BİRİNCİ BÖLÜM İKTİSADİ BÜYÜME MODELLERİNİN GENEL ÇERÇEVESİ Bu bölümde uygulamada kullanılacak olan “Solow” ve Mankiw-Romer-Weil tarafından geliştirilen “Genişletilmiş Solow” büyüme modellerinin ekonomik büyüme teorileri içerisindeki yerinin belirlenebilmesi adına öncelikle büyüme modellerinin tarihsel gelişiminden söz edilecektir. Ardından ise Solow ve Genişletilmiş Solow modellerine ilişkin temel kavramlar ve varsayımlar üzerinde durulacaktır. İlerleyen bölümlerde mekânsal ekonometriye ilişkin kavramlardan bahsedildikten sonra buradaki temel modeller mekânsal olarak genişletilebilecektir. 1.1. İktisadi Büyüme Modellerinin Tarihi Seyri İktisat bilimi ekonomik büyümeye Adam Smith‘in 18. yüzyılda basılan “Ulusların Zenginliği” eserinden bu yana odaklanmaktadır. Bilimsel olarak ekonomik büyüme 20. yüzyılın ortalarından itibaren II. Dünya Savaşı‘ndan sonra oldukça ilgi çekmiştir. Ekonomik büyüme süreci zaman boyunca çok farklı faktörlere bağlı olarak geliştiğinden dolayı sürecin anlaşılabilirliği açısından basitleştirmelere gerek duyulmaktadır. Bu basitleştirmeler ise modellemeler yardımıyla yapılmaktadır. 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren büyüme modelleri; Neo-Keynesyen HarrodDomar modeli, Solow- Swan neoklasik model, içsel büyüme modelleri ve modern ekonomi politikaları modelleri olmak üzere dört başlık altında toplanabilir (Snowdon, 2006). Büyüme modellerinin çoğunda sermayenin aşınma payı ve nüfus büyümesi dışsal varsayılmaktadır. Yine bu modeller tasarruf oranının içsel ve dışsal varsayılmasına göre iki gruba ayrılabilir. Tasarruf oranının dışsal varsayıldığı ekonomik büyüme modellerine AK tipi üretim fonksiyonun kullanıldığı Harrod-Domar büyüme modeli ve Solow ile Uzawa’nın neoklasik modelleri örnek verilebilir. İkinci grup olan tasarruf oranının içsel varsayıldığı büyüme modellerine ise Ramsey’in neoklasik büyüme modeli ile Kaldor ve Pasinetti’nin Keynes temelli büyüme modeli örnek verilebilir. Bu sınıflandırmaların dışında büyüme modelleri sermaye oranının sabit olup olmamasına ve zaman boyutuna göre sınıflandırılabilir. Adam Smith, David Ricardo, ve Thomas Malthus gibi klasik iktisatçılar ve onlardan sonra gelen Frank Ramsey, Allyn Young, Frank Knight ve Joseph Schumpeter gibi iktisatçılar modern büyüme teorilerine çok büyük temel katkılarda bulunmuşlardır (Barro ve Sala-i-Martin, 1995: 9). Ramsey (1928)’in makalesi modern büyüme teorilerinin başlangıcı olarak kabul edilebilir. Ramsey‘in zamanlar arası ayrılabilir fayda fonksiyonu günümüzde CobbDouglas üretim fonksiyonu olarak yaygın bir şekilde kullanılmaktadır. Ancak onun yaklaşımı 60’lı yılların sonlarına kadar iktisat çevrelerinde çok kabul görmemiş sonrasında ise büyük önem kazanmıştır (Barro ve Sala-i-Martin, 1995: 10). Ramsey’den sonra Harrod (1939) ve Domar (1946) ekonomik büyümeyi Keynesyen yaklaşımla analiz etmeye çalışmışlardır. Sonrasında ise önemli katkılar Solow (1956) ve Swan (1956) tarafından yapılmıştır. Solow (1956) çalışmasında Harrod-Domar modelinden yola çıkarak emeği üretimin bir faktörü olarak modele dahil etmiştir. Neoklasik büyüme modelleri ile büyümenin asıl kaynağının teknoloji olduğu anlaşılmıştır. Ancak teknoloji ile büyüme arasındaki bu ilişki dışsal olarak modellenebilmiş, içsel olarak modellenebilmesi başarılamamıştır. Neoklasik modelin bu ilişkiyi modelleyememesinin nedeni ise azalan getiri kanunu ihmal etmek istememesi olmuştur. İhmal etmek istememesinin nedeni ise kanunun sağlanmaması durumunda teknolojik gelişme ve sonrasında büyümenin duracak olmasıdır. Tüm bu kısıtlamalar içinde Solow modeli uzun dönemli büyümeyi açıklamayı başarabilmiştir ve uzun süre büyüme literatürüne hakim olmuştur. Japon iktisatçı Uzawa (1963) ise ilk sektörün modeldeki tüketim mallarını ikinci sektörün ise sermaye mallarını ürettiği iki sektörlü modelini tanıtmıştır. Geliştirilen bu modelde tüketim malı üreten sektördeki sermaye-emek oranı sermaye malı üreten sektördekinden yüksek olduğu sürece istikrar sağlanmaktadır. Bir diğer neoklasik büyüme modeli ise Frank Ramsey (1928)’in optimal tasarruf oranının belirlenmesine dayanan, Cass (1965) ve Koopmans (1965) tarafından geliştirilen bu yüzden genellikle Ramsey-Cass-Koopmans modeli olarak da isimlendirilen modeldir. Ramsey modeli tasarruf oranlarını içsel ve tüketici kararlarına bağlı olarak ele almıştır. Cass (1965) ve Koopmans (1965)’ın geliştirdiği modelde ise buna ek olarak hanehalkı hem üretici hem de tüketici konumundadır. Cass ve Koopmans‘ın modeline benzer Diamond (1965) tarafından geliştirilen neoklasik modelde ise ekonomiye sürekli giriş yapan hanehalkları mevcuttur. Bu modelde hanehalklarının hayatı iki döneme ayrılmıştır. İlk dönemde hanehalkları maaş almakta ve bunu tüketimleri ile tasarrufları için kullanmaktadırlar. İkinci dönemde ise hanehalklarına herhangi bir maaş ödemesi yapılmamakta ve cari tüketimlerini birinci dönemde biriktirdikleri tasarruflar ile finanse etmektedirler. Böylece ekonomi uzun dönemde dengeye ulaşabilmektedir. Neoklasik büyüme modelleri ekonominin uzun dönemde dengeye ulaşacağının yanı sıra fakir ülkelerin zengin ülkelere kıyasla daha hızlı kalkınacağını iddia eden yakınsama hipotezinin geçerliliğini kabul etmektedir. Ancak neoklasik modellerin azalan verimler kanunu varsayımıyla uzun dönemli büyümeyi tam olarak açıklayamaması, yoksul ülkelerin zengin ülkeleri yakalayacağı yakınsama hipotezinin gerçek dünya verileri ile uyuşmaması ve 1970‘lerden itibaren başlayan ekonomik durgunluğu açıklayamaması üzerine bu kuram popülerliğini yitirmiş ve yeni arayışlara gidilmiştir. Romer (1986) ve Lucas (1988)‘ın çalışmalarıyla ise içsel büyüme dönemi başlamıştır. Romer (1986) ve Lucas (1988) sadece dışsal teknolojik gelişmeye dayalı neoklasik büyüme kuramından farklı olarak uzun dönemli ekonomik büyümeyi sağlayan temel etmenleri belirlemeye çalışmışlardır. İçsel büyüme