1 T. C. Sağlık Bakanlığı İstanbul Eğitim Ve Araştırma Hastanesi Dördüncü Genel Cerrahi Kliniği Bölüm Başkanı: Dr. Arslan Kaygusuz TOTAL TİROİDEKTOMİLERDE İKİ TARAFLI TRUNKAL ARTERİA TİROİDEA İNFERİOR BAĞLANMASI VE İNFERİOR LARYNGEAL SİNİR DİSEKSİYONUNUN POSTOPERATİF ERKEN DÖNEMDE KAN KALSİYUM DÜZEYİNE ETKİSİ Dr. Yunus Topal Genel Cerrahi (Uzmanlık Tezi) İSTANBUL - 2007 2 T. C. Sağlık Bakanlığı İstanbul Eğitim Ve Araştırma Hastanesi Dördüncü Genel Cerrahi Kliniği Bölüm Başkanı: Dr. Arslan Kaygusuz TOTAL TİROİDEKTOMİLERDE İKİ TARAFLI TRUNKAL ARTERİA TİROİDEA İNFERİOR BAĞLANMASI VE İNFERİOR LARYNGEAL SİNİR DİSEKSİYONUNUN POSTOPERATİF ERKEN DÖNEMDE KAN KALSİYUM DÜZEYİNE ETKİSİ Dr. Yunus Topal Genel Cerrahi (Uzmanlık Tezi) Tez Danışmanı: Doç. Dr. Vahit Tunalı İSTANBUL - 2007 3 Genel Cerrahi uzmanlık eğitimim süresince bana katkı sağlamış olan herkese içtenlikle teşekkür ederim. i İÇİNDEKİLER KONU BAŞLIKLARI SAYFA 1. GİRİŞ VE AMAÇ ……………………………………………………………………………… 1 2. GENEL BİLGİLER…………………………………………………………………………….. 3 2.1. TARİHÇE …………………………………………………………………………. 3 2.2. TİROİDİN ANATOMİSİ…………………………………………………………… 4 2.3. BENİGN TİROİD BEZİ HASTALIKLARI ……………………………………… 14 2.3.1. NONTOKSİK NODÜLER GUATR …………………………………………. 14 2.3.2. TOKSİK NODÜLER GUATR………………………………………………… 15 2.3.3. GRAVES HASTALIĞI………………………………………………………... 16 2.3.4. TİROİDİTLER………………………………………………………………… 17 2.4 KALSİYUM METABOLİZMASI…………………………………………………. 18 2.5. TİROİD CERRAHİSİ……………………………………………………………… 20 2.6.TİROİDEKTOMİ KOMPLİKASYONLARI……………………………………. 26 2.6.1. GENEL KOMPLİKASYONLAR……………………………………………. 26 2.6.2. ÖZGÜL KOMPLİKASYONLAR……………………………………………. 28 2.6.2.1. ANATOMİK KOMPLİKASYONLAR……………………………………. 28 2.6.2.2. METABOLİK KOMPLİKASYONLAR…………………………………… 31 2.7. HİPOKALSEMİ ve HİPOPARATİROİDİ…………………………………….. 33 2.7.1. HİPOKALSEMİ ETYOLOJİSİ……………………………………………... 34 2.7.2. GEÇİCİ HİPOKALSEMİLER……………………………………………… 35 2.7.3. KALICI HİPOPARATİDOİDİLER………………………………………… 38 2.7.4 GEÇİCİ VE KALICI HİPOPARATİROİDİNİN AYIRICI TANISI ……….. 42 2.7.6. HİPOPARATİROİDİ PROFİLAKSİSİ …………………………………….. 43 2.7.7. HİPOKALSEMİ TEDAVİSİ………………………………………………... 45 3.MATERYAL VE METOD……………………………………………………………………… 46 4.BULGULAR……………………………………………………………………………………… 50 5.TARTIŞMA………………………………………………………………………………………. 55 6.KAYNAKLAR…………………………………………………………………………………… 60 ii TABLO LİSTESİ TABLO TABLO BAŞLIĞI SAYFA NO NO Tablo 1 İnferior tiroid arter ile rekürren laringeal sinir arasındaki ilişkiler 12 Tablo 2 Grupların yaş ve cinsiyet açısından değerlendirilmesi 50 Tablo 3 Grupların ameliyat ve hastanede kalış süreleri açısından değerledirilmesi 50 Tablo 4 Hastaların kan kalsiyum düzeylerinin Ki Kare testi ile değerlendirilmesi 52 Tablo 5 Hastaların kan kalsiyum düzeylerinin ikili karşılaştırılmasının Newman Keuls testi ile değerlendirilmesi. 53 Tablo 6 Postoperatif dönemde hipokalsemi klinik bulguları gelişen olgular 54 iii ŞEKİL LİSTESİ ŞEKİL NO ŞEKİL BAŞLIĞI SAYFA NO Şekil 1 Tiroid bezinin anatomisi 6 Şekil 2 İnferior tiroid arter,dalları ve rekürren laringeal sinir 10 Şekil 3 İnferior tiroid arter ile rekürren laringeal sinir arasındaki ilişkiler 11 Şekil 4 Trousseau Bulgusu 39 Şekil 5 Chvostek Bulgusu 40 Şekil 6 İnferior tiroid artere trunkal ligasyon yapıldı 47 Şekil 7 Grupların ameliyat süreleri açısından karşılaştırılması 51 Şekil 8 Grupların hastanede kalış süreleri açısından karşılaştırılması 51 Şekil 9 Hastaların kan kalsiyum düzeylerinin ikili karşılaştırılması 52 Şekil 10 Hastaların kan kalsiyum düzeylerinin ikili karşılaştırılması 53 iv ÖZET Arkaplan: Bilateral inferior tiroid arterin trunkal ligasyonu ve rekürren laringeal sinirin diseksiyonu yapılan ve yapılmayan hastalarda postoperatif hipokalsemi varlığı değerlendirildi. Materyal ve Metod: Bu araştırmada prospektif randomize bir çalışma olarak planlanarak İstanbul Eğitim Araştırma Hastanesi Dördüncü Genel Cerrahi kliniğinde yapıldı. 01-Ocak2006 ile 30-Aralık-2006 tarihleri arasında multinodüler guatr tanısıyla ameliyat endikasyonu konulan 145 hasta içinden çalışma kriterlere göre randomizasyon yapılarak 92 hasta (8 erkek, 84 kadın, yaş aralığı; 19-65, ortalama yaş; 44) seçilmiştir. Tüm hastalara iki farklı cerrahi teknikle bilateral total tiroidektomi yapıldı. Grup-I hastalarda (n: 40) A. Tiroidea İnferiora bilateral trunkal ligasyon yapıldı ve N. Laryngeus İnferior diseksiyonu uygulandı. Grup-2 hastalara (n: 52) A. Tiroide İnferior tiroid dokusuna girdiği yerden bağlandı ve N. Laryngeus inferior diseksiyonu yapılmadı. Tüm hastalarda ameliyattan 12 saat önce ve ameliyattan 24 ve 72 saat sonra kan kalsiyum düzeyleri ölçüldü. Bulgular: Hastaların yaş, cinsiyet (p: 0697) ameliyat süresi (p: 0.819) ve hastanede kalış süreleri (p: 0.697) açısından gruplar arasında istatiksel olarak anlamlı fark yoktu. Her iki gruptaki hastaların tüm (preop, postop 1. gün ve postop 3. gün) kan kalsiyum değerlerinin Ki Kare testi ile yapılan karşılaştırılmasında aralarında istatiksel olarak anlamlı fark yoktu (p>0.05). Grup-1’de 4 (%10) hastada, grup-2’de ise 5 (%9.5) hastada postoperatif dönemde hem Chvostek, hem de Trousseau bulguları pozitifleşmiş olup (p>0.05), hiçbir olguda ses kısıklığı ve/veya solunum güçlüğü görülmemiştir. Tartışma: Rekürren laringeal sinir diseksiyonu ile birlikte yapılan inferior tiroid arterin trunkal ligasyonu postoperatif dönemde belirgin bir hipokalsemiye neden olmamaktadır. Üstelik bu işlemler, tiroidektomi sonrası görülen iki major komplikasyona (ses kısıklığı ve solunum güçlüğü) neden olmadığı gibi, klinik olarak hipokalsemi görülme riskini de arttırmamaktadırlar. Anahtar kelimeler: Tiroidektomi, inferior tiroid arter, rekürren laringeal sinir, disseksiyon, ligasyon v SUMMARY Title: The effect of Bilateral Truncal Ligation of a.thyroidea inferior and inferior laryngeal nerve dissection on blood calcium level at postoperative early stage in total thyroidectomies Background: In this research prospective randomised study was planned. Postoperative hypocalcemia was evaluated in patients to whom bilateral truncal ligation of thyroid artery and dissection of recurrent laryngeal nevre was performed and not. Material and Method: This research was achieved in the fourth surgical department of İstanbul Training and Researching hospital. 145 patients who will be operated with the diagnosis of multinodulary goitre were chosen and 92 of these patients were randomised according to the research protokol (8 male,84 female, age range :19-65, averege age: 44 ). Bilateral total thyroidectomy was performed to all patients. Two different surgical technic was applied. In group-I patients(n: 40), bilateral truncal a.thyroidea inferior arter ligation together with dissection of nervus laryngeaus inferior was performed. In groups-II patients (n:52), İnferior thyroid artery was ligated at the level of entering the thyroid gland and dissection of nervus laryngeus inferior was not performed. Blood samples for estimation of Ca level 12 hours before the operation and 24 and 72 hours after the operation were taken from all patients. Results: There was no significant difference from the points of age and sex of patients between two goups (P:0,697). There was also no statistical significant difference between the groups from the points of the duration of operation and hospital stay (P=0,819, P=0,697). No statistical significant difference was found between the calcium levels of both groups with Kisquare test (P>0,05). Postoperative Chostek and Trousseau signs were positive in 4 patients of groups-I and 5 patients of Groups-II (P>0,05). None of the patients developed aphonia and respiratory distress. Discussion: Truncal ligation of inferior thyroid artery together with recurran nevre dissection does not cause prominent hypocalcemia during the postoperative period. In fact, these procedures either do not cause two major complications (aphonia and respiratory distress) after thyroidectomy as increase hypocemia risk. Key words: Thyroidectomy, inferior thyroid artery, recurrent laryngeal nevre, dissection, ligation 1 1. GİRİŞ VE AMAÇ Tiroid dokusunun kısmen veya tamamen çıkarılması anlamına gelen tiroidektomi, genel cerrahi ve endokrin cerrahisi kliniklerinde en sık uygulanan cerrahi girişimlerden biridir. Cerrahi tedavi gerektiren tiroid hastalıklarında seçilen cerrahi yöntem, hem hastalığın ortadan kaldırılmasına, hem de postoperatif komplikasyonların en az düzeyde tutulmasına olanak sağlamalıdır (1-4). Tiroidektomi esnasında tiroid, paratiroid ve laringeal sinirlerin bir bütün halinde kabul edilmeleri ve diseksiyonun bu bütüne göre planlanması cerrahi komplikasyonların önlenmesi açısından önemlidir (4). Ne kadar dikkatli çalışılırsa çalışılsın, çeşitli komplikasyonlarla karşılaşılabileceği göz önüne alınmalıdır. Paratiroid bezleri travmadan oldukça kolay etkilenen yapılar olup, tiroid cerrahisi sırasında da doğrudan ya da dolaylı olarak zarar görebilirler. Çoğu yazar başta bilateral total tiroidektomi olmak üzere tiroid cerrahisi sırasında paratiroid bezlerinin dolaşımlarının korunmasının önemine değinmişlerdir (5-7). Günümüzde tiroid cerrahisi genel cerrahideki modern tekniğin, yöntem ve deneyimin, anestezinin, asepsi ve antisepsinin gelişmesine paralel olarak ilerlemiş ve tiroidektomilerdeki mortalite ve morbidite oranları azalmıştır (5). Ondokuzuncu yüzyıl ortalarına kadar yapılan tiroidektomilerdeki mortalite oranı % 40'lardan fazla iken, günümüzde sıfıra kadar indirilebilmiştir (5,6). Ölümle sonuçlanmayan morbidite oranı %13 olduğu belirtilmiş, ciddi komplikasyonların ise % 2'den daha az hastada geliştiği saptanmıştır (5). Oranlardaki bu azalma; endikasyonun doğru konulması, ameliyattan önce hastanın gereği gibi hazırlanması, en uygun anestezi tipinin seçilmesi, asepsi ve antisepsi kurallarına uyulması, cerrahın deneyimli olması, gerekli ve en uygun tiroidektomi tipinin tespit edilmesi, anatomiye hakim olarak titiz bir diseksiyonun uygulanması ve ameliyat sonrası dönemde hastanın yakından takip edilmesi gibi, çok önemli şartlara uygun davranılması ile sağlanmıştır. Bu gelişmelere bağlı olarak tiroid cerrahi tedavisi, antitiroid ilaçlar, tiroid ekstreleri ve radyoaktif I-133 gibi kıymetli noninvaziv tedavi seçeneklerine rağmen, önemini ve güncelliğini halen korumaktadır (6). 2 Tiroidektomilerden sonra; önemsiz kanama ve yara yeri ile ilgili bazı basit kornplikasyonlar gelişebildiği gibi, sinir hasarı, solunum problemleri, metabolik/hormonal sorunlar ve kanama gibi ciddi sorunlar yaratabilen komplikasyonlar da gelişebilmektedir (6). Hipoparatiroidizm, tiroid cerrahisinin nadir bir komplikasyonu olup operasyon tipine ve altta yatan tiroid patolojisine bağlı olarak gelişir (8,9). Kalıcı hipoparatiroidizm bilateral subtotal rezeksiyon yapılan hastaların %0.5-2.9’unda ve total tiroidektomi yapılan hastaların %0-33’ünde oluşabilir (9-11). Kalıcı hipoparatiroidizm hastaya ömür boyu ilaç kullanma zorunluluğu getirirken, hastanın yaşam kalitesini kötü yönde etkilemektedir. Zamanında müdahale edilmeyen hastaları hipokalsemi krizleri beklemekte ve belki de sonuç imkanları kısıtlı bu hastalar için ölümcül olabilmektedir. Bu bağlamda, hastaya bu derece ağır yük getiren ve önlenmesi mümkün olan hipoparatiroidizmden korunmak için yapılan çalışmalar çok önemlidir. Bu konuda yapılan çalışmalardaki diğer amaç, postoperatif hipokalsemi açısından riskli hastaları erken dönemde belirlemek, bu hastalarda erken tedaviye başlamak ve risk taşımayan hastaları da erken taburcu ederek hastanede kalış süresini azaltmaktır. Hipokalsemi gelişmesinde esas etkenin tiroid bezi patolojisine bağlı olduğu, cerrahi tekniğin ikincil rol oynadığı belirtilmektedir (12). Geçici hipokalsemide cerrahi tekniği suçlayan araştırmacılar paratiroidlerin kanlanmasının ana etken olduğunu belirtmektedirler. Paratiroid bezlerinin istenmeden çıkarılması veya beslenmesinin bozulması postoperatif paratiroid fonksiyonlarının azalmasını açıklayan en önemli mekanizmalardır (13). Ancak paratiroid bezlerinin sadece inferior tiroid arterden çıkan dallarla kanlanmadığı, trakea ve özofagustan gelen kollaterallerle de beslendiği varsayımı postoperatif hipoparatiroidi gelişmesinde tiroid patolojisi gibi başka faktörlerin de rol oynayabileceğini düşündürmektedir (14,15). Bu araştırmada postoperatif randomize bir çalışma planlayarak bilateral inferior tiroid arterin trunkal ligasyonu ve rekürren laringeal sinirin diseksiyonu yapılan ve yapılmayan hastalarda postoperatif hipokalsemi varlığını değerlendirdik. 3 2. GENEL BİLGİLER 2.1. TARİHÇE Guatr, tiroid bezinin tanımlanmasından uzun yıllar önce, M.Ö. 2700 yıllarında biliniyordu. Tiroid bezi ilk kez rönesans devrinde İtalyan'lar tarafından tanımlanmıştır. Leonardo da Vinci çizimlerinde tiroidi, larinksin her iki yanında iki ayrı bez olarak göstermiştir. Tiroid bezini ilk kez Thomas Wharton 1656’da kitabında tanımlamıştır. Anatomik tanımlamalar 16. ve 17. yüzyılda yapılmış olmasına rağmen, uzun yıllar tiroid fonksiyonları aydınlatılamamış olup kadınların boynunu güzelleştiren bir yapı olduğu bile ileri sürülmüştür (2). Tiroid cerrahisi 19. yüzyılın ortalarına kadar % 40’ın üzerinde mortalite ile yapılmıştır. Bu dönemden sonra genel anestezi, asepsi ve hemostazdaki gelişmeler ile tiroid cerrahisindeki mortalite oranları anlamlı derecede düşüş göstermiştir. Tiroid cerrahisinin baş mimarları Emil Theodor Kocher (1841-1917) ve C.A. Theodor Billroth (1829-1894) binlerce tiroid ameliyatını giderek artan başarı oranları ile gerçekleştirmişlerdir (2). Billroth, yaptığı tiroidektomilerde mortalite nedenlerini sıklıkla tetani olarak göstermiştir. Eiselberg, bu komplikasyonun paratiroidlerin çıkarılmasına bağlı olduğunu ve William Halsted, Billroth’un fazla kanlı ortamda ve hızlı çalıştığını, dolayısı ile paratiroidleri koruyamadığını ileri sürmüştür (2). Theodor Kocher 1883 yılında 101 vakalık ilk serisini yayınlamıştır. Bunların 18’ine total tiroidektomi yapmıştır. Total tiroidektomiden sonra miksödem geliştiğini göstermiş ve bunu “cachexia strumipriva” olarak adlandırmıştır. Ancak bunun nedenini, ameliyat sırasındaki trakeal travma sonucu ortaya çıkan kronik solunum sıkıntısı olarak göstermiştir. Miksödemin total tiroidektomi sonrasında tiroid fonksiyonlarının ortadan kalkmasına bağlı olduğunu ilk vurgulayan Felix Semon’dur (2). Kocher, tiroidin patofizyolojisine ve cerrahisine olan katkıları nedeni ile 1909 yılında Nobel tıp ödülünü kazanan ilk ve tek cerrah olmuştur (2-4). George Murray’ın 1891 yılında koyun tiroidinden hazırlanan ekstreleri kullanmasından yaklaşık 30 yıl sonra Kendall tiroksini izole etti. Berger’in 1930 yılında 4 tiroksini sentezlemesi ve tiroksinin tedaviye girmesi ile total tiroidektomiye bağlı hipotiroidizm büyük ölçüde sorun olmaktan çıktı (2,16). Yirminci yüzyılın başlarından itibaren bilateral selim tiroid hastalıklarında subtotal tiroidektomi dünyada uygulanan standart prosedür haline gelmiştir ve 1980’li yıllara kadar uygulanmıştır (4). Bu dönemden sonra nüks tiroid patolojilerinin sayısının artması ve görüntüleme yöntemlerindeki ilerlemeler sonucunda, selim tiroid hastalıklarında total tiroidektomiler gündeme gelmiştir (1,4). 