T.C. ANADOLU ÜNİVERSİTESİ YAYINI NO: 2852 AÇIKÖĞRETİM FAKÜLTESİ YAYINI NO: 1809 PORTFÖY YÖNETİMİ Yazarlar Prof.Dr. Turhan KORKMAZ (Ünite 1, 3, 4, 6, 7, 8) Prof.Dr. Nurhan AYDIN (Ünite 2) Prof.Dr. Güven SAYILGAN (Ünite 5) Editör Doç.Dr. Mehmet BAŞAR ANADOLU ÜNİVERSİTESİ i Bu kitabın basım, yayım ve satış hakları Anadolu Üniversitesine aittir. “Uzaktan Öğretim” tekniğine uygun olarak hazırlanan bu kitabın bütün hakları saklıdır. İlgili kuruluştan izin almadan kitabın tümü ya da bölümleri mekanik, elektronik, fotokopi, manyetik kayıt veya başka şekillerde çoğaltılamaz, basılamaz ve dağıtılamaz. Copyright © 2013 by Anadolu University All rights reserved No part of this book may be reproduced or stored in a retrieval system, or transmitted in any form or by any means mechanical, electronic, photocopy, magnetic tape or otherwise, without permission in writing from the University. UZAKTAN ÖĞRETİM TASARIM BİRİMİ Genel Koordinatör Doç.Dr. Müjgan Bozkaya Genel Koordinatör Yardımcısı Doç.Dr. Hasan Çalışkan Öğretim Tasarımcıları Yrd.Doç.Dr. Seçil Banar Öğr.Gör.Dr. Mediha Tezcan Grafik Tasarım Yönetmenleri Prof. Tevfik Fikret Uçar Öğr.Gör. Cemalettin Yıldız Öğr.Gör. Nilgün Salur Kitap Koordinasyon Birimi Uzm. Nermin Özgür Kapak Düzeni Prof. Tevfik Fikret Uçar Öğr.Gör. Cemalettin Yıldız Grafikerler Gülşah Karabulut Kenan Çetinkaya Özlem Ceylan Dizgi Açıköğretim Fakültesi Dizgi Ekibi Portföy Yönetimi ISBN 978-975-06-1517-7 1. Baskı Bu kitap ANADOLU ÜNİVERSİTESİ Web-Ofset Tesislerinde 20.000 adet basılmıştır. ESKİŞEHİR, Ocak 2013 ii İçindekiler Önsöz 1. Portföy Yönetimi .... iv . 2 2. Yatırım Araçları, Risk ve Getiri Hesaplamaları 36 3. Geleneksel Portföy Yönetimi 70 4. Modern Portföy Yönetimi .. 94 5. Endeks (Faktör) Modelleri 124 6. Portföy Oluşturmada Temel ve Teknik Analizin Kullanılması 146 7. Portföy Yönetim Stratejileri .. 178 8. Portföy Performansının Ölçülmesi . 196 iii Önsöz Günümüzde sermaye piyasaları, araçları ve kurumları ile birlikte hızlı bir değişim göstermektedir. Bununla birlikte uluslararası finansal piyasalarda yaşanan krizler, menkul kıymet borsalarının değer kaybetmesine neden olurken, yatırımcılar açısından finansal okuryazarlığın ve portföy yönetimi konularının önemini arttırmıştır. Portföy Yönetimi adlı bu kitap, öğrencilerimizin yanı sıra, yaşam boyu öğrenme sürecinde her gün önemli sayıda alım satım kararı veren uygulamacılara da yardımcı olması amacıyla hazırlanmıştır. Kitapta üç temel amaç gözetilmiştir. Bunlardan ilki, menkul kıymetler ve portföy yönetimi ile ilgili temel kavramları ve prensipleri anlatmak, ikincisi portföy yönetimi ile uygulamada karşılaşılan temel sorunlara uygun çözümler getirecek bilgi düzeyini arttırmak, üçüncüsü ise finansal aracı kurumlarda veya organize menkul kıymet borsalarında çalışmaya yönelik özgüven düzeyini sağlayacak sermaye piyasaları ve menkul kıymetler bilgisine sahip öğrenciler yetiştirmektir. Bu amaçlar doğrultusunda, kitapta yer alan 8 ünite sadece teorik boyutuyla ele alınmamış, aynı zamanda sıra sizde, yaşamın içinden ve diğer yönlendirmelerle öğrencilerin uygulamayı takip etmelerine yardımcı olunmasına çalışılmıştır. Kitap, yazarlarımız, öğretim ve grafik tasarım ekiplerimiz olmak üzere, geniş bir grubun özverili çalışmasıyla ortaya çıkmıştır. Başta yazarlarımız olmak üzere, emeği geçenlere teşekkür eder, öğrencilerimize ve kullanıcılara yardımcı olmasını temenni ederim. Editör Doç.Dr. Mehmet BAŞAR iv 1 Amaçlarımız Bu üniteyi tamamladıktan sonra; Portföy yönetimini açıklayabilecek, Portföy yönetimi sürecini açıklayabilecek, Portföy çeşitlerini açıklayabilecek, Risk ve beklenen getiri ile ilgili işlemleri yapabilecek, Risk karşısında yatırımcıların tutumlarını ve portföy tercihlerini anlayabilecek bilgi ve becerilere sahip olabilirsiniz. Anahtar Kavramlar Portföy Fayda Fonkisyonu Portföy Yönetimi Yatırımcı Tipleri Portföy Çeşitleri Sistematik Risk Risk Toplam Risk Beklenen Getiri Sistematik Olmayan Risk Standart Sapma Beta İçindekiler Giriş Portföy Kavramı Portföy Yönetimi ve Yasal Düzenlemeler Portföy Yönetim Süreci Portföy Çeşitleri Risk ve Beklenen Getiri Fayda Fonksiyonu ve Yatırımcı Tipleri Yatırımlarla İlgili Riskler ve Toplam Riskin Kaynakları 2 Portföy Yönetimi GİRİŞ Portföy, birden fazla menkul kıymetin bir araya getirilmesiyle oluşan yeni bir finansal varlık olarak tanımlanabilir. Portföyü oluşturan finansal varlıklar arasındaki ilişki nedeniyle portföy, kendine öz, ölçülebilir nitelikleri olan bir varlık olarak değerlendirilmelidir. Portföy yönetimi ise, finansal varlıklardan oluşturulan portföylerin yatırımcılar adına, yatırımcıların belirlediği risk oranı ve süre çerçevesinde maksimum verimi sağlayacak şekilde vekil sıfatı ile yönetilmesidir. Maksimum verimi sağlayacak şekilde yönetilen portföylerin oluşturulmasında ve yönetilmesinde en önemli amaç, riski düşürmektir. Portföy teorisinde buna “çeşitlendirme etkisi” denilmektedir. Yatırımcıların risk karşısındaki tutumları ise farklılık göstermektedir. Bu farklılığa göre kimi yatırımcılar aşırı risk alırken, kimileri riskten kaçınmakta veya risk karşısında kayıtsız kalmaktadır. Yatırımcıların riske karşı tutumları portföy tercihlerini etkilemektedir. Risk almak isteyen yatırımcılar, hisse senedi ve türev ürünler gibi riskli varlıkları tercih ederken, riskten kaçınan yatırımcılar daha çok tahvil gibi riski düşük olan yatırım araçlarını tercih etmektedirler. Yatırımcıların bu amaçlarını gerçekleştirebilmesi için, portföye dâhil edecekleri menkul kıymetlerin seçimi ve yatırım tutarlarının belirlenmesi önemli bir unsuru oluşturmaktadır. Ayrıca, portföylerin getirileri ile riskleri ölçülerek portföye ilişkin beklentilerin karşılanıp karşılanmadığı tespit edilmelidir. Menkul kıymetlerden oluşan portföylerin risk içermesi nedeniyle, portföy yönetim sürecinin bilimsel bir yöntem ile profesyonelce yapılması gerekmektedir. PORTFÖY KAVRAMI Finansal piyasaların temel fonksiyonu, gelirlerinden daha az harcamada bulunarak tasarruf yaratan ekonomik birimlerle, gelirlerinden fazla harcama yapma eğiliminde bulunan tasarruf açığına sahip ekonomik birimler arasında fon transferini sağlamaktır. Yatırımcılar tasarruflarını finansal piyasalarda değerlendirerek gelir elde etmeyi amaçlarlar. Finansal piyasalar; para piyasası, sermaye piyasası, türev piyasası, altın piyasası ve döviz piyasasından oluşur. Para piyasası kısa vadeli fon arz ve talebinin karşılaştığı yerlerdir. Sermaye piyasası ise orta ve uzun vadeli fon arz ve talebinin karşılaştığı yerler olarak tanımlanır. Türev piyasalar ise, forward, futures, opsiyon ve swap işlemlerinin yapıldığı piyasalardan oluşur. Türev piyasalar, spekülatif yatırımların yanı sıra riskten korunma (hedging) amacına da hizmet eden piyasalardır. Para, sermaye ve türev piyasaların gelişmişliği ile ülkelerin ekonomik gelişmişlikleri arasında önemli bir ilişki olduğu da bilinmektedir. Yatırımcılar finansal piyasalarda hisse senedi, tahvil, varant, finansman bonosu, varlığa dayalı menkul kıymet, repo, döviz, altın gibi değişik varlıklara yatırım yaparak portföy oluştururlar. Portföy, kelime anlamı olarak «cüzdan» demektir. Menkul kıymetler açısından ise portföy, menkul kıymetlerden oluşan bir topluluğu ifade etmekle birlikte birden fazla finansal varlığın bir araya getirilmesiyle oluşan yeni finansal varlık olarak tanımlanmaktadır. Daha geniş bir tanımla portföy, çeşitli menkul kıymetlerden meydana gelen, ağırlıklı olarak hisse senedi, tahvil gibi menkul kıymetler ve türev ürünlerden oluşan, belirli bir kişi veya grubun elinde bulunan finansal nitelikteki kıymetler olarak da ifade edilebilir. 3 Bilindiği gibi, menkul kıymetlere yatırım, belirli amaçları gerçekleştirmek için yapılmaktadır. Her ne kadar, portföy, belirli menkul kıymetlerden oluşsa da menkul kıymetler arasında bir ilişki olduğundan, portföy, kendine öz, ölçülebilir nitelikleri olan bir varlıktır. Bu nedenle, portföy içerdiği menkul kıymetlerin basit bir toplamı değildir. PORTFÖY YÖNETİMİ VE YASAL DÜZENLEMELER Portföy yönetimi, finansal araçlardan oluşturulan portföylerin müşteri adına, müşterinin belirlediği risk oranı ve süre çerçevesinde maksimum verimi sağlayacak şekilde, vekil sıfatı ile yönetilmesidir. Portföy yönetimi, yatırımcının amacını gerçekleştirmek için yaptığı girişimlerin tümünü içermektedir. Başka bir deyişle, portföy yönetimi, yatırımcının sahip olduğu toplam menkul kıymetlerin seçimi ve her birinden ne miktarda portföye dahil edileceği konusundaki belli yöntem ve teknikleri kapsamaktadır. Yatırımcıların ihtiyaçları risk olarak ifade edilmektedir. Portföy yöneticisi, alınan riske uygun olarak yatırımcının karlılığını maksimum yapmaya çalışmaktadır. Portföy yönetiminde en temel amaç, yüklenilen riskin çeşitlendirme yoluyla düşürülmesidir. Bu durum «yumurtaların hepsini aynı sepete koymamak» şeklinde özetlenebilir. Başarılı bir portföy yönetimi ile özellikle küçük tasarruf sahiplerinin zarara uğramaları önlenebilir, tasarrufların sermaye piyasalarında değerlendirilmesi teşvik edilebilir ve böylece fonların işletmelere transferi sağlanabilir. Portföy Yönetimi ile İlgili Yasal Düzenlemeler: Portföy yönetimi yatırımcının kendisi tarafından yapabileceği gibi, profesyonel portföy yönetim hizmeti sunan finansal kurumlara da devredebilir. Bilindiği gibi, ekonominin dinamik yapısı gereği, zamanla ekonomik koşullar değişebilmektedir. Dolayısıyla, yatırımcıların menkul kıymetleri portföyden çıkarıp satmaları, yerlerine yenilerini almaları gerekebilir. Portföyden hangi kıymetlerin ne zaman satılacağı ve yerlerine hangi kıymetlerin ne zaman alınacağına karar vermek, uzmanlık ve sorumluluk isteyen bir iştir. Bu nedenle, «portföy yöneticiliği faaliyetleri» yetkili kurullardan gerekli izinleri almış bankalar ve uzman kuruluşlar tarafından yapılmaktadır. Dolayısıyla portföy yönetiminde, risk ve getiriye karşı gösterilen tutum çerçevesinde portföy içine hangi varlıkların hangi oranlarda gireceğine ve zamanla değişen ekonomik koşullara bağlı olarak hangi varlıkların portföyden çıkarılacağına karar verilmesi temel unsuru oluşturmaktadır. Bu durum da portföyün etkin bir şekilde yönetilmesini gerekli kılmaktadır. Türkiye'de 1992 yılına kadar yasal anlamda yeterli düzenlemeler olmadığından, portföy yönetimi, bizzat yatırımcının kendisi tarafından yapılmaya çalışılmıştır. Bilindiği gibi, Sermaye Piyasası Kurulu (SPK), piyasada, güven ve istikrarın sağlanması amacıyla, profesyonel portföy yöneticiliğinin Türkiye'de de yerleşmesini sağlayan çalışmalar yapmaktadır. Bu açıdan, Türkiye'de portföy yönetimi ve yatırım danışmanlığı yasal bir çerçeveye oturtulmuştur. Yasal düzenlemelerin hemen ardından, sermaye piyasasında faaliyet gösteren birçok aracı kurum, profesyonel portföy yöneticiliği belgesini almış ve müşterilerine portföy yönetimi hizmeti sunmaya başlamıştır. Resmi Gazetenin 13 Mayıs 1992 tarih ve 21227 sayılı nüshasında Sermaye Piyasası Kanunu'ndaki değişiklikler yer almıştır. Buna göre, küçük tasarruf sahiplerini korumak amacıyla aracı kuruluşlara müşteri portföylerini yönetme görevi de verilmiştir. Müşteri Portföyü Yönetimi faaliyeti, ayrıca, 14 Ocak 1993 tarihli 21465 sayılı Resmi Gazete'de, "Portföy Yöneticiliği Faaliyetlerine ve Bu Faaliyette Bulunacak Kurumlara İlişkin Esaslar" Tebliği'nde (Seri V No:59) etraflıca açıklanmıştır. Söz konusu tebliğde değişen ihtiyaç ve gelişmelere göre değişikler yapılmıştır. Bu tebliğe göre; portföy yöneticiliği; finansal varlıklardan oluşan portföylerin, her bir müşteri adına, müşterilerle yapılacak portföy yönetim sözleşmesi çerçevesinde maddi bir menfaat sağlamak üzere vekil sıfatıyla yönetilmesidir. Bu faaliyet, Sermaye Piyasası Kurulu'ndan yetki belgesi almış «portföy yönetim şirketleri», «aracı kuruluşlar», «girişim sermayesi yatırım ortaklıkları» ve «mevduat kabul etmeyen bankalar» tarafından yapılabilecektir. Böylece, SPK, portföy yönetme hakkını aracı kurumlar ve bu konuda özel olarak kurulacak şirketlere tanımıştır. Portföy saklama kuruluşları; portföy yönetim şirketi müşterilerine ait finansal varlıkların saklanması, kayıtlarının tutulması, varlık ve nakit hareketlerinin idaresi ve kontrolü faaliyetlerini yürüten 4 ve SPK tarafından çıkarılan Tebliğin 19. maddesinde sayılan nitelikleri taşıyan bankalardır. Portföy saklama kuruluşları Takasbank’ın saklama hizmeti sunduğu varlıkları Takasbank nezdinde izlemek zorundadır. Portföy yönetimi faaliyetinde bulunacak yetkili kurumlar ise aşağıdaki hususlara uymak zorundadırlar: • Müşterinin yazılı bir emri olmadan, portföye, piyasa değerinin üstünde sermaye piyasası aracı satın alamazlar ve portföyden piyasa değerinin altında bir fiyatla sermaye piyasası aracı satamazlar. • Sözleşmede aksine bir hüküm yoksa kendi portföylerinden müşteri portföyüne, müşteri portföyünden kendi portföylerine alım satımda bulunamazlar. Müşteri menfaatleriyle kendi menfaatleri arasında çatışma olan durumlarda müşteri lehine davranmak zorundadırlar. • Portföy yönetimi yapan şirketlerin yanlarında çalıştırdıkları kişiler, kendi nam ve hesaplarına işlem yapamazlar. • Yetkili kurumlar, müşterilerine, portföyün önceden saptanmış belirli bir getiriyi sağlayacağına dair sözlü veya yazılı garanti veremezler. Garantili yatırım fonlarında garantiye veya koruma amaçlı yatırım fonlarında hedeflenen korumaya ve getiriye ilişkin olarak içtüzük ve izahnamede belirlenenlerin ötesinde bir açıklamada bulunamazlar. • Müşterilerin risk-getiri tercihlerini belirlemek, bu belirlemelere yönelik yazılı belge düzenlemek, söz konusu belgeleri sözleşmeyle birlikte saklamak, portföyleri bunlara uygun oluşturmak ve yönetmek zorundadırlar. • Müşterilerin piyasa hakkında bilgisizlik ya da tecrübesizliklerinden yararlanıp bunların alımsatım kararlarını etkileyerek kendi lehlerine kazanç sağlamak amacıyla, müşterilerin gereksiz alım-satım yapmalarına ortam hazırlayamaz ve bu fiilin üçüncü şahıslar tarafından gerçekleştirilmesine herhangi bir şekilde yardımcı olamazlar. • Yazılı, basılı veya sözlü biçimde müşterilere duyurulacak ve yatırım kararlarını etkileyebilecek nitelikte olan araştırma sonuçlarını, müşterilerine duyurmadan önce kendileri veya üçüncü şahıslar lehine kullanamazlar. Bu ilkelere uymak zorunda olan yetkili kurumlar, müşterileriyle yazılı bir sözleşme yaparlar. Sözleşmede SPK’nın gerekli gördüğü asgari hükümlere yer verilir. Söz konusu hükümlerin bazıları şunlardır: • Portföyün hangi yatırım araçlarından oluşacağı ve nakit olarak tutulacak azami oran, • Portföyün içerdiği sermaye piyasası araçlarının değerleme esasları, • Alınıp satılması istenmeyen sermaye piyasası araçları, • Portföye dâhil sermaye piyasası araçlarının içerdiği hakların kullanılması ile ilgili hususlar, • Portföy hesabına yapılacak alım satımlarda birlikte çalışılacak aracı kuruluşların unvanları, • Saklama ve sigorta hizmetleri, • Müşteri emirlerinin ne şekilde alınacağı, • Sözleşmenin fesih şekli, • Yetkili kurumu, müşteriyi, portföy yöneticisini tanıtıcı bilgiler ve imzalar. Portföy yöneticisinin, kurumdan ayrılması durumunda yetkili kurum, müşterilerine yazılı olarak bilgi vermek zorundadır. Bilimsellik ve uzmanlık gerektiren portföy yönetimi, belli bir politika çerçevesinde yürütülür. Risk, verim ve değer artış faktörlerinin bir veya ikisine ağırlık verilmek suretiyle yürütülen bu politika, portföyün sahibi olan yatırımcı tarafından belirlenir ve portföy yöneticisine bildirilir. Ancak, yatırım 5 politikasının belirlenmesinde en önemli rolü portföy yöneticisi oynar. Portföy yöneticisi, yatırımcının amacının belirlenmesini sağlayabileceği gibi, yatırımcının risk karşısındaki durumunu da ortaya koyarak, yatırım kararlarının alınmasına yardımcı olabilir. Menkul kıymetlerle ilgili olarak, temettü, tahvil faizi ve benzeri gelirlerin zamanında toplanıp değerlendirilmesi, tahvil vadelerinin izlenmesi, vadesi gelen kazançların tahsili, portföyün yapısında değişiklik yapılması gibi işler dikkatle takip edilmelidir. Çünkü bu işlemler, yatırımcının çıkarlarını önemli derecede etkileyebilmektedir. Genel olarak, yatırımcılar, sahip oldukları portföylerin yönetimini iki şekilde yöneticilere bırakırlar. 1. Portföy yöneticiye emanet edilmekte, ancak yöneticiye karar yetkisi verilmemektedir. Bu takdirde, yönetici, portföy sahibinin her türlü emrini yerine getiren, genelde pasif bir kişi durumundadır. Yönetici, yatırımcının verdiği emirlere dayanan alım-satım işlerini sonuçlandırır. Bütün bu işlerde emir verme ve karar alma yetkisi portföy sahibine aittir. Temettü ve faizlerin toplanması, itfa edilen tahvillerin bedellerinin zamanında tahsili gibi rutin işler, yönetici tarafından emir verilmeden yapılmaktadır. Söz konusu yönetim şeklinin bazı sakıncaları olabilir. Bilindiği gibi, finansal piyasalarda çok kısa bir zaman diliminde büyük değişmeler, iniş ve çıkışlar yaşanabilmektedir. Bu nedenle, fırsatların değerlendirilmesi veya kayıpların azaltılması, ancak yatırımcının kendisinden gelecek emre bağlı olduğundan, özellikle, zamanlama hatası yapılabilmektedir. 2. Portföy yönetiminde ikinci uygulama, portföy yöneticisinin menkul kıymetler üzerinde tam olarak yetkili kılınmasıdır. Bu durumda, portföyün gerçek sahibi yoktur. Ancak, yönetici, yasal olmamakla birlikte portföyün sahibi gibi davranabilir. Portföy sahibi ile yönetici arasındaki ilişkiler, aralarında yapacakları bir sözleşme ile düzenlenir. Sözleşmeyle yöneticiye her türlü yetki verilebilir. Bu durumda yönetici, portföydeki dilediği menkul kıymeti satar, dilediği menkul kıymetleri portföye alabilir. Yönetici, portföydeki menkul kıymetlerin sağladığı hakları kullanır veya satar. Kısaca; yönetici, bir sözleşme ile portföyün gerçek sahibi gibi, portföy ile ilgili tüm işlemleri yapabilir. Bu ikinci portföy yönetim şeklinin, alım ve satım karalarında hızlılığı sağlanması bakımından büyük yararları vardır. Zaten, bu yönetim şekli, birinci tür uygulamanın eksikliklerini giderici olması nedeniyle daha etkindir. Çünkü piyasanın eğilimlerini değerlendirmek, tam zamanında satış veya alıma geçmenin getirdiği fırsatlar, çoğu zaman önemli olmaktadır. Oysa birinci durumda, uygun zamanın kaçırılması veya gelir kaybına uğranması her zaman mümkündür. Olumsuz gelişmeler karşısında yatırımcı kayıplarla karşılaştığı zaman, yöneticinin de başarısız olduğu ileri sürülemez. Daha önce de belirtildiği gibi, emri veren yatırımcıdır ve başarısız olan aslen yatırımcının kendisidir. PORTFÖY YÖNETİM SÜRECİ Portföy yönetim sürecinde; yatırımcıya özel yatırım politikalarının belirlenmesi, yatırıma yönelik stratejiler geliştirilmesi, piyasa koşulları, yatırım araçlarının değerleri ve yatırımcının sürekli göz önünde bulundurulması, değişen koşullara göre portföy kompozisyonunda değişiklikler yapılması ve müşterilerin düzenli olarak bilgilendirilmesi gerekmektedir. Söz konusu süreç karar verirken sıralı bir analizi içermektedir. Buna göre portföy yönetim süreci birbirini takip eden 5 aşamadan oluşmaktadır: 1. Portföy planlaması, 2. Yatırım analizi, 3. Portföy seçimi, 4. Portföy değerlemesi, 5. Portföy revizyonudur. Söz konusu aşamaları ve aşamalar arasındaki ilişkileri Şekil 1.1’deki gibi göstermek mümkündür. 6 Şekil 1.1: Portföy Yönetim Süreci 1. Portföy Planlaması Bu süreçteki başlangıç noktası, çeşitli yatırım olanaklarının özelliklerinin belirlenmesi ve yatırımcıların ihtiyaç ve tercihleri doğrultusunda eşleştirilmesidir. Portföy planlaması aşamasında yatırımcının risk, getiri ve vade beklentileri doğrultusunda yatırım ölçütleri belirlenir. Ayrıca, mevcut finansal durum ve finansal piyasalaradaki koşullar dikkatli bir şekilde gözden geçirilir. Gerekli hallerde portföy planlaması yeniden yapılarak, portföyün içeriği tamamen değiştirilerek yeni bir portföy oluşturulur. Portföy planlaması aşaması aşağıdaki konuları kapsamaktadır. 1. Yatırımcının durumunun incelenmesi, 2. Yatırım uzmanının veya portföy yöneticisinin durumunun saptanması, 3. Yatırımcı adına faaliyette bulunan portföy yöneticisine yol gösterecek yatırım ölçütlerinin saptanmasıdır. Yatırımcının durumu incelenirken; yatırım süresinin açıklanması, yatırımcının isteklerinin ve amaçlarının belirtilmesi, yatırım süresince meydana gelecek fon hareketlerinin tahmini gerekmektedir. Yatırımcının finansal amaçları; güvenlik, karlılık ve likidite olarak sayılabilir. Ayrıca yatırımcı ne kadarlık riski kabul edebileceği ve yatırımın vadesini de bu aşamada planlamış olmalıdır. Yatırımcıyla ilgili tüm bu bilgiler, sağlıklı bir portföy oluşturulmasına yardımcı olacaktır. Portföy yöneticisinin durumu değerlendirilirken; yatırımcının kendisinin oluşturduğu portföyden sağlayabileceği sonuçlardan daha iyi sonuçlar alması veya geçerliliği kanıtlanmış tesadüfî yatırım yöntemleri ile sağlanabilecek sonuçlardan daha iyi sonuçlar alması gibi faktörlerin incelenmesi gerekmektedir. Konuya özellikle yatırımcılar açısından bakılırsa, portföy yöneticisinin görevi ve sorumluluğu daha da açıklık kazanmaktadır. Buna göre portföy yöneticisinin temel hedefi, yönetimi altındaki portföylerin ya da yatırım fonlarının getirilerinin maksimize edilmesi olarak ifade edilebilir. 7 Yatırımcının gerçekleşmesini arzu ettiği amaca ve yatırımcı adına faaliyette bulunan portföy yöneticisinin ulaşmak istediği sonuca yönelik yatırım ölçütünün saptanması, portföy planlamasının son aşamasını oluşturmaktadır. Portföy yöneticisi, yatırım ölçütünü hem yatırımcının hedeflerine, hem de kendi beklentilerine cevap verecek şekilde belirlemelidir. 2. Yatırım Analizi Portföy yönetiminin ikinci aşamasını yatırım analizi oluşturmaktadır. Yatırım analizi, portföye alınacak menkul kıymetlerin niteliklerinin incelenmesi, ölçülmesi, belirli bir süre içinde değişik menkul kıymetlerin performanslarının ne olabileceğinin nicel olarak tahmin edilmesidir. Bu analizde, önemli olan, sadece yatırım yapılabilecek finansal varlıkların geçmiş performanslarının incelenmesi ve değerlendirilmesi değildir. Buna ilave olarak, çeşitli bilgilerden yararlanılarak, ileriye dönük matematiksel tahminlerin yapılması da gerekir. Bu tür hesaplamalarla, yatırım için uluslararası veya ulusal ekonomik, sosyal ve politik şartların uygun olup olmadığı ortaya konulabilir. Ekonomik durum olarak, hükümetin para ve mali politikaları, enflasyon, faiz oranları, ekonomi ve sektörel büyüme oranları, gayri safi milli hâsıla, ödemeler dengesi ve uluslararası gelişmeler dikkate alınmalıdır. Ekonomik, sosyal ve politik durum, yatırım için elverişli ise, daha sonra, hangi endüstrilerin geleceğinin daha iyi olacağına yönelik analizler yapılmalıdır. Burada hangi endüstrilerin gelecekte daha iyi getiri fırsatı yaratabileceğini analiz edebilmek için sektörün karlılık durumu, büyüme oranı, pazar büyüklüğü, rekabet koşulları ve yasal uygulamalarına bakmak gerekecektir. Söz konusu değişkenler doğrultusunda sektörün konumunun belirlenmesi ve gelecekteki görünümü hakkında bilgi sahibi olunarak sektörü diğer sektörlerle de karşılaştırarak yatırım yapma imkânı sağlanabilmektedir. Daha sonraki aşamada ise, belirlenen endüstride hangi işletmelerin menkul kıymetlerine yatırım yapılacağının tespit edilmesi gerekmektedir. Yatırım yapılacak işletmelerin seçiminde temel analiz ve teknik analiz yöntemlerinden yararlanılır. Temel analiz hangi işletmeye yatırım yapılacağına, teknik analiz ise ne zaman yatırım yapılacağına karar vermede kullanılan yöntemlerdir. 3. Portföy seçimi Portföy seçimi sürecinde, ilk iki aşamada yapılan analizler sonucunda portföye dâhil edilecek finansal araçların seçimi yapılır. Portföy yönetimindeki en önemli karar varlık karmasının seçimidir. Varlık karmasının seçimi, portföy yatırımını hisse senedi, tahvil, varant, hazine bonosu, finansman bonosu, varlığa dayalı menkul kıymet, repo, altın, döviz gibi değişik varlık sınıflarına bölmeyi ifade eder. Daha sonra, hangi menkul kıymete ne kadar yatırım yapılacağı saptanır. Tüm bu çalışmalar, portföy yöneticisinin yatırım kararlarına netlik getirebilmekte ve karşılaşılması muhtemel riskleri düşürebilmektedir. 4. Portföy Değerlemesi Sistemin dinamik özelliğinden dolayı, oluşturulan portföyün belirli zaman aralıklarıyla başarısının ölçülmesi gerekir. Başlangıçta belirlenen hedeflere ulaşılıp, ulaşılmadığı, portföy içeriğinde bir değişiklik yapma gereği olup, olmadığı bu aşamada değerlendirilir. Portföy değerlendirmesi iki aşamada uygulanabilir. Bu aşamalar, performans ölçütlerinin hesaplanması ve performans karşılaştırmalarının yapılmasıdır. Performansın ölçülmesi, tek tek varlıkların performanslarının ölçülmesi düzeyinde olacağı gibi, portföyün bir bütün olarak yarattığı sonuçların değerlendirilmesi şeklinde de olabilir. Her iki halde de portföy yöneticisinin yapacağı, belirli bir süre içinde varlıkların getirilerinde ve değerinde olan değişikliklerin hesaplanmasıdır. Bu hesaplamalar sonucunda, portföyün mevcut verimi, büyümesi ve riski ile ilgili veriler elde edilmiş olur. Portföyün performansının ölçülmesi yatırım faaliyetlerinin önemli bir kısmını oluşturmaktadır. Yatırımcıları etkilemek ve müşteri olarak devamlılıklarını sağlamak fon ya da portföy yöneticisinin performansına bağlıdır. Performans ölçümü, portföylerin belli bir dönemdeki performansını başka bir 8 dönem ile ilişkilendirerek veya aynı dönemde farklı portföylerin performansı ile karşılaştırılmak sureti ile gerçekleştirilmektedir. Karşılaştırma aşamasında, portföy yöneticisinin hesaplarında ve karar verme servislerinde ne denli başarılı olduğu araştırılır. Karşılaştırma, alternatif portföylerle yapılabileceği gibi, bazı standartlara göre de yapılabilir. Herhangi bir portföyün performans karşılaştırması yapılırken iki açıdan değerlendirme yapmak gerekmektedir. İlk olarak kaç tanesinin piyasaya göre üstün performans sergilediği tespit edilmelidir. İkinci olarak ise portföylerin birbirleri karşısında gösterdiği performans değerleri dikkate alınmalı, başka bir ifadeyle portföyler arası sıralama yapılmalıdır. Bu sıralamanın benzer içeriğe sahip portföyler arasında yapılmasına dikkat edilmelidir. Performansın ölçülmesi pratikte yaygın olarak portföyün geçmiş getirileri temeline dayanmakla birlikte, gelecekte aynı getirinin sağlanacağını ortaya koymamaktadır. Portföyün performansının devamlı ölçülmesi ve olası değişmeler karşısında içeriğini revize etmek gerekebilir. Zaten bir portföyün performansının yüksek olması ve arzu edilen amaçları gerçekleştirmesi, portföyü oluşturan ve yöneten kişinin de başarısının ölçütüdür. Çünkü yatırımcılar piyasada hangi portföy yöneticisi başarılı olmuşsa, tasarruflarını ona teslim edeceklerdir. Söz konusu durum, portföy yöneticileri arasındaki rekabeti arttırabilir. 5. Portföy Revizyonu Portföy revizyonuna portföyün gözden geçirilmesi de denmektedir. Portföyün gözden geçirilmesi veya revizyonu, yatırım amaçlarının, portföyün performans hedefinin, elde edilen gerçek sonuçların ve analizlerin dikkatli bir şekilde incelenmesini içerir. Portföy revizyonu, portföy yönetiminin dinamik bir süreç olmasını sağlayan bir aşamadır. Çünkü portföyün performansı ölçüldükten sonra portföy kompozisyonunun değiştirilmesine karar verildiyse, bu aşamada ilgili değişiklikler yapılmaktadır. Portföy revizyonunun amacı, belirli bir risk seviyesinde portföyün getirisini maksimize etmektir. Portföy revizyonu ile portföy değerlendirmesi arasındaki ilişki; portföy yatırımlarının sürekli değerlendirilmesi, gerekiyorsa değişiklikler yapılması ve bu değişikliklerin ortaya çıkaracağı sonuçların değerlendirilmesi şeklinde ifade edilebilir. Portföy revizyonu sürekli analiz gerektiren bir işlem olduğundan, ekonomik, sektör ve menkul kıymet analizlerinin sürekli olarak yapılması gerekmektedir. Portföyü gözden geçirme dönemlerinin sıklığı, portföyün büyüklüğü, içerisindeki varlık sayısı ve yatırım araçlarının türlerine göre farklılık gösterir. Görüldüğü gibi, portföy revizyonu; planlama, analiz ve değerlendirmenin şekillendirdiği bir süreçtir. Portföy revizyonu ile piyasada çıkan fırsatlar tam zamanında değerlendirilebilir. Dolayısıyla portföydeki bazı varlıklar çıkartılırken, bazı varlıklar portföye dahil edilerek portföyün verimi arttırılabilir. Ayrıca, düzenli aralıklarla portföy stratejileri, portföye alınan varlıkların ve portföyün başarısı ilgililere bir rapor halinde sunulur. Bu işleme portföy raporlaması denir. PORTFÖY ÇEŞİTLERİ Yatırımcıların en çok tercih ettikleri finansal araçlar arasında hisse senedi ve tahviller gelmektedir. Hisse senetleri ve tahviller sermaye piyasasında işlem görürler. Hisse senetleri ve tahviller gibi yatırım araçları sermaye piyasalarında gerçekleştirdikleri işlemler açısından birincil ve ikincil sermaye piyasaları olmak üzere ikiye ayrılır. Birincil piyasalar dolaşıma ilk kez çıkarılan finansal araçların oluşturduğu finansal piyasalardır. İkincil piyasalar ise, menkul kıymetleri satın alanların söz konusu menkul kıymetleri nakde dönüştürmek istediklerinde bu dönüşüme olanak tanıyan ve tüm bunların sonucunda likidite sağlayan piyasalardır. İkincil sermaye piyasaları, menkul kıymetlerin likiditesini artırarak birincil sermaye piyasasına talep yaratmakla birlikte gelişimini de sağlamaktadır. Bu piyasaya en iyi örnek menkul kıymet borsalarıdır. Türkiye’de bu işlevi İstanbul Menkul Kıymetler Borsası (İMKB) görmektedir. 9 Yatırımcılar değişik menkul kıymetlerden veya yatırım araçlarından çok sayıda portföyler oluşturabilirler. Ancak, olaya hisse senedi ve tahvil gibi geleneksel menkul kıymetler açısından bakıldığında üç farklı portföyden söz edilebilir. Bunlardan birincisi yalnız tahvillerden oluşan portföyler, ikincisi yalnız hisse senetlerinden oluşan portföyler ve üçüncüsü ise hem hisse senedi hem de tahvillerden oluşan karma portföylerdir. Bunun yanısıra, diğer yatırım araçlarından oluşan portföylerden de söz etmek mümkündür. Yatırımcı, tercihini yaparken, en ideal bileşimi yapmaya çalışacaktır. Riski seven bir yatırımcı ile riskten kaçan bir yatırımcının hazırlayacakları portföyler farklı olacaktır. Tahvillerden Oluşan Portföyler Bu tür portföyler, anaparasının güvenini önde tutan, başka bir ifadeyle risk almayı sevmeyen, piyasayı izlemekte güçlük çeken tasarruf sahiplerinin tercih ettikleri portföy çeşididir. Değişik şirket ve devlet tahvilleri ile birlikte hazine bonolarından oluşturulan bir portföy, sahip olduğu düşük risk oranının yanında kısıtlı bir gelir sağlar. Öte yandan, değişik vadelerden oluşan tahvil portföyü ile yatırımcı bazı risklerden de kendini korumuş olur. Hükümetlerin çıkardığı, hazine bonoları ve devlet tahvilleri, risksiz menkul kıymet olarak kabul edilmektedir. Yatırımcı tahvil veya bono yatırımlarından faiz geliri elde eder. Hisse Senetlerinden Oluşan Portföyler Bu tür portföylerde her türlü risk düzeyine uygun yatırım yapmak mümkündür. Hisse senetlerinden oluşan portföylerde yatırımcı tipinin portföy oluşturma kararına büyük etkisi vardır. Örneğin riski seven bir yatırımcı riski yüksek olan firmaların hisse senetlerine yatırım yapacaktır. Riskten kaçan yatırımcı ise nispeten riski düşük olan firmaların hisse senetlerine yatırım yapacaktır. Bazı yatırımcılar ise ne tam olarak riski almakta ne de tamamen riskten kaçmaktadırlar, bunlar da yatırımlarının bir kısmını riskli, bir kısmını daha az riski hisse senetlerinden oluşturacaklardır. Tamamı hisse senetlerinden oluşan bir portföy isteniyorsa, bu durumda piyasasının dikkatli bir şekilde izlenmesi gerekir. Portföye alınan hisse sentlerinin istenildiği anda alım-satıma konu olabilecek özelliğinin olması yanında istikrarlı bir yapısının da olması beklenir. Hisse senetleri uzun vadeli bir yatırım aracı olduğundan uzun vadeli yatırım amacı güden bir yatırımcı için tamamı hisse senetlerinden oluşan portföyler kurulabilir. Ekonominin büyüdüğü ve istikrarlı olduğu dönemlerde hisse senedi portföylerinin getirilerinde artış beklenir. Tamamı hisse sentlerinden oluşacak portföylerin seçiminde dikkat edilecek en önemli unsurlardan birisi de, sektör çeşitlendirmesi yapmak ve hisse senetleri getirileri arasındaki düşük korelasyona sahip olanları tespit edebilmektir. Hisse Senetleri ve Tahvillerden Oluşan Portföyler En çok kullanılan portföy türüdür. Ekonominin içinde bulunduğu duruma göre, anapara, belli oranlarda hisse senedi, tahvil ve türev ürünler arasında paylaştırılır. Bu şekilde emniyet ve kârlılık unsurlarının birleştirilmesiyle, dengeli bir portföy oluşturulmaya çalışılır. Bilindiği gibi, ekonomideki gelişmeler zaman içerisinde farklılık gösterir. Piyasadaki eğilim ve gelişmeler, zaman zaman hisse senetlerine veya tahvillere ağırlık verilmesini gerektirebilir. Sermaye piyasası, ekonominin aynası olduğundan, genelde ekonominin durgun olduğu dönemlerde, tahvil piyasasında bir canlanma, ekonominin canlandığı dönemlerde ise, hisse senedi piyasasında bir hareketlilik görülür. Bu özelliklerden dolayı, bu tür portföy sahipleri, portföylerini küçük operasyonlarla genel ekonomiye kolayca uydurarak zarar etmemeye çalışırlar. Söz konusu portföy oluşumu ile ilgili çeşitli portföy yönetim stratejileri geliştirilmiştir. Tablo 1.1’de portföydeki tahvillerin ve hisse senetlerinin ağırlıkları değiştirilerek elde edilen ortalama getiri ve riski gösteren standart sapma değerleri yer almaktadır. 10 Tablo 1.1: Hisse Senedi ve Tahvil Portföyleri Hisse Senedi Oranı 1,0 0,9 0,8 0,7 0,6 0,5 0,4 0,3 0,2 0,1 0,0 Tahvillerin Oranı 0,0 0,1 0,2 0,3 0,4 0,5 0,6 0,7 0,8 0,9 1,0 Ortalama Getiri (%) 12,50 11,85 11,20 10,55 9,90 9,25 8,60 7,95 7,30 6,65 6,00 Standart Sapma (%) 14,90 13,63 12,38 11,15 9,95 8,80 7,70 6,69 5,82 5,16 4,80 Kaynak: Elton, Edwin J., Martin. J. Gruber, Stephen J. Brown, and William N. Goetzmann (2009). Modern Portfolio th Theory and Investment Analysis, 8 Edition, New York: John Wiley & Sons. Buna göre, portföy en yüksek getiriye (%12,50) sadece hisse senetlerinden oluşan bir yatırım sepetiyle ulaşmaktadır. Söz konusu getiri seviyesinde ise portföyün riski (%14,90) en yüksek düzeye çıkmaktadır. Portföyde sabit getirili yatırım aracı olan tahvillere daha fazla yer verilmeye başlanmasıyla ortalama getiri azalmakla birlikte portföyün riskinde de bir düşüş gözlenmektedir. Bu durum Şekil 1.2 üzerinde gösterilmektedir. Şekil 1.2: Tahvil ve Hisse Senedi Kombinasyonu Kaynak: Elton, Edwin J., Martin. J. Gruber, Stephen J. Brown, and William N. Goetzmann (2009). Modern Portfolio th Theory and Investment Analysis, 8 Edition, New York: John Wiley & Sons. Şekil 1.2’den de görüleceği üzere getiri ile risk arasında doğrusal bir ilişki bulunmaktadır. Buna göre riskli bir varlık olan hisse senetlerinin portföydeki ağırlığı arttıkça portföyün ortalama getirisiyle birlikte riski de artmaktadır. Diğer Yatırım Araçlarından Oluşan Portföyler Bir portföy, hisse senedi ve tahvil gibi temel menkul kıymetler dışındaki yatırım araçlarıyla da oluşturulabilir. Her bir yatırım aracının getirisi, riski, süresi, sağladığı haklar ve yasal yapısı farklılık göstermektedir. Yatırımcı bu kadar çok seçenek karşısında risk yüklenme durumuna göre, yatırım tercihlerini yapmak zorunda kalmaktadır. Dolayısıyla, yatırımcının öncelikle finansal piyasaları ve bu piyasalarda alım satıma konu olan yatırım araçlarının özelliklerini bilmesi gerekir. Yatırım araçlarının seçimi, elde tutma süresi, yatırım tutarlarının belirlenmesi, risk ve getirilerinin ölçümü ile performans değerlemeleri karmaşık hesaplamalar ve modeller gerektirmektedir. Bu tür detaylı bir süreci yönetmek ve uygun portföyleri oluşturabilmek her yatırımcının yapabileceği bir iş değildir. Piyasada yatırımcıların bu ihtiyacını karşılayan portföy yönetimi yapma yetkisine sahip çok sayıda finansal kurum bulunmaktadır. 11 Portföye dahil edilebilecek yatırım araçları şu şekilde sıralanabilir: • Hisse Senetleri, • Tahviller, • Varantlar, • İmtiyazlı Hisse Senetleri, • Katılma İntifa Senetleri, • Kar/Zarar Ortaklığı Belgeleri, • Banka Bonoları ve Banka Garantili Bonolar, • Finansman Bonoları, • Hazine Bonoları, • Kıymetli Maden Bonoları, • Varlığa Dayalı Menkul Kıymetler, • Gayrimenkul Sertifikaları, • Altın ve Altın Sertifikaları, • Mevduat ve Mevduat Sertifikaları, • Yabancı Sermaye Piyasası Araçları, • İpotekli Sermaye Piyasası Araçları, • Menkul Kıymetler Yatırım Fonu Katılma Belgeleri, • Döviz ve Döviz Tevdiat Hesapları, • Repo, • Opsiyon Sözleşmeleri, • Vadeli işlem (Futures) Sözleşmeleri. Yukarıda sayılan yatırım araçlarının yanısıra, menkul kıymet yatırım fonları ve yatırım ortaklıklarına yatırım yapılabileceği gibi, portföye gayrimenkul yatırım fonları ve hisse senedi fonları da dâhil edilebilir. Söz konusu finansal varlıklardan bir portföy meydana getirilerek, çeşitlendirme yapılabilir. Bilindiği gibi, oluşturulacak portföylere hangi varlıkların alınacağı, yatırımcının risk karşısındaki tutumu ile doğrudan ilgilidir. Ayrıca, yatırım araçlarının risk ve getiri karşılaştırmalarının yapılması da gerekmektedir. Sermaye piyasası ve araçları hakkında daha fazla bilgiye, Türk Sermaye Piyasası Aracı Kurumlar Birliği’nin http://www.tspakb.org.tr resmi web adresinden ulaşabilirsiniz. RİSK VE BEKLENEN GETİRİ Riskin sözlük anlamı, gelecekte beklenmeyen bir durumun ortaya çıkma olasılığı, yaralanma, incinme ve zarara uğrama şansıdır. Günlük yaşamda risk ve belirsizlik kavramlarının eş anlamda kullanıldığı görülmektedir. Risk olarak belirtilen durumlar, gelecekteki olayların alternatif sonuçlarının ortaya çıkma olasılıkları bilinebildiği durumlardır. Belirsizlik durumunda ise, gelecekteki olayın ortaya çıkma olasılığının alternatifler arasında dağılımı hakkında bilgi bulunmamaktadır. Belirsizlik durumları sübjektif ihtimalleri kapsarken, risklilik olayın gerçekleşmesine ilişkin objektif ihtimalleri belirtmektedir. 12 Finansal açıdan risk ise, beklenen getirinin gerçekleşen getiriden sapma olasılığıdır. Yatırımcının yapmış olduğu yatırımdan sağlayacağı getiririn, beklenen getirinin altına düşme veya üstüne çıkma olasılığı söz konusudur. İşte bu olasılık, yatırımcı açısından yapmış olduğu yatırımın riskini oluşturmaktadır. Başka bir ifadeyle riskin var olması demek birden fazla sonucun mümkün olması demektir. Örnek: Başlangıç sermayesi 100 olan bir yatırımın sonucunda iki olası sonuç olduğu varsayılsın. Birinci olası sonuca göre, yatırımın değeri, birinci yılın sonunda, %70 olasılıkla, 160’ye çıkacaktır. İkinci olası sonuca göre ise, yatırımın değeri, %30 olasılıkla 60 olacaktır. Bu örnek aşağıdaki şekilde ifade edebilir. Yatırımcı, yukarıdaki olası sonuçlara sahip bir yatırım fırsatıyla karşı karşıya kaldığında, bu yatırım fırsatını nasıl değerlendirecektir? Bunun için, yatırımcının, yatırımın veya portföyün beklenen getirisini ve riskini hesaplaması gerekmektedir. Finansal varlıklar için iki türlü getiri söz konusu olmaktadır. Bunlardan ilki faiz (tahvil gibi sabit getirili varlıkların getirisi) veya kar payı (hisse senedi gibi değişken getirili varlıklar) şeklindeki ödemelerden kaynaklanan getiriler, ikincisi ise finansal varlığın fiyatındaki değişimlerden kaynaklanan sermaye kazancıdır. Beklenen getiri, belli bir dönem getirileri ile bu getirilerin gerçekleşme olasılıklarının çarpımının toplamıdır. R yatırım fırsatının beklenen getirisi, E(R) = P1 R1 + P2 R2 E(R) = (0,70 x 160) + (0,30 x 60) E(R) = 130’dir. Yatırım fırsatının beklenen karı, 130 - 100 = 30 olacaktır. Portföyün beklenen getirisi ise, portföyü oluşturan varlıkların beklenen getirilerinin ağırlıklı ortalamasıdır. Riskli varlıklardan oluşan bir portföyün beklenen getirisi ise Tablo 1.2’deki gibi hesaplanabilir: Tablo 1.2: Portföyün Beklenen Getirisinin Hesaplanması Menkul kıymetin portföydeki ağırlığı (wi) Menkul kıymetin beklenen getirisi E(Ri) Portföyün beklenen getirisi [wi* E(Ri)] 0,20 0,10 0,020 0,30 0,11 0,033 0,30 0,12 0,036 0,20 0,13 0,026 E(Rportföy) = 0,115 Portföyün beklenen getirisi, portföydeki menkul kıymetlerin portföy içindeki ağırlıkları ile her bir menkul kıymetin beklenen getirisinin çarpımlarının toplamından oluşmaktadır. Buna göre söz konusu portföyün beklenen getirisi %11,5 olarak hesaplanmıştır. 13 Karar verebilmek için, sadece yatırımın beklenen getirisinin değil aynı zamanda yatırımın riskinin de hesaplanması gerekmektedir. Standart sapma veya varyans, olasılık dağılımının sıklığını göstermektedir ve portföy yönetiminde risk ölçüsü olarak kullanılmaktadır. Standart sapma veya varyans, her bir olası getirinin, beklenen getiriden ne kadar saptığını gösterir. Olası getiriler, beklenen getiriye ne kadar yakınsa, yatırımın riski o derece az; olası getiriler, beklenen getiriden ne kadar uzaksa, yatırımın riski o derece yüksektir. Başka bir ifadeyle, standart sapmanın veya varyansın değeri yükseldikçe, risk de artmaktadır. Varyans (σ2), her bir olası sonucun beklenen getiriden farklarının karelerinin, olasılıklarla çarpımlarının toplanmasıyla bulunur. Varyansın karekökü ise, standart sapmayı vermektedir. σ2 = P[R1 – E(R)]2 + (1-P) [R2 – E(R)]2 σ2 = 0,70 (160 – 130)2 + 0,30 (60 – 130)2 σ2 = 2100 olarak bulunacaktır. Varyansın karekökü alınarak ( 2100 ), standart sapma veya risk 45,83 olarak bulunur. Görüldüğü gibi, yatırımın standart sapması, beklenen kardan (45,83>30) daha büyük çıkmıştır. Beklenen karın yeterince büyük olup olmadığını değerlendirebilmek için, diğer yatırım alternatiflerine bakmak gerekir. Alternatif yatırımın, yıllık getirisi %10 olan devlet tahvili olduğu varsayılsın. Bu durumda yatırımcı, 100’sini devlet tahviline yatırdığında, yıl sonunda 10 faiz geliri alacaktır. Riskli yatırımın beklenen karı, 30 idi. Bu durumda, riskli yatırımın beklenen karı, risksiz devlet tahvillerinin karından 20 (30 – 10) daha fazladır. Başka bir ifadeyle, bir yatırımcı devlet tahvili yerine riskli alternatife yatırım yaptığında 20 risk primi kazanabilir. Bu risk priminin, yatırımcının aldığı risk için yeterli olup olmadığı sorusu, yatırımcının fayda fonksiyonuna ve risk karşısındaki durumuna bağlıdır. Bunlara ilave olarak alternatif yatırım araçlarının getiri ve riskleri de hesaplanmalıdır. Risk ve getiri hesaplamaları yapıldıktan sonra hangi yatırım aracına diğerine göre daha fazla yatırım yapılması gerektiği kararının verilmesi gerekir. Portföy yönetiminde buna portföy ataması, ağırlığı veya tahsisatı denir. Portföy ataması, modern portföy teorisi yaklaşımı etrafında öne sürülen modellerle gerçekleştirilir. Bunun için de portföy optimizasyonu yapılır. Çok sayıda alternatif yatırım aracının söz konusu olduğu durumda optimizasyon yapabilmek için bilgisayarlardaki portföy yazılımlarından faydalanılır. Portföy optimizasyonunda alternatif yatırımlara atama yapılırken söz konusu menkul kıymetin riski ile getirisi arasındaki ilişki de dikkate alınır. Her bir birim getiri için yüklenilen risk arasında ilişki kurularak, her bir birim getiri için katlanılan risk hangi finansal varlıkta daha düşük ise diğerine tercih edilir. Bu durum portföy yönetiminde “değişim katsayısı” ile hesaplanır. Değişim Katsayısı, her birim getiri için riski ölçmektedir. Portföy yönetiminde, değişim katsayısı, varlıkların getirilerine karşın ne kadar riskli olduklarını analiz etmede kullanılmaktadır. Değişim katsayısı aşağıdaki formülle gösterilmektedir. 14 Değişim Katsayısı = Burada; σ = Standart sapmayı r = Getiri oranını göstermektedir. Örnek: Menkul kıymetler borsasında işlem gören TK İşletmesine ait hisse senedinin hesaplanan standart sapması %40 ve getirisi ise %23 bulunmuştur. Bu durumda söz konusu hisse senedinin değişim katsayısı kaçtır? Çözüm: Değişim Katsayısı = = 1,74 Değişim katsayısına benzer bir yaklaşımda William Sharpe tarafından geliştirilen Sharpe Rasyosu kavramıdır. Sharpe Rasyosu, portföye dâhil olacak bir finansal varlığın seçiminde, beklenen getiriden risksiz faiz oranının çıkarılması (risk primi) ve bunun standart sapmaya bölünmesi gerektiğini ifade etmektedir. Sharpe oranının temelinde risksiz getirinin üzerinde bir getiri elde etmek için riske katlanmak gerektiği yer almaktadır. Portföy optimizasyonu yapılırken Sharpe rasyosundan faydalanılmakta ve amaç fonksiyonunda kullanılmaktadır. Sharpe rasyosu aşağıdaki gibi hesaplanmaktadır: Sharpe Rasyosu = Burada; E(Ri) = Beklenen getiriyi, Rf = Risksiz faiz oranını, σi = Standart sapmayı göstermektedir. Bu yöntemde Sharpe, portföyün toplam riskini standart sapma ile tanımlamıştır. Sharpe oranı, portföyün taşıdığı toplam riske karşılık olarak yatırımcının risksiz faiz üzerinden talep ettiği ek getiriyi göstermektedir. Bu şekilde Sharpe oranı portföy performansını taşıdığı riske göre düzelterek ölçmektedir. Yükselen getiri ya da düşen standart sapma iyi bir durumdur ve Sharpe oranını artırırken, bunun tersi durumda, düşen getiri ya da artan standart sapma kötü bir durumdur ve Sharpe oranını düşürmektedir. Sharpe oranı ölçütüne göre iki alternatif arasından seçim yapılırken yüksek olan tercih edilmektedir. Sharpe Rasyosu kullanılarak yatırım alternatifleri karşılaştırılabilir. Tablo 1.3: Sharpe Rasyosunun Yatırım Kararlarında Kullanılması E(Ri) Standart Sapma Rf Sharpe Rasyosu [E(Ri)-Rf]/ σi σi VARLIK I %18 %30 %9 %30 VARLIK II %36 %50 %9 %54 Tablo 1.3’den de görüldüğü gibi, yatırımcının risk karşısında kayıtsız olduğu varsayımında, Sharpe Rasyosu yüksek olan Varlık II, Varlık I’e tercih edilecektir. Çünkü katlanılan her bir birim riske karşılık, getiri miktarı Varlık II’de daha fazladır. 15 Şekil 1.3: Sharpe Oranı Kaynak: David Blake (2000). Financial Market Analysis, Second Edition, Chichester, Canada: John Wiley & Sons Ltd. Şekil 1.3’de A, B, C ve D portföylerinin Sharpe oranı ile BM karşılaştırma ölçütünün (benchmark) Sharpe oranı yer almaktadır. A ve B portföyleri karşılaştırma ölçütünün üstünde performans sergilerken C ve D portföyleri ise karşılaştırma ölçütünün performansının altında bir performans sergilemiştir. Bu portföyler içinde en iyi performansı Sharpe rasyosu en yüksek olduğu için A portföyü, en kötü performansı ise D portföyü sergilemiştir. Gerçekte portföylerin farklı ortalama getiri ya da farklı risk sınıflarına dâhil olmaları Sharpe oranı ile direkt olarak karşılaştırılmaları için engel teşkil etmemektedir. İlaç endüstrisinde faaliyet gösteren bir işletmenin hisse senetleri için gelecek yılki tahmini getiri oranları ile bu getirilerin gerçekleşme olasılıkları aşağıda verilmiştir. Buna göre işletmenin hisse senedi için beklenen getiri oranı nedir? Olasılık Tahmini getiri 0,10 -0,20 0,15 -0,05 0,20 0,10 0,25 0,15 0,20 0,20 0,10 0,40 FAYDA FONKSİYONU VE YATIRIMCI TİPLERİ Yatırımcılar, yatırımlarını risk ve beklenen getiriye göre yaparlar ve her yatırımcının risk-getiri profili farklıdır. Her yatırımcının, alternatif portföylere birer “fayda değeri” verdikleri varsayımından yola çıkarak, yatırımcıların fayda fonksiyonları oluşturulabilir. Fayda değerleri, söz konusu portföylerin risk ve getirilerine göre verilir. Yatırımcı, bir anlamda, portföyleri iyiden kötüye doğru sıralamaktadır. Yatırımcı, daha cazip risk-getiri profiline sahip portföylere daha yüksek fayda değerleri vermektedir. Portföyler, daha yüksek beklenen getiri için daha çok fayda değeri, yüksek risk için ise daha düşük fayda değeri alırlar. Bu yapıyı ifade eden değişik fayda fonksiyonları oluşturulabilir. Bunlardan birisi faydayı, beklenen getiri, varyans ve riskten kaçınma değeriyle açıklayan aşağıdaki fonksiyondur. F = E(R) – 0,005Aσ2 Burada; F = Faydayı, 16 E(R) = Beklenen getiriyi, A = Riskten kaçınma derecesini, σ = Standart sapmayı göstermektedir. Fayda fonksiyonunda da görüldüğü gibi, beklenen getirinin artması, fayda değerini artırmakta; riskin artması ise fayda değerini düşürmektedir. Riskin, faydayı ne kadar düşürdüğü yatırımcının riskten kaçınma derecesine (A) bağlıdır. Fayda fonksiyonunda, riskten kaçınma derecesinin (A) artması, yatırımcının riskten daha fazla kaçındığını; A katsayısının küçülmesi, yatırımcının risk almaktan kaçınmadığını, diğer bir deyişle riski sevdiğini göstermektedir. Ayrıca, A=0 olduğunda, fayda beklenen getiriye eşit olmaktadır. Bu durum yatırımcının risk karşısında kayıtsız olduğu, riskin yatırım kararlarını etkilemediği anlamına gelmektedir. Değişik portföyler arasında seçim yapan yatırımcı en yüksek faydayı sağlayacak portföyü seçecektir. Risksiz portföyler için fayda, beklenen getiriye eşit olacaktır. Çünkü risksiz portföylerin riski sıfır olduğu için, fayda fonksiyonunda σ yerine sıfır yazılacaktır. Örnek: Riskli kabul edilen hisse senedi yatırımının beklenen yıllık getirisi %20, standart sapması %30 ve risksiz devlet tahvilinin getirisi %8 ve standart sapması sıfırdır. Riskten kaçınma derecesini 3 kabul edildiğinde (3, normal bir riskten kaçınma sayısıdır), riskli ve risksiz yatırımların fayda değerlerini kaç olacaktır? Çözüm: Hisse senedi yatırımın fayda değeri; F1 = 20 – (0,005 x 3 x 302) F1 = %6,5’dur. Risksiz devlet tahvilinin fayda değeri; F2 = 8 – (0,005 x 3 x 0) F2 = %8’tir. Bu durumda, yatırımcı fayda değeri daha yüksek olan devlet tahvilini tercih edecektir. Eğer, yatırımcı, riski seven biri olsaydı (A=2), bu durumda, riskli yatırımın fayda değeri, [20 – (0,005 x 2 x 302)] = %11 olacağı için, yatırımcı riskli yatırımı tercih edecekti. Görüldüğü gibi, riskten kaçınma derecesi, yatırım kararlarını büyük ölçüde etkilemektedir. Risk karşısındaki yatırımcı tipleri aşağıdaki gibi üçe ayrılabilir: 1. Riskten kaçan yatırımcı, 2. Riske karşı kayıtsız yatırımcı, 3. Risk seven yatırımcı. Bu üç durum Şekil 1.4’deki gibi gösterilebilir. 17 Şekil 1.4: Risk Karşısında Yatırımcı Tipleri Riskten kaçan yatırımcılar, riski sevmezler ve riskten korkarlar. Bu nedenle, getirileri belli olan iki yatırımdan daha az riskli olanını tercih ederler. Riskten kaçan yatırımcı için risk primi sıfırdan yüksek olmalıdır. Risk primi ise bir yatırım aracının taşıdığı risklerin fiyatlara yansıması olarak tanımlanır. Risk primi, riskli bir yatırım aracının beklenen getirisi ile hazine bonosu veya devlet tahvili gibi risksiz bir aracın beklenen getirisi arasındaki fark olarak da hesaplanabilir. Riskten kaçan bir yatırımcının sağlayacağı verimliliklerin faydası, her ek ünitede azalarak devam etmektedir. Bu şekilde düşünen yatırımcı için, paranın marjinal faydası negatif eğimlidir. Yatırımcıların çoğunluğu rasyonel oldukları için riskten kaçarlar. Riskten kaçan yatırımcıların davranışları Şekil 1.5 üzerinde gösterilmiştir. Şekil 1.5: Riskten Kaçan Yatırımcı Şekil 1.6: Riske Kayıtsız Yatırımcı Riske karşı kayıtsız yatırımcılar, riskle ilgilenmezler. Onlar için hangi yatırımın seçileceği önemli değildir. Bu nedenle, yatırımcıların risk ve getiri arasında kayıtsız kaldıkları söylenebilir. Riske kayıtsız bir yatırımcı için, A=0’dır ve risk, yatırım kararlarını hiçbir şekilde etkilemez. Bu tür yatırımcılar, yatırım kararlarını sadece beklenen getiriye göre alırlar. Riske karşı kayıtsız olan yatırımcılar için paranın marjinal faydası 1’dir. Bu tür yatırımcıların davranışları Şekil 1.6’da gösterilmiştir. Şekil 1.7: Riski Seven Yatırımcı Şekil 1.8: Beklenen Getiri-Riske Göre Yatırımcı Bölgeleri 18 Riski seven yatırımcılar için, yatırımın beklenen faydası, yatırım yapmamanın beklenen faydasından daha büyüktür. Bu tip yatırımcılar için risk primi her zaman sıfır veya sıfırın altındadır. Diğer bir deyişle, risk almak için risksiz yatırımlara göre ek bir risk primi istemezler. Riski seven bir yatırımcının, her ek ünitede kazanacağı verimliliğin sağlayacağı fayda da giderek artacaktır. Bu durum, Şekil 1.7’de gösterilmiştir. Şekil 1.8’de, beklenen getiri ve riske göre, yatırımcı tiplerinin girdiği bölgeler gösterilmektedir. Şekilde, E(RP), M portföyün beklenen getirisini; σp ise, M portföyünün standart sapmasını yani riskini ifade etmektedir. Riskten kaçan bir yatırımcı için M portföyü, her zaman IV numaralı bölgedeki portföylerden daha caziptir. Çünkü M portföyü her zaman için IV. bölgedeki portföylere eşit veya daha fazla beklenen getiri sağlamakta ve yine bu bölgedeki portföylere eşit veya daha az riske sahiptir. Diğer bir deyişle, belirli bir getiri seviyesinde, M portföyü, IV. bölgedeki portföylere göre en düşük riske sahiptir; belirli bir risk seviyesinde, en yüksek getiriye sahiptir. Benzer şekilde, I numaralı bölgedeki portföyler de her zaman M portföyünden daha caziptir. Çünkü bu bölgedeki portföyler, M’ye eşit veya daha fazla beklenen getiriye ve buna karşılık M’ye eşit veya daha az riske sahiptiler. Beklenen getiri, standart sapma şeklinde, tercih edilen yön kuzeybatıdır. Başka bir ifadeyle, yatırımcıların tercih ettiği bölge I numaralı bölgedir. Çünkü bu yöne doğru gidildiğinde hem beklenen getiri artmakta, hem de risk azalmaktadır. II ve III numaralı bölgelerin tercih edilip edilmemesi ise yatırımcının riskten kaçınma seviyesine bağlıdır. Yatırımcının, M portföyü ile eşit fayda sağlayan tüm portföyleri belirlediğini varsayalım. M noktasından başlayıp, sağa doğru gidildiğinde, riskteki bir artış faydayı düşüreceği için, faydadaki azalışın beklenen getiri artışı ile karşılanması gerekmektedir. Bu nedenle, risk arttırıldığında, M ile eşit faydaya ulaşabilmek için beklenen getiriyi de artırmak gerekir. Beklenen getirinin ne kadar arttırılacağı, yatırımcının riskten kaçınma derecesine bağlıdır. M ile eşit fayda sağlayan portföylerin yer aldığı eğriye, kayıtsızlık veya farksızlık eğrisi denilmektedir. Yatırımcı aynı faydayı sağlayacağı için bir kayıtsızlık eğrisi üzerinde yer alan portföyler arasında kayıtsızdır. Yatırımcıları, uygulamada bazı göstergelere bakarak sınıflandırmak mümkündür. Eğer, yatırımcının serveti arttığı zaman riskli varlıklara yaptığı yatırım miktarı artıyorsa, bu yatırımcının riski sevdiği söylenebilir. Eğer, yatırımcının serveti arttığı zaman riskli varlıklara yaptığı yatırım miktarı değişmiyorsa, bu yatırımcının mutlak riskten kaçınma konusunda mevcut durumu koruduğu ileri sürülebilir. Öte yandan, yatırımcının serveti arttığı zaman riskli varlıklara yaptığı yatırım miktarı azalıyorsa, bu yatırımcı tipinin riskten kaçtığı sonucuna varılabilir. Yatırımcıların risk karşısındaki davranışlarını etkileyen çeşitli faktörler vardır. İstisnalar olmakla birlikte, yatırımlarda erkeklerin daha çok riskli varlıkları tercih ettikleri bilinmektedir. Yapılan araştırmalarda eğitimli kadınların eğitimsiz kadınlara göre daha fazla risk aldıkları gözlemlenmiştir. Şehirlerde yaşayanların kırsalda yaşayanlara göre daha çok risk aldıkları da tespit edilmiştir. Kendi adına iş yapanların, başkası nam ve hesabına ücret karşılığı iş yapanlara göre daha fazla risk aldıkları sonucu da yapılan çalışmalarda elde edilmiştir. Bilgi ve tecrübenin etkili olmasının yanında, yatırımcının yaşı da riskle sıkı sıkıya ilişkilidir. Yaş ilerledikçe, risk yüklenmek konusunda isteksizlik artmaktadır. Ayrıca, yatırımcının toplam serveti içerisinde bu tür alanlarda kullandığı sermayenin büyüklüğü de önemli bir faktör olmaktadır. Temel bilgiler, yatırım araçları ve portföy oluşturma ilkeleri hakkında daha fazla bilgi için, http://www.yatirimyapiyorum.gov.tr web sitesinden faydalanabilirsiniz. 19 YATIRIMLARLA İLGİLİ RİSKLER VE TOPLAM RİSKİN KAYNAKLARI Portföy yönetiminin en önemli fonksiyonlarından biri, risk ve getiri arasında ilişki kurmaktır. Bilindiği gibi, herhangi bir menkul kıymete yatırım yaparken, dikkat edilecek en önemli unsur, söz konusu menkul kıymete ait risk ve getiri arasındaki ilişkidir. Çünkü yatırım araçlarının seçimi, büyük ölçüde bu iki unsurun karşılaştırılmasını ve bunlar arasında uygun bir değişimin yapılmasını gerektirir. Genellikle, yatırımcılar, getiri oranı hakkında oldukça fazla bilgiye sahip oldukları halde, risk kavramı hakkında yeterli bir bilgiye sahip değildirler. Bu nedenle, risk türleri ve toplam riskin kaynaklarının neler olduğunun açıklanması, bilinçli yatırım kararlarının alınması açısından çok büyük önem taşımaktadır. Portföy kuramında yatırımcının riski kontrol altına alabilme veya sınırlayabilme olanağının olup olmamasına göre, toplam risk; sistematik ve sistematik olmayan risk olarak iki ana gruba ayrılabilir. Bu durumu, toplam riskin kaynakları olarak Şekil 1.9'da göstermek mümkündür. Yatırımcıların karşı karşıya kaldığı toplam risk, yukarıda belirtildiği gibi, iki bileşenden oluşur. Toplam riskin bileşenleri, sistematik risk ve sistematik olmayan risklerdir. Şekil 1.9: Toplam Riskin Kaynakları Portföy kuramında çeşitlendirme ile portföy riski arasında bir ilişki olduğu varsayılır. Çeşitlendirmede amaç riski azaltabilmektir. Çeşitlendirme ile portföy riskinin azalıp azalmadığını Şekil 1.10’da görmek mümkündür. Şekil 1.10: Risk Bileşenleri 20 Görüldüğü gibi, sistematik risk, yatay eksene paralel bir doğru ile gösterilmiştir. Bunun anlamı, portföy ne kadar çeşitlendirilirse çeşitlendirilsin, bu risk aynı düzeyde kalacaktır. Ancak, sistematik risk, her zaman sabit değildir. Oluşturulan bazı portföyler için, söz konusu risk düzeyi daha aşağı veya daha yüksek bir seviyede oluşabilir. Her portföy için mutlaka bir sistematik risk söz konusudur. Ancak, portföyün çeşidine göre, bunun seviyesi değişebilmektedir. Örneğin, uluslararası sermaye piyasalarından oluşturulan bir portföyle, tek bir ülkedeki menkul kıymetlerden oluşturulan portföyün sistematik riski aynı seviyede değildir. Sistematik olmayan risk ise, iyi bir çeşitlendirme ile düşürülebilir. Çok iyi çeşitlendirilmiş bir portföyde sistematik olmayan risk, sistematik risk seviyesine kadar indirilebilir. Ancak, bir portföye çok fazla menkul kıymetin alınması belli bir noktadan sonra marjinal faydanın azalmasına neden olmaktadır. Çok sayıda menkul kıymetin bir portföyde bulunması işlem ve zaman maliyeti yaratacaktır. Portföy kuramına göre, çeşitli sektörlerden çok iyi seçilmiş 15-20 farklı firmanın hisse senetlerine yatırım yapmak, etkin bir çeşitlendirme için yeterli sayılmakta ve riski sistematik risk seviyesine düşürülebileceğine inanılmaktadır. Toplam riskin kaynakları olan sistematik risk ve sistematik olmayan riskler aşağıdaki formülle gösterilebilir. = + Formülde ( ) yatırım yapılan menkul değerin toplam riskini, ( ) menkul kıymetin sistematik riske karşı duyarlılığını, ( ) sistematik riski, ( ) ise menkul kıymetin kendisine özgü olan ve sistematik olmayan riskini ifade etmektedir. Formülde eşitliğin sağ tarafındaki ilk kısım sistematik kısmı artıdan sonraki kısım ise sistematik olmayan kısmı göstermektedir. Formülden de görüleceği gibi portföy getirisinin piyasa getirisine olan duyarlılığı, sistematik risk, esas olarak beta (β) tarafından ölçülmektedir. Beta, piyasadaki her fazladan yüzde birlik değişim için yatırımcının menkul kıymet fiyatında beklediği değişimin miktarını ölçmektedir. Tüm menkul kıymetlerin ortalama betası 1’dir. 1’den büyük betaya sahip olan bir menkul kıymetin piyasa hareketlerine duyarlılığı yüksek, 1’den küçük betaya sahip bir menkul kıymetin piyasa hareketlerine duyarlılığı düşüktür. Menkul kıymetin beta değeri 1 ise menkul kıymet, piyasa riskiyle aynı sistematik riske sahiptir. Menkul kıymetin beta değeri 1’den büyükse piyasa riskinden daha yüksek sistematik riske sahip, 1’den küçükse daha düşük sistematik riske sahiptir. Betanın alacağı değerler ve bu değerlere göre ilgili portföy için söz konusu olabilecek durumlar aşağıda özetlenmiştir. • Beta > 1: Bu durumda analiz döneminde ilgili portföy, piyasa endeksinden daha fazla değişkenliğe sahiptir. Örneğin portföyün beta katsayısı 1,5 ise ve piyasa endeksi %10’luk artış gösterdiğinde portföyün %15 artış göstermesi beklenir. • Beta < 1: Bu durumda analiz döneminde ilgili portföy, piyasa endeksinden daha az değişkenliğe sahiptir. Örneğin portföyün beta katsayısı 0,5 ise ve piyasa endeksi %10’luk artış gösterdiğinde portföyün %5 artış göstermesi beklenir. • Beta = 1: Bu durumda analiz döneminde ilgili portföy, piyasa endeksiyle aynı değişkenliğe sahiptir. Örneğin portföyün beta katsayısı 1 ise ve piyasa endeksi %10’luk artış gösterdiğinde portföyün de %10 artış göstermesi beklenir. Örnek: ABC hisse senedinin sistematik riske karşı duyarlılığı 1,4 ve piyasanın sistematik riskinin %20 olduğu belirlenmiş olsun. Ayrıca ABC hisse senedinin kendine özgü sistematik olmayan riski ise %30 olsun. Bu durumda ABC hisse senedi için geçerli olan toplam risk ne kadardır? 21 Çözüm: = (1, *0,2 )+0,3 = 0,0784+0,09 = 0,1684 = 0,4104 = %41,04 Beta (β): Beta katsayısı, riski ölçmede kullanılan bir metot olarak geliştirilmiştir. Beta, bir menkul kıymetin oynaklığını, bir bütün olarak piyasa oynaklığı ile ilişkilendirir. William Sharpe tarafından 1964 yılında geliştirilen Sermaye Varlıklarını Fiyatlandırma Modeli (SVFM)’ne göre beta, sistematik riskin ölçülmesinde kullanılır ve aşağıdaki şekilde formüle edilir. = Burada; βi = i menkul kıymetin betası, ri = i menkul kıymetin beklenen getirisi, rm = Piyasa portföyünün getirisini, Cov (ri,rm) = i menkul kıymeti ile piyasa portföyünün getirisi arasındaki kovaryansı ya da ortak değişkenliğini, = Piyasa portföyünün varyansını ifade etmektedir. Örnek: ABC hisse senedi ile piyasa portföyünün getirisi arasındaki kovaryansın 0,09 ve piyasa portföyünün standart sapmasının %25 olduğu varsayılsın. Bu durumda ABC hisse senedinin betası kaç olacaktır? Çözüm: = = = = 1,44 Piyasanın uzun süreli bir yükseliş eğilimine gireceğine inanan bir yatırımcının oluşturacağı portföyün betası nasıl olmalıdır? Sistematik Riskin Kaynakları Piyasa riski olarak da nitelenen sistematik risk piyasanın taşıdığı ve piyasada işlem gören tüm finansal varlıkların etkilendiği risk sınıfıdır. Sistematik risk, beta katsayısı ile ölçülür. Piyasa riski finansal varlığın dışında ortaya çıkan ekonomik, politik, doğal afet ve sosyal koşulların ortaya koyduğu ve finansal varlığın getirisini etkileyen bir tehlikeye işaret eder. Sistematik risk, portföyün çeşitlendirilmesi ile giderilemeyen risk olarak da tanımlanabilir. Başka bir deyişle, sistematik risk, piyasada işlem gören tüm menkul kıymet fiyatlarını aynı anda etkileyen faktörlerin neden olduğu risktir. Beklenen getirinin sistematik değişkenliği, hemen hemen tüm menkul kıymetler için değişen derecelerde mevcuttur. Çünkü menkul kıymetlerin fiyatlarının çoğu, sistematik bir şekilde aynı yönde hareket ederler. Fakat bu durum her menkul kıymet için aynı ağırlıkta olmamaktadır. Menkul kıymetin sistematik risk ağırlığı; ait olduğu firmanın sistematik risk özellikleri ve kendisinin piyasadaki etkisine bağlı olarak değişim göstermektedir. Bu nedenle sistematik risk, portföyün çeşitlendirilmesi yolu ile giderilememektedir. 22 Gelişmiş ülke ekonomileri ile karşılaştırıldığında, Türk sermaye piyasasındaki hisse senetlerinin daha yüksek sistematik risk taşıdıkları söylenebilir. Bundan dolayı, faiz ve enflasyon oranları veya döviz kurundaki değişiklikler, İMKB'deki hisse senetlerinin fiyatını hemen etkileyebilmektedir. Yatırımcılar açısından, sistematik riskin kontrol olanağı yoktur. Bu nedenle, portföy yönetiminde tek belirsizlik kaynağının sistematik risk olduğu ifade edilebilir. Söz konusu sistematik risk kaynakları, menkul kıymetlerin piyasa fiyatlarında düşüşe neden olmaktadır. ABD’de 11 Eylül 2001 tarihinde, Dünya Ticaret Merkezi’ne ve Pentagon’a yapılan terör saldırıları sonucu, piyasa riski oldukça yükselmiş ve New York Borsası dört gün kapatılmıştır. Borsalar yeniden açıldığında, bir hafta içinde tüm endekslerde düşüş yaşanmış ve bir haftalık kayıp, 1.38 trilyon dolar tutarında gerçekleşmiştir. ABD borsalarında yaşanan bu kayıp, birçok ülkenin bir yıllık gayri safi hâsılasından daha büyük bir rakamdır. Sistematik riskin başlıca kaynakları şunlardır: 1. Satın Alma Gücü Riski, 2. Faiz Oranı Riski, 3. Piyasa Riski, 4. Politik Risk, 5. Kur Riski. Satın Alma Gücü Riski Satın alma gücü riski, enflasyon riski olarak da ifade edilebilir. Enflasyon riski, yatırıma tahsis edilen paranın enflasyonun etkisi ile satın alma gücünün azalması olarak kendini göstermektedir. Satın alma gücü riski, fiyat düzeylerindeki değişmeler nedeniyle satın alma gücündeki potansiyel kayıplar olarak da tanımlanabilir. Diğer bir anlatımla, satın alma gücü riski, fiyatlar genel seviyesindeki artış oranının, varlık getiri oranından daha yüksek olmasının getirdiği risktir. Enflasyonun olmadığı, başka bir ifadeyle enflasyon oranının sıfır olduğu bir durumda, nominal faiz oranı, reel faiz oranına eşit olacaktır. Enflasyonun olduğu bir durumda, nominal oranın reel oranı geçmesi gerekir. Çünkü tasarruf sahipleri, satın alma güçlerinde meydana gelebilecek riskleri karşılamak amacıyla reel oranın üzerinde prim talep ederler. Eğer, fiyatlar genel seviyesi belirgin ve sürekli olarak artıyor ve artış yatırımın getirisinin üstünde oluşuyorsa, satın alma gücünde azalma meydana gelmiş demektir. Böyle bir durumda, menkul kıymet yatırımları için nominal ve reel olmak üzere iki tür kazançtan söz edilebilir. Nominal kazanç, paranın satın alma gücündeki düşmeleri hesaba katmadan elde edilen kazançtır. Enflasyon oranının yüksek olduğu ülkelerde nominal kazanç anlamlı değildir. Bu nedenle, reel kazancın hesap edilmesi gerekir. Reel getiri oranı aşağıdaki formülle hesaplanabilir: (1+r) = Burada; r = Reel getiriyi n = Nominal getiriyi e = Enflasyon oranını göstermektedir. Örnek: Tasarruf sahibi parasını bir yıllığına %10 nominal faizli devlet tahviline yatırmıştır. Söz konusu dönemde enflasyon oranı %8 olduğuna göre, reel getiri oranı kaç olmuştur? 23 Çözüm: (1+r) = = = 1,0185 r = 1,0185 – 1 = 0,0185 = %1,85 Görüleceği gibi, enflasyon, menkul kıymet yatırımlarından beklenen getirileri ve dolayısıyla menkul kıymetlerin değerini etkilemektedir. Bu nedenle, enflasyon, menkul kıymet yatırımlarının reel kârlılık düzeyini belirleyen önemli faktörlerden biridir. Genel fiyat düzeyindeki yükselme, menkul kıymetlerin fiyatlarını farklı derecede etkilemektedir. Bu nedenle, enflasyonun tahvil ve hisse senetlerine olan etkisini ayrı ayrı incelemekte yarar vardır. Tahviller ve Enflasyon Riski: Bir tahvilin kalitesi, yatırımcıyı enflasyona karşı koruma kabiliyeti ile ölçülür. Yapılan araştırmalar, sabit getiri sağlayan menkul kıymetlerin fiyatlarında enflasyonun etkisinin daha şiddetli olduğunu göstermektedir. Satın alma gücündeki azalma, tahvillerin reel verimini azaltmaktadır. Bu nedenle, enflasyon oranı iyi tahmin edilemez ve gelişmenin yönü saptanamazsa, tahvillerin reel değeri ve geliri, gerçeğe yakın olarak saptanamayacaktır. Böylece, tahvile yatırım yapan tasarruf sahipleri, satın alma gücü riskiyle karşılaşacaklardır. Satın alma gücü riskinin tahvil üzerindeki olumsuz etkisini en düşük düzeyde tutabilmek için tahvil vadelerinin kısaltılması yoluna gidilmektedir. Enflasyon riski, yatırım yapıldığı anda, vadeye kadar nominal getirisi kesin olarak bilinen hazine bonolarında bile bulunmaktadır. Bunun sebebi, hazine bonosunun elde tutulduğu süre içinde gerçekleşecek olan enflasyon oranının bilinememesidir. Sermaye piyasasındaki her yatırımcının gelecek için farklı enflasyon beklentileri vardır. Bu yatırımcılar için önemli olan, geçmişteki bir dönem içinde gerçekleşen enflasyon oranı değil, yatırım devam ettiği süre içindeki enflasyon oranıdır. Ayrıca tahvile yatırım yapan yatırımcının satın alma gücü riskini azaltıcı alternatifler mevcuttur. Tahvillerin faiz oranı, cari faiz oranı yanında, gelecekteki enflasyon tahminine göre bir faiz oranı içermektedir. Eğer, ileride enflasyon oranında bir artış olursa, ilave faiz oranı veya bu prim, hemen faiz oranına eklenmektedir. Ayrıca, Türkiye'nin dâhil olduğu birçok ülkede enflasyona ve dövize endeksli tahvil ihracı yapılmaktadır. Böylece, paranın satın alma gücündeki düşmelere karşı, yatırımcı belli bir oranda korunmaktadır. Örneğin, Türkiye'de bu amaçla, ilk defa 1987 yılında Petkim tarafından dövize endeksli tahviller ihraç edilmiştir. Hisse Senetleri ve Enflasyon Riski: Hisse senetlerinin enflasyondan tahvillere göre daha az etkilendiği söylenebilir. Hisse senetlerinin enflasyona karşı dayanıklı olduğu fikrini ileri sürenler, enflasyonla birlikte, işletmenin varlıklarının değeri ile satış ve kârının artacağını düşünmektedirler. Böylece, enflasyona bağlı olarak, dağıtılan kâr paylarında bir yükselme olabilecektir. Bunun sonucu olarak, hisse senetlerinin piyasa fiyatı da artacak ve yatırımcılar enflasyondan zarar görmeyerek daha kârlı çıkabileceklerdir. Bu nedenle yatırımcılar yatırımlarını hisse senetlerine kaydırmaya başlarlar. Öte yandan, enflasyonla birlikte, işletmelerin varlıklarının değeri artsa da bu direkt olarak hisse senedi fiyatlarına yansımamaktadır. Çünkü enflasyonla birlikte, işletmelerde maliyetler de artmaktadır. Böylece, işletmelerde satışların artışıyla görülen olumlu etki dengelenmektedir. Bu nedenle, hisse senetlerinin enflasyona karşı dayanıklı olmadığı ifade edilmektedir. Ancak, hisse senetlerinin enflasyondan en az etkilenen finansal varlıklar olduğu belirtilmektedir. Bazı ülkelerde yapılan ampirik çalışmalarda enflasyonla hisse senedi getirilerinin negatif ilişki içerisinde olduğu tespit edilmiştir. Oysa hisse senetlerine yatırım yapan yatırımcılar, hisse senetlerinin fiyat artışı yanında, kâr payı getirisi de elde etmeyi amaçlarlar. Ancak, enflasyon oranının çok uzun yıllar yüksek düzeylerde seyrettiği Türkiye’de, ödenen temettü oranları, hisse senetleri piyasa fiyatları yanında sembolik kalmıştır. Alınan temettülerle yeterli gelir elde etme imkânı kalmamış ve bunun sonucu olarak temettüler hisse senetleri fiyatlarını etkileyemez duruma gelmiştir. Satın alma gücünün her varlıkta aynı oranda değiştiğini gösteren olayı hiçbir ülkede görmek mümkün olmamaktadır. Bazı varlıkların değeri genel enflasyonla aynı oranda ya da daha düşük bir düzeyde artış göstermektedir. Bütün işletmeleri aynı yönde etkilemesine rağmen, değerini enflasyonun üzerinde artıran yatırım araçları, genel olarak enflasyon riskinin az olduğu araçlardır. 24 Enflasyon riskinden kaçınan bir yatırımcının oluşturacağı portföyde ağırlıklı olarak hangi tür menkul kıymetlere yer vermesi gerekir? Faiz Oranı Riski Faiz oranı riski, yatırım yapılan menkul kıymetin fiyatının piyasadaki faiz oranlarından olumsuz olarak etkilenmesi durumunu ifade eder. Genelde faiz oranları ile menkul kıymetlerin fiyatları arasında ters yönlü bir etkileşim söz konusudur. Faiz oranlarındaki yükselme fiyatlarda düşüşe, faiz oranlarındaki düşme eğilimi ise menkul kıymetlerin fiyatlarında gözle görülür artışla neden olmaktadır. Tahvil gibi sabit getirili menkul kıymetlere yatırım yapan yatırımcı, piyasa faiz oranının yükselmesi durumunda bundan zarar görür. Faiz oranlarının değişmesinin tahvil gelirlerine bir başka etkisi ise, tahvillerden sağlanan gelirlerin yeniden yatırıma yöneltilmesi durumunda ortaya çıkmaktadır. Faiz gelirlerinin yeniden yatırıma yöneltilmesinde ortaya çıkan risk, yeniden yatırım oranı riski olarak tanımlanmaktadır. Tahvillere yatırım yapan bir yatırımcı, tahvili vade sonuna kadar elde tutmayı düşünüyorsa, sadece yeniden yatırım riskini üstlenecektir. Buna karşın, tahvili vadesinden önce satmayı düşünen bir yatırımcı, hem yeniden yatırım riski, hem de fiyat riski ile karşı karşıya kalacaktır. Hazine bonoları da faiz oranı riski taşımaktadır. Çünkü devlet, açık piyasada bu bonoların arz ve talebini sağlayabilmek için, alıcı ve satıcı konumunda olabilmektedir. Bazı yatırımcılar, kısa vadeli tahvillere yatırım yaparak, faiz oranı riskinden kurtulabileceklerini ileri sürmektedirler. Ancak, yatırımcı vade bitiminde tekrar yatırım yaparsa, faiz oranı riskiyle tekrar karşılaşacaktır. Faiz oranlarındaki kısa dönemli değişmeler, esas itibariyle, ekonomik dalgalanmalardan kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla, faiz oranlarının tahmini, ekonomik tahminlere bağlı olarak yapılmalıdır. Faiz oranı riski, genellikle tahvillere ilişkin olmasına karşın, hisse senetleri de söz konusu riskten etkilenmektedir. Hisse senetlerinin fiyatları, tıpkı tahvil fiyatları gibi diğer koşullar aynı kalmak şartıyla genel faiz oranındaki değişmelerden ters yönde etkilenirler. Başka bir ifadeyle, hisse senetlerinin fiyatlarını etkileyen en önemli ekonomik göstergelerden biri de, faiz oranlarıdır. Hisse senedi yatırımcısını, yatırıma yönelten etkenlerin başında; hisse senedinden beklediği getirinin, faiz oranlarından yüksek olması gelir. Sabit getirili yatırım araçları, yani; tahviller, vadeli banka mevduatları ve hazine bonoları, yatırım yapan kişilere belirli bir faiz oranı üzerinden sabit bir kazanç sağlar. Hisse senedinde ise durum böyle değildir. Hisse senedinin önceden belirlenen sabit bir getirisi yoktur. Böyle bir durumda, hisse senedinden beklenen gelir, sabit faizli bir yatırım aracının sağlayacağı gelirin çok üstünde olmalıdır. Yatırımcı, bu durumu göz önüne alarak, faiz getirisi olan bir yatırım aracı ile hisse senedi arasında tercih yapabilir. Eğer, yatırımcı hisse senedinden sağlayacağı gelirin, faiz oranlarından yüksek olacağını düşünürse, hisse senedine yatırım yapacaktır. Ancak, unutulmaması gereken konulardan birisi, piyasa faiz oranı ile enflasyon arasında sıkı bir ilişkinin varlığıdır. Piyasa faiz oranının fazla bir değişkenlik göstermemesi için, enflasyon oranının kabul edilebilir bir seviyede olması gerekir. Çünkü enflasyonist ortamlarda faizler anlamını yitirmektedir. Daha önce belirtildiği gibi, faiz oranı riskinden korunmak için, kısa vadeli tahvillere yatırım yapılabilir. Kısa vadeli tahvillere yatırım yapan yatırımcılar, tekrar kısa vadeli yatırımlara girişirlerse, bu riskten kurtulma olasılıkları azalır. Eğer, yatırımcılar, gelecekteki faiz oranlarında önemli değişiklikler bekliyorlarsa, hisse senetlerine yatırım yaparak söz konusu risklerini azaltabilirler. Faiz oranı riski hisse senedi ve tahvil fiyatlarını nasıl etkilemektedir? Piyasa Riski Sermaye piyasasında, zaman zaman belirli bir neden veya nedenlere bağlanabilen, bazen de hiç bir geçerli neden olmadan, finansal varlıkların pazar fiyatlarında büyük düşüşler olabilir. İşte, böyle bir fiyat düşüşünün yatırımcının verimi üzerindeki olumsuz etkisi piyasa riskini oluşturur. 