teorileri kişi başı çıktıdaki büyümeyi sağlayan eğitim, araştırma- geliştirme faaliyetleri ve beşeri sermaye gibi temel içsel faktörlerin belirlenebilmesini sağlamıştır (Park, 2006). İçsel büyüme modellerinin cevaplamaya çalıştığı ilk soru: “Neden ülkeler tekil olarak yüz yıl öncesine göre daha yüksek miktarlarda mal üretmektedir?” olmuştur. Romer (1990)’e göre bunun nedeni emeğin artan getirisidir. İkinci olarak içsel büyüme modelleri ekonomik büyüme sürecinde insanın rolünü açıklamaya çalışmışlardır. Üçüncü olarak ise ülke ekonomileri arasındaki büyük farklılaşmanın nedenlerini göstermeye çalışmışlardır (Pietak, 2014: 54). Tüm bunların dışında içsel büyüme teorilerinin katkısı ekonomik büyüme için analitik bir çerçeve sunması ayrıca büyüme ve kalkınmanın birlikte analiz edilebilmesini sağlaması olmuştur (Dulupçu, 1997: 75). Yine içsel büyüme modelleri büyümenin temel gücü olarak bilgi birikimini ve beşeri sermayeyi görmüştür bu sayede neoklasik büyüme modellerinden farklı olarak emeğin etkinliğini ve bilginin yayılmasını; daha açık ve yorumlanabilir bir şekilde modellemeyi başarmışlardır (Romer, 1996). İçsel büyüme modellerinin temelleri Frankel (1962) ve Arrow (1962) tarafından atılmıştır. Frankel geliştirmiş olduğu modelinde neoklasik üretim fonksiyonu ile AK tipi üretim fonksiyonunu birleştirmeye çalışmıştır. Bu kapsamda her bir firma için neoklasik üretim fonksiyonunu kullanırken makroekonomik gelişmeleri AK tipi üretim fonksiyonu yardımıyla modellemiştir. Diğer yandan Arrow (1962) çalışmalarına neoklasik büyüme modellerinden elde edilen sonuçları detaylı bir şekilde incelemekle başlamıştır. Ayrıca Arrow bilginin “yaparak öğrenme” ile ortaya çıktığını savunmuştur. Ölçeğe göre artan getiriye sahip üretim fonksiyonu kullanmasına rağmen Arrow ‘un modeli tasarruf oranlarına bağlı uzun dönemli sağlayamamış ve Solow modelinde olduğu gibi durağan durum dışsal değişkenler tarafından belirlenmiştir. İçsel büyüme teorilerini popüler hale getiren asıl çalışma Paul Romer ‘in 1986 yılındaki çalışması olmuştur. Üretim fonksiyonundaki tüm üretim faktörlerinin artan ve sermayenin sabit getiriye sahip olduğu varsayımını yaparak içsel büyümenin temellerini atmıştır. Romer ‘in modelinde bilgi, üretim fonksiyonunda bir girdi olarak ele alınmıştır ve uzun dönemli ekonomik büyümenin belirleyicisi olan yeni bilginin teknolojik araştırmalara olan yatırım ile ortaya çıkacağı belirtilmiştir (Dulupçu, 1997: 70). Romer geliştirdiği bilgi üretimi ve taşmalar modelinde Arrow ‘un “yaparak öğrenme” felsefesinden yararlanmıştır. Arrow (1962) bilgi yaratımını yatırım yönlü bir ürün sayarak ölçeğe göre azalan getiriyi yok etmiş ve şu şekilde tanımlamıştır; firma nasıl daha etkin üretebileceğini öğrendikçe kendi fiziksel sermayesini artırabilmektedir, bu yolla kazanılan verimlilik artışının pozitif etkisine “yaparak öğrenme” denilmektedir. Arrow (1962), Sheshinski (1967) ve Romer (1986) verimlilik artışıyla