Toplum - Atlas of European Values

advertisement
Birlik, güven, tolerans ve çevre
TOPLUM: birlik, güven, tolerans ve çevre
Josja Rokven
Inge Sieben
Loek Halman
Tilburg Üniversitesi, Hollanda
Birlik, güven, tolerans ve çevre
P
Putnam’a gore, sivil toplumun özellikleri vatandaşların toplum hayatındaki aktif katılımı, ortak
fayda için arayışıdır ve bunlar ise birlik, güven ve tolerans gibi değerlerde yatmaktadır.
Günümüz batı dünyası toplum hayatındaki düşüşten, sosyal bağların zayıflamasından ve
sosyal uyumun kaybolmasından muzdariptir. Bu en azından birçok politikacının ve dini liderin
ileri sürdüğü şeydir. Onların düşüncesine göre sosyal bağların zayıflaması, yüksek suç oranı,
ilgisizlik ve sosyal izolasyon gibi modern sosyal problemlerin ana kaynağıdır. Fakat birlik,
güven, ve tolerans hala tipik Avrupai değerlerdir.
Ülkelerin birlik, güven, ve tolerans seviyelerindeki (ve zamanla) farklar modernleşme teorisis
ile açıklanabilir. Bu teoriye göre, teknolojik gelişmeler endüstrileşmeye, kentleşmeye ve işçi
pazarında büyük değişimlere neden olmuştur: meslekler tarımsal çalışmalardan endüstriyel
çalışmalara geçiş yapmış daha sonra da endüstri-sonrası işlere geçiş yapmış ve eğitimsel
yetiler çok daha önemli hala gelmiştir. Buna ek olarak, refah ve zenginlik seviyeleri yükselmiş
ve bu insanlara belli seviyede maddi güvenlik sağlamaıştır. Bu ekonomik modernleşme
sosyal, politik ve kültürel modernleşmeyi sağlamıştır. Toplum daha mantıklı hala gelmiş,
politik sistemler demokrasilere dönüşmüş, ve kültürel olarak bireyselleşme süreci başlamıştır.
Bireyselleşme, bireysel özgürlüklerde ve özkararlılıkta bir artış ve ayrıca bunlara verilen
değerdeki artış anlamına gelmektedir. Özerkliğe, özel hayata, kendini gerçekleştirmeye ve
bireysel mutluluğa odaklanmış değerler kolektif amaçlara doğrulmuş olan değerlerden daha
önemli hala gelmiştir. Ayrıca, geleneksel olarak küresel bütünlük klise gibi sosyal ağlarda yer
edinmiştir. Günümüzde bu ağların önemi azalmaktadır özelliikle de bireyselleşen ve laikleşen
ülkelerde durum bu şekildedir. İnsan oğlunun bütünlüğü gittikçe bireysel bir mesele haline
gelmekte, geleneksel bağlar tarafından daha az kısıtlanmakta, daha evrensel fakat daha ince
hale gelmekte, ve sonuç olarak da yüseysel bir bağlılığa neden olmaktadır. Bireyselleşme
çevredeki insanları görmezden gelmeye ve onlara duyarsızlığa neden olabilmektedir. Bu
nedenle, modern toplumlardaki sosyal uyumun daha az modern olan toplumlardakilere göre
daha az olması beklenebilir ve bu daha az seviyedeki birliğe sahip olan, topluluk bilinci
kaybına neden olur. Ek olarak, modern toplumlarda daha geleneksel toplumlara kıyasla daha
fazla duyarsızlık ve sosyal izolasyon beklenebilir (böylece daha az seviyede güven ve
tolerans). b
Bireysel bütünlük ayrıca yardım örgütlerini eğilimlere ve modaya daha
maruz hale getirmektedir. Bu nedenle, bu yardım örgütleri güçlü bir şekilde üne ve positif
isim yapmaya bağlı hale gelmektedir. Lütfen “modern” teriminin bir yargılama olarak
kullanılmadığına (modern toplumun geri kalmış veya gelişmiş olamamak anlamına geldiğini
ima edecek şekilde) fakat sadece bazı ülkelerin ekonomik olarak diğerlerinden daha gelişmiş
GE \* MERGEFORMAT 2
Birlik, güven, tolerans ve çevre
P
olduğuna, ve değer şekillerinin daha liberal ve geleneksel-olamayan olduğuna işaret eden bir
kelime olduğuna dikkat ediniz.