2.2. TİROİD BEZİ ANATOMİSİ Yenidoğanda ortalama 1.5 gr ağırlığında olan tiroid bezi, 16 yaşına kadar büyüyerek erişkinde ortalama 15-20 gr ağırlığına ulaşır. Kadınlarda daha ağır olup menstruasyon ve gebelik döneminde büyüme gösterir (18). Tiroid bezi, endokrin bezlerin en büyüğü olup, farinks, larinks, özefagus ve trakeanın anterior ve lateral yüzeylerini sarar. Tiroid iki lateral lob ve bunları birleştiren istmustan oluşur. Her bir lateral lobun boyu 4-5 cm, eni 2-3 cm, kalınlığı 2-4 cm olup, istmusun kalınlığı 0.2-0.6 cm’dir. Her bir lob trakea lateralinde yer alıp; superiorunda tiroid kartilajı, lateralinde karotis kılıfı ve sternokleidomastoid kası, anteriorunda strap kaslar (sternotiroid, sternohiyoid, tirohyoid) bulunur (2). Toplumda yaklaşık % 80 oranında koni şeklinde piramidal lob bulunur ve genellikle istmus ve hiyoid kemik arasında yer alır (18). Tiroid yüzeyden derine doğru; deri, süperfisyal fasya, platisma kası, derin boyun fasyasının yüzeyel tabakası ve bu tabakanın örttüğü sternokleidomastoid, omohiyoid, sternohiyoid ve sternotiroid kasları tarafından örtülür. Tiroid bezi komşu organlardan rahatlıkla ayrılabilir konumdadır. Ancak lateral süspansör ligament (Berry ligamenti) aracılığı ile krikoid kıkırdak ve üst trakeal halkalara sıkıca yapışıktır (19). Normal tiroid dokusu yumuşak, açık şarap kırmızısı renginde olup, ince bir kapsülle sarılıdır. Bağ dokusundan oluşan bu kapsül bezin içine doğru septalar halinde uzanır ve organın stromasını oluşturur. Bu, tiroid bezinin gerçek kapsülü olarak adlandırılır. Bunun dışında yalancı kapsül (ya da cerrahi kapsül) bulunur ve bu doku, derin servikal fasyadan 5 oluşan pretrakeal fasyanın uzantısıdır (7-9). Pretrakeal fasya tiroid bezinin anterior ve lateralinde kalın ve iyi gelişmiş olmasına rağmen, posteriorda ince ve gevşektir. Bu nedenle tiroid bezi sıklıkla posteriora doğru büyür (9). Pretrakeal fasya her iki tiroid lobunun posteriorunda kalınlaşarak lobları krikoid kartilaja sabitler. Bu kalınlaşan bölüme Berry ligamenti adı verilir. Yalancı kapsül tiroidektomi sırasında çıkarılamaz (9). Süperior paratiroid bezler tiroidin gerçek ve yalancı kapsülü arasında yer alırken, inferior paratiroid bezler tiroidin parenkiminde, gerçek ve yalancı kapsül arasında ya da yalancı kapsül dışında yer alabilmektedirler (20). 2.2.1. Damarlar Tiroid oldukça vasküler bir organdır; kan akım hızı 5 ml/g/dak’dır. Asıl, süperior ve inferior tiroid arterler tarafından beslenir. İma arteri, tiroidin kan akımına katkıda bulunan üçüncü bir arter olup %1.5-12.2 oranında görülmektedir (8). Tüm vasküler yapılar gerçek ve yalancı kapsül arasında yer alır ve tiroid parenkimi içinde birbirleriyle anastomoz yaparlar (18). Süperior tiroid arter, eksternal karotis arterin ilk dalıdır. Karotis üçgen içinde tiroid kıkırdağın hemen üstünde ve hiyoid kemiğin büyük boynuzunun hemen altında, eksternal karotis arterin ön yüzünden ayrılarak öne ve aşağı doğru seyreder. Süperior tiroid arter infrahiyoid, sternokleidomastoid, süperior laringeal, krikotiroid ve inferior faringeal konstriktör dallarını verdikten sonra tiroidin süperior kutbuna anteromedialden terminal dallarına ayrılarak girer. Süperior tiroid arter krikotiroid ve krikofaringeus kaslarını inerve eden süperior laringeal sinirin eksternal dalı ile paralel seyreder. Üst polde süperior tiroid arter anterior ve posterior dallarına ayrılır; ancak bazen lateral dalı da görülebilir. Anterior dal karşı tarafın arterleri ile anastomoz yaparken; posterior dal inferior tiroid arterin dalları ile anastomoz yapar. Aynı zamanda posterior daldan süperior paratiroid arteri besleyen küçük bir dal çıkar (18,19,20). İnferior tiroid arter, subklavian arterin dalı olan tiroservikal trunkustan çıkar, %15 oranında direkt subklavian arterden de çıkabilir (Şekil 1). Karotis kılıfının arkasından yukarı 6 doğru seyreder, krikoid kıkırdak seviyesinde mediale doğru karotis arteri arkadan çaprazlayarak döner ve aşağı doğru inerek tiroidin alt kutbu hizasına gelir; buradan tekrar yukarı dönerek tiroide ulaşır. Tiroide girmeden önce inferior ve süperior dallarına ayrılır. İnferior dal sıklıkla alt paratiroidi ve tiroidin alt polünü besler, süperior dal tiroidin posteriorunu besler ve süperior tiroid arter ile anastomoz yapar. Rekürren laringeal sinir inferior tiroid arterin anteriorundan, posteriorundan ya da dalları arasından geçebilir (7-9). İnferior tiroid arter sağda % 2, solda % 5 oranında görülmeyebilir (9,10). Nadiren çift inferior tiroid arter görülebilir (21). A. tiroidea ima, sıklıkla brakiosefalik trunkustan çıkabildiği gibi arkus aorta ve sol ortak karotis arterden de çıkabilir. Trakeanın önünden seyrederek isthmusu besler (18-20). 7 Şekil-1: Tiroid bezinin anatomisi 2.2.2. Venler ve Lenfatikler Tiroid dokusu içindeki venler küçük çaplı olup kapsüler bölgeye geldiklerinde büyürler ve aralarında çok sayıda anastomoz yaparlar. Böylece tiroid dokusunun yüzeyinde venöz bir ağ oluşur. Bu kapsüler venöz ağ üç çift vene drene olur (18-20). Süperior tiroid veni, süperior tiroid artere eşlik eder, üst polden çıkarak internal juguler vene drene olur. Orta tiroid veni, eşlik eden arteri yoktur. tiroidin lateral yüzeyinden çıkarak internal juguler vene drene olur (şekil 1). Bu ven hiç olmayabilir ya da nadiren çift olabilir. İnferior tiroid veni, tiroidin inferior polünü bir veya birkaç dal şeklinde ya da karşı tarafın venleriyle birleşerek pleksus halinde drene eder. Çoğunlukla innominat vene ya da brakiosefalik vene açılır (Şekil 1). İnferior tiroid veni özellikle trakea önünde pleksus halinde ise trakeotomi sırasında kanayabilmektedir. Tiroidin lenfatikleri interlobüler bağ dokusunda yer alıp arterler etrafında seyreder. İntraglandüler lenfatik kapillerler önce subkapsüler toplayıcı lenf kanallarına, daha sonra isthmus ve diğer lobla ilişkide olan kapsüler lenf damarlarına drene olurlar. Buradan tiroid dışına prelaringeal, pretrakeal ve paratrakeal lenf nodlarına ve lateralde derin servikal lenf nodlarına drene olurlar (18,19). 2.2.3. İnervasyon Tiroidin inervasyonu otonom sinir sisteminin sempatik ve parasempatik dalları tarafından sağlanır. Sempatik lifler süperior, orta ve inferior servikal ganglionlardan gelir ve tiroidi besleyen damarlara eşlik ederek dokuya ulaşırlar. Parasempatik lifler vagus kaynaklı olup, kardiak ve laringeal dallar ile tiroide ulaşırlar (18-20). 8 2.2.4. Anatomik Komşuluklar 2.2.4.1. Fasya ve Kaslar: Tiroidin lateralinde sternokleidomastoid kası, anteriorunda sternohiyoid ve sternotiroid kasları bulunur. Sternohiyoid, sternotiroid ve tirohyoid kasları strap kaslar olarak bilinir. Bir çok kaynakta omohiyoid kası da strap kaslar grubuna dahil edilirler (19). Sternohiyoid ve sternotiroid kaslar orta hatta tam olarak birleşmezler. Bu nedenle bu kasları saran derin boyun fasyasının yüzeyel tabakası ile tiroidi saran derin boyun fasyasının orta tabakası birbirleri ile temas halindedir. Bu sınırlı alanda derin servikal fasyanın yüzeyel tabakası üzerinde sadece subkutan doku (boyunun yüzeyel tabakası) bulunur (18,19). Tiroidektomi esnasında tiroidin üst polüne ulaşmakta zorluk çekilen olgularda strap kaslarının kesilmesi gerekebilir. Bunun için sternokleidomastoid ve sternotiroid kasları arasındaki fasya vertikal olarak açılır. Bu şekilde sternokleidomastoid kası laterale, sternohiyoid kası mediale çekilebilir. Sternohyoid ve sternotiroid kaslarının motor inervasyonu çoğunlukla kasların inferiorundan giren ansa servikalisin dalları tarafından sağlanır; bu nedenle strap kaslar mümkün olan en üst düzeyden kesilirse kasların büyük bir kısmının motor innervasyonu korunmuş olur (18,19). Sternohyoid kası dil, farinks ve larinksin hareketleri sırasında hiyoid kemiğin sabit durmasını sağlar. Sternotiroid kası yutkunma sırasında hiyoid kemik ve larinksi aşağı çeker (18). 2.2.4.2. Sinirler: Tiroid, inferior laringeal sinir (rekürren laringeal sinir), süperior laringeal sinirin eksternal dalı ve servikal sempatik zincir ile yakın komşuluktadır. Dolayısıyla tiroid cerrahisi sırasında travmaya uğrayabilirler. 9 Rekürren Laringeal Sinir (İnferior Laringeal Sinir): Sağ ve sol rekürren laringeal sinirler tiroid bezine oldukça yakın seyrederler (Şekil 2). Sağda vagus siniri subklavian arterin önünden geçerken rekürren laringeal sinir dalını verir. Sağ rekürren laringeal sinir subklavian arterin etrafında dönerek yukarı doğru trakeözefageal olukta seyreder. Tiroidin sağ lobunun posteriorundan geçerek krikotiroid kıkırdak arkasından larinkse girer. Solda vagus siniri arkus aortayı geçtikten hemen sonra rekürren laringeal sinir dalını verir. Sol rekürren laringeal sinir aorta etrafında dönerek yukarı doğru trakeözefageal olukta seyreder ve sağ rekürren laringeal sinir gibi larinkse girer. Her iki tarafta da rekürren laringeal sinirler, inferior tiroid arteri tiroidin alt 1/3’ü hizasında çaprazlarlar. Rekürren laringeal sinir krikotiroid kas dışındaki laringeal kasları (vokal kord abdüktörleri olan internal aritenoid ve tiroaritenoid kaslar, vokal kord addüktörleri olan lateral ve posterior krikoaritenoid kaslar) innerve eder (18-21). ‘Tubercle of Zuckerkandl’ tiroid bezinin lateral lobunun posterior uzantısı olup Berry ligamanına komşudur. Tiroidektomi vakalarının %14-55’inde görülmüştür. Cerrahideki önemi rekürren laringeal sinirin ‘tubercle of Zuckerkandl’ posteromedialinden seyretmesidir. Ayrıca total tiroidektomi yapılan vakalarda her iki lobun posteriorunda aranması gerektiği de unutulmamalıdır (4,21). 10 Şekil-2: İnferior tiroid arter,dalları ve rekürren laringeal sinir 11 Rekürren laringeal sinirin pek çok varyasyonları vardır. Bu da tiroidektomi sırasında sinir hasarı riskini arttırmaktadır. Rekürren laringeal sinir trakeözefageal olukta (% 50- 77), paratrakeal alanda (% 17-40), paraözefageal alanda (% 6) ya da tiroid parenkimi içinde (% 4) seyredebilir (13). Rekürren laringeal sinir krikoid kartilaja yakın lokalizasyonda larinkse girmeden iki ya da üç dala ayrılabilir; bu nedenle tiroidektomi sırasında dalların da korunması gerekir (22). Tiroidin üst 1/3 lokalizasyonunda rekürren laringeal sinir Berry ligamanı içine gömülü olabilir. Rekürren laringeal sinir tiroidin orta 1/3’ü hizasında inferior tiroid arteri çaprazlar; arterin önünden (%40), arkasından (%50) ya da dallarının arasından (%10) geçebilir (2,23). Çok ender olarak rekürren laringeal sinir servikal bölgede vagustan ayrılır ve ‘nonrekürren’ laringeal sinir adını alır. Bu anomali sağda %0.6, solda %0.04 oranında görülür. Vagustan ayrılan ‘non-rekürren’ laringeal sinir ortak karotis arteri arkadan çaprazlayarak, yukarıda süperior tiroid damarlar hizasında ya da aşağıda inferior tiroid arter etrafında dönerek krikotiroid kasın posteriorundan larinkse girer. Bu anomali embriyonel hayatta gelişen vasküler anomaliler sonucu ortaya çıkar. 12 Şekil-3: İnferior tiroid arter ile rekürren laringeal sinir arasındaki ilişkiler Sağ ‘nonrekürren’ laringeal sinirle beraber görülen anomaliler aberran subklavian arter varlığı ve innominat arter yokluğudur. Sol ‘non-rekürren’ laringeal sinire eşlik eden anomaliler situs inversus ve sağ yerleşimli arkus aortadır (2,19,20,21,24). Aynı tarafta rekürren ve ‘non-rekürren’ laringeal sinirin beraber olduğu bildirilmiştir; bu olgularda vasküler anomali saptanmamıştır (19,20). Tablo-1: İnferior tiroid arter ile rekürren laringeal sinir arasındaki ilişkiler İnferior laringeal sinir Taraf Oran İnferior laringeal sinir Taraf lokalizasyonu Oran lokalizasyonu Trakeoözefageal aralıkta Sağ %64 İnferior tiroid arter dalları Sağ %7 Trakeanın lateralinde Sol Sağ %77 %28 arasında Arterin arkasında Sol Sağ %6 %53 Trakeanın önünde Sol Sağ %17 %8 Arterin önünde Sol Sağ %69 %37 Sol %6 Sol %24 Süperior Laringeal Sinir: Kafatası kaidesi civarında vagustan ayrılır, karotis damarların medialinden aşağı doğru iner ve hiyoid kemik hizasında internal ve eksternal olmak üzere iki dala ayrılır. İnternal dal duyu dalı olup tirohiyoid membranı delerek larinkse girer, bu dal epiglot ve larinksin duyusunu sağlar. Eksternal dal inferior faringeal konstriktör kasın lateral yüzeyinden aşağı döner ve süperior tiroid damarlar ile birlikte seyrederek krikotiroid kasa girer; bu dal krikotiroid ve krikofaringeus kasının motor inervasyonunu sağlar (19,20). Süperior laringeal sinirin eksternal dalı, krikotiroid kasları ve buna bağlı olarak vokal kordları gererek sesin tarzını belirler. Sinire olan travma sonucu o taraftaki vokal kord ‘flask’ hale gelir. Böylece hastalar konuşurken çabuk yorulur ve tiz sesleri yeteri kadar çıkaramazlar 13 (19,20). Servikal Semptaik Zincir: İnferior tiroid arter krikoid kıkırdak düzeyinde mediale doğru dönerken servikal sempatik zinciri çaprazlar. Genellikle rekürren laringeal siniri zedelememek için inferior tiroid arterin lateralde bağlanması çabası sırasında servikal sempatik zincir travmaya uğrayabilir. Hasarı Horner sendromuna yol açar (19,20). 2.2.4.4. Paratiroid Bezler Paratiroidlerin yerleşimi ve makroskopik görünümlerinin iyi bilinmesi, tiroid cerrahisi sırasında korunmaları için en önemli adımdır. Paratiroidler % 80 oranında dört tanedir. Her bir paratiroid ortalama 40 mg ağırlığındadır. Küresel, oval ya da fasulye şeklinde olabilirler. Genelde kirli sarı renktedir (18,20). Üst paratiroidler % 80-85 oranında tiroidin posteriorunda inferior tiroid arterin tiroide girdiği yerin 1 cm üstünde, %13 oranında üst polün posteriorunda, % 1 oranında üst polün süperiorunda ve % 1-4 oranında özofagus ve farinksin posteriorunda bulunabilirler. Alt paratiroidler % 60 oranında alt polün posterior ya da lateralinde, % 26 oranında tirotimik ligamanda, % 7 oranında tiroidin orta 1/3 lokalizasyonunda, % 2 oranda timusda mediastinum içinde yer alırlar (19,20). Üst paratiroidlerin % 80’i inferior tiroid arterden, % 15’i süperior tiroid arterden, % 5’i bu iki arter sisteminin oluşturduğu anastomozlardan beslenirler. Alt paratiroidlerin % 90’ı inferior tiroid arterden, %10’u süperior tiroid arter ya da iki arterin oluşturduğu anastomozlardan beslenirler (19). 