De*i*im Sosyolojisi

advertisement
Değişim Sosyolojisi
• Modernleşme Okulu
• Modernleşme Okulu 1960’larda toplumsal değişme
literatüründe hâkim olmuş bir yaklaşımdır.
• Evrimci yaklaşımın devamı olarak da görülebilecek olan
Modernleşme Okulu, Amerikalı sosyolog Talcott
Parsons’ın yapısal işlevselci yaklaşımından etkilenerek
geliştirmiştir.
• Modernleşme Okulu, temel olarak “Gelişmeyi
engelleyen faktörler nelerdir?” ve “Gelenekselden
moderne doğru olan toplumsal dönüşüm
mekanizmaları ve koşulları nelerdir?” soruları üzerine
odaklanır.
• Toplumsal değişmeyi, modern toplum-geleneksel
toplum ikiliği ve karşılaştırması kullanarak
açıklamaya çalışır. Modern toplum, yapısal olarak
farklılaşmayı ve
• uzmanlaşmayı gerçekleştiren toplum olarak
görülürken, geleneksel toplum, rasyonellik,
• verimlilik ve özgürlük gibi modern değerlerin
tersine geleneksel değerlerin hâkim olduğu,
bulundukları coğrafi çevre içinde kısıtlanmış
toplum olarak görülür.
• Geleneksel toplum; basit teknolojiye dayalı tarım
ekonomisinin, toplumsal yaşantı da birincil ilişkilerin,
dinî düşüncelerin ve politik alanda geleneksel elitlerin
hâkim olduğu, eğitim seviyesinin düşük olduğu
toplumdur.
• Modern toplum ise geleneksel
• toplumun tam karşıtında yüksek teknolojiye dayalı
endüstriyel üretimin,
• ikincil ilişkilerin ve rasyonel düşüncenin hayatın her
alanına hâkim olduğu, yüksek eğitim seviyesi ve
kentleşmenin görüldüğü, liberal demokrasinin egemen
olduğu toplumlar olarak tanımlanır.
• Modernleşme Okulu ekonomik, siyasal ve kültürel
alanda modernleşmeyi şu şekilde açıklar.
Ekonomik alanda modernleşme; ekonomik
aktivite ve işin uzmanlaşmasını, kaynakların,
verilmiş statülerin tersine başarıyı ölçüt alarak
dağıtılmasını, pazarın genişlemesini, kentleşme,
hareketlilik ve esnekliği ifade eder. Modernleşme,
siyasal alanda geleneksel elit grupların gücünün
zayıflaması ve demokrasinin, seçim ve parti
aktivitelerinin,
farklılaşmış
bürokratik
organizasyonların yayılmasıdır.
• Kültürel alanda modernleşme ise eğitimin
yaygınlaşması, laiklik, geleneksel olmayan
ulusal ve ulus-üstü grup kimliklerinin gelişmesi
anlamına gelmektedir.
• Bütün bunlara ek olarak modern iletişim,
medya ve tüketim kültürünün yaygınlaşması
da modernleşme sürecinin önemli
özelliklerindendir.
• Parsons’ın toplumsal eylem kalıplarını kullanan Bert
Hozelitz, modern toplumu
• evrensel değerlerin hâkim olduğu, başarı ve performansın
geleneksel kimliklerin
• önüne geçtiği, farklılaşma, uzmanlaşma ve işbölümü
çerçevesinde rollerin belirginleştiği toplum olarak tanımlar.
Modern toplum seviyesine ulaşabilmek için geleneksel
• toplumların içinde yer alan değişime açık bireylerin modern
toplumlara gönderilerek alacakları eğitim ile modern
değerlerle donatılmaları sonucunda bu değerleri kendi
toplumlarında yaygınlaştıracaklarını iddia eder.
• Bir başka Modernleşme Okulu teorisyeni Walt Whitman Rostow,
Ekonomik Büyümenin Aşamaları isimli çalışmasında modern
toplumların geçirdiği dönüşümü beş aşamada açıklar.