25 Piyasa riskinden kaynaklanan fiyat değişmeleri, şirketlerin denetimi dışındadır. Beklenilmeyen bir savaşın başlaması veya bitmesi, seçim yılı olması, politik faaliyetlerin artması, ülkedeki başbakanın veya cumhurbaşkanının hastalanması ya da ölmesi, piyasada spekülatif faaliyetlerin artması, altın ve petrol çıkarımının artması gibi olaylar piyasayı etkileyen psikolojik faktörlerdir. Yatırımcıların gelecek hakkındaki bekleyişlerinin karamsar ya da iyimser olmasını etkileyen birçok neden, piyasa riskinin etkinliğini artırıcı ya da azaltıcı rol oynayabilir. Bu tür olaylarda önemli konulardan biri de belirsizliktir. Belirsizlik dönemlerinde, yatırımcıların kafalarındaki soru işaretleri artar ve bunun yerini piyasadan kaçış ya da hareketsizlik alır. Piyasa riski, yüksek kaliteli finansal varlıklardan ziyade, düşük kaliteli finansal varlıklar üzerinde daha fazla hissedilir. Aktif olmayan piyasalarda, aktif piyasalara kıyasla daha yüksek piyasa riski söz konusudur. Piyasa riski, hisse senetlerini tahvillerden daha fazla etkiler. Çünkü tahvil ve benzeri borçlanma senetlerinin gerçek değerleri, hisse senetlerinin değerlerinden daha hassas tahmin edilebilir. Bu özellik, tahvil piyasa fiyatının, hisse senedi fiyatına göre piyasa riski ile daha az dalgalanmasına neden olur. Yatırımcının, çeşitlendirme yoluna giderek, piyasa riskini azaltması veya ortadan kaldırması oldukça uzak bir ihtimaldir. Çünkü piyasa riskinin ortaya çıkmasıyla birlikte, tüm menkul kıymetler aynı yönde hareket etmektedirler. Ancak, kendisini piyasa riskine karşı korumak isteyen bir yatırımcı, satın almayı düşündüğü hisse senedinin fiyatının piyasada meydana gelen değişkenliklere karşı olan duyarlılığını, yani beta katsayısını hesaplamalıdır. Politik Risk Dünyada meydana gelen siyasi ve ekonomik krizler, savaşlar, yatırımcıların davranışları üzerinde oldukça etkilidir. Politik riskin bir başka boyutu da, uluslararası ticaretin hacmi ile ilgilidir. Koruma girişimleri, kotalar, döviz kurundaki dalgalanmalar veya yabancı sermaye yatırımları, bu riskin unsurlarını oluşturmaktadır. Politik risk, politik koşullardaki değişmelerin menkul kıymetlerin getirilerinde meydana getireceği değişiklikleri tanımlamakta kullanılan bir risk türüdür. Politik risk, ulusal ve uluslararası siyasi gelişmelerin bir yansıması olarak ortaya çıkabilir. Politik riskin artış gösterdiği ülkelerde, işletme faaliyetleri ve ekonomik büyüme yavaşlayarak, hisse senedi getirleri azalmaktadır. Birçok kaynakta, politik risk, piyasa riskinin içerisinde düşünülerek incelenmektedir. Kur Riski Kur riski, bazı kaynaklarda döviz riski olarak da ifade edilmektedir. Kur riski, yabancı para cinsinden yapılan yatırımlarda paraların değerinin değişmesi durumunda ortaya çıkan bir risktir. Kurlardaki değişiklikler ile farklı ülkelerdeki faizler arasında sıkı bir ilişki bulunmaktadır. Kurlardaki değişkenliğe paralel olarak, yabancı ülkelerde yapılan yatırımların kârlılıkları da değişebilecektir. Döviz kurlarının sürekli değişmesi, uluslararası portföye sahip yatırımcıların her zaman kazanacağı veya her zaman kaybedeceği anlamına gelmemektedir. Uluslararası alanda portföy oluşturan yatırımcıların, yatırımlarının portföyde yer alan ülkelerin bazılarının parası karşısında değer kazanması, bazıları karşısında da değer kaybetmesi mümkündür. Ayrıca, döviz kurları ile hisse senedi fiyatları arasında ters yönlü bir ilişki vardır. Döviz kurlarının artması, yerli para biriminin değerinin azalması, dolayısıyla hisse senedinin reel getirisinin de azalması anlamına gelmektedir. Sistematik Olmayan Riskin Kaynakları Toplam riskin diğer bir bölümü olan sistematik olmayan risk, bir şirket veya sektöre özgü olan risktir. Menkul kıymet piyasasında sistematik olmayan risk, şirketin kendisinden doğan, grev, başarılı bir genel müdürün ölümü, zarar durumunun ortaya çıkması, diğer olumsuz şirket haberleri, rakiplerin yeni ürünlerinden kaynaklanan tehditlerle başa çıkamama, yönetim hataları, keşifler, reklam kampanyaları ve tüketici tercihlerindeki değişmelerden kaynaklanabilir. Sistematik olmayan faktörler, diğer endüstriler ve genel olarak menkul kıymetler piyasasını etkileyen faktörlerden bağımsızdır. 26 Sistematik olmayan risk, çok iyi çeşitlendirilmiş bir portföyle ortadan kaldırılabilecek bir risk türüdür. Sistematik olmayan riskin diğer bir adı da çeşitlendirilebilir risktir. Sistematik riskin kontrol edilmesi imkânsızken, sistematik olmayan riskin kaynaklarında yapılan değişmelerle ve yönlendirmelerle azaltılması veya yok edilmesi mümkündür. Sistematik olmayan riskin kaynakları şunlardır: 1. Finansal Risk, 2. İş ve Endüstri Riski, 3. Yönetim Riski. Finansal Risk Finansal risk, işletmenin borç ödeme yeterliğinin azalmasıdır. Buradaki risk, firmanın faaliyetlerini öz kaynaklarla veya yabancı kaynaklarla finanse etmesine bağlı olarak ortaya çıkar. Finansal risk, firma gelirlerinin borçlanma sonucu sürekliliğini kaybetmesi ve başta ekonomik olmak üzere, çevresel koşullarda özel ya da genel bir değişikliğe ayak uyduramayarak, faiz ve kâr payı ödemelerini gerçekleştirecek gelir düzeyinin altına düşmesi tehlikesidir. Eğer, riski, hisse senedi başına düşen kârlarda meydana gelen azalma olarak tanımlarsak, satışların arttığı refah dönemlerinde veya enflasyonist ortamda, toplam sermaye içinde yabancı kaynak sermayesi fazla olan işletmelerin, hisse senedi başına düşen kârları artar. Finansal risk, finansal kaldıraç derecesi ile belirlenir. Hisse senedi ile tahvil karşılaştırıldığında, hisse senedinin finansal riskinin daha yüksek olduğu görülecektir. Çünkü işletmenin durumu ne olursa olsun, tahvil sahiplerine olan faiz borcu öncelikli olarak ödenir. Ancak, faiz borcunun büyüklüğü, hisse senedi sahiplerine ayrılacak kâr tutarında büyük dalgalanmalara yol açabilir. Yatırımcı açısından finansal risk, menkul kıymetlerine yatırım yaptığı işletmenin aşağıdaki faktörlerine bağlı olarak artar. 1. İşletmenin borçlarının artması, 2. Satışlarında dalgalanma, 3. Hammadde fiyatlarında artış olasılığı, 4. Grev, 5. Üretimin modasının geçmesi, 6. Rekabetteki artış, 7. Çalışma sermayesi yetersizliği, 8. Yönetim hataları vb. Öte yandan, bir yatırımcı için aşağıdaki faktörlere bağlı olarak yapmış olduğu yatırımın finansal riski azalabilir. 1. Yatırım yaptığı işletmenin teknolojisini yenilemesi, 2. İşletmenin monopolistik patentlere sahip olması, 3. Tüketicilerin işletmenin ürettiği mal ve hizmetleri tercih etmeleri, 4. İşletmenin hammadde kaynaklarını denetleyebilme olasılığının artması, 5. Sermaye artışlarının büyük oranda öz kaynaklarla gerçekleştirilmesi, 6. İşletmenin ihracat potansiyelinin artış eğiliminde olmasıdır. Bütün bu faktörlere bağlı olarak, endüstrideki değişik firmaların menkul kıymetlerinden oluşturulacak çok iyi bir portföyle finansal risk azaltılabilir veya ortadan kaldırılabilir. Ayrıca finansal risk, hem özel, 27 hem de kamu kuruluşlarında var olmakla birlikte devlet güvencesi sebebiyle, kamu kuruluşlarında bu riskin daha az olduğundan söz edilebilir. Finansal risk, borçlanma yerine tümüyle öz kaynak ile finansmanı tercih eden kuruluşların ihraç ettiği kıymetlere yatırım yapılması ile de yok edilebilir. İş ve Endüstri Riski Bazen bir veya birkaç iş kolunda faaliyet gösteren firmaların, kârlarında meydana gelen değişmeler, bu firmalara ait hisse senedi fiyatlarında belirgin dalgalanmalara neden olmaktadır. Söz konusu hisse senetlerine yatırım yapan yatırımcı, sermaye ya da gelir kaybına uğramaktadır. Endüstride meydana gelmesi beklenen değişmeler, yalnızca o endüstri içindeki işletmeleri etkilemekte, endüstri dışındaki işletmeleri etkilememektedir. Endüstride meydana gelmesi beklenen değişmeler, ekonomik koşullarda meydana gelen değişmelerle, yasalarda ve tutumlardaki değişmelerden kaynaklanmaktadır. Bu tür değişmeler, işletmenin kârını ve dolayısıyla menkul kıymetlerinin değerini olumsuz yönde etkiler. Endüstri koşullarında meydana gelebilecek değişmeler dikkate alınıp, işletmenin gelir ve giderlerinin ne yönde etkilenebileceğini tahmin etmek gerekir. Olumsuz değişmelere açık bir işletmede, verim değişkenliği ve dolayısıyla risk de yüksektir. Bununla birlikte, hammadde kaynakları dışa bağımlı bir endüstrinin riski, yerli hammaddeyi kullanan bir endüstrinin riskinden daha yüksektir. Sistematik olmayan risk türlerinden olan iş ve endüstri riskini de iyi bir çeşitlendirme yardımıyla kontrol etmek mümkündür. Yönetim Riski İşletme yönetim sürecinde alınan hatalı kararların ve bunların uygulanmasında yapılan hataların, finansal varlığın verimini ve değerini olumsuz yönde etkileme olasılığına yönetim riski denir. Bilindiği gibi, işletmelerin başarıları, büyük ölçüde yönetici kadrolarının yeteneklerine bağlıdır. Yapılan araştırmalar, işletmelerin başarısızlıklarının yönetim hatalarından kaynaklandığını ortaya koymuştur. Yönetim hataları, hisse senetlerinin değerini belirleyen değişkenleri büyük ölçüde etkiler. Yönetim hataları sonucu, işletmelerin satışları ve kârı azalabileceği gibi, riski de artabilir. Bu gelişmeler, kuşkusuz hisse senetleri fiyatlarında düşüşe yol açar. Bu nedenle, sermaye piyasasının geliştiği ülkelerde, işletmelerin başına, başarılı yöneticilerin getirilmesi ile birlikte, işletmelerin hisse senetlerinin fiyatlarının arttığı görülmüştür. Yönetim riski, hisse senedi sahiplerini, tahvil sahiplerine göre daha fazla etkileyen bir risktir. Bu nedenle, hisse senedine yatırım yapan kişiler veya kurumlar, yatırım yapacakları işletmenin yöneticilerinin kalitesine büyük önem verirler. Yönetim riskini de çok iyi çeşitlendirilmiş portföy yardımıyla ortadan kaldırmak mümkündür. Yatırımcı Bilgilendirme Kitapçıklarına SPK’nın resmi web adresinden ulaşabilirsiniz: www.spk.gov.tr 28 Özet Yatırımcılar, yatırımlarını risk ve beklenen getiriye göre yaparlar ve her yatırımcının riskgetiri profili farklıdır. Her yatırımcının, alternatif portföylere birer “fayda değeri” verdikleri varsayımından yola çıkarak, yatırımcıların fayda fonksiyonları oluşturulabilir. Fayda değerleri, söz konusu portföylerin risk ve getirilerine göre verilir. Portföy, bir yatırımcının sahip olduğu menkul kıymetlerin listesidir. Menkul kıymetlere yatırım, belirli amaçları gerçekleştirmek için yapılmaktadır. Portföy, çeşitli menkul kıymetlerden oluşmasına karşın, portföy değeri, menkul kıymetlerin basit bir toplamı değildir. Portföy yönetimi ise, yatırımcının amacını gerçekleştirmek için yaptığı girişimlerin tümünü içermektedir. Portföy yönetiminde en temel amaç yüklenilen riskin çeşitlendirme yoluyla düşürülmesidir. Bu durum «yumurtaların hepsini aynı sepete koymamak» şeklinde ifade edilebilir. Portföy yönetiminin en önemli fonksiyonlarından biri, risk ve getiri arasında ilişki kurmaktır. Herhangi bir menkul kıymete yatırım yaparken, dikkat edilecek en önemli unsur, söz konusu menkul kıymete ait risk ve getiri arasındaki ilişkidir. Çünkü yatırım araçlarının seçimi, büyük ölçüde bu iki unsurun karşılaştırılmasını ve bunlar arasında uygun bir değişimin saptanmasını gerektirir. Bilimsellik ve uzmanlık gerektiren portföy yönetimi, belli bir politika çerçevesinde yürütülür. Risk, verim ve değer artış faktörlerinin bir veya ikisine ağırlık verilmek suretiyle yürütülen bu politika, portföyün sahibi olan yatırımcı tarafından belirlenir ve portföy yöneticisine yatırım politikasının bildirilir. Ancak, belirlenmesinde en önemli rolü portföy yöneticisi oynar. Portföy yöneticisi, yatırımcının amacının belirlenmesini sağlayabileceği gibi, yatırımcının risk karşısındaki durumunu da ortaya koyarak, yatırım kararlarının alınmasına yardımcı olabilir. Yatırımcıların karşı karşıya kaldığı toplam risk, iki bileşenden oluşur. Toplam riskin bileşenleri, sistematik risk ve sistematik olmayan risklerdir. Piyasa riski olarak da nitelenen sistematik risk piyasanın taşıdığı ve piyasada işlem gören tüm finansal varlıkların etkilendiği risk sınıfıdır. Piyasa riski finansal varlığın dışında ortaya çıkan ekonomik, politik, doğal felaket ve sosyal koşulların ortaya koyduğu ve finansal varlığın getirisini etkileyen bir tehlikeye işaret eder. Portföy yönetimi bilimsel ve dinamik bir süreç olduğundan karar verirken sıralı bir analizi içermektedir. Portföy yönetimi süreci birbirini takip eden 5 aşamadan oluşmaktadır. Bunlar portföy planlaması, yatırım analizi, portföy seçimi, portföy değerlemesi ve portföy revizyonu olarak ifade edilmektedir. Sistematik riskin başlıca kaynakları; satın alma gücü riski, faiz oranı riski, piyasa riski, politik risk ve kur riski olarak sıralanmaktadır. Toplam riskin diğer bir bölümü olan sistematik olmayan risk, bir şirket veya sektöre özgü olan risktir. Menkul kıymet piyasasında sistematik olmayan risk, şirketin kendisinden doğan, grev, başarılı bir genel müdürün ölümü, zarar durumunun ortaya çıkması, diğer olumsuz şirket haberleri, rakiplerin yeni ürünlerinden kaynaklanan tehditlerle başa çıkamama, yönetim hataları, keşifler, reklam kampanyaları, tüketici tercihlerindeki değişmeler, şirket gelirinde sistematik olmayan değişmelere yol açabilir. Sistematik olmayan riskin kaynakları; şunlardır: iş ve endüstri riski, finansal risk ve yönetim riski olarak sıralanmaktadır. Yatırımcılar değişik menkul kıymetlerden veya yatırım araçlarından çok sayıda portföyler oluşturulabilir. Ancak, olaya hisse senedi ve tahvil gibi geleneksel menkul kıymetler açısından bakıldığında üç farklı portföyden söz edilebilir. Bunlardan birincisi yalnız tahvillerden oluşan portföyler, ikincisi yalnız hisse senetlerinden oluşan portföyler ve üçüncüsü ise hem hisse senedi hem de tahvillerden oluşan karma portföylerdir. yatırımdan Yatırımcının yapmış olduğu sağlayacağı getiririn, beklenen getirinin altına düşme veya üstüne çıkma olasılığı söz konusudur. Bu olasılık, yatırımcı açısından yapmış olduğu yatırımın riskini oluşturmaktadır. 29 Kendimizi Sınayalım 1. Aşağıdakilerden hangisi portföy yönetim sürecinin bir aşaması değildir? 6. Sistematik riskin ölçüsü aşağıdakilerden hangisidir? a. Portföy planlaması a. Beta b. Yatırım analizi b. Alfa c. Portföy revizyonu c. Standart sapma d. Portföy değerlendirmesi d. Değişim katsayısı e. Portföy sigortası e. Varyans 2. Türkiye’de portföy yöneticiliğini aşağıdaki kurumlardan hangisi gerçekleştiremez? 7. Aşağıdakilerden hangisi sistematik riskin kaynaklarından biri değildir? a. Portföy yönetim şirketleri a. Enflasyon riski b. Bağımsız denetim şirketleri b. Kur riski c. Aracı kuruluşlar c. Faiz oranı riski d. Mevduat kabul etmeyen bankalar d. Politik risk e. Girişim sermayesi yatırım ortaklıkları e. Yönetim riski 3. Hisse senedinin beklenen getirisi %14, standart sapması %22 ve yatırımcının riskten kaçınma derecesi 3 ise yatırımdan beklenen fayda değeri yüzde kaç olacaktır? 8. Aşağıdakilerden hangisi artmasına neden olmaz? finansal riskin a. Satışlarında dalgalanma b. Rekabetteki artış a. %5,1 c. Çalışma sermayesi yetersizliği b. %5,8 d. İşletmede kullanılan teknolojinin yenilenmesi c. %6,74 e. Hammadde fiyatlarında artış olasılığı d. %9,12 9. Bir portföyün beta katsayısı 1,25 ise piyasa endeksi %10’luk artış gösterdiğinde portföyün davranışı nasıl olur? e. %11 4. Portföy yönetiminde risk ölçüsü olarak hangi değer kullanılmaktadır? a. Portföyün değeri %12,5 artar a. Beklenen getiri b. Portföyün değeri %12,5 azalır b. Değişim katsayısı c. Portföyün değeri %10 artar c. Sharpe oranı d. Portföyün değeri %10 azalır d. Standart sapma e. Portföyün değeri değişmez e. Olasılık dağılımı 10. İki varlıktan oluşan aşağıdaki portföyün beklenen getirisi nedir? 5. Yatırımcıların portföy oluşturmasının veya yumurtaları aynı sepete koymamasının nedeni nedir? a. Daha çok sayıda menkul kıymete sahip olmak wi E(Ri) Varlık I %60 %35 Varlık II %40 %25 b. Yatırımların yönetiminde kolaylık c. Riski düşürmek a. % 26 d. Daha az işlem maliyeti elde etmek b. % 31 e. Yasal düzenlemeler c. % 37 d. % 41 e. % 43 30 Kendimizi Sınayalım Yanıt Anahtarı Sıra Sizde Yanıt Anahtarı Sıra Sizde 1 1. e Yanıtınız yanlış ise “Portföy Yönetimi Süreci” konusunu yeniden gözden geçiriniz. Olasılık (a) 2. b Yanıtınız yanlış ise “Portföy Yönetimi ve Yasal Düzenlemeler” konusunu yeniden gözden geçiriniz. Tahmini getiri (b) -0,20 -0,05 0,10 -0,02 -0,01 0,02 0,25 0,15 0,20 0,20 0,10 0,40 Beklenen getiri 0,04 0,04 0,04 0,11 0,10 0,15 0,20 3. c Yanıtınız yanlış ise “Fayda Fonksiyonu ve Yatırımcı Tipleri” konusunu yeniden gözden geçiriniz. 4. d Yanıtınız yanlış ise “Risk ve Beklenen Getiri” konusunu yeniden gözden geçiriniz. (a*b) Söz konusu hisse senedi için verilen olasılık ve tahmini getiri verileri doğrultusunda hisse senedinin beklenen getirisi 0,11 olarak hesaplanır. 5. c Yanıtınız yanlış ise “Portföy Kavramı” konusunu yeniden gözden geçiriniz. 6. a Yanıtınız yanlış ise “Yatırımlarla İlgili Riskler ve Toplam Riskin Kaynakları” konusunu yeniden gözden geçiriniz. Sıra Sizde 2 Beta, piyasadaki her ekstra yüzde birlik değişim için yatırımcının menkul kıymet fiyatındaki beklediği değişimin miktarını ölçer. Tüm menkul kıymetlerin ortalama betası 1’dir. 1’den büyük betaya sahip olan bir menkul kıymetin piyasa hareketlerine duyarlılığı yüksek, 1’den küçük betaya sahip bir menkul kıymetin piyasa hareketlerine duyarlılığı düşüktür. Piyasanın yükseliş eğilimine gireceğini düşünen bir yatırımcının piyasadaki yükselişten en iyi şekilde yararlanabilmesi için oluşturacağı portföyün betasının en az 1’e eşit olması veya mümkün olduğunca 1’den yüksek olması gerekir. 7. e Yanıtınız yanlış ise “Yatırımlarla İlgili Riskler ve Toplam Riskin Kaynakları” konusunu yeniden gözden geçiriniz. 8. d Yanıtınız yanlış ise “Finansal Risk” konusunu yeniden gözden geçiriniz. 9. a Yanıtınız yanlış ise “Yatırımlarla İlgili Riskler ve Toplam Riskin Kaynakları” konusunu yeniden gözden geçiriniz. 10. b Yanıtınız yanlış ise “Risk ve Beklenen Getiri” konusunu yeniden gözden geçiriniz. Sıra Sizde 3 Enflasyon riski, yatırıma tahsis edilen paranın enflasyonun etkisi ile satın alma gücünün azalması olarak kendini göstermektedir. Satın alma gücündeki azalma, tahvillerin reel verimini azaltmaktadır. Bu nedenle, enflasyon oranı iyi tahmin edilemez ve gelişmenin yönü saptanamazsa, tahvillerin reel değeri ve geliri, gerçeğe yakın olarak saptanamayacaktır. Böylece, tahvile yatırım yapan tasarruf sahipleri, satın alma gücü riskiyle karşılaşacaklardır. Hisse senetlerinin enflasyondan tahvillere göre daha az etkilendiği söylenebilir. Enflasyonla birlikte, işletmenin varlılarının değeri ile satış ve kârının artacağı düşünülmektedir. Buna bağlı olarak, hisse senetlerinin piyasa fiyatı da artacak ve yatırımcılar enflasyondan zarar görmeyerek daha kârlı çıkabileceklerdir. Öte yandan, enflasyonla birlikte, işletmelerin varlıklarının 31 Yararlanılan Kaynaklar değeri artsa da bu direkt olarak hisse senedi fiyatlarına yansımamaktadır. Çünkü enflasyonla birlikte, işletmelerde maliyetler de artmaktadır. Böylece, işletmelerde satışların artışıyla görülen olumlu etki dengelenmektedir. Akgüç, Öztin (1989). Genişletilmiş 5. Bası, Enstitüsü Yayın No:56. Finansal Yönetim, İstanbul: Muhasebe Akmut, Özdemir (1989). Sermaye Piyasası Analizleri ve Portföy Yönetimi, Ankara. Bu bilgiler doğrultusunda enflasyondan hisse senetlerinin daha az etkilendiği söylenebilir. Dolayısıyla söz konusu yatırımcının portföyünde sabit getirili menkul kıymetlere kıyasla daha fazla hisse senedi bulundurması gerekmektedir. Aksoy, Ahmet ve Cihan Tanrıöven (2007). Sermaye Piyasası Yatırım Araçları ve Analizi, 3. Baskı, Ankara: Gazi Kitabevi. Arturo, Troncoso U. (2008). “The Concept of Risk in Portfolio Theory”, Panorama Socioeconomico, Vol: 26, No: 37, s. 182-195. Sıra Sizde 4 Faiz oranı riski, piyasa faiz oranının yükselme veya düşme olasılığını ifade eden bir kavramdır. Piyasa faiz oranında meydana gelen değişmeler, belirli faiz getirisine sahip menkul kıymetlerin piyasa fiyatlarında ve dolayısıyla verimlerinde değişmelerin meydana gelmesine yol açmaktadır. Faiz oranı riski, sabit faizle borçlanmayı mümkün kılan menkul kıymetler için esas olan bir risk türüdür. Sabit getirili menkul kıymetlere yatırım yapan yatırımcı, piyasa faiz oranının yükselmesi durumunda bundan zarar görür. Aşıkoğlu, Rıza (1983). Sermaye Piyasası Aracı Olarak Enflasyon Ortamında Tahvilleri Değerleme, Eskişehir: Anadolu Üniversitesi Yayınları No: 35. Bağcı, Hamdi (1990). Enflasyon ve Endeksleme, Ankara: Sermaye Piyasası Kurulu Denetleme Dairesi Araştırma Raporu (Yeterlik Etüdü), Ankara. Bakırhan, Cafer (1989). Portföy Analizi, Geleneksel Yaklaşım - Modern Yaklaşım, Markowitz Ortalama Varyans Modelinin İMKB İçin Uygulama Denemesi, Ankara: SPK Araştırma Raporu, Yeterlilik Etüdü. Hisse senetlerinin fiyatları, tıpkı tahvil fiyatları gibi diğer koşullar aynı kalmak şartıyla genel faiz oranındaki değişmelerden ters yönde etkilenirler. Hisse senedinin önceden belirlenen sabit bir getirisi yoktur. Böyle bir durumda, hisse senedinden beklenen gelir, sabit faizli bir yatırım aracının sağlayacağı gelirin çok üstünde olmalıdır. Yatırımcı, bu durumu göz önüne alarak, faiz getirisi olan bir yatırım aracı ile hisse senedi arasında tercih yapabilir. Eğer, yatırımcılar, gelecekteki faiz oranlarında önemli değişiklikler bekliyorlarsa, hisse senetlerine yatırım yaparak söz konusu risklerini azaltabilirler. Basso, Antonella and S. Funari (2001). “A Data Envelopment Analysis Approach to Measure the Mutual Fund Performance”, European Journal of Operational Research, 135, s. 477-492. Bekçioğlu, Selim (1984). "Hisse Senetlerinin Riskliliği: Bazı Türk Firmalarına Ait Hisse Senetleri Üzerinde Bir Deneme", İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesi Muhasebe Enstitüsü Dergisi, Yıl: 10, Sayı: 37. Blake, David (2000). Financial Market Analysis, Second Edition, Chichester: John Wiley & Sons Ltd. Bodie, Zvi, Alex Kane, and Alan Marcus (2010). Investments, 9th Edition, New York: McGrawHill/Irwin. Bolak, Mehmet (2001). Sermaye Piyasası Menkul Kıymetler ve Portföy Analizi, 4. Bası, İstanbul: Beta Basım Yayım. Born, Jeffery A. and James T. Moser (1988). “An Integration into the Role of the Market Portfolio in the Arbitrage Pricing Theory”, The Financial Review, Vol: 23, No: 3, p. 287-299. Brigham, Eugene. F. and Joel F. Houston (2011). Fundamentals of Financial Management, 32 İnam, Mehmet (1987). Türkiye’de Menkul Kıymet Piyasası ve Yatırım Alternatiflerinin Genel Analizi, Ankara: Gayret Matbaası. Concise Seventh Edition, Ohio: South-Western College Pub. Ceylan, Ali ve Turhan Korkmaz (1998). Borsada Uygulamalı Portföy Yönetimi, 3. Baskı, Bursa: Ekin Kitabevi. İnselbağ, Işık (1989). Portföy Yönetimi, Ankara: Sermaye Piyasası Araştırma Raporu. Christy, George A. and John C. Clendenin (1978). Introduction to Investments, 7th Edition, New York: McGraw-Hill Book Company. Jobson, J. D. and Bob M. Korkie (1981). “Performance Hypothesis Testing with the Sharpe and Treynor Measures”, The Journal of Finance, Vol: 36, No: 4, p. 889-908. Cohen, Jerome B., Edward D. Zinbarg, and Arthur Zeikel (1987). Investment Analysis and Portfolio Management, 5th Edition, Boston: Irwing Publishing. Jones, P. Charles, Donald L. Tuttle, and Cherill, P. Heaton (1977). Essentials of Modern Investments, New York: The Ronald Pres Co. Jorion, Philippe (1991). “The Pricing of Exchange Rate Risk in the Stock Market”, Journal of Financial and Quantitative Analysis, Vol: 52, No: 4, p. 16-24. Coşkun, Metin (2008). Sermaye Piyasaları, Eskişehir: Genç Copy Center. Çağlar, Tülin (1977). “Portföy Yönetimi”, İstanbul Üniversitesi İşetme Fakültesi Muhasebe Enstitüsü Dergisi, Yıl: 3, Sayı: 7. Karatepe, Yalçın ve Argun Karacabey (2000). “A-Tipi Yatırım Fonları Performansının Yeni Bir Yöntem Kullanılarak Değerlendirilmesi: Graham-Harvey Performans Testi”, Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, Cilt: 55, Sayı: 2, s. 5567. Çevik, Serkan ve Mahir Aşut (1990). "Oyunun Kuralları: Hisse Senedi Fiyatları Faiz Oranlarıyla Ters Orantılıdır: Zıt Kardeşler", Para Dergisi, Yıl: 1, Sayı: 37. Karslı, Muharrem (1978). Menkul Kıymetler Kılavuzu, İstanbul: Türkiye İş Bankası Yayınları. Demirtaş, Özgür ve Zülal Güngör (2004). “Portföy Yönetimi ve Portföy Seçimine Yönelik Uygulama”, Havacılık ve Uzay Teknolojileri Dergisi, Cilt 1, Sayı 4, s. 103-109. Kepekçi, Celal (1983). Sermaye Piyasasını Gelişmesinde Muhasebenin Rolü, Eskişehir: Anadolu Üniversitesi Yayın No: 6. Dowd, Kevin (2000). “Adjusting for Risk: An Improved Sharpe Ratio”, International Review of Economics and Finance, Vol: 9, p. 209-222. Kılıç, Saim (2002). Türkiye’deki Yatırım Fonlarının Performanslarının Değerlendirilmesi, Ankara: İMKB Yayınları. Elton, Edwin J., Martin. J. Gruber, Stephen J. Brown, and William N. Goetzmann (2009). Modern Portfolio Theory and Investment Analysis, 8th Edition, New York: John Wiley & Sons. Kırlı, Mustafa (2006). “Halka Açık Olmayan Şirketlerde Sistematik Risk Ölçütü Beta Katsayısının Tahmin Edilmesi”, Celal Bayar Üniversitesi Yönetim ve Ekonomi Dergisi, Cilt: 13, Sayı:1, s. 121-135. Ertuna, Özcan (1986). Finansal Kurumlar, İkinci Baskı, Ankara: Teori Yayınları. Korkmaz, Turhan ve Ali Ceylan (2010). Sermaye Piyasası ve Menkul Değer Analizi, 5. Baskı, Bursa: Ekin Kitabevi. Ertuna, İ. Özer (1991). Yatırım ve Portföy Analizi, İstanbul. Feibel, Bruce. J. (2003). Investment Performance Measurement, Chichester: John Wiley and Sons Ltd. Meriç, İlhan (1979). "Enflasyon Koşullarında Taşınır Kıymet Yatırımları", İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesi Dergisi, Cilt: 8, Sayı: 2. Fettahoğlu, Abdurrahman (2003). Menkul Değerler Yönetimi, İstanbul: Rengin Matbaası. Francis, Jack Clark (1991). Investments: Analysis and Management, 5. Edition, New York: McGraw-Hill Book Company. Moy, Ronald L. (2002). “Portfolio Performance: Illustrations from Morningstar”, Journal of Education for Business, Vol: 23, No: 4, s. 226229. Gökgöz, Elif (2006). Riske Maruz Değer (VaR) ve Portföy Optimizasyonu, Ankara: SPK Yayınları, Yayın No: 190. Özçam, Mustafa (1997). Varlık Fiyatlama Modelleri Aracılıyla Dinamik Portföy Yönetimi, Ankara: SPK Yayın No: 104. 33 Parasız, İlker (2005). Para, Banka ve Finansal Piyasalar, 8. Baskı, Bursa: Ezgi Kitabevi. Radcliffe, Robert C. (1997). Investment: Concepts, Analysis, Strategy, 5th Edition, USA: Addison Wesley Inc. Reilly, Frank K. and Keith C. Brown (2009). Investment Analysis and Portfolio Management, 9th Edition, Ohio: South-Western College Pub. Sarıkamış, Cevat (2000). Sermaye Pazarları, Gözden Geçirilmiş 4. Basım, İstanbul: Alfa Yayınları. Sermaye Piyasası ve Borsa Temel Bilgiler Kılavuzu (2011). 21. Basım, İstanbul: İstanbul Menkul Kıymetler Borsası Yayınları 1. Smith, Keith V. (1971). Portfolio Management: Theorical and Empericial Studies of DecisionMaking, New York: Holt, Rinehart and Winston, Inc. Steps in Portfolio Management (2012). http://www.scribd.com/doc/49915236/15/STEPSIN-PORTFOLIO-MANAGEMENT [Erişim Tarihi: 02.02.212]. Teziş, Füsun (1987). "Hisse Senedi Yatırımlarında Risk Türleri", Para ve Sermaye Piyasası Dergisi, Yıl: 9, Sayı: 98. Travers, Frank J. (2004). Investment Manager Analysis: A Comprehensive Guide to Portfolio Selection, Monitoring and Optimization, Chichester: John Wiley and Sons Ltd. Uyanık, Senan (1992). "Faiz Oranı Riski Süre Analizi", Türkiye Bankalar Birliği Dergisi, Yıl: 3, Sayı: 9. Yapraklı, Sevda ve Bener Güngör (2007). “Ülke Riskinin Hisse Senedi Fiyatlarına Etkisi: İMKB 100 Endeksi Üzerine Bir Araştırma”, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, Cilt: 62, Sayı: 2, s. 199-218. Weston, J. Fred, Scott Besley, and Eugene F. Brighman (1996). Essential of Managerial Finance, 11th Edition, USA: Dryden Press. 34 2 Amaçlarımız Bu üniteyi tamamladıktan sonra; Finansal yatırımlarda beklenen getiri ve riskin nasıl ölçüldüğünü açıklayabilecek, reel getiri hesaplamalarını yapabilecek, Değişken getirili ve sabit getirili yatırım araçlarının risk ve getiri özelliklerini açıklayabilecek, Değişken getirili ve sabit getirili yatırım araçlarını değerleyebilecek bilgi ve becerilere sahip olabilirsiniz. Anahtar Kavramlar Beklenen Getiri ve Risk Tahvillerde Süre Menkul Kıymetleri Değerleme Vadeye Kadar Getiri Sabit Getirili Menkul Kıymetler Nominal Getiri Risksiz Getiri Reel Getiri İçindekiler Giriş Finansal Varlık Yatırımlarında Beklenen Getiri ve Risk Yatırım Araçları 36 Yatırım Araçları, Risk ve Getiri Hesaplamaları GİRİŞ Portföy yönetiminde önemli karar alanlarından biri, portföyün hangi finansal varlıklardan oluşturulacağını belirlemedir. Uygun bir portföyün oluşturulup, etkin bir şekilde yönetilmesi için çeşitli finansal varlıkların sağladığı hakları, getirileri ve risk özelliklerini bilmek, finansal varlıkları değerleyebilmek gerekmektedir. Bu ünitede temel yatırım araçlarından olan hisse senedi ve tahviller daha kapsamlı olmak üzere, çeşitli finansal varlıklarla ilgili bilgilere yer verilecektir. FİNANSAL VARLIK YATIRIMLARINDA BEKLENEN GETİRİ VE RİSK Yatırım, bugünkü varlık(servet) düzeyinden daha fazlasına sahip olmak, diğer bir ifade ile getiri elde etmek amacıyla yapılır. Finansal varlıklardan elde edilecek dönemsel getiriyi faiz, kar payı gibi getiriler oluştururken, varlığın dönem başı fiyatı ile dönem sonu fiyatı arasındaki fark sermaye kazancını oluşturur. Eğer yatırım aracı hisse senedi gibi ortaklık hakkı veren finansal varlık ise yatırımın dönemsel getirisi kar payı(temettü, dividant); yatırım aracı tahvil gibi alacaklılık hakkı veren bir finansal varlık ise faiz getirisi söz konusu olacaktır. Yatırımlarda elde edilecek getirinin mümkün olduğunca yüksek, riskin de düşük olması amaçlanır. Diğer bir ifade ile belirli bir risk düzeyinde getirinin en yüksek ya da belirli bir getirinin en düşük riskle elde edilmesi istenir. Ancak yatırımların geleceğe yönelik olması, geleceğin de bugünden tam olarak kestirilememesi nedeniyle az ya da çok riskle karşılaşılması kaçınılmazdır. Risk, yatırımdan beklenen getirinin elde edilememe olasılığını ifade eder. Yatırımlardan beklenen getiriyi elde etme olasılığı ne kadar yüksekse gerçekleşen getiri ile beklenen getiri o kadar örtüşecektir. Yatırım aracının hisse senedi olması durumunda bir dönemlik getiri oranı; r= ( Pt − Pt −1 ) + Dt eşitliği ile bulunabilir. Eşitlikte; Pt −1 r =Hisse senedinin bir dönemlik getiri oranı Pt = Hisse senedinin dönem sonu fiyatı Pt −1 = Hisse senedinin dönem başı fiyatı Dt = Hisse senedine ödenen kar payını göstermektedir. Örneğin piyasadan 15’ye alınan bir hisse senedi dönem sonunda 17 ’ye satılmış olsun. Bu hisse senedi için o dönemde 1,5 kar payı ödemesi yapıldığında yatırımcının getiri oranı şu şekilde hesaplanacaktır: r= ( 17 - 15) + 1,5 = %23,3 15 37 Burada yatırımcının sermaye kazancı 2 (Pt-Pt-1); kar payı kazancı 1,5 olmaktadır. Bu kazançlar ele alındığında yatırımcının bir dönemlik getiri oranı %23,3 olmaktadır. Yatırım dönemi yıl olabileceği gibi altı ay, üç ay, hafta ya da bir gün değişik süreler de olabilir. Getiri oranları genellikle yıllık olarak ifade edilmekle birlikte yatırım aracının yıldan daha az süre ile elde tutulması ve bu süre içinde herhangi bir ödemenin olmaması durumunda yatırımın getirisi, satış fiyatı ile alış fiyatı arasındaki farkın alış fiyatına oranlanmasıyla bulunur. Bir yatırımın elde tutma süresi bir yıldan daha kısa ise, farklı yatırım araçlarının getirileriyle karşılaştırılması zordur. Seçenekleri karşılaştırmak için dönemsel getirilerin yıllık karşılıkları bulunmalıdır. Getirilerin yıllık karşılıkları basit ya da bileşik faiz yaklaşımına göre hesaplanabilir. Örneğin bir yatırımın iki aylık getirisi %3 ise; Yıllık basit faiz karşılığ = %3*12/2 = %18 6 Yıllık bileşik faiz karşılığı = (1+0,03) -1 = %19,41 şeklinde bulunacaktır. Basit faiz yaklaşımıyla yıllık getiri, dönem getirisinin yıl içindeki dönem sayısıyla çarpılarak bulunmaktadır. Örnekte dönem uzunluğu iki ay olduğu için, yıldaki dönem sayısı 6(12/2) oldu. Bileşik faiz yaklaşımında ise dönem getirisi bir ile toplanıp, yıldaki dönem sayısı kadar üs alınarak ve bulunan değerden bir çıkarılarak hesaplanmaktadır. Bu ifade aşağıdaki gibi formüle edilebilir: YG=(1+DG) m -1 YG=Yıllık getiri oranı DG=Dönemlik getiri oranı m= Yıl içindeki dönem sayısı Bileşik faiz yaklaşımı ile bulunan getiri oranına efektif getiri oranı da denir. Basit faizle yıllık getiri; yapılan yatırımdan elde edilen getirinin dönem sonunda aynı oranda yatırıma dönüştürülmediği varsayımı ile hesaplanan getiridir. Birleşik faizle yıllık getiri; yapılan yatırımdan elde edilen getirinin, dönem sonunda aynı oranda tekrar yatırıma dönüştürüldüğü varsayımı ile hesaplanan getiridir. Örnek: Bir finansal varlığın 45 günlük getiri oranı %4 ise yıllık basit ve bileşik getirisi ne olur? Çözüm: DG=%4 Basit Faizle Bileşik Faizle m=360/45=8 YG=%4*8= %32 YG=(1+%4) -1 = %36,86 8 YG=? Yatırım aracının hisse senedi olması durumunda yatırım dönemi içinde sermaye artırımı gibi durumların olması getiri oranını etkileyecektir. Yatırımın getiri oranı hesaplanırken yatırımla ilgili sağlanacak tüm kazançlar dikkate alınmalıdır. Örneğin hisse senedi için yatırım dönemi içinde bedelli ve/veya bedelsiz sermaye artışı gerçekleşirse hisse senedinin getiri oranı aşağıdaki eşitlik kullanılarak bulunabilir: r= n ∗ Pt − Pt −1 − S + Dt Pt −1 38 n= Dönem başında bir hisse senedine sahip olan yatırımcının bedelli ve bedelsiz sermaye artırımı sonucunda sahip olduğu hisse senedi sayısını, S= Sermaye artırımında bedelli artırım karşılığı ödenen sermayeyi ifade etmektedir. Yatırımcının getiri oranı her zaman pozitif olmayabilir. Özellikle hisse senedi gibi riski yüksek menkul kıymetlerde fiyatlarda düşmeler nedeniyle sermaye kazancı değil, sermaye kaybı olabilir. Bu durumda negatif getiri, diğer bir ifade ile zarar söz konusu olur. Beklenen Getiri ve Riskin Ölçümü Yukarıda gerçekleşen getirinin nasıl hesaplanacağı açıklandı. Halbuki yatırım kararı gelecekle ilgilidir. Dolayısıyla karar verileceği zaman, öncelikle yatırım konusu finansal varlığın gelecekte sağlayacağı getiriler ile bu getirilerin risk derecesi belirlenmelidir. Bir yatırım aracının beklenen getirisi ve riski olasılık dağılımıyla ya da tarihi verilerden hareketle belirlenebilir. Olasılık Dağılımı ile Beklenen Getirinin Belirlenmesi Finansal varlığın beklenen getirisi, farklı koşullarda beklenen getirilerin olasılıkları ele alınarak belirlenebilir. Olasılık dağılımı, varlıkla ilgili beklenen getirilerin sayısal olarak belirlenmesiyle oluşturulur. Örneğin %75 olasılıktan bahsediliyorsa o getirinin gerçekleşme olasılığının %75 olduğu; %100 olasılıktan bahsediliyorsa riskin sıfır olduğu, diğer bir ifade ile beklenen getirinin tam olarak gerçekleşeceği anlamına gelir. Örneğin bir yatırımcının çeşitli ekonomik durumlar altında bir menkul kıymete yapacağı yatırımla ilgili getiri beklentileri aşağıdaki gibi olsun: Ekonomik Durum Hızlı Büyüme Yavaş Büyüme Sıfır Büyüme Olasılık(Pi) %45 x %30 x %25 x Getiri(ri) %35 %20 %10 = = = Beklenen GetiriE(ri) 0,1575 0,06 0,025 E(ri)=%24,25 Yukarıda görüldüğü üzere beklenen getiri; farklı ekonomik koşulların olasılıkları ile bu koşullar altında menkul kıymetten beklenen getirilerin ağırlıklı ortalaması alınarak hesaplanmıştır. E(ri)= ( 0,45*0,35+0,30* 0,20+0,25*0,10) = %24,25 olarak bulunur. Bir finansal varlığın sadece beklenen getirisinin hesaplanması yeterli değildir. Beklenen getiri yanında riskin de bilinmesi gerekir. Risk, beklenen getirinin elde edilememesinden kaynaklanır ve beklenen getiri ile gerçekleşen getiri arasında farkın artmasına bağlı olarak artar. Risk, varyans ya da varyansın karekökü olan standart sapmayla ölçülebilir. Varyans ya da standart sapma, her bir olası getirinin beklenen getiriden ne kadar farklılaştığını gösterir. Varyans ya da standart sapmanın düşük olması riskin düşük, yüksek olması riskin yüksek olduğunu ifade eder. Varyans ve standart sapma eşitliklikleri aşağıdaki gibidir: n [ ] Varyans = δ 2 = ∑ rij − E (ri ) 2 ∗ Pj j =1 Varyans kare ile ifade edildiği için, sonucun daha kolay anlaşılması amacıyla daha çok standart sapma kullanılır. Yukarıda verilen örneğin varyansı ve standart sapması şu şekilde hesaplanabilir: 39 Getiri 2 Beklenen Getiri ri-E(ri) (ri-E(ri)) Pi Pi*(ri-E(ri)) 0,35 0,2425 0,1075 0,0116 0,45 0,0052 0,20 0,2425 -0,0425 0,0018 0,30 0,0005 0,15 0,2425 -0,0925 0,0086 0,25 0,0022 2 δ 2 = 0,0079 δ = 0,089 Varyansın sıfır olması, olası getiri ile beklenen getirinin aynı olduğu, diğer bir ifade ile riskin olmadığı anlamına gelir. Varyans sıfırdan ne kadar büyükse risk de o kadar artar. Tarihi Verilerden Hareketle Beklenen Getirinin Belirlenmesi Finansal varlıkların gelecekte hangi olasılıkla, hangi getiri sağlayacağını tarihi verilere dayalı olmaksızın belirlemek çok mümkün değildir. Bu nedenle çoğu zaman geçmiş getirilerden faydalanmak gerekir. Tarihi verilere dayalı olarak finansal varlığın beklenen getirisi; geçmiş dönemlerde elde edilen ortalama getiri ile, riski ise bu getirinin değişkenliği ile belirlenmektedir. Örneğin bir yatırımın geçmiş yıllardaki getirileri aşağıdaki gibi olsun: Yıllar Getiriler(rj) 2005 -%6 2006 %9 2007 %13 2008 %22 2009 %28 2010 %20 2011 %14 Geçmiş dönemlere ait getirilerin ortalaması, aritmetik ya da geometrik ortalama alınarak belirlenebilir. Getirilerin Aritmetik Ortalaması = Getirilerin geometrik ortalaması ise; (1+GeometrikOrtalama)= n (1 + r1 )(1 + r2 )(1 + r3 )...(1 + rn ) eşitliği kullanılarak hesaplanabilir. n= Terim sayısını göstermektedir. Buna göre örnekteki yatırımın getiri oranı; (1+GeometrikOrtalama)=( 7 (1 − 0,06) (1 + 0,09)(1 + 0,13)(1 + 0,22)(1 + 0,28)(1 + 0,20)(1 + 0,14) Geometrik 0rtalama= -1 = 2,4733677441/7-1= 0,1382=%13,81 olarak bulunur. Getirilerin riski, yine varyans ve standart sapmayla belirlenebilir. Varyans, geçmiş yıllara ilişkin getiriler ile ortalama getiri arasındaki farklardan hareketle bulunur. Yatırımlarda belirli bir risk düzeyinde getiriyi maksimize etmek amaçlanır. Eğer risk artıyorsa bu riski dengeleyecek getiri elde edilmelidir. Çeşitli finansal varlıklar, getiri ve risk özellikleri bir arada ele alınarak karşılaştırılmalıdır. Seçenekler karşılaştırılırken; 40 • Aynı beklenen değere sahip finansal varlıklardan en düşük standart sapmalı olanı (riski en düşük), • Aynı standart sapmaya sahip finansal varlıklardan en yüksek beklenen değere sahip olanı seçilmelidir. Finansal varlıkların aynı beklenen değere ya da aynı standart sapmaya sahip olması sık rastlanan bir durum değildir. Bu durumda yatırım seçeneklerinin karşılaştırılmasında değişim katsayısı kullanılmalıdır. 3 ay elde tutulan bir yatırımdan sağlanan getiri oranı %5,25 ise yıllık basit ve bileşik faiz karşılığı ne olur? Reel Getirinin Hesaplanması Yukarıda bir finansal varlık yatırımından elde edilen nominal getiri oranının nasıl hesaplanacağı üzerinde duruldu. Ancak yatırımcının yatırımdan elde ettiği getiri gerçek kazancını göstermeyebilir. Enflasyonun olduğu durumlarda elde edilen getiri oranının, yatırımcının satınalma gücünde artışı(azalışı) göstermeyebilir. Dolayısıyla reel getirinin belirlenmesi doğru yatırım kararı için gereklidir. Bazı yatırım araçlarının getirisi enflasyondan daha az etkilenirken bazıları çok etkilenir. Örneğin enflasyonun sabit getirili finansal araçların getirisi üzerindeki etkisi, hisse senetlerine göre daha büyük olmaktadır. Nominal getirinin enflasyondan arındırılmasında aşağıdaki eşitlik kullanılır: RGO = Burada; RGO = Enflasyondan arındırılmış getiri(Reel getiri)oranı NG= Nominal getiri oranı EO= Enflasyon oranını göstermektedir. Örneğin bir yatırımdan %16 getiri elde edilmiş olsun; bu dönemde%14 enflasyon olmuşsa yatırımcının reel getirisi; RGO = olmaktadır. Eğer ilgili dönemde enflasyon oranı %18 olmuşsa, nominal getirinin %16 olmasına rağmen, yatırımcının reel getirisi negatif olacaktır. RGO = YATIRIM ARAÇLARI Günümüzde farklı getiri ve risk özelliklerine sahip çok sayıda finansal araç bulunmakta ve sürekli olarak da yenileri türetilmektedir. Portföyün hangi finansal varlıklardan oluşturulabileceğine ve etkin şekilde nasıl yönetilebileceğine karar verebilmek için çeşitli finansal varlıkların sağladığı hakları, getirileri ve risk özelliklerini bilmek, finansal varlıkları değerleyebilmek gerekmektedir. Hisse Senetleri Sermaye piyasasının temel finansal araçlarından biri olan hisse senetleri, anonim ortaklıklar ile, sermayesi paylara bölünmüş komandit ortaklıklarda ortaklık payını temsil eden menkul kıymetlerdir. Bu ortaklıklardan başka ülkemiz mevzuatına göre, özel kanunlarla kurulan bazı kuruluşlar da hisse senedi çıkarabilmektedir. Ancak sermaye piyasasında anonim şirketlerin menkul kıymetleri işlem görebilmektedir. Hisse senetlerinin yatırımcılara sağladığı haklar şu şekilde ifade edilebilir: • Şirketin karından pay alma hakkı • Yeni pay alma hakkı 41 • Tasfiye bakiyesine katılma hakkı • Şirket yönetimine katılma hakkı • Oy Hakkı • Bilgi alma hakkı Hisse Senedi Türleri Hamiline ve Nama Yazılı Hisse Senetleri: Senedin hamili kim ise, o kimsenin hak sahibi sayıldığı hisse senetleri hamiline yazılı hisse senetleridir. Hamiline yazılı hisseler teslimle devredilebilirken, nama yazılı hisse senetleri, esas sözleşmede aksine hüküm olmadıkça devredilebilir. Nama yazılı hisselerin devri, ciro edilmiş senedin devir alana teslimi ve şirketin pay defterine kaydedilmesi ile mümkündür. Adi ve İmtiyazlı Hisse Senetleri: Esas sözleşmede aksine bir hüküm yoksa sahiplerine eşit haklar sağlayan hisse senetlerine adi hisse senetleri denir. Bir kısım hisse senetlerine ise kara katılmada, yönetim ve denetim kuruluna üye seçiminde, oy hakkında ve benzeri konularda, ana sözleşmeye dayanarak imtiyazlı haklar tanınabilir. Bir anonim ortaklıkta çeşitli imtiyazlara sahip hisse senetleri bulunuyorsa bunlar farklı grup isimleriyle (A grubu, B grubu, C grubu gibi) adlandırılırlar ve Borsa'da farklı işlem sıralarında işlem görürler. Bedelli ve Bedelsiz Hisse Senetleri: Kuruluş aşamasında ya da bedelli sermaye artırımına konu olan hisse senetlerine bedelli hisse senetleri denir. Bedelli hisseler karşılığında şirkete dış kaynaklardan fon girişi olur. Yedek akçelerin, dağıtılmamış karların, yeniden değerleme değer artış fonlarının, gayrimenkul satış kazançlarının veya iştiraklerdeki değer artışlarının sermayeye eklenmesi sonucunda çıkarılacak hisse senetlerine bedelsiz hisse senetleri denir. Bu tür senetler için hissedarların yeni bir ödeme veya yeni bir taahhüt altına girmesi söz konusu değildir. Primli ve Primsiz Hisse Senetleri: Nominal değerle(hisse senedinin üzerinde yazılı değer)ihraç edilen hisse senetlerine primsiz, nominal değerinden yüksek bir bedelle ihraç edilen hisse senetlerine primli hisse senedi denir. Ülkemizde nominal değeri bulunmayan hisse senedi ihracı söz konusu değildir; aynı zamanda hisse senetleri nominal değerin altında bir fiyatla da satılamazlar. Kurucu ve İntifa Hisse Senetleri: Kurucu hisse senetleri, şirketin kuruluş hizmeti karşılığı olmak üzere, şirket kârından pay alma hakkı veren ve daima kurucuların adlarına yazılı olarak ihraç edilen, belirli bir sermaye payını temsil etmeyen ve şirketin yönetimine katılma hakkı vermeyen hisse senetleridir. İntifa hisse senetleri ise sermaye payını temsil etmeyen, şirket genel kurulunun alacağı kararla bazı kimselere çeşitli hizmetler ve alacak karşılığı olmak üzere, kuruluştan sonra verilen hisse senetleridir. Hisse senedinin birçok özelliğini taşımakla birlikte, tam olarak hisse senedi olmayan menkul kıymetler hisse senetlerinin türevleri olarak adlandırılır. Bunlar; Kâr ve Zarar Ortaklığı Belgeleri, Katılma İntifa Senetleri ve Oydan Yoksun Hisse Senetleridir. Hisse Senetlerinde Değer Kavramları Hisse senetlerini değerlemeye geçmeden önce hisse senetlerinde değer kavramından bahsetmek uygun olacaktır. Nominal (Kayıtlı, İtibari, Saymaca) Değer: Hisse senedinin üzerinde yazılı olan değeridir. Hisse senetlerinin nominal değerlerinin toplamı o şirketin esas sermaye(nominal sermaye) tutarını gösterir. Türk Ticaret Kanunu'na göre ülkemizde hisse senetlerinin en düşük nominal değeri 1 kuruştur. İhraç Değeri: Hisse senetlerinin şirket tarafından satışa sunulduğu değere ihraç değeri denir. Hisse senedinin ihraç fiyatı nominal değerin altında ya da üstünde olabilmektedir. Ülkemizde hisse senetlerinin ihraç değeri nominal değerin altında olamamaktadır. 42 Piyasa Değeri: Hisse senedinin piyasadaki arz ve talep koşullarına bağlı olarak oluşan fiyatına piyasa fiyatı denir. Hisse senetlerinin piyasa fiyatı, bu hisse senetleri ihraç eden şirketin durumunda bir değişiklik olmasa bile, piyasa koşullarına bağlı olarak değişebilir. Borsa Değeri: Hisse senetleri borsaya kayıtlı ise borsadaki arz ve talep koşullarına bağlı olarak oluşan fiyatına borsa değeri denir. Borsa değeri, borsanın işleyişine göre günlük olarak belirlenir ve açılış, kapanış, en düşük, en yüksek, ortalama günlük fiyat şeklinde ifade edilir. Defter Değeri: Bir işletmenin toplam kaynaklarından toplam borçları düşüldükten sonra kalan değeri, o işletmenin özsermayesini oluşturur. Hisse senedinin defter değeri ise, özsermayenin hisse senedi sayısına bölünmesiyle belirlenir. Defter değerine özsermaye değeri ya da muhasebe değeri de denir. Tasfiye Değeri: Likiditasyon değeri de denilen tasfiye değeri, işletmenin tüm varlıkları paraya dönüştürülüp borçları ödendikten sonra kalan değeri ifade eder. Borçlar ödendikten sonra kalan değerin hisse senedi sayısına bölünmesiyle hisse senedinin tasfiye değeri bulunur. Hisse senetlerin piyasa değeri tasfiye değerinin altında ise şirketin tasfiye edilmesi gerekir. İşleyen Teşebbüs Değeri: İşletmenin, faliyetlerine devam eden bir kurum olarak devredilmesin halinde bulacağı değer o işletmenin işleyen teşebbüs değerini verir. Bu değerden borçlar indirilerek bulunan değerin hisse sayısına bölünmesiyle, hisse başı işleyen teşebbüs değeri belirlenir. Tasfiye değeri; piyasa değeri için alt sınırı oluştururken, işleyen teşebbüs değeri üst sınırı oluşturacaktır. Gerçek Değer: Bir hisse senedinin gerçek değeri, sahip olunan bilgilere dayalı olarak bulunan ve işletmenin olması gereken değeridir. Gerçek değer; şirketin varlıkları, karlılık durumu, dağıtılan kar payları, sermaye yapısı gibi çeşitli değişkenlere göre belirlenen değerdir. Hisse senetlerini değerlemede, hisse senedinin gerçek değeri bulunmaya çalışılmaktadır. Etkin piyasalarda bir varlığın piyasa değerinin gerçek değer etrafında hareket edeceği, piyasa fiyatı gerçek değerin altında ya da üstünde olsa bile belirli bir süre içinde gerçek değere yaklaşacağı varsayılır. Yapılan çalışmalarda, piyasalarda etkinlik arttıkça piyasa değer ile gerçek değerin birbirine yaklaştığı görülmektedir. Hisse senetlerinin piyasa değeri ile gerçek değeri karşılaştırıldığında üç durum sözkonusu olabilir: Karşılaştırma Sonuç Eylem Piyasa Değeri Büyüktür Gerçek Değer Pahalı Sat Piyasa Değeri = Gerçek Değer Denge Pozisyonu Koru Piyasa Değeri Küçüktür Gerçek Değer Ucuz Satın Al Yatırımcılar hisse senedi ile ilgili çeşitli bilgilere dayalı olarak yapacakları değerleme sonucunda bulacakları değerle piyasa değerini karşılaştırarak yukarıda belirtilen pozisyonları alacaklardır. Hisse Senetlerini Değerleme Yaklaşımları Değerleme, herhangi bir varlığın gerçek değerini belirlemeye yönelik yapılan çalışmalardır. Fiyat ile değer genellikle eş anlamlı olarak kullanılmasına rağmen gerçekte aynı şey değildir. Fiyat, bir varlığın piyasa koşullarına göre oluşan değişim değeridir; ancak varlığın piyasa fiyatı gerçek değerini yansıtmayabilir. Etkin piyasalarda varlıkların gerçek değeri ile piyasa fiyatının eşit olduğu, zaman zaman farklılık gösterse de kısa sürede örtüşeceği düşünülür. Gerçekte piyasalar az ya da çok etkinlikten uzaktır. Bu nedenle yatırım kararlarında finansal varlıkların gerçek değerini belirlemek gerekmektedir. Yatırımcılar açısından hisse senedinin doğru değerini belirleme, hangi hisse senedine yatırım yapılacağı konusunda karar verme yanında, portföyde bu hisse senetlerinden bulunuyorsa bunların elden çıkarılması açısından da önemlidir. Hangi menkul değerlere yatırım yapılacağı ya da hangilerinin elden çıkarılacağı kararı, o finansal varlığın değerleme ile bulunan değeri ile piyasada oluşmuş fiyatı karşılaştırılarak verilmelidir. Hisse senedinin hesaplanan gerçek değeri, piyasa fiyatının üzerinde ise bu hisse senedine yatırım yapmak uygun olurken, tersi durumda uygun olmayacaktır. 43 Hisse senetlerinin değerini etkileyen çok sayıda faktör olması nedeniyle hisse senetlerinde gerçek, doğru değeri belirlemek, tahviller gibi sabit getirili finansal varlıklara göre daha zordur. Ekonomi, sektör ve şirketle ilgili analizler yapıldıktan sonra hisse senetlerinin gerçek değerini bulmaya yönelik olarak temelde iki yaklaşım vardır. Bunlardan ilki hisse senedinden gelecekte sağlanacak nakit akışlarının iskonto edilmesiyle yapılan değerleme, diğeri göreceli değerlemedir. İskonto Edilmiş Nakit Akışları Yaklaşımı Bir varlığın değeri, bu varlıktan gelecekte elde edileceği tahmin edilen nakit girişlerinin iskonto edilmiş (bugünkü) değeriyle belirlenecektir. Burada konu hisse senedinin değerini belirleme olduğu için hisse senedinden gelecekte beklenecek nakit girişleriyle, bu nakit girişlerini iskonto etmede kullanılacak getiri oranının belirlenmesi gerekecektir. Daha önce de ifade edildiği gibi hisse senetlerinden kar payı ve sermaye kazancı olarak iki türlü gelir elde edilebilir. Kar payı, anonim şirketlerin elde ettikleri kardan ortaklara dağıtılan kısmını ifade eder. Tek Dönemli Kar Payı Ödemeli Hisse Senedini Değerleme: Bir finansal varlık, elde tutulma süresi dikkate alınarak değerlenir. Bazen yatırım süresi çok kısa bazen uzun olabilmektedir. Tek dönem elde tutulacak hisse senedi değerlenirken aşağıdaki formülden faydalanmak mümkündür: Hisse Senedinin Olması Gereken Değeri = D1= Ödenecek karpayı P1= Dönem sonu satış fiyatı ke=İstenen getiri oranı Örnek: Bir işletmenin adi hisse senedi için yıl sonunda 2. karpayı ödeneceği ve dönem sonunda bu hisse senedinin 15 ye satılabileceği beklenmektedir. Yatırımcının bu hisse senedinden istediği getiri oranı %18 ise hisse senedi hangi fiyatla satın alınmalıdır? D1 = 2 P1 = 15 ke = %18 Hisse Senedinin Olması Gereken Değeri = 14,4 Burada yatırımlardan elde edilecek nakit akışlarını iskonto etmede kullanılacak iskonto oranını belirleme önemlidir. İskonto oranının olması gereken değerden daha yüksek belirlenmesi hisse değerinin düşük hesaplanmasına, düşük belirlenmesi yüksek hesaplanmasına neden olacaktır. İskonto oranının düzeyini, yatırımdan beklenen nakit akışlarının risk durumuyla yatırımcının riske karşı tutumu belirleyecektir. İskonto oranının belirlenmesinde bir menkul kıymetin riski ile getirisi arasındaki ilişkiyi gösteren Sermaye Varlıklarını Fiyatlandırma Modeli’nden (SVFM) faydalanmak mümkündür. SVFM; ri= rf+β (rm-rf) şeklinde ifade edilmektedir. Eşitlikte; ri = Beklenen getiriyi rf = Risksiz faiz oranını β =Menkul kıymetin getirisi ile pazar portföyünün getirisi arasındaki ilişkiyi rm=Pazarın beklenen getirisini (rm-rf)=Risk primini göstermektedir. Örneğin piyasada risksiz faiz oranı %8, pazar getiri oranı %16 ve bu hisse senedinin beta’sı 1,2 ise hisse senedinden beklenen getiri oranı; 44 ri = %8+1,2(%16-%8)=%17,6 olarak belirlenir. Nakit akışları bu getiri oranıyla(ri) iskonto edildiğinde bulunan değer, o hisse senedinin olması gereken değerini gösterir. Hisse senedinin piyasa fiyatı hesaplanan değerin altında ise yatırım yapılması uygun, değilse uygun olmayacaktır. Denge piyasa koşullarında SVFM ile bulunan ri; hisse senedinin gerçek değerini bulmada kullanılan iskonto oranı ile (ke) aynı şeyi ifade edecektir. Çok Dönemli Kar Payı Ödemeli Hisse Senedini Değerleme: Hisse senedi değerlemesinde çok dönem sözkonusu olduğunda formül şu şekilde olacaktır: Hisse Senedinin Değeri = (Pn) = n yıl sonundaki hisse senedi fiyatı Değerleme formülünde “n” büyüdükçe ya da “n=∞”olduğunda, n dönem sonundaki hisse senedinin fiyatı fazla anlam ifade etmeyecektir. Bu durumda eşitlik şu şekilde yazılabilir: Yıl sayısı arttıkça, her yıl elde edilecek kar paylarını bugünden tahmin etmek güçleşecektir. Bu durumda bazı basitleştirici varsayımlar yapılabilir. Örneğin kar paylarında herhangi bir değişmenin olmayacağı (sıfır büyümeli hisse senetleri) ya da sabit oranda büyüyeceği gibi varsayılabilir. Her yıl aynı miktarda kar payı dağıtılacağı varsayıldığında hisse senedi değeri; D1 formülüyle bulunabilecektir. ke Şirketler genellikle imtiyazlı hisse senetleri için sabit kar payı ödemeyi taahhüt etmektedirler. Bu tür hisse senetlerini değerlemede yukarıdaki eşitlikten faydalanmak mümkündür. Her yıl 3 karpayı ödemeyi taahhüt eden bir işletmenin imtiyazlı hisse senedine yatırım yapacak yatırımcı %16 getiri sağlamayı isterse bu hisse senedini hangi fiyatla satın almalıdır? Hisse senedinin piyasadaki fiyatı hesaplanan değerden düşük ya da yüksek olabilir. Piyasa fiyatı eğer hisse senedinin hesaplanan değerinden yüksekse hisse senedi fazla fiyatlandırılmış, düşükse düşük fiyatlandırılmış olduğu görülür. Özellikle enflasyonist ortamlarda kar paylarının sabit kalması pek mümkün değildir; kar paylarında büyüme beklenir. Kar paylarının her yıl ne olacağını tahmin etmek zor olduğu için, geçmiş büyüme oranları ele alınarak bazı basitleştirici varsayımlar yapılabilir. Örneğin kar paylarının her yıl aynı oranda büyüyeceği varsayıldığında hisse senetlerinin değerini veren formül; P0 = şeklinde olacaktır. g = Kar paylarında sabit büyüme oranı 45 Kar payının her yıl sabit bir oranda büyüyeceği varsayımıyla yapılacak değerlemede kullanılacak eşitlikte getiri oranının büyüme oranından büyük olması gerekmektedir. Aksi durumda eşitlik mantıklı sonuç vermemektedir. Örnek: Bir işletmenin hisse senetlerinin piyasa fiyatı 12 olup bu hisse senetlerine verilecek olan 2 karpayı ödemelerinin her yıl %15 büyüyeceği beklenmektedir. Böyle bir hisse senedine yatırım yapacak yatırımcının getiri oranı ne olacaktır? Çözüm: P0 = 12 D1 = 2 g = %15 ke = ? Hisse Senedinin Değeri = Yukarıda verilen eşitlik, ke’yi verecek şekilde düzenlendiğinde; olur. Yatırmcının bu hisse senedine yatırım yaptığında elde edeceği getiri oranı %31,67 olmaktadır. Eğer bu hisse senedi için %31,67 getiri oranı, o risk düzeyi için uygun ise yatırım yapılacak, değilse yapılmayacaktır. Hisse senetlerini değerlemede yukarıda verilen eşitlikler yanında farklı özellikler gösteren hisse senetlerni değerleme kullanılabilecek eşitlikler de verilebilir. Bununla birlikte değerleme mantığı aynı olacaktır. Diğer bir ifade ile hisse senedinden gelecekte beklenen nakit akışları, yatırımcının beklediği getiri oranıyla iskonto edilerek satın alma fiyatı belirlenecektir. Göreceli Değerleme Göreceli değerleme modelleri, iskonto edilmiş nakit akışı modelinin gerektirdiği verileri kullanmayı gerektirmemesi, hesaplamanın kolay olması nedeniyle uygulamada sıkça kullanılan değerleme yaklaşımlarıdır. Fiyat/Kazanç Oranı Yaklaşımı: Hisse senedi değerlemesinde Fiyat/Gelir ya da Fiyat/Kazanç oranı, basitliği nedeniyle sıkça kullanılan bir yöntemdir. Fiyat/Kazanç oranı, hisse senedinin piyasa fiyatı işletmenin hisse başı kazancına bölünmesiyle bulunur. Bu yaklaşımda işletmenin gelecekteki hisse başı kazancı tahmin edilerek, işletmenin geçmiş dönem Fiyat/Kazanç oranı ortalamasıyla çarpılır. Eğer firmanın hisse senetleri piyasada işlem görmüyorsa, değerlemede o sektör için gerçekleşmiş ortalama Fiyat/Kazanç oranı da kullanılabilir. Eşitlik; Hisse Senedinin Değeri = HBK*F/K HBK= Değeri Belirlenecek Şirketin Hisse Başı Geliri F/K = Sektörün Fiyat/Kazanç oranını göstermektedir. Piyasa Değeri/Defter Değeri Oranı Yaklaşımı: Bu yaklaşımda; işletmenin hisse başı defter değeri işletmenin geçmiş dönemdeki ortalama Piyasa Değeri/Defter Değeri oranıyla çarpılarak değerleme yapılmaktadır. Eğer işletmenin hisse senetleri piyasada işlem görmüyorsa, değeri belirlenecek hisse senedinin defter değeri, aynı sektör içinde faaliyet gösteren, aynı risk grubu içinde yer alan, hisse senetleri borsada işlem gören şirketlerin ortalama Piyasa Değeri/Defter Değeri oranı ile çarpılarak hesaplanabilir. 46 Örneğin bir şirketin bir hisse senedinin defter değeri 5, aynı sektörde yer alan şirketlerin ortalama Piyasa Değeri/Defter Değeri oranı 2,5 ise; Hisse Senedinin Değeri = 5 x 2,5 = 12,5 olarak bulunabilir. Hisse Senedi Türevleri Kâr ve Zarar Ortaklığı Belgeleri: Ülkemiz mevzuatına göre ihraççılar, kâr veya zarara ortak olmak üzere, tüm faaliyetlerin gerektirdiği finansman ihtiyaçlarını karşılamak için; yurt içinde satılmak üzere, Türk Lirası üzerinden veya yabancı paraya endeksli, yurtdışında satılmak üzere ise Türk Lirası veya yabancı para üzerinden ya da yabacı paraya endeksli Kâr ve Zarar Ortaklığı Belgesi (KZOB) adı altında menkul kıymet ihraç edebilir. KZOB’lar halka arz edilerek veya halka arz edilmeksizin satılabilir. Halka arz edilerek satılmak üzere ihraç edilecek KZOB’ların hamiline, halka arz edilmeksizin satılmak üzere ihraç edilecek olanların ise nama yazılı olarak ihraç edilmeleri şarttır. KZOB’ların halka arz yoluyla satışında, aracı kuruluş kullanılması zorunlu olup, bu yolla satışı yapılan KZOB’lara ilişkin anapara ve karpayı ödemelerinin aracı kuruluş vasıtasıyla yapılması zorunludur. Yatırımcı açısından KZOB’nin en önemli özelliği şirket zarar ettiğinde zarara da ortak olunmasıdır. KZOB’de en kısa vade bir ay, en uzun vade yedi yıl olmakta, KZOB bedelleri vade sonunda bir defada ödenmektedir. KZOB; kısa vadede kar payı almak, uzun vadeli ortak olmak isteyen ve faiz yerine kar payını tercih eden yatırımcılara yönelik çıkarılan menkul kıymetlerdir. Katılma İntifa Senetleri: Ülkemiz mevzuatına göre, ortaklıklar, nakit karşılığı satılmak üzere, ortaklık haklarına sahip olmaksızın kârdan pay alma, tasfiye bakiyesinden yararlanma, yeni pay alma haklarını sağlayan Katılma İntifa Senedi(KİS) çıkarabilir. KİS nama ya da hamiline olabilir. KİS’ler esas sözleşmede hüküm bulunmak koşuluyla, genel kurul kararı ile süresiz olarak çıkarılabilir. KİS, nakit karşılığı satılmak şartıyla çıkarılmakta ve belirli bir sermayeyi temsil etmedikleri için, bu senetlere sahip olan yatırımcıların şirket yönetimine katılma ve oy verme hakları bulunmamaktadır. KİS’nin nominal değeri en az 1.000 olup, bunun katları şeklinde değerlerle çıkarılabilir. Oydan Yoksun Hisse Senetler: Oydan Yoksun Hisse Senetleri (OYHS); ortakların sermaye artırımı ile ihraç edebilecekleri, oy hakkı hariç, sahibine kar payından ve istendiğinde tasfiye bakiyesinden imtiyazlı olarak yararlanma hakkını ve diğer ortaklık haklarını sağlayan hisse senetleridir. OYHS, hamiline veya nama yazılı şekilde ihraç edilebilir. OYHS ihraç eden şirket, yönetim yapısı değişmeksizin ilave kaynak sağlayabilecek; yatırımcılar da alternatif bir yatırım aracı olarak faydalanabileceklerdir. OYHS için esas sözleşmede gösterilecek oranda kâr payında imtiyaz tanınması ve kârpaylarının nakden dağıtılması sözkonusudur. Tahviller Tahvil, alacaklılık hakkı sağlayan, belirli bir meblağı temsil eden, dönemsel getiri sağlayan, misli nitelikte, seri halinde çıkarılan ve ibareleri aynı olan, uzun vadeli menkul kıymetlerdir. Tahviller ortaklık hakkı değil, şirketin aktifleri üzerinde alacak hakkı verirler. Tahvil sahibi, tahvil ihraç eden şirketin uzun vadeli alacaklısı olup vade bittiğinde şirketle ilişkisi sona ermektedir. Şirket, tahvil sahiplarinin alacaklarını ödemeden ortaklarına kar payı dağıtamaz. Tasfiye durumunda da tahvil sahiplerinin hisse sahiplerine göre öncelik hakkı bulunmaktadır. Tahvil sahibinin, tahvili çıkaran şirket zarar etse bile alacağını isteme; alacağına tahsil edemediğinde şirketin iflasını talep etme hakkı vardır. Tahvillerin hisse senetlerine göre diğer önemli bir farklılığı riskinin düşük olmasıdır. Tahviller hem vade boyunca alınacak faiz ve anapara getirisi açısından, hem de piyasa fiyatındaki değer değişimi açısından hisse senetlerine göre daha düşük riske sahiptir. Tahvil gibi sabit getirili menkul kıymetlere yatırım yapan yatırımcıların en önemli avantajı, önceden belirlenmiş bir vade içinde faiz getirisini elde etmektir. Aynı zamanda bu tür finansal varlıklara yatırım yapan yatırımcıların diğer bir getirisi de alış değeri ile satış değeri arasındaki farktan oluşan sermaye kazancı olacaktır. Tahvillerin de hisse senetleri gibi piyasada arz ve talebe bağlı olarak oluşan fiyatları vardır. Tahvillerin piyasa fiyatı piyasa faiz oranı ile ters yönde hareket eder. Piyasada faizler düştüğünde tahvil fiyatları yükselir, faiz oranları yükseldiğinde tahvil fiyatları düşer. Piyasada faiz oranları yükseldiğinde tahvil alarak, faizler düştüğünde tahvil satarak sermaye kazancı elde 47 edilmesi mümkündür. Tahvillerin yatırımcılar açısından diğer bir avantajı bazı tahvil türleri için vergi muafiyetinin olmasıdır. Genellikle uzun vadeli olmakla birlikte ülkelerin ekonomik koşullarına ve ihraç eden kurumun özelliklerine bağlı olarak tahvillerin vadeleri farklı olabilmektedir. Ülkemizde tahvillerin vadesi bir yıldan az olmamak üzere serbestçe belirlenebilmektedir. Tahvil vadesinin yatırımcı açısından önemi, vade uzadıkça faiz ve anapara geri ödemesinde karşılaşılacak riskle, piyasa faiz oranlarının değişmesinden kaynaklanan değer değişim riskinin artmasından kaynaklanır. Daha detaylı bilgi için bakınız:“Borçlanma Araçlarının Kurul Kaydına Alınması ve Satışına İlişkin Esaslar Hakkında Tebliğ”, Seri: II, No: 22. Sabit Getirili Menkul Kıymetlerin özellikleri nelerdir? Tahvil Türleri Tahvilleri farklı açılardan sınıflandırmak mümkündür. Devlet Tahvili- Özel Sektör Tahvili: Hazine Müsteşarlığı tarafından yurtiçi piyasada ihraç edilen, bir yıl ve daha uzun vadeli borçlanma senetlerine(DİBS) devlet tahvili, bir yıldan daha kısa süreli DİBS’lere ise hazine bonosu denir. DİBS’ler, hem kamunun kaynak ihtiyacının giderilmesinde hem de para ve sermaye piyasalarında önemli araçlardır. DİBS’ler, döviz ve üzerinden ihraç edilebilirler. Döviz üzerinden ihracı gerçekleştirilen senetler ya döviz cinsinden ya da dövize endeksli olarak ihraç edilmektedir. Döviz cinsi ve dövize endeksli senetler arasındaki en önemli fark, döviz cinsinden senetlerin borçlanma ve ödemelerine ilişkin işlemlerin dövizle yapılmasına karşın, dövize endeksli senetlerin borçlanma ve ödemelerinin belirlenen kur üzerinden hesaplanan üzerinden yapılmasıdır. Belediyeler ve kamu kuruluşlarının çıkardığı tahviller de devlet tahvilleri sayılır. Anonim şirketlerce çıkarılan tahvillere ise özel sektör tahvili denir. DİBS’nin özel sektör borçlanma araçları ve tahvillerinden en önemli farklılığı ödenmeme riskinin olmamasıdır. Ayrıca ikincil piyasasının çok gelişmiş olması, repo ve benzeri işlemlerde teminat olarak kullanılması ve vergi avantajlarının olması gibi nedenlerle DİBS yatırımcılar açısından cazip yatırım aracı olarak kullanılmaktadır. Ancak DİBS vade tarihinden önce paraya dönüştürülmesi durumunda, piyasa faiz oranlarına bağlı olarak faiz riski taşırlar. Nama Yazılı-Hamiline Yazılı Tahviller: Nama yazılı tahviller, üzerinde gerçek kişilerin ad ve soyadları ile tüzel kişilerin ticaret ünvanlarının yazılı olduğu tahvillerdir. Nama yazılı tahviller aynı zamanda ihraççı şirketin tahvil defterine kaydedilir. Hamiline yazılı tahvillerde tahvillerin üzerinde alacaklısının adı ve soyadı yazılı değildir. Bu tür tahvillerde mülkiyetin devri, tahvilin el değiştirmesi ile olmaktadır. Güvenceli Tahvil-Güvencesiz Tahvil: Güvenceli tahvil, faiz ve anapara ödemeleri için ihraççı şirketin menkul ya da gayrimenkullerinin ya da bir şirketin veya bir bankanın garantisinin sözkonusu olduğu tahvillerdir. Güvencesiz tahviller ise sadece ihraççı şirketin kendi itibarına dayalı olarak çıkarılmış olan tahvillerdir. Sabit Faizli-Değişken Faizli Tahviller: Sabit faizli tahviller, nominal faiz oranının vade boyunca değişmediği tahvillerdir. Değişken faizli tahviller ise, faiz oranının önceden belirlenmiş değişkenlere göre değiştiği tahvillerdir. Enflasyonun yüksek olduğu piyasalarda yatırımcıların reel getiri beklentilerini gerçekleştirebilmeleri için değişken ve endeksli tahvil çıkarılması kaçınılmaz olmaktadır. Değişken faizli tahvillerde faiz oranları, genellikle hazine ihaleleri ortalamalarına ve enflasyona endekslenmektedir. Endeksli Tahviller: Endeksli tahviller, anapara ödemesinin enflasyondan az etkilenen bir varlığa endekslendiği tahvillerdir. Değişken faizli tahvillerde faiz oranı enflasyona karşı korunurken endeksli tahvillerde anapara enflasyona karşı korunmaktadır. Anapara dövize, altına, TÜFE’ye endekslenebilmektedir. Enflasyona karşı yatırımcıları daha fazla koruyacağı için en çok kullanılan endeks 48 altın ve döviz olmaktadır. Bu tür tahvillerde ihraç günü ile vade günü arasında altın fiyatlarında ya da belirli bir dövizin kurundaki artış yüzdesi dikkate alınarak anapara ödemesi yapılır. Endeksleme faiz ve anapara için birlikte de yapılabilmektedir. Kara İştirakli Tahviller: Bu tür tahvillerde tahvil yatırımcısının önceden saptanmış faizle birlikte, firma karlı ise belirli bir oranda kar payı alma hakkı sözkonusudur. Kara iştirakli tahvillerde anapara ödemesi vade sonunda olup, yıllara dağıtılmamaktadır. Bu tür tahvil ihraç eden işletmeler, tahvillere verilecek kar payını belirlemede aşağıda belirtilen seçenekleri kullanabilirler: • Faiz ve buna ilave olarak, tahvil tertibi için belirlenen kar payı yüzdesine göre hesaplanan tutardan tahvile düşen payın ödenmesi. • Kar payının faizden daha az olması durumunda faiz ödemesi, faiz getirisine eşit ya da daha fazla kar payı tahakkuk etmişse kar payının ödenmesi, • Bir faiz öngörülmeksizin tahvil tertibi için belirlenen kar payı yüzdesine göre hesaplanan tutardan tahvile düşen payın ödenmesi gibi. Primli ve Başabaş Tahviller: Primli tahviller, ihraç eden kurumun ya ihraçta ya da vade tarihinde yapılacak ödemede bir prim ödemeyi taahhüt ettiği tahvillerdir. Bu tür tahviller, ihraç primli ya da itfa primli tahviller olarak adlandırılır. Tahvilin nominal değerin altında bir fiyatla satılması durumunda ihraç primli, nominal değerin üzerinde bir fiyatla anapara ödemesinin yapılması durumunda itfa primli tahviller sözkonusu olmaktadır. Kurumlar tahvilin satışını kolaylaştırmak üzere primli tahvil ihracına gitmektediler. Nominal değerle satılan tahvillere ise başabaş tahvil denir. Türk Ticaret Kanunu’nda tahviller nominal değerinin altında bir değerle ihraç edilebilmektedir. İkramiyeli Tahviller: Tahvillere çekicilik kazandırmak, talebi artırmak üzere kura ile çeşitli ikramiyelerin verildiği tahvillerdir. Kuponsuz Tahviller: Tahviller faiz kuponu taşımayabilir. Faiz kuponu taşımayan tahvillere kuponsuz tahviller denir. Bu tür tahviller iskontolu olarak satışa sunulur, vade tarihinde nominal değer üzerinden ödemesi yapılır. Yatırımcının getirisi nominal değerle iskonto edilmiş değer arasındaki farktan oluşur. Geri Çağrılabilir Tahvil: İhraç eden kuruma, vade tarihinden önceki bir tarihte tahvilleri satın alma hakkı veren tahvillere geri çağrılabilir tahvil denir. Genellikle borçlanma kapasitesinin artacağı ya da piyasa faiz oranlarının düşeceği beklentisi olan şirketler bu tür tahvil ihracına yönelmektedirler. Tahvil Değerlemesi Tahvillere yatırım, faiz ödeme dönemi başında ya da faiz ödeme dönemi arasında olabilir. Faiz dönemi başında ya da faiz dönemi arasında tahvilleri değerleme farklılık gösterecektir. Aşağıda her iki duruma göre tahvil değerlemesi üzerinde durulacaktır. Faiz Ödeme Dönemi Başında Tahvil Değerlemesi Bir tahvilin değeri, diğer finansal varlıklarda olduğu gibi gelecekte bu tahvilden sağlanacak nakit akışlarının bugünkü değeriyle belirlenir. Tahvilin değeri aşağıdaki eşitlik yardımıyla bulunabilir: n n Ft ND t NAt + = ∑ t t t (1 + r) t =1 (1 + r ) t =1 (1 + r ) P0 = ∑ Eşitlikte; P0 = Tahvilin değeri n = Tahvilin vadesi boyunca dönem sayısı ND = Tahvilin vadesine kadar ya da vadede yatırımcısının eline geçecek değer F = Dönemsel faiz ödemeleri r = İstenen getiri oranı ya da piyasa faiz oranı NAt = Faiz ve anapara ödemelerinden oluşan dönemsel nakit akışlarını göstermektedir. 49 Tahvil değerlemesinde faiz ödemeleri yıldan daha kısa dönemlerde yapıldığında iskonto oranı da o döneme uygun olmalıdır. Dönem getiri oranı; yıllık getiri oranının, yıldaki dönem sayısına bölünmesiyle bulunur. Tahvillerde genellikle her dönem faiz ödemesi, vade tarihinde faiz ve anapara ödemesi şeklinde ödemeler sözkonusu olur. Bununla birlikte tahvillerin her dönem faiz ve anapara paylı olarak da itfa edilmesi mümkündür. Yukarıdaki eşitlik hem ilk duruma göre hem de ikinci duruma göre tahvilin değerini vermektedir. Nakit akışlarının iskonto edilmesinde iskonto oranı olarak yatırımcının benzer risk düzeyi için istediği getiri oranı ya da aynı vade ve risk düzeyi için piyasada oluşan faiz oranı kullanılmaktadır. Örnek: 3 yıl vadeli, %16 nominal faizli, 1.000 nominal değerli, yılda bir kez faiz ödemeli tahvile yatırım yapacak bir yatırımcı, bu tahvilden %18 getiri elde etmek isterse bu tahvili hangi fiyatla satın almalıdır? Çözüm: n =3 yıl n Ft ND t + t ( 1 + r ) (1 + r) t t =1 P0 = ∑ F= 160 (1.000x %16) ND = 1.000 r = %18 P0 = 160 160 160 1.000 + + + (1 + 0,18) (1 + 0,18) 2 (1 + 0,18) 3 (1 + 0,18) 3 P0 = 956,51 P 0= ? Yatırımcının bu tahvile 956,51 ödeme yapması durumunda yıllık getiri oranı %18 olmaktadır. Ancak yukarıda belirtildiği gibi bu getiri reel getiriyi göstermemektedir. Tahvilin reel getirisi o dönemdeki gerçekleşen enflasyona göre belirlenecektir. Örnekteki tahvil her yıl bir kez faiz ödemeli olduğu için yıllık kupon ödemesi 160 olarak alındı. Tahvillerde kupon ödemesi yılda birden fazla olabilir. Bu durumda yıllık olarak ödenecek faiz tutarı, yılda kaç kez faiz ödemesi yapılacaksa o sayıya bölünerek hesaplanır. Örneğin örnekteki tahvilde faiz ödemesi yılda iki kez olsaydı her dönem faiz ödemesi 80(160/2) olacaktı. Örnek: 1.000 nominal değerli, %14 nominal faizli, 3 ayda bir faiz ödemeli, 5 yıl vadeli bir tahvilden %16 getiri beklendiğinde tahvil hangi fiyatla satın alınmalıdır? Çözüm: Yılda ödenecek faiz tutarı= Nominal değer * Nominal faiz oranı Yılda ödenecek faiz tutarı= 1.000*%14= 140 n= 20 (5 yılx Yılda 4 defa) n Ft ND t + t ( 1 + r ) (1 + r) t t =1 P0 = ∑ F= 35(140:4) ND= 1.000 r = %4 (0,16:4) P0 = 35 (1 + 0,04) 20 − 1 1.000 + (1 + 0,04) 20 ∗ 0,04 (1 + 0,04) 20 P0 = 932 P 0= ? 50 Verilen örnekle ilgili olarak aşağıda belirtilen hususlara dikkat edilmesi gerekir: • Tahvilin vadesi 5 yıl; ancak yılda 4 kez faiz alınacağı için dönem sayısı 20 olarak alındı. • Faiz oranı yıllık verildiği için devre faiz oranı, yıllık faiz oranının yıldaki devre sayısına bölünmesiyle bulundu. • Nominal faiz oranı sabit olduğu için her yıl alınacak faiz tutarı değişmedi. Ancak yılda dört kez faiz ödemesi olacağı için 140 dörde bölünerek üç ayda bir alınacak faiz tutarı bulundu. • Devre sayısı 20 olduğu için faiz tutarlarının bugünkü değerleri tek tek değil, anüite formülünden faydalanarak bulundu. Kuponsuz Tahvillerde Değerleme Daha önce ifade edildiği gibi tahviller kuponsuz da ihraç edilebilir. Bu tür tahviller için vade içinde herhangi bir faiz ödemesi yapılmaz; sadece vade sonunda tahvilin nominal değeri ödenir. Tahvil sahibinin faiz geliri, tahvili satın alırken ödediği fiyat ile, vade sonunda kendisine ödenen nominal değer arasındaki fark kadardır. Kuponsuz tahvilleri değerleme mantığı da kuponlu tahviller gibidir. Ancak her dönem faiz ödemesi olmayacağı için, sadece vade tarihinde alınacak nominal değerin iskontolanması gerekmektedir. Örnek: 3 yıl vadeli, 100.000 nominal değerle ihraç edilen bir tahvile hangi fiyat ödenmeli ki %18 getiri elde edilebilsin? Çözüm: n=3 yıl P0 = ND= 100.000 P0 = 60.863 r=%18 P0=? Tahvil yatırımcısı 60.863 ödeyerek almış olduğu tahvil karşılığında vade tarihinde 100.000 alacaktır. Yatırımcının kazancı alış fiyatı ile satış fiyatı arasındaki fark kadar (100.000 - 60.863= 39.137) olacaktır. Faiz Ödeme Dönemleri Arasında Tahvil Değerleme Şimdiye kadar verilen formüllerde tahvilin değeri, tahvilin ihracı anında ya da faiz ödeme dönemi başı itibarıyla hesaplanmıştır. Tahvil piyasasında işlemler, daha çok faiz ödeme dönemleri arasında olmaktadır. Organize ikinci el piyasalarının (borsa) gelişmiş olduğu ülkelerde tahvile ya da menkul değerlere yatırım yapan yatırımcılar sık sık alım satımda bulunabilmektedirler. Bu durumda tahvil değerini belirleme ile ilgili yukarıda verilen eşitlikte bazı değişikliklerin yapılması gerekmektedir. Faiz ödeme dönemleri arasında yapılan yatırımlarda tahvilin fiyatı farklı yaklaşımlarla belirlenebilmektedir. Burada daha çok kullanılan ve hem alıcı hem de satıcı açısından aynı getiriyi veren “Günlük bileşik faiz” esasına göre yapılan değerleme üzerinde durulacaktır. Bu yaklaşıma göre tahvil değerini veren formül aşağıdaki gibi olacaktır: P0 = c = Değerleme gününden ilk faiz ödeme gününe kadar geçecek gün sayısını göstermektedir. Örnek: Bir yatırımcı 15 Mayıs 2010 tarihinde ihraç edilmiş 1.000nominal değerli, %16 nominal faizli, 4 yıl vadeli bir tahvili 12 Mart 2012 tarihinde satın almak istemiştir. Yılda bir kez faiz ödemeli olan bu tahvilden yatırımcının istediği getiri oranı %20 ise bu tahvil hangi fiyatla satın alınmalıdır? 51 Çözüm: Bu tahvili değerlemek için öncelikle tahvil alım tarihi ile ilk faiz ödeme tarihi arasındaki gün sayısının bulunması gerekecektir. Örnekte 12 Mart 2012 - 15 Mayıs 2012 tarihleri arasında 64 gün bulunmaktadır. Yatırımcı 64 gün sonra ilk faiz ödemesini, vade tarihine kadar da 2 tam yıl için faiz ve vade tarihinde de nominal değer ödemesini alacaktır. C= 64 gün F= 160 ND= 1.000 P 0= ? P 0= P0= 1.064 Günümüzde günlük bileşik faiz uygulaması sadece tahviller gibi uzun vadeli menkul değerlerde değil, aynı zamanda kısa vadeli menkul değerlerde de –hazine bonosu, finansman bonosu ve banka bonoları gibi - kullanılması yaygınlık kazanmıştır. Daha ayrıntılı bilgilere Finans Matematiği (Nurhan Aydın, Detay Yayıncılık, 2009) kitabından ulaşabilirsiniz. Tahvil Getirisinin Hesaplanması Yukarıda tahvilin gelecekte sağlayacağı nakit akışları ile yatırımcının bu yatırımdan istediği getiri oranı ele alınarak bir tahvilin değeri nasıl hesaplanabileceği anlatıldı. Diğer bir ifade ile yatırımcının istediği getiri oranını elde edebilmesi için tahvili en çok hangi fiyattan satın alabileceği üzerinde duruldu. Ancak tahvil piyasasında tahvil yatırımcısının piyasada oluşan fiyatı değiştirme şansı bulunmamaktadır. Bunun yerine piyasadaki fiyatla tahvil satın alındığında getiri oranının ne olacağı üzerinde durulmalıdır. Tahvil ile ilgili temelde beş farklı getiri oranından bahsedilebilir. Bunlar: a) Nominal getiri oranı, b) Cari getiri oranı, c) Vadeye kadar getiri oranı, d) Geri çağırmaya kadar getiri oranı, e) Gerçekleşen getiri oranıdır. Nominal Getiri Oranı: Nominal getiri oranı tahvilin üzerinde yazılı kupon faiz oranıdır. Nominal değer üzerinden dönemsel faiz tutarının hesaplanmasında kullanılan nominal faiz oranı, tahvil çıkaran kurumun tahvil karşılığında ödemeyi taahhüt ettiği maliyetin oransal ifadesidir. Cari Getiri Oranı: Bir tahvilin cari getiri oranı yıllık kupon faiz tutarının, tahvilin cari piyasa fiyatına oranlanmasıyla elde edilen orandır. CG = Ft Pm CG = Cari getiriyi Ft = t dönemindeki kupon faizini Pm = Tahvilin cari piyasa fiyatını ifade etmektedir. Tahvilin piyasa fiyatı nominal değerin altında ise, cari getiri oranı nominal faiz oranından yüksek, tersi durumda düşük çıkar. Örneğin bir tahvilin nominal değeri 1.000 nominal faiz oranı %15 olsun. Bu tahvilin piyasa fiyatı 950 ise cari getiri oranı: CG = = %20 olur. Eğer tahvilin piyasadaki fiyatı 1.050 ise; CG = = %14,29 olacaktır. 