Birlik
Artan modernleşme ve bireyselleşme seviyelerinin yanı sıra, refah hükümeti ayrıca belirgin bir
topluluk ruhu kaybıyla suçlanmaktadır. Bunun nedeni refah hükümetinin kurumlarının daha
önceden sivil toplumda ve aile ağlarında yerleşmiş olan destek yükümlülüklerini üstlenmiş
olmasıdır. Örneğin yaşlılara bakımı ve sosyal güvenliği düşünün. Sosyal servisler için
sorumluluk alarak, refah hükümeti yakın sosyal yapıları sığlaştırmış ve yozlaştırmıştır ve
sonucunda birlik ve güven azalmıştır. Buna ek olarak, bireysel olarak hissedilen
sorumlulukların yerini sosyal hizmetler için devletin sorumlu olduğu fikri almıştır. Diğer
taraftan, refah hükümeti iyimseleri sosyal sermayenin en yüksek tipik refah devletlerinde
olduğunu savunmaktadırlar: iskandinavya ülkeleri. Avrua Değerler Araştırması ne iyimserlerin
ne de kötümserlerin teorisini destekleyen bulgular sağlamaktadır. Yüksek refah harcaması
yüksek sosyal sermaye seviyeleri ile orantılıdır fakat aynı zamanda insanların ihtiyaç
sahiplerine karşı sahip oldukları gayrı resmi bütünlükleri üzerinde önemli derece olumsuz
etkiye sahiptir. (Q84). Aslında, insanlar ilgileniyormuş gibi görünüyor fakat endişelenmiyorlar
çünkü ihtiyaç sahipleriyle refah hükümetinin ilgilendiğine inanılmaktadır. sosyal bilimciler
modernleşme ve bireyselleşmenin insanların birliklerinin kendi iç çevreleri dışındaki insanları
doğru arttırdığına inanmaktadırlar. Bunun altında yatan varsayım ise modern insanların daha
küresel oryantasyonlarının daha yüksek seviyelerdeki özdeşleşmesi ve daha büyük bir
sorumluluk duygusudur. Bu teori modern ülkelerdeki Uluslararası Af Örgütü ve Kızıl Haç gibi
örgütlere olan yüksek seviyedeki yardımlar tarafından doğrulanmaktadır. Avrupada, bu
örgütler için sponsorluk örneğin İsveç, İzlanda ve Hollanda gibi tipik materyalistik-sonrası
ülkelerde en yüksektir. Daha materyalist Güney Avrupa ülkelerinde bu destek çok daha azdır.
Fakat kıyaslama o kadar da açık değildir. (Q83 and Q84). Danimarka ve Finlandiya yüksek
seviyede birlik gösterirler, fakat Yunanistan da öyledir. Ayrıca, Türkiye de birisinin modernlik
seviyesinde bakınca tahmin edeceğinden çok daha yüksek bir birlik seviyesi göstermektedir.
Son olarak, Avrupa’daki yakın aile ile olan birlik de belirgindir.
Bireyselleşmeye ve modernleşmeye rağmen, insanların yakın aileye olan sadakatleri hala
yüksektir. Bu mantıklı olmayabilir, fakat çok doğal görünmektedir. Bir annenin kendi
çocuğundan çok Afrika’daki bir çocukla daha fazla ilgilenmesini kim anlayabilirdi ki?
GE \* MERGEFORMAT 2
Birlik, güven, tolerans ve çevre
P
Güven
Vatandaşlar arasındaki güvenin güçlü toplumsal bağlar oluşturduğuna, sosyal kurumların
çalışmasını olumlu yönde etkilediğine, sağlıklı bir sosyal ve kültürel iklim yarattığına, sosyal
sermaye oluşturduğuna ve elle tutulabilir ekonomik ve yönetim gelirleri yarattığına
inanılmaktadır. Inglehart2 kişilerarası güvenin ve demokratik oryantasyonların ekonomik
gelişme ve demokratik istikrar ile güçlü bir bağı olduğunu bulmuştur. Güven ahlaki bağları
geliştirmekte, işbirliğini ve toplum yanlısı davranışları sağlamakta ve iş maaliyetlerini
azaltmaktadır. Yüksek güven toplumları düşük seviye güven toplumlarına kıyasla ekonomik
olarak daha zengin, politik olarak daha etkin ve kurumsal olarak daha istikrarlı görünmektedir
çünkü düşük güven toplumlarının kökeninde karşılıklılık, ahlaki yükümlülük, ortak etik
değerler ve topluma karşı sorumluluk yatmaktadır.