• 1. Geleneksel toplum: ilkel teknoloji ve tarıma dayalı sınırlı üretimin;
toprak sahiplerinin
• gücüne dayalı hiyerarşik yapıların ve toplumsal hareketliliğin az
• olduğu toplumlardır.
• 2. Ekonomik kalkınmanın ön koşulları: 18. yüzyılın başlarında Batı
Avrupa ve
• özellikle de ingiltere’de ortaya çıkmıştır. Bilimsel keşiflerle birlikte
tarım ve endüstride yeni üretim fonksiyonları kullanılmaya
başlanmıştır.
• 3. Kalkış: Kalkış aşamasını ilk gerçekleştiren ülke ‹İngiltere'dir.
İngiltere’de büyümeye karşı engellerin ortadan kalkmasında
teknoloji çok önemli bir rol oynamıştır. Kent merkezli endüstriyel
faaliyetler artmıştır ve tarımda yeni
• teknolojiler kullanılmaya başlanmıştır.
• 4. Olgunluk: Bu aşamada artık modern teknoloji, bütün endüstriyel
faaliyetlerde
• kullanılmaya başlanmıştır. Üretimin her aşamasında yeterli teknik
bilgi ve
• girişimcilik bulunmaktadır.
• 5. Yaygın Tüketim: Gelişmiş dayanıklı tüketim malzemeleri ve hizmet
sektörü bulunmaktadır. Reel ücretlerin artışı tüketimi de artırmıştır.
Amerika Birleşik
• Devletleri 1. Dünya Savaşı sonrası dönemde bu aşamaya gelebilen
ilk ülkedir
• Rostow, geleneksel toplumdan modern topluma geçişte
evrensel aşamalar olarak sıraladığı bu aşamaların diğer
toplumlar için de bir örnek oluşturacağını iddia eder.
• Rostow’a göre modernleşme, öncelikle Avrupa
toplumlarında daha sonra Amerika Birleşik Devletleri
ve Japonya’da gerçekleşmiştir. Diğer toplumlar ise
dışarıdan yapılacak yardım ve müdahalelerle aynı
duruma gelebileceklerdir.
• Modernleşme Okulu’nun bu bakış açısı dönemin
kalkınma iktisadı ve politikalarında önemli rol
oynamıştır.
BAĞIMLILIK OKULU
• Bağımlılık Okulu, 1960’larda Latin Amerika’nın
azgelişmişlik durumunu Latin Amerika
perspektifinden bakarak analiz etmeye çalışmıştır.
• Modernleşme Okulu’nu eleştirmek için ortaya
çıkan Bağımlılık Okulu, geleneksel-modern
toplum ikiliği yerine merkez-çevre ya da
metropol-uydu ikiliğini kullanmıştır.
• Kapitalist üretim biçiminin güçlü merkez ülkeler
ve onlara bağımlı oldukları için azgelişmiş olan
çevre ülkeler yarattığını iddia eder.
• Bağımlılık Okulu’nun en önde gelen teorisyeni
Andre Gunder Frank’a göre, Latin Amerika
ülkeleri 16. yüzyıldan itibaren azgelişmiş çevre
ülke konumundadırlar.
• Çünkü o tarihten itibaren kapitalist merkez
ülke konumunda olan Amerika Birleşik
Devletleri’nin uydusudurlar.
• Merkez ve çevre arasındaki bu bağımlı ilişki,
kapitalist üretim biçimi devam ettiği sürece
devam edecektir ve çevrenin gelişmesi mümkün
olmayacaktır.
• Merkez, çevrenin ürettiği artı değere farklı
yöntemlerle el koyduğu sürece daha da güçlü
hâle gelecek ve bu durumun sonucunda
azgelişmişlik durumu sürekli olarak var olacaktır.
Frank bu durumu azgelişmişliğin gelişmesi olarak
adlandırmıştır.