52 Vadeye Kadar Getiri Oranı ya da Vade Getirisi: Tahvilin gelecekte sağlayacağı tüm nakit akışlarının (anapara ve faiz ödemeleri) bugünkü değerini tahvilin piyasa fiyatına eşitleyen orana tahvilin vade getirisi denir. Burada tahvilin vade sonuna kadar elde tutulacağı ve kupon faiz gelirlerinin bu oran üzerinden yeniden yatırılacağı varsayılmaktadır. Eğer kupon gelirleri yeniden yatırılmaz veya daha düşük getiri oranı sözkonusu ise gerçekleştirilebilir getiri oranı daha düşük olur. Etkin bir piyasada vadeye kadar getiri oranı, o risk sınıfı için piyasa faiz oranı ile aynı olur. Vadeye kadar getiri oranı; net verim, gerçek verim, iç verim ya da etkin verim oranı olarak da ifade edilir. Eğer bu oran, yatırımcının böyle bir yatırımdan istediği getiri oranına eşitse ya da büyükse tahvil satın alınacak, değilse alınmayacaktır. Tahvillerin vadeye kadar getiri oranı aşağıdaki eşitlik yardımıyla hesaplanabilir: n F ND n + (1 + r) n t =1 (1+ r) P0 = ∑ Eşitlikte; P0 = Tahvilin piyasa fiyatı F = Faiz ödemesi ND = Nominal değer r =Vadeye kadar getiri oranını göstermektedir. Görüleceği üzere eşitlik, tahvil değerlemesinde verilen eşitlikle benzer özelliktedir. Sadece tahvil değerini bulmada kullanılan iskonto oranı yatırımcı tarafından belirlenen getiri oranı iken, burada hesaplanan oran olmaktadır. Örnek: 100.000 nominal değerli, %18 nominal faizli, 2 yıl vadeli bir tahvilin piyasa fiyatı 96.944. Bu tahvile yatırım yapacak yatırımcının vadeye kadar getiri oranı ne olur? Çözüm: P0 = 96.944 F = 18.000(100.000*%18) 96.944 = 18.000 18.000 100.000 + + (1 + r)1 (1 + r)2 (1 + r)2 ND = 100.000 r= ? Tahvilin vadeye kadar getiri oranı, daha çok deneme yanılma yöntemiyle bulunmaktadır. Deneme yanılma yaklaşımında hangi iskonto oranıyla başlanacağı konusunda karar verilirken, tahvilin piyasa fiyatının nominal değerden ne kadar farklı olduğuna bakılması kolaylık sağlayacaktır. Bu örnekte tahvilin piyasa fiyatı nominal değerin altında olduğu için, iskonto oranının nominal faizden daha büyük olması gerekiyor. Eğer iskonto oranı %18 olsaydı tahvilin piyasa fiyatı nominal değere eşit olacaktı. İskonto Oranı Nakit Akımlarının Bugünkü Değeri %18 100.000 %19 98.453 %20 96.944 Görüldüğü üzere “r” için %20 denendiğinde bugünkü değer 96.944 bulunmuştur. Dolayısıyla bu tahvilin vadeye kadar elde tutulması durumunda yıllık getiri oranı %20 olacaktır. Bu oran yatırımcının böyle bir tahvil için yeterli bulduğu bir getiri ise tahvil alınacak, değilse alınmayacaktır. 53 Getiri hesaplamalarında faiz ve sermaye kazancı üzerinden vergi ödenmesi sözkonusu olabilmektedir. Bu durumda hesaplamalarda vergi sonrası net nakit girişlerinin ele alınması gerekir. Vadeye Kadar Ortalama Getiri Oranı: Tahvillerin getiri oranı yaklaşık olarak da hesaplanabilir. Bu durumda vadeye kadar ortalama getiri oranı aşağıda verilen eşitlikle bulunur: Ortalama Getiri Oranı = Eşitlikte; P0 = Tahvilin piyasa fiyatı n = Vadeye kadar dönem sayısı Ft = t dönemindeki faiz tutarını göstermektedir. Yukarıda verilen örnek için ortalama getiri oranı hesaplanırsa; Ortalama Getiri Oranı = = %19,83 olarak bulunur. Geri Çağırma Getiri Oranı: Bazı tahviller, tahvilde belirtilen vade tarihinden önce geri çağrılabilme özelliğine sahip olabilirler. Geri çağırma, piyasa faiz oranının tahvilin nominal faiz oranının altına düştüğünde sözkonusu olur. Tahvilin bu özelliğinden dolayı, tahvil satışını kolaylaştırmak için tahvil geri ödemesi genellikle nominal değerin üzerinde bir değerle yapılmaktadır. Geri çağırma oranı geri çağrılma süresi dikkate alınarak ya vadeye kadar getiri oranı formülünden ya da ortalama getiri oranı formülünden faydalanılarak hesaplanabilir. Gerçekleşen Getiri Oranı: Tahvilin vade ya da geri çağırma tarihinden daha kısa bir süre ile elde tutulması durumunda elde edilecek getiriye gerçekleşen getiri oranı denir. Bu durumda vadeye kadar gerçekleşen getiri ve ortalama gerçekleşen getiri oranları aşağıdaki eşitlikler yardımıyla hesaplanabilir: hp P0 = ∑ Ft Ps + r) t (1 + r) hp t=1 (1 + Ortalama Gerçekleşen Verim Oranı = Eşitlikte; P s= Tahvilin satış fiyatı P0 = Tahvilin piyasa fiyatı hp = Elde tutma süresi r = Vadeye kadar gerçekleşen getiri oranını göstermektedir. Tahvillerde Risk ve Süre Tahvil yatırımından istenen getiri, risksiz faiz oranı ve risk priminden oluşmaktadır. Genellikle hazine bonosu ya da devlet tahvilinin faiz oranı risksiz faiz oranı olarak ele alınır. Tahvillerle ilgili olarak başlıca risk türleri; faiz oranı riski, enflasyon riski, vade riski, ödenmeme riski, geri çağrılma riski ve likidite riskidir. Faiz oranı riski, piyasa faizlerindeki yükselmenin tahvil fiyatlarında yaratacağı düşme olasılığı iken; enflasyon riski, enflasyonun tahvil getirisini olumsuz yönde etkileme olasılığıdır. Geleceğin belirsizliği nedeniyle özellikle uzun vadeli menkul kıymetlere yatırım, her zaman bir sermaye kaybı riskini 54 taşımaktadır. Bu risk, vade riski olarak tanımlanmaktadır. Vade uzadıkça vade riskinin de artacağı açıktır. Tahvilin anapara ve faiz ödemelerinde gecikme ya da ödenmeme olasılığı ise, ödenmeme riski olarak adlandırılır. Tahvilin geri çağırma riski tahvilin vadesinden önce geri çağrılma olasılığını ifade etmektedir. Eğer tahvil sözleşmesinde geri çağırma hükümleri varsa, piyasa faiz oranlarının düştüğü dönemlerde, tahvili çıkaran kuruluş, tahvili geri çağırarak daha düşük faizle tahvil çıkarma şansına sahip olacaktır. Tahvilin likidite riski ise, tahvilin kısa sürede nakde dönüşememe ve nakde dönüşürken değer kaybetme riskini içermektedir. Tahvillerin fiyat hareketlerini açıklamada vade ya da vadeye kadar geçecek zamandan daha anlamlı bir zaman ölçüsü için “süre” (duration) kavramı kullanılmaktadır. F.R.Macaulay tarafından geliştirilen ve yatırımın sağladığı nakit akışlarını zaman ile ağırlıklandırarak bugüne indirgeme ilkesine dayanan süre, yatırımın efektif vadesini gösterir. Vade, tahvilin sadece dönem sonlarındaki ödemelerini dikkate alırken süre, bütün ödemeleri zamanları ile birlikte dikkate alır. Süre, faiz ve anapara geri ödeme zamanlarının bir çeşit ağırlıklı ortalamasıdır. Gerçekte yatırımcının tahvile yatırdığı nakdin tamamı vade sonuna kadar bağlı kalmamaktadır. Her devre alınan faiz gelirleri ile yatırılan paranın bir bölümü geri alınmaktadır. Dolayısıyla yatırımcı için tahvilin efektif vadesi, nominal vadesinden daha kısa olmaktadır. Burada; D = Süre NAt = Nakit girişleri (faiz ve anapara) t = Kupon faizi ve/veya anapara ödemesinin elde edildiği dönem r = Piyasa faiz oranı ise; D (t)NA t (1 + r) n eşitliği ile hesaplanabilir. = t=1 n NA t ∑ t t =1 (1 + r) n ∑ Yukarıdaki eşitlikte görüldüğü gibi tahvilde süre; kupon faiz oranına, piyasa getiri oranına ve vadeye bağlıdır. Piyasa faiz oranındaki değişmeler karşısında bir tahvilin fiyatı, kupon faiz oranı ile ters, vade ile aynı yönde değişmektedir. Tahvillerin seçiminde, bu iki faktörün etkisini bir arada değerlendirmek için süre ölçütü kullanılmaktadır. Süre ile ilgili olarak şunlar söylenebilir: • Tahvilin süresi vadesinden daha kısadır. • Vadeleri aynı olan iki tahvilden beklenen getirisi yüksek olanın süresi daha kısadır. • Beklenen getirisi aynı olan iki tahvilden vadesi daha uzun olanın süresi de daha uzundur. • Bir defada geri ödenen tahvillerin vadesi süresine eşit olur. Tahvil Türevleri Hisse Senedi İle Dönüştürülebilir Tahviller (HDT): Şirketlerin uzun süreli fon sağlamada kullanabilecekleri araçlardan birisi de belirli koşullar altında, tahvili hisse senedine dönüştürme hakkı sağlayan, kısmen sabit getirili menkul kıymet, kısmen de hisse senedi niteliği taşıyan dönüştürülebilen tahvillerdir. HDT’in vadesi 1 yıldan az olmamakta ve dönüştürme vade başlangıç tarihinden itibaren en erken 1 yıl sonra yapılabilmektedir. Bu tür tahviller sahibine, bir süre sabit faiz gelirinden yararlanma ve isterse belirli bir süre sonra tahvili ihraççı şirketin hisse senediyle değiştirme hakkı verirler. HDT daha çok hisse senedinin yüksek getiri potansiyelinden faydalanmayı düşünmekle birlikte, risk üstlenmek istemeyen yatırımcılar için uygun bir yatırım aracı olmaktadır. HDT’lerin ihracı sırasında hisse senediyle değiştirme koşulları ve değiştirme oranının belirtilmesi gerekmektedir. Değiştirme oranı, değiştirebilir tahvilin kaç adet hisse senediyle değiştirelibileceğini gösterir. Değiştirme oranı = Tahvilin Nominal Değeri/ Dönüştürme Fiyatı eşitliği ile hesaplanır. 55 Değiştirilebilir Tahvil (DEF):Değiştirilebilir tahvil, ihraç eden şirketin hisse senetleri yanısıra diğer şirketlerin hisse senetleri ile değiştirilebilme hakkını veren tahvillerdir. Bu tahvilin hisse senedi ile dönüştürülebilir tahvilden farklı hem ihraç eden, hem de diğer şirketlerin hisse senetlerine dönüştürme hakkına sahip olmasıdır. Ülkemiz mevzuatında değiştirilebil tahvil; ihraççı tarafından çıkarılan ve payları borsalarda veya teşkilatlanmış diğer piyasalarda işlem gören diğer ortaklıklara ait paylarla değiştirme hakkı veren menkul kıymetler olarak tanımlanmaktadır. DET’in vadesi 1 yıldan az olmamakta ve hisse senetleriyle değiştirilmesi vade başlangıç tarihinden itibaren en erken 1 yıl sonra yapılabilmektedir. Değiştirme oranı, hisse senedi ile değiştirme sırasında DET’in nominal değeri karşılığında verilecek pay sayısını gösterir. DET’lerin değiştirme gününe kadar işlemiş faizleri DET sahiplerine nakden ödenir. Değiştirme giderlerinin tamamı ihraççı tarafından üstlenilmektedir. Varant Varant, elinde bulunduran kişiye dayanak varlığı ya da göstergeyi, önceden belirlenen bir fiyattan, belirli bir tarihe kadar alma veya satma hakkı veren ve bu hakkın kaydi teslimat ya da nakit uzlaşı ile kullanıldığı menkul kıymet niteliğinde bir sermaye piyasası aracıdır. Varant, belirli bir varlığı, önceden belirlenmiş fiyat üzerinden, belirlenmiş bir tarihte veya öncesinde, alma veya satma hakkı vermektedir. Varantlar, borsada kote olan finansal araçlardan olup, hisse senedi gibi kolayca alınıp satılabilmektedir. Varantların dayanak varlığı hisse senedi, endeks, döviz, emtia gibi varlıklar olabilmektedir. Sahibine dayanak varlığı alma hakkı veren varanta call varant, satma hakkı veren varanta put varant denir. Varantlar menkulkıymetleştirilmiş opsiyon özelliği göstermektedir. Kullanım fiyatı, dayanak varlığın önceden belirlenmiş olan fiyatıdır. Varant, sadece vade tarihinde kullanım hakkı veriyorsa Avrupa Tipi Varant, vade içinde her zaman kullanım hakkı veriyorsa Amerika Tipi Varant olarak adlandırılır. Varantlar, banka ve aracı kurum gibi finansal kuruluşlar tarafından ihraç edilebildikleri gibi, şirketler tarafından da ihraç edilebilir. Banka ve aracı kurumların ihraç ettikleri varantlara finansal kurum varantları, şirketlerin ihraç ettikleri varantlara şirket(ortaklık) varantları denir. Sermaye piyasası mevzuatımızda ortaklıklar tarafından ihraç edilebilecek varantlara ve aracı kuruluşlar tarafından ihraç edilebilecek varantlara yönelik iki düzenleme bulunmaktadır. Bu düzenlemeler için Seri:III, No:36 sayılı “Ortaklık Varantlarının Kurul Kaydına Alınmasına ve Alım Satım İşlemlerine İlişkin Esaslar Tebliğ” ile Seri:III, No:37 sayılı “Aracı Kuruluş Varantlarının Kurul Kaydına Alınmasına ve Alım Satım İşlemlerine İlişkin Esaslar Tebliği”dir. Bu Tebliğ’lerle ilgili detaylı bilgilere www.spk.gov.tr adresinden ulaşabilirsiniz. Ortaklık Varantları: Ortaklık varantı sahibine; Payları İMKB’de işlem gören herhangi bir ortaklığın paylarını veya, Payları İMKB’de işlem gören kayıtlı sermaye sistemine tabi ihraççı hisselerini, önceden belirlenen bir fiyattan vade sonunda alma hakkı veren ve payları İMKB’de işlem gören halka açık anonim ortaklıklarca ilgili sermaye piyasası aracının halka arzı sırasında ihraç edilen sermaye piyasası aracı olarak tanımlanmaktadır. Ortaklık varantları, payları İMKB’de işlem gören ortaklıklar tarafından hisse ve borçlanma araçları gibi sermaye piyasası araçlarının halka arz yoluyla satışı sırasında, payları İMKB’de işlem gören başka bir ortaklığın hisseleri veyahut ihraççının kendi hisseleri üzerine yazılı olarak, bedelli ya da bedelsiz olarak verilmek üzere ihraç edilebilirler. Varantların bedelsiz olarak verilmek üzere ihraç edilmeleri durumunda, bunların ilgili sermaye piyasası aracını satın alan tüm tasarruf sahiplerine satın aldıkları sermaye piyasası aracı ile orantılı olarak verilmesi zorunludur. Ortaklık varantlarının bedelli olarak ihraç edilmeleri halinde; ilgili sermaye piyasası aracını alan yatırımcı tarafından satın alınmasını gerektirmez. İlgili sermaye piyasası aracının hisse olması durumunda, bu hisselerin sermaye artırımı suretiyle ihraç edilmesi zorunludur. Ortaklık varantlarının nominal değeri 1 kuruştan az; vadesi de iki aydan az, beş yıldan fazla olamaz. Ortaklık varantı sahibinin, üzerine ortaklık varantı yazılı hisseleri satın alma hakkını kullanması durumunda, bir hisse için ödemesi gereken fiyata kullanım fiyatı, her bir ortaklık varantı karşılığında 56 yatırımcıya verilecek hisse sayısına kullanım oranı denir. Hakkın kullanımı varantın vade bitimini takip eden gün olup, bu hak 30 gün içinde kullanılmalıdır. süresi Aracı Kuruluş Varantları: Aracı kuruluş varantı sahibine; dayanak varlığı ya da göstergeyi önceden belirlenen bir fiyattan belirli bir tarihte veya belirli bir tarihe kadar alma veya satma hakkı veren ve bu hakkın kaydi teslimat ya da nakit uzlaşı ile kullanıldığı menkul kıymet niteliğindeki sermaye piyasası aracı olarak tanımlanmaktadır. Varantın dayanak varlığını, İMKB 30 endeksinde yer alan hisse senedi ve/veya İMKB 30 Endeksi kapsamında yer alan birden fazla hisse senedinden oluşan sepet oluşturur. Dayanak göstergesi ise İstanbul Menkul Kıymetler Borsası (İMKB) tarafından oluşturulmuş hisse senedi endeksleridir. Sermaye Piyasası Kurulu’nun onayı ile yukarıda belirtilen dayanak varlık ve göstergeler dışında kalan konvertibl döviz, kıymetli maden, emtia, geçerliliği uluslararası alanda genel kabul görmüş endeksler gibi diğer varlık ve göstergeler de varanta dayanak oluşturabilir. Varantların vadesi iki aydan az, beş yıldan fazla olamaz. Yükselen piyasalarda dayanak varlığı satın alma hakkı veren varantlar gelir elde etme, düşen piyasalarda ise satma hakkı veren varantlar gelir elde etme olanağı sunarlar. Varantta karşılaşılacak zarar, ödenen ücretle sınırlı iken kazanç sınırsızdır. Varantın fiyatını, temelde dayanak varlığın fiyatı etkilemekle birlikte ihraççının yükümlülüğünü yerine getirememesi, piyasadaki arz ve talep dengesi, piyasa beklentileri, likidite koşulları gibi birçok faktör etkileyebilmektedir. Bonolar Hazine Bonoları Hazine bonoları devletin kısa vadeli kamu harcamalarını karşılamak üzere çıkarmış olduğu borçlanma senetleridir. Ülkemizde Hazine Müsteşarlığı tarafından yurtiçi piyasada ihraç edilen borçlanma senetleri Devlet İç Borçlanma Senetleri (DİBS) olarak adlandırılmaktadır. DİBS’nin vadesi bir yıl ve daha uzun olanları devlet tahvili, bir yıla kadar olanları ise hazine bonosu olarak adlandırılır. DİBS’ler TCMB tarafından ihale ya da halka arz yöntemiyle satılırlar. İhaleye gerçek ve tüzel kişiler katılabilmektedirler. İhale sonucunda en yüksek fiyatı verenden başlamak üzere, diğer bir ifade ile en düşük getiri oranını kabul eden yatırımcılardan başlamak üzere hazine bonosunun satışı gerçekleştirilir. Dolayısıyla hazine bonosunun satış fiyatı ve buna bağlı olarak getiri oranı piyasadaki arz ve talebe göre belirlenir. Hazine bonoları 3 ay ve katları şeklinde ve hamiline yazılı olarak ihraç edilmekte olup, iskontolu olarak satılırlar. Diğer bir ifade ile hazine bonoları kuponsuzdur; ancak ihraç anındaki satış fiyatı ile vade tarihinde ödenecek nominal değer arasındaki fark, hazine bonosunun getiri oranını verir. Vade tarihinde ise hazine bonolarının nominal değeri TCMB tarafından yatırımcılara ödenir. Hazine bonoları, likidite ve ödenmeme riski sıfır olarak kabul edilen finansal varlıklardır. Aynı şekilde kısa vadeli olması, kolaylıkla paraya dönüştürülebilmesi, vergi avantajlarının olması gibi nedenlerle hazine bonoları ve devlet tahvilleri yatırımcılar tarafından en cazip yatırım aracı olarak görülmektedir. DİBS’nin ikincil piyasası da son derecede aktif işlemektedir. DİBS, İMKB tahvil ve bono piyasasında yoğun bir biçimde işlem görerek piyasa işlem hacminin büyük bir bölümünü oluşturmaktadır. Hazine bonoları piyasası dünyada da en büyük menkul kıymetler piyasasıdır. Hazine bonoları büyük ölçüde bankalarca, küçük bir bölümü ise bireyler, işletmeler ve diğer finansal kurumlarca satın alınmaktadır. Hazine bonosu, kuponsuz devlet tahvili ve finansman bonosu gibi faiz kuponu taşımayan finansal varlıkların üzerinde yazılı değer (nominal değer) vade değerini göstermekte ve iskontolu olarak satışa sunulmaktadırlar. Satın alınan bonolarının ikincil piyasası olduğundan alındıktan sonra tekrar satılabilirler. İlk ihraçta ya da tekrar satıldığında vade tarihine kadarki gün sayısı dikkate alınarak fiyat belirlenecektir. Bonoların satışında satış fiyatı basit ya da bileşik faiz yöntemi ile belirlenebilir. Basit faizle satış fiyatı, iç ya da dış iskonto yöntemi ile hesaplanabilir. Basit iç iskonto yönteminde satış fiyatı; ND (1 + r ∗ t ) 365 Basit dış iskonto yönteminde satış fiyatı; 57 ND(1 − r ∗ t ) 365 ile bulunur. Bonolar bileşik faizle satışa sunulacaklarsa satış fiyatı aşağıdaki eşitlikle bulunacaktır; ND t (1 + r ) 365 ND= Nominal değer r = Vadeye kadar getiri oranı t = Vadeye kadar gün sayısını göstermektedir. Yatırımcı bonoyu piyasada belirlenen fiyatla aldığında sağlayacağı getiri oranını yukarıda verilen eşitlikler yardımıyla bulabilecektir. Örneğin Hazinenin ihraç edeceği 182 gün vadeli, 100.000 nominal değerli hazine bonosu, basit iç iskonto yöntemiyle hesaplanan 91.764 ile satışa sunulmuştur. Bu hazine bonosuna yatırım yapacak yatırımcının yıllık getiri oranı aşağıda verilen eşitlik yardımıyla; 91.764 = 100.000 182 (1 + r * ) 365 r =%18 bulunur. Yatırımcı 100.000 vade değerli, 182 gün vadeli bonoyu 91.76 vererek aldığında (100.000-91.764) 8.236 gelir elde etmektedir. Yapılan yatırım harcamasına göre gelir ele alınırsa getiri oranı (8.236/91.764)%8,98 olur. Bu oran, yatırımın 182 günlük getiri oranı olduğuna göre yıllık karşılığı(%8,98*365/182)%18 olarak bulunur. Bonoların satış fiyatı basit dış iskonto ya da günlük bileşik faiz yöntemiyle de bulunabilir. Dış iskontoda satış fiyatı; ND(1 − r ∗ t ) 365 günlük bileşik faize göre satış fiyatı; ND t (1 + r ) 365 eşitliği ile bulunacaktır. Finansman Bonoları Finansman bonoları şirketlerin kısa süreli fon ihtiyacını karşılamak üzere çıkardıkları borçlanma araçlarıdır. Finansman bonolarında vade genellikle 30 gün ve katları şeklinde belirlenir. Batı’da finansman bonoları genellikle büyük nominal değerler halinde (10.000 $, 100.000 $ ve katları şeklinde) ve 5-50 gün vadeli olarak ihraç edilmekte, daha çok da kurumsal yatırımcılar tarafından satın alınmaktadır. Finansman bonolarının satışında da hazine bonoları gibi basit iç iskonto, basit diş iskonto ve bileşik iskonto yöntemi kullanılarak fiyat tespit edilmektedir. Ülkemizde finansman bonoları da hazine bonoları gibi kısa vadeli, faiz kuponu taşımayan borçlanma araçlarından olup, vadesi 1 yılı aşmamaktadır. Anonim şirketler tarafından ihraç edilebilen finansman bonoları 1980’li yıllarda oldukça yaygın kullanılmıştır. Ancak 2000’li yıllarda aynı vadeli DİBS’lere verilen yüksek faizler ve vergi muafiyetleri nedeniyle şirketlerce kullanılamayan bir finansman araçı haline gelmiştir. Günümüzde enflasyonun ve faiz oranlarının düşmesine paralel olarak finansman bonolarının hem şirketler hem de yatırımcılar açısından yeniden cazip hale geleceği beklenmektedir. 58 Bir anonim şirketin 100.000 nominal değerli olarak ihraç ettiği finansman bonolarının vadesi 182 gündür. Bu finansman bonoları iç iskonto yöntemiyle 93.041’den satışa sunulduğuna göre portföyüne böyle bir yatırım aracını almak isteyen yatırımcının getiri oranı ne olacaktır? Banka Bonoları Banka bonoları; bankaların borçlu sıfatıyla düzenleyip ihraç ettikleri menkul kıymetlerdir. Banka bonoları, ihraççı banka tarafından belirlenen vadeye uygun iskonto oranları ile iskonto edilerek satılırlar. Halka arz edilecek olan banka bonolarının vadesi 60 günden az 1 yıldan fazla olamaz. Tahsisli satılacak banka bonolarının vadesi ise 15 günden az 1 yıldan fazla olamaz. İhraç edilmiş banka bonoları ikinci el piyasada, bu banka bonolarını ihraç etmiş banka tarafından da alınıp satılabilir. Halka arz edilecek olan banka bonolarının vadesi 60 günden az 1 yıldan fazla olamaz. Tahsisli satılacak banka bonolarının vadesi ise 15 günden az 1 yıldan fazla olamaz. Özellikleri itibariyle finansman bonolarına benzeyen banka bonoları da nominal değer üzerinden iskonto edilerek satışa sunulurlar ve ihraç eden banka tarafından vade tarihinde nominal değer ödemesi yapılır. Banka bonosu ihracı ile toplanan fonlar mevduat sayılmadığı için devletin mevduat sigortası kapsamına girmemektedir. Banka bonoları, ikincil piyasalarının olması nedeniyle mevduata göre daha likittir. Hazine bonoları ya da finansman bonoları gibi iskontolu olarak satışa sunulan banka bonolarına yapılacak yatırımın getiri oranı hazine bonosuyla ilgili kısımda verilen eşitliklerden faydalanarak bulunabilir. Altın, Gümüş ve Platin Bonoları Ülkemizde ilgili mevzuatta altın, gümüş ve platin bonoları; İstanbul Altın Borsası üyesi bankalar ile kıymetli maden aracı kurumlarının belirli miktarda kıymetli maden cinsinden ihraç ederek iskontolu veya iskontosuz olarak sattıkları menkul kıymet olarak tanımlanmaktadır. Altın, gümüş ve platin bonolarının vadesi 60 günden az 1 yıldan fazla olamamaktadır. Halka arz edilmek suretiyle ve iskonto esasına göre satışa sunulan altın, gümüş ve platin bonolarının satışında uygulanacak vadeye uygun iskonto oranları yıllık bazda hesaplanarak, satışın yapılacağı yerlerde satış süresi içerisinde ihraçcı tarafından duyurulmaktadır. Altın, gümüş ve platin bonolarının satış bedeli Türk Lirası, döviz veya kıymetli maden olarak tahsil edilir. Altın, gümüş ve platin bonolarına ilişkin ödemeler, kıymetli maden borsasında oluşan ağırlıklı ortalama fiyat esas alınarak, Türk Lirası veya ödeme tarihinde Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası tarafından ilan edilen gösterge niteliğinde döviz satış kuru kullanılmak suretiyle, döviz cinsinden ya da ihraç sırasında fiziki teslim öngörülmüşse kıymetli maden cinsinden aracı kuruluş vasıtasıyla yapılmaktadır. Yabancı Sermaye Piyasası Araçları Yabancı sermaye piyasası araçları ile ilgili mevzuatta; çıkarıldıkları ülke borsalarında alım satım konusu olan ve Sermaye Piyasası Kurulu’nca niteliği belirlenen menkul kıymetler ile hak ve alacakları temsil eden diğer kağıtlardır şeklinde tanımlanmaktadır(SPK, Seri III, No:20). Bu tür menkul kıymetlerin Türkiye’de alınıp satılabilmesi için Kurul’ca kayda alınması ve imzalanan temsilcilik sözleşmesi çerçevesinde aracı kuruluşlar vasıtasıyla satılması zorunludur. Yabancı hisse senetlerinin Türkiye’de halka arz yoluyla satışının, depo sertifikaları vasıtasıyla yapılması gerekmektedir. Depo sertifikası; Takasbank veya Kurul’ca uygun görülen saklama kuruluşlarında depo edilen yabancı menkul kıymetleri temsilen çıkarılan ve bu menkul kıymetlerin verdiği hakları aynen sağlayan, bunlara özdeş, hamiline yazılı, nominal değeri temsil ettiği yabancı menkul kıymetin para birimi cinsinden ifade edilen sermaye piyasası aracıdır. Yabancı sermaye piyasası araçlarının ve bunları temsilen çıkarılan depo sertifikalarının, anapara, faiz, kar payı ödemeleri, sermaye piyasası aracının para birimi cinsinden ve bu ödemelere ilişkin giderlerin düşülmesi suretiyle olmaktadır. 59 Mevduat ve Mevduat Sertifikaları Mevduat; kişi ya da kurumların istendiğinde ya da belirlenmiş bir vade sonunda geri almak üzere bankalara yatırdıkları Türk Lirası ya da yabancı paralardır. Kişi ya da kurumlar ellerindeki fonları bankaya yatırarak faiz geliri elde eder, ödeme kolaylıkları sağlarlarken tasarruflarını korumuş olurlar. Ülkemizde sadece ticaret bankaları ve katılım bankaları mevduat ve mevduata niteliğinde para toplayabilmektedir. Bankalar yatırımcılara ya da döviz cinsinden; vadeli ya da vadesiz olarak paralarını yatırabilecekleri çok çeşitli yatırım seçenekleri sunmaktadırlar. Vadesiz mevduatta, yatırılan para istendiğinde geri çekilebilmektedir. Ülkemizde vadesiz mevduatlara çok düşük oranda faiz ödenmektedir. Bazı ülkeler de ise hiç faiz ödenmediği gibi, tasarrufların saklanması, korunması nedeniyle ücret de alınabilmektedir. Vadeli mevduatlar ise yatırıldıktan sonra belirli bir süre (1 hafta vadeli, 1 ay vadeli, 3 ay vadeli, 6 ay vadeli, 1yıl vadeli gibi) sonra çekilebilen mevduatlardır. Belirtilen bu vadeler dışında kırık vade denilen 25 gün, 35 gün gibi vadelerle de hesap açtırılabilmektedir. Vadeli mevduatın vadeden önce de çekilmesi mümkündür; ancak vadeli mevduata uygulanan faiz alınamaz. Genellikle mevduatlarda vade uzadıkça uygulanan faiz de yükselmektedir. Mevduat hesapları, yatırımcılar için uzun vadede oluşabilecek faiz oranı değişikliklerinden koruması, istendiğinde çekilebilmesi, açılan hesapların 50.000’lik kısmının devlet garantisi altında olması nedeniyle en yaygın kullanılan bir yatırım seçeneği olmaktadır. Mevduat hesapları; aksi belirtilmediği süresince, vade sonlarında, aynı vade ve yenileme tarihindeki faiz oranları ile otomatik olarak yenilenir. Faiz hesaplamasında süre, hesabın açıldığı gün değil sonraki iş gününden itibaren başlamaktadır. Bu tarihe valör tarihi denir. Bankadan kredi alındığında ise valör tarihi kredinin alındığı gündür. Bankacılıkta artan rekabete paralel olarak mevduat hesabı seçenekleri de artmaktadır. Örneğin dönemsel faiz ödemeli mevduat hesabı, sabit faizli dönemsel ödemeli mevduat hesabı, değişken faizli dönemsel ödemeli mevduat hesabı gibi çok çeşitli mevduat hesapları açılabilmektedir. Bu tür hesaplar sadece Türk parası cinsinden değil yabancı para cinsinden de olabilmektedir. Yabancı para cinsinden açılan banka hesaplarına Döviz Tevdiat Hesapları (DTH) denilmektedir. Yurt içinde ve yurt dışında yerleşik gerçek ve tüzel kişiler adına bankalarda vadeli veya vadesiz veya döviz tevdiat hesabı açılabilir. Döviz tevdiat hesapları, T.C. Merkez Bankası’nca alım satım konusu yapılan konvertibl dövizlerden açılır. İşleyişi Türk Lirası olarak açılan hesaplarla benzemektedir. Geleneksel olarak bankalarca, o ülkenin kanunlarına uygun olarak mevduat hesapları açılırken günümüzde ülke parası dışındaki paralarla da çeşitli hesaplar açılabilmektedir. Ülkemizde, özellikle kriz dönemlerinde dövize olan talep büyük olmaktadır. Dövize talebin büyük olmasında başta enflasyondan korunma olmak üzere, kur değişimlerinden kazanç sağlama beklentisi önemli rol oynamaktadır. Ayrıca bankaya açtırılacak döviz hesaplarıyla faiz geliri de elde edilmektedir. Mevduat İşlemlerinde elde edilecek faiz geliri basit ya da bileşik faize göre hesaplanır. Genellikle bir yıla kadar vadeli işlemlerde basit faiz, daha uzun vadeli işlemlerde bileşik faiz kullanılmaktadır. Basit faizle ilgili hesaplamalarda vade sonunda alınacak faiz tutarı aşağıdaki eşitlikle hesaplanır: I= P*r*t I= Faiz tutarı P= Yatırılan para, anapara r=Yıllık faiz oranı t= Vadeyi göstermektedir. Örneğin 3 ay süreyle bir bankada açılan 50.000’lik bir mevduata uygulanacak faiz oranı %14 ise vade sonunda alınacak faiz tutarı; I=50.000*0,14*3/12= 1.75’dir. 60 Hesaplamalarda vade ile faiz oranının uyumlu olmasına dikkat edilmelidir. Faiz oranları genellikle yıllık verildiği için vadenin de yıla dönüştürülmelidir. Örnekte yatırımcının eline geçecek faiz tutarı 1.750 değil, %15 stopaj kesintisinden sonra kalan(1.750-1.750*0,15) 1.487,5 olacaktır. Dolayısıyla mevduatın yıllık getirisi %14’den daha düşük olacaktır. 3 aylık getiri=1.487,5/50.000=%2,98 olup, yıllık basit karşılığı %2,98*4=%11,9’dur. Stopaj oranı, faiz oranından doğrudan indirilerek de aşağıdaki gibi hesaplanabir: I=50.000*0,14(1-0,15)*3/12= 1.487,5 Yatırımcının vade tarihinde bankadan alacağı toplam para ise yatırılan para ile faiz tutarının toplamı kadar olacaktır. Toplam tutar S ile ifade edilirse; S=P(1+r*t) eşitliği ile elde edilebilir. Bileşik faiz hesaplamalarında ise aşağıdaki eşitlikten faydalanılabilir: S= P(1+i) n P= İşleme konu olan para, anapara n= Süre içindeki devre sayısı i= Devre faiz oranı S= Anaparanın vade tarihinde bulacağı değer. Bileşik faiz hesaplamalarında faiz oranı, devre uzunluğu yıldan daha kısa olduğu için “i” sembolü ile, süre içindeki devre sayısı ise “n” ile gösterildi. Örneğin 3 yıl süre için, 3 ay vadeli ve 3 aylık %5 faiz uygulamak üzere olarak açtırılan bir hesaba 25.000 yatırılmış olsun. Bu paranın vade tarihinde ulaşacağı değer; S=25.000(1+0,05) 12 = 44.896 olacaktır. 44.896 ile 25.000 arasındaki fark yatırımcının bu süre için elde edeceği faiz kazancını gösterir. Yine bu kazanç brüt olup stopaj kesildikten sonra net kazanç hesaplanmalıdır. Bankalar tarafından çıkarılan, genellikle vadeli mevduata bir alternatif olarak işlev gören ve faiz kuponu taşıyan bir finansal araç da mevduat sertifikalardır. Vadeli mevduatta vade ve faiz değişmemekte, vadeden önce para çekildiğinde faiz ödemesi olmamaktadır. Mevduat sertifikası ise vadeden önce alınıp satılabildiği için likiditesi yüksek olmaktadır. Ülkemizde 1980’li yıllarda bankaların düşük faizle ihraç ettiği mevduat sertifikaları bankerler tarafından, bankaların uyguladıkları faizlerin yaklaşık iki katı faiz vermek üzere tasarruf sahiplerine satılarak büyük miktarlarda fon sağlanmıştır. Ancak bu durum bir taraftan çok yüksek oranlarda mevduat sertifikası arz ederek mali yapılarını bozan bankaların, diğer taraftan çok sayıda bankerin iflasına neden olmuştur. Aynı zamanda yüksek kazançlar elde etme beklentisiyle tasarruflarını bankerlere yatıran yatırımcılar da tasarruflarını kaybetmişlerdir. Mevduat sertifikalarıyla ilgili olarak yaşanan bu olumsuzluklar sonrasında ülkemizde mevduat sertifikası uygulaması artık bulunmamaktadır. Repo ve Ters Repo Kısa vadeli yatırım seçeneklerinden biri de repodur. Repo, menkul kıymetlerin belirli bir vade sonunda, belirli bir fiyattan geri alınmak üzere satıldığı, karşı tarafın da bu vadenin sonunda, parasını faiziyle birlikte geri almak üzere borç verdiği vadeli bir işlemdir. Satılan menkul kıymetlerin vade sonunda geri satın alınmasının taahhüt edildiği geri satın alma anlaşmasına “düz repo”, satın alınan menkul kıymetlerin vade sonunda geri satılmasının taahhüt edildiği geri satın alma anlaşmasına ise “ters repo” denir. Repo işleminde repoya konu olan menkul kıymetin mülkiyeti ters repo yapan tarafa geçmekte ve 61 repo süresinde menkul kıymetin getirisi ters repo yapana ait olmaktadır. Ters repo ile alınan menkul kıymetin işlem tarihi ile vade arasındaki süre içerisinde ve vadesi geri satma vadesini geçmemek koşuluyla tekrar repo yapılabilmesi mümkündür. Repoda vade kısa olduğu için kısa vadeli nakit fazlalılığını değerlendirmede uygun bir yatırım olanağı yaratmaktadır. Repoda vade ilgili menkul kıymetin itfa tarihini aşmamak üzere taraflarca serbestçe belirlenebilmekte; genellikle 1 gece, 1 gün gibi çok kısa olabileceği gibi bir yıla kadar da olabilmektedir. Repo işlemlerinde uygulanacak faiz piyasa koşullarına göre taraflarca belirlenmektedir. Piyasadaki nakit darlığı ya da bolluğu repoda uygulanacak faizi etkileyen en önemli faktör olmaktadır. Repo; hazine bonosu, devlet tahvili, banka bonosu gibi likiditesi yüksek, riski olmayan ya da riski düşük olan menkul kıymetler karşılığında yapıldığı için borç verenler yönünden mevduatlara göre daha güvenli yatırım aracı olmaktadır. Repo ülkemizde ilk kez yabancı bankalar tarafından 1980’li yıllarda başlatılmış, günümüzde para ve sermaye piyasalarında meydana gelen gelişmelere paralel olarak geniş bir uygulama alanı bulmuştur. Repo ve ters repo işlemleri, bankalar ile yetki belgesi almış aracı kurumlar tarafından yapılabilmektedir. Repo işleminde yatırımcının elde edeceği faiz getirisi basit faiz hesaplama yöntemiyle belirlenmekte ve uygulanan faiz oranına, vadeye, işlem miktarına bağlı olarak değişmektedir. Örneğin bir yatırımcı bir banka ile bankanın portföyünde bulunan 92 gün vadeli, 100.000 nominal değerli hazine bonosu karşılığında %20 faiz oranıyla, 7 gün için repo anlaşması yapmış olsun. Bu durumda yatırımcının ödeyeceği para ve repo vadesinde alacağı parayı(repo fiyatı) şu şekilde hesaplanacaktır: (Yıl 365) t = 92 gün ND = 100.000 r = %20 Yatırımcının Ödeyeceği Para = 100.000 =95.201 1+0.20*92/365 Repo Fiyatı = 95.201 (1+0,20* 7/365) Repo Fiyatı = 95.566 olacaktır. Yatırımcının 7 günlük repo getirisi 95.201-95.566 = 365 olmaktadır. Bu tutar, yatırımcının elde edeceği net faiz geliri olmayacaktır. Faiz gelirleri üzerinden kesilecek %15 stopajın düşülmesiyle net faiz geliri bulunur. Net Faiz Geliri =365(1- 0,15) = 310,25 Gayrimenkul Sertifikaları İlgili mevzuatta gayrimenkul sertifikası, ihraçcıların bedellerini inşa edilecek veya edilmekte olan gayrimenkul projelerinin finansmanında kullanılmak üzere ihraç ettikleri, nominal değeri eşit, hamiline yazılı menkul kıymettir şeklinde tanımlanmaktadır. Sertifika sahipleri gerekli sayıda sertifikaya sahip olarak vade sonunda inşa edilecek gayrimenkulü devralabilirler ya da ilan edilen faizi elde edebilirler. Gayrimenkul sertifikalarının metinlerinde aşağıda belirtilen unsurların bulunması zorunludur(SPK, Seri III, No:19). • Gayrimenkul sertifikası ibaresi, • İhraçcının unvanı, • Sertifikanın nominal değeri, • Sertifikaya konu gayrimenkulün pafta, ada, parsel numarası, metrekaresi ve digger nitelikleri, • Sertifika sahiplerinin asli edimin yerine getirilmesini talep edecekleri tarihler ve bu edimin yerine getirilme süresi, • Tali edim ve yerine getirilme süresi, 62 • Cezai şartlar ve yerine getirilme süresi, • Sertifika sahibinin ödemekle yükümlü olacağı vergi, resim, harçlar ile şerefiye gibi giderler hakkında bilgi, • İhraççı kurumun edimlerinin yerine getirilmesinin banka tarafından garanti edildiği. Altın Altın bilinen en eski yatırım aracı altın olmuştur. Bunun temel nedeni kolaylıkla paraya dönüştürülebilmesi, dünyanın her yerinde kabul görmesi, değerini koruyabilmesidir. Altına yatırımda genellikle değer artışından kazanç sağlama, mevcut değeri koruyabilme amaçlanmaktadır. Enflasyonla mücadele etmekte olan ülkemiz açısından da altın önemli bir yatırım aracı olmuştur. Ancak altının ölü bir yatırım aracı olması nedeniyle ekonomiye kazandırılmaya çalışılmaktadır. Bu bağlamda bankalarda vadeli ve vadesiz altın mevduat hesabı açılabilmektedir. Vadeli altın işlemlerinden sadece çalınma riskinden korunma değil, faiz de alınabilmektedir. Vadesiz altın mevduat hesabından hesap işletim ücreti, altın alım-satım işlemlerinde vergi kesintisi, komisyon veya masraf alınmamakta; altın alım satım kazancı vergiye tabi tutulmayark altın mevduat hesaplarının cazibesi arttırılmaya çalışılmaktadır. Yatırım Fonları Yatırım fonları halktan katılma belgeleri ile topladıkları paralar karşılığı, hisse senedi, tahvil gibi sermaye piyasası araçlarından ve kıymetli madenlerden oluşan portföyleri belge sahipleri hesabına, riskin dağıtılması ilkesi ve inançlı mülkiyet esaslarına göre yöneten mal varlıklarıdır. Katılma belgesi, belge sahibinin kurucuya karşı sahip olduğu hakları taşıyan ve fona kaç pay ile katıldığını gösteren kıymetli evrak niteliğinde bir senettir. Katılma belgelerinin nominal değeri yoktur. Fon pay değeri, fon toplam değerinin tedavüldeki katılma belgelerinin kapsadığı pay sayısına bölünmesiyle elde edilir. Fona yatırım yapanlar fonun sahip olduğu portföyün bir kısmını temsil eden katılma payını alarak fona ortak olmaktadırlar. Yatırım fonlarıyla; fon portföyündeki menkul kıymetlerden kar payı, faiz geliri ile fonda bulunan finansal varlıkların değer artışlarından sermaye kazançı sağlamak mümkündür. Katılma belgelerinin fiyatı, her işgünü itibariyle hesaplanmakta ve izleyen gün yapılan katılma payı alış satışlarında bu fiyat uygulanmaktadır. Hesaplamalarda değerleme gününde portföyde bulunan varlıkların borsa fiyatları dikkate alınarak fon portföy değeri bulunmakta, fonun alacakları eklenip, borçları da düşülerek fonun toplam değeri hesaplanmaktadır. Birim katılma payı fiyatı, fonun toplam değerinin pay sayısına bölünmesiyle bulunmaktadır. Yatırım fonları A tipi ve B tipi olarak iki şekilde kurulabilmektedir. A tipi yatırım fonlarında portföyün en az % 25'i Türk şirketlerinin hisse senetlerinden oluşur. B tipi yatırım fonlarında böyle bir sınırlama yoktur. Yatırımcılar açısından fonların A ya da B tipi olması üstlenilen risk açısından önemlidir. Portföylerinde hisse senedi olması nedeniyle A tipi fonlarının riski B tipi fonlara göre daha yüksektir. Yatırım fonları; uzman kişilerce yönetilmeleri, etkin çeşitlendirme yapabilmeleri nedeniyle yatırımcılar için uygun bir yatırım seçeneği olmaktadır. Yatırım belgelerinin istendiğinde kolaylıkla paraya dönüştürülebilmesi, küçük tutarlarla yatırım yapılabilmesi diğer avantajları olarak sayılabilir. Gelir Ortaklığı Senetleri (GOS) Gelir ortaklığı senetleri; köprü, baraj, elektrik santralı, karayolu, demiryolu, telekomünikasyon sistemleri ile sivil kullanıma yönelik deniz ve hava limanları ile benzerlerinden, kamu kurum ve kuruluşlarına ait olanların gelirlerine, gerçek ve tüzel kişilerin ortak olması için çıkarılan senetlerdir. Gelir ortaklığı senedi kamuya ait olan alt yapı tesislerinin gelirleriyle ilgili olup, bu tesislerin mülkiyeti ve işletilmesi ile senet sahiplerinin hiçbir bağlantısı bulunmamaktadır. GOS, hukuki statüsü itibariyle adındaki "ortaklık" ifadesi olmakla birlikte, değişken faizli bir tahvil özelliği taşımaktadır. İstenildiği an paraya çevrilebilir, genellikle üç veya beş yıl vadeli olarak çıkarılmaktadırlar. GOS; • Altyapı yatırımlarına devlet bütçesi dışında kaynak sağlamak, • Soyut nitelikte olan devlet tahvili ve hazine bonosu yerine somut imajlı olan köprü ve barajların adlarını kullanarak daha kolay borçlanmak, 63 • Küçük kupürler çıkararak sermaye piyasasının yararlanacağı yeni bir araç yaratmak, • Özellikle faiz geliri elde etmek istemeyen yatırımcılara ulaşmak, • Enflasyon hızı aşağıya çekildiğinde, yüksek ve sabit faizli devlet tahvillerinin hazineye getirdiği faiz yükünü hafifletmek amacıyla çıkarılmaktadır. Gelire Endeksli Senet (GES) Getirileri, Kamu İktisadi Teşebbüslerinden elde edilen ve Bütçe’ye aktarılan hasılat paylarına endekslenmek suretiyle oluşturulan GES ihracı ile Hazine Müsteşarlığı’nca ihraç edilen Devlet iç borçlanma senetlerinin çeşitlendirilmesi ve yatırımcı tabanının genişletilmesi amaçlanmaktadır. GES ile getirisi Devlet gelirleriyle ilişkilendirilen bir yatırım aracı yaratılmış olmaktadır. Söz konusu senetlere uygulanacak asgari kupon ödeme garantisi sayesinde yatırımcının gelir payındaki değişimden olumsuz etkilenmesi önlenmiş olacaktır. GES’ler 3 yıl vadeli ve 3 ayda bir kupon ödemeli olarak cinsi ve 3 yıl vadeli 6 ayda bir kupon ödemeli USD cinsi ihraç edilmektedir. Varlık Finansman Fonları ve Varlığa Dayalı Dayalı Menkul Kıymetler (VDMK) Varlığa dayalı menkul kıymetler ülkemizde ilk kez 1992 yılında düzenlenmiştir. VDMK, ihraççıların kendi ticari işlemlerinden doğan alacaklar karşılığında ihraç edilen menkul kıymetlerdir. Günümüzde VDMK ile ilgili düzenleme değiştirilerek varlığa dayalı menkul kıymetlere farklı bir yapı kazandırılmıştır. Yeni düzenlemelerde varlığa dayalı menkul kıymetler, bilanço dışı bir araç olarak tasarlanmış ve sadece varlık finansman fonu tarafından ihraç edilmesine olanak sağlanmıştır (SPK, Seri III, No:35). Varlık finansman fonu, ihraç edilen VDMK karşılığında toplanan paralarla, VDMK sahipleri hesabına, inançlı mülkiyet esaslarına göre oluşturulan malvarlığıdır. Fon, süreli veya süresiz olarak kurulabilir. Bankalar, finansal kiralama ve finansman şirketleri, ipotek finansmanı kuruluşları ve ilgili tebliğde yer alan nitelikleri taşıyan aracı kurumlar varlık finansman fonu oluşturabilirler. Fon portföyüne aşağıdaki varlıklar dahil edilebilir: • Bankaların ve finansman şirketlerinin, ipotekli konut kredileri haricindeki tüketici kredilerinden, ipotekli kredilerden, motorlu kara taşıtları kredilerinden, proje finansmanı kredilerinden ve kurumsal kredilerinden kaynaklanan alacaklar, • İlgili mevzuat uyarınca finansal kiralama yapmaya finansalkiralama sözleşmelerinden doğan alacaklar, • T.C. Başbakanlık Toplu Konut İdaresi Başkanlığının gayrimenkul satışından kaynaklanan alacakları, • Fon portföyünde yer alan varlıklardan elde edilen nakdin değerlendirilmesi amacına yönelik olarak yapılan nakit benzeri kısa vadeli yatırımlar, • Kurulca uygun görülecek diğer varlıklar. 64 yetkili kuruluşların yaptıkları Özet Farklı yatırım araçlarının getirisi enflasyondan farklı şekillerde etkilenir. Enflasyonun sabit getirili finansal araçların getirisi üzerindeki etkisi, ortaklık hakkı veren finansal araçlara göre daha büyüktür. Portföylerin performansı, portföyün hangi finansal varlıklardan oluşturulacağına bağlıdır. Uygun bir portföyün oluşturulup, etkin bir şekilde yönetilmesi için çeşitli finansal varlıkların getiri ve risk özelliklerini bilmek, finansal varlıkları değerleyerek doğru fiyatlandırılıp fiyatlandırılmadığını belirlemek gerekmektedir. Finansal varlıklara yatırım kararlarında finansal varlığın piyasada doğru değerlenip değerlenmediğini bilmek gerekir. Değerleme, herhangi bir varlığın gerçek değerini belirlemeye yönelik yapılan çalışmalardır. Finansal varlıkların piyasada oluşan fiyatı gerçek değeri yansıtmayabilir. Piyasalarda etkinlik arttıkça varlıkların hesaplanan değeri ile piyasa değeri bir birine yaklaşır. Gerçekte piyasalar az ya da çok etkinlikten uzak olduğu için finansal varlıkların gerçek değerini belirlemek gerekmektedir. Finansal varlıklar farklı getiri ve risk özelliklerine sahiptir. Risk, bir yatırımdan beklenen getirinin elde edilememe olasılığını ifade eder. Dolayısıyla öncelikle yatırım konusu finansal varlıkların gelecekte sağlayacağı getiriler ile bu getirilerin risk dereceleri belirlenmelidir. Eğer finansal varlıklar hisse senedi gibi ortaklık hakkı veren finansal varlıklar ise dönemsel getiri kar payı; finansal varlıklar tahvil gibi alacaklılık hakkı veriyor ise faiz getirisi söz konusu olacaktır. Ortaklık hakkı veren finansal varlıkların riski alacak hakkı veren finansal varlıklardan daha yüksektir. Finansal varlıklar ister ortaklık hakkı versin, isterse alacaklılık hakkı versin gelecekte sağlayacağı nakit girişlerine ve bu nakit girişlerinin gerçekleşme olasılığına bağlı olarak değer belirlenecektir. Yatırımlarda belirli bir risk düzeyinde en yüksek getiriyi elde etmek istenir. Bir yatırım aracının beklenen getirisi ve riski nakit akışlarının olasılık dağılımıyla ya da tarihi verilerden hareketle belirlenebilir. Getirinin nominal olarak hesaplanması doğru yatırım seçeneğini belirlemek açısından yeterli değildir. Aynı zamanda nominal getirinin enflasyondan arındırılarak reel getirinin hesaplanması gerekir. Hangi menkul değerlere yatırım yapılacağı ya da hangilerinin elden çıkarılacağı kararı, o finansal varlığın değerleme ile bulunan değeri ile piyasada oluşmuş fiyatı karşılaştırılarak verilmelidir. Finansal varlığın hesaplanan gerçek değeri, piyasa fiyatının üzerinde ise bu finansal varlığa yatırım yapmak uygun olurken, tersi durumda uygun olmayacaktır. 65 Kendimizi Sınayalım 1. 5. Aşağıdakilerden hangisi hisse senedinin piyasa fiyatının işletmenin hisse başı kazancına bölünmesiyle bulunan değeri verir? Aşağıdakilerden hangisi doğru değildir? a. Risk, yatırımdan beklenen getirinin elde edilememe olasılığını ifade eder a. Nominal değer b. Yatırımlardan beklenen getirinin elde edilme olasılığı arttıkça gerçekleşen getiri ile beklenen getiri o kadar örtüşecektir b. Borsa değeri c. Tasfiye değeri c. Yatırımlardan beklenen getirinin elde edilme olasılığı düştükçe gerçekleşen getiri ile beklenen getiri o kadar farklılaşacaktır d. Fiyat - kazanç oranı e. Piyasa değeri - defter değeri oranı 6. Aşağıdakilerden hangisi tahvillerle ilgili doğru bir ifade değildir? d. Yatırımlardan beklenen getirinin elde edilme olasılığı %75 ise o getirinin gerçekleşmeme olasılığı %25 olur a. Şirketin aktifleri üzerinde alacak hakkı verir e. Yatırımlardan beklenen getirinin elde edilme olasılığı %100 ise risk düşük olur b. Şirket zarar etse bile alacak hakkını isteme hakkı verir 2. Aşağıdaki finansal varlıklardan hangisinin riski en düşüktür? c. Tahvil sahiplerine ödeme yapılmadan hisse senedi sahiplerine karpayı dağıtılamaz a. Hisse senedi b. Özel sektör tahvili d. Vade bittiğinde şirketle tahvil sahibinin ilişkisi sona erer c. Devlet tahvili e. Hisse senetlerine göre riski yüksektir d. Banka bonosu 7. Aşağıdakilerden hangisi elinde bulunduran kişiye dayanak varlığı ya da göstergeyi, önceden belirlenen bir fiyattan, belirli bir tarihe kadar alma veya satma hakkı veren ve bu hakkın kaydi teslimat ya da nakit uzlaşı ile kullanıldığı menkul kıymet niteliğindeki bir sermaye piyasası aracıdır? e. Finansman bonosu 3. Bir tahvile yapılan yatırımın yıllık getiri oranı %16 olmuştur. O yıl enflasyon oranı % 14,2 ise yatırımcının reel getirisi aşağıdakilerden hangisidir? a. Gelir ortakliğı senetleri a. %1,23 b. Kar zarar ortaklığı belgesi b. %1,53 c. Finansman bonosu c. %1,58 d. Hisse senedi d. %1,80 e. Varant e. %2 8. Bir bankada bir yıl süreyle, aylık vadeli olarak 40.000’lik bir mevduat hesabı açtırılmıştır. Aylık faiz oranı %1 olduğuna göre yıl sonunda bankadan kaç geri alınacaktır? 4. Piyasada risksiz faiz oranı %6, pazar getiri oranı %12 ve bir hisse senedinin beta’sı 1,5 ise SVFM’ye göre hisse senedinden beklenen getiri oranı aşağıdakilerden hangisi olur? a. 43.125 a. %12 b. 44.065 b. %13 c. 45.073 c. %14 d. 45.100 d. %15 e. 45.125 e. %16 66 9. Aşağıdakilerden hangisi katılma belgesi ile ilgili doğru bir ifade değildir? Kendimizi Sınayalım Yanıt Anahtarı a. Yatırım fonuna kaç pay ile katıldığını gösterir gösteren. 1. e Yanıtınız yanlış ise “Finansal Varlıklardan Beklenen Getiri ve Risk” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. b. Kıymetli evrak niteliğinde bir senettir d. Nominal değeri yoktur 2. c Yanıtınız yanlış ise “Finansal Varlıklardan Beklenen Getiri ve Risk” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. e. Fon portföyündeki menkul kıymetlerden kar payı, faiz geliri ile sermaye kazançı sağlamak mümkündür 3. c Yanıtınız yanlış ise “Reel Getirinin Hesaplanması” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. 10. Aşağıdakilerden hangisi kamu kurum ve kuruluşların gelirlerine, gerçek ve tüzel kişilerin ortak olması için çıkarılan senetlere verilen addır? 4. a Yanıtınız yanlış ise “Hisse Senetlerini Değerleme” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. c. Fiyatı, her hafta sonu itibariyle hesaplanır 5. d Yanıtınız yanlış ise “Hisse Senetlerini Değerleme” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. a. Kar-zarar ortaklığı belgesi b. Gayrimenkul sertifikası 6. e Yanıtınız yanlış ise “Tahviller” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. c. Varant d. Değiştirilebilir tahvil 7. e Yanıtınız yanlış ise “Varant” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. e. Gelir ortaklığı senedi 8. c Yanıtınız yanlış ise “Mevduat ve Mevduat Sertifikaları” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. 9. c Yanıtınız yanlış ise “Yatırım Fonları” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. 10. e Yanıtınız yanlış ise “Gelir Ortaklığı Senetleri” başlıklı konuyu yeniden gözden geçiriniz. 67 Sıra Sizde Yanıt Anahtarı Sıra Sizde 4 Sıra Sizde 1 Yatırımcı 182 gün vadeli, 100.000 nominal değerli finansman bonosu karşılığında bugün 93.041 ödeme yapması gerekmektedir. Buna göre yatırımcının getiri oranı aşağıdaki gibi hesaplanabilir: Yatırımın 3 ay süre için getirisi %5,25 olmuş. Yılda 4 defa 3 ay olduğuna göre, yıllık basit ve bileşik karşılığı aşağıdaki gibi hesaplanacaktır: Yıllık basit karşılığı= %5,25*4= % 21 Yıllık bileşik karşılığı=(1+%5,25) olur. 4 93.041= -1=%22,71 r = %15 Sıra Sizde 2 Her yıl bu hisse senedinden 3 karpayı alınacak ve bu ödeme sürekli olacaktır. Böyle bir hisse senedinden yıllık %16 getiri elde edilmesi beklendiğinde bu hisse senedine ödenecek fiyat aşağıdaki gibi hesaplanacaktır: Yararlanılan Kaynaklar Aksoy, Ahmet ve Cihan Tanrıöver.(2007). Sermaye Piyasası Yatırım Araçları ve Analizi, Gazi Kitabevi, Ankara. D1 = 3 kp = 0,16 P 0= P0 = P0= 18,75 = Bodie, Zvi. Kane Alex ve Alan j. Marcus.(1998). Essentials of Investments, Irwin McGraw-Hill, Boston. Sıra Sizde 3 Bolak, Mehmet.(2001). Sermaye Piyasası Menkul Kıymetler ve Portföy Analizi, Beta Basım Yayım Dağıtım A.Ş.İstanbul. Sabit getirili menkul kıymetlerin özellikleri şu şekilde ifade edilebilir: Erdem, Ekrem. (2008). Para Banka ve Finansal Sistem, Detay Yayıncılık, Ankara. ? Karan, Mehmet Baha.(2011). Yatırım Analizi ve Portföy Yönetimi, Gazi Kitabevi, Ankara. • Alacaklılık hakkı sağlayan, • Belirli bir meblağı temsil eden, • Dönemsel gelir getiren, • Misli nitelikte seri halinde çıkarılan, • İbareleri aynı olan, • Yatırım aracı olarak kullanılan borçlanma senetleridir. Karabıyık, Lale ve Adem Anbar.(2010). Sermaye Piyasası ve Yatırım Analizi, Ekin Yayıncılık, Bursa. Mishkin, S. Frederic.(2007). The Economics of Money, Banking and Financial Markets(8.Edition), İstanbulBoston, Pearson Education, Inc. Öçal, Tezer ve Faruk Çolak.(1999). Finansal Sistem ve Bankalar, Nobel Yayın dağıtım, Ankara. Sabit getirili menkul kıymetler ihraç eden kuruluşların niteliğine göre kamu ve özel sektör menkul kıymetleri olarak ikiye ayrılırlar. Bu tür menkul kıymetler vade sonuna kadar elde tutulduklarında belirli bir getiriyi garanti ettiği için sabit getirili menkul kıymetler olarak nitelendirilir. www.bddk.gov.tr www.imkb.gov.tr www.iap.gov.tr www.tbb.gov.tr www.tcmb.gov.tr www.tspakb.org.tr www.tspakb.org.tr www.yatırımyapiyorum.gov.tr www.spk.gov.tr 68 3 Amaçlarımız Bu üniteyi tamamladıktan sonra; Geleneksel portföy yönetimini açıklayabilmek ve özelliklerini sıralayabilecek, Geleneksel yöntemle portföy oluşturacak yatırımcılar hakkında hangi bilgilerin önemli olduğunu betimleyebilecek, Geleneksel portföy yönetiminde portföy oluşturmanın amaçlarını açıklayabilecek, Geleneksel portföy yaklaşımına göre portföyün nasıl çeşitlendirildiğini açıklayabilecek, Geleneksel portföy yaklaşımı ile modern portföy yaklaşımı arasındaki temel farkları açıklayabilecek bilgi ve becerilere sahip olabilirsiniz. Anahtar Kavramlar Geleneksel Portföy Yaklaşımı Üstünlük İlkesi Modern Portföy Yaklaşımı Gelir İhtiyacı Yatırımcıya Ait Bilgi Toplama Anaparanın Korunması Portföy Çeşitlendirmesi Rehin Değeri Yalın ve Endüstrilere Göre Çeşitlendirme Enflasyon Etkisi Yatırımcı Tipleri İçindekiler Giriş Geleneksel Portföy Yönetimi Geleneksel Portföy Yönetiminin Aşamaları Yatırımcıya Ait Bilgilerin Toplanması Portföy Amaçlarının Saptanması Menkul Kıymetlerin Seçilmesi Yalın ve Endüstrilere Göre Çeşitlendirme 70 Geleneksel Portföy Yönetimi GİRİŞ Portföy yönetimi uygulamalarına ilişkin bilimsel çalışmalar ikiye ayrılmaktadır. Birincisi, geleneksel portföy yönetimi, ikincisi ise modern portföy yönetimidir. Tarihsel olarak bakıldığında, geleneksel portföy yönetimi, 1900’lu yılların başlarında başlayıp 1952 yılında Amerika’lı bilim adamı Harry Markowitz’in modern portföy yönetimini ortaya atıncaya kadar sürmüştür. Modern portföy yönetmine kadar, yatırımcılar portföylerini geleneksel portföy yaklaşımına göre oluşturuyorlardı. Geleneksel portföy yönetimin özü, “yalın çeşitlendirmeye” dayanmaktadır. Yalın çeşitlendirmede, değişik sektörlerden portföye alınacak menkul kıymet sayısının artması ile portföy riskinin azalacağı öngörülmektedir. Başka bir ifadeyle, 20 farklı menkul kıymetten oluşan bir portföy, 10 farklı menkul kıymetten oluşan bir portföye göre daha iyi çeşitlendirilmiş olarak kabul edilmektedir. Ancak, yalın çeşitlendirmede menkul kıymetlerin getirleri arasındaki ilişki dikkate alınmamaktadır. Geleneksel portföy yaklaşımının bazı eksiklikleri dolayısıyla, modern portföy teorisi geliştirmiştir. Modern portföy yönetimi ve buna bağlı bazı teorilerin geliştirilmesi süreçlerini anlayabilmek için, geleneksel portföy yönetiminin içeriğini ve özeliklerini bilmek gerekmektedir. GELENEKSEL PORTFÖY YÖNETİMİ Finans literatüründe iki temel portföy yönetimi yaklaşımı yer almaktadır. Bunlardan birincisi, “Geleneksel Portföy Yaklaşımı” olarak adlandırılan ve basit çeşitlendirme esasına dayanan görüş; diğeri ise matematiksel ve istatiksel temellere dayanan “Modern Portföy Yaklaşımı”dır. Portföy teorisine ilişkin günümüze kadar geliştirilmiş iki temel yaklaşımdan bir tanesi olan geleneksel portföy teorisi, portföy performansı ile menkul kıymet sayısı arasında doğrusal bir ilişki olduğunu savunmaktadır. Diğer bir ifade ile yatırımcıların sadece portföydeki menkul kıymet sayısını artırarak risk faktörünü azaltabileceği öngörülmektedir. Bu düşünceye dayanarak geleneksel portföy teorisinin portföy yönetimini bir bilim değil, bir sanat olarak gördüğü söylenebilir. Her sanat dalı gibi bu sanat dalının da kendine özgü kuralları ve ilkeleri mevcuttur. Bunlar yatırımcı açısından önemlidir ve dikkatli bir çalışmayı gerektirir. Ancak söz konusu teorik araçları etkin bir biçimde kullanabilme yeteneği, kişiden kişiye değişen bilgi ve deneyime bağlıdır. Bu nedenle, geleneksel portföy analizinin sezgi, içe doğuş gibi sübjektif yaklaşımlar içerdiği söylenebilir. Geleneksel portföy yaklaşımının portföye dahil edilen menkul kıymetlerin seçiminde sübjektif yaklaşımlara dayanması gerek akademisyenler gerekse de uygulamacılar tarafından eleştirilmektedir. Önceki bölümlerde de bahsedildiği gibi birden fazla menkul kıymeti bir araya getirerek yeni bir finansal varlık oluşturmak mümkündür. Bu şekilde oluşturulan finansal varlığa portföy denmektedir. Bir portföyün getirisi, portföyü oluşturan menkul kıymetlerden elde edilen temettü, faiz ile belli bir dönemde gerçekleşen değer artışlarının toplamını ifade etmektedir. Bu nedenle yatırımcıların, portföy oluştururken gelecekteki menkul kıymet getirileri hakkında öngörülerde bulunmaları gerekir. Yukarıdaki ifadelerden de anlaşılacağı üzere geleneksel portföy teorisi basit çeşitlendirme esasına dayanmaktadır. Basit çeşitlendirmede, portföyde yer alan menkul kıymetlerin getirileri arasındaki ilişkilere dikkat edilmeksizin portföydeki menkul kıymet sayısını arttırarak risk faktörünün azaltılacağı öngörülmektedir. 71 Buna karşılık, çeşitlendirme yapılırken farklı portföy getirilerine göre ortaya çıkabilecek riskler hesaplanmalıdır. Portföy oluşturmanın esas amacı, riskin dağıtılmasıdır. Portföy oluşturularak riskin azaltılabileceği düşüncesi temel olarak, “portföyü oluşturan menkul kıymetlerin getirileri aynı yönde hareket etmeyeceğinden, portföyün riski tek bir menkul kıymetin riskinden küçük olacaktır” fikrinden doğmuştur. İşte, geleneksel portföy teorisi, bu prensipten hareketle, portföy içindeki menkul kıymet sayısının arttırılması ilkesine dayanır. Bu yaklaşımı, “bütün yumurtaları aynı sepete koymamak” şeklinde tanımlamak da mümkündür. Bu ifadenin altında yatan temel düşünce; bir yatırımcının tek bir hisse senedine yatırım yapması durumunda yaşanacak olumsuz gelişmelerin büyük zarara neden olacağı; buna karşılık yatırımcının çeşitli yatırım araçları arasında tasarruflarını dağıtarak bir yatırımdan para kaybederse diğerinden para kazanacağını umarak toplam riske karşı kendisini koruyabileceğidir. Ancak, bu yöntemle yatırım araçlarının kendine has riskleri dağıtılarak bir koruma sağlanmış olur; fakat piyasanın genelini etkileyen risklerden bu yöntemle kurtulmak mümkün değildir. Bu aşamada unutulmaması gereken nokta; çeşitlendirmenin, yatırımların piyasadaki düşüşlerden etkilenmeyeceği anlamına gelmediği, dalgalanmalar karşısında riskin dengelenmesine yardımcı olacağıdır. GELENEKSEL PORTFÖY YÖNETİMİNİN AŞAMALARI Portföy yönetimi çeşitli aşamalardan geçmektedir. Geleneksel portföy yaklaşımında bu süreçler aşağıdaki gibi sıralanabilir: • Yatırımcıya ait bilgilerin toplanması, • Yatırımcının amacının belirlenmesi, • Yatırım politikaları ve portföye alınacak menkul kıymetlerin seçimi, • Portföy çeşitlendirmesidir. Bu aşamaları Şekil 3.1’deki gibi göstermek mümkündür: Şekil 3.1: Geleneksel Portföy Yaklaşımında Aşamalar Geleneksel portföy yaklaşımında ilk aşama, yatırımcıya ilişkin bilgilerin elde edilmesidir. Bu bilgiler, portföy üzerindeki ölçütlerin saptanmasında portföy yöneticisine yardımcı olur. 72 YATIRIMCIYA AİT BİLGİLERİN TOPLANMASI Portföy planlamasının ilk aşaması olan yatırımcıya ait bilgilerin toplanması, en uygun portföy yaratma amacına ulaşmayı mümkün kılmaktadır. Geleneksel portföy yaklaşımında yatırımcıya ait bilgilerin analizi, yatırım ölçütlerinin belirlenmesine ve sonuçta kapsamlı bir portföy amacının oluşturulmasında temel teşkil etmektedir. Bu nedenle, menkul kıymetlerin seçimi, yatırımcının durumu iyice incelendikten sonra yapılmalıdır. Ancak, bu aşamadan sonra, yatırımcının durumuna uygun menkul kıymetler tavsiye edilebilir. Bu aşamada yatırım danışmanları, yatırımcının finansal amaçlarına uygun karar vermesine yardımcı olabilmektedir. Çünkü yatırımcının değişik zamanlardaki farklı ihtiyaçları ve gelecekteki olayların belirsizliği, karar vermeyi zorlaştıran etkenlerdendir. Yatırım ister bir kişi, isterse bir kuruluş için yapılsın, en önemli ve ilk başta belirlenmesi gereken konu, potansiyel yatırım miktarıdır. Yatırılabilecek varlık toplamı, yatırımın özünü oluşturur ve yatırımın her aşamasında alınacak kararları etkiler. Ayrıca, yatırımcıların portföy oluşturmak için ayıracakları fonların tamamen kendi tasarrufları olması yanında, belirli bir süre portföye bağlı kalacakları da düşünülmelidir. Aksi halde, oluşturulan portföyün, yatırımcının fon gereksinimine göre uygun olmayan zaman periyodlarında nakde dönüştürülmesi söz konusu olabilir. Böyle bir durumda portföyden istenen getirinin elde edilmesi zorlaşır. Portföye ayrılan fonlar, zorunlu bir takım harcamalardan sonra arta kalan tasarruflar olmalıdır. Her ailenin yapacağı harcamalarda kendine özgü ve bir öncelik sıralaması vardır. Buna göre, Şekil 3.2’de verilen öncelik sırası pek çok aile için geçerlidir. Şekil 3.2: Gelirleri Harcama Hiyerarşisi Görüldüğü gibi, bu sıralama Maslow'un ihtiyaçlar hiyerarşisine benzemektedir. Yatırım ihtiyacı, en son sırada yer almaktadır. Yatırımcının gelir düzeyi, tüketim eğilimi, tasarruf hacmi, hukuki durumu, eğitimi, geleceğe ilişkin bekleyişleri gibi faktörler öncelikle saptanmalıdır. Yatırımcının temel ihtiyaçlarını karşılayabilme oranı ve yatırıma ayıracağı fonların düzeyi ile bu şekilde ayırdığı fonların tekrar başka amaçlar için çözülmesi olasılığı araştırılmalıdır. Böylelikle, her an ortaya çıkabilecek temel gereksinmeler nedeniyle, portföyde likiditesi yüksek menkul kıymetlere ağırlık verilecektir. Yatırım danışmanı ve portföy yöneticileri, yatırımcı ile ilgili aşağıdaki konularda bilgi edinmelidir. Ancak, yatırımcıların özellik ve amaçlarına göre bilgi toplama alanının genişletilebileceği de belirtilmelidir. Yatırımcının; • Yaşı ve sağlık durumu, sağlık masraflarını karşılayan bir kuruluşun olup olmadığı (aynı konular yatırımcının bakmakla yükümlü olduğu kişiler için de geçerlidir.) • Bakmakla yükümlü olduğu kişilerin sayısı, yaşı, yakınlık derecesi ve bu ilişkinin tahmini süresi, 73 • Mesleği, iş güvencesinin olup olmadığı, • Yaklaşık olarak gelir miktarı, kaynağı ve olası devamlılık süresi (maaş, ikramiye, kira geliri ve alacaklar gibi), • Diğer gelirleri, • Miras beklentisi, • Tasarruf eğilimi ve yatırım için ayırdığı para miktarı, • Yatırımı ne kadar süre için yapmak istediği ve hangi durumlarda sona erdirmek istediği, • Gayrimenkul yatırımları ve sigorta durumları, • Özel vergi problemleri, • İleriki tarihlerde yapması gereken olağandışı harcama ve ödemesi gereken borçlar, • Risk alma, risk taşıma derecesi ve süresi, • Yatırımı yapmak ve izlemek için gerekli bilgi ve becereye sahip olup olmadığı, • Yatırımın çeşitli aşamalarında ne gibi durumlarda kendi başına karar vermek istediği, kendisine en az ne sıklıkta, hangi durumlarda haber verilmesini istediği, • Portföyün amacı (anaparanın değerini koruması, çeşitli dönemlerde elde edilecek kazancın en az ne kadar olmasını istediği, buna ne zaman ihtiyaç duyacağı) konularında bilgi edinilmesi sonucu, hem yatırımcının gerçek istekleri daha iyi karşılanabilir, hem de potansiyel yatırım miktarı daha iyi bir şekilde belirlenebilir. Yatırımcılara hizmet sunan finansal kurumlar, yatırımcılara ilişkin bilgilerin derlenmesine ilişkin bilgi formları geliştirmişlerdir. Bu formlara kaydedilen bilgiler değerlendirilmekte ve tercihler buna göre belirlenmektedir. Toplanan bilgiler sonucunda, yatırımcının birincil derecedeki ihtiyaçlarını yeterli bir biçimde karşılamadığı saptanacak olursa, menkul kıymetler portföyünü oluşturmadan önce, yatırım danışmanı, bu eksiklerin giderilmesi için çaba göstermelidir. Bu nedenle yatırım danışmanı seçimi oldukça önemlidir. Yatırımcının, yatırım danışmanının seçiminde ve yatırım planlaması sürecinde aşağıdaki adımları izlemesi yararlı olacaktır. 1. Yatırımcı, yatırım uzmanına amacını ve genel yatırım planını açık şekilde anlatmalıdır. Bunun için yatırımcı, yatırım öncesinde aşağıdakine benzer bazı kararları almış olması gerekir. Bu kararlar yatırım planlamasının genel çerçevesini oluşturur. • Ne kadar para yatırabileceği, • Yatırımın kısa vadeli mi uzun vadeli mi olacağı, • Ne kadar finansal risk alınacağı, • Ne tür vergi yükümlülükleri olduğu gibi bilgiler ışığında kararlar alınması gerekir. 2. Yatırımcı, hangi hizmetlere ihtiyacı olduğunu belirlemelidir. Hangi tip hizmetlere ihtiyaç olduğunu bilmek ve ondan sonra hangi aracı kurumun uygun olduğuna karar vermek gerekir. Çünkü farklı aracı kurumlar farklı ücret karşılığı farklı hizmetler sunmaktadır. Eğer yatırımcı yatırımlarında seçimi kendi yapacaksa, yalnızca alım satım belgesi olan bir aracı kurumla çalışması yeterli olacaktır. Fakat yatırımcı portföyünün profesyonelce yönetilmesini istiyorsa, o zaman bu hizmeti sunan bir aracı kurum ile çalışması gerekecektir. 3. Yatırımcı beklediği finansal hizmeti alabilmesi için, aracı kurum seçiminde dikkatli olması gerekir. Yatırımcının aracı kurumun yetkili uzmanlarıyla yüz yüze görüşme yapması oldukça önemlidir. Bu görüşmede, finansal hizmet sağlayıcıların yatırımcının amacını ve risk üstlenme derecesini belirlemeleri gerekir. 4. Yatırımcı finansal hizmeti alacağı aracı kurum hakkında bilgi sahibi olmalıdır. Yatırımcı çalışacağı aracı kurum seçimine karar vermeden önce aracı kuruma aşağıdaki soruları sormasında fayda vardır. 74 • Yetki belgeniz var mı? • Herhangi bir disiplin probleminiz var mı? • Hangi hizmetleri vermeye yetkilisiniz? • Yatırım danışmanı olarak lisansınız var mı? • Benim finansal amacımı ve risk toleransımı anladınız mı? • Yatırımlarımla ilgili ne tür periyodik belgeler ve raporlar alabileceğim? • Yatırımımdaki risk nedir? • Daha fazla bilgiyi nereden alabilirim? • Yatırımımdan nasıl kazanç elde edeceğim? • Hangi hizmetten ne kadar ve hangi esaslara göre ücret talep ediyorsunuz? Daha öncede bahsedildiği gibi geleneksel portföy yaklaşımında yatırımcıya ait bilgilerin analizi ve yatırımcıların beklentileri yatırım ölçütlerinin belirlenmesine ve sonuçta kapsamlı bir portföy amacının oluşturulmasında temel teşkil etmektedir. Bu nedenle sağlıklı bir portföy yönetimi için öncelikle bu aşamanın yukarıda bahsedilen süreçleri kapsayacak şekilde titizlikle uygulanması önem arz etmektedir. Finansal kuruluşlarla ilgili daha fazla bilgi edinmek istiyorsanız; Sermaye Piyasası Kurulu’nun www.spk.gov.tr ve Türk Sermaye Piyasası Aracı Kuruluşlar Birliği’nin http://www.tspakb.org.tr resmi web sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. PORTFÖY AMAÇLARININ SAPTANMASI Portföy yönetiminin temelini yatırımlar oluşturur. Yatırım ise belirli amaçları gerçekleştirmek için yapılır. Dolayısıyla konunun daha iyi anlaşılması için önce yatırım kavramından söz etmek gerekir. Yatırım, maddi veya manevi (topluluk içinde prestij kazanma veya kendini herhangi bir şirketin ortağı hissetme amacıyla yapılan yatırımlar gibi) çıkar, kar, kazanç sağlamak için önceden yapılan harcama olarak tanımlanabilir. Yatırım bir kerede yapılabileceği gibi, çeşitli zamanlara da yayılabilir. Aynı durum, yatırım getirisinin tahsil edilmesinde de söz konusu olabilir. Yatırım, sahip olunan paranın değerini kaybetmesi tehlikesinden korunma veya ödünç para ile yatırım yaptıktan sonra borcu faizi ile birlikte geri ödeyip kar etme gibi çeşitli amaçlarla yapılır. Portföy yönetiminin temel amacı ise, yapılan yatırımlardan en yüksek faydayı elde etmektir. Geleneksel portföy yaklaşımına göre söz konusu fayda, kabul edilebilir en yüksek risk düzeyinde menkul kıymet portföyünden en yüksek getiri oranını elde edilerek sağlanabilir. Menkul kıymet portföyündeki maksimum risk düzeyini sınırlayan faktörler söz konusudur. Bunlar, yüklenilecek risklerdir. Bu sınırlamalar, yatırımcının hareket alanını ifade eder. Bu alanın ilerisine gitmek, yatırımcıyı daha yüksek oranlı risklerle karşı karşıya bırakabilir. Dolayısıyla, portföy amaçlarının belirlenebilmesi için, sınırlamaların ortaya çıkarılması zorunludur. Bu sınırlamalar geleneksel portföy yönetiminde; 1. Cari fiyatlarla gelir elde etme ihtiyacı, 2. Sabit fiyatlarla gelir elde etme ihtiyacı, 3. Cari fiyatlarla anaparanın korunması ihtiyacı, 4. Sabit fiyatlarla anaparanın korunması ihtiyacı, 5. Vergiden muafiyet ihtiyacı, 6. Yatırımcının risk karşısındaki tutumu şeklinde belirlenmiştir. 75 Cari Fiyatlarla Gelir Elde Etme İhtiyacı Portföyün amacı, yatırımcının geçiminin bir kısmını ya da tamamını karşılayacak bir fon sağlanması olabilir. Bu durumda yatırımcı sürekli ve belirli bir gelir elde etmek isteyecektir. Bu tarz yatırımcılar için, şu anda elde edilen gelir (kar payı ödemesi veya faiz gibi) gelecekte kendisine vaat edilen gelirden daha değerlidir. Bu nedenle düzenli kar payı ödeyen şirketlerin hisse senetleri veya belirli ödeme periyodları bulunan menkul kıymetler tercih edilecektir. Sabit Fiyatlarla Gelir Elde Etme İhtiyacı Enflasyon, sabit gelirler üzerinde olumsuz etki yaparak, satın alma gücünü azalttığından, yatırımcılar bu olumsuz etkiyi telafi edici çalışmalar yapacaklardır. Yatırımcı bunun gerçekleştirilebilmesi için ileriki dönemlere ilişkin enflasyon tahminlerine ihtiyaç duyacaktır. Yatırımcı arzu edilen gelir düzeyini beklenen enflasyon oranlarına göre düzelterek belirleyecektir. Aynı zamanda enflasyondan daha az etkilenen yatırım araçları veya enflasyona endeksli tahviller portföye dâhil edilerek sabit fiyatlarla gelir elde etme ihtiyacı karşılanabilecektir Örnek: Bir yatırımcı bir sonraki yıl için enflasyon oranını %5, ikinci yıl için %10 ve üçüncü yıl için %7 olarak tahmin etmiştir. Bugünkü satın alma gücü ile 500 sabit gelir elde etmek isteyen bir yatırımcının, yıllar itibariyle elde etmesi gereken geliri kaç olmalıdır? Çözüm: Yıl Arzulanan Sabit Gelir Beklenen Enflasyon Oranı 1 500 %5 500*(1+0,05) = 525 2 500 % 10 [(500*(1+0,05)]*(1+0,10) = 577,5 3 500 %7 {[500*(1+0,05)]*(1+0,10)}*(1+0,07) = 617,93 Elde Edilmesi Gereken Gelir Tutarı Enflasyon oranları dikkate alındığında, arzu edilen 500 gelirin satın alma gücünde azalma olmaması için; sırasıyla 525, 577,5 ve 617,93 getiri elde edilmesi gerekmektedir. Cari Fiyatlarla Anaparanın Korunması İhtiyacı Bazı portföylerin kısa bir anda paraya dönüştürülmesi zorunlu olabilir. Bu tür portföyler için, anaparanın emniyeti büyük bir önem taşır. Bu noktada menkul kıymetin likiditesi önem kazanmaktadır. Likidite, döviz, menkul kıymet, gayrimenkul gibi herhangi bir aktifin kısa sürede ve sorunsuz bir şekilde (değer kaybına uğramadan) nakde çevrilebilen, kullanılmaya hazır satın alım gücünü ifade eder. Yatırım yapılan menkul kıymet istenildiği an paraya çevrilemiyorsa düşük bir likiditeye sahip demektir. Likiditesi düşük menkul kıymetlere yapılan yatırım özellikle gelecekte ortaya çıkabilecek daha iyi fırsatlardan yararlanabilme olasılığını azaltmaktadır. Bankadaki vadesiz mevduat, varlıklarının hangisinin likiditesi daha fazladır? hisse senedi ve gayrimenkul Sabit Fiyatlarla Anaparanın Korunması İhtiyacı Enflasyon, portföyü oluşturan menkul kıymetlerin satın alma gücünü azaltır. Bu nedenle, tasarruf sahibi bu etkiden mümkün olduğu kadar kurtulmak ister. Bu durum yatırılan sermayenin satın alma gücünün korunma isteğinden doğmaktadır. Bu aşamada önemli olan konu başlangıçta yatırılan tutarın değil; söz konusu tutarın satın alma gücünün korunmaya çalışılmasıdır. Bunun sağlanabilmesi için, yapılan yatırımdan elde edilecek getirinin enflasyon oranından yüksek olması gerekmektedir. 76 Vergiden Muafiyet İhtiyacı Yüksek gelir dilimlerinde bulunan bireyler, vergiden muafiyet veya vergi korunması sağlayacak yatırımları arzu ederler. Bazı durumlarda, menkul kıymetlere yapılan yatırım karşılığında elde edilen marjinal gelir, mükellefin ödeyeceği marjinal vergi yükünü marjinal gelirin üstüne çıkartacağı için, mükellefi yapacağı menkul kıymet yatırımından vazgeçirebilir. Bu durum aşağıdaki gibi gelir vergisinin toplam matrah üzerinden hesaplandığı durumlar için geçerlidir. ABD Gelir Vergisi Tarifesi 2001 Yılı Vergiye Tabi Gelir Vergi Oranı (%) 0 – 27050$ 15 27051$ - 65550$ 27,5 65551$ - 136750$ 30,5 136751$ - 297350$ 35,5 297351$ ve Üstü 39,1 Örnek: ABD’de yatırım yapan bir yatırımcının 2001 yılı için toplam ücret dışı gelirinin 27.000$ olduğunu varsayalım. Söz konusu yatırımcının menkul kıymet yatırımlarından elde edeceği ek 1.000$’lık kazanç toplam gelirini şu şekilde etkileyecektir. Toplam Elde Edilen Gelir 27.000$ Ödenecek Gelir Vergisi (27.000*0,15) 4.050$ ELDE EDİLEN NET GELİR 22.950$ Ek 1.000$’lık menkul kıymet kazancının etkisi: Toplam Elde Edilen Gelir 28.000$ Ödenecek Gelir Vergisi (28.000*0,275) 7.700$ ELDE EDİLEN NET GELİR 20.300$ Örnekte görüldüğü gibi elde edilen ek 1.000$’lık menkul kıymet kazancı yatırımcının elde ettiği net gelirin 22.950$’dan 20.300$’a düşmesine neden olmuştur. Ancak bu durum Türkiye’de olduğu gibi toplam matrah üzerinden gelir vergisi hesaplamayan ekonomiler için geçerli değildir. Örnek: Türkiye’de yatırım yapan bir yatırımcının 2011 yılı için toplam ücret dışı gelirinin 22.500 olduğunu varsayalım. Söz konusu yatırımcının menkul kıymet yatırımlarından elde edeceği ek 1.000 kazanç, toplam gelirini şu şekilde etkileyecektir: (2011 yılına ilişkin ücret dışı gelirlere uygulanacak gelir vergisi tarifesi aşağıdadır) 77 01.01.2011 tarihinden itibaren ücret dışı gelirlere uygulanacak tarife Gelir Miktarı Uygulanacak Olan Oran 9.400,00-’ye kadar olan gelirler için %15 23.000,00-’nin 9.400,00-’si için 1.410,00- fazlası için %20 23.000,00-’si için 4.130,00- fazlası için %27 53.000,00-’nin 53.000,00-’den fazlasının ilk 53.000,00-’si için fazlası için 12.230,00%35 Yatırımcı ek menkul kıymet geliri elde etmediği durumda ödeyeceği gelir vergisi ve elde edeceği net gelir tutarı: 22.500 Toplam Elde Edilen Gelir 22.500’nin 9.400’si için 1.410 13.100’si (22.500 – 9.400) için 2.620 (13.100 * 0.20) Toplam Ödenecek Gelir Vergisi 4.030 ELDE EDİLEN NET GELİR 18.470 Yatırımcı menkul kıymet yatırımından ek 1.000 kazanç elde etmesi durumunda ödeyeceği gelir vergisi tutarı ve elde edeceği net gelir tutarı ise: Toplam Elde Edilen Gelir (22.500 + 1.000) 23.500’nin 23.500 23.000’si için 4.130 500’si (23.500 – 23.000) için 135 (500 * 0.27) TOPLAM 4.265 ELDE EDİLEN NET GELİR 19.235 Örnekten de görüldüğü üzere ek 1.000 menkul kıymet geliri yatırımcının gelirini bir üst vergi dilimine taşımasına rağmen toplam matrah üzerinden vergilendirme yapılmadığı için yatırımcının elde edeceği net gelir 18.470’den 19.235’ye çıkmıştır. Yatırımcının Risk Karşısındaki Tutumu Yatırımcının risk karşısındaki tutumu portföylerin içeriğini belirlemektedir. Yüksek getiri beklentisi içerisinde olan yatırımcılar tahvillere göre daha riskli olan hisse senedi yatırımlarını tercih edecektir. Yatırımcılar hisse senedi yatırımlarının riskli olduğunu bildikleri için, iyi bir çeşitlendirmenin yapılmış olmasını isterler. Ancak, bazı yatırımcılar, getiri beklentisi yüksek olsa bile, hisse senetlerine ait yüksek riskleri yüklenmek istemeyebilirler. Portföyün amacını etkileyen temel unsurları, genel hatlarıyla Şekil 3.3’deki gibi göstermek mümkündür: 78 Şekil 3.3: Geleneksel Portföy Yönetiminde Portföy Amacını Etkiyen Unsurlar Yukarıda bahsedilen portföyün amacını etkileyen unsurları, diğer bir ifade ile sınırlamaları; i. Gelir ihtiyacı, ii. Anaparanın korunması ihtiyacı, iii. Yatırımcıların riskleri kabullenme isteği, olmak üzere üç ana grupta toplamak mümkündür. i. Gelir İhtiyacı Yatırımcıların, yatırımlardan sürekli ve belirli bir oranda gelir elde etme arzuları, onların yatırımlara ayıracakları tasarruf miktarını belirlemektedir. Gelirlerin istikrarlı olması, yatırımcıların tasarruflarını tüketime veya yeniden yatırıma dönüştürmeleri konusunda rasyonel ve doğru karar almalarına yardımcı olacaktır. Bir portföyün amaçlarının saptanmasındaki başlangıç noktası, portföyün sağlamak zorunda olduğu gelir miktarının hesap edilmesidir. Bu iki aşamalı bir çalışmayı gerekli kılar. Birinci aşamada, yatırım portföyünden istenen gelir miktarı, cari fiyatlarla tahmin edilmeye çalışılır. İkinci aşamada ise, artan fiyat seviyesinin bu gelirin satın alma gücü üzerindeki etkisi tahmin edilir. Bir yatırım portföyünün ne kadarlık bir gelir yaratması gerektiği şu formülle hesaplanır. Et = t zamanında portföyün sağlamak zorunda olduğu gelir miktarını, H0 = Portföyün oluşturulduğu andaki satın alma gücü cinsinden ifade edilmiş aile bütçesi için gerekli olan gelir miktarını (minimum harcama bütçesi), (1+a)t = t zamanına kadar fiyatlar genel düzeyinde beklenen değişmeleri yansıtan katsayıyı, Qt = t zamanda diğer kaynaklardan elde edilen gelir miktarını göstermektedir. Formülden de anlaşılacağı gibi, en az yatırım gelirinin hesaplanması için, minimum harcama bütçesinin ve diğer gelir kaynaklarının kapsamlı bir şekilde hesaplanması gereklidir. Cari gelir ihtiyacının saptanması, portföy yapısının başlıca belirleyicisidir. Gelir kıstasının görece önemsiz olması, portföyde hisse senetlerinin ağırlığını arttırıcı bir etki yapacaktır. 79 Portföyden beklenen gelir miktarı ile tahmin edilen enflasyon oranı arasında nasıl bir ilişki vardır? Örnek: Bir yatırımcının bir yıllık minimum harcama bütçesi 24.000 olarak hesaplanmıştır. Fiyatlar genel düzeyinde beklenen artışın %10 ve bir yıl içinde diğer kaynaklardan elde edilen gelir miktarının 18.000 olmasının beklendiği durumda, portföyün sağlamak zorunda olduğu gelir miktarı kaç olmalıdır? Çözüm: = (1 + 0,10) * 24.000 – 18.000 = 8.400 ii. Anaparanın Korunması İhtiyacı Portföy bileşimini sınırlayan diğer bir faktör ise, anaparanın güvenliğine olan gereksinimdir. Yatırımcı açısından portföye bağlanan değerlerin zorunlu bir nedenle paraya çevrilmesi durumunda, anaparanın değerini koruması önemli bir sınırlamadır. Yatırımcılar, özellikle kaçınmak olanaklı ise, anaparalarında bir kaybın olmasına tahammül edemezler. Anaparanın korunmasına ilişkin ihtiyacın saptanmasında üç önemli konu bulunmaktadır. 1. Elde Tutma Süresi, 2. Rehin Değeri, 3. Enflasyon Etkisi. 