Onu Anladığını Hissettirmek “ Kanser,Terminal Dönemdeki Hastaya Yaklaşım, Hasta İle Etkileşim ” Ayşin Kayış 2005 yılında yapılan 8. Ulusal ve 8. Avrupa Konsültasyon Liyezon Psikiyatrisi ve Psikosomatik Kongresinde sözel sunum olarak sunulmuştur. Giriş İnsan doğar, büyür ve ölür....Evet hayat böyle bir süreç. Büyürken ve yaşarken hayat bize iyi, kötü bir çok şey hazırlar ve sunar....Hastalanmak ve ölüm de bu sürecin bir parçasıdır. Kanser ise ölümü ve yaşam üzerindeki kontrolün sınırlılığını sembolize eden kronik bir hastalıktır. Bilinmeyen bir tehlikenin, ızdırap ve acının, suçluluk ve utanç duygusunun, izolasyonun, kaos ve kaygının sembolüdür. Hemşire olarak hasta olan bireylerle beraberiz ve onları sağlığına kavuşturmak, daha kaliteli ve iyi bir yaşam sunmak için çalışıyoruz. Ne yazık ki bazen ölümle karşı karşıya kalıyoruz ve yaşamın son günlerinde onlarla beraber olmak; hasta, hasta ailesi için olduğu kadar bizim için de oldukça sancılı bir dönemdir. Mesleğimin ilk yıllarında ne yapacağımı ve nasıl davranacağımı bilmezdim...Tecrübeler ve zaman içinde öğrendiklerimiz bizleri olgunlaştırıyor, yeni bir şeyler katıyor ve ne yapmak gerektiğini öğreniyoruz....Profesyonel bir mesleğin üyesi olarak kendimi her türlü duruma hazırlarım ve uygun olanı yaparım. Onkoloji hastaları birçok hasta ve hastalığa göre çok daha zordur. Onlar için kemoterapi, radyoterapi hem tedavi hem tedavinin getirdiği zorluk demektir. Oldukça yorucu, hırpalayıcı bir süreçtir. Akciğer kanseri olan 56 yaşında bayan hastamızın artık yaşamının son günlerinde olduğunu biliyorduk. Yaklaşık 2 aydır hastanede idi ve ona oldukça alışmıştık. Sessiz, sakin, metanetli görünüyordu ve her şeye rağmen oldukça kibar idi. Çok fazla ağrısı vardı ve analjeziklerle ağrısı geçirilmeye çalışılıyordu. Analjezikler tamamen kesmiyordu ağrılarını, ayrıca solunum sıkıntısı olmaya başlamıştı son günlerde. Terminal dönem olarak kabul ettiğimiz hastamıza doktoru durumunun artık çok ciddi olduğunu anlatmıştı. Doğru olan da bu idi...Kişi kendisine ne olacağını bilmeliydi. Olabilecekler uygun zamanda, uygun şekilde anlatılmalıydı hasta ve ailesine. Ailem dediği sadece yaşlı annesi ve 19 yaşındaki oğluydu. Üçü de birbirine sevgi ile kenetlenmişti. Fakat her biri durumdan haberdar olmasına rağmen birbiriyle bu konuyu konuşmuyordu. Ta ki doktoru kendisiyle konuşunca oğlu ve annesi ile de konuşma zamanı gelmişti. Hemşire olarak ne yapabilirdim. İlk düşündüğüm, O’nun yanında olduğumu ve onu anladığımı hissettirmekti. Katta yattığı süre boyunca tüm hemşire arkadaşlar onu çok iyi tanımış ve sevmişlerdi. Hemşire arkadaşlarım da bu kayıptan oldukça etkileneceklerdi bu onların, tedirginliğinden ve üzüntüsünden belli idi. Odasına girip çıktıkça ne yapacağını, ne söyleyeceğini bilemediğini ifade eden kişi sayısı oldukça artmıştı. Doktoru ile görüştükten sonra hastanın yanına girdim ve nasıl olduğunu sormadan önce onu inceledim. Yüzü oldukça solgun görünüyordu ve gözlerinde endişe vardı. Beni görünce elini uzattı ve uzattığı elini sıkıca tuttum.”kendinizi nasıl hissediyorsunuz” diye