Özetle, diğer insanlara olan en yüksek güven İskandinav ülkelerinde
bulunmaktadır- Norveç, İsveç ve Finlandiya-, diğer taraftan diğer insanlara olan en düşük
güven Doğu Avrupa ülkelerinde bulunmaktadır: Polonya, slovakya, Romanya, Sırbistan, fakat
ayrıca Türkiye (Q7). Ülkelerin güven seviyelerindeki farklar modernleşme teorisi tarafından
açıklanabilir çünkü postmodern veya refah değerlerine olan yüksek vurgu yüksek seviyelerde
güven sağlamaktadır. Yeni ve muğlak durumlar için yüksek seviye toleransa sahip olan ve
refahı ve hayattaki kaliteyi en yüksek seviyede tutmanın önemli olduğu ülkeler yiyecek,
kıyafet ve barınak sağlamaya büyük çaba göstermeyle birlikte ekonomik büyümeyi
maksimum seviyede tutmaya çaba gösteren kültürlere kıyasla, insanların birbirine güvenme
olasılığı yüksek olan kültürlerdir. Bozulmanın algılanan seviyesi de güven seviyesinde önemli
rol oynadığı da belirgin bir gerçektir: yüksek seviyede öznel bozulma olan ülkelerde güven
seviyesi düşüktür. Bu bakımdan, yozlaşma yüzünden insanlar birbirine güvenememektedir.
Aslında, insanlar diğerlerine güvenilemeyeceğini tecrübe etmekte ve anlamaktadırlar ve bu da
düşük seviye güvenle sonuçlanmaktadır.
Kişilerarası güvenin yanı sıra, sivil toplumunu anlatırken kurumlardaki
güven de önemlidir. Kurumlardaki güven bireyselleşme ve laikleşme sonucunda azalmaktadır.
Başka bir şekilde ifade etmek gerekirse, bireysler değerler ve inançlar açısından artan bir
şekilde özgür, kendi kararlarını verir hale gelmişlerdir. İnsanlar fikirler ve görüşleri
yapılandıran ve kısıtlayan geleneksel kurumlardan kendilerini serbest bırakmışlardır. Sonuç
olarak, insanlar kurumlara daha az güvenmekte ve kendi kararlarını kendileri almaktadırlar.
Bu kurumlardaki güvendeki düşüşler beraber gerçekleşmektedir. EVS sonuçları kurumlarda
yüksek güvenin daha fazla geleneksel ülkelerde bulunabileceğini göstermektedir (Q63).
GE \* MERGEFORMAT 2
Birlik, güven, tolerans ve çevre
P
Kısaca, kişilerarası ve kurumsal güven Avrupa’daki sabit parametrelerden
çok uzaktır. Portekizlilerin sadece yüzde 8’i yurttaşlarının güvenilir olduğuna inanmakta, fakat
diğer
taraftan
Danimarkalıların
büyük
çoğunluğu
yurttaşlarının
güvenilir
olduğunu
düşünmektedirler. Yunanlıların çeyreği eğitimlerine ve sağlık bakım sistemlerine inandıklarını
söylemelerine rağmen Avusturyalıların yaklaşık yüzde 90’ı bu kurumlarına yüksek inanç
göstermektedirler.
Gönüllülük
Vatandaşlar arasındaki sosyal güven toplum yanlısı davranışları güçlendirmekle kalmamakta
aynı zamanda demokratik yasalar ve kurumlar için geniş bir destek duygusu, politik ve
gönüllü örgütlere katılımda isteklilik yaratmaktadır.gönüllülük burada çevre veya diğer
insanlar için parasız ve gönüllü işleri gerçekleştirmek olarak tanımlanmaktadır. Batı ve Doğu
Avrupa ülkeleri arasındaki ayrım bariz bir şekilde belirgindir (Q5): uzun surely sabit
demokrasiye sahip Batı Avrupa ülkeleri yeni kurulmuş Doğu Avrupa demokrasilerine kıyasla
daha yüksek seviyede gönüllülüğe sahiptirler. Fakat ayrıca Batı Avrupa ülkelerinde değişimler
bireysellik dolayısıyla gözlenebilir durumdadır. Aslında, sivil katılımdaki düşüler sık sık
süregelen bireyselleşmenin bir sonucu olarak değerlendirilmektedir. Bireysellik üzerindeki
artan vurgu toplum hayatındaki ilgiyi ve katılımı azaltmış, ve kimlik ve gerçeklik arayışını da
beraberdinde getirmiştir. Diğer taraftan, gönüllü kuruluşların ortaya çıkması ve gelişmesi için
gerekli olan şeylerden birisi de ekonomik gelişmedir. Ekonominin etkili organizasyonu sivil
katılım için fırsatları arttırmaktadır çünkü çalışma saatleri azaltılmakta, diğer taraftan da
ekonomik zenginlik insanların aslında her türlü kuruluşlarda daha fazla zaman harcama
fırsatını arttırmaktadır. Batı Avrupa’da en çok gönüllü İsveç’te, Hollanda’da ve Büyük
Britanya’da bulunmaktadır.
