bilimname XXX, 2016/1, 297-323 Geliş Tarihi: 12.01.2016, Yayın Tarihi: 22.04.2016 VAROLUŞ İRRASYONEL MİDİR? Rıza BAKIŞ Yrd. Doç. Dr., Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi rbakis@cumhuriyet.edu.tr Varoluş, insana ait bir meseledir ve insanın farklı durum, tercih ve tutumlarında kendini ele verir. Bu bağlamda, öne çıkan vurgu her insanın kendine özgü bir varoluşunun olduğudur. Dolayısıyla, her insanın varoluşsal nitelikleri birbirinden farklıdır. Bu yaklaşım, “insan” dediğimiz varlığı tanımlarken karşımıza bazı zorluklar çıkarmaktadır. Bu zorlukları şu şekilde dile getirebiliriz: Her bir ferdi, nasıl anlayacağız?; anlamaya çalışırken neyi temel alacağız?; realist ve idealist sistemlerden hangisi daya uygun yaklaşım biçimidir? Yoksa tüm bunlardan ayrı olarak, bireyi kendi varoluşsallığı içinde mi anlamalıyız? “İnsan düşünen hayvandır”, “İnsan sosyal bir varlıktır” gibi genel ve soyut tanımlamalara itiraz edilmesi neyi açığa çıkarmaktadır? Bir diğer bağlam da varoluşa kaynaklık eden bir üst gerçekliğin olup olmayacağı meselesidir. Bu tür bir tartışma da ister istemez özcü olan özcü olmayan varoluş ayrımını karşımıza çıkarmaktadır. “Tekil varlık”, “kendisi için varlık”, “Dasein” gibi kavramsallaştırmaların, herkesin anlayacağı rasyonel bir karşılığı var mıdır? Yoksa bunları irrasyonel olarak görebilir miyiz? Makalede mesele bütün bu yönleriyle ele alınmaya çalışılmıştır. Anahtar kelimeler: Akıl, Rasyonel, Us dışı/irrasyonel, Varoluş, Öz, Nesnel, Öznel. IS EXISTENCE IRRATIONAL? Abstract Existence is a matter of human and it exposes itself in different situations, preferences, and attitudes of human. In this regard, the emphasis that comes into prominence is that every human being has an existence that peculiar to his or her. Therefore, qualities of existence of every human are different from each other. This kind of approach faces us to some challenges while we are defining what we call "human". We can express these are; How can we understand each individual? What will be our foundation while we try to understand? Which one is more appropriate the realist and idealist systems? Or Should we understand individual in his/her existence? What is the meaning to oppose the general and abstract definitions such as "Human being is an animal who thinks", "Man is a social being"? Another context is the issue that whether there is a higher reality which become a source to the existence. Such a debate inevitably encounters us with the problem that distinction of the essentialist and non-essentialist existence. Is there a rational definition that everyone will understand for "Individual existence”, "being for itself", "Dasein"? If there is no, shall we see them as irrational? We will try to deal with all the issues in this article. Bu makale, Creative Commons Alıntı-Gayriticari-Türetilemez 4.0 Uluslararası Lisansı ile lisanslanmıştır. This article is licensed under a Creative Commons Attribution-NonCommercial-NoDerivatives 4.0 International License. Öz Rıza BAKIŞ Keywords: Reason, Rational, Irrational, Existence, Essence, Objective, Subjective. Giriş: Akıl ve Varoluş Genel anlamıyla akıl, insanda var olan soyutlama, kavrama, bağıntı kurma, düşünme, benzerliklerin ve farklılıkların bilincine varma kapasitesi, çıkarsama yapabilme yetisi olarak kabul edilir. Akıl, İlkçağ’da zihinden bağımsız varlığı bilme görevini üstlenmişken Ortaçağ’da inancın hizmetinde olmuş; modern dönemde ise, bilimsel düşünceyi kurmakla yükümlü hale gelmiştir. Akılcılık ise, evreni bir bütün olarak düşünce yoluyla yorumlamayı, bireysel ve toplumsal yaşamı aklın ilkelerine göre düzenlemeyi amaçlayan tavrı ifade eder; zaman zaman da imanın ya da dinin reddedilmesi durumunu; bütün bilginin bir sistem içinde ifade edilebileceği ve ilke olarak her şeyin bilinebileceği inancını içerir. 1 Aristoteles, “düşünce” veya “akıl”la çok sayıda zihinsel faaliyeti içine alan çok genel bir kavrama işaret eder; düşünce veya aklın hem şeylerin doğasının hakikatini hem de insan davranışının ilkelerini keşfetme yetisi olduğunu düşünür. 2 Nitekim insanın niteliklerinden biri “rasyonel bir varlık” olmasıdır. 3 Ortaçağ düşünürlerine göre insan, rasyonel bir doğaya sahip bireydir ve bunu kullanması gereken alan da öncelikle dindir. 4 Thomas Aquinas’a göre ise, hakikat kesinlikle akıldadır ve özellikle de gerçeğe uygun önermeleri oluşturan akıldır. 5 Modern rasyonalizmin babası Descartes ise, aklın bağımsızlığını tam bir dogma olarak görmektedir. 6 Hegel, “Aklın dünyaya egemen olduğu, öyleyse dünya tarihinde akıl’a uygun bir süreçleşme bulunduğu” 7 varsayımından hareket eder. Varoluşçu düşüncenin öncüsü olarak kabul edilen Kierkegaard ise, tüm bunların aksine şunu der: "Karşı olunması gereken, kesinlikle zekâdan başkası değildir. Muhtemelen, bu misyonun sahibi olan benim yoğun bir zekâyla donatılmam da bu yüzdendir" der Kierkegaard. 8 Ahmet Cevizci, Paradigma Felsefe Sözlüğü, Paradigma Yayınları, İstanbul 2002, s. 32,33. Ahmet Arslan, İlkçağ Felsefesi Tarihi 3, Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2. Baskı, İstanbul, 2009, s. 222. 3 Etienne Gilson, Ortaçağ Felsefesinin Ruhu, Çev. Şamil Öcal, Açılım Kitap, İstanbul 2005, s. 95. 4 Gilson, a.g.e, s. 189. 5 William Barrett, İrrasyonel İnsan, Çev. Salih Özer, Hece Yayınları, Ankara 2003, s. 175. 6 Gilson, a.g.e, s. 207. 7 Doğan Özlem, Tarih Felsefesi, Say Yayınları, Referans Kitaplar, İstanbul 2010, s. 122. 8 Barrett, a.g.e, s. 153. 1 2 |298| bilimname düşünce platformu XXX, 2016/1 Varoluş İrrasyonel Midir? ‘Varoluş’ terimine gelince, modern anlamda ilk Kierkegaard tarafından kullanılmıştır. 9 Ona göre, “varoluş” somut, öznel ve kanlı-canlı insanın yaşamını 10 ve ‘Ben’in unsurlarının etkin hale gelişini ifade etmektedir; Kierkegaard düşüncesinde, “akıl” da olduğu gibi ‘varoluş’ da insana özgüdür. Diğer varlıklar, sadece canlılık ve devinim olarak varken; insan, ancak varoluş sayesinde bir oluş 11 olarak karşımıza çıkar. O, ‘Ben’i tanımlarken, ‘Ben’ ya da ‘Kendi’ olmayı ‘somut hale gelmek’ olarak nitelendirir. İşte bu, ‘Somut Ben’ kendini ‘varoluş’ içinde bulunarak ve onunla ilişkiye geçerek kazanır; bu açıdan bakıldığında ‘Ben’ olmak ‘varoluş’ içinde olmaktır. 12 Bu bağlamda, Sartre’ı da anmak gerekir. Ona göre, her nesnenin bir varoluşu ve bir de özü vardır. Öz, bir nesnenin değişmez özellikler bütünüdür; varoluş ise, evrenin içinde gerçek olarak bulunuşudur. Sartre, birçok kimsenin, özün önce, varoluşun sonra geldiğine inandığını; bu fikrin de dinsel düşünceden kaynaklandığını ifade eder. 13 Denebilir ki Sartre, varoluşun özden önce geldiği önermesini, varoluşçuluğun temel tezi yapmıştır; bu tez, insanın var olduğu ve kendisini ne ise o yaptığı şeklinde tarihsel, sosyal ve biyografik anlamıyla Heidegger için de doğrudur; fakat “Varlık varoluştan öncedir,” önermesi Heidegger açısından daha önemlidir. 14 Bir şeyin özü, o şeyin ne olduğunu; varoluş ise daha çok o şeyin var olduğu basit gerçeğini ifade eder. Dolayısıyla, “Ben bir insanım.” dediğimde "Ben’im” ifadesi benim varoluşumu, “insan” yüklemi/sıfatı ise benim ne tür bir varoluşla var olduğumu ifade eder. 15 Varoluş düşüncesi bağlamında yapılan tartışmalarda karşımıza çıkan ilk filozof Sokrates’tir. Sokrates açısından felsefe yaşam biçimiydi; o bu şekilde varoluşunu yaşamıştı; onun için varoluşun kendisi ile varoluş hakkındaki bir teori aynı şey değildi. Eflatun’a göre, varoluş gerçeğe çıkardığı özü zenginleştirecek yerde, yoksullaştırır; bir anlamda, olabilir adını verdiğimiz durumdan, gerçek durumuna geçmek, değerini kaybetmektir. 16 Varoluşçu geleneğin önemli isimlerinden biri olan G. Marcel’e göre, varoluş 9 Bedia Akarsu, Çağdaş Felsefe Kant’tan Günümüze Felsefe Akımları, İstanbul, İnkılap Yayınları, 1994, s. 193. 10 Akarsu, a.g.e, s. 194. 11 Soren Kierkegaard, The Sickness Unto Death, Princeton, New Jersey, Princeton University Press, 1941, s. 29. 12 Akarsu, a.g.e, s.193. 13 J.P.Sartre, Varoluşçuluk, Çev. Asım Bezirci, Say Yayınları, İstanbul 2003, s. 27,28,29. 14 Barrett, a. g.e, s. 249-50. 15 Barrett, a. g.e, s.107 16 Paul Foulquie, Varoluşçunun Varoluşu, Çev. Yakup Şahan, Toplumsal Dönüşüm Yayınları, İstanbul 1998, s. 16. |299| bilimname düşünce platformu XXX, 2016/1 Rıza BAKIŞ sahip oluşa indirgenemez, ama sahip oluş varoluşa dönüştürülür. Bu iç ve dış, ben ve sahip olduğum şey arasındaki gerilimi ve ikiliği ortadan kaldırır. 