yüksek Lisans Tezi, Ankara, 2006. CEYHAN, Said ,“ Türkiye’de Kamu Borçlarının Boyutları ve Karşılaştırılması ile Kamu Borçlanma Gereğinin Temel Nedenleri”, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt 9, Sayı 1-2 , 2005, s. 635-664. ÇATALOLUK, Cuma, “Kamu Borçlanması,Gerçekleşme Biçimi ve Makro Ekonomik Etkileri (Teorik Bir Yaklaşım, Türkiye Örneği)”, Balıkesir Üniversitesi İ.İ.B.F. Dergisi, Cilt 12, Sayı 21, 2009, s.240-258. ÇELEN, Mustafa, ZÜLFÜOĞLU, Özkan, “ Klasik Kamu Borçlanma Teorisinin Oluşumu” , Marmara Üniversitesi İ.İ.B.F. Dergisi , Cilt 25, Sayı 2 , 2008, s. 289-308. ÇELEN, Mustafa, BALİ, Bülent, “Finansal Piyasalar İle İç Borçlanma Maliyet İlişkisi : AB Ülkeleri İle Bir Karşılaştırma ”, 18. Maliye Sempozyumu, Yayın No: 16, 2003, s. 173-200. ÇİÇEK, Halit, GÖZEGİR, Süleyman, ÇEVİK , Emre, “Bir Maliye Politikası Aracı Olarak Borçlanma ve Ekonomik Büyüme İlişkisi: Türkiye Örneği (1990-2009)”, Çukurova Üniversitesi İ.İ.B.F. Dergisi , Cilt 11, Sayı 1, 2010, s. 141-156. ÇOLAK ,Ertuğrul , “ Zaman Serilerinde Eşbütünleşim (Cointegration)”, Bilim Dergisi, Cilt 12, Sayı 2, 2001. 148 DEMİR, Murat, SEVER, Erşan, “ Kamu İç Borçlanmasının Büyüme, Faiz, Enflasyon Oranı Üzerindeki Etkileri”, Elektronik Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt 7, Sayı 25, 2008, s.170-196. DEMİR, Murat, SEVER Erşan, “ Kamu Açıkları ve Borçlanma İlişkisi: Türkiye, Azarbaycan, Kazakistan ve Kırgızistan Üzerine Bir Uygulama ”, Sosyo Ekonomi Dergisi, Sayı 1, 2009, s.9- 26. DEMİR, Meral, V. ; 4749 Sayılı Kamu Finansmanı ve Borç Yönetiminin Düzenlenmesi Hakkında Kanunun Getirdiği Yenilikler, Önceki Mevzuat İle Karşılaştırılması, Maliye Bakanlığı Bütçe ve Mali Kontrol Genel Müdürlüğü, Devlet Bütçe Uzmanlığı Araştırma Raporu , Ankara , 2004 . DEMİR, Murat, ÇEVİK, Savaş, BEŞER, Kemal, “ Kamu Kesimi Finansman Açıklarının Ekonomik Etkileri : Türkiye Üzerine Bir İnceleme ”, Marmara Üniversitesi İ.İ.B.F Dergisi, Cilt 20, Sayı 1, 2005, s.247- 267. DEMİRCAN, Esra, “ Vergilendirmenin Ekonomik Büyüme ve Kalkınmaya Etkisi ”, Erciyes Üniversitesi İ.İ.B.F. Dergisi, Sayı 21, 2003, s. 97-116. (Erişim) : http://iibf.erciyes.edu.tr/dergi/sayi21/edemircan.pdf (03.08.2009) DİLEYİCİ, Dilek, ÖZKIVRAK , Özlem, “ Bütçe Anlayışındaki Değişim Süreci: Denk Bütçe İlkesinin Erozyonu ve Açık Bütçe Politikası”, Kamu Tercihi ve Anayasal İktisat Dergisi , Sayı 3, 2001, s. 93-115. DORNBUSCH, Rudriger, STANLEY, Fisher; Macro Economics, 6 th Edition, 1994. DPT; Borçlanma İç ve Dış Borç Yönetimi, Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı Özel İhtisas Komisyonu Raporu, Ankara, 2001a. (Erişim) : http://ekutup.dpt.gov.tr/borclanm/oik607.pdf ( 05.02.2009) 149 DPT; Kamu Finansmanı Raporu 2002 Yılı Programı Temel MakroEkonomik Hedef ve Politikaları