1. Elde Tutma Süresi: Anaparanın korunmasına ilişkin ihtiyacın saptanmasında elde tutma süresi, yatırıma ayrılmış paraya duyulan ihtiyacın şiddeti ile ilgilidir. Sürenin kısa olması, yani yatırıma ayrılan para dışındaki gelir kaynaklarının yetersizliği, menkul kıymetlerin paraya dönüştürülme olasılığının yüksek olduğunu gösterecektir. Bu durum, piyasanın yükselme eğiliminde olduğu bir dönemde veya geçici bir düşüşün yaşandığı bir ortamda satışı zorunlu kılarak zararın (veya kâr azalışının) oluşmasına neden olabilir. Örnek: Bu duruma örnek olarak İMKB100 endeksine yatırım yapan bir yatırımcının karşılaşabileceği olası durumlar gösterilebilir. Şekil 3.4 İMKB 100 endeksinin 2007 – 2011 tarihleri arasındaki aylık performansını göstermektedir. Yukarıda bahsedildiği gibi, eğer yatırımcı Aralık 2007’nin ilk günlerinde aldığı hisse senetlerini paraya duyulan ihtiyaç nedeniyle geçici bir düşüşün yaşandığı Aralık 2007 – Aralık 2008 döneminde (1. Bölge) paraya çevirirse zarar edecektir. Buna karşılık, Aralık 2008’in ilk günlerinde aldığı hisse senetlerini endeksin yükselme eğiliminde olduğu Mart 2009 – Aralık 2009 döneminde (2. Bölge) paraya çevirirse daha sonraki dönemde elde edebileceği kardan mahrum kalacaktır. Bu nedenle, yatırım amaçları saptanırken, yatırımcının elde tutma süresinin dikkatli bir biçimde ele alınması gereklidir. 80 Şekil 3.4: İMKB 100 Endeks Performansı (Aralık 2007 – Aralık 2011) Kaynak: MSCIbarra, http://www.msci.com/products/indices/size/standard/performance.html 2. Rehin Değeri: Anaparanın emniyeti açısından, göz önüne alınacak ikinci önemli nokta, portföy yatırımının güvence olarak gösterilerek ödünç para bulma olanağının olup olmamasıdır. Böyle bir ihtiyacın varlığı durumunda, ödünç paraya duyulacak gereksinim düzeyine göre, portföyde tahvil ağırlıklı bir yapılanmaya yönelmek doğru olacaktır. Özellikle finansal yönden güçlü, tanınmış işletmelere ait tahviller veya devlet tahvilleri portföye dâhil edilmelidir. 3. Enflasyon Etkisi: Enflasyon etkisi, yatırılan sermayenin satın alma gücünün korunması olarak da bilinir. Bazı durumlarda, genel fiyat düzeyindeki artışlar, bir menkul kıymete yatırılan paranın değerinin eksilmesine, yani satın alma gücünün kaybolmasına yol açar. Bu nedenle, yatırımcı, yatırıma karar vermeden önce, satın alacağı menkul kıymetteki değer artışının enflasyon oranından yüksek olmasına dikkat eder. Enflasyonist ortamda bulunan bir ekonomide, fiyat düzeyindeki artışlar, her varlıkta aynı oranda olmaz. Bazı varlıkların değeri, diğerlerinden daha yüksek oranda artarken bir kısım varlıkların değerlerinde düşme olabilmektedir. Enflasyon etkisi Amerikan ekonomisi için 2008-2011 dönemi arasında açıkça gözlemlenebilmektedir. Şekil 3.5’den de görüldüğü üzere enflasyon oranı hazine bonosu faiz oranından daha yüksektir. Diğer bir ifade ile örneklem dönemi için genel fiyat düzeyindeki artış 1. ve 3. bölgelerde yatırılan paranın değerinin eksilmesine, yani satın alma gücünün kaybolmasına yol açmıştır. 81 Şekil 3.5: Enflasyon Oranı ve Hazine Bonosu Faiz Oranı (2008-2011) Kaynak: Board of Governors of the Federal Reserve System, ABD. Bu risk, özellikle tahvillerden oluşan portföyler için geçerlidir. Tartışmalı olmakla birlikte, hisse senetlerinden oluşan portföylerin anaparayı, satın alma gücü riskinden koruduğuna inanılmaktadır. iii. Yatırımcıların Riskleri Kabullenme İsteği Yatırımcının riske karşı davranışı, yatırım risklerini kabullenme yeteneğini belirleyecektir. Daha önce belirtildiği gibi, kişilerin satın alma gücü riskini, pazar riskini, işletme gücü riskini, ya da faiz oranı riskini kabullenme istekleri farklıdır. Bazıları riski isteyerek kabullenirler ve büyük miktarda para kaybetseler dahi bir paniğe kapılmayabilirler. Bazı kişiler ise, riskten kaçarlar, korunmaya önem verirler ve para kaybetmeyi göze alamazlar. Bu açıdan yatırımcı tipleri üçe ayrılabilir: • Riskten Kaçan Yatırımcı (İhtiyatlı) • Riske Karşı Kayıtsız Yatırımcı (Dengeli) • Riski Seven Yatırımcı (Agresif) Kişilerin riskleri kabullenme yeteneklerini saptamak, bir anlamda onların fayda fonksiyonlarını elde etmektir. Ancak, geleneksel portföy yaklaşımında, risklerin kabullenme yeteneğini nicel hale dönüştürmek için, hiç bir çaba harcanmaz. Bu yöntemde riskli durumlara gösterilen tolerans, nitel bir ölçüt olarak, yüksek, düşük veya orta olarak değerlendirilir. Şekil 3.6 yatırımcıları kabullendikleri risk seviyesine göre sınıflandırmaktadır. Şekilde, portföyünün büyük bir bölümü tahvil veya hazine bonosu gibi nispeten düşük riskli varlıklardan oluşan yatırımcılar ihtiyatlı olarak nitelendirilmektedir. Portföyünde hemen hemen eşit oranda hisse senedi ile tahvil ve hazine bonosu bulunduran yatırımcılar ise dengeli yatırımcı olarak tanımlanmaktadır. Agresif yatırımcıların portföylerinin ise büyük bir bölümünü hisse senetleri oluşturmaktadır. 82 Şekil 3.6: Riskleri Kabullenme İsteğine Göre Yatırımcı Tipleri Portföy yöneticisi, tüm bu sınırlamaları ve aşağıdaki konuları göz önüne alarak, portföyü oluşturmak durumundadır. Her şeyden önce, menkul kıymetleri kolaylıkla satabilmek için, bir pazarın bulunması ve eldeki menkul kıymetin fiyatının istikrarlı olması gerekmektedir. Portföye alınan menkul kıymetlerin likit varlıklar olup olmadığının araştırılması gerekmektedir. Herhangi bir kayba uğramadan, tekrar paraya dönüştürülen bir varlık, tam “likit” bir varlıktır. Eğer, değerinin daha az bir yüzdesi elde ediliyorsa, o varlık tam likit bir varlık değildir. Herhangi bir menkul kıymete yatırım yaparken, işletme yöneticilerine güvenilip, güvenilmediği, menkul kıymetin değerinin yükselip, yükselmeyeceği hususu dikkate alınacağı gibi, elde edilecek menkul sermaye gelirinin ve sermaye kazançlarının tutarı ile bu konudaki vergi durumunun da incelenmesi doğaldır. Yatırımcıya ait hangi özellikler yatırımcının risk karşısındaki tutumları üzerinde etkili olabilir? MENKUL KIYMETLERİN SEÇİLMESİ Portföy amaçlarının saptanmasından sonraki aşama, portföye dâhil edilecek menkul kıymetlerin seçilmesidir. Geleneksel yaklaşımla portföy oluşturulurken, genellikle çok iyi bilinen tanınmış firmaların ihraç etmiş oldukları menkul kıymetler seçilmektedir. Böyle bir seçimin yapılmasının nedenleri aşağıdaki gibi sıralanabilir: • Büyük, tanınan ve bilinen firmaların, daha az bilinen veya tanınan firmalara göre, daha başarılı ve daha az riskli oldukları yönünde güçlü bir algılama söz konusudur. • Büyük firmaların menkul kıymetlerinin istenildiği anda alınıp satılabilme gibi likit özellikleri ile büyük miktarlarda ticaretinin yapılabilmesi tercih sebebi olabilmektedir. • Geleneksel portföy yönetiminde kurumsal yatırımcılar başarılı ve tanınan firmaların menkul kıymetlerine yatırım yapmayı tercih ederler. Çünkü kurumsal yatırımcılar oluşturdukları bu portföyleri müşterilerine pazarlarken ikna etmeleri daha kolay olabilmektedir. Özellikle, hisse senetleri portföyünün oluşturulması veya portföy içindeki hisse senetlerinin ağırlıklarının ve her bir hisse senedinin seçimi, daha karmaşık bir analizi gerektirmektedir. Portföy yöneticisi, portföye dâhil edilecek hisse senetlerini seçerken, nitel yaklaşımların yanı sıra, büyüme, verimlilik, beklenen kazanç, geçmişteki kazançlar, beklenen temettüler gibi işletme faaliyetleri ile ilgili konularda bilgi sahibi olmalıdır. Ancak, geleneksel portföy kuramında karar verme sürecinde söz konusu nicel bilgilerden yeterince yararlanılmamaktadır. 83 Geleneksel portföy analizinde menkul kıymet seçim ilkeleri şunlardır: 1. Hisse senetlerine yatırım yapılırken, daha çok sayıda ve farklı endüstrilere ait hisse senetlerinin seçilmesi. 2. Tahvil yatırımlarında ise, değişik sektörlerden seçilmiş vadeleri aynı menkul kıymet sayısının 10-15’e çıkarılması ilkesi benimsenmiştir. Ayrıca portföye alınan varlık sayısı arttıkça portföy riskinin azalacağı varsayılmaktadır. Ancak bu varsayım birbirleri ile düşük korelasyona sahip menkul kıymetlerin dâhil olduğu portföyler için geçerlidir. Geleneksel portföy yaklaşımında portföye dahil edilen menkul kıymetlerin getirileri arasındaki korelasyonun dikkate alınmaması eleştirilmektedir. Portföye eklenen her bir ilave menkul kıymet, portföyün riskini azaltır mı? Örnek: Bu eleştirilerin haklılığı, Ocak 2001 – Aralık 2011 tarihleri arasında çeşitli şirketlerin hisse senetlerine yatırım yapan bir yatırımcının aylık ortalama riski ve söz konusu dönem için elde edeceği aylık ortalama getirisi üzerinden gözlemlenebilir. Geleneksel portföy yaklaşımında portföye alınan varlık sayısı arttıkça portföy riskinin azalacağı varsayılmaktadır. Bu bilgi doğrultusunda ilgili dönemler arasında elde edilen aylık getirilerin standart sapması alınarak hesaplanan riskin, menkul kıymet sayısı arttıkça azalması beklenmektedir. Tablo 3.1’de ilgili dönem için A, B ve C Şirketlerinin hisse senetleri ile oluşturulan çeşitli portföyler ve bu portföylerin riski ile ortalama getirisi yer almaktadır. Tablo 3.1: A, B ve C Şirketlerinin Hisse Senetlerinden Oluşturulan Portföyler Portföyde Yer Alan Hisse Senetleri Portföyün Riski Portföyün Ortalama Getirisi 1 A Şirketi 13,89 3,08 2 A ve B Şirketlerine eşit yatırım 14,73 3,53 3 A ve C Şirketlerine eşit yatırım 11,08 3,34 İlk durumda yatırımcının sadece A Şirketi’nin hisse senedine yatırım yaptığı varsayılmaktadır. Bu durumda portföyün riski (getirilerin standart sapması) %13,89; ortalama getirisi ise %3,08 olarak hesaplanmıştır. Daha öncede bahsedildiği gibi geleneksel portföy yaklaşımında portföye alınan varlık sayısı arttıkça portföy riskinin azalacağı varsayılmaktadır. Dolayısıyla A Şirketinin hisse senedine ek olarak ilave her bir menkul kıymetin portföyün riskini azaltması beklenmektedir. Ancak portföye B Şirketi’nin hisse senedi eklendiğinde, diğer bir ifade ile yatırımcı tasarrufunu A ve B Şirketlerinin hisse senetleri arasında eşit olarak paylaştırdığında portföyün riski azalmamış, aksine %14,73’e yükselmiştir. Yatırımcının tasarrufunu A ve C Şirketlerinin hisse senetleri arasında eşit olarak paylaştırdığı durumda ise geleneksel portföy yaklaşımının beklentisine uygun olarak portföyün riski %13,89’dan %11,08’e düşmüştür. Yukarıda gözlemlenen çelişkili bulgular geleneksel portföy yaklaşımının menkul kıymetler arasındaki korelasyonu dikkate almamasından kaynaklanmaktadır. Yukarıdaki hisse senedi getirilerinin birbirileri ile arasındaki korelasyon katsayıları Tablo 3.2’deki gibidir. Tablo 3.2: Hisse Senetlerinin Getirileri Arasındaki Korelasyon Katsayıları Hisse Senetleri Arasındaki Korelasyon Katsayıları B Şirketi A Şirketi 0,75 84 C Şirketi 0,33 Görüldüğü gibi A ile B Şirketlerinin hisse senetleri arasındaki korelasyon katsayısı (0,75) oldukça yüksektir. Bu nedenle A Şirketinin hisse senedinde yaşanan fiyat değişiminin hemen hemen bir benzeri B Şirketinin hisse senedinde de yaşanmaktadır. Bu durum Şekil 3.7’de rahatlıkla gözlemlenebilmektedir. Şekil 3.7: A ve B Şirketlerinin Hisse Senedi Getirileri (Ocak 2001 – Aralık 2011) Kaynak: www.imkb.gov.tr [erişim tarihi: 25.01.2011]. Görüldüğü gibi her iki hisse senedinin getiri eğrileri birbirine çok yakın seyir izlemektedir. Bu nedenle benzer hareket sergileyen, diğer bir ifade ile yüksek korelasyona sahip menkul kıymetlerin portföye eklenmesi portföyün riskini azaltmamaktadır. Buna karşılık A Şirketinin hisse senedine ek olarak aralarındaki korelasyonun düşük olduğu (0,33) C Şirketinin hisse senedinin portföye eklenmesi portföyün riskini azaltmaktadır. Bunun temel nedeni aynı anda her iki menkul kıymetin fiyatında yaşanan değişimin birbirinden farklı şiddette hatta farklı yönde gerçekleşmesi; bu nedenle de portföyün nispeten dengede kalmasıdır. Şekil 3.8, A Şirketi ile C Şirketinin hisse senetlerinin getirileri arasındaki ilişkiyi ortaya koymaktadır. Şekil 3.8: A ve C Şirketinin Hisse Senedi Getirileri (Ocak 2001 – Aralık 2011) Kaynak: www.imkb.gov.tr [Erişim Tarihi: 25.01.2011]. 85 Grafikten de görüldüğü üzere A Şirketi ile C Şirketinin hisse senetlerinin getiri eğrileri birbirinden oldukça farklı seyir izlemektedir. Sonuç olarak portföy çeşitlendirmesinin amacı, portföyün riskini azaltmaktır. Ancak geleneksel portföy yaklaşımının ileri sürdüğü şekilde portföye eklenen ilave her bir menkul kıymet örnekte de görüldüğü gibi portföyün riskini azaltmamaktadır. Portföyün riskinin düşürülebilmesi için menkul kıymetlerin arasındaki korelasyon katsayısının kesinlikle dikkate alınması gerekmektedir. Bu düşünce bir sonraki bölümde anlatılacak olan modern portföy yaklaşımının hareket noktasını oluşturmaktadır. Portöy yatırımları ile ilgili bilginizi artırmak istiyorsanız http://www.yatirimyapiyorum.gov.tr/ web adresinden faydalanabilirsiniz. YALIN VE ENDÜSTRİLERE GÖRE ÇEŞİTLENDİRME Çeşitlendirme, riski yayma ve azaltma çalışmalarını içerir. Geleneksel anlamda çeşitlendirme, farklı endüstri kollarından, farklı menkul kıymetlerin portföye alınmasıdır. Çeşitlendirmeye gidilirken, bazı menkul kıymetlerden çok iyi, bazılarından orta, bazılarından ise kötü sonuçlar alınacağı peşin olarak kabul edilmektedir. Orta kalitede menkul kıymetlerden meydana gelmiş bir portföyün getirisi, onların ortalama sonuçlarından daha iyi olamaz. Başka bir deyişle, düşük kaliteli menkul kıymetler arasında bir çeşitlendirmeye gidilirse, düşük kaliteli menkul kıymetlerin ortalama sonucu elde edilir. Çok yüksek kaliteli menkul kıymetler arasında bir çeşitlendirmeye gidildiğinde ise, bu yüksek kaliteli menkul kıymetlerin ortalama sonuçlarından daha iyi bir sonuç alınması beklenmemelidir. Yatırımcının, hangi menkul kıymetleri portföye dâhil edeceği, üstünlük ilkesine göre sonuçlandırılır. Üstünlük ilkesine göre belirli bir beklenen getiri düzeyinde en az riskli portföy tercih edilmelidir. Başka bir deyişle, verilen herhangi bir risk sınıfı için, yatırım araçlarından beklenen getirisi en büyük olan en iyisidir. Sermaye piyasası ve yatırım alternatifleri hakkında daha fazla bilgi alabilmek için, İstanbul Menkul Kıymetler Borsası (İMKB) resmi web sitesinde bulunan İMKB Yayınlarını http://www.imkb.gov.tr/Publications/ISEPublications.aspx adresinden okuyabilirsiniz. Örnek: Risk (%) Çeşitli menkul kıymetlerden oluşan 9 farklı portföye ait beklenen getiri ve risk değerleri Şekil 3.9’da yer almaktadır. G A D E F B H C Beklenen Getiri (%) Şekil 3.9: Çeşitli Portföylere Ait Beklenen Getiri ve Risk Değerleri 86 I Söz konusu portföylerden hangisine yatırım yapılacağı yatırımcının riske karşı duyarlılığına bağlıdır. Bu aşamada önemli olan nokta, aynı beklenen getiriye veya aynı riske sahip portföyler arasında nasıl tercih yapılacağıdır. Üstünlük ilkesine göre yatırımcı aynı beklenen getiriye sahip A, B ve C portföyleri arasında C portföyüne yatırım yapmalıdır. Bunun nedeni her üç portföyün beklenen getirisinin aynı (%3) olmasına karşılık C portföyünün riskinin (%11,7), A portföyünün (%14) ve B portföyünün (%13,1) riskinden daha düşük olmasıdır. Belirli bir risk düzeyi açısından ise üstünlük ilkesi beklenen getirisi en büyük olan portföyün tercih edilmesi gerektiğini vurgulamaktadır. Bu durumda %14 risk düzeyinde yatırımcının A, D ve H portföyleri arasında H portföyüne yatırım yapması gerekmektedir. Bunun nedeni ise her üç portföyün risk düzeyinin aynı olmasına karşılık H portföyünün beklenen getirisinin (% 6), D portföyünün (% 4) ve A portföyünün (% 3) beklenen getirisinden yüksek olmasıdır. Çok sayıda menkul kıymete yatırımla, riskin birden fazla menkul kıymete dağıtılması amaçlanır. Başka bir deyişle, yalın çeşitlendirme yapılarak, risk azaltılmaya çalışılır. Yalın çeşitlendirme, «bütün yumurtaları bir sepete koymamak» ifadesiyle de açıklanabilir. Yalın çeşitlendirmeye göre, portföye ne kadar çok menkul kıymet alınırsa, o kadar iyi çeşitlendirme yapılmış demektir. Yalın çeşitlendirme, riski dağıtmak için kullanılır. Buna göre, örneğin, 200 farklı menkul kıymetten oluşan bir portföy, 20 farklı menkul kıymetten oluşan bir portföye göre 10 kez daha iyi çeşitlendirilmiş kabul edilir. Bu nedenle, 200 farklı menkul kıymetten oluşan portföyün riski daha azdır. Yalın çeşitlendirmeye göre, menkul kıymetlerin getirilerinin arasındaki ilişki dikkate alınmaz. Bazı portföy yöneticileri, portföye alınacak menkul kıymetlerin farklı endüstrilerden seçilmesi gerektiği görüşündedirler. Bunun nedeni, portföye girecek menkul kıymetleri tek bir endüstriden seçmek yerine, farklı endüstrilerden seçmek daha iyi sonuçlar verebilir. Ancak, değişik endüstrilerden seçim yapmanın menkul kıymetlerin tesadüfen seçiminden daha iyi sonuç vermesi beklenemez. Menkul kıymetlerin, birbirleriyle ilgisi olmayan değişik endüstrilerden seçilmesi demek, rasgele endüstrilerden seçmek demek değildir. Farklı endüstrilerdeki menkul kıymetlerin getirileri üzerinde yapılan çalışmalar, hemen hemen bütün endüstrilerin birbiri ile oldukça ilşikili olduğunu göstermiştir. Çeşitlendirme yapılırken aşağıdaki stratejiler izlenebilir: 1. Farklı endüstrilerdeki işletmelerin hisse senetleri alınabilir, 2. Farklı işletmelerin hisse senetleri alınabilir, 3. Farklı bölge ve ülkelerdeki işletmelerin hisse senetleri alınabilir, 4. Hisse senedi ve tahvil gibi farklı yatırım araçları portföye dâhil edilebilir, 5. Yatırım ortaklığı, yatırım fonu ve holding gibi işletmelerin menkul kıymetleri satın alınabilir, 6. Çeşitli ürünleri olan işletmelerin hisse senetleri alınabilir, 7. Geçmişte fiyatları birlikte ve aynı yönde hareket etmeyen işletmelerin hisse senetleri alınabilir. Geleneksel portföy yaklaşımında aşırı çeşitlendirmenin faydalı olacağına ilişkin görüşe rağmen, bazı sakıncaları olduğunu da belirtmek gerekir. Söz konusu sakıncalar şunlardır: 1. Satın alınacak menkul kıymetler araştırılırken, taşıdığı riske bakılmaksızın, gerekli getiriyi sağlamayan menkul kıymetlerin de satın alınması söz konusu olabilir. 2. Çok sayıda menkul kıymeti kapsayan portföyün yönetimi güçtür. 3. Portföyde menkul kıymet sayısı fazla olduğu zaman, yapılması gereken analiz artar ve araştırma maliyetleri de yükselir. 4. Küçük miktarlardaki menkul kıymetlerin sık sık satın alınması, büyük miktarlarda daha seyrek satın alınmasına göre daha fazla komisyon ödenmesini gerektirir. 87 Ayrıca aşırı çeşitlendirilmiş bir portföyü yönetmek için, çok büyük miktarda paraya gereksinim vardır. Buna rağmen, elde edilen getirilerdeki artış, aynı oranda olmamaktadır. Bu nedenle, aşırı çeşitlendirme, yatırımcıların elde edecekleri net geliri düşürür. Sonuç olarak, portföyün getirisini arttırmak için, titizlikle seçilmiş belirli sayıda menkul kıymetin portföye alınmasında yarar vardır. Oysa modern yaklaşımda, sadece portföy çeşitlendirilmesine gidilerek riskin azaltılamayacağı, çünkü portföyde yer alan menkul kıymetlerin ya da menkul kıymet gruplarının fiyat hareketlerinin, aynı ya da ters yönde hareket ettikleri ileri sürülmektedir. Bilindiği gibi, geleneksel portföy yönetim süreci, yatırımcının amacının saptanması, menkul kıymetlerin seçilmesi, portföyün yönetilmesi ve yatırım amaçlarındaki değişim üzerindeki düzeltmeleri içerir. Söz konusu süreç, Şekil 3.10’daki gibi gösterilebilir. Şekil 3.10: Geleneksel Menkul Kıymetler Portföyü Yönetim Süreci Geleneksel portföy teorisi, 1950'li yıllara kadar, hem teoride hem uygulamada yaygın bir kullanım alanı bulmuştur. Söz konusu yöntem, bilimsel dayanağının olmaması nedeniyle eleştirilmektedir. Ancak, uygulama kolaylığı nedeniyle, hâlâ birçok yatırımcı tarafından kullanılmaktadır. Geleneksel portföy kuramı, daha önce belirtildiği gibi, aşırı çeşitlendirmeye önem vermekte ve portföye alınan menkul kıymetler arasındaki ilişkiyi göz önüne almamaktadır. Ayrıca, menkul kıymet seçiminde nicel bilgilere yeterince önem verilmemektedir. Bu eleştirilere rağmen, geleneksel portföy kuramının tamamıyla başarısız olduğu söylenemez. Ancak, yukarıda bahsedilen eleştiriler dikkate alınarak, matematik ve istatistik yöntemlere dayanan modern portföy teorisi geliştirilmiştir. Modern Portföy Teorisi incelendiğinde portföyün içerisindeki her menkul kıymetin portföye dahil olan diğer menkul kıymetlerle ilişkisi, aynı beklenen getiri seviyesinde, portföyün riskinin beklenenden de daha fazla azalmasına ya da beklenildiğinin tersine portföyün toplam riskinin artmasına sebep olabilmektedir. Yani iyi bir portföy, iyi menkul kıymetlerin uzun bir listesinden daha fazla bir şeydir. Sermaye piyasası araçlarını ve yatırım yapılırken dikkate alınacak faktörleri anlamak için yararlı bir kaynak olarak Sermaye Piyasası Yatırım Araçları ve Analizi adlı kitaba bakabilirsiniz. (Ahmet Aksoy ve Cihan Tanrıöven, Ankara: Gazi Kitabevi, 2007). nedir? Sistematik risk ve sistematik olmayan risk arasındaki temel fark 88 Özet Geleneksel portföy yaklaşımında aşırı çeşitlendirmenin bazı sakıncaları da vardır: Bunlar: Portföy yönetiminin amacı, yatırımcıların ihtiyaçlarına göre portföye çeşitli menkul kıymetleri almak ve yatırım amaçlarına uygun olarak portföyü yönetmektir. Bu süreç çeşitli aşamaları kapsar. Bunlar; i) yatırımcının amacının belirlenmesi, ii) portföye alınacak menkul kıymetlerin seçimi ve iii) portföyü yönetmek, şeklinde sıralanabilir. • Satın alınacak menkul kıymetler araştırılırken, taşıdığı riske bakılmaksızın, gerekli getiriyi sağlamayan menkul kıymetlerin de satın alınması söz konusu olabilir. • Çok sayıda menkul kıymeti portföyün yönetimi güçtür. Geleneksel portföy yaklaşımında yatırımcıya ait bilgilerin analizi, yatırım ölçütlerinin belirlenmesine ve sonuçta kapsamlı bir portföy amacının oluşturulmasında temel teşkil etmektedir. Yatırımcının gelir düzeyi, tüketim eğilimi, tasarruf hacmi, hukuki durumu, eğitimi, geleceğe ilişkin bekleyişleri gibi faktörler öncelikle saptanmalıdır. Yatırımcının temel ihtiyaçlarını karşılayabilme oranı ve yatırıma ayıracağı fonların düzeyi ile bu şekilde ayırdığı fonların tekrar başka amaçlar için çözülmesi olasılığı araştırılmalıdır. • Portföyde menkul kıymet sayısı fazla olduğu zaman, araştırma maliyetleri de yükselir. • Küçük miktarlardaki menkul kıymetlerin sık sık satın alınması, büyük miktarlarda daha seyrek satın alınmasına göre, daha fazla komisyon ödenmesini gerektirir. Ayrıca aşırı çeşitlendirilmiş bir portföyü yönetmek için, çok büyük miktarda paraya gereksinim vardır. Portföy çeşitlendirmesinin amacı, portföyün riskini azaltmaktır. Ancak geleneksel portföy yaklaşımının ileri sürdüğü şekilde portföye eklenen ilave her bir menkul kıymet portföyün riskini azaltmamaktadır. Portföyün riskinin düşürülebilmesi için menkul kıymetlerin arasındaki korelasyon katsayısının kesinlikle dikkate alınması gerekmektedir. Portföy yönetiminin temel amacı, yapılan yatırımlardan en yüksek faydayı elde etmektir. Geleneksel portföy yaklaşımına göre söz konusu fayda kabul edilebilir en yüksek risk düzeyinde, menkul kıymet portföyünden en yüksek getiri oranı elde edilerek sağlanabilir. Portföyün amaçları belirlenirken karşılaşılan sınırlamalar; 1. Cari fiyatlarla gelir elde etme ihtiyacı, 2. Sabit fiyatlarla gelir elde etme ihtiyacı, 3. Cari fiyatlarla anaparanın korunması ihtiyacı, 4. Sabit fiyatlarla anaparanın korunması ihtiyacı, 5. Vergiden muafiyet ihtiyacı, 6. Yatırımcının tavrı, şeklinde sıralanabilir. Geleneksel portföy yaklaşımında karar verme sürecinde nicel bilgilerden yeterince yararlanılmamaktadır. Geleneksel portföy analizinde seçim ilkeleri şunlardır: • Hisse senetlerine yatırım yapılırken, daha çok sayıda ve farklı endüstrilere ait hisse senetlerinin seçilmesi. • Tahvil yatırımlarında ise, vadeleri aynı menkul kıymet sayısının 10-15’e çıkarılması. 89 kapsayan Kendimizi Sınayalım 5. Üstünlük ilkesine göre aşağıdakilerden hangisi söylenebilir? 1. Aşağıdakilerden hangisi geleneksel portföy yönetimine göre portföy amaçlarının belirlenmesinde dikkate alınan sınırlamalar arasında yer almamaktadır? a. Beklenen getiri düzeyi portföy seçiminde önemli değildir. a. Cari fiyatlarla gelir elde etme ihtiyacı b. Belirli bir risk düzeyi için yatırım araçlarından beklenen getirisi en düşük olan en iyisidir. b. Sabit fiyatlarla gelir elde etme ihtiyacı c. Cari fiyatlarla riskten korunma ihtiyacı c. Farklı risk düzeyinde her zaman en düşük getiriye sahip portföy tercih edilmelidir. d. Sabit fiyatlarla anaparanın korunması ihtiyacı d. Belirli bir beklenen getiri düzeyinde en az riskli portföy tercih edilmelidir. e. Vergiden muafiyet ihtiyacı 2. Türkiye’nin 2012 yılı sonu için enflasyon tahmini %5’dir. Buna göre yapacağı yatırımdan 2011 yılı satın alma gücü ile 300 sabit gelir elde etmek isteyen bir yatırımcının elde etmesi gereken getiri ne kadardır? e. Portföy seçiminde değildir. risk düzeyi 6. Aşağıdakilerden hangisi aşırı çeşitlendirmenin sakıncaları arasında yer almaz? a. 315 b. 350 a. Gerekli getiriyi sağlamayan kıymetlerin de satın alınması. c. 250 b. Portföyün yönetimi güçlüğü. d. 300 c. Araştırma maliyetlerinin yükselmesi. e. 285 d. Fazla komisyon ödenmesi. 3. Portföyünün %80’ni devlet tahvilinden oluşan yatırımcı hangi yatırımcı tipine uymaktadır? e. Portföyün riskinin yükselmesi. a. Kabul edilebilir en yüksek risk düzeyini belirlemek. b. Riske karşı kayıtsız yatırımcı c. İhtiyatlı yatırımcı b. Yatırımlardan en yüksek faydayı elde etmek. d. Agresif yatırımcı c. Yatırımcının ihtiyaçlarını belirlemek. e. Dengeli yatırımcı d. Menkul kıymet getirileri arasındaki korelasyona göre optimal portföyü seçmek. 4. Aşağıdakilerden hangisi geleneksel portföy yaklaşımına göre portföye dahil edilecek menkul kıymetlerin seçim ilkelerindendir? a. Menkul kıymetlerin getirileri korelasyon dikkate alınmalıdır. e. Fon transferi sağlamak. 8. Geleneksel portföy yaklaşımında anaparanın korunması ihtiyacı açısından aşağıdakilerden hangisi önemlidir? arasındaki b. Farklı endüstrilere ait hisse senetleri tercih edilmelidir. olarak tahviller a. Menkul kıymet sayısı b. Anaparanın miktarı dahil c. Yatırımcı tercihleri d. Portföye dahil edilecek menkul kıymet sayısı önemli değildir. d. Elde tutma süresi e. Fon kaynağı e. Yatırımcının risk karşısında tutumu ne olursa olsun, portföye ağırlıklı olarak hisse senedi dahil edilmelidir. 90 menkul 7. Geleneksel portföy teorisine göre portföy yönetiminin amacı nedir? a. Riski seven yatırımcı c. Portföye ağırlıklı edilmelidir. önemli Kendimizi Sınayalım Yanıt Anahtarı 9. Bir yatırımcının bir yıllık minimum harcama bütçesi 30.000 olarak hesaplanmıştır. Beklenen enflasyon oranının % 6 ve bir yıl içinde diğer kaynaklardan elde edilen gelir miktarının 20.000 olmasının beklendiği durumda, portföyün sağlamak zorunda olduğu gelir miktarı kaç olmalıdır? 1. c Yanıtınız yanlış ise “Portföy Amaçlarının Saptanması” konusunu yeniden gözden geçiriniz. 2. a Yanıtınız yanlış ise “Sabit Fiyatlarla Gelir Elde Etme İhtiyacı” konusunu yeniden gözden geçiriniz. a. 11.800 3. c Yanıtınız yanlış ise “Yatırımcıların Riskleri Kabullenme İsteği” konusunu yeniden gözden geçiriniz. b. 12.100 c. 13.000 d. 13.600 4. b Yanıtınız yanlış ise “Menkul Kıymetlerin Seçilmesi” konusunu yeniden gözden geçiriniz. e. 14.200 5. d Yanıtınız yanlış ise “Yalın ve Endüstrilere Göre Çeşitlendirme” konusunu yeniden gözden geçiriniz. 10. Aşağıdakilerden hangisi piyasada geçici bir düşüşün yaşandığı ortamda satışı zorunlu kılarak zararın veya kâr azalışının oluşmasına neden olabilir? 6. e Yanıtınız yanlış ise “Yalın ve Endüstrilere Göre Çeşitlendirme” konusunu yeniden gözden geçiriniz. a. Mevduat faiz oranlarında yaşanan dalgalanmalar 7. b Yanıtınız yanlış ise “Portföy Amaçlarının Saptanması” konusunu yeniden gözden geçiriniz. b. Enflasyon oranının yükselmesi c. Menkul kıymetlerin rehin değerinin artması 8. d Yanıtınız yanlış ise “Anaparanın Korunması İhtiyacı” konusunu yeniden gözden geçiriniz. d. Piyasanın ileride yükseleceği beklentisi e. Yatırıma ayrılan para kaynaklarının yetersizliği dışındaki gelir 9. a Yanıtınız yanlış ise “Gelir konusunu yeniden gözden geçiriniz. İhtiyacı” 10. e Yanıtınız yanlış ise “Elde Tutma Süresi” konusunu yeniden gözden geçiriniz. 91 Sıra Sizde Yanıt Anahtarı Sıra Sizde 1 Sıra Sizde 4 Bilindiği gibi likidite, herhangi bir aktifin kısa sürede ve sorunsuz bir şekilde (değer kaybına uğramadan) nakde çevrilebilen, kullanılmaya hazır satın alım gücünü ifade eder. Dolayısıyla en likit varlık sahip olunan nakittir. Bankadaki vadesiz mevduat, sahip olunan nakitten sonra en likit varlıktır. Likidite açısından menkul kıymetler (hisse senetleri, tahvil ve bonolar) ise hazır değerler olarak adlandırılan nakit, bankadaki mevduat ve sahip olunan çeklerden sonra gelmektedir. Likidite açısından en son sırada ise gayrimenkuller gelmektedir. Geleneksel portföy yaklaşımının ileri sürdüğü şekilde portföye eklenen ilave her bir menkul kıymet portföyün riskini azaltmamaktadır. Portföyün riskinin düşürülebilmesi için portföy içerisindeki menkul kıymetlerin getirileri arasındaki korelasyon katsayısının düşük olması gerekir. Sıra Sizde 5 Etkin bir portföy çeşitlendirmesi ile sistematik olmayan risk azaltılabilirken, sistematik risk hiçbir zaman azaltılamaz. Ancak uluslararası çeşitlendirme ile sistematik riskin seviyesi düşürülebilir ama tamamen ortadan kalkmaz. Sıra Sizde 2 Bilindiği gibi artan fiyat seviyesi satın alma gücünde düşüşe neden olmaktadır. Dolayısıyla portföyün oluşturulduğu tarihteki satın alma gücüyle gelir elde etmek isteyen bir yatırımcının, gelecekte en az enflasyon oranındaki artış kadar fazla gelir elde etmesi gerekir. Diğer bir ifade ile enflasyon oranı arttıkça beklenen gelir miktarı da artacaktır. Bu aşamada dikkat edilmesi gereken nokta; elde edilen gelirin satın alma gücünün değişmediği, sadece miktarının değiştiğidir. Sıra Sizde 3 Yaş, Bakmakla yükümlü olduğu kişilerin sayısı ve yaşı, meslek, işinden elde ettiği gelir, diğer gelirleri, yaklaşık olarak gelir miktarı, kaynağı ve olası devamlılık süresi, tasarruf eğilimi, sigortalı olması, gayrimenkul yatırımları, miras, özel vergi problemleri ve portföyün amacı vb. 92 Yararlanılan Kaynaklar Aksoy, Ahmet (1987). Menkul Kıymet Yatırımlarının Analizi, Ankara: Gazi Kitabevi. Demirtaş, Özgür ve Zülal Güngör (2004). “Portföy Yönetimi ve Portföy Seçimine Yönelik Uygulama”, Havacılık ve Uzay Teknolojileri Dergisi, Cilt 1, Sayı 4, s. 103-109. Akay, Diyar, Tahsin Çetinyokuş ve Metin Dağdeviren (2002). “Portföy Seçimi Problemi İçin KDS/GA Yaklaşımı”, Gazi Üniversitesi Mühendislik Mimarlık Fakültesi Dergisi, Cilt: 17, Sayı: 4, s. 125-138. Fisher, Donald E. and Ronald E. Jordan (1995). Security Analysis and Portfolio Management, Sixth Edition, New Jersey: Prentice-Hall Inc. Amling, Frederick (1988). Investments: An Introduction to Analysis and Management, New Jersey: Prentice-Hall, Inc. Francis, Jack Clark (1991). Investments: Analysis and Management, 5. Edition, New York: McGraw-Hill Book Company. Bakırhan, Cafer (1989). Portföy Analizi, Geleneksel Yaklaşım - Modern Yaklaşım, Markowitz Ortalama Varyans Modelinin İMKB İçin Uygulama Denemesi, Ankara: SPK Araştırma Raporu, Yeterlilik Etüdü. Gitman, Lawrence J., Micheal D. Joehnk, and Scott J. Smart (2010). Fundamentals of Investing, 11 Edition, New York: Prentice Hall. Jones, P. Charles, Donald L. Tuttle, and Cherill, P. Heaton (1977). Essentials of Modern Investments, New York: The Ronald Pres Co. Bekçioğlu, Selim (1979). Menkul Kıymet Analizleri ve Türkiye'deki Uyguluma, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Ankara: A.İ.T.İ.A. İşletme Fakültesi. Karaşin, Gültekin (1986). Sermaye Piyasası Analizleri, Ankara: Sermaye Piyasası Kurulu Yayın No:4. Bekçioğlu, Selim (1984). Portföy Yaklaşımları ve Markowitz Portföy Yaklaşımının Türk Hisse Senedi Piyasasına Uygulanması, Ankara. Öz, Ersan ve Tekin Akdemir (2002). “ABD Vergi Sistemi”, Vergi Sorunları Dergisi, Sayı:168, s. 1-9. Berk, Niyazi (1995). Finansal Yönetim, 2. Baskı, İstanbul: Türkmen Kitabevi. Sermaye Piyasası Kurulu (2010). Yatırım Yaparken Nelere Dikkat Etmeliyim? Ankara: SPK Yatırımcı Bilgilendirme Kitapçıkları-1. Bolak, Mehmet (2001). Sermaye Piyasası Menkul Kıymetler ve Portföy Analizi, 4. Baskı, İstanbul: Beta Basım Yayın. Sermaye Piyasası ve Borsa Temel Bilgiler Kılavuzu (2011). 21. Basım, İstanbul: İstanbul Menkul Kıymetler Borsası Yayınları 1. Ceylan, Ali ve Turhan Korkmaz (1998). Borsada Uygulamalı Portföy Yönetimi, 3. Baskı, Bursa: Ekin Kitabevi. http://www.imkb.gov.tr 25.01.2012]. Christy, George A. (1982). Introduction to Investments, New York: Mcgraw-Hill Book Company. http://www.msci.com/products/indices/size/sta ndard/performance.html MSCIbarra, [Erişim Tarihi: 02.02.2012]. 93 Tarihi: http://www.federalreserve.gov/ [Erişim Tarihi: 25.01.2012]. Demirci, Ebru ve Timur Keskintürk (2007). “Portföy Büyüklüğü ve İyi Çeşitlendirilmiş Portföy Arasındaki İlişkinin İncelenmesi”, YA/EM Yöneylem Araştırması – Endüstri Mühendisliği XXVII. Ulusal Kongresi, İzmir: 2-4 Temmuz. [Erişim 4 Amaçlarımız Bu üniteyi tamamladıktan sonra; Modern portföy kuramını ve varsayımlarını açıklayabilecek, Markowitz ortalama varyans modeli ile ilgili işlemleri yapabilecek, Kayıtısızlık eğrileri, etkin sınırı ve fırsat kümesini açıklayabilecek, Potföy optimizasyonu hesaplarını yapabilecek, Uluslararası portföy yatırımlarını açıklayabilecek bilgi ve becerilere sahip olabilirsiniz. Anahtar Kavramlar Modern Portföy Yönetimi Fırsat Kümesi Markowitz Optimal Portföy Ortalama-Varyans Modeli Portföy Getirisi Portföy Çeşitlendirmesi Portföy Riski Kayıtsızlık Eğrileri Uluslararası Çeştilendirme Etkin Sınır Döviz Kuru Riski İçindekiler Giriş Modern Portföy Yönetimi Modern Portföy Kuramının Temelleri Modern Portföy Kuramının Varsayımları Kayıtsızlık Eğrileri ve Yatırım Tercihleri N Sayıda Menkul Kıymetten Oluşan Portföyler ve Markowıtz Çeşitlendirmesi Etkin Portföyler ve Optimal Portföy Seçimi Genel Durumlarda Portföyün Ortalama Getirisi ve Varyansı Uluslararası Portföy Yatırımları 94 Modern Portföy Yönetimi GİRİŞ 1950’li yıllara gelinceye kadar yatırımcılar portföylerini geleneksel portföy yönetimine göre oluşturmuşlardır. Buna göre, değişik sektörlerden ne kadar çok sayıda menkul kıymet portföye dâhil edilirse o kadar başarılı çeşitlendirilme yapılacağı ve riskin düşürüleceği varsayılmaktaydı. Geleneksel portföy yönetiminin en önemli eksikliği portföye alınan menkul kıymetlerin getirileri arasındaki ilişkinin göz ardı edilmesi olmuştur. Bu eksiklik 1952 yılında Harry Markowitz’in modern portföy teorisini geliştirmesiyle ortadan kalkmıştır. Modern portföy yaklaşımında, sadece portföy çeşitlendirmesine gidilerek riskin azaltılamayacağı, çünkü portföyde yer alan menkul kıymetlerin ya da menkul kıymet gruplarının, aynı ya da ters yönde hareket ettikleri ileri sürülmektedir. Ayrıca modern portföy teorisi, menkul kıymetlerin getirileri arasındaki korelasyon ilişkisi ile birlikte kayıtsızlık eğrileri, etkin sınır, fırsat kümesi ve optimal portföy seçimi gibi konuları da içeren daha kapsamlı bir yaklaşımdır. Modern portföy teorisi iki veya daha fazla menkul kıymetden oluşan portföylerin riskinin ve getirisinin nasıl ölçüleceğini gösterdiği gibi, mevcut yatırım altenatifleri arasında opimal portföylerin nasıl tespit edileceğini de matematiksel olarak göstermektedir. MODERN PORTFÖY YÖNETİMİ Sermaye piyasasının gelişmiş olduğu ülkelerde, 1950’li yıllara gelinceye kadar, yatırımcılar, portföyde yer alan menkul kıymetlerin getirileri arasındaki ilişkileri göz önünde bulundurmadan, sadece portföydeki menkul kıymetlerin sayılarını arttırarak riski azaltabileceklerini düşünmüşlerdir. Oysa, modern portföy yaklaşımında, sadece portföy çeşitlendirmesine gidilerek riskin azaltılamayacağı, çünkü, portföyde yer alan menkul kıymetlerin ya da menkul kıymet gruplarının, aynı ya da ters yönde hareket ettikleri ileri sürülmektedir. Modern Portföy Teorisi’nin geliştirilmesinde öncü olarak bilinen Harry Markowitz, 1952 yılında yayınladığı “portföy seçimi” başlıklı makalesinde, portföyde yer alan menkul kıymetlerin, belirli risk seviyelerinde mümkün olan maksimum getiri oranının nasıl sağlanabileceğini araştırmıştır. Markowitz, geleneksel portföy yönetimine üç önemli noktada katkıda bulunmuştur. Bunlardan birincisi ve en önemlisi, portföy yönetiminde, kısımların veya parçaların toplamının, bütüne eşit olmadığının ispatlanmasıdır. Markowitz, burada portföy riskinin portföyü oluşturan varlıkların riskinden daha az olabileceğini ve belirli koşullarda portföyün sistematik olmayan riskinin sıfır yapılabileceğini göstermiştir. İkincisi, yatırımcıların bazı portföyleri aynı getiriyi sağlamakla birlikte, daha riskli oldukları için, bazı portföyleri de aynı risk düzeyinde olmakla birlikte, daha az getiri sağladıkları için tercih etmeyeceklerini, dolayısıyla bazı portföylerin diğerlerine göre daha üstün olduklarını ve bu durumu üstünlük ilkesi olarak ileri sürmüştür. Markowitz’e göre, menkul kıymetlerin seçiminde etkin sınır söz konusudur. Üçüncü önemli nokta, etkin sınırın kuadratik programlama yolu ile elde edilebileceğidir. Markowitz’in geliştirdiği yöntem, karmaşık bir takım hesaplamaları gerektirir. Bu nedenle, 1963 yılında Markowitz’den sonra William Sharpe, bu yöntemi geliştirerek, basit bir model ortaya koymuştur. Tekli endeks modeli, olarak bilinen bu yöntem, 1970’lerde paket program haline getirilerek, bilgisayar çözümlemelerinde kullanılmaya başlanmıştır. Tekli endeks modeli, daha çok 95 alternatif hisse senetlerine yapılan yatırımların getirilerinin maksimizasyonu için kullanılırken, Markowitz’in geliştirdiği model, tahvil, hisse senedi gibi menkul kıyletlere ve gayrimenkullere yapılan yatırımların analizinde kullanılmaktadır. Portföy yönetimi konusunda, daha sonraları, Sharpe (1964), Lintner (1965) ve Mossin (1966), bütün tasarruf sahiplerinin modern portföy kuramına uygun olarak, menkul kıymetlere ve özellikle hisse senetlerine yatırım yapmaları halinde, fiyatların ne yönde değişeceğini araştırmışlardır. Bu çalışmaların sonucunda, (SVFM) Sermaye Varlıklarını Fiyatlama Modeli geliştirilmiştir. SVFM, yirmi yıla yakın bir süre, batıda portföy yönetiminde aracı kuruluşlar tarafından kullanıldıktan sonra, 1977’de Richard Roll, modelin yetersizliğini ileri sürerek, portföy yönetiminde kullanılmamasını önermiştir. Hemen hemen, aynı yıllarda, Steve Ross, SVFM’e alternatif olarak Arbitraj Fiyatlama Kuramı (AFK) olarak bilinen modeli ortaya atmıştır. Bu modelde Ross, risk ve getiri arasında, hiç bir yatırımcıya, arbitraj yolu ile sınırsız olarak servetini artırma imkanı vermeyecek bir ilişkiyi araştırmıştır. Günümüzde, Sermaye Varlıklarını Fiyatlandırma Modeli ve Arbitraj Fiyatlama Kuramı uygulamada geniş ölçüde kullanılmasına rağmen akademik çevrelerde yeterli modeller olup olmadıkları tartışılmaya devam etmektedir. Portföy kuramında çok sayıda menkul kıymete yatırım yapılması durumunda, portföy riskinin ne olacağı hususu araştırılmaktadır. Ayrıca portföy riski, getirilerdeki değişkenliğe bağlı olarak ölçülmektedir. Getirilerdeki değişkenlik veya sapma, varyans veya standart sapma ile ifade edilebilir. Bu açıdan modern portföy kuramında portföye hangi menkul kıymetlerin alınacağı konusu büyük önem taşımaktadır. Portföye bir menkul kıymet eklendiğinde veya çıkarıldığında, portföy getirisi üzerindeki etkisi ne olur? Portföy riski artacak veya azalacak mıdır? Gelecek yıl portföy getirileri beklenen oranda gerçekleşecek mi? Bu ve benzeri soruların cevapları yatırımcıların bilmek istedikleri konulardır. Kısaca, yatırımcılar, nasıl bir portföy oluşturmalıdır ki, portföy getirisi en çok ve portföy riski en az olsun. Portföy yatırımcıları ile ilgili söz konusu endişeler, modern portföy kuramı yardımıyla en aza indirilmeye çalışılmıştır. MODERN PORTFÖY KURAMININ TEMELLERİ Menkul kıymet getirileri arasındaki ilişkilerin dikkate alınması ve tam pozitif ilişki içinde bulunmayan varlıkların aynı portföyde bir araya getirilmesiyle beklenen getiriden feragat etmeden riskin azaltılabileceğini gösteren Harry Markowitz’in modern portföy yaklaşımını, geleneksel portföy yaklaşımından ayıran özellikleri ile ilgili görüşlerini şu şekilde özetlemek mümkündür. Portföy seçimi, kavram olarak menkul kıymet seçimi kavramından daha geniş ve farklıdır. İyi bir portföyü, iyi hisse senetleri ve tahvillerden oluşan uzun bir liste olarak düşünmemek gerekir. Çünkü portföye belirli amaçlar ve tekniklerle alınan menkul kıymetlerin tek tek ele alınması, farklılıklarının ve özelliklerinin araştırılması gerekir. Öte yandan, portföy analizinin iki boyutu bulunmaktadır. Bunlardan ilki, menkul kıymetlere yatırım yapan yatırımcılardır. Diğeri ise, portföyü oluşturan fınansal varlıklardır. Portföy analizi yapılırken, öncelikle, yatırımcıların beklentileri göz önüne alınmalıdır. Portföy analizi, menkul kıymetler hakkında gerekli olan bilgilerin toplanması ile başlar. Portföy analizinin temel girdilerini menkul kıymetler ile ilgili çeşitli bilgi kaynakları oluşturur. Bu kaynakların başlıcaları; menkul kıymetin ait olduğu işletme ile ilgili bilgiler, her bir menkul kıymetin geçmiş yıllarda gösterdiği performansı, menkul kıymet veya kıymetlerin gelecekteki performansları konusundaki beklentilerdir. Eğer, portföy analizi girdisi olarak menkul kıymetin geçmiş yıllardaki performansı kullanılıyorsa, ulaşılan sonuç, genellikle geçmişin iyileştirilmiş tekrarı niteliğinde olacaktır. Öte yandan, geleceğe ilişkin beklentiler portföy analizine girdi oluşturuyorsa, ulaşılan sonuç, beklentilere bağlı olarak değişecektir. Modern portföy kuramının temelini, portföy getirilerinin belirsizliği (ya da riski) ve menkul kıymet getirileri arasındaki ilişki şeklinde ele almak mümkündür. 96 Portföy Getirilerinin Belirsizliği Getiri, yapılan yatırıma karşılık belirli bir dönem içinde elde edilen geliri ifade etmektedir. Getiri hesaplamalarındaki ana zorluk yatırım kararlarının geleceğe ilişkin verilmesinden kaynaklanmaktadır. Gelecek söz konusu olduğunda belirsizlik ve risk kavramları ön plana çıkmakta ve buna bağlı olarak yatırım kararları subjektif kararlara dayanmaktadır. Belirsizlik sorunuyla karşı karşıya kalan bir yatırımcı, muhtemel sonuçların ortaya çıkma olasılıkları hakkında objektif bir bilgiye sahip değildir. Genellikle, belirsizlik, menkul kıymet yatırımlarının temelini oluşturan başlıca unsurdur. Ekonomik konularda geleceğe ilişkin tahmin tekniklerinin karar alma sürecinde yeterince etkili olmamaları bir yana bırakılırsa, sistematik olmayan olaylardan kaynaklanan değişikliklerin, sermaye kazancını veya temettüyü, belli bir menkul kıymet açısından etkilemesi, belirsizliğin boyutunu vurgulamaktır. Örneğin, uluslararası ilişkilerde meydana gelen problemler, askeri harcamaların azalması veya artması, kurak geçen bir yaz, deprem ve yangın gibi doğal afetler gibi portföy yöneticilerinin doğrudan hesaplamaya katamadığı belirsizliklerdir. Söz konusu olumsuz durumların meydana gelmesi, portföy yöneticilerinin veya yatırımcıların beklentilerinde sapmalara neden olacaktır. Menkul Kıymet Getirileri Arasındaki İlişki Menkul kıymet yatırımlarının ikinci önemli unsuru, getiriler arasındaki ilişkidir. Bilindiği gibi, menkul kıymet getirileri, birlikte yükselip, düşebilmektedir. Ancak, bu ilişki, mutlak anlamda yüzde yüz değildir. Ekonomik koşullardaki değişikliklerin, menkul kıymetler üzerindeki etkisi, sektörel veya işletme bazında farklılık gösterebilmektedir. Eğer, menkul kıymet getirileri arasında bir ilişki olmasaydı, çeşitlendirme ile riskin sınırlandırılabilmesi mümkün olmazdı. Bu nedenle, menkul kıymet getirileri arasında ilişki söz konusudur. Fakat bu ilişki tam değildir. Bundan dolayı, çeşitlendirme ile risk azaltılabilmekte, ancak ortadan kaldırılamamaktadır. Menkul kıymet getirileri arasındaki ilişki, tüm menkul kıymetler için aynı değildir. Aynı endüstri kolunda faaliyet gösteren iki işletmenin menkul kıymet getirileri arasındaki ilişki, farklı endüstrilerde faaliyet gösteren işletmelere ait menkul kıymet getirileri arasındaki ilişkiden daha yüksektir. Portföy riskinin azaltılabilmesi için, getirileri arasındaki ilişkinin düşük olduğu menkul kıymetler, portföye dahil edilmelidir. Getirileri aynı yönde hareket eden menkul kıymet topluluğu, tek bir menkul kıymetten çok az bir farkla riski daha düşük olabilir. Buna paralel olarak, modern portföy kuramına göre, portföye dahil edilecek menkul kıymet sayısının genelde 15 - 20 arasında olması gerektiği ileri sürülmektedir. Portföy Analizinin Temelleri Portföy analizinde karar sürecinin işleyebilmesi için, yatırımcı tipinin iyi belirlenmesi gerekir. Her şeyden önce, yatırımcının risk tercihinin, hayat standardının, tasarruf hacminin, hukuki durumu gibi ölçütlerin ortaya konması gerekmektedir. Çünkü her bir yatırımcı tipi için, portföy analizinin ayrıntıları ayrı ayrı ortaya konmak durumundadır. Bununla beraber, iki temel yaklaşım, tüm yatırımcılar için geçerlidir. 1. Tüm yatırımcılar, aynı risk düzeyinde daha fazla getiriyi daha az getiriye tercih ederler. 2. Tüm yatırımcılar, aynı getiri düzeyinde daha az riski, daha fazla riske tercih ederler. MODERN PORTFÖY KURAMININ VARSAYIMLARI Modern portföy kuramının varsayımlarını beş ana başlık altında toplanabilir: 1. Yatırımcının amacı fayda fonksiyonunu maksimize etmektir. Bütün yatırımcılar rasyonel düşünürler. Yatırımcılar her dönemde beklenen faydayı en çoklamayı amaçlarlar. 97 2. Yatırımcılar, yatırım kararlarını, yalnızca beklenen getiri ve riske göre alırlar. Getiri ölçütü, portföyü oluşturan varlıkların beklenen getirilerinin ortalaması, riskin ölçütü olarak bu portföy getirilerinin varyansı kullanılır. 3. Yatırımcıların, risk ve getiri hakkındaki beklentileri homojendir. Başka bir deyişle, tüm yatırımcılar, aynı risk düzeyinde daha fazla getiriyi daha az getiriye tercih ederler. 4. Yatırımcılar özdeş zaman ufkuna sahiptirler. 5. Modern portföy teorisine göre, sermaye piyasası oldukça etkindir. Başka bir deyişle, bilgiler süratle, tamamen ve doğru olarak menkul kıymet fiyatlarına yansır. Piyasa her zaman dengededir. Bilgi akışına herhangi bir kısıtlama konmamıştır ve yatırımcılar için söz konusu bilgilere eş-zamanlı olarak ulaşmak mümkündür. Geleneksel portföy yönetimi ve modern portföy yönetimi arasındaki farklılıklar nelerdir? KAYITSIZLIK EĞRİLERİ VE YATIRIM TERCİHLERİ Yatırımcılar açısından risk ile getiri arasındaki ilişki kayıtsızlık eğrileri ile gösterilmektedir. Kayıtsızlık eğrileri, yatırımcıların aldıkları risk karşısında bekledikleri getiriyi göstermektedir. Kayıtsızlık eğrileri yatırımcıların belirli risk düzeyinde ne kadar getiri elde etmeyi beklediklerini ayırt etmeye yardımcı olmaktadır. Kayıtsızlık eğrileri iki eksenli grafik ile gösterilir ve bu grafikte dikey eksen getiriyi yatay eksen ise riski göstermektedir. Kayıtsızlık eğrilerinin yukarıya doğru kayması yatırımcılar açısından sağlanan faydanın arttığı anlamına gelmektedir. Bu nedenle grafiğin daha kuzey batısında yer alan bir kayıtsızlık eğrisi yatırımcı için daha fazla faydayı ifade etmektedir. Kayıtsızlık eğrilerinin iki temel özelliği mevcuttur: • Kayıtsızlık eğrileri birbirini kesmezler ve buna bağlı olarak aynı kayıtsızlık eğrisi üzerindeki tüm portföyler yatırımcıya eşit şekilde fayda sağlar. • Yatırımcılar kendisine daha fazla fayda sağlayan kayıtsızlık eğrisi üzerindeki portföyü, daha az fayda sağlayan kayıtsızlık eğrisi üzerindeki portföye tercih ederler. Kayıtsızlık eğrilerinin eğiminin yüksek olması (diğer bir ifadeyle eğrinin görünümünün dikey eksene paralel olması) yatırımcının riskten kaçındığını; kayıtsızlık eğrilerinin eğiminin düşük olması (eğrinin görünümünün yatay eksene paralel olması) ise yatırımcının daha fazla riski göze aldığını göstermektedir. Bu bilgiler doğrultusunda, riskten kaçan ve riski seven yatırımcılar için kayıtsızlık eğrileri Şekil 4.1’de gösterilmiştir. Şekil 4.1’de r risksiz faiz oranı göstermekte ve her iki yatırımcı tipi için elde edebilecekleri getiri oranı belirtmektedir. Yatırımcılar risk almaya başladıkça bu riskin karşılığında biraz daha fazla getiri talep ederler. Şekil 4.1’in sol panelinde ise riskten kaçan bir yatırımcı için kayıtsızlık eğrileri yer almaktadır. Şekilden de görüleceği üzere, kayıtsızlık eğrileri dikey eksene paralel bir görünüm almakta ve bu durum yatırımcının fazla risk almadığını göstermektedir. Şekil 4.1’in sağ panelinde ise riski seven bir yatırımcı için kayıtsızlık eğrileri yer almaktadır. Söz konusu kayıtsızlık eğrileri ise yatay eksene paralel bir görünüme sahiptir ve bu eğri yatırımcının risk almaya başladıkça daha fazla getiri beklediğini göstermektedir. Bu bilgiler doğrultusunda, riskten kaçan yatırımcı alacağı risk için daha fazla getiri beklerken riski seven yatırımcı daha az getiri beklemektedir. 98 Şekil 4.1: Kayıtsızlık Eğrileri Şekil 4.2’de benzer ve farklı kayıtsızlık eğrileri üzerinde yer alan portföyler gösterilmiştir. KE2, KE3 ve KE4 kayıtsızlık eğrileri üzerinde yer alan C, A ve D portföyleri aynı risk seviyesinde olmasına rağmen, D portföyü daha yüksek bir getiri sağlamaktadır. Bu nedenle, grafiğin kuzeybatısında yer alan portföylerin daha fazla getiri sağladığı ifade edilebilir ve buna bağlı olarak yatırımcılar daima kuzeybatıdaki portföyleri tercih etmelidir (D portföyü gibi). Bir üst düzeydeki kayıtsızlık eğrisi yatırımcı açısından daha fazla faydayı temsil ettiğinden, yatırımcıların temel amacı her zaman daha üst düzeydeki kayıtsızlık eğrisine ulaşmaktır. Daha yüksek kayıtsızlık eğrisine ulaşmanın koşulu ise, uygun yatırım seçeneklerinin olmasıdır. Diğer taraftan, aynı kayıtsızlık eğrisi üzerindeki portföyler yatırımcılara aynı faydayı sağlayacaktır. Bu nedenle, KE3 eğrisi üzerindeki A ve B portföyleri yatırımcı için eşit faydaya sahiptir. Bu portföyler arasındaki temel farklılık ise, getiri ve risk arasındaki kompozisyonun farklılaşmasıdır. Diğer bir ifadeyle; A portföyü düşük risk seviyesinde daha az getiri sağlarken, B portföyü daha yüksek risk seviyesinde daha fazla getiri sağlamaktadır. Şekil 4.2: Paralel Kayıtsızlık Eğrileri Birçok tasarruf sahibi, hayatı boyunca farkında olmadan portföyler oluşturur. Söz konusu portföyler belki de en uygun portföyler değildir. Ancak, yatırımcılar, risk ve getiri tercihlerine göre bu portföyleri oluşturmuşlardır. Portföy oluşturmadaki gerçek neden, yatırımcının amaçladığı risk getiri bileşenine ulaşma çabasıdır. Portföy oluşturarak, yatırımcıların çeşitlendirme aracılığıyla en iyi risk getiri bileşimini oluşturmaları mümkündür. Bu aşamada kullanılabilecek yöntem, Markowitz tarafından geliştirilen “ortalama varyans modeli”dir.Bilindiği gibi, geleneksel portföy yaklaşımı, geniş ölçüde niteldir. Yatırımcılar basit çeşitlendirmeye gitseler, başka bir ifadeyle tesadüfi olarak çeşitli farklı finansal varlıklara yatırım yapsalar, bu varlıkların birbirlerini telafi edici yöndeki fiyat hareketleri nedeniyle risklerini azaltabileceklerdir. Buna göre örneğin 200 farklı finansal varlıktan oluşan bir portföy, 20 farklı finansal varlıktan oluşan bir portföye göre 10 kere daha iyi çeşitlendirilmiş olarak kabul edilmektedir. Dolayısıyla geleneksel portföy yaklaşımında ilgili değişkenler nicel hale dönüştürülmeye çalışılmaz. Oysa modern portföy teorisinde, ortalama varyans modeli, ilgili değişkenleri nicel hale getirmeye ve portföy bileşim 99 sürecini standart bir optimizasyon çerçevesine koymaya çaba gösterir. Bu durum, her bir menkul kıymetin risk ve beklenen getirisinin hesaplanmasını gerektirir. Markowitz’in geliştirdiği ortalama varyans modelinin temelinde, portföy getirisinin belli bir değerde sabit tutulup, bu kısıt altında portföy riskini minimum yapan ağırlıkların bulunması yer almaktadır. Model, getirilerin ortalaması ve varyans-kovaryans matrisi biliniyorken, risk ile getiri arasında bir paylaştırma yapmaktadır. Ortalama varyans modeli yatırımcıya, yüksek getiriye karşılık yüksek risk veya düşük risk için düşük getiri sağlayacak ağırlıkları sağlamaktadır. Markowitz’in ortalama varyans modeli, yatırımları çeşitlendirme fikrinin ilk matematiksel denklemidir. Model, menkul kıymetlerin kendilerine ait risklerinin yatırımcı için önemli olmadığını, önemli olanın menkul kıymetlerin tüm portföyün çeşitliliğine olan katkısı olduğunu savunmaktadır. Modern portföy bileşimi konusunda ilk çalışmayı yapan Markowitz, etkin portföylerin, beklenen getiri ve bu getirinin varyansının göz önüne alınarak oluşturulması gerektiğini ifade etmektedir. Buna göre ortalama varyans modeli, hedeflenen beklenen getiri düzeyini karşılayacak minimum varyanslı portföyü bulmaya çalışmaktadır. Ortalama varyans modeli şu iki varsayıma dayanır: 1. Yatırımcılar riskten kaçan bireylerdir. 2. Yatırımların olasılık dağılımı normal dağılıma yakınsamaktadır. Bu nedenle, bir yatırımcı aynı düzeyde beklenen getiriye sahip iki yatırım alternatifinden standart sapması (standart sapma varyansın kareköküne eşittir), yani riski daha düşük olanı veya standart sapmaları eşit yatırımlardan en fazla beklenen getirisi olan alternatifi seçecektir. Ortalama varyans ölçütüne göre seçim yapıldığında, sözü edilen varsayımlar doğruysa, yatırımcı beklenen faydayı en çoklaştırır. Ayrıca, Markowitz, etkin portföylerin oluşturulabilmesi için, her bir menkul kıymetle ilgili olarak beklenen getiri, risk ve menkul kıymetler arasındaki kovaryansların (kovaryans, iki rastsal değişkenin ortak değişimlerini gösteren bir değişkenlik ölçütüdür) bilinmesi gerektiğini ileri sürmüştür. Ancak, ortalama varyans ölçütü ile her zaman karar verilememektedir. Ortalama varyans ölçütüne getirilebilecek diğer bir eleştiri, varsayımlarla ilgilidir. Bireylerin riskten kaçındığını belirten ilk varsayımın geçerliliği kabul edilebilir. Ancak, yatırımla ilgili getirilerin normal dağılıma sahip olduğu pek gerçekçi olmayabilir. Alternatif olarak, normal dağılım varsayımı yerine, yatırımcıların karesel veya kuadratik bir fayda fonksiyonuna sahip oldukları varsayılabilir. Bu durumda ortalama varyans ölçütü geçerliliğini korumaya devam eder. Ortalama-Varyans Ölçütü Yatırım analizinde ortalama varyans modelinin kullanılmasında iki temel değişken, beklenen getiri ve varyanstır. Bilindiği gibi, beklenen getiri yatırımın karlılığını, varyans ise riskini ifade etmektedir. K ve T gibi iki yatırım alternatifi arasında tercih yapılırken, öncelikle, her iki yatırım alternatifinin beklenen getirileri ve varyanslarının tespit edilmesi gereklidir. Örneğin, K alternatifinin T alternatifinden üstün olduğunu söyleyebilmek için, mutlak surette aşağıdaki koşulların gerçekleşmesi gereklidir. E(RK) ≥ E(RT) Bunun anlamı, eğer, K alternatifinin beklenen getirisi, T alternatifinin beklenen getirisinden büyük veya eşit iken, K alternatifinin varyansı T alternatifinin varyansından küçük veya eşit ise, modern portföy teorisinin üstünlük ilkesine göre K seçeneği T seçeneğine tercih edilecektir. Ortalama varyans modeli aynı şekilde aşağıdaki iki farklı eşitlik için de geçerli olacaktır. E(RK) > E(RT), E(RK) > E(RT), 100 Bu alternatif gösterimlerden de anlaşılacağı üzere, K seçeneğinin T seçeneğinden üstün olmasının gereklilik koşulu, E(RK) > E(RT), ikinci gereklilik koşulu ise σ K2 ≤ σ T2 şeklindedir. Örnek: Menkul Kıymetler Borsası’nda işlem gören beş işletmeye ait hisse senetleri için aylık ortamla getiri ve varyansları Tablo 4.1’deki gibi olsun. Bu durumda hangi hisse senedi yatırım alternatifi ortalama varyans ölçütüne göre diğerine üstündür? Tablo 4.1: Hisse Senetlerinin Ortalama Getiri ve Varyansları A B C D E Ortalama Getiri % 5,5 %7 % 8,3 % 11,8 % 7,9 Varyans 0,048 0,104 0,101 0,180 0,104 Çözüm: Örnekteki A ve B alternatifleri karşılaştırıldığında, beklenen getiriyi ve riski aşağıdaki gibi göstermek mümkündür. E(RA) = %5,5 < E(RB) = %7 = 0,048 < = 0,104 Görüleceği gibi, ortalama varyans ölçütüne göre, A ve B yatırım alternatifleri birbirlerine üstün değildir. Çünkü B’nin ortalama getirisi A’dan yüksek olmakla birlikte, varyansı da A’dan yüksektir. Aynı şekilde, A yatırım alternatifi ile diğer yatırım alternatifleri karşılaştırıldığında, A-C, A-D ve A-E yatırım alternatiflerinin birbirlerine üstünlüklerinin olmadığı görülecektir. B ve C alternatifleri karşılaştırıldığında; E(RB) = %7 < E(RC) = %8,3 = 0,104 > = 0,101 Görüleceği gibi, C’nin ortalama getirisi, B’den yüksek ve varyansı B’den küçüktür. Yani C, B’den daha üstündür. Dolayısıyla, etkinlik seti belirlerken, B alternatifini portföyden çıkarmak gerekmektedir. C ve D alternatifleri karşılaştırıldığında, D daha yüksek ortalama getiriye sahip olmasına karşın, varyansının da yüksek olması nedeniyle C ve D’nin birbirlerine üstün olmadıkları saptanacaktır. Aynı şekilde C ve E alternatifleri karşılaştırıldığında; E(RC) = %8,3 > E(RE) = %7,9 = 0,101 > = 0,104 C’nin ortalama getirisinin, E’den yüksek ve varyansının E’den küçük olduğunu, dolayısıyla E alternatifinin de etkin bir yatırım alternatifi olmadığı sonucuna ulaşılır. Başka bir deyişle, C alternatiflerinin E’ye üstün olduğunu belirtmek gerekir. Bu karşılaştırmalar sonucu; A, C ve D yatırım alternatiflerinin birbirlerine üstünlüklerinin olmadığı, buna karşın, B ve E seçeneklerinin etkin olmayan yatırım alternatifleri olduğu söylenebilir. Çünkü B hisse senedi almak yerine, C hisse senedi alan yatırımcı, daha düşük risk düzeyinde daha yüksek ortalama getiri elde edebilecektir. Aynı sonuç, E hisse senetleri için de geçerlidir. Ortalama-Varyans ve Portföy Seçimi Ortalama-Varyans Modelinde, çeşitlendirme, modern portföy kuramını ortaya koyan Markowitz tarafından geliştirilmiş olup, kendi adıyla anılmaktadır. Markowitz çeşitlendirmesi, herhangi bir portföyün gelirini feda etmeksizin, portföy riskini azaltmak için aralarında negatif ilişki olan menkul kıymetlerin bir portföyde toplanması olarak bilinir. Markowitz çeşitlendirmesi, riski sistematik düzeyine 101 düşürebilir. Markowitz çeşitlendirmesi, geleneksel portföy yaklaşımındaki yalın çeşitlendirmeden daha analitiktir ve menkul kıymetlerin korelasyonlarını göz önünde tutar. Menkul kıymetler arasında korelasyon azaldıkça, risk de azalır. Eğer menkul kıymetler arasındaki korelasyon katsayısı -1 düzeyinde ise, teorik olarak portföyün sistematik olmayan riski sıfıra indirebilir. Portföye dahil edilen menkul kıymetler arasındaki ilişki, korelasyon katsayısı ile gösterilir ve korelasyon katsayısı +1 ve -1 arasında değerler alır. Korelasyon katsayısı ise ρ ile sembolize edilmektedir. Korelasyon Katsayısının (+1) Olması Durumu: Portföyü oluşturan menkul kıymetlerin getirileri arasındaki korelasyonun tam olması durumunda (ρAB=l), portföy riskini sınırlamak mümkün değildir. Çünkü portföydeki menkul kıymetlerin fiyatları aynı yönde değişmektedir. Başka bir deyişle, portföy tek bir menkul kıymetten oluşmuş gibidir. Korelasyon Katsayısının Sıfır Olması Durumu: Portföyü oluşturan menkul kıymetlerin getirileri arasında herhangi bir ilişki bulunmuyorsa, çeşitlendirme yoluyla risk azaltılabilir. Korelasyonun sıfır olduğu bir durumda (ρAB=0), menkul kıymetlerin seçimi yoluyla riskin sınırlandırılması, tüm yatırımcılar için kolaylıkla yapılabilecek bir çeşitlendirme türüdür. Korelasyon Katsayısının (-1) Olması Durumu: Menkul kıymetlerin getirileri arasındaki korelasyon katsayısının -1 olması ihtimali en az rastlanan bir durumdur. Korelasyon katsayısının negatif olması halinde, portföy riski minimum düzeye indirilebilir. Eğer korelasyon katsayısı (-1) ise, menkul kıymetler arasında mükemmel negatif tam korelasyon var demektir. Bu durumda, portföy riski, belirli bir menkul kıymet bileşiminde sıfır olacaktır. Portföy çeşitlendirmesinde menkul kıymetler arasındaki korelasyon katsayısının -1 veya yakın bir değerde olması arzu edilir. Eğer yatırımcı, yeterince düşük korelasyona sahip menkul kıymetleri bulabilirse, Markowitz çeşitlendirmesi yoluyla portföy riskini sistematik risk düzeyine indirebilir. Ancak, piyasada her zaman korelasyon katsayısı -1 veya bu değere yakın menkul kıymetler bulmak mümkün değildir. Örnek: İki menkul kıymete ilişkin beklenen getiriler ve standart sapmalar Tablo 4.2’de verilmiştir. Tablo 4.2: Menkul Kıymetlere İlişkin Beklenen Getiriler ve Standart Sapmalar Menkul Kıymet Yatırım Oranı (wi) Beklenen Getiri E(ri) Standart Sapma (σi) 1 % 50 % 40 % 50 2 % 50 % 30 % 40 Her iki menkul kıymet arasındaki korelasyon katsayısının ρ1,2 = −1 olduğu varsayılmaktadır. Her iki menkul kıymete eşit miktarda yatırım yapılması durumunda oluşturulacak portföyün beklenen getirisi ve standart sapması ne olacaktır? Çözüm: Menkul kıymetlere yapılan yatırım oranlarını w ile gösterirsek; her bir menkul kıymete eşit miktarda yatırım yapıldığına göre: = = Portföyün beklenen getirisi = + − formülü kullanılarak bulunur. Buna göre: E(rp) = 0,5(%40)+ (1-0,5) (%30) = %35 olarak bulunacaktır. Portföy getirisinin varyansı: σ P2 = w12σ12 + w22σ 22 + 2w1 w2σ1σ 2 ρ1,2 formülüyle hesaplanmaktadır. 102 Buna göre; σ = + + − = Portföy getirisinin standart sapması: σ = σ = = = olarak bulunacaktır. Sonuçlardan da görüleceği gibi, aralarında -1 korelasyon katsayısı bulunan iki menkul kıymetten eşit ağırlıklarla oluşturulan bu portföy, beklenen getirisi %30 ve standart sapması %40 olan ikinci menkul kıymete tercih edilecektir. Çünkü portföyün getirisi %35 ve standart sapması %5 olması dolayısıyla ikinci menkul kıymete göre daha çok getiri ve daha az risk içermektedir. Örnek: İki menkul kıymet arasındaki korelasyon katsayısı ρ1,2 = −0, 47 ’dir. Beklenen getiriler, standart sapmalar ve portföy içindeki ağırlıkları Tablo 4.3 ve Tablo 4.4’de verilmiştir. Tablo 4.3: Portföye Dâhil Edilen Menkul Kıymetlere İlişkin Veriler 2 Menkul Kıymet Beklenen Getiri E(ri) Standart Sapma (σi) Varyans (σi ) 1 % 21 % 36 0,1296 2 % 33 % 48 0,2304 Aşağıdaki tabloda verilen değişik yatırım ağırlıklarına göre, portföyün beklenen getirisi ve standart sapmalarını hesaplayınız. Risk ve getiri grafiğini çiziniz. Tablo 4.4: Menkul Kıymetlerin Portföy İçindeki Ağırlıkları Portföy Alternatifleri (w1) w1 2 w2 (w2) 2 Portföy 1 1 1 0 0 Portföy 2 0,8 0,64 0,2 0,04 Portföy 3 0,6 0,36 0,4 0,16 Portföy 4 0,4 0,16 0,6 0,36 Portföy 5 0,2 0,04 0,8 0,64 Portföy 6 0 0 1 1 Menkul kıymetin portföy içindeki ağırlığı “wi” ve ağırlık kareleri “(wi)2”dir. Çözüm: Korelasyon katsayısı ρ1,2 = −0, 47 olarak bilindiğine göre, değişik ağırlıklara sahip portföylerin beklenen getirileri ve standart sapmaları aşağıdaki formüller yardımıyla kolayca hesaplanabilir. Portföyün beklenen getirisi: n E ( rp ) = ∑ wi E ( ri ) i =1 Portföyün riski: σ p2 = w12σ 12 + w22σ 22 +2w1w2Cov1,2 Cov1,2 = σ 1σ 2 ρ1,2 σ p2 = w12σ 12 + w22σ 22 +2w1w2σ1σ 2 ρ1,2 103 σ p = w12σ 12 + w22σ 22 +2w1 w2σ 1σ 2 ρ1,2 Portföy 1: ve Portföy 1’in getirisi: E(rP1 ) = 1× (%21) + 0 × (%33) = %21 Portföy 1’in standart sapması: σ P1 = (1× 0,1296) + (0 × 0,2304) + (2 ×1× 0 × 0,36 × 0,48 × (−0,47)) = = = Portföy 2: ve Portföy 2’in getirisi: E(rP 2 ) = 0,8 × (%21) + 0, 2 × (%33) = %23, 4 Portföy 2’nin standart sapması: σ P2 = (0,64 × 0,1296) + (0,04 × 0,2304) + (2 × 0,8 × 0,2 × 0,36 × 0,48 × (−0,47)) = = = Portföy 3: ve Portföy 3’in getirisi: E(rP3 ) = 0,6 × (%21) + 0,4 × (%33) = %25,8 Portföy 3’ün standart sapması: σ P3 = (0,36 × 0,1296) + (0,16 × 0,2304) + (2 × 0,6 × 0,4 × 0,36 × 0,48 × (−0,47)) = = = Portföy 4: ve Portföy 4’ün getirisi: E(rP 4 ) = 0,4 × (%21) + 0,6 × (%33) = %28,2 Portföy 4’ün standart sapması: σ P4 = (0,16 × 0,1296) + (0,36 × 0,2304) + (2 × 0,4 × 0,6 × 0,36 × 0,48 × (−0,47)) = = = Portföy 5: ve Portföy 5’in getirisi: E(rP5 ) = 0,2 × (%21) + 0,8 × (%33) = %30,6 Portföy 5’in standart sapması: σ P5 = (0,04 × 0,1296) + (0,64 × 0,2304) + (2 × 0,2 × 0,8 × 0,36 × 0,48 × (−0,47)) = = = Portföy 6: ve Portföy 6’nın getirisi: E(rP6 ) = 0 × (%21) + 1× (%33) = %33 Portföy 6’nın standart sapması: σ P6 = (0 × 0,1296) + (1× 0,2304) + (2 × 0 ×1× 0,36 × 0,48 × (−0,47)) = = = 104 Tablo 4.5: Portföy Alternatiflerine İlişkin Getiri ve Riskler Portföy Alternatifleri Portföyün beklenen getirisi E(rp) Portföyün riski (σp) Portföy 1 % 21 % 36 Portföy 2 % 23,4 % 26 Portföy 3 % 25,8 % 21 Portföy 4 % 28,2 % 25 Portföy 5 % 30,6 % 36 Portföy 6 % 33 % 48 Tablo 4.5’te oluşturulan portföylerin beklenen getirileri ve standart sapmaları Şekil 4.3’de gösterilmiştir. Şekildeki değerlere göre, 1. ve 2. portföyler etkin değildir. Çünkü daha düşük risk seviyesinde daha yüksek getiri sağlayan portföyler mevcuttur. 3. portföy en düşük risk seviyesinde en yüksek getiriyi sağlamaktadır. 4., 5. ve 6. portföylerin beklenen getirileri yüksek olmakla birlikte riskleri de yüksektir. Şekil 4.3: Farklı Portföylerin Risk-Getiri İlişkisi N SAYIDA MENKUL KIYMETTEN OLUŞAN PORTFÖYLER VE MARKOWITZ ÇEŞİTLENDİRMESİ İki ve üç menkul kıymetten oluşturulan portföylerin Markowitz çeşitlendirmesine göre, beklenen getirilerinin ve varyanslarının hesaplanması üzerinde kısaca durulmuştur. Gerçek hayatta ise yatırımcıların portföylerine alacağı ve hakkında bilgi sahibi olması gereken yüzlerce finansal varlık vardır. Bu nedenle, N sayıda menkul kıymetten oluşan portföyün beklenen getirilerinin ve risklerinin hesaplanması gerekmektedir. Ancak, menkul kıymetler arasındaki korelasyonların hesaplanmasında bazı sorunlar görülmektedir. Menkul kıymetler arasındaki korelasyon sayısı, menkul kıymet artışından daha fazla olmaktadır. Hesaplamalarda kullanılan değişkenlerin sayısı arttıkça, işlemlerin yapılması zorlaşmakta, hatta işlemlerin elle yapılması imkânsızlaşmaktadır. Bu nedenle, bu tür işlemler için hazırlanmış bilgisayar programlarından yararlanılmaktadır. Bilindiği gibi, N sayıda menkul kıymet bulunan bir portföyde, menkul kıymetlere değişik ağırlıklar verilerek, sınırsız sayıda portföy oluşturulabilir. Bu nedenle, yatırımcının başlıca görevi, belirli bir beklenen getiri oranı düzeyinde, kovaryansların ağırlıklı ortalamasını mümkün olduğu kadar düşürecek bir biçimde, parasını menkul kıymetler arasında paylaştırabilmek için, “etkin portföyleri” seçmektir. Dikkat edileceği gibi, burada, 105 yatırımcılar hem beklenen getiriyi, hem de varyansı göz önüne almaktadır. Eğer yatırımcılar, varyansı göz önüne almaksızın, sadece beklenen getiriyi maksimize etmek isterlerse, fonlarını en fazla getiri sağlayacak olan tek bir menkul kıymete yatıracaklardır. Öte yandan, eğer yatırımcılar, varyansın en aza indirilmesiyle ilgileniyorlarsa ve beklenen getiriyi göz ardı ediyorlarsa, bir portföy aracılığı ile, yatırımlarını çeşitlendireceklerdir. Portföylerindeki her bir menkul kıymetin payını ise, matematiksel olarak saptayacaklardır. Markowitz, değişik risk ve getiri düzeylerindeki etkin portföyleri birleştiren eğriyi “Etkin Sınır” olarak tanımlamış ve portföy yöneticisinin amacını “etkin sınır üzerindeki noktaları belirlemek” olarak ifade etmiştir. Aşağıdaki Şekil 4.4’de görüleceği gibi, etkin sınır, A-B doğrusu üzerindeki portföylerden oluşmaktadır. Şekil 4.4: Etkinlik Sınırı Eğrisi Markowitz portföy varyansının büyük ölçüde portföyü oluşturan varlıkların birbirleri ile ilişkisinden kaynaklandığını ifade etmiştir. Buna göre negatif veya sıfır korelasyonlu varlıklardan oluşan portföylerin varyansı, varlıkların tek tek ele alındığı durumdan daha düşük olmaktadır. Yatırımcı risk-getiri uzayında bütün menkul kıymet bileşimlerinin üzerinden, belirli bir risk düzeyinde en yüksek getiri oranını elde etmek amacıyla Şekil 4.4’deki A-B eğrisi üzerinde tercihlerini oluşturacaktır. Portföy yönetimi konusunda bilginizi artırmak için yararlı bir kaynak olarak Yatırım Analizi ve Portföy Yönetimi adlı kitaba bakabilirsiniz. (Mehmet Baha Karan (2010), Yatırım Analizi ve Portföy Yönetimi, 3. Baskı, Ankara: Gazi Kitabevi). ETKİN PORTFÖYLER VE OPTİMAL PORTFÖY SEÇİMİ Bilindiği gibi, N sayıda riskli menkul kıymetin var olduğu bir ortamda, yatırımcı için sayısız portföy bileşimleri söz konusudur. Bu bileşimlerden oluşan kümeye “yatırım fırsatları kümesi” adı verilir. Şekil 4.5 böyle bir fırsat kümesini göstermektedir. Ortalama-varyans ölçütüne göre, yatırımcı bu kümenin yalnızca üst sınırıyla ilgilenecektir. Bu üst sınıra, “etkin sınır” adı verilir. Teorik olarak, etkin sınır, çok sayıda portföyün, risk ve getiri uzayında işaretlenmesiyle elde edilir. Buradan da anlaşılacağı gibi, etkin sınırın elde edilebilmesi için, her bir portföyün beklenen getirisi ve varyansının hesaplanması gerekir. Kümenin içinde yer alan her portföy için, üst sınır üzerinde aynı riske sahip, fakat daha yüksek getirisi olan portföy bulmak mümkündür. Şekil 4.5’deki X1 ve X3 portföyleri ele alınarak etkin portföyler incelenebilir. Görüldüğü gibi, X1 ve X3 portföyleri aynı risk seviyesine sahip olmalarına rağmen, X1 portföyünün beklenen getirisi X3’e göre daha fazladır. Bu durumda X1 portföyü etkin kabul edilirken, X3’ü etkin portföy olarak kabul etmek mümkün değildir. Ayrıca, aynı getiri düzeyinde, ancak riski daha az bir portföyü de bulmak mümkündür. Şekil 4.5’de söz konusu durum, X1 ve X2 portföyleri için geçerlidir. Burada X1 ve X2 portföyleri aynı getiriyi sağlarken, X2 portföyünün risk durumu X1 106 portföyüne göre daha fazladır. Dolayısıyla, X2 portföyü etkin bir portföy değildir. Bu nedenle, üst sınır üzerinde yer alan portföylere “etkin portföy”, bu sınıra da “etkinlik sınırı” denir. Şekil 4.5: Fırsat Kümesi Belli bir risk düzeyinde, en yüksek beklenen getiriyi ya da belli bir getiri düzeyinde, en düşük riske sahip varlıklar “etkin varlıklar” olarak adlandırılır. Etkin varlıklar, risk-beklenen getiri eksen takımı üzerinde, tüm varlıklara zarf teşkil eden eğri üzerinde yer alan varlıklardır. Şekil 4.5’deki A-B eğrisi, yatırımcıların, risk karşısındaki tutumları ne olursa olsun, yatırım yapmayı tercih edecekleri fırsatları sunmaktadır. Ancak, riskten hoşlanmayan yatırımcılar eğri üzerinde sol tarafta kalan varlıkları tercih ederlerken, riski seven yatırımcılar, eğri üzerinde sağ tarafta kalan varlıkları daha cazip bulabileceklerdir. Portföy yöneticisi de etkin sınır üzerindeki etkin varlıklardan oluşan portföylerden hangilerinin seçileceği konusunda karar verirken, yatırımcı tipini göz önüne almalıdır. Bir portföy yöneticisinin yatırım yapabileceği 10 ayrı portföyün risk ve getiri değerlerinin Tablo 4.6’daki gibi olduğu bir yatırım fırsatları seti olduğu varsayılsın. Tablo 4.6: Portföy Çeşitlerinin Ortalama Getirileri ve Standart Sapmaları Portföy Ortalama Getiri (%) Standart Sapma (%) A 10 1,9 B 11 2,0 C 11 2,9 D 13 3,1 E 13 4,0 F 14 4,0 G 15 5,0 H 15 5,6 I 16 6,0 J 17 6,5 Portföy yöneticisi A-J portföylerini risk-getiri uzayında bir eğri ile birleştirdiğinde, eğri üzerindeki tüm portföyler bu eğrinin altında kalan portföylerden daha iyi risk-getiri ilişkisine sahip olacaktır. Etkin sınır olarak ifade edilen bu eğri üzerinde E portföyü, F portföyü ile aynı riske sahip olmasına karşın daha düşük bir getiriye sahiptir. Dolayısıyla ortalama getirisi daha yüksek olan F portföyü E portföyüne tercih edilecektir. E portföyü etkin olmazken, F portföyü etkin bir portföy olacak ve etkinlik sınırı üzerinde bulunacaktır. Buna karşılık G portföyü, H portföyü ile aynı getiriye sahip olmasına karşın daha düşük bir riske sahiptir. Bu durumda da G portföyü H portföyüne üstün olacaktır. G portföyü etkin portföy olurken H portföyü etkin olmayacaktır. Riskten kaçınan bir yatırımcı riski en düşük olan A portföyünü (%1,9) tercih ederken, yüksek riski seven bir yatırımcı da riski en yüksek olan J portföyünü (%6,5) tercih 107 edecektir. Buna göre yatırımcı portföyünü, değişen risk düzeylerinde maksimum beklenen getiri sunan portföy kümelerinden ve değişen beklenen getiri düzeylerinde, minimum risk sunan portföy kümelerinden seçecektir. Daha önce belirtildiği gibi, ortalama varyans ölçütü, etkinlik sınırı dışında kalan tüm portföyleri saf dışı bırakmaktadır. Ancak, sınır üzerindeki portföylerden birinin seçimi, yatırımcının fayda fonksiyonu tarafından belirlenmektedir. Başka bir deyişle, yatırımcının etkin sınır üzerinde hangi portföyü seçeceği, riske karşı davranışıyla belirlenir. Yatırımcıların riske karşı davranışları farksızlık eğrileri ile gösterilir. Farksızlık eğrilerinden her biri üzerinde, yatırımcı aynı faydayı elde eder. Başka bir deyişle, yatırımcı aynı eğri üzerinde yer alan iki portföy arasında tercih yapamaz, kayıtsızdır. Öte yandan, bir eğrinin sol üst tarafında yer alan farksızlık eğrisi daha yüksek bir fayda düzeyini temsil eder. Farksızlık eğrileri yardımıyla yatırımcıların katlandıkları riskler karşılığında, talep ettikleri getirileri görebilmek, başka bir ifadeyle, yatırımcıların hangi risk düzeyinde ne kadar getiri beklediklerini anlayabilmek mümkün olmaktadır. Aynı farksızlık eğrisi üzerinde yer alan tüm portföyler yatırımcılarına eşit şekilde fayda sağlamaktadır. Ayrıca farksızlık eğrileri birbirlerini kesemezler. Şekil 4.6’da farksızlık eğrileri yardımıyla, optimal portföy seçiminin nasıl yapılacağı gösterilmiştir. Şekil 4.6: Optimal Portföy Seçimi Farksızlık eğrilerinin etkinlik sınırına teğet olduğu noktadaki portföy, optimal portföydür. Çünkü bu portföy, yatırımcıya en çok faydayı sağlayan portföydür. Şekil 4.6’da A ve B yatırımcısının farksızlık eğrileri gösterilmiştir. B yatırımcısının farksızlık eğrileri (LB1, LB2 ve LB3) şeklin sol tarafında olduğundan riskten kaçınan yatırımcı görünümündedir. A yatırımcısının farksızlık eğrileri (LA1, LA2 ve LA3) ise şekilde sağ üst tarafta bulunmasından dolayı riski seven yatırımcı görünümündedir. Şekil 4.6’daki B portföyü, B yatırımcısı için en yüksek faydayı sağlayan bir seçimi göstermektedir. Oysa, şekilde Y ve Y' noktalarında bulunan portföyler optimal değildir. Bu portföyler, daha düşük farksızlık eğrisi üzerinde bulunmasına rağmen, etkinlik sınırı ile bir ilişkisi olmadığından, ideal portföy değildirler. Dolayısıyla, B portföyü Y ve Y' portföylerden daha üstündür. Yatırımcı LB3 üzerinde bir portföy tercih edebilir. Fakat LB3’ün yer aldığı bölgede yatırım yapabileceği bir portföy yoktur. Çünkü LB3 kayıtsızlık eğrisi üzerindeki portföyler etkinlik sınırı üzerinde veya fırsat kümesinin içerisinde değildir. A yatırımcısının farksızlık eğrileri daha yüksek bir riski içerdiğinden, yatırımcı daha yüksek bir getiri sağlayacak portföy bileşimini tercih edecektir. Bu nedenle, A yatırımcısı için optimal portföy bileşimi C noktasında oluşmaktadır. Gerçek hayatta, yatırım yapan kişilerin, etkinlik sınırını belirlemeleri ve farksızlık eğrilerini dikkate almaları mümkün değildir. Ancak, yatırımcılar bu modelin ortaya koyduğu sonuçlara göre aynı amaçlara ulaşmak için, yatırım stratejileri belirlemektedirler. Başka bir deyişle, yatırımcılar, beklenen getirileri ve bu beklenen getiri düzeyinde göze aldıkları riske göre oluşturdukları en iyi portföye sahip olmak isterler. Ekonomik ve politik durum, pazar koşulları ve benzeri değişmeler, risk ve getiri kombinasyonunu da 108 değiştireceğinden, en iyi portföye sahip olmak için, portföyün devamlı olarak yeni koşullara göre revizyonu gerekmektedir. Bir portföyün optimal olması neyi ifade etmektedir? Etkin Portföyler: Etkin bir portföy, riskli varlıklardan oluşan bir portföy olup, aynı beklenen getiriye sahip tüm portföylerde en düşük varyansa sahip olunması olarak tanımlanabilir. Başka bir ifadeyle, etkin bir portföy, aynı varyansa sahip tüm portföylerde beklenen en yüksek getiri olarak tanımlanabilir. Etkin portföy seti üzerinde yatırımcının seçeceği nokta, yatırımcının risk ve verimlilik arasındaki tercihlerine bağlı olarak değişim göstermektedir. Matematiksel olarak, bilgisayar programlarını kullanarak elde edilecek olan etkin bir portföy, portföyün varyansını minimize eden ya da beklenen getiriyi maksimize eden ve kısa satışa imkan tanımayan sınır şartlarını sağlayan optimizasyon denklemi aşağıdaki gibi tanımlanabilir: m gibi belirli bir getiri seviyesinde, etkin bir portföy olan p için çözüm yapıldığında; Min ∑∑ w w σ i i j ij = Var( ) j sınır şartları n ∑wr = μ i i p = E (rp ) = m i =1 n ∑w =1 i i =1 wi ≥ 0, i = 1,…,n veya amaç fonksiyonunu maksimize eden optimizasyon denklemi oluşturulduğunda; Max Θ = E (rp ) − rf σp sınır şartları n ∑w =1 i i =1 wi ≥ 0, i = 1,…,n Burada; rf = Risksiz faiz oranıdır (sabit sayıdır). n Portföyün beklenen getirisi: E (rp ) = ∑ wi E (ri ) i =1 n Portföyün standart sapması: σp = n ∑∑ w w σ i j ij i =1 j =1 Etkin sınır, tüm etkin portföylerin seti olarak tanımlanabilir. Etkin sınır, herhangi iki etkin portföyün tüm konveks (dışbükey) bileşimlerinin geometrik şeklidir. 