17 Marcel’e göre, varoluş ve sahip oluş yani ben neyim ve neye sahibim arasındaki gerilim normaldir, gereklidir ve tam da dramın konusunu oluşturur ve sahip olmayı azaltmak ya da sahip oluşu elimine etmek yoluyla bunu lağvetmeye dair her türlü eğilim perdeyi indirir. 18 K. Jaspers’in varoluş nedir sorusuna özel bir cevabı yoktur. Ona göre, bir cins kavramı olarak varoluş diye bir şey yoktur, tek tek varoluşlar vardır. 19 E. Levinas’a göre ise, varoluş, insan için kendi öz imkansızlığının bir serüvenidir. 20 “Varoluşçuluk” ise, 1929’da yeni-Kantçı F. Heinemann tarafından ortaya atılmış bir terimdir. 21 Varoluş (existence) isminden ilkin varoluşsal (existentiel) ve varoluşla ilgili (existential) sıfatları türetilerek ve daha sonra bunlara (culuk) soneki eklenerek ortaya çıkarılmıştır. Varoluşçuluk, varoluşun önceliğini ya da ilkliğini benimseyen bir kuramdır. 22 Varoluşçuluk akımı, Avrupa’da, özellikle I. ve II. Dünya Savaşları sonrasındaki yıkım ortamında, geleneksel felsefelere, özellikle rasyonalistlerin akla dayanan bilgisinin genel geçerliğine ve pozitivistlerin olguları açıklayan doğal yasaların bulunabileceği inancına, evrensellik ve nesnellik fikrine bir tepki olarak ortaya çıkmıştır ve aklın karşısında duygulara önem vermektedir. Bu akım; “bulantı”, “iç sıkıntısı”, “belirsizlik”, “yaşamın anlamsızlığı”, “saçma”, “yabancılaşma” gibi temel kavramlar savaşın yıkıntılarının birey üzerindeki kötümserlik, umutsuzluk, hayal kırıklığı, yalnızlık ve bunalım şeklinde ortaya çıkan etkilerini ortaya koymak için kullanılmıştır. İnsanın dünyadaki yerini, sorunlarını saptamaya, bu sorunlara çözüm getirmeye; seçim, özgürlük, ilişki, umutsuzluk, başarısızlık, ölüm, hiçlik, başkası, yalnızlık gibi konuları açıklığa kavuşturmaya çalışır. Varoluşçu Felsefe, insanın varlığını, iradesi ve bilinci olmayan nesnenin varlığından ayrı tutarak, insanın dünyaya ‘düşmüş’, hatta ‘fırlatılmış’ olduğunu ileri sürer. Varoluşçulara göre insanın belli bir doğası olamaz, çünkü belli bir doğa değişmez bir yapıyı gösterir. 23 |300| bilimname düşünce platformu XXX, 2016/1 17 H.J. Blackham, Altı Varoluşçu Düşünür, Çev. Ekin Uşşaklı, Dost Kitabevi Yayınları, Ankara, 2005, s. 76. 18 Blackham, a.g.e, s. 77. 19 Akarsu, a.g.e, s. 205. 20 Roger Garaudy, 20. Yüzyıl Biyografisi, Çev. Ahmet Zeki Ünal, Fecr Yayınevi, Ankara, 1998, s. 82. 21 Emmanuel Mounier, Varoluş Felsefelerine Giriş, Çev. Serdar Rifat Kırkoğlu, Alan Yayınları, 1986, s. 52. 22 Foulquie, a.g.e, s. 9. 23 Akarasu, a.g.e, s. 194. Varoluş İrrasyonel Midir? Emmanuel Mounier, varoluşçuluktan söz etmek yerine “varoluşçu felsefeler” den söz etmenin daha uygun olacağını, varoluşçu teriminin soyut ve yanıltıcı olduğunu belirtir. Bu akımın geçmişine ve kaynağına baktığımızda karşımıza birbirinden oldukça farklı düşünürler ve fikirler çıkar. Örneğin B. Pascal, Fransız bir düşünürdür; onun, bir yandan Tanrı’ya yaklaşmanın akıl ile değil, samimi bir inanç ile olacağı fikrine başvurması, “Ruhun ölümlü ya da ölümsüz olduğunu bilmek, tüm yaşam için önem taşır.” demesi gibi fikirleri, varoluş felsefelerinde de karşımıza çıkan sorgulamalardandır. Onun her şeye şaşkınlık duyması ve yol bulma arayışları, Varoluşçu felsefelerde de ortak olan bir yoldur. 24 Varoluşçuluğun ilk dönemi içinde yer alan Kierkegaard ve Nietzsche sistematik düşünür olmadan ziyade ilham veren düşünürler olarak değerlendirilir; sonraki dönem öne çıkanlar ise, özellikle Sartre, Heidegger ve Jaspers’tir. 25 Diğer taraftan varoluşçu gelenek içinde değerlendirilen Jaspers ve Heidegger “Ben bir varoluşçu değilim.” der. 26 Mounier’in de ifade ettiği gibi muhtemelen varoluşçu diye adlandırılanların ve tümü tarafından paylaşılan bir tek ortak özellik bulamayız. Felsefe tarihinde özellikle Sofistlerle birlikte insanın kendine yöneldiği, daha doğrusu düşüncenin konusu insanın kendisi olduğu kabul edilir. Bu konudaki büyük etkiyi de “Kendini bil.” sözüyle Sokrates’in yapmış olduğu düşünülür. Artık bir anlamda suje de obje de insanın kendisidir. Öncesinde doğa filozofları arasında yer alan Herakleitos’un felsefeyi ‘Kendimi araştırdım’ ifadesiyle betimlemeye çalıştığı görülmektedir. Ona göre, gerçekliği bilmek için kendini düşünme isteğini yerine getirmek gereklidir. Bu söylemlerle başlayan süreç bir anlamda ‘kendini bilmek’ fikri ile Sokrates’te en olgun seviyesine ulaşmıştır. 27 Her ne kadar varoluşçuluk, varoluşun öze önceliğini savunan bir felsefe olarak düşünülse de Batı felsefesi tarihi, özcülük ile varoluşçuluğun kimi zaman açık, fakat genellikle de gizli ve üstü kapalı süren uzunca bir mücadelesini de içerir. Batı felsefesi tarihinde, Eflatun’un etkisiyle özcülüğün hâkim anlayış olduğu görülmektedir. 28 Eğer varoluşçuluk tartışmalarında tarihsel sırayı izlemek gerekirse ilk önce dinsel varoluşçuluğun ele alınması Emmanuel Mounier, a. g e, s. 73. J. B. Coates ,”Existentialism”, Philosophy, Vol. 28, No. 106 (Jul., 1953), s. 235. 26 Alasdair MacIntyre, Varoluşçuluk, Çev. Hakkı Hünler, Paradigma Yayınları, İstanbul 2001, s. 9. 27 Cassirer Ernst, İnsan Üstüne Bir Deneme, Çev. Necla Arat, Remzi Kitapevi, İstanbul 1980, s.16. 28 Barrett, a.g.e, s.109. 24 25 |301| bilimname düşünce platformu XXX, 2016/1 Rıza BAKIŞ gerekir; Kierkegaard, bu düşünceyi haklı olarak Sokrates’e kadar götürse de bazıları da bu düşünce geleneğini Tanrı tanımaz varoluşçuluğun kuramcısı olarak tanınan Sartre ile başlatmaktadır. Bütün bu söylenenlerle birlikte ne var ki varoluşçuluk, sistematik açıklamasını yapan bir sözcüye hala kavuşamamıştır. 29 Hegel’in “Her felsefe çağının sorunlarını dile getirir.” sözü varoluş felsefesi için de geçerlidir. Varoluş felsefesi de çağının durumu ile sıkı bir bağlantı içindedir. Antikçağ insanı kendini evrenin bir üyesi, bir parçası olarak görüyordu. Yeniçağ insanı aklın gücüne, insanlık idesinin gücüne, tarihin anlamlı düzenine inanarak bir ilerleme iyimserliği içinde idi. Günümüz de ise insan, bütün bu dayanaklarını yitirmiştir, kendi kendisi için sorunsal olmuştur. 30 Esasında varoluşçuluğun bir felsefe olarak kötü bir şekilde insani gerginlikleri artırdığı şeklindeki eleştirilerin aksine denebilir ki, bu akım modern insanın ruhunda zaten var olan gerginlikleri yaratmamış, sadece onları yok saymak yerine, felsefi olarak dillendirmeye çalışmıştır. 31 Batı dünyasının şaşkınlığı doruk noktasına, iki dünya savaşı arasında, özellikle Rusya ve Almanya’da ulaşır. R. Garaudy’ye göre, Almanya’da 1918 yenilgisi, maddî olmaktan çok asıl moral çöküntüye sebep olmuştur. Bu süreç, nihilizm, içgüdü ve mitin yüceltmesiyle derin irrasyonalizmin ortaya çıkmasına kadar varmıştır. 32 Kısacası, varoluşla ilgili en önemli vurgu, onun düşüncenin ötesinde olduğu vurgusudur. Bunun anlamı varoluşçuluk özlere, olabilirlere yahut soyut kavramlara ilgi duymaz; matematik düşüncenin tam karşıtıdır; ilgisi var olana ya da daha doğrusu, var olanın varoluşuna dönüktür. O, somut insanî durumlara ilişkin bir felsefedir;. G. Marcel “Ben kendi hesabıma, gerçeğin diş izi adını verdiğim o şeyi açığa vurmayan her yapıtın, gerçek bir felsefî nitelik taşıdığını yadsımaya eğilimliyim.” der. 33 A. Hegel ve Kierkegaard: Tartışmanın Odağı Varoluşun rasyonel olup olmaması temel bir tartışmadır. Bu tartışmanın somut örneklerini Hegel ve Kierkegaard’ın ifadelerinde, daha doğrusu Kierkegaard’ın Hegel eleştirisinde görmek mümkündür. Nietzsche, Hegel’i “Sistemci yapıyı en üst noktaya taşıyan” olarak tanımlar. 34 Hegel’in |302| bilimname düşünce platformu XXX, 2016/1 Foulquie, a.g.e, s. 53. Akarsu, a.g.e, s. 188. 31 Barrett, a.g.e, s. 32. 32 Garaudy, a.g.e, s. 79. 33 Foulquie, a.g.e, s. 39. 34 Özlem, a.g.e, s. 120. 29 30 Varoluş İrrasyonel Midir? “Aklî olan gerçektir ve gerçek olan aklîdir,” 35 ifadesi de bunun en açık dışavurumudur. Hegel bu ilkesinden yola çıkarak, tüm varlığın anlaşılabilir olduğunu, yani kavramsallaştırılacağını düşünmektedir. Ona göre, dünya tarihinde her şey akla uygun bir biçimde olup bitmektedir; daha da açıkçası aklın serimlenmesi; mantıksal çıkarımların bir dizisidir. Hegel’in bu öz felsefesine Schelling itiraz etmiştir. Schelling: Bir defalık olan varoluş mantıksal yapıda değildir, der. Bundan dolayı, varoluş kanıtlanamaz, yalnızca yaşanılır. Denebilir ki, modern varoluş felsefesine Schelling’le adım atılmıştır. 