• Çevrede gelişmenin olamayacağını iddia eden
Bağımlılık Okulu, 1970’lerden sonra yeni
sanayileşen ülkelerin ortaya çıkışıyla birlikte
sorgulanmaya başlamıştır
DÜNYA SISTEMI YAKLAŞIMI
• Bağımlılık Okulu’nun yaptığı analize tarihsel bir
boyut
kazandırmaya
çalışan
Immanuel
Wallerstein,
yalnızca
Latin
Amerika’nın
azgelişmişliği üzerine odaklanmaz. Küresel
düzeyde kapitalist üretim biçiminin nasıl işlediğini
açıklamaya çalışır.
• Çünkü Wallerstein’a göre kapitalizm ulusal
sınırların
ötesinde
uluslararası
düzeyde
örgütlenmektedir
ve
bunda
sermayenin
uluslararası düzeyde dolaşımı önemli rol
oynamaktadır.
• Wallerstein, 16. yüzyılda başlayan dünya
sisteminin kapitalist üretim biçimine
dayandığını ve bunun da merkez, yarıçevre,
çevre ülkeler (gelişmiş, yarıgelişmiş ve az
gelişmiş) olmak üzere bir işbölümü yarattığını
iddia eder.
• Merkez bir yandan çevrenin hammaddelerine
el koyarken diğer yandan da kendi endüstriyel
üretimini artırmaktadır.
• Wallerstein’ın kapitalizmi uluslararası düzeyde
ele alan yaklaşımı küreselleşme
tartışmalarında da kullanılmaktadır.
KÜRESELLEŞME
• Küreselleşme ekonomik, finansal, toplumsal ve kültürel
ilişkilerin dünya ölçeğinde yaygınlaşması süreci olarak
ele alınabilir.
• Bu sürecin aynı zamanda yerel ile etkileşimi, bireylerin
doğrudan gündelik yaşamlarına olan etkileri mevcuttur.
• 1990’lı yıllardan sonra yaygın olarak kullanılmaya
başlayan küreselleşme kavramı dünyada ortaya çıkan
yeni değişim ve dönüşümleri açıklamak için
kullanılmaktadır.
• Elbette ki daha önceki dönemlerde de bütün dünyayı
küresel düzeyde etkileyecek olan değişimler
yaşanmıştır.
• Bazı teorisyenler küreselleşmeyi, kapitalizmle birlikte
başlayan modernite sürecinin bitişi ve postmodern
dönemin başlangıcı ile ilişkilendirmektedirler.
• Bu bakış açısı, altında kapitalizmin de sona erdiği gibi
bir varsayımı barındırmaktadır.
• Bazı teorisyenlere göre ise ne modernite süreci ne de
kapitalizm sona ermiştir.
• Bu anlamda küreselleşme; kapitalizmin geldiği yeni
aşamayı, yeni sermaye birikim sürecini açıklamak için
kullanılmıştır.
• Küresel kapitalizm, bütün dünyada hem üretim hem de
tüketim ideolojisi ile hakimiyetini kurmuştur.
• Anthony Giddens geç modernite olarak da
adlandırdığı küreselleşme sürecinin kapitalist
modernitenin bir sonucu olduğunu iddia
etmektedir.
• Küreselleşmeyi zaman ve mekân bağlamında
açıklamaya çalışan Giddens’a göre, küresel
sistem ulus devletler, kapitalist dünya
ekonomisi, uluslararası işbölümü ve askeri bir
dünya düzeninden oluşmaktadır.
• Ulus devletlerin yerel, bölgesel ve uluslararası
ekonomi politikalarının düzenlenmesi ve hayata
geçirilmesinde önemli role sahiptirler.
• Ancak ulus devletlerin bu rolünde belirleyici olan
refah düzeyleri ve askeri güçleridir.
• Kapitalist dünya ekonomisi, ortaya çıktığı 16. ve
17. yüzyıllardan bu yana küresel düzeni
belirlemektedir ve ülkeler arasındaki ekonomik
gelişmişlik farkları bu ekonomik yapının
sonucunda oluşmuştur.
