Birlik, güven, tolerans ve çevre TOPLUM: birlik, güven, tolerans ve çevre Josja Rokven Inge Sieben Loek Halman Tilburg Üniversitesi, Hollanda Birlik, güven, tolerans ve çevre P Putnam’a gore, sivil toplumun özellikleri vatandaşların toplum hayatındaki aktif katılımı, ortak fayda için arayışıdır ve bunlar ise birlik, güven ve tolerans gibi değerlerde yatmaktadır. Günümüz batı dünyası toplum hayatındaki düşüşten, sosyal bağların zayıflamasından ve sosyal uyumun kaybolmasından muzdariptir. Bu en azından birçok politikacının ve dini liderin ileri sürdüğü şeydir. Onların düşüncesine göre sosyal bağların zayıflaması, yüksek suç oranı, ilgisizlik ve sosyal izolasyon gibi modern sosyal problemlerin ana kaynağıdır. Fakat birlik, güven, ve tolerans hala tipik Avrupai değerlerdir. Ülkelerin birlik, güven, ve tolerans seviyelerindeki (ve zamanla) farklar modernleşme teorisis ile açıklanabilir. Bu teoriye göre, teknolojik gelişmeler endüstrileşmeye, kentleşmeye ve işçi pazarında büyük değişimlere neden olmuştur: meslekler tarımsal çalışmalardan endüstriyel çalışmalara geçiş yapmış daha sonra da endüstri-sonrası işlere geçiş yapmış ve eğitimsel yetiler çok daha önemli hala gelmiştir. Buna ek olarak, refah ve zenginlik seviyeleri yükselmiş ve bu insanlara belli seviyede maddi güvenlik sağlamaıştır. Bu ekonomik modernleşme sosyal, politik ve kültürel modernleşmeyi sağlamıştır. Toplum daha mantıklı hala gelmiş, politik sistemler demokrasilere dönüşmüş, ve kültürel olarak bireyselleşme süreci başlamıştır. Bireyselleşme, bireysel özgürlüklerde ve özkararlılıkta bir artış ve ayrıca bunlara verilen değerdeki artış anlamına gelmektedir. Özerkliğe, özel hayata, kendini gerçekleştirmeye ve bireysel mutluluğa odaklanmış değerler kolektif amaçlara doğrulmuş olan değerlerden daha önemli hala gelmiştir. Ayrıca, geleneksel olarak küresel bütünlük klise gibi sosyal ağlarda yer edinmiştir. Günümüzde bu ağların önemi azalmaktadır özelliikle de bireyselleşen ve laikleşen ülkelerde durum bu şekildedir. İnsan oğlunun bütünlüğü gittikçe bireysel bir mesele haline gelmekte, geleneksel bağlar tarafından daha az kısıtlanmakta, daha evrensel fakat daha ince hale gelmekte, ve sonuç olarak da yüseysel bir bağlılığa neden olmaktadır. Bireyselleşme çevredeki insanları görmezden gelmeye ve onlara duyarsızlığa neden olabilmektedir. Bu nedenle, modern toplumlardaki sosyal uyumun daha az modern olan toplumlardakilere göre daha az olması beklenebilir ve bu daha az seviyedeki birliğe sahip olan, topluluk bilinci kaybına neden olur. Ek olarak, modern toplumlarda daha geleneksel toplumlara kıyasla daha fazla duyarsızlık ve sosyal izolasyon beklenebilir (böylece daha az seviyede güven ve tolerans). b Bireysel bütünlük ayrıca yardım örgütlerini eğilimlere ve modaya daha maruz hale getirmektedir. Bu nedenle, bu yardım örgütleri güçlü bir şekilde üne ve positif isim yapmaya bağlı hale gelmektedir. Lütfen “modern” teriminin bir yargılama olarak kullanılmadığına (modern toplumun geri kalmış veya gelişmiş olamamak anlamına geldiğini ima edecek şekilde) fakat sadece bazı ülkelerin ekonomik olarak diğerlerinden daha gelişmiş GE \* MERGEFORMAT 2 Birlik, güven, tolerans ve çevre P olduğuna, ve değer şekillerinin daha liberal ve geleneksel-olamayan olduğuna işaret eden bir kelime olduğuna