9 Hinduizm Venkatarama Raghavan Hindu Dini Bilgisi ve Kaynaklarına Dair Modern bir isim olan Hinduizm, Hindistan alt kıtasının, çok sayıda edebi kayıtlara dayanan ve onlar tarafından belgenen ana ve en eski dinidir. Diğer birçok dinde olduğu gibi ne hususi bir isme sahiptir ne de kökenini herhangi bireysel bir kurucuya borçludur. Onun bu anonimliği, bir başka şekilde, onun geleneksel isimlerinden biri olup, philosophia perennis/hikmet-i hâlide olarak çevrilebilecek olan Sanâtana dharma terimiyle ifade edilir. Ebedi hakikat ya da hakikatler veya onları idrak edecek yasaları ve yolları, kutsal ilahileri ya da bu hakikatlerin ve öğretilerin vücut bulmuş ifadelerini görmüş oldukları söylenen bir “görücüler” grubu vasıtasıyla ‘vahyedildiler’. Söz konusu görücüler, bu özelliklerinden dolayı, hakikatlerin vizyonunu “gördükleri” ya da onlara “sahip oldukları” için Rşiler; onlar tarafından “işitilmiş” olan bu bilgi topluluğu da Şruti olarak isimlendirilir. Buradaki vurgu, hem betimlemelerin insanüstü, tarihdışı kökene sahip oluşlarına hem de bu dinin temellerinedir. Bu birincil metinler ya da ifadeler, Mantralar, yani meditasyon ürünleri olarak adlandırılırlar. Keza onlar, “zihni kurtarmaya muktedir” olarak da açıklanırlar. Rşi, bu temele uygun olarak Muni, “sessiz düşünen biri” olarak bilinir. Sessizlik, tefekkür, vizyon bütün bunlar, Muni ya da Rşinin hakikati görme sürecinin safhalarıdır. Bu süreç, Tapas olarak adlandırılır. Azla yetinmeye, yeteneklerin içe dönüşüne ve tefekküre dalmaya (âlocana) işaret eder. Eğer bu Rşilerin ve Munilerin hakikatleri ve vizyonları için ilave bir kaynak aranacaksa bu kaynak, bunların hayat nefesleri olarak kendisinden çıktıkları Yüce Varlık olurdu. Hayat-nefesleri, bir yandan onların Yüce Varlık’tan sudur edişlerinin kendiliğindenliğini bildirir; öte yandan ise, onların somutlaştırdıkları hikmet olan, Yüce Varlık’ın özünü yansıtır. Bu biçimiyle söz konusu vizyonlar ve ifadeler, yüce hakikati oluştururlar. Bilgi olarak bu, Veda diye isimlendirilir; Görücüler ve bilgeler yoluyla Yüce Varlık’tan sahih bir gelenek yoluyla iniyor olmalarından dolayı Âgama; bizi yönlendiren ve bizi bir araya toplayan Rabbin emri olarak ise Şastra olarak adlandırılırlar. Bu yüzden böyle şey/ler, Hinduizm’in kurucusu ya da kurucularıdır. Bin yıl boyunca Rşi-görücü ya da Muni-aracı, bu dinin karizmatik aracısı, sürdürücüsü, ilham vericisi ve yayıcısı oldu. Kendi sınıflarından ötekilerle birlikte Vasiştha ve Vişvâmitra gibi Veda görücüleri, epik safhaya hâkim oldular; reformist hareketlerin Budası ve Cinası; farklı yaklaşımlar ya da Darşanalar olarak bilinen felsefi okulların formulasyonlarını ve yorumlarını gören entelektüel safhanın yorumcuları ve istikrara kavuşturanları, yani Şankara gibi Âcaryalar (öğretmenler), bu öğretileri yerel dillerdeki şarkılarla kalabalıklara ileten ortaçağ Tanrı adamları (Sâdhular) (yani, Âlvarlar, Nâyanârslar, Kebîr, Nânak vs.; ayırca Ramakrişna, Vivekânanda, Gândhi, Auronbindo gibi modern düşünce lideleri ve Ramana gibi birkaç geleneksel öğretmen); bunların hepsi, Hinduizm’in kalıcı bu ilk örneğinin, Maha-rşinin suretleridir. Gerçek tanrılar, rollerinde Rşi olarak esas yönlerini; Badarî’deki manastırda kefaret olarak Nârâyanaya ve Kalâsa Dağı üzerinde kefaret olarak Şiva’yla gösterirler. Bunların herbiri bilginin bedenlenmesini ve öğretmen olarak onun naklini temsil ederler. Gördükleri ya da işittikleri şeyin vahiyinin sonrasında görücü onları, “aklında tuttu”, “hatırladı” ve birincil hakikatlerin daha ileri yorumunda mezkûr vahiyleri, Smriti (anımsama) olarak adlandırılan öğretileri birbirini tamamlayan bir yapıda geliştirdi. Manu gibi davranış kuralları; birinde Bhagavad Gitanin bulunduğu destanlar; Vedanta ya da Brâhma Sutralar gibi farklı felsefi yaklaşımların aforizmatik ifadeleri, bunların hepsi Smriti başlığı altında toplanır. Samskara olarak isimlendirilmeye başlanan Hinduizm’in bu temel ve en kadim kutsal metinlerinin dili, Hint-Avrupa ya da Hint-Alman dil ailesinin doğu koludur. Gerçekte, modern zamanlarda Batılı bilim adamları tarafından Hindistan’da Samskrtanın (bu kelimeye bak!!!) keşfidir ki, bu keşif Avrupa, Yunan, Latin, Teutonik, Slovonik vs. dillerin çoğunun akrabalılığın keşfine ve de “Hint-Avrupa diller ailesi” teorisinin formülasyonuna götürdü. Hinduizm’in kendisinden bir kol olarak ayrıldığı batıya en yakın komşu ya da kızkadeş dil, Eski Persçe’dir. Persçe ve Hintçe metinler, bu yüzden, ortak ve diğerlerine gör çok yakın ilişkiye sahiptir. Yukarıdakilerden, Hindistan’ın kuzey batısının, bu dinin ilk evi olduğu ortaya çıkar (Harita 9). Bu literatürün en eskisi olan Rigveda ilahilerindeki farklı kronolojik safhalar ve coğrafi alanların, onların oluşum dönemleri ve mekânları olduğu bilinir. Kendilerine gönderme yapılan nehirler, özellikle, yedi nehir bölgesine işaret ederler (Kabil, İndus ve Pencab’ın beş nehri). Bu bölge, Afganistan ve Keşmir’den doğuda Sarayû’ya kadar uzanan ve Rşilerin, onların Mantralarının ve dinin en eski ikamet bölgesidir. Bu dinin sonraki büyük uzanımı, Ganj bölgesi üzerinde olmuştur. Sutlej ve Jamnu arasındaki bu bölge, Hinduizm’in yayıldığı bölgedir ve buradan Hindistan alt kıtasının geri kalanına ulaşmıştır. Bu yüzden de o, Brahmâvarta olarak adlandırılır (Manu II/17). Hinduizm, Hindistan’ın geri kalanına ondan sonra yayılır. Rşiler ve onların takipçileri, Ârya (“seçkin”) olarak bilinmeye başladılar. Ârya, aynı zamanda, sakramentler vasıtasıyla bir arınmaya maruz kalarak konuşması kadar davranışı da, açık bir arınmayı gösterdiği için Şişta (“disipline edilmiş”) olarak da isimlendirilir. Bu cihetten bir Ârya, ne sistematik bir hayat ve davranış şeması ne de konuşmanın düzenlenmiş bir normu altına girmemiş/konulmamış mlecchaya (“karışık”) zıttır. Bu da bizi, bu ülkenin daha önceki sakinlerinin, bütün nüfusun yaklaşık beşte birini oluşturan ve dilleri ve soyları -özellikle oldukça gelişmiş bir şekilde olan Dravidianlarınki- bu güne kadar da devam eden Mundalar ve Dravidianlar meselesine getirir. Onlar üzerinde, Sanskrit, dini ve kültürü, birlikte yaşanan yüzyıllar sayesinde, geniş bir etki icra etti. Rigveda, Âryan dinin ve kültürünün en erken kaydı olup; bir kısmı kendilerinin hayat, konuşma ve ibadet tarzından olmayan ve Dâsas ve Dasyu olarak isimlendirilen halklarla, birkaç çatışma ve savaşa gönderme yapar. Bunlar açıkça, Rigveda dönemi halkın yayıldığı bu alanın daha eski sakinlerinın olduğuna işare ederler. Söz konusu halkın daha ileri bölgelere yayılmalarıyla birlikte bu eski sakinler boyun eğdirildiler ya da genel örnekte olduğu gibi, kültürleşme yoluyla asimile edildiler. Lenguistik olarak Hindistan’ın bu dört dil ailesinden Avusturya-Asya Assam Khâsis ve merkezi ve doğu Hindistan’ın Mundalar (Kollar) grupları, merkezi Hindistan’ın güney ve belli parçaları, Hint-Avrupai ya da Âryan dilleri dışındaki önemli dilleri teşkil eden Dravidian gruplar. Avusturya kökenli katman, bazı alanlarda Dravidianlar tarafından üzeri örtüldü. Bunların her ikisi de, Âryan-Sanskrit konuşma ve kültürünün sentezleyici etkisi altına girmekle bu temas, birlikte yaşama ve yüzyıllar boyunca süren sentez süreci, Sanskrit gelenek tarafından konuşma, din ve adetlerde Munda ve Dravidan unsurların asimilasyonuyla karakterize edildiler. Dravidianlar adına, Harappa ve Mohenjo-Daro’nun İndus Vadisi yerleşim yerlerinde ortaya çıkartılan insan ürünü eşyalar, Veda öncesi gelişmiş bir medeniyetin ve şehirlerinin Âryanlar tarafından yok edildiğini gösterdiği iddia edildi. Bu medeniyet, genel olarak, Dravidian medeniyet olarak kabul edildi. Buluntuların bu yorumlardan hiçbiri, bütünüyle ispat ya da kabul edilmedi. Söz konusu buluntularda bulunan yazılar, deşifre edilmeyi beklemektedir. Bu medeniyetin ortadan kalkmasının sorumlusu olarak istila ve öldürme teorisi, geçersiz