2.2.4.5. Trakea Trakea, krikoid kıkırdağın hemen altından başlar. Anteriorunda 2, 3, ve 4. halkaları ile tiroid istmusuna komşudur. Trakea lateralde tiroid lobları, posterolateralde rekürren laringeal sinirler ve posteriorda özofagusla yakın komşuluk gösterir (19). 14 2.3. BENİGN TİROİD BEZİ HASTALIKLARI 2.3.1.1. NONTOKSİK NODÜLER GUATR Çeşitli patolojileri içerebilen tiroid nodülleri, en sık görülen tiroid hastalığıdır. Normal boyutlarda ya da büyümüş tiroidde tek bir nodül varsa soliter nodüler guatr, birden çok nodül varsa multinodüler guatr (MNG) denir. Guatrlar endemik ya da nonendemik olarak snıflandırılırlar. İyot eksikliği olan bölgelerde nüfusun %10’undan fazlasında guatr ortaya çıkıyorsa, bu guatrlar endemik guatr olarak adlandırılır. İyot kaynakları yeterli olan ülkelerde ise, insanlara yiyecek ve ilaçlarla fazla miktarda iyot verildiğinde tiroid hormon sentezi azalır ve guatr gelişir; bu guatrlar da nonendemik guatr olarak adlandırılır (2,3,26). Diffüz ve nodüler guatr patogenezinde, yeni folikül oluşumu için foliküler epitel hücrelerinin proliferasyonu esastır. Neoplazik olmayan tiroid büyümesinde tiroid uyarıcı hormonun (TSH) etkisi ve tiroidi büyüten immunglobulinler üzerinde durulmaktadır. Deneysel çalışmalarda nodüler guatrlarda epidermal büyüme faktörü, fibroblast büyüme faktörü ve transforming büyüme faktörü β’nın arttığı gösterilmiştir (27). Tiroid, trofik uyaranlara önce diffüz, daha sonra fokal hiperplazi şeklinde cevap verir. Sonuçta hemoraji ve nekrozla beraber yeni fokal hiperplazi ve regresyon bölgeleri gelişerek multinodüler guatr ortaya çıkar. TSH ve tiroidi büyüten immunglobulinlerin etkisi ile büyüme, dejenerasyon, kanama, kolloid birikimi ve stromal dokunun büzülmesi yıllar içinde gelişir ve sonuçta morfolojik ve fonksiyonel olarak farklı alanlar içeren büyük multinodüler guatrlar ortaya çıkar (2,27). Nontoksik Nodüler Guatr Tedavisi: Soliter nodüler guatrlarda, ince iğne aspirasyon biyopsisi ile değerlendirilen 1.5 cm’in üzerindeki nodüllerde hem klinik hem de sitopatolojik malignite kriterleri yoksa medikal tedavi ile izlem yapılabilir. Diffüz ve ötiroid guatrlarda süpresyon tedavisinin yararı olmakla birlikte, özellikle soliter nodüllerde bu tedavinin yararı sınırlıdır (28). Supresyon uygulanan hastalar yakından izlenmeli, her yıl ultrasonografi ile nodülün büyüyüp büyümediği belirlenmeli ve sitopatolojik olarak değerlendirilmelidir. Tedavi altında iken büyüyen nodülde 15 tek tedavi cerrahi tedavidir (2,29). Multinodüler guatrlarda kötü kozmetik görünüm, hava yolu tıkanıklığı, malignite şüphesi varsa cerrahi tedavi önerilmektedir. Baş ve boyuna radyasyon almış veya ailede tiroid kanseri öyküsü olan multinodüler guatrlı hastalarda kanser riski % 40’dır; ayrıca bu hastaların yarısında kanser dominant nodül dışındaki bir bölgede yerleşmiştir. Bu hastalara da cerrahi tedavi endikedir. Küçük asemptomatik MNG’de ultrasonografi ile izlem yapılabilir. Büyüyen nodüller ince iğne aspirasyon biyopsisi ile malignite gelişimi açısından takip edilirler (2,26). 2.3.2. TOKSİK NODÜLER GUATR Toksik adenom ve toksik multinodüler guatrlarda tirotoksikoz, tiroidden otonom bir biçimde aşırı hormon salgısı sonucu gelişir. Tedavi Toksik adenomlarda uzun süreli medikal tedavi ile kalıcı remisyon elde etme oranı çok düşüktür. I-131, yüksek dozlarda etkin olup nodül çapı arttıkça gereken doz miktarı da artmaktadır. Dolayısıyla toksik adenomlarda medikal tedavi ile ötiroid hale gelen hastalarda cerrahi tedavi ilk seçenek olmalıdır (2,3,27). Toksik MNG’de medikal tedavi ile kalıcı remisyon oranı % 5’den daha azdır. Bir çalışmada antitiroid ilaçların kesilmesi ile hastaların 5 ay içinde tekrar hipertiroidili hale gelme oranının % 95 olduğu belirtilmiştir (29). Toksik MNG’de iyot alımı çok düşüktür, bu nedenle yüksek dozlarda I-131’e gereksinim duyulur. Toksik MNG’de tedavi seçimini, guatrın büyüklüğü ve bası semptomlarının varlığı önemli derecede etkiler. Diğer bir nokta da toksik MNG’de % 3-5 oranında kanser görülebilmesidir. Tüm veriler göz önüne alındığında toksik MNG’de tedavi şöyle yönlendirilebilir: Çabuk kontrol gerektirmeyen hafif veya orta derecede hipertiroidizm bulguları olan yaşlı hastalarda ve cerrahi kontrendikasyon taşıyan hastalarda ilk seçenek I-131 tedavisi olabilir; kanser şüphesi, büyük guatr, bası semptomu, düşük I-131 alımı, hızlı kontrol gerektiren ve şiddetli hipertiroidizm bulguları olan hastalarda cerrahi tedavi ilk seçenektir (2,29). 16 2.3.3. GRAVES HASTALIĞI Graves hastalığı, difüz toksik guatrdır. Tirotoksikozun en sık görülen nedenidir. Klasik triadı toksik difüz guatr, oftalmopati ve pretibial miksödemdir. Nedeni bilinmeyen otoimmün bir hastalıktır. Patogenezinde T lenfositlerinin tiroid içindeki antijenlere karşı duyarlı hale gelmesi sonucu B lenfositlerinin bu antijenlere karşı antikor oluşturmasını uyarması yer alır (2,3,29). Tedavi Graves hastalığında üç tedavi seçeneği vardır: Medikal tedavi, I-131 tedavisi ve cerrahi tedavi. Medikal tedavi iki amaçla kullanılmaktadır; hastalığı kesin tedavi etmek ve hastaları diğer tedavi yöntemine hazırlamak. Medikal tedavide kullanılan ilaçlar propiltiyourasil, metimazol ve karbimazoldür. Teorik olarak 30 yaşın üstünde olan ve kontrendikasyon taşımayan tüm hastalarda I-131 tedavisi ilk seçenek olabilir. Graves hastalığında cerrahi tedavi şu durumlarda tercih edilmelidir (2,3): -Medikal tedaviye bağlı komplikasyon gelişmesi -Medikal tedaviye yetersiz yanıt -Medikal tedaviden sonra rekürrens olması -I-131 tedavisinde kontrendikasyon olması -Graves hastalığı ile beraber soğuk nodül varlığı -Graves hastalığı ile beraber kanıtlanmış kanser varlığı 17 2.3.4. TİROİDİTLER Tiroiditler akut bakteriyel enfeksiyonlardan kronik otoimmün hastalıklara kadar uzanan geniş bir yelpazeyi kapsar. Tiroiditler hastalığın başlangıç hızına, semptom ve bulguların şiddeti ve süresine göre akut, subakut ve kronik tiroiditler olarak 3 ana grup altında sınıflandırılırlar(2,3,27) . 1.AKUT TİROİDİTLER 2.SUBAKUT TİROİDİTLER Subakut granülamatöz tiroidit (De Quervain tiroiditi) Subakut lenfositik tiroidit (Sessiz tiroidit) 3.KRONİK TİROİDİTLER Kronik lenfositik tiroidit (Hashimoto tiroiditi) İnvazif fibröz tiroidit (Riedel struma) Tedavi Tiroiditlerde tedavi medikaldir. Hashimoto tiroiditinde bası semptomu ya da malignite şüphesi varsa cerrahi tedavi endikedir. Riedel tiroiditinde bası semptomlarını ortadan kaldırmak için isthmektomi yapılabilir(2,27). 18 2.4. KALSİYUM METABOLİZMASI Sağlıklı, 70 kg ağırlığındaki bir erişkinde yaklaşık 1200 gr kalsiyum bulunur. Bunun % 99’u kemik dokusunda bulunmaktadır. Geri kalanın büyük bir kısmı (% 0.6) hücre içinde, % 0.1’i (1.3 gr) de hücre dışı sıvıdadır. Kemikteki kalsiyum, hidroksiapatit kristalleri şeklinde bulunur. Bu kristallerin çevresi, içinde kalsiyum ve fosfat iyonlarının bulunduğu ince bir su tabakası ile kaplıdır. Kemik, hücre dışı kalsiyum ile osteoklastların aracılık ettiği rezorbsiyon ve yüzey tabakasındaki difüzyonel değişim yoluyla dinamik bir denge içindedir. Hücre içi kalsiyum çoğunlukla, bileşik ve zar yapısındaki çeşitli bağlarla bağlanmış durumdadır. Hücre içindeki serbest iyonize kalsiyum konsantrasyonu, yaklaşık 20-100 nmol/lt’dir. Kalsiyumun hücre içi konsantrasyonunun korunması, kalsiyumun endoplazmik retikulum, mitokondri gibi hücre içi organellere ve aynı zamanda da hücre dışına pompalayan güçlü bir aktif transport mekanizması ile sağlanır. Hücre içindeki iyonize kalsiyum ikincil mesaj fonksiyonlarında önemli bir rol oynar ve bir çok enzimin işlevinde düzenleyici görev yapar. Total vücut kalsiyumunun sadece küçük bir bölümü hücre dışı sıvıda bulunmasına karşın, plazma iyonize kalsiyumunun müsküler ve kardiyak uyarım üzerine önemli etkileri vardır. Normal koşullarda plazma kalsiyum düzeyi 8.5-10.5 mg/dl yada 4.5- 5.0 mEq/L’dir. Kalsiyumun % 50’si yani 2-2.5 mEq/L’si fizyolojik olarak aktif olan, bağlı olmayan iyonize kalsiyumdur. Toplam plazma kalsiyumunun %10 yada 0.9-1.0 mg/dl’si bikarbonat, sitrat ve fosfata bağlıdır. Kalan % 40 kalsiyum plazma proteinlerine (albumin, globulin) bağlıdır. Normal koşullarda kalsiyum diyetle alınır. Erişkin bir erkek günde 200- 3000 mg, ortalama 900 mg kalsiyum almaktadır. Kadınlarda ise alınan kalsiyum miktarının sınırları 100-1700 mg arasında olup, ortalama 550-700 mg/gün’dür. Kalsiyum alımı yaşın ilerlemesi ile birlikte azalır ve 65 yaş üstünde yukarıdaki değerlerin üçte ikisi düzeyine düşer. Diyetle alınan kalsiyumun % 30-40’ı barsaklardan emilir. Oral alımın 900 mg/gün olduğu durumlarda barsaklardan emilen miktar 350 mg/gün’dür. Kalsiyum emiliminin büyük bölümü incebarsakların proksimalinden (duodenum, jejunum), az bir bölümü de ileum ve kolondan olur. Kalsiyum emilimi, oral olarak alınmasından sonraki 4 saat içinde tamamlanır. Kalsiyum barsak lümeninden hücre içine pasif mekanizmalarla emilir. Kalsiyum hücre içine girdikten 19 sonra, enerji gerektiren bir mekanizmayla, muhtemelen Ca-ATPaz pompasıyla bazolateral membrandan dışarı pompalanır. Günde 150 mg kalsiyum barsak lümenine geri salınır. Sonuçta kalsiyumun hücre dışı sıvıya ulaşan net miktarı tek yönlü emilimi (350 mg/gün) ve salınımı (150 mg/gün) arasındaki farka (200 mg/gün) eşittir. Kalsiyumun diyetle alınan miktarı arttıkça emilimi de artar; ancak diyetle alınan miktarı kısıtlandığında, gaita ve idrarla zorunlu olarak kalsiyum atılımı devam ettiğinden (idrarla atılan kalsiyum 200 mg/L’dir), negatif bir kalsiyum dengesi oluşur. Bu durum diyetle sürekli 400 mg/gün altında kalsiyum alınmasıyla oluşur. Plazma kalsiyum düzeyi; hormonların, fosfat iyonlarının ve D vitamininin kontrolü altındadır. Tirokalsitonin, kemik rezorbsiyonunu inhibe ederek, serum kalsiyum düzeyinin düşmesine neden olur. Fosfat iyonları, plazmada kalsiyum iyonları ile belirli bir dengede bulunmaktadır. Fosfat iyonlarında artma kalsiyum iyonlarında azalmaya; azalma ise kalsiyum iyonlarında artmaya neden olmaktadır. Vit D, barsaklarda kalsiyum ve fosfor emilimini arttırır. parathormon salınımını azaltır. Doğrudan kemik rezorbsiyonunu arttırabileceği gibi, bunu parathormon aracılığıyla da yapabilir. Böbreklerden fosfat atılımını kalsiyum geri emilimini arttırır (30). 20 2.5. TİROİD BEZİ CERRAHİSİ 2.5.1. Endikasyonlar Tiroid hastalıklarında bası semptomlarının varlığı, kötü kozmetik görünüm, hipertiroidizm ve malignite varlığı cerrahi tedavi endikasyonlarını oluşturur. Hipertiroidizme neden olan toksik multinodüler guatrda cerrahi tedavi ilk seçenektir. Graves hastalığında medikal tedaviye yanıt alınamıyorsa, I-131 tedavisi kontrendike ya da medikal tedavi sonrası rekürrens oluşmuş ise cerrahi tedavi tek seçenektir. Nontoksik nodüler guatrlarda kanıtlanmış malignite, bası semptomları ya da kötü kozmetik görünüm varsa cerrahi tedavi endikedir. Ayrıca süpresyon tedavisine yanıt alınamayan veya nodüllerde büyüme saptanan hastalarda cerrahi tedavi endikasyonu konabilir. Hashimoto ve Riedel tiroiditinde bası semptomu ya da malignite bulgusu varsa cerrahi tedavi gerekebilir (2,3,21). Tiroidektomi endikasyonları: - Hipertiroidi - Nontoksik nodüler guatr - Toksik soliter nodüler guatr - Toksik multinodüler guatr - Basedow Graves hastalığı - Soliter nodüler guatr - Multinodüler guatr - Tiroid kanseri - Tiroiditler 21 2.5.2. Ameliyat Öncesi Hazırlık Tiroidektomi planlanan her hasta genel anesteziye uygun konumda olmalı ve bu yönde hazırlanmalıdırlar. Tüm hastalar operasyon zamanında ötiroid hale getirilmeliler. Bu durum hipertiroidik hastalarda antitiroid ilaçlar, beta blokerler ve iyot solüsyonu ile sağlanabilmektedir. Ses problemi olan ya da önceden boyun bölgesi ameliyatı olan tüm hastalara indirekt laringoskopi yapılmalıdır (21,31). 2.5.3. Cerrahi Teknik Tiroid ameliyatları kansız bir ortamda yapılmalıdır. Bu şekilde tiroidin komşu olduğu hayati yapılar daha net görüntülenir. Kural olarak diseksiyona önce patolojinin olduğu lobdan başlanır. Böylece burada oluşabilecek bir sinir zedelenmesi, karşı tarafta sınırlı bir cerrahi ile bilateral sinir hasarından kaçınılmasını sağlayacaktır (31,32). Tiroidektominin sınırı pek çok faktöre göre değişkenlik gösterir. Hangi ameliyatın yapılacağı özellikle şu iki faktöre bağlıdır: 1- Tiroid bezinin hastalığı 2- Tiroid bezinin anatomisi Tiroid veya paratiroid kanserinde, ciddi oftalmopatisi olan hastalarda, reoperasyon riskini göze almak istemeyen ve radyoaktif iyot tedavisini kabul etmeyen hastalarda total tiroidektomi endikedir. Total tiroidektomi amaçlanan, ancak çevre dokulara zarar vermeden diseksiyonun yapılamadığı durumlarda her iki lobda ya da tek lobda rekürren laringeal sinire komşu çok az bir tiroid dokusu bırakılarak yapılan tiroidektomi totale yakın tiroidektomi olarak adlandırılmaktadır. Subtotal tiroidektomi ise sıklıkla uygulanan teknik olup 2 tipi mevcuttur: Bilateral subtotal lobektomi (her iki lobda da yaklaşık 2-4 gr doku bırakılır) ve Hartley-Dunhill Prosedürü (bir tarafa total lobektomi ve isthmektomi yapılır, diğer tarafta yaklaşık 2-4 gr doku bırakılır) (4,17,21). Tiroid cerrahisinde total tiroidektomi, subtotal tiroidektomi, totale yakın tiroidektomi, total lobektomi ya da subtotal lobektomi uygulanan tekniklerdir. 22 2.5.4. Pozisyon Hastalara verilecek olan pozisyon hem rahat ameliyat olanağı sağlamalı hem de boyun venöz basıncını arttırmayacak şekilde olmalıdır. Hasta yarı oturur pozisyonda ve sırtı 20 derece yükseltilmiş olmalıdır. Bu sadece iyi bir görüş sahası için değil, aynı zamanda boyun venlerindeki basıncı düşürerek perioperatif kanamayı en aza indirmeyi amaçlar. Omuzların geriye düşmesini ve boyunda uygun ekstansiyon sağlamak için her iki skapula arasına yaklaşık 10 cm çaplı orta sertlikte bir yastık da yerleştirilebilir. Boyun ekstansiyona getirilir. Böylece tiroid öne ve yukarı doğru hareket eder ve daha belirgin hale gelir. Postoperatif dönemde boyun ağrısını önlemek için oksipital kemiğin altına simit şeklinde hazırlanmış bir destek ve boşta kalan enseye rulo yapılmış bir örtü yerleştirilir. Omuzları yükseltilmiş hastada her iki kolun abdüksiyona getirilmesi brakial pleksus yaralanmalarına yolaçabileceğinden, bir kol hastanın damar yolu ve kan basıncı ölçümleri için açık bırakılarak diğer kolun addüksiyona getirilmesi uygundur (32). Anterior ve lateral boyunun tamamı ve üst toraks antiseptik solüsyonla temizlenir. Daha sonra ameliyat sahası açık kalacak şekilde hastanın tamamı steril örtülerle kapatılır. 