dikkat ediniz. Birlik Artan modernleşme ve bireyselleşme seviyelerinin yanı sıra, refah hükümeti ayrıca belirgin bir topluluk ruhu kaybıyla suçlanmaktadır. Bunun nedeni refah hükümetinin kurumlarının daha önceden sivil toplumda ve aile ağlarında yerleşmiş olan destek yükümlülüklerini üstlenmiş olmasıdır. Örneğin yaşlılara bakımı ve sosyal güvenliği düşünün. Sosyal servisler için sorumluluk alarak, refah hükümeti yakın sosyal yapıları sığlaştırmış ve yozlaştırmıştır ve sonucunda birlik ve güven azalmıştır. Buna ek olarak, bireysel olarak hissedilen sorumlulukların yerini sosyal hizmetler için devletin sorumlu olduğu fikri almıştır. Diğer taraftan, refah hükümeti iyimseleri sosyal sermayenin en yüksek tipik refah devletlerinde olduğunu savunmaktadırlar: iskandinavya ülkeleri. Avrua Değerler Araştırması ne iyimserlerin ne de kötümserlerin teorisini destekleyen bulgular sağlamaktadır. Yüksek refah harcaması yüksek sosyal sermaye seviyeleri ile orantılıdır fakat aynı zamanda insanların ihtiyaç sahiplerine karşı sahip oldukları gayrı resmi bütünlükleri üzerinde önemli derece olumsuz etkiye sahiptir. (Q84). Aslında, insanlar ilgileniyormuş gibi görünüyor fakat endişelenmiyorlar çünkü ihtiyaç sahipleriyle refah hükümetinin ilgilendiğine inanılmaktadır. sosyal bilimciler modernleşme ve bireyselleşmenin insanların birliklerinin kendi iç çevreleri dışındaki insanları doğru arttırdığına inanmaktadırlar. Bunun altında yatan varsayım ise modern insanların daha küresel oryantasyonlarının daha yüksek seviyelerdeki özdeşleşmesi ve daha büyük bir sorumluluk duygusudur. Bu teori modern ülkelerdeki Uluslararası Af Örgütü ve Kızıl Haç gibi örgütlere olan yüksek seviyedeki yardımlar tarafından doğrulanmaktadır. Avrupada, bu örgütler için sponsorluk örneğin İsveç, İzlanda ve Hollanda gibi tipik materyalistik-sonrası ülkelerde en yüksektir. Daha materyalist Güney Avrupa ülkelerinde bu destek çok daha azdır. Fakat kıyaslama o kadar da açık değildir. (Q83 and Q84). Danimarka ve Finlandiya yüksek seviyede birlik gösterirler, fakat Yunanistan da öyledir. Ayrıca, Türkiye de birisinin modernlik seviyesinde bakınca tahmin edeceğinden çok daha yüksek bir birlik seviyesi göstermektedir. Son olarak, Avrupa’daki yakın aile ile olan birlik de belirgindir. Bireyselleşmeye ve modernleşmeye rağmen, insanların yakın aileye olan sadakatleri hala yüksektir. Bu mantıklı olmayabilir, fakat çok doğal görünmektedir. Bir annenin kendi çocuğundan çok Afrika’daki bir çocukla daha fazla ilgilenmesini kim anlayabilirdi ki? GE \* MERGEFORMAT 2 Birlik, güven, tolerans ve çevre P Güven Vatandaşlar arasındaki güvenin güçlü toplumsal bağlar oluşturduğuna, sosyal kurumların çalışmasını olumlu yönde etkilediğine, sağlıklı bir sosyal ve kültürel iklim yarattığına, sosyal sermaye oluşturduğuna ve elle tutulabilir ekonomik ve yönetim gelirleri yarattığına inanılmaktadır. Inglehart2 kişilerarası güvenin ve demokratik oryantasyonların ekonomik gelişme ve demokratik istikrar ile güçlü bir bağı olduğunu bulmuştur. Güven ahlaki bağları geliştirmekte, işbirliğini ve toplum yanlısı davranışları sağlamakta ve iş maaliyetlerini azaltmaktadır. Yüksek güven toplumları düşük seviye güven toplumlarına kıyasla ekonomik olarak daha zengin, politik olarak daha etkin ve kurumsal olarak daha istikrarlı