kılındı1 ve yukarıda zikredilen yerleşim yerlerinin dışındaki alanlarda yapılan ilave kazılar, bu kültürden el ürünlerini ifşa eden katmanları ortaya çıkardı. İndus Vadisi’den buluntular arasında, görünüşe göre riyazet halinde, bağdaş kurmuş olarak oturan bir şahıs bulunur ve onun bir Yogin olarak Şiva’yı temsil ettiği kabul edilir. Bundan hareketle de, Şiva ibadetinin ve Yoga uygulamasının Âryan kökenli olmayıp Vedalar öncesi olduğu farz edildi. Bazıları, Rigveda tarafından desteklenmeyen kast, din adamlığı, fallik kültü ve kirlilik uygulamaları gibi Hinduizm’in istenilmeyen bazı özelliklerinin Harappa medeniyetinin mirasları olduğunu teklif edecek kadar ileri gittiler. Bu yazının ve kültürel malzemenin yorumcuları da bütün bunları, daha önceden bütün ülkede evrilmeye başlamış olan Veda sonrası karma kültürün önemli bir parçası olarak kabul etmeyi istemiyorlardı. Önde gelen Dravidian grup, Sanskritçe’nin yanı sıra en eski edebiyata sahip olan Tamil, en eski şiiler ve gramerlerinde Sanskritçe’nin dil, edebiyat ve özellikle Veda kurbanlarını icra eden Tamil krallarınınki olmak üzere, dini uygulamalar üzerindeki etkisini gösterir. Bütünüyle Hintli Brahmî yazısıyla yazılmış ve yaklaşık m.ö. ikinci yüzyılla tarihlenmiş olan en eski yazıtları bile, Prâkrti kelimelerin ilavesini gösterir. Bu tarihsel ve coğrafi sürece dair bir başka fenomene de dikkat çekilebilir. Bu kültür ve onun taşıyıcıları, şu ya da bu sebepten dolayı doğuya ve güneye doğru ilerlerken geride bıraktıklar alanlar, bazen kültürel olarak daha zayıf hale geldiler. Bu, daha önceki safhalarında, tekrar Mleccha ülkesine dönerek yanlış kullanılmaya başlayan uzak kuzey batı hakkında da doğrudur. Sonraki tarihsel zamanlarda Kuzey Hindistan, dışarıdan kültürel örüntüler tarafından sık sık istila edildiği ve söz konusu örüntüler eski kültürün üzerini örtüğünde Güney Hindistan, burada sığınak bulan yerli, ortodoks ya da eskiye ait bozulmamış kültürün bir cenneti haline geldi. Bundan dolayı da, Pallava (ms. altıncı yüzyıl-850), Kola’da (ms. 850-1200), Vijayanagara’da (ms. 1336’dan bu yana) ve modern zamanlarda dinde, felsefede ve sanatlardaki rönesans güneyde ortaya çıkmıştır. Yukarıda gönderme yapılan yerel halkların tanrıları, tanrıçaları ve dini uygulamalarının asimilasyonu devam etti ve bu durum en iyi şekilde, Puranalar olarak isimlendirilen dini kitaplarda yankısını bulur. Bölgesel ilahlar, ana tanrılara Âryan pantheonundaki nitelikler gibilerini büyük ilahlara çektiler (get attracted) s. 73 ve bu asimilasyon en iyi şekilde, 1 Bkz. mesela, G. F. Dales, “The Mythical Massacre at Mohenjo-daro”, Expedition, vol. 6. No.3 (1964), 36-43. Büyük Ana Tanrıça’da2 birbirine karışan dişil ilahların birçok şekli ve ismiyle ortaya konulur. Evvelce destanlar özellikle de Mahâbharata, halk tarafından hac edilen ülkenin her tarafına yayılmış olan kutsal yerleri tasvir etmişti. Keza bu kültürün yayılması, destan kahramanları, tanrılar, yarı tanrılar, tepeler, nehirler, ormanlar ve bütün ülkede mabet yerleri haline gelen hususi yerlerin birleşimiyle takdis edilmiş olan bu kutsal yerlerin gittikçe artan kabulünde ve özümsenmesinde görülür. Bu şekilde Himalayalardaki Kailâsa ve Badarinâth yarım adanın kuzey ucundaki Râmeşvaram ve Kanyâkumâri’ye ve doğuda Assam’daki Kâmakhyâ’dan batıdaki Kathiawar’daki Somanâth’ya kadar bütün ülke, kutsanmış bir vatan haline geldi (Harita 10). Onlarn içerdikleri din, felsefe, sosyoloji ve hayat tarzına bugün modern Hinduizm kelimesiyle gönderme yapılır. Bu kelime, bu halka işaret etmek için kullanılan Hindu kelimesinden türer. India isminin kaynağı olan Hindu, yerli bir isim değildir. O, yabancıların bu ülkenin batı ve kuzeybatısına kendisiyle gönderme yaptıkları bir isim olup, onların öğrenmeye başladıkları en yakın büyük fiziki özelliğe yani, Indus Nehrine (Sanskirtçe: Sindhu, Persliler tarafından Hindu olarak telaffuz edilir) dayandırılır. Bu bölgesel genişlemenin daha geniş coğrafi bir ismi, Jambûdvîpa’dır ve çok daha kesini ise hala geçerli bir isim olan, Bhârata-varsa ya da Bhâratatır. Bu isim, Veda zamanının önde gelen bir kabilesi olan Bharatas ya da onun Bharata isimli yöneticilerinin birinden kaynaklanır. Bazen tarihçiler kendi dönemleştirme şemalarında Veda dini için -yanlışlıkla Brahmanizm olarak adlandırılan- ayrı bir safha belirler ve bu Hinduizm ismini, alt kıtada bu kültürün yayılması ve onun takviyesi süresinde bu dinin evrilmiş hali olan Vedalar sonrası biçimine verirler. Ancak bu tür bir ayırım, ihtiyatlı bir şekilde yapılmalıdır. Esas dini ya da felsefi inancı oluşturan ve hala öyle olmayı sürdüren şeyi Veda düşüncesine kadar gider; bu düşünceye karışmış olan biçimler ya da ayrıntılar, kendilerini temel düşünce örüntüsüne uydurdular; onu tahrif ya da yok etmediler. Vurgu ya da dışa yönelik ifadedeki kaymalarla zaman zaman değişmeyen deruni hakikati belirsiz hale getirmiş olsalar da. Bu yolladır ki, mekân-zaman yönü itibariyle bugüne kadar Hinduizm’in en önde gelen niteliği, farklılıkta birliğin, farklılığın ve sentezin, bir Hakikatin ve onun çeşitli biçimlerinin ve farklı yaklaşımların uyumunun en aydınlatıcı örneği olmasıydı. Bütün düşünce okulları, Vedik temeli iddia ettiler ve bununla da, Budizim ve Cayinizm’e karşı kesintisiz geleneğe ve ortodoksiye yönelik iddialarını meşrulaştırdılar. 2 Bkz. Venkatarama Raghvan, “Variety and Integration in the Pattern of Indian Culture”, Far Eastern Quarterly, vol. 15, No. 5 (1955-56), 497-505. Doğuş/Genesis Vedalar3 Rigveda, Hinduizm’in en eski kutsal metni, keza, bizim sahip olduğumuz, varlığını devam ettiren Hint-Avrupa literatürünün en eski ve en yoğununu temsil eder. Onun çağı, hala tartışılıyor. Astronomik gerekçelerle bazı kısımlarının, yaklaşık m.ö. 4500’e ait olduğu gösterildi. Eleştirel metin delili, mö. 2000-2500’e işaret etmektedir. Mö. 14. ve 16. yüzyıllara ait arkeolojik kanıtı, Anadolu’daki Boğazköy’de bulundu. Bu kanıt, Hititlerin ve Mittannilerin, Rigveda’da yer alan tanrılara, Indra, Mitra, Varuna ve aralarındaki bir antlaşmada Nâsatyau’ya dua etmiş olduklarını gösterir. Birkaç yüzyıl önce Kassitler, Rigveda’da bulunan güneş ilahı Sûryayı biliyorlardı. Bunlar da, dini bir mirasın bütün bu halklar ve Hindistan’ın Âryaları için ortak olduğunu ortaya koyar. Zerdüşt öncesi Pers tanrıları ve dini, Rigveda’ya has tanrılar ve din, hemen hemen özdeşti. Kurban kurumu, Yajna (Yasna); kutsal içecek, Soma (Homa); rahipler Hotar (Zoatar) ve Atharvan; ilahlar, Indra, Varuna, Mitra vs.; ahlaki düzen Rta, toplam tanrıların sayısının otuz olması ve kuramsal erginlenme (Upayanam), bütün bunlar eski Pers ve Veda dini için ortaktır. Gerçekte at olan en büyük Veda kurbanı (Aşvemedha); kurbanla ilgili görevlerin tesisi (Yûpas); ve toplumun üçlü biçimde, eğitimli rahip, savaşan muharip ve genel olarak halk olarak gruplandırılması (Brahma, Kşatra ve Viş). Bütün bunlar, Hint-Avrupa halkları, Romalılar, Keltler vs. arasında yaygındır. Birçok okulun (Şâkhâlar), hem metinler hem de ritüel ve uygulamalara atıfla birlikte yaygınlıkları Vedalar literatürünün öne çıkan niteliğidir. Bunların birçoğu kaybolmuş olmalı. Varlığını devam ettirenler, Rigveda Samhita (derleme) olarak bir araya getirildi, şimdi yalnızca tek bir okulda, Şâkalada muhafaza ediliyorlar. Bu derleme, on kitap halinde tasnif edilen, 1.028 ilahiden oluşur. En eskisi II-VII arası bölümler olan bu kitaplar, hususi Görücü ailelerinin derlemeleridir: Tek bütün bir kitap (IX), Somaya dair ilahileri bir araya getirir. Onuncu kitap, muhtelif ve daha sonra olmakla birlikte felsefi, toplumsal ve popüler ilgiye yönelik çok fazla ilahiye sahip olma bakımından nev-i şahsına münhasır bir karakter arz eder. Bütün bu ilahiler, dizeler halinde ve şiirsel tarzdadırlar; onların yazarları, daha sonra Sanskrit şairlerinin kendisiyle tanınmaya başlayacakları Kavis olarak adlandırılır. Bu ilahiler açıkça kurbansal bir ortamı gösterseler de, muhtemelen, farklı tanrılara derinden saygı ve sevgi gösteren saf dualar şeklinde olmak üzere, benzer bir edebi geleneğe sahiptiler. 