sordum. Bana doktorunun kendisine durumunun ciddi olduğunu söylediğini ve fazla zamanının kalmadığını hissettiğini söyledi. Ben ne söyleyeceğimi iyi seçmek istedim ve önce kararsız kaldım. Kendisini ifade etmesine izin vermeliydim. Onun için yapmamı istediği bir şey olup olmadığını sordum ve bana aslında kimseden bir şey istemeden yaşadığını, şimdi ölüme yakın olduğunu ama korkmadığını sadece oğlunun geleceği ile ilgili kaygıları olduğunu anlattı. Oğluna maaş bağlanmasını istiyordu ve emekli sandığını aramamı rica etti. Aradım ve gerekli olan evrak ve işlemleri öğrendim, kayıt ettim ve oğluna vermek üzere teslim ettim. Oğlunun nasıl yaşayacağını düşünüyordu ve onu tek başına bıraktığı için üzülüyordu. Fakat biliyordu ki oğlu birçok şeyin üstesinden gelebilirdi. Onu öyle yetiştirdiğini anlattı. Odadan çıkmadan önce son olarak kendisine Kuran okuyup okuyamayacağımızı sordu. Benim için bunu yapar mısın dediğinde işte o anda dondum kaldım, yapabilir miyim diye düşündüm ve yapmalıyım dedim kendi kendime. Üstelik manevi açıdan bu onu oldukça rahatlatacaktı. Tüm bunlar olurken öte yandan kendi geçmiş yaşantımdaki kayıp – ölüm deneyimlerim aklıma geldi ve kendimi hasta yakınlarının yerine koyabildiğimi düşünüyorum. Son günlerinde onun rahat ve konforlu olmasını sağlamalı ve iç huzuru yaşamasını sağlamalıydık. Ölümde yaşamın bir parçası ve bu süreci sağlıklı geçirmek gerekliydi. Hastanın yaşadıklarını, söylediklerini ve kendi hissettiklerimi onkoloğumuzla paylaştım hasta ve kendim için ne yapabilirizi konuştuk.. Hastaya yardımcı olurken kendimizi de korumalıydık. Empati yaparken sınırı iyi belirlemek gerekiyordu. Rijit olmadan, anksiyete düzeyini arttırmadan kendisini ifade etmesine izin vermeli ve anladığımızı belli etmeliydik. Birkaç gün boyunca yine visitlerimi yaptım ve her seferinde kısa sürelerle de olsa konuştuk. Güçlü, sakin ve huzurlu görünüyordu. Fakat ben onun için henüz Kuran okuyamamıştım, buna cesaret edemedim ve belki de kendimi hazır hissedemedim. Bir ara bana annesine durumunu söylediğini ve kendisine dua etmesini söylediğini iletti. Son günlerinde içindekileri daha çok anlatabilmeliydi ve psikologtan destek istendi. Gerçekten isabetli bir karardı ve onunla konuşmak hastamıza iyi geliyordu... Ben profesyonelce mesleğini yapan bir hemşireydim fakat aynı zamanda duyguları olan bir insandım. İkisini harmanlamam gerekiyordu ve hastamın ihtiyacı doğrultusunda davranmalıydım. Konuşmamızın üstünden üç gün geçmişti ve en sonunda hastamın yanına gittim, sessizce dualar ediyor, bir yandan da oğluna bir şeyler anlatıyordu. Beni görünce sımsıkı elimi tuttu ve teşekkür ederim dedi. Anlamıştık birbirimiz bunu söze dökülmeyenden anlayabiliyordum....Birkaç bölüm Kuran okudum ve beraber dua ettik. Odadan çıktığımda huzurlu hissettim kendimi. Onu anladığımı hissettirmiştim hastama. Oğlu ve annesiyle de sık sık görüştük, klinikte çalışan hemşire arkadaşlarım psikolok desteği ile son anına kadar tüm servis hasta ile beraberdi. İki gün geçmeden hastamızı kaybetmiştik ve oğlu gece yarısı bizlere telefonla haber verdi. Onu anladığımızı ve yanında olduğumuzu çok iyi anlamıştı, anlatmıştık....Cenazeye gitmeye karar verdik.