109 GENEL DURUMLARDA PORTFÖYÜN ORTALAMA GETİRİSİ VE VARYANSI Hisse senedi sayısının çok olması durumunda portföy problemleri matris seklinde yazıldığında daha basit ve anlaşılır olmaktadır. n sayıdaki varlığın söz konusu olduğu durumda, örneğin, i varlığının portföy içindeki oranı wi ile sembolize edilmiş olsun. Hesaplamalarda ve kullanımda kolaylık sağlamaları bakımından 1 nolu portföy içerisindeki oranlar veya ağırlıkları W1 satır vektörü olarak yazılır: W1 = [ w11 , w12 ,..., w1n ] W1 ’in değerlerinin devrik dönüşümünü alarak yeniden yazmak istenildiğinde W1T sutun vektörü olarak aşağıdaki gibi ifade edilecektir. ⎡ w11 ⎤ ⎢w ⎥ ⎢ 12 ⎥ T W1 = ⎢ . ⎥ ⎢ ⎥ ⎢ . ⎥ ⎢⎣ w1n ⎥⎦ Yukarıdaki temel bilgiler verildikten sonra portföyün varyansı (riski) ve portföylerin getirileri arasındaki kovaryansın hesaplanmasında matris yönteminin nasıl kullanıldığı aşağıdaki örnekle gösterilmiştir. Varyans-kovaryans matrisi olarak ifade edilen ’deki i matristeki satırı ve j ’de sütunu temsil etmektedirler. ⎡ σ σ ⎢σ ⎢ σ ⎢ σ σ ⎢ =⎢ ⎢ ⎢ ⎢ ⎢σ ⎣ σ σ σ σ σ σ ⎤ σ ⎥⎥ σ ⎥ ⎥ ⎥ ⎥ ⎥ ⎥ σ ⎥⎦ Portföyün varyansı: Var ( Rp1 ) = W1SW1T olacaktır. Eğer iki portföyümüzün olduğu varsayılırsa, birinci portföyde ağırlıkların veya oranların W1 = [ w11 , w12 , w13 ,..., w1n ] şeklinde olduğu, ikinci portföyde ise W2 = ⎡⎣ w21 , w22 , w23, ..., w2n ⎤⎦ olduğunu varsayalım. Bu durumda, söz konusu iki portföyün kovaryansları: Cov p1, p 2 = W1SW2T olacaktır. N sayıda varlıktan oluşacak portföyün varyans ve kovaryanslarının hesaplamasına imkan tanıyan matris yöntemini, İMKB’de işlem gören firmaların hisse senetlerinden oluşan portföylere uygulayabiliriz. Örnek: A, B, C ve D hisse senetlerinden bir portföy oluşturulduğu varsayılsın. Portföye dâhil edilen firmaların hisse senetlerinin ortalama getirileri ve varyans-kovaryans matrislerinin aşağıdaki gibi oldukları varsayılmaktadır. 110 Aylık Ortalama Getiriler (%): A = 9,48 B = 10,26 C = 7,10 D = 7,82 Tablo 4.7: Varyans-Kovaryans Matrisi (S) A B C D A 0,056 0,04 0,016 0,027 B 0,04 0,123 0,026 0,023 C 0,016 0,026 0,08 0,017 D 0,027 0,023 0,017 0,069 Portföy 1 ve 2’nin söz konusu hisse senetleri için ağırlık oranları matrisleri (W1 ve W2) aşağıdaki gibi olduğu varsayılsın: Portföy 1: W1 = [0, 2 0,3 0, 4 0,1] Portföy 2: W2 = [0, 2 0,1 0,1 0,6] Varlıklara ait varyans kovaryans matrisi (S) aşağıdaki gibidir. ⎡ 0, 056 ⎢ 0, 04 S=⎢ ⎢ 0, 016 ⎢ ⎣0, 027 0, 04 0,123 0, 026 0, 023 0, 016 0, 026 0, 027 ⎤ 0, 023⎥⎥ 0, 081 0, 017 ⎥ ⎥ 0, 017 0, 069 ⎦ İlk işlem olarak her iki portföyün ağırlıklarını temsil eden kolon vektörlerinin devrik dönüşümünü almak gerekmektedir. Bu iki portföyün devrik dönüşümleri ve varlıkların ortalama getirileri matris olarak aşağıdaki gibi yazılabilir. Portföy 1: Portföy 2: ⎡0, 2 ⎤ ⎢ 0,3 ⎥ W1T = ⎢ ⎥ ⎢0, 4 ⎥ ⎢ ⎥ ⎣ 0,1 ⎦ Ortalama Getiriler ⎡0, 2 ⎤ ⎢ 0,1 ⎥ W2T = ⎢ ⎥ ⎢ 0,1 ⎥ ⎢ ⎥ ⎣ 0, 6 ⎦ ⎡ 9, 48 ⎤ ⎢10, 26 ⎥ ⎥ R=⎢ ⎢ 7,10 ⎥ ⎢ ⎥ ⎣ 7,82 ⎦ İkinci aşamada bu iki portföyün ortalama getirileri ve varyanslarının hesaplanması gerekecektir. Portföy 1’in ortalama getirisi: = [0,2 × 9,48 + 0,3 ×10,26 + 0,4 × 7,10 + 0,1× 7,82] = %8,6 111 Portföy 1’in varyansı: n n Var (rp1 ) = ∑∑ w1i w1 jσ ij = W1SW1T i =1 j =1 ⎡ ⎢ = [ ]⎢ ⎢ ⎢ ⎣ ⎤ ⎡ ⎤ ⎥⎥ ⎢⎢ ⎥⎥ = ⎥ ⎢ ⎥ ⎥⎢ ⎥ ⎦ ⎣ ⎦ Portföy 1’in standart sapması da varyansın karekökü alınarak bulunmaktadır. Dolayısıyla standart sapma = = olacaktır. Portföy 2’in ortalama getirisi: = [0,2 × 9,48 + 0,1×10,26 + 0,1× 7,10 + 0,6 × 7,82] = %8,3 Portföy 2’nin varyansı: n n Var (rp 2 ) = ∑∑ w2i w2 jσ ij = W2 SW2T i =1 j =1 ⎡ ⎢ = [ ] ⎢ ⎢ ⎢ ⎣ ⎤ ⎥⎥ ⎥ ⎥ ⎦ ⎡ ⎤ ⎢ ⎥ ⎢ ⎥ = ⎢ ⎥ ⎢ ⎥ ⎣ ⎦ = olacaktır. Portföy 2’nin standart sapması = Portföy getirileri arasındaki kovaryansın hesaplanması aşağıdaki gibi olmaktadır: Cov1,2 ⎡ 0, 056 0, 04 0, 016 ⎢ 0, 04 0,123 0, 026 = W1 SW2T = [0, 2 0,3 0, 4 0,1] ⎢ ⎢ 0, 016 0, 026 0, 081 ⎢ ⎣0, 027 0, 023 0, 017 0, 027 ⎤ ⎡0, 2⎤ 0, 023⎥⎥ ⎢⎢ 0,1 ⎥⎥ = 0, 032 0, 017 ⎥ ⎢ 0,1 ⎥ ⎥⎢ ⎥ 0, 069⎦ ⎣ 0, 6⎦ Portföy 1 ve Portföy 2 arasındaki korelasyon ise: ρ p1, p 2 = Cov1,2 σ p1 × σ p 2 = 0, 032 = 0, 736 eşit olacaktır. 0, 2097 × 0, 2073 Portföy 1 ve portföy 2 için değişik ağırlıklarda yatırım yapıldığında elde edilecek ortalama getiriler ve standart sapmalar Tablo 4.8’deki gibi olacaktır. Buna göre, en düşük standart sapma (risk) %1,94 ile yatırımın portföy 1 ile portföy 2’ye eşit dağıldığı durumda ortaya çıkmaktadır. 112 Tablo 4.8: Portföy 1 ve Portföy 2’ye İlişkin Getiri ve Riskler Portföy İçindeki Ağırlıkları Portföy 1: 1 0,9 0,8 0,7 0,6 0,5 0,4 0,3 0,2 0,1 0 Portföy 2: 0 0,1 0,2 0,3 0,4 0,5 0,6 0,7 0,8 0,9 1 Ortalama Getiri (%) Varyans (%) Standart Sapma (%) 8,6 8,57 8,54 8,51 8,48 8,45 8,42 8,39 8,36 8,33 8,3 4,40 4,18 4,01 3,89 3,81 3,78 3,79 3,85 3,95 4,10 4,30 2,10 2,05 2,00 1,97 1,95 1,94 1,95 1,96 1,99 2,03 2,07 ULUSLARARASI PORTFÖY YATIRIMLARI Yapılmış olan çalışmalarda, yatırımcıların yalnızca kendi ülkelerindeki menkul kıymetlere yatırım yapmaları yoluyla ülke riskinden kaçınmaları mümkün olmamaktadır. Yatırımcılar, değişik ülke menkul kıymetlerine yatırım yaparak menkul kıymet çeşitlendirmesinden sağlanan faydayı artırmaktadırlar. Özel yabancı sermaye hareketlerinden biri olan portföy yatırımları, tasarruf sahiplerinin uluslararası sermaye piyasalarında uluslararası politik risk, döviz kuru riski, bilgi edinebilme riski gibi ek riskler üstlenmek yoluyla sermaye kazancı, faiz ve kar payı geliri gibi kazançlar elde etmek amacıyla hisse senedi, tahvil ve diğer sermaye piyasası araçlarına yatırım yapılmasını ifade etmektedir. Söz konusu uluslararası portföy yatırımları ile yatırımcının, farklı faaliyet alanlarını, ülkeleri, faiz, kar payı ve riskler açısından değerlendirdikten sonra tasarruflarını optimum bir dağıtıma tabi tutacağı varsayılmaktadır. Uluslararası portföy yatırımlarının temelinde, modern portföy teorisinin ilkeleri yer almaktadır. Tasarruf sahipleri farklı ülkelerdeki aktif kazançları daha yüksek olduğu zaman portföylerini uluslararası olarak farklılaştırıp getiri düzeylerini ve buna bağlı olarak da refah düzeylerini artırabilmektedirler. Uluslararası şekilde çeşitlendirilmiş bir portföy, tipik ulusal bir portföyden daha az risk taşımaktadır. Portföy yatırımlarındaki uluslararası çeşitlendirmeler yoluyla riskin azaltılması ve getirinin artırılması, ülkeler arasındaki ekonomi politikalarının, endüstrilerin gelişmişlik düzeylerinin, işletmelerin yapısının, enflasyon oranlarının ve piyasaların farklı olmasından kaynaklanmaktadır. Farklı ülkelerden portföye dâhil edilen menkul kıymetler, portföyün riskini artırmaksızın, beklenen getiriyi artırabilmektedir. Benzer şekilde, farklı ülkelerden portföye dâhil edilen menkul kıymetler, beklenen getirinin düşmesine neden olmaksızın, portföyün riskinin düşmesini sağlayabilmektedir. Çeşitlendirmenin bu faydası, uluslararası sermaye piyasalarının birbirleriyle ilişkilerinin zayıf olmasından kaynaklanmaktadır. Bilindiği gibi, farklı ülkelerdeki sermaye piyasalarının getirileri arasındaki ilişki, korelasyon katsayılarıyla ölçülmektedir. Korelasyon, farklı iki ülkedeki sermaye piyasasındaki getirilerin, aşağı ve yukarı hareketlerinin benzerliklerinin istatistiksel ölçümüdür. Hisse senedi piyasalarının getirileri arasındaki korelasyon katsayılarının düşük olması ise, bu ülkelerdeki fiyatların birbirlerinden bağımsız hareket ettikleri anlamına gelmektedir.Değişik ülkelerin sermaye piyasaları arasındaki farklar, ülkelerin birbirleriyle olan ticaret hacimleri, aynı coğrafi bölgede bulunmaları, uzmanlaştıkları endüstriler, büyüme oranları, nüfus artış oranları, para ve maliye politikaları, bankacılık politikaları, liberalizasyon seviyeleri, politik istikrar ve hedefler gibi nedenlerden kaynaklanmaktadır. Hisse senedi fiyatları üzerindeki en büyük etki, yurtiçi veya yerel olaylardan ve politikalardan kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla, dünyada, yerel olaylar değişik bölgelerde, değişik zamanlarda ve değişik boyutlarda ortaya çıktığından, menkul kıymet fiyatlarında, benzer davranışların ortaya çıkmaması, uluslararası portföy yatırımcılarının, global yatırımları nedeniyle iyi bir portföy çeşitlendirmesi yapmalarına olanak vermektedir. 113 Piyasalar Arasındaki Korelasyon Portföy çeşitlendirmesi ile riskin azaltılması, portföyde yer alan menkul kıymetlerin birbirleriyle ne kadar ilişkili olduğuna bağlıdır. Menkul kıymetler arasındaki korelasyon düştükçe bu menkul kıymetlerden oluşan çeşitlendirilmiş portföy de daha az riskli olmaktadır. Eğer menkul kıymet getirilerinin ülkeler arasındaki pozitif korelasyonları, bir ülke içindeki korelasyonlarından daha düşükse, risk azalmasından kaynaklanan kazançlar uluslararası çeşitlendirmenin sonucu olarak ortaya çıkmaktadır. Korelasyon katsayısı, ρ ile sembolize edildiğinde, -1≤ρ≤1 arasında bir değere sahip olmaktadır. Korelasyon katsayısının 1 olması, iki değişkenin tam anlamıyla, birbirine entegre olduğunu ve aynı yönde hareket ettiklerini göstermektedir. Katsayının -1 olması ise, iki değişkenin birbirinden tamamen farklı davranış gösterdiği ve tam anlamıyla ters yönde hareket ettikleri anlamına gelmektedir. Bu nedenle, uluslararası portföy çeşitlendirmesinde, endeks getirileri arasında düşük korelasyona sahip olan ülkeler tercih edilir. Avrupa ülkeleri arasındaki coğrafi yakınlık ve Avrupa Birliği dolayısıyla sağlanan ekonomik ve politik yakınlık, sermaye piyasalarının hareketleri üzerinde benzerlik yaratmaktadır. Genellikle, gelişmiş ülkelerin birbirleriyle arasındaki korelasyon katsayıları oldukça yüksektir. Bu durum, uluslararası portföy çeşitlendirmesinde yeni arayışlara neden olmaktadır. Gelişmiş ülke endekslerinin getirileri arasındaki korelasyon katsayılarının pozitif ve 1’e yakın değerlerde olması, bu ekonomilerin birbirlerine belirli ölçüde entegre olduklarını göstermektedir. Bu sonuç, uluslararası portföy yatırımcılarının çeşitlendirmeden bekledikleri faydayı sınırlamaktadır. Uluslararası çeşitlendirmeden istenen faydaların sağlanabilmesi için, portföy yöneticileri, yatırımcılara, Türkiye’nin de içinde bulunduğu gelişmekte olan piyasalara yatırım yapmalarını önermektedir. Gelişmekte olan ülke hisse senedi piyasaları, gelişmiş ülke hisse senedi piyasalarından daha yüksek getiri imkânına sahip olabilmektedir. Bunun nedeni olarak gelişmekte olan ülke ekonomilerinin yüksek büyüme hızına sahip olması, bazı sektörlerin yeni gelişiyor olması ve işgücü maliyetlerinin gelişmiş piyasalara göre ucuz olması gösterilebilir. Bunlara ilave olarak, gelişmekte olan ülke hükümetlerinin düzenlemeleriyle işletmelerin düşük maliyetli kaynak kullanabilmesi, üretim girdilerinin devletten ucuza temin edilebilmesi ve ihracatta sübvansiyon uygulamasının varlığı da bu ülkelerin işletmelerinin sahip olduğu diğer avantajları oluşturmaktadır. Ülke getirileri arasındaki ilişkileri inceleyen çalışmalarda, küreselleşme, liberalleşme ve teknolojik gelişmelerin bir sonucu olarak piyasalar giderek birbirine benzemekte ve aynı yönde hareket etmektedirler. Böylece, getiriler arasında korelasyon katsayısı zamanla artmaktadır. Hisse senedinde olduğu gibi uluslararası tahviller için de benzer sonuçlara ulaşılabilir. Özellikle, hisse senedi piyasalarında gözlemlenen etkileşim incelenirken, hangi piyasaların diğerlerinin getirilerini belirlediği konusuna, coğrafik durumlarından dolayı zaman farkları dikkate alınarak da inceleme yapılabilir. İki büyük piyasa olan New York ve Tokyo borsaları, aynı saatler içerisinde çalışmamaktadır. Eğer, önemli bir haber, New York Borsası’nda işlemler devam ederken verilirse, bu haberin etkisi, o günü takip eden diğer günde Tokyo Borsası’nı etkileyecektir. Ayrıca, Londra Borsası ile New York Borsası aynı gün içerisinde işlem yapmasına rağmen, her iki piyasa arasında beş saatlik bir zaman farkı bulunmaktadır. Eğer, önemli bir haber, Londra Borsası’nı bugün etkilerse, New York Borsası’nı da aynı gün etkileyebilecektir. Sabah saatlerinde New York Borsası’nı etkileyen bir haber, kapanma saatinde olan Londra Borsası’nın performansı üzerinde de etkili olabilmektedir. Örneğin, New York’ta saat öğlen on iki iken, Londra’da aynı günün akşamı saat beş ve Tokyo’da ise, ertesi günün gece saat ikisidir. Söz konusu bu üç önemli piyasanın, açılış ve kapanış saatlerini gösteren evrensel GMT (Greenwich Mean Time) ve ABD’nin kendi içerisinde kullandığı EST (Eastern Standard Time) zaman çizgisi Şekil 4.7’de gösterilmiştir. 114 Şekil 4.7: GMT ve EST Saati Olarak Menkul Kıymet Takas Ticareti Zamanlamaları Zaman çizgisinden de görüleceği gibi, New York ile Tokyo Borsaları aynı zaman diliminde işlem yapmamaktadır. Ancak, New York ile Londra Borsaları, genellikle, aynı gün içerisinde üç saat işlem yapmaktadır. Eğer, tüm piyasaların etkin olduğu varsayılırsa, uluslararası bir haberin, dünya genelindeki tüm piyasaları aynı anda etkilemesi beklenir. Eğer, piyasalar kapalı ise, piyasaların açılmasıyla bu etki hemen yaşanır. Uluslararası Hisse Senedi Çeşitlendirmesi Bilindiği gibi, yatırımcılar, hisse senedi getirilerini yükseltmek ve risklerini düşürmek isterler. Bu istek, yukarıda açıklandığı gibi, hisse senedi piyasaları arasındaki getiri ilişkisiyle sağlanmaktadır. Portföy çeşitlendirmesinden hareketle, aynı ülkedeki farklı işletmelerin hisse senetlerine yatırım yapılarak, riskin düşürülmesi mümkündür. Ancak, tek bir ülkede değişik endüstrilerle yapılan çeşitlendirme ile değişik ülkelerdeki hisse senedi yatırımlarıyla yapılacak çeşitlendirme farklıdır. En uygun çeşitlendirme, farklı ülkeler ve farklı endüstrilerle yapılan çeşitlendirmedir. Özellikle, farklı ülkelerdeki endüstri seçimlerinde, karşılaştırmalı üstünlükler yaklaşımı dikkate alınarak, diğer ülkelerdeki rekabet avantajı olan endüstrilere yatırım yapılması önerilmektedir. ABD’de 1970 ile 1989 yılları arasındaki veriler kullanılarak yapılan bir çalışmada, ABD ve 16 gelişmiş ülke hisse senedi piyasaları incelenmiştir. Bu çalışmada, sadece bir tek ülke içinde 7 değişik endüstriden seçilen hisse senetlerine yatırım, 12 AB üyesi ülkede aynı endüstriden seçilen hisse senetlerine yatırım ve son olarak da 12 ülkedeki çok sayıda farklı endüstriden seçilen hisse senetlerine yatırım tercihleri karşılaştırılmıştır. Bununla ilgili grafik aşağıda verilmiştir. Şekil 4.8: Uluslararası Hisse Senedi Çeşitlendirmesi 115 Şekil 4.8’den de görüleceği gibi, en etkin uluslararası portföy çeşitlendirmesini, 12 ülke ve çok sayıda farklı endüstriden seçilen hisse senetlerine yapılan yatırım tercihi sağlamaktadır. Bu durumda, uluslararası portföyün varyansı %18 seviyesine düşmektedir. Yatırım için en uygun hisse senedi sayısı ise 35 ile 40 arasında değişmektedir. Uluslararası portföy yatırımları ile ilgili yapılan birçok çalışmada endüstriyel çeşitlendirme ile coğrafi çeşitlendirme incelenmiş ve coğrafi çeşitlendirme ile oluşturulan portföylerin daha üstün risk-getiri dengesine sahip oldukları tespit edilmiştir. Uluslararası Tahvil Çeşitlendirmesi Uluslararası portföy yatırımcıları, sadece hisse senedi yatırımında bulunmazlar. Aynı zamanda, tahvil, bono gibi sabit getirili finansal varlıklara da ilgi duyarlar ve yatırım kararlarını ekonomik gelişmelere ve ülke özel şartlarına göre karar verirler. Portföy içeriğinde tahvil yatırımının bulunmasıyla, aynı risk düzeyinde, sadece hisse senedi yatırımlarıyla elde edilmesi beklenilen getiriye göre daha fazla getiri elde edilebilir. Tahvil yatırımlarının portföye dâhil edilmesiyle, yatırımcının etkinlik sınırı eğrisi üzerindeki alternatif pozisyonları lehine değişebilecektir. Bu durum Şekil 4.9’da gösterilmektedir. Şekil 4.9: Uluslararası Hisse Senedi Ve Tahvillerde Çeşitlendirme Kaynak: Halil Seyidoğlu (2003). Uluslararası Finans, Geliştirilmiş 4. Baskı, İstanbul: Güzem Can Yayınları 19, s. 403. Bu durum, genellikle hisse senedi yatırımlarının, tahvil yatırımlarına göre daha fazla riskli olması ve bazı durumlarda, özellikle, gelişmekte olan ülkelerin tahvil getirilerinin yüksek olması ile açıklanabilir. Uluslararası portföy yatırımlarının temel özellikleri nelerdir? Gelişmekte Olan Ülkelerde Portföy Yatırımları Gelişmekte olan piyasalar uluslararası yatırımcıları, yüksek büyüme potansiyelleri ve düşük korelasyon katsayılarıyla etkilemektedir. Bu özellikler, genişleyen bir portföy içinde daha etkin hisse senedi çeşitlendirmesi yoluyla, küresel yatırımcılar için daha iyi bir risk-getiri dengesi sağlamaktadır. Uluslararası yatırımcılar, değişik ülkelerden hisse senedi çeşitlendirmesiyle oluşturdukları portföylerle, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler arasındaki düşük korelasyondan dolayı portföylerinin risklerini düşürebilmektedir. Daha önceki araştırmaların sonuçları, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin hisse senedi piyasalarındaki getiriler arasında, dört önemli fark olduğunu ortaya koymaktadır: 1. Gelişmekte olan hisse senedi piyasalarında ortalama getiriler daha yüksektir. 2. Gelişmekte olan hisse senedi piyasalarında risk daha yüksektir. 116 3. Gelişmekte olan piyasalardaki hisse senedi getirileri ile gelişmiş piyasaların getirileri arasındaki korelasyon düşüktür. 4. Gelişmekte olan hisse senedi piyasalarındaki getirilerin tahmin edilebilme olasılığı daha yüksektir. 1980’li yılların ortalarından önce, birçok gelişen piyasa, yabancı yatırımcılara kapalıydı. Daha önceki çalışmalar, sadece belli başlı gelişmiş ülkelere odaklanmış ve uluslararası çeşitlendirmenin faydaları ve türev piyasaların rolü, gelişmiş ülkeler baz alınarak test edilmiştir. 1990’lı yılların başlarından itibaren, gelişmekte olan piyasaların, yabancı yatırımcılara açılmasından sonra, bazı araştırmacılar, gelişmekte olan ülkelerin de dâhil edildiği uluslararası çeşitlendirmenin faydaları ve türev ürünlerin rolü üzerine benzer araştırmalar yapmışlardır. Uluslararası portföy yatırımları açısından gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler arasında ne gibi farklılıklar bulunmaktadır? Uluslararası Yatırımlarda Döviz Kuru Riski Ülke dışında hisse senedi, tahvil gibi menkul kıymetlerin satın alınması durumunda, ulusal para cinsinden sağlanacak getiri, üç bölümden oluşur. Bunlar i) temettü geliri, ii) sermaye kazancı ve iii) kur farkları nedeniyle oluşabilecek gelirdir. Uluslararası portföy yatırımlarında, menkul kıymetlere ve ilgili ülkedeki para birimine yatırım yapılmış sayılır. Dolayısıyla, yatırımlardan beklenen getiri, söz konusu ülkedeki menkul kıymet yatırımlarının getirisinden ve kullanılan yabancı paranın getirisinden oluşur. Döviz kurundaki bir değişimin, yatırımcının ana ülke parası cinsinden dış yatırımının getirisi üzerinde önemli etki yaratabilmektedir. Bu durumda yabancı piyasadaki getirinin yabancı para cinsinden beklenen yatırım getirisi ve döviz kurunda beklenen yüzde değişim olarak hesaplanmasını gerektirmektedir. Herhangi bir yabancı para cinsinden yapılan yatırımlar, toplam getiriyi ve riski etkilemektedir. Bazen, kısa zaman aralığında, yabancı paranın değerindeki değişimler, yapılan yatırımlardan elde edilecek sermaye kazancını geçebilmektedir. Fakat uzun vadede, döviz kurundaki dalgalanmalar, uluslararası çeşitlendirilmiş portföyün getirisinin önemli bir parçasını oluşturmamaktadır. Bir para biriminin değerindeki düşme, diğerinin artışıyla karşılanabilmektedir. Ayrıca, döviz kurlarının tahmin edilmesi de oldukça zordur. Yapılmış çalışmalara göre, döviz kurundaki değişmelerin riski, standart sapma ile ölçülmekte ve bu risk, hisse senedi piyasasında yapılan yatırımlarla yüklenilen riske göre daha düşük olmaktadır. Diğer taraftan, genellikle döviz kuru riski, tahvil yatırımlarıyla yüklenilen riske göre daha fazladır. Bu durumda, yatırımcı, kısa vadede döviz kurundaki değişmeler nedeniyle, tahvil fiyat değişmeleri sonucu kaybedeceği miktardan daha fazlasını kaybetme riskiyle karşı karşıyadır. Uluslararası portföy yatırımlarında döviz kuru riskinin yüksek olması, yatırımcıların uluslararası yatırımlardan vazgeçeceği anlamına gelmemektedir. Döviz kuru riskinden değişik yöntemlerle korunma sağlanmaktadır. Uluslararası yatırımlardan beklenen getiri aşağıdaki formülle hesaplanabilmektedir: r()= -1 Burada; r () = olarak getiri, P1 = Hisse senedi satım fiyatı (yabancı ülkedeki), D0 = Dönem içerisinde yabancı para cinsinden ödenen kar payı tutarı, P0 = Hisse senedi alım fiyatı (yabancı ülkedeki), E1= Dönem sonu döviz kuru E0= Başlangıçtaki döviz kuru ( /$ gibi) göstermektedir. 117 Örnek: Türk yatırımcısının ABD New York Borsası’nda işlem gören Kraft (KFT) firmasının 100 adet hisse senedini 30 $’dan satın aldığı varsayılsın. Hisse senedini satın aldığı gün döviz kuru 1,80 /$’dır. Yatırımcı, hisse senetlerini portföyünde tuttuğu dönemde 1 $ kar payı almıştır. Yatırımcı, hisse senetlerini 38 $’dan satmıştır. Dönem sonundaki döviz kuru ise 2,00 /$’dir. Bu verilere göre, yatırımcının cinsinden getirisi ne kadardır? Çözüm: r() = -1 r() = (1,3X1,11)-1=%44,44 Örnek: Türk yatırımcısının ABD New York Borsası’nda işlem gören Caterpillar (CAT) firmasının 100 adet hisse senedini 90 $’dan satın aldığı varsayılsın. Hisse senedini satın aldığı gün döviz kuru 2,00/$’dır. Yatırımcı, hisse senetlerini portföyünde tuttuğu dönemde 2 $ kar payı almıştır. Yatırımcı, hisse senetlerini 100 $’dan satmıştır. Dönem sonundaki döviz kuru ise 1,70/$’dir. Bu verilere göre, yatırımcının cinsinden getirisi ne kadardır? Çözüm: r()= -1 r()= (1,1333*0,85) -1=%-3,7 Bu örnekte görüldüğü gibi, yatırımcı hisse senedi satışından kar elde etmiş olmasına rağmen, yabancı paranın, yatırım döneminde yerli para karşısında değer yitirmesi sonucunda getiri negatif olabilmektedir. 118 Özet Modern Portföy Teorisi’nin geliştirilmesinde öncü olarak bilinen Harry Markowitz, 1952 yılında yayınladığı "portföy seçimi" başlıklı makalesinde, portföyde yer alan menkul kıymetlerin, belirli risk seviyelerinde mümkün olan maksimum getiri oranının nasıl sağlanabileceğini araştırmıştır. Portföy oluşturarak, yatırımcıların çeşitlendirme aracılığıyla en iyi risk getiri bileşimini oluşturmaları mümkündür. Bu aşamada kullanılabilecek yöntem, Markowitz tarafından ortaya atılan "ortalama varyans modeli"dir. Model, getirilerin ortalaması ve varyans-kovaryans matrisi biliniyorken, risk ile getiri arasında bir paylaştırma yapmaktadır. Ortalama varyans modeli yatırımcıya, yüksek getiriye karşılık yüksek risk veya düşük risk için düşük getiri sağlayacak ağırlıkları sağlamaktadır. portföy, aynı varyansa sahip tüm portföylerde beklenen en yüksek getiri olarak tanımlanabilir.Etkin sınır üzerindeki portföylerden birinin seçimi, yatırımcının fayda fonksiyonu tarafından belirlenmektedir. Başka bir deyişle, yatırımcının etkin sınır üzerinde hangi portföyü seçeceği, riske karşı davranışıyla belirlenir. Yatırımcıların riske karşı davranışları farksızlık eğrileri ile gösterilir. Farksızlık eğrilerinden her biri üzerinde, yatırımcı aynı faydayı elde eder. Buna göre, yatırımcı aynı eğri üzerinde yer alan iki portföy arasında tercih yapamaz, kayıtsızdır. Öte yandan, bir eğrinin sol üst tarafında yer alan farksızlık eğrisi daha yüksek bir fayda düzeyini temsil eder. Farksızlık eğrileri yardımıyla yatırımcıların katlandıkları riskler karşılığında, talep ettikleri getirileri görebilmek, başka bir ifadeyle, yatırımcıların hangi risk düzeyinde ne kadar getiri beklediklerini anlayabilmek mümkün olmaktadır. Aynı kayıtsızlık eğrisi üzerinde yer alan tüm portföyler yatırımcılarına eşit şekilde fayda sağlamaktadır. Ayrıca farksızlık eğrileri birbirlerini kesemezler. Markowitz’in ortalama varyans modeli, yatırımları çeşitlendirme fikrinin ilk matematiksel denklemidir. Model, menkul kıymetlerin kendilerine ait risklerinin yatırımcı için önemli olmadığını, önemli olanın menkul kıymetlerin tüm portföyün çeşitliliğine olan katkısı olduğunu savunmaktadır. Yatırımcılar, değişik ülke hisse senetlerine yatırım yaparak hisse senedi çeşitlendirmesinden sağlanan faydayı artırmaktadırlar. Uluslararası şekilde çeşitlendirilmiş bir portföy, tipik ulusal bir portföyden daha az risk taşımaktadır. Portföy yatırımlarındaki uluslararası çeşitlendirmeler yoluyla riskin azaltılması ve getirinin artırılması, ülkeler arasındaki ekonomi politikalarının, endüstrilerin gelişmişlik düzeylerinin, işletmelerin yapısının, enflasyon oranlarının ve piyasaların farklı olmasından kaynaklanmaktadır. Yatırım analizinde ortalama varyans modelinin kullanılmasında iki temel değişkeni, beklenen getiri ve varyans oluşturmaktadır. Beklenen getiri yatırımın karlılığını, varyans ise riskini ifade etmektedir. N sayıda riskli menkul kıymetin var olduğu bir ortamda, yatırımcı için sayısız portföy bileşimleri söz konusudur. Bu bileşimlerden oluşan kümeye yatırım fırsatları kümesi adı verilir. Ortalamavaryans ölçütüne göre, yatırımcı bu kümenin yalnızca üst sınırıyla ilgilenecektir. Bu üst sınıra, «etkin sınır» adı verilir. Teorik olarak, etkin sınır, çok sayıda portföyün, risk ve getiri uzayında işaretlenmesiyle elde edilir. Markowitz, portföy yöneticisinin amacını «etkin sınır üzerindeki noktaları belirlemek» olarak ifade etmiştir. Portföy çeşitlendirmesi ile riskin azaltılması, portföyde yer alan menkul kıymetlerin birbirleriyle ne kadar ilişkili olduğuna bağlıdır. Menkul kıymetler arasındaki korelasyon düştükçe bu menkul kıymetlerden oluşan çeşitlendirilmiş portföy de daha az riskli olmaktadır. Eğer menkul kıymet getirilerinin ülkeler arasındaki pozitif korelasyonları, bir ülke içindeki korelasyonlarından daha düşükse, risk azalmasından kaynaklanan kazançlar uluslararası sonucu olarak ortaya çeşitlendirmenin çıkmaktadır. Markowitz portföy varyansının büyük ölçüde portföyü oluşturan varlıkların birbirleri ile ilişkisinden kaynaklandığını ifade etmiştir. Buna göre aralarında negatif veya sıfır korelasyon sayısı içeren portföylerin varyansı, varlıkların tek tek ele alındığı durumdan daha düşük olmaktadır. Etkin bir portföy, riskli varlıklardan oluşan bir portföy olup, aynı beklenen getiriye sahip tüm portföylerde en düşük varyansa sahip olunması olarak tanımlanabilir. Başka bir ifadeyle, etkin bir 119 Kendimizi Sınayalım 1. Yatırımcıların portföy oluşturmasının amacı nedir? 5. Markowitz Modern Portföy Yaklaşımına göre aşağıdaki ifadelerden hangisi yanlıştır? a. Daha çok sayıda menkul kıymete sahip olmak a. Portföy oluştururken, hisse senetleri getirileri arasında negatif korelasyon olması arzu edilir. b. Yatırımların yönetiminde kolaylık b. Yatırımlar oransal olarak değişik endüstrilere yönlendirilmelidir. c. Daha az komisyon ödemek d. Riski düşürmek c. Aynı risk seviyesinde, daha yüksek getiri sağlayan hisse senetleri diğerlerine tercih edilir. e. Riski artırmak 2. Markowitz, değişik risk ve getiri düzeylerindeki etkin portföyleri birleştiren eğriyi ne olarak tanımlamıştır? d. Portföye dahil edilen hisse senetlerinin riski portföydeki tüm senetlerin risklerinin toplamının ortalamasıdır. a. Etkin sınır e. Yatırımcılar bilgilere ulaşmaktadırlar. b. Toplam risk eğrisi c. Sermaye pazar doğrusu olarak 6. Aşağıdakilerden hangisi portföy oluşturmada Markowitz ortalama-varyans modelinin hesaplanmasında kullanılmamaktadır? d. Başabaş eğrisi e. Sistematik risk eğrisi a. Ortalama getiri 3. Aşağıdakilerden hangisi modern portföy kuramının varsayımlarından biri değildir? a. Yatırımcının amacı maksimize etmektir. eş-zamanlı fayda b. Betaların hesaplanması c. Varyans-kovaryans matrisi fonksiyonunu d. Standart sapma b. Yatırımcılar, yatırım kararlarını, yalnızca beklenen getiri ve riske göre alırlar. e. Korelasyon katsayıları c. Sermaye piyasası etkin değildir. 7. “Yatırımcıya en çok faydayı sağlayan portföye ne ad verilmektedir? d. Yatırımcıların, risk ve getiri hakkındaki beklentileri homojendir. a. Optimal portföy b. Modern portföy e. Yatırımcılar özdeş zaman ufkuna sahiptirler. 4. c. Risksiz portföy Aşağıdaki ifadelerden hangisi yanlıştır? d. Geleneksel portföy a. Belli bir getiri düzeyinde, en düşük riske sahip varlıklar, etkin varlıklar olarak adlandırılır. b. Yatırımcıların riske karşı farksızlık eğrileri ile gösterilir. e. Standart portföy 8. Farklı ülkelerdeki sermaye piyasalarının getirileri arasındaki ilişki aşağıdakilerden hangisi ile belirlenebilir? davranışları a. Standart sapma c. Farksızlık eğrilerinin etkinlik sınırına teğet olduğu noktadaki portföy, optimal portföydür. b. Değişim katsayısı d. Aynı kayıtsızlık eğrisi üzerinde yer alan tüm portföyler yatırımcılarına eşit şekilde fayda sağlamaktadır. c. Korelasyon katsayısı d. Sermaye pazar doğrusu e. Beta katsayısı e. Farksızlık eğrileri birbirlerini dik keserler. 120 9. Aşağıdakilerden hangisi ülkelerin sermaye piyasaları arasındaki farkların kaynaklarından biri değildir? Kendimizi Sınayalım Yanıt Anahtarı a. Büyüme oranları 1. d Yanıtınız yanlış ise “Modern Portföy Yönetimi” konusunu yeniden gözden geçiriniz. b. Para ve maliye politikaları 2. a Yanıtınız yanlış ise “Etkinlik konusunu yeniden gözden geçiriniz. c. Liberalizasyon seviyeleri Sınırı” 3. c Yanıtınız yanlış ise “Modern Portföy Yönetimi” konusunu yeniden gözden geçiriniz. d. Politik istikrar e. Endeks değerleri 4. e Yanıtınız yanlış ise “Farksızlık Eğrileri ve Yatırımcı Tercihleri” konusunu yeniden gözden geçiriniz. 10. Uluslararası portföy çeşitlendirmesinde, ülkelerin endeks getirileri arasında nasıl bir ilişkinin olması tercih edilir? 5. d Yanıtınız yanlış ise “Modern Portföy Yönetimi” konusunu yeniden gözden geçiriniz. a. Yüksek standart sapma b. Düşük korelasyonlu 6. b Yanıtınız yanlış ise “Modern Portföy Yönetimi” konusunu yeniden gözden geçiriniz. c. Yüksek beta değerli 7. a Yanıtınız yanlış ise “Etkin Portföyler ve Optimal Portföy Seçimi” konusunu yeniden gözden geçiriniz. d. Düşük beta değerli e. Yüksek korelasyonlu 8. c Yanıtınız yanlış ise “Uluslararası Portföy Yatırımları” konusunu yeniden gözden geçiriniz. 9. e Yanıtınız yanlış ise “Uluslararası Portföy Yatırımları” konusunu yeniden gözden geçiriniz. 10. b Yanıtınız yanlış ise “Piyasalar Arasındaki Korelâsyon” konusunu yeniden gözden geçiriniz. 121 Sıra Sizde Yanıt Anahtarı Yararlanılan Kaynaklar Sıra Sizde 1 Aggarwal, Raj (1995). Investing in Emerging Markets: Challenge and Opportunities, Global Portfolio Diversification, Risk Management, Market Microstructure and Implementation Issues, London: Academic Press. Geleneksel portföy yaklaşımı, geniş ölçüde niteldir. Yatırımcılar basit çeşitlendirmeye gitseler, başka bir ifadeyle tesadüfi olarak çeşitli farklı finansal varlıklara yatırım yapsalar, bu varlıkların birbirlerini telafi edici yöndeki fiyat hareketleri nedeniyle risklerini azaltabileceklerdir. Akmut, Özdemir (1989). Sermaye Piyasası Analizleri ve Portföy Yönetimi, Ankara. Aksoy, Ahmet ve Cihan Tanrıöven (2007). Sermaye Piyasası Yatırım Araçları ve Analizi, 3. Baskı, Ankara: Gazi Kitabevi. Modern portföy teorisinde, ortalama varyans modeli, ilgili değişkenleri nicel hale getirmeye ve portföy bileşim sürecini standart bir optimizasyon çerçevesine koymaya çaba gösterir. Bu durum, her bir menkul kıymetin risk ve beklenen getirisinin hesaplanmasını gerektirir. Altaylıgil, Barış (2008). “Portföy Seçimi İçin Ortalama-Varyans-Çarpıklık Modeli”, İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesi Dergisi, Cilt: 37, Sayı: 2, s. 65-78. Sıra Sizde 2 Amling, Frederick (1988). Investments: An Introduction to Analysis and Management, New Jersey: Prentice-Hall, Inc. Farksızlık eğrilerinin etkinlik sınırına teğet olduğu noktadaki portföy, optimal portföydür. Optimal portföy, yatırımcıya en çok faydayı sağlayan portföydür. Aslan, Nurdan (1997). Uluslararası Özel Sermaye Akımları, 2. Baskı, İstanbul: Türkmen Kitabevi. Sıra Sizde 3 Uluslararası şekilde çeşitlendirilmiş bir portföy, tipik ulusal bir portföyden daha az risk taşımaktadır. Farklı ülkelerden portföye dâhil edilen menkul kıymetler, portföyün riskini artırmaksızın, beklenen getiriyi artırabilmektedir. Benzer şekilde, farklı ülkelerden portföye dahil edilen menkul kıymetler, beklenen getirinin düşmesine neden olmaksızın, portföyün riskinin düşmesini sağlayabilmektedir. Aydın, Nurhan, Mehmet Başar ve Metin Çoşkun (2006). Finansal Yönetim, Eskişehir: Aktüel Tanıtım & Ofset Hizmetleri. Aydoğan, Kürşat (1989). Portföy Teorisi, SPK Araştıma Raporu, Ankara. Bakırhan, Cafer (1989). Portföy Analizi, Geleneksel Yaklaşım - Modern Yaklaşım, Markowitz Ortalama Varyans Modelinin İMKB İçin Uygulama Denemesi, Ankara: SPK Araştırma Raporu, Yeterlilik Etüdü. Sıra Sizde 4 Genellikle, gelişmiş ülkelerin birbirleriyle arasındaki korelasyon katsayıları oldukça yüksektir. Gelişmiş ülke endekslerinin getirileri arasındaki korelasyon katsayılarının pozitif ve 1’e yakın değerlerde olması, bu ekonomilerin birbirlerine belirli ölçüde entegre olduklarını göstermektedir. Bu sonuç, uluslararası portföy yatırımcılarının çeşitlendirmeden bekledikleri faydayı sınırlamaktadır. Başoğlu, Ufuk (2000). “Finansal Serbestleşme ve Uluslararası Portföy Yatırımları”, Balıkesir Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 4, s. 88-99. Bekçioğlu, Selim (1985). “Markowitz Ortalama Varyans Modeli”, İ.Ü. İşletme Fakültesi Muhasebe Enstitüsü Dergisi, Yıl:1, Sayı: 39. Benninga, Simon (2008). Financial Modeling, Third Edition, Massachusetts: The MIT Press. Gelişmekte olan piyasalar uluslararası yatırımcıları, yüksek büyüme potansiyelleri ve düşük korelasyon katsayılarıyla etkilemektedir. Bu özellikler, genişleyen bir portföy içinde daha etkin hisse senedi çeşitlendirmesi yoluyla, küresel yatırımcılar için daha iyi bir risk-getiri dengesi sağlamaktadır. Bolak, Mehmet (1988). “Borsada Etkin Varlıklar ve Pazar Portföyünün Etkinliği”, Banka ve Ekonomik Yorumlar Dergisi, Yıl: 25, Sayı: 7. Bolak, Mehmet (2001). Sermaye Piyasası Menkul Kıymetler ve Portföy Analizi, 4. Baskı, İstanbul: Beta Basım Yayın. Bozkurt, Ünal (1988). Yatırımlarının Yönetimi, Bankası Eğitim Yayınları. 122 Menkul İstanbul: Değer İktisat Ceylan, Ali ve Turhan Korkmaz (1998). Borsada Uygulamalı Portföy Yönetimi, 3. Baskı, Bursa: Ekin Kitabevi. Karaşin, Gültekin (1986). Sermaye Piyasası Analizleri, Ankara: Sermaye Piyasası Kurulu Yayın No: 4. Demirtaş, Özgür ve Zülal Güngör (2004). “Portföy Yönetimi ve Portföy Seçimine Yönelik Uygulama”, Havacılık ve Uzay Teknolojileri Dergisi, Cilt: 1, Sayı: 4, s. 103-109. Korkmaz, Turhan ve Ali Ceylan (2010). Sermaye Piyasası ve Menkul Değer Analizi, 5. Baskı, Bursa: Ekin Kitabevi. Markowitz, Harry M. (2002). Portfolio Selection: Efficient Diversification of Investments, 2nd Edition, New York: John Wiley & Sons Inc. Eiteman, David K., Arthur I. Stonehill, and Michael H. Moffett (2009). Multinational Business Finance, 12th Edition, New York: Addison Wesley Publishing Co. Rubinstein, Mark (2002). “Markowitz’s “Portfolio Selection”: A Fifty-year Reprospective”, The Journal of Finance, Vol: 57, No: 3, p. 1041-1045 Elton, Edwin J., Martin J. Gruber, Stephen J. Brown, and William N. Goetzmann (2006). Modern Portfolio Theory and Investment Analysis, 7th Edition, New York: John Wiley & Sons. Seyidoğlu, Halil (2003). Uluslararası Finans, Geliştirilmiş 4. Baskı, İstanbul: Güzem Can Yayınları. Fabozzi, Frank J., Franco P. Modigliani, and Frank J. Jones (2009). Foundations of Financial Markets and Institutions, 4th Edition, New York: Prentice Hall College. Sharpe, William (1999). Portfolio Theory and Capital Markets, New York: McGraw-Hill. Fisher, Donald E. and Ronald E. Jordan (1995). Security Analysis and Portfolio Management, Sixth Edition, New Jersey: Prentice-Hall Inc. Solnik, Bruno (2003). Investments, 5th Edition, AddisonWesley Publishing Co. Hagin, Robert (1980). Modern Portfolio Theory, Homewood, IL: Dow Jones Irwin. Tezcanlı, Meral Varış (1994). Uluslararası Sermaye Hareketlerinde Portföy Yatırımları ve Türkiye, İstanbul: İMKB Araştırma Yayın No: 3. Harrington, Diana R. (1987). Modern Portfolio Theory and The Capital Asset Pricing Model and Arbitrage Pricing Theory, Second Edition, New Jersey: Prentice Hall, Inc. Ulucan, Aydın (2004). Portföy Optimizasyonu, Ankara: Siyasal Kitabevi. Jones, P. Charles, Donald L. Tuttle, and Cherill, P. Heaton (1977). Essentials of Modern Investments, New York: The Ronald Pres Co. Karan, Mehmet Baha (2010). Yatırım Analizi ve Portföy Yönetimi, 3. Baskı, Ankara: Gazi Kitabevi. 123 International New York: 5 Amaçlarımız Bu üniteyi tamamladıktan sonra; Endeks modelleri finansal varlıkların risk ve beklenen getirileri arasındaki ilişkileri açıklayabilecek, Finansal varlıkların risk ve beklenen getirileri arasındaki ilişkileri rasyonel bir şekilde analiz edebilecek, Risk ve getiri ilişkisinin analizi ile hem tekil olrak menkul kıymetlerin hem de portföy biçiminde bir arada yatırım yapılan menkul kymet portföylerinin beklenen getirileri ve değerleri hesaplayabilecek, Endeks modelleri açıklayabilecek bilgi ve becerilere sahip olabilirsiniz. Anahtar Kavramlar Endeks (Faktör) Modelleri Tekli Endeks (Faktör) Modeli Aşırı ve Düşük Değerlenmiş Menkul Kıymetler Çoklu Endeks (Faktör) Modeli Optimal Portföy Finansal Varlıkları Fiyatlama Modeli Özkaynak Maliyeti Arbitraj Fiyatlama Modeli Piyasa Risk Primi Fama-French Üç Factor Modeli Menkul Kıymet Piyasa Doğrusu Sermaye Piyasası Doğrusu İçindekiler Giriş Endeks Modelleri Finansal Varlıkların Fiyatlandırılması Modeli Menkul Kıymetlerde Fazla /Düşük Fiyatlandırma Sermaye Piyasası Doğrusu ve Piyasa Portföyünün Etkinliği Sermaye Piyasası Doğrusu ile Menkul Kıymet Piyasası Doğrusu Arasındaki Fark Arbitraj Fiyatlama Teorisi Fama-French’in Üç Faktör Modeli 124 Endeks (Faktör) Modelleri GİRİŞ Bireysel ve kurumsal yatırımcılar sermaye piyasasında çok sayıda yatırım alternatifi ile karşı karşıyadır. Yatırımcıların Markowitz’in geliştirdiği modele göre, “etkinlik sınırı” üzerindeki portföy bileşimini aradığı söylenebilir. Ayrıca, etkin sınırı üzerindeki portföylerin risk düzeylerinin aynı olmaması nedeniyle, yatırımcıların piyasadaki tutum ve davranışlarının ne olacağını saptamak zordur. Her hisse senedine ilişkin risk düzeyini ve piyasa dengede iken; risk ile getiri arasındaki ilişkileri anlamak için Finansal Varlıkları Fiyatlandırma Modeli (FVFM) ve Arbitraj Fiyatlama Teorisi (AFT) gibi modellere gereksinim vardır. FVFM’ye tekli endeks (faktör) modeli denilirken, AFT’ye çoklu endeks (faktör) modeli denir. FVFM, bir yatırımın beklenen getirisinin; “risksiz faiz oranı, yatırımın sistematik riski ve pazar portföyünün bir fonksiyonu” olduğunu ifade eden bir denklem olduğu söylenebilir. FVFM’de beklenen getirinin risksiz faiz oranından ne kadar büyük olcağını belirleyen temal faktör beta katsayısıdır. AFT’de ise faktör sayısı artmaktadır. Fama ve French’in üç fatör modelinde ise üç faktör belirleyicidir. Finans teorisinde varlık fiyatlarını veya getirilerini açıklamaya yönelik temel modeller olrak; Finansal Varlıklarının Fiyatlandırılması Modeli (Capital Asset Pricing Model), Arbitraj Fiyatlama Teorisi (Arbitrage Pricing Theory). Fama-Frech üç faktör modeli sayılabilir. ENDEKS (FAKTÖR) MODELLERİ Endeks modelleri, faktör modelleri olarak da bilinmektedir. Bireysel ve kurumsal yatırımcılar sermaye piyasasında çok sayıda yatırım alternatifi ile karşı karşıyadır. Yatırımcıların Markowitz’in geliştirdiği modele göre, “etkinlik sınırı” üzerindeki portföy bileşimini aradığı söylenebilir. Ayrıca, etkin sınırı üzerindeki portföylerin risk düzeylerinin aynı olmaması nedeniyle, yatırımcıların piyasadaki tutum ve davranışlarının ne olacağını saptamak zordur. Her hisse senedine ilişkin risk düzeyini ve piyasa dengede iken; risk ile getiri arasındaki ilişkileri anlamak için Finansal Varlıklarının Fiyatlandırılması Modeli (FVFM) ve Arbitraj Fiyatlama Modeli (AFT) gibi modellere gereksinim vardır. FVFM’ye tekli endeks (faktör) modeli denilirken, AFT’ye çoklu endeks (faktör) modeli denir. FVFM, bir yatırımın beklenen getirisinin; “risksiz faiz oranı, yatırımın sistematik riski ve pazar portföyünün bir fonksiyonu” olduğunu ifade eden bir denklem olduğu söylenebilir. FVFM, bir yatırımın beklenen getirisinin; “risksiz faiz oranı, yatırımın sistematik riski ve pazar portföyünün bir fonksiyonu” olduğunu ifade eden bir denklem olduğu söylenebilir. FVFM’de beklenen getirinin risksiz faiz oranından ne kadar büyük olcağını belirleyen temal faktör beta katsayısıdır. AFT’de ise faktör sayısı artmaktadır. Fama ve French’in üç fatör modelinde ise üç faktör belirleyicidir. Finans teorisinde varlık fiyatlarını veya getirilerini açıklamaya yönelik temel modeller olrak; Finansal Varlıklarının Fiyatlandırılması Modeli (Capital Asset Pricing Model), Arbitraj Fiyatlama Teorisi (Arbitrage Pricing Theory). Fama-Frech üç faktör modeli sayılabilir. Portföy çeşitlendirmesi (portföyün içerdiği hisse senedi çeşidinin artırılması) durumunda; portföydeki hisse senetleri arasında tam korelasyona yoksa portföyün toplam riskini azalır. Portföyün varyansı 125 öncelikli olarak hisse senetleri arasındaki kovaryansa ağlıdır. Portföyün varyansı (riski) portföydeki hisse senetlerine ait varyanslar toplamı değildir. Yatırımcıların, belirli bir risk seviyesinde iken beklenen getiriyi maksimize eden portföyleri ellerinde bulundurmaya çalışmaları gerekmektedir. Örneğin, A ve B menkul kıymetleri için ekonominin durgunluğa girmesi, normal seyrinde devam etmesi ve refah durumunda olması beklentilerine ilişkin olasılık oranları ile bu durumlardaki getiri oranlarının aşağıdaki tabloda gösterildiği şekilde olduğu varsayılmıştır. Tablo 5.1: Risk Faktörü Dikkate Alınmadan Beklenen Getiri Hesaplama Piyasa Koşulları Gerçekleşme Olasılığı Durgunluk Normal Refah 19% 57% 24% Beklenen Getiriler A Menkul Kıymeti B Menkul Kıymeti 4% -3% 15% 11% 20% 30% Bu durumda, risk faktörü dikkate alınmadığı takdirde beklenen getiri sadece ağırlıklı ortalamanın hesaplanmasından ibarettir. …..+ Risk dikkate alınmaksızın bir seçim yapılması durumunda beklenen getirisi daha yüksek olduğu için B menkul kıymetinin seçilmesi gerekirdi. Ancak, beklenen getirinin hangi risk düzeyinde elde edilebileceğinin de yatırım kararlarında dikkate alınması gerekir. Riskin düzeyini belirlemek amacıyla; varyans, standart sapma, beta gibi risk ölçütlerinin hesaplanması, riskin azaltılması için portföy çeşitlendirmesi, riskin veya menkul kıymetin fiyatlandırılması (değerinin belirlenmesi) için ise FVFM veya AFT gibi yöntemler kullanılmaktadır. FİNANSAL VARLIKLARI FİYATLANDIRMA MODELİ (FVFM) FVFM özellikle, özkaynak maliyetlerinin hesaplanması, sermaye varlıklarının aşırı veya düşük fiyatlandırılmış olup olmadığının anlaşılması ve optimal portföyün belirlenmesi gibi katkılardan dolayı çok başvurulan modellerden biridir. Bu katkılarından dolayı portföy yönetimi kapsamı dışında işletme finansmanı bakımından da yararlar sağlayabilmektedir. Örneğin sermaye maliyetinin belirlenmesi, şirket değerinin belirlenmesi, yatırım projelerinin finansal açıdan değerlenmesi, hisse senedinin değerlenmesi gibi birçok işletme finansmanı konusunda katkıları vardır. FVFM, risk ile beklenen getiri arasındaki ilişkiyi ortaya koyar. Risk, bir menkul kıymetin sistematik riski (beta) veya bir portföyün riski (standart sapma) olarak dikkate alınabilir. Riskin, standart sapma veya beta olarak kabul edilmesi halinde modelin sonuçları değişmekte ve daha geniş kullanım olanağı sunabilmektedir. Riskin, standart sapma veya beta olarak kabul edilmesi halinde risk ile getiri ilişkisini tanımlayan doğrunun ismi değişmektedir. Bu durum ileride tekrar ele alınarak daha ayrıntılı olarak incelenecektir. Modern portföy kuramının temellerini atan Markowitz’in 1952 yılında yayınlanan çalışmasından 10 yılı aşkın bir süre sonra birbirlerinden bağımsız olarak William Sharpe (1964), John Lintner (1965) ve Jan Mossin’in (1966) FVFM ile ilgili çalışmalar yapmışlardır. FVFM, sistematik risk ile beklenen getiri arasındaki ilişkiyi rekabetçi bir sermaye piyasası koşullarının varlığı varsayımı altında gösteren bir denge modeli olarak açıklanabilir. Sermaye piyasası yatırımcıları özelliklede portföy yatırımcısı şeklinde yatırım yapıyorlarsa optimum risk-getiri dağılımına karar vermek için çaba içinde olurlar. 126 FVFM, bu amaçla kullanılabilecek ve göreli olarak uygulama kolaylığı sağlayan bir model olduğu için tercih edilen bir modeldir. Modelin uygulama kolaylığı, riskin tek bir değişkenle ölçülmesine olanak sağlamasından kaynaklanmaktadır. Bu modelde bir varlıktan veya portföyden beklenen getiriler ile piyasa getirisi ilişkisi analiz edilebilmektedir. Model bir varlığın getirisinin, beta katsayısı ile ölçülen sistematik risk ile doğrusal ilişkiye sahip olduğunu göstermektedir. Beta katsayısı, bir hisse senedinin sağladığı getirinin hisse senedi piyasası endeksi getirisine duyarlılığını göstermektedir. Diğer bir ifade ile herhangi bir hisse senedinin betası o hisse senedinin getirisinin piyasanın ortalama getirisine göre (bu getiri endeksteki değişim olarak görülebilir) ne yönde ve ne oranda değiştiğini gösterir. FVFM kullanılarak; bir yatırımın belirli bir risk seviyesinde getirisinin ne olması gerektiği açıklanabileceği gibi halka arz edilecek hisse senetlerini alacak yatırımcıların bekleyecekleri getirinin tahmin edilmesinde de kullanılır. Bu özelliklerinden dolayı bir bireysel yatırım, bir portföy yatırımı, sermaye maliyetinin hesaplanması, proje değerlemesi gibi finans kuramının bir çok temel konusu ile ilişkili sonuçlar elde etmemize fırsat verir. FVFM’nin Başlıca Varsayımları 1. İşlem gideri, komisyon ve vergi gibi yükümlülükler bulunmamaktadır. 2. Açığa satış mümkün olup açığa satışı (short selling) engelleyecek bir düzenleme yoktur. 3. Bütün yatırımcılar, aynı zaman ufkunu (yatırım ve finansman vadeleri aynıdır) sürecini dikkate almaktadır. 4. Bütün yatırımcılar, risk ve beklenen getiri hakkında benzer (homojen) algılamalara sahip olduklarından benzer beklentilere sahiptirler. Bir başka ifade ile yatırımcılar arasında hangi risk düzeyinde ne kadar getiri bekledikleri konusunda bir fark yoktur. 5. Bütün yatırımcılar, riske duyarlıdır ve servet maksimizasyonu hedefine sahiptirler. Markowitz’in etkin portföy modelini kullanırlar. Yatırımcının etkin set üzerinde nerede yer alacağını; o yatırımcıya ait kayıtsızlık eğrisi; diğer bir ifade ile yatırımcının fayda fonksiyonu belirler. 6. Getiriler normal dağılım gösterirler. 7. Hisse senetleri ile ilgili bilgilere bütün yatırımcılar aynı anda ve maliyetsiz olarak ulaşabilirler. 8. Hiçbir yatırımcı tek başına fiyatı etkileyemez. 9. Risk ve beklenen getiri arasında sistematik bir ilişki vardır. 10. Tüm yatırımcılar risksiz faiz oranından sınırsız miktarda borç alıp, borç verebilirler. 11. Varlık miktarları sabittir. Yatırımcılar istedikleri varlıktan istedikleri tutarda alım ve satım yapabilirler bu nedenle de varlıkların tam bölünebilir özelliklere sahip olduğu varsayılır. Modelin çok sayıdaki varsayımı incelendiğinde günlük finansal yaşama aykırı durumların varsayılmakta olduğu görülecektir. Ancak modelin daha yalın bir analiz aracı olmasını sağlamak için aşırı sayılabilecek varsayımlarda bulunmak gerekmektedir. FVFM’nin Başlıca Kullanım Alanları 1. Porföy Optimizasyonunda a. Bir portföyün risk-getiri ilişkilerini analiz etmek için (Sermaye Piyasası Doğrusu ve standart sapma kullanılarak) i. Optimali portföyün oluşturulması için ii. Piyasa portföyüne yatırım yaparak “endeks fonu” şeklinde portföy oluşturmak için b. Bireysel menkul kıymetlerin risk-getiri ilişkilerini analiz etmek için (Sermaye Piyasası Doğrusu ve standart sapma kullanılarak) 127 1. Varlıkların Fiyatlarının Belirlenmesinde (Menkul Kıymet Pazar Doğrusu ve Beta kullanılarak) 2. Aşırı veya Düşük Değerlenmiş Varlıkların Belirlenmesinde (Menkul Kıymet Pazar Doğrusu ve Beta kullanılarak) 3. İşletme Finansmanı Kararlarında (Menkul Kıymet Pazar Doğrusu ve Beta kullanılarak) a. Betadan hareketle özkaynak maliyetlerini bulmasında olanağı vardır. b. Özkaynak maliyetinin hesaplanması ve buna bağlı olarak ürün veya hizmet fiyatlarının belirlenmesinde FVFM temel olarak şunu söyler: Bir hisse senedi yatırımının getirisi risksiz faiz oranını getirisinden risk primi kadar büyük olmalıdır. Risk primi o piyasadaki endeks getirisi ile riskiz faiz oranı arasındaki farkın beta ile çarpılması ile bulunur. Piyasa endeksin getirisini piyasa getirisi olarak kabul edebiliriz. Endeks getirisi belli bir dönem içinde endekste meydana gelen değişme ile ölçebiliriz. Beklenen Getiri = Risksiz Faiz Oranı + Risk Primi Beklenen Getiri = Risksiz Faiz Oranı + [BETA x (Piyasa Getirisi – Risksiz Faiz Oranı)] Yukarıda açıklanmaya çalışılan ilişkiyi FVFM aşağıdaki formül ile ifade etmektedir. [ E (ri ) = Rrf + β i E (rm ) − Rrf ] E(ri) = i.hisse senedinin beklenilen getirisini, Rrf = risksiz faiz oranını, E(rm) = Piyasa getirisini, Bi = i.hisse senedinin betasını göstermektedir. Formüle göre i hisse senedinin getirisi risksiz faiz oranına risk primimin eklenmesi ile bulunur. Risk primi piyasa getirisi ile risksiz faiz oranı arasındaki farkın aynı hisse senedinin (i.hisse senedi) betası ile çarpılarak bulunur. Piyasa risk primi, yatırımcıların portföyü tutmaları sırasında ekstra beklenti oluşturdukları ve portföyün riskini telafi edebilecek olan getiri beklentisidir. Örnek Risksiz faiz oranın %10, piyasa (borsa endeksinin) getirisinin %15 olduğu koşullarda betası 1,2 olan bir şirketin ortaklarının bekledikleri getiri oranı FVFM’ne göre şu şekilde hesaplanacaktır. [ E (ri ) = Rrf + β i E (rm ) − Rrf ] E (ri ) = %10 + 1,2 × [%15 − %10] E (ri ) = %10 + %6 = %16 Aynı koşullarda betası 1,6 olan bir hisse senedi yatırımcısının beklediği getiri oranı ise aşağıdaki gibi hesaplanacaktır: E (ri ) = %10 + 1,6 × [%15 − %10] = %18 Betası daha yüksek olan hisse senetlerine yatırım yapan yatırımcılar daha yüksek getiri beklentisinde olmaktadır. 128 Risksiz faiz oranın %7, piyasa (borsa endeksinin) getirisinin %12 olduğu koşullarda betası 1,7 olan bir şirketin ortaklarının bekledikleri getiri oranı FVFM’ne kaç olmalıdır? Beta bir sistematik risk ölçütüdür. i hisse senedinin getirilerinin piyasa getirileri ile olan korelasyonunun, i.hisse senedinin getirilerinin standart sapması ile çarpılmasıyla ulunan değerin; piyasa getirilerinin standart sapmasına bölünmesiyle bulunur. Betayı aşağıdaki formül yardımı ile hesaplayabiliriz: βi = ρ im σ i σm Formüllerdeki; ρim = i.inci yatırım (i hisse senedininin) getirisi ile piyasa getirisi arasındaki korelasyonu, i = i hisse senedininin çeşitlendirmeyle giderilemeyecek riskini, m = piyasa riskini söstermektedir Aşağıdaki formülde beta piyasa portföyü ve riskli varlığın getirileri arasındaki kovaryans değerinin piyasa portföyünün varyansına bölümü ile elde edilen bir değer olarak gösterilmektedir. Beta kavramı, piyasanın getirisi ile finansal varlığın getirisi arasındaki değişim ilişkisini ölçmek amacıyla kullanılır. Diğer bir ifade ile bir finansal varlığın getirisinin, piyasadaki değişimlere karşı duyarlılığını göstermektedir. Risksiz varlıkların betası sıfırdır çünkü risksiz varlıkların piyasa portföyü ile olan kovaryansı sıfırdır. Piyasa portföyünün betası her zaman 1’e eşittir. Çünkü piyasa portföyünün kendisiyle kovaryansı, varyansına eşittir. Beta katsayısı 1‘den küçük olan hisse senetleri düşük riskli, 1’den büyük olan hisse senetleri ise yüksek riskli varlıklar olarak tanımlanmaktadır. Beta, pazar portföyünün ve risksiz faiz oranının tanımlamasına bağlı olarak farklı değerler alabilmektedir. Menkul değer ve portföy analizlerinde kullanılan FVFM’de piyasa portföyünün piyasada işlem gören tüm riskli varlıkları içermesi gerekmektedir. Ancak, uygulamada genellikle ilgili borsanın endeksi örneğin İMKB bileşik endeksi veya İMKB-100 endeksi kullanılmaktadır. Birçok hisse senedinin β değeri genellikle 0,5 ile 1,5 arasında değişmektedir. Beta, borsanın geçmişteki verileri kullanarak hesaplanmakta ancak gelecekteki beklentilerin tahmin edilmesinde kullanılmaktadır. Bir menkul kıymetin getiri oranları ile piyasa portföyünün getiri oranları arasındaki tarihi ilişkinin gelecekte de aynı kalacağını varsaymak bazı hatalara neden olabilir. Bununla birlikte, geçmişteki ilişkilere benzer değişikliklerin gelecekte de devam edebileceğini saymak nerdeyse bütün tahmin yöntemleri için esas alınan bir yaklaşımdır. FVFM tek bir hisse senedi ile ilgili analizlerde kullanılabileceği gibi hisse senedi içeren portföylerin de analizinde kullanılabilir. FMFM temel olarak risk ve getiri arasındaki ilişkiyi ortaya koyar. Bir diğer ifadeyle bir varlığın (bu varlık hisse senedi olabileceği gibi bir portföy de olabilir) riskine göre sağlaması gereken getirinin ne olması gerektiğini gösterir. Risk ve getiri arasındaki ilişkinin aşağıda yer alan grafikte olduğu gibi gerçekleşeceği kabul edilmektedir. 129 Şekil 5.1: Menkul Kıymet Piyasa Doğrusu Yukarıdaki şekilde menkul kıymet piyasa doğrusunun beklenen getiriyi gösteren dikey ekseni kestiği nokta risksiz faiz oranına eşittir. Beta’nın (riskin) sıfır olduğu noktada beklenilen getiri ne ise risksiz faiz oranı o’dur. Menkul kıymetin betası (riski) yükseldikçe o menkul kıymet yatırımcısının beklediği getiri oranı artmaktadır. Menkul kıymet piyasa doğrusunun (MKPD) daha somut bir analizini yapmak amacıyla aşağıdaki şekil yardımı ile değerlendirmelerimize devam edebiliriz. Şekil 5.2: Menkul Kıymetlerin Menkul Kıymet Piyasa Doğrusu Üzerinde Dizilimi 130 Şekildeki, A, hazine (devlet) tahviline yatırım yapan yatırımcının getirisini, B, ratingi yüksek bir şirket tahviline (B tahvili) yatırım yapan yatırımcının getirisini, C, ratingi B tahvilinden düşük bir şirket tahviline yatırım yapan yatırımcının getirisini, E Betası 1’den düşük olan riski düşük hisse senetlerinin getirisini, E Piyasa (borsa) endeksinin veya Betası 1 olan menkul kıymetlerin getirisini, F Betası 1’den büyük olan hisse senetlerinin getirisini temsil etmektedir. Şekil esas olarak menkul kıymetlerin riski arttıkça beklenen getirilerinin de artacağını göstermektedir. Betası 1 olan menkul kıymetlerin piyasa endeksi ile aynı yönde ve aynı oranda değişim gösterdiklerini söyleyebiliriz. Bu durum aşağıdaki şekilde ayrıca gösterilmiştir. Şekil 5.3: Beta Katsayısı ve Menkul Kıymet Piyasa Doğrusu Yukarıdaki şekil beta’ları farklı menkul kıymetlerin betasına göre ne kadar getiri sağlaması gerektiğini göstermektedir. Genellikle Betası 1’den büyük olan menkul kıymetlerin betası arttıkça riskinin yükseldiği veya riskli menkul kıymet olduğu kabul edilir. Betası 1’den düşük olan menkul kıymetlerin daha az riskli menkul kıymet olduğu kabul edilir. Menkul kıymetlerin beta katsayılarının 1’den büyük veya küçük olmasının anlamı nedir? Riskli bir menkul kıymetin beklenen getirisini belirlerken dikkate aldığımız piyasa risk primi aşağıdaki şekil yardımı ile gösterilmeye çalışılmıştır. 131 Şekil 5.4: Piyasa Primi ve Menkul Kıymet Piyasa Doğrusu MENKUL KIYMETLERDE FAZLA/DÜŞÜK FİYATLANDIRMA FVFM’de hisse senetlerinin veya menkul kıymetlerin aşırı fiyatlandırılması veya düşük fiyatlandırılması sözkonusu değildir. Bütün menkul kıymetler doğru fiyatlandırılmıştır. Menkul kıymetler doğru fiyatlandırıldığı için riskleri (betaları) ile uyumlu olarak beklenen getirileri olacaktır. Bir menkul kıymetin riskine göre beklenen getirisinin ne olacağını menkul kıymet piyasa doğrusu ifade ettiğinden bütün menkul kıymetler menkul kıymet piyasa doğrusu üzerinde yer almalıdırlar. Şekil 5.5: Aşırı ve Düşük Fiyatlama-Menkul Kıymet Piyasa Doğrusu 132 FVFM her ne kadar, menkul kıymetlerin MKPD üzerinde yer almları gerektiğini belirtiyor olsa da piyasa pratiğinde bu beklentiye uygun olmayan durumlar ile karşılaşılabilmektedir. Bu durumda, bir menkul kıymetin FVFM’ye göre olması gereken yer ile gerçek durumu karşılaştırılarak aşırı veya düşük fiyatlandırma olup olmadığına karar verilmektedir. Bir menkul kıymet, menkul kıymet piyasa doğrusunun üst tarafında bir konumda yer alıyorsa, bu menkul kıymetin aşırı veya düşük değerlenmiş olması ile ilgili olarak ne söylenebilir? MKPD’nin üst tarafında yer alan menkul kıymetler düşük fiyatlandırılmıştır. Çünkü MKPD’nin üst tarafında yer alan menkul kıymetlerin beklenen getirileri FVFM’ne göre olması gereken düzeyden daha yüksektir. Beklenen getirisi daha yüksek olduğu için ilgili menkul kıymetin değeri olması gereken değerinden daha düşük olacaktır. Menkul değerin beklene getirisi yükseldikçe, değeri düşecektir. Çünkü menkul kıymetin gelecekte sağlayacağı tahmin edilen nakit akışları daha büyük bir iskonto oranıyla (beklenen getiri) iskonto edilecektir. MKPD’nin alt tarafında yer alan menkul kıymetler aşırı fiyatlandırılmıştır. Çünkü MKPD’nin alt tarafında yer alan menkul kıymetlerin beklenen getirileri FVFM’ne göre olması gereken düzeyden daha düşüktür. Beklenen getirisi daha düşük olduğu için ilgili menkul kıymetin değeri olması gereken değerinden daha yüksek olacaktır. Menkul değerin beklene getirisi düştükçe, değeri artacaktır. Çünkü menkul kıymetin gelecekte sağlayacağı tahmin edilen nakit akışları daha küçük bir iskonto oranıyla (beklenen getiri) iskonto edilecektir. Eğer piyasa dengede değilse, α değerinin pozitif olduğu durumda beklenen getiri miktarı denge getiri miktarının üzerinde olacaktır, α negatif ise bu durumun tersi olacaktır. Α pozitif ise alım yapılmalı, negatif ise de satım yapılmalıdır ancak bu normal olmayan durumun sonsuza kadar sürmeyeceği de dikkate alınmalıdır. SERMAYE PİYASASI DOĞRUSU VE PİYASA PORTFÖYÜNÜN ETKİNLİĞİ Sermaye piyasası doğrusu, menkul kıymet piyasa doğrusuna benzer. Ancak portföyün riski ile o riske göre beklenen getirilerinin ne olduğunu ortaya koyar. Aşağıdaki şekilde gösterildiği gibidir: Şekil 5.6: Sermaye Piyasası Doğrusu 133 Sermaye varlıklarının fiyatlandırılması modelinin kanıtlanabilmesi için dengedeki piyasa portföyünün etkin bir portföy olması gerekliliği vardır. FVFM yöntemi de pazar portföyünün etkin bir portföy olduğu varsayımına dayanır ve piyasa portföyünün etkinliği ile anlatılmak istenen, çeşitli yatırım alternatiflerinin minimum varyansa sahip olduğudur. FVFM yönteminde yatırımcıların riskten kaçındıkları ve homojen beklenti içinde oldukları varsayılmaktadır. Bu varsayımlar, tüm yatırımcıların minimum varyansa sahip olan aynı yatırım seçeneklerini kabullenmelerini gerektirmektedir. Başka bir ifadeyle piyasada risksiz varlık olmasa bile, yatırımcılar kendi bireysel risk toleranslarını göz ardı ederek en etkin portföyü seçmek durumunda kalırlar. Şekil 5.7: Sermaye Piyasası Doğrusu ve Portföyün Etkinliği Bu nedenle teoride, tüm yatırımcılar homojen beklentilere sahip olduğunda piyasa portföyü etkin olmalıdır. Homojen beklentiler olmaksızın piyasa portföyü, olması gerektiği gibi etkin değildir. Bu sebeple piyasa portföyünün etkinliği ve sermaye varlıklarını fiyatlama modeli birbirinden ayrılamaz, birleşik hipotezlerdir.Yukarıdaki şekilde M piyasa portföyü ise, en iyi portföy için yatırımcının M noktasını seçmesi gerekir. Şekil 5.8: Sermaye Piyasası Doğrusu ve Portföyün Etkinliği 134 Sermaye piyasası doğrusu ile menkul kıymet piyasa doğrusu arasındaki temel farklar nelerdir? SERMAYE PİYASASI DOĞRUSU İLE MENKUL KIYMET PİYASASI DOĞRUSU ARASINDAKİ FARK Sermaye piyasası doğrusu (CML) ile menkul kıymet piyasası doğrusu (SML) her ikisi de risk ile beklenen getiri E (Ri) arasındaki ilişkiyi gösterir. Bu iki doğrunun farkı ise, CML’de risk σ ile ölçülürken, SML’de β ile ölçülmektedir. Sermaye piyasası doğrusu (CML) yalnızca yatırımcıların etkin şekilde çeşitlendirilmiş ve tekil risk içermeyen nihai birleştirilmiş portföylerine uygulanabilmektedir. CAPM’e göre, yatırımcılar CML üzerinde yer alan portföylere sahiptir ve CML etkin portföyler için risk ve getiri arasındaki ilişkiyi göstermektedir. Diğer taraftan, menkul kıymet piyasası doğrusu (SML) ise herhangi bir hisse senedi, varlık veya portföye uygulanabilmektedir ve belirli bir hisse senedi için risk ve getiri arasındaki ilişkiyi göstermektedir. CAPM’e göre, her menkul kıymet SML üzerinde yer almaktadır. Tüm varlıklar ve portföyler SML üzerinde yer almakta iken, yalnızca piyasa portföyü ve risksiz varlıkların birleşiminden oluşan etkin portföyler CML üzerinde yer almaktadır. Roll’ün Eleştirisi Richard Roll (1977), FVFM’iy test etmeye yönelik olarak uygulanmış tüm testlerin geçersiz olduğunu belirterek finans literatüründe ilgili yıllarda geniş yankı uyandırmıştır. Piyasa portföyü gerçekte tüm varlıkları içermesi gerektiği için gözlenmesi ve denetlenmesi mümkün değildir. Bu nedenle araştırmacılar, FVFM’yi test etmek için piyasa portföyüne ilişkin bir örnek seçilmesi gerektiğini ileri sürerler. Roll’un söz konusu örneklem hatasının, FVFM’nin test edilmesinin önünde oldukça ciddi ve temel bir engel olarak durduğunun altını çizen çalışmasının o zamana kadar yapılan çalışmaların tamamının geçersiz olduğu yönünde eleştiride bulunması nedeniyle, bu husus finans literatüründe Roll’un eleştirisi olarak geçmektedir. Roll’e göre ancak pazar portföyünün etkin olması durumunda FVFM ile ilgili testler geçerlilik kazanabilecektir. Ne tahmini verilere dayanarak ne de gerçekleşen verilere dayanarak gerçek anlamda etkin bir pazar portföyünün oluşturulmasının mümkün olmadığını savunan Roll, bu nedenle FVFM’nin tam anlamıyla test edilmesinin mümkün olmayacağını vurgulamıştır. Roll bu durumun bir ölçme hatası olmadığını, bunun ötesinde bir örneklem hatası olduğunu belirtmiş ve gerçek beta değerlerini hesaplamanın imkansız olduğunu belirtmiştir (Copeland ve diğerleri, 2005: 174-176).Roll’ün eleştirisi CAPM’in geçersiz bir model olduğuna yönelik değildir. FVFM testlerinin dikkatli yorumlanması gerektiğine yöneliktir. ARBİTRAJ FİYATLAMA TEORİSİ Finansal varlıkların getirileri ile riskleri arasındaki ilişkinin ortaya konulabilmesi için riski gösteren faktörünün belirlenmesi ve ölçülmesi gerekir. Finansal Varlıkları Fiyatlama Modeli, yatırımcıların portföy seçenekleri arasında optimal olanı seçerken, her portföyün risk ve getirilerini gözönünde bulundurdukları, belirli bir risk düzeyinde en yüksek beklenen getirili portföyü tercih ettikleri, bütün yatırımcıların yatırım süresinin aynı olduğu ve yine bilgilere bütün yatırımcıların rahatlıkla ulaşabildiği gibi varsayımları esas alır. FVFM’nin uygulanmasındaki zorluklar ve varsayımlarına yönelik eleştiriler yeni model arayışlarını artırmıştır. FVFM’nin beklenen getirileri yeterince açıklayamaması nedeniyle, daha fazla sayıda açıklayıcı faktör içeren çoklu faktör fiyatlama modelleri oluşturulmaya çalışılmıştır. Ross tarafından 1970’lerde geliştirilen ve ilk kez 1976 yılında yayınlanan Arbitraj Fiyatlama Teorisi alternatif modeller içinde en bilinenidir. Arbitraj Fiyatlama Teorisi FVFM’ne göre hem daha az sınırlayıcı varsayım taşımaktadır. 135 Arbitraj Fiyatlama Modeli Faktörleri AFT’de, menkul kıymet getirisinin sektördeki ve piyasadaki faktörler tarafından oluşturulduğu ve getiri ile risk arasında pozitif ilişkinin varlığı kabul edilir. Bu faktörler GSMH, enflasyon, para arzı, faiz gibi değişkenlerdir. Sermaye piyasalarında iki tür temel risk vardır: Pazarın genel riskini içeren sistematik risk, diğeri ise sistematik olmayan risk. Poertföydeki menkul kıymet sayısı arttıkça sistematik olmayan risk azalacak, ancak sistematik risk aynı kalacaktır. Menkul kıymetin yatırımcısının getiri beklentisi, risksiz faiz oranı ile değişken faktörlere göre menkul kıymetin taşıdığı risklerin toplamı olarak ifade edilmektedir. Arbitraj Fiyatlama Teorisi’nin temelinde, finansal varlıkların uzun vadeli ortalama getirilerini etkileyen önemli sistematik faktörlerin tanınması yer alır. AFM, tek tek hisse senetleri ve tahvillerin günlük fiyat değişmelerini etkileyen sayısız faktörleri önemsiz saymamakta, ancak büyük portföylerdeki varlıkların toplamını etkileyen önemli faktörlere daha çok yer vermektedir Arbitraj Fiyatlama Modeli’nin FVFM’den farkı, FVFM finansal varlık getirisini tamamen pazar portföyünün getirisi ile ilişkilendirirken, Arbitraj Fiyatlama Teorisinin öngörüleri pazar portföyü ile ilişkili olmak zorunda değildir. Arbitraj Fiyatlama Teorisi finansal varlık fiyatlarını etkileyen faktörlerin varlıkları dışında bu faktörlerle ilgili hiçbir varsayımda bulunmaz. AFT doğrusal bir modele dayanmakta olup, bir yatırımın getirisinin birden çok faktöre dayandığını varsaymaktadır. FVFM’de bir doğrusal model olmasına rağmen, bir varlığın getirisini, Pazar portföyünün getirisi ile açıklamaya çalışmaktadır. FVFM’den daha genel bir model olan ve daha az varsayıma dayanan Arbitraj Fiyatlama Teorisi arbitraj davranışları, risksiz getiri elde etme istekleri gibi, pazarları dengeye doğru yönelttiklerini öne sürmektedir. AFM hangi faktörlerin bir finansal varlığın fiyatını etkileyebileceğini açıklamamakla birlikte, araştırmalar AFM kapsamında dört temel faktörün finansal varlık fiyatlarını açıklamada anlamlı ve önemli olduğunu ortaya koymuştur. Bu faktörler; • Enflasyonda önceden öngörülmeyen değişiklikler, • Endüstriyel üretimde önceden öngörülmeyen değişiklikler, • Risk primlerinde (düşük ve yüksek riskli tahviller arasındaki getiri farkı) önceden • Öngörülmeyen değişiklikler ve • Faiz oranları vade yapısında (kısa ve uzun vadeli faiz oranlarının görece büyüklüklerinde) önceden öngörülmeyen değişikliklerdir. Arbitraj Fiyatlama Modeli Varsayımları FVFM, yatırımcıların yatırım tercihlerini finansal varlıkların getirilerine ve risklerine bakarak yaptıklarını varsayarken, AFT bu faktörlerin yatırım kararı verilmesinde daha az önemli olduğunu, seçim kararını etkileyen esas faktörün fayda fonksiyonu olması gerektiğini öne sürer. AFT’nin 3 temel varsayımı aşağıda sıralanmıştır: • Sermaye piyasası tam rekabet halindedir. • Yatırımcılar her zaman belirsizlik koşulları altında daha fazla getiriyi, daha az getiriye tercih ederler. • Finansal varlıkların beklenen getirilerinin nasıl gerçekleştiğini ortaya koyan süreç faktör modeli ile gösterilebilir. AFM tekli indeks veya çoklu indeks modellerini kullanarak, beklenen getirilerin gerçekleşebileceğini ifade ederken, AFM’nin esas katkısı çoklu indeks modelinin hangi koşullarda dengeye geleceğini göstermesidir. Çok faktörlü bir AFT modeli aşağıdaki şekilde gösterilebilir: 136 E (ri ) = rrf + β1 F1 + β 2 F2 + ... + β n Fn + sistematik risk Eğer yeterince iyi çeşitlendirilmiş bir portföyle sistematik olmayan risk elimine edilirse model aşağıdaki şekilde gösterilebilir: E (ri ) = rrf + β1 F1 + β 2 F2 + ... + β n Fn n = faktör sayısını E(Ri) = finansal varlığının beklenen getirisini, Rf = risksiz faiz oranı, β = varlığının ilgili faktöre olan duyarlılığını göstermektedir. Modeldeki faktörler, beklenen getiri ve risksiz faiz oranı türünden ifade edilebilir. Bu durumda ise model aşağıdaki gibi gösterilebilir: [ ] [ ] [ E (ri ) = rrf + β 1 E (r1 ) − rrf + β 2 E (r2 ) − rrf + ... + β n E (rn ) − rrf ] AFM temel olarak sermaye piyasalarında arbitraj koşulunun olmamasına dayanır. Eğer herhangi bir şekilde aynı finansal varlık farklı fiyatlardan işlem görüyorsa, arbitrajcıların devreye gireceğini ve fiyatın düşük olduğu yerden alıp pahalı olan yerde satarak fiyatı dengeleyeceği varsayılır. Özetle AFT tek fiyat yasasına dayanır ve tüm varlıklar için denge ilişkisini tanımlarken faktörlerin varlıkları ve içerikleri hakkında açıklama yapmamaktadır. Tek Faktörlü Arbitraj Fiyatlama Modeli Bu modelde varlık getirilerindeki değişikliğin iki kaynağı bulunmaktadır. Temel olanı makroekonomik faktörler diğeri ise şirkete özgü mikroekonomik faktördür. Tek faktörlü AFM’ne göre mevcut makroekonomik şartlarda herhangi bir değişiklik olmadığını dolayısıyla temel faktörün “0” olduğunu farz eder. Aşağıdaki şekilde tek faktörlü bir AFM’nin nasıl çalıştığı gösterilmektedir. Şekil 5.9: Tek Faktörlü AFT ve Piyasa Dengesinin Kurulması 137 Burada A ve B aynı faktör riskine sahip iki ayrı finansal varlıktır. Bu durumda arbitrajcıların devreye gireceği ve düşük beklenen getirili B varlığını satarak A varlığını alacakları kabul edilmektedir. Arbitraj amaçlı alım satımların devam etmesi durumunda A varlığının fiyatı düşecek ve B varlığının fiyatı yükselecektir. Sonuçta, riskleri aynı olan A ile B finansal varlıklarının fiyatları eşitleninceye kadar alım satım süreci devam edecektir. İki Faktörlü Arbitraj Fiyatlama Modeli İki faktörlü arbitraj modeli aşağıdaki gibi olacaktır: E (ri ) = Rrf + β1 F1 + β 2 F2 E(ri) : Finansal varlığın beklenen getiri oranını, Rrf : Risksiz faiz oranını, F1 : Birinci risk faktörünü, F2 : İkinci risk faktörünü, β1 : Birinci risk faktörüne duyarlılığı, β2 : İkinci risk faktörüne duyarlılığı göstermektedir. Çok Faktörlü Arbitraj Fiyatlama Modeli Finansal varlıkların fiyatlarını etkileyen çok çeşitli risk faktörleri vardır. Bu risk faktörlerinin, finansal varlık getirileri üzerindeki etkileri zamana ve koşullara bağlı olarak değişebilir. Çok Faktörlü Arbitraj Fiyatlama Modelinin içerdiği risk faktörleri değişebilmektedir. Aşağıdaki formülde gösterilen faktörlerin, (F1, F2, F3,…,Fn) çeşidi, sayısı ve beklenen getiriyi etkileme güçleri zaman içinde değişebilir. Aşağıda Çok Faktörlü Arbitraj Fiyatlama Modelinin gösterimi yer almaktadır: E (ri ) = rrf + β1 F1 + β 2 F2 + ... + β n Fn Çok Faktörlü Arbitraj Fiyatlama Modelinin içerdiği faktör çeşidi, sayısı değiştirlerek farklı uygulamaları geliştirilebilir. Arbitraj Fiyatlama Modelinin Oluşturulması Herhangi bir finansal varlığın getirisi, sistematik kısım ve tesadüfi kısım olmak üzere iki parçadan oluşur. Arbitraj Fiyatlama Modeli, getirinin sistematik kısmını açıklamaya çalışmaktadır. Sistematik risk faktörleri çeşitlendirmeyle değiştirilemeyen riskler olduklarından Modelde yalnızca sistematik risk faktörleri kullanılmaktadır. Sistematik olmayan riskler ise, finansal varlıkların ait oldukları şirketlerin kendine özgü risklerden kaynaklandığı için iyi bir çeşitlendirme ile giderilebilirler. Bu gerekçeyle Arbitraj Fiyatlama Modeli’nde değerlendirme sistematik olmayan riskler modele dahil edilmezler. Arbitraj Fiyatlama Modeli şu üç aşamada uygulanır: • Faktörlerin belirlenmesi, • Finansal varlıkların faktörlere duyarlılıklarının tespit edilmesi, • Risk faktörünün hesaplanmasıdır. Modelde kullanılacak faktörleri uygulamacı kendisi belirler. Bu nedenle modelde kullanılacak faktörlerin hangi faktörler olacağı öncelikle belirlenmelidir. Uygulamacı, beklenen getiriyi etkileyecek faktörleri ne kadar doğru seçer ise modelin açıklama gücü o kadar yükselir. Faktörlerin belirlenmesinde genel olarak üç yol izlenebilir. Birinci yol, GSMH’daki değişim, enflasyondaki değişim, hazine bonosu faizlerindeki değişim veya petrol fiyatlarındaki değişim gibi makroekonomik verilerin risk faktörü olarak kullanılmasıdır. 138 İkinci yol, varlık getirilerinin kovaryansının bulunması ya da faktörlerin kovaryans matriksinden çıkarılması gibi faktör analizine dayalı istatistiki yöntemlerin kullanılacağı yoldur. Üçüncü yol ise, çeşitli faktörlerin çeşitli portföyler içinde kullanılması sonucu ortaya çıkan sonucun değerlendirilmesi ve uygun faktörlerin ayıklanması (data mining)dır. İkinci aşamada, her bir varlığın her bir risk faktörüne karşı duyarlılığı (β) belirlenir. Birinci aşamada modelde kullanılmasına karar verilen faktörlerin, geçmişte finansal varlık getirileri üzerindeki etkisi test edilerek finansal varlığın her bir risk faktörüne karşı duyarlılığı tespit edilir. Üçüncü aşamada ise her bir risk faktörünün değerinin ikinci aşamada belirlenen duyarlılıkla birlikte ele alınmasıyla fiyatlama modelinin sonucu hesaplanır. Arbitraj Fiyatlama Modelinin uygulamasını kaç aşamada ele alabiliriz? Açıklayınız. Arbitraj Fiyatlama Modelinin Üstünlükleri ve Eleştiriler Arbitraj Fiyatlama Modeli’de FVFM’ne benzer bazı varsayımlardan yola çıkarak oluşturulmuş bir modeldir. Arbitraj Fiyatlama Modeli’de FVFM’ne göre şu açılardan daha yararlı olduğu ileri sürülmektedir: • AFM’nin varsayımlarının FVFM’ne göre daha az kısıtlayıcı, daha gerçekçi ve daha az varsayıma dayalıdır. • AFM’de FVFM gibi çok değişkenli getirilerin normal dağılımı varsayımını gerekli değildir. • Yatırımcılar; beklenen getiri, varyans veya standart sapmaya bakarak portföy kurmaya gerek duymamaktadır. • AFM daha genel bir modeldir. • AFM’de tek dönem yerine çok dönemli model geliştirilebilir. • AFM’nin deneysel teste daha uygundur. • FVFM gibi gerçek piyasa koşullarında uygulanması olanaksız olan risksiz faiz oranı üzerinden hem borç alma hem de borç verme varsayımını gerektirmemektedir. FAMA VE FRENCH’İN ÜÇ FAKTÖR MODELİ Fama ve French tarafından NYSE, NASDAQ ve AMEX borsa endeksleri üzerinde yapılan testlerde ise betanın getiriler üzerinde etkisinin çok güçlü olmadığı sonucu ortaya çıkmıştır. Ancak NASDAQ endeksi çalışmadan çıkarılıp dönem uzatıldığında betanın hala önemli olduğu ve getirilerle pozitif korelasyona sahip olduğu görülmüştür. Fama ve French, (1992) beklenen getirilerle ilişkili önceki araştırmaya göre ilave değişkenleri incelemek için analizlerini genişletmişlerdir. Ölçeğe göre fiyat/kazanç oranını, defter değerinin pazar değerine oranı ve finansal kaldıraç etkisini incelemişlerdir. Bu değişkenlerin tümünün beklenen getirilerle ilişkili olduğu bulunmasına rağmen, ölçek ve defter değeri/pazar değerinin egemen olduğunu bulmuşlardır. Özet olarak, Fama ve French'in sonuçları sadece, CAPM’in ana ilkesinin (beklenen getiri ve beta arasındaki pozitif ilişkisi) veriler tarafından desteklendiğini, ayrıca diğer değişkenlerin beklenen getirilerin daha kuvvetli öngörüleri olduklarını göstermiştir. 139 Üç Faktörlü Modelde hisse senedi beklenen getirileri; 1. Piyasanın risksiz faiz oranı üzerindeki fazla getirisine, 2. Piyasa kapitalizasyonu küçük hisselerden oluşan portföyün getirisi ile büyük hisselerden oluşan portföyün getirisi arasındaki farka (SMB), 3. PD/DD oranı yüksek hisselerden oluşan portföyün getirisi ile düşük hisselerden oluşan portföyün getirisi arasındaki farka (HML) ilişkin duyarlılıklardan etkilenmektedir. [ ] E (ri ) − Rrf = β im E (rm ) − Rrf + β is [E ( SMB )] + β ih [E ( HML)] E (Ri)-Rf: İncelenen finansal varlığın (veya portföyün) risksiz faiz oranını aşan beklenen getirisini, E(Rm)-Rf: Piyasa portföyünün veya finansal varlığın risksiz faiz oranını aşan beklenen getirisini, SMB: Küçük ve büyük piyasa değerine sahip hisselerin getirileri arasındaki farkı, HML: Yüksek ve düşük PD/DD oranına sahip hisselerin getirileri arasındaki farkı, βim: Portföyün fazla getirilerinin, piyasanın fazla getirilerine karşı duyarlılığını, βis: Portföyün fazla getirilerinin, SMB getirilerine karşı duyarlılığını, βih: Portföyün fazla getirilerinin, HML getirilerine karşı duyarlılığını göstermektedir. 