ile Kamu Kesimi Genel Dengesindeki Gelişmeler, 2001b. (Erişim) : http://ekutup.dpt.gov.tr/kamumali/2002.pdf (18.03.2009) DPT; Dokuzuncu Kalkınma Planı 2007 - 2013, Özel İhtisas Komisyonu Raporu, 2007. (Erişim) : http://ekutup.dpt.gov.tr/plan/plan9.pdf (04.06.2009) DURMUŞ, Mustafa; Kamu Ekonomisi, Ankara, Gazi Kitapevi, 2008. EĞİLMEZ, Mahfi; Hazine , Finans Dünyası Yayınları , 1996. EKER, Aytaç, MERİÇ, Metin; Devlet Borçları (Kamu Kredisi), İzmir, 1999. ERDEM, Metin; Devlet Borçları, Bursa, Ekin Yayınları, 2006. EROL, Ahmet; Ekonomik Etkileri Açısından Türkiye' de Devlet Borçları (1981-1990), Maliye ve Gümrük Bakanlığı APK Kurulu Yayını, Yayın No: 324, 1992. EVGİN, Tülay, “ 90’lı Yıllarda Bütçe ve Bütçe Açığının Finansmanı”, Ekonomik Yaklaşım Dergisi, Cilt 5, Sayı 13, 1994, s.19-46. EVGİN, Tülay ; Son Yıllarda Bütçe ve Bütçe Açığının Finansmanı, Hazine Müsteşarlığı Ekonomik Araştırmalar Genel Müdürlüğü Araştırma ve İnceleme Dizisi ,1998. EVGİN, Tülay ; Dünden Bugüne Dış Borçlarımız , Hazine Müsteşarlığı Ekonomik Araştırmalar Genel Müdürlüğü Araştırma ve İnceleme Dizisi, 2000. 150 GİLL, Indermit, PİNTO, Brian, “Public Debt in Developing Countries: Has The Market- Based Model Worked?”, World Bank Policy Research Working Paper, 2005, s.1-43. GÖK, Abdülkerim, “Türkiye’de İç Borçlanmanın Ekonomik Etkileri ”, Marmara Üniversitesi İ.İ.B.F.Dergisi, Cilt 18, Sayı 1, 2003, s.119-138. GÖNÜL, Ayşenur ; Bütçe Açıklarının Finansmanı ve Ekonomik Etkileri, Devlet Planlama Teşkilatı Yayını, 1998. GRANGER, Clıve, NEWBOLD , Paul, “Spurious Regression in Econometrics”, Journal of Econometrics, Vol 2, 1974, s.111-120. GRANGER, Clıve , “ Some Properties of Time Series Data And Their Use İn Econometric Model Specification”, Journal of Econometrics, Vol 16, 1981, s.121-130. GÜRLER, Sema ; Devlet İç Borç Yönetimi OECD Ülkeleri ve Türkiye, Yıllık Programlar ve Konjonktür Değerlendirme Genel Müdürlüğü Uzmanlık Tezi , Devlet Planlama Teşkilatı Yayınları, 1998. GÜNAL, Mehmet, “Türkiye’de Kamu Finansman Dengesi (ya da Dengesizliği) Sorunu ve Çözüm Önerileri”, İktisat İşletme Finans Dergisi, Cilt 11,Sayı 126, 1996, s. 4-16. GÜNGÖR, Kamil, “ Kamu Harcamaları – Bütçe Açıkları İlişkisi”, Afyon Kocatepe Üniversitesi İ.İ.B.F. Dergisi, Cilt 1, Sayı 2, 1999, s.1-18. HAZİNE; Ekonomik Kavramlar ve Göstergeler Kılavuzu, 1993. İNAN, Emre, A., “ Kamu Borç Stokunun Sürdürülebilirliği Bankacılar Dergisi, Sayı 46 , 2003, s.15- 37. ve Türkiye”, 151 İNCE, Macit ; Devlet Borçları ve Türkiye, Ankara, Gazi Kitabevi , 2001. JOHANSEN, Soren, JUSELIUS, Katarına, “Maximum Likelihood Estimation and Inference on Cointegration with Applications to the Demand for Money”, Oxford Bulletin of Economics and Statistics, Vol. 52, 1990, s. 172-200. KESBİÇ, Yenal , BAKIMLI Esat, “ Hazine Borçlanmalarının Özel Kesime Aktarılabilecek Fonlar Üzerindeki Etkisi: Türkiye İçin Bir Analiz”, FinansPolitik- Ekonomik Yorumlar Dergisi , Sayı 486, 2004, s.34-54. KESBİÇ, Yenal, BALDEMİR Ercan,BAKIMLI, Esat, “ Bütçe Açıkları ile Parasal Büyüme ve Enflasyon Arasındaki İlişki: Türkiye için Bir Model Denemesi”, Yönetim ve Ekonomi Dergisi, Cilt 11, Sayı 2, 2004 , s.27-39. KESİK, Ahmet, “Bütçe Yönetimi ile Borç Yönetiminin Ayrılmasının Konsolide Bütçeye Yansımaları”, Maliye Dergisi , Sayı 143, 2003, s.1-13. KUŞTEPELİ, Yeşim, “ Effectiveness of Fiscal Spending: Crowding out or Crowding in ? ”, Yönetim ve Ekonomi Dergisi , Cilt 12, Sayı 1, 2005, s. 185-192. MANKIW, Gregory, N. ;Macroeconomics, New York: Worth Publishers, 1994. OSKAY, Cansel, S., “Türkiye’ de İç Borçlanmanın Ekonomi Üzerine Etkisi”, Konya Ticaret Odası Dergisi, 2004. (Erişim) : http://www.kto.org.tr/tr/dergi/dergiyazioku.asp?yno=145&ano=39 (05.02.2009) ÖZATAY, Fatih, ÖZTÜRK, Emin, SAK, Güven “ 1980 Sonrası Kaynakların Kamu ve Özel Sektör Arasında Paylaşımı ve Sonuçları ”, Tüsiad Yayınları, No:96, 1996. (Erişim) : www.tusiad.org/FileArchive/1980PDF.pdf (03.05.2009) 152 ÖZBİLEN, Şevki; Türkiye’ de Kamu Borçlanması ve Ekonomik Etkileri, Ankara, Atilla Yayıncılık , 1999. ÖZBİLEN,Şevki, “Türkiye’de İktisadi Krizin Temel Nedenleri ve Bir Mali Sistem Reform Önerisi” , Yeni Türkiye Dergisi Kriz Özel Sayısı , Sayı 1, 2001, s.1-19. (Erişim) : http://www.econturk.org/Turkiyeekonomisi/ozbilen.pdf (06.03.2009) ÖZGEN, Ferhat, B.; Türkiye’ de İç Borç Sorunu ve İç Borçların Sınırlandırılması , Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Maliye Anabilim Dalı Doktora Tezi, 2002. ÖZSOYLU, Ahmet, F., “ Türkiye’ de İç Borçların Siyasi Boyutları” , Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, Cilt 47, Sayı 3-4, 1992, s.279-286. PARASIZ, İlker; Makro Ekonomi Teori ve Politika, Bursa, Ezgi Kitabevi Yayınları ,1998. ROLPH, Earl, A., “Principles of Dept Management” , American Economic Rewiew, 1957. SAATCİ, Yasin , “Türkiye’de Bütçe Açıkları ve Finansman Şekilleri” , Bütçe Dünyası Dergisi , Cilt 2 , Sayı 26, 2007, s. 91-101. SAK, Güven, “ Konsolide Bütçe Açıkları ve Kamu Açıklarının Finansal Piyasalardaki Ağırlığının Faiz Oranları ve Döviz Kurları Üzerine Etkileri”, İşletme ve Finans Dergisi, Cilt 10, Sayı 110, 1995, s 36-53. 153 SAKAL, Mustafa ; Türkiye’ de Mali Disiplin Sorunu: Kamu Açıkları ve Borçlanmanın Sürdürülebilirliliği 1988-2000 Dönem Analizi , Ankara, Gazi Kitapevi, 2003. SARAÇOĞLU , Fatih, " 1980-2001 Yılları Arasında Türkiye' de İç Borçların Yapısal Gelişimi ve Değerlendirilmesi", Ekonomik Yaklaşım Dergisi, Cilt 14, Sayı 45, 2003, s.55-81. SERVEN, Luıs , “ Does Public Capital Crowd Out Private Capital?” , World Bank Policy Research Working