1 BİR BULUŞUN KORUNMASI ve AÇIK KAYNAK !.. 20 Ocak 2016 Yeni sayılabilecek üç akım var. İlki; her şeyin “açık kaynak” olması, yani teknik bilginin bedelsiz olması, ikincisi ; “özgür yazılım” yani tüm yazılımların her türlü müdahaleye açık olması gerektiği.. Elbette ardından da “patent” denen koruma, gelişmeyi destekleyen bir “hak”mıdır, yoksa ilerlemenin önünü tıkayan bir “haksızlık” mıdır tartışması gelmekte.. Gelin bir göz atalım bu konulara.. Öncelikle, bilgi ile buluşu birbirine karıştırmamak gerek.. Bilgi, bir konu hakkında o güne kadar birikmiş olanların bütünüdür... Buluş ise, o güne kadar henüz akla gelmeyendir !.. “Akletmez misiniz ?” ikazı ile zikredilendir.. Bir anlamda bilgi; var olanın ezberi, bilim ise henüz bilinmeyenin keşfidir.. Farkını fark etmek gerek !.. Bilgi, insanlığın ortak malıdır elbet. Ama bir buluşun, yani hayatı kolaylaştıran ve ilk kez akla gelen bir çözümün, yani bilinen tabiri ile “icadın”, mucidine hiçbir ayrıcalık sağlamaması gerektiğini ileri sürmek, ne kadar doğru bir yaklaşım olur, sorgulanmalıdır.. “İnsana en büyük nimet olarak sunulan aklı, kullanmayı becermenin”, yaradan tarafından bile iltifata tabi olmasına, adeta; “ne var ki bunda ?” tavrı ile yaklaşmak, bize yakışan olamaz diye düşünüyorum.. Bence açık kaynak demek, “bilginin” herkes tarafından “ulaşılabilir” olmasını sağlamaktır.. Bir icadın; belki yıllar, belki de ömür boyu ter dökerek, yani maddi manevi bedel ödeyerek ulaşılan bir sonucun, haksızca değer kaybetmesi anlamında; “anonim” hale getirilmesi değil.. Bir buluşun, akla düştüğü andan itibaren kamu malı olduğunu iddia etmek, yeni buluşlara destek değil, köstek olur ancak.. Önce, bunu tartışmalıyız.. Böyle bir kural ne kadar özendirici ve ne kadar teşvik edicidir acaba ?.. Tam tersine, caydırıcı olmaz mı ?.. İnsanları zihinsel tembelliğe teşvik etmez mi ?.. Bence bal gibi eder.. Evin hanımı ya da beyinin, yaşanan bir soruna farklı bir çözüm üretmesine bile “başımıza icat çıkarma !” tepkisi vermeyi, şirinlik sanan bir toplumuz.. Bir ilerisinde ise, akla gelen parlak bir çözüme derhal, “bunu çoktan yapmıştır yabancılar !” diyerek, önünü fikren de olsa kesmeyi, huy edinmişizdir maalesef.. Hele hele çocuklarımızın, biz gölgelemedikçe daima açık olan zihinsel yetilerini, “çocukça” bulup, baskılamakta üzerimize yoktur… Yeni ve farklı buluşlarını ödüllendirmek, onları teşvik etmek gerekirken, “ne olmuş yani, bunu herkes bilir” diye karşılamak nasıl bir zihinsel tembellik ve özgüven eksikliği yaratırsa, bir yetişkinin buluşuna; “madem buldun, artık hiçbir hak iddia edemezsin” demek de o kadar yanlış olur.. Toplumsal ivme değil, fren etkisi yaratır.. Bu bilgi ona mutlaka bir ayrıcalık sağlamalıdır ki, teşvik edici, uyarıcı ve gayrete getirici olsun.. Aksi davranış, “beceremeyenin becerene kestiği ceza” olur ancak.. BULUŞ; HENÜZ OLMAYANDIR.. Buluş, bulana ayrıcalık sağlayacaktır elbet. Bütün sorun, bu ayrıcalık; hakkaniyetli ve buluşun değeri ile orantılı olsun.. Sorun, buluşun değersizleştirilmesi anlamına gelen, yani anonimleştirmek demek olan “açık kaynak” dayatması ile değil, o buluşu kullanıp, yüksek ticari değerlere çevirirken, buluş sahibinin müktesep haklarını