görünmektedir çünkü düşük güven toplumlarının kökeninde karşılıklılık, ahlaki yükümlülük, ortak etik değerler ve topluma karşı sorumluluk yatmaktadır. Özetle, diğer insanlara olan en yüksek güven İskandinav ülkelerinde bulunmaktadır- Norveç, İsveç ve Finlandiya-, diğer taraftan diğer insanlara olan en düşük güven Doğu Avrupa ülkelerinde bulunmaktadır: Polonya, slovakya, Romanya, Sırbistan, fakat ayrıca Türkiye (Q7). Ülkelerin güven seviyelerindeki farklar modernleşme teorisi tarafından açıklanabilir çünkü postmodern veya refah değerlerine olan yüksek vurgu yüksek seviyelerde güven sağlamaktadır. Yeni ve muğlak durumlar için yüksek seviye toleransa sahip olan ve refahı ve hayattaki kaliteyi en yüksek seviyede tutmanın önemli olduğu ülkeler yiyecek, kıyafet ve barınak sağlamaya büyük çaba göstermeyle birlikte ekonomik büyümeyi maksimum seviyede tutmaya çaba gösteren kültürlere kıyasla, insanların birbirine güvenme olasılığı yüksek olan kültürlerdir. Bozulmanın algılanan seviyesi de güven seviyesinde önemli rol oynadığı da belirgin bir gerçektir: yüksek seviyede öznel bozulma olan ülkelerde güven seviyesi düşüktür. Bu bakımdan, yozlaşma yüzünden insanlar birbirine güvenememektedir. Aslında, insanlar diğerlerine güvenilemeyeceğini tecrübe etmekte ve anlamaktadırlar ve bu da düşük seviye güvenle sonuçlanmaktadır. Kişilerarası güvenin yanı sıra, sivil toplumunu anlatırken kurumlardaki güven de önemlidir. Kurumlardaki güven bireyselleşme ve laikleşme sonucunda azalmaktadır. Başka bir şekilde ifade etmek gerekirse, bireysler değerler ve inançlar açısından artan bir şekilde özgür, kendi kararlarını verir hale gelmişlerdir. İnsanlar fikirler ve görüşleri yapılandıran ve kısıtlayan geleneksel kurumlardan kendilerini serbest bırakmışlardır. Sonuç olarak, insanlar kurumlara daha az güvenmekte ve kendi kararlarını kendileri almaktadırlar. Bu kurumlardaki güvendeki düşüşler beraber gerçekleşmektedir. EVS sonuçları kurumlarda yüksek güvenin daha fazla geleneksel ülkelerde bulunabileceğini göstermektedir (Q63). GE \* MERGEFORMAT 2 Birlik, güven, tolerans ve çevre P Kısaca, kişilerarası ve kurumsal güven Avrupa’daki sabit parametrelerden çok uzaktır. Portekizlilerin sadece yüzde 8’i yurttaşlarının güvenilir olduğuna inanmakta, fakat diğer taraftan Danimarkalıların büyük çoğunluğu yurttaşlarının güvenilir olduğunu düşünmektedirler. Yunanlıların çeyreği eğitimlerine ve sağlık bakım sistemlerine inandıklarını söylemelerine rağmen Avusturyalıların yaklaşık yüzde 90’ı bu kurumlarına yüksek inanç göstermektedirler. Gönüllülük Vatandaşlar arasındaki sosyal güven toplum yanlısı davranışları güçlendirmekle kalmamakta aynı zamanda demokratik yasalar ve kurumlar için geniş bir destek duygusu, politik ve gönüllü örgütlere katılımda isteklilik yaratmaktadır.gönüllülük burada çevre veya diğer insanlar için parasız ve gönüllü işleri gerçekleştirmek olarak tanımlanmaktadır. Batı ve Doğu Avrupa ülkeleri arasındaki ayrım bariz bir şekilde belirgindir (Q5): uzun surely sabit demokrasiye sahip Batı Avrupa ülkeleri yeni kurulmuş Doğu Avrupa demokrasilerine kıyasla daha yüksek seviyede gönüllülüğe sahiptirler. Fakat ayrıca Batı Avrupa ülkelerinde değişimler bireysellik dolayısıyla gözlenebilir durumdadır. Aslında, sivil katılımdaki düşüler sık sık süregelen