3 Hinduizm’in temelini oluşturan metinlerin temsil edici seçimleri ve tercümeleri için bkz. Venkatarama Ragvahan, The Indian Heritage, The Indian Institute of World Culture, 2nd. Ed., Bangalore 1958. TANRILAR KİMLİKLERİ Rigveda görücülerinin kendilerini övdükleri ve kendilerine dua ettikleri tanrılar, otuz üç tanedir ve tabiat güçlerinin ya da fenomenlerinin kişileştirilmiş halleridir. Onlar üç sınıfa ayrılır: Yeryüzü tanrıları, Agni (ateş) gibi; atmosfer tanrıları ındra ve Marutlar (‘rüzgarlar’) gibi ve gökyüzü tanrıları Surya (“güneş”) gibi. Doğal özellikleri dışında, aydınlık, güç ve merhamet, onların en öne çıkan nitelikleridir. Evde Agni, en yakın ve en dost canlısı tanrıdır. O, bütün kurbanları alır ve onları öteki tanrılara iletir. Bu yüzden ateş ibadeti, birincildir ve Hindu için şimdiye kadar devam etmektedir. Doğumdan ölüme onun bütün ayinleri, Ateş’te ve onun önünde yapılır. Ateş ayininden sonra tanrılara öteki takdimler ve Soma diye adlandırılan üzüm suyundan yapılan canlandırıcı içeceğin dindarlar tarafından paylaşılması gelir. Bu Soma, birçok ilahide övülür ve tanrılara ölümsüzlük bahşettiği ve onları tanrılığa yükselttiği söylenir. Soma, Hindu ibadetinde devam etmedi, ancak ibadet edenin ilahi nimet olarak paylaştığı farklı türden yiyecek ve içecek, ister evde isterse de mabette olsun, Hindu ibadetinin temel bir parçasıdır. Rigveda’nın diğerlerine nazaran açık ara, en çok müracaat edilen ve en büyük tanrısı, her yerde hazır bulunan tezahürleri ve çarpıcı güçleriyle sahneye hâkim olan Indra’ydı. O, gök gürültüsünün ve yağmurun kişileştirilmiş halidir ve karanlık bulutlar şeytanını mahveden ve besleyici suları serbest bırakandır. Parlak şahsiyeti ve muzafferâne serüvenleriyle, parıltılı ve hızlı arabasıyla bir Âryan kahramanı örneğini oluşturur. Yüce rüzgârlar ve gök gürültülü fırtınalar olan Marutlar, Indra ile yakından ilişkilidirler. Bu Marutlardan Rudra, iyileştirme ve bereketlendirme kadar hastalık getirme güçleriyle donatılmış Rab ya da ata. Rudra’nın artan önemi, Yacurveda’da Şiva olarak görünür. Burada bütün bölüm, her şeyi temsil eden tanrı olarak onun övgüsüne hasredilir. Rudra-Şiva, bütün Hindistan’da Hindular tarafından ibadet edilen tanrının üç ana biçiminden biri olarak devam eder. Tanrıların bir sonraki önemli grubu, güneş tanrılarıdır. Bunlardan Mitra, insanları bir araya getiren ve sadakatin ve antlaşmaların tanrısıdır. Pûşan, yolların Efendisidir. Vivasvat, yükselen güneştir. “Âdityalar" olarak isimlendirilen, daha sonra ayrı ayrı isimlerle on iki olarak sayılan bir grup, yılın on iki ayını yönettiler. Aşvinler, iki şafak ve aynı zamanda genç göksel doktorlar, en güzel şiirlerin bir kısmını iddia eden Usaş ya da Şafak; Sûrya, Savitar ve Vişnu, önde gelen üç güneş tanrısı. Brahman’ın günde üç kez, şafakta, öğlende ve akşam tekrarladığı ve bütün ilahların Mantralarının ilk örneği olan en kutsal ve etkili dua (Mantra), güneş ilahı Savitar’a hitap eder. Göğe hâkim olan güneş Vişnu, Nârayana gibi öteki ilahlarla ve daha sonra Krişna ile Rudra-Şiva gibi bütün Hindistan’daki Vişnuculuğun farklı okullarına mensup insanların ikinci en geniş kısmının ibadet nesnesi haline gelmek için birleşirler. Sulardan Parjanya (“yağmur”), Nadis (“nehirler”) ve Âpasa'ya (“gerçek sular”), ibadet edilir. Kutsal nehirlerde banyo yapmak, Hindu haccının esas parçasıdır. Hindular suyu¸ arındırıcı ve gençleştirici olarak kabul ederler. Bu yüzdendir ki, banyosuz ya da su serpme veya yudumlamayla temizlenilmeyen hiçbir Hindu dini eylemi yoktur. Yeryüzü ve gökyüzüne, birlikte Dyâvâ-Prthivî, anne ve baba olarak saygı gösterilir. Brhaspati ya da Brahmaspati, duaların Efendisidir; Tvaştr, göksel mimardir; Vişvakarman ya da Prajapati, her şeyin babasıdır; Hiranyagarbha, tohum ve yaratıcıdır. Aditi, tanrıça, her şeydir, gök ve yeryüzü, baba ve oğul, şimdi olan ya da olacak olan her şey (I/89). Entelektüel doğanın birçok tanrıçasına tapınılır; Vâk (“konuşma”), bu sınıfı yönetir. Şraddhâ (“inanç”), önemlidir ve bütün ibadetlerin ve ayinlerin zorunlu bir tamamlayıcısı olarak sürdürülür. Evin koruyucu ilahına, Vâstoşpati ve aynı zamanda Kşetresya Pati şeklinde arazinin ilahı olarak tapınılır. Rigveda’da bulunan sonradan ilave edilen tamamlayıcı bir ilahide, Agni’ye (“Ateş”) bolluk, bereket, saadet ve güzellik (Şrî) verdiği için dua edilir. Bu ilahi, Şrîsûkta daha sonra, hala devam ettirdiği büyük bir önem kazandı ve tanrıça Şrî (Lakşimî), Vişnu’nun karısı haline geldi. Batı antik rahiplerine ve bilgelerine de, tapınılır; bazı gruplarda atalardan (Pitaralar), söz edilir; atalara tapınma, Hinduizm’in bir parçası halinde geldi ve her Hindu’dan yeni ay, yeni yıl, gündönümleri, güneş tutulmaları vs. günlerinde kendi atalarına libasyanlar (tarpana) sunmaları beklenir. Keza, onların ölüm tarihlerinde (Şrâddha) yiyecek takdim etmeleri istenir. Hayvanlardan at, güneşi sembolize eder. Bütün Hindistan’da saygı gösterilen inek (Go), bereket/bolluk tanrıçası, Veda betimlemelerinde ve imgeleminde çok rol oynar. Keza, daha sonra büyük tanrının, Şivanın vasıtası haline gelen boğa da çok önemli bir rol oynar. Kuşlar bile, tanrısal sembolizmin bir parçasını teşkil ederler. Rigveda’nın şeytani dünyası, sonraki zamanlarda olduğu kadar dolu değildir; karanlık, suları alıkoyan ve Indra’nın öldürdüğü Vrtra (“kapsamak/örtmek” kökünden), önde gelen kötü güçtür. Râkşasalar, kurbanın düşmanıdırlar ve bir sınıf insandırlar. Köken olarak büyük Tanrı, Asura’nın, zamanla, Pers ve Hindistan arasındaki Zerdüşt sonrası düşmanlık sebebiyle derecesi düştü. Daha sonra Vedilar, bütün destanlar ve Purânalar boyunca Asura ve Deva, zıt, şeytani ve tanrısal güçler olarak önemli rol oynadılar. TANRILARIN İŞLEVLERİ Rigveda’ya özgü Tanrı anlayışı, tam ifadesini X/121’de bulur: “Onun varlığının her şeyin ilki ve kaynağı, dayanağı ve efendisi; İçkin varlık ve her şeyin hayatı ve dayanağı; diğer tanrıların kendisine boyun eğdiği egemen/hükümran Tanrı ve insanlığın devamı için kurbanları ve bütün hakiki yasaları ilan eden olması”. İlahlarına yönelik dualarında görücüler, birini ötekine yaklaştıran hissin her yönünü ve çeşitliliğini sergiler; öyleki, dindarlığın bütün ruhi durumları ve baba, anne, kardeş, dost, efendi ve seven şeklindeki Tanrı anlayışları bu ilahilerde çoktandır görünür. Her ilah, çekirdek, ayırt edici bir karaktere sahip olmakla birlikte, görücüler kendi ilahlarını bütün ilahlar için ortak ilahi nitelikler grubuyla tasvir ettiler. Görücünün övdüğü her ilah, onun için yüceydi. Bu, henoteizm ya da kathenotheizm ve Bhaktinin daha sonraki çağlarında gözde ilah (“Iştadevata”) inancı olarak adlandırılan bir tutumdu. Bu görücüler de sıklıkla, Indra-Agni, Indra-Vişnu, Mitra-Varuna vs. gibi iki ilahı birleştirdiler. Tanrı Prâjapati (Varlıkların Efendisi) ve Tanrıça Aditi’ye (I/89) evrensel terimlerle dua edilir (X/121) ve daha öncekine hitap eden ilahiler, ilaha bir isim vermeksizin evrensel Tanrı’yla ilişkilendirebilecek olan sıfatları ona atfederler. Bu eğilim, iki dizede şairin empatik bir ilanında kemâle ulaşır (I/164, 46 ve X/114, 5): “Bilge Indra, Mitra, Varuna, Agni, Suparna, Mâtarişvan olarak isimlendirerek Tek Hakikatten farklı şekillerde söz eder”. Bu daha sonra Upanişadlar tarafından öğretilen birliğe çok yakındır. Bu yüzden Rigveda’da, politeizmden monoteizme ve panteizme doğru bir ilerleme açıkça görülür. Düşüncedeki ilave bir ilerlemeye, dikkat çekilmeli. X/90’da evren, kurban edildiği söylenen tek kozmik bir aşkın varlığın (Puruşa) parçalanmasıyla doğmuş olarak betimlenir. Ondan, zaman ve mevsimler, hayvanlar ve