Ölüm ve sonrasında da sorumluluğumuz devam ediyordu. Hatta yurt dışındaki örneklerinde olduğu gibi yas dönemi bakımının önemini kavramıştık. Kendi ölümüm aklımdan geçti...Bu duygularla sağlıklı bir şekilde başa çıkabilmek için duygularımızı, yaşadıklarımızı ekip üyeleri ile paylaştım. İç huzurunu yaşadığım bir gündü aynı zamanda bir o kadar zor.... Derleme Ölümcül hastaların, ancak ve ancak ne olduklarını anlamaya çalışmak için vakit ayırabilirsek karşılayabileceğimiz çok özel bazı gereksinimleri vardır. Hastaya ileteceğimiz en önemli gerçek, kaygılarından bazılarını paylaşmaya hazır ve istekli olduğumuzdur. Ölmekte olan hastalarla çalışmak, ancak deneyimle kazanılabilen belli bir olgunluk ister. Ölümcül bir hastanın yanında sessizce ve kaygı duymadan oturabilmek için önce ölüm ve ölmeyle ilgili kendi tutumumuzu çok iyi değerlendirmeliyiz. Ölümle yüzleşmekten bizi alıkoyan korkular ne olabilir? Yaşam etkinliklerimizin değişmesi, ölümün aile üyeleri ve arkadaşlar üzerindeki yıpratıcı etkisi, fiziksel ve duygusal acı çekme korkusu, kötü bir ölüm deneyimi yaşamak korkusu, ölüm sonrasının bilinmezliği...Tüm görülmekte olan bu nedenler ölümle yüzleşme konusunda insanda kaçış yaratır. Ölümün kimi zaman insan yaşamını olumlu yönde etkileyebilme özelliği de vardır. Bunlar; ölümün bireye varolduğunu ve yaşıyor olduğunu hissettirmesi, yaşamın ne derece anlamlı olduğunun anlaşılmasına yardım etmesi, bireye o güne kadar olan başarılarını değerlendirme fırsatı vermesi, o güne kadar geçirilen yaşamın analizini sağlaması, bireye inançlarını açıklama gücü vermesi, dostlukların önemini ortaya çıkarmasıdır. Yaşamının son günlerine gelmiş bireyin anlaşıldığını hissettiren, iç dünyasının kapılarını açan görüşme; kaygı ve korku duymadan iletişim kurabilen iki insanın buluşmasıdır. Terapist, doktor, hemşire, rahip ya da bu rolü üstlenen her kim ise kendi sözleri veya hareketleri ile kanser veya ölmek sözcükleri geçtiğinde kaçıp gitmeyeceğini hastaya hissettirmelidir.Hasta bunu sezecek ve açılacaktır ya da görüşmeciye bu mesajı takdir ettiğini, ancak o anın uygun zaman olmadığını bildirecektir.Hasta böyle birine kaygılarını paylaşmaya ne zaman hazır olacağını bir şekilde iletecek ve terapist de o uygun zamanda geri geleceğine dair hastaya güvence verecektir. Bu nedenle kanser, tıbbi-fiziksel bir hastalık olmasının yanında, ruhsal ve psikososyal açıdan bir çok sorunu da kapsayan bir olgudur. Hastanın hastalığa karşı geliştirebileceği duygusal ve davranışsal reaksiyonları anlamamızda hastalığın, hasta için taşıdığı anlamı kavramak yardımcı olabilir. Hastalık bir meydan okuma, bir ceza, bir düşman, bir zayıflık, tamir edilemez bir kayıp, bir hasta veya çevrenin ilgisini çekme nedeni vs olarak algılanabilir.Hastalığın anlamı tedavinin her evresinde değişebilir ve hastanın duygusal reaksiyonlarını, başetme stratejilerini ve tedavi kararlarını belirler. Ailede birinin kanser olması ile, aile üyeleri arasında paylaşım