140 Özet FVFM, beklenen getiriyi risksiz faiz oranına risk prşiminin eklenmesiyle bulunacağı ileri sürer. Risk priminin de piyasa getrisi ile risksiz faiz oranı arasındaki farkın beta ile çarpılması ile elde edileceğini belirtir. Finansal varlıkların fiyatlarının saptanabilmesi için beklenen getirilerinin ne olduğunun hesaplanmasına gereksinim duyulur. Finansal varlıkların beklenilen getirilerinin hesaplanması için geliştirilmiş yaklaşımlardan yararlanarak başka bazı finansal uygulamalar yapmak da mümkündür. Bu uygulamalara örnek olarak optimal portföyün belirlenmesi sermaye maliyetinin hesaplanması gibi uygulamaları gösterebiliriz. FVFM, risk ölçütü olarak betayı esas aldığında modelin grafiği menkul kıymet piyasa doğrusunu, portföyün standart sapmasını esas aldığında ise sermaye piayasası doğrusunu gösterir. AFT ise getirileri açıklamak için çeşitlendirilmeyle giderilemeyen faktörlere dayalı olarak açıklamaya çalışır. Bu faktörler modeli kuranın beklentileriyle uyumlu olarak enflasyon oranı, gayrisafi yurt içi hasıla vb. makro ekonomik değişkenler olabilir. Dolayısyla tek bir AFT modelinden bahsetmek olanaksızdır. Finansal varlıkların beklenen getirilerini ve fiyatlarını bulmak için geliştirilen yöntemler getirileri açıklamak için farklı faktörleri dikkate alırlar. Beklenen getirler üzerinde etkili olan bu faktörlerden birini veya bir kaçını modelde barındırma durumuna göre modelleri gruplandırmak mümkündür. Fama ve French’in üç faktör modelinde ise beklene getirileri açıklamak için üç faktör kullanılır. Bu faktörler, piyasanın risksiz faiz oranı üzerindeki fazla getirisi, piyasa kapitalizasyonu (değeri) küçük hisselerden oluşan portföyün getirisi ile büyük hisselerden oluşan portföyün getirisi arasındaki fark ile piyasa değeri/defter değeri oranı yüksek hisse senetlerinden oluşan portföyün getirisi ile düşük hisselerden oluşan portföyün getirisi arasındaki fark olarak belirtilebilir. Finansal varlıkların fiyatlarının (getirilerinin) hesaplanmasınada kullanılan modellere faktör (endeks) modelleri de denilmektedir. Bu modellerin başlıcaları, finansal varlıkları fiyatlama modeli (FVFM=CAPM), arbitraj fiyatlama modeli (AFM=APT) ile Fama ve French’in üç faktör modeli olarak sayılabilir. 141 Kendimizi Sınayalım 1. Aşağıdakilerden hangisi menkul kıymet piyasa doğrusu (MKPD) için daha doğru ifadedir? 5. Arbitraj fiyatlama teorisine aşağıdakilerden hangisi doğrudur? a. Aynı risk düzeyindeki menkul kıymetlerin beklenen getir oranları aynı olmalıdır. a. MKPD, beklenen getiriyi beta katsayısı ile ilişkilendirmektedir. b. Aynı risk düzeyindeki menkul kıymetlerin beklenen getir oranları aynıdır. b. MKPD, beklenen getiriyi portföyün standart sapması ile ilişkilendirmektedir. c. Farklı risk düzeyindeki menkul kıymetlerin getirileri risklerinden bağımsızdır. c. MKPD, hisse senedinin fiyatının getirisine oranını göstermektedir. d. Sistematik olmayan riskler, çeşitlendirmeyle azaltılamaz. d. MKPD, optimal portföyün seçilmesi için gereklidir. e. İşletmeye özgü azaltılamaz. e. MKPD, menkul kıymetin riskini ölçmekte kullanılır. riskler çeşitlendirmeyle 6. Aşırı değerlenmiş bir menkul kıymet için aşağıdakilerden hangisi söylenebilir? 2. Bir hisse senedinin beta katsayısı artarsa o hisse senedi yatırımcılarının…..Cümlesindeki boşluğa aşağıdakilerden hangisi yazılırsa daha uygun olur? a. Fiyatı olması gereken fiyattan düşüktür. b. Fiyatı, ortalamanın altındadır. a. Bekledikleri getiri oranı değişmez. b. Bekledikleri getiri oranı artar. c. Bekledikleri getiri oranı azalır. c. Menkul kıymet tarafında yer alır. pazar d. Menkul kıymet üzerinde yer alır. pazar doğrusunuın doğrusunuın alt tam e. Sermaye piyasası doğrusunun üst rafaında yer alır. d. Bekledikleri getiri oranı betadaki artışın yarısı kadar artar. 7. Risksiz faiz oranı yükselirse aşağıdakilerden hangisi olmaz? e. Bekledikleri getiri oranı betadaki artışın yarısı kadar azalır. a. Beklenen betiri oranları yükselir. 3. Risksiz faiz oranı %6, piyasa getirisi %9 ise betası bir olan bir hisse senedinin yatırımcılarının bekledikleri getiri oranı % kaç olur? b. Risk artar. c. Yatırımcıların getirileri risksiz faiz oranındaki artışa eşit olarak artar. a. %9 d. Varlık fiyatları düşer. b. %6 e. Finansal varlık fiyatları yükselir. c. %3 8. Fama ve French’in üç fatör modeli için aşağıdakilerden hangisi doğrudur? d. %12 e. %15 a. Finansal varlıkları (FVFM) benzer. 4. Aşağıdakilerden hangisi portföyün getirisi ile riski arasındaki ilişkiyi analiz etmek için kullanılır? fiyatlama b. Şirket büyüklüklerinin üzerinde bir etkisi yoktur. modeline beklenen getiri c. Risksiz faiz oranının beklenen getiri üzerinde bir etkisi yoktur a. Menkul kıymet piyasası doğrusu. b. Sermaye piyasası doğrusu. d. Fama ve French’in üç fatör modeli arbitraj fiaytlama modeline, finansal varlıkları fiyatlama modelinden daha çok benzer. c. Yatırmcıların fayda fonksiyonları. d. Bütçe olanakları doğrusu. e. Bir şirketin piyasa değeri/defter değeri oranı o şirketin ortaklarının bekledikleri getiriyi etkiler. e. Kayıtsızlık doğruları. 142 göre 9. Aşağıdakilerden hangisi arbitraj fiyatlama teorsini üç temel varsayımından biridir? Kendimizi Sınayalım Yanıt Anahtarı a. Finansal varlıkların beklenen getirilerinin nasıl gerçekleştiğini ortaya koyan süreç faktör modeli ile gösterilebilir. 1. a Yanıtınız yanlış ise “Menkul Kıymet Piyasa Doğrusu” konusunu yeniden gözden geçiriniz. 2. b Yanıtınız yanlış ise “Beta konusunu yeniden gözden geçiriniz. b. Sermaye piyasası tam rekebetçi değildir. c. Yatıımcılar daha eğilimindedir. fazla risk üstlenme Katsayısı” 3. a Yanıtınız yanlış ise “Finansal Varlıkları Fiyatlama Modeli” konusunu yeniden gözden geçiriniz. d. Bireysel portföy yönetenler, kurumsal portföy yönetenlerden daha geniş bir yatırım ufkuna sahiptir 4. b Yanıtınız yanlış ise “Sermaye Piyasası Doğrusu” konusunu yeniden gözden geçiriniz. e. Piyasada hiçbir koşulda arbitraj olanağı olamaz. 5.a Yanıtınız yanlış ise “Arbitraj Fiyatlama Teorisi” konusunu yeniden gözden geçiriniz. 10. Aşağıdakilerden hangisi Arbitraj Fiyatlama Modelinin (AFM), finansal varlıkları fiyatlama modelinden (FVFM) daha yararlı olduğu savını desteklemez? 6. c Yanıtınız yanlış ise “Menkul Kıymet Piyasa Doğrusu ile Aşırı-Düşük Fiyatlama İlişkisi” konusunu yeniden gözden geçiriniz. 7. e Yanıtınız yanlış ise “Faktör Modelleri” konusunu yeniden gözden geçiriniz. a. AFM’de FVFM gibi çok değişkenli getirilerin normal dağılımı varsayımını gerekli değildir. 8. e Yanıtınız yanlış ise “Fama ve French’in Üç Fatör Modeli” konusunu yeniden gözden geçiriniz. b. AFM daha genel bir modeldir. c. AFM’de tek dönem yerine çok dönemli model geliştirilebilir. 9. a Yanıtınız yanlış ise “Arbitraj Fiyatlama Teorisinin Varsayımları” konusunu yeniden gözden geçiriniz. d. AFM’de risksiz faiz oranı üzerinden hem borç alma hem de borç verme varsayımı vardır. 10. d Yanıtınız yanlış ise “Arbitraj Fiyatlama Modelinin Üstünlükleri ve Eleştiriler” konusunu yeniden gözden geçiriniz. e. AFM deneysel teste daha uygundur. 143 Sıra Sizde Yanıt Anahtarı Sıra Sizde 1 Sıra Sizde 5 FVFM’ye göre bir finansal varlığın beklenen getirisi; risksiz faiz oranına, piyasa getirisi ile risksiz faiz oranı arasındaki farkın o varlığın beta katsayısı ile çarpımından bulunan değerin eklenmesiyle hesaplanır. Bu durumda, beklenen getiri %7+1,7×(%12-%7) şeklinde hesaplanarak %15,5 elde edilir. Arbitraj Fiyatlama Modeli şu üç aşamada uygulanır: Faktörlerin belirlenmesi aşaması, finansal varlıkların faktörlere duyarlılıklarının tespit edilmesi aşaması ve risk faktörünün hesaplanması aşaması. Modelde kullanılacak faktörleri uygulamacı kendisi belirler. Bu nedenle modelde kullanılacak faktörlerin hangi faktörler olacağı öncelikle belirlenmelidir. Uygulamacı, beklenen getiriyi etkileyecek faktörleri ne kadar doğru seçer ise modelin açıklama gücü o kadar yükselir. Sıra Sizde 2 Beta katsayısı, bir menkul kıymetin getirisinin piyasa getirisine göre ne oranda ve ne yönde değişim gösterdiğini ölçmek için hesaplanır. Beta katsayısı yükseldikçe, ilgili finansal varlığın piyasadaki değişmelere göre daha yüksek değişimler gösterir. Dolayısıyla daha riskli hale gelir. Beta katsayısının 1 olması, ilgili finansal varlığın piyasa (endeks) ile aynı oranda ve aynı yönde değiştiğini gösterir. Beta 1’den büyük bir değer aldıkça ilgili varlığın riski artar, beta sıfıra yaklaştıkça ilgili varlığın riski düşer. Beta sıfırdan düşük (negatif) değerler de alabilir. Varlığın betasının negatif olması, ilgili varlığın piyasadaki değişimlerin tersine bir davranış gösterdiği anlamına gelir. Yararlanılan Kaynaklar Bolak, Mehmet (2001). Sermaye Piyasası Menkul Kıymetler ve Portföy Analizi, 4. Baskı, İstanbul: Beta Basım Yayın. Ceylan, Ali ve Turhan Korkmaz (1998). Borsada Uygulamalı Portföy Yönetimi, 3. Baskı, Bursa: Ekin Kitabevi. Gitman, Lawrence J., Micheal D. Joehnk, and Scott J. Smart (2010). Fundamentals of Investing, 11 Edition, New York: Prentice Hall. Sıra Sizde 3 Bir menkul kıymet, menkul kıymet piyasa doğrusunun üst tarafında bir konumda yer alıyorsa, bu menkul kıymetin beklenen getirisi riskine göre olması gerekenden daha fazladır. Diğer bir ifade ile ilgili finansal varlığın yatırımcıları varlık değerini hesapladıklarında daha büyük beklenen getiriyi (iskonto oranını) esas aldıklarından ilgili varlığın değeri olması gerekenden daha düşük hesaplanacaktır. Dolayısıyla ilgili finansal varlık düşük bir değerle fiyatlandırılmış olacaktır. Bir menkul kıymet, menkul kıymet piyasa doğrusunun üst tarafında bir konumda yer düşük değerlenmiştir. Karan, Mehmet Baha, (2010). Yatırım Analizi ve Portföy Yönetimi, 3. Baskı, Ankara: Gazi Kitabevi. Sayılgan, Güven, (2010). İşletme Finansmanı, 5. Bası, Ankara: Turhan Kitabevi. Temizkaya, Ünsal Bekir, (2006). Finansal Varlıkları Fiyatlama Modeli ve İMKB Uygulaması, İstanbul: Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi. Sıra Sizde 4 Sermaye piyasası doğrusu bir portföyün riski ile getirisi arasındaki ilişkiyi ortaya koyarken, menkul kıymet piyasa doğrusu bir finansal varlığın (menkul kıymetin) riski ile getirisi arasındaki ilişkiyi ortaya koyar. Sermaye piyasası doğrusu belirlenirken risk ölçütü olarak portföyün standart sapması, menkul kıymet piyasa doğrusu belirlenirken risk ölçütü olarak ilgili varlığın beta katsayısı dikkate alınır. 144 6 Amaçlarımız Bu üniteyi tamamladıktan sonra; Küresel ve yerel ekonominin, sektörün, firmanın analizininin yatırım kararları üzerindeki etkisini açıklayabilecek, Finansal analiz işlemlerini yapabilmek ve finansal tablo kalemleri arasındaki ilişkileri açıklayabilecek, Teknik analiz yönteminde kullanılan teknikleri tanımlayabilecek, Teknik ve Temel Analiz arasındaki ilişkiyi ve farklılıkları açıklayabilecek, Etkin piyasalar hipotezinin temel ve teknik analize bakış açısını açıklayabilecek bilgi ve becerilere sahip olabilirsiniz. Anahtar Kavramlar Temel Analiz Teknik Analiz Ekonomi Analizi Trend Sektör Analizi Destek-Direnç Firma Analizi Formasyonlar Finansal Analiz Etkin Piyasalar Hipotezi Firma Değeri Rassal Yürüyüş Teorisi İçindekiler Giriş Yatırım Kararlarında Temel ve Teknik Analizin Önemi Temel Analiz Teknik Analiz Temel ve Teknik Analiz Arasındaki Farklar Rassal Yürüyüş Teorisi ve Etkin Piyasalar Hipotezi 146 Portföy Oluşturmada Temel ve Teknik Analizin Kullanılması GİRİŞ Portföy içeriklerinin oluşturulması aşamasında veya portföy seçimi sürecinde “hangi finansal varlığa, hangi oranda ve ne zaman yatırım yapılmalıdır?” gibi önemli sorulara temel ve teknik analiz yardımıyla cevap aranır. Buna göre temel ve teknik analiz yöntemlerinin, portföye dâhil edilen her bir yatırım aracının fiyatını tahmin etmede kullanıldığı ifade edilebilir. Temel analizde, uluslararası ve yerel makro ekonomik koşullar, yatırım yapılması planlanan endüstrinin kendine özgü yapısı ve işletmelerin finansal tabloları gibi önemli değişkenler analiz edilerek fiyat tespiti yapılması amaçlanır. Ayrıca temel analiz ile portföye alınacak varlıkların gelecekteki finansal performansları da tahmin edilmeye çalışılır. Teknik analiz ise portföye alınacak varlıkların gelecekte göstereceği finansal performanstan çok, geçmiş fiyat hareketleriyle ilgilenir. Buna bağlı olarak teknik analiz de, geçmiş fiyat ve hacim bilgilerinin geleceğe yönelik fiyat hareketleri hakkında iyi bir gösterge olabileceğine inanılır. YATIRIM KARARLARINDA TEMEL VE TEKNİK ANALİZİN ÖNEMİ Günümüz piyasa koşullarında firmaların rekabetçi ortamda sağlıklı bir şekilde ayakta kalabilmesi ve beklenen büyümeyi gerçekleştirebilmeleri için dünya ekonomisi ve içinde bulundukları ülke ekonomilerini doğru bir şekilde analiz edebilmeleri büyük önem arz etmektedir. Hatta aynı piyasa koşullarında rekabet ettikleri diğer şirketlerin ve faaliyet gösterdikleri sektörün durumunu incelemeden, kendi durumları hakkında detaylı ve doğru bir yorum yapabilmeleri mümkün değildir. Bu bağlamda, temel analiz gerek yöneticilere gerekse yatırımcılara, şirketin etkin bir biçimde yönetilmesi ve doğru kararlar almaları açısından ışık tutacaktır. Diğer taraftan, sermaye pazarında yatırım yapmak isteyen kişi ve kuruluşlar, eğer sermaye piyasalarına yatırım yapma kararı aldıysa, hangi sektöre ve finansal varlıklara yatırım yapacağını düşünürken, bir bütün olarak ekonomiyi, o ekonomiyi oluşturan sektörleri ve yatırım yapmayı düşündüğü finansal varlığı ihraç eden firmaları çok detaylı bir şekilde incelemek ve tanımak zorundadırlar. Diğer bir ifadeyle, kişi ve kuruluşlar yatırım yaptıkları pazarı iyi tanımak ve takip etmek ihtiyacı içerisinde bulunmaktadırlar. Bu nedenle, bireysel ve kurumsal tüm yatırımcılar, genel ekonomi ile yatırım yaptıkları sektör ve kuruluşlarla ilgili olarak tüm ekonomik ve finansal bilgileri doğru bir şekilde analiz etmek isterler. Zira, yatırımları piyasada meydana gelebilecek olumlu ve olumsuz değişikliklerden dolayı bire bir ya da dolaylı olarak etkilenecektir. Yatırımcılar açısından, yatırım yapılan finansal varlığın gelecekteki fiyatının önceden tahmin edilmesi yatırımın kazanç ve kaybının büyüklüğü bakımından son derece önemlidir. Her türlü politik, ekonomik ve özel gelişmeler ile bu gelişmelerin olası sonuçlarının piyasalar üzerinde yaratacağı etkileri araştırırken bir takım yöntemlerden yararlanılır. Yatırımcıların yatırım yaptıkları finansal varlıkların gelecekteki durumunu ve yatırımlarının değerlerini tahmin edebilmek için kullandıkları yöntemlerden başlıca ikisi “temel analiz” ve “teknik analiz”dir. Yatırım yapılan genel ekonomiye, sektöre ve finansal varlıklara ilişkin her türlü bilginin sistematik biçimde değerlendirilmesi ve bu doğrultuda çeşitli tahminlerde bulunulması işlemine temel analiz 147 denilmektedir. Teknik analizde ise, geçmiş fiyat hareketlerinden yararlanılarak geleceğe ilişkin tahminlerde bulunulmaktadır. Teknik analiz geçmiş finansal bilgilerin yardımıyla, fiyat oluşumlarını inceleyerek gelecek için fiyatın yönünü tahmin etmeye çalışmaktadır. Aktif portföy yönetimi amacıyla yapılan bu iki analiz birbirinin almaşığı olmayıp tamamlayıcı özellik göstermektedir. Teknik ve temel analiz yaklaşımlarının her ikisi de aynı sorunu çözmeye; fiyatların gidecekleri muhtemel yönü belirlemeye çalışır. Her iki yaklaşım da soruna değişik açıdan yaklaşır. Temel analizci, piyasa hareketinin nedenlerini incelerken, teknik analizci, piyasa hareketinin sonuçlarını inceler. Dolayısıyla, temel analiz hangi finansal varlığa yatırım yapılacağı kararının verilmesinde kullanılırken, teknik analiz bu yatırımın ne zaman yapılacağı ve finansal varlığın ne zaman satılacağı hakkında yatırımcılara bilgi sunacaktır. TEMEL ANALİZ Yatırımcılar açısından en önemli husus yatırım yapacakları finansal varlıkların gerçek değerlerinin ne olduğunu bilmeleridir. Zira yatırımcılar, gerçek değerlerinin üzerinde işlem gören finansal varlıkları aldıklarında zarar edecekler, gerçek değerlerinin altında işlem gören finansal varlıkları aldıklarında ise kar edeceklerdir. O halde, finansal varlığı ihraç etmiş olan firmanın gelecekteki nakit yaratma potansiyeli ile pazar riskleri ve firmaya ait risklerin bir özeti olan iskonto oranının tahmin edilmesine gereksinim duyulmaktadır. Gerçek değer ise finansal varlıktan beklenen dönemsel net nakit girişlerinin, pazar riskleri ve firmaya özgü risklere göre belirlenen iskonto oranı ile bugüne indirgenmiş değerlerinin toplamına eşit olacaktır. Finansal varlığı ihraç etmiş olan firmanın performansını etkileyen ekonomik, sektörel ve ortaklıkla ilgili unsurları dikkate alarak, finansal varlığın gerçek değerini bulmaya ve bulunan gerçek değeri piyasa fiyatı ile karşılaştırarak alım-satım kararını vermeye yarayan analiz yöntemi "temel analiz" olarak adlandırılır. Temel analiz firmaların geçmiş kazançlarının ve finansal tablolarının inceleme ve analizi ile başlar. Bu arada firma düzeyindeki bu mikro analizler her türlü makro ekonomik analizlerle desteklenerek, firmanın içinde bulunduğu sektörün bir bütün halinde gelecekteki durumu ile firmanın sektördeki durumu incelenir. Buna ilave olarak firmanın yönetim kalitesi, gelecekteki kazanç ve temettüleri, beklenen faiz oranları ve firmanın risk değerlendirilmesi birlikte yapılarak, bir finansal varlıktan elde edilecek tüm gelirlerin bugünkü değeri çerçevesinde değeri belirlenir. Eğer hesaplanan bu değer piyasa fiyatından büyükse, finansal varlığın satın alınması önerilir. Temel analizin amacı, piyasanın tümü tarafından henüz bilinmeyen firma performanslarını belirlemeye çalışarak, diğer yatırımcıların tahminlerinden daha iyi tahminler yapmak ve daha iyi olan firmaları belirlemektir. Temel analizin ön çalışmasında küresel şartların analizi yer alır. Sonra yatırım yapılacak ülke tespit edilir. Söz konusu yatırım yapılacak ülkenin sırasıyla makroekonomik analizi, endüstri ve firma analizleri yapılır. Analiz “yukarıdan aşağıya”, bazı durumlarda firmadan başlayarak “aşağıdan yukarıya” yapılabilir. Ancak, bu durum firmanın özel durumunun çok önemli olduğu zamanlarda ve çok nadir durumlarda yapılabilir. Bir ülkede ekonomik şartların çok iyi olarak analiz edildiği bir dönemde, bazı endüstri veya endüstriler ve bazı firmalarda durgunluk veya küçülme gözlenebilir. Ekonominin durgunluk yaşadığı dönemlerde bazı endüstriler ve firmalar ekonomik faaliyetlerini artırabilirler. Bu duruma; alacakların tahsilini üstlenen firmaların, durgunluk dönemlerinde iş hacimlerini artırmaları örneği verilebilir. Sektörler içerisindeki firmaların bir kısmı sektör ortalamasının üzerinde, bazıları sektör ortalamasında, bazıları ise sektör ortalamasının altında performans gösterebilirler. Bu durum, firmaların faaliyetleri ve etkinlikleri hakkında yatırımcılara bilgi verir. Genel ve Yerel Ekonominin Analizi Temel analiz, çok kapsamlı bir çalışmayı gerektirir. Doğru yatırım tercihi yapabilmek için, küresel, ekonomik, politik ve sosyal şartların incelenmesi gerekir. Daha sonra da yerel ekonominin analizi 148 yapılmalıdır. Günümüzde herhangi bir ülkede yaşanan ekonomik, politik veya sosyal sorunlar başta komşu ülkeleri ve en çok dış ticarette bulunduğu ülkeleri etkilemekle birlikte diğer ülkeleri de doğrudan veya dolaylı olarak etkilemektedir. Bu süreç özellikle 1994 yılında Meksika’da yaşanan ekonomik kriz de belirgin şekilde finans literatüründe yerini almıştır. Küresel Şartların Analizi Dünyada 1980 sonrası yaşanan bir dizi gelişme ülkeleri ve işletmeleri küresel bir ortamda faaliyet göstermeye zorlamıştır. Uluslararası işletmelerin etkinliğinin artması, işletmelerin sadece iç pazarlara değil, tüm dünyaya üretim yapması, farklı ülkelerdeki işletmelerin birleşmesi, satın almalar, ulaştırma ve iletişim imkânlarının hızlı gelişmesi, teknolojik gelişmeler dünyayı her geçen gün biraz daha küçültmektedir. Dolayısıyla, bu gelişmelerden yatırımcılar da etkilenmekte ve yatırımcılar yatırım kararlarını verirken, dünyada yaşanan gelişmeleri takip etmek zorunda kalmaktadırlar. Temel analiz açısından, küresel ekonominin analizi karmaşık bir uğraşıyı gerekli kılmaktadır. Herhangi bir ülkeyi etkileyen ekonomik göstergeler dizisi çeşitlilik gösterir. Ayrıca, sosyal, siyasi ve ekonomik faktörler de karmaşık ve değişkendir. Her şey çok çabuk değişebilir ve bu değişimlerin nihai yatırımlar ve alınacak kararlar üzerinde etkisi bulunmaktadır. Değişik ülkelerde ve bölgelerde ekonomik performanslar farklılıklar göstermektedir. Örneğin, 1980’li yılların ortalarından, 1990’lı yılların ortalarına kadar, Uzak Doğu Asya ülkelerindeki ekonomik performans, diğer bölgelere göre çok daha iyi seviyede olmuştur. Ayrıca, politik risk, ülkeler ve bölgeler arasında farklılık gösterebilmektedir. Örneğin, Orta Doğu Bölgesi, politik risklerin çok yüksek olduğu bir bölgedir. İran’da yaşanan rejim değişikliği, 1991 ve 2003 yıllarındaki Körfez Savaşları, İsrail-Filistin sorunu, Arap-İsrail anlaşmazlıkları ve bu bölgede bulunan birçok ülkenin yönetim şekline yönelik eleştiriler, politik içerikli sorunlar olarak sayılabilir. Bu tür sorunlar, ekonomik performansı etkilemektedir. Orta Doğu Bölgesi’nde olduğu gibi, bazı bölgeler stratejik önem taşıyan enerji rezervlerine sahiptir. Petrol fiyatlarındaki veya uluslararası geçerli para birimlerindeki artış veya azalışlar, bu ülkelerdeki ekonomik dengeleri etkilemektedir. Benzer gelişmeler, Avrupa Birliği (AB) genişleme sürecinde de görülmektedir. AB’ye üye olacak aday ülkelere direkt yabancı yatırımların akışı, bu ülkelerdeki ekonomik faaliyetleri ve performansları artırıcı etki yapmakta ve yabancı portföy yatırımlarının bu ülkelere girişi gözlemlenmektedir. Bu tür gelişmeler, sadece ekonomik olmamakta, aynı zamanda sosyal gelişmelere, liberalleşmeye ve entegrasyona katkı sağlamaktadır. Küresel gelişme ile yerel firmalar, halka açılmakta ve gelişmiş yabancı ülkelerin sermaye piyasalarından fon sağlamaktadırlar. Örneğin, Türkcell firması, hisse senetlerinin bir kısmını New York Borsası’na kote ettirerek fon sağlama yoluna gitmiştir. Hazine Müsteşarlığı, Avrupa ve Uzak Doğu piyasalarında tahvil satarak borçlanma yoluna gidebilmektedir. Ayrıca, Türk yatırımcılar, yabancı ülke ve şirketlerin ihraç ettikleri menkul kıymetleri aracı kurumlar aracılığıyla satın alabilmekte ve portföylerinde uluslararası çeşitlendirme yapabilmektedir. Küresel gelişmeler ve yatırımlar, döviz kuru riskinin analizini zorunlu kılmaktadır. Döviz kurlarındaki artışlar, şirketlerin karlarını ve aynı zamanda ihraç ettikleri finansal varlıkların getirilerini de etkilemektedir. AB ülkelerinin büyük bir kısmının 1999 yılından bu yana Euro para birimini kullanması, Euro ile ABD doları arasındaki döviz oranı değişimini gündeme getirmiştir. 1990’lı yılların başında Batı ve Doğu Almanya’nın birleşmesi ve Doğu Almanya’nın paralarını bire bir oranında Batı Almanya para birimi olan Deutche Marka dönüştürmesi, para arzının artışına neden olmuş ve Almanya’da enflasyon oranının arttığı gözlenmiştir. Teknolojik alanda gelişmeler, haberleşme, bilgi edinme ve transferlerde kolaylık sağlamıştır. Doğu bloğunun çöküşü, liberalleşme, bölgesel birleşme ve entegrasyonlar küreselleşmeyi hızlandırmıştır. Dünya Ticaret Örgütü’nün kararlılığı, dünya ticaret hacminin artmasına neden olmuş, liberalleşmeyi desteklemiştir. Bunun sonucunda piyasalar birbirlerine yaklaşmış, uluslararası standartlara doğru 149 girişimler hız kazanmış ve ülkeler arasında rekabet artmıştır. Anlayış ve uygulamalarda değişimler yaşanmış ve piyasalar daha şeffaf hale gelmeye başlamıştır. Bütün bu gelişmeler, sosyal yaşam ve anlayışlar üzerinde de etkili olmaya başlamıştır. Gelişmekte olan ülkelerin borçlarını ödeyememe riskinin ortaya çıktığı 1980’li yılların başında risk, göreceli olarak sınırlı kalmış ve diğer ülkeleri uzun süreli olarak etkilememiştir. Meksika ve Türkiye’de 1994 yılında yaşanan finansal kriz, sadece bu ülkelerle ve bunlarla büyük ticari ortaklık kuran ülkelerde kısa süreli bir etki göstermiştir. Ancak, 1997 yılında Tayland’da başlayan Asya Krizi’nin etkisi daha yaygın ve daha uzun olmuştur. Uluslararası yatırımcılar, Tayland’da kriz başladıktan hemen sonra, diğer gelişmekte olan ülkelerdeki portföy yatırımlarını çekmeleri sonucu diğer ülke piyasalarında da önemli oranlarda fiyat düşüşlerine neden olmuşlardır. Benzer şekilde 2008 yılında ABD’de konut kredilerinin geri ödenmemesi nedeniyle başlayan ve 2009 yılında Lehman Brothers gibi büyük yatırım bankasının iflası ile derinleşen kriz, önce ABD’de hemen sonrasında Avrupa’da ve dünyanın diğer yerlerinde de etkisini göstermiştir. 2008 yılında ABD’de başlayan kriz halen Yunanistan, İtalya, İspanya, Portekiz, İrlanda ve İzlanda gibi birçok ülkede etkisini göstermektedir. Öte yandan, Çin ve Hindistan gibi dünya nüfusunun önemli bir kısmını barındıran ülkelerde 2000’li yılların başından bu yana yüksek büyüme oranları ve düşük enflasyon oranları gözlenmektedir. Çin ve Hindistan dış ticaret hacimlerini önemli sayılabilecek bir seviyeye çıkartmışlar ve çektikleri doğrudan uluslararası yatırımlar dolayısıyla bazen ayrışmış piyasalar olarak da değerlendirilmişlerdir. Ayrıca, petrol ve değerli madenlerin fiyatlarında meydana gelen artışlar, bunların ihracatını yapan ülkelere sermaye akışını hızlandırmış ve servet birikimine neden olmuştur. Özellikle petrol, doğal gaz gibi enerji ürünleri ihraç eden ülkeler sınıfında bulunan Orta Doğu Ülkeleri ile Rusya bunlar arasında sayılabilir. Buralarda biriken fonlar yeni yatırım alanı aramakta olduğundan uluslararası portföy yönetim şirketleri buralardaki fon sahiplerine değişik yatırım alternatifleri sunmaktadırlar. Dolayısıyla, yatırım kararları verilirken bu tür küresel gelişmelerin varlığı, fırsatları veya tehditleri yatırım yapılmadan önce analiz edilmelidir. Uluslararası finans kuruluşlarının belirli dönemlerle güncelleştirdikleri dünya çapında ekonomik büyüme oranları, enflasyon, faiz ve kur oranı tahminleri, işsizlik oranları, ticaret hacmindeki artışlar, yatırımcıların beklenti anketi sonuçları ve ülke derecelemeleri önemle incelenmesi gereken bilgilerdir. Ekonomi Analizi Firmaların içinde bulunduğu ülkenin ekonomik koşulları firmalar açısından önem taşımaktadır. Doğal olarak ülke ekonomisinin kuvvetli ya da durgun olması firmaları ve dolayısıyla onların ihraç ettiği finansal varlık fiyatlarını etkileyecektir. Makro ekonomik değişkenler finansal varlık fiyatlarını bazen pozitif yönde bazen de negatif yönde etkileyebilirler. Bu durum, ekonomik faktörlerin finansal varlıklar üzerindeki etkilerini ölçmeyi zorlaştırmaktadır. Ayrıca, ekonomik faktörlerdeki değişimlerin nedenleri çok farklı sebeplerden kaynaklanabilmektedir. Makro ekonomik olarak meydana gelen değişme ve gelişmeler, bir ekonomide faaliyet gösteren bütün sektör ve işletmeleri etkilemektedir. Dolayısıyla bu faktörler, finansal varlık fiyatları üzerinde etkili olacaktır. Ekonomilerin büyüme dönemlerinde, işletmelerin satışları, karlılıkları da artmaktadır. İşletmeler, yeni yatırımlara girişerek, karlı yatırım fırsatlarını değerlendirme imkânı bulurlar. Ekonomide istihdam olanakları arttıkça, işsiz sayısı azalmaya başlar. Ayrıca çalışanların gelirlerinde reel artışlar görülür. Geliri artan halk, tüketimini artırarak, bu gelişmenin devamına katkıda bulunur. Ekonominin gelişme dönemlerinde, tasarruflarda da bir artış olduğu görülmektedir. Daha fazla tasarruf eden, tasarruf sahipleri, birikimlerinin bir kısmını hisse senetlerine yatırarak, hisse senedi piyasasının gelişmesini tetiklerler. Bu durum hisse senedi fiyatlarının yükselmesi sonucunu ortaya çıkarır. Ekonomi duraklama ya da gerileme dönemine girerse, işletmelerin bir taraftan satışları, diğer taraftan karları azalacaktır. Satışları düşen işletmeler, yatırımlarını kısacak, bir kısım çalışanlarının işine son vermek zorunda kalacaktır. Ülkede tüketim ve tasarruflar gerileyecek, bu durum hisse senetleri piyasasını da olumsuz etkileyerek, fiyatların düşmesine yol açacaktır. 150 Ülke şartları, yatırım yapılacak ülkenin içinde bulunduğu ekonomik, politik ve sosyal koşulları içermektedir. Ekonomik şartların analizinde birçok ekonomik veri kullanılır. Bu verilerden hareketle gelecekle ilgili doğru tahminler yapılabilir. Genel olarak makroekonomik göstergeler şunlardır: • Gayri safi milli hâsıla (GSMH) • Kişi başına harcanabilir gelir • Para arzı • Faiz oranı • Enflasyon oranı • Bütçe açığı • Ödemeler dengesi açıkları • Döviz kuru • Döviz rezervleri • İşsizlik oranları • İşgören verimlilik endeksi • Tüketici güven endeksi • Mevduat tutarları • Borçlanma ve kredi kullanma oranları • Sabit yatırım harcamaları • Öncü sektörlerdeki gelişmelergelişmeler • Kapasite kullanım oranları • Endüstri malları sipariş endeksi • Enerji tüketim endeksi • Yurtiçine giren ve çıkan yabancı sermaye tutarları • Para ve maliye politikaları • Verilen teşvik belgesi sayısı ve tutarları • Hazine borçlanma senetlerine verilen dereceler. Bu göstergeler oldukça önemli olmakta ve piyasalarının yönü hakkında yatırımcılara fikir vermektedir. Ekonomik göstergelerdeki değişimlerin piyasaların yönünü nasıl etkilediği aşağıdaki gibi özetlenebilir. GSMH’nın artması, özellikle menkul kıymet piyasalarında olumlu etki yapmaktadır. GSMH’deki artış, ülkede ekonomik performansın iyi yönde gelişme gösterdiğini belirtmektedir. GSMH’nın istikrarlı ve sürdürülebilir şekilde yıllarca artması; ülkedeki işletmelerin sayısında artışa ve kapasite kullanım oranlarının artması ile de mevcut firmaların daha çok iş yaptıkları anlamına gelmektedir. Bu durum, menkul kıymet piyasaları üzerinde olumlu etki yapacaktır. GSMH’nın artmış olması ülkede sosyal dengeleri kurmada tek başına yeterli değildir. Bunun için, gelirin dengeli dağılımını ve sosyal gelişmeyi gösteren “kişi başına düşen harcanabilir gelir” rakamına bakmak gerekir. Kişi başına harcanabilir gelirin yüksek olması, ülkede faaliyette bulunan işletmelerin mallarına olan talebin artacağı, daha çok tüketim ve tasarrufun olacağı anlamına gelir. Kişi başına harcanabilir gelirin yüksek olması ve artış göstermesi, menkul kıymet piyasaları açısından olumlu algılanacaktır. Para arzının artması, iç talebi artırmaya veya faizleri düşürmeye yönelik bir politika olabilir. Ancak, para arzının artırılması, enflasyon ve döviz kuru oranlarının artması endişesini de beraberinde getirmektedir. Para arzının artmasıyla faiz oranlarının düşmesi, menkul kıymet piyasaları tarafından olumlu karşılanacaktır. Çünkü ekonomide faaliyette bulunan işletmeler daha ucuz kredi bulabilme imkânına sahip olabileceklerdir. 151 Enflasyonun düşük, kabul edilebilir seviyelerde ve istikrarlı olması piyasalar tarafından arzu edilen bir durumdur. Bilindiği gibi, enflasyonu kontrol araçlarından birisi de faiz oranıdır. Enflasyonun yüksek çıktığı dönemlerde merkez bankaları faiz oranlarını artırırlar. Bu durumda ekonomide yavaşlama gözlenir ve menkul kıymet piyasalarında yatırım yapanlar tarafından olumsuz haber olarak algılanır. Ancak, özellikle hisse senedi piyasasında işlem yapan yatırımcılar, çok yüksek olmayan talep enflasyonunun ülkede faaliyette bulunan işletmelerin satışlarının ve üretimlerinin artmasının bir sonucu olduğunu düşünürler ve bazı durumlarda bu sonucu olumlu olarak algılarlar. Faiz oranının artması, finansal varlık fiyatlarını olumsuz olarak etkilemektedir. Bütçe açıkları arzu edilen bir sonuç değildir. Bütçenin açık vermesinin nedenleri olarak, doğru bir planlama yapılamaması, beklenmeyen harcamaların yapılması, harcama disiplininden uzaklaşılması, gelirlerin toplanamaması veya yıl içinde işletmelerin yeterince iş yapamamasından kaynaklanan vergi ödeme problemleri sayılabilir. Menkul kıymet piyasalarında işlem yapanlar dengeli ve istikrarlı bütçelerin varlığını arzularlar. Bütçe açıkları, genellikle, borçla finanse edildiği için, faiz oranlarının artmasına ve dolaylı olarak da yerli paranın değerinin azalmasına neden olabilir. Ayrıca, bütçe açıklarının devlet borçlanması ile kapatılması, özel sektörde faaliyette bulunan işletmelerin finansal piyasalardan kredi temin etme imkânlarının azalması anlamına gelir. Borçlanma maliyetlerinin artmasından dolayı firmalar, faiz oranlarının yüksek olmasından olumsuz etkilendiklerinden menkul kıymetlerinin piyasa değerlerinin azalmasını bekleyeceklerdir. Bütçe açığının finansmanında borçlanmanın yanı sıra, ek vergilerde gündeme gelebilmektedir. Ek vergiler, tüketicinin tüketim harcamalarını azaltan ve dolayısıyla da firmaların gelirlerinde azalmaya neden olan faktörler olarak sayılabilir. Ödemeler dengesindeki açıklar, ithalatın ihracatı aştığı tutarları gösterir. Bu durumun uzun sürmesi halinde yerli para değer yitirir. Bu açığı kapatmak için ithal edilen mal ve hizmetlere konan vergi oranları artırılabilir. Özellikle, ithal girdi ile iş yapan firmalar bunlardan olumsuz etkilenir. Döviz kurlarındaki istikrar, ülkedeki ekonomik ve politik performansa olan güvenin devam ettiği, ödemeler dengesinin olumlu olduğu, bütçe açıklarının fazla olmadığı ve ülkenin yeterli miktarda döviz rezervlerine sahip olduğu anlamına gelebilir. Döviz kurlarındaki istikrarı analiz ederken kısa süreli olarak ülkeye giren ve ne zaman çıkacağı belirli olmayan “sıcak para” olarak adlandırılan sermaye tutarlarına da bakmak gerekmektedir. Ayrıca, ülkedeki kuruluşların dövize dayalı açık pozisyonları da dikkatle incelenmelidir. Döviz kurlarındaki ani iniş ve çıkışlar, menkul kıymetler piyasasını olumsuz etkilemekte ve büyük kayıplara neden olabilmektedir. Döviz kurundaki istikrar, faiz ve enflasyon oranlarıyla da ilgilidir. Döviz rezervlerinin yeterli olması, firmalara güven vermekte ve yurtdışı anlaşmalarından doğan yükümlülüklerinin maliyetlerinin düşmesine neden olabilmektedir. Yurtdışındaki firmalar, yurtiçindeki firmalara ucuz kredili mal satabilmekte, yabancı yatırımcı, istediği zaman kendi parasına dönebilme güvencesini hissederek yatırımda bulunabilmektedir. Bu durum mal ve hizmet üreten işletmelerin, yurtdışı girdi sıkıntısı çekmeyecekleri anlamına geldiğinden, bu firmaların menkul kıymetlerine yatırım yapan yatırımcılar açısından olumlu karşılanacaktır. İşsizlik oranlarının düşük çıkması, yatırımcı tarafından arzu edilen başka bir sonuçtur. İşsizlik oranının küçük olması, ülkede ekonomik faaliyetlerin devam ettiği, kapasite kullanım oranlarının arttığı veya yeni işletmelerin açıldığı şeklinde yorumlanabilir. Ayrıca işsizlik oranının düşük olması, ülkede sosyal yaşamın kalitesinin, güvenliğinin ve devletin işsizlik sigortası gibi sosyal harcamalarının da azalacağı anlamına gelmektedir. İşgören verimlilik endeksi, çalışanların belirli dönemler itibariyle verimliliklerindeki artışı ölçmektedir. Verimliliğin artması firmaların kaynaklarını daha etkin kullandığı, daha kaliteli ve daha ucuza üretim yaparak rekabet üstünlüğü sağlanabileceği şeklinde yorumlanabilir. İşgören verimlilik endeksinin artması işgören kalitesinin veya niteliklerinin artması anlamına da gelir. Tüketici güven endeksi tüketicinin harcama eğilimini gösterir. Tüketici güven endeksinin artması, gelecekte ekonomik faaliyetlerin olumlu yönde gelişeceği ve işsizlik korkusunun azaldığı anlamı çıkartılabilir. Böylece ekonomide canlılığın devam edeceği ve işletmelerin faaliyetlerini ve yeni yatırımları artıracağı beklenir. Bu durum, menkul kıymet piyasalarında olumlu haber olarak algılanır. 152 Mevduat tutarlarındaki artışlar, çalışanların gelirlerini artırdığı ve bir miktarını tasarrufa yönelttikleri anlamına gelebilir. Ancak, iç piyasada durgunluğa rağmen, mevduatlar artıyor ise, çalışanların gelecekte işlerini kaybetme korkusuyla harcamalarını kıstıkları ve tasarrufa yöneldikleri sonucu çıkartılabilir. Dolayısıyla, mevduatlardaki artışları, yurtiçi ekonomik gelişmelerle birlikte değerlendirmek gerekmektedir. Finansal kuruluşlardan alınan kredi miktarları ve kredi kartı kullanım tutarlarındaki artışlar, ekonomik canlanma ve olumlu beklentilerin göstergesidir. Böyle bir durumda, menkul kıymet piyasalarında artış beklenir. Özellikle, kredi kartı kullanımdaki artışlar, perakendecilik sektöründe bulunan işletmelerin faaliyetlerinde gelişmeler olduğunu gösterir. Yine otomobil ve ev kredisinden faydalanmak isteyenlerin sayısındaki artış genel ekonominin gelişimi hakkında fikir vermektedir. Sabit yatırım harcamaları, gelecekte istihdam, döviz girdisi, vergi gelirleri ve GSMH’da artışların olabileceği işaretini verir. Bu tür harcamalardaki artışlar, uzun vadeli yatırımlar için söz konusu olduğundan, gelecekle ilgili olumlu beklentilerin olduğu sonucu çıkartılabilir. Bu tür yatırımlar, istihdam sorununa yardımcı olacağından, sosyal kalkınmaya ve refah düzeyinin artmasına katkıda bulunacaktır. İnşaat ve otomotiv gibi, kendisine bağlı yüzlerce yan sanayiyi besleyen lokomotif sektörlerdeki olumlu gelişmeler, ekonominin büyük resmi hakkında bilgi verir. Özellikle, inşaat yapım ve ev satış sayısındaki artışlar veya azalışlar piyasalar tarafından sürekli olarak takip edilmektedir. Sayılardaki artış, ekonomik beklentiler hakkında olumlu öngörüleri desteklemektedir. Kapasite kullanım oranlarındaki artışlar, üretimin arttığını göstermektedir. Kapasite kullanımının artması, yeni istihdam alanı, yeni pazarlar, devlet açısından daha fazla vergi geliri anlamına geldiğinden, menkul kıymet piyasalarında yatırım yapanların ilgilendiği göstergelerden biridir. Endüstri malları sipariş endeksi, üretimde bulunan işletmelerin durumunu kavramaya yarayan bir göstergedir. Bu endeksin yükselmesi olumlu olarak yorumlanır. Çünkü endüstri malları genellikle üretim yapan, çok sayıda çalışanı olan, kapasite kullanımını artırmak isteyen, yeni kurulan veya tevsii yatırımlarda bulunan işletmelerin ihtiyaçlarını karşılamak için verilir. Enerji tüketim endeksi, enerji tüketimi ile sanayi üretimi arasında doğrusal bir ilişki olduğu kabul edilir. Üretim arttıkça girdi miktarlarında artış görülür. Enerji tüketiminin artması sanayi üretiminin arttığı anlamına gelir. Tersi durumda, enerji kullanımında önemli azalma söz konusu ise, sanayi üretiminde azaldığı anlamına gelir. Yurtiçine giren ve çıkan yabancı sermaye rakamı, ekonomide gelecek dönemde beklentileri göstermesi açısından oldukça önemlidir. Yurtiçine özellikle doğrudan yatırımlar için giren yabancı sermaye tutarlarında artışın olması, olumlu beklentilere, çıkışın artması ise olumsuz beklentilere neden olur. Genellikle, yabancı yatırımcıların yatırım tercihlerinde özenle karar verdikleri, ülkeleri karşılaştırdıkları ve ileri düzeyde danışmanlık hizmetleri aldıkları bilindiğinden, yatırım amacıyla seçtikleri ülkelerdeki yerli yatırımcılar da onları izler. Yatırımlarda artış olmakla birlikte ülkedeki güven seviyesinin artması ve dolayısıyla ülkenin tahvillerinin derecesinde olumlu artışlar olması beklenir. Yurtiçine gelen yabancı yatırımlar, döviz rezervlerinin artmasına ve döviz kurunun istikrara kavuşmasına yardımcı olur. Hükümetlerin para ve maliye politikaları oldukça önemlidir. Yeni vergilerin konması, vergi oranlarının artması veya azaltılması piyasalarda işlem yapan kişiler tarafından çok yakından izlenir. Yeni vergilerin konması veya vergi oranlarının artması işletmelerin işlem hacimleri üzerinde olumsuz etki yapar. Vergilerin artması, tüketicinin gelirini azaltır, dolayısıyla, tüketim hacminde azalma meydana gelir. Hükümet harcamalarının artması, piyasalarda zaman içerisinde etkisini gösterir. Hükümet harcamaları ekonomik canlılığı artırabilir; ancak, bunun sonucunda bütçe açıkları, daha fazla borçlanma, enflasyon ve yüksek faiz oranları gibi arzu edilmeyen gelişmeler yaşanabilir. Yatırımlara teşviklerin verilmesi, değerlemelerde kullanılabilecek değişkenlerdendir. Teşvik belgesi sayısı ve tutarlarında artışın olması, ekonomik faaliyetlerin arttığını ve istihdamı artırıcı etkisi olduğu varsayılabilir. 153 Hazine borçlanma senetlerinin uluslararası dereceleme kuruluşları tarafından derecesinin artırılması ülkede ekonomik, politik ve sosyal işlerin iyi yönde gelişme gösterdiğinin sinyalini verir. Borçlanma senetlerinin derecesinin düşmesi ise, piyasalar tarafından olumsuz algılanır ve sadece tahvillerin değil aynı zamanda hisse senetlerinin piyasa fiyatlarının düşmesine neden olur. Yukarıda sayılan göstergeler ekonominin performansı ve yönü hakkında bilgi vermektedir. Ulusal ekonomik göstergeleri çoğaltmak mümkündür. Ekonomik Dalgalanmalar Ekonomik dalgalanmalar veya konjonktürler, ekonomik hayatta tepe ve taban noktalarının oluşmasına neden olur. Ekonominin çok canlı olduğu, reel büyümenin yaşandığı dönemlerde endüstrilerin faaliyetleri tepe noktasına ulaşmakta, ekonomi de istenmeyen gelişmelerin yaşandığı dönmelerde ise ekonomik faaliyetler taban noktalarına yaklaşmaktadır. Ekonomik dalgalanmaların bir boyutundan diğerine geçişlerde bazı göstergeler “öncü”, bazıları “eşzamanlı” ve bazıları da “gecikmeli” olarak sinyal verir. Öncü göstergeler, ekonomik dalgalanmalardan önce, artma veya azalma göstermektedir. Örneğin, üretimde çalışan işgörenlerin ortalama haftalık çalışma saatlerinin artması, olumlu ekonomik gelişmeye, azalması ise olumsuz gelişmeye yönelik beklentileri gerçekleştirecektir. Hisse senedi fiyatlarındaki azalışlar veya artışlar ekonomik dalgalanmanın yönü hakkında öncü bilgi vermektedir. Hisse senedi piyasası ekonomideki değişimleri en çabuk bir biçimde yansıtan piyasalardan biri olarak bilinir. Olumlu veya olumsuz bir gelişmenin ilk tepkileri, hisse senedi borsalarındaki fiyat değişmelerinde gözükür. Eşzamanlı veya dönüşüm göstergeleri, ekonomideki değişmelerden direkt olarak etkilenen ve aynı zamanda tepki veren göstergelerdir. Örneğin, endüstriyel üretim miktarındaki artış veya azalış, üretim ve ticari malların satışındaki değişmeler, dönüşüm göstergeleri olarak sınıflandırılmaktadır. Gecikmeli göstergeler, ekonomik performansın gerçekleşmesinden sonra onları takip eden göstergelerdir. Örneğin, stokların satışlara oranı, tüketici kredi tutarının kişisel gelire oranları, gecikmeli göstergelerdir. Genel ekonomik şartlardaki değişmeler işletmelerin faaliyetlerini nasıl etkiler? Sektör Analizi Temel analizin ikincisi aşaması, firmanın faaliyet gösterdiği sektörün analizidir. Firmanın performansı ve karlılığı, içinde bulunduğu sektörün performansından büyük ölçüde etkilenir. Bu nedenle, ekonomi analizi sonucunda ekonominin genel gidişatı hakkında bir fikir sahibi olunduktan sonra, yatırım yapılması planlanan sektörün doğru belirlenmesi gerekir. Ekonomik dalgalanmalardan etkilenme derecesine göre sektörler dört gruba ayrılabilir: Aşırı Duyarlı Sektörler: Madencilik, metal mamulleri sanayi, mekanik sanayi, orman ve işlenmiş orman ürünleri sanayi vb. Duyarlı Sektörler: Otomotiv sanayi, küçük mekanik sanayi, toprak ve cam mamulleri sanayi vb. Az Duyarlı Sektörler: Enerji sanayi, giyim sanayi, deri ve deri mamülleri sanayi, kağıt ve kağıt mamulleri sanayi, petrol ve kömür ürünleri sanayi vb. Duyarlı Olmayan Sektörler: Gıda sanayi ürünleri, kamu hizmetleri vb. Sektör analizinde; sektördeki rekabet düzeyi, sektörün toplam satışları, sektörün büyüme hızı, hükümetin sektöre ilişkin yatırım ve teşvik politikaları gibi faktörler incelenmelidir. Sektörün performansını etkileyen ve göz önünde bulundurulması gereken diğer bir önemli faktör de, sektörün yaşam eğrisinin hangi dönemde bulunduğudur. 154 Her sektör ortaya çıkışı ile birlikte belirli aşamalardan geçer. Bu dönemler dört aşama ile ifade edilebilir. Şekil 6.1 söz konusu aşamaları göstermektedir. Bunlardan ilki başlangıç dönemidir. Bu dönem, sektörün ortaya çıktığı ve yapılandığı bir dönemdir. Bu dönemde, büyüme ve gelişme hızı ekonominin ve diğer sektörlerin oldukça üzerinde seyreder. Hayat eğrisinde ikinci dönem büyüme dönemidir. İstikrarlı olarak büyümenin devam ettiği, yatırımların tamamlandığı bir dönemdir. Üçüncü dönem olan olgunluk döneminde ise büyüme oranı ekonominin ve diğer sektörlerin ortalamalarına yaklaşıldığı bir dönemi ifade etmektedir. Bu aşamadan itibaren söz konusu endüstri kolunda büyüme hızları ve dolayısı ile karlılıkta eski artış hızları gözlenmeyecek, hatta yavaş yavaş azalmalar da başlayacaktır. Son dönemde ise düşüş yaşanmaktadır. Sektörün satışlarında azalmalar olmaktadır. Bu sebeple, yatırımlar, karlılık ve iş hacminde daralmalar yaşanmakta, bu aşamada bulunan kuruluşlar ya kapanmaya ya da sektör değiştirerek farklı iş kollarında faaliyet göstermeye başlamaktadırlar. GİRİŞ AŞAMASI OLGUNLUK AŞAMASI BÜYÜME-GELİŞME AŞAMASI GERİLEME AŞAMASI Toplam Piyasa Satışları ZAMAN Şekil 6.1: Endüstri Yaşam Eğrisi Endüstrilerin hayat seyirleri bilindiği takdirde o endüstride faaliyet gösteren firmaların satışları ve karlılıkları tahmin edilebilecektir. Endüstrideki kazançların ekonomik dalgalanmalara karşı duyarlılığını etkileyen faktörler ise; bir firmanın ürün satışlarının ekonomik dalgalanmalara karşı duyarlılığı, faaliyet kaldıracı ve finansal kaldıraç olarak sayılabilir. Bu açıdan bakıldığında, giriş aşamasındaki bir endüstride faaliyet gösteren bir işletme çok riskli olacaktır. Ancak şirket faaliyetlerinde başarılı olunduğu takdirde yatırımcılarına sağlayacağı getiri de o derece yüksek olacaktır. Büyüme ve gelişme aşamasındaki sektörlerde faaliyet gösteren işletmelerde ise, risk göreceli olarak daha düşük olmasına karşın getiri hala yüksektir. Olgunluk döneminde bulunan bir sektördeki şirkete yatırım yapılması halinde, şirketin satışlarının azalmaya başladığı bir döneme rastlayacağı için, şirketin karlılığında ve dolayısıyla hisse senetleri fiyatlarında düşüşe neden olabilecektir. Gerileme aşamasına gelmiş işletmelerde ise pazar paylarında ve satışlarında gerileme ve karlılıklarında ciddi düşüşler söz konusudur. Dolayısıyla, bu tip işletmelere yatırım yapmaktan kaçınmak gerekir. Endüstri analizinde endüstrinin hangi aşamada olduğu ve satışlardaki büyümesinin nasıl olacağı tespit edildikten sonra, endüstriler arasında tercih yapılmalıdır. Yatırımlarda önemli unsurlardan birisi de gelişen sektörleri saptamaktır. Bu analizi yaparken, aşağıdaki ölçütlerin kullanılması gerekir: • Karlılık oranları, • Kar dağıtım oranları, • Üretim ve satış oranları, • Büyüme oranları, • Ekonomik dalgalanmalardan etkilenme oranları, • Sektör ile sendika ilişkileri, 155 • Sektörler arası rekabetin boyutu, • Sektördeki teknolojik gelişme, • Sektördeki kapasite kullanım oranı, • Dışa bağımlılık derecesi, • Sektörün çevre sorunlarıyla ilgisi. • Sektörün hükümetlerin ekonomik plan ve programlarına uyumu Sektör seçiminde tüm bu faktörler analiz edilerek gelecekte daha fazla büyüme ve kar yaratma potansiyeli olan sektörler seçilir. Her sektörün kendine özgü bir riski vardır. Sektör seçiminde yatırımcının risk karşısındaki tutumu, sektör seçimini de etkilemektedir. Örneğin, internet ve elektronik ticaret sektörü büyüme oranları yüksek ve oldukça riskli bir sektördür. Bu sektörler riski seven bir yatırımcı için uygun bir tercih olurken, riski sevmeyen bir yatırımcı için gıda ve içecek sektörü tercih edilebilir. Ülke ve sektörlerle ilgili analizler için Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu’nun resmi web sayfasına bakabilirsiniz: http://www.deik.org.tr/ Firma Analizi Yatırım yapılacak sektör belirlendikten sonra sıra sektör içerisinde faaliyette bulunan firmaların seçiminin yapılmasına gelir. Bu seçimin yapılabilmesi için aşağıdaki bilgilerin elde edilmesi gerekir. Firmanın Yönetimi: Firmanın iyi eğitilmiş, uluslararası boyutta düşünebilen profesyonel ve iş bilgisine sahip kişiler tarafından yönetilmesi oldukça önemlidir. Yöneticilerin çağdaş yönetim uygulamalarına bakış açısı, rekabet anlayışı, teknolojik ve yenilikçi yatırımlara ilgisi, riske karşı duyarlılıkları, yatırımcılarla ve ilişkide olduğu iş çevresindeki kişi ve kurumlarla olan ilişkilerinde şeffaf olmaları gibi konulara yaklaşımlarının değerlendirilmesi gerekmektedir. Firmanın Pazar Payı: Analiz edilen firmanın içinde bulunduğu sektördeki pazar payı, dağıtım kanalları, fiyatlama, tanıtım faaliyetleri ve müşterilerine hizmetlerini ulaştırma etkinliği, müşteri memnuniyeti, yıllar itibariyle kapasite kullanım oranları, satışlarındaki büyüme oranları, ürettiği mal veya hizmetin kalitesi, rekabet üstünlüğü, pazar çeşitlendirmesi, araştırma geliştirme yatırım tutarlarının sektör içerisindeki diğer firmalarla karşılaştırılması, yenilikçi bir firma olarak tanınması ve sektör içerisinde öncü rolü oynaması gibi faktörlerin incelenmesi gerekmektedir. Ortaklık Yapısı: Şirket ana sözleşmesi, ortak sayısı, halka açılma oranları ve hisse senetlerine kimlerin sahip olduğu gibi ortaklık yapısına ilişkin bilgilerin analiz edilmesi oldukça önemlidir. Özellikle, şirket ana sözleşmesinde kurucu ortaklara sağlanan bazı özel imtiyazlar, opsiyon gibi doğrudan anlaşılamayan uygulamaların etkisinin hesaplanması gereklidir. Firmanın ihraç ettiği hisse senetlerinin önemli bir kısmının büyük ve saygınlığı olan kurumsal yatırımcılar tarafından elde edilmiş olması, genellikle olumlu bir gelişme olarak kabul edilmektedir. Hisse Senetlerinin Borsa Performansları: Sektör içerisindeki diğer firmaların hisse senetlerinin getiri ve riskleri karşılaştırılmalıdır. Hisse senetlerinin işlem hacimleri, borsanın genelini temsil eden endekslerde yer alıp almadığı, kar dağıtım politikası ve oranları, firma hisse senetlerinin çoğunu elinde tutan veya içeridekilerin kendi hisse senetlerini alıp satma işlem miktarları, yatırım kararı verenler açısından oldukça önemli bilgilerdir. Firmanın hisse senedinin getirisi ve riski sektör ortalamasına göre ne durumda olduğu, ekonomik konjonktüre göre performans değişmeleri ayrıca değerlendirilmesi gereken konulardır. Firma analizinin yapılmasındaki temel amaç, firmanın geçmiş dönemlerdeki performansını ve mevcut döneme ait verilerini inceleyerek firmanın geleceği hakkında tahminde bulunmaktır. İşletmenin geçmişte gösterdiği performansın değerlendirilmesi muhakkak önemlidir. Ancak, işletmenin şu anki durumunun bilinmesi ve geleceğe yönelik olası gelişmelerin tahmin edilmeye çalışılması gerekmektedir. Bu nedenle, işletmeyle ilgili aşağıdaki bilgilere ulaşmak, yatırımcılara önemli fikirler verecektir: 156 • Şirketin unvanı, geçmişi ve şöhreti, • Sermayesi, yedekleri, • Personel sayısı, işçi-işveren ilişkileri, • Yöneticilerin yeterlilik ve yetenekleri, • Üretim konusu, kapasitesi ve cirosu, ihracat imkânları, üretim, satış ve ihracattaki yıllık artışlar, • Faydalandığı teşvik tedbirleri, • Kredi imkânları, • Yatırım projeleri, sermaye artırım ihtimali ve imkanları, • Yeniden değerleme fonu, • Rakiplerine kıyasla piyasadaki durumu, • Maliyetleri ve karlılık durumu, • Hammadde tedarik imkânları, yerli malzemeyle çalışma veya bağımlılık durumu, mevcut stokları, • Kar dağıtma politikası, • Üretilen mal ve hizmetlerin kalitesi, • İşletmenin uzun vadeli stratejileri ve planları, • İşletme sahip ve/veya yöneticilerinin kamuoyu ile ilişkileri. Dolayısıyla, bir firmaya yatırım yapmadan önce, firmanın zayıf ve güçlü yönleri ile rekabet gücünün belirlenmesi konusunda yatırımcılara bilgi sağlayan SWOT Analizi (Strengths, Weaknesses, Opportunities, Threats – Güçlü Noktalar, Zayıf Noktalar, Fırsatlar, Tehditler) yapılmalıdır. Bu analiz ile yatırımcılar, firmanın kendi iç çevresinden kaynaklanan güçlü-zayıf yönlerini ve dış çevresinden kaynaklanan fırsat-tehditlerini detaylı olarak ortaya koyarak bir yatırım kararına ulaşmaya çalışmaktadır. Finansal Analiz Portföy seçiminde kullanılan temel analizin önemli aşamalarında birisi de finansal analizdir. Yukarıda sayılan temel bilgiler elde edilip, sektör içerisinde bulunan diğer firmalarla gerekli karşılaştırmalar yapıldıktan sonra, firmanın finansal performansını ölçmeye yönelik finansal analizin yapılması gerekir. Etkin ve amaca yönelik finansal analizin yapılabilmesi için, firmanın bilânço ve gelir tablosu gibi temel mali tablolarının yanısıra, fon kaynak ve kullanım tablosu, nakit akım tablosu, kar dağıtım tablosu ve özkaynak değişim tabloları gibi ek mali tablolarının da kullanılması gerekir. Bu tablolar içerisinden, gelir tablosu ve bilanço dipnotlarıyla birlikte temel, geri kalanlar ise diğer veya ek mali tablolar olarak adlandırılmaktadır. Finansal analiz, bir firmanın finansal durumunu görebilmek, faaliyet sonuçlarını ve finansal yönden gelişmesini değerlendirebilmek, gelişme yönlerini saptayabilmek, firma ile ilgili geleceğe dönük tahminlerde bulunabilmek için finansal tablolarda yer alan kalemler arasındaki ilişkilerin ve bunların zaman içinde göstermiş oldukları eğilimlerin incelenmesidir. Finansal analiz sonuçları işletme ile ilgili çeşitli çıkar grupları tarafından kullanılır. Çünkü finansal analiz işletme ile ilgili aşağıda belirtilen konularda açık bilgiler verir: • İşletmenin likidite durumu, • Karlılık durumu, • Finansal durumu, • Aktiflerini kullanma durumu, • İşletme hakkındaki önemli trendler. 157 Bu bilgilerden faydalanacak olanlar; işletme ile ilişki içerisinde bulunması muhtemel olan kişi ve kurumlardır. Bunlar; işletme sahipleri, ortaklar, devlet, sigorta şirketleri, kredi kuruluşları ve yatırımcılardır. İşletme sahipleri koydukları sermayenin korunup korunmadığı ile yatırımlarının kârlılığını; yöneticiler de işletmeyi çeşitli yönlerden hangi başarı noktasına getirdiklerini ve bundan sonrası için gelişmelerin nasıl olacağını görmek isterler. Kredi kurumları, satıcı ve müşteriler, potansiyel yatırımcılar, devlet ve kamu gibi işletme dışından olanlar da kendi çıkarlarının gerektirdiği noktalarda işletmeyi tüm ayrıntısıyla tanımak ihtiyacındadır. İşte bu nedenlerle her bir taraf kendi bakış açısına göre finansal analiz yapmak ister. Finansal analizde ilgili taraflar ve analizin amacı arasındaki ilişki Tablo 6.1’de gösterilmiştir. Tablo 6.1: Finansal Analizle İlgili Tarafların Amaçları Analizle İlgili Taraf Analizin Amacı İlgi Alanı Kısa Vadeli Borç Veren Kredi Güveni Likidite, İşletme Sermayesi ve Firmanın Kısa Vadeli Borçlarını Ödeme Kapasitesi Uzun Vadeli Borç Veren Kredi Güveni Firmanın Borcunu Ödeyebilme Yeterliliği Hissedar (Yatırımcı) Yatırım Verimi Firmanın Karlılığı, Hisse Başına Kar, Hisse Başına Kar Payı Yönetim Verimlilik Karlılık Oranı Toplam Aktiflerin Verimlilik Oranı, Öz Sermayenin Verimlilik Oranı İç Kontrol Finansal Sağlık Hükümet Kurumlar Vergisi, Katma Değer, Hisse Başına Kar, Muhasebe Düzenine Uyum Verimlilik Finansal analizle ilgili çalışmalar; analizi yapanlara, analizin süresine ve benzeri faktörlere göre farklılıklar gösterir. Örneğin; bir işletmeye ticari kredi açmayı düşünen bir işletme için önemli olan, o işletmenin kısa vadede borçlarını ödeme gücünün tespit edilmesidir. İşletmenin tahvillerine yatırım yapacak kişi veya kurumlar açısından da finansal analiz farklılıklar içerir. Böyle bir durumda, işletmenin uzun dönemli nakit girişleriyle borçlarını karşılayıp karşılayamayacağı araştırılır. Bu nedenle, özellikle işletmenin sermaye yapısı, fon kaynak ve kullanımı, geçmişteki ve gelecekteki karlılığı değerlendirilmeye çalışılır. Menkul kıymet analistleri ise işletmenin etkinliği ve büyümesi, faiz ödeme yeteneği ve menkul kıymetlerin likiditesiyle ilgili oranlarla ilgilenmektedirler. Finansal tabloların analizinde aşağıdaki yöntemler kullanılır: Karşılaştırılmalı Mali Tablolar Analizi: Karşılaştırmalı mali tablolar analizinde, firmanın birkaç döneme ait mali tablolarının yan yana konması suretiyle incelenmesiyle, firmanın iktisadi ve mali yapısındaki, karlılığındaki, verimliliğindeki gelişmeler konusunda önemli bilgiler elde edilir. Bu teknikle firmanın geçmişteki durumu ile bugünkü durumu karşılaştırılmak suretiyle elde edilecek bilgiler firmanın geleceğiyle ilgili kararlara da ışık tutar. Eğilim Yüzdeleri (Trend) Analizi: Eğilim yüzdeleri (trend) analizi ile firmanın gösterdiği gelişmeler yıllar itibariyle görülür. Bu analize yatay yüzde analizi de denir. Bu yöntemde birbirini izleyen dönemlere ait finansal tablolarda yer alan kalemlerin temel alınan finansal tablo kalemlerine göre gösterdiği artış veya azalışlar yüzde olarak hesaplanır. Bu analizde seçilen temel yılın her bakımdan firmanın faaliyetlerini yansıtacak normal bir yıl olması, mümkün olduğunca geçmiş yılları kapsaması ve enflasyon etkisinin de dikkate alınması gerekir. Bu analiz türünde, değişimlerin yönü hakkında net bir fikir sahibi olabilmek için, geçmiş yıllara ait en az 5-6 yıllık verileri kullanmak gerekir. 158 Dikey Yüzde Analizi: Dikey yüzde analizi ile finansal tablolarda bulunan bir kalemin toplam veya grup içindeki oransal büyüklüğü analiz edilir. Bu analiz yöntemi, firmalar arası karşılaştırmalar veya firmanın sektör içindeki yerini belirleme açısından veya firmanın finansal yapısında meydana gelen değişiklikleri izleme açısından yararlı bir araç niteliğindedir. Oran Analizi: Oran veya rasyo analizi ile finansal tablolarda yer alan tutarların nispi ilişkileri incelenerek, firmanın finansal durumu hakkında bilgi edinilir. Anlamlı sonuçlar verecek olan finansal tablo kalemleri, birbirleriyle oranlanır. Daha sonra, bulunan sonuçlar, geçmiş yıl sonuçlarıyla, benzer firma oranlarıyla, bütçe hedefleriyle veya genel standartlarla karşılaştırılarak firmanın finansal durumu yorumlanır. Finansal analiz sonuçlarından kimler nasıl yararlanmaktadır? TEKNİK ANALİZ Temel analiz, hangi menkul kıymetin, teknik analizi ise, menkul kıymetin ne zaman alınıp satılacağına karar vermede kullanılır. Teknik analiz, fiyat grafiklerini kullanarak gelecekteki fiyat değişim trendlerini tahmin etmeye çalışan bir analiz yöntemidir. Çeşitli kaynaklarda piyasa analizi, görsel analiz veya grafik analizi olarak da adlandırılan teknik analiz, analize konu olan finansal varlığın fiyat hareketlerine bakarak ilgili varlığın ne yaptığını ve gelecekte ne yapacağını tahmin etmeye yarayan çalışmalardan oluşur. Teknik analiz kuramının temelinde insanların çeşitli olaylar karşısındaki ekonomik ve psikolojik eğilimleri yatar. İnsanların piyasalardaki birtakım benzer olaylar karşısında benzer davranışlar sergilediğini kabul eden bu metot, aynı zamanda, piyasada oluşan fiyat eğilimlerinin arz ve talepten kaynaklandığını savunur. Piyasada fiyat eğilimlerinin oluşmasında birçok etki ve unsur vardır. Teknik analiz metodu, fiyat eğilimlerini incelerken, bu etki veya unsurların nedenleriyle değil, sonuçlarıyla ilgilenir. Bunun yapılabilmesi için de piyasada oluşan fiyatların görünür hale getirilmesi, başka bir deyişle, grafiklere dökülmesi gereklidir. Piyasada oluşan bu etki ve unsurlar, fiyatlara yansıyacağından dolayı, fiyatların grafik haline dönüştürülmesiyle otomatikman grafiklere de yansımış olacaktır. Bu nedenle, teknik analiz kullanıcıları daha çok nedenlerle değil, sonuçlarla ilgilenirler. Teknik analiz metodunda, eski fiyatlar görünür hale getirildikten, başka bir ifadeyle, fiyat grafikleri çizildikten sonra, çizilen fiyatların geçmiş dönemin herhangi bir bölümü ile karşılaştırılması olanağı bulunur. Teknik analizciler, kullandıkları yöntem veya "teknik"ler sayesinde, diğer analiz yöntemlerine göre "daha iyi, erken ve sağlıklı bir uyarı sinyali" alındığını savunurlar. Böylece hisse senedi piyasasındakilere "al", "sat" veya "elde tut" gibi öneriler verirler. Teknik analizcinin, bu amaç için kullandığı veriler; ilgili grafiği oluşturacak endeks ya da varlığın en düşük fiyatı, en yüksek fiyatı, kapanış fiyatı, işlem miktarı, karşılanmamış satım emirleri, sözleşme sayıları vb. gibi değerleri içerir. Fakat grafik çizimi için, yapılacak analizin periyoduna göre açılış değeri, en düşük fiyat, en yüksek fiyat, kapanış değeri, işlem miktarı gibi değerler kullanılır. Günümüzde teknik analizde en yaygın olarak kullanılan grafik türü günlük çubuk grafiklerdir. Çubuk grafiklere alternatif olarak çizgi grafikler, mum grafikleri ve sıfır/çarpı (0/X) grafikleri bulunur. Şekil 6.2’de çubuk grafiğin özellikleri gösterilmektedir. Bir hisse senedinin açılış fiyatı 5,10’dir. Gün içerisinde en yüksek işlem fiyatı olarak 5,50, en düşük ise 5,00’yi görmüştür. Buna ek olarak da, hissenin kapanış fiyatı 5,30 olmuştur. Tüm bu bilgilerin yansıdığı çubuk grafik gösterimi Şekil 6.2’deki gibi olacaktır. 159 Şekil 6.2: Günlük Çubuk Grafiği Teknik Analizin Dayandığı Temel İlkeler ve Dow Kuramı Gelişimi itibariyle, teknik analizin temelinde üç ana ilke bulunmaktadır. Bunlar; • Piyasa her şeyi iskonto eder, • Fiyatlar trendler halinde hareket eder, • Tarih tekerrürden ibarettir. Teknik analizin gelişmesinde, Amerikalı Charles Henry Dow tarafından geliştirilen “Dow Kuramı” denilen kurallar dizisinin önemi çok büyüktür. Bunun nedeni, yukarıda üç kalemde toplanan ve genel olarak herkes tarafından kabul edilen, teknik analizin en önemli ana ilkelerinin şu ya da bu şekilde “Dow Kuramı”ndan türemiş olmasıdır. Bugünün bilgisayar teknolojisi dünyasında yeni ve daha iyi olduğu öne sürülen teknik göstergelerin ortaya çıkmasına karşın, ‘Dow Teoremi’nin ana ilkelerinin birçoğu bu gelişmelerin çıkış noktasını oluşturmaktadır. Dow teorisi, piyasa analizlerinde amacın ‘piyasada fiyatların gidiş yönünü belirlemek’ olduğu görüşüne dayanmaktadır. Kuram, Dow Jones & Company’nin kurucularından Charles Henry Dow tarafından 19. yüzyılın ikinci yarısında ortaya atılmıştır. Günümüzde, teknik analiz başlığı altında kabul edilen öğretilerin çoğu bu kuramın parçalarını temel almaktadır. Dow teorisinin 6 temel ilkesi vardır. Bunlar aşağıda kısaca açıklanmaktadır: 1. Piyasaların Ortalaması Herşeyi İskonto Eder (Hesaba Katar) Burada, ‘ortalamalar’ kavramının kullanılmasının nedeni, Dow’un yaşadığı devirde yarattığı endeksin grafiğini kullanmasıydı. Bugün ise ‘ortalama’ kelimesi yerine ‘piyasa hareketi’ veya ‘grafikler’ kelimesi kullanılabilir. Bu ilke, arz ve talebi etkileyen her türlü olayın piyasaların ortalamasına yansıyacağını ifade eder ve “piyasa her zaman haklıdır ve piyasada olan her şey grafiklere yansımıştır”, görüşünü savunur. 2. Piyasa Trendler Halinde Hareket Eder Bu tanım, trendin temel tanımı ve bütün trend analizlerinin başlangıç noktasıdır. Dow, bir trendi üç bölümde inceler: • Birincil (ana) trend, • İkincil (ara) trend, • Küçük (mini) trend. Dow, piyasada uzun süre devam eden genel bir akım yönünün yani trendin olduğunu belirtir. Dow’un asıl ilgi alanını da oluşturan, genelde bir yıldan daha uzun sürede gelişen, çoğunlukla birkaç yıla uzanan trendlere birincil (ana) trend denir. İkincil (ara) trend ise, birincil trendin düzeltilmesini temsil eder ve genelde üç hafta ile üç ay arasında gelişmektedir. Dow’un bu konudaki bir diğer tespiti de, bu orta vadeli düzeltmelerin, bir önceki trendin genelde 1/3’ü ile 2/3’ünü geri aldığı yönündedir. Küçük (mini) trend ise, çoğunlukla 3 haftadan daha kısa bir sürede oluşur ve orta vadeli ikincil trendin kısa dönemdeki salınımlarını temsil eder. 160 3. Ana Trendler Üç Aşamada Oluşur Dow Teorisine göre ana trendler üç aşamada meydana gelir: • Biriktirme, toparlanma dönemi, • Fiyatlar hızla artarken alım yapıldığı uyanış dönemi, • Yüklü satışların geldiği dağıtım dönemi. Birikim aşaması da denilen ilk aşamada, artık tüm kötü haberlerin piyasa tarafından iskonto edilmesinin ardından, piyasa hakkında geniş bilgiye sahip, akıllı para (smart money) olarak da isimlendirilen ve küçük bir kitle olan en gelişmiş yatırımcılar alıma başlar. İkinci aşama ise, uygun ekonomik koşullar nedeniyle, fiyatların sürekli yükselme eğiliminde olduğu, trendi takip edenlerin de yükselişe iştirak ettiği ve gelen haberlerin pozitifleşmeye başladığı dönemi içerir.Son aşama ise, halkın katılımını gösterir. Artık her haber pozitiftir ve olumlu birçok gelişme, gazetelerin baş sayfalarını süslüyordur. Ekonomi haberleri de her zamankinden çok daha iyidir. Bu haberler ‘boğa piyasası haberleri’dir. Halk, bu üçüncü aşamada büyük yığınlar halinde piyasaya koşar ve spekülatif işlem hacmi en üst seviyeye ulaşmıştır. 4. Piyasaların Ortalamaları Birbirini Teyit Etmelidir Dow’a göre, önemli bir yükseliş (boğa) ya da düşüş (ayı) piyasasının ortaya çıkması için, farklı piyasaların aynı sinyali vermeleri gerekmektedir. Dolayısıyla, Dow, farklı sektör endekslerinin, ya da genel ve alt endekslerin hepsinin birden aynı yönlü yükseliş veya düşüş sinyali vermesi halinde genel eğilimden bahsedilebileceğini ileri sürmektedir. Eğer bu endekslerin yönlerinde bir aykırılık söz konusu ise genel trend hakkında şüpheler oluşur. Ayrıca, borsalarda fiyat yükselişleri ve düşüşleri ayı ve boğa ile sembolize edilir. Yükselen piyasalara “boğa piyasası”, düşen piyasalara ise “ayı piyasası” denir. Boğanın boynuzlarının yukarıyı göstermesi, ayının tırnaklarının ise aşağıyı göstermesi nedeniyle böyle bir benzetme kullanılmaktadır. 5. İşlem Hacmi Trendi Onaylamalıdır Dow, fiyat grafiklerinden alınan sinyalleri teyit etmek açısından işlem hacminin önemli bir role sahip olduğunu ileri sürmüştür. Dow’a göre bir yükseliş trendinde, fiyatlar yükseldikçe, işlem hacmi de artmalı, düzeltme hareketi sırasında ise azalmalıdır. Dow’un bu ilkesindeki ana fikri, düşük işlem hacimli bir harekete piyasada güvenilmemesi gerektiği şeklinde açıklanabilir. Dow Kuramı, işlem hacmini ikincil bir unsur olarak ele alırken, kapanış fiyatlarını öncelikli olarak ele alır. 6. Bir Trend Kesin Geri Dönüş Sinyali Alınana Kadar Geçerliliğini Korur Bu ilke, trend takibi yaklaşımının temellerinin büyük bir kısmını oluşturur. Burada önemli olan, dönüş sinyallerinin doğru olarak tanımlanabilmesidir. Tersine dönüş sinyallerini belirleyebilmek hiç de bahsedildiği kadar kolay bir iş değildir. Trendler ve Trend Çizgileri Piyasada arz ve talep arasındaki denge, herhangi bir nedenle değişinceye kadar, fiyatların küçük oynamalarla birlikte aynı yönde ilerledikleri, çizilen grafiklerden gözlenebilir. Bilindiği gibi, fiyatların ine-çıka belirli sürede izledikleri yöne trend denilmektedir. Diğer bir ifadeyle, fiyatların belirli bir yönde devamlı olarak ilerlemeleri, fiyatların bir trend izlediklerini gösterir. Bu akımı (trendi) gösteren çizgilere de trend çizgisi adı verilir. Teknik analizin mantığının, ilkelerinin ve tüm araçlarının yegane amacı trendleri ve trend dönüşlerini yakalamaya çalışmaktır Fiyat trendleri yön bakımından üç ana gruplamaya dahildir: i. Yukarı trend, ii. Aşağı trend, iii. Yatay tend, 161 Zaman bakımından ise yine üç temel ayrıma dâhildirler: i. Kısa vadeli trend, ii. Orta vadeli trend, iii. Uzun vadeli trend. Eğer fiyatların yaptığı yeni tepe bir önceki tepenin üzerinde kalıyorsa ve yine eğer bu tepeden önce gözüken dip bir önceki dip seviyenin üzerinde yer alıyorsa bu trend “yukarı trend” olarak adlandırılır. Yukarı trendin temel özelliği sürekli yükselen yeni tepelerin ve yükselen yeni diplerin görülmesidir. Aksi fiyatların yaptığı yeni dip bir önceki dip seviyenin altında kalıyorsa ve yine eğer bu dipten önce gözüken tepe bir önceki tepe seviyenin altında yer alıyorsa bu trend “aşağı trend” olarak adlandırılır. Aşağı trendin temel özelliği sürekli düşen (alçalan) yeni tepelerin ve düşen (alçalan) yeni diplerin görülmesidir. Son olarak, fiyatta gözüken tepe ve dipler bir bant aralığında ve yaklaşık aynı seviyelerde gerçekleşiyorsa “yatay trend” den bahsedilir ve piyasanın yönü hakkında bir fikirden söz edilemez. Trendler, zamana bağlı olarak kısa, orta ve uzun vadeli olarak üç dönemde incelenirler. Örneğin, bir hafta ile bir ay arasındaki fiyat yönüne kısa vadeli trend denir. Orta vadeli trendler ise, bir ayda başlayıp bir yıla kadar sürebilir. Uzun vadeli trendler de fiyatların bir yıldan daha fazla sürede bir akım yönü izlemesiyle oluşur. Buradaki vade kavramı, yatırımcıdan yatırımcıya, ülkeden ülkeye, hatta kişiden kişiye farklılık gösterebilir. Trend değişimlerinde dikkat edilmesi gereken en önemli husus, trend çizgilerinin kırıldığı anlardaki yüksek işlem hacmidir. Bir trend çizgisi kırıldığında, kırılma, aşağı veya yukarı yönde olabilir. İşlem hacmi artmıyor, düşük seyrediyorsa, trendin değişmeme ihtimalini her zaman göz önünde bulundurmak gerekir. Talebin fazla olduğu, yükselen trendlerin oluştuğu zaman piyasa “Boğa Piyasası” olarak adlandırılırken, arzın fazla olduğu, diğer bir ifadeyle alçalan trendin oluştuğu düşüş eğilimindeki piyasaya da “Ayı Piyasası” denir. Fiyatların hızla ve arka arkaya aynı yöne doğru bir süre ilerlemeleri ise, teknik analizde “rally” olarak adlandırılır. “Rally” yukarı doğru olabileceği gibi, aşağı yönde de gelişebilir. Rally’ler genelde yükseliş veya düşüşün son zamanlarında gelişir ve bir hafta ile bir ay arasında değişik sürelerde oluşabilir. Trend Çizgilerinin Önemi Yatırımcının trend çizgilerini çizmekteki asıl amacı; piyasada, fiyatların içinde bulunduğu trendi belirlemeye çalışmaktır. Dolayısı ile, çizilen trend ne kadar uzun bir zaman dilimini içeriyorsa, önemi de o kadar fazladır. Bir haftalık bir trend çizgisinde oluşan bir dönüş ile, 6 aylık bir trend çizgisinde oluşacak olan dönüşün değeri birbirinden farklıdır. Diğer bir deyişle, çizilen trend çizgisi ne kadar çok tepe veya çukur noktaya değiyor ise, o trend çizgisinin önemi aynı derecede artar. Piyasanın gücü ve yönü hakkında bilgi vermesi açısından bu değme sayısı ne kadar artıyorsa, o çizgi, içinde bulunduğumuz trendi o derecede doğru yansıtıyor demektir. Zaman açısından trendler nasıl gruplandırılmaktadır? Destek ve Direnç Kavramı Destek ve direnç, teknik analizde sık sık kullanılan terimlerdir. Teknik analizde, destek ve direnç olarak nitelendirilen kavramların altında arz/talep dengesi yatmaktadır. Daha açık bir anlatımla, çeşitli maliyet seviyelerinin oluştuğu bölgeler, teknik analizde destek veya direnç olarak nitelendirilir. Bu terimler, ayrı ayrı tanımlanacak olursa; Destek, piyasanın daha fazla düşmekte zorlandığı, alıcıların tekrar devreye girmesiyle mevcut satış baskısını durduracak kadar bir talep doğuracak olan fiyat seviyesidir. Diğer bir deyişle, destek seviyeleri talebin, arzın önüne geçtiği yerlerdir. Direnç ise, piyasanın daha fazla 162 yükselmekte zorlandığı, satıcıların devreye girmesiyle mevcut alım etkisini durduracak kadar bir arzın ortaya çıktığı fiyat seviyesidir. Teknik analizciler, destek ve direnç noktalarını belirlerken çeşitli amaçlar güderler. Bunlar: i. Alım/satım yerlerini belirlemek, ii. Alım/satım zamanlamasını gerçekleştirmek, iii. Yatırımlarının vadesini belirlemek, iv. Zararı durdurma stratejisini uygulamak veya kar realizasyonu yapmak, v. Piyasada ayıların mı yoksa boğaların mı hâkim olduğunu belirlemek. Şekil 6.3 direnç ve destek sınırlarını göstermektedir. Şekil 6.3: Direnç ve Destek Sınırları Şekil 6.4’te yükseliş trendi ve Şekil 6.5’te azalış trendi gösterilmektedir. Yükseliş ya da düşüş hareketi içindeki fiyatların oluşturdukları trendler de birer destek ve direnç noktalarıdır. Yükseliş trendi çizgisi, fiyatlar için bir destek görevi görür iken, düşüş trend çizgisi de fiyatlar için bir direnç olarak karşımıza çıkacaktır. Bununla birlikte, düşüş veya yükseliş trendlerine paralel çizilen fiyatları alt ya da üstten sınırlayan ve fiyatların bu trend çizgisine paralel çizilen çizgi ile trend çizgisi arasında hareket ettiği varsayılan kanala ‘trend kanalı’ adı verilir. Aynı zamanda, bu kanal çizgisinin alt ya da üst bandı da destek ya da direnç noktası olarak ortaya çıkar. Yükselen Trend Çizgisi Şekil 6.4: Yükseliş Trendi 163 Trend Çizgisi Şekil 6.5: Azalış Trendi Formasyonlar Teknik analizde en sık kullanılan yöntemlerden biri de fiyat grafiklerinde oluşan çeşitli formasyonlara bakarak karar vermektir. Daha önceleri belirtildiği üzere, piyasada arz-talep dengesi değişmediği sürece, fiyatlar belirli bir yönde trend izler. Hiçbir trend, sonsuza kadar devam etmeyeceğine göre, yatırımcı, arz ve talebin birbirine üstünlük sağlayamadığı sıkışma bölgelerinden sonra, bir trend değişikliğinin yaşanacağı ya da trendin devam edeceği kanısına oluşan formasyonlara bakarak karar verebilir. Formasyonlar, trendin değişip değişmediğine göre; i. Trend dönüşü formasyonları, ii. Ara-geçiş formasyonları (bunlara ‘düzeltme formasyonları’ da denir) olarak iki ana başlık altında incelenebilir. Piyasada fiyatlar birçok faktörün etkisi altındadır. Bu yüzden, arz ve talep edenlerin dengesi kolay kolay bozulmaz. Birinin diğerine üstün gelmesi, başka bir ifadeyle, temel değişimin başlaması için, belirli bir sürenin geçmesi gerekmektedir. İşte, fiyatlardaki bu yön değişimleri sırasında bu grupların tutumları fiyat grafiklerine de yansır. Bunun sonucu olarak, trend dönüş formasyonları yaşanır. Eğer, sıkışma sonrasında da ana trendin yönü bozulmaz ve fiyatlar tekrar daha önce izledikleri yönde ilerlemeye devam ederse, o zaman geçiş formasyonları (düzeltme formasyonları) oluşur. Burada, teknik analizcinin dikkat etmesi gereken nokta, çok kısa vadeli fiyat hareketlerini bir formasyon olarak algılamasıdır. Fiyatlar, trend içinde gelişirken, bazen trendin tersi yönünde düzeltme hareketleri yaşanır. Fiyatlar, kısa bir süreliğine tepe ya da dip yapar. Bu trend düzelmesi denilen dip ya da tepe noktalarında alıcı ve satıcılar birbirlerine üstünlük sağlayamamaktadır. Başka bir deyişle, bu noktalarda arz ve talep dengededir. Bu tepe ya da dip noktalar bir günlük fiyat çubuğuyla oluşabileceği gibi, bazen de günlerce fiyatların aynı seviyede kalmasıyla da oluşabilir. Bu noktalarda alıcı ve satıcı arasında güç değişimi daha sonraki fiyat hareketlerinin yönünü belirlemekte etkili olacaktır. Alıcı ya da satıcıların gücünün büyüklüğü, yükselişin veya düşüşün sertliği ve sürekliliği üzerinde etkilidir. Trend düzeltmeleri dengeli gelişir. Bu yüzden düzeltmelerin çoğu belirli bir şekilde gerçekleşir. Düzeltme formasyonu adı verilen bu şekiller, gelecekteki fiyat hareketlerine ışık tutarlar. Trend dönüşünü işaret eden formasyonlar ise, düzeltme (ara-geçiş) formasyonlarına oranla daha uzun sürede gerçekleşir. Trend dönüş formasyonlarının oluşması, genelde, bir aydan uzun sürer ve bir yıla kadar bir süreyi içerebilir. Doğru olarak algılanan bir trend dönüş formasyonu, trend dönüşünün zamanı ve formasyon sonrası fiyat hedefinin belirlenmesi konusunda oldukça işe yarar. Düzeltme (ara-geçiş) formasyonları piyasalarda en sık görülen formasyonlardır. Oluşum yönüne göre, yükselen ve alçalan takoz olmak üzere iki tür takoz formasyon vardır. Yükselen takozlarda, alıcılar, her seferinde daha yüksek fiyatlardan satın almaya razı olmalarına karşın, satıcılar, her seferinde daha yüksek 164 fiyatlardan satışa geçmektedirler. Alçalan takozda ise, satıcıların her seferinde daha düşük fiyatlardan satışa geçmelerine rağmen, alıcılar, sürekli olarak daha düşük fiyat seviyesinden alıma geçmektedirler. Yükselen ve alçalan takoz formasyonları yanısıra çok çeştili formasyonlardan da söz edilebilir. Bunlar; kama formasyonu, bayrak formasyonu, flama formasyonu, üçgen formasyonu, dörtgen formasyonu, omuz baş omuz formasyonu ve çanak formasyonu olarak sayılabilir. Bu formasyonların şekillerinin kamaya, bayrağa, flamaya, üçgene, dörtgene, çanağa ve omuz baş omuza benzemesinden dolayı bu isimler verilmektedir. Örnek olması amacıyla Şekil 6.6’da omuz baş omuz formasyonu gösterilmektedir. Şekil 6.6: Omuz Baş Omuz Formasyonu Teknik Analizde Grafik Çizimi ve Grafik Çeşitleri Teknik analizin yapılabilmesi için gerekli ilk şey, geçmişe dönük fiyat hareketlerinin grafiklere dökülmesidir. Çünkü analizini yapmak istediğimiz varlığın fiyat hareketlerini, bu fiyat hareketlerinin oluşturdukları formasyonları, trend yönlerini, gördükleri işlem miktarlarını incelemek için grafiklere ihtiyaç duyulmaktadır. Grafiğin çizilebilmesi için, o varlığın, analizde göz önünde bulundurulan ilgili dönem içindeki (bu genelde günlük yapılır) gördüğü en yüksek değer, en düşük değer, kapanış fiyatı ve işlem miktarı yeterli olur. Açılış fiyatı da isteğe bağlı olarak göz önünde bulundurulabilir. Grafiklerin dikey yanlarında fiyat skalası yer alır. Her hisse farklı bir fiyat basamağında işlem gördüğü için, skala, hisse senedinin fiyatına göre uyarlanır. Alttaki yatay sütunda ise, günlük, haftalık, aylık hatta yıllık bölümlere ayrılmış tarih skalası bulunur (işlem miktarı ise grafiğin altında dikey çubuklarla gösterilir). Bu şekilde, grafik haline dönüştürülmüş fiyatların geçmiş dönemin herhangi bir bölümü ile karşılaştırma olanağı sağlanır. Grafik Çeşitleri Grafikler, piyasada her gün değişen fiyatların işlem miktarı ile beraber bir kayıt ortamında gösterilmesi sonucu oluşur. Grafiklerde yatay eksende zaman, dikey eksende ise fiyat yer alır. Fiyat değişimlerini gösteren grafikleri, değişik gruplarda inceleyip yorumlamak mümkündür. Teknik analistlerin kullandığı çok sayıda grafik türü bulunmaktadır. Aşağıda bunlardan bazıları yer almaktadır. • Çizgi grafikler: Bu grafik türünde piyasayı tek başına temsil edebilen veriler kullanılır. Hisse senetlerinin kapanış ve ağırlıklı ortalama fiyatları ile endeksler bu özelliğe sahiptir. Grafik, her verinin bir öncekine (bugünkü fiyatın dünküne, dünkünün ise bir öncekine) bir doğru ile bağlanması sonucu elde edilir. Böylece sürekli bir şekil ortaya çıkar. Şekil 6.7 çizgi grafiğini göstermektedir. 