Friedrich Wilhelm Nietzsche (1844-1900) • • • • • • • • • • • • • • Müziğin Ruhundan Tragedya‘ nın Doğuşu (1872) Çağa Aykırı Düşünceler İnsanca, Pek İnsanca Böyle Buyurdu Zerdüşt İyinin ve Kötünün Ötesinde Tan Kızılığı Şen Bilim (Gay Science) Ahlakın Soykütüğü Üzerine Homeros ve Klasik Dilbilim Schopenhauer'ci Felsefe ve Uygarlığı Yunanların Trajik Çağında Felsefe Zerdüşt Şiirine Eklemeler Ecce Homo! (İşte İnsan!) Mektuplar • ‘Tanrı öldü’ iddiası (Gott ist tot) • Nihilizm • Güç İstenci (Will zur Macht) • Bengi dönüş (Die Ewige Wiederkunft) • Üst insan (Übermensch) • Ontogenetik düşünce • Yaşamı olumlayıcı (life-affirmation) bir tavır • Ahlak, Hıristiyanlık gibi güçlerin yaşam enerjisini tükettiği iddiası • Yaşama, yaratıcılığa, güce inanç. Güç, ezici değil yaratıcı bir güç Hıristiyanlığın ve geleneksel ahlakın eleştirisi "Hiçbir adalete sığmayan, sayısız çatışma ve acılar iyi bir Tanrı'ya nasıl mal edilebilir?" (BBZ sayfa.9 oku) •Tanrının yerini Kültür almalı; felsefe, müzik, edebiyat ve sanat •Fakat Üniversiteler insanlığı öldürüyor ve yaşama rehber olması gerekirken, kuru akademik çalışma yapıyorlar. •Antik Yunan da tragedyanın katharsis işlevini örnek olarak veriyor. • "Neden böylesine yumuşaksınız, kaçkınsınız, dayanaksızsınız, neden yüreklerinizde öylesine çok inkâr ve yadsıma var? Bakışlarınızda neden öylesine az yazgı? Ve yazgıları, acımasızlığı istemiyorsanız, benimle nasıl zafer kazanacaksınız…" (Nietzsche, Putların Alacakaranlığı, "Çekiç Konuşuyor, Böyle Buyurdu Zerdüşt" adlı bölümden. [II 460 ]) • Tüm evrensel ahlak yasalarını yadsıyor, bunların tamamıyla dini kaygılarla ve önyargıyla oluşturulduğunu iddia ediyor. Ve önemlisi de bunları yaratan insana, yeniden etken hale girerek tüm bu değerleri toptan yok etmesini öğütlüyordu. Buna göre nihilizm, yüksek ideallerin değerlerini yitirmelerinden kaynaklanan olumsuz düşünce tutumudur. • • İnsanın içinde, onu yaşamak için iten istenç • Güç istencinin belirtileri: Hırs ve hayatta en üst olanı başarma isteği • insan doğası da tamamen güç istencinin bir şeklidir. Her türlü hareket ve eylem, güç istencinin hiyerarşik üstünlük kurma tasarısından ibarettir. (Die Ewige Wiederkunft ) Zaman döngüseldir. Olaylar bu döngüsellikte sonsuza dek yinelenmiştir, yinelenir ve yinelenecektir. Bengi dönüş, sonsuz dönüş olarak tanrının olmadığı bir dünyada insanın tekrar tekrar aynı şeyleri yaşaması demektir. Üst insan bu tekrarı olumlayacak ve tekrar aynı hataları yapmayacak ve hayatını değiştirecek güçtedir. • Yaşadığın ve yaşamakta olduğun bu hayatı, yeniden ve sayısız kere daha yaşamak zorunda kalacaksın; içinde yeni hiçbir şey olmayacak: Yaşamındaki her acı, her sevinç, her bir düşünce ve her bir soluk, tarif edilemeyecek kadar küçük ya da büyük her şey, arka arkaya ve aynı sırayla, sana dönecek - ağaçların arasından süzülen şu alacakaranlık ve şu örümcek bile, şu an ve ben kendim bile. Varoluşun sonsuz kum saati, içinde toz lekesi olan sen ile, yeniden ve yeniden başaşağı çevrilecek! Şenbilim, 1882 “İnsan tüm yaşamı durmadan döndürülen bir kum saatidir“ “Eğer bir şeytan gece gündüz seni izlese , en gizli düşüncelerine girip şöyle derse ne olurdu: Yaşamakta olduğun ve yaşamış olduğun bu yaşamı bir kez daha ve sayısız kez yaşamak zorundasın. Yeni bir şeyle karşılaşmayacaksın, tersine her şey aynı olacak!” BENGİ DÖNÜŞ (ebedi tekerrür) • İddia ederim ki benim üstinsan dediğime, siz