ve yakınlaşma görülebilir. Eğer hastalık öncesi psikolojik sorunlar varsa ve aile içi çatışmalar yoğun ise, hastalık sonrası kriz daha yoğun yaşanır ve parçalanma olabilir. Hayal kırıklığı, öfke suçluluk, aile içi ilişkileri kötüleştirebilir. Aile ve hatta hekim açısından asıl olan yapılabileceklerin yapılmış olduğunu hissetmeleri ve engellenemeyecek sonu hastayla paylaşmalarıdır. Paylaşımda duyguların ifadesi sağlanmalıdır. Hastayla ailenin paylaşımı hastanın ölüm sürecinde duygularını ifade etmesi, kendi ölümünden sonrası ile ilgili görüşlerini ailesine ifade etmesi kayıp sonrası aile üyelerinde yasın sağlıklı yaşanması için önem taşımaktadır. Kanser, hasta, aile üçgeninin getirdiği tüm zorluklar tedavi ekibine yüklendiği için kanser hastasıyla uğraşan tedavi ekibi klinik tıpta en ciddi zorlanmayı yaşayan grubtur. Hastalar, hastalıklarında dolayı yaşadığı öfke, kızgınlık ve protestolarını tedavi ekibine yönlendirebilirler. Tedavi ekibi bir tarafta hastalık yanında bir bütün olarak hastayla uğraşan bir rol ve empatik tutum ortaya koymaya çalışırken, aynı zamanda objektif olmak ve kendi profesyonel tavrını sürdürmek arasındaki hassas dengeyi sağlamak durumundadır. Bu dengenin bozulması durumunda, bir uçta simbiyotik ilişki, öbür uçta hastayla yüzleşmekten kaçınma tutumu ortaya çıkabilir. Ekip üyesinin kendi kaygısını, kararsızlığını ve tutumunu dengelenmesi için kendini tanıması gerekir. Ölüm süreci hasta ve ailesi için olduğu kadar hekim ve hemşire i için de travmatiktir. Örneğin; Hekim ve hemşire hastasının ölümü yaklaştığını hissettikçe, hastasından kaçınabilmekte ve zorunlu olmadıkça ziyaretlerin sayısını azaltabilmektedir. Ancak ölmekte olan hastadan uzaklaşıldığı bu dönem, hastanın en fazla iletişim, etkileşim, paylaşım gereksiniminde olduğu dönemdir. Bazı hastalar bu emosyonel izolasyon ve terk edilmeden dolayı fiziksel hastalığın ızdırabından daha fazla ruhsal acı hissetmektedirler. Bilgilendirilen hastaların ise izolasyon duygularının daha az olduğu ve tedavi ekibiyle paylaşımdan memnun oldukları bildirilmiştir.Tedavi ekibi hastalarla birlikte yaşadıkları günlük deneyimlerinin bir sonucu olarak bir bakıma kendi ölümlerine karşı koymaktadırlar. Yaşadıkları kayıplar kendi ölüm gerçekleri ile karşılaşmalarına yaşam anlamlarını ve hayat kalitelerini yeniden gözden geçirmelerine neden olur. Tedavi ekibini bir üyesi olan hemşire, hasta ile en çok zaman geçiren kişilerdendir ve saptanan stres kaynakları aşırı yüklenmesine ve baskı hissetmesine neden olabilir. Bu durumun yoğun yaşanması halinde şu semptomları görebiliriz: 1.Fiziksel semptomlar: Bitkinlik hissi, yorgunluk, gerilim tipi baş ağrıları, gastrointestinal rahatsızlıklar, kilo alımı veya verilmesi, uykusuzluk, kas gerginliği, spazm kontrol edilemeyen konuşma, libido kaybı, empotans. 2. Psikolojik semptomlar: Kendine veya çevredekilere kızgınlık, depresyon, yetersizlik suçluluk duyguları, izole edildiği hissi, devam eden ya da yeni olan çevresel streslerle başa çıkamama, çatışmaları yansıtan rüyalar, huzursuzluk, çabuk kızmak, kolay frustre olmak. 