ilgili iki ortak varsayımda bulunmaktadır. Bunlardan ilki yaparak öğrenme firmanın yatırımlarıyla ilişkidir ve sermaye stokunda artışlar doğrudan bilgi stoku artışı olarak değerlendirilmektedir. Diğer varsayıma göre ise firmanın keşfettiği bir bilgi diğer tüm firmaların sıfır maliyet ile erişebildiği kamusal bir mal sayılmaktadır. Bunun nedeni rekabetçi olmayan bilginin bir kez keşfedildikten sonra anında ekonominin tamamına yayılabilmesidir (Sala-i Martin, 1995: 146-147). Rekabetçi olmama özelliği de beraberinde ölçeğe göre artan getirinin varlığına işaret etmektedir (Jones, 1998: 73). Buna göre bir firmanın yeni bir bilgi üretmesi taşmalar kanalıyla piyasada bulunan diğer tüm firmalar için pozitif dışsallıklar yaratacaktır ve üretim olanakları artacaktır. Romer (1986) yılındaki çalışmasında teknolojiyi içsel bir şekilde modeline dahil ederek Neoklasik büyüme kuramının bu eksikliğini gidermeyi başarabilmiştir. Bunu ise sermayenin azalan getiriri kanunu ihlal ederek yapmıştır. Ayrıca neoklasik üretim fonksiyonuna sermaye dışsallıklarını dahil etmiştir. Romer ‘in modelinde AK tipi üretim fonksiyonuna göre büyüyen ekonominin belirli koşulları yerine getirmesi gerekmektedir. İlk olarak dışsallıkların büyüklükleri anlamlı olmalıdır. Aksi halde ekonomi CobbDouglas üretim fonksiyonuna göre büyümeye devam edecektir. Bunun dışında yine Romer ‘in modeli var olan ölçek etkilerini ön görmektedir. Lucas (1988) ise Romer ‘in modelindeki ölçek etkilerini kişi başı sermaye olarak tanımlamayı başarmıştır. Bu nedenden dolayı Lucas modelinde Romer ‘in aksine emek artışının sıfıra eşit olduğu varsayımı yapmaya gerek duymamıştır. Lucas geliştirmiş olduğu iki sektörlü modelde ölçeğe göre artan getiri varsayımını ve Arrow ‘un yaparak öğrenme yapısını dikkate almıştır. Bu modelde ayrıca dışsallıkların kaynağı beşeri sermaye birikimine dayandırılmıştır. Bu çerçevede Lucas ‘ın modeli ülkeler arasındaki ekonomik gelişmişlik farklılıklarını açıklayabilmeyi başarmıştır. Daha sonra geliştirilen içsel büyüme modellerinde ekonomik büyüme Ar-Ge sektörünün teknik süreçte içselleştirilerek modellenmesine dayanmaktadır. İçsel teknolojik süreç kendisini iki yolla göstermektedir: üretim sürecinde kullanılan malların artışı ve var olan malların kalitesindeki artış (Pietak, 2014: 56). Romer (1990) teknik süreci ekonomik büyümenin bir belirleyicisi olmasından dolayı ara mal arzındaki artışlar ile ilişkilendirmiştir. Ekonomik büyümenin beşeri sermaye düzeyine bağlı olduğu bu modelde zengin beşeri sermayeye sahip ülkeler daha hızlı gelişmektedirler. Aghion ve Howitt tarafından geliştirilen diğer bir içsel büyüme modelinde ise teknik süreç piyasada var olan mallardaki iyileştirmeler ile ilişkilendirilmektedir. Yine bu modele göre daha fazla eğitimli beşeri sermayeye sahip olan ülkeler daha hızlı büyüyeceklerdir (Aghion ve Howitt: 1992). Büyüme modellerinde son dalga olarak kabul edilen modern ekonomi politikaları