bireyselleşmenin bir sonucu olarak değerlendirilmektedir. Bireysellik üzerindeki artan vurgu toplum hayatındaki ilgiyi ve katılımı azaltmış, ve kimlik ve gerçeklik arayışını da beraberdinde getirmiştir. Diğer taraftan, gönüllü kuruluşların ortaya çıkması ve gelişmesi için gerekli olan şeylerden birisi de ekonomik gelişmedir. Ekonominin etkili organizasyonu sivil katılım için fırsatları arttırmaktadır çünkü çalışma saatleri azaltılmakta, diğer taraftan da ekonomik zenginlik insanların aslında her türlü kuruluşlarda daha fazla zaman harcama fırsatını arttırmaktadır. Batı Avrupa’da en çok gönüllü İsveç’te, Hollanda’da ve Büyük Britanya’da bulunmaktadır. Doğu Avrupa’nın geçiş demokrasilerinde hikaye bir nevi farklıdır. Komunizm sonrası hemen hemen bütün insan aktivite çeşitlerini düzenleyen ideoloji çöktüğü için bu ülkelerdeki gönüllülüğünde elzem değişimini beklemek mantıklı görünmektedir. Doğu Avrupa ülkelerine komünist rejimlerin gelmesinden önce bu ülkelerde gönüllülüğün durumu çok çeşitliydi. Geleneksel ve kırsal kalan toplumlarda (Litvanya gibi) gönüllülük çok da yaygın bir olay değildi çünkü sosyal hayat aile üyeleri ve komşulardan oluşan küçük çevrelere odaklanmıştı. Bu arada kentleşen ülkelerde gönüllülük artıyordu (örneğin Çekoslavakya). Fakat komünismin gelişi bütün bu ülkeleri bu bakımdan eşit hale getirmiştir çünkü spontan sivil faliyetleri dizginlemek totaliter hükümetlerin ana görevlerinde birisi olarak görülmüştür. Komünist ülkelerdeki sivil toplum vatandaşları spontan gönüllü işler için harekete geçirme hususunda çok zayftı ve devlet bunu engellemek için çok güçlüydü. Fakat gönüllülük komünist GE \* MERGEFORMAT 2 Birlik, güven, tolerans ve çevre P toplumlarda eksik değildi ve bunun temelleri Marksist ideolojinin kendisinde bulunabilir. Komünist toplumlarda mal-para ilişkisinin yok olması gerektiği için bütün işçilik aslında gönüllü olmalıdır. Sosyal inşaa (1920-1960) olarak adlandırılan parasız işçiliğin Sovyet Rusya’da ve daha sonra Sovyetler Birliği’ndeki önemi süreli olarak büyüyordu. Fakat totaliter devletlerdeki diğer faaliyet çeşitleri gibi gönüllülük de devlet tarafında kontrol edilmekte ve yönetilmekteydi. Bu nedenle gönüllülük gönüllü olmaktan ziyade zorunluydu. Totaliter sistemin yıkılışından sonra, gönüllülüğün durumu çok değişmiştir. Doğu Avrupa ve Rusya’nın geçiş demokrasilerinde en yüksek gönüllülük Slovakya’da (%49), Çek Cumhuriyeti (%30) ve Slovenya’da (%25) bulunmuştur. Demokrasiye geçişin zor olduğu ülkelerde gönüllü oranları ço daha azdır: Rusya’da %7 ve Sırbistan’da %10 dur. Gönüllülük oranlarındaki bu değişkenlikler bu ülkelerin Sovyetler Birliği tarafından kontrol edilmeden önceki sahip oldukları farklı tarihler tarafından açıklanabilir. Slovakya ve Çekoslavakya gibi vatandaş katılımı ve insan sevgisis gelenekleriyle Avrupa’ya tarihi bir bağlılıkları olan ülkelerde daha yüksek gönüllülük görülmektedir. Fakat Sovyetler Birliği’nin parçası olan ülkelerde gönüllülük hiç de gönüllü değildi. Gönüllülüğün geçmişteki zorunlu doğastından dolayı, vatandaşlar gönüllü olmamak için serbest hissediyorlar. Tolerans Birlik ve güvenle yakından alaklaı birşey de toleranstır. Tolerans genel olarak bir erdem ve ortak bir iyilik olarak kabul edilmektedir. Aslında Avrupalıların %70 çocuklarında toleransı ve