3.Davranışsal semptomlar: Artmış rigidite, dışa vurum, negativizm, girişim eksikliği, ilgi ve alaka kaybı. 4.İlişkilerde değişiklikler: Çalışma arkadaşlarından uzaklaşmak, hastalarına daha az vakit ayırmak, aile üyeleri ile ilişkilerin bozulması, hastaları sadece tanıları ile isimlendirmek, uyumsuzluk. 5.İşteki değişiklikler:İş tatminsizliğinin ifadesinde artış, işe gelmemek. 6.Alışkanlıklardaki değişiklikler:Dinlendirici aktiviteleri bırakmak, içki ve sigara kullanımında artış. Tükenmişlik; çeşitli araştırmacılar tarafından’’ fiziksel, emosyonel tükenme, ruhsal çökme, esnekliğin kaybedilmesi, işin anlamıyla ilişkinin kaybı, monotonluk ‘’ gibi çeşitli tanımları yapılmıştır. Birey işinin emosyonel ve fiziksel talepleri karşısında stresi yaşar. Daha sonra kişi de gerginlik, yorgunluk ve huzursuzluk başlar. Son olarak ta emosyonel çözülme, geri çekilme, hastaları ve meslektaşları ile alaycı katı bir tarzda ilişki kurma görülür. İş performansı düşer, özel hayatı ile ilgili problemler ortaya çıkar. Kişinin içinde bulunduğu bu durum devamlılık gösterir. Kendine aşırı yüklenme, kendini işine aşırı verme görülür. Ya da bunun tam tersi işten uzaklaşır( hatta mesleği bırakabilir)Tükenmişlik ya da yetersizlik duyguları kişiyi depresyona götürebilir. Semptomları şöyle sıralayabiliriz: Geri çekilme, duygusuz olma, hastalıkla ilgili şakalar yapma, hasta ya da danışanla alay etme, mental tükenme, işe geç gelme, erken çıkma, kahve molalarını ve öğlen yemeklerini çok uzatma vb. Onkoloji gibi yaşamı tehdit eden ve sıklıkla hastanın kaybı ile sonuçlanan hastalıklarla ilgilenen tedavi ekibinde her kayıp başa çıkma mekanizmalarında seferberliğe neden olur.Daha önceki matemlerle ilgili bilinçli ya da bilinç dışı çatışmaları uyandırır.Tedavi ekibi üyeleri herhangi bir nedenden kendileri için özel olan hastalara duygusal bağlılık geliştirebilir.Hasta öldüğü zaman onun için yatırılmış olan enerji genelde geri dönmez..Onun yerine konulan alternatifler vardır.Bu gel-gitleri yaşayan kişi enerjisini takdir ve destek sağlayabilecek nesnelere aktaramazsa tükenmişlik semptomları, enerji tükenmesi başlar. Sonuç Ölüm duygusu ile baş edebilmek ve duygusal olarak ayakta kalabilmek için tedavi ekibinin diğer üyeleri ile iletişimi arttırması ve sorumluluğu daha çok paylaşması gerekir. Bunların yanında klinik ortamın dışında iken kanser hastasından duygusal olarak tamamen ayrı bir yaşam tarzı geliştirilmesi alınabilecek en yararlı önlemlerden biridir. Kaynaklar 1.Kübler-Ross E.: Ölüm ve Ölmek Üzerine, Boyner Yayınları, 1997, İstanbul. 2.Özkan S.:”Psikiyatrik ve Psikososyal Açıdan Kanser”5.Ulusal Konsültasyon Liyezon Psi.Kongre Kitabı, 1998. 3.Elbi H.: ‘’Kanserin Psikolojik Yönleri’’, Türk Psikiyatri Dergisi, sayı2:(2), ss 60-64, 1991. 4.Bahadır G.A. :’’ Fiziksel Hastalığı Olan Kişilerde Depresyon Tedavisinde Bilişsel Yaklaşım”. 3. Konsültasyon Liyezon Psikiyatri Kongre Kitabı, İstanbul, 1994. 5.Anuk D.” Kanser, Kanserli Hasta, Hasta Ailesi ve Tedavi Ekibi Etkileşimi”5. Ulusal Konsültasyon Liyezon Psikiyatrisi Kongre Kitabı, 1998.