36 Hegel’e göre tek insan hiçbir şey değildir, her şey bütündedir. Evrende kör bir rastlantı yoktur, ancak mantıksal gelişmeler vardır. Her gerçekte olan şey bir şekilde bu mantıksal bağlantı içinde yer alır. “Her ussal olan şey gerçektir.” sözünün anlamı da budur. 37 Felsefenin ödevini bütün objelerin düşünülerek gözden geçirilmesi olarak değerlendiren Hegel için, kavram felsefenin asıl konusudur. Kavramları bir birinden türeterek bir kavramlar sistemi yapmaya girişen felsefe, aynı zamanda varlık sistemi kurmanın da adıdır. 38 Hegel’e göre, felsefenin ilk görevi genelde varlık nedir sorusunu ele almaktır; Kant’ın yaptığı gibi önce “Bilmek nedir?” bunu aramak, sonrada varlığa dönmek değildir. Önce varlığa yönelmek gerekir; çünkü sonra burada bilgimiz kendiliğinden ortaya çıkacaktır. Modern felsefe, yani Descartes’la başlayan felsefe Kant’a değin, “Bilginin özü nedir?” sorusunu sormuş, varlık sorusu üzerinde durmamıştır. Hegel’e göre, önce bilgiye değil varlığa yönelmek gerekir. 39 Onun düşüncesinde felsefe bir ontolojidir, varlık üzerine olan bir bilimdir. 40 Doğa dünyasında her şey durmadan değişmektedir; kavram ise, hep kendi kendisiyle aynı kalır. 41 Hegel’e göre felsefenin ya da mantığın sorduğu başlıca soru “Varlık nedir?” sorusudur. Buna verilecek en rasyonel yanıt “Varlık vardır” yanıtıdır. Hegel’in mantığının ilk önermesi böylece “varlık varlıktır” önermesidir. 42 Hegelcilik, evreni bir mantıksal kategoriler kümesinin açılımı olarak tasarlayan bir felsefedir. Bu kategoriler, mutlak ideanın aklî olarak kendini- G. F. Hegel, Hukuk Felsefesinin Prensipleri, Çev. Cenap Karakaya, Sosyal Yayınlar, İstanbul 2004, s. 29. 36 Akarsu, a.g.e, s. 192. 37 Akarsu, a.g.e, s. 72. 38 Özlem, a.g.e, s. 121. 39 Akarsu, a.g.e, s. 73. 40 Akarsu, a.g.e, s. 74. 41 Akarsu, a.g.e, s. 76. 42 Akarsu, a.g.e, s. 79. 35 |303| bilimname düşünce platformu XXX, 2016/1 Rıza BAKIŞ geliştirme sürecindeki farklı evreleri temsîl eder. İnsanlık târihindeki her dönem böyle bir evrenin cisimleşmesidir ve düşünce târihi, özellikle de felsefe târihi, kendi aklî doğasının doğrudan farkına varan ideanın açılımıdır. Olup biten hiçbir şey olumsal ya da keyfî değildir, yeter ki ideanın sistematik gelişimi bağlamında anlaşılsın. 43 Gerçek ve akıl arasında kurduğu karşılıklı uygunluk düşüncesinden hareketle Hegel’e yapılan eleştiri, anlamsız içeriği boş ifadeler kullanarak, somut varoluşu ve zaman içindeki ‘Benliği’ gözardı ettiği yönündedir.. 44 Hegel’in tam karşıtı bir söylemi dile getiren, muarızı Kierkegaard’dır. Ona göre, Hegel’in rasyonelleştirme ve kavramlaştırma sürecine direnen insan varoluşu soyut değil somut bir gerçekliktir ve kavramsal bir çerçevenin içine sığdırılamaz. Kierkegaard, varoluşu dinî varoluş bağlamında kendini açığa vuran ve İbrahim’in İshak’ı kurban etmesi tecrübesiyle yaşamış olduğu gerçeklik üzerinden anlatmaya çalışır. O varoluşun üç ayrı alanından bahseder; bunlar, estetik, etik ve dini varoluş alanlarıdır. Estetik varoluş alanını haz, etik varoluş alanını ödev, dinsel varoluş alanını ise inanç durumları belirler. Bu varoluş alanları arasında geçiş bir başka deyişle sıçrama söz konusudur. Ancak bireyin her iki aşamada birden bulunması imkânsızdır. Bu bakımdan kişi hem estetik alanda hem de dinsel alanda var olamaz. Estetik varoluş alanının diğer bir yönü de ahlak dışı olmasıdır. Estetik birey davranışlarını içinde bulunduğu toplumun normlarına göre değil, kendi istek ve arzusuna göre yönlendirir; 45 başkaları ve dünya ile olan ilişkisi yüzeyseldir; bilinci dışarıya yönelmiş durumdadır ve bireyin amacı tamamen haz elde etmektir. Bu kişinin temel kategorileri iyi, şans, kötü, talih ve kaderdir. 46 İkinci varoluş durumu olan etik varoluş ise, estetik varoluş alanında karşımıza çıkan sorumluluktan kaçma durumu, yerini ödev duygusuna bırakmaktadır. Bu yüzden etik varoluş alanının tam bir edimsellik olduğunu söylenebilir; bu alanın, ödev ve sorumluluktan başka bir amacı yoktur; temel kategorileri ise, “iyi, kötü ve ödevdir.” 47 Sorumluluk ve ödev genellikle MacIntyre, a.g.e, ss. 17-18. Frank Magill, Egzistansiyalist Felsefesinin Beş Klasiği, Çev. Vehap Mutal, Dergah Yayınları, İstanbul 1992, s. 34. 45 Soren Kierkegaard, Baştan Çıkarıcının Günlüğü, Çev. Süha Sertabiboğlu, Ayrıntı Yayınları, İstanbul 1996, s. 70. 46 Alastair Hannay, “Takdim”, Korku ve Titreme’nin içinde, Çev. İbrahim Kapaklıkaya, Anka Yay., İstanbul, 2002, s. 19-20. 47 Kierkegaard, Korku ve Titreme, Çev. İbrahim Kapaklıkaya, Anka Yayınları, İstanbul, 2002, s. 106-107. 43 44 |304| bilimname düşünce platformu XXX, 2016/1 Varoluş İrrasyonel Midir? toplumsal yükümlülük olarak kendini gösterir. Etik olan evrenseldir ve evrensel olduğu için herkes için geçerlidir, başka bir ifadeyle her an için geçerlidir. Kendi içinde içseldir, kendi dışında hiçbir şeyi, yani telosu yoktur. Fiziksel ve ruhsal olduğu kadar şimdiki bir varlık olarak da görülen tekil birey, telosu evrenselde olan bir öznedir; bireyin etik görevi, kendisini burada ifade etmek ve evrensel olmak için kendi öznelliğini iptal etmektir. 48 Kierkegaard’a göre, etik, evrensel olmasının yanında aynı zamanda kutsaldır. Bütün görevlerin Tanrıya karşı olduğunu söylemek doğrudur; kişinin komşusunu sevmesi bir görevdir, bu Tanrıya atfedildiği sürece bir görevdir; ancak bu görevde ilişki kurduğu Tanrı değil, sevdiği komşusudur. 49 Etik olan, evrensel olduğundan herkes için her an geçerlidir. Kierkegaard, etik varoluş alanının temel kavramını zafer olarak belirler ve bunu şöyle ifade eder: “Etik yaşam, kişinin estetik yaşamının gizlilik, depresyon, melankolik, aldatıcı tutku ve umutsuzluk durumları karşısında zaferidir. Kişinin kendi kararlarını verdiği ve kendi seçimlerini yaptığı etkin bir varoluş biçimidir.” 50 Estetik alanda doğal arzuların esiri olan, sorumluluk, özgürlük ve seçim kavramlarına sahip olmayan birey, etik varoluş alanında, ben olma ödevini yerine getirme sorumluluğu üstlenmektedir. Bu da ancak hem evrensel ve hem de toplumsal olan etik görevin yerine getirilmesiyle mümkün olmaktadır. Etik varoluş alanındaki birey, farkındalığını arttırarak, seçim yaparak dini varoluş alanına yükselmektedir. Üçüncüsü dini varoluş alanıdır. Bu alan estetik düzeyde olduğu gibi haz; etik düzeyde olduğu gibi de ödev duygusu ve evrensellik içermez. Burada bireyin doğrudan ve aracısız olarak tanrıyla karşı karşıya olma durumu sözkonusudur. Kierkegaard bu alanı İbrahim’in durumu üzerinden tartışır: “Şimdi benim niyetim İbrahim’in öyküsündeki diyalektik elementi, problemler biçiminde ayırmak ki böylece imanın ne kadar korkunç bir paradoks olduğunu göstermek istiyorum. Burada, bir cinayeti Tanrı’nın razı olduğu kutsal bir eyleme çeviren bir paradoksla karşı karşıyayız. Bu paradoks, hiçbir düşüncenin kavrayamayacağı, zira imanın düşüncenin bittiği yerde başladığı, İshak’ı İbrahim’e geri verme paradoksudur”. 51 İşte İbrahim’in öyküsü, Kierkegaard’a göre, etiğin bu şekilde askıya alınmasını Kierkegaard, Korku ve Titreme, s. 99. Kierkegaard, Korku ve Titreme, s.115. 50 Kierkegaard, Korku ve Titreme, s. 99-100. 51 Kierkegaard, Korku ve Titreme, s. 98. 48 49 |305| bilimname düşünce platformu XXX, 2016/1 Rıza BAKIŞ içerir. Ona göre, İbrahim imanı temsil etmektedir ve iman izahı mümkün olmayan bir paradokstur. 52 İbrahim’in İshak örneğinde yaşamış olduğu tecrübenin bir benzerini Martin Buber’in, Eyüp ile Tanrı arasında yaşandığını ileri sürüdüğü ilişkiyi “Ben” ve “Sen” arasındaki ilişkiye benzetebiliriz. Buber, “‘Sen’ benim karşımda durmaktadır. Fakat ben, onunla doğrudan ilişki kurarım.”der. 53 Bu tarz bir ilişki her birinin diğeriyle bütünlüğü içinde karşılaşmasını öngörür. Bu tatmin edici bir açıklama isteyen iki rasyonel aklın karşılaşması değildir. Eyüp ile Tanrı arasındaki ilişki, akıl düzleminde değil varoluş düzleminde cereyan etmektedir. Batının sonraki felsefi geleneğinin bize öğrettiği anlamıyla rasyonel şüphe, Eyüp’ün isyanının en şiddetli anında bile, onun aklından asla geçmez. 