• Uluslararası ekonomik ilişkiler ve çokuluslu şirketlerin
üretim faaliyetleri kapitalist dünya ekonomisine göre
biçimlenmektedir.
• Askeri dünya düzeni birden fazla ulus devletin askeri
güçlerini birleştirmesi ve bunun sonucunda yerel olarak
ortaya çıkan olaylara NATO benzeri birliklerle müdahale
edebilme durumudur.
• Uluslararası işbölümü küresel düzeyde bazı bölgelerin
endüstriyel üretim merkezlerine bazı bölgelerinse
endüstri dışı üretim faaliyetleri merkezi dönüşmesini
ifade etmektedir (Suğur, 1995; Bilton ve diğerleri,
2008).
• Giddens, yukarıda sıralanan dört faktörün
birbirleri ile etkileşimlerini yeterli düzeyde
açıklamadığı için eleştirilmektedir. Ayrıca
Giddens’ın yaklaşımının azgelişmiş ülkelerin bu
küresel durum içinde geleceklerinin ne
olacağına yer vermeme- si ve küresel düzeyde
oldukça önemli rol oynayan dinin etkisini
yeterince vurgulamamasıda bir başka eleştiri
konusu olmuştur (Suğur, 1995)
• Yerel olan ile küresel olan arasındaki ilişki ve
etkileşimler küreselleşme konusunda yapılan
çalışmalarda önemli yer tutmaktadır. Küresel
düzeyde özellikle tüketim kültürü çerçevesinde
bakıldığında bir aynılaşma sürecinin yaşanıp
yaşanmadığı sorgulanmaktadır.
• Bu sorgulamalar çerçevesinde geliştirilen küreselleşme (glocalization) kavramı, küreselleşme (globalization) ve yerelleşme
(localization) kavramlarının birleştirilmesinden oluşmuştur.
• Robertson (1995) küyerelleşme kavramı ile küresel olanın
yerelleştiğini, yerel olanın ise küreselleştiğini ifade etmektedir.
• Robertsan’a göre hem bir aynılaşma hem de farklılaşma süreci
yaşanmakta ve kü- resel olan ile yerel olan iç içe geçmektedir.
• Bunun için McDonalds ya da Burger King gibi uluslararası fastfood
restoranlarının yerel olanın özelliklerini dikkate alarak ürün
yelpazelerinde yaptıkları değişikliklere bakılabilir.
• Örneğin Türkiye’de ürünlerinde domuz eti kullanmamaları ve
Hindistan’da sadece tavuk eti ya da vejeterjan ürünler kullanmaları
gibi.
KÜRESELLEŞMEYLE ILGILI TEMEL
YAKLAŞIMLAR
• Küreselleşme süreci, küresel ile yerel olan
arasındaki etkileşim, küreselleşmenin
sonuçları gibi konularda yapılan çalışmalar
genel olarak ‘kuşkucular’,
‘aşırıküreselleşmeciler’ ve ‘dönüşümcüler’
olmak üzere üç grupta toplanmaktadır (Held,
1999).
• Küreselleşme karşıtı olarak da adlandırılan kuşkucular
grubunda yer alan teorisyenler, genel olarak küreselleşme
konusundaki düşüncelerin yeni olmadığını iddia ederler.
• Küreselleşme literatüründe oldukça önemli yeri olan dünya
ekonomi- sinin küreselleşmesi, özellikle finans ve ticaret
yoluyla ekonomik bağımlılığın artması gibi açıklamalara
eleştirel bakarlar.
• Kuşkuculara göre, aslında bölgeselleşme süreci üzerinde
durmak gerekmektedir. Bölgeselleşme sonucunda dünya
ekonomisi eskisinden daha az bütünleşmiş durumdadır.
Örneğin, iddia edildiğinin aksi- ne ticaret yoğunluğu Avrupa,
Asya-Pasifik ve Kuzey Amerika olmak üzere üç böl- gede
toplanmıştır.
• Aşırı küreselleşmeciler, küreselleşme konusunda
kuşkucuların tam karşısında yer almaktadırlar.