2.5.5. İnsizyon İdeal kesi hem tiroidektominin kolay yapılmasını sağlamalı hem de iyi bir kozmetik görünümle sonuçlanmalıdır. En sık kullanılan kesi boyundaki cilt kıvrımlarına paralel olarak yapılan transvers Kocher kesisidir. Buna kolye kesisi adı verilmektedir. Kesi yeri seçilirken önce boyunun vertikal plandaki orta hattı belirlenmelidir. Orta hat krikoid kıkırdağın 1-1.5 cm altı ya da suprasternal çentiğin 1.5-2 cm üstüdür. Orta hattaki bu noktadan başlayarak her iki laterale doğru transvers planda ilerlenerek kesi yeri ince bir çizgi halinde çizilir. Kesinin uzunluğu 4-6 cm olmalı ve her iki tarafta da sternokleidomastoid kasının anterior sınırına kadar uzanmalıdır (31,32). 23 2.5.6. Fleplerin Hazırlanması Cilt, ciltaltı ve platisma transvers olarak geçilir. Üst ve alt flepler ‘subplatismal’ planda anterior juguler venlerin önünden hazırlanır (platisma ile derin servikal fasyanın yüzeyel tabakasındaki alan). Flepler üstte tiroid kıkırdağa, altta suprasternal çentiğe kadar serbestleştirilmelidir (31,32). 2.5.7.Orta Hat Diseksiyonu ve Strap Kasların Mobilizasyonu Orta hat olarak bilinen derin fasyanın yüzeyel tabakası ile bilateral tiroid önü kasların fasyalarının orta hattaki birleşimi, altta suprasternal çentikten üstte tiroid kıkırdağa kadar ayrılır. Tiroid önü kaslar (strap kaslar) cerrahi kapsül ile beraber tiroid dokusunun gerçek kapsülünden ayrılır (31,32). 2.5.8. İstmusun Ayrılması Lobektomiye başlamadan önce tiroidin mobilizasyonuna yardımcı olması için istmus trakea önünden diseke edilerek bağlanır (31). Ancak isthmektomi tiroid lobunun serbestleştirilmesinden sonra da yapılabilir (32). 2.5.9. Tiroid Dokusunun Serbestleştirilmesi ve Üst Paratiroid Bezlerinin Bulunması Esas patolojinin olduğu lobdan başlanır. İstmektomi sonrası önce tiroid lobu yukarı ve mediale çekilerek künt diseksiyonla orta tiroid veni ortaya konur, bağlanır ve kesilir. Daha sonra tiroid lobu aşağı ve mediale çekilerek süperior tiroid arter ve venleri ortaya konur. Üst pol damarları tek tek belirlenmeli, iskeletize edilmeli, kapsüle yakın bağlanmalı ve kesilmelidir. Süperior laringeal sinirin eksternal dalını korumak için üst pol damarları, tiroid lateral ve inferiora çekilmiş halde iken, krikotiroid kasının lateralinden ve tiroidin medialinden (içten dışa doğru) diseke edilmelidir. Süperior laringeal sinirin internal dalı ise duyu dalı olup hasarı söz konusu olduğunda aspirasyon ile sonuçlanır ve bu dal, tiroid kıkırdağın üstünden diseksiyon yapılmadığı sürece korunur. Üst pol damarları bağlanıp 24 kesildikten sonra posteriordaki yapışıklıklar künt diseksiyonla temizlenir. Bu noktada krikoid kıkırdak hizasında üst paratiroid bez gözlenir ve damarlanması korunmalıdır (32). 2.5.10. Rekürren Laringeal Sinir ve Alt Paratiroid Bezlerinin Bulunması Alt polün mobilizasyonu için inferior tiroid arter ve rekürren laringeal sinirin görülmesi ve traselerinin belirlenmesi gerekmektedir. Alt paratiroid bez inferior tiroid arterin rekürren laringeal siniri çaprazladığı noktanın hemen inferiorunda, rekürren laringeal sinirin önünde yer alır. Bu bölgede net bir görüntü sağlayabilmek için karotis kılıfı laterale, tiroid lobu anterior ve mediale doğru çekilmelidir. tiroid ile karotis kılıf arasındaki avasküler fasya hemostatik bir klemp yardımıyla kibar bir künt diseksiyon ile ayrılmalıdır. Bu diseksiyon her zaman sinir trasesine paralel olmalıdır. Rekürren laringeal sinir ve inferior tiroid arter görüldükten sonra arterin dalları tiroide girdiği yerden tek tek bağlanıp kesilmelidir. Böylece alt pol mobilize edilir (31,32). İnferior tiroid arter kökünden bağlanmamalıdır; bağlanırsa paratiroid bezin kanlanması bozulur. Rekürren laringeal sinir solda daha medialde olup sağda daha obliktir. Tiroidin sinire en yakın olduğu yer Berry ligamanıdır; burada küçük bir arter bulunur ve kanama olursa sinirin görüntülenmesi güçleşir ve yaralanmaya neden olabilir (31,32). İstmektomi ameliyatın başında yapılmamış ise bu aşamada yapılabilir. İstmusu pretrakeal plandan ayırmak için künt uçlu klemp kullanılması oluşabilecek trakea yaralanmasını önleyecektir. 2.5.11. Piramidal Lop Mobilizasyonu Piramidal lob hastaların % 80’inde bulunur. Tiroid kıkırdak ile hiyoid kemik arasında uzanır. Piramidal lob aşağı doğru çekilerek diseke edilir ve mümkün olan en üst noktadan bağlanarak kesilir (31). 25 2.5.12. Tiroidin Rezeksiyonu ve Ameliyatın Tamamlanması Paratiroid bezlerin ve rekürren laringeal sinirin korunduğundan emin olduktan sonra tiroid lobu rezeke edilebilir. Total lobektomi için tüm vasküler yapılar tiroide girdikleri yerden bağlanıp kesilmelidir ve tüm tiroid dokusu rezeke edilmelidir. Bu nedenle olası ektopik tiroid lokalizasyonlarını iyi bilmek gerekir. Piramidal lob, tiroglossal taktus boyunca aranmalı; tirotimik tiroid kalıntısı, inferior polün altında aranmalı; ve ‘tubercle of Zuckerkandl’, her bir lobun posteriorunda aranmalıdır. Özellikle total tiroidektomi yapılan vakalarda bu noktalarda tiroid bırakılırsa nüks ile karşılaşılabilir (3,33). Total rezeksiyon sonrası tiroid incelenmeli; şayet paratiroid olduğu düşünülen bir dokuya rastlanırsa biyopsi yapılmalı. Biyopsi sonucu şüpheli doku, paratiroid bez olarak gelirse bu doku küçük parçalara ayırılarak sternokleidomastoid kas içine implante edilmelidir (31,32). Subtotal lobektomi için lobun lateral ve medialine işaret klempleri konur ve kapsül kesisi yapılır. Tiroid dokusu kama şeklinde kapsül içinden kesilerek rezeke edilir. Bu arada hemostaz klempler ile sağlanır. Klempler bağlandıktan sonra medial ve lateral kapsül uçları birbirleri üzerine dikilerek kapitone edilir (32). Karşı trafın diseksiyon ve rezeksiyonu da aynı şekilde gerçekleştirilir ve hemostaz özenle sağlanmalıdır. Dren kullanmak hiçbir zaman iyi bir hemostazın yerini tutmadığı gibi postoperatif ciddi hemorajilerde pek bir yarar sağlamaz. Drenaj için aspiratif drenler kullanılmalıdır (32). 2.5.13. Kesinin Kapatılması Strap kaslar 4/0 emilebilir materyallerle tek tek ya da devamlı sütür tekniği ile kapatılır. Platisma ve ciltaltı da aynı şekilde kapatılır. Cilt emilmeyen monofilaman materyal ile subkütiküler olarak kapatılır (31,32). 26 2.6. TİROİDEKTOMİ KOMPLİKASYONLARI Tiroid cerrahisinin komplikasyonları her ne kadar gelişen teknikler sayesinde % 1’lere kadar indirgense de halen cerrahlar için sorun oluşturmaktadır. 2.6.1. GENEL KOMPLİKASYONLAR 2.6.1.1. Kanama En ciddi komplikasyon postoperatif kanama olup hayatı tehdit eden trakeal kompresyona neden olabilir. Girişim gerektirecek anlamlı hemorajiler ilk 6-12 saat içinde gözlenir. Stridor, hipoksi, solunum distresi, ciltte şişme ve gerginlik postoperatif kanamayı akla getirmelidir. Böyle bir durumla karşılaşıldığında hemen yara yeri eksplore edilmeli, katlar açılarak hematom temizlenmelidir. Hastanın solunumu rahatladıktan sonra ameliyathaneye alınıp hemostaz sağlanmalıdır. Gecikmiş kanamalar ise postoperatif 2-3. günlerde kendini gösterir. Neden sıklıkla küçük venöz sızıntılardır. En sık yakınma boyunda sertlik ve şişliktir. Bu tür kanamalarda izlem ya da aspirasyon yeterli olmaktadır (32). 2.6.1.2. Seroma Birikimi Flepteki ödem pretiroid kasların ayrılması ve bu kaslara olan travmaya sekonder gelişir. Postoperatif 4-5. günlerde ortaya çıkar. Kendiliğinden resorbe olurlar. Semptomatik ise aspire edilirler (31,32). 2.6.1.3. Enfeksiyon Tiroidektomi sonrası enfeksiyon nadiren gelişir. Temiz yara olarak kabul edildiğinden profilaktik antibiyotiğe dahi gerek yoktur. Ancak yüzeyel selülitten derin boyun abselerine kadar değişik şiddette enfeksiyonlara rastlanabilir. Yüzeyel enfeksiyonlarda lokal uygulamalar ve basit antibiyotikler yeterli iken, derin enfeksiyonlarda drenaj, antibiyoterapi ve günlük serum fizyolojik ile irrigasyon gerekir. Enfeksiyon kontrol altına alındıktan ve granülasyon dokusu oluştuktan sonra yara dudakları eksize edilerek tekrar sütüre edilir (32). 27 2.6.1.4. Keloid Gelişimi: Kesinin lokalizasyonuna, kullanılan sütür materyaline, kişinin duyarlılığına bağlı olarak değişen oranlarda hipertrofik skar ya da keloid gelişimi gözlenebilir (32). 2.6.1.5. Hava Embolisi: Boyundaki büyük venlerin bağlanmadan kesilmesi, diseksiyon sırasında kopması sonucu gelişebilir (32). 2.6.1.6. Brakial Pleksus Yaralanması: Her iki kolun maksimum abdüksiyonu sonucu oluşabilir. Bunu önlemek için pozisyon verilirken bir kolun addüksiyonda olması önemlidir (32). 28 2.6.2. ÖZGÜL KOMPLİKASYONLAR 2.6.2.1. ANATOMİK KOMPLİKASYONLAR 2.6.2.1.1. Rekürren Laringeal Sinir Yaralanması Tiroidektominin en korkulan komplikasyonlarından biridir. Anatomik seyrinin ve aranması gereken noktaların bilinmesi rekürren laringeal sinir yaralanma oranlarını azaltacaktır. Sağda ve solda rekürren laringeal sinir, yukarı doğru seyri sırasında inferior tiroid arterin tiroide giriş düzleminde ve tiroid alt pol lateral kenarına yakın komşulukta ilerler. Tiroid lobu posteriorunda seyrine devam eden sinir, Berry ligamanı arasından veya arkasından geçip krikotiroid kasın inferiorundan seyreder ve larinkse ulaşır. Rekürren laringeal sinirin tüm seyri boyunca yaklaşık otuz adet varyasyonu olduğu bilinmektedir (20,32). Sinire ulaşılabilecek en kolay nokta alt pol ve inferior tiroid arter ile yakın komşulukta olduğu bölgedir. Diğer bir nokta ise Berry ligamanı seviyesidir. Ayrıca inferior pol hizasından başlayarak palpasyon yöntemi ile sinirin yay gibi hissedilerek lokalizasyonu belirlenebilmektedir (21,32). Rekürren laringeal sinir yaralanmalarında yaralanma şekline, tek ya da çift taraflı oluşuna göre değişik semptomlarla karşılaşılır. Tek taraflı yaralanmalarda ortaya çıkan ses kısıklığı çeşitli mekanizmalarla oluşur. Postoperatif ilk birkaç gün içinde beliren ses kısıklıkları sıklıkla ödeme bağlı olabilmektedir. Ödem nedeni ile gelişen sinir disfonksiyonunun 6-8 haftada düzelmesi beklenir. Altı aya kadar uzayan ses kısıklıklarında rekürren sinir hasarında şüphelenilmelidir. Burada sinirin tam transeksiyonu şart değildir. Sinirin klemp ile sıkılması, sütür içine alınması, aşırı traksiyona uğratılması, diseksiyon sırasında aşırı devaskülarize edilmesi sonucunda aksonlarda oluşabilecek hasara bağlı ses kısıklığı gelişebilir. Laringoskopik muayene ile basit ödem ve sinir hasarı arasındaki ayırım yapılabilmektedir. Tek taraflı yaralanmada yaralanmanın olduğu tarafta vokal kord paramedian pozisyona gelir. Bu durumda seste zayıflık, hırıltılı öksürük gibi semptomlar oluşur. Bilateral yaralanmalarda her iki vokal kord orta hatta birleşir ve hastada zorlu 29 solunum, interkostal çekilme ve inspiratuar stridor ile kendini gösteren hava yolu obstrüksiyonu gelişir. Bu durumda trakeostomi gereksinimi oluşabilir. Her iki sinirin görülerek korunduğu bilinen olgularda gelişen semptomlar nöropraksiye bağlı olabilmekte ve birkaç ay içerisinde düzelme görülebilmektedir. Vokal kord hasarının bir yıldan fazla devam etmesi halinde kalıcı sinir hasarı düşünülmelidir (2,21,32). Rekürren laringeal sinir yaralanmalarının tedavisinde halen yoğun çalışmalar sürmekte ve seçenekler giderek artmaktadır. Ameliyat sırasında sinir transeksiyonu farkedildiğinde 10/0 polipropilen sütür materyali ile mikroskop altında primer onarım denenmelidir. Ancak peroperatuar direkt onarımlar pek yüz güldürücü sonuçlar vermemektedir. Reanastomoz dışında vokal korda teflon, kollajen ya da gliserin enjeksiyonu ile vokal kordun sertleştirilerek orta hatta yaklaştırılması da ses problemini düzeltebilen yöntemlerdendir. ‘Reinervasyon’ amaçlı sternohiyoid kastan sinir kas flebi larinkse implante edilse de teflon enjeksiyonuna üstünlüğü gösterilememiştir. Son yıllarda laser kordektomi ve medializasyon ameliyatları gündeme gelmiştir. Ancak bu yeni teknikle foniatrik sorunlar ortaya çıkmaktadır (32). 2.6.2.1.2. Süperior Laringeal Sinir Yaralanması Süperior laringeal sinir yaralanmaları rekürren laringeal sinir yaralanmaları kadar sorunlu fonasyon bozukluklarına yol açmaz. İnternal (duyu) ve eksternal (motor) olmak üzere iki dala ayrılan sinirin motor dalının yaralanmaları profesyonel şarkıcı ve spiker gibi kişilerde önemli sorunlara neden olabilmektedir. Genelde üst polün bağlanmasından önce süperior laringeal sinirin eksternal dalının belirlenmesi önerilmektedir. Sinir sıklıkla arterin medial komşuluğunda olduğundan üst polün inferior ve laterale traksiyonu ile polün medialindeki gevşek bağ dokusu açılarak krikotiroid kasın bulunduğu bölgede gözlenebilir. Larinks ile tiroid üst polü arasındaki damarlar tek tek bağlanarak tiroid üst polünün larinksten ayrılması sinir görülmese bile zedelenmesini önleyecektir(4,19,20,32). Kolayca görülemiyorsa görmek için ısrar edilmesi halinde sinirin zedelenme olasılığı artmaktadır. Sinirin internal dalının (duyu dalı) yaralanması durumunda yaralanmanın olduğu taraftaki mukozada duyu kaybı gelişir ve bu da glottiste duyusal motor koordinasyonunda bozukluk sonucu yutma sırasında yiyecek ve içeceklerin aspirasyonuna neden olur. İnternal 30 dalın yaralanması sıklıkla tiroidin aşırı traksiyonuna bağlı olarak sinirin aşırı gerilmesi sonucunda oluşur. Eksternal dalın yaralanması ise sıklıkla boğuk ses, seste zayıflama ve yorulma, volümde azalma gibi semptomlara neden olur (4,19,20,32). Vokal kordun istirahat gerginliğinden sorumlu olan süperior laringeal sinirin zedelendiği en iyi laringeal elektromiyografi ile gösterilebilir. Laringoskopik muayene ile tanı zordur. 2.6.2.1.3. Ösefagus ve Trakea Yaralanmaları Tiroid dokusunun ileri derecede sert ve çevre dokulara yapışıklık oluşturduğu kronik tiroidit, Riedel tiroiditi ve kanser olgularında diseksiyon sırasında özefagus veya trakea yaralanmaları gözlenebilir. Özefagus yaralanması için mukoza ve müsküler tabaka ayrı ayrı kapatılıp drenaj sağlanmalıdır. Trakea yaralanmalarında tek tek ve absorbe olmayan sütür materyalleri ile onarım uygulanmalıdır (32). 2.6.2.1.4. Pnömotoraks Nadir bir komplikasyon olmakla birlikte ‘substernal’ alanda diseksiyon yapılırken gelişebilmektedir. Yaralanma saptandığında hastaya hiperventilasyon yaptırılıp plevra sütüre edilir. Postoperatif dönemde akciğer grafisi ile pnömotoraks derecesi ve tüp torakostomi gerekliliği araştırılır (32). 