165 Şekil 6.7: Çizgi Grafik • Çubuk grafikler: Gün içinde oluşan en düşük fiyatla en yüksek fiyatın dikey bir çubukla birleştirilmesinin ardından, bu çubuğun sol tarafına açılış, sağ tarafına kapanış fiyatının küçük bir çizgi çizilmesi suretiyle çubuk üzerinde gösterilmesi ve bu çubukların her gün yan yana dizilmesiyle oluşturulur. Bunlara ‘bar’ grafik de denir. Şekil 6.8’de çubuk grafiği gösterilmektedir. Şekil 6.8: Çubuk Grafik • Sıfır çarpı grafikleri: Yükselen fiyatların dikey sütun boyunca yukarı doğru ‘x’ işareti ile alçalan fiyatların ise, dikey sütun boyunca aşağı doğru ‘o’ işareti ile gösterildiği grafik türüdür. Şekil 6.9’da sıfır-çarpı grafiği gösterilmektedir. 166 Şekil 6.9: Sıfır-Çarpı Grafiği • Mum grafikleri: Japonlar tarafından değişik piyasalarda kullanılmak üzere geliştirilen bu grafik yöntemi son yıllarda teknik analizde kullanılmaya başlanmıştır. Mum grafikleri, açılış fiyatı, kapanış fiyatı ve gün içerisindeki en yüksek, en düşük değerlerin çeşitli şekillerde gösterildiği grafik türleridir. Şekil 6.10’da mum grafiğinin oluşumu gösterilmektedir. Şekil 6.10: Mum Grafiğinin Oluşumu Mumun boyu açılış fiyatı ile kapanış fiyatı arasındaki farka göre artar veya azalır. Kapanış fiyatı açılış fiyatından daha büyükse mumun iç kısmı boş oluşur. Şayet kapanış fiyatı açılış fiyatından daha düşükse o zaman da mumun içi dolu yani rengi koyu olur. Mumun içinin dolu olması ya da diğer bir deyişle koyu renkli mum satışların alışlara göre fazla olduğunu ve düşüşü ifade eder. Kapanış fiyatının en düşük fiyata, açılış fiyatının ise en yüksek fiyata eşit olması durumunda mumun altındaki ve üzerindeki çizgi olmaz ve içi dolu olarak teşekkül eder. Aksi halde ise, yani açılışın en düşük fiyata eşit, kapanışın ise en yüksek fiyattan oluşması durumunda yine alt ve üst çizgileri olmayan ama içi boş bir mum şekli oluşur. Genelde içi boş mum şekilleri yükselişi ve piyasanın sağlamlığını, içi dolu şekilleri ise düşüşü ve piyasanın zayıflığını ifade eder. Şekil 6.11’de örnek bir mum grafiği gösterilmektedir. 167 Şekil 6.11: Mum Grafiği Bu grafik türlerinin yanı sıra son zamanlarda geliştirilen bazı yeni grafik türleri (Renko, Three Line Break gibi) de vardır. Fakat en yaygın kullanım alanı olan grafikler yukarıda değinilen türdeki grafiklerdir. Bu grafik türlerinin birbirlerine göre çeşitli üstün ve zayıf yönleri bulunmaktadır. Çizgi grafikler, sadece kapanış fiyatları ile hazırlandıkları için çok kısa vadeli analizlerde kullanılmaları doğru olmaz. Çünkü gün içerisindeki fiyat dalgalanmalarını bu tür grafiklerde görmek pek mümkün değildir. Oysa çubuk grafikler, günün en yüksek, en düşük ve kapanış fiyatlarını gösterdiğinden, fiyat hareketleri ve oluşan formasyonlar bu tür grafiklerden rahatlıkla izlenebilir. Trend analizine de imkân veren çubuk grafikle de aynı zamanda ağırlıklı fiyat ortalamalarının çeşitli türlerde hesaplanabilmesi de olasıdır. Bu yüzden, analizcilerin en çok tercih ettiği grafik türü çizgi grafiktir. Mum grafikler, çubuk grafikte olduğu gibi, gün içerisindeki en yüksek, en düşük, açılış ve kapanış değerlerini içerirken, diğer grafik türlerinde olduğu gibi, seanslık, günlük, haftalık, aylık hatta yıllık olarak bile hazırlanıp incelenebilir. Skala Çeşitleri Teknik analizde, grafiklerdeki fiyat eksenlerinin normal aralıklarla ya da yüzdesel aralıkla ayarlamasına göre, fiyat skalaları değişik adlar alırlar. Fiyat ekseninin eşit aralıklara (10, 20, 30, 40) bölündüğü normal (matematiksel veya aritmetik) skalada rakamlar arasındaki akım boyutları esastır. Grafik üzerinde menkul kıymetin fiyatı 10’den 20’ye çıkması ile fiyatın 40’den 50’ye çıkması arasındaki mesafe aynı olacaktır. Başka bir ifadeyle, normal skala, hareketleri mutlak olarak ölçmekte ve yüzde değişimi göstermemektedir. Söz konusu durum Şekil 6.12’de gösterilmektedir. Eğer fiyat skalası logaritmik ise, değişim noktaları arasındaki mesafe yüzde cinsinden eşit olacaktır. Fiyatın 10’den 20’ye çıkması durumunda % 100’lük bir artış söz konusu olurken, fiyatın 40’den 50’ye çıkması durumunda değişim sadece %25 olacaktır. Normal skalada 10’lik fiyat değişimlerinin grafik üzerindeki gösterim aralıkları aynı olurken, logaritmik skalada yüzde cinsinden değişimler farklı gösterilecektir. Logaritmik skalada fiyatın 10’den 20’ye yükselmesi sonucu oluşan %100’lük artışı gösteren mesafe ile fiyatın 40’den 50’ye çıkmasıyla oluşan %25’lik artışın mesafesi aynı olmayacaktır. Bu durumda, yüzde değişimin etkisiyle, grafik üzerinde fiyatın 10’den 20’ye yükselmesi daha geniş bir alanı gösterirken, fiyatın 40’den 50’ye yükselmesi daha küçük bir alanı gösterecektir. Bu da 40’den 50’ye değişen fiyat hareketinin daha küçük olduğunun göstergesi olacaktır. Şekil 6.13’te gösterilen logaritmik fiyat skalasında fiyatın 10’den 20’ye çıkmasını gösteren mesafenin uzunluğu ile fiyatın 20 ’den 40’ye çıkmasını gösteren mesafenin uzunluğu aynıdır. Çünkü her iki durumda da %100’lük artış söz konusudur. 168 Şekil 6.12: Normal Skala Şekil 6.13: Logaritmik Skala TEMEL VE TEKNİK ANALİZ ARASINDAKİ FARKLAR Yatırımcılar, piyasada fiyatların yönü hakkında bir tahminde bulunabilmek için çeşitli analizler yaparlar. Bu analizlerden en çok kullanılanları temel ve teknik analizdir. Bu iki analiz metodu da piyasadaki fiyatların geleceğe dönük tahminlerinin yapılabileceğini savunur. Buna karşın, etkin pazar hipotezi içinde ele alınan zayıf formda etkin piyasada bile, geçmiş verilere bakılarak, ileriye yönelik tahminlerin yapılamayacağı savunulurken, bu iki analiz tekniği, piyasada fiyatların tahmin edilebileceğini iddia eder. Fakat günümüzde bu metotlardan hangisinin daha etkin sonuçlar verdiği tartışılmaktadır. Temel analizciler, teknik analizcileri fiyatları sihirli kürede görmeye çalışan bir falcıya benzetirken, teknik analizciler de temel analizcileri karanlık odada siyah kedi arayan kişilere benzetir. Temel analizin faydalı bir tahmin yöntemi olmadığını vurgularlar. Burada tartışılması gereken, hangi analiz metodunun daha iyi olduğu değil, her ikisinin de etkili yönlerini kullanarak, optimum faydayı elde etmek olmalıdır. Gerçekte, teknik ve temel analiz birbirleriyle sıkı bir ilişki içindedir. Temel analiz, hisse senedinin seçiminde çok önemli bir fonksiyonu yerine getirirken, teknik analiz, hisse senedinin alım-satım zaman ve noktalarının belirlenmesinde oldukça önemli bir rol oynar. Bununla birlikte, teknik analiz piyasa hareketleri üzerine yoğunlaşırken, temel analiz fiyatları oynatan arz ve talebin sonuçlarını inceler. Burada, teknik analist kendisine bütün gerekenin ‘sonuçlar’ olduğuna inanırken, temel analist tüm nedenleri bilmeye çalışır. Bu yüzden teknik analiz, bu konuda bilgisi olan herkes tarafından kolay bir şekilde kullanılabilirken, temel 169 analiz ekonomi, finans, politika vb. gibi birçok alanda uzmanlık düzeyinde bilgi gerektirir. Buna karşın, teknik analistin, ekonomik koşulları anlayacak kadar ekonomi ve politika; bir malın arz ve talep koşullarını anlayacak kadar istatistik ve ekonometri veya bilânçoları düzenleyecek kadar finansal bilgiye sahip olması gerekmez. Teknik analiz, daha çok, alımdan sonraki birkaç gün veya hafta içinde kazanmayı amaçlayan spekülatörler tarafından tercih edilir. Bu kişiler dışında uzun vadeli yatırımcılar da teknik analizi, temel analize ek olarak zamanlama için kullanırlar. Temel analizi kullananların amacı genellikle uzun süreli yatırım sonucu temettü kazancı elde etmek, teknik analizcilerinki ise kısa süre içinde sermaye kazancı (hisse senedinin satış ile alış fiyatı arasındaki fark) sağlamaktır. Temel analizciler teknik analizcilere göre daha çok veriyle ilgilenirler ve genellikle belli bir sektörde uzmanlaşırlar. Teknik analizciler ise bir sektörde tamamiyle uzman olmamaları sebebiyle, temel analizcilere göre daha kolay sektör ve piyasa değiştirip, analiz yapabilirler. Temel analizciler, ilgilendikleri şirketlerin hisse senetlerinin "gerçek değeri"ni hesaplayıp piyasada oluşan fiyatlarla karşılaştırırlar ve buna göre alım-satım kararı verirler. Bir hisse senedinin gerçek değeri, şirketin finansal tablolarındaki kalemlerin, şirket yönetiminin, geçmiş dönemdekine ek olarak özellikle gelecekteki kâr ve temettü rakamlarının ve çeşitli risklerin incelenip yorumlanması sonucu bulunur. yahoo finans sitesinde ABD borsalarında işlem gören firmaların güncel temel ve teknik analiz bilgilerini inceleyebilirsiniz: finance.yahoo.com RASSAL YÜRÜYÜŞ TEORİSİ VE ETKİN PİYASALAR HİPOTEZİ Finansal piyasalarda kurumsal anlamda portföy yönetimi işiyle uğraşanların rassal yürüyüş teorisi ve etkin piyasalar hipotezini bildikleri varsayılır. Rassal yürüyüş teorisi (random walk theory), fiyat değişikliklerinin rassal olduğunu ve önceden tahmin edilemeyeceğini öne sürmektedir. Bu teoriye göre, hisse senedi fiyat değişimlerinin, geçmiş fiyat değişimleri ile ilişkisi yoktur. Başka bir ifadeyle, bir hisse senedinin fiyatı rastgele bir seyir izlerse, hisse senedinin fiyatının artma veya azalma olasılığı daha önceki fiyat değişmelerinden tamamen bağımsız demektir. Dolayısıyla, geçmiş fiyat hareketlerine bakarak, gelecekteki fiyatlar tahmin edilemez. Ayrıca, rekabetçi finansal piyasalarda, menkul kıymet fiyatları, bütün mevcut bilgileri yansıtmaktadır. Piyasaya yeni bir bilgi geldiğinde fiyatlar değişecektir. Fakat yeni gelen bilginin fiyatlar üzerindeki etkisini tahmin etmek mümkün değildir. Dolayısıyla, fiyat değişimleri rassal olarak gerçekleşecektir. Menkul kıymet fiyatlarının tesadüfi olarak hareket ettiği bulgusu araştırmacıların ilgisini çekmiş ve “etkin piyasalar hipotezi” geliştirilmiştir. Piyasanın etkinliği, fiyat ayarlamasının, yeni bilgi girişi karşısında hangi hızda ve hangi doğrulukla gerçekleşeceğine bağlıdır. Eğer, piyasaya giren yeni bilgi sonucunda fiyatlar, yeni bilgiye hızlı ve doğru bir şekilde uyarlanıyorsa o piyasa etkindir. Diğer bir ifadeyle, etkin piyasa, fiyatların tüm bilgileri içerdiği piyasadır. Dolayısıyla, piyasalar etkin ise, tüm menkul kıymetler yatırımcıların elde edeceği bilgiler ışığında doğru olarak fiyatlandırılır. Bu teoriye göre, etkin bir piyasada, bir yatırımcının anormal getiri (piyasa getirisinin üzerindeki getiri) sağlaması mümkün değildir. Etkin piyasalarda hisse senedi fiyatlarının rasgele seyir izlemesi, hisse senedi fiyatlarının firma hakkında elde edilecek tüm bilgileri yansıttığı düşüncesiyle uyumludur. Eğer fiyatlar bu tür bilgiyi yansıtıyorsa, sadece yeni bilgiler fiyatlarda değişmelere neden olacaktır. Ancak, yeni bilgiler, doğası gereği önceden bilinemez. Bilgiyi, bilginin ait olduğu zaman ve bilginin elde edilebilirliği açısından 3 gruba ayrılabiliriz. Bunlar; • Geçmiş döneme ait bilgiler, • Kamuya açıklanan bilgiler (geçmiş döneme ait bilgiler da dâhil), • İçsel bilgiler (firma içerisinden bilgi sağlanması) de dâhil olmak üzere firmaya ait tüm bilgiler. 170 Bu bilgilerin bir kısmının ya da tamamının hisse senedi fiyatına yansımasına göre piyasaların etkinlik dereceleri ölçülmektedir. Piyasaların etkinliği; zayıf, yarı güçlü ve güçlü formda olmak üzere üçe ayrılmaktadır. Zayıf formda etkinlik: Hisse senetlerinin cari piyasa fiyatlarının geçmiş fiyat hareketlerine ilişkin tüm bilgileri yansıttığı durumdur. Eğer, hisse senedi piyasası zayıf formda etkin ise, hiçbir yatırımcı, geçmiş fiyat bilgileri, işlem hacmi ve benzeri bilgileri kullanarak piyasada bir üstünlük sağlayamaz. Bu piyasalarda yatırımcılar yeni bilgilere eşzamanlı olarak ulaşamamaktadırlar. Ayrıca, kamuya açıklanmamış bazı bilgiler, firma içerisindekiler tarafından önceden bilinmektedir. Bu kişiler ulaştıkları özel bilgileri kullanarak piyasa getirisinin üzerinde getiri elde edebilirler. Yarı güçlü formda etkinlik: Hisse senedi fiyatlarının, halka açıklanmış tüm bilgileri yansıttığı durumdur. Yarı güçlü etkin bir piyasada, yatırımcıların geçmiş fiyatlara ek olarak, kamuya açıklanmış bilgileri kullanarak normalin üzerinde getiri sağlayamayacakları varsayılmaktadır. Bu tipteki piyasalarda, firma içerisindekilerin öncelikli olarak bilgi sahibi olması söz konusudur. Dolayısıyla, firma içerisindekiler, kimsenin bilmediği bilgileri kullanmak suretiyle ortalama piyasa getirisinin üzerinde kazanç elde edebilirler. Güçlü formda etkinlik: Piyasa fiyatlarının, gerçek değerleri belirlemede kullanılabilecek tüm bilgileri yansıttığı durumdur. Fiyatlar; sadece kamuya açıklanmış bilgileri değil, firma içerisndekilerin de dâhil olmak üzere firmaya ait tüm bilgileri yansıtmaktadır. Güçlü formda etkin olan piyasalarda, içerden bilgi sağlayanlar bile normalin üzerinde getiri elde edemezler. Güçlü formdaki etkinlikle ilgili testler, profesyonel portföy yöneticilerinin normal yatırımcılardan daha yüksek getiri sağlamayacaklarını göstermiştir. Bu nedenle, profesyonel portföy yöneticileri çeşitlendirmeyi en yüksek düzeye çıkaracak ve portföy yönetimi maliyetini en aza indirecek şekilde endeks satın alırlar. Gerçek hayatta, güçlü formda etkin piyasalara rastlanılması zor olup, piyasaların, genellikle zayıf veya yarı güçlü formda etkin olduğu söylenebilir. Piyasaların etkinlik derecesi portföy kararları açısından olduğu kadar, piyasaların gelişimi açısından da önemlidir. Rassal yürüyüş teorisine göre hisse senetlerinin geçmiş fiyatlarına bakarak, gelecekteki fiyatları tahmin edilebilir mi? Etkin Piyasalar Hipotezi ve Temel Analiz Zayıf formda etkin bir piyasada, temel analiz kullanılarak piyasa ortalamasının üzerinde getiri elde edilebilir. Ancak yarı güçlü formda etkin bir piyasada, kamuya duyurulmuş mevcut bilgileri kullanarak yapılan temel analizden bir fayda sağlanamaz. Çünkü hisse senedi fiyatlarını etkileyecek bütün bilgilere herkesin aynı anda ulaşması nedeniyle, gerçek fiyatlar ile piyasa fiyatları arasında fark oluşmayacak ve düşük değerlenmiş hisse senedi bulma imkânı da ortadan kalkacaktır. Benzer şekilde, güçlü formda etkin piyasalarda da temel analiz yöntemiyle piyasa getirisi üzerinde bir kazanç elde edilemeyecektir. Etkin Piyasalar Hipotezi ve Teknik Analiz Zayıf formda etkin bir piyasada, geçmiş fiyat hareketleri kullanılarak normalüstü getiri elde etmek mümkün değildir. Çünkü geçmiş fiyat hareketleri ile ilgili tüm bilgiler hisse senedinin fiyatına yansımıştır. Dolayısıyla, teknik analiz kullanılarak zayıf formda etkin piyasalarda ortalamanın üzerinde getiri elde edilemez. Benzer şekilde yarı güçlü ve güçlü formda etkin piyasalarda da teknik analiz yöntemi kullanılarak piyasa ortalaması üzerinde bir getiri elde edilemeyecektir. Etkin piyasalar hipotezi, teknik analizi “zaman kaybı” olarak görmektedir. Sermaye piyasası analizlerini anlamak için yararlı bir kaynak olarak Finansal Pazarlar adlı kitaba bakabilirsiniz. (Serpil Canbaş ve Hatice Doğukanlı, Karahan Yayıncılık, 2007). 171 Özet Yatırımcıların bir finansal varlığa yatırım yapmalarındaki temel amaç bu yatırımlarından kar elde etmeleridir. Bu nedenle, karlı yatırımları bulabilmek için yapılan analiz çalışmaları, yatırım süreçleri açısından en önemli unsuru oluşturur. Bu analiz yöntemlerinden günümüzde en çok kullanılan ve yine en çok yatırımcılar ve analizciler tarafından tercih edilenleri “Temel Analiz” ve “Teknik Analiz” yöntemleridir. ifadeyle, bir hisse senedinin fiyatı rastgele bir seyir izlerse, hisse senedinin fiyatının artma veya azalma olasılığı daha önceki fiyat değişmelerinden tamamen bağımsız demektir. Dolayısıyla, geçmiş fiyat hareketlerine bakarak, gelecekteki fiyatlar tahmin edilemez. Ayrıca, rekabetçi finansal piyasalarda, menkul kıymet fiyatları, bütün mevcut bilgileri yansıtmaktadır. Piyasaya yeni bir bilgi geldiğinde fiyatlar değişecektir. Fakat yeni gelen bilginin fiyatlar üzerindeki etkisini tahmin etmek mümkün değildir. Dolayısıyla, fiyat değişimleri rassal olarak gerçekleşecektir. 1980’li yılların başından itibaren finansal piyasalar birçok açıdan ciddi değişikliklere uğramıştır. Yine bu yıllardan itibaren finansal varlık piyasalarında yüksek oranlı değer değişimleri ile beraber geçmişe oranla hem katılımcı sayısında hem de toplam işlem hacminde yüksek artışlar kaydedilmiştir. Bununla birlikte, finansal piyasalarda işlem gören varlık sayısında da bir artış gözlemlenmiştir. Yatırım dünyasına olan bu büyük ilgiye rağmen hangi araca hangi zamanda ve hangi fiyattan yatırım yapılacağı ve bu yatırımın yine ne zaman ve hangi fiyattan elden çıkarılacağı yatırımcı açısından hala cevaplandırılması en zor konudur. Piyasanın etkinliği, fiyat ayarlamasının, yeni bilgi girişi karşısında hangi hızda ve hangi doğrulukla gerçekleşeceğine bağlıdır. Eğer, piyasaya giren yeni bilgi sonucunda fiyatlar, yeni bilgiye hızlı ve doğru bir şekilde tepki veriyor ise o piyasa etkindir. Diğer bir ifadeyle, etkin piyasa, fiyatların tüm bilgileri içerdiği piyasadır. Dolayısıyla, piyasalar etkin ise, tüm menkul kıymetler yatırımcıların elde edeceği bilgiler ışığında doğru olarak fiyatlandırılır. Bu teoriye göre, etkin bir piyasada, bir yatırımcının anormal getiri (piyasa getirisinin üzerindeki getiri) sağlaması mümkün değildir. Etkin piyasalar üç gruba ayrılmaktadır. Bunlar; i) zayıf formda etkin piyasalar, ii) yarı kuvvetli formda etkin piyasalar ve iii) kuvvetli formda etkin piyasalardır. Finansal varlığı ihraç etmiş olan firmanın performansını etkileyen ekonomik, sektörel ve ortaklıkla ilgili unsurları dikkate alarak, finansal varlığın gerçek değerini bulmaya ve bulunan gerçek değeri piyasa fiyatı ile karşılaştırarak alım-satım kararını vermeye yarayan analiz yöntemi "Temel Analiz" olarak adlandırılır. Etkin piyasalarda hisse senedi fiyatlarının rasgele seyir izlemesi, hisse senedi fiyatlarının firma hakkında elde edilecek tüm bilgileri yansıttığı düşüncesiyle uyumludur. Eğer fiyatlar bu tür bilgiyi yansıtıyorsa, sadece yeni bilgiler fiyatlarda değişmelere neden olacaktır. Ancak, yeni bilgiler, doğası gereği önceden bilinemez. Yatırımcılar, piyasada fiyatların yönü hakkında bir tahminde bulunabilmek için teknik ve temel analizden yararlanırlar. Bu iki analiz metodu da piyasadaki fiyatların geleceğe dönük tahminlerinin yapılabileceğini savunur. Ancak, etkin piyasalar hipotezi içinde ele alınan zayıf formda etkin piyasada bile, geçmiş verilere bakılarak, ileriye yönelik tahminlerin yapılamayacağı savunulurken, bu iki analiz tekniği, piyasada fiyatların tahmin edilebileceğini iddia eder. Temel analizde; bir finansal varlığa yatırım yapılmadan önce varlığın değerini gösteren temel unsurlar araştırılır. Finansal varlığı ihraç eden firmanın finansal durumu, karlılığı, büyüklüğü, içinde bulunduğu sektörün özellikleri, genel ekonomik makro göstergelerin firma performansına olası etkileri gibi temel unsurlar analiz edilerek finansal varlığın değeri belirlenmeye çalışılır. Teknik analizde ise, geçmiş fiyat hareketlerinden yararlanılarak geleceğe ilişkin tahminlerde bulunulmaktadır. Teknik analiz geçmiş finansal bilgilerin yardımıyla, fiyat oluşumlarını inceleyerek gelecek için fiyatın yönünü tahmin etmeye çalışmaktadır. Rassal yürüyüş teorisi, fiyat değişikliklerinin rassal olduğunu ve önceden tahmin edilemeyeceğini öne sürmektedir. Bu teoriye göre, hisse senedi fiyat değişimlerinin, geçmiş fiyat değişimleri ile ilişkisi yoktur. Başka bir 172 Kendimizi Sınayalım 1. Aşağıdakilerden hangisi süreçlerinden biri değildir? temel 5. Aşağıdakilerden hangisi finansal analiz ile ilgilenen taraflardan birisi değildir? analiz a. Ana ve ara trendlerin incelenmesi a. Şirket ortakları b. Yatırım yapılacak ülke ekonomisinin analizi b. Şirkete borç verenler (kreditörler) c. Sektörün analizi c. Teknik analizciler d. Firma analizi d. Yöneticiler e. Finansal analiz e. Devlet 2. 6. Firmanın kısa süreli borçlarını ödeme gücünü ölçmek için ve dönen varlıklar adı da verilen işletme sermayesinin yeterli olup olmadığını belirlemek için kullanılan oranlara ne ad verilir? I. Gayri Safi Milli Hasıla II. Faiz-enflasyon oranları III. Ödemeler dengesi IV. Bütçe dengesi a. Finansal yapı (kaldıraç) oranları V. Döviz kurları b. Likidite oranları Yukarıda verilen değişkenlerden hangisi veya hangileri, ekonomi analizi gerçekleştirilirken yararlanılan değişkenlerden birisidir? c. Faaliyet oranları d. Piyasa oranları a. Yanlızca I e. Karlılık oranları b. I ve II c. I, II ve II 7. Aşağıda verilen oranlardan hangisi sadece halka açık işletmeler için hesaplanabilir? d. I, II, III ve IV a. Finansal yapı (kaldıraç) oranları e. I, II, III, IV ve V b. Likidite oranları 3. Endüstri yaşam sürecinin hangi aşamasındaki bir işletme çok risklidir ve şirket faaliyetlerinde başarılı olduğu takdirde yatırımcılarına sağlayacağı getiri de o derece yüksektir? c. Faaliyet oranları d. Borsa-performans oranları e. Karlılık oranları 8. Fiyat grafiklerini kullanarak gelecekteki fiyat değişim trendlerini tahmin etmeye çalışan analiz yöntemine ne ad verilir? a. Giriş aşaması b. Büyüme-gelişme aşaması a. Temel analiz c. Olgunluk aşaması b. Piyasa analizi d. Gerileme Aşaması c. Teknik analiz e. Durgunluk Aşaması d. Sektör analizi 4. Oran analizi, işletmeyle dair aşağıda verilen konulardan hangisi ile ilgili “açık bir bilgi” vermez? e. Kar-zarar analizi a. Karlılık durumu b. Finansal durumu c. Aktiflerini kullanma durumu d. Şirketin ortaklık durumu e. Yükümlülüklerini yerine getirme durumu 173 9. Eğer fiyatların yaptığı yeni tepe bir önceki tepenin üzerinde kalıyorsa ve yine eğer bu tepeden önce gözüken dip bir önceki dip seviyenin üzerinde yer alıyorsa bu trend nasıl adlandırılır. Kendimizi Sınayalım Yanıt Anahtarı a. 2. e Yanıtınız yanlış ise “Ekonomi Analizi” konusunu yeniden gözden geçiriniz. 1. a Yanıtınız yanlış ise “Temel Analiz” konusunu yeniden gözden geçiriniz. Düşüş trendi b. Yükseliş trendi 3. a Yanıtınız yanlış ise “Sektör konusunu yeniden gözden geçiriniz. c. Yatay trend d. Ana trend 4. d Yanıtınız yanlış ise “Oran Analizi” konusunu yeniden gözden geçiriniz. e. Ara trend 5. c Yanıtınız yanlış ise “Finansal Analiz” konusunu yeniden gözden geçiriniz. 10. Menkul kıymet fiyatlarının kamuya açıklanmış ve kamuya henüz açıklanmamış tüm bilgileri yansıttığı, dolaysıyla içerden bilgi öğrenenlerin bile normalin üzerinde getiri elde edemeyecekleri piyasa türü aşağıdakilerden hangisidir? 6. b Yanıtınız yanlış ise “Likidite Oranları” konusunu yeniden gözden geçiriniz. 7. d Yanıtınız yanlış ise “Borsa Performans Oranları” konusunu yeniden gözden geçiriniz. a. Tam rekabet piyasası 8. c Yanıtınız yanlış ise “Teknik konusunu yeniden gözden geçiriniz. b. Rassal piyasalar c. Zayıf formda etkin piyasalar Analiz” 9. b Yanıtınız yanlış ise “Trend Analizi” konusunu yeniden gözden geçiriniz. d. Yarı güçlü formda etkin piyasalar 10. e Yanıtınız yanlış ise “Etkin Piyasalar Hipotezi” konusunu yeniden gözden geçiriniz. e. Güçlü formda etkin piyasalar 174 Analizi” Sıra Sizde Yanıt Anahtarı Sıra Sizde 1 Sıra Sizde 3 Firmaların içinde bulunduğu ülkenin ekonomik koşulları firmalar açısından önem taşımaktadır. Makro ekonomik olarak meydana gelen değişme ve gelişmeler, bir ekonomide faaliyet gösteren bütün sektör ve işletmeleri etkilemektedir. Ekonomi duraklama ya da gerileme dönemine girerse, işletmelerin bir taraftan satışları, diğer taraftan karları azalacaktır. Ekonomilerin büyüme dönemlerinde, işletmelerin satışları, karlılıkları da artar. İşletmeler, yeni yatırımlara girişerek, karlı yatırım fırsatlarını değerlendirme imkanı bulurlar. Ekonomide istihdam olanakları arttıkça, işsiz sayısı azalmaya başlar. Ayrıca çalışanların gelirlerinde reel artışlar görülür. Fiyatların belirli bir yönde devamlı olarak ilerlemeleri, fiyatların bir trend izlediklerini göstermektedir. Trendler, zamana bağlı olarak kısa, orta ve uzun vadeli olarak üç dönemde incelenirler. Bir hafta ile bir ay arasındaki fiyat yönüne kısa vadeli trend denir. Orta vadeli trendler ise, bir ayda başlayıp bir yıla kadar sürebilir. Uzun vadeli trendler de fiyatların bir yıldan daha fazla sürede bir akım yönü izlemesiyle oluşur. Buradaki vade kavramı, yatırımcıdan yatırımcıya, ülkeden ülkeye, hatta kişiden kişiye, farklılık gösterebilir. Sıra Sizde 4 Rassal yürüyüş teorisi, fiyat değişikliklerinin rassal olduğunu ve önceden tahmin edilemeyeceğini öne sürmektedir. Bu teoriye göre, hisse senedi fiyat değişimlerinin, geçmiş fiyat değişimleri ile ilişkisi yoktur. Başka bir ifadeyle, bir hisse senedinin fiyatı rastgele bir seyir izlerse, hisse senedinin fiyatının artma veya azalma olasılığı daha önceki fiyat değişmelerinden tamamen bağımsız demektir. Dolayısıyla, geçmiş fiyat hareketlerine bakarak, gelecekteki fiyatlar tahmin edilemez. Sıra Sizde 2 Finansal analiz ile elde edilen bilgilerden faydalanacak olanlar; işletme ile ilişki içerisinde bulunması muhtemel olan kişi ve kurumlardır. Bunlar; işletme sahipleri, ortakları, devlet, sigorta şirketleri, kredi kuruluşları ve yatırımcılardır. İşletme sahipleri koydukları sermayenin korunup korunmadığı ile yatırımlarının kârlılığını; yöneticiler de işletmeyi çeşitli yönlerden hangi başarı noktasına getirdiklerini ve bundan sonrası için gelişmelerin nasıl olacağını görmek isterler. Kredi kurumları, satıcı ve müşteriler, potansiyel yatırımcılar, devlet ve kamu gibi işletme dışından olanlar da kendi çıkarlarının gerektirdiği noktalarda işletmeyi tüm ayrıntısıyla tanımak ihtiyacındadır. İşte bu nedenlerle her bir taraf kendi bakış açısına göre finansal analiz yapmak istemektedirler. 175 Yararlanılan Kaynaklar Başoğlu, Ufuk, Ali Ceylan ve İlker Parasız (2009). Finans, Teori-Kuram-Uygulama, 2. Baskı, Bursa: Ekin Kitabevi. Mergen, Ahmet (1998). Grafiklerle Borsa: Uygulamalı Teknik Analiz, 3. Basım, İstanbul: Beta Yayınları. Canbaş, Serpil ve Hatice Doğukanlı (2007). Finansal Pazarlar, Adana: Karahan Yayıncılık. Murphy, John J. (1998). Görsel Yatırımcı, Çev: Ali Perşembe, İstanbul: Scala Yayıncılık. Ceylan Ali ve Turhan Korkmaz (2010). İşletmelerde Finansal Yönetim, 11. Basım, Bursa: Ekin Kitabevi. Murphy, John J. (1999). Technical Analysis of the Financial Markets: A Comprehensive Guide to Trading Methods and Applications, New York: New York Institute of Finance. Coşkun, Metin (2008). Sermaye Piyasaları, Eskişehir: Genç Copy Center. Özdil, Tuncer ve Cengiz Yılmaz (2006). “İstanbul Menkul Kıymetler Borsası’nda (İMKB) Sektör Bazında İşlem Gören Hisse Senetlerinin Alım-Satım Kararlarında En Yüksek Getirili Stratejinin Belirlenmesi”, Yönetim ve Ekonomi Dergisi, Cilt: 13, Sayı: 2. s. 211-224. Çabuk, Adem ve İbrahim Lazol (2009). Mali Tablolar Analizi, 7. Baskı, Ankara: Nobel Yayın Dağıtım. Çağırman, Haluk (1999). Finans Piyasalarında Bermuda Şeytan Üçgeni, Ankara: Siyasal Kitabevi Sarı, Yusuf (1998). Borsada Grafiklerle Teknik Analiz, İstanbul: Alfa Yayınları. Dağlı, Hüseyin (2004). Sermaye Piyasası ve Portföy Analizi, Trabzon: Derya Kitabevi. Sarı, Yusuf (2001). Borsada Sistemli Teknik Analiz, 4. Basım, İstanbul: Alfa Yayınları. Erdinç, Yaşar (1998). Borsada Analiz, Ankara: Siyasal Kitabevi. Sarıaslan, Halil ve Cengiz Erol (2008). Finansal Yönetim: Kavramlar, Kurumlar ve İlkeler, Ankara: Siyasal Kitabevi. Dixon, Rob and Phil Holmes (1995). Financial Markets: An Introduction, London: Chapman & Hall. Sarıkamış, Cevat (2000). Sermaye Pazarları, Gözden Geçirilmiş 4. Basım, İstanbul: Alfa Yayınları. İvgen, Hünkar (2003). Şirket Değerleme, 1. Baskı, İstanbul: Finnet Yayıncılık. Sermaye Piyasası ve Borsa Temel Bilgiler Kılavuzu (2011). 21. Basım, İstanbul: İstanbul Menkul Kıymetler Borsası Yayınları 1. Karabıyık, Lale ve Adem Anbar (2010). Sermaye Piyasaları ve Yatırım Analizi, Bursa: Ekin Kitabevi. Seval, Belkıs (2006). Finansal Analiz Eğitim Notları, İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesi. Karan, Mehmet Baha (2010). Yatırım Analizi ve Portföy Yönetimi, 3. Baskı, Ankara: Gazi Kitabevi. Kaval, Hasan (2000). Bankalarda Yönetimi, Ankara: Yaklaşım Yayınları. TSPAKB (2002). Sermaye Piyasası Faaliyetleri İleri Düzey Lisansı Eğitimi: Analiz Yöntemleri, http://www.tspakb.org/docs/egitim_notlari/analiz _yontemleri_ileri.pdf [Erişim Tarihi: 02.01.2012]. Risk Konuralp, Gürel (2005). Sermaye Piyasaları: Analizler, Kuramlar ve Portföy Yönetimi, İstanbul: Alfa Yayınları. Yalkın, Yüksel Koç (1988), İşletmelerde Mali Analiz Teknikleri, 6. Baskı, Ankara. Korkmaz, Turhan ve Ali Ceylan (2010). Sermaye Piyasası ve Menkul Değer Analizi, 5. Baskı, Bursa: Ekin Kitabevi. http://www.investopedia.com http://finance.yahoo.com/ 176 7 Amaçlarımız Bu üniteyi tamamladıktan sonra; Portföy yönetim stratejilerini açıklayabilecek. Aktif ve pasif portföy yönetimi arasındaki farkları sıralayabilecek, Portföy yönetim stratejileri ile ilgili işlemleri yapabilecek, Portföy sigortasını açıklayabilecek bilgi ve becerilere sahip olabilirsiniz. Anahtar Kavramlar Portföy Yönetimi Stratejileri Sabit Değer Stratejisi Aktif Portföy Yönetimi Sabit Oran Stratejisi Pasif Portföy Yönetimi Değişken Oran Stratejisi Satın Al Elde Tut Stratejisi Endeks İçerikli Fon Stratejisi Maliyeti Ortalama Stratejisi Portföy Sigortası Gelecekteki Yükümlülükleri Karşılama Stratejisi Vadeli İşlem ve Opsiyon İçindekiler Giriş Portföy Yönetim Stratejilerinin Özellikleri ve Çeşitleri Pasif Portföy Yönetimi Aktif Portföy Yönetimi Satın Al ve Elde Tut Stratejisi Maliyeti Ortalama Stratejisi Gelecekteki Yükümlülükleri Karşılama Stratejisi Sabit Değer Stratejisi Sabit Oran Stratejisi Değişken Oran Stratejisi Endeks İçerikli Fon Stratejisi Portföy Sigortası 178 Portföy Yönetim Stratejileri GİRİŞ Portföy yönetiminde iki yönetim yaklaşımı önerilmektedir. Bunlar, pasif ve aktif portföy yönetimi yaklaşımlarıdır. Pasif portföy yönetimi genel olarak etkin piyasa hipotezine dayanır. Bu hipoteze göre, menkul kıymet piyasaları etkindir. Her türlü bilgi piyasaya çok çabuk ulaştırılır ve piyasa tarafından değerlendirilerek fiyatlara yansır. Fiyatlar yeni bilgiye göre oluşur ve gelecek bilgi tahmin edilemez. Dolayısıyla pasif portföy yönetiminde temel, teknik ve trend analizlerine gerek yoktur. Pasif portföy yönetiminde çok iyi çeşitlendirilmiş menkul kıymet portföyü oluşturularak belirli bir süre elde tutma stratejisi izlenir. Aktif portföy yönetiminde ise temel, teknik ve trend analizlerinin piyasadaki diğer yatırımcılara göre daha iyi yapılması durumunda iyi firmaların portföye dahil edilebileceğine inanılır. Böylece piyasa getirisinin üzerinde bir kazanç sağlanabileceği varsayılır. Aktif portföy yönetimi; uzmanlık, yüksek maliyet ve çok ciddi bir araştırma gerektirdiğinden genellikle büyük yatırımcılar tarafından kullanılmaktadır. Portföy yönetiminde kullanılan önemli bir stratejide portföy sigortasıdır. Portföy sigortası stratejisinde, portföyün hedeflenen getirisini gerçekleştirmek ya da olası kayıpların önlenmesi amaçlanır. Bunun için bir dizi farklı finansal varlıklara yatırım yapılır. En yaygın kullanılan sigortalama stratejileri vadeli işlem (futures) ve opsiyon sözleşmeleridir. PORTFÖY YÖNETİM STRATEJİLERİNİN ÖZELLİKLERİ VE ÇEŞİTLERİ Portföy yönetimin aşamalarından birisi de portföy yönetim stratejisinin belirlenmesidir. Portföy yönetim stratejisi, bir yatırımcının portföy seçimine rehberlik etmek üzere hazırlanmış bir dizi kurallar, davranışlar veya prosedürler biçimi olarak tanımlanabilir. Genellikle strateji yatırımcının risk-getiri tercihi etrafında belirlenmektedir. Bazı yatırımcılar riskli varlıklara yatırımı tercih ederek beklenen getirilerini maksimize etmek istemektedir. Bazı yatırımcılarda riski düşük varlıklara yatırımı tercih ederek risklerini minimize etmek istemektedir. Fakat yatırımcıların bir kısmı da bu ikisi arasındaki stratejileri tercih etmektedir. Portföy yönetim stratejilerinin belirlenmesinde birçok faktör bulunmaktadır. Bunlar; yatırımcının amacı, portföyün büyüklüğü, elde tutma süresi, yatırımcının kişi veya kurum olması, vergi durumları, yasal sınırlamalar, yatırımcının risk alma seviyesi ile gelecekte ihtiyaç duyacağı para miktarı, piyasadaki beklentiler, yatırımdan beklenen getiri oranı, yatırımcılarla ilgili bilgiler ve yatırımcıların özel talepleri olarak sayılabilir. Portföy yönetim şirketleri, yatırım stratejilerini belirlerken hizmet verdikleri müşterilerin kişi veya kurum olmasını göz önüne alırlar. Kişiler risk ve getiri arasındaki dengeye dikkat edilerek fonlarının yönetilmesini isterken, kurumsal müşteriler risk ve getiri arasındaki dengeye ilave olarak vade uyumunu da isterler. Kurumsal yatırımcılara, sigorta fonları veya şirketlerin fon yöneticileri örnek verilebilir. Kurumsal yatırımcıların ilave olarak vade uyumu talep etmelerinin asıl nedeni sahip oldukları varlıklara karşı belirli yükümlülüklere sahip olmalarıdır. Ayrıca özel emeklilik ve diğer sigorta fonlarını yöneten kurumların yatırım kararlarına ilişkin kısıtlar yasalarla belirlenmiştir. Bu tür kurumsal portföy yönetim 179 şirketlerinin bir firmanın hisselerine yapacakları yatırım miktarının yasal sınırları aşmaması gerektiği gibi, tahvil yatırımlarında da derecesi belirli bir seviyenin üzerinde olanlara yatırım yapma zorunluluğu bulunmaktadır. Yukarıda sayılan faktörler tespit edildikten sonra, yatırım stratejisinin bileşenleri oluşturulur. Yatırım stratejisinin bileşenleri; portföye hangi varlılığın ne oranda dâhil edileceği, satın alma-satma politikaları ile risk politikalarından oluşur. Yatırımın bir süreç olarak algılandığı ve yatırımcının da bu süreç içinde amaç ve politikalarını belirledikten sonra hem yatırım stratejisi açısından hem de yatırım yapacağı menkul kıymet bakımından bir seçim ile karşı karşıya kaldığı portföy yönetiminde, kritik noktayı seçim aşamaları oluşturmaktadır. Gerçekleştirilecek olan seçim, yatırımcının portföyünü nasıl çeşitlendireceğini, bu çeşitlendirmeye bağlı olarak nasıl bir riski göze aldığını ve katlanmayı kabul ettiği risk karşısında nasıl bir getiri beklediğini belirlemektedir. Yatırımcı, kısa sürede fiyatları artma potansiyeli olan riskli varlıklara yatırım yapılmasını talep ederse, portföy yöneticisi hızlı büyüme stratejisini oluşturacaktır. Yatırımcı servetinin korunmasına öncelik veren bir talepte bulunursa portföy yöneticisi bu kez güvenli yatırım stratejisini oluşturacaktır. Portföy yönetim stratejisinin belirlenmesinde; yatırımcının amacı, risk karşısındaki tutumu ve beklentisi önem taşımaktadır. Genel olarak iki temel portföy yönetim stratejisi bulunmaktadır. Bunlar; pasif portföy yönetimi ve aktif portföy yönetimidir. PASİF PORTFÖY YÖNETİMİ Pasif portföy yönetimi, herhangi bir tahminde bulunmadan önceden belirlenmiş bir strateji doğrultusunda yatırım yapılan bir finansal stratejidir. Pasif portföy yönetimi aynı zamanda pasif yatırım olarak da adlandırılır. Pasif portföy yönetiminde, genel olarak, satın al ve elde tut stratejisi izlenir. Bu stratejide, bir portföy oluşturulur ve elde tutma dönemi boyunca, küçük düzeltmeler dışında portföyün içeriği değiştirilmez. Pasif portföy yönetimi stratejileri genellikle işlem maliyetlerini minimize etmek için kullanılır. Bu stratejide sıkça kullanılan yöntemlerden birisi borsada işlem gören tüm menkul kıymetleri kapsayan bir “endeks fon” oluşturmaktır. Böyle bir fon oluşturma imkanı olmayan yatırımcılar, endeks fonlardan pay alarak küçük bir yatırım ile büyük bir çeşitlendirme imkânına kavuşmaktadırlar. Özellikle bireysel yatırımcılar bir veya birden çok “endeks fona” yatırım yaparak endeksin getirisi kadar bir getiriyi sağlamaya çalışırlar. Bir endeksin takip edilmesi iyi bir portföy çeşitlendirmesi sağlaması yanında alımsatım ve portföy yönetim maliyetlerini de düşürmektedir. Pasif portföy yönetimi çoğunlukla hisse senedi piyasasında kullanılmaktadır. Bunun nedeni endekslerin hisse senedi borsalarında oluşturulmasıdır. Buna örnek olarak İMKB 100 endeksi verilebilir. Ancak günümüzde tahvil, emtia ve hedge funds’ların yönetiminde de pasif yönetimin kullanımı artmaya devam etmektedir. Pasif portföy yönetimi yaklaşımı etkin piyasalar hipotezini temel alır. Etkin piyasalar hipotezine göre menkul kıymet piyasaları etkindir. Her türlü bilgi piyasaya çok çabuk yansır ve piyasa tarafından değerlendirilerek fiyatlara yansır. Dolayısıyla fiyatlar ancak yeni bilgiye göre artar ya da azalır. Yeni bilgi ise, tahmin edilemez. Bu bakımdan etkin piyasalar hipotezine dayanan pasif yönetim yaklaşımına göre, temel ve teknik analizlere gerek olmamakla birlikte bu analizler için yapılacak harcamalar da bir fayda sağlamayacaktır. Buna göre pasif yönetim yaklaşımında, portföy seçimi ve oluşturmada fiyatı düşecek ya da yükselecek menkul kıymet arayışına girmek yerine yapılabilecek en iyi davranış, iyi çeşitlendirilmiş bir portföy oluşturmak ve satın aldıktan sonra elde tutmak olmaktadır. AKTİF PORTFÖY YÖNETİMİ Aktif portföy yönetimi, piyasanın ortalamasının üzerinde bir getiri sağlamak amacıyla, sık aralıklarla menkul kıymetlerin değiştirilmesi ve daha riskli pozisyonlar alınarak portföyün yönetilmesidir. Aktif portföy yönetimi yaklaşımı etkin piyasalar hipotezini desteklemesine karşılık, menkul kıymet fiyatlarının arz ve talep koşullarına gecikmeli olarak cevap verdiğini varsaymaktadır. Bu nedenle piyasa fiyatları dengesinin oluşumunun önünde olmaya çalışarak piyasa eğilimleri ile menkul kıymetleri 180 piyasada işlem gören firmaların piyasanın tümü tarafından henüz bilinmeyen performanslarını belirlemeyi ve bunlardan yararlanmayı savunur. Bu analizlerde amaç piyasada mevcut bilgiler çerçevesinde herkesin belirleyeceği iyi firmaları ya da onların menkul kıymetlerini belirlemek değil, başkalarının tahminlerinden daha iyi tahminlerde bulunarak daha iyi firmaları belirlemektir. Ayrıca, aktif yönetimde piyasa getirisinin üzerinde getiri hedeflendiği için, temel ve teknik analiz yöntemleri de kullanılmaktadır. Dolayısıyla aktif portföy yönetimiyle uğraşan kişilerin temel ve teknik analiz bilgisine sahip olması gerekmektedir. Aktif portföy yönetiminin bazı temel özellikleri bulunmaktadır. Bunlar: • Aktif portföy yönetiminde yüksek işlem maliyeti söz konusu olduğu için, daha çok büyük portföylerin yönetiminde kullanılmaktadır. • Portföydeki menkul kıymetlerin sıklıkla değiştirilmesi ya da oranlarının artırılıp azaltılmasına bağlı olarak yüksek devir hızı söz konusudur. • Aktif portföy yönetimi daha çok zaman, uzmanlık, yakın takip, hedefleri gerçekleştirme baskısı, performans ölçümü, raporların hazırlanması ve sunulması gibi çabalar gerektiğinden daha yüksek yönetim giderleri ortaya çıkmaktadır. • Aktif yönetimde, piyasa getirisinin üzerinde bir getiri elde etme amacı olduğundan portföye yüksek riskli menkul kıymetler alınabilmektedir. Tahminlerin veya beklentilerin karşılanmaması durumunda yüksek riskli varlıklar büyük kayıplara neden olabilmektedir. Pasif ve aktif portföy yönetiminde uygulanan çeşitli stratejiler bulunmaktadır. Bunlar aşağıda açıklanmıştır. Aktif portföy yönetim stratejisinin pasif portföy yönetim stratejisine göre avantaj ve dezavantajları nelerdir? SATIN AL VE ELDE TUT STRATEJİSİ Bu strateji pasif portföy yönetimi olarak da adlandırılır. Satın al ve elde tut stratejisi, yatırım stratejilerinin en basitidir. Başlangıçta yatırımcının istek ve ihtiyaçlarına uygun bir kaç menkul kıymet seçilir ve yatırım süresi boyunca portföyde değişiklik yapılmaz. Başka bir ifadeyle, elde tutma süresince piyasa fiyatlarının değişmesine ve teknik göstergelere bakarak alış veya satış yapılmaz. Ayrıca, uzun vadeli olarak tutulan portföyler kısa vadeli olanlara göre vergi avantajı sağlamaktadır. Bu stratejiye göre, menkul kıymetlerin seçimi ve alım-satım zamanlaması konusunda bir açıklık yoktur. Bu konular, yatırımcının bilgi ve becerisine bırakılmıştır. Ancak, alım ve satımın bir kez yapılması nedeniyle ödenen komisyonlar az olmaktadır. Satın al ve elde tut stratejisinde, yatırımcı başlangıçta temettü, kupon faiz oranı, vade, kalite ve geri ödeme gibi ölçütlere bakarak kendisine uygun olan menkul kıymetleri seçmeye çalışmaktadır. Bu stratejiyi uygulayan yatırımcılar aktif olarak işlem yapılarak elde edilebilecek cazip getiriler yerine, vadesi yaklaşan yatırım araçlarına yönelerek fiyat ve yeniden yatırım risklerini azaltmaktadırlar. Şekil 7.1’de uzun vadeli yatırımın potansiyel faydası gösterilmektedir. Charles Schwab Company tarafından 2006 yılında, ABD borsasındaki hisse senetlerini temsil eden S&P 500 endeksinin 1926 - 2005 dönemi getirileri kullanılarak yapılan bir araştırmada, 20 yıllık elde tutma döneminin pozitif getiri sağladığı sonucuna ulaşılmıştır. 181 Şekil 7.1: S&P 500 Endeksi Getirileri 1926-2005 Kaynak: Schwab Center for Investment Research (ABD, 2006). Satın al ve elde tut gibi pasif portföy yönetim stratejisinde ve aktif portföy yönetim stratejisinde piyasa zamanlaması kavramı oldukça önemli olmaktadır. Menkul kıymet fiyatlarının hızla arttığı ya da hızla düştüğü dönemlerin hemen öncesinde pozisyon almak her zaman mümkün olabilecek bir durum değildir. Böyle durumlarda, genellikle satın al ve elde tut stratejisi gibi statik yöntemler daha iyi sonuç verebilir. Ancak, aktif portföy yöneticileri bu fırsatlardan yararlanarak portföyün getirilerini artırabilirler. Bazı durumlarda aktif ile pasif yönetimin arasında bir yerde oluşturulan portföy yönetim politikaları da gözlemlenmektedir. Şekil 7.2’de 1996 - 2005 dönemindeki S&P 500 Endeksinin yıllık toplam getirileri yer almaktadır. Şekilden de görüleceği gibi, bu dönemde piyasa getirisini temsil eden S&P 500 Endeksinin yıllık toplam getirisi %9,1 olmuştur. Ancak, ilgili dönemde portföy yöneticisinin sırasıyla en iyi 10 günü değerlendirememesi durumunda, getiri %4,1’e, en iyi 20 günü değerlendirememesi durumunda %0,2’ye, en iyi 30 günü değerlendirilememesi durumunda %-3,1’e ve en iyi 40 günü değerlendirilememesi durumunda ise %-5,9’a gerilemektedir. Bu sonuçlardan anlaşılacağı üzere eğer aktif portföy yöneticisi piyasa zamanlaması yeteneği gösteremez ise, portföyün getirisi piyasa getirisinden daha düşük olacaktır. Portföy yöneticilerinin piyasa zamanlaması yeteneği göstermeleri oldukça zordur. Bunun nedeni olarak büyük fiyat değişmelerinin genellikle çok küçük zaman aralıklarında gerçekleşmesi gösterilebilir. Şekil 7.2: S&P 500 Endeksi Getirilerinin Karşılaştırılması 1996-2005 Kaynak: Schwab Center for Investment Research (ABD, 2006). 182 Gerçekte, pek çok yatırımcı ve yatırım uzmanı, «aktif portföy yönetimine» inanmaktadır. Aktif portföy yönetim stratejisinde esas olarak gerçekleştirilmek istenen unsur, portföyde yer alan riskli ve risksiz varlıkların ağırlıklarını gerekli koşullar oluştuğunda belirli kriterler dahilinde değiştirerek, portföy değerini fiyat düşüşlerine karşı korurken fiyat yükselişlerinden yararlanır bir yapıya kavuşturmaktır. Aktif portföy yönetiminde piyasa zamanlaması ve portföye alınacak menkul kıymet seçimi iki önemli aşamayı oluşturur. Piyasa zamanlamasında, portföye ne zaman hisse senedi alınacağı veya portföyden ne zaman hisse senedi satılacağı kararı verilmeye çalışılır. Aynı durum sabit getirili menkul kıymetler için de geçerlidir. Başarılı bir piyasa zamanlaması, en iyi tahmini yapmayı gerektirir. Bu tahmin hem düşük fiyatlandırılmış menkul kıymetleri portföye almayı, hem de portföydeki aşırı fiyatlandırılmış menkul kıymetleri satma kararını kapsamaktadır. Aktif portföy yönetimiyle, piyasa başarısından daha fazla getiri elde edebilmenin koşulları aşağıda belirtilmektedir. • Bazı bilgiler, bu bilgilere sahip yatırımcılara avantaj sağlayabilir. • Fiyatı etkileyen faktörleri hesaba katan bazı analiz yöntemleri bu yöntemleri kullanan yatırımcılara avantaj sağlayabilir. • Piyasada yanlış fiyatlandırılmış menkul kıymetlerden yatırımcılar yararlanabilirler. Bu koşullardan birinin veya bir kaçının sağlanamaması, stratejinin başarısını önemli ölçüde engelleyebilir. MALİYETİ ORTALAMA STRATEJİSİ Geleneksel yatırım stratejilerinden birisi olan maliyeti ortalama stratejisi, yeterince bilgi sahibi olmayan ve analiz yöntemlerinden anlamayan yatırımcılara, piyasa zamanlaması konusunda yardımcı olmaktadır. Yöntem «ne» alınması gerektiği değil, «ne zaman» alınması gerektiği sorusuna cevap vermektedir. Özellikle bu strateji, yüksek fiyattan büyük miktarlarda satın alınmış olan finansal varlıkların riskini düşürmeye yardımcı olmaktadır. Yöntemin temeli, belirli aralıklarla (aylık, üç aylık, yıllık gibi), eşit tutarlı (her ay 1.000 gibi), aynı finansal varlığa, uzun süreli yatırımlar yapılmasına dayanmaktadır. Böylece, fiyatların ucuz olduğu zamanlarda, fiyatların pahalı olduğu zamanlara nazaran daha fazla finansal varlık satın alınmış olacak ve ortalama alış fiyatı, ortalama piyasa fiyatının altına düşürülecektir. Diğer bir ifadeyle, yatırımcının portföyünde bulundurduğu hisse senedinin değeri düşmeye başlarsa, yatırımcı o hisse senedinden daha fazla alarak, ortalama maliyeti düşürecek ve portföyün dengesini sağlamış olacaktır. Maliyeti ortalama stratejisi uygulandığı zaman, hem düşük fiyatlardan yararlanılmış olunur, hem de maliyetler düşürülerek, yüksek fiyattan alınan menkul kıymetin fiyatı düşürülür. Burada önemli olan konu ortalama maliyetin hafif bir şekilde düşeceği varsayımıdır. Çünkü menkul kıymet fiyatları hem artış hem de azalış gösterebilmektedir. Maliyeti ortalama stratejisi sadece fiyatların düştüğünde değil, fiyatların arttığında da eşit tutarlı yatırımın devam etmesini gerektirmektedir. Fiyatların arttığı dönemlerde bu kez aynı tutarda yatırımın karşılığında daha az sayıda finansal varlık portföye dâhil olacaktır. 183 Aşağıda maliyeti ortalama stratejisi ile ilgili bir örnek verilmiştir. Örnek: Maliyeti Ortalama Stratejisi Dönem Sabit Yatırım Tutarı () (2) Hisse Senedi Piyasa Fiyatı () (1) Hisse Sayısı (#) (2/1) 1 5,00 1.000 200 2 4,50 1.000 222 3 4,00 1.000 250 4 4,75 1.000 211 5 5,20 1.000 192 Toplam 5.000 # 1075 Görüldüğü gibi, yatırımcı, her dönem 1.000'lik yatırım yapmakta, fiyatın düşük olduğu zaman daha fazla, fiyatın yüksek olduğu zaman daha az hisse senedi alabilmektedir. Hisse senedinin piyasa fiyatı 5 olduğunda 1.000’lik yatırım karşılığında 200 adet hisse senedi satın alınırken, fiyatın 4,50’ye düşmesi durumunda bu sayı 222’ye, fiyat 4’ye düştüğünde 250’ye, fiyat 4,75 olduğunda 211’e ve fiyat 5,20’ye çıktığında ise 192 adet hisse senedi alımı gerçekleşmektedir. Yatırımcının 5. dönem sonunda toplam 1.075 adet hisse senedi olmuştur. Bu dönemde yapmış olduğu yatırım tutarları toplamı da 5.000 olarak gerçekleşmiştir. Hisse senedinin 5. dönemdeki piyasa fiyatı 5,20 ve sahip olunan toplam hisse senedi sayısı ise 1.075’tir. Dolayısıyla, toplam yatırımın değeri 5.590 (5,20 * 1.075) olmaktadır. Hisse senedinin ortalama maliyeti ise 4,65 (5.000 / 1.075) olarak gerçekleşmiştir. Yatırımın değeri de bu dönemde 5.000’den 5.590’ye çıkmıştır. Maliyeti ortalama stratejisinde satın alınan hisse senetlerinin ortalama maliyetlerinden daha fazla bir fiyatla satılacağı varsayılmaktadır. Bu strateji ile yönetilen portföylerde fiyatı çok dalgalanan hisse senetleri ile daha fazla kazanç elde edilebilir. Ancak, riskten kaçan yatırımcıların bu hisse senetlerini almaması ve çeşitlendirmelerini çok iyi yapmalarında yarar vardır. Maliyeti ortalama yönteminin bazı üstün tarafları vardır. Bunlar aşağıda belirtilmiştir: • Satın alınan hisse senetlerinin ortalama maliyeti, piyasada oluşan fiyatların ortalamasından düşük gerçekleşir. • Küçük yatırımlarla büyük bir portföye sahip olunabilir. • Yatırımcılar, fiyatlar yüksek iken, çok sayıda ve yüksek maliyetlerle hisse senedi alma tehlikesinden, bu stratejiyle korunabilirler. • Hisse senedi piyasasında meydana gelebilecek düşüşler, hisse senedi satın alma zamanına denk düştüğünde portföye düşük maliyetli hisse senedi alma olanağı doğar. Bu yöntemde, gizli varsayımların varlığı da kabul edilmektedir. Yöntem; özellikle belirli dönemlerde yatırıma ayıracak belirli miktarlarda fonları olan, sigorta şirketleri gibi yatırımcılar için uygundur. Ayrıca yöntemin başarı şansı, yatırım yapılacak hisse senetlerinin iyi seçilmiş olmasına bağlıdır. Öte yandan, strateji, yalnızca satın alma üzerinde yoğunlaşmakta, satın alınan menkul kıymetlerin ne zaman satılması gerektiğini açıklamamaktadır. Söz konusu yöntemde, piyasa hareketlerine karşı bir duyarsızlık da bulunmaktadır. Buna göre portföy yöneticisi, yıl içinde fiyatlarda olabilecek değişiklikleri tahmin edebilse, maliyet ortalaması yönteminden çok daha fazla bir maliyet düşüşü sağlanabilir. Bu durumda sağlanacak kar çok daha fazla olabilir ya da zarar azaltılabilir. Maliyeti ortalama stratejisi, yatırımcının yatırım yapacağı fonun yatırım zamanında hazır olmaması, hiç olmaması ya da fiyatları yüksek bularak stratejiye sadık kalmak istememesi gibi sebeplerle para yatırma kuralını düzenli olarak uygulaması açısından uyulması zor bir stratejidir. Yatırımcının uzun vadeli olarak oluşturduğu portföyü nakde çevirmesi gerektiğinde, hisse senedi fiyatları düşükse, istemediği sonuçlarla karşılaşması söz konusu olabilir. Bu nedenle, portföydeki hisse senedi satışlarına nakde ihtiyaç olmadan önce başlanılmalıdır. 184 GELECEKTEKİ YÜKÜMLÜLÜKLERİ KARŞILAMA STRATEJİSİ Yatırımcılar, portföy oluştururken, gelecekteki bazı harcamalarının portföyden elde edilecek gelirlerle karşılanmasını isteyebilirler. Böyle bir durumda, belirli zamanlarda yerine getirilmesi gereken yükümlülüklere eşit tutarda nakdin elde edileceği bir portföy oluşturulmalıdır. Bu şekilde oluşturulan portföyler, daha çok hazine bonosu ve tahvil gibi yatırım araçlarından oluşurlar. Buna göre bu stratejide, portföye alınacak yatırım araçlarının özellikle vadeleri üzerinde durulmalıdır. Nakit akışları kesin, vadeleri ve getirileri belirli menkul kıymetlere yatırım yapılarak, gelecekte ihtiyaç duyulacak fonların sağlanması, portföy oluşturulurken garanti altına alınmış olmaktadır. Bu portföy stratejisi, daha çok sosyal güvenlik kuruluşları ve özel emeklilik fonları tarafından tercih edilmektedir. Küçük yatırımcılar açısından ise likit fonların bu amaca hizmet ettiği söylenebilir. Likit fonlar riski sevmeyen ve riskten kaçınan yatırımcılar için uygun bir alternatif olarak değerlendirilmektedir. Bu fonlar faiz ve vade riskini minimum düzeyde tutarak, istikrarlı bir getiri performansı sağlamak amacıyla hareket ederler. SABİT DEĞER STRATEJİSİ Sabit değer stratejisi, yatırımcının sahip olduğu portföyün bir bölümünü, sabit getirili finansal varlıklara ayırmasını, ya da nakit olarak tutmasını öngörmektedir. Böylece, portföyün hisse senedine ayrılan ve piyasadaki dalgalanmalardan daha fazla etkilenen bölümünün değeri sabit tutulmaya çalışılır. Bu strateji uygulandığında, hisse senetlerinin fiyatlarının yükseldiği dönemlerde, hisse senetlerinin bir kısmı satılarak, sabit getirili varlıklara yatırılır. Öte yandan, hisse senedi fiyatları düştüğünde, sabit getirili varlıkların bir kısmı satılarak, hisse senedi satın alınır. Böylece, portföydeki hisse senetlerinin toplam değeri sabit tutulmaya çalışılır. Sonuç olarak, hisse senetleri fiyatları yükseldiğinde satış, düştüğünde alış söz konusu olmaktadır. Bu stratejinin izlenmesi, «satın al ve tut» politikasının izlenmesine nazaran daha iyi sonuç verebilir. Aşağıdaki örnekte sabit değer stratejisini uygulayan yatırımcı ile «satın al ve tut» politikası izleyen yatırımcının çeşitli fiyat dalgalanmaları karşısındaki durumları gösterilmiştir. Örnek: Sabit Değer Stratejisi Piyasa Fiyatı Satın Al ve Tut Stratejisi Sabit Getirili Kıymet Değeri Hisse Senedi Değeri Portföy Hisse sayısı 4,00 20.000 10.000 10.000 20.000 2.500 5,00 25.000 12.500 10.000 22.500 2.000 2,50 12.500 7.500 10.000 17.500 4.000 2,00 10.000 5.500 10.000 15.500 5.000 4,00 20.000 15.500 10.000 25.500 2.500 Satın al ve tut politikasını izleyen yatırımcı, başlangıçta, elindeki 20.000’nin tamamını hisse senedine yatırmakta ve bir daha hiç bir değişiklik yapmamaktadır. Sabit değer stratejisini izleyen yatırımcı ise parasını sabit getirili varlıklarla hisse senetleri arasında paylaştırmaktadır. Hisse senedi fiyatı 5,00’ye çıktığında, yatırımcının hisse senetlerinin değeri 12.500'ye ulaşmaktadır. Yatırımcı, bu durumda, hisse senetlerinin 500 tanesini satmakta ve sabit getirili varlıklara yatırmaktadır. Fiyat 2,50'ye düştüğünde ise, 5.000'lik sabit getirili varlık satılarak, 2.000 adet hisse senedi alınmakta ve hisse senetlerinin toplam değeri 10.000'de sabit tutulmaktadır. Diğer fiyat hareketlerinde de yatırımcı aynı mantığa göre hareket etmeyi sürdürmektedir. Genel olarak, sabit değer stratejisi uygulamanın «satın al ve tut» stratejisinden daha iyi sonuç verdiği görülmektedir. Başka bir örneğe göre de 20.000’lik toplam portföy büyüklüğünün 6.000’sini devamlı olarak hisse senetlerinde tutan bir yatırımcı olduğu varsayılsın. Sabit değer stratejisini uygulayan bu yatırımcı portföye dahil edilen hisse senetlerinin fiyatı artarsa hisse senetlerinin portföy içindeki değerini başlangıçta belirlenen tutara çekmek için gerekli miktarda hisse senedi satışı yaparak elde edilen fonları 185 tahvil gibi yatırım araçlarına yatıracaktır. Eğer hisse senetlerinin toplam piyasa değeri 8.000’ye yükselmişse yatırımcı 2.000’lik hisse senedi satarak sabit getirili menkul kıymet alacak, eğer hisse senedinin değeri 4.000’ye düşer ise 2.000’lik hisse senedi alacak kadar sabit getirili menkul kıymet satarak hisse senedi alıp portföydeki hisse senedi tutarını başlangıçta belirlenen tutara eşitleyecektir. Bu stratejide portföydeki hisse senetlerine endekslenmiş bir alım veya satım işlemi söz konusudur. Hisse senetlerinin değeri yükseldiğinde otomatik olarak satış yapılarak kar realize edilmektedir. Böylece, kâr yanında yatırımcının yüksek fiyattan hisse senedi de alması engellenmektedir. Bu stratejinin sakıncaları da söz konusudur. Portföydeki hisse senetlerinin değer kazanmaması durumunda, kâr elde edilmeyecektir. Bu durum, portföye alınacak hisse senetlerinin seçiminin önemini arttırmaktadır. Sabit değer stratejisini uygulayacak yatırımcıların aşağıdaki hususlara dikkat etmeleri gerekmektedir: 1. Yatırıma başlamadan önce, seçilen ve daha sonraki aşamalarda sabit kalacak hisse senetlerinin toplam piyasa değeri önemli bir konudur. Bu stratejide fiyatlar makul bir seviyede iken portföy oluşturulmalıdır. 2. Bu stratejinin olumlu sonuç vermesi için, fiyatların makul olarak kabul edilen seviyenin üstüne çıkması ve altına inmesi gerekmektedir. Başka bir deyişle, fiyatları sürekli artan veya azalan hisse senetlerinden oluşan portföylerde bu strateji iyi sonuç vermeyebilir. 3. Yatırımcının hisse senetleri dışındaki menkul kıymetlere ne kadar pay ayıracağı önemli bir konudur. 4. Portföyün belirli aralıklarla gözden geçirilmesi ve alım-satım zamanlarının belirli ölçütlere bağlanmasında yarar vardır. SABİT ORAN STRATEJİSİ Bu stratejide miktar yerine oran terimi kullanılmaktadır. Sabit oran stratejisi, varlık tahsisi stratejisi olup, portföydeki değişik menkul kıymetlere yapılacak olan yatırımın oranlarının belirlenmesine dayanmaktadır. Tipik bir sabit oran stratejisine, portföyün %45’inin hisse senedi, %45’inin tahvil ve %10’unun para piyasası araçlarına yatırılması örnek olarak verilebilir. Yatırımların değişik yüzdelerle değişik varlıklara bölümlendirilmesi, yatırımcının amacı ve risk toleransı ile belirlenmektedir. Yatırımcının amacının, risk toleransının ya da piyasa şartlarının değişmesine bağlı olarak portföy içerisindeki varlıkların yüzde ağırlıkları da değişebilecektir. İhtiyatlı, riskten kaçınan, emekliliği yaklaşan ve ek gelir elde etme ihtiyacı olan bir kişi için portföy tahsisi %25 hisse senedi, %70 tahvil ve %5 para piyasası araçlarına yatırım şeklinde olabilir. Öte yandan, genç bir yatırımcı daha çok risk içeren beklenen getirisi yüksek olan varlıkları portföyüne dâhil etmek isteyebilir. Bu durumda %80 hisse senedi, %15 tahvil ve %5 para piyasası araçlarına yatırım söz konusu olabilir. Portföye alınan menkul kıymetlerin yatırım oranları belirlendikten sonra, yatırımcının portföyünü hangi yüzdelerle yeniden dengeleyeceğine önceden karar vermesi gerekir. Örneğin, bir yatırımcının 100.000 değerindeki portföyünün %50’sini hisse senedine (50.000) ve %50’sini de tahvile (50.000) yatırdığı varsayılsın. Zamanla hisse senedi ve tahvil yatırımlarının değerleri değişme gösterecektir. Bu durumda yatırımcı portföyünü başta belirlenen oransal dengeye getirmek zorunda kalacaktır. Başka bir ifadeyle, yatırımcı portföydeki varlıkların yatırım yüzdelerini başlangıçtaki seviyelerine getirecektir. Eğer portföydeki hisse senetlerinin değeri 50.000’den 60.000’ye çıkarsa ve tahvillerin değeri 50.000’den 45.000’ye düşerse menkul kıymetler arasındaki oran artık %50 seviyesinde olmayacaktır. Portföyde %10 veya %20 gibi değişmelerin meydana gelmesiyle, oranın yeniden ayarlanması ya da yeniden dengelenmesi gerekmektedir. Yeniden dengeleme üç aylık, altı aylık veya yıllık bazda yapılabilmektedir. Örnekte portföyün yeniden dengelenmesi için hisse senetlerinde %20’lik bir değişim içermesi gerektiğine karar verilmiş olsun. Bu durumda hisse senetlerinin değerinin 50.000’den 60.000’ye çıkması %20’lik bir artışa karşılık gelmektedir. Dolayısıyla portföyün yeniden dengelenmesi gerekmektedir. Benzer şekilde eğer hisse senetlerinin değerleri 50.000’den 40.000’ye düşerse bu durumda da %20’lik değişim söz konusu olduğundan portföyün yeniden dengelenmesi gerekecektir. 186 Portföyün toplam değerinin 100.000’den 105.000’ye çıktığı varsayılsın. Bunun 60.000’lik kısmı hisse senetlerinden ve 45.000’lik kısmı da tahvillerden oluşmaktadır. Bu durumda hisse senetleri toplam portföyün %57’sini (60.000 ÷ 105.000) oluşturmaktadır. Sabit oran stratejisinde belirlenen yüzde 50/50’lik oranın devam edebilmesi için hisse senedi oranının düşürülmesi gerekecektir. Yatırımcı 105.000 olan toplam portföyün %50’si olan 52.500’ye düşürmek için 7.500 değerindeki hisse senedini satacaktır. Tahvil yatırımlarının oranını yeniden %50’ye getirebilmek için, hisse senedi satışından elde edilen 7.500’lik gelir tahvile yatırılacaktır. Böylece yatırılan ilave 7.500 ile birlikte tahvillerin değeri yeniden 45.000’den 52.500’ye yükselecektir. Sonuçta portföy içerisindeki hisse senetleri ve tahvillerin oranı yüzde 50/50 olacaktır. Örnekten de görüldüğü gibi, sabit oran stratejisinde, hisse senetlerinin değerlerinde artış olduğunda, hisse senetlerinin artan kısmı satılarak, daha ihtiyatlı yatırım aracı olan tahvile yatırım yapılmakta ve başta belirlenen oransal denge yeniden sağlanmaktadır. Ancak, tersi durum söz konusu olduğunda, hisse senetlerinin değerinin düşmesi ve tahvillerin değerinin artması durumunda, tahvillerin artan kısmı satılarak ilave hisse senedi satın alınmaktadır. Bu durumda hisse senetlerinin değer kaybettiği bir ortamda zararı azaltmak mümkün olabilmektedir. Bu stratejide yatırım yapıldıktan sonra, elde edilecek ek parayı yatırıma ilave etmek kolaydır. Bu nedenle, yönetimsel sorunlarla karşılaşılmaz. Çünkü bu stratejide miktar yerine hisse senedinin tahvile oranı kullanılmaktadır. Bu stratejiyi uygulayacaklar için en önemli konu, yatırımın başlangıç zamanıdır. Hisse senedi fiyatları, elde edilecek getiriyi etkileyeceğinden ilk yatırım ve alım-satım işlemlerinin yapılma zamanı bu stratejide önemli bir unsurdur. Alım için uygun zaman bulunmuş ise karlılığın daha yüksek olması söz konusu olmaktadır. Sabit oran stratejisi ile sabit değer stratejisi arasındaki farklılıklar nelerdir? DEĞİŞKEN ORAN STRATEJİSİ Sabit oran stratejisine benzeyen değişken oran stratejisinde, %50-%50 gibi sabit bir oran belirlenmeyip, yükseliş ve düşüşlerde farklı oranlar belirlenmektedir. Bu stratejiye göre, hisse senedi fiyatları arttığında, hisse senetlerinin bir kısmı satılarak, sabit getirili varlıklara yatırım yapılır. Böylece, portföydeki hisse senetlerinin oranı düşürülür. Ayrıca hisse sentlerinin bir kısmı yüksek fiyattan satılmış olur. Örneğin hisse senedi endeksi %10 arttığında hisse senedinin portföy içerisindeki oranı %40, tahvilin oranı %60’a çıkartılabilir. Benzer şekilde piyasa endeksi %20 arttığında portföy kompozisyonu %30 hisse %70 tahvil şeklinde olabilir. Öte yandan, hisse senedi fiyatları düştüğünde, sabit getirili varlıkların bir kısmı satılarak hisse senetlerinin portföy içindeki oranı arttırılır. Bu uygulamanın amacı, düşük fiyatlardan daha çok hisse senedi satın alabilmektir. Örneğin piyasa endeksi %10 düştüğünde portföy içeriği %60 hisse %40 tahvil şeklinde olabilir. Benzer şekilde piyasa endeksi %20 düştüğünde portföy kompozisyonu %70 hisse %30 tahvil şeklinde olabilir. Değişken oran stratejisinin sakıncası, fiyatlar sürekli aşağı doğru inerken, hisse senetlerinin portföy içindeki payının da sürekli olarak artmasına olanak tanınması ve böylece önemli sermaye kayıplarıyla karşılaşılabilmesidir. ENDEKS İÇERİKLİ FON STRATEJİSİ Bu stratejiye göre, endeks kapsamındaki hisse senetlerine endeks içindeki ağırlıkları korunarak yatırım yapılabilir. Böylece, piyasayı temsil ettiği varsayılan endekse eşit bir getiri sağlanabilir. Bu stratejide belirli bir süre alım-satım işlemi yapılmaması benimsediğinden, «pasif portföy yönetimlerinden» biri olarak kabul edilir. Bu tür fonlar yayınlanan bir endekse göre oluşturulmuş fonlar olmakla birlikte ilk defa ABD’de 1970 yılında uygulanmaya başlamıştır. Endeksler içinde en çok bilineni ise S&P 500’dür. 187 Bu strateji, genellikle, etkin piyasa teorisine inanan kurumsal yatırımcılar tarafından uygulanmaktadır. Eğer piyasa gerçekten etkinse bir menkul kıymetin en iyi tahmin edilen fiyatı yine kendi fiyatı olmaktadır. Buna göre hisse senedi seçmenin hiçbir anlamı yoktur. Strateji, uzun dönemde endekslerden daha iyi getiri elde edilemeyeceğini ve endekslerin tüm piyasayı aynen yansıttığı varsayımına dayanır. Endeks kapsamındaki hisse senedi sayısı fazla ise, bazı ölçütlere göre seçim yapılarak portföye girecek menkul kıymetler belirlenir ve bu durum «endeksin kısmen temsil edilmesi» olarak tanımlanabilir. Burada amaç, özellikle portföy oluşturulurken ödenen komisyonlar ile sonraki yönetim giderlerini azaltmaktır. Kısmen temsil yönteminin iki türü bulunmaktadır. Buna göre: 1. Endeksi temsil edeceği düşünülen hisse senetleri, çoğunlukla sektör ve piyasa değerleri dikkate alınarak seçilmektedir. 2. Endeksi genel olarak temsil edecek hisse senetleri, geçmişteki kârları, büyüme oranları göz önüne alınarak seçilmektedir. Endeksin kısmen temsil edildiği yöntemlerde, geçmişteki veriler ile geleceği tahmin etmeye çalışmak eleştiri konusu olmaktadır. Bu nedenle, portföyün getiri oranının endeks ile tutarlı olup olmadığı belirli aralıklarla test edilmelidir. Bir endeks fon oluşturmak için çeşitli yöntemler bulunmaktadır. Bunlar: • Kopya yöntemi: Bu yönteme göre fon, endeksten kopya edilerek aynı ağırlıklar korunarak yatırım yapılan hisse senetlerinden oluşmaktadır. • Örnekleme yaklaşımı: Bu yöntemde endeksi teşkil eden büyük firmaların çoğu endeks fon tarafından içerilmektedir. Küçük firmaların ise genel özellikleri korunmakta, ancak örnekleme yapılarak aralarından fonu oluşturacak işletmeler seçilmektedir. • Kuadratik optimizasyon modeli: Bu modelde seçilen endeks portföyünden minimum riske sahip hisse senetleri alınarak endeks fon oluşturulmaktadır. Gelecekte belirli bir tarihte yerine yükümlülüğübulunan bir yatırımcı nasıl bir strateji izlemelidir? getirilmesi gereken PORTFÖY SİGORTASI İsminden de anlaşılacağı gibi, bu strateji, yatırımcıyı gelecekte oluşabilecek getiri belirsizliklerinden korumaya yönelik bir çeşit sigortadır. Başka bir ifadeyle, portföy sigortası yatırımcının potansiyel kayıplarını ortadan kaldırmak amacıyla oluşturulmuş yatırım stratejisidir. 1980’li yılların ortalarında bir çok fon yönetim kuruluşu tarafından kabul görmüş olan portföy sigortası geçmiş döneme ait sermaye kazançlarını korumayı vaat ederken cari döneme ait değer artışlarını engellemeyen bir stratejidir. Portföy sigortası, «çeşitli menkul kıymetlerden oluşan bir portföyü belirli bir süre değer düşüklüğüne karşı koruyan veya bu portföye başlangıçta belirlenen asgari getiri oranını sağlayan bir yatırım stratejisi» olarak tanımlanabilir. Ayrıca, portföy sigortası, kontrol edilebilir bir risk düzeyinde, en yüksek getirinin elde edilebilmesi için, portföy bileşiminin hisse senedi ve nakit arasında nasıl ve ne zaman yapılacağını gösteren bir strateji olarak da ifade edilebilir. Bu bileşimin sağlıklı bir şekilde yapılabilmesi için iyi hazırlanmış bilgisayar programlarına ihtiyaç duyulmaktadır. Portföy sigortası tekniği, piyasanın yönü hakkında net bir tahminin olmadığı ve volatilitenin yoğun olduğu dönemlerde genellikle kurumsal fon yönetim şirketleri tarafından kullanılmaktadır. Portföy yönetiminde genel kabul görmüş kurala göre, portföyün performansının artırılması ne kadar önemliyse, portföyün değerinin korunması da bir o kadar önemlidir. Portföy teorisinde de belirtildiği gibi, hisse senetlerine yatırım yapmış olan yatırımcılar iki tür riskle karşı karşıyadır. Birincisi, sistematik olmayan risk olup, firmaların kendine özgü faaliyetlerinden kaynaklanmaktadır. Bu tür riskler iyi çeşitlendirilmiş bir portföyle ortadan kaldırılabilmektedir. İkincisi, sistematik risk ya da piyasa riski olup, portföyün çeşitlendirilmesiyle ortadan kaldırılamamaktadır. Başka 188 bir ifadeyle, piyasa şartlarındaki değişiklikler hisse senetlerinin fiyatlarında değişmelere neden olmaktadır. Dolayısıyla, portföy teorisi, hisse senetlerine yatırım yapmış olan yatırımcının piyasa riskinden kaçamayacağı görüşünü ileri sürmektedir. Organize olmuş vadeli işlem (futures) ve opsiyon borsalarının faaliyete geçmesiyle, yatırımcının piyasa riskinden korunma alternatifleri söz konusu olmuştur. Sadece büyük portföylere sahip yatırımcılar değil, aynı zamanda küçük yatırımcılarda kendi pozisyonlarına uygun vadeli işlem ve opsiyon sözleşmeleriyle piyasa riskine karşı kendilerini sigorta edebilme olanağına kavuşmuşlardır. Vadeli işlem ve opsiyon sözleşmeleri sistematik riskten kaçınabilme olanağı yaratması dolayısıyla özellikle 1980’li yılların ortalarından itibaren yatırımcılar ve profesyonel portföy yöneticileri tarafından korunma (hedging) amacıyla kullanılmaktadır. Türkiye’de 2005 yılında faaliyete geçen İzmir Vadeli İşlem ve Opsiyon Borsası (VOB) portföy sigortası stratejisini uygulamak isteyen yatırımcılara bu imkanı vermeye başlamıştır. Diğer yandan, yatırımcıları vadeli işlemlere yönelten nedenlerin başında spekülatif düşünceler gelmektedir. Ayrıca modern portföy teorisinde opsiyon işlemlerinin ihtiyatlı yatırımcıların korunmasına yönelik bir yatırım enstrümanı olduğu da vurgulanmaktadır. Dolayısıyla vadeli işlem ve opsiyon borsalarında spekülatif ve korunma (sigortalama) amacını taşıyan iki tür yatırımcı tipinden söz edilebilir. Riskten korunmak isteyen yatırımcılar, korunmanın maliyetini başlangıçtan itibaren bilmektedirler. Yatırımcılar korunmanın vade boyunca ek bir harcama gerektirmemesi nedeniyle özellikle opsiyon sözleşmelerine daha çok ilgi duymaktadırlar. Bunun yanı sıra opsiyonlar riskten korunmak isteyenlere, riski azaltarak daha istikrarlı getiri sağlayabilme olanağı vermektedir. Ayrıca vadeli işlem ve opsiyon borsalarında oluşan fiyatlar finansal varlıkların gelecekteki fiyatları hakkında bilgi de sağlamaktadır. Riskten korunma bir çeşit sigorta olarak düşünülebilir. İnsanlar korunmaya karar verdiklerinde, kendilerini olumsuz olaylara karşı sigortalarlar. Sigorta olumsuz olayları engellemez, fakat olumsuz olay gerçekleşirse, olayın etkisi azaltılmış olur. Örneğin, bir evin sigorta edilmesiyle, yangına, hırsızlığa ya da tahmin edilemeyen doğal afetlere karşı korunma sağlanmış olur. Portföy yöneticileri, bireysel yatırımcılar ve firmalar maruz kaldıkları değişik risklere karşı sigortalama tekniklerini kullanırlar. Finansal piyasalarda uygulanan sigorta teknikleri diğer sigorta türlerine göre çok daha karmaşık yapıdadır. Portföy sigortası, piyasadaki finansal enstrümanlar kullanılarak ters fiyat hareketlerinin yarattığı riskten korunma olarak da açıklanabilir. Diğer bir ifadeyle, bu stratejiyle, başka bir yatırım yapılarak, diğer bir yatırım korunmaktadır. Teknik olarak aralarında negatif korelasyon ilişkisi olan iki ayrı menkul kıymete yatırım yapılmasıyla sigortalama gerçekleştirilebilir. Ancak sigortalamanın bir maliyeti de olduğu da unutulmamalıdır. Finans teorisinin önemli yaklaşımlarından birisi de hiç şüphesiz risk-getiri ilişkisidir. Sigortalama işlemi de risk-getiri ilişkisi çerçevesinde ele alınmaktadır. Buna göre, riski düşürmek aynı zamanda potansiyel kazançların düşmesi anlamına gelmektedir. Dolayısıyla, sigortalamadan elde edilen faydanın önemli bir kısmı, doğrudan kazanç elde etmeden çok, potansiyel kayıpların azaltılmasından oluşmaktadır. Korunma veya sigortalama işlemi genellikle vadeli işlem (futures) ve opsiyon gibi karmaşık yapıdaki türev ürünlerin dahil edildiği bir tekniktir. Vadeli işlem ve opsiyon sözleşmeleri karmaşık ve kendine özgü özellikleri olan finansal varlıklar olduğundan, kısaca anlatılması ya da açıklanması oldukça zordur. Ancak sistemin özü, söz konusu türev ürünlerin kullanılmasıyla, bir yatırımın kaybının türevlerdeki kazançlarla karşılanacağına yönelik çeşitli stratejilerinden oluşmaktadır. Portföy riskini kontrol eden faktörlerden birisi portföy sigortası diğeri ise çeşitlendirmedir. Portföy sigortası, hisse senedi portföyünü piyasa riskine karşı, vadeli işlem (futures) piyasalarında hisse senedi endeks sözleşmelerinin satılması, hisse senedi endeksinin kısa satışının yapılması ya da put (satma opsiyonu) sözleşmesi satın alınması yöntemleriyle yapılmaktadır. Birçok yatırımcı vadeli işlem ve opsiyon gibi türev ürünleri hiç kullanmamaktadır. Bu tür yatırımcılar genelde satın al ve elde tut stratejisini benimseyen yatırımcılardır. Bu yatırımcılar kısa vadeli fiyat dalgalanmalarını önemsemeyen ve piyasa genelindeki artışlara razı olan kişilerdir. Ancak riskin ölçülmesi ve algılanması yatırımlarda temel ve değerli bir unsurdur. Dolayısıyla, amacı ne olursa olsun herhangi bir 189 yatırımcının portföy sigortası ve türev ürünler konusunda bilgi sahibi olması daha iyi bir yatırımcı olmasına yardımcı olacaktır. Genel olarak, portföy sigortasını tercih edenlerin, ortalama yatırımcıya göre, riske karşı olan duyarlılıklarının fazla olduğu söylenebilir. Portföy sigortasının gerçekleştirilebilmesi için, sigortayı isteyenlerin yanı sıra, sigortayı sağlamak isteyenlerin de varlığı şarttır. Burada sigorta sağlamakla ifade edilen, normal sigorta faaliyetlerinde olduğu gibi sigorta poliçesinin satılması değildir. Buradaki işlem, sigortalama işlevini yerine getirebilecek her türlü aracın oluşturulması veya bu sonucu doğuracak işlemlerin yapılmasıdır. Portföy sigortası kullanmak isteyen yatırımcılar, geniş bir seçenek yelpazesi ile karşı karşıyadır. Portföyün değeri veya portföy sigortasının başarısı üzerinde etkili olan faktörlerden bazıları doğrudan yatırımcılar tarafından kontrol edilebilir. Bazıları ise, tamamen dışsal olarak belirlenir. Bu nedenle, yatırımcıların kontrol edilebilir faktörlerle ilgili seçim yaparken, bunların muhtemel sonuçlarını ve kontrol edilemeyen faktörlerin alabileceği değerleri dikkate almaları gerekir. Portföy sigortasının maliyeti de temel de bu faktörlere bağlıdır. Yatırımcının kontrol edebileceği faktörleri aşağıdaki gibi sıralamak mümkündür: 1. Kabul edilebilecek asgari getiri oranı, 2. Sigortaya tabi tutulacak portföy oranı, 3. Sigorta edilecek portföyde yer alan menkul kıymetlerin riski, 4. Sigortanın kapsayacağı zaman aralığı. Kontrol edilemeyen faktörler ise şunlardır: 1. Risksiz faiz haddi, 2. Riske karşı ödenen prim, 3. Hisse senedi piyasasının değişkenliği. Kontrol edilemeyen faktörler portföy sigortasının maliyetini önemli ölçüde etkilemektedir. Bu faktörler kısaca aşağıdaki gibi açıklanabilir: Risksiz Getiri Oranlarında Değişme: Eğer risksiz getiri oranı düşerse, portföyün sigorta edilen kısmının getirisi de düşer. Bu durum portföy sigortasının risksiz getiri oranının düşük olduğu ortamlarda daha maliyetli olacağı anlamına gelmektedir. Risk Priminin Değişmesi: Portföy sigortasının uzun dönem maliyetini etkileyen faktörlerden biri de risk primidir. Yatırımın riski fazla ise, yüksek getiri elde etme olasılığı da fazladır. Yatırımcı riskten kaçınmakta ise, elde edebileceği kazanç da düşük olacaktır. Dolayısıyla, aynı mantık portföy sigortası içinde geçerlidir. Riski fazla olan yatırımlar için ödenen risk primi de fazla olacağından sigorta daha maliyetli olmaktadır. Piyasanın Değişkenliği (Volatilite): Riskli kabul edilen varlıkların değerlerindeki değişkenliğin fazla olması, portföy sigortasının maliyetinin fazla olması anlamına gelmektedir. İşlem Maliyeti: İşlem maliyetinin artması portföy sigortasının maliyetinin artması anlamına geldiğinden, portföyün beklenen getirisini olumsuz yönde etkilemektedir. Öte yandan, yatırımcı veya portföy yöneticisi isterse alacağı bir takım kararlarla sigortanın maliyetini düşürebilir. Bunları aşağıdaki gibi sıralamak mümkündür: 1. Yatırımcının sahip olduğu portföyün sigortaya gereksinimi olup olmadığını araştırması ve en az getiri oranını tespit etmesi gerekir. 2. Yatırımcı portföyde bulunan varlıkların belirli bir kısmının sigorta edilmesini isteyebilir. Yatırımcı bu strateji ile sigorta maliyetini düşürmesine rağmen, istikrarlı olmayan piyasalarda kaybetme riskini artırmaktadır. 3. Yatırımcı portföy sigortasının vadesini uzatabilir. Uzun vadeli strateji portföy sigortasının beklenilen maliyetini belirgin bir şekilde düşürebilir. 