• Küreselleşmeyi, dünya ticaretinin hızla gelişmesi
nedeniyle pazarların güç kazanmaya başladığı ve
bunun sonucunda da ulus devletlerin gücünü
yitirmeye başladığı bir süreç olarak ele alırlar.
• Avrupa Birliği, Dünya Ticaret Örgütü gibi yeni
bölgesel ve uluslararası kuruluşlar, ulus-devletin
zayıflayan konumuna destek olan kuruluşlardır.
• Küreselleşme
konusunda
dönüşümcüler,
hem
aşırı
küreselleşmecilere hem de kuşkuculara mesafeli durmaktadırlar.
• Dönüşümcülere göre, günümüzde modern toplumları biçimlendiren
ekonomik, siyasal ve toplumsal değişimlerin arkasındaki esas güç,
küreselleşmedir.
• Fakat yine de küresel ölçekte oldukça önemli değişimler
yaşanmasına rağmen toplumsal yapıda hâlen varlığını sürdüren
unsurlar görmek mümkündür.
• Ulus-devletler gittikçe karşılıklı bağımlı hâle gelmelerine rağmen
sahip oldukları gücü ve varlıklarını korumaya devam etmektedirler.
Hatta Bir- leşmiş Milletler gibi bütünleştirici küresel yönetişim
birimleri güçlenmesine rağmen devletler parçalanarak yeni ulusdevletlere dönüşmektedir.
KÜRESELLEŞMENIN TARIHSEL
GELIŞIMI
• Robertson, küreselleşme sürecinin tarihsel gelişimi
üzerine odaklanmıştır. Robertson’a göre küreselleşme
süreci 15. yüzyılda ortaya çıkmıştır. Robertson,
küreselleşmenin tarihsel olarak gelişim sürecini beş
aşamada açıklamıştır.
• 1.
Oluşum aşaması(1400-1750): Yeni ulusal
toplulukların ortaya çıkışı, modern anlamda coğrafya ve
takvimin doğuşu, bireyciliğin ve hümanizmin önem
kazanması.
• 2.
Başlangıç Aşaması(1750- 1802): Uluslararası
ilişkilerin formalleşmeye başlaması, yurttaş ve insanlık
kavramlarının belirginleşmesi,
• 3. Kalkış aşaması(1870- 1920): Ulus devlet kavramının
yerleşmesi, küresel iletişimin hızlanması, olimpiyat
oyunları, Nobel ödülleri gibi uluslararası küresel
organizasyonların başlaması.
• 4. Hegemonya mücadele aşaması(1920- 1960): Küresel
düzeyde savaşlar ve çatışmalar
• 5. Belirsizlik Aşaması (1960- 1990): Küresel kuruluşların
sayılarının artması, kitle iletişim sistemlerinin küresel
düzeyde yaygınlaşması, dünya vatandaşlığı, insan
hakları gibi kavramların yanısıra etnik, ırka ve toplumsal
cinsiyete dayalı yapıların gelişmesi (Bilton ve diğerleri,
2008, s.48-49).
• Robertson’ın küreselleşmeye dair yaptığı
açıklamalar, Avrupa dışı toplumların bu sürece
etkilerine yer vermemesi nedeniyle Avrupa
merkezci olduğu için eleştirilmektedir (Suğur,
1995)
EKONOMIK DÜZEYDE
KÜRESELLEŞME
• Refah devleti; eğitim, sağlık, barınma ve asgari
düzeyde gelir gibi temel insani ihtiyaçlara yönelik
hizmetlerin ve yardımların sosyal güvenceler aracılığı ile
devlet tarafından sağlanmasıdır.
• Fordizm, II. Dünya Savaşı'ndan 1970’lerin sonuna kadar
hakim olan sermaye birikim modeli ve üretim
örgütlenme biçimidir.