da yok sayan, hukukun ve vahşi kapitalizmin davranışlarını frenleyen kuralların, işlevsel hale getirilmesi ile çözülür... Açık kaynak kuralının, zihinsel tembellik yaratacak bir dayatmaya dönüşmesi ile değil !.. Örneğin, en az 11 kişilik gayretin ve hatta taraftar ordusunun ürünü alan bir futbol zaferi nasıl patentlenemezse, bir müşterek mesainin ürünleri de açık kaynak olmaya yakışacaktır... O yüzden, açık kaynağın en doğru portalı, bir konuyu topluca geliştirmeyi sağlayacak ortamda, hızlı bir beyin fırtınası yaratmak ve örneğin üç boyutlu yazıcıların marifetlerini de sürece ekleyip, müşterek başarılara giden yolu aydınlatmak olabilir.. Teknik gelişmeyi, halkın ulaşabileceği kolaylığa ve maliyete indirgemek olabilir. Ama, her akla gelen yeni buluşu değersizleştirmek demek olan, önünü kesmek anlamına gelebilecek kurallar koymak değil.. Diğer taraftan, yine örneğin bir sanat eserinin, bir tablonun, heykelin ya da müzik eserinin, 2 gün yüzüne çıkmasından itibaren, her türlü müdahaleye, “geliştirme adı altında !” açık olması nasıl kabul edilemezse, bir özgün buluşun, benzer müdahaleyle derhal anonimleştirilmesine de aynı mantıkla itiraz edebilmeliyiz.. Sorun buluşta değil, sonunda haksız rekabete dönen uygulamada, buluş sahibini de rencide eden sonuçları doğuran, yanlış ticari kurallardadır.. Adresi doğru tespit etmek gerek !.. O konuya çözüm üretmek gerek.. İLK YARADAN, YA DA İLK BİLEN !.. Elbette her şeyin tek sahibi yaradandır.. Ama idrak yolunun öncülüğü demek olan yeni buluşlara ; “sıradandır” muamelesi yapmak da, insana yakışmayandır.. Bir şeyin nasıl yapılacağına dair, sadece yazılım aracı olan, yani nihai ürün olmayan bilgisayar programları değil benim anlatmak istediğim.. “Açık kaynak; bir geliştirme yöntem bilimidir, özgür yazılım ise bir sosyal harekettir” diyor zaten kendileri.. Ben de onu diyorum zaten.. İşin aslını unutmamak lâzım. Yani onlar; “aracıdır” sadece. Nihai ürün değildir.. Sık sık tekrarladıkları; “Özgür konuşmadır bu, bedava bira değil” ifadeleri de bu tanımı destekliyor.. Bira haline geldiğinde elbette bedava olmaz demeye getiriyorlar.. Size somut bir ürün sunan yok yani.. Eh, parasız olmasında da pek sakınca yok o zaman.. Bir statik kitabındaki yepyeni bir hesaplama metodunun, sadece hesaplamaya yardımcı olacağı gibi !.. Programın da formülün de, başlangıçta içi boştur.. Örneğin ben de “Enerji Mimarlığı”nın nasıl yapılacağına dair binlerce sayfa yazdım ve hiçbir bedel talep etmeden herkesle paylaştım, paylaşacağım.. Ama onu sözgelimi, tadı çok değişik bira ya da farklılık yaratan bir yapı haline getirebildiğimde, işte ancak o zaman bir patent konusu olabilecek veya satış değeri kazanacaktır benim gözümde.. Bunun gibi, bütün fikirlerin ancak, somut ve özgün bir projeye dönüştüğünde maddi değer kazanabileceği gibi !.. Zaten o aşamada devlet de bizden, işle orantısal bir bedel talep etmekte ve onu ödeyemezseniz, bal gibi cezalandırmaktadır.. Olayları karıştırmamak lâzım.. Bu konularda, yani açık kaynak paylaşımı hakkında birçok yazı yazmış bir akademisyenin, bir kitabını 5 ya da 10.000 adet bastırıp, bedelsiz dağıtabilmesini beklerim ki, ürün haline gelmiş yazının bile açık kaynak