şeytan diyeceksiniz. BBZ 138. • Gerçek yaratıcı ve doğurucu, sanata gerçeklik kazandırabilecek insan. Halk tabakasını küçümser ve eşitliğe inanmadığını tekrar vurgular (BBZ 267). Üst insan benim diyebilen, kendi gözleriyle gördüğü gerçekliği belirleyen insan olarak görülmektedir. Bütün varlığın temelinde daha güçlü olmaya yönelik irade vardır. Nietzsche'ye göre, insanoğlu sadece kendini korumak ve yaşamak istemez aksine asıl isteği daha da güçlü olmaktır. • Felsefesi bir “varlık” değil “varolabilme” felsefesidir. • Varlığa ancak estetik terimlerle ulaşılabilir. • “Erdem doğaya karşı işlenmiş bir cinayettir” • Sokrates “kuramsal insan” dır (theoretiker mensch) Felsefe trajik görüşün yerine diyalektik görüşü koymuş, ahlakça erdemli bir aktör olan kuramsal insanı yaratmıştır. • “Doğrular yüzünden ölmemek için elimizde sanat var” Bilgi konusuna gelince, Bilgelik, Sokrates’te olduğu gibi, bilgi edinmekle sağlanmaz Özellikle sanat alanı böyledir, bilgi sanatı öldürür. Sanata dair bilgi asılsızdır çünkü, bilen-özne varlıkla özdeşleşmeyi engeller. Sanatın asıl bilgisi kişi dünyanın ilkse sanatçısı ile kaynaşıp/ birleştiğinde ortaya çıkar; kişi bu durumda hem özne hem nesnedir; aynı anda şair, oyuncu ve izleyici. Nietzsche, hazır bulduğumuz “kendi olduğu haliyle dünya” diye bir dünya yoktur. “Dünya” aslında daima bir kavramsallaştırmanın, bir değer biçmenin, kısacası bir dünya görüsünün objesidir. Kendi basına dünya yoktur. İnsana acı ve dehşetten başka bir şey vermeyen o “gerçek” nitelemesinin yok edilmesi esaslı bir hedeftir. Gerçek dünyayı tehdit edici olmaktan çıkarmak mümkündür. Bunun için, ya onun yerini yeni yanılsamalar almalı, ya da bundan da iyisi, bizzat kendisi bir yanılsamaya dönüştürülmeli. Zira kimi zaman İlksel Birlik, kimi zaman da “istenç” olarak nitelenen varlık/dünya Nietzsche’de adeta kişileştirilmiştir, ve varlık acıdan kurtulmak için yanılsamaya muhtaçtır (Nietzsche, 2005a:39). • içinde yaşadığımız dünya sürekli olarak yaratılan ve yeniden yaratılan bir sanat yapıtı • dünya denilen bu yanılsama ağının ardında ve ötesinde hiçbir şey yok • Bir sanat yapıtı olan dünya insan tarafından yaratılmıştır. • Nietzsche, Ahlakın Soykütüğü’nün üçüncü metninde, Kant’ın güzeli “çıkarsız haz” olarak tanımlamasını köklü bir eleştiriye tabi tutar: Kant, güzelin sıfatları arasında, bilgiye saygınlığını kazandıranları –gayri şahsîlik ile evrenselliği– vurgulayıp öne çıkarmakla, sanata saygınlık bahşettiğini sanıyordu. Bunun esaslı bir hata olup olmadığını sorgulamanın yeri burası değil; altını çizmek istediğim tek şey, Kant’ın, bütün filozoflar gibi, estetik probleme sanatçının (yaratıcının) bakış açısından yaklaşmak yerine, sanatı ve güzeli “seyirci”nin bakış açısından ele almış olması ve böylece farkında olmadan “güzel” kavramına “seyirci”yi katmış olmasıdır. Şayet güzelin filozofları, bu “seyirci”yi hiç olmazsa gereğince tanısalardı, yani onu, güzelliğin âleminde canlı ve hakiki yaşantılarla, arzularla, sürprizlerle ve hazlarla dolu büyük bir kişisel olgu ve deneyim olarak tanısalardı, durum o kadar feci olmazdı!