TBMM 24 . 1 . 2008 B:54 0:1 iken, bazı bölgelerde su kaynaklarımız, su potansiyelimiz çok çok düşük. Dolayısıyla, Türkiye'nin, kalkınmakta olan bir ülke olarak, gelişmekte olan bir ülke olarak, sanayileşen bir ülke olarak su kay­ naklarını, su potansiyelini çok iyi bir biçimde koruyabilmesi, kullanabilmesi, dengeli bir biçimde kullanabilmesi ve su kaynaklarını kesinlikle ve kesinlikle kirletmemesi gerekiyor. Yani, sanayileşme adına, fabrikalılaşma adına, Türkiye'nin, su kaynaklarının kirletilmesinden ödün vermemesi gereki­ yor. Bu süreç, yeni başlayan bir süreç değil. Sanayileşme başladığı günden itibaren, Türkiye'de su kaynaklarının kirlenmesi hep Türkiye'nin gündeminde. Ama, artık öyle bir noktaya geldi ki, Ergene Nehri'nin kirlenmesi, Gediz'in kirlenmesi, Van Gölü'nün kirlenmesi bir çevre problemi olmaktan çıktı. Bunlar, artık bizim için bir çevre sorunu değil ve sadece çevrecilerin savunduğu, seslerini yük­ selterek ifade ettiği bir sorun değil. Bu sorunlar, artık bizim için ekmek sorunu hâline geldi. Yani, Ge­ diz'in kirlenmesi, Gediz'in ekmek verdiği, bereket verdiği insanların ekmeğinin azalmasına sebep oluyor. Ergene'nin kirlenmesi, Ergene Nehri'nin ekmek verdiği -sulayarak ekmek verdiği- 800 bin insanın ekmeğinin küçülmesine sebep oluyor. Yani, artık, bu sorun, yaşamsal bir sorun hâline geldi ve başta Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak, bizler ve bu ülkeyi yöneten herkes bu sorunu gör­ mezliğe gelmek, hafife almak, ertelemek gibi bir lükse sahip değiliz. 22'nci Dönem Parlamentosunda Türkiye Büyük Millet Meclisinin 550 milletvekilinin tamamı­ nın elini kaldırarak, oy vererek kurmuş olduğu bir Ergene Nehri kirliliği araştırma komisyonu görev yaptı ve gerçekten de, mükemmel bir görev yaptı, çok ciddi bir görev yaptı, çok ciddi de bir rapor hazırladı; çözüme yönelik önerileri içeren, Bakanlar Kuruluna ve yürütmeye teklifte bulunan, teklif sunan, mükemmel de bir rapor hazırladı. Emeği geçen herkese teşekkür ediyorum. Ama, o rapor şimdi nerede biliyor musunuz değerli arkadaşlarım? O rapor, şimdi Meclisin tozlu raflarında. Bu süreç içerisinde, o günün Türkiye'de suyun en büyük patronu olan Devlet Su İşleri Genel Müdürü­ müz şu an Çevre Bakanımız ve o süreci, Ergene ile ilgili komisyonun çalışma sürecini yakinen takip etmiş ve bürokrat olarak da ciddi katkılar yapmaya gayret etmiş olan bir arkadaşımız ve o günlerde "Sayın Başbakan bana yetki versin, ben Devlet Su İşleri Genel Müdürü olarak üç yılda bu sorunu çözerim." deme yürekliliğini göstermiş bir arkadaşımız. Şimdi, Sayın Başbakan Sayın Bakana yetki verdi, onu aldı, Bakan yaptı ve bizim de, çok fazla beklemeye tahammülümüz yok, bu soruna daha fazla katlanmaya tahammülümüz yok. Ağır metal saçan ve Trakya'da kanser vakalarını artıran -dev­ letin rakamlarında bellidir- bu soruna Trakyalılar olarak daha fazla katlanmaya tahammülümüz yok. Netice itibarıyla, biz, şu an, Dünya Su Konseyiyle ilgili bir anlaşmanın onaylanması noktasında bir irade beyan ediyoruz. Ama maalesef, az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin bütün tipik özel­ liklerini, şu ana kadar bu konuda göstermiş durumdayız. Hâlâ ülkemizde su ile ilgili ne yapacağımıza, nasıl yapacağımıza dair oluşmuş bir konsensüs yok. Bir yetki karmaşası, bir denetleme karmaşası ve kirleten kirlettiğiyle kalıyor. Geçtiğimiz dönem, 22'nci Dönem Parlamentosunda bir Çevre Yasası çıkardık. O Yasa'nın ha­ zırlanmasında, komisyonda ve alt komisyonda görev yaptım ve bütün ülke bir heyecana boğuldu; bu Çevre Yasası çıkarsa işte, nehirlerimiz temizlenecek. O günün Çevre Bakanı da böyle bir imajı, böyle bir düşünceyi, hep Parlamentoya ve kamuoyuna pompaladı ve o günlerde hatırlarsınız, bir varil me­ selesi çıktı basında. Çevre Yasası çıktı, şimdi soruyorum, hiç varil atılmıyor mu artık, Türkiye'de? Sadece İstanbul'da 1.5 milyon ton zehirli atık üreten bir ekonomide variller nereye gitti? Yeni yakma tesisleri mi yaptık? Yeni ilave yatırımlar mı yaptık? Ama sorun gündemde değil, sorun bitti mi? Hayır bitmedi, sorun büyüyerek devam ediyor. Sadece, biz sorunu görmüyoruz ve göstermiyoruz. -57-