Doğu Avrupa’nın geçiş demokrasilerinde hikaye bir nevi farklıdır. Komunizm sonrası hemen
hemen bütün insan aktivite çeşitlerini düzenleyen ideoloji çöktüğü için bu ülkelerdeki
gönüllülüğünde elzem değişimini beklemek mantıklı görünmektedir. Doğu Avrupa ülkelerine
komünist rejimlerin gelmesinden önce bu ülkelerde gönüllülüğün durumu çok çeşitliydi.
Geleneksel ve kırsal kalan toplumlarda (Litvanya gibi) gönüllülük çok da yaygın bir olay
değildi çünkü sosyal hayat aile üyeleri ve komşulardan oluşan küçük çevrelere odaklanmıştı.
Bu arada kentleşen ülkelerde gönüllülük artıyordu (örneğin Çekoslavakya). Fakat komünismin
gelişi bütün bu ülkeleri bu bakımdan eşit hale getirmiştir çünkü spontan sivil faliyetleri
dizginlemek totaliter hükümetlerin ana görevlerinde birisi olarak görülmüştür. Komünist
ülkelerdeki sivil toplum vatandaşları spontan gönüllü işler için harekete geçirme hususunda
çok zayftı ve devlet bunu engellemek için çok güçlüydü. Fakat gönüllülük komünist
GE \* MERGEFORMAT 2
Birlik, güven, tolerans ve çevre
P
toplumlarda eksik değildi ve bunun temelleri Marksist ideolojinin kendisinde bulunabilir.
Komünist toplumlarda mal-para ilişkisinin yok olması gerektiği için bütün işçilik aslında
gönüllü olmalıdır. Sosyal inşaa (1920-1960) olarak adlandırılan parasız işçiliğin Sovyet
Rusya’da ve daha sonra Sovyetler Birliği’ndeki önemi süreli olarak büyüyordu. Fakat totaliter
devletlerdeki diğer faaliyet çeşitleri gibi gönüllülük de devlet tarafında kontrol edilmekte ve
yönetilmekteydi. Bu nedenle gönüllülük gönüllü olmaktan ziyade zorunluydu. Totaliter
sistemin yıkılışından sonra, gönüllülüğün durumu çok değişmiştir. Doğu Avrupa ve Rusya’nın
geçiş demokrasilerinde en yüksek gönüllülük Slovakya’da (%49), Çek Cumhuriyeti (%30) ve
Slovenya’da (%25) bulunmuştur. Demokrasiye geçişin zor olduğu ülkelerde gönüllü oranları
ço daha azdır: Rusya’da %7 ve Sırbistan’da %10 dur. Gönüllülük oranlarındaki bu
değişkenlikler bu ülkelerin Sovyetler Birliği tarafından kontrol edilmeden önceki sahip
oldukları farklı tarihler tarafından açıklanabilir. Slovakya ve Çekoslavakya gibi vatandaş
katılımı ve insan sevgisis gelenekleriyle Avrupa’ya tarihi bir bağlılıkları olan ülkelerde daha
yüksek gönüllülük görülmektedir. Fakat Sovyetler Birliği’nin parçası olan ülkelerde gönüllülük
hiç de gönüllü değildi. Gönüllülüğün geçmişteki zorunlu doğastından dolayı, vatandaşlar
gönüllü olmamak için serbest hissediyorlar.