54 Varoluşsal boyutta yaşanılan dinî tecrübelerin en önemli özelliği nüfuz edilemez oluşudur. Bireysel boyutta yaşanılan müteal bir varlıkla aracısız kurulan râbıtanın insan varoluşu üzerindeki etkisi, analiz edilemez ve kavramsallaştırılamaz; fakat varoluşsal etkileri bakımından oldukça somut bir gerçekliktir. Burada süje inandığı şeyle dolaylı olarak değil, doğrudan ilişki kurmaktadır; yani inananla inanılan şey arasında başka herhangi bir vasıta bulunmamaktadır. 55 |306| bilimname düşünce platformu XXX, 2016/1 Kierkegaard’a göre, dinî varoluş durumunda İbrahim’in bütün eylemlerinin evrenselle hiçbir ilişkisi yoktur, bu tamamen özel bir girişimdir. Trajik kahraman eylemi etik yaşamın bir ifadesi olması nedeniyle yüce iken İbrahim tamamen kişisel erdem eylemi nedeniyle yücedir. İbrahim’in yaşamında babanın oğlunu sevmesinden daha yüce bir etiksel ifade yoktur. Kierkegaard’a göre, etiksel yaşam anlamında bir etik söz konusu bile değildir. Bunu da “Evrensel orada, yalnızca İshak’ta gizli olarak İbrahim’in belinde gizlenmiş olarak vardı.” 56 şeklinde ifade eder. Kierkegaard, evrenseli/etik varoluşu savunan Hegel’in durumunun bundan tamamen farklı olduğunu iddia eder ve şöyle der: “Oysa Hegelci felsefede dışsal içselden daha yücedir. Bu sıklıkla şöyle bir örnekle gösterilmektedir. Çocuk içseldir, adam ise dışsaldır; bu nedenle çocuk tam olarak dışsal tarafından belirlenir ve buna karşıt olarak adam da dışsal olması nedeniyle içsel tarafından belirlenir.” Kierkegaard’a göre, imanın paradoksunda, dışsalla ölçülemeyen bir içsel Kierkegaard, Korku ve Titreme, s. 102. Martin Buber, Ben ve Sen, Çev. İnci Palsay, Kitabiyat, Ankara 2003, s. 102. 54 Barrett, a.g.e, s. 79. 55 Hanifi Özcan, Epistemolojik Açıdan İman, İfav Yayınları, İstanbul 1992, s. 55. 56 Kierkegaard, Korku ve Titreme, s. 106. 52 53 Varoluş İrrasyonel Midir? vardır ve bu içsel ilk içselle (çocuğunkiyle) aynı değil, yeni bir içseldir. 57 Etiksel ifadeyle İbrahim’in İshak’la ilişkisi oğlunu seven baba ilişkisidir. Bu ahlâkî ilişki Tanrı ile mutlak ilişkiye karşı olma nedeniyle göreceliliğe indirgenmemiştir. 58 İmanın paradoksu, aracı terimini yani evrenseli, kaybetmesidir. Bu paradoks, bu dehşetli eylemi kendi adına yapmakla bir yandan aşırı egoizmin ifadesini ve bu eylemi Tanrı için yapmakla da diğer yandan en mutlak adanmışlığın ifadesini içinde barındırmaktadır. Kierkegaard için, imanın kendisinin evrensele girişine aracılık edilemez; zira böyle bir durumda iman iptal edilecektir; iman böyle bir paradokstur ve tekil bireyin kendisini başkası tarafından anlaşılabilir hale getirilmesi olanaksızdır; 59 çünkü tekil bireyin varoluşuna aracılık edilemez, zira tekil bireyin varoluşunda evrenselden yüksek oluş vardır. 60 Evrensellik ve genelleştirme kaygısı güden bilim doğası gereği, nesneler üzerinde pratik egemenlik kurmak için teknik bilgiler verir, kavramlaştırır ama bizi hiçbir zaman “değer”e götürmez; 61 bütün formülleri ve yasalarıyla varlığın yalnızca yüzeyinde kalır, bir defa, insanın varoluşsal kaygılarıyla hiç ilgilenmez. 62 Bilindiği gibi, bilimsel açıklamalar, yasalara dayalı açıklamalardır. Yasalar ise, tekil olgular arasında geçerli olan tekrarlar, benzerlikler ve süreklilikten yola çıkarak yaygınlaştırılabilinen genellemelerdir. Genelleme, bilimsel bilgi ve açıklamanın özünü oluşturur. O, faklı şeylerde bulunan müşterek niteliklerden hareketle, sözkonusu nitelikleri tek bir kavram altında toplamayı sağlar. Nitekim, bir olguyu açıklamak, onu dile getiren önermeyi, geçmiş durumlara dayalı olarak, genel bir yasa bağlamında ortaya koymak demektir. 63 Jaspers’e göre idealizm ve materyalizm nesnel düşünmektedir; biri maddesel nesneler içinde öbürü tinsel nesneler içinde, her ikisi de evreni olmuş bitmiş kabul etmektedir. 64 Oysa Jaspers`a göre, gerçek olan, genel ya da sonsuz ide ya da yasalara uygun olan değildir; aksine bir defalık olandır. 65 Tekil bireyin evrenselden yüksek olması, iman açısından bir paradokstur; ancak yine de bu yolla hamlenin tekrar edildiğine, yani evrenselde bulunmak Kierkegaard, Korku ve Titreme, s. 116. Kierkegaard, Korku ve Titreme, s. 118. 59 Kierkegaard, Korku ve Titreme, s. 119. 60 Kierkegaard, Korku ve Titreme, s. 131. 61 Akarsu, a.g.e, s. 200. 62 Akarsu, a.g.e, s. 201. 63 Cenan Kuvancı, Richard Swinburne`e Göre Bilimsel ve Kişisel Açıklama, Yayınevi, Ankara, 2012, s. 18. 64 Akarsu, a.g.e, s. 202. 65 Akarsu, a.g.e, s. 203. 57 58 |307| bilimname düşünce platformu XXX, 2016/1 Rıza BAKIŞ suretiyle tekil bireyin, şimdi kendisini evrenselin üzerinde bir özel olarak ayırdığına dikkat edilmelidir. 66 Trajik kahraman evrenseli ifade etmek için kendisini terk eder; iman fatihi ise özel olmak için evrenseli terk eder. 67 Nesnel yoldan gitmeyi tercih eden birey, Tanrıyı nesnel bir şekilde gün ışığına çıkartmayı amaçlayan tahmin sürecinin içine girer. Ne var ki, Kierkegaard’a göre, sonsuzluğun içinde bu imkânsızdır; çünkü Tanrı bir öznedir ve bu nedenle yalnızca içkinlikteki öznellik için var olur. 68 Bütün bu düşünceler ışığında Hegel’in soyut inşasına itiraz eder Kierkegaard: Uğraşmama rağmen anlayamadığım yerlerde bunun nedeninin Hegel’in kendisinin çok anlaşılır olmaması olduğuna inanacak kadar gözü karayım. Bütün bunları kolayca, doğal olarak bana herhangi bir zihinsel zorlama getirmeden yapabiliyorum; ancak, İbrahim hakkında düşünmek zorunda olduğumda, nerdeyse tükeniyorum. Her zaman o dev paradoksun farkındayız: Beni sürekli geri püskürten İbrahim’in yaşamının içeriği ile bütün tutkusuna rağmen onun içine giremeyen, bir kıl boyu ilerleyemeyen benim düşüncelerim arasındaki paradoksun, onun bir görüntüsünü yakalayabilmek için bütün kaslarımı zorluyorum, ancak aynı anda felç oluyorum. 69 Bu ifadelerden de anlaşılmaktadır ki o, etik düzeydeki varoluşun tanımlayıcı ve görev duygusuyla Tanrıyla ilişki kurma fikri içerdiğini düşünür ve bunu “Kim iman olmaksızın Tanrıyı severse kendisini yansıtır, kim Tanrıyı severse Tanrıyı yansıtır.” 70 şeklinde eleştirir. Ona göre, “Bir iman şövalyesi için şu açıktır: Onu yalnızca absürd kurtarabilir ve bunu imanla kavramaktadır. Buna göre imkânsızlığı itiraf eder ve aynı zamanda absürde inanır.” 71 Dışarıdan bakıldığında İbrahim’in İshak’ı kurban etmesi olayı, onu kaybetmesi olarak görülebilir; ama ona göre, iman yoluyla İbrahim, İshak üzerindeki hakkından feragat etmemiş, iman yoluyla İshak’ı geri almıştır. 72 MacIntyre, Kierkegaard'ın söylemine, reddetmeye çalıştığı Hegelciliğin bir şekilde bulaştığını iddia eder; “nesnel” ve “öznel” gibi terimlerin Hegelci bir bağlamın dışında kavranamayacağını düşünür. Ona |308| bilimname düşünce platformu XXX, 2016/1 Kierkegaard, Korku ve Titreme, s. 101. Kierkegaard, Korku ve Titreme, s. 123. 68 Blackham, a.g.e, s. 28. 69 Kierkegaard, Korku ve Titreme, s. 76. 70 Kierkegaard, Korku ve Titreme, s. 80. 71 Kierkegaard, Korku ve Titreme, s. 91. 72 Kierkegaard, Korku ve Titreme, s. 93. 66 67 Varoluş İrrasyonel Midir? göre, Hegelci bir pozisyona saldırmak ve Hegelci kavramları ödünç almak da sonuçta ters çevrilmiş Hegelcilikten başka bir şey değildir. 73 Kierkegaard için, saf düşüncenin fantastik gölge oyununda Kant’a yanıt vermek, tam olarak ona yanıt vermemektir. Düşünülmeyecek tek kendinde şey varoluştur ve bu da felsefenin düşünmeye dair alanı içine girmez. O halde felsefe, idealdir, saf anlaşılabilirliktir, olasılıktır ve bu nedenle varoluştan ayrılır. 74 Esasında Kierkegaard, rasyonelleştirilmeye bütün alanlarda karşı değildir, bunu kendisi de kabul etmektedir. Her insanın az çok tek yönlü olduğunun farkındadır ve bunu bir hata olarak görmez; ama bir akım bir tür tek yönlülüğü seçtiğinde ve bunu bütünsel bir norma dönüştürdüğünde bu bir hatadır. 75 Kierkegaard’ın Hıristiyanlığa karşı tepkisinin altında Hegel’e karşı tepkisinin yer aldığı açıktır; çünkü yaşadığı dönemin şartlarına baktığımızda bu dönemin din anlayışında Hegel felsefesinin büyük ölçüde etkisi görülür. Hegel, akıl ile gerçeklik arasındaki uyumu ortaya koyan düşüncesiyle Hıristiyan düşüncesini etkilemiştir. Hegel sisteminde kategoriler halinde açıklanmaya çalışılan günah, Tanrı’nın varlığı, ölümsüzlük ve ruh gibi kavramlar o dönem Hıristiyan düşüncesinin de işine gelmektedir. Hatta bu anlayış zamanla Hıristiyanlığı Hegelci bir yorum kazanmaya kadar götürmüştür. Bu durum ise Kierkegaard’a göre, Hıristiyanlığın özünü ve inanmanın samimiyetini yok etmiştir. 