diğer insanlara saygıyı öğretmek istiyorlar (Q52). Tolerans hiç tartışmasız farklı grupların barış içerisinde birlikte yaşaması desteklemektedir. Fakat tolerans birazcık “kaypak” bir terimdir. Özünde toleranslı olmak demek kendi hayat tarzıyla uymasa da diğer insanları diğer insanların yaşadığı şekli kabul etmek anlamına gelir. Tolerans diğer basitçe insanların yaptığı şeylere kayıtsız kalmak olarak karıştırılmamalıdır fakat çoğu zaman karıştırılır. Hoşgörüsüzlük bir toplumda yaygın olarak mevcut olabilir bu genellikle sessiz kalır ve test edilmez. Dahası tolerans mutlak bir değer değildir; hoşgörülebilecek şeylere doğrı sınırlar vardır. Bu da “hoşgörü paradoksu” ile sonuçlanır: hoşgörünün korunması belirli derecede hoşgörüsüzlük gerektirebilir. EVS (Q6) uyuşturucu bağımlıları ve ağır içicilerin bütün ülkelerde en çok hor görülen komşular olduğunu göstermektedir ve bu da ahlaki bir seçimden ziyade pragmatik bir tercihtir çünkü bu kişiler en çok rahatsız edilmesi beklenen gruplardır. Aynı zamanda HIV olan insanlara, homoseksüellere ve yahudilere olan hoşgörüde büyük farklar mevcuttur ve genek eğilim ise kuzey ve batı ülkelerinde tolerans en yüksek, güneydoğu ülkelerinde ve Türkiye’de en azdır. GE \* MERGEFORMAT 2 Birlik, güven, tolerans ve çevre P Göçmenlere ve etnik azınlıklara olan hoşgörüye daha yakından bakıldığında, ülkeler arasında farklar görülmektedir (Q78). Bu farklılıklar her bireyin grup içinde ve grup dışında yaptığı ayrımda yatmaktadır. Bir kişinin bir grupa ait olduğuna ve diğer gruplara ait olmadığına dair farkındalığı özdeşleşme ve sosyal ayrımla sonuçlanmaktadır. Grup-içi ve grup-dışı ayrımı çatışma içinde ve sürecinde kurulur. Bu çatışmalar sadece sınırlı kaynaklar nedeniyle çıkmayıp aynı zamanda değerleri, çatışan değerler sistemini ilgilendiren mücadelelerden de çıkmaktadır. Önemli iç-grup normalarında ve değerlerinde sapan etnik bir dış-grup – veya sapkın olarak tanımlanan- iç-gruba kültürel bir tehdit oluşturur. Buna örnek ise Müslümanların artan sayısının mevcut Avrupa değerlerine tehdit oluşturduğu fikri ve korkusudur. Prensipte birisinin kendi ülkesiyle gurur duyması olumlu bir bağlanmadır. Fakat böylesine olumlu bir bağlanma kolay bir şekilde aynı ulustan olmayanlara ve göçmenlere karşı olumsuz bir tutuma dönüşebilir. Vatansverlik (birisinin ulusundan gurur duyması) aşırı milliyetçiliğe dönüşebilir: bu tutum birisinin kendi ulusal grubunun tekliği ve üstünlüğü tutumudur. Araştırmalar aşırı ulusalcılığın son beş yılda ekonominin kötüye gitmesi durumunda daha fazla olduğunu göstermiştir. Aynı zamanda daha iyi ulusal ekonomik koşullarda insanlar daha aşırı ulusalcı olmuşlardır. Sığınma taleplerinin artmasıyla birlikte aşırı ulusalcılığın seviyesi artmıştır fakat görünüşe göre sığınma talebinde bulunanların göreceli sayısı aşırı milliyetçilikle olumlu değil olumsuz olarak ilişkilidir. Ülkelerin kendi içlerindeki aşırı milliyetçilik değişkenliği ülkeler arasındaki olandan daha fazladır. Etnik azınlıklarla yaklaşık olarak aynı sosyal mevkilere sahip insanlarda aşırı milliyetçilik fazladır. Onlar daha yüksek etnik rekabet yaşarlar ve daha fazla etnik tehdit algılarlar. Grup-içi üzerindeki güçlü vurgunun iki ekstrem şeklini ayırt edebiliriz: yabancı düşmanlığı (yabancıların marazi olarak nefret edilmesi) ve