Tolerans
Birlik ve güvenle yakından alaklaı birşey de toleranstır. Tolerans genel olarak bir erdem ve
ortak bir iyilik olarak kabul edilmektedir. Aslında Avrupalıların %70 çocuklarında toleransı ve
diğer insanlara saygıyı öğretmek istiyorlar (Q52). Tolerans hiç tartışmasız farklı grupların
barış içerisinde birlikte yaşaması desteklemektedir. Fakat tolerans birazcık “kaypak” bir
terimdir. Özünde toleranslı olmak demek kendi hayat tarzıyla uymasa da diğer insanları diğer
insanların yaşadığı şekli kabul etmek anlamına gelir. Tolerans diğer basitçe insanların yaptığı
şeylere kayıtsız kalmak olarak karıştırılmamalıdır fakat çoğu zaman karıştırılır. Hoşgörüsüzlük
bir toplumda yaygın olarak mevcut olabilir bu genellikle sessiz kalır ve test edilmez. Dahası
tolerans mutlak bir değer değildir; hoşgörülebilecek şeylere doğrı sınırlar vardır. Bu da
“hoşgörü paradoksu” ile sonuçlanır: hoşgörünün korunması belirli derecede hoşgörüsüzlük
gerektirebilir. EVS (Q6) uyuşturucu bağımlıları ve ağır içicilerin bütün ülkelerde en çok hor
görülen komşular olduğunu göstermektedir ve bu da ahlaki bir seçimden ziyade pragmatik bir
tercihtir çünkü bu kişiler en çok rahatsız edilmesi beklenen gruplardır. Aynı zamanda HIV olan
insanlara, homoseksüellere ve yahudilere olan hoşgörüde büyük farklar mevcuttur ve genek
eğilim ise kuzey ve batı ülkelerinde tolerans en yüksek, güneydoğu ülkelerinde ve Türkiye’de
en azdır.
GE \* MERGEFORMAT 2
Birlik, güven, tolerans ve çevre
P
Göçmenlere
ve
etnik
azınlıklara
olan
hoşgörüye
daha
yakından
bakıldığında, ülkeler arasında farklar görülmektedir (Q78). Bu farklılıklar her bireyin grup
içinde ve grup dışında yaptığı ayrımda yatmaktadır. Bir kişinin bir grupa ait olduğuna ve diğer
gruplara ait olmadığına dair farkındalığı özdeşleşme ve sosyal ayrımla sonuçlanmaktadır.
Grup-içi ve grup-dışı ayrımı çatışma içinde ve sürecinde kurulur. Bu çatışmalar sadece sınırlı
kaynaklar nedeniyle çıkmayıp aynı zamanda değerleri, çatışan değerler sistemini ilgilendiren
mücadelelerden de çıkmaktadır. Önemli iç-grup normalarında ve değerlerinde sapan etnik bir
dış-grup – veya sapkın olarak tanımlanan- iç-gruba kültürel bir tehdit oluşturur. Buna örnek
ise Müslümanların artan sayısının mevcut Avrupa değerlerine tehdit oluşturduğu fikri ve
korkusudur.
Prensipte birisinin kendi ülkesiyle gurur duyması olumlu bir bağlanmadır.
Fakat böylesine olumlu bir bağlanma kolay bir şekilde aynı ulustan olmayanlara ve
göçmenlere karşı olumsuz bir tutuma dönüşebilir. Vatansverlik (birisinin ulusundan gurur
duyması) aşırı milliyetçiliğe dönüşebilir: bu tutum birisinin kendi ulusal grubunun tekliği ve
üstünlüğü tutumudur. Araştırmalar aşırı ulusalcılığın son beş yılda ekonominin kötüye gitmesi
durumunda daha fazla olduğunu göstermiştir. Aynı zamanda daha iyi ulusal ekonomik
koşullarda insanlar daha aşırı ulusalcı olmuşlardır. Sığınma taleplerinin artmasıyla birlikte aşırı
ulusalcılığın seviyesi artmıştır fakat görünüşe göre sığınma talebinde bulunanların göreceli
sayısı aşırı milliyetçilikle olumlu değil olumsuz olarak ilişkilidir. Ülkelerin kendi içlerindeki aşırı
milliyetçilik değişkenliği ülkeler arasındaki olandan daha fazladır. Etnik azınlıklarla yaklaşık
olarak aynı sosyal mevkilere sahip insanlarda aşırı milliyetçilik fazladır. Onlar daha yüksek
etnik rekabet yaşarlar ve daha fazla etnik tehdit algılarlar. Grup-içi üzerindeki güçlü vurgunun
iki ekstrem şeklini ayırt edebiliriz: yabancı düşmanlığı (yabancıların marazi olarak nefret
edilmesi) ve etnomerkezcilik (kişinin grubunun herşeyin merkezi olduğu görüşü). Araştırmalar
yabancı düşmanlığının günümüzde Avrupa’da çok yaygın olmadığını göstermektedir. Bu en
yüksek Türkiye’de ve Rusya’dadır fakat cevaplayanların sadece azınlığını ilgilendirmektedir.