modelleri, büyümenin belirleyicilerini detaylı bir biçimde araştırmak için kullanılmıştır. Bu modeller yönetimin kalitesi, etnik ayrımcılık, demokrasi, güven, yozlaşma gibi faktörlerin büyüme üzerine etkisini incelemektedir. Literatürdeki büyümenin belirleyicileri detaylı bir şekilde belirlenmesiyle ilgili tartışmalar coğrafi kısıtlar (Bloom ve Sachs, 1998; Sachs, 2005) doğal kaynaklar (Sala-i-Martin ve Subramanian, 2003) ve uluslararası ekonomik etkileşim ile büyüme (Sachs ve Warner, 1995; Bhagwati, 2004; Wolf, 2004) üzerine yoğunlaşmıştır (Snowdon, 2006: 84). 1.2. Solow-Swan Büyüme Modeli 1950‘li yılların başlarından itibaren ekonomik büyüme konusu her zaman olduğundan daha fazla popüler hale gelmiştir. Bunun nedeni olarak Soğuk Savaş döneminde Sovyetler Birliği ve ABD arasındaki ekonomik rekabet öne sürülebilir. Diğer bir neden ise ekonomik olarak az gelişmiş ülkeler hakkındaki artan endişelerdir (Shell, 1976: 347). Dışsal büyüme teorisi olarak da bilinen neoklasik büyüme modeli 19. yüzyıldan 20. yüzyılın ortalarına kadar büyüme literatürüne hakim olmuştur. Neoklasik büyüme teorisi verimlilik artışına odaklanmaktadır. Dışsal büyüme modeli olarak isimlendirilmesinin nedeni ise sisteme gelen değişimin kaynağının dışarıdan bir değişkenin neden olmasıdır. İktisatçılar belirli değişkenleri içselleştirmeyi başarana dek o değişkenleri dışsal olarak varsaymışlardır. Bu değişkenlerin başında ise Malthus‘un ekonominin fiziki şartlarındaki büyümeye göre içselleştirdiği nüfus gelmektedir (Dulupçu, 1997: 75). Teknolojik ilerleme ve beşeri sermayenin iyileştirilmesi ekonomik büyümenin temel kaynağını oluşturmaktadır. Ancak neoklasik büyüme modelinde Neoklasik büyüme teorisi, neoklasik iktisat ile aynı değişken ve faktörlere vurgu yapmaktadır. Özellikle Robert Solow ve Trevor Swan ‘ın birbirinden bağımsız olarak yaptığı çalışmalar Neoklasik büyüme teorisinin popülerliğini artırmıştır. 1956 yılında Solow, Harrod- Domar modeline emeği sermayeden ayrı ve azalan getiriye uygun bir şekilde üretim faktörü olarak modeline dahil etmiştir bu yolla Harrod- Domar modelindeki “bıçak sırtı1” sorununu çözmüştür (Hacche, 1979). Modelde tasarruf oranı, nüfus büyüme oranı ve teknolojik gelişim veri olarak alınmaktadır. Bu ise sistemdeki içsel değişkenler tarafından dışsal olarak belirlendiği anlamına gelmektedir. Yine modelde sermaye (K) ve emek (L) olmak üzere iki adet girdi bulunmaktadır. Yt , K t , Lt ve At sırasıyla; toplam çıktı, sermaye, emek ve teknolojiyi (bilgi ya da emeğin etkinliği) göstermektedir. t alt indisi ise sürekli zamanı göstermektedir ve üretim fonksiyonuna doğrudan dahil edilmemiştir. Üretim girdileri zaman içinde değişen değerler alabilmektedir. Üretim fonksiyonuna At genellikle At Lt şeklinde çarpım Bıçak sırtı sorunu: Harrod-Domar büyüme modelinde beklenen büyüme oranının arzu edilen büyüme oranına eşit yani denge kurulmuşken gelen bir şok ile dengenin yeniden oluşamadığı durumdur. 