Paper, No. 1613, 1996, s.1-36. ŞEKER, Murat, “ Dış Borçlanmaya Teorik Bir Bakış ve Dış Borçların Ekonomik Etkileri ” , Sosyo Ekonomi Dergisi , 2006, s.74-92. (Erişim): http://www.sosyoekonomi.hacettepe.edu.tr/060104.pdf (24.01.2009) ŞEN, Hüseyin, SARUÇ, Tolga, KESKİN, Abdullah; İktisadi Kalkınmanın Finansmanı , Ekin Kitapevi, 2008. ŞENSOY, Adnan ; Türkiye’ de Kamu Borçlarının İdaresi ve Günümüz İçin Düşünülebilecek Borç İdaresi Modelleri , Maliye Bakanlığı Bütçe ve Mali Kontrol Genel Müdürlüğü Devlet Bütçe Uzmanlığı Tezi, 1996. ŞİMŞEK, Muammer, KADILAR, Cem, “Türkiye’ de Kamu Sabit Sermaye Yatırımlarının Verimliliği: Sınır Testi ile Ekonometrik Bir Yaklaşım, 1963-2002”, Dokuz Eylül Üniversitesi İ.İ.B.F. Dergisi, Cilt 20, Sayı 1, 2005, s. 87-102. TABAN, Sami, KARA, Akif, “ Türkiye’de Kamu Kesimi İç Borçlanmasının Özel Yatırım Harcamaları Üzerine Etkisi”, Osmangazi Üniversitesi İ.İ.B.F. Dergisi, Cilt 1, Sayı 2 , 2006, s.11-26. (Erişim) : http://iibf.ogu.edu.tr/dergi/dergi/2006-2/200621.pdf (21.04.2009) 154 TURAL, Aziz ; Devlet Borçları , Ankara, Maliye ve Gümrük Bakanlığı Araştırma Planlama ve Koordinasyon Kurulu Yayını, 1992. TURHAN, İbrahim ; Kamu Kesimi Açıklarının Reel Makro Ekonomik Sonuçları ve Bankacılık Kesimine Bankacılık ve Sigortacılık Enstitüsü Etkileri , Marmara Üniversitesi Araştırma İnceleme Yazısı , Yayın No:12, 1996. TUNCA, Arda, “ Kamu Kesiminin Özel Kesimin Fon Kullanım Olanaklarını Daraltma Etkisi (Crowding - Out) ”, Banka ve Ekonomik Yorumlar Dergisi, 1993. TÜRK, İsmail; Maliye Politikası Amaçlar - Araçlar ve Çağdaş Bütçe Teorileri, Ankara, Turhan Kitabevi, 1998. TÜSİAD; 1980 Sonrasında Kaynakların Kamu ve Özel Sektör Arasında Paylaşımı ve Sonuçları , TÜSİAD Yayını, 1996. ULUATAM , Özhan ; Kamu Maliyesi, Ankara , İmaj Yayınları, 1991. ULUSOY, Ahmet; Devlet Borçlanması, Trabzon, 2001. ÜLGEN, Gülden, “ Türkiye’ de Dış Borcun Sürdürülebilirliği ”, Marmara Üniversitesi İ.İ.B.F. Dergisi, Cilt 20, Sayı 1, 2005, s.19-34. ÜNSAL, Hilmi, “ Türkiye’de Finansal Serbestleşme Sürecinde İç Borçlanma ve Sermaye Piyasası Üzerindeki Etkileri” , Gazi Üniversitesi İ.İ.B.F. Dergisi, Cilt 5 , Sayı 3, 2003, s.191-205. VARDAR, Ercüment, Türkiye’ de İç Borçlanmanın Gelişimi, Merkez Bankası Piyasalar Genel Müdürlüğü Uzmanlık Tezi , 2007. 155 YAŞA, Memduh; Devlet Borçlanması, İstanbul, 1980. YAVUZ, Nilgün, Ç., “Türkiye’ de Kamu Yatırım Harcamalarının Özel Sektör Yatırım Harcamalarını Dışlama Etkisi Üzerine Ekonometrik Bir Analiz (19902000)”, Kamu İş Yayınları , Cilt 6, Sayı ,2, 2001. (Erişim) : (http://www.kamu-is.org.tr/pdf/623.pdf) ( 07.02.2009) YELDAN , Erinç ; Küreselleşme Sürecinde Birikim ve Büyüme, İstanbul, İletişim Yayınları,2001. YILDIZ, Habip, “Türkiye’ de Kamu Kesimi Borçlanma Nedenlerinin Artış Nedenleri ve Kamu Borçlarının Boyutları” , Mevzuat Dergisi, Sayı 107, 2006. (Erişim): www.mevzuatdergisi.com/2006/11a/01.htm (05.04.2009) YURDAKUL, Funda, “ İç Kamusal Borçların Fiyatlar Üzerine Etkisi”, Gazi Üniversitesi İ.