31 2.6.2.2. METABOLİK KOMPLİKASYONLAR 2.6.2.2.1. Hipotiroidizm Hipotiroidizm tiroidektominin en sık görülen, tedavisi ve kontrolü en kolay komplikasyonu olarak kabul edilir. Sıklıkla total, totale yakın tiroidektomi ve B. Graves hastalığı nedeni ile yapılan subtotal tiroidektomi sonrasında hipotiroidizm gelişmektedir. Tiroidektomi sonrası geçen yıllar içinde hipotiroidizm oranının arttığı bilinmektedir. Yapılan çalışmalarda son yıllarda bu oranlarda gözlenen artış cerrahların artan deneyimi ile daha fazla dokuyu rezeke etme eğilimlerine bağlanabilir. Özellikle Graves hastalığında gelişecek hipotiroidizmin rekürren hipertiroidizmden daha kolay kontrol edilebilir olması, cerrahların hastalarını radyoaktif iyot ve ikincil cerrahiden koruma çabaları hipotiroidizm oranlarının artışını desteklemektedir (32). Hipotiroidizm eksojen hormon preperatları ile tedavi edilebilmektedir. Tedavi edilmez ve hipotiroidizm ilerler ise seyrek de olsa miksödem koması gelişebilir. Stupor, koma, derin hipotermi, kalp yetmezliğine bağlı düşük kalp debisi, hipoventilasyon miksödemi akla getirmelidir. Tanı laboratuar testleri ile konduktan sonra tiroid hormon replasmanı, hidrokortizon, sıvı elektrolit replasmanı ve gereğinde mekanik ventilasyon uygulanmalıdır (3,32). 2.6.2.2.2. Tiroid Krizi Nadir görülen, ölümcül tirotoksikoz belirtilerinin ortaya çıktığı, çoklu organ yetmezliğine yol açabilen hipermetabolik bir tablodur. Hipertiroidili olguların günümüzde preoperatif hazirlıklarının ve kontrollerinin eksiksiz olarak gerçekleştirilmesi ile tiroidektomiye bağlı tiroid krizi pek gözlenmemektedir. Günümüzde daha çok tanısı konulmamış ve tedavisi yapılmamış hastalarda başka nedenlerle ortaya çıkmaktadır. Bu nedenler arasında ağır yaralanma, infeksiyonlar, tiroid dışı cerrahi girişimler ve iyotlu kontrastların kullanıldığı radyolojik incelemeler sayılabilir (32,34). Tiroid krizi daha çok hipertiroidizmin yeterli kontrol edilemediği durumlarda tiroidektomi sırasında veya postoperatif 6-18. saatlerde ortaya çıkar. Ameliyat sırasında 32 gelişen tiroid krizi en çok malign hipertermi ile karışır. Bu devrede ortaya çıkan bulguların çoğu fazla ısının atılması için gelişen kompansatuar mekanizmalara bağlıdır. Serum kreatinin fosfokinaz düzeyi ayırıcı tanıda yardımcı olabilir. Tiroid krizi gelişen olgularda normalden düşük, malign hipertermilerin % 70’inde ise yüksektir (32,35). İyi hazırlanmamış hipertiroidili olgularda postoperatif dönemde bulantı, kusma, ishal, yüksek ateş, kardiyak yetmezlikle olabilecek ciddi taşikardi, bulanık mental durum, irritabilite, ajitasyon halinde tiroid krizinden şüphelenmek gerekir. Yoğun gözlem ve destek tedavisine ek olarak özgül tedavi başlanır: - 200 mg propiltiourasil 4 saatte bir oral, nazogastrik sonda ya da rektal yoldan verilir. - Lugol solüsyonu 6 saatte bir 10 damla verilir. - Deksametazon 6 saatte bir 2 mg parenteral olarak verilir. - Taşikardi için 6 saatte bir beta bloker 40-80 mg verilir. - Hipertermi için hastanın soğutulması yeterlidir. Salisilatlar kesinlikle kontrendikedir. Salisilatlar dolaşımdaki tiroid bağlayıcı proteinlere bağlanarak serbest tiroid hormon miktarını arttırırlar. - Ayrıca oksijen verilmeli, hafif sedasyon ve iyi sıvı-elektrolit desteği sağlanmalıdır (32,34). 2.6.2.2.3. Nüks Hipertiroidi Graves hastalığında tiroidektomi sırasında bırakılan dokuya bağlı olarak rekürren hipertiroidizm sıklığı değişiklik gösterir. Günümüzde endokrin cerrahların ortak paylaştıkları nokta Graves hastalığı olanlarda tedavide amaç rekürren hipertiroidizmi önlemek için hastaların hipotiroidizme girmesini sağlamak olmuştur (32). 33 2.7. HİPOKALSEMİ ve HİPOPARATİROİDİ Tiroidektomiden sonra gelişen hipokalsemi ya geçicidir, ya da kalıcıdır. Ameliyat sonrası en geç bir yıl içerisinde tedavi kesildiği taktirde, hipokalsemi semptomları görülmüyorsa geçici olarak adlandırılır, bir yıldan sonra tedavi kesildiği zaman, hipokalsemi devam ediyorsa kalıcı olarak adlandırılır (35). Tiroidektomi sonrası görülen kalıcı hipokalsemi oldukça nadir bir komplikasyon olmasına karşın, geçici hipokalsemi daha sık görülmekte ve gelişme mekanizması tam olarak bilinmemektedir. Geçici hipokalsemi; tiroidektomiden sonra görülen ciddi bir komplikasyon olmamasına rağmen, arzu edilmeyen birkaç sonucu mevcuttur. Bu nedenle hastalarda tedavi gerekmese bile, postoperatif dönemde rutin olarak kalsiyum değerleri ölçülmeli ve hastalar yakından takip edilmelidir (36). Kalıcı hipoparatiroidi ise, daha ciddi bir komplikasyondur. Tiroidektomi geçirmiş hastaların, ameliyattan sonra yeterli olarak takip edilmemeleri sonucu; bilhassa kısmi veya gizli hipoparatiroidili hastalarda genellikle belirgin semptom ve bulgular gelişmediği için, teşhis ve tedavisi mümkün olmamaktadır. Tedavi edilmeyen hastalarda; katarakt, beyin bazal ganglionunun ve serebellumun kireçlenmesi, papilla ödemi gibi ciddi komplikasyonlar ortaya çıkmaktadır (37,41). Bu yüzden de mutlaka postoperatif total kalsiyum ölçümü yapılmalıdır. Hipoparatiroidi ortaya çıktıktan sonra, tedavisi gerek hasta ve gerekse hekim için ciddi bir sorun haline gelir. Kalıcı hipoparatiroidinin geliştiği hastalar, hayatları boyunca hekim kontrolü altında kalmaları gerekir. 34 2.7.1. HİPOKALSEMİ ETYOLOJİSİ Hipoparatiroidi İle Birlikte Geçici Hipoparatiroidi 1. Paratiroid bezlerinin iskemisi 2. Endotelin l (ET - l) salgılanması 3. Paratiroid bezlerinin hipotermisi 4. Paratiroid süpresyonu Hipoparatiroidi Olmaksızın Geçici Hipokalsemi 1. Kalsitonin salgılanması 2. Aç kemik sendromu 3. Kalsiyumun böbreklerden geri emiliminin azalması Kalıcı Hipokalsemi 1. Paratiroid bezlerinin çıkartılması 2. Vasküler nekroz (42) 35 2.7.2. GEÇİCİ HİPOKALSEMİLER Tiroid cerrahisinden sonra görülen geçici hipokalsemi hakkında, 2 adet mekanizma vardır. Bazı mekanizmalar (iskemi, ET-1, vs.) çok daha iyi kanıtlanmış olmasına rağmen, bazı mekanizmalar da halen aydınlatılmayı beklemektedir. Hipokalsemi multifaktöriyel bir olaydır. Her olguda bütün mekanizmalar rol oynamaz; her birine özgün olarak biri, birkaçı ya da hepsi rol oynayabilir. Mekanizmaların bazıları, hipoparatiroidiye (azalmış parathormon sekresyonu) neden olur. Diğerleri (kalsitonin salınması ya da aç kemik sendromu gibi) ise, paratiroid fonksiyonundan bağımsızdır ve böbrek veya kemiği direkt olarak etkilerler. Mekanizmaların bazıları cerrahın kontrolü altındadır, bazıları değildir. ET-1; direkt etkileyerek parathormonu azaltır ve aynı zamanda indirekt olarak da paratiroid bezinin iskemisine sebep olur. Hipotermi de; direkt olarak parathormon salgılanması üzerine ve indirekt olarak iskemi yoluyla benzer şekilde etkili olur. İskemi bir ortak mekanizmadır ve tiroid ve paratiroid bezlerinin manupilasyonu ile oluşur. Hipotermi, çevre sıcaklığının vücut sıcaklığından düşük olduğu bir ameliyat ortamında, paratiroid bezlerinin manupilasyonu yapılsın ya da yapılmasın cerrahisi sonucunda ortaya çıkar. Parathormon salgılanmasının azaltılmış olmasının etkileri, kalsitoninin kemik ve böbrekler üzerindeki etkileri ve aç kemik sendromu hipokalsemiye sebep olabilir (42). Tiroidektomi sırasında paratiroid bezlerin kanlanmasının bozulması (iskemi), hipoparatiroidi oluşumuna yol açan önemli bir faktördür. Hipoparatiroidiye çoğunlukla sebep olan bir faktördür. Paratiroid bezi cerrahi sırasında esmer bir renk alırsa veya bu bezin kan beslenmesi tehlikeye girmiş ise, iskemiye neden olması muhtemeldir. İskemi; cerrahi travmadan kaynaklanarak, paratiroid bez damarlarında geçici bir vasküler spazm ya da paratiroid bezlerine olan kan akımında, kalıcı bir yetmezlikten kaynaklanabilir. Arteriyel beslenme ve / veya venöz drenajın bozulması ihtimali, göz önünde bulundurulmalıdır (42). Paratiroid bezin kan beslenmesinin kavranması ve paratiroid bezlerin damarlannın korunması için uygun cerrahi teknik, iskemiyi ve kalıcı hipoparatiroidiye neden olan nekroz gelişimini azaltacaktır. Bilindiği gibi; özofagus, trakea ve larinksi besleyen damarlann aralannda yaptıklan zengin bir anastomozdan veya tiroidea ima arterinden veya süperior tiroid arterden beslenebilen üst ve alt paratiroid bezlerinin arteriyel beslenmesi, genellikle bu 36 inferior tiroid arterden gelen ince bir son dal tarafından sağlanır (5,47,48,50,55). Alt paratiroid bezlerin arteriyel beslenmesi genellikle (%90-95), inferior tiroid arterden çıkan inferior paratiroid arterden kaynaklandığı düşünülmüştür. %5-10 olguda ise, süperior tiroid arterden gelir. Paratiroid bezileri besleyen süperior paratiroid arter genellikle (%80-86 ), inferior tiroid arterden kaynaklanır. %14-20 olguda da, süperior tiroid arterden kaynaklanabilir. Paratiroid bezler kan beslenmelerinin hemen tamamını, terminal veya son arter olarak kabul edilen süperior ve inferior paratiroid arterder alırlar. Paratiroid bezlerinin canlılığını koruyabilmeleri hemen daima arterlerin korunmasına bağlıdır. Bu damarlarda kan akımının azalmış olması, kolay yararlanabilir hale gelmesini sağlar (11). Pekçok cerrah, inferior tiroid arterin trunkusunun lateral tarafta bağlanmasından kaçınmak gerektiği üzerinde uzlaşmıştır. Bu şekilde, hipoparatiroidinin sebebiyle ilişkili olarak, iki farklı görüş mevcuttur. Bir görüşte; paratiroid bezlerin kan beslenmesinin kaybı ve hipoparatiroidi gelişme sıklığının artmasından inferior tiroid arterin trunkal bağlanması suçlanmış ve terk edilmiştir. Buradaki teknikte; paratiroid bezinin bütün bütün damarları korunur ve tiroid bezinin damarlan tiroid kapsülü üzerinde bağlanabilir. Bu görüş; paratiroid bezilerinin kan beslenmesinin esas kaynağının inferior tiroid arter olduğunu ve daha çok inferior tiroid arterden gelen paratiroid arterlerin son veya uç arter olduğu fikrini destekler (11,12,43-46). Diğer bir farklı görüş ise; geniş tiroidektomi serileri yayınlayan bazı büyük merkezlerde yapıldığı gibi, inferior tiroid arter trunkusunun lateralde bağlanabildiğini ve hipoparatiroidi gelişme riskinin artmadığını içerir. Yapılan bir çok çalışmada; inferior tiroid arter trunkusunun, lateralinden bağlandığı olgular ile bağlanmayanlar arasında, istatistiki olarak anlamlı bir fark olmadığı gösterilmiştir. Bu teknik; inferior tiroid arterin süperior tiroid arter, tiroid kapsülü ve timus bezi damarlan arasında, paratiroid bezilerine gelen kanın sadece bir kaynağı olduğunu ve diğerlerine göre, daha önemli olmadığını gösteren çalışmalar tarafından desteklenir. Aynı zamanda total tiroidektomi sırasında majör tiroid arterlerin ligasyonu ile, paratiroid bezlerin yetersiz beslenmesinin, bronşial, inferior laringeal ve trakeaözefageal arterler ile tiroid bezinin damarları arasındaki anastomozlar tarafından 37 önlendiği vurgulanmıştır (36,47-55 ). Görüldüğü üzere, inferior tiroid arterin proksimalden bağlanıp bağlanmaması konusunda, tam bir fikir birliği yoktur. Bağlanması gerektiği taktirde; inferior laringeal sinirin belirlenip takip edilmesinden sonra, sinire dokunmaksızın ve traksiyon uygulamaksızın, inferior tiroid arter dallarının tiroidin cerrahi kapsülüne girmesinden sonra gelişen ve bu kapsülün altında seyreden daha küçük dalların, tek tek klampe edilmesi ve bağlanması gerekir. Bu teknik kalıcı hipoparatidoidiyi önlemek için esastır (35). Tiroidektomi sırasında, bütün paratiroid bezlerin ortaya konulmasına ve onların sağlam bir kan beslenmesi ile korunmasına gayret edilmelidir. inferior tiroid arter her bir tarafta izole edildikten sonra; paratiroid bezlerine giden süperior ve inferior paratiroid arter dallan, genellikle diseke edilebilir ve korunabilir. inferior tiroid arter dallan, sadece paratiroid bezinin medialinde bağlanabilir ( 10,12,56). Az bir miktarda paratiroid bezi süperior tiroid arterden gelen bir dalla beslenir ki, üst kutup damarlarının bağlanmasından önce, paratiroid bezlerin izole edilmesi ve korunması için özen gösterilmelidir. Paratiroid bezlerin fonksiyonunun korunması için gerekli olan teknik; tiroid kapsülü düzeyindeki küçük damarların bağlanmasını takiben, paratiroid bezleri ve damarlarının diseksiyonu, tanımlanması ve izolasyonudur. Bu metotla, tiroidektomi sonrası hipokalsemi gelişme riski azaltılır. paratiroid bezlerine gelen kanın sadece l/3’ü inferior tiroid arterden gelse bile, hipoparatiroididen; paratiroid bezlerinin kan beslenmesinin azami korunması durumunda kaçınıldığı şüphe götürmez olduğu için, cerrahlar; trunkal ligasyondan kaçınmalıdır ve bütün paratiroid bezi damarları korunmalıdır ( 57 ). Paratiroid bezlerinin etrafında yapılan diseksiyon ve özellikle inferior laringeal sinirin izole etme çabaları, bu bölgede venöz konjesyon ve ödeme yol açabilir. Ayrıca bütün tiroid venlerinin bağlanmış olması da, venöz stazın nedenleri arasındadır. Venöz staz ve ödem bir süre için bile olsa da, paratiroid fonksiyonlarını yavaşlatır ve ameliyattan birkaç hafta sonraya kadar devam eden, geçici bir hipoparatiroidiye sebep olur (53-55). 38 2.7.3. KALICI HİPOPARATİROİDİLER Kalıcı hipoparatiroidi; vasküler nekrozun veya paratiroid bezlerinin çıkarılmasının bir sonucu olarak meydana gelir. Kalıcı hipoparatiroidi, parathormonun eksiklik derecesine göre tam ya da kısmi olur. Dört paratiroid bezinin hepsinin birden çıkartılması veya hasara uğraması durumunda, tam hipoparatiroidi meydana gelir. Böyle olgularda serum kalsiyum seviyesi 5 mg/dl’nin altına düşer. Tetani, laringospazm ve konvülziyolarla seyreden ciddi bir hastalık tablosudur. Kısmi hipoparatiroidide ise, bir ya da iki paratiroid bezi çıkartılmış veya hasara uğramıştır. Serum kalsiyum seviyeleri; 7.5-8 mg/dl civarındadır (58 ). Postoperatif hipoparatiroidinin tanısı, hem klinik hem de laboratuvar bulguları ile konulabilir. Genelde ameliyattan sonraki ilk 24 saatte, serum kalsiyum düzeyinde hafif bir azalma saptanabilir. Çoğunlukla bu düşüş paratiroid disfonksiyonunu göstermemekle beraber, saat sonra normale döner (35,45,59,60). Tirotoksikoz için yapılan tiroidektomiden sonra, kandaki kalsiyum ve fosforun kemiğe geçmesi ile gelişen semptomatik hipokalsemi veya postoperatif hiperventilasyon ve anksiyete sonucu oluşan alkaloz nedeniyle, kandaki iyonize kalsiyumun düşmesine bağlı tetaniler ilk 24 saatte ortaya çıkabilir. Buna karşın, paratiroid disfonksiyonuna bağlı klinik bulgular ve hipokalsemi, postoperatif 48-72 saatten sonra ortaya çıkar (61). Klinik semptomlar ve bulgular Semptomlar, serum kalsiyum seviyesi 8 mg/dl’nin altına düştüğünde ortaya çıkar. Hipokalseminin klinik bulguları, artmış nöromüsküler eksitabiliteye sekonderdir ve ekstremitelerde ve ağız çevresinde parestezi, anksiyete, tetani, karpopedal spazm, laringosapzm ve konvülziyon içerir. Serum kalsiyum düzeyleri; erken postoperatif dönemde her gün, gerekli ise günde iki kez ölçülmelidir. Sonra daha uzun aralıklarla değerlendirilmelidir. Artmış nöromüsküler eksitabilitenin değerlendirilmesi için, hastaya yatak başında bir takım manevralar yapılabilir. 