1 durumunda dahil edilmektedir. Solow- Swan büyüme modelinde üretim fonksiyonu şu şekilde tanımlanmaktadır: Yt F ( Kt , At Lt ) (1.1) Solow (1957) çalışmasında At ‘yi teknolojik değişme olarak isimlendirmiştir ve şu şekilde tanımlamıştır; işgücünün eğitimindeki gelişmeler, yavaşlamalar ve hızlanmalar ile bunlara benzer üretim fonksiyonunda değişime neden olabilecek her şeydir. At zaman boyunca ortaya çıkan değişikliklerin kümülatif etkisini ölçmektedir ve Harrod-Nötr olarak ele alınmıştır. Solow büyüme modelinde üretim fonksiyonu ile ilgili yapılan varsayımlar ise şunlardır (Barro ve Sala-i-Martin, 1995: 16): 1- Üretim fonksiyonundaki üretim faktörlerinde (sermaye ve etkin emek) ölçeğe göre sabit getiri vardır. Bu varsayım seçilecek olan üretim fonksiyonun birinci dereceden türdeş2 olmasını gerektirmektedir. F (cK , cAL) cF ( K , AL) c 0 olmak üzere, (1.2) Bu varsayımla birlikte üretim fonksiyonun yoğun formunda kişi başı gelir cinsinden çalışabiliriz (Solow, 1957). 2- Üretim faktörleri pozitiftir. Yani K 0 ve L 0 ‘dır. Ayrıca üretim faktörlerinde azalan verimler yasası geçerlidir. Sermaye ve emekteki artışlar diğer her şey ve teknoloji sabitken üretimde artışa neden olmaktadır ve bu artış azalan verimler kanunu geçerliği olduğu için azalan şekildedir. Tüm bunlar aşağıdaki kısıtlar ile sağlanmaktadır: F 0 K F 0 L 2 F 2 F 0 0 K 2 L2 (1.3) (1.4) 3- Inada (1963) koşulları sağlanmaktadır: lim( FK ) lim( FL ) (1.5) lim ( FK ) lim( FL ) 0 (1.6) K 0 K 2 L 0 L Türdeşlik ise bir fonksiyonun tüm bağımsız değişkenlerinin r değerinin j kadar artmasıdır. j gibi bir sabitle çarpıldığında fonksiyonun Yukarıda bahsedilen tüm özellikleri sağlayan, en yaygın kullanılan üretim fonksiyonu Cobb ve Douglas‘ın geliştirdiği Cobb- Douglas üretim fonksiyonudur. Bu çerçevede Cobb- Douglas üretim fonksiyonu ile üretim fonksiyonumuzu şu şekilde yazabiliriz: Yt K t ( At Lt )1 , 0 1 (1.7) Modelde emeğin ve teknolojinin sırasıyla sabit n ve g oranında dışsal olarak büyüdüğü varsayılmaktadır: Lt L0 e nt (1.8) At A0 e gt (1.9) Bu tanımlamalara göre yukarıda Hicks nötr olarak ele alınan At Lt yani etkin emeğin büyümesi n g olmaktadır. Solow- Swan büyüme modelinde iktisadi büyümenin temel belirleyicisi sermaye birikimidir. Sermaye miktarındaki değişimler toplam gelir düzeyinde aşağıdaki denklem yoluyla değişimlere neden olmaktadır. Ayrıca model çıktının s gibi sabit bir oranının yatırıma ayrıldığını varsaymaktadır. k olarak tanımlanan etkin emek başına sermaye stoku ( k K / AL ), y olarak tanımlanan etkin emek başına çıktı ( y Y / AL ), aşınma payı 0 1 ) ve kt ise k ’nın zamana göre türevini göstermektedir olmak üzere sermaye birikim denklemi: kt syt (n g )kt (1.10) Yoğun formdaki üretim fonksiyonu sermaye birikim denkleminde yerine konulduğunda denklem yeniden aşağıdaki gibi yazılabilir: kt skt (n g )kt (1.11) Denklemlerdeki. k * , k ‘nın durağan durumdaki değerini göstermek üzere durağan