İ.B.F. Dergisi, Cilt 1, Sayı 3, 1999, s. 9-23. http://www.bumko.gov.tr/ http://evds.tcmb.gov.tr/ http://www.hazine.gov.tr/stat/yillik_borc.htm http://www.spk.gov.tr/apps/aylikbulten/index.aspx?submenuheader=-1 http://www.tcmb.gov.tr/ http://www.treasury.gov.tr/stat/e-gösterge 156 EK-1 Logaritması alınmış ve Mevsimsel Düzeltmesi Yapılmış Veriler 1989Q1 1989Q2 1989Q3 1989Q4 1990Q1 1990Q2 1990Q3 1990Q4 1991Q1 1991Q2 1991Q3 1991Q4 1992Q1 1992Q2 1992Q3 1992Q4 1993Q1 1993Q2 1993Q3 1993Q4 1994Q1 1994Q2 1994Q3 1994Q4 1995Q1 1995Q2 1995Q3 1995Q4 1996Q1 1996Q2 1996Q3 1996Q4 1997Q1 1997Q2 1997Q3 1997Q4 1998Q1 1998Q2 1998Q3 1998Q4 BOR 1.030.552 1.039.705 1.048.213 1.063.248 1.073.773 1.079.621 1.083.582 1.094.226 1.108.370 1.112.324 1.125.214 1.147.685 1.157.364 1.167.765 1.183.505 1.216.383 1.235.790 1.243.512 1.262.737 1.277.281 1.294.490 1.305.387 1.326.207 1.357.699 1.376.302 1.391.460 1.400.624 1.410.865 1.446.160 1.459.377 1.483.904 1.494.661 1.516.077 1.524.763 1.547.913 1.563.671 1.581.525 1.593.955 1.613.198 1.625.025 FAZ 4.125.520 4.002.595 4.155.753 3.974.058 3.905.401 3.915.417 3.971.612 4.071.417 4.251.918 4.389.126 4.400.235 4.425.685 4.324.662 4.442.298 4.499.143 4.529.368 4.481.872 4.457.482 4.474.720 4.474.720 4.782.814 5.542.831 4.945.492 4.865.224 4.962.635 4.633.174 4.629.863 5.011.568 5.067.897 4.850.232 4.843.399 4.865.224 4.688.960 4.860.587 4.887.337 4.948.334 4.876.494 4.645.064 4.714.025 4.950.461 KKSY 7.492.671 7.082.247 7.298.311 7.501.041 7.281.184 7.332.984 7.486.406 7.554.737 7.357.740 7.337.994 7.489.451 7.567.397 7.413.153 7.442.287 7.507.526 7.578.652 7.060.237 7.485.767 7.622.025 7.690.529 6.973.922 6.852.470 7.135.624 7.319.032 6.538.106 6.849.413 7.039.808 7.198.914 6.382.455 7.121.839 7.285.316 7.453.687 6.725.357 7.305.612 7.536.935 7.714.622 1.363.941 1.349.771 1.350.684 1.357.461 YAT 8.028.944 8.006.511 8.093.852 7.985.308 8.137.250 8.152.101 8.233.762 8.310.759 8.155.468 8.139.494 8.265.793 8.308.583 8.256.115 8.216.595 8.245.895 8.333.065 8.473.265 8.507.950 8.556.804 8.702.347 8.581.717 8.395.920 8.443.498 8.448.014 8.469.167 8.561.404 8.619.200 8.849.385 8.691.050 8.705.165 8.787.262 8.786.885 8.748.858 8.834.322 8.875.777 8.958.438 8.818.003 8.817.298 8.775.982 8.648.748 RGSMH 9.803.658 9.808.625 9.864.291 9.895.329 9.918.900 9.947.151 9.919.254 9.971.140 9.904.471 9.926.608 9.956.374 9.965.611 9.988.374 9.984.271 1.001.284 1.002.694 1.004.021 1.008.572 1.009.288 1.010.577 1.007.612 9.976.775 1.001.217 1.003.841 1.006.705 1.009.041 1.011.323 1.011.840 1.015.533 1.016.254 1.016.965 