39 Trousseau Bulgusu Hastanın koluna takılan tansiyon aletinin manşonu, sistolik kan basıncının biraz üzerine çıkacak derecede ( brakial arter sıkışacak kadar ) şişirilirse; 1-2 dakika içerisinde dirsek, bilek ve metakarpofaringeal eklemlerde fleksiyon, interfaringeal eklemlerde ekstansiyon ve baş parmakta da oppozisyon hareketi olacak şekilde karpal spazm (ebe eli) meydana gelir (5,35,42,60). Bu bulguların ortaya çıkartılması hastada klinik olarak latent hipokalseminin varlığını gösterir (60,62). Bazı hastalarda ise, klinik olarak belirgin hipokalsemi mevcuttur ve herhangi bir stimülasyona gerek kalmadan, karpopedal spazm meydana gelmiştir (60). Şekil-4: Trousseau Bulgusu Chvostek Bulgusu 40 Fasyal sinirin yüz bölgesindeki dağılım yeri olan kulak önündeki trasesine hafifçe perküsyon yapıldığında; yüz kaslarında kasılma meydana gelmesi ve özellikle üst dudağın vurulan tarafa doğru çekilmesidir (5,35,42,60). Şekil-5: Chvostek Bulgusu Derin tendon refleksleri artar. Hastalarda aynı zamanda kasıtlı bir hiperventilasyon 41 mevcuttur, bu da solunumsal alkaloza sebep olur. Alkaloz, kalsiyumun albümine bağlanmasını artırır ve serbest kalsiyumun azalmasına neden olur. Aynı zamanda anksiyete de, hiperventilasyona ve solunumsal alkaloza sebeptir (5,42). Hipokalsemi, tiroidektomiden yıllar sonra tetani, konvülziyon şeklinde veya psikiyatrik semptomlar ile kendini gösterebilir. Buna latent ya da borderline hipokalsemi ismi verilir. Buradaki, paratiroid beziinin yaralanması kısmidir ve kalsiyuma ihtiyaç olmadıkça normokalsemi devam eder. Yüksek kalsiyum ihtiyacı; kişinin hızlı büyüme dönemlerinde, gebelik ve süt verme durumlarında oluşur ki, böyle haller tiroidektomiden yıllar sonra latent hipokalseminin ortaya çıkışını kolaylaştırırlar. Tedavi edilmeyen hipoparatiroidili hastalarda; katarakt, beyin bazal ganglionlannın ve serebellumun kireçlenmesi, papilla ödemi gibi ciddi komplikasyonlar ortaya çıkabilir (38-40). Holtz ve Lachman; bu ciddi komplikasyonların, ancak uzun süre tedavi edilmeyen gizli hipoparatiroidi olgularında gözlendiğini belirtmişlerdir (63). Kalsiyum rezervlerinin azaldığı kemik hastalığı veya serum kalsiyum düzeylerinin azaldığı böbrek hastalığı gibi kronik hastalıklar, hipokalsemi için hazırlayıcıdırlar. Kalsiyumun barsaklardan emiliminin azalması (kortikosteroidlerin sebep olduğu veya alınan diyette kalsiyumun düşük, fosfatın yüksek olması gibi) ve idrar kalsiyum atılımının artması (diüretik tedavinin sebep olduğu) da hipokalsemi sebebidir (42). Laboratuvar Bulguları: Laboratuvar bulguları, total ya da iyonize kalsiyumun düşüklüğünü içerir. Semptomlar total kalsiyum seviyesi, 8 mg/dl’nin altına düştüğünde ortaya çıkar (l). Hipokalsemi; kalsiyum tedavisi verilmesinin gerekli olduğu durumlarda bile, vücut kalsiyum deposu sayesinde ilk 24 ila 72 saat geçtikten sonra açığa çıkar. Tirotoksikozda oluşan hipokalsemi (aç kemik sendromu) daha sık ilk 24 saatte ortaya çıkar ve çoğunda geçicidir (35,60). Parathormon veya fosfat seviyeleri, hipokalseminin patofizyolojisine bağlı olarak değişir. Hipokalsemi, hipofosfatemi ve parathormon seviyesinin normal olması; aç kemik sendromu lehinedir. 42 Hipokalsemi, hiperfosfatemi ve serum parathormon seviyesinin düşüklüğü; hipoparatiroidiyi düşündürür. Aradan haftalar, aylar geçtikten sonra parathormonun kanda ölçülemeyecek kadar düşük olması, hipoparatiroidinin kalıcı olduğunu akla getirmelidir. EKG’ de; QT aralığının uzaması, T dalgası anormallikleri ve ‘torsade de pointes ‘ seklinde aritmi içeren bozukluklar mevcuttur. Kalsiyum için normal protein afinitesi; l gr albümine, yaklaşık 0.7 mg kalsiyum bağlanacak kadardır. Kalsiyumun albümine bağlanması alkalozla birlikle artar. Alkaloz; serbest kalsiyumda bir azalma, bağlı kalsiyumda bir artma meydana getirir, fakat total kalsiyum seviyesi değişmez. Bunun tersi asidoz için geçerlidir. İyonize kalsiyum bakılması, gittikçe daha elverişli olmaktadır. Ancak total kalsiyum ölçülmesi daha elverişli ise, albümin seviyesi değerlendirilmelidir. Albümin düzeyinde her l gr/dl azalma durumunda, serbest (iyonize) kalsiyum değerine ulaşmak için, bağlı kalsiyumun 0.7 mg/dl’si (0.17 mmol/l) total kalsiyum değerinden çıkartılır (42). 2.7.4 GEÇİCİ VE KALICI HİPOPARATİROİDİNİN AYIRICI TANISI Cerrahlar; tiroidektomiden sonra gelişen hipokalseminin, kalıcı olup olmadığı konusunda şüpheye içerisinde olurlar. Bu şüphe, hastanın gelecek kaygısı için büyük önem taşır. Çok sık kan testleri ve doktor takibi gerektirmesine karşın, hastalar geçici sıkıntıdan başka bir şey olmayan geçici hipokalsemiyi kabul ederler. Bununla beraber, hayat boyu takip altında kalma gerekliliği ve endişelerle beraber olan kalcı hipokalsemiyi kabullenmekte zorluk çekerler. Paratiroid bezler insitu olarak korunmuşsa veya ototransplantasyon yapılmış ise; cerrah, hipokalseminin muhtemelen geçici olacağını düşünür ve hastaya güven verebilir. Cerrahi piyeste, 2 veya daha fazla paratiroid bezinin bulunması ise; cerrahı, hipokalseminin muhtemelen gelecekte kalıcı olarak devam edeceğinden şüphelendirmelidir. Postoperatif dönemde parathormonun serum seviyelerinin artması ve normokalseminin sağlanmasının vitamin D ve kalsiyuma daha az bağlı olması; hipokalseminin geçici olacağının işareti olarak değerlendirilip, hastaya güven verilebilir. Tiroidektomiden sonraki 3 ila 6 ay içerisinde devam eden hipoparatiroidi, genellikle kalıcıdır. Nadiren paratiroid fonksiyonu geç dönemde geri dönebilir (64). 43 Hipoparatirodtinin kalıcı olduğu belirten birbirini takip eden altı belirti vardır : 1. Pozitif Chvostek belirtisi, pozitif trousseau belirtisi ve konvülziyon nöbetlerinden oluşan triad, 2. Postoperatif dönemde serum kalsiyum seviyesinin 4 mg/dl’nin altında olması, 3. Erken dönemde, günde 7 gr’ın üzerinde kalsiyum laktat tozu gerektiren kalsiyum ihtiyacı, 4. Operasyondan sonraki ilk 10 gün boyunca tetanisiz dönem olmadığı ve stabilite sağlanamadığı için kalsiyuma gereksinim duyulması, 6. Sık sık yapılan tıbbi düzenlemelere karşın, kalıcı tetani nedeniyle hastanın iş yapamaz halde olması gibi, operasyondan sonraki ilk birkaç aydaki zorluklar, 7. İntrakraniyal basıncın artmasından doğan, nörolojik bozukluk krizleri ( 65). 2.7.6. HİPOPARATİROİDİ PROFİLAKSİSİ Hipoparatiroididen korunma; paratiroid embriyoloji ve anatomisinin mükemmel bir şekilde kavranmasını, dikkatli bir diseksiyonunun en iyi şekilde uygulanmasını, paratiroid bezlerinin ve damarlarının uygun aletlerle ve iyi bir aydınlatma ile ortaya konmasını gerektirir. Hipoparatiroidiyi önlemek gayesiyle; bazı tedbirlerin alınması ve başarılı olunmadığı takdirde de, paratiroid ototransplantasyonu metodunun uygulanması gerekir. Ameliyat sırasında alınması gereken önlemler: 1. Paratiroid bezlerinin bulunmaları gerektiği tiroidin posterior fasyası büyük bırakılmalıdır ve tiroidin cerrahi kapsülünden yüzeyel olarak dikkatlice geçilerek kapatılır (55). Kapsülün trakeaya dikilmesinin anlamı yoktur (5). 2. İnferior tiroid arter dallan bağlanacak ise; paratiroid bezlerin görülmesinden sonra, paratiroid bezlerin medialinden ve tiroid kapsülü üzerinden bağlanıp kesilmelidir. 3. Bazı olgularda paratiroid bezleri görülmeyebilir. Bunları bulmak için yapılacak aşırı diseksiyondan kaçınılmalıdır. 44 4. Total tiroidektomi sırasında, tiroid kapsülünün arka yaprağının da çıkarılması gerekiyor ise; paratiroid bezleri, kanlanması bozuk olduğu şüphelenilen bir alanda bırakılmamalıdır. Böyle durumlarda paratiroid bezleri bulunarak çıkartılmalı ve ototransplantasyon uygulanmalıdır. 5. Subtotal tiroidektomi yapılan her olguda çıkartılan tiroid piyesi serum fizyolojik ile yıkanmalı ve üzerinde paratiroid bezi bulunup bulunmadığı araştırılmalıdır. Paratiroid bezlerinden biri veya birkaçının çıkarıldığı tespit edilirse, ototransplantasyon uygulanmalıdır. 6. Ameliyat sırasında paratiroid bezlerinin renklerinin koyulaştığı, morardığı ve damar pediküllerinin yaralandığı tespit edilirse, paratiroid bezleri ameliyat alanı içerisinde bırakılmamalıdır. Ayrıca, ameliyattan sonra meydana gelen hematom da paratiroid bezlerinin beslenmesini bozar ve nekroza yol açar. Bu nedenle paratiroid bezleri çıkartılarak aşağıda tarif edileceği üzere transplante edilirler. Damarlanması bozulmuş veya zorunluluktan ya da dikkatsizlikten çıkarılmış paratiroid bezleri, izotonik içerisine konulur. Özellikle tiroid veya paratiroid kanserli olgularda, paratiroid bezi olup olmadığı hakkında bir şüphe mevcut ise; paratiroid bezler frozen section ile histolojik olarak onaylanır. Paratiroid bezi olan ya da olduğu düşünülen doku; l mm.’ lik parçalara ayrılır ve damarlanması iyi olan bir kas yatağına konulur. sternokleidomastoid kasta, sternotiroid kasta veya brakioradial kasın fleksör kısmının lateral yüzünde longitudinal bir insizyon yapılır ve paratiroid bezin bir parçası, hazırlanan bu kas cebine konur. Emilemeyen bir sütürle kapatılır ve klips ile işaretlenir (5,42,55). Paratiroid ototransplantasyonunun başarısı değişik çalışmalarda çok çeşitli olarak belirtilmiştir; total tiroidektomi den sonra basan oranı % 31 ila % 100 arasındaki oranlarla iletilmiştir. Paratiroidektomiden sonra ise; % 77 ila % 100 arasında belirtilmiştir (66,67). 45 2.7.7. HİPOKALSEMİ TEDAVİSİ Postoperatif hipokalsemili hastalar; hipokalsemi eğer semptomatik ise, başlangıç olarak her 4 saatte bir yaklaşık olarak lgr kalsiyum ile tedavi edilirler. Serum kalsiyum değerleri düşük kalmaya devam ederse, intravenöz kalsiyum (% 10’luk kalsiyum glukonat veya kalsiyum klorür ampullerinden l ila 10 adet) birkaç saatte bir uygulanır. Subkutan dokular içine verilmesi doku nekrozuna sebep olur. Hipokalsemi devam ederse, 1.5-2 gr kalsiyum iyonuna eşdeğer 15-20 gr kalsiyum glukonat veya kalsiyum laktat oral olarak verilir. Kalsitriolün (Rocaltrol) 0.25-1 gr’ı, günde iki kez verilerek tedavi edilmesi nadiren gerekir. Kalıcı hipokalsemili hastalarda, Mg değerlerinin takip edilmesi gerekir. Kronik tedavi sırasında, ayda bir kere parathormon ölçülerek normal seviyelere geldiği tespit edilirse, kalsiyum ve D vitamini tedavisinin kesilip, semptomlar açısından takip edilmelidir (5,35,60). 46 3. MATERYAL VE METOD Bu çalışma İstanbul Eğitim ve Araştırma Hastanesi dördüncü Genel Cerrahi kliniğinde yapıldı. 01- Ocak 2006 ile 30-Aralık 2006 tarihleri arasında dördüncü cerrahi polikliniğine multinodüler guatr tanısıyla başvuran 1240 adet hasta bu çalışmanın evrenini oluşturmaktadır. Bu hastalar içinden ameliyat endikasyonu konulan 145 adet hasta içinden aşağıdaki kriterlere göre randomizasyon yapılarak 92 hasta (8 erkek,84 kadın, erkek/kadın: 1/10,5, en küçüğü 19 ve en büyüğü 65 yaşlarında , ortalama yaş: 44,32) seçilmiştir. Randomizasyon kriterleri: - Multinodüler guatr varlığı - 16 yaşından büyük olmak - ASA sınıflamasına göre performansı <III olmak - Ötiroid olmak - Tiroid kanseri olmamak - Nüks guatr olmamak - Paratiroid patolojisi olmamak - Ameliyatta bilateral total tiroidektomi dışında herhangi bir prosedür uygulanmaması Preoperatif rutin tetkikler yapıldıktan sonra hastalar kliniğe yatırıldı. Tüm hastalar yatışlarının ertesi günü ameliyat edildi ve tümünde bilateral total tiroidektomi uygulandı. Haftanın tek günlerinde ameliyat edilen hastaların tümüne (Grup-I, n: 40) A. tiroidea inferiora bilateral trunkal ligasyon yapıldı ve N. Laringeus inferior diseksiyonu uygulandı. Haftanın çift günlerinde ameliyat edilen hastaların tümünde ise (Grup-2, n: 52) A. tiroidea inferior tiroid dokusuna girdiği yerden bağlandı ve N. laringeus inferior diseksiyonu yapılmadı. Tüm ameliyatlar aynı cerrahi ekip tarafından gerçekleştirildi. Tüm hastalarda ameliyattan 12 saat önce ve ameliyattan 24 ve 72 saat sonra kan kalsiyum ölçümü için kan alındı. 47 48 Şekil-6 : İnferior tiroid artere trunkal ligasyon yapıldı. Ameliyat Tekniği: Genel anestezi sonrası Kocher’in kolye insizyonunu sonrası kas ve fasyalar geçilerek tiroid dokusuna ulaşıldı. Önce sol tiroid lojuna girilerek ilk olarak A. tiroidea media bağlandı, kesildi. Daha sonra üst kutba geçilerek önce üst paratiroid bezleri gözlenmeye çalışıldı. tiroid kapsülüne çok yakın olarak üst kutup damarları diseke edildi, bağlandı ve kesildi. Daha sonra alt kutba geçildi. Burada da öncelikle alt paratiroid bezleri gözlenmeye çalışıldı (şekil-6). Grup-1’de; keskin ve künt diseksiyonla önce A. tiroidea inferior bulundu, askıya alındı. Ardından N. laringeus inferior bulundu ve ligamentum suspensorium tiroidea lateralisin (Berry Ligamenti) altından geçerek tiroid lojunu terk ettiği alana kadar sinir ortaya konuldu. Bunun ardından sinire zarar vermemeye dikkat edilerek A. tiroidea inferior trunkal düzeyde bağlandı, kesildi. Grup-2’de ise perikapsüler çalışılarak N. laringeus inferior aranmadı ve A. tiroide inferior sadece kapsüle girdiği yerde (ki bu noktada genellikle iki ya da 3 dala ayrılmıştı) bağlandı ve kesildi. Daha sonra he riki gruptaki hastalarda lateralden mediale gidilerek total tiroidektomi uygulandı. Tiroid dokusu rezeke edildikten sonra lojlar serum fizyolojik ile yıkandı. Pozitif basınç verilerek kanama kontrolü yapıldı. Her iki tiroid lojuna birer adet 16 no silikon dren konularak katlar anatomik olarak kapatıldı. Tüm hastalarda drenler postop ikinci gün, deri dikişleri ise postop altıncı gün alındı. Bu çalışmada primer değerlendirme kriteri; preop ve postop kan kalsiyum değerlerinin karşılaştırılmasıdır. Sekonder değerlendirme kriterleri ise; postop dönemde klinik olarak 49 hipokalsemi bulgularının, yani Chvostek ve Trousseau bulgularının varlığı ile birlikte ses kısıklığı ve solunum güçlüğü varlığıdır. Postoperatif dönemde hipokalsemi gelişen hastalarda, gerekli kalsiyum desteği parenteral olarak sağlandı ve bu hastalarda taburcu edilene kadar günlük, taburcu edildikten sonra haftalık kan kalsiyum ve fosfor takipleri yapıldı. Taburcu sırasında postoperatif kalsiyum replasmanı yapılmayan hastalara açıklama yapıldı ve hipokalsemi belirtileri gelişmesi durumunda polikliniklerimize başvurmaları söylendi. Hastaların kan kalsiyum değerleri Olympus® analizörü, tip AU5223-Arsenoza III cihazı ile ölçüldü. Bu teknikte total kalsiyum için 8.5-10.4 mg/dl normal değer olarak kabul edildi. İstatistiksel Değerlendirme Bu çalışmada istatistiksel analizler GraphPad Prisma V.3 paket programı ile yapılmıştır. Verilerin değerlendirilmesinde tanımlayıcı istatistiksel metotların (ortalama,standart sapma) yanı sıra çoklu grupların tekrarlayan ölçümlerinde eşlendirilmiş varyans analizi, alt grup karşılaştırmalarında Newman Keuls çoklu karşılaştırma testi, ikili grupların karşılaştırmasında bağımsız t testi , nitel verilerin karşılaştırmalarında ki-kare testi kullanılmıştır. Sonuçlar, anlamlılık p<0,05 düzeyinde değerlendirilmiştir. 50 4. BULGULAR Hastaların yaş ve cinsiyet değerleri açısından gruplar arasında anlamlı bir fark bulunmadı (p: 0697, tablo-2 ) . Tablo-2: Grupların yaş ve cinsiyet açısından değerlendirilmesi. Grup-1 Grup-2 T P Yaş 45.95±11.05 43.69±10.23 1.01 0.314 Erkek Cinsiyet 4 (%10) 4 (%7) χ²:0,152 0.697 Kadın Cinsiyet 36 (%90) 48 (%93) χ²:0,152 0.697 Ameliyat ve hastanede kalış süreleri açısından da gruplar arasında istatiksel olarak anlamlı fark yoktu ( p: 0.819 ve p: 0.697, tablo-3). Tablo-3: Grupların ameliyat ve hastanede kalış süreleri açısından değerledirilmesi Ameliyat Süresi Grup-1 Grup-2 T P 78,63±14,28 79,29±13,35 -0,23 0,819 51 Hastanede Kalış 1,15±0,48 1,19±0,69 -0,33 Süresi Operasyon Süresi 80,00 78,00 76,00 74,00 72,00 70,00 Grup 1 Grup 2 Şekil-7: Grupların ameliyat süreleri açısından karşılaştırılması 0,741 52 Hastanede Kalış Süresi 1,40 1,30 1,20 1,10 1,00 Grup 1 Grup 2 Şekil-8: Grupların hastanede kalış süreleri açısından karşılaştırılması Tablo-4 : Hastaların kan kalsiyum düzeylerinin Ki Kare testi ile değerlendirilmesi. Grup-1 Grup-2 T P Preop Kalsiyum (mg/dl) 9,35±0,49 9,55±0,56 -1,82 0,072 Postop 1.gün Kalsiyum (mg/dl) 9,1±0,78 9,28±0,84 -1,06 0,294 Postop 3.gün Kalsiyum (mg/dl) 9,2±0,47 9,09±1,02 0,66 0,514 F 8 12,86 P 0,018 0,002 Her iki gruptaki hastaların tüm (preop, postop 1. gün ve postop 3. gün) kan kalsiyum 53 değerlerinin Ki Kare testi ile yapılan karşılaştırılmasında aralarında istatiksel olarak anlamlı fark bulunmamıştır (p>0.05). Grup 1 Ortalama Ca Değerleri Grup 2 9,60 9,50 9,40 9,30 9,20 9,10 9,00 8,90 8,80 Preop Ca 1.gün Ca 3.gün Ca Şekil-9: Hastaların kan kalsiyum düzeylerinin ikili karşılaştırılması Tablo-5: Hastaların kan kalsiyum düzeylerinin ikili karşılaştırılmasının Newman Keuls testi ile değerlendirilmesi. Newman Keuls Çoklu Karşılaştırma Testi Grup-1 Grup-2 Preop Kalsiyum (mg/dl) / Postop 1.gün Kalsiyum (mg/dl) P < 0.05 P > 0.05 Preop Kalsiyum (mg/dl) / Postop 3.gün Kalsiyum (mg/dl) P > 0.05 P < 0.01 Postop 1.gün Kalsiyum (mg/dl) / Postop 3.gün Kalsiyum (mg/dl) P > 0.05 P > 0.05 54 Ancak Newman Keuls çoklu karşılaştırma testi ile yapılan değerlendirmede; grup1’deki olgularda postop 1. gündeki kan kalsiyum değeri, preop değerine göre istatiksel olarak anlamlı düzeyde azalma kaydetmiştir (p<0.05). Grup 1 Ortalama Ca Değerleri Grup 2 9,60 9,50 9,40 9,30 9,20 9,10 9,00 8,90 8,80 Preop Ca 1.gün Ca 3.gün Ca Şekil-10: Hastaların kan kalsiyum düzeylerinin ikili karşılaştırılması Grup-2’deki olgularda ise postop 3. gündeki kan kalsiyum değeri preop değerine göre istatiksel olarak anlamlı düzeyde azalmıştır (p<0.05). Grup-1’deki olguların dördünde, grup-2’deki olguların ise 5’inde postop hem Chvostek, hem de Trousseau bulguları pozitifleşmiş olup (p>0.05, tablo 6), hiçbir olguda ses kısıklığı ve/veya solunum güçlüğü görülmemiştir. Tablo-6: Postoperatif dönemde hipokalsemi klinik bulguları gelişen olgular 55 Grup 1 Grup2 Chvostek Pozitif 4 olgu 5 olgu Trousseau Pozitif 4 olgu 5 olgu 5. TARTIŞMA 56 Tiroid cerrahisi ile uğraşan cerrahların karşılaştığı üç önemli komplikasyon reküren laringeal sinir hasarı, hipoparatiroidi ve postoperatif kanamadır. Onun için dikkatli cerrahi diseksiyon çok önemlidir. Komplikasyon oranları laringeal sinir yaralanması için % 0- 4, kalıcı hipoparatiroidizm için % 1-11 ve postoperatif kanama için % 0-1 arasında değişir (6870 ) . Tiroid cerrahisini takiben klinik olarak belirgin hipokalsemi gelişmesi çoğu vakada paratiroid fonksiyonlarının bozulmasına bağlı olup bu durumun etyolojisi genellikle multifaktöryeldir (71,72) . Bu etiyolojik faktörler içinde en sık görülenler; paratiroid devaskülarizasyonu, yaralanması, paratiroidlerin mobilizasyonu, dikiş veya klemp altında kalması, koterle yakılması veya hemodilüsyona bağlıdır (73). Reküren laringeal sinir yaralanması ve servikal hematom gibi komplikasyonlar genellikle postoperatif dönemde, ilk 24 saat içinde gelişirken hipokalsemi birkaç gün içinde oluşmayabiir ve geç semptom verebilir (74-76). Tiroidektomi sonrası hipokalsemi sık karşılaşılan bir komplikasyon olsa da çoğunlukla geçicidir. Paratiroid fonksiyonları, glandların posterior tiroid kapsülüne yakın olmaları ve cerrahi manipulasyonlara karşı hassasiyetlerinin yüksek olmasından dolayı kolaylıkla etkilenebilir. Hipokalsemi gelişmesi temel tiroid patolojisine ve uygulanan operasyonun tipine de bağlı olarak gelişebilir (69,77). Hipoparatiroididen korunma; paratiroid embriyoloji ve anatomisinin iyi bir şekilde kavranmasını, dikkatli bir diseksiyonunun en iyi şekilde uygulanmasını gerektirir. Tiroid ve paratiroid ameliyatlarında önemli oranda komplikasyon potansiyeli bulunmasına rağmen eğer cerrah tiroid ve paratiroid fizyoloji ve patolojisine hakimse ve özellikle boyun anatomisine alışık ise bu komplikasyonlar oldukça nadir olarak ortaya çıkar. Komplikasyonlar genellikle skar dokusunun ve kanamanın operasyon alanını ve anatomiyi karmaşık hale getirdiği maligne proçeslerin cerrahi tedavisi veya preoperatif boyun ameliyatları gibi girişimlerde görülür (78). Multinodüler guatr için çoğunlukla bilateral tiroid rezeksiyonu yapılmasına rağmen en uygun tekniğin ne olduğu konusunda bir görüş birliği yoktur (79-81). Hipokalsemi, hipertiroidi (özellikle Basedow-Graves) ve tiroid karsinomları için 57 yapılan total tiroidektomilerden sonra daha sık görülür (82). Colcock ve ark. 1246 tiroidektomi olgusu üzerinde yaptıkları çalışmada tiroidektomi sonrası ortalama semptomatik hipokalsemi insidansını % 3 olarak saptamışlardır. Bu insidans multinodüler guatrda %1.3, kanserlerde %5, tirotoksikozda ise % 8.4 olarak bulunmuştur (83). Kalıcı hipoparatiroidizm ise bilateral subtotal tiroidektomileri takiben hastaların % 0.52.9’unda ve total tiroidektomi geçirenlerin % 0-33’ünde meydana gelebilir (84). Tiroidektomi sonrası hipoparatiroidi, hipokalsemi komplikasyonlarının araştırıldığı tüm çalışmalarda preoperatif ve postoperatif serum kalsiyum ölçümleri ve çalışmaların bir kısmında da PTH ve kalsitonin seviyeleri ölçümleri araştırmaların temelini teşkil etmektedir (85-89). Değişik patolojiler için yapılan tüm tiroidektomilerden sonra kan kalsiyum değerlerinde preoperatif değerlere göre az veya çok bir düşüş ve geçici hipokalsemi görülmesi çok sıktır. Postoperatif hipokalseminin saptanmasında kullanılan yaygın yöntem postoperatif serum kalsiyum seviyesinin yakın takibidir ama hastanın hastanede kalış süresini arttırır. Yapılan çalışmalarda kalsiyum seviyesinin düşmesinin hipokalsemi açısından belirleyici olabileceği ama cerrahi sonrası 24 saate kadar bunun uygun olmadığını saptamışlar (90) . Tiroid patolojilerine bağlı değişen insidans nedeniyle çalışma kapsamımıza sadece nontoksik benign tiroid patolojisi teşhisi konan olgular alınmıştır. Postoperatif ölçümlerdeki değişikliklerin daha sağlıklı saptanması için bilateral total tiroidektomi yapılan hastalar çalışmaya dahil edilmiştir. Bizim çalişmamızda postoperatif 24. saatte I. grupta 4 hastada hipokalsemi görülmüş II.grupta 5 hastada hipokalsemi gelişmiş olup hepsine intravenöz kalsiyum replasman tedavisi 2 ila 7 gün arasında değişen günlerde devam edilmiş ve sonrasında oral kalsiyum ve vitamin D tedavisi uygulanarak taburcu edilmişlerdir. Paratiroid bezinin kanlanmasının ve paratiroid bezlerin damarlarının korunması için uygun cerrahi teknik, iskemiye ve kalıcı hipoparatiroidiye neden olan nekroz gelişimini azaltacaktır. Bilindiği gibi; özofagus, trakea ve larinksi besleyen damarların aralarında yaptıkları zengin bir anastomozdan veya tiroidea ima arterinden veya süperior tiroid arterden beslenebilen üst ve alt paratiroid bezlerinin arteriyel beslenmesi, genellikle bu inferior tiroid arterden gelen ince bir son dal tarafından sağlanır ( 91-93 ). Alt paratiroid bezlerin arteriyel beslenmesi genellikle ( % 90 ila % 95 ), inferior tiroid 58 arterden çıkan inferior paratiroid arterden kaynaklandığı düşünülmüştür. % 5 ila % 10 olguda ise, süperior tiroid arterden gelir. Üst paratiroid bezleri besleyen süperior paratiroid arter genellikle ( % 80 ila % 86 ), inferior tiroid arterden kaynaklanır. % 14 ila % 20 olguda da, süperior tiroid arterden kaynaklanabilir. Paratiroid bezler kanlanmalarının hemen tamamını, terminal veya son arter olarak kabul edilen süperior ve inferior paratiroid arterlerden alırlar. Paratiroid bezlerinin canlılığını koruyabilmeleri hemen daima arterlerin korunmasına bağlıdır. Bu damarlarda kan akımının azalmış olması, kolay yaralanabilir hale gelmesini sağlar ( 11). Pek çok cerrah, inferior tiroid arterin trunkusunun lateral tarafta bağlanmasından kaçınmak gerektiği üzerinde uzlaşmıştır. Bu şekilde, hipoparatiroidinin sebebiyle ilişkili olarak, iki farklı görüş mevcuttur. Birinci görüşte; paratiroid bezlerin beslenmesinin kaybı ve hipoparatiroidi gelişme sıklığının artmasından inferior tiroid arterin trunkal bağlanması suçlanmış ve terk edilmiştir. Buradaki teknikte; paratiroid bezinin bütün damarları korunur ve tiroid bezinin damarları tiroid kapsülü üzerinde bağlanabilir. Bu görüş; paratiroid bezlerinin beslenmesinin esas kaynağının inferior tiroid arter olduğunu ve daha çok inferior tiroid arterden gelen paratiroid arterlerin son veya uç arter olduğu fikrini destekler ( 11,12,43-46) . Diğer bir farklı görüş ise; geniş tiroidektomi serileri yayınlayan bazı büyük merkezlerde yepıldığı gibi, inferior tiroid arter trunkusunun lateralde bağlanabildiğini ve hipoparatiroidi gelişme riskinin artmadığını içerir. Yapılan bir çok çalışmada; inferior tiroid arter trunkusunun, lateralinden bağlandığı olgular ile bağlanmayanlar arasında, istatistiki olarak anlamlı bir fark olmadığı gösterilmiştir. Bu teknik; inferior tiroid arterin süperior tiroid arter, tiroid kapsülü ve timus bezi damarları arasında, paratiroid bezlerine gelen kanın sadece bir kaynağı olduğunu ve diğerlerine göre, daha önemli olmadığını gösteren çalışmalar tarafından desteklenir. Aynı zamanda total tiroidektomi sırasında majör tiroid arterlerin ligasyonu ile, paratiroid bezlerin yetersiz beslenmesinin, bronşial, inferior laringeal ve trakeaözofageal arterler ile tiroid bezinin damarları arasındaki anastomozlar tarafından önlendiği vurgulanmıştır ( 36,47-55 ). Görüldüğü üzere, inferior tiroid arterin proksimalden bağlanıp bağlanmaması 59 konusunda, tam bir fikir birliği yoktur. Bağlanması gerektiği taktirde; inferior laringeal sinirin belirlenip takip edilmesinden sonra, sinire dokunmaksızın ve traksiyon uygulamaksızın, inferior tiroid arter dallarının tiroidin cerrahi kapsülüne girmesinden sonra gelişen ve bu kapsülün altında seyreden daha küçük dalların, tek tek klempe edilmesi ve bağlanması gerekir. Bu teknik kalıcı hipoparatidoidiyi önlemek için esastır (35). Tiroidektomi sırasında, bütün paratiroid bezlerinin ortaya konulmasına ve onların sağlam bir beslenmesi ile korunmasına gayret edilmelidir. İnferior tiroid arter her bir tarafta izole edildikten sonra; paratiroid bezlerine giden süperior ve inferior paratiroid arter dalları, genellikle diseke edilebilir ve korunabilir. İnferior tiroid arter dalları, sadece paratiroid bezinin medialinde bağlanabilir ( 10,12,56). Az miktarda üst paratiroid bezi süperior tiroid arterden gelen bir dalla beslenir ki, üst kutup damarlarının bağlanmasından önce, paratiroid bezlerinin izole edilmesi ve korunması için özen gösterilmelidir. Paratiroid bezlerin fonksiyonunun korunması için gerekli olan teknik; tiroid kapsülü düzeyindeki küçük damarların bağlanmasını takiben, paratiroid bezleri ve damarlarının diseksiyonu, tanımlanması ve izolasyonudur. Bu metodla, tiroidektomi sonrası hipokalsemi gelişme riski azaltılır. Paratiroid bezlerine gelen kanın sadece l / 3’ i inferior tiroid arterden gelse bile, hipoparatiroididen; paratiroid bezlerinin beslenmesinin azami korunması durumunda kaçınıldığı şüphe götürmez olduğu için, cerrahlar; trunkal ligasyondan kaçınmalıdır ve bütün paratiroid bezi damarları korunmalıdır ( 57 ). Tüm bu klasik bilgilere karşın tiroid arterlerinin bağlanmasında bile hipokalsemik bulguların gelişmediği durumlar da söz konusudur. Bu durum tiroid arterlerin çeşitli düzeylerde oluşturduğu kollateraller ile laser dopler ile saptanmış olan kapsülden kaynaklanan beslenmelere bağlıdır. Postoperatif dönemde gelişen geçici hipokalsemiler sıklıkla kısa süreli eksojen kalsiyumla düzelirler. Postoperatif birinci yıla kadar tedavi ile düzelen hipokalsemiler geçici olarak kabul edilirken, 1. yıldan sonra da eksojen kalsiyum ve vitamin D'ye gereksinim gösteren ve kalsiyum değerleri % 7 mg'nin altında olan hipokalsemiler kalıcı hipokalsemi tanısını alırlar (94). Paratiroid bezlerinin etrafında yapılan diseksiyon ve özellikle infeiror laringeal siniri izole etme çabaları, bu bölgede venöz konjesyon ve ödeme yol açabilir. Ayrıca bütün tiroid venlerinin bağlanmış olması da, venöz stazın nedenleri arasındadır. Venöz staz ve ödem bir 60 süre için bile olsa da, paratiroid fonksiyonlarını yavaşlatır ve ameliyattan birkaç hafta sonraya kadar devam eden, geçici bir hipoparatiroidiye sebep olur (53-55). Künt travma ile paratiroidlerin doğrudan hasar görmesi ve aynı zamanda doku ödeminden dolayı venöz dönüşün bozulması sonucu paratiroid fonksiyonları bozulabilir (95,96). Bu yüzden kullanılan tekniğe bakılmaksızın hassas diseksiyonun çok önemli olduğunu düşünüyoruz. Sonuç olarak rekürren sinir diseksiyonu ile birlikte yapılan inferior tiroid arterin trunkal ligasyonu postoperatif dönemde belirgin bir hipokalsemiye neden olmamaktadır. Üstelik bu işlemler, tiroidektomi sonrası görülen iki major komplikasyona (ses kısıklığı ve solunum güçlüğü) neden olmadığı gibi, klinik olarak hipokalsemi görülme riskini de arttırmamaktadırlar. 6. KAYNAKLAR 61 1. Bender Ö, Yüney E, Çapar H, Höbek A, Ağca B, Akat O, et al. Total tiroidektomi deneyimlerimiz. Endokrin Diyalog 2004; 1: 15-18. 2. Sadler GP, Clark OH, Van Heerden JA, Farley Dr. Thyroid and Parathyroid. In: Principles of Surgery. 7th Ed: Schwartz SI, New York, Mc Graw Hill. 1999: 1661- 1713. 3. Hanks JB. Thyroid In: Textbook of Surgery. 16th Ed: Sabiston DC, Philadelphia, WB Saunders Comp. 2001: 603-628. 4. Delbridge L. Total thyroidectomy: The evolution of surgical technique. ANZ J Surg 2003; 73: 761-768. 5. Ureles AL, Freedman ZR. Thyroidology - reflections on tvventieth century history. in: Faik SA, ed. Thyroid Disease, endocrinology, surgery, nuclear medicine, andradiotherapy, 2nd ed. New York: Lippincott - Raven Publishers. Chap: l, 1997: l-14. 6. E.Yetkin. Tiroid Hastalıkları ve cerrahisi,”tiroidektomi komplikasyonları”.1. baskı Ed: İşgör A, Avrupa tıp kitapçılık yayınevi. 2000: 583-595. 7. Değerli Ü. Tiroid hastalıkları. Genel Cerrahi, 6. baskı: Ed: Değerli Ü, İstanbul, Nobel Tıp Kitabevi.1998: 217-226. 8. Kaynaroğlu ZV. Tiroid fizyolojisi ve fonksiyon testleri. Temel Cerrahi, 2. baskı.: Ed: Sayek İ, Ankara: Güneş Kitabevi 1996: 1523-1530. 9. Usman A, Sayek İ. Paratiroidler ve hastalıkları. Temel Cerrahi, 2. baskı: Ed: Sayek İ, Ankara, Güneş Kitabevi. 1996: 1584-1605. 10. Attie JN, Khafıf RA. Preservation of parathyroid glands during total thyroidectomy: improved technique utilizing microsurgery. Am J Surg 1975; 130: 399-404. 11. Halsted WS, Evans HM. The parathyroid glandules, their blood supply and their preservation in operation upon the thyroid gland. Ann Surg 1907; 47: 489-491. 12. Katz AD. Parathyroid auto-transplantation in patients with parathyroid disease and total thyroidectomy. Am J Surg 1981; 142: 490–493. 13. Rios-Zambudio A, Rodrigez O .Prospective sutudy of postoperative Comlicasion after total thyroidektomy for multinodüler goiters. Ann Surg 2004: 42; 18-25. 62 14. Caldarel DD, Lerrick AJ. Nonmetabolic complications of thyroid surgery. in. Faik SA, ed. Thyroid Disease, endocrinology, surgery, nuclear medicine, and radiotherapy, 2 nd ed. New York, Lippincott - Raven Publishers. 1997 : 705-716. 15. Clark OH. Thyroid and parathyroid. in: Way LW, ed. Current, surgical diagnosis and treatment, l Oth ed, Nonvalk: Appleton Lange. 1994: 274 -292. 16. Swain CT. The Heritage of the Thyroid. In: the Thyroid. 7th Ed: Brawerman LE, Utiger RD, New York ,Lippincott-Raven. 1996: 2-5. 17. Vellar ID. Thomas Peel Dunhill: Pioneer thyroid surgeon. Aust NZ J Surg 1999; 69: 375387. 18. Moore KL. The Neck. In: Clinically Oriented Anatomy. 3rd Ed: Moore KL, Baltimore, Williams & Wilkins. 1992: 783-852. 19. İşgör A. Anatomi. In: Tiroid Hastalıkları ve Cerrahisi. 1st Ed: İşgör A, İstanbul, Avrupa Tıp. 2000: 515-540. 20. Skandalakis JE, Carlson GW, Colborn GL. Neck. In: Surgical Anatomy The embryological and Anatomic Basis of Modern Surgery. Int Ed: Skandalakis JE, Greece, Paschalidis Medical Publications. 2004: 1-116. 21. Boger MS, Perrier ND. Advantages ans disadvantages of surgical therapy and optimal extent of thyroidectomy for the treatment of hyperthyroidism. Surg Clin N Am 2004; 84: 849874. 22. Nemiroff PM, Katz AD. Extralaryngeal divisions of the recurrent laryngeal nerves. Am J Surg 1982; 144: 466-469. 23. Reed AF. The relations of the inferior laryngeal nerve to the inferior tiroid artery. Anat Rec 1943; 85: 17. 24. Avisse C, Marcus C, Delattre JF, Cailliez- Tomasi JP, Palot JP, Landam-Marcus V, Menanteau B, Flament JB. Right nonrecurrent inferior laryngeal nerve and arteria lusoria: the 63 diagnostic and therapeutic implications of an anatomic anomaly: Review of 17 cases. Surg Radiol Anat 1998; 20: 227-232. 25. Sanders G, Uyeda RY, Karlan MS. Nonrecurrent inferior laryngeal nerves and their association with a recurrent branch. Am J Surg 1983; 146: 501-503. 26. İşgör A. Multinodüler guatr. In:tiroid Hastalıkları ve Cerrahisi. 1st Ed: İşgör A, İstanbul, Avrupa Tıp Kitapevi 2000: 233-238. 27. Peter HJ, Burgi U, Gerber H. Pathogenesis of nontoxic diffuse and nodular goiter. In: The thyroid ,7th Ed: Brawerman LE, Utiger RD, New York, Lippincott-Raven. 1996: 890-908. 28. Gharib J, James EM, Charboneaud JW. Suppressive therapy with levothyroxine for solitary thyroid nodules. N Eng J Med 1987; 317: 70. 29. Molitch ME, Beck JR, Deisman M, et al. The cold thyroid nodule: analysis of diagnostic and therapeutic options. Endocr Rev 1984; 5: 184. 30. Sayek İ. Temel Cerrahi. Güneş Kitabevi. 2004; 82-83. 31. Jossart GH, Clark OH. Thyroid and parathyroid procedures. In: ACS Surgery Principles and Practice. 1st Ed: Wilmore DW, NY, Web Corp. 2002: 621-628. 32. Faik SA. Metabolic Complications of thyroid surgery: Hypocalcemia and hypoparathyroidism; hypocalcitonemia; and hypothyroidism and hyperthyroidism. in: Faik SA, ed. Thyroid Disease, endocrinology, surgery, nuclearmedicine, andradiotherapy, 2nd ed. New York: Lippincott - Raven Publishers. 1997: 717-738. 33. Allan FD. An accessory or superficial inferior thyroid artery in a full term infant. Anat Rec 1952; 112: 539 34. Özarmağan S. Hipertiroidi. In: Genel Cerrahi. 1st Ed: Kalaycı G, İstanbul, Nobel Tıp Kitapevleri. 2002: 443-452. 35. Gronert GA. Malignant hyperthermia. Anesthesiology 1980; 53: 395. 36. Franz RC, Joubert E, Lodder JV, Vander Mer, Vander CA. Transient postthyroidectomy hypocalsemia - the role of parathormone, calcitonin and plasma albumin. South Afr J Surg 64 1987; 25: 45-49. 37. Debry C, Schmitt E, Senechal G, et al. Analysis of thyroid surgery: recurrent paralysis et hypoparathyroidism. On a series of 588 cases. Ann Otolaryngol Chir Cervicofac 1995; 112: 211-217. 38. Faik S A, Birken E A, Baran TD. Temporary post thyroidectomy hypocalcemia. Arch Otolaryngol Head Neck Surg 1988; 114: 168-174. 39. Beagie JM. Princeples of thyroid surgery. Pitman Medical, Oxford, 1975. 40. Montgomery D AD, Welbourn RB. Clinical endocrinology for surgeons. Londra, Edvvard Arnold Publishers, 1963. 41. Rasmussen H. Parathyroid hormone, calcitonin and the calciferols. in: Williams RH, ed. Textbook of Endocrinology, Sthed.,Philedelphia, W. B. Saunders Comp, 1974. 42. Faik SA. Metabolic Complications of thyroid surgery: Hypocalcemia and hypoparathyroidism; hypocalcitonemia; and hypothyroidism and hyperthyroidism. in: Faik SA, ed. Thyroid Disease, endocrinology, surgery, nuclearmedicine, andradiotherapy, 2nd ed, New York,Lippincott - Raven Publishers.1997: 717-38. 43. Vingert DJ, Friesen SR, İliopulos JI, Pierce EĞ. Post thyroidectomy hypocalcemia, incidens and risk factors. Am J Surg1986 152: 606-610. 44. Lore JM. Technique of thyroidectomy. J Otolaryngol 1983; 12: 2. 45. Yetkin E, Menteş A, Kabalak T. Tiroid cerrahisinde bilateral arteryel devaskülarizasyonun post operatuvar erken dönemde paratiroid fonksiyonlarına etkisi. Ulusal Cerrahi Dergisi 1985 ;4: 25-29. 46. Wells S A Jr, Gunnels JC, Shelburne JD, Schneider AB, Shenvood LM. Transplantation of the parathyroid glands in man: clinical indication and results. Surgery 1975 ;78: 34. 47. Skandalakis JE, Gray SW, Rowe JS. Anatomical Complieations in General Surgery. New York: McGraw - Hill Book Comp. 1986: 2–36. 48. Ergin K, Acar H. Tiroidektomi ameliyatlarından sonra görülen cerrahi komplikasyonlar. Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi 1984; 37: l. 65 49. Curtis GM. The blood supply of the human parathyroids. Surg Gyn Obs 1930 ;51: 805– 809. 50. Franz RC, Joubert E, Lodder JV, Vander Mer, Vander CA. Transient postthyroidectomy hypocalsemia - the role of parathormone, calcitonin and plasma albumin. South Afr J Surg 1987; 25: 45–49. 51. Schmauss AK, Zech Ü. Concentration of calcium and phosphorus in patient after thyroidectomy without ligation of the inferior thyroid arteries. Zentrabl Chir 1981; 106: 10631073. 52. İşgör A. İnferior tiroid arterin proksimalden bağlandığı bilateral tiroidektomilerde post operatif hipoparatiroidizm. T Ki Tıp Bil Araş Dergisi 5(3): 285–287. 53. Michie W, Stowers JM, Frazer SC, Gunn A. Thyroidectomy and the parathyroids. Brit surg 1965; 52: 503. 54. Hardy DJ. Complications of thyroid and parathyroid surgery. in: Hardy D J, Artz CP,ed. Management of Surgical Complications. Philedelphia: W. B. Saunders Comp. 1975: 291-305. 55. Wade JSH. The morbidity of subtotal thyroidectomy. Brit J Surg 1961; 48: 25. 56. Wells S A, Burdick JF, et al. Long term survival of dogs transplanted vvith parathyroid glands as autografts and as allograft s in immunosuppressed hosts. Transplant Proc 1973; 5: 769. 57. Nomura K, Yamashita J, Ogava M. Endothelin l is involved in the transient hypoparathyroidism seen in patients undergoing thyroid surgery. J Endocrinol 1994;143: 343 -351. 58. Ünal H. Tiroid ve paratiroid ameliyatlarından sonra ortaya çıkabilen hiperparatiroidinin önlenmesine ve tedavisine yönelik bir cerrahi metod paratiroid ototransplantasyonu. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Doçentlik tezi. 1976.İstanbul 59. Aagard J, Blichert TM, Christiansen C. Serum level of calcium and parathyroid hormone after subtotal thyroid resection for Graves disease. Acta Med Scand 1982 ; 211: 261-264. 66 60. Aydıntuğ S. Paratiroid hastalıkları. Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Genel Cerrahi ders kitabı. Ankara, Türkiye Klinikleri Yayınevi 1996 : 653–662. 61. Kaplan LE. Thyroid and parathyroid. in: Schwartz SI, ed. Pnnciples of Surgery, 4th ed. New York: McGraw F fill Book Comp. 1984: 1574–1547. 62. Bostancı N. Tiroid ve Paratiroid Hastalıkları. İstanbul, Bozak Matbaası. 1979:199–248. 63. Holtz F. Wann ist eine tetanie mit A.T. 10. zu behandeln ? Dtsch Med Wschr 1934; 60: 1830. 64. Claussen MS, Pehling GB, Kisken WA. Delayed recovery from post thyroidectomy hypoparathyroidism: a case report. Wis Med J 1993; 92: 331-334. 65. Brasier AR, Nussbaum SR. Hungry bone syndrome: clinical and biochemical predictors of its occurence after parathyroid surgery. Am J Med 1988; 84: 654–660. 66. Edis AJ, Linos DA, Kao PC. Parathyroid autotransplantation at the time of reoperation for persistent hyperparathyroidism. Surgery 1980; 88: 588-593. 67. Body JJ, Demeester - Mirkine N, Corvilain J. Calcitonin deficiency after radioactiveiodine treatment. Ann İnt Med 1988; 109: 590-591. 68. Songun I. Kievit J. Cornelis J.H. va de Velde. Complications of thyroid surgery. In:Clarck O.H. Duh Q.Y.(ed). Textbook of Endocrine Surgery. Philadelphia, London,Toronto, Montreal, Sydney, Tokyo. W.B. Saunders Comp. 1997: 167-172. 69. Debry C, Schmitt E, Senechal G, et al. Analysis of thyroid surgery: recurrent paralysis et hypoparathyroidism. On a series of 588 cases. Ann Otolaryngol Chir Cervicofac 1995; 112: 211-217, 70. Harnes JK, Fung L, Thompson NW, Burney RE, McCleod MK. Total thyroidectomy:complications and technique. World J Surg. 1986; 10: 781-786. 71. Pattou F, Combemale F, Fabre S, et al. Hypocalcemia following thyroid surgery: Incidence and prediction of outcome. World J Surg. 1998; 22: 718-724. 72. Richards ML, Casey JB, Pierce D, Strodel WE, Sirinek KR. Intraoperative parathyroid hormone assay: An accurate predictor thyroidectomy. Arch Surg.2003;138: 632-636. of symptomatic hypocalcemia following 67 73. Marohn MR, LaCivita KA. Evaluation of total/near-total thyroidectomy in a short-stay hospitalization: safe and cost-effective. Surgery. 1995; 118: 943-948. 74. Bentrem DJ, Rademaker A, Angelos P. Evaluation of serum calcium levels in predicting hypoparathyroidism after total/near-total thyroidectomy or parathyroidectomy. Am Surg. 2001; 67: 249-252. 75. Burkey SH, van Heerden JA, Thompson GB, Grants CS, Schlek CD, Farley DR. Reexploration for symptomatic hematomas after cervical exploration. Surgery. 2001; 130: 914-920. 76. Gardiner KR, Russell CF. Thyroidectomy for large multinodular colloid goitre. JR Coll Surg Edinb. 1995; 40: 367-370. 77. Fewins J, Simpson JB, Miller FR. Complications of thyroid and parathyroid surgery. Otolaryngol Clin North Am 2003; 36: 189-206. 78. Gough IR, Wilkinson D. Total thyroidectomy for management of thyroid disease. World J Surg, 2000; 24: 962-969. 79. Reeve TS, Delbridge L, Cohen A, Crummer P. Total thyroidectomy: the preferred option for multinodular goiter. Ann Surg 1987; 206: 782-786. 80. Mittendorf EA, McHenry CR. Thyroidectomy for selected patients with thyrotoxicosis. Arch Otolaryngol Head Neck Surg 2001; 127: 61-65. 81. Thomusch O, Machens A, Sekulla C, et al. Multivariate analysis of risk factors for postoperative complications in benign goiter surgery: prospective multicenter study in Germany. World J Surg 2000; 24: 1335-1341. 82. Nelterville JL. Complications of thyroid and parathyroid surgery. Otolaryngologic Clinics of North America 1990; 23: 544-552. 83. Colcock B, King M. The mortality and morbidity of thyroid surgery. Surg Gyn Obs. 1962; 114: 131-136. 84. Pino Rivero V, Keituqwa Yanez T, Pardo Romero G, Trinidad Ruiz G, Marcos Garcia M, 68 Blasco Huelva A. Complications of thyroid and parathyroid surgery. Retrospective study and review of the literature. An Otorrinolaringol Ibero Am 2003; 30: 607-614. 85. Pattou F, Combemaie F, Fabre S, et al.hiypocakemi following thyroid surgery: incidence and predictıon otoutcome.Worid J Surg 1998 ; 22: 718-724. 86. Ramus N. Hypocalcemia after subtotal thyroidectomy for thyrotoxicosis. Br J Surg. 1984; 71: 589-590. 87. Falk SA, Birken EA, Baran DT. Temporary postthyroidectomy hypocalcemia. Arch Otolaryngeal Head Neck Surg. 1989; 114: 168-174. 88. Gürel M, Alıç B, Erdem G, Baç B. Arteria tiroidea inferior ligasyon seviyesinin serum kalsiyum düzeyine etkisi. Dicle Üni. Tıp Fak. Dergisi 1989; 16: 86-91. 89. Pervical R, Hargreaves A, Kanis J. The mechanism of hypocalcemia after thyroidectomy. Acta Endocnol 1985; 109: 220-226. 90. Adams J, Andersen P, Everts E. Early postoperative calcium levels as predictor of hypocalcemia. Laryngoscope 1998; 108: 1829-1831. 91. Thomusch O, Machens A, Sekulla C, et al. Muftivariate analysis of risk factors for postoperative complications in benign goiter surgery; prospective multicenter study in Germany. World Surg 2000; 24: 1335-1341, 92. Brennan J, Moore EJ, Shuler KJ. Prospective analysis of the efficacy of continuous intraoperative nerve monitoring during thyroidectomy, parathyroidectomy and parotidectomy. Otolaryngol Head Neck Surg. 2001; 124: 537-543. 93. Yarbrough DE, Thompson GB, Kasperbauer JL, Harper CM, Grant CS. Intraoperative electromyographic monitoring of the recurrent laryngeal nerve in reoperative thyroid and parathyroid surgery. Surgery 2004; 136: 1107-1115. 94.Pattou F, Combemaie F, Fabre S, et al.hiypocakemi following thyroid surgery: incidence and predictıon otoutcome.Worid J Surg 1998; 22: 718-724. 95. Michie W, Stowers J.M, Frazer S.C, Gunn A. Thyroidectomy and the parathyroids. Br J 69 Surg. 1965; 52: 503-514. 96. Wade J.H.S, Goodall P, Dcane L, Dauncey T.M. The course of partial parathyroid insufficiency after thyroidectomy. Br J Surg. 1965; 52: 497-503.