kuşlar, gerçek kutsal yazılar (Vedalar), insanlığın dört sınıfı, gök ve yeryüzü vs. doğdu. Bu yaratılış anlayışına birkaç benzerlik, Avrupa’nın HintAvrupalıları arasında bulundu. Yukarıda zikredilenlerin yanı sıra keza, Tanrı’nın ilk olarak bir dişil ilke yarattığı ve sonra mahlûkun ortaya çıktığı söylenir. Aynı düşünce bu iki şekilde Upanişadlarda da vukuu bulur ve daha sonraki din ve düşünce okullarında varlığını devam ettirir. X/72, 2-6’da bir demirci gibi Brahmanaspati, evrene biçim verdi: Var olmayandan varlık ortaya çıktı ve sonra dört taraf, yeryüzü, tanrılar vs. Çok daha derin olan X/129’dur. Burada şair, yaratılış gizemine işaret eder: “Başlangıçta, ne varlık ne de yokluk, ne dünyalar, gökyüzü ne de ötede bir şey yoktu; ne ölüm ne de ölümsüzlük; ne gece ne de gündüz; kendi gücüyle havasız nefes alan Bir vardı ve kendi tefekkür gücüyle mahlûk haline geldi. Arzu, zihnin ilk tohumu, varlığın yokluktaki rabıta noktası, Varlıkla karşılaştı… Bu mahlûk oradan geldi. Onu yukarıdan gözetleyen, bilir ya da bilmez”. Bu yüzden tanrıları teskin etmek için kurban ve öteki ayin eylemlerinin icrasıyla, onlara dualarla ve her şeyin kökenini ve birliğini kendisinde bulduğu bir kozmik ya da Yüce Varlık hakkındaki bilinçle Rigveda, klasik Hinduizm’in üç yolunun tohumlarını kendinde barındırdı: Eylem (Karman), Adanma (Bhakti) ve Bilgi (Cnâna). İNSAN AHLAK Günahların ve aldatmaların cezalandırılması, Rigved’ya göre tanrıların ayrıcalığıdır. Ahlakın en büyük koruyucusu, gizlediklerinde bile kişilerin davranışlarını gözeten günahkârları kuşatan ve onları cezalandıran Varuna’dır. Görücü, Varuna’ya kendisini ilahi yasaları yerine getirmedeki başarısızlığın günahından koruması için dua etti (I/25, 1-3; VII/89, 12). Borçların ödenmemesi, büyük bir günah sayıldı. Rigveda’nın Hindu ahlak düşüncesine katkıda bulunduğu üç önemli kelime, Rta, Sutya ve Dharmadır. Tabiatın kendisinde hareket ettiği düzenli tarz olan ve “gitmek” anlamına gelen Rta, “ahlaki düzen” manasına gelmeye başladı. Bu ahlaki düzenin gözetilmesi, tabiatı insana faydalı kıldı (I/90). Rtanın zıttı, Anrta, yanlıştır. Satya, bütün görünüşleriyle Hakikattir ve Dharma, insanlığın yaşamasını sağlayan yasalar ve dini törenlerdir. Bunlardan Rta, Sutya’da soğuruldu ve Satya ve Dharma, Hinduizm’in iki anahtar kelimesi haline geldi. Dharma, bir kimsenin görevinin yanısıra, doğru olan ve bir kimse ve başkası için uygun ya faydalı olan, gerçekte ise din adı altında yer alan her şeyi kapsar; öyle ki, insanlar Hinduizm’i Hindu Dharma olarak isimlendirebilirler. Tanrı, Rama-enkarnasyonunda olduğu gibi yeryüzündeki yaşamında Dharmayı tecessüm ettirmek ve örnekleyerek zaman zaman kendisine enkerna etmesi, Dharmayı (“iyi”) diriltmek ve A-dharmayı (“kötü”) bastırmak içindir. Rigveda’nın son kitabı (X/14, 18), ölülerin yakılarak ortadan kaldırılmasından ve definden söz eder. Hayat, Âsu olarak tanımlanır. Onun ayrılması üzerine esprit ya da ruh (Manas daha sonra Âtman), cennete gider ve göreceğimiz üzere, yeniden doğar. Cennet, yukarıda yüce göklerde, bir ışık ve mutluluk ikametgâhıdır ve bu, tövbe (Tapas) edenlere ve cömertlere ve keza, savaşarak ölen kahramanlara vaat edilir. Cennette, ruhlar (atalar), kendi efendileri, Yama ile birlikte kalırlar. TOPLUM VE SANATLAR Toplumsal işaretler de Rigveda’da bulunacaktır. Bu son kitap, Surya’nın (bakire güneş) Soma (X/85) ile evliliğine dair bir ilahiye sahiptir ve onun Mantraları hala Hindu ailesinin merkezi sakramentinde, evlilikte kullanılır. Hediyeler, cömertlik ve yiyecek takdimeleri, birkaç ilahide övülür. Araba yarışı, önde gelen bir eğlencedir. Kumar, yaygın bir oyundu ve onun kötülüklerine, bir ilahide işaret edilir (X/34). Zar atma, Âryanların bir takıntısıydı ve onun kardeş katline ve ulusal yıkıma nasıl götürdüğü, büyük destan Mahâbhârata tarafından örnekleriyle anlatılır. Halıcılılar ve doktorlar gibi meslekler ve tarım ve inek bakımı gibi meşguliyetler zikredilir. Araba yapımı, oldukça övülen bir sanattır, görücüler ilahi oluşturmalarını onlarla karşılaştırırlar; bu yüzden de, ilahi örmeyi, kumaş örmekle karşılaştırılır. Yacurveda, krallık, siyasi kurumlar, farklı türden devlet görevlileri, organize meslek grupları ve genel olarak da Aryan cemiyetinin çerçevesindeki toplumsal uyum enstrümanlarının işaretlerini verir. Atharva Veda’nın Hindistan’ın tıbbi tarihine yönelik öneminin yanı sıra, bu Veda’nın ilahilerinin en önemli bölümleri, insanlığın onda birlikte dostluk içinde yaşaması için yeterince geniş ve zengin olan ve büyük Hakikat, katı ahlaki düzen, adanma, tövbe ve manevi hikmet tarafından sürdürülen Toprak Ana (XII/11) üzerine olan uzun ilahi ve Brahman (Büyük, X/3), Ucchista (geride kalan, XI/7) ve Stambha (Büyük Direk, X/7) gibi farklı şekillerde adlandırılan Yüce (soyut) Varlık’a dair olan ilahidir. Farklı mevkilerde görev yapan görücüler ve şairler, bulmacalar ve dini meseleler (Brahmodyalar) hakkında tartışmalar hazırlamak gibi edebi egzersizler yapmaktan zevk alırlardı. Musiki sanatları, ses ve flüt, ud ve davul ve dans sevgisi yaygındı. Dini kurban, sesli ve enstrümental müziği içermekteydi. Udgâtarlar (“şarkıcılar”) olarak adlandırılan hususi bir rahipler grubu tarafından kurbanlarda söylenmek üzere Rigveda’dan ilahiler bestelendi. Rksnin bu musiki sürümleri, “müzik” anlamına gelen Sâman olarak adlandırılan ikinci Vedayı oluşturur. Aynı zamanda dini ibadet, tefekkür ve manevi uyum için bir yardım olan sanat felsefesi olarak da Hint müzik sanatı Sâma Veda’dan kaynaklanır. KÜLT Üçüncü Veda, “kurban” anlamına gelen, birkaç düzeltilmiş metni günümüze kadar gelen Yacus’dur. En iyi bilinen Krşna ve Şukla Yacus’tur (“siyah” ve “beyaz”). Birincisi kurban ifâdeleriyle karışmıştır; ikincisi, nispeten bu tür ifadelerden aridir. Yacus’un dize kısımları, Rigveda’dandır. Rigveda, kurbana (Yâjna), onun çeşitli unsurlarına ve farklı eylemlerle kurbanı icra eden çeşitli büyük ve küçük rahiplere atıflarla doludur. Ancak, Yacur Veda’da ki, sayıları, doğaları, maksatları ve sembolizmleriyle kurbanın resmi, açıkça ortaya çıkar. Vedalar, ne tanrı heykeli ne de mabet tanır; kurbanlar, hususi salonlarda ya da kulübelerde icra edildiler ve altarlar ve kurbanla ilgili direkler, tanrıların bizatihi hazır bulunmaları için çağrıldıkları yerin üzerine yayılmış kutsal otlu hususi mekânlar vardır. Ateş en önemlisidir ve takdimeler, ona yapılır; kurban edilecek hayvanlar, direklere bağlanırlar. Kurbanlar rahipler tarafından bir birey adına (Yacmâna), hemen hemen her zaman bir kral ancak muhtemelen de varlıklı bir Brahman adına üstlenilir. Bu kurbanlar, mecburi ya da hususi arzular içindir. Onlar günlük, dönemsel olarak ya da uzun bir süre için gerçekleştirilir. Her bir ev, üç ateşi devam ettirir: Şimdi bile belli Ortodoks Pandit ailelerde sürdürülen günlük ateş-ayini, Agnihotra; hilal ve dolunayla ilgili iki haftada bir yapılan ayinler; ataların onuruna yapılan ayinler. Bunlara mukabil, üç dört aylık ayinler vardır. Ayrıntılı bir ayin, Agnicayana, ateş altarının bir kuş biçimindeki muazzam tuğla yığınıyla yükseltilmesi şeklinde gerçekleştirilir. İki sembolik önemli kurban, birincisi, Rigveda’daki yaratmak maksadıyla kurban edilen Yüce Varlık’a dair kozmoganik ilahiyi hatırlatan Puruşa’nın (insan) sembolik olarak kurban edilmesidir; ikincisi, ilahın Yüce Varlık ve icra edici olan, Tanrı’nın evrensel mevcudiyetini idrak eden ve sahip olduğu her şeyi bağışlayan Sarvamedhadır. Kralın takdis edilmesi, Râjasûya kurbanıyla yapılır ve onun hâkimiyeti, at kurbanı, en büyük kurban Aşvemedha ile kutlanır. Bu kurbanlar, Rigvedya ait dualar, Saman-söylemeyle, ud müziği, edebi ve felsefi tartışmalarla, yoğun beslenme ve hediyelerle, çok etkileyici icralardır. Kurbanın sonunda, toplumsal, ulusal ve evrensel refah ve barışa yönelik dualar edilir. Brâhmanalar Veda