1.018.899 1.021.471 1.024.396 1.025.706 1.027.257 1.030.607 1.028.243 1.028.866 1.027.810 ENF 4.115.454 4.143.928 4.234.107 4.126.650 4.082.103 3.952.205 3.856.510 3.941.776 3.905.200 4.032.114 4.052.307 4.039.008 4.231.494 4.096.509 4.066.117 4.136.925 3.975.186 4.048.301 4.141.705 4.089.332 4.219.066 4.899.108 4.855.150 4.950.531 5.007.296 4.405.621 4.378.520 4.248.352 4.139.796 4.300.274 4.341.725 4.399.252 4.346.399 4.278.054 4.422.449 4.487.850 4.487.625 4.381.527 4.199.455 4.008.787 157 1999Q1 1999Q2 1999Q3 1999Q4 2000Q1 2000Q2 2000Q3 2000Q4 2001Q1 2001Q2 2001Q3 2001Q4 2002Q1 2002Q2 2002Q3 2002Q4 2003Q1 2003Q2 2003Q3 2003Q4 2004Q1 2004Q2 2004Q3 2004Q4 2005Q1 2005Q2 2005Q3 2005Q4 2006Q1 2006Q2 2006Q3 2006Q4 1.647.296 1.664.445 1.683.265 1.692.943 1.663.076 1.722.648 1.728.338 1.739.205 1.774.558 1.831.560 1.850.092 1.859.964 1.860.422 1.865.624 1.877.945 1.880.604 1.891.050 1.897.678 1.902.549 1.906.299 1.913.489 1.915.429 1.922.283 1.920.662 1.926.351 1.927.152 1.933.153 1.929.614 1.932.211 1.932.938 1.936.396 1.932.031 4.794.716 4.629.570 4.524.719 4.454.347 3.634.159 3.608.212 3.495.598 3.757.472 4.799.420 4.585.376 4.526.884 4.383.775 4.246.207 4.124.550 4.196.299 4.009.875 4.032.469 3.919.991 3.650.658 3.340.739 3.210.844 3.277.145 3.238.678 3.128.513 2.888.704 2.811.809 2.749.832 2.660.260 2.636.912 2.413.232 3.046.425 3.066.657 1.360.680 1.362.440 1.342.833 1.339.035 1.385.778 1.382.547 1.351.817 1.352.377 1.394.316 1.342.214 1.332.823 1.323.859 1.383.976 1.345.325 1.355.406 1.334.731 1.346.399 1.335.026 1.333.056 1.330.717 1.335.596 1.323.749 1.323.255 1.331.485 1.365.566 1.344.664 1.347.613 1.349.323 1.371.066 1.346.871 1.346.377 1.353.805 8.564.432 8.548.978 8.617.578 8.559.535 8.655.084 8.700.270 8.801.116 8.712.625 8.501.269 8.320.142 8.275.479 8.011.950 8.133.439 8.282.071 8.243.054 8.284.609 8.338.579 8.413.481 8.393.661 8.550.787 8.846.805 8.898.257 8.718.450 8.715.724 8.932.339 9.065.552 8.969.949 9.067.203 9.213.092 9.233.414 9.107.708 9.122.006 1.021.978 1.024.158 1.021.805 1.022.650 1.025.934 1.029.226 1.029.040 1.030.418 1.021.970 1.015.830 1.020.239 1.017.510 1.021.923 1.025.545 1.028.352 1.029.143 1.028.369 1.028.614 1.034.412 1.036.348 1.040.996 1.043.074 1.040.518 1.042.969 1.047.950 1.047.320 1.048.667 1.052.668 1.054.032 1.056.016 1.053.127 1.057.083 Kaynak: TCMB ; http://evds.tcmb.gov.tr/ ve TUIK; http://www.tuik.gov.tr/ adresinden tarafımızca derlenmiştir. 