durumda kt 0 olacağından denge değerini bulmak için denklemde yerine konulduğunda k * : 1 1 s k n g * (1.12) Durağan durum etkin emek başına çıktıyı bulmak için k * yine üretim fonksiyonun yoğun formunda yerine konulduğunda aşağıdaki gibi bulunacaktır: 1 s y* n g (1.13) k * ‘ı üretim fonksiyonunda yerine yazılıp her iki tarafın logaritması alındığında durağan durum kişi başı çıktı: Y ln t ln A 0 gt ln( s) ln(n g ) 1 1 Lt (1.14) Solow- Swan büyüme modelinde durağan durumda kişi başı geliri; dışsal olarak ele alınan tasarruf ve nüfus büyüme oranı belirlemektedir. Dışsal olarak ele alınmasının sebebi ise ülkelerin farklı tasarruf ve büyüme oranları dolayısıyla farklı durağan durum düzeylerine ulaşacak olmasıdır. Solow- Swan modeline göre yüksek tasarruf oranına sahip ülkeler daha zengin, yüksek nüfus artış oranına sahip ülkeler ise daha fakirdir. Yine Solow-Swan modeli tasarruf ve nüfus artış oranının kişi başı denge gelir düzeyini nasıl etkilediğine dair test edilebilir öngörüler vermektedir (Mankiw vd., 1992: 410). Yukarıdaki modelin EKK ile tahmin edilebilmesi için Mankiw, Romer ve Weil (1992) bir sabiti; ise ülkeye özgü şoku temsil etmek ln At varsayımı yaparak üzere denklemi yeniden düzenlemiştir: Y ln t Lt ln( s) ln(n g ) gt 1 1 (1.15) Mankiw, Romer ve Weil (1992)‘a göre (1.16) numaralı denklem hem değişkenlerin işaretlerini hem de değişkenlerin etkilerinin büyüklüğünü öngörebilmektedir. Modele ekonometrik açıdan bakıldığında her iki tarafın logaritmik olmasından dolayı katsayılar esneklik olarak yorumlanabilmektedir. Literatüre göre sermayenin gelir içindeki payının yaklaşık olarak 1/3, kişi başı gelirin tasarruf oranına göre esnekliği yaklaşık olarak 0.5, (n g ) ‘nın esnekliğinin ise yaklaşık olarak -0.5 olması beklenmektedir (Mankiw vd.,1992 :410). Özetlemek gerekirse Solow- Swan modelinin temel sonucu; uzun dönemde ekonominin büyüme oranı iş gücü büyümesi ve modelde içsel olarak belirlenen teknolojik gelişmenin toplamına eşittir. Dikkat çekilmesi gereken bir diğer husus ise tasarruf oranının sadece gayri safi yurtiçi hasıla (GSYİH) düzeyini etkiliyor olmasıdır. Ancak bu etkinin uzun dönemde devam etmesi söz konusu değildir. Yüksek tasarruf oranı emeğin verimliliğinde ve GSYİH düzeyinde geçici artışlara neden olacaktır. Uzun dönemde büyüme oranı, iş gücündeki değişim oranı ile teknolojik gelişme oranı toplamı kadar olacaktır (Gould ve Ruffin, 1993: 29). 1.3. Genişletilmiş Solow Büyüme Modeli (Mankiw-Romer-Weil (1992)) İktisatçılar uzun süre beşeri sermayenin büyüme sürecindeki önemini vurgulamışlardır ancak beşeri sermayenin dışlanmasıyla ilgili sorunların farkına uygulamalar sonucunda ortaya çıkan yanlış sonuçlarla varmışlardır. Modele eklenen beşeri sermaye değişkeni hem teorik modeli hem de uygulamada ekonomik büyüme sürecinin analizini değiştirmiştir. “Genişletilmiş Solow Modeli” ya da “Mankiw-RomerWeil Modeli (MRW)” olarak adlandırılan beşeri sermayenin eklendiği