… “Bize çıkarsızca haz veren şey güzeldir” der Kant. Çıkarsızca! Bu tanımı, hakiki bir “seyirci” ve sanatçı olan bir adamın, Stendhal’in tanımıyla karşılaştırın: O ki güzelliği vaktiyle une promesse de bonheur [mutluluk vaadi] diye adlandırmıştı. Stendhal’in her halükârda, Kant’ın estetik koşula ilişkin özellikle altını çizdiği o noktayı, le désinteressement’ı reddettiği ve tanımadığı kesindi. Kim haklı peki? Kant mı, Stendhal mi? Her ne kadar estetikçilerimiz, Kant’ın izinden giderek, bir insanın güzelliğin büyüsü altındayken örtünmemiş kadın heykellerine bile “çıkarsızca/ilgisizce” bakabileceklerini savunmaktan yılmasalar da, biz onlara gülebiliriz: Sanatçıların bu netameli olayla ilgili deneyimleri kesinlikle “ilginç”tir ve Pygmalion’ın hiç de “gayri estetik” bir adam olmadığı muhakkaktır. Yirmi beş bölüm ve bir önsözden oluşan bu eserin ilk on beş bölümünde Yunan Tragedyasının doğası tartışılır. Buna göre, Yunan Tragedyasının, Apolloncu dünya görüsünün Dionysosçu dünya görüsü ile karşılaşmasından doğduğu şeklindeki iddia, eserin temel tezini oluşturur. • Mitos tragedyanın en belirgin içeriğidir. • “Promethe, Oidipus ve diğerleri, Nietzsche bu kahramanların hepsini Diyonisos’un maskeleri olarak değerlendiriyor” (1993: 51). • Diyonisos’un trajik sanatta kendileri aracılığıyla konuştuğu mitlerdir onlar. Estetik bilimi konusunda mantığa özgü bir görüşe değil de, doğrudan doğruya, gözlemin kesinliğine dayanırsak çok kazancımız our. Çünkü sanatın sürekli gelişimi bir Apollo'ca, biri Dionysos'ca olan iki yönlülük içerir….. (Nietzsche,1994:12) • Nietzsche, insanın estetik yaratımının iki temel yeti üzerine kurulu olduğunu belirtir. Bunlar • • hayal etme ve esrimedir • (The Birth of Tragedy,1993:14). • Hayal dünyası, biçimsel olanın en güzel, en mükemmel şekilde tasarlandığı, duyularla algılanan dünyanın yanıltıcı bir görünümünün -bir illüzyonun yaratıldığı bir alandır. • Esrime ise kendinden geçme, kendini unutma, diğer her şeyle birlikte aynı, tanımlanamaz gerçekliği (primal oneness) paylaştığı hissi ile bireysellik ve özgüllüklerin reddi, olumsuzlanmasıdır. (Tümkaya 9) • Euripides ve komedi türü tragedyadan ilkel ve güçlü Diyonisyak unsuru çıkarır; onu felsefe ve ahlakla yeniden inşa eder (Tümkaya 10) • Mitos silikleşir, sanat komedya olarak anılır. • Euripides’in ardında konuşan Sokrates’tir. • Diyonizyak mitos akıl ile kavranamaz. ‘Apollo'ca olan yontu sanatıyla Dionysos'ca, dış biçime dayanmayan, müzik arasında oldukça büyük bir karşıtlık çıkar ortaya… Çoğunlukla birbirleriyle; açıkça, çatışırlar; karşılıklı olarak yeni, güçlü doğumlar uğruna. Bu karşıtlığın savaşını sürdürmek için kaynaşırlar. ‘Yalnız şu genel "sanat" sözcüğü bile bu savaşı göstermeye yeter. Sanata gelinceye değin Hellen istenci, usu aşan yaratıcı eylemi dolayısıyla, bunları kendi aralarında birliğe ulaştırmıştır. Bu birlik sonunda eski tragedyanın Dionysos'ca-Apollo'ca olan sanat yapıtlarını yarattı’ (Nietzsche,1994:12) Aynı zamanda güneş ve ışık tanrısı olan Apollon düzen, yasallık, orantı, uyum, ölçü, mükemmel biçim, rasyonellik, açıklık, kesinlik, ahenk, özdenetim, bireysellik, denge, bilgi ve aklı temsil eder. O, hayatı yaşanmaya değer kılan güzellik yanılsamasının kaynağı, entelektüel açıklamaya yönelik eğilim ve içtepinin tanrısıdır. Buna bağlı olarak Apolloncu deneyim, bir düş deneyimi, düşlere dalma deneyimidir. Bu deneyim, bu dünyada acı çeken ve kapana kısılmış hisseden, sıkışıp kalmış bireye, düşlere dalmak suretiyle bir güzellik yanılsaması sunan ve güven ve huzur veren bir deneyimdir (Cevizci, 1999:65-66). ‘...bütün biçimlendirici (görsel) sanatların tanrısı olan Apollo bilgelikler öğreten bilici bir tanrıdır. Kökü, bütün "görünen olaylara" değin inen