olamayacağını, bedava dağıtılamayacağını hep birlikte görelim böylece.. Bu konuya ilişkin referanslarda da görüleceği gibi, özgür yazılımcılarla açık kaynakçılar arasında, henüz bir anlaşma zemini dahi yok.. Tek buluştukları nokta, bu savlarını zaten “sadece bir ara ürün” olan, “yazılım sektöründe” hayata geçirebilecekleridir.. Bir gün enerji mimarlığını, “formülün boş yerlerini doldurun !” benzeri bir hesaplama metoduna indirgeyebildiğimde, bence o çalışma halâ, bir ara üründür ve açık kaynak konusudur. İlaveten, özgürce paylaşılmalıdır ve gelişmeye açık olmalıdır.. Çünkü oradan çıkacak ürün bana değil, o formülü kullanana ait olacaktır.. Yani olayı, en bilinen örnek olarak daima sunulan; Linux ile zıtlaştırmak pek doğru olmayacaktır.. Ayrıca bilindiği gibi, Linux kurs ve sertifika programlarının tamamı paralıdır. Bu durum sanki, çamaşır makinesini bedava verip, deterjanı biraz zamlı satmaya benziyor.. Bu arada, Türkiye’deki Pisi Linux da, görünüşte para istememekte ama bağış kabul etmektedir.. İlginç bir çelişki değil mi ?.. BİR ANLAŞMA ZEMİNİ.. O yüzden bence, bütün benzeri programların, üretim amacı değil eğitim aracı olmalarından ötürü, devlet destekli ve bedava olması gerekir.. Bunu savunmalıyız.. Buyurun; bu haksız kazanç konusuna bir çözüm önerisi !.. Bunları tartışmalıyız.. Neye karşı olduğumuzu ikinci plana atan; “Çarşı her şeye karşı !” gibi, çıkış sebebi anlaşılabilir ama, ivme veren değil hayatı durduran tavrına itibar etmeyip, işlevsel çözümler üzerinden bir tartışma platformu oluşturabilmeliyiz.. Eksik kalan budur. Tıpkı meslek odalarımızın her şeye itiraz edip, haklı olsalar da çözüm üretmeyip kenara çekilmelerine itiraz ettiğim gibi !.. Özetle, bu konuda bana ya da başkalarına ödenebilecek paranın karşılığı sadece, “ayrılan vaktin karşılığı olan”, yani ayakta kalmayı sağlayan, mesai bedeli olabilir ancak.. Çünkü o sırada, geçimimizi sağlamak için başka bir iş yapabilmemiz engellenmektedir.. Yani bu bir eğitim faaliyetidir ama, onun bile böylesi bir karşılığı olmak zorundadır.. Ben o yüzden ısrarla, aracı olmaktan değil, somut ürün elde etmekten bahsediyorum.. O 3 ürün, başkalarının hayatını kolaylaştırıyorsa, ancak o zaman, o kolaylığın kesri ölçeğinde makul bir hak talep etmek “hak” haline gelecektir.. Patentin karşılığı da budur işte.. Bu konularda, tuzu kuru yabancıların, “her gün bayram olsa şarkıları !” beni pek ilgilendirmemektedir.. O fetvaları verirken, hayat garantilerine ve nerden beslendiklerine, hatta, hatta gizli ya da aşikâr amaçlarına iyi bakmak gerekir.. Zenginin verebildiği zekât, fakire de mükellefiyet doğurmaz !.. Peygamberlik taslamak kolaydır.. Zor olan, kul olmaktır.. Önemli olan, haksız kazançların, aşırı kârların önünü kesebilecek yöntemlerin önerilmesi ve tartışılması iken, bu alanda itiraf edilen beceriksizliğin bedelini, o ürünü ortaya koyanlara ödetmek “canım siz de ürününüzden hak talep etmeseydiniz” demek, çok ucuz ve adaletsiz bir yaklaşımdır.. Bir iktisadi yanlışın ve başarısızlığın bedelini, emeğinin karşılığını “asgari ücret olarak talep eden” işçiye ödetmektir adeta... Bir başka deyişle; faturayı öldürene değil ölene kesmektir !.. Çelik Erengezgin www.erengezgin.net