190 Hisse senedi yatırımı yapan bir yatırımcı, yatırımını olası fiyat düşüklüğüne karşı korumak için ne yapabilir? Türkiye’de türev ürün işlemleriyle ilgili daha fazla bilgi edinmek isterseniz İzmir Vadeli İşlem ve Opsiyon Borsası’nın resmi web sayfasını ziyaret edebilirsiniz: www.vob.org.tr Portföy stratejileri ve portföy sigortası konularını anlamak için yararlı bir kaynak olarak Finans Mühendisliği: Kavramlar ve Araçlar adlı kitaba bakabilirsiniz. (Mehmet Bolak, İstanbul: Beta Yayınevi, 1998). Finansal risklerden korunma amacıyla kullanılan türev ürünleri anlamak için yararlı bir kaynak olarak Türev Piyasalar adlı kitaba bakabilirsiniz. (Nurgül Chambers, İstanbul: Beta Yayınevi, 2007). 191 Özet Gelişmiş sermaye piyasalarında fiyatlar sürekli dalgalandığından, fiyatların çok yükseldiği dönemlerde daha da yükseleceğini; fiyatların çok düştüğü dönemlerde ise, daha da düşeceğini bekleyen yatırımcılar, hatalı alım-satım kararları verebilirler. Bu nedenle, piyasanın hızlı yükseldiği dönemlerde iyimser, hızla düştüğü dönemlerde ise, kötümser olan yatırımcıları, hislerinden bağımsız olarak menkul kıymet almaya ve satmaya zorlayacak mekanik karar kurallarına gerek vardır. Portföy yönetimini mekanik hale getiren bu teknikler veya portföy yönetim stratejileri «formül planları» olarak da tanımlanmaktadır. Değişken oran stratejisine göre, hisse senedi fiyatları arttığında, hisse senetlerinin bir kısmı satılarak, sabit getirili varlıklara yatırım yapılır. Böylece, portföydeki hisse senetlerinin oranı düşürülür. Buna karşılık, hisse senedi fiyatları düştüğünde, sabit getirili varlıkların bir kısmı satılarak hisse senetlerinin portföy içindeki oranı arttırılır. Endeks içerikli fon stratejisi endeks kapsamındaki hisse senetlerine endeks içindeki ağırlıkları korunarak yatırım yapılabilir. Böylece, piyasayı temsil ettiği varsayılan endekse eşit bir getiri sağlanabilir. Bu stratejide belirli bir süre alım-satım işlemi yapılmaması benimsediğinden, «pasif portföy yönetimlerinden» biri olarak kabul edilir. En yaygın formül planları «satın al ve elde tut stratejisi», «maliyeti ortalama stratejisi», «sabit değer stratejisi», «sabit oran stratejisi», «değişken oran stratejisi», «endeks içerikli fon stratejisi» ve «gelecekteki yükümlülükleri karşılama stratejisi» dir. Yatırımcılar, portföy oluştururken, gelecekteki bazı harcamaların portföyden elde edilecek gelirlerle karşılanmasını isteyebilirler. Böyle bir durumda, belirli zamanlarda yerine getirilmesi gereken yükümlülüklere eşit tutarda nakdin elde edileceği bir portföy oluşturulmalıdır. “Satın al ve elde tut stratejisi”, yatırım stratejilerinin en basitidir. Buna göre, ilk aşamada yatırımcının istek ve ihtiyaçlarına uygun bir kaç menkul kıymetin seçilmesi gerekir. Stratejinin amacı, yatırım yapılan menkul kıymetlerin elde tutma sürelerinin istenene eşit olmasıdır. Bu stratejiye göre, yatırım yapıldıktan sonra, istenen süre sonuna kadar portföyde herhangi bir işlem yapılmamaktadır. Portföy yönetirken, temel ve teknik analiz gibi yöntemler de kullanılmaktadır. Temel analiz, işletme ile ilgili kamuya açıklanan tüm bilgi, mali tablo ve değerlemelere dayanmaktadır. Temel analiz ile ilgili işletmenin geçmiş verilerine dayanılarak işletmenin sektör ve endüstrideki pozisyonu, yönetimi, sermaye yapısı ve gelecekteki potansiyel büyüme olasılığı belirlenebilmektedir. Teknik analiz ise, geçmiş fiyat hareketlerinin değişme nedenlerine bakmaksızın, hisse senetleri fiyatlarındaki değişmelerden yararlanarak menkul kıymetlerin incelemesini yapmaktadır. Maliyeti ortalama stratejisinin temelinde, belirli aralıklarla, eşit tutarlı yatırımlar yapılması yer almaktadır. Yöntem «ne» alınması gerektiği değil, «ne zaman» alınması gerektiği sorusuna cevap vermektedir. Sabit değer stratejisi, yatırımcının sahip olduğu portföyün bir bölümünü, sabit getirili finansal varlıklara ayırmasını ya da nakit olarak tutmasını öngörmektedir. Böylece, portföyün hisse senedine ayrılan ve piyasadaki dalgalanmalardan daha fazla etkilenen bölümünün değeri, sabit tutulmaya çalışılır. Portföy sigortası yatırımcıların potansiyel kayıplarını ortadan kaldırmak amacıyla oluşturulmuş bir tür yatırım stratejisidir. Portföy sigortasını kuran yatırımcılar hisse senetlerinin fiyat hareketleri sonucunda portföylerinin değerlerinin belirli sınırlar içinde koruyabilmektedirler. Sabit oran stratejisinde, portföyün hisse senetlerinden oluşan kısmının sabit getirili menkul kıymetlerden oluşan kısmına oranı, sabit tutulur. Böylece, yatırımcı hisse senedi fiyatları yükseldiğinde hisse senetlerini satmaya, hisse senetleri fiyatları düştüğünde ise, hisse senetlerini satın almaya zorlanmaktadır. Portföy sigortasını tercih edenlerin, ortalama yatırımcıya göre, riske olan duyarlılıklarının fazla olduğu söylenebilir. Portföy sigortasının gerçekleştirilebilmesi için, sigortayı isteyenlerin yanısıra, sigortayı sağlamak isteyenlerin de varlığı şarttır. 192 Kendimizi Sınayalım 1. Aşağıdakilerden hangisi pasif portföy yönetim stratejilerinden biridir? a. Sabit oran stratejisi 5. İyi bir temel analiz için aşağıdakilerden hangisi hakkında bilgi sahibi olunmasına ihtiyaç yoktur? b. Sabit değer stratejisi a. Ekonomi c. Satın al elde tut stratejisi b. Borsanın yapısı d. Değişken oran stratejisi c. Enflasyon oranı e. Maliyeti ortalama stratejisi d. İşletme 2. Aşağıdakilerden hangisi satın al elde tut stratejisinin özelliklerinden biri değildir? e. Sektör 6. Aşağıdakilerden hangisi sabit oran stratejisi için geçerli olabilecek bir durumdur? a. Portföy değeri hisse senetleri piyasası değeri ile doğru orantılıdır. a. %60 hisse senedi - %40 devlet tahvili b. Hisse senetlerinin fiyatı 1 birim arttıkça portföyün değeri portföy içindeki hisse senetlerinin değeri kadar artar. b. %40 hisse senedi - %60 hazine bonosu c. Portföy değeri hiç bir zaman başlangıçta hazine bonosuna yapılan yatırım değerinin altına düşmez. d. %50 hisse senedi - %50 devlet tahvili d. Portföyde sık yapılmaktadır. aralıklarla c. %25 devlet tahvili - %75 hisse senedi e. %75 hazine bonosu - %25 devlet tahvili 7. Gelecekteki yükümlülükleri karşılama stratejisini uygulayan küçük yatırımcı hangi tür fonlara yönelmelidir? alım-satım e. Menkul kıymetlerin seçimi konusunda bir açıklık yoktur. a. Likit fonlar b. Hisse senedi fonları 3. Aktif portföy yönetimi için aşağıdakilerden hangisinin varlığı gerekli değildir? c. Dengeli fonlar d. Esnek fonlar a. Piyasalar etkin çalışabilmelidir. e. Kıymetli maden fonları b. İşlem maliyetleri düşük olmalıdır. 8. c. Mali piyasalardan borç alma ve borç verme konusunda sınırlamalar olmamalıdır. II. Örnekleme yaklaşımı d. Ülke ekonomisi ve politik ortam istikrarlı olmalıdır. III. Teknik analiz yöntemi Yukarıdakilerden hangisi veya hangileri endeks fon oluşturmak için kullanılabilir? e. Yukarı yönlü piyasa hareketlerine katılım sınırlı olmalıdır. a. I-II 4. Belirli aralıklarla eşit tutarlı yatırım yapılmasını temel alan strateji hangisidir? b. Yalnız I c. II-III a. Değişken oran stratejisi d. I-III b. Maliyeti ortalama stratejisi e. Yalnız II c. Sabit değer stratejisi d. Sabit oran stratejisi e. Gelecekteki stratejisi yükümlülükleri karşılama 193 I. Kopya yöntemi Sıra Sizde Yanıt Anahtarı 9. Portföy sigortası için sıklıkla kullanılan sözleşme türü hangisidir? Sıra Sizde 1 a. Swap Aktif portföy yönetimi üstün bir karar oluşturabilmek için sürekli bir araştırma süreci gerektirdiğinden piyasa dalgalanmaları avantaja çevrilebilir. Riskli ve risksiz varlıkların ağırlıklarını gerekli koşullar oluştuğunda belirli kriterler dahilinde değiştirerek, portföy değerini fiyat düşüşlerine karşı korurken fiyat yükselişlerinden yararlanır. b. Futures c. Opsiyon d. Forward e. Leasing 10. Aşağıdakilerden hangisi portföy sigortasında yatırımcının kontrol edebileceği faktörlerden biri değildir? Aktif portföy yönetiminde daha yüksek getiri için daha fazla risk üstlenilmesi stratejinin dezavantajı olarak görülebilir. Ayrıca, alım ve satımın birçok kez yapılması nedeniyle ödenen komisyonlar da artmaktadır. a. Kabul edilebilecek asgari getiri oranı b. Sigortaya tabi tutulacak portföy oranı c. Sigorta edilecek portföyde yer alan menkul kıymetlerin riski Sıra Sizde 2 Sabit oran stratejisinde, portföyün hisse senetlerinden oluşan kısmının sabit getirili menkul kıymetlerden oluşan kısmına oranı, sabit tutulur. Bu stratejide yatırımcı, hisse senedi fiyatları yükseldiğinde hisse senetlerini satmaya, hisse senetleri fiyatları düştüğünde ise, hisse senetlerini satın almaya zorlanmaktadır. d. Sigortanın kapsayacağı zaman aralığı e. Riske karşı ödenen prim Kendimizi Sınayalım Yanıt Anahtarı Sabit değer stratejisinde ise hisse senetlerinin fiyatlarının yükseldiği dönemlerde, hisse senetlerinin bir kısmı satılarak, sabit getirili varlıklara yatırılır. Öte yandan, hisse senedi fiyatları düştüğünde, sabit getirili varlıkların bir kısmı satılarak, hisse senedi satın alınır. Böylece, portföydeki hisse senetlerinin toplam değeri sabit tutulmaya çalışılır. 1. c Yanıtınız yanlış ise “Satın Al ve Elde Tut” konusunu yeniden gözden geçiriniz. 2. d Yanıtınız yanlış ise “Satın Al ve Elde Tut” konusunu yeniden gözden geçiriniz. 3. e Yanıtınız yanlış ise “Satın Al ve Elde Tut” konusunu yeniden gözden geçiriniz. 4. b Yanıtınız yanlış ise “Maliyeti Ortalama Stratejisi” konusunu yeniden gözden geçiriniz. Sıra Sizde 3 Yatırımcı yerine getirilmesi gereken yükümlülüğüne eşit tutarda nakdin elde edileceği bir portföy oluşturmalıdır. Bu portföy daha çok hazine bonosu ve tahvil gibi yatırım araçlarından oluşmalıdır. Çünkü nakit akışları kesin, vadeleri ve getirileri belirli menkul kıymetlere yatırım yapılarak gelecekte bir zamanda ihtiyaç duyulacak fonlar, portföy oluşturulurken garanti altına alınmış olmaktadır. Bireysel yatırımcılar açısından likit fonlar bu amaca hizmet etmektedir. 5. b Yanıtınız yanlış ise “Aktif Portföy Yönetimi” konusunu yeniden gözden geçiriniz. 6. d Yanıtınız yanlış ise “Sabit Oran Stratejisi” konusunu yeniden gözden geçiriniz. 7. a Yanıtınız yanlış ise “Gelecekteki Yükümlülükleri Karşılama Stratejisi” konusunu yeniden gözden geçiriniz. 8. a Yanıtınız yanlış ise “Endeks Fon Stratejisi” konusunu yeniden gözden geçiriniz. 9. c Yanıtınız yanlış ise “Portföy Sigortası” konusunu yeniden gözden geçiriniz. 10. e Yanıtınız yanlış ise “Portföy Sigortası” konusunu yeniden gözden geçiriniz. 194 Sıra Sizde 4 Portföy sigortası ile yatırımcılar hisse senetlerinin fiyat hareketleri sonucunda portföylerinin değerlerinin düşmesini belirli sınırlar içinde tutabilmektedirler. Piyasanın düşmesi durumunda yatırımcının zararını karşılamak için en uygun çözüm ilgili hisse senedi için "satma opsiyonu” satın almaktır. Satma opsiyonu satın alan bir yatırımcı, hisse senedini belli bir süre için ve belli bir fiyattan satma hakkına sahip olacaktır. Bu sayede piyasada hisse senedinin fiyatı düşse bile opsiyon sahibi yatırımını büyük kayıplara karşı koruyabilecektir. Kayalıdere, Koray ve Hüseyin Aktaş (2008). Alternatif Portföy Seçim Modellerinin Performanslarının Karşılaştırılması (İMKB Örneği)”, DEÜ SBE Dergisi, Cil: 10, Sayı: 1, s. 290-312 Yararlanılan Kaynaklar Polverini, Leo J. Jr. (1987), “Portfolio Insurance Controls Equity Risk for Plan Sponsors", Journal of Compensation & Benefits, Vol: 3, Iss: l, pp. 29-32. Korkmaz, Turhan (1999). Hisse Senedi Opsiyonları ve Opsiyon Fiyatlama Modelleri, Bursa: Ekin Kitabevi. Korkmaz, Turhan ve Ali Ceylan (2010). Sermaye Piyasası ve Menkul Değer Analizi, 5. Baskı, Bursa: Ekin Kitabevi. Özçam, Mustafa (1989). Portföy Sigortası (Portfolio Insurance), Ankara: Sermaye Piyasası Kurulu Araştırma Raporu. Aksoy, Ahmet ve Cihan Tanrıöven (2007). Sermaye Piyasası Yatırım Araçları ve Analizi, 3. Baskı, Ankara: Gazi Kitabevi. Basseer, Potkin A. (1991). “Reducing Market Exposure With Portfolio Insurance”, Risk Management, April, pp. 36-45. Reilly, Frank K. and Keith C. Brown (2002). Investment Analysis and Portfolio Management, 7th Edition, New York: SouthWestern College Pub. Bolak, Mehmet (2001). Sermaye Piyasası Menkul Kıymetler ve Portföy Analizi, 4. Baskı, İstanbul: Beta Basım Yayın. Sarıaslan, Halil ve Cengiz Erol (2008). Finansal Yönetim: Kavramlar, Kurumlar ve İlkeler, Ankara: Siyasal Kitabevi. Ceylan, Ali ve Turhan Korkmaz (1998). Borsada Uygulamalı Portföy Yönetimi, 3. Baskı, Bursa: Ekin Yayınevi. Sermaye Piyasası ve Borsa Temel Bilgiler Kılavuzu (2011). 21. Basım, İstanbul: İstanbul Menkul Kıymetler Borsası Yayınları 1. Clarke, Roger G. and Robert D. Arnott (1988). “Patterns of Reward for Portfolio Insurance”, Financial Analysts Journal, Edited in Portfolio Insurance: A Guide to Dynamic Hedging, (Editor: Luskin, L. Donald) New York: John Wiley & Sons. A Beginner's Guide to Hedging (2012). http://www.investopedia.com/articles/basics/03 /080103.asp#axzz1m0ZsE87f Constant Ratio Plan (2012). http://www.finweb.com/investing/constantratio-plan.html Coşkun, Metin (2008). Sermaye Piyasaları, Eskişehir: Genç Copy Center. Schmidt, Michael (2012). “Buy and Hold Investing Versus Market Timing”, http://www.investopedia.com/articles/stocks/08 /passive-active-investing.asp#axzz1liYcseU9 İnselbağ, Işık (1989). Portföy Yönetimi, Ankara: Sermaye Piyasası Araştırma Raporu. Schwab Center for Investment Research ( 2006). https://www.schwab.com Karabıyık, Lale ve Adem Anbar (2010). Sermaye Piyasaları ve Yatırım Analizi, Bursa: Ekin Kitabevi. Thomsett, Michael C. (2006). Getting Started in Fundamental Analysis, New Jersey: John Wiley & Sons, Inc. Karan, Mehmet Baha (2010). Yatırım Analizi ve Portföy Yönetimi, 3. Baskı, Ankara: Gazi Kitabevi. Karaşin, Gültekin (1986). Sermaye Piyasası Analizleri, Ankara: Sermaye Piyasası Kurulu Yayın No: 4. 195 8 Amaçlarımız Bu üniteyi tamamladıktan sonra; Portföy performans ölçümünü açıklayabilecek, Portföy performans ölçüm yöntemleri ile ilgili işlemleri yapabilecek, Portföy performans ölçüm yöntemlerinin eleştirisini yapabilecek, Piyasa zamanlaması ölçüm yöntemlerini açıklayabilecek bilgi ve becerilere sahip olabilirsiniz. Anahtar Kavramlar Performans Ölçümü Değerleme Oranı Karşılaştırma Ölçütü Sortino Oranı Sharpe Oranı Fama Ölçütü M2 Performans Ölçütü Piyasa Zamanlaması Treynor Endeksi Kuadratik Regresyon Jensen Alfası Kukla Değişkenli Regresyon İçindekiler Giriş Portföy Performanslarının Ölçümü Performans Ölçüm Yöntemlerinin Eleştirisi Piyasa Zamanlaması Ölçüm Teknikleri 196 Portföy Performansının Ölçülmesi GİRİŞ Ülke ekonomilerinin büyümesi beraberinde finansal piyasaların gelişimini de sağlamaktadır. Hızla gelişen ve derinleşen sermaye piyasalarında kişilerin gerçekleştireceği tasarruflar ve bu tasarrufların finansal sisteme aktarılması büyük önem taşımaktadır. Yatırımcıların birer tasarruf sahibi olarak birikimlerini sisteme aktarmasının ve yatırımlarının sürekliliğinin ardında, portföylerinin sergileyeceği performans kritik rol oynamaktadır. Dolayısıyla portföy performanslarının belirlenmesi yatırımcıların özellikle ilgilendikleri konuların başında gelmektedir. Performans ölçümünün yatırımcılar açısından önemli bir unsur olması bu alanda pek çok performans ölçüm yönteminin geliştirilmesini sağlamıştır. Söz konusu ölçütler farklı risk türlerini dikkate almakta ve yatırımcılara mevcut veya potansiyel yatırımlarıyla ilgili bilgi sağlamaktadırlar. Portföy performanslarının ölçümünde literatürde yaygın olarak kullanıma sahip olan yöntemler Sharpe oranı, M² performans ölçütü, Treynor Endeksi, Jensen ölçütü, Değerleme oranı, Sortino oranı ve Fama ölçütü olarak sıralanabilir. Portföyün performansının ölçülmesinin yanında portföy yöneticilerinin piyasa zamanlama stratejilerinin başarısının tespit edilmesi de önem taşımaktadır. Bu amaçla “kuadratik regresyon modeli” ve “kukla değişkenli regresyon modeli” yöntemleri de uygulamada sıklıkla kullanılmaktadır. PORTFÖY PERFORMANSLARININ ÖLÇÜMÜ Bir yatırım kararı alınıp uygulamaya konulduktan sonra o yatırım kararından beklenen sonuçların değerlendirilmesi ve geri besleme mekanizmasıyla yatırım kararının gözden geçirilmesi büyük önem taşımaktadır. Bu süreç performans ölçümü olarak adlandırılmaktadır. Performans ölçümü ile portföylerde, görece yatırım başarısını karşılaştırmak ve yorumlamak anlaşılmaktadır. Performans ölçümü veya değerlemesi, portföylerin belli bir dönemdeki performansını başka bir dönem ile ilişkilendirerek veya aynı dönemde farklı portföylerin performansı ile karşılaştırmak sureti ile gerçekleştirilmektedir. Performansın ölçülmesi yaygın olarak fonların geçmiş getirileri temeline dayanmakla birlikte, gelecekte aynı getirinin sağlanacağı anlamına gelmemektedir. Portföyün performansını ölçmek yatırım faaliyetlerinin önemli bir kısmını oluşturmaktadır. Yatırımcıları etkilemek ve müşteri olarak devamlılıklarını sağlamak menkul kıymet ya da portföy yöneticisinin performansına bağlıdır. Portföyünü yönetmesi için başkasına veren bir yatırımcı, portföyünün ne kadar başarılı yönetildiğini bilmek isteyecektir. Portföy yönetim şirketleri de fon yöneticilerinin performanslarını izlemek durumundadırlar. Portföy yöneticilerinin performansları iyi bir şekilde izlenirse, portföyde yapılabilecek değişiklikler, fon yönetim anlayışı ve yapılan hatalar kolayca ortaya çıkarılabilecek ve daha iyi bir fon yönetimi için gerekli olanların araştırılması mümkün olabilecektir. Bir portföy yöneticisi, kendi performansını değerlendirirken güçlü ve zayıf yönlerinin kaynaklarını analiz etmelidir. Bu yaklaşım yatırım yönetim sürecini daha etkin hale getiren bir geri bildirim ve kontrol mekanizması olarak görülebilir. Geçmişte ortaya çıkan iyi performans şans eseri ortaya çıkmış olabilir ve bu durumda bu şansın gelecekte de devam edeceği söylenemez. Diğer taraftan, geçmişte gerçekleşen kötü 197 performans da şans eseri gerçekleşmiş olabilir. Bu nedenle, performans değerlendirmedeki ilk iş geçmiş dönem performansının iyi veya kötü olduğunun belirlenmesidir. Sonraki kısım ise performansın kaynağının şans faktörü ya da yetenek olup olmadığının tespit edilmesidir. Geçmiş dönemde gerçekleşen iyi performans, çok yetenekli bir portföy yöneticisinden kaynaklanmış olabilir. Ayrıca, portföyün performansı belirli dönemler itibariyle ölçülmelidir. Bu ölçüm dönemleri tercihen ayda bir veya üç ayda bir olmalıdır. Performans değerlemesinde iki yaklaşım uygulanmaktadır. Birinci yaklaşım, portföylerin riske göre düzeltilmiş getirilerinin benzer amaçlara sahip olan diğer portföylerin aynı şekilde hesaplanmış getirileri ile ya da o portföyleri en iyi şekilde temsil eden bir gösterge, referans portföyünün (benchmark) getirisi ile karşılaştırılmasından oluşmaktadır. Bir taraftan portföyler performans sonuçlarına göre kendi aralarında bir sıralamaya tabi tutulurken, diğer taraftan, her bir portföyün gösterge portföyüne (benchmark) göre performans durumları tespit edilmektedir. İkinci yaklaşım, portföyde yer alan varlıkların doğru zamanda alınıp doğru zamanda satıldığının test edilmesidir. Bu yaklaşım, piyasa zamanlaması (market timing) olarak adlandırılmaktadır ve fon yöneticisinin piyasanın yönünü tahmin etme yeteneğini göstermektedir. Portföylerin piyasaya göre performansının değerlendirilmesi için bir karşılaştırma ölçütünün (benchmark) tespit edilmesi gerekmektedir. Burada akla gelen ilk soru hangi karşılaştırma ölçütünün kullanılacağıdır. Kullanılacak karşılaştırma ölçütü, ilgili portföyü amaç ve yapı bakımından en iyi şekilde temsil etmelidir. Bazı portföyler için uygun olan bir karşılaştırma ölçütü diğer portföyler için uygun olmayabilir. Örneğin tekli veya çoklu varlık gruplarından oluşan portföy performansının karşılaştırılması amacına yönelik olarak, mevcut endeksler arasından belirlenecek endeksler birbirinden farklı olacaktır. Piyasa endeksleri yatırım stratejileri için sıklıkla kullanılan karşılaştırma ölçütleridir. ABD’deki sermaye piyasalarında yatırımcının, verilerine kolaylıkla ulaşabildiği standardize edilmiş piyasa endekslerine; hisse senetleri için S&P 500, Wilshire 5000 ve Russell 2000 endeksleri, sabit getirili menkul kıymetler için ise Lehman Brothers Government/Corporate/Aggregate, Salomon Brothers Broad Investment Grade, Merrill Lynch Master endeksleri örnek olarak verilebilir. Türkiye için ise örneğin İMKB’de işlem gören şirketlerin hisse senetlerinden oluşturulmuş olan bir portföyün performansı, İMKB Ulusal 100 Endeksinin aynı dönemdeki getirisi ile karşılaştırılmalıdır. Devlet tahvili ve hazine bonosu gibi risksiz yatırım araçlarından oluşturulan portföylerin getirileri ise Türkiye’de KYD (Türkiye Kurumsal Yatırımcı Yöneticileri Derneği) 30 Gün Bono Endeksi veya KYD Tüm Bono Endeksi gibi ölçütlerin getirileri ile karşılaştırılmaktadır. Spesifik yatırım stratejisi ve portföyde bulunan menkul kıymetlerin nitelikleri dikkate alınarak, standardize edilmiş endekslerin dışında endeksler de üretilebilir. Endeksin yatırım stratejisini ve menkul kıymet türlerini dikkate almaksızın kullanılması durumunda, performansa ilişkin yanlış değerlendirmeler yapılabilir. Örneğin, bir fon sadece küçük şirketlerin hisse senetlerine yatırım yapıyorsa, büyük hisse senetlerini dikkate alan endeks ile yapılacak bir karşılaştırma doğal olarak doğru sonuçlar vermeyecektir. Bu tür bir fon için, varsa, öncelikle küçük şirketlerin hisse senetlerine yönelik endeks tercih edilmelidir. Oluşturulan portföylerin performanslarının sadece getiri oranlarına dayanılarak ölçülmesi doğru bir yaklaşım değildir. Portföylerin belirli zaman dilimlerindeki getiri oranlarına göre yapılan sıralamalar, portföy yöneticisinin yeteneğini dikkate almamaktadır. Gerçekte getiri oranlarına göre sıralama yapıldığında bir portföyün pozisyonu; (i) portföyün hedef risk düzeyi, (ii) pazarın genel performansı, (iii) portföy yöneticisinin beceri düzeyi gibi faktörlere bağlı olmaktadır. Portföy performanslarının dönemler itibari ile değişebileceği gerçeği söz konusu portföylerin performans sıralamalarında da değişikliğe yol açmaktadır. Sıralamalardaki bu değişkenliğin temel nedeni portföylerin pazara olan duyarlılığının (beta katsayısı) ve pazar performansının yıllar itibariyle değişken olmasıdır. Pazar getirilerinin azaldığı zamanlarda düşük betaya sahip olan portföyler performans sıralamalarında üste çıkacaktır. Pazar getirilerinin arttığı zamanlarda ise yüksek betaya sahip olan portföyler performans sıralamalarında üste çıkacaktır. Buna göre bir portföyün performansını başarılı bir şekilde ölçebilmek için öyle bir ölçüt kullanılmalı ki, söz konusu ölçüt göreceli riske ve pazar performansına karşı duyarsız olabilsin. Bu nedenle portföy performanslarının ölçümünde riske karşı düzeltilmiş performans ölçütleri kullanılmaktadır. Performans değerlemede en çok bilinen ve uygulama alanına sahip olan riske karşı düzeltilmiş ölçütler; Sharpe oranı, M² performans ölçütü, Treynor Endeksi, Jensen ölçütü, Değerleme oranı, Sortino oranı ve Fama ölçütüdür. 198 Portföy ölçütünün önemi nedir? performansının ölçümünde kullanılan karşılaştırma Sharpe Oranı Portföy performanslarını ölçmede kullanılan çeşitli tek parametreli risk – getiri ölçütlerinden en çok bilineni Sharpe oranıdır. Sharpe oranı, ortalama-varyans modeli çatısı altında portföy performansını değerlendiren bir yaklaşımdır. 1966 yılında William F. Sharpe tarafından geliştirilen ve kendi adıyla anılan Sharpe oranı standart sapmayı esas alan ölçütlerdendir. Bu oran, portföyün ortalama getirisi ile risksiz faiz oranı arasındaki farkın portföyün getirilerinin standart sapmasına oranlanması ile hesaplanmaktadır. Sharpe oranı, portföyün standart sapması ile ölçülen risk birimi başına portföyün risksiz getiri oranı üzerinde elde ettiği aşırı getiriyi ölçmektedir. Bu sayede Sharpe oranı, portföy performansını taşıdığı riske göre düzelterek ölçmektedir. Yükselen getiri ya da düşen standart sapma Sharpe oranını artırır ve iyi bir durumdur. Bunun tersi durumda ise, düşen getiri ya da artan standart sapma Sharpe oranını düşürmektedir ve bu kötü bir durumdur. Sharpe oranı kıstasına göre iki alternatif arasından seçim yapılırken, yüksek olan oran tercih edilmektedir. Sharpe oranı aşağıdaki şekilde hesaplanmaktadır. Sp = rp − rf σp Formülde; S p = Sharpe oranını, rp = Portföy getirisini, r f = Risksiz faiz oranını, (hazine bonosunun getirisi buna örnek verilebilir) σ p = Portföyün standart sapmasını göstermektedir. Sharpe oranına riske karşı elde edilen getiri oranı da denilmektedir. Formüldeki pay, portföy getirisi ve risksiz faiz oranı arasındaki farkı göstermektedir. Bu da yatırımcının katlandığı riske karşılık aldığı “ödülü” belirtmektedir. Payda ise, getirilerin standart sapmasını göstermektedir. Bu yüzden oran, her birim değişkenliğe karşılık elde edilen getiriyi belirtmektedir. Şekil 8.1: Sharpe Oranı Kaynak: Saim Kılıç (2002). Türkiye’deki Yatırım Fonlarının Performanslarının Değerlendirilmesi, Ankara: Mart Matbaacılık, s. 55. 199 Şekil 8.1’de görüldüğü gibi Sharpe oranı, portföy ile risksiz faiz oranını birleştiren doğrunun eğimidir. Oran, portföyün elde ettiği, risksiz faiz oranı üzerinde her birim toplam risk ya da standart sapmadaki ek getiriyi ölçmektedir. Sharpe oranı, yatırımcıların yalnızca iki varlığa sahip olduklarını varsaymaktadır. Risksiz varlık ve riskli varlıklardan oluşan portföy, geometrik olarak, risksiz varlıktan analiz edilen riskli portföye uzanan doğrunun eğimini ölçmektedir. Eğim ne kadar dik olursa, performans da o kadar iyi olmaktadır. Şekil 8.1’de Portföy A’nın Sermaye Piyasası Doğrusu’ndan daha dik bir eğime sahip olduğu görülmektedir. Bu da Portföy A’nın daha iyi performans sergilediğini göstermektedir. Tablo 8.1’de 4 farklı portföyün ve karşılaştırma ölçütünün (BM) Sharpe oranlarının hesaplanmasında kullanılan veriler yer almaktadır. Tablo 8.1: Sharpe Oranı Hesaplama Örneği Ortalama Getiri (rp) Risksiz Faiz Oranı (rf) Standart Sapma (σ ) Sharpe Oranı [(rp – rf) / σ ] Performans Sıralaması Portföy A 0,583 0,273 3,405 0,091 3 Portföy B 0,596 0,273 3,329 0,097 1 Portföy C 0,531 0,273 3,167 0,081 5 Portföy D 0,579 0,273 3,339 0,092 2 BM 0,580 0,273 3,690 0,083 4 Portföyler ve Karşılaştırma Ölçütü (Benchmark-BM) Tablodaki verilerden hareketle 4 değişik portföyün ve karşılaştırma ölçütünün Sharpe oranları aşağıdaki gibi hesaplanmaktadır: SA = SB = SC = rA − r f σA rB − r f σB rC − r f SD = S BM = σC rD − r f σD = 0,583 − 0,273 = 0,091 3,405 = 0,596 − 0,273 = 0,097 3,329 = 0,531 − 0,273 = 0,081 3,167 = 0,579 − 0,273 = 0,092 3,339 rBM − r f σ BM = 0,580 − 0,273 = 0,083 3,690 Portföylerin hesaplanan Sharpe oranları dikkate alındığında en yüksek değere sahip olan Portföy B’nin (0,097 ile) ilk sırada yer alarak en iyi performansı sergilediği söylenebilir. Dört portföy içinde en kötü performansı ise Portföy C (0,081 ile) sergilemiştir. Portföylere kendi içinde performans sıralaması yaptıktan sonra, her bir portföyü piyasayı temsil eden karşılaştırma ölçütüne (Benchmark-BM) göre de değerlendirebiliriz. BM’nin Sharpe oranından daha yüksek bir Sharpe oranına sahip olan portföy, piyasadan daha iyi performans sergilemiş olacaktır. Buna göre Portföy A, B ve D piyasanın üzerinde bir performans sergilerken, Portföy C 0,081 ile piyasanın performansı olan 0,083’ün altında bir performans sergilemiştir. Bu durum A, B ve D portföyleri için olumlu bir durumu yansıtırken, C portföyü için istenmeyen bir durumu yansıtmaktadır. 200 Yatırım fonları ve bu fonlar için kullanılan endeksler hakkında daha fazla bilgiye, Türkiye Kurumsal Yatırımcı Yöneticileri Derneği’nin http://www.tkyd.org.tr resmi web adresinden ulaşabilirsiniz. M² Performans Ölçütü Sharpe oranı, portföy performanslarının sıralanmasında oldukça faydalı olmasına karşın, oranın sayısal değerlerini yorumlamak kolay olmamaktadır. Örneğin Portföy A için Sharpe oranı 0,69, portföy B için 0,73 olsun ve portföy A’nın piyasanın altında performans gösterdiği varsayılsın. Bu oranlar arasındaki 0,04 büyüklüğündeki farkın ekonomik olarak anlamlı olup olmadığı açık değildir. Dolayısıyla oranları yorumlamak oldukça zordur. Sermaye Varlıklarını Fiyatlama Modeli’nin betası için oluşan ek getiriyi düzenlemek için Jensen tarafından geliştirilen Jensen alfası ve Treynor tarafından geliştirilen Treynor oranı da uzmanlar tarafından kullanışlı bulunurken, modern finans teorisi ve regresyon analizi konularını bilmeyen ortalama yatırımcılar için, bu ölçütlerden elde edilen sonuçların yorumlanması oldukça zordur. Bu soruna çözüm bulmak için geliştirilen M² ölçütü risk ölçütü olarak toplam riske odaklanmaktadır. Franco Modigliani ve Leah Modigliani tarafından 1997 yılında geliştirilen ve M-kare veya M2 şeklinde ifade edilen performans ölçütü, Sharpe oranında olduğu gibi risk ölçütü olarak toplam riski esas almaktadır. Ancak, karşılaştırma ölçütüne (benchmark) göre, M² performans ölçütü ile portföy getirilerinin performanslarını yorumlamak daha kolay olmaktadır. M² ölçütünün temel fikri, tüm portföyleri piyasa karşılaştırma ölçütünün (örneğin S&P 500 veya İMKB Ulusal 100 Endeksi) risk seviyesine göre ayarlamak için, riskin piyasa fırsat maliyetini ya da risk ve getiri arasındaki dengeye (getiri elde etmek için belli bir seviyede riske katlanmak ya da riski azaltmak için belli seviyede getiriden vazgeçmek durumunda olmak) dayanmaktadır. Bu sayede, M² ölçütü bir portföyün riskini piyasa riskiyle eşleştirmekte ve bu eşitlenen risk seviyesinde portföyün getirisini ölçmektedir. M² ölçütü böylece, uygun niteliklerle, aynı ölçek üzerinde yer alan tüm portföylerin performansları ve portföy yöneticileri hakkında sonuçlara ulaşmaktadır. M² ölçütü, portföy performansları sıralamasında Sharpe oranı ile aynı sonuçları vermektedir. Ancak, M² ölçütü, ortalama yatırımcı için anlaşılması ve yorumlanması daha kolay olan bir ölçüttür. M² yönteminde, yönetilen portföyün riski İMKB Ulusal 100 Endeksi gibi bir piyasa endeksinin oynaklığı ile eşleştirilmektedir. Portföyü düzenlemek için, portföye hazine bonosu eklenmekte ve bu şekilde elde edilen portföy piyasa ile karşılaştırılmaktadır. Böylece, düzeltilmiş portföy (hazine bonosu eklenmiş portföy) endeksle aynı standart sapmaya sahip olmaktadır. Bu durumda piyasa endeksi ile portföy endeksi aynı standart sapmaya sahip olacaklarından performanslarını ve getirilerini karşılaştırarak belirlemek basit hale gelecektir. M² ölçütü aşağıdaki gibi formüle edilmektedir: M 2 = rp* − rm Burada; = Düzeltilmiş portföyün getirisini, = Piyasanın getirisini ifade etmektedir. M2 performans ölçütü, portföyün Sharpe oranı ile pazarın standart sapmasının çarpımına risksiz faiz oranının eklenmesi yoluyla da hesaplanmaktadır. M 2 = rf + rp − rf σp σ m = rf + ( Sharpe oranı * σ ) 201 Şekil 8.2: M² Performans Ölçütü Kaynak: Saim Kılıç (2002). Türkiye’deki Yatırım Fonlarının Performanslarının Değerlendirilmesi, Ankara: Mart Matbaacılık, s. 57. Şekil 8.2’de görüldüğü gibi, portföy P’yi piyasa endeksiyle eşleştirmek için, P portföyü doğrusundan, piyasa standart sapmasına ulaşıncaya kadar sola aşağı doğru ilerlendiğinde düzeltilmiş portföy getirisine ve piyasa standart sapmasıyla aynı standart sapmaya sahip olan P* portföyü (düzeltilmiş portföy) elde edilmektedir. M² ölçütü, P* portföyü ve M portföyü (piyasa portföyü) arasındaki dikey uzaklık olarak, P* portföyü getirisi ve M portföyü getirisi arasındaki fark olarak, karşımıza çıkmaktadır. Şekil 8.2’de P portföyünün negatif değerde M²’ye sahip olduğu görülmektedir. P portföyü piyasa portföyünden daha yatay bir doğru üzerindedir ve eğimi piyasa portföyü eğiminden düşüktür; dolayısıyla da M² değeri küçüktür. Bu sonuç, portföy P’nin piyasanın altında performans sergilediğini belirtmektedir. Tablo 8.2’de 4 farklı portföyün ve karşılaştırma ölçütünün (BM), M2 performans ölçütü değerlerinin hesaplanmasında kullanılan veriler yer almaktadır. 2 Tablo 8.2: M Performans Ölçütü Hesaplama Örneği Portföyler ve Karşılaştırma Ölçütü (BenchmarkBM) Ortalama Getiri (rp) Risksiz Faiz Oranı (rf) Standart Sapma (σ ) 2 M Performans Ölçütü Performans Sıralaması rp − rf ⎛ ⎞ σm ⎟ ⎜ rf + σ ⎝ ⎠ Portföy A 0,583 0,273 3,405 0,609 3 Portföy B 0,596 0,273 3,329 0,631 1 Portföy C 0,531 0,273 3,167 0,574 5 Portföy D 0,579 0,273 3,339 0,611 2 BM 0,580 0,273 3,690 0,580 4 Tablodaki verilerden hareketle 4 değişik portföyün ve karşılaştırma ölçütünün M2 ölçütü değerleri aşağıdaki gibi hesaplanmaktadır: 202 M A2 = r f + M B2 = r f + M C2 = r f + M D2 = r f + rA − r f σA rB − r f σB rC − r f σC rD − r f 2 M BM = rf + σD σ m = 0,273 + 0,583 − 0,273 x3,690 = 0,609 3,405 σ m = 0,273 + 0,596 − 0,273 x3,690 = 0,631 3,329 σ m = 0,273 + 0,531 − 0,273 x3,690 = 0,574 3,167 σ m = 0,273 + 0,579 − 0,273 x3,690 = 0,611 3,339 rBM − r f σ BM σ m = 0,273 + 0,580 − 0,273 x3,690 = 0,580 3,690 Portföylerin hesaplanan M2 performans ölçütü değerleri dikkate alındığında (M² ne kadar büyükse, portföyün performansı o kadar yüksek demektir) en yüksek değere Portföy B (0,631 ile) sahip olmuştur. Bu nedenle B portföyü ilk sırada yer almış ve en iyi performansı sergilemiştir. Dört portföy içinde en kötü performansı ise Portföy C (0,574 ile) sergilemiştir. Portföyleri karşılaştırma ölçütüne göre değerlendirecek olursak Portföy A, B ve D’nin piyasanın üzerinde bir performans sergilediği, Portföy C’nin ise piyasanın performansının altında bir performans sergilediği söylenebilir. Söz konusu sonuçlar, M2 performans ölçütünün Sharpe oranı ile aynı sıralamayı verdiğini ortaya koymaktadır. Treynor Endeksi Jack L. Treynor’un portföy performanslarını ölçmek için geliştirdiği endeks temelde Sharpe oranıyla aynı niteliği taşımaktadır. Ancak, Treynor portföy riskini ölçmek için toplam risk göstergesi olan standart sapma yerine, sistematik risk göstergesi olan beta katsayısını seçmiştir. Çünkü menkul kıymet yatırım fonları, çeşitlendirme ve uygun risk gruplarına göre seçilebilme imkânı nedeniyle sistematik olmayan riski elimine edebilmektedirler. Geriye sadece beta tarafından temsil edilen sistematik risk kalmaktadır. Treynor, performans değerlemesi yaparken sistematik riski başka bir ifadeyle betayı kullanmaktadır. Treynor endeksinin formülü şu şekilde gösterilmektedir: Tp = rp _ rf βp Formülde; = Portföy getirisini, = Risksiz faiz oranını, β = Portföy betasını göstermektedir. Formüldeki pay, Sharpe oranında olduğu gibi, portföyün getirisi ile risksiz faiz oranı arasındaki farkı (rp-rf), diğer bir ifadeyle yatırımcının riske katlanması karşılığında elde ettiği toplam ödülü ifade ederken; payda, portföy getirisinin betasını ya da sistematik riskini ifade etmektedir. Dolayısyla Treynor endeksi, sitematik risk birimi başına ödülü vermektedir. Daha yüksek çıkan Treynor endeksi daha yüksek performansa işaret etmektedir. 203 Şekil 8.3: Treynor Endeksi Kaynak: Saim Kılıç (2002). Türkiye’deki Yatırım Fonlarının Performanslarının Değerlendirilmesi, Ankara: Mart Matbaacılık, s. 59. Şekil 8.3’den anlaşıldığı üzere, bir portföyün performansı, portföyün üzerinde bulunduğu doğrunun eğimi olarak belirlenmektedir. Portföy A portföy B’den daha yüksek performans sergilemektedir. Portföy A’nın üzerinde bulunduğu doğru, portföy B’nin üzerinde bulunduğu doğrudan daha diktir ve dolayısıyla eğimi daha yüksektir. Eğim ne kadar dik olursa, hesaplanan oran ne kadar büyük çıkarsa portföy performansı da o kadar yüksek olmaktadır. Piyasanın betasının bire eşit olduğu da şekil üzerinde belirtilmiştir. Treynor endeksi, beta faktörü üzerine dayanmaktadır. Bir portföyün beta değeri, portföyde yer alan menkul kıymetlerin betalarının ağırlıklı ortalamasından oluşmaktadır. Portföydeki menkul kıymet sayısı artıkça portföyün betası çok fazla düşüş göstermeyecektir. Bu nedenle Treynor endeksi kullanırken söz konusu duruma dikkat edilmesi gerekmektedir. Yine piyasanın betasının bire eşit olduğu da hatırlanmalıdır. Portföylerin performanslarına göre sıralandırılmalarında, çoğu zaman Sharpe oranı ve Treynor endeksi benzer sonuçlar vermektedir. Başka bir ifadeyle, iyi bir şekilde çeşitlendirilmiş olan portföylerin sistematik olmayan riskleri ortadan kalkacağından Treynor ölçütü Sharpe ölçütünden çok farklı olmayacaktır. Ancak, bir portföy yeteri kadar iyi çeşitlendirilmemişse, Treynor endeksi çeşitlendirme eksikliğinden kaynaklanan değişkenliğin oranını yakalayamadığı için sonuçlar oldukça farklı çıkacaktır. Tablo 8.3’de yer alan portföylerden M’nin piyasa portföyünü, A ve B’nın ise farklı özellikler gösteren portföyleri temsil ettiği varsayılsın. Tabloda portföylerin betaları da gösterilmiştir. Eğer portföyün betası piyasanın betası olan 1’den büyük ise daha fazla riskli varlıklar içerdiği söylenebilir. Eğer portföyün betası piyasa betası olan 1’den küçük ise bu durumda portföyün riski piyasaya göre daha düşük olacaktır. B portföyünün betası 1,6’dır ve piyasa portföyü M’nin betası olan 1’den yüksektir. B portföyünün içeriğinde riskli varlıkların daha fazla olmasına bağlı olarak da beklenen getirinin yüksek olması durumu söz konusudur. A portföyünün betası 0,7’dir. A portföyünün betası piyasa portföyünün betasından küçük olduğundan, A portföyünün daha az riskli varlıklardan oluştuğu söylenebilir. 204 Tablo 8.3: Portföy A, B ve M’nin Sharpe ve Treynor Endeksi Değerleri Portföy Getiri (rp) Risksiz Faiz Oranı (rf) Fazla Getiri (rp - rf) Standart Sapma (σp) Sharpe Oranı [(rp - rf)/ σp] Beta (βp) Treynor Endeksi [(rp - rf)/ βp] A 0,10 0,06 0,04 0,18 0,222 0,7 0,057 B 0,18 0,06 0,12 0,30 0,400 1,6 0,075 M 0,14 0,06 0,08 0,22 0,364 1,0 0,080 Tablodaki verilerden hareketle A ve B gibi 2 değişik portföyün ve M gibi piyasa portföyünün Treynor endeks değerleri aşağıdaki gibi hesaplanmaktadır: TA = TB = TM = rA _ r f βA rB _ r f βB rM _ r f βM = 0,10 − 0,06 = 0,057 0,7 = 0,18 − 0,06 = 0,075 1,6 = 0,14 − 0,06 = 0,080 1,0 Bu portföylerden B %18 ile en yüksek getiriye sahipken, A %10 ile en düşük getiriye sahiptir. Piyasa portföyü olan M ise %14 ile orta düzeyde bir getiriye sahiptir. Diğer taraftan A portföyünün standart sapması %18 olduğundan en düşük riskli portföydür, B ise %30 ile en yüksek riskli portföyü temsil etmektedir. Treynor endeksine göre, A ve B portföylerinin performansları piyasa getirisini temsil eden M’nin performansının gerisinde kalmıştır. Bu sonuç portföy yöneticileri ve yatırımcılar açısından arzu edilen bir durum değildir. Her birim riske karşı elde edilen getiriyi ölçen yöntemler, dayanılan risk ölçütüne bağlıdır. Bu açıdan belirli bir varlık grubuna yatırım yapan yatırımcılar açısından yatırımların çeşitlemesi önem taşımaktadır. Söz konusu yatırımlar için riski, standart sapmaya dayanan Sharpe ölçütü daha uygundur. Diğer taraftan emeklilik fonları gibi bazı portföyler büyüklükleri nedeniyle birden çok yönetici tarafından yönetildiğinden, bu durumda beta daha iyi bir risk ölçütü olabilmektedir. Bu nedenle Treynor endeksi performans ölçümünde daha fazla yarar sağlayabilmektedir. Sharpe oranı ile Treynor endeksinin performans ölçmedeki farklılıkları nelerdir? Jensen Ölçütü 1960’ların ortalarında geliştirilen Sermaye Varlıkları Fiyatlama Modeli (SVFM) finansal ekonomistler tarafından riske göre düzeltilmiş getirinin hesaplanmasında bir araç olmuştur. Bu modelden hareketle portföy performansını ölçmek için kullanılan önemli bir yöntem de 1968 yılında Michael C. Jensen tarafından geliştirilmiştir. Jensen ölçütü, portföy performansını tek bir değerle, portföyün ortalama getirisinin Menkul Kıymet Piyasa Doğrusundan sapma derecesiyle ölçmektedir. Bu ölçüt fon getirileri ile pazar getirileri arasında kurulan regresyon denkleminin sabit terimi olan alfa (α) katsayısıdır. Pozitif alfa katsayısı, portföy yöneticisinin başarılı olduğunu, negatif alfa katsayısı ise yöneticinin başarısız olduğunu ifade etmektedir. Başka bir ifadeyle, negatif alfa katsayısı riske göre düzeltilmiş düşük performansı gösterirken, pozitif alfa katsayısı riske göre düzeltilmiş üstün performansı ifade etmektedir. 205 Jensen karşılaştırmalı bir performans sıralamasının yanı sıra mutlak bir ölçüte ihtiyaç duyulduğunu düşünmektedir. A ve B gibi iki portföy olduğu varsayıldığında sadece bunlardan hangisinin üstün olduğu değil, aynı zamanda her ikisinin de mutlak bir ölçüte göre performansının ne olduğu belirlenmek durumundadır. Bu mutlak ölçüte Jensen alfası adı verilmektedir. Jensen alfası, bir portföyün getirisi ile gerçekleşen risk seviyesinde, SVFM’nin o portföy için tahmin ettiği getiriyi karşılaştırmaktadır. Jensen ölçütü SVFM’den elde edildiği için Menkul Kıymet Piyasa Doğrusunu esas alan formülü hatırlamakta fayda vardır: rp = rf + β p (rm − rf ) . Bu eşitlik, herhangi bir menkul kıymetin beklenen getirisinin (rp), risksiz faiz oranı (rf) ile menkul kıymetin sistematik riski ( β ) ve pazar portföyü üzerindeki risk primi (rm – rf) toplamına eşit olduğunu göstermektedir. Jensen alfası, portföyün gerçekleşen getirisi ile beklenen getirisi arasındaki fark olarak tanımlandığından dolayı aşağıdaki gibi ifade edilebilir. α p = rp − rp Burada; α p = Alfa değerini, rp = Gerçek getiriyi, rp = Beklenen getiriyi ifade etmektedir. Örnek: Belirli bir dönem için risksiz faiz oranının %5 ve pazar getirisinin de %10 olduğu varsayılsın. Söz konusu bilgiler ve aşağıda yer alan portföy verileri dikkate alındığında portföylerin alfa ( α ) değerleri şöyle hesaplanacaktır. Tablo 8.4: Alfa Hesaplama Örneği Portföy Gerçekleşen Getiri ( rp ) Beta ( β ) A %11 0,90 B %15 1,10 C %15 1,20 İlk aşamada portföylerin beklenen getirileri hesaplanacaktır: rA = rf + β A (rm − rf ) = 0, 05 + 0,90(0,10 − 0, 05) = 0, 095 rB = rf + β B (rm − rf ) = 0, 05 + 1,10(0,10 − 0, 05) = 0,105 rC = rf + βC (rm − rf ) = 0, 05 + 1, 20(0,10 − 0, 05) = 0,110 Portföylerin beklenen getirilerinin hesaplanmasından sonra her bir portföyün alfa değeri aşağıdaki gibi hesaplanacaktır: α A = rA − rA = 0,11 − 0,095 = 0,015 α B = rB − rB = 0,15 − 0,105 = 0,045 αC = rC − rC = 0,15 − 0,110 = 0,040 Hesaplanan alfa değerleri içinde en yüksek değere B portföyü sahip olduğundan en iyi performansı B portföyünün sergilediği söylenebilir. Portföy B’nin beklenen getirisi %10,5 olmasına rağmen portföy B 206 %15 getiri sağlamıştır. Bu sonuca göre B portföyü sahip olduğu riske göre elde etmesi gereken getiriden daha yüksek bir getiri elde ederek beklenilen performansın üzerine çıkmıştır. Yukarıda elde dilen alfa değerini hesaplamanın bir diğer yöntemi de aylık veya haftalık tarihi verileri kullanarak aşağıdaki regresyon denkleminden yararlanmaktır. Eğer yönetici, iyi bir tahmin yeteneğine sahipse, portföy aynı risk seviyesinde normal risk priminden daha fazla kazanacaktır. Portföyün sistematik riskini hesaplarken, bu olasılık mümkün kılınmaktadır. Dolayısıyla, böyle bir tahmin yeteneğinin formülde yer alabilmesi için bir sabit sayının varlığına ihtiyaç duyulmaktadır. İşte bu sabit sayı alfa olarak formülde yer alacaktır: rp − rf = α + β p (rm − rf ) + u p Formülde; rp = Portföy getirisini, r f = Risksiz faiz oranını, α= Alfa değerini, β p = Portföy betasını, rm = Pazar portföyünün getirisini, u p = Hata payını ifade etmektedir. Regresyon denklemindeki alfa, portföyün getirisinin piyasa ile regresyona sokulmasıyle elde edilen sabit bir katsayıdır. Şekil 8.4: Jensen Alfası Kaynak: Ronald R. Moy, “Portfolio Performance: Illustrations From Morningstar”, Journal of Education for Business, Vol. 77, No. 4, 2002, s. 227. Şekil 8.4’de görüldüğü gibi Jensen alfası, portföy getirisi ve Menkul Kıymet Piyasa Doğrusu arasındaki dikey uzaklıktır. Menkul Kıymet Piyasa Doğrusu’nun yukarısında yer alan portföyler pozitif alfaya sahiptir ve daha iyi performans göstermektedirler. Doğrunun altında yer alan portföyler ise, negatif alfaya sahiptir ve daha kötü performans sergilemektedirler. Dolayısıyla Jensen’in ölçütüne göre portföy, menkul kıymet piyasa doğrusunun ne kadar üzerinde yer alıyorsa, diğer bir ifadeyle taşıdığı riske göre sağlaması gerekenden ne kadar fazla bir getiri sağlıyorsa, performansı o kadar yüksek demektir. 207 Şekil 8.4’de, portföy A’nın Menkul Kıymet Piyasa Doğrusunun yukarısında yer aldığı görülmekte, bu yüzden pozitif alfaya sahip olmakta ve yöneticinin daha iyi performans sergilediği anlaşılmaktadır. Yatırım fonlarının detaylı piyasa bilgilerine resmi web adresinden ulaşabilirsiniz. http://www.spk.gov.tr Değerleme Oranı Jensen oranı ve Treynor endeksi, portföyün sistematik olmayan riskini göz ardı etmektedir. Bu oranlardaki düzeltmeyi yapmak için portföyün alfasını portföyün sistematik olmayan riskine bölen değerleme oranı geliştirilmiştir. Değerleme oranı aşağıdaki gibi formüle edilmektedir. Değerleme Oranı = αp σ up Formülde; αp = Portföyünün Jensen alfasını, σup = Portföyün sistematik olmayan riskini ifade etmektedir. Örnek: Tablo 8.5: Değerleme Oranı Hesaplama Örneği Portföy Alfa Değerleme Oranı (α p / σ up ) Sıralama (α ) Sistematik Olmayan Risk σ A 0,322 3,512 0,092 2 B 0,402 2,408 0,167 1 C 0,285 3,203 0,089 3 p ( ) up Tablodaki verilerden hareketle A, B ve C gibi 3 farklı portföyün değerleme oranları aşağıdaki gibi hesaplanmaktadır: DOA = α A 0,322 = = 0, 092 σ uA 3,512 DOB = α B 0, 402 = = 0,167 σ uB 2, 408 DOC = α C 0, 285 = = 0, 089 σ uC 3, 203 Hesaplanan değerleme oranları içinde en yüksek değere B portföyü sahip olduğundan en iyi performansı B portföyü sergilemiş ve ilk sırada yer almıştır. B portföyünü 0,092 ile A ve 0,089’luk değer ile C portföyleri izlemiştir. Sortino Oranı En çok kullanılan risk ölçülerinden biri varyanstır. Varyans bir yatırımın getirilerinin yatırımın ortalamasından sapmalarının karesini ifade etmektedir. Varyansı hesaplarken yukarı/pozitif ve aşağı/negatif yönde herhangi bir kısıtlama yapılmamıştır. Bu yüzden, aylık %-5 ve %+5 getirilere sahip olan bir yatırım, bir ay sabit ve bir sonraki ay %+10 getiriye sahip olan bir diğer yatırımla aynı varyansa sahip olacaktır. Bilindiği gibi, standart sapma varyansın kareköküne eşittir ve dolayısıyla, Sharpe oranı, 208 riski ayarlamak için oynaklığı ölçmede dolaylı olarak taraflı bir ölçü olan standart sapmayı kullandığından bu soruna çözüm bulmak için Sortino oranı geliştirilmiştir. Sharpe oranına çok benzeyen bu oranın, payda kısmında portföyün standart sapmasının yerine, minimum kabul edilebilir getiri düzeyinin altında kalan portföy getirilerinin standart sapmasının yer alması Sharpe oranıyla arasındaki tek farklılıktır. Sortino oranı aşağıdaki şekilde hesaplanmaktadır: SO = rp − rf σd Formülde; = Portföy getirisini, = Risksiz faiz oranını, σ = Kısmi standart sapmayı ifade etmektedir. Sortino oranında da birim risk başına düşen artık getiri düzeyi portföy performansını yansıtmaktadır. Sortino oranında risk ölçüsü olarak standart sapma yerine kısmi standart sapmanın kullanıldığı görülmektedir. Kısmi standart sapma, “minimum kabul edilebilir getiri” olan MAR (Minimal Acceptable Return-MAR)’ın altında kalan getiri sapmalarını ölçmektedir. Birçok yatırım kararında, bazı belirlenen hedefleri gerçekleştirmek için minimum düzeyde kazanılması gereken bir getiri seviyesi vardır. Bu, oluşan bazı kötü sonuçlardan korunmak için minimum seviyede kazanılması gereken getiridir ki “minimum kabul edilebilir getiri” olarak adlandırılmaktadır. Başka bir ifadeyle, minimum kabul edilebilir getiri oranı, yatırımcının elde etmeyi beklediği, garanti edilmiş, riski olmayan getiri oranıdır. Bunun için genelde risksiz faiz oranı kullanılmaktadır. Yatırımcının yatırımdan elde ettiği getiri minimum getiri oranının altında ise bu istenmeyen bir durumu ortaya çıkarmaktadır. Sortino oranına göre elde edilen değerlerin pozitif olması ya da büyük olması portföy performansının iyi olduğu anlamına gelmektedir. Tablo 8.6’da 4 farklı portföyün ve karşılaştırma ölçütünün (BM) Sortino oranlarının hesaplanmasında kullanılan veriler yer almaktadır. Tablo 8.6: Sortino Oranı Hesaplama Örneği Portföyler ve Karşılaştırma Ölçütü (Benchmark-BM) Ortalama Getiri (rp) Kısmı Standart Sapma Risksiz Faiz Oranı (rf) Sortino Oranı [(rp – rf) / σd ] Performans Sıralaması (σ d ) Portföy A 0,612 0,312 2,504 0,120 1 Portföy B 0,592 0,312 2,923 0,096 3 Portföy C 0,565 0,312 2,761 0,092 4 BM 0,540 0,312 2,190 0,104 2 Tablodaki verilerden hareketle portföylerin ve piyasa ölçütünün Sortino oranı değerleri aşağıdaki gibi hesaplanmaktadır: SOA = SOB = rA − rf α dA rB − rf α dB = 0, 612 − 0,312 = 0,120 2,504 = 0,592 − 0,312 = 0, 096 2,923 209 SOC = SOM = rC − rf α dC rM − rf α dM = 0,565 − 0,312 = 0, 092 2, 761 = 0,540 − 0,312 = 0,104 2,190 Portföylerin hesaplanan Sortino oranları dikkate alındığında en yüksek değere portföy A’nın sahip olduğu görülmektedir. Buna göre portföy A ilk sırada yer alarak en iyi performansı sergilemiştir. Portföy A aynı zamanda BM’nin Sortino oranından daha yüksek bir Sortino oranına sahip olarak pazardan da daha iyi bir performans ortaya koymuştur. Portföy B ve C’nin pazarın Sortino oranı değerinden daha düşük değerlere sahip olması ise bu portföyler için istenmeyen bir durumu yansıtmaktadır. Sortino oranında dikkate alınan risk türü nedir? Fama Ölçütü Eugene F. Fama (1972) portföy performansını, toplam risk primi karşısında beklenen getirinin üzerinde elde edilen fazla getiri ile ölçmüştür. Fama ayrıca portföy performansının yöneticinin seçicilik ve zamanlama yeteneğine bağlı olduğunu belirtmiştir. Fama’nın geliştirdiği ölçüt aşağıdaki şekilde ifade edilmektedir: F = ( r − r ) − ⎛ σ p ⎞ ( r − r ) ⎜ ⎟ m f p p f ⎝ σ rm ⎠ Burada; = Portföy getirisini, = Risksiz faiz oranını, rm = Karşılaştırma ölçütünün getirisini, σ p = Portföyün standart sapmasını, σ rm = Karşılaştırma ölçütünün standart sapmasını, Fp = Fama ölçütü değerini ifade etmektedir. Pozitif Fama ölçütü değeri, portföyün beklenen getirinin üzerinde getiri sağladığını ve Sermaye Piyasası Doğrusunun üzerine doğru hareket ettiğini, negatif Fama ölçütü değeri ise portföyün beklenen getirinin altında getiri sağladığını ve Sermaye Piyasası Doğrusunun altına doğru hareket ettiğini ifade etmektedir. Tablo 8.7: Fama Ölçütü Hesaplama Örneği Portföyler ve Karşılaştırma Ölçütü (Benchmark-BM) Ortalama Getiri (rp) Standart Sapma (σ ) ⎡ ⎤ ⎛ σp ⎞ ⎢( rp − rf ) − ⎜ ⎟ ( rm − rf )⎥ σ ⎝ rm ⎠ ⎣ ⎦ Performans Sıralaması Portföy A 0,612 0,312 3,404 0,080 2 Portföy B 0,592 0,312 3,028 0,084 1 Portföy C 0,565 0,312 3,971 -0,004 4 BM 0,540 0,312 3,519 0,000 3 210 Fama Ölçütü Risksiz Faiz Oranı (rf) Tablodaki verilerden hareketle portföylerin ve piyasa ölçütünün Fama ölçütü değerleri aşağıdaki gibi hesaplanmaktadır: F = ( r − r ) − ⎛ σ A ⎞ ( r − r ) = (0,612 − 0,312) − ⎛ 3, 404 ⎞ (0,540 − 0,312) = 0,080 ⎜ ⎟ m f A A f ⎜ 3,519 ⎟ ⎝ ⎠ ⎝ σ rm ⎠ F = ( r − r ) − ⎛ σ B ⎞ ( r − r ) = (0,592 − 0,312) − ⎛ 3,028 ⎞ (0,540 − 0,312) = 0,084 ⎜ ⎟ m f B B f ⎜ 3,519 ⎟ ⎝ ⎠ ⎝ σ rm ⎠ F = ( r − r ) − ⎛ σ C ⎞ ( r − r ) = (0,565 − 0,312) − ⎛ 3,971 ⎞ (0,540 − 0,312) = −0,004 ⎜ ⎟ m f C C f ⎜ 3,519 ⎟ ⎝ ⎠ ⎝ σ rm ⎠ F = r − r − ⎛ σ M ⎞ r − r = (0,540 − 0,312) − ⎛ 3,519 ⎞ (0,540 − 0,312) = 0,000 ( M f ) ⎜ ⎟( m f ) M ⎜ 3,519 ⎟ ⎝ ⎠ ⎝ σ rm ⎠ Hesaplanan Fama ölçütü değerleri incelendiğinde portföy A ve B’nin pozitif değerlere sahip olarak iyi bir performans sergilediği görülmektedir. Portföy C ise negatif Fama ölçütü değerine sahip olmuştur. Fama ölçütünün negatif hesaplanması, fonların risk primlerinin, toplam riske göre düzeltilmiş getiriden daha düşük olmasının bir sonucudur. Portföy performans ölçümü ile ilgili daha fazla uygulamalı bilgi için yararlı bir kaynak olarak Emeklilik Fonlarının Portföy Analizi adlı kitaba bakabilirsiniz. (Ali Argun Karacabey ve Fazıl Gökgöz, Ankara: Siyasal Kitabevi, 2005). PERFORMANS ÖLÇÜM YÖNTEMLERİNİN ELEŞTİRİSİ Riski esas alan performans ölçüm yöntemlerinin kullanılması durumunda karşılaşılan sorunlar aşağıdaki gibi özetlenebilir. • Hisse senetlerine ilişkin performans ölçüm yöntemleri Sermaye Varlıklarını Fiyatlandırma Teorisinden türetilmiştir. Dolayısıyla söz konusu teoriye ilişkin varsayımların geçerli olmadığı piyasa koşullarında ona dayalı performans işlemlerinin sonuçları da tartışmalı hale gelecektir. • Piyasa portföyü olarak kabul edilen portföyün temsil yeteneğine ilişkin sorunlar bulunmaktadır. • Risk ölçütüne ilişkin sorunlar bulunmaktadır. Bazı yazarlara göre beta katsayısı riskin kesin ölçütü değildir. Piyasa portföyü değiştiğinde beta katsayısının değeri ve performans sıralamaları da değişecektir. • Portföy riski zaman içinde aynı kalmamaktadır. • Aynı risksiz faiz oranından borç alıp vermenin mümkün olmadığı durumlarda performans sıralaması değişebilmektedir. • Yöneticinin performansı değerlendirilirken gözlem süresinin düşen ve yükselen piyasa dönemlerini içeren bir periyot olması gerekmektedir. • Değerleme döneminin çok uzun tutulması durumunda, yöneticinin performansı değerlendirilirken şans ve yeteneğin birbirinden ayrılması gereklidir. Yeteneğin uzun dönemde portföy performansına olumlu etki yapması beklenirken, şansın sürekliliği mümkün olmayabilir. • Sermaye piyasası doğrusuna dayanan çalışmalar yöneticinin sağladığı getiriye nasıl ulaşıldığını gösterememektedir. • Riskle düzeltilmiş getiri ölçütlerinin kişisel bir kavram olduğu ve kişilerin içinde bulunduğu koşullara göre farklı sonuçlar doğurduğu ileri sürülmektedir. 211 PİYASA ZAMANLAMASI ÖLÇÜM TEKNİKLERİ Piyasa zamanlaması, yükselen piyasada kazanç elde etmek veya düşen piyasada kayıplardan kurtulmak için portföy içinde yer alan hisse senedi veya nakit ağırlıklarının değiştirilmesi stratejisi olarak tanımlanmaktadır. Piyasanın getirileri, risksiz faiz oranından yüksek olduğunda yükselen piyasa, piyasanın getirileri risksiz faiz oranından küçük olduğunda ise düşen piyasa durumu söz konusu olmaktadır. Portföyün performansının ölçülmesinin yanı sıra portföy yöneticilerinin de piyasa zamanlama stratejilerinin başarısını tespit etmesi önem taşımaktadır. Bu stratejilerden biri, portföy yöneticilerinin piyasadaki değişmelere göre hisse senedi gibi riskli varlıklarla bono gibi risksiz varlıklara yatıracakları tutarlarda değişim yapmasıdır. Buna göre eğer portföy yöneticisi piyasanın yükseleceğini düşünüyorsa yatırımlarda riskli varlıklara, eğer piyasanın düşeceğini düşünüyorsa yatırımlarda risksiz varlıklara ağırlık verecektir. Bir diğer strateji de portföy yöneticisinin portföyün piyasadaki değişmelere göre ortalama beta değerini değiştirmesidir. Bu stratejide, eğer portföy yöneticisi piyasanın düşeceği beklentisine sahipse portföyün ortalama betasını azaltmak için yüksek betaya sahip varlıkları çıkaracak ve düşük betaya sahip varlıkları portföyüne dahil edecektir. Bunun tersi durumda ise daha fazla riskli varlıkları portföye dahil ederek portföyün ortalama betasını yükseltecektir. Fama’ya göre yöneticilerin tahmin kabiliyeti ikiye ayrılmaktadır. Bunlardan ilki mikro tahmin olarak nitelendirilen, tek tek menkul kıymetlerin fiyat hareketlerinin tahmini, ikincisi ise makro tahmin olarak nitelendirilen piyasanın genel fiyat hareketlerinin tahminidir. Fonu yöneten kişi ilk olarak düşük değerlendiğine inandığı menkul kıymetleri seçecek ve bunları portföyüne ilave edecektir. Daha sonra piyasanın gelecek hareketlerini tahmin ederek bu hareketlere göre portföy bileşimini tekrar gözden geçirecektir. Dolayısıyla bir portföyün performansının değerlendirilmesi sürecinden bahsedildiği zaman doğru bir değerlendirme yapabilmek için hem seçicilik hem de zamanlama kabiliyetlerinin performansa etkilerinin belirlenmesi gerekmektedir. Portföy yöneticilerinin yönettiği fonların piyasa zamanlamasını ölçmede iki temel yöntem kullanılmaktadır. Bunlar Treynor ve Mazuy (1966) tarafından geliştirilen Kuadratik Regresyon Modeli ile Merton ve Henriksson (1981) tarafından önerilen Kukla Değişkenli Regresyon Modelidir. Piyasa zamanlamasının performans ölçümündeki önemi nedir? Kuadratik Regresyon Modeli Bu modelin temelinde portföyün sistematik riskinin zaman içinde değişken olabileceği görüşü yer almaktadır. Portföy yöneticisi eğer pazarın gelecek seyrini tahmin edebilirse, portföyünde yer verdiği menkul kıymetleri bu tahminine göre değiştirecektir. Portföy yöneticisi piyasanın yükseleceği beklentisine sahipse piyasa ile aynı yönde hareket eden ve en fazla duyarlılığa sahip varlıkları portföye ilave edecektir. Diğer taraftan, piyasanın gerileyeceği beklentisine sahip olduğunda ise, piyasa ile ters yönde hareket eden ve en düşük duyarlılığa sahip varlıkları seçip portföye dâhil edecektir. Model aşağıdaki gibi tanımlanmaktadır: rp ,t − rf ,t = α + β ( r − r ) + C ( r − r m ,t f ,t m ,t f ,t ) 2 + e p ,t Formülde; rp ,t = Portföyün t dönemindeki getirisini, r f ,t = Risksiz faiz oranının t dönemindeki getirisini, α = Alfa değerini, β = Portföyün sistematik risk (beta) seviyesini, 212 rm ,t = Piyasa endeksinin t dönemindeki getirisini, C = Portföy yöneticisinin piyasa zamanlama kabiliyetini ifade etmektedir. e p ,t = Artık getiriyi göstermektedir. Modelde piyasa zamanlaması “C” katsayısı tarafından ölçülmektedir. “C” katsayısının pozitif olması yöneticinin piyasa zamanlaması yeteneğinin yüksek olduğunu, negatif olması ise yöneticinin piyasa zamanlaması yeteneğinin hiç olmadığını göstermektedir. Kukla Değişkenli Regresyon Modeli Kukla değişkenli regresyonda portföy performansının sadece pazarın yükselişi ve düşüşüne göre değerlendirilmesi ve her durumda portföyün ayrı bir betaya sahip olması varsayılmaktadır. Buna göre, piyasanın yükselen dönemlerinde (rm > rf) beta katsayısı cinsinden yüksek riskli varlık yatırımları düşük risklilerden daha fazla getiri sağlarken, piyasanın düşüş dönemlerinde (rm < rf) de yüksek riskli varlıklar düşük riskli varlıklara göre daha düşük getiriyle karşılaşacaklardır. Kukla değişkenli regresyon modelinin esasını portföy yöneticisinin sadece piyasanın yönünü tahmin edebildiği, büyüklüğünü ise tahmin edemediği oluşturmakta ve şu şekilde formüle edilmektedir: rp ,t − rf ,t = α + β ( r − r ) + C ⎣⎡( r − r ) D⎤⎦ + ep,t m ,t f ,t m ,t f ,t Formülde; rp ,t = Portföyün t dönemindeki getirisini, r f ,t = Risksiz faiz oranının t dönemindeki getirisini, α = Alfa değerini, β = Portföyün sistematik risk (beta) seviyesini, rm ,t = Piyasa endeksinin t dönemindeki getirisini, C = Portföy yöneticisinin piyasa zamanlama kabiliyetini, D = Kukla değişkenini ifade etmektedir. e p ,t = Artık getiriyi göstermektedir. Formülde “D” kukla değişkeni olup, yükselen piyasalar için “bir” sayısına, düşen piyasalar için “sıfır” sayısına eşit olmaktadır. Bu durumda model; Yükselen piyasa için: rp ,t − rf ,t = α + β ( r − r ) + C ⎡⎣( r − r ) *1⎤⎦ + ep,t m ,t f ,t m ,t f ,t Denklemde (rm,t - rf,t) ortak paranteze alındığında aşağıdaki denklem elde edilir. rp ,t − rf ,t = α + ( r − r ) ( β + C ) + ep,t m ,t f ,t Düşen piyasa için: rp ,t − rf ,t = α + β ( r − r ) + C ⎡⎣( r − r ) *0⎤⎦ + ep,t m ,t f ,t rp ,t − rf ,t = α + β ( r − r ) + e m ,t f ,t m ,t f ,t p ,t 213 “C” katsayısı ise kuadratik regresyon yönteminde olduğu gibi yöneticinin piyasa zamanlama yeteneğini göstermektedir. Örnek: Portföy A, B, C ve D ile bu portföyler için kullanılabilecek bir karşılaştırma ölçütüne ilişkin 120 haftalık getirilerin yer aldığı bir veri seti olduğu varsayılsın. Buna göre söz konusu portföyler için hem kuadratik regresyon hem de kukla değişkenli regresyon modellerinin kullanıldığı piyasa zamanlaması testi yapıldığında aşağıdaki sonuçlar elde edilmiş olsun. Tablo 8.8: Piyasa Zamanlaması Örneği Porföyler Kuadratik regresyon modeli “C” katsayısı Kukla değişkenli regresyon modeli “C” katsayısı A 0,028 0,220 B 0,009 0,143 C -0,011 -0,287 D -0,140 -0,236 Portföylere ait piyasa zamanlaması sonuçlarının yer aldığı Tablo 8.8’de her iki modele göre de ikişer fon pozitif “C” katsayısı değerine sahip olmuştur. Bu sonuçlara göre pozitif “C” katsayısına sahip olan A ve B portföylerinin yöneticilerinin piyasa zamanlama yeteneğine sahip olduğu, C ve D portföylerinin yöneticilerinin ise piyasa zamanlama yeteneğine sahip olmadığı görülmektedir. Ulusal borsa endekslerine ait http://www.imkb.gov.tr resmi web adresinden ulaşabilirsiniz. 214 bilgilere İMKB’nin Özet Bir başka performans ölçütü de Sortino oranıdır. Sharpe oranına çok benzeyen bu oranın, payda kısmında portföyün standart sapmasının yerine, minimum kabul edilebilir getiri düzeyinin altında kalan portföy getirilerinin standart sapmasının yer alması Sharpe oranıyla arasındaki tek farklılıktır. Performans ölçümü, portföylerin belli bir dönemdeki performansını başka bir dönem ile ilişkilendirmek veya aynı dönemde farklı portföylerin performansı ile karşılaştırmak sureti ile gerçekleştirilmektedir. Performans değerleme ölçütlerinden en çok bilinen ve en geniş uygulama alanına sahip olan Sharpe oranı, M² performans ölçütü, Treynor Endeksi, Jensen ölçütü, Değerleme oranı, Sortino oranı ve Fama ölçütüdür. Eugene F. Fama (1972) portföy performansını, toplam risk primi karşısında beklenen getirinin üzerinde elde edilen fazla getiri ile ölçmüştür. Fama ayrıca portföy performansının yöneticinin seçicilik ve zamanlama yeteneğine bağlı olduğunu belirtmiştir. Sharpe oranı William F. Sharpe tarafından 1966 yılında ortaya atılmıştır. Bu oran, portföyün ortalama getirisi ile risksiz faiz oranı arasındaki farkın portföyün getirilerinin standart sapmasına oranlanması ile hesaplanmaktadır. Portföyün performansının ölçülmesinin yanında portföy yöneticilerinin piyasa zamanlama stratejilerinin başarısının da tespit edilmesi önem taşımaktadır. Piyasa zamanlaması, yükselen piyasada kazanç elde etmek veya düşen piyasada kayıplardan kurtulmak için portföy içinde yer alan hisse senedi veya nakit ağırlıklarının değiştirilmesi stratejisi olarak tanımlanmaktadır. F. Modigliani ve L. Modigliani tarafından geliştirilen ve M2 şeklinde ifade edilen performans ölçütü, portföyün Sharpe oranı ile pazarın standart sapmasının çarpımına risksiz faiz oranının eklenmesi yoluyla elde edilmektedir. J. Treynor’un portföy performanslarını ölçmek için geliştirdiği endeks ise temelde Sharpe oranıyla aynı niteliği taşımaktadır. Ancak, Treynor portföy riskini ölçmek için toplam risk göstergesi olan standart sapma yerine, sistematik risk göstergesi olan beta katsayısını seçmiştir. Portföy yöneticilerinin yönettiği fonların piyasa zamanlamasını ölçmede iki temel yöntem kullanılmaktadır. Bunlar Treynor ve Mazuy (1966) tarafından geliştirilen Kuadratik Regresyon Modeli ile Merton ve Henriksson (1981) tarafından önerilen Kukla Değişkenli Regresyon Modelidir. Sermaye Varlıkları Fiyatlama Modelinden hareketle portföy performansını ölçmek için kullanılan önemli bir yöntem de 1968 yılında Jensen tarafından geliştirilmiştir. Jensen ölçütü, portföy performansını tek bir değerle ölçmektedir. Bu ölçüt fon getirileri ile pazar getirileri arasında kurulan regresyon denkleminin sabit terimi olan alfa katsayısıdır. Alfa, riske göre düzeltilmiş ortalama getirinin ne kadar üstünde bir getiri sağlayacağının, yönetici davranışlarından kaynaklandığını sergilemektedir. Kuadratik regresyon modelinin temelinde portföy sistematik riskinin zaman içinde değişken olabileceği görüşü yer almaktadır. Portföy yöneticisi eğer pazarın gelecek seyrini tahmin edebilirse, portföyünde yer verdiği menkul kıymetleri bu tahminine göre değiştirecektir. Kukla değişkenli regresyon modelinde ise portföy performansının sadece pazarın yükselişi ve düşüşüne göre değerlendirildiği ve her durumda portföyün ayrı bir betaya sahip olduğu varsayılmıştır. Jensen ölçütü ve Treynor oranı, portföyün sistematik olmayan riskini göz ardı etmektedir. Değerleme oranı, portföyün alfasını portföyün sistematik olmayan riskine bölerek bu düzeltmeyi yapmaktadır. 215 Kendimizi Sınayalım 1. Aşağıdakilerden hangisi performansının ölçülmesinde yöntemlerden biri değildir? 6. Treynor endeksi neyi ölçmektedir? portföy kullanılan a. Sistematik olmayan risk birimi başına düşen aşırı getiriyi a. Sharpe Oranı b. Treynor Endeksi b. Sistematik risk birimi başına düşen aşırı getiriyi c. Sortino Oranı c. Toplam risk birimi başına düşen aşırı getiriyi d. Cari Oran d. Sistematik olmayan risk birimi başına düşen nominal getiriyi e. Değerleme Oranı e. Toplam risk birimi başına düşen nominal getiriyi 2. Jensen ölçütünde portföy performansı hangi kritere göre değerlendirilmektedir? 7. a. Beta b. Alfa c. Standart sapma Getiri, (rp) Standart Sapma 0,18 0,24 0,35 0,50 (σ ) d. Değişim katsayısı Varlık I Varlık II e. Artık getiri Risksiz Faiz Oranı, (rf) 0,04 0,04 3. Sortino oranında kullanılan minimum kabul edilebilir getiri oranı aşağıdakilerden hangisidir? Yukarıdaki varlıklarla ilgili yapılacak yorumlardan hangisi yanlış olacaktır? a. Nominal faiz oranı a. Sharpe oranı katlanılan her bir risk birimi için beklenen risksiz faiz getirisini ölçer. b. Enflasyon oranı c. Reel faiz oranı b. Varlık II için Sharpe oranı 0,40’dır. d. Risksiz faiz oranı c. Bu veriler çerçevesinde söz konusu varlıklar için biri diğerine üstündür denilemez. e. Efektif faiz oranı d. Sharpe oranı her iki varlık içinde aynıdır. 4. Sharpe oranı 0,078, risksiz faiz oranı 0,256 ve pazarın standart sapması 3,152 ise M2 performans ölçütünün değeri nedir? e. Varlık II’nin aşırı getirisi Varlık I’den daha fazladır. a. 0,252 8. Portföyün alfasının portföyün sistematik olmayan riskine bölünmesiyle hesaplanan performans ölçüm yöntemi aşağıdakilerden hangisidir? b. 0,298 c. 0,375 d. 0,485 a. M2 performans ölçütü e. 0,502 b. Fama Ölçütü 5. Bir portföyün beta katsayısı piyasa endeksine eşit (beta = 1) ise portföyün yükselen ve düşen piyasada davranışı nasıl olur? c. Değerleme Oranı d. Jensen Ölçütü a. Piyasa ile aynı oranda yükselir ve düşer e. Treynor Endeksi b. Piyasadan daha fazla yükselir ve düşer c. Yükselişte piyasayla aynı yükselir, düşüşte piyasadan daha az düşer d. Yükselişte piyasadan daha fazla yükselir, düşüşte piyasadan daha az düşer e. Yükselişte piyasadan daha az yükselir, düşüşte piyasadan daha fazla düşer 216 Kendimizi Sınayalım Yanıt Anahtarı 9. Aşağıdakilerden hangisi riski esas alan performans ölçüm yöntemlerinin kullanılması durumunda karşılaşılan sorunlardan biri değildir? aynı 1. d Yanıtınız yanlış ise “Portföy Performanslarının Değerlendirilmesi” konusunu yeniden gözden geçiriniz. b. Risk ölçütüne ilişkin sorunlar bulunmaktadır. 2. b Yanıtınız yanlış ise “Jensen Ölçütü” konusunu yeniden gözden geçiriniz. c. Piyasa portföyü olarak kabul edilen portföyün temsil yeteneğine ilişkin sorunlar bulunmaktadır. 3. d Yanıtınız yanlış ise “Sortino Oranı” konusunu yeniden gözden geçiriniz. a. Portföy riski kalmamaktadır. zaman içinde 4. e Yanıtınız yanlış ise “M2 Performans Ölçütü” konusunu yeniden gözden geçiriniz. d. Aynı risksiz faiz oranından borç alıp vermenin mümkün olmadığı durumlarda performans sıralaması değişebilmektedir. 5. a Yanıtınız yanlış ise “Treynor Endeksi” konusunu yeniden gözden geçiriniz. e. Yöntemlerin tutarlılığı için sermaye varlıklarını fiyatlandırma teorisine ilişkin varsayımların geçerli olması gerekmemektedir. 6. b Yanıtınız yanlış ise “Treynor Endeksi” konusunu yeniden gözden geçiriniz. 7. a Yanıtınız yanlış ise “Sharpe Oranı” konusunu yeniden gözden geçiriniz. 10. Kukla değişkenli regresyon modelinin temelinde portföy yöneticisinin piyasayla ilgili hangi unsuru tahmin edebildiği varsayılmaktadır? 8. c Yanıtınız yanlış ise “Değerleme Oranı” konusunu yeniden gözden geçiriniz. 9. e Yanıtınız yanlış ise “Performans Ölçüm Yöntemlerinin Eleştirisi” konusunu yeniden gözden geçiriniz. a. Piyasanın getirisini b. Piyasanın riskini 10. c Yanıtınız yanlış ise “Kukla Değişkenli Regresyon Modeli” konusunu yeniden gözden geçiriniz. c. Piyasanın yönünü d. Piyasanın büyüklüğünü e. Piyasanın değerini 217 Sıra Sizde Yanıt Anahtarı Sıra Sizde 1 Sıra Sizde 3 Performansı ölçülecek olan portföyler tam olarak çeşitlendirilmişse Sharpe ve Treynor ölçütleri çerçevesinde yapılan performans sıralamaları özdeş olurken, portföyler eğer daha az çeşitlendirilmişse performans sıralamalarındaki farklılık eğilimi artış gösterecektir. Portföyler üzerinde tam çeşitlendirme olduğunda, sistematik olmayan riskin sıralamalar üzerindeki etkisi elimine edilirken, zayıf çeşitlendirilmiş portföylerde Treynor oranının sistematik olmayan riski göz ardı etmesi nedeniyle, aynı getiri seviyesinde düşük risk çıkarma ve buna bağlı olarak yüksek sıra değeri vermesi mümkün hale gelecektir. Diğer yandan, kullanılan verilere göre, yükselen bir piyasa söz konusu ise iki ölçütte anlamlı sonuçlar verirken, düşen bir piyasa söz konusu olduğunda sermaye piyasası doğrusu aşağı eğimli olduğundan Sharpe oranı yanıltıcı sonuçlar verebilecektir. Sortino oranının payda kısmında portföyün standart sapmasının yerine, “minimum kabul edilebilir getiri” düzeyinin altında kalan portföy getirilerinin standart sapması yer almaktadır. Sortino ölçütünde dikkate alınan minimum kabul edilebilir getiri oranı, yatırımcının elde etmeyi beklediği, garanti edilmiş, riski olmayan bir orandır. Bu getiri oranı için genelde risksiz faiz oranı kullanılmaktadır. Bu oranda risk, talep olması beklenen minimum getiri oranının altında gerçekleşen değerler için mevcuttur. Sıra Sizde 4 Portföyün performansının ölçülmesinin yanı sıra portföy yöneticilerinin piyasa zamanlama stratejilerinin başarısının da tespit edilmesi önem taşımaktadır. Bu stratejilerde, eğer portföy yöneticisi piyasanın düşeceği beklentisine sahipse portföyün ortalama betasını azaltmak için yüksek betaya sahip varlıkları çıkaracak ve düşük betaya sahip varlıkları portföyüne dahil edecektir. Bunun tersi durumda ise daha fazla riskli varlıkları portföye dahil edecek portföyün ortalama betasını yükseltecektir. Söz konusu değişikler portföyün getirisine doğrudan etki yaptığından, iyi bir piyasa zamanlamasına sahip yöneticinin yönettiği fonların getirileri yüksek olacağından portföyün performansı da yüksek çıkacaktır. Sıra Sizde 2 Portföylerin piyasaya göre performansının değerlendirilmesi için bir karşılaştırma ölçütünün (benchmark) tespit edilmesi gerekmektedir. Kullanılacak karşılaştırma ölçütü ilgili portföyü amaç ve yapı bakımından en iyi şekilde temsil etmelidir. Bazı portföyler için uygun olan bir karşılaştırma ölçütü diğer portföyler için uygun olmayabilir. Karşılaştırma ölçütünün, yatırım stratejisini ve menkul kıymet türlerini dikkate almaksızın kullanılması durumunda, performansa ilişkin yanlış değerlendirmeler yapılabilir. 218 Yararlanılan Kaynaklar Gökgöz, Elif (2006). Riske Maruz Değer (VaR) ve Portföy Optimizasyonu, Ankara: SPK Yayınları, Yayın No: 190. Arslan, Mehmet (2005). “A Tipi yatırım Fonlarında Yöneticilerin Zamanlama Kabiliyeti ve Performans İlişkisi Analizi: 2002–2005 Dönemi Bir Uygulama”, Ticaret ve Turizm Eğitim Fakültesi Dergisi, Sayı: 2, s. 1-23. Grinblatt, Mark and Sheridan Titman (1994). “A Study of Montly Mutual Fund Returns and Performance Evaluation Techniques”, The Journal of Financial and Quantitative Analysis, Vol: 29, No: 3, p. 419-444. Basso, Antonella and Stefania Funari (2001). “A Data Envelopment Analysis Approach to Measure the Mutual Fund Performance”, European Journal of Operational Research, 135, s. 477-492. Bodie, Zvi, Alex Kane and Alan J. Marcus (2010). Investments, 9th Edition, New York: McGraw-Hill/Irwin. Hodges, Charles W., Walton R.L. Taylor, and James A. Yoder (1997). “Stocks, Bonds, the Sharpe Ratio, and the Investment Horizon”, Financial Analysts Journal, Vol. 53, No. 6, p. 74-80. Bolak, Mehmet (2001). Sermaye Piyasası Menkul Kıymetler ve Portföy Analizi, 4. Baskı, İstanbul: Beta Yayınevi. Jensen, Michael C. (1968). “The Performance of Mutual Funds in the Period 1945-1964”, The Journal of Finance, Vol: 23, No: 2, p. 389-416. Cesari, Riccardo and Fabio Panetta (2002). “The Performance of Italian Equity Funds”, Journal of Banking & Finance, Vol. 26, p. 99-126. Jobson, J. Dave and Bob M. Korkie (1981). “Performance Hypothesis Testing with the Sharpe and Treynor Measures”, The Journal of Finance, Vol: 36, No: 4, s. 889-908. Chen, Son-Nan and Cheng F. Lee (1986). “The Effects of the Sample Size, The Investment Horizon and Market Conditions on the Validity of Composite Performance Measures: A Generalization”, Management Science, Vol. 32, No. 11, p. 1410-1421. Karacabey, Ali Argun (1999). “A Tipi Hisse Senedi Fonlarının Performanslarının Değerlendirilmesi”, Kara Harp Okulu Bilim Dergisi, Cilt: 9, Sayı: 2, s. 84-99. Karacabey, Ali Argun ve Fazıl Gökgöz (2005). Emeklilik Fonlarının Portföy Analizi, Ankara: Siyasal Kitabevi. Christensen, Michael (2005). “Danish Mutual Fund Performance: Selectivity, Market Timing and Persistence”, Working Paper, Department of Accounting, Finance and Logistics, Aarhus School of Business. Karan, Mehmet Baha (2010). Yatırım Analizi ve Portföy Yönetimi, 3. Baskı, Ankara: Gazi Kitabevi. Chunhachinda, Pornchai, Krishnan Dandapani, Shahid Hamid, and Arun J. Prakash (1994). “Efficacy of Portfolio Performance Measures: An Evaluation,” Quarterly Journal of Business and Economics, Vol. 33, No. 4, p. 74 - 87. Kılıç, Saim (2002). Türkiye’deki Yatırım Fonlarının Performanslarının Değerlendirilmesi, İMKB Yayınları, Ankara. Moy, Ronald L. (2002). “Portfolio Performance: Illustrations from Morningstar”, Journal of Education for Business, Vol. 77, No. 4, p. 226229. Coşkun, Yener (1999). Portföy Performansının Ölçülmesi ve Sunulması, Ankara: SPK Yayınları, No: 176. Pedersen, Christian S. and Stephen E. Satchell (2002). “On the Foundation of Performance Measures under Asymmetric Returns”, http://www.sortino.com/htm/satchell.pdf. Demirtaş, Özgür ve Zuhal Güngör (2004). “Portföy Yönetimi ve Portföy Seçimine Yönelik Uygulama”, Havacılık ve Uzay Teknolojileri Dergisi, Cilt 1, Sayı 4, s. 103-109. Rao, Narayan and Ravindran Madava (2003). “Performance Evaluation of Indian Mutual Funds”, http://papers.ssrn.com/sol3/papers.cfm?abstract_i d=433100, [Erişim Tarihi: 10.02.2012]. Dowd, Kewin (2000). “Adjusting for Risk: An Improved Sharpe Ratio”, International Review of Economics and Finance, Vol: 9, p. 209-222. Fettahoğlu, Abdurrahman (2003). Menkul Değerler Yönetimi, İstanbul: Rengin Matbaası. 219 Rumsey, John (2000). “Can We Detect Market Timing Ability Using an Option Model?”, Canadian Journal of Administrative Sciences, Vol: 17, No: 3, p. 269-279. Scholz, Hendrick and Marco Wilkens (2005). “A Jigsaw Puzzle of Basic Risk Adjusted Performance Measures”, The Journal of Performance Measurement, p. 57-64. Scholz, Hendrick and Marco Wilkens (2006). “Investor-Specific Performance Measurement A Justification of Sharpe Ratio and Treynor Ratio”, Working Paper, Ingolstadt. Sharpe, William F. (1966). “Mutual Fund Performance”, The Journal of Business, Vol: 39, No: 1, Part 2: Supplement on Security Prices, p. 119-138. Sortino, Frank A. and Robert V. Meer (1991). “Downside Risk”, Journal of Portfolio Management, Vol. 17, No. 4, p. 27-31. Treynor, Jack L. (1965). “How to Rate Management of Investment Funds”, Harvard Business Review, Vol. 43, Iss. 1, p. 63-75. Yıldız, Ayşe (2006). “Aktif Portföy Yönetim Stratejilerinin Değerlendirilmesi: A Tipi Yatırım Fonları Üzerine Uygulama”, Marmara Üniversitesi Muhasebe-Finansman Araştırma ve Uygulama Dergisi, Cilt: 6, Yıl: 15, s. 117130. http://www.hedgeco.net/sharpe-ratio-sortinoratio.htm (06.08.2009) [Erişim Tarihi: 10.02.2012]. 220