Apollo bir ışık tanrısıdır... (Nietzsche,1994:12). Özdenetim, denge ve ölçünün şekillendirdiği Apolloncu ruhun karşıtı olan Dioysosçu ruh, insandaki yasama isteği ve gücünün dinamik ve tutkulu dışavurumu, insanın esrime (vecd) ya da sarhoşluk hali içinde kendisini içtepi ve atılımlarına bırakmasıdır. Dionysosçuluk, yaşamdaki doğurganlık ve bolluğun benimsenmesini, düşlerin ve düşlere kapılmanın reddedilerek en derin acımasızlığıyla ve insanı çaresiz bırakısıyla hayatın kabul edilmesini savunur. Bu anlamda o, en yüce yaratılarını feda ederek, tükenmek bilmez doğurganlığından haz duyan bir yasama iradesidir (Cevizci, 1999:248). Neden bu tanrı? Sanat türleri Deneyim metaforu Apollocu Işık, fantezi, dinginlik, güzellik, Rasyonellik, orantı, mükemmel biçim Heykel ve şiir Dionisosçu Kaos ve sarhoşluk, hareket, ritim, içgüdüsellik, yaratıcı taşkınlık Müzik, şarkı söyleme, dans etme Rüya (filozoflar dünyayı Sarhoşluk, şehvet bir rüya gibi görebilir) içerik Güzel formlar, strüktür Hissedilen duygu Güven: rahatlatıcı bir peçe Ben vs dünya imgesi Doğruluk düzeyi Gerçeği gizleyen bir örtü, fırtınalı denizlerde batacak bir bot İlksel birliğin kendinden geçmiş görüleri Ecstasy, terör, dehşet benliği unutturan, doğa ve diğer insanlarla biraraya getiren Örtüyü yırtıp atmış, gerçeklikle şarhoş olmuş • O halde dünyayı görmek için öncelikle “düş görebilmek” bir gerekliliktir, ve doğanın kendisinin de bir düş olduğunu, bir görünüşler/fenomenler toplamından ibaret olduğunu felsefe de (örneğin Kant) itiraf etmektedir. Eğer gerçek dünya da bir yanılsama ise o halde sanat eseri, bir taklit olması itibarıyle, yanılsamanın yanılsamasıdır. Dolayısıyla Nietzsche’de sanat, çift katlı bir illüzyon olarak temellendirilmektedir. • Ona göre Raffaello’nun ‘Transfiguration’ adlı tablosu bu çift katlı illüzyon durumunu mükemmel bir biçimde temsil etmektedir. Nietzsche bu tabloyu önemsemekte ve onu kendi sanat felsefesi doğrultusunda etkileyici bir biçimde yorumlamaktadır • Rafael, “Transfiguration” 1520, Vatikan, Roma. • Ortodoks Hıristiyanları için ruhun başkalaşımını ifade eder. • Tablo aslında İsa’nın Tur dağında bir tür şekil değiştirip ışık saçmaya başladığı mucizevi bir olayı anlatmaktadır. Nietzsche’nin yorumunda ise bu tablo iki sahneden oluşmaktadır (Nietzsche, 2005a:40). Resmin alt yarısını dolduran sahne, varlığın acısını açığa vurmaktadır. Nietzche’ye göre buradaki illüzyon, her şeyin çelişki olması, dünya hayatının çelişkilerle dolu olmasıdır. Resmin üst yarısında ise, bir başka yeni yanılsama dünyası vardır; buradakiler artık hiçbir şey görmezler. Üst yarı güzelliği Apolloncu dünyasını, alt yarı ise Silenus’un korkunç/kötücül bilgeligini temsil eder. Resmin alt yarısının, üst yarısının dayanağı/temeli olması, ve ikisinin birbirini gerekli kılmaları ile bu tablo hem sanatın çift katlı bir illüzyon oluşunu sembolleştirmekte hem de sanatın temelinde yatan Apollon Dionysos karşıtlığına göndermede bulunmaktadır. • Apolloncu sanatçının özelliği, seyrettiği imgelerle birleşmemesi/kaynaşmaması, onlarla arasında hep bir mesafe olmasıdır. Onun sürekli yaptığı şey bu imgeleri en ince detaylarına kadar temaşa etmektir. • Dionysosçu sanatçının özelliğine gelince, o kendi imgeleri içinde eriyip onlarla kaynaşır, kendi figürleri ile birleşir/bütünleşir, bu yüzden artık varlıkla kaynaştığı için varlığın dili haline gelir, dünyanın hareketli merkezi olur ve “ben” demesi öznellik anlamına gelmez. Birincisi imgelerin/figürlerin seyrine dalıp en temel acıyı/çelişkiyi unutur. Kendini temasa ile oyalayıp illüzyona dalar, ama hep seyrettiği ile arasına bir mesafe koyar, böylece bir sanatçı olarak nesnel kalır. ikincisi en temel acıyı/çelişkiyi unutmayı değil, onunla aynılaşmayı seçer, onunla özdeşleşip onun sesi olur, bu özdeşleşme onu nesnel tutar. • Müzik aynı zamanda Apollonca sanat ise, tam olarak yalnızca ritim, yani onun plastik gücü, Apollonca durumların canlandırılması düzeyine ulaştırılmıştır: Apollon müziği seslerdeki mimaridir, bir de kitharaya özgü sadece yorumlanmış seslerdeki mimaridir. Dionysos müziğinin karakterini, daha doğrusu müziğin karakterini belirleyen unsur, sesin sarsıcı gücü ve armoninin tamamen eşsiz dünyası, özenle uzaklaştırılmıştır… Armoni dizisinde ve notasında, melodi dediğimiz şeyde, “istenç”, daha önce ifade edilmemiş ve tamamen dolaysız bir şekilde kendini ortaya koyar (Nietzsche, 2005b:38). Dil ise müziğin yerini hiçbir zaman tutamaz, müziği taklit ettiğinde bile müziğin özüyle ancak yüzeysel bir temas kurabilir. Dil fenomenleri anlatır, fenomenlere gönderme yapar. Müzik ise ilksel çelişkiye ve ilksel acıya gönderme yapar, ve bu alan fenomenler alanının ötesinde kalır, bu alana kıyasla tüm fenomenler sembolden başka bir şey değildirler. “Sanat bilgiye bir deva olarak doğar. Yaşam ancak sanatın yanıltmaları (illusion) sayesinde yaşanabilir hale gelir” “Sanat, yaşamın görünüşünü, yaşamın bize sunduğu manzarayı çekilir hale getirmekle kalmaz, aynı zamanda üzerinde uzanan ve saf olmayan düşüncenin de çiçeklenmesini sağlar” • (Dereko, 2007:14-15): • Nietzsche bir sanat etkinliğinde objenin mutlaka uydurmaca/kurmaca olması gerektiğini savunmaktadır. Bu bağlamda, gerçek/doğal olanın sanatta yeri yoktur, ve sanatın asıl misyonu gerçek-olanın, gerçekliğin bir süreliğine askıya alınmasıdır. Daha önce de söylendiği gibi, seyirci sanat objesine, ampirik bir gerçeklik görmek için değil bir sanat yapıtı görmek için bakmaktadır. • Ama asıl önemli olan husus, uydurma-olanın doğasıdır. Soru sudur: Sanat, uydurma-olan objesini, kendisine ideal alandan mı yoksa doğal alandan mı seçmelidir? Bir başka deyimle, sanatta uydurma olan nedir: ideal olan mı, doğal olan mı? Nietzsche bu konuda dramayı örnek vermektedir (Nietzsche, 2005a:55). Tiyatronun diğer bir türü ve tragedyanın bir parçası olan dramada su var: Sahte, yapma ve oyun olduğu halde seyircide gerçek ve doğalmış izlenimi uyandırmak. Mesela dramatik şiirde böyle bir yanılsama yaratılmak istenmektedir. Bu yoldan doğal olan ve gerçek olan kutsanmaktadır. Günümüzün popüler romanlarında da bu var, ve Nietzsche’ye göre bu sanat Schiller ve Goethe’nin sanatını “sözde idealizm” diye küçümsemektedir (Nietzsche, 2005a:56). • Dereko, Ayhan. (2007). “Nietzsche’de Tragedya Sanatı”, Araştırma : Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Felsefe Bölümü Dergisi, cilt 18: 51-74. • ESTIN, Colette ve LAPORTE, Helene. (2005). Yunan ve Roma Mitolojisi. (Çev. Musa Eran). Ankara: TÜBİTAK. • NİETZSCHE, Friedrich. (2005). Tragedyanın Doğuşu. (Çev. Mustafa Tüzel). İstanbul: İthaki, • NİETZSCHE, Friedrich. (2005). Yunan Tragedyası Üzerine İki Konferans. (Çev. Mahmure Kahraman). İstanbul: Say. • Tümkaya, Banu. (2008). “Nietzsche’ye Göre Sanat ve “Tragedyanın Doğuşu”, ETHOS: Felsefe ve Toplumsal Bilimlerde Diyaloglar ,Temmuz (1):1-14.