3.848.231 3.902.175 4.009.513 4.120.986 4.240.607 4.116.432 3.895.080 3.614.156 3.390.473 4.054.737 4.266.054 4.444.884 4.450.853 3.907.814 3.767.460 3.515.419 3.555.348 3.465.423 3.064.325 2.665.143 2.305.581 2.424.803 2.561.868 2.846.071 2.386.007 1.897.620 1.463.255 0.824175 1.581.038 2.125.848 2.535.283 2.433.613 158 ÖZET KAYA, MÜGE, Türkiye’ de 1980 Sonrası Kamu Kesimi İç Borçlanma’ sının Özel Sektör Yatırım ve Tasarrufları Üzerindeki Etkisi, Yüksek Lisans Tezi, Ankara, 2010. Borçlanma; günümüzde, hemen hemen her ülkede kullanılan önemli bir finansman aracıdır. Vergi gelirlerinin yetersiz kalması sonucu devletler artan ihtiyaçlarını karşılamak için borçlanmakta ve bu şekilde harcamalarını finanse etmektedir. Türkiye’de 1980 öncesinde kamu, finansman açıklarında Merkez Bankası kaynaklarına yönelirken, 1980 sonrasında ağırlıklı olarak iç borçlanmaya yönelmiştir. Kamunun artan oranda borçlanması sonucu borçlanma faizleri yükselmiş, böylece özel kesimin yüksek faizle fon sağlama olanakları azalmıştır. Özellikle 1990’lı yıllar boyunca konsolide bütçe gelirleri içinde yatırım harcamalarının payı azalırken, faiz ödemelerinin payı artmıştır. Böylece iç borçlanma süreci bir yandan ülkenin üretim kapasitesinin ve verimliliğinin artırılmasına engel oluşturarak üretimin azalmasına yol açmış; bir yandan da gelir dağılımı eşitsizliğini artırmıştır. Kamu açıklarının finansmanında en fazla kullanılan yöntemlerden biri olan iç borçlanma miktarı, faiz oranları, borçlanmanın kaynağı ve borcun vadesi ekonominin makro dengelerini olumsuz yönde etkilemiştir. Türkiye’de devletin aşırı derecede borçlanması, Türkiye ekonomisinde yaşanan krizlerin de en önemli nedeni olmuştur. Bu kapsamda çalışmada 1980-2006 yılları arasında iç borçların gelişimi neticesinde iç borçların etkileri ele alınarak incelenmektedir. Çalışmanın amacı; 1980 sonrası artan kamu kesimi iç borçlanmasının özel sektör yatırım ve tasarrufları üzerindeki etkisini tespit etmektir. Özellikle iç borçlanmaya bağlı olarak artan iç borç faiz oranlarının özel yatırımlar üzerinde azaltıcı etkisinin 159 olduğu görülmüştür. Çalışmada 1989-2006 yılları arasındaki iç borçların ekonomik etkileri özellikle yatırımlarda meydana gelen değişmeler ele alınarak değerlendirilmeye çalışılmıştır. Sonuç olarak, devletin iç piyasalardan borçlanması; borçlanmanın maliyeti olan faizlerin artmasına ve dolayısıyla özel sektörce reel ekonomide yapılması planlanan yatırımların dışlanarak, tasarrufların kamu borçlanma kağıtlarına yönelmesine sebep olurken, ulusal tasarrufların kamu açıklarının finansmanında kullanılması, kamu kesiminin borçlanma gereksinimini daha da maliyetli hale getirip özel sektör yatırımları üzerinde bir dışlama etkisi meydana getirmiştir. Anahtar Sözcükler: 1. İç Borçlanma 2. Faiz Oranları 3. Rakip Yatırımlar 4. Dışlama 5. Kamu Kesimi Borçlanma Gereği 160 ABSTRACT KAYA, MÜGE, Effect of Public Sector Internal Borrowing in Turkey after 1980s on Public Sector Investment and Saving, Master Thesis, Ankara 2010. Borrowing is an important financing instrument that has been used almost in each country. As