Fakat öte yandan etnomerkezcilik daha yaygındır. Ülkeler arasındaki farklılıklara gelindiğinde
sosyologlar yabancı düşmanlığı ve etnomerkezciliğin kötüleşen ekonomik koşullara, daha az
yoğun sosyal güvenlik sistemine, yüksek sayıda sığınma talebinde bulunanlara ve çok sayıda
etnik azınlık gruplara sahip ülkelerde daha yaygın olduğunu beklemektedirler. Fakat yalnızca
zenginlikle alakalı bir ilişki mevcuttur. Bir ülke ne kadar zenginse yabancı düşmanlığı ve
etnomerkezciliği de o kadar az olmaktadır. Bireysel seviyede ise yaşlıların, az gelir sahibi
insanların ve eğitim zeviyesi az olan insanların daha fazla yabancı düşmanı ve etnomerkezci
olduğu görülmüştür. Diğer mezheplere mensup olan insanlara kıyasla protestanlar en fazla
etnomerkezcidirler ve onları Roman katolikler, bir dine mensup olmayanlar ve Ordadokslar
GE \* MERGEFORMAT 2
Birlik, güven, tolerans ve çevre
P
takip etmektedir. Kliseye iştirak ise etnomerkezciliğe önemli derecede olumsuz etkiye
sahiptir.
Çevre
Doğal
çevrenin
durumuyla
ilgili
halk
kaygılarının
da
ülkeler
arasında
değiştiği
düşünülmektedir. Genel olarak, daha zengin ülkelerde yaşayan insanların daha çevreci
tutumlar gösterdikleri öne sürülmüştür. Toplumlar zenginleştikçe bireyler yaşamlarını devam
ettirmek için ekonomik çabalarla daha az meşgul olacaklar ve Inglehart’ın adlandırdığı gibi
politik özgürlüki bireysel kendini gerçekleştirme ve çevresel koruma gibi postmateryalist
amaçları gerçekleştirmekte özgür olacaklardır. Diğer taraftan, daha az zengin ülkelerin
vatandaşları kirlenmiş şehirler, temiz su yetersizliği ve toprak bozulması gibi ivedi yerel
çevresel problemlerle karşı karşıya kalmaktadırlar. Onlar bu tür problemlere için olan
çözümlerle ilgili olacaklar ve bu nedenle daha yüksek çevresel ilgi göstereceklerdir.
Araştırmalar çevresel duyarlılığın zenginlikle doğru orantılı olduğunu göstermektedir. Daha
zengin ülkelerde yaşan vatandaşlar daha yüksek çevresel duyarlılık göstermektedirler fakat
diğer taraftan –ülke seviyesinde- bu materyalist değerlerden postmateryalist değerler geçişle
birlikte gerçekleşmek zorunda değildir. Genel olarak çevresel kaygılar büyük oranda bireysel
özelliklere dayanmakyadır, örneğin göreceli gelir durumu (böylelikle diğer yurttaşlara kıyasla
bireysel zenginlik) ve postmateryalist tutumlar. Bu sonuçlar “yeni ekolojik paradigma” yı
geliştiren Catton ve Dunlap tarafında öner sürülen görüşle tezat oluşturmaktadır. Bu çevresel
paradigma insanoğlunun doğanın dengesini bozma yeteneği, insan toplumlarının büyümesine
sınırların var olması ve insanoğlunun doğanın geri kalanına hükmetmesi ilgili inançlara
odaklanmaktadır. Bu görüşte çevresel farkındalık bir ülkenin ya da bireyin zengiliği tarafından
etkilenmemektedir fakat bunun yerine küresel bir olay haline gelmiştir.
GE \* MERGEFORMAT 2
This project has been funded with support from the European Commission. This publication reflects the
views only of the author, and the Commission cannot be held responsible for any use which may be made
of the information contained therein.
Download