etnomerkezcilik (kişinin grubunun herşeyin merkezi olduğu görüşü). Araştırmalar yabancı düşmanlığının günümüzde Avrupa’da çok yaygın olmadığını göstermektedir. Bu en yüksek Türkiye’de ve Rusya’dadır fakat cevaplayanların sadece azınlığını ilgilendirmektedir. Fakat öte yandan etnomerkezcilik daha yaygındır. Ülkeler arasındaki farklılıklara gelindiğinde sosyologlar yabancı düşmanlığı ve etnomerkezciliğin kötüleşen ekonomik koşullara, daha az yoğun sosyal güvenlik sistemine, yüksek sayıda sığınma talebinde bulunanlara ve çok sayıda etnik azınlık gruplara sahip ülkelerde daha yaygın olduğunu beklemektedirler. Fakat yalnızca zenginlikle alakalı bir ilişki mevcuttur. Bir ülke ne kadar zenginse yabancı düşmanlığı ve etnomerkezciliği de o kadar az olmaktadır. Bireysel seviyede ise yaşlıların, az gelir sahibi insanların ve eğitim zeviyesi az olan insanların daha fazla yabancı düşmanı ve etnomerkezci olduğu görülmüştür. Diğer mezheplere mensup olan insanlara kıyasla protestanlar en fazla etnomerkezcidirler ve onları Roman katolikler, bir dine mensup olmayanlar ve Ordadokslar GE \* MERGEFORMAT 2 Birlik, güven, tolerans ve çevre P takip etmektedir. Kliseye iştirak ise etnomerkezciliğe önemli derecede olumsuz etkiye sahiptir. Çevre Doğal çevrenin durumuyla ilgili halk kaygılarının da ülkeler arasında değiştiği düşünülmektedir. Genel olarak, daha zengin ülkelerde yaşayan insanların daha çevreci tutumlar gösterdikleri öne sürülmüştür. Toplumlar zenginleştikçe bireyler yaşamlarını devam ettirmek için ekonomik çabalarla daha az meşgul olacaklar ve Inglehart’ın adlandırdığı gibi politik özgürlüki bireysel kendini gerçekleştirme ve çevresel koruma gibi postmateryalist amaçları gerçekleştirmekte özgür olacaklardır. Diğer taraftan, daha az zengin ülkelerin vatandaşları kirlenmiş şehirler, temiz su yetersizliği ve toprak bozulması gibi ivedi yerel çevresel problemlerle karşı karşıya kalmaktadırlar. Onlar bu tür problemlere için olan çözümlerle ilgili olacaklar ve bu nedenle daha yüksek çevresel ilgi göstereceklerdir. Araştırmalar çevresel duyarlılığın zenginlikle doğru orantılı olduğunu göstermektedir. Daha zengin ülkelerde yaşan vatandaşlar daha yüksek çevresel duyarlılık göstermektedirler fakat diğer taraftan –ülke seviyesinde- bu materyalist değerlerden postmateryalist değerler geçişle birlikte gerçekleşmek zorunda değildir. Genel olarak çevresel kaygılar büyük oranda bireysel özelliklere dayanmakyadır, örneğin göreceli gelir durumu (böylelikle diğer yurttaşlara kıyasla bireysel zenginlik) ve postmateryalist tutumlar. Bu sonuçlar “yeni ekolojik paradigma” yı geliştiren Catton ve Dunlap tarafında öner sürülen görüşle tezat oluşturmaktadır. Bu çevresel paradigma insanoğlunun doğanın dengesini bozma yeteneği, insan toplumlarının büyümesine sınırların var olması ve insanoğlunun doğanın geri kalanına hükmetmesi ilgili inançlara odaklanmaktadır. Bu görüşte çevresel farkındalık bir ülkenin ya da bireyin zengiliği tarafından etkilenmemektedir fakat bunun yerine küresel bir olay haline gelmiştir. GE \* MERGEFORMAT 2 This project has been funded with support from the European Commission. This publication reflects the views only of the author, and the Commission cannot be held responsible for any use which may be made of the information contained therein.