• Postfordizm, 1980’lerden sonra görülen sermaye
birikim modeli ve üretim örgütlenme biçimidir. Piyasa
koşullarının gerektirdiği her türlü esnekliğe -esnek
üretim, istihdam, uzmanlaşma ve ücrete dayanır.
• Kapitalist üretim biçiminin bütün dünyaya hâkim
olması sonucunda sermaye birikimi, üretim ve
uluslararası pazar ilişkileri küresel düzeyde
gerçekleşmektedir.
• Başkaya (2005) küreselleşmeyi 1980 sonrası
kapitalist gelişmeyi üçüncü küreselleşme olarak
tanımlamaktadır. Birinci küreselleşmeyi Amerika
kıtasının
Batı
Avrupalılar
tarafından
keşfedilmesiyle ortaya çıkan kapitalist yayılma
oluşturmaktadır.
• Bu
dönemdeki
yayılma
sonucunda,
Amerika’daki uygarlıklar yok edilmiş ve Afrika
köleleştirilmiştir. Bunların sonucunda köle
isyanları ortaya çıkmıştır.
• Sanayi devrimi, ikinci kapitalist yayılma
sürecinin, ikinci küreselleşmenin, başlangıcı
olmuştur.
• Doğrudan
sömürge
ve
yarı-sömürge
toplumlarla
birlikte
çevre-merkez
kutuplaşması
olarak
tanımlanabilecek
bugünkü dünya sistemi oluşmaya başlamıştır.
• Bu dönemde, yükselen işçi sınıfı hareketi,
sosyalist
devrimler
ve
anti-sömürgeci
bağımsızlık hareketleri görülmüştür.
• 1980’ler sonrası kapitalizmin geldiği yeni aşamada
uygulanan ekonomi politikası neoliberalizm
olarak adlandırılmaktadır.
• Neoliberalizm, piyasaların serbest bırakılmasını,
devletin ekonomik alana düzenlemeler yoluyla
yaptığı müdahalelerden vazgeçmesini ya da en
aza indirilmesini ve kamu işletme ve hizmetlerinin
özelleştirilmesini kapsamaktadır.
• Neoliberalism 1980 öncesi özellikle gelişmiş
kapitalist ülkelerde hâkim olan refah devleti
uygulamalarının tam tersini içermektedir.
• 1929 yılında dünya ekonomik bunalımı
sonrasında ortaya çıkan ve birçok ülke tarafından
uygulamaya konulan Keynesyan ekonomi
politikaları
güçlü
bir
devlet
yapısına
dayanmaktadır.
• Devletin ekonomik alana müdahalesinin özellikle
kriz dönemlerinde ortaya çıkabilecek olan işsizlik
gibi sorunlarda gerekli olduğu vurgulanmıştır.
• Keynesyan ekonomi politikalarının hâkim olduğu
dönemde
üretimde
fordizme
göre
örgütlenmektedir.
• Artan ulusal ve uluslararası rekabet, ürün
pazarındaki
ani
değişikliklere
uyum
sağlayabilmek
için
firmaları
esnekliğe
zorlaması
sonucunda
fordist
üretim
örgütlenmesinden
postfordist
üretim
örgütlenmesine geçilmiştir.
• Esnek üretim olarak da adlandırılan
postfordizm esnek istihdam, uzmanlaşma ve
esnek ücret politikalarına dayanmaktadır.
• Böylelikle küçük merkezi olmayan firmalar ve
bazen de duruma göre fason üretim ile piyasa
koşullarında arz-talep dengesinde ortaya çıkan
ani değişimlere uyum sağlayabilmektedir.
• Postfordist üretim örgütlenmesinde, fordist
teknolojik düzenlemeden kaynaklanan zaman
kaybı ve kalite düşüklüğünün ortadan
kaldırılması hedeflenmiştir.
• Benzer biçimde fordist emek örgütlenmesinin
neden olduğu işe yabancılaşma sorunların aza
indirilmeye çalışılmıştır.
• Neoliberal ekonomi politikalarının hâkim olduğu
üçüncü küreselleşme döneminde Ulusötesi şirketler
(TNCs) ekonomik alanın önemli aktörlerindendir.