a result of insufficient tax revenues, governments have been become indebted to cover their current needs and in this way, they have been financing their own expenditures Prior to 1980, in Turkey, the public had been tended to the resources of Central Bank in terms of deficit and after 1980, the public had been mostly tended to the internal borrowing. As a result of the increasingly borrowing of the public, interests rates were increased and thus, the possibilities with the high interest rate of the private sector funding were decreased. Particularly, during the 1990s, the shares of investment spending have decreased within the consolidated budget incomes and thus, the shares of interest payment have increased. In this way, on one hand, the internal borrowing process has prevented the production capacity of the country and effectiveness of the production capacity and on the other hand, the income inequality has been increased. One of the mostly used methods of financing public deficits, the internal borrowing has affected negatively the interest rates, the debt resources and the macro equilibriums of the economy. The extremely borrowing of the government in Turkey has become the most important reason of the current crisis in the economy of Turkey. In this scope, as a result of the development of the internal borrowing between the years of 1980-2006, the effects of the internal borrowing have been reviewing in this study. The purpose of this study has determined the 161 effect of the internal borrowing of the public sector that has been increased after 1980 on the investment and saving of the private sector. Particularly, it has been seen that the internal interest rate that is increasing in complying with the internal borrowing has the dimmer effect on the private investment. In the study, the economical effects of the internal borrowings between the years of 1989-2006 and in particular the changes on the investments have been attempted to review. As a consequence, the internal market borrowing has increased the interest that is the cost of the borrowing and accordingly, it has caused that the investments that have been planned to be done in the reel economy through the private sector and crowding out of the investments as well as it has been caused that the savings have been tended to the public borrowing papers by crowding out and on the other hand, the internal borrowing documents of the state domestic borrowing documents have been obtained to finance the public deficits. Through the budget friendly for the public sector borrowing necessity, the crowding out effect has been occurred on the public sector investment. Key Words: 1. Internal Borrowing 2. Interest Rates 3. Rival Investments 4. Crowding out 5. PSBR