76 Kierkegaard’a göre, dinsel varoluş alanı akıl ile temellendirilemez hatta us dışıdır. Onu akılla açıklamak mümkün değildir. Bu yüzden, bu alan sadece imanla açıklanabilmektedir. Dinsel varoluş alanında insan sadece Tanrı’ya karşı sorumludur. Bireyin davranışlarında herhangi bir toplumsal yaptırım yoktur. Dolayısıyla, eğer bir davranış gerçekleşecekse onu belirleyen tek şey onun Tanrı’nın buyruğu olup olmadığıdır. Bundan dolayıdır ki, eğer bir davranış Tanrı buyruğu ise bu davranışın gerçekleştirilmesi esnasında başka bir mantıki gerekçe aranmaz. Kierkegaard’a göre, iman, insan aklına, doğasına ve ahlakına uymasa bile belki de uymadığı için, inanmamız gerekmektedir. 77 Burada akıl ve evrensel etiğin, Tanrı buyruğu karşısında askıya alınması sözkonusudur. Bu yüzden MacIntyre, a. g. e, s. 18. Blackham, a. g. e, s. 15. 75 Blackham, a. g. e, s. 20. 76 Vefa Taşdelen, Kierkegaard'da Benlik ve Varoluş, Hece Yayınları, İstanbul 2004, s. 31. 77 David West, Kıta Avrupası Felsefesine Giriş, Çev. Ahmet Cevizci, Paradigma Yayıncılık, İstanbul 2013, s. 206. 73 74 |309| bilimname düşünce platformu XXX, 2016/1 Rıza BAKIŞ dinsel varoluş alanındaki birey, etik varoluş alanında olduğu gibi evrensel normlarla ya da toplumsal ilkelerle yüzleşmek zorunda değildir; çünkü dinsel varoluş alanında bireyin davranışlarında toplumun bir yaptırımı yoktur. Oysa, Kierkegaard’a göre, Hegel tüm varlığın bir sistem içinde açıklanabildiği bir kurgu oluşturmuş ve bunu yaparken de yaşayan ve var olan bireyi unutmuştur. Gerçeğin yapısı ile aklın yapısının birbirlerine uygun olması esasına dayanan Hegel’in kurgusal, saf akılla kavranan kurgusal sistemi, varoluş içinde bulunan bireyinin öznel ve değişken doğasını göz ardı etmiştir. 78 Kierkegaard için Hegelci idealizmin şatafatlı binası bile hümanizme ve rasyonalizme çok fazla ödün verir ve sonuç olarak da inancın anlamını savsaklar ya da tahrif eder. Kierkegaard buna tepki olarak, dinî inancın yalnızca aklın desteğine ihtiyaç duymamakla kalmadığını, fakat onun özünde akıl ile uyuşmaz olduğunu öne sürerek, fideist bakış açısının radikal versiyonunu geliştirmektedir. 79 Kierkegaard’a göre, değişken bir şeyin değişkenlik içermeyen bir şeyle anlamlandırılması bir çelişkidir; ona göre, Hegel böyle bir çelişkiyi kendi içinde barındırmaktadır. Hegel düşüncesinde mantık değişmez ya da hareketsiz bir özelliktedir. Mantıksal olarak varolan her şey sadece vardır bir değişme veya hareketlilik söz konusu değildir; fakat Kierkegaard düşüncesinde varoluş mantığın içinde ele alınmayacak ölçüde değişkenliği içermektedir. Bu açıdan insan varoluşu mantıksal bir kategori içine sokulamaz. 80 Kierkegaard’ın asıl ilgisi insanın “içselliğine” yöneliktir. Bu içselliğin ne anlama geldiğini görmek için hakikat probleminin kendisini ele almak gerekmektedir. 81 Nesnel hakikat kolaylıkla tanınır; aslında günümüzde nesnel hakikat, hakikat teriminin neredeyse tek anlamı olarak görülmeye başlamıştır. Oysa dinin hakikati kesinlikle böyle değildir; onun kişisel varoluşla olan irtibatı dikkate alınmalıdır, aksi takdirde hiçbir anlamı olmayan bir şeye dönüşür. Bundan dolayı, kişi hakikat ateşini yaşamı boyu canlı tutmak için çaba göstermelidir. Kierkegaard’a göre burada söz konusu olan şey bir kimsenin hakikati özümlemesi, kendine maletmesidir. Bu tarz |310| bilimname düşünce platformu XXX, 2016/1 78 Kierkegaard, Ölümcül Hastalık Umutsuzluk, Çev. Mehmet Mukadder Yakupoğlu, Ayrıntı Yayınlan, İstanbul 2001, ss. 21-24. 79 D. West, a.g.e, s. 195. 80 Kierkegaard, Günlüklerinden ve Makalelerinden Seçmeler, Çev. İbrahim Kapalıkaya, Anka Yayınları, İstanbul 2005, s. 701. 81 Barrett, a. g.e, s. 173. Varoluş İrrasyonel Midir? bir hakikat aklın değil bir bütün olarak insanın hakikatidir. Öznel hakikat kesinlikle kişinin sahip olduğu değil; “Ben”in var olduğu hakikattir. 82 Kierkegaard’ın varoluş düşüncesinin temelinde insanın kendi benliğini oluşturma süreci yatar ve Kierkegaard’ın ‘ben’i, somut yaşamın içinde var olur; yoksa, Alman idealizminde ortaya çıkan soyut, aşkın, metafiziksel bir ben değildir. Ona göre, gerçek kavramlardan oluşmaz ve biz gerçeği kavramlarla ifade ederken eksik kalırız; çünkü sürekli bir oluşum ve değişim vardır. Bu yüzden Hegel’in sistemi gerçeği anlamaya çalışırken, onu yok etmektedir. 83 Başta Kierkegaard olmak üzere varoluşçular iki nedenden dolayı Hegel’in somut evrenselini bir çözüm yolu olarak kabul etmezler: 1- Tarih başkalarının bireysel kararlarının, gerçeklere dayanmanın nicel sonucudur ve bunu bu şekilde göstermedikçe var olan birey üzerinde hiçbir otoritesi olamaz. 2- Bilgi yalnızca geçmişe dair kısmî bir ürün olabilir; çünkü gelecek açık uçludur; insanoğlunun doğruları ve kaderi her şeye tamamıyla hükmedecek bir öze sahip değildir. İnsan yalnızca yaptığı şeydir, yine de her zaman kendi içindeki madde ya da öz olmaksızın, yaptığının ötesindedir. 84 Hegel’in rasyonelleştirmesine direnen varoluş, sistemlerle, kavramlarla kurulamaz belki örtülebilir; böyle bir süreç içinde kişi giderek kendi bireysel varlığından kopar; sonunda ne birey kalır ortada ne bireysel varoluş. Burada artık kişiyi ve bireyi bulmak mümkün değildir; 85 çünkü, varoluşu rasyonelleştirmek ve akılla temellendirmeye çalışmak, onun yadsınması demektir. 86 Bunun nedeni de soyut olarak düşünmek ile gerçekten var olmanın farklı bir şey olduğunu görememe gerçeğidir. Bu durumu Kierkegaard varoluş; somut, öznel ve uyanık insanın yaşamı olarak ifade eder; çünkü ona göre varoluş yaşamın ta kendisidir. 87 Kierkegaard’a göre, “soyutlama içindeki modern felsefe, metafiziğin belirlenimsizliği içinde salınır. İnsanları varoluşa götürmek yerine, onları hayaller kurma yeteneğine bürür. 88 Bu nedenle, varoluşun kendisinden soyutlanan düşünce, varoluşu açıklayamaz. Bu yüzden Hegel’in var olmanın ne demek olduğunu ve özel olmanın duygusunu unutturan, bireyi küçümseyen sistemini bir kenara Barrett, a. g.e, s. 174. Reneaux, Egzistansiyalizm Üzerine Dersler, Çev. Murtaza Korlaelçi, Erciyes Üniversitesi Yayınlan, Kayseri 1994, ss. 12-13. 84 Blackham, a. g. e, s. 153. 85 Kierkegaard, Yaşadığımız Çağ, Çev. Nedim Çatlı, Ayrıntı Yayınlan, İstanbul 1997, s. 233. 86 N. Hızır, Felsefe Yazılan, Çağdaş Yayınlar, İstanbul 1976, s. 102. 87 Afşar Timuçin, Düşünce Tarihi, Bulut Yayınlan, İstanbul 2001, s. 194. 88 J. Collette, Varoluşçuluk, Çev. Işık Ergüden, Dost Yayınlan, Ankara 2006, s. 13. 82 83 |311| bilimname düşünce platformu XXX, 2016/1 Rıza BAKIŞ bırakmak gerekir. 89 Kierkegaard’ın esasında gözden kaçan vurgusu, her insanın daimî oluşum halinde olduğu gerçeğidir ve ona göre insana sadece şimdiki zaman verilmiştir. Bu yüzden insan bulunduğu an içinde kendini aşmak ve fethetmek durumundadır. İnsan olmak yani var olmak bizzat kendi olmak için daimi bir çabadır. 90 Yukarıda sıklıkla vurgulandığı üzere Kierkegaard’ın Hegel’e temel eleştirisi, objektif geçerlik adına varoluşsal olanın kavramsallaştırılması hususunda olmuştur; çünkü ona göre, “İnsan kocaman sistematik binalarda yaşayamaz.” ve hakikat, meyve suyu, keşifler, maceralar, kişinin kendisiyle ilgili eşsiz ilhamları gibi birer gerçektir. 91 Kierkegaard’ın kendisi için seçmiş olduğu misyon, bireyin umutsuzluğunun farkına varmasını ve böylelikle kendisini özgür bir tin olarak tanımasını sağlamaktır; çünkü sadece bilinçli olarak Tanrıya inanma kararına varan benlik, bu şekilde umutsuzluğunu aşabilir. 92 Varoluş teriminin uygulama alanının gerçekten geniş olmasına karşın, terimin Kierkegaard tarafından özellikle dinsel bir alana taşındığı açıktır; 93 çünkü Kierkegaard için insanın tin olarak kendini olgunlaştırmasının en yüksek biçimi kendini kişisel saltık ile ilişkilendirmesidir; bunu kendisi de açıkça dile getirmektedir: “Varoluş sonsuz ve sonlunun bir bireşimidir ve var olan birey hem sonsuz hem de sonludur.” Ama bu ifadenin anlamı var olan bireyin sonsuz olduğunu söylemek onu Tanrı ile özdeşleştirmek değildir. Bu, oluşun Tanrıya doğru sürekli bir çaba olduğunu söylemektir; bunu da “Varoluşun kendisi, var olma edimi bir çabadır ve bu çaba sonsuzdur”; bu çabayı da şu metaforik ifade ile dile getirir: “Varoluş sonsuz ve sonludan, bengi ve geçiciden doğmuş bir çocuktur ve bu yüzden sürekli bir çabadır.” 94 Tartışmanın Diğer Uzanımları Varoluşçu bakış açısından ister komünist olsun ister kapitalist, ister realist, isterse de idealist olsun kolektifleştirilmiş söylemlerde insan soyut bir tasavvura indirgenmiştir. 95 Existansiyalistler, skolastik dönemden beri hakim konumdaki idealizm, rasyonalizm diğer taraftan ampirizm ve natüralizm olarak tanımlanan her iki düşünceye de karşıdırlar. Kierkegaard |312| bilimname düşünce platformu XXX, 2016/1 Kierkegaard, Korku ve Titreme, s. 38. Reneaux, a.g.e., ss. 15-16. 91 J. B. Coates ,”Existentialism”, s. 231. 92 D. West, a.g.e, s. 202. 93 Copleston, Nihilizm ve Materyalizm, İdea Yayınevi, İstanbul 1998, s. 106. 94 Copleston a.g.e, s. 107. 95 Barrett, a. g.e, s. 36. 89 90 Varoluş İrrasyonel Midir? ve daha sonra Nietzsche tarafından Hegel’e karşı yürütülen saldırının kararlılığı da buradan gelir. 96 Günümüzdeki mekanik teknikle ilgili her ileri adım da sonuçta soyutluk yönünde bir adımdır. Bizzat tekniğin başarısı tümüyle dışsal unsurlara dayanan zamanımızın tüm yaşam biçimini şekillendirmektedir. Bu dışsal unsurların arkasındaki şeyler yani biricikliğiyle ve tüm bütünlüğüyle insanî kişilik ya da tekil varoluş her geçen gün biraz daha gözden kaybolmaktadır. 97 Varoluşçunun itirazı da işte tüm bunlaradır. Aklın limitlerinin bittiği yerde, insan anlamsızlıkla karşı karşıya kalmaktadır. Bundan dolayı bugünün sanatçısı bile bize günlük yaşamımızdaki saçmayı, açıklanamazı ve anlamsızı sergilemektedir. 98 Teori kelimesinin kökeni ile tiyatronun kökeni aynıdır. Benzer şekilde teori adamı, filozof ya da saf bilim adamı da, tiyatrodaki bir sahneyi seyretmemiz gibi varoluşa uzaktan bakmaktadır. Bunun için onlar bu şekilde Kierkegaard’ın ifadesiyle yalnızca varoluşun estetik düzeyinde yaşamaktadırlar. 99 Esasında varoluş ile teori arasında temel bir çelişki vardır. Kierkegaard da bu çelişkiyi Batı düşüncesinde o âna kadarkinden daha köklü bir şekilde keşfetmeye çalışmıştır. Batı felsefî geleneğinin arkasında tamamen rasyonel bir evren inancı yatmaktadır; nitekim bu geleneğin oluşumunun başlangıcında Parmenides bunu şu meşhur cümlesiyle dile getirmiştir: “Düşünebilen ile var olabilen aynı şeydir.” 100 Parmenides'e göre, düşünülemeyen şey gerçek de olamaz. Şayet varoluş düşünülemiyor ancak yaşanabiliyorsa, o hâlde aklın da, varoluşu kendi gerçeklik anlayışının dışına çıkarmaktan başka çaresi yoktur. Fransız bilim adamı ve felsefeci Emile Meyerson’un da dediği gibi, aklın, akıl kaynaklı olmayan şeyler için tek izahı vardır: Onu hiçliğe indirgemek. Parmenides’in tam olarak yaptığı ve sonraki filozofların da yapmaya devam ettikleri şey budur. 101 Aristoteles’le birlikte, felsefenin tamamen kuramsal bir disipline dönüştüğü kabul edilir ve felsefenin ana branşlarının tam olarak ortaya konduğu düşünülür. Bütün bunların devamı olarak da hikmet/felsefe, J. B. Coates ,”Existentialism”, s. 233. Barrett, a. g.e, s. 38. 98 Barrett, a. g.e, s. 68-69. 99 Barrett, a. g.e, s. 82. 100 Arslan, İlkçağ Felsefesi Tarihi, Sokrates Öncesi Yunan Felsefesi I, Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul 2009, s. 222. 101 Barrett, a. g.e, s. 162. 96 97 |313| bilimname düşünce platformu XXX, 2016/1 Rıza BAKIŞ metafizik ya da "ilk felsefe” adıyla müstakil ve kuramsal bir disiplin olarak tanımlandığı kabul edilmektedir. Ortaçağ’a da sirayet eden bu tutum dinin söylemini de içine alarak sadece dışsal olanı değil aynı zamanda içselle ilgili olanları da bünyesine eklemiştir. Bunun bir sonucu olarak varoluşçu geleneğin öncüsü olarak kabul edilen Sokrates’in tutumu ve söylemi gözardı edilmiştir. 102 Şu bir gerçek ki, Yunan rasyonalizmine karşıt sonraki fikirleri ve özellikle de varoluşçu felsefeyi anlamak istiyorsak, Antik Yunan rasyonalizmini çok iyi kavramamız gerekir. W. Barrett’e göre, Yunanlılar önceleri düşünce olarak titiz, zorlu ve gözüpek olmalarına rağmen, aklı, özellikle Aristoteles’le birlikte, insanî hiyerarşinin en üstüne yerleştirdikten sonra bu özelliklerini tamamen kaybetmişlerdir. 103 Kierkegaard, yukarıda yer alan ifadelerinden de anlaşılacağı üzere varoluşunu, kendisi açısından asla bir spekülasyona konu olarak görmez ve onu kendisinin şahsen ve tutkuyla karıştığı bir gerçeklik olarak değerlendirir. Nietzsche’ye göre de insan asla doğanın zoolojik düzeni içindeki bir hayvan türü olarak kabul edilemez. 104 Nietzsche, “İnsan sonuç itibariyle yalnızca kendisini tecrübe etmektedir” der. 105 Aynı şekilde “Düşünme ancak, yüzyıllardır yüceltilen aklın, düşünmenin en inatçı düşmanı olduğunu anlağımız noktada başlar” diyen Heidegger de katı bir rasyonalist değildir; zira akıl, kavramlar ve zihinsel tasarımlarla çalışır; oysa bizim varoluşumuz bunların kalıplarına sığmaz. Fakat Heidegger bir irrasyonalist de değildir. Zira irrasyonalizm, duygunun, istencin ve içgüdünün akıldan daha değerli ve aslında daha gerçek olduğunu savunur. Gerçekten de yaşamın kendisine baktığımızda durum böyledir. Şu da bir gerçek ki, irrasyonalizm düşünme alanını rasyonalizme bırakarak düşmanın varsayımlarını zımnen paylaşmış olur. Dolaysıyla, W. Barrett’e göre ihtiyacımız olan şey, bu iki zıt eğilimin önünü alacak olan daha temel bir düşünüş sergilemektir. 106 |314| bilimname düşünce platformu XXX, 2016/1 Heidegger’e göre biz nesneleri fethederek ve zapt ederek değil, ne ise o olmasına izin vererek ve olmaya bırakmakla, onun ne olduğunu ortaya koymasına imkân tanıyarak bilebiliriz. Bizim insanî varoluşumuz da en yakın ve dâhili ayrıntılarıyla, eğer onu işitecek kulaklarımız varsa kendini ortaya koyacaktır. 107 Kierkegaard’ın gerçek bireyi etik ve dinsel tutkusunda Barrett, a. g.e, s. 93. Barrett, a. g.e, s. 93. 104 Barrett, a. g.e, s. 183. 105 Barrett, a. g.e, s.184. 106 Barrett, a. g.e, s. 209. 107 Barrett, a. g.e, s. 217. 102 103 Varoluş İrrasyonel Midir? yatarken, Heidegger’inki Varlıkta özne ile nesnenin varolabileceği ve karşılaşabileceği onsuz ne nesne ne de öznenin mümkün olduğu açık olan varlıkta yatmaktadır. 108 Kısacası gerçek, varoluşçu bakış açısından ancak insanla birlikte vardır. 109 Varoluşçu protesto şunu ileri sürmektedir: Rasyonalizm, bir uygarlığı, bireylerin gittikçe daha az düşündüğü ve belki de bu işi tamamen bıraktığı bir noktaya kadar istila edebilir. Fakat varoluşçuların eleştirilerinin esas hedefi, rasyonalizmden çok soyutluktur; zira bu teknolojik ve bürokratik çağın yaşamındaki soyutluk gerçekten göz önüne alınması gereken bir durumdur. G. Marcel, kendimi genel olarak düşünceye ve nesnel dünyayı da evrensel karakterlerin birlikteliğine indirgemem; varlıkların doğasına girmenin yolu bu değildir, der. 110 Marcel de tıpkı Kierkegaard gibi inancının içsel olduğunu ve nesnel kanıtlara dönüştürülemeyeceğini savunur ve şöyle der: “Kendimi haklı çıkarışım gayrı şahsî bir araştırma süreci değil, başkalarının delaleti ile desteklenen tanıklığımdır; çünkü Tanrı ile olan ilişkim arkadaşlarımla olan ilişkim gibi değildir.” Tıpkı Buber’de olduğu gibi, Marcel’e göre de Tanrı o değil Sen’dir, “Mutlak Sen” tasavvur edilemez, inanç sahibi kendi yakarışında canıyla kanıyla mevcuttur. 111 Marcel’in dilinde Varlık, üzerinde uzmanlaşılacak ve halledilecek bir sorun değil, yaşanacak ve yeniden yaşanacak bir gizemdir. O halde felsefenin asıl görevi, insanı nesnel evrensel yanıtlar aramaktan vazgeçirmek ve insana kendi yaratışında ve deneyim edinmesinde yardım etmektir; 112 çünkü zihin, varoluşu düşünemeyeceğinden, onun görevi varoluşu göstermek ve yorumlamaktır. Kierkegaard gibi Heidegger de gerçekliğin mezarını nesnel kesinlik ve kurumlaşmış bilgi de görür. 113 Eğer klasik rasyonalist felsefelerin spekülatif fantezileri prensipte doğru olsaydı ve bireye bir sistem içinde belirli bir yer tayin edebilseydi, insan olarak insan var olmazdı. 114 Heidegger’de de Varoluş felsefesinin çıkış noktası insandır. O insan sözcüğünü kullanmıyor, onun yerine, çoğu kez yanlış da anlaşılabilecek olan “Dasein”’i tercih ediyor. Şundan dolayı, insan mantıksal tür kavramı olarak anlaşılabilir; oysa Barrett, a. g.e, s. 239. Barrett, a. g.e, s. 239. 110 Blackham, a. g. e, s. 72. 111 Blackham, a. g. e, s. 83. 112 Blackham, a. g. e, s. 154. 113 Blackham, a. g. e, s.156. 114 Blackham, a. g. e, s.157. 108 109 |315| bilimname düşünce platformu XXX, 2016/1 Rıza BAKIŞ Heidegger doğrudan doğruya tek insanın bir defalık varoluşunu ele almak ister. 115 Heidegger’e göre, Dasein hep kendi olgusal varlığıyla “ne” ve “nasıl” idiyse, öyle vardır116 Heidegger, bu bağlamda bize rehberlik eden ve özümüze yönelik olan anlayışa, varoluşa-dair anlayış demektedir. Ona göre, varoluşa ilişkin soru, Dasein’in ontik bir “meselesidir”. Bu yüzden, söz konusu soru sorulduğunda, varoluşun ontolojik yapısının teorik açıdan şeffaflaştırılmasına gerek yoktur; çünkü bu, varoluşu meydana getiren öğelerin teşrih edilmesini hedefleyen bir sorudur. Esasında Heidegger, bunları söylerken bir varoluş felsefesi yapmadığını da belirtir. 117 O, Dasein dediği şeyin varolanın varlığının anlamının zamansallık olduğunu da söyler118; çünkü Varlık, hep sadece zaman bakımından kavranabilir olduğundan, varlık sorusunun yanıtı yalıtılmış ve kör bir önerme şeklinde olamaz. 119 Bu sebeple, ontolojik açıdan Dasein, idealist ve rasyonalist yaklaşımın tanımladığı biçimiyle hiçbir zaman mevcut-olan bir varolan cinsinin durumu ve örneği olarak kavranamaz; 120 çünkü o varolmaktadır. Heidegger’e göre, Dasein bizzat kendi açımlanışlığı olarak vardır ve sadece o varolmaktadır. Demek ki, varoluş, şuradalığını açıklığa çıkararak açık olmak demektir: Ek-sistez. 121 Heidegger için Dasein, kendi imkânlarını birer imkan olarak yaşayıp kendi var ettiği varlık minvalidir. 122 Heidegger’e göre, “Ebedi hakikatlerin” var olup olmadığı sorusuna, ancak Dasein’ın ezeli ebedi olarak varolduğu veya var olacağı kanıtlanabildiği taktirde münasip bir cevap verilebilir. Ona göre, böyle bir kanıt henüz verilemediğine göre, bahse konu önerme fantastik bir iddia olarak kalacaktır. Felsefecilerin bu iddiaya genel olarak “inanmaları” onun meşruiyetini sağlayıp artıran bir keyfiyet de değildir. Her türlü hakikat, özü gereği Daseinsal bir varlık minvaline sahip olduğundan, Dasein’ın varlığıyla izafidir. Bunu da şöyle ifade eder: “Peki bu izafiyet, şöyle bir şey mi demektir: Her türlü hakikat özneldir. Eğer, ‘öznel’, ‘öznenin keyfine kalmış olmak’ diye yorumlanacak olursa, tabi iki hayır.” 123 Heidegger’e göre, ne yazık ki, “Ebedi Akarsu, a.g.e, s. 215. Martin Heidegger, Varlık ve Zaman, Çev. Kaan H. Ökten, Agorakitaplığı, İstanbul 2006, s. 20. 117 Heidegger, a.g.e, s. 13. 118 Heidegger, a.g.e, s. 18. 119 Heidegger, a.g.e, s.19. 120 Heidegger, a.g.e, s. 44. 121 Heidegger, a.g.e, s. 140. 122 Heidegger, a.g.e, s. 153. 123 Heidegger, a.g.e, s. 239. 115 116 |316| bilimname düşünce platformu XXX, 2016/1 Varoluş İrrasyonel Midir? hakikatlerin” var olduğunu iddia etmek, yahut Dasein’in fenomenal bakımdan temellendirilmiş “idealitesine” idealize edilmiş mutlak bir özneyi karıştırmak, felsefi sorunsal dairesinden hala daha yeterince radikal biçimde defedilememiş olan Hıristiyan teolojisinin artıklarındandır ve Hegel de bu bakış açısının bir temsilcisidir. 124 Heidegger’e göre, varlığın ancak bilgide ortaya çıktığını sanmak eski felsefenin bir yanılsamasıdır. Hâlbuki varlık daha çok ruh durumlarında ortaya çıkar. Bu ruh durumlarımızı dinlersek yalnız ne olduğumuz değil, ne olmakta olduğumuz da kendini bize açar. 125 Denebilir ki, akıl bu felsefede ortadan kaldırılmamıştır, yalnızca yeni bir biçimde dile getirilmiştir; ancak, varlığın açılması, ortaya konması araçlarında en aşağı yere konmuştur. 126 Heidegger, sürekli olarak kendini varoluşçu felsefeden ayırt eder; zira, kendisinin kişisel varoluş ya da ahlaki unsurlar veya buna benzer insani koşullarla değil, Varlık problemi ile ilgilendiğini söyler. Her şeye rağmen o kaçınılmaz olarak varoluşçular kategorisinde değerlendirilmektedir; çünkü tartıştığı konular ve bunları ele alış biçimi varoluşçu yaklaşımı andırmaktadır. Ayrıca, o, Kierkegaard’dan etkilenmiş ve Sartre’ı da etkilemiştir. 127 Şüpheciliğin ve bilinemezciliğin pek çok formunun hemfikir olduğu nokta, “Varlık nedir?” sorusuna yanıt bulmanın kesin yolunun olmadığıdır. Varoluşçuluk da bir Varlık felsefesidir; bir kanıtlama ve kabullenme felsefesidir; fakat Varlığı rasyonelleştirme ve düşünme girişimini reddeder. Varoluşçu anlayışta varlık, ancak kişisel olarak tecrübe edilebilir. 128 Varoluşçu düşüncenin iddiası kişi kendini şu ya da bu görev ya da kaygılardan kurtarabilir ama varoluşsal kaygı ve uğraşılardan asla kurtaramaz; çünkü insan umut, korku kaygı vb. halleriyle varlığını devam ettirir; dolayısıyla ona nesne muamelesi yapılamaz. 129 Yirminci yüzyılda insan felsefesi çalışmalarıyla tanınan Ernst Cassirer’e göre, insanın doğasını fiziksel nesnelerin doğasını incelediğimiz yolla bulamayız; çünkü fizik nesneleri ancak biz objektif özellikleri yani genel geçer yapıları aracılığıyla betimleyebiliriz; insanın durumu farklıdır. İnsan sadece bilinçliliği aracılığıyla betimlenebilir. Bu yüzden insanı ortaya Heidegger, a.g.e, s. 242. Akarsu, a.g.e, s. 219. 126 Akarsu, a.g.e, s. 221. 127 Blackham, a. g. e, s. 92. 128 Blackham, a. g. e, s. 152. 129 Blackham, a. g. e, s. 94. 124 125 |317| bilimname düşünce platformu XXX, 2016/1 Rıza BAKIŞ koymada ve anlamada doğa filozoflarının ortaya koydukları gözlem ve deney yetersiz kalmaktadır. İnsanı anlama çabası ancak insanlarla doğrudan doğruya ilişki kurularak; insanın iç yüzü kavranabilir. 130 "Varlık ve Hiçlik"de Sartre, “Nesnenin gerçekliğini izlenimsel öznel doluluğu üzerinde, nesnelliğini de varlık olmayan üzerinde temellendirmeye kalkışmak beyhudedir; nesnel asla öznelden çıkmayacaktır; ne aşkın içkinden çıkacaktır ne de varlık varlık olmayandan çıkacaktır.” der. 131 Varoluşçu filozoflar, insan varoluşunu temel aldıkları için, onlara göre, "önemli olan herhangi bir hadiseyi, dıştan objektif ve bilimsel bir şekilde anlatmak değil, onun ferd için taşıdığı anlamı ortaya koymak esastır." 132 İşte bu çerçeve içinde yer alan somut varoluşun dünyası sadece kavramsal çerçevenin içine sokulamaz. Egzistansiyalistlerin iddiası, bilim dünyanın yalnızca görünen yönüyle ilgilenir ve dünya onun için objektif gerçekliktir. Bu gerçekliği Jaspers, “orada olmak”, Sartre “kendinde varlık” olarak tarif eder; fakat kişinin kendi varoluş dünyası farklıdır. Bu dünya gözlem yoluyla ve analitik olarak bilinemez. Varoluşçuların ana meselesi işte bu kişisel varoluş ve onun ahlaki ilgileridir. 133 İngiliz mantıkçı pozitivist okulu, var olmayı ampirik prensipler içinde var olmak olarak gördüğü için, sadece formel mantık problemlerine odaklanmıştır. 134 Kierkegaard’a göre, Aydınlanma tarafından savunulan ve daha sonra da Hegel tarafından Aydınlanmaya karşı ustalık ve kararlılıkla kullanılan bu nesnel bilgi ideali, yapısı itibariyle insan bireyinin ruhani hayatına ya da öznel varoluşuna duyarsız kalmıştır. 135 Ona göre, dinin hakikatleri öznel varoluş alanına girer ve teorik bilginin soyut kategorileri ile kavranamaz. Varoluş, yalnızca öznel ve bir biçimde ya da içeriden bilinebilir. Varoluş problemi Rohde’nin dediği gibi, “tarafsız ve nesnel bir biçimde değil, fakat bütün kişiliğimizle düşünülmelidir.” 136 Nietzsche’ye göre, felsefe Sokrates ve Eflatun’dan beri entelektüalist bir yola girmiş, insanlık içgüdüsünü ve yaşama içgüdüsünü hiçe sayan salt Cassirer, a. g. e, s. 17. Jean Paul Sartre, Varlık ve Hiçlik, Fenomenolojik Ontoloji Denemesi, Çev. T. Ilgaz-G.Ç. Eksen, İthaki Kitap, 6. Baskı, İstanbul 2104, s. 35. 132 Gürsoy Kenan, Ekzistans ve Felsefe Üzerine Görüşler, Akçağ Yayınları, Ankara 1988, s. 22. 133 J. B. Coates ,”Existentialism”, s. 234. 134 J. B. Coates ,”Existentialism”, s. 235. 135 D. West, a.g.e, s.196. 136 D.West, a.g.e, s. 197. 130 131 |318| bilimname düşünce platformu XXX, 2016/1 Varoluş İrrasyonel Midir? akılcı bir bilgiye önem vermiştir. 137 Sartre’a göre, varlık bizim anlığımızda değil ruh durumlarımızda kendini açar. Sözgelimi Sartre’da bulantı, bizi sadece existence olmaya götüren bir şey değil; bütün felsefesinde yol göstericidir. 138 MacIntyre, yukarıda da kendisine bir hayli atıf yaptığımız başta W. Barrett ve diğer düşünürlerin varoluşu rasyonelleştirilemez bir gerçeklik olarak görmelerini eleştirir ve bunu da anlamsız bulur: “Bazı yazarlar-W. Barret-varoluşçuluğu- Aydınlanmaya, dedüktif metafiziğe, marksizme, positivizme karşıt antirasonalist başkaldırının bir parçası olarak karakterize etmek istemiştir. Fakat bu olsa olsa tehlikeli bir girişimdir. Burada şöyle bir paradoks sözkonusu: Sartre’ın toplum felsefesi aydınlanma düşüncesinin bir devamıdır; aynı şekilde ethik’i Anglo-Saxon analitik felsefenin tabiri caizse kuzenidir. Onun son dönem yazıları da Marx çizgisindedir. Ayrıca Kierkegaard’ın kahramanı Sokrates’ti, Jaspers pozitivizmde övgüye değer pek çok şey görür.” Fichte de “Bir insan nasılsa felsefesi de öyledir.” der.” 139 ve o, varoluşçuluğun irrasyonel bir anlayış olarak takdim edilmesine itiraz etmektedir. Açıkça anlaşılmaktadır ki, varoluş rasyonel değildir demek “Varoluş irrasyoneldir”e çıkmaz. Dikkat çekilen husus, varoluşun katı rasyonal bir bakış açısından okunamayacağıdır. Belki şöyle demek yerinde olur: Varoluş ne kadar rasyonel ise o kadar da irrasyonel ya da tersinden ne kadar irrasyonel ise o kadar da rasyoneldir. Bu iki yaklaşımdan birinin doğru olması, diğerinin zorunlu olarak yanlış olmasını gerektirmez Varoluş gözlemlenebilir bir nitelik olması bir yana, aslında akıl açısından asla gösterilemeyecek kadar genel, uzak ve belirsiz bir şeydir. Modern pozitivizmin hareket noktası Kant'ın doktrini olarak görünmektedir. Buna göre, varoluşa kavram muamelesi yapılamaz ve onun hakkında gözleme dayalı kesin herhangi bir hüküm verilemez. Modem felsefedeki yol ayırımı kesinlikle tam da burasıdır. Nietzsche, Hegel’in nesnel idealizmini reddetme ve Kant’ın öznel idealizmini kabul etme konusunda Kirkegaard ile hemfikirdir. Onlar Kant’ın agnostizmini irrasyonalizmle değiştirmiş görünmektedirler. Her ikisi için de felsefe varoluşu düşünemez. Ama Kierkegaard’ın ortaya koyuşuyla varoluş felsefesi düşünmenin alanında değildir. Ona göre, her şeyden önce felsefe Akarsu, a.g.e, s. 130. 138 Akarsu, a.g.e, s. 226. 139 MacIntyre, a. g. e, s. 10. 137 |319| bilimname düşünce platformu XXX, 2016/1 Rıza BAKIŞ varoluştan üstün ya da aşağı değildir. Var olan ve olasılıkların farkında olan her düşünür gerçektir ve gerçeklik onun bireyselliğindedir. 140 Kierkegaard varoluş derken, soyut düşünmeye karşı somut düşünüşü anlamaktadır. İkincisi nesnel düşünceye karşı çıkmaktadır; çünkü o, nesnel düşüncede kişisel tutkunun, sevgi ve nefretin, ilginin, kısaca her içten olan şeyin öldüğüne inanır. 141 Ona göre varoluş, her zaman yalnız ve tektir. Bu yüzden Kierkegaard’da tekil birey evrenselden yüksektir ve mutlakla mutlak bir ilişki içindedir. 142 Varoluş düşüncesindeki bu tekillik vurgusu onu gittikçe abartılmış bir bireyselliğe de götürmüştür. 143 Jaspers, Kant’ın şu sözüne büyük önem atfeder: “İnanca yer açmak için bilgiyi ortadan kaldırmam gerekiyor.” 144 Sonuç Varoluşçu olarak bilinen filozofların felsefeleri kimileri açısından ikna edici görülmeyebilir; ancak onlar çağın şartlarından etkilenmiş ve sonraki kuşaklar üzerinde de derin bir etki bırakmışlardır. Bu etkiler zaman zaman dini boyutta zaman zaman da üst bir gerçeklik düşüncesinden bağımsız tamamen kendi kişisel varoluş çabalarında kendini ortaya koymuştur. Her ne olursa olsun, bugün Nietzsche, Sartre ve Heidegger’in söylemlerinin günümüze, çağımıza yansımalarının olmadığı düşünülemez. Kierkegaard teolojinin süzgecinden geçmiştir ve konuyu öylesine yayar ki, onun izini taşımayan mevcut bir örnek vermek neredeyse imkânsızdır. Sartre’ın Fransız tiyatro ve romanı üzerindeki etkisi derin olmuştur ve metafizik bir edebiyat geliştirmiştir denebilir. Varoluş felsefesinin teması ve tabiatı Batı’da her alana yayılmıştır, büyük değişimler yaratmıştır ve önemli akılları belirleyici bir biçimde etkilemiştir. O halde gerçek şudur ki, MacIntyre ve benzerlerinin söylemleri, varoluşçuları hor görmektedir; fakat sanatta, edebiyatta ve felsefinin bilgi, varlık, din, tarih vb. alanlarındaki tartışmalarda etkilerini azaltmamaktadır. |320| bilimname düşünce platformu XXX, 2016/1 Kierkegaard, gerçekliği tümüyle rasyonel bir sistemin içine hapsetmek isteyen Hegel’in aksine, insan varoluşu için ne rasyonalist, ampirist ne de idealist ve realist bir sistemin olduğunu söylemektedir. Varoluşun, estetik, etik gibi alanlarını tahlil eden Kierkegaard, varoluşun gerçek doğası olan Blackham, a. g. e, s. 33. Akarsu, a.g.e, s. 193. 142 Kierkegaard, Korku ve Titreme, s.129. 143 Akarsu, a.g.e, s. 196. 144 Akarsu, a.g.e, s. 199. 140 141 Varoluş İrrasyonel Midir? somut ve tikelliği yalnızca dini varoluş boyutunda görmektedir. Bunun en açık örneği de İbrahim’in yaşamış olduğu tecrübedir. Varoluşçular, bireyin somut gerçekliğini soyut sistem ve kavramlar içinde görmek/göstermek isteyen anlayışların, insan ben’ini, onun sorununu ve sorumluluğunu, yaşamını ve ölümünü göz ardı ettiğini düşünmektedirler. Varoluşçu düşünceye göre, varoluş her zaman tek ve bireyseldir. Bu görüş bilinç, tin, us ve düşünceye öncelik veren idealizmin de karşıtıdır. Bireyin tekil varoluşunu temel almakla birlikte varoluşçuluk, yalnızca tek bir “ben”in varlığını vurgulayan “tekbenciliğin” (solipsizm) ve bilgi nesnelerinin zihinsel olduğunu vurgulayan epistemolojik idealizmin de karşıtıdır. KAYNAKÇA AKARSU, Bedia, Çağdaş Felsefe Kant’tan Günümüze Felsefe Akımları, İnkılap Kitapevi, İstanbul 1994. ARSLAN, Ahmet, İlkçağ Felsefesi Tarihi 3, Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2. Baskı, İstanbul 2009. BARRETT, William, İrrasyonel İnsan, Çev. Salih Özer, Hece Yayınları, Ankara 2003. BLACKHAM, H. J., Altı Varoluşçu Düşünür, Ter: Ekin Uşşaklı, Dost Kitabevi Yayınları, Ankara 2005. BUBER, Martin, Tanrı Tutulması, Çev. A. Tüzer, Lotus Yayınları, Ankara 2000. BUBER, Martin, Ben ve SEN, Çeviri: İnci Palsay, Kitabiyat, Ankara 2003. CEVİZCİ, Ahmet, Paradigma Felsefe Sözlüğü, Paradigma Yayınları, İstanbul 2002. COATES ,J. B. ,”Existentialism”, Philosophy, Vol. 28, No. 106 (Jul., 1953), pp. 229-238. COLLETTE, J., Varoluşçuluk, Çev. Işık Ergüden, Dost Yayınlan, Ankara 2006. COPLESTON, F., Nihilizm ve Materyalizm, Çev. Deniz Canefe, İdea Yayınevi, İstanbul 1998. FOULQUİE, Paul, Varoluşçunun Varoluşu, Çev. Yakup Şahan, Toplumsal Dönüşüm Yayınları, İstanbul 1998. GARAUDY, Roger, 20. Yüzyıl Biyografisi, Çev. Ahmet Zeki Ünal, Fecr Yayınevi, Ankara 1998. |321| bilimname düşünce platformu XXX, 2016/1 Rıza BAKIŞ GILSON, Etienne, Ortaçağ Felsefesinin Ruhu, Çev. Şamil Öcal, Açılım Kitap, İstanbul 2005. GÜRSOY, Kenan, Ekzistans ve Felsefe Üzerine Görüşler, Akçağ Yayınları, Ankara 1988. HEIDEGGER, Martin, Varlık ve Zaman, Çev. Kaan H. Ökten, Agorakitaplığı, İstanbul 2006. HEGEL, G. F, Hukuk Felsefesinin Prensipleri, Çev. Cenap Karakaya, İstanbul, Sosyal Yayınlar, İstanbul 2004. HIZIR , N., Felsefe Yazıları, Çağdaş Yayınlar, İstanbul 1976. KIERKEGAARD, Soren, Baştan Çıkarıcının Günlüğü, Çev. Süha Sertabiboğlu, Ayrıntı Yayınlan, İstanbul 1996. KIERKEGAARD, Soren, Korku ve Titreme, Çev. İbrahim Kapaklıkaya, Anka Yayınları, İstanbul 2002. KIERKEGAARD, Soren, Ölümcül Hastalık Umutsuzluk, Çev. Mehmet Mukadder Yakupoğlu, Ayrıntı Yayınlan, İstanbul 2001. KIERKEGAARD, Soren, Günlüklerinden ve Makalelerinden Seçmeler, Çev. İbrahim Kapaklıkaya, Anka Yayınları, İstanbul 2005. KIERKEGAARD, Soren, Yaşadığımız Çağ, Çev. Nedim Çatlı, Ayrıntı Yayınlan, İstanbul 1997. KIERKEGAARD, Soren, The Sickness Unto Death, Princeton Press, New Jersey 1941. University KUVANCI, Cenan, Richard Swinburne`e Göre Bilimsel ve Kişisel Açıklama, Yayınevi, Ankara 2012. MACINTYRE, Alasdair, Varoluşçuluk, Çev. Hakkı Hünler, Paradigma Yayınları, İstanbul 2011. MOUNIER, Emmanuel, Varoluş Felsefelerine Giriş, Çev. Serdar Rifat Kırkoğlu, Alan Yayıncılık, İstanbul 1986. |322| bilimname düşünce platformu XXX, 2016/1 MAGİLL, Frank, Egzistansiyalist Felsefesinin Beş Klasiği, Çev. Vehap Mutal, Dergah Yayınları, İstanbul 1992. ÖZCAN, Muttalip, İnsan Felsefesi: İnsanın Neliği Üstüne BirSoruşturma, Bilim ve Sanat Yay, Ankara 2006. ÖZCAN, Hanifi, Epistemolojik Açıdan İman, İfav Yayınları, İstanbul 1992. Varoluş İrrasyonel Midir? RENEAUX, Egzistansiyalizm Üzerine Dersler, Çev. Murtaza Korlaelçi, Erciyes Üniversitesi Yayınlan, Kayseri 1994. SARTRE, J. P., Varoluşçuluk, Çev. Asım Bezirci, Say Yayınları, İstanbul 2003 SARTRE, J. P., Varlık ve Hiçlik, Fenomenolojik Ontoloji Denemesi, Çev. T. IlgazG.Ç. Eksen, İthaki Kitap, 6. Baskı, İstanbul 2014. TAŞDELEN, Vefa, Kierkegaard'da Benlik ve Varoluş, Hece Yayınları, İstanbul 2004. TİMUÇİN, Afşar, Düşünce Tarihi, Bulut Yayınlan, İstanbul 2001. WEST, David, Kıta Avrupası Felsefesine Giriş, Çev. Ahmet Cevizci, Paradigma Yayıncılık, İstanbul 2013. |323| bilimname düşünce platformu XXX, 2016/1