• Ulusötesi şirketler yatırım, üretim ve pazarlama
anlamında birden fazla ülkede faaliyet gösteren,
küresel düzeyde sermaye birikimi gerçekleştiren
şirketler olarak tanımlanabilir.
• Günümüzde dünyanın en güçlü üç bölgesi olarak kabul
edilen ABD, Japonya ve Avrupa’nın ulus ötesi şirketleri
faaliyetlerini küresel düzeyde yürütmektedirler. Örnek
olarak Unilever, Shell, Toyota, General Motors, IBM,
Coca-Cola, Kodak, Nestle gibi firmalar verilebilir.
• Bu dönemde uluslararası düzeyde küreselleşme
sürecinin işleyişinde etkin olan uluslararası örgütler
bulunmaktadır.
• Uluslararası Para Fonu (IMF), Dünya Bankası(WB),
Ekonomik Kalkınma ve işbirliği Örgütü (OECD), Dünya
Ticaret Örgütü (WTO) ve Birleşmiş Milletler (UN) bu
örgütler arasında yer almaktadır.
• Bunun yanısıra özellikle uluslararası ticareti geliştirmeyi
hedefleyen Avrupa Birliği (AB), Asya-Pasifik Ekonomik
işbirliği (APEC), Kuzey Amerika Serbest Ticaret
Anlaşması(NAFTA)
ve
benzeri
uluslararası
entegrasyonlarda bulunmaktadır.
• Ulusötesi şirketler ve bu tür uluslararası örgütlenmelerin
küreselleşme sürecinin işleyişindeki belirleyici rolleri
özellikle ulus devletlerin gücü konusundaki tartışmaları
gündeme getirmiştir.
• Bu çerçevede ulus devletlerin 1980’lerden sonra ekonomik
alandaki hâkimiyetini yitirdiği ve daha çok idari bir yönetim
birimine dönüştüğü vurgulanmaktadır.
• Ayrıca küreselleşme süreci ile birlikte ulusal sınırların
ortadan kalkacağı iddiası bu görüşü güçlendiriyor
görünmektedir.
• Ancak günümüzde artan milliyetçi ve etnik hareketler ulusal
sınırların zayıflamak yerine güçlendiğinin işareti olarak
görülmektedir.
Küreselleşme Karşıtı Hareketler
• Yeni toplumsal hareketler küresel kapitalizme
karşı sınıf politikalarına dayalı geleneksel işçi
hareketi başarılı olamaması iddiasıyla ortaya
çıkmıştır.
• Cinsiyetçiliğe, ırkçılığa, ekolojik krizlere,
kapitalist sömürüye karşı daha etkili bir
direnme için kimlik politikalarına dayalı
hareketlerin geliştirilmesi hedeflenmiştir.
• Özellikle internet olmak üzere iletişim
alanındaki teknolojik gelişmeler, kimlik temelli
bu toplumsal hareketlerin küresel düzeyde
örgütlenmesini sağlamaktadır.
• Küreselleşme karşıtı hareket Dünya Ticaret Örgütü’nün
1999 yılında ABD’nin Seattle kentinde yaptığı toplantıyı
protesto etmiştir.
• Çokuluslu olarak tanımlanabilecek bu hareket; yeşiller,
sosyalistler, anti-faşistler, feministler, eşcinseller, anarşistler,
savaş ve militarizm karşıtları gibi farklı gruplardan
oluşmaktadır.
• “Başka Bir Dünya Mümkün” sloganıyla ortaya çıkan
hareketin ortak noktası küresel kapitaliz- me karşı
olmalarıdır. Dünya Sosyal Forumu, küreselleşme karşıtı
hareketin üyeleri tarafından oluşturulmuş bir buluşma
ortamıdır. 2001’de ilk toplantısını gerçekleştirmiş olan
forumun amacı neoliberal politikalara ve sermayenin
hâkimiyetine alternatif küresel çözümler üretmektir
Download