sait faik abasıyanık

advertisement
SAİT FAİK ABASIYANIK
Sait Faik. Büyük Türk öykücüsü. Yapıtlarında
kenti ve doğayı yalın bir gerçekçilikle
yansıtırken içsel çatışmalarını da aynı yalınlıkla
dile getirmiştir. Hikayeye yeni bir anlayış
getirmesinin yanı sıra, hikayenin biçimini
yenileştirmiş ve onu bildik kalıplardan
kurtararak ‘özgür bir hikaye’ de yaratmıştır.
Süslü, ağdalı bir anlatım biçimi yerine yaşamın ta
içinden gelen bir dil kullanmayı yeğlemiş, sesi
zaman zaman kendi kendine serzenişlere, bazen
de öte kıyılarda yankılanan bir çığlığa
dönüşmüştür.
Gerçek adı Mehmet Sait olan Abasıyanık, 23 Kasım
1906’da Adapazarı’nda doğdu, 11 Mayıs 1954’te
İstanbul’da öldü. İlköğrenimini Adapazarı’nda yaptı.
Kurtuluş Savaşı’nın ertesinde ailesi İstanbul’a taşınınca,
İstanbul Lisesi’ne girdi ve ardından ortaöğrenimini Bursa
Erkek Lisesi’nde tamamladı. 1928-30 yıllarında İstanbul
Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünde okudu. Bir yıl
sonra babasının isteği üzerine iktisat eğitimi için yurtdışına
gitti. Burada fazla kalmadı ve Fransa’ya giderek doğal
çevresi ve kültürel yapısı ile kendisine çekici gelen
Grenoble’de üç yıl kaldı. Groneble’de sürdürdüğü dağınık
yaşam tarzı nedeniyle babası onu geri çağırdı ve
yükseköğrenimini yarım bırakarak yurda döndü. Yağ
İskelesi’nde açtığı ticarethanede işler yürümeyince burayı
kapatır ve geçimini kaleminden sağlamaya başlar. Artık
kışlarını Şişli’deki evinde, yazlarını da çok sevdiği
Burgazada’da geçirir.
Sait Faik şiir yazmaya lise yıllarında
başlar, ardından öyküleri yayımlanır.
Öykülerindeki şiirsellikle daha o
zamandan insanları kendine hayran
bırakır.
Uçurtmalar ve İpekli Mendil adlı ilk öykülerinden sonra
kendisini tamamen öykü yazmaya verir. Sait Faik,
öykülerinde işçi ve emekçileri, kimsesiz çocukları, köşe
başındaki dilenciyi ve bankta pineklik eden ayyaşı konu
eder. İlk yapıtları Semaver, Sarnıç, ve Şahmerdan’da
çocukluk ve gençlik yıllarının hatıraları, Fransa’da kaldığı
yıllarda yabancı çevreye olan yabancılaşması ve insan
ilişkilerine dayanan tutumu yer alıyordu. Kimi zaman
İstanbul’un kenar semtlerini, yoksul insanları, küçük
insanların serüvenlerini ve en önemlisi insan sevgisini
anlattı. Züppe burjuva insanlarına kızdığı bu dönem
öykülerinde yoksulları yüceltir ve yaşama sevinci ağır
basar. İkinci dönem öykülerinde ise insanları bireyler
olarak ayrı ayrı değerlendirmeye ve eleştirmeye
başladığını görürüz. Bunu takip eden üçüncü dönemde ise
yazarın yaşama sevinci yavaş yavaş solar ve yerini hüzne
bırakır.
Asıl ününü, bu dönemde kaleme aldığı, yaşadığı
Burgaz adasından ve çevresinden kaynaklanan,
Rum balıkçıları, denizi, deniz kuşlarını, balıkları,
doğayı konu edinen Lüzumsuz Adam, Mahalle
Kahvesi, Son Kuşlar, Kumpanya ve Havuz Başı
hikayeleriyle yaptı. Uzun öykülerinin yer aldığı
ilk kitabı Havada Bulut’ta Sait Faik, tamamen
yalnızlığı, hüznü, çaresizliği, kaçıp gitmeyi
anlatır.
1940 yılında yayımlanan, yoksul insanların yaşam
mücadelesini anlattığı Medarı Maişet Motoru adlı roman,
tema bakımından olduğu gibi, birbirine eklenmiş
hikayeler dizisi oluşturmaları bakımından da diğer
kitaplarının tekrarı görünümündedir. Bu kitabın ikinci
baskısı 1952’de yapılır. 1951’de yayımladığı Kayıp
Aranıyor romanı ise yerleşik ahlak kurallarını taşıması,
toplumun türlü kesiminden insanları karşı karşıya
getirmesi ve toplumdan kopmuş aydınları eleştirmesiyle
dikkat çeker. Bilinçaltını dile getiren, çağrışımlarla
gelişen, sağlığının bozulduğu son dönemlerdeki tedirgin,
yalnız dünyasını yansıtan hikayelerinde (Alemdağ’da Var
Bir Yılan) gerçeküstücü öğeler dikkat çeker. Şimdi
Sevişme Vakti adlı kitabında ise, sevecen yaklaşımlı,
serbest nazımla yazılmış şiirleri bir araya toplamıştır.
1951’de Kayıp Aranıyor romanının toplatılması
Sait Faik’in hayatında ara verdiği üç önemli
olaydan biri olur. 1939 yılında babasının ölümü ile
yazmaya ara veren yazar, 1946’da da kendisine
siroz teşhisi konması üzerine bir süre
edebiyattan uzaklaşır.
Tedavi için 1951’de Paris’e giden Sait Faik,
Samet Ağaoğlu’na yazdığı mektupta hastaneye
yatmadan bir gece önce titrediğini, buz gibi
terler döktüğünü ve hastaneye yatamayacağını
anlayarak biletini alıp derin bir huzur içinde
uçağa bindiğini anlatır…
Paris’ten bu kararı alarak dönmesinden üç yıl sonra
sıklaşan krizleri sebebiyle hastaneye kaldırılan
Abasıyanık, 11 Mayıs 1954’te yaşama veda etti.
Sait Faik, yazarlığı boyunca yaşamı ve doğanın eşsiz
güzelliklerini satırlarının arasına kattı. Onu Sait Faik
yapan sıradan insanda, evrensel insana giden ruhun özünü
bulabilmiş olmasıdır. Başarısının tek ölçütü olarak insanı
görmüştür. Kalabalıkların içindeki trajediyi gözler önüne
serer. Yoksulların ve ezilmişlerin safında yer alır,
çalışkan dürüst insanların arasına karışabilmek için
adalara koşar ancak adaya sığınmak da onu kurtaramaz.
Sevdiği insanların, namuslu saydığı insanların, iş ekmeğe
gelince nasıl insafsız, nasıl kötü olabildiklerini
görmüştür.
Sait Faik, duygularını şu sözleriyle dile getirir:
“Söz vermiştim kendi kendime: Yazı bile
yazmayacaktım. Yazı yazmak da bir hırstan
başka ne idi? Burada namuslu insanlar arasında
sakin, ölümü bekleyecektim; hırs, hiddet neme
gerekti? Yapamadım. Koştum tütüncüye, kalem
kağıt aldım. Oturdum. Adanın tenha yollarında
canım sıkılırsa küçük değnekler yontmak
için cebimde taşıdığım çakımı çıkardım. Kalemi
yonttum. Yonttuktan sonra öptüm. Yazmasam
deli olacaktım…”
Aç yatmıştım. Para çalmıştım. Irza geçmiştim.
Sevmiş, sevilmemiştim. (…) Şimdi namuslu
insanların arasında başım önüme eğilmiş,
gülmeden, eğlenmeden (…) balığa çıkacak, (…)
ömrümün sonunu burada kesik bir son nefesle
bahtiyar bitirecektim. (…) yazı yazmak
arzusunu, arzusunu değil, kötü huyunu, bu tek
kötü huyu muvaffakiyetler, şöhretler
düşünmeden (…) kalemsiz kağıtsız dağlara
fırlayacaktım. (…) Yazmayacaktım. (…) bugünü de
bir günah, daha doğrusu bir kötülük işlemeden
bitirecektim. Sait Faik Abasıyanık
Sait Faik Abasıyanık'ın Eserleri:
Semaver, 1936 – Sarnıç, 1939 – Şahmerdan,
1940 – Medarı Maişet Motoru, 1940 - Lüzumsuz
Adam, 1948 – Mahalle Kahvesi, 1950 – Havada
Bulut, 1951 – Kayıp Aranıyor, 1951 - Son Kuşlar,
1951 – Kumpanya, 1951 – Havuz Başı, 1951 –
Şimdi Sevişme Vakti, 1953 - Alemdağ’da Var Bir
Yılan, 1954 – Az Şekerli, 1954 – Tüneldeki
Çocuk, 1955 – Mahkeme Kapısı, 1956 – Açık
Hava Oteli, 1980 – Müthiş Bir Tren, 1981
YEİS
Akşam üstleri geliyor
Tam insanlar işten çıkarken.
Salkım salkım tramvaylardan
Bir güzel çocuk yüzüyle gülümsüyor
Namussuz, akşam üstleri geliyor.
Neremden yakalıyor, bilmiyorum
Ben tam sevmeye hazırlanırken
On altı yaşındaki sevgilimi.
Elini elimle tutmak
Yirmi dört saatte bir
Sıcak bir laf dinlemek isterken Rezil...
Tam o saatlerde geliyor.
SÖZ AÇINCA
Fırtınaları ayağınıza
Meltemleri saçınıza yollayacağım.
Yakamozlar tırmanacak göğsünüze
Martılara söyleyeceğim gelsinler.
Sivriada'nın boz tavşanları
Kulağınıza fısıldayacak.
Sandalsız balıkçılar da gelecek.
Ay ışığını
Martının sırtından alıp
Akşam üstlerini Kordela balığından
Karabataklardan karanlığı
Ben alıp getirsem...
Nisan yağmurları yağmış Levent’e
Onlar tanıklık etsinler olmazsa.
Nisan yağmurları tane tane.
Benden yana konuşacaklar bakın
Cümle balıkçılar
Karidesler, pavuryalar, böcekler
İstakozlar.
Akdeniz adalarına haber yolladım
Sardunya Adası benden yana çıkacak
Yırtık yelkenler benden yana.
Benden yana bu yas dökülmüş sandallar
Medarı Maişet, Şemşiri Hücum,
Maksut Kaptan Ceylanı Bahri,
Denizkızı, Bereket motorları benden yana
Ama ben yine de tavşanları
Sivriada'nın boz renkli tavşanlarını Kimselere
değişmem.
Onları göndereceğim kulağınıza Fısıldamaya
Meremet yapan
Ermeni kadınları var ya Kumkapı'da.
Arslan gibi kadınlar
Memelerinden sert balıkçılar süt emmiş
Ak düşmüş saçlarına erkek yürekleri açılmış.
Meremet yapan kadınlar
Onlara da açtım bu sevdadan.
Hepsi Marmara
O canım su Sivriada
O yalnızlık, kimsesizlik, balıkçının hürriyet
heykeli.
Dülger balığı
O canavar görünüşlü
O uysal balık.
O sandallar, o tavşanlar, o motorlar
Hepsi hepsi gelecekler.
Deniz diplerinden yakamozlar
Dikenleri batan süngerler
Hepsi hepsi gelecek.
Benim için konuşmaya, dinlersen
Onlara da açtım bu sevdadan.
BİR MASA
Bize bir masa ayır
Yankimu Aleksandra'mla benim için
Bir masa.
Üstü çiçeksiz
Örtüsü gazeteden
Şarabı aşktan
Hem hülyadan.
Aleksandra'm mızıka çalsın
Siyaha çalar parmaklarıyla
Güftesi bayağı şarkılar
Adi havalar.
Meyhane acı zeytinyağı koksun
Sen hoşnut ol Yanakimu.
KIRMIZI YEŞİL
Kıyısına tuz ileten rüzgarı balıkların
yüzdüğünü duyarım
Dinlerim yosunların konuştuğunu midyelerin
ağladığını.
Aşkın bir kanadı vardır kırmızıdır delinir kan
akar.
Bir kanadı var zehir yeşili...
Download