yeni model için üretim fonksiyonu MRW (1992)‘de şu şekilde tanımlanmıştır: Yt Kt H t At Lt 1 (1.16) Solow modelinden farklı olarak burada eklenen H değişkeni beşeri sermaye stokunu temsil etmektedir. Yine Solow modelinde çıktının sadece s kadarlık bir kısmı yatırımlar için kullanılırken MRW modelinde yatırımlar fiziki ve beşeri sermaye yapılan yatırımlar olmak üzere iki kısımdan oluşacaktır. sk fiziki sermayeye yapılan yatırımları ve sh beşeri sermayeye yapılan yatırımları göstermek üzere sermaye birikim denklemleri aşağıdaki gibi tanımlanabilir: kt sk yt (n g )kt (1.17) ht sh yt (n g )ht (1.18) Denklemlerde yer alan y ve k yine daha önce Solow modelinde tanımlandığı gibidir. h ise H / AL olarak tanımlanmaktadır. MRW modeli beşeri sermaye, fiziki sermaye ve tüketim için aynı üretim fonksiyonun geçerli olduğunu varsaymaktadır. Bu sayede bir birim tüketim maliyetsiz olarak bir birim fiziki ya da bir birim beşeri sermaye ile değiştirilebilmektedir. Ayrıca model Lucas (1988)’den farklı olarak beşeri sermayenin fiziki sermaye ile aynı oranda yıprandığını varsaymaktadır. Yine modelin bir varsayımı olarak 1 varsayımı yapılmaktadır. Bu varsayım hem fiziki hem de beşeri sermaye için azalan getiri olduğunu göstermektedir. Aksi durumda örneğin 1 yani sabit getirinin olduğu durumda modelin durağan durumu olmayacaktır (Mankiw vd., 1992: 416). Durağan durumda k ve h ’nin değerleri: 11 s1 s k k h n g * (1.19) 11 s s1 h k h n g * (1.20) k * ve h* üretim fonksiyonunda yerine konulup her iki tarafın logaritması alınırsa kişi başı çıktı Solow modeline benzer bir şekilde aşağıdaki gibi elde edilmiş olacaktır: Y ln t Lt ln(n g ) ln( sk ) ln( sh ) ln A 0 gt 1 1 1 (1.21) 1.4. Yakınsama Neoklasik model dışsal olarak belirlenen uzun dönemli ekonomik büyümeyi öngörür. Sermayenin azalan verimliliğinden dolayı; fakir ülkeler zengin ülkelerden daha hızlı büyüyeceği için ekonomiler sonunda ortak bir düzeye yakınsayabilecektir. Bu yakınsama mutlak yakınsama olarak tanımlanmaktadır. Yine mutlak yakınsama hipotezine göre başlangıçta daha düşük kişi başı gelire sahip olan ülkelerin büyüme hızları başlangıçta daha yüksek gelir düzeyine sahip olan ülkeler göre daha yüksektir (Knight vd., 1993: 513). Ancak mutlak yakınsama için ülke ya da bölgelerin üretim fonksiyonlarının ve parametrelerinin (Tasarruf oranı, nüfus büyüme ve amortisman oranı) aynı değerde olduğu varsayımı altında mümkündür. Bu ülke ya da bölgeler ancak bu varsayım altında durağan durumda aynı kişi başı reel gelire ve sermaye miktarına ulaşacaklardır (Barro ve Sala-i-Martin, 1995: 26). İşte bu noktada mutlak yakınsama hipotezi eleştirilmiş ve koşullu yakınsama kavramı ortaya çıkmıştır. Koşullu yakınsama durumunda ise ülkelerin tasarruf oranı, amortisman, nüfus büyümelerinin ve teknolojilerinin farklı olmasına izin verildiği koşulda ülkelerin kişi başı gelir düzeyleri farklı olmaya devam ederken büyüme oranları birbirine yakınsayacaktır.