düşüncesinin sonraki safhası, Veda’larda zikredilen ilahiler, kurban ve ayinler üzerine yapılan yorum, ayrıntılandırma ve methiyelerden oluşan nesir yorumlardır. Bunlar, “Brahman’la ilgili” anlamına gelen Brâhmanalar olarak isimlendirilen metinlerdir. Yorum metodu, emredilmiş bir şeyin ya da iyinin yapılmasına ve arzulanmayan bir şeyin yasaklanmasına yönelik emrin ilkelerini içerir. Bu zikredilenler, iyinin övülmesi (Stuti) ve kötünün kınanması şeklini alan Arthavada tarafından desteklenir. Bunun daha fazla desteklenmesinde, Purâkalpa olarak isimlendirilen antik mitler ve efsaneler şeklindeki örnekler ve Itîhâsa kullanılılır. Dört Veda’nın herbiri, birden fazla Brâhmana’ya sahiptir. Bu büyük literatür, ilahilerde boy gösteren tanrıların hikâyeleri, mitleri ve kozmogoninin gelişimini ortaya koyar. Söz konusu literatür, kralların, bilgelerin ve öteki antik halklar arasında da bulunan tufanınki gibi efsanelerin öteki anlatılarına sahiptir. Riteüllerin ayrıntıları dışında Brâhmanalar, her bir ilahın ve ayinin üç düzeyde ele alınan sembolik ve ezoterik yorumundaki bir ilerlemeyi de kaydeder: Tabii (adhibûa), kurbansal (adhiyjna) ve kişisel, mistik ya da felsefi (adyâtmanı). Brâhmanaların bu sonuncu kısmı, Aranyakalar olarak isimlendirilir (“ormanlarda işlenecek/yetiştirilecek”) ve burada, yüksek manevi bir yaklaşım daha belirgin hale gelir. Daha önceki kısımda kurban önemli olmakla birlikte, etik ve ahlak da -hakikat, hoş konuşmanın, inancın, doğruluğun, pişmanlığın, kutsal metni öğrenmenin, yardımseverlik vs.nin faziletleri- vurgulanır. Diğer entelektüel ve ahlaki kavramlar da tanrılaştırılır ve kendilerine dua edilir: Yanlış yapmaktan dolayı utanma, cesaret, idrak/anlayış, arzu ve öfke. Güneşe ibadet, güçlendi. Şiva ve Yacus’da ona dair uzun ilahi örneğinde olduğu gibi onun Âranyakası (Krşna, Yu. I, i ff), güneşe dair uzun bir nakarat taşır ki, o gün bugündür, her adımda yere kapanmayla, Pazar günleri ve doğum günü ve hastalık gibi öteki vesilelerle, uzun ömür ve sağlık için söylenir. Upanişadlar Veda düşüncesinin zirvesine, uygun bir biçimde Vedaların son kısmı, Vedânta ya da Upanişad olarak betimlenende ulaşılır. Brâhmanaların son kısmını teşkil eden Upanişad, üstat tarafından inziva halinde yanına oturan talebesine (Upa-ni-şad) nakledilen bilgiyi içerdiği için bu şekilde isimlendirilir. Upanişadlar, on yedinci yüzyıl Farsça sürümünden 1801-1802’de Latinceye ve daha sonra da öteki Avrupa dillerine tercüme edildikleri için en yaygın biçimde bilinen Hint metinleridir. Bu metinler, bazı Batılı düşünürler üzerinde çokça etkili oldular. Daha önce, felsefi düşüncenin, panteizmin ve birlik anlayışının Rigveda ve Brâhmanalardaki gelişimi hakkında ifade edildiği gibi Upanişadlardaki monizm, panteizm ve monoteizmin Brâhmanik düşüncenin doğal bir gelişimi olduğu görülebilir. Brahmanik düşüncede, kurbanla karşılaştırıldığında, aktif ilgi gösteren hamiler Kşatriyalar (krallar)dır. Upanişadların düz yazı ve diyalog biçimi, onun canlılığına anlatılar ve güzelliğine benzetmeler ve meseller ilave etmesinden dolayı, edebi bakış açısından ilginçtir. Upanişad metinleri, iki türlüdür: Birincisi, dualiteden ve niteliklerden yoksun (Advaita), gayrışahsi bir mutlakı (Nirguna) varsayar ve ikincisi, nitelikle donatılmış kişisel bir varlıktan (Saguna) söz eder. Birincisi, nihaiyi ve yegâne gerçekliği, Sat, Cit ve Anandanın (‘var oluş’, ‘bilinç’ ve ‘mutluluk’) şeklinin Brahman diye adlandırılın tek evrensel dayanağı olarak tanımlar. Brahman, zamanın veya mekânın kuşatamadığı, parçalara ayrılmayan ve değişmeyendir; fenomenal, sonlu ve değişen isimler ve şekiller dünyası onun bir değişimi ya da görünümüdür. Yegâne bir olan bu Brahman, Yüce Benlik ya da üstben (Parama-Âtman), herkesin bireysel somutlaşmış beni (Pratyagâtman) ile özdeştir. Dört Veda’nın dört Upanişadında, bu yüzden bu özdeşlik, en özlü ifadelerlerle teyit edilir: “Bilgi, Brahma’dır”; “Sen O’sun”, en iyi bilinen “Ben, Brahmanım” ve “Bu Benlik (Self), Brahmandır”. Her şeyden önemlisi, sembollerin en büyüğü, Yüce Varlık’a en yakın olan, mistik hece, OM vardır. O, çözümlenemez, anlaşılacak ve üzerinde tefekkür edilecektir. Çok iyi bilinen mecazlar ve benzetmeler arasında, araba olarak beden ve onun sürücüsü olarak ben ve farklı yönlerden tek bir denize akan ve kimliklerini kaybeden nehirler ve gene suya atılan tuz taneleri ve görünmez olmaları gibileri yer alır. Hayatın gerçek doğasının, büyüklüğün, bilginin ya da ışığın, aşkın ve mütlulğun çözümlemesi önemlidir. Üstat talebesinden, duygunun ve hayat nefeslerinin ötesini ve gerçek varlığı oluşturan şeyi sorgulamasını ister; dışsal olan bir şeye dayanan ve ikiliği gerektiren bütün hususiyetlerin ve sahip olunanların ötesini sorgulamasını ve kendi kendisini tesis etmiş ve bu yüzden gerçeği ve özsel büyüklüğü oluşturan şeyi (Benliği) görmesini (Çhândogya, VII, xxıv-v). Ayrıca talebeden güneşin, ayın, yıldızların ışıklarını ve ateşi, kendisiyle yalnızca bütün karanlıktakini değil, bütünüyle aşikar olan yani, bir kimsenin Benliği adına (Birhadâranyaka, II, iv, 1-5), gerçek aşka ve bir kimsenin sevgisinin en kıymetli nesnesine ulaşmak kadar bir kişinin derin uykuda “gördüğü” şeyleri de (Birhadâranyaka, IV, iii, 2-7) bulacağı deruni ışığı görmesi beklenir. Son olarak öğrenci, varlığın beş kılıfının ya da düzeyinin üstünden geçmesi için teşvik edilir; yani, yiyecek-beslenmiş beden, hayat solukları, akıl, bilgi ve mutluluk (Taittirîya, III, 2-6) ve sonuncusu ancak önemlisi, uyanma ve rüya görme durumlarıyla eğer öğrenci dışarıda hiçbir şeyin bilinmediği bu derin uykuya ulaşacaksa Benlik kendisine has bir mutluluğa dalmıştır ve uyanması üzerine, yalnızca çok iyi uyuduğunu hatırlar (Mândukya ve diğerleri). Her şeyin ötesinde olan bu Benlik hakkındaki en sık kullanılan betimlemeler, ışık (Jyotis, ışıklarını ışığı) ve sonsuz Esirdir (Akaşa). Benlik hakkındaki hatırlanabilir bir diğer betimleme, onun huzur veren tek ve hayırlı şey oluşudur (Şantam Şivam Advitam). Bu coşkulu ve yüceltilmiş ifadeye de ilaveten keza, Büyük Brahman’ın ve yüce soyut duaların moral yükseltici tasvirleri de vardır. Bu dualar arasında, çok sık iktibas edilenlerden biri, “Bana, yanlıştan doğruya, karanlıktan aydınlığa, ölümden ölümsüzlüğe gidecek yolu göster” duasıdır. Bütün fenomenal dünya yalnızca, tek gerçek olan bu Benlik idrak edilmediği müddetçe gerçektir. O, eylemler ya da ritülellerle değil, yalnızca bilgiyle idrak edilir. Öncekiler, sınırlıdır ve sonsuz dönüşe ve hayat döngülerinde köleliğe götürür. Bu hayat döngülerinde bu sonuçlar, halledilmek zorundadır. Brahman, iyiyi ve kötüyü aşar, ancak onu idrak etmek için zorunlu olan disiplin, ahlaksızlıktan çekinerek, iç huzuru, dengeyi ve dünyaya dair şeylerin terkini geliştirerek etik ve moral davranışı içerir. Onun hakkında kutsal yazılardan ve üstattan öğrendikten sonra düşünmeli, akıl yürütme yoluyla bizatihi teyit etmeli ve sonra, idrak edilenceye ve kendi parçası haline getirinceye kadar sürekli olarak onun üzerinde tefekkür etmelidir (Nidinyhyâsana); onun hakkındaki fiili tecrübe, bu sürecin meyvesidir ve o burada ve şimdi idrak edilecektir. Yaşamdan sonra ve ruhun hayattan ölüme ve tekrar doğuma geçişi olan tenasüh doktrini, Karman ya da eylemler ve onların yol açtığı sonuçların bedende tecrübe edileceğine dair doktriniyle birlikte, Upanişadlarda çok iyi yerleşmiştir. Gerçekte Upanişadlara özgü kurtuluş doktrini, kendi kendini idrak ve ölümsüzlüğe ulaşma, doğum ve ölüm döngüsünde somutlaşmış var oluşa yakalanan ruha özgü probleme bir cevaptır. Zaten bu doktrin, bilge Vâmedeva ve başkaları tarafından daha önceki doğumlara ve ruhun ölümden sonra bitkilerde vs.de kalışına dair atıflarda var sayılmaktaydı. Söz konusu doktrin, kurban, yardım eylemleri ve onların meyvelerinden ölümden sonra cennette istifade edilişi teorisinde de söz konusuydu. Benzer büyük Upanişadlarda, kişisel bir Yüce Varlık’tan, monistlere göre Varlığın gayrişahsi yönüyle çelişmeyen içkin kontrol ediciden söz eden metinler de vardır. Bu Upanişad metinleri, yukarıdakilerle tüketilemez; Şiva, Devî, Sûrya ve Hindu Panteonunun bütün üyeleriyle adlandırılmış kişisel bir Tanrı’dan söz eden bu ismi taşıyan birçok metin vardır. Bunlarda, bilgiye (jnâna) ilave olarak, adanma (bhakti) telkin edilir. Bazı Upanişadlar, Yoga (duyu kontrolü ve yoğunlaşma süreci) ile ilgilenirler, bazıları dünyayı terk ve bir gezici derviş hayatı icrasıyla ve geri kalan ötekiler ise, adanmanın tarzları ve malzemeleriyle ilgilenirler. İlk Gelişme: Smrti Yazıları Vedângalar, Upavedalar ve Sûtralar Veda metinlerinin sağlıklı muhafazası, onların anlaşılması ve onlarda betimlenen kurbanların icrasında kullanılmaları için altı bilimsel disiplin dizisi gelişti: Fonetik, gramer, etimoloji, tartıbilim, ritüel kuralları ve kurbanların doğru zamanlarını belirlemek için astronomi. Bu sonucusu, Pythagorean bir teorimi içeren gelişmiş geometrik bilgiyi gösteren kurban altarlarının ölçülerini ve inşasına dair olan Şulba sûtraları içerir. Vedalara yardımcı olan bilim dalları, Vedangalar olarak isimlendirilir. Ayrıca bilimsel ve sanatsal gelişmeler, Upavedalar olarak isimlendirilen dört yardımcı bilim dizisinde sistemleştirildiler. Bunlar, tıpı, okçuluk ve askeri bilimi, müzik ve dansı ve siyaseti ele almaktaydılar. Nihai olarak, Vedaların emirlerini ve öğretilerinin ezberlenmesine, bu öğretileri sistemleştirmesine ve rehberlik için kısa metinlerin hazırlanmasına yönelik bir ihtiyaç hissedildi. Bu yeni bir edebiyat biçimini, öz ifadeleri, aforizmaları (Sûralar) gerektirdi. Bu da, çok daha açıklayıcı, daha özenli ve yorumlayıcı litaratürü zorunlu hale getirdi. Yukarıda zikredilen Vedaların anlaşılmasına yardımcı olacak altı bilim dalından, ayinlerin icra edilmesiyle ilgili olan Kalpa, bir tarzda, çeşitli Vedalar ve birbirlerinden usul ve ayinlerin ayrıntıları bakımından farklılık gösteren okullar için için çok sayıda metin geliştirdi. Gerçeke çoğu Veda Okulu, ilahi derlemelerinden daha çok ayinle ilgili el kitaplarında varlığını devam ettirdi. Bu ayin metinlerinin bir dizisinde, Vedik kurbanlar ve takdimeler, bir başka dizisinde ise ev ayinleri sunulur. Birinciyle ilgili ayinler, Yacur Veda altında zikredildi. Evrensel bir popülariteye ve çok daha uzun bir hayata sahip oldukları için, ev hayatını yöneten sonrakine işaret edilmeli. Bunlar arasında önemli olanlardan bazıları, hala bir Hindu’nun hayatının önemli bir parçasını teşkil etmektedir. Evlenen bir erkek, evinde bütün hayatı boyunca sürdüreceği ev ateşi yakar ve bütün ayinlerini ve takdimlerini bu ateşte yapar. O, bazı ateş ayinlerini, Surya, Prajâ-pati ve mevsimsel olarak diğerleri için icra eder. Onun günlük olarak icra ettiği beş Yacna ya da takdime vardır. Bunlar, toplumsal ve beşeri öneminden dolayı, “büyük kurbanlar” ya da Mahâyacnalar olarak isimlendirilirler. Onlar Veda okuma (Brahma Yacna), tanrılara takdimeler sunma (Devayacna), hayvanların da içlerinde yer aldığı her türlü varlığa takdimeler sunma, -bunların Avrupai muadilleri de vardır- ve misafirlere eşlik etme ve onları yedirme. Ev sahipleri, toplumun dayanak noktası ve öğrencinin, yolcunun ve gezgin dervişin destekçisi oldu; misafirperverlik, ulusal fakirliğe rağmen Hinduizm’in önde gelen ve daimi bir niteliği oldu. Bir Hindunun hayatı, ana rahmine düşmesinden ölüme kadar kendileri için formüle edilmiş olan bir sakramentler şemasını (Samskâralar) geliştirme ve yüceltme sürecine tabiidir. Pumsavana, erkek bir çocuğun doğumuna sebep olmak maksadıyla hamile kadınları için yapılan bir sakramenttir. Doğum ayini, Cata-karmandır, isim verme Namakarana’dır; ilk besleme Annaprâşanadır; ilk saç tıraşı Caula vs. İki önemli sakrament, hala bir bayram şeklinde ve çok masraflı bir biçimde icra edilen Upanayana (“erginlenme”) ve Vivâhadır (“evlilik”). Persli muadili olan birincisiyle Brâhmanalar, Kşatriyalar ve Vaişyalar adeta ruh hayatında bir kez daha doğarlar ve bundan dolayı Dvica, iki kez doğanlar olarak adlandırılırlar. İki kez doğanlar, günün üç vaktinde (Sandhyâ), şafak vakti, öğlen ve gün batımında, tapınmak ve söylemek zorunda oldukları Gâyatrî-mantrayla inisiye edilirler. Bu erginlenmeden sonra çocuk, bir öğretmen/guru arar ve öğrencilik hayatına başlar. Çalışmalarının sonunda tamamlama ve geri dönüşle alakalı belli ayinlerden sonra kendisi için bir eş bulur ve evlenme sakramentinden geçirilir. Son önemli sakrament, bir kimsenin ölümü üzerine yakılma ve defin törenleridir. Bir kimse tarafından ölmüş olan ailelerinin onuruna yapılacak olan yıllık tören, daha önce zikredilmiş olan Sraddhadır. Farklı okulların bu metin külliyatının bir parçasını oluşturanlar, Dharma Sûtralar ve Smritiler olarak gönderme yapılan Dharma üzerine olan aforizmalar ve vezinli metinlerdir. Bunlar, Grhya Sûtralarla ortak içeriğe sahiptirler. Dharma metinlerinin en önemli özelliği, sistemleştirilmiş toplumsal örüntü olmalarıdır. Bu, Hinduizm’in ve onun kültürünün yüzyıllar boyunca nakledilecek ve koruncak çerçevesidir. Bu örüntü, birbirleriyle ilişki üç dörtlü şemaya sahiptir. Birincisi, dört sınıftır (varnalar): Brâhmanalar, din ve bilgi adamları; Kşatriyalar, yöneticiler; Vaişyalar, ticari ve zirai topluluklar ve Şudralar, daimi işçiler ve dokunulmazlar. İkincisi, hayatın dört safhasıdır: Öğrenci (Brahmacârin), ev sahibi (Grhastha), münzevi (Vânaprastha) ve her şeyi terk etmiş olan gezici derviş (Sannyâsin). Üçüncüsü, değerlerdir. Dharma, her bir sınıf ve safhaya uygun olarak emredilmiş olan görevler, faziletler ve dini davranışlar; Artha, malk-mülk edinme; Kâma, duyusal tatmin ve Mokşa, manevi kurtuluş. İkinci şema, Aşrama olarak isimlendirilir. İnsanı disipline etmeye götüren bir hayat durumdur. Üçüncü şema, insanın temel istekleri ve beşeri faaliyetin asıl nedenleri anlamına gelen Puruşârthadır. Smritilerde tasarlandığı şekliyle beşeri arayışın dört hedefin ideolojisi, son, manevi kurtuluş olan en yüce iyi (summum bonum)dir; diğer üçü, bu hedefe hizmet edecektir. İkinci ve üçüncüsü, maddi kazanımlar ve zevkler, meşru olmakla birlikte, saldırgan asosyol ve kendi kendini tahrip eden biçimler olduklarından insanın gerçek itkileridir. Bu olumsuz niteliklerden dolayı maddi kazanımlar ve zevkler, çok daha ideal iki dürtü, doğruluk ve maneviyat tarafından ıslah edilmek zorundadır. Yalnızca seküler ve hedonistik olmak, ayıplancak şeylerdir. Hayata dair bu dörtlü plan, Çaturvarga olarak isimlendirilir. Daha eski metinlerde sonuncusu olan Mokşa, birincisi (Dharma) içinde yer alır ve bu haliyle şema, Trivarga (“üç hedef”) olarak adlandırılır. Bu düzenlemede Dharma, iki tür olarak tasnif edilir, olumlu doğru eylem (Pravrtti) ve pasif olumsuz eylem ya da inzivaya çekilme (Nivrtti). Bu dört arzu, bütün insanlar için de geçerli olmakla birlikte ikinci ve üçüncü sınıflar (krallar ve tüccarlar) ve ikinci ve üçüncü hedefler (kazanma ve zevk) uyuşurlar. Brâhmanalar, birinci ve sonuncuyu mükemmel bir biçimde sürdürür. Bu üç şemada bir hiyerarşi olmakla birlikte, onda hiçbir aşağı ya da üstün olma durumu yoktur; kendisini tayin edilmiş olduğu çalışmaya adamayla herkes, kendi sınıfında ve durumunda, görevinde olmak üzere herkes kamu menfaatine ve kendini mükemmelleştirmeye katkıda bulunur. Bu, Smritilerde ortaya konulan, Hindu organizasyonunun benzersiz yönüne dair felsefedir. Smritiler, yaşamın tamamını içeren metnidir. Kozmogoni ve dünya görüşü, insan ve onun tabiatı, eğitim, aile hayatı, sakramentler, toplumsal zorunluluklar, akrabalık, yönetim, hukuk ve adalet, üretici meslekler ve felsefeyi de içeren hayatın bütün kısımlarını ihtiva eder. Düz yazı aforizmalar halinde daha eski olan ve mısralar halinde daha sonra olan bu sınıftaki metinlerin en geniş olanlarından bir kısmı, kapsamlı diğer kısmı ise, hususi konulara hasredilmiştir. Nesir halindeki bu metinlerin en önemlisi, bilgeler Âpastamba ve Gautam’nınkiler ve dize halindekilerin en önemlisi ise, Manu ve Yâcnavalkya’dır. Smrti, “hatırlama” anlamına gelir ve onun nihai olarak, Şruti, Veda’nın vahyi otoritesine dayandığı gerçeğini vurgular. Bütün Smrtiler, bu yüzden, farklı Veda okullarına bağlıdır. Bütün Smrti yazarlarından en meşhur karizmatik şahsiyet, Manu’dur. Bu ata, daha önce Vedik tufan efsanesinde görünür ve Veda, onun öğretileriden söz eder, “Manu’nun söylediği her şey ilaçtır”. Manu’nun etkisi, Güneydoğu Asya’ya kadar uzanır. Destanlar Smrti, bilge Vâlmîki’nin Râmâyana ve bilge Vyâsa’nın Mahâbhârâtasını içerir. Evvelce Rigveda’da krallık koruyucularını ve bağış yapanları öven şiirler ve Yacus ve Brâhmanalar’da antik krallar hakkında anlatılar vardı. Brâhmanalar, Devletinin üyeleri arasında, kahramanlık yıllıklarının şair koruyucusu, Sutayı da zikreder. Vedalar’da görünen yönetici klanların birçoğundan, birleşme ve karşılıklı ilişkiyle iki büyük kraliyet hanedanlığı, kendi kökenlerini güneşe, aya götererek çok önemli olmaya başladı. İtihâsa ve Âkhyâna olarak isimlendirilen iki hususi kahramanın hayatlarına dair söylenilen şiirler ve rapsodilere, Upanişadlarda da gönderme yapılır. Bunlar, beşinci Veda olarak bile adlandırılır. Bu şiirlerin peşinden Itihâsalar ya da Vâlmîki ve Vyâsa’nın destanları ortaya çıktılar. Birincisi 24.000 ikincisi ise 100.000 beyittir. Destanların ideolojisi, hikâyeyi sunmak ve onun vasıtasıyla Veda öğretisini güçlendirmektir. Vedalar ve onlara yardımcı bilgi, toplumun eğitimli katmanı arasında yaygın olduğundan Itihâsalar, kamuya açık olarak okunan anlatıların popüleritesini ve çekici aracılığını kabul ettiler. Daha sonraki tarihsel zamanlarda krallar, destanların bu kamuya açık resitalleri ve onların mabetlerde, toplantılarda ve bayramlarda sergilenmesi için bağışlar yaptılar. Bu bugün hala yürürlükte olan, genel olarak Hinduizmin ahlaki kültürel değerlerini kalabalıklar arasında geniş bir şekilde yaygınlaştırılmasından sorumlu bir kurumdur. Bu iki destan, Hindu sanatında, müziğinde, tiyatrosunda, dansında, resminde ve heykelinde de önemli bir role sahiptir. Bütün bu faaliyetler sayesinde destanların karakterleri halk üzerinde etkili oldu. Onların örnekledikleri erdemler, halka ilham verdi ve onları destekledi: Râma ve Yudhişthira, ne pahasına olursa olsun, Dharma ve Satya’yı (doğruluk ve hakikat) korudular. Râma, babasına bağlılığını gösterdi ve /verdiği söze sadık kalmak için ona yardım etti. Bharata ve Lakşmana, dostça sevgi, bağlılık ve hizmetlerini arz ettiler. Karna, cömertlik gösterir ve Sitâ, iffetini ve kocasına bağlılığını muhafaza eder. Kapsamlı bir anlamda Dharma, her iki destanın da merkezi mesajıdır. Bu bizatihi, insana maddi refahtan (Artha) zevk almayı ve ahlaka uygun duyusal tatmin hususunda fırsat veren sürekli bir arayıştır. Çok daha mükemmel bir şiirsel yaratı olan Râmâyana, kahramanı Râma’yı ulusal bir kahraman, bir idol haline getirdi. En popüler ilahlardan biri olan Râma’ya, Hindular tarafından sayısız mabette ibadet edildi. Ve Râma, Bhakti ve onun adına tapınma kültünün bir merkezi oldu. Doğum günü (Râma Navami) ve onun zaferi (Râma lîlâ), ulusal bayramlardır ve dikkate değer sayıda Hindu, onun adıyla ve adının eşanlamlılarıyla adlandırılır. Bölgesel dillerde yazılmış olan en erken çalışmalar, Râmayânanın ve diğer destanların tercümeleri ya da sürümleridir; her bir alanın yerel dilinde Râmayâna, keza en eski şiirdir; yani Tamil’de (mö. on ikinci yüzyıl) ve Awadhî’de (Hindi) Tulasi’ninki (1532-1623). Tulasi’nin sürümü, Râma-carita vasıtasıyladır ki, Gandhi, onun Râmasını öğrendi ve hastalıkta, ilaçtan daha etkin olduğunu gördüğü tanrının isminin potansiyelini idrak etti. Gandhi’nin Hindistan için ideal yönetim olarak örnek aldığı, Râma’nın Râmrâîya olarak adlandırılan doğruluk yönetimiydi. Diğer büyük destan, Mahâbhârata’da önde gelen karakterler, yüzyıllar boyunca yönetim için işaret lambaları olarak kaldılar. Vyâsa’nın bu destanı, doğru davranış ve yönetim ilkeleri ve felsefe bakımından ulusal hikmet ansiklopedisi haline gelerek Vâlmîki’nin destanını geride bıraktı. Kardeş katline dair kan davası ve onun sonucu olarak ortaya çıkan savaşın bütün sahnesinin gerisindeki etkileyici ruh, erkek akraba, dost, felsefeci ve kahramanların yol göstericisi Krişna, kendisine dayanan ve çoğunu olmasa da, onu öven birkaç mabedi, ebedi ve sanatsal faaliyetleri iddia ediyor olarak Rama’nın yanı sıra, farklı adanma okullarıyla, ibadetin merkezi haline geldi. Çok sayıda Hindu onun ismini ya da Râma gibi onun değişmiş halini taşır ve keza onun doğum günü (Canmâstami), ulusal kutsal bir gündür. Ancak Krişna’nın ölümsüz olduğu en büyük rol, büyük savaş meydanında arabasını sürmesi için seçtiği akrabası Arcuna’ya yapmış olduğu konuşmada gizlenmiş olan felsefenin öğreticisi rolüdür. Bhagavadgîta (“Rabbin ezgisi”) olarak isimlendirilen bu konuşma, Upanişadlardan sonra, bugün hemen hemen dünyanın bütün dillerinde mevcut, en yaygın şekilde bilinen Sanskirt felsefe klasiğidir. Purânlar Sanskritçe literatürün ve Hinduizm’in dini kitaplarının bir başka sınıfı, muhtemelen de en genişi, birazdan zikredilecek olan konuları ele alan Purânalar tarafından temsil edilir: İlk yaratma, yok olmanın arkasından ikinci yaratma, bilgeler ve atalar hiyerarşisi, bunların dönemleri ve dünyayı yöneten kralların hanedanlıkları. Purânik kozmogoni ve coğrafya, bütün dünyayı tasarlar ve hatta onlar yeni şekillendirildikleri biçimlerinde bile, ırk hafızasını, Hindistan dışındaki yerleri ve halkları ve antik Hint krallarının savaş için seyahatlerini ve yabancı alanlara öteki seferleri muhafaza eder. Purânaların tekrarlanan konularını oluşturan Devalar ve Asuralar (“tanrılar” ve “şeytanlar”) büyük savaşları, tarihsel olarak, Zerdüşt sonrası Pers kültürünün ve Vedik kültürün büyük ayrılışının ve çekişmesinin hatırasıdır; ancak o, zıtlarına karşı Dharma ve Adharma’nın doğruluğun ve iyinin güçlerinin ebedi çatışmasının ahlaki yönlendirmesine maruz kaldı. Kozmogoni ve tarih, kralların yükselişleri ve çöküşleri, burada Dhramanın bu mesajını ve nihai olarak onun kötülük üzerinde nasıl zafer kazandığını söyletmek için kullanıldı. Dharma’nın hâkimiyetinin tesisi, büyük üstatların, bilgelerin ve zaman zaman görünen ataların ve insanlar arasında bizatihi farklı isimler ve biçimlerde enkarne olan ve örnek olarak, emirle, karizmatik şahsiyetle ve insanlık için özgeci çalışmayla, değerler ölçeğinde dengeyi yeniden sağlayan Rabbin işidir. İki Itîhâsa gibi, aleni olarak yorumlanan Purânalar, Sanskiritçe ve bölgesel dillerdeki edebiyat ve müzikte, dansta, dramada, resimde ve heykeldeki sanatsal ifadeler için konular temin ettiler ve popüler Hinduizm’in temelini oluştururlar. Tanrı’nın, Dhârmanın diriliş ve inayetiyle insanlığı kutsamak için kendisini tezahür ettirdiği muhtelif biçimler (bu biçimlere, evde ve mabette ibadet edildi), hepsi burada betimlenir. Bu çok sayıdaki ilah, popüler Hinduizm’inin teslisinin üç temel şekline dayandırılır: Vişnu, Şiva ve ana tanrıça Devi ya da Şakti. Görünüşe göre Purânalar, adanmanın bu üç ana ilham vericisinin zaferini ve inayetini kutlayan üç ana sınıfa ayrılır: Vişnu, Şiva ve Şakti. On sekiz büyük Purâna vardır. Bunların arasında, 400.000 dize olanlar vardır. Bunlardan sonra on sekiz küçük Purâna (Upapurânalar), Samhitâlar olarak isimlendirilen birkaç Purânik metin ve efsaneler, kutsallık ve hususi kutsal yerlerin, mabetlerin, kutsal şehirlerin, ormanların, nehirlerin ve göllerin önemine dair olan ve Mâhâtmyalar olarak isimlendirilenler vardır. Büyük Purânalar bile, bu kutsal yerlerler ve onlara yönelik hacla (Tirtha) ilgilenirler. Purânaların bir başka önemi konusu yıllık Vratalar ve Pucalar, banyo gerektiren dönemsel dini törenler, riyazet, ibadet vs.dir. Bu zikredilenler, Hindi dini takvimindeki fasılalardır. Purânalar, kabaca ms. altıncı ve yedinci yüzyıla kadar giden tarihsel dönem Hindistan’ının yönetici hanedanlarıyla ilgili tarihî veri ve yalnızca üç ana ilah (Vişnu, Şiva ve Devi) dair değil fakat, Sûrya ve Şivas, Ganeşa ve Kumâra’nın kardeşleri gibi küçük ilahlarla ilgili dini mezheplerin tarihi için de önemlidir. Keza onlar, bilginin, sanatların farklı dalları ve Sanskritçe öğrenmenin tali yolları ve popüler irfan, müzik, dans, resim, mimari, ikonografi, şiir, astronomi, tıp, değerli taşlar, fizyonomi, yönetim, okçuluk, askesi ilimler vs.nin tarihi için de değerlidirler. İkinci Çiçeklenme: Spekülatif Düşünce Okulları Hindu düşüncesinin gelişiminin ikinci safhası, entelektüel mayalanma, felsefi spekülasyon, araştırmalar ve düşünce okullarının formulasyonlarının Ortodoks ve heteredoks safhasıdır. Heteredokslar, reformist hareketlerdir. Hinduizm içinde daimi bir gelişim vardır ve yeni düşünceler, fakat birleştirilmiş, düzeltilmiş, asimile edilmiş ve onun çerçevesi içinde çalışan uyumlu bir sistemdirler. Bu yüzden Hinduizm, gittikçe büyüyen bir organizmadır ve aynı zamanda, önceki safhalarını atmayan, eskiyi muhafaza etmiş ve bunu da, eskiyi yorumlayarak ve yeni fikirleri onlarla sentezleyerek yapmıştır. Vedaların son kısmı olan Upanişadlar, daha önceki kısımda emredilen kurbanlara karşıydı. Upanişadlara özgü düşünce, daha yüksek felsefe olarak kabul edildi ve ayrıca, artık bizatihi bir hedef olarak değil, zorunlu zihni arınma için ona götüren bir yardım olarak düşünülen eylemin icrası (ayin), emredildi. Şastralar “Emreden, yönlendiren ve kontrol eden” anlamanıa gelen Şastra olarak adlandırılan altı okul vardır. Onların temel metinleri, sözler, deyimler, ve gizemli ifadeler ya da Sutralar biçimindedirler. Sutralar, organize herhangi bir düşüncenin olmazsa olmazıdır. Bütün bu altı okul, insanın dördüncü ve son hedefi olan, manevi kurtuluşla (Mokşa) ilgilidir. Birinci hedefin Dharma Şastrası, evvelce açıklanmıştı. Mokşaya tekrar dönmeden önce izin verirseniz, insan hayatının ikinci ve üçüncü hedeflerine yani, maddi refah (Artha) ve zevke (Kâma) hızlı bir göz atalım. Hayata yönelik Hindu tutumunun, olumsuz olduğunu söylemek doğru değildir. Artha’ya (yönetim ve ekonomik refah) ve Kâmaya (haz/zevk) dair Şastralar, Hinduizm’i bu şekilde nitelendirilmesini yalanlar. En önemli Artha Şastra, Pâtaliputra (mö. 4. yüzyıl) imparatoru Çandragupta Maurya’nın başbakanı olan Kautilya-Cânakya tarafından telif edilen yönetim ve dünya meselelerine dair kapsamlı araştırmadır. Kâma Şastra, birincil metnine, Vâtsyâyna’nın Kama Sûtralarında sahiptir. Bu son sûtra, aşkın teşvikiyle ilgilenir. Hem Artha Şastra hem de Kâma Şastra, insanın dört hedefi şeması içine girer ve her iki metin de, başlangıçta, bütün dört hedefin dengeli /takibini ve ne Arthanın ne de Kâmanın Dharmayı tehlikeye atmaması gerektiğini görmeye yönelik ihtiyacı vurgularlar. Her şiir ve drama, şair Kâlidasa’nın yazdığı gibi, (zalim tarafından örneklendiği gibi) Adharmaya karşı olarak (kahraman tarafından örneklendiği gibi) Dharma yüce değerini telkin ettikleri müddetçe, Şastranın hoş ve ikna edici bir biçimi olarak kabul edilebilir. SAMKHYA Upanişadlara özgü felsefenin dışında arzedilecek ilk düşünce sistemi, Bilge Kapila ile ilişkilendirilen, bir reformist olan Samkhyadır. Smrtilerin hayat şemasına dördüncü safhayı ekleyen olduğu söylenir. Ancak onun tutumu, birkaç tanesi, Kapila’nın Samkhya sisteminin gelişiminin işareterini önceden gösteren Upanişadların eğilimiyle tamamen uyumludur. Daha sonra Bilge Kapila, bizatihi Rab Vişnu’nun bir tezahürü olarak kabul ettirildi. Bu okul, varlığın ya da tinin/canın veya ruhun (Puruşa) ve maddenin (Prakrti ya da Pradhâna) ikiliğini kabul etti. Birincisi sayı bakımından sonsuz ikincisi ise, birdi; birincisi duygusal, ikincisi hareketsiz/atıl; sıraya uygun olarak birincisi bilgiyi ve mutluluğu, ıstırap ve acıyı ve uyuşukluk ve cehaleti açıklar. Maddeninin kendisine evrildiği kategoriler yirmi üçtür: Büyük akıl Mahat (Budhi), ego (Ahamkâra); beş ağır elementi, toprak, su, ateş, hava ve eseri (Mahâbhûtalar) üreten beş hafif element (Tanmâtralar) ve bilginin edinildiği beş duyu (Jnâna-Indraiyalar) ya da koklama, tatma, görme, dokunma ve işitme ve beş duyu ve beş eylem organı (Karma-Indriyalar) vasıtasıyla algıyı koordine eden zihin (Manas). Duygusal/duyusal/sezgisel olan tin/can ya da ruh, onun zekası/intelligence, maddenin nesnelleşmesinde yansıtılır ve dünyevi deneyim, doğumlar çevrimi vasıtasıyla, ruh ve maddenin bağı devam ettiği sürece ilerler. Bilgi, esas olarak, benin ya da ruhun dâhil olmadığı ve bozulmamış intellektin ve bütün tecrübelerin maddeye ait olduğu ayırımıdır (Viveka); bu bilginin gelişimi ve maddeyi evrimci ve tecrübi drama vasıtasıyla görme, benliğin bizatihi izolesiyle sona erer ve bundan dolayı da madde evrilmeyi bırakır ve kendi tecrübelerini ruha sunar. Bu okulun günümüze kadar gelen en eski metni, yetmiş dize halinde olan (yaklaşık ms. 300), Çince’ye 557-59’da tercüme edilen ve birçok kişi tarafından üzerine yorumlar yapılan Işvarakrşna’nın Samkhya Karikalarıdır. Destanların ve Purânaların felsefi arkaplanını teşkil eden, Samkhya’dır. Samkhya bazı bilim adamları tarafından, Greek düşüncesini etkilediği kabul edilir. İlk olarak Samkhya tarafından formüle edilen üç Gunalar doktrini de (Sattva, Racas ve Tamas) keza bütün okulların ortak mirası ve hatta o, bütün alanlarda, şeylerin iyi, orta ve düşük şeklindeki üçlü evrimi için, bir çözümleme vasıtası haline geldi. Vedânta için ortak olan Sâmkhya’nın öteki düşünceleri, Akıl ve onun fenomenal tecrübeye ve madde, Prarti tecrübesine zorunlu dehâletsizliği olan Puruşadır. Söz konusu özelliğiyle Puruşa, Vedânta düşüncesinin Maya ve öteki teistik okulların Şaktisiyle aynıdır. Sâmkhya düşüncesinin önemli bir parçası, sebeplilik teorisi ve gerçekliğin uyumlu doğasıdır. Onun teorisi, bir sonucun evrimi teorisidir. Ki bu sonuç, zaten gizli bir biçimde, yani çömleğin çamurda olması gibi, sebepte vardır YOGA Temel olarak aynı düşünce sistemiyle Yoga’nın kardeş Okulu, ilan edicisi olan, Bilge Patancali ile birlikte gelişti. Yoga, fiziki, zihni ve ahlaki disiplinin ayrıntılı bir sürecini, duyuları kontrolün vasıtalarını ve zihni yoğunlaşma ve teemmülü, maddeye dalmaktan ruhun kurtarılması olan nihai hedefi ve ruh için izalosyonu ve bizatihi varlığı gerçekleştirecek yardımları sunan Sâmkhya’nın pratik yanıdır. Sâmkhya ve Yoga arasındaki yegâne fark, birincisi agnostik iken, ikincisi Tanrı’yı kabul eder; O’nu İlk Öğretmen kabul eder ve mistik sözcük OM’un onun ismi olduğuna inanır. Şimdi bütün dünyada bilinen Hinduizm’in Yogası, daha önceki Vedalara özgü bir kavram olan Tapasın (“kefaret”) sistemleştirilmesidir. Bu, Budizm’i ve Cayinizm’i de içerecek şekilde Hindistan okullarının ortak mirası ve bütün asketizmin temelidir. VAİŞESİKA VE NYÂYA Sonucun yeni olarak yaratıldığı şeklindeki teori, daha sonra karışarak tek bir okul haline gelen birbirleriyle ilişkili iki okul, birincisi Kâsyapa-Kanda ve ikincisi Gautama-Akşapâda tarafından ortaya konulan Vaişesika ve Nyâyadaki mantıkçılar tarafından ileri sürüldü. Onlar, evreni, haklarındaki doğru bilginin burada ve ölümden sonrada mutluluğa götürdüğü bir dizi kavramsal ve maddi kategoriler içinde çözümleyen gerçekçiler ve çoğulculardır. Bu kategoriler, öz, nitelik, eylem genellik, hususilik, doğal ilişki ve olumsuzlama ya da var olmamadır. Öz, beş kategoride; yeryüzü, mekân, zaman, ruh ve zihin, içinde analiz edilir. Ruh, iki sınıftır, bireysel ruh ve Tanrı olan üstün ruh. Onlar Tanrı’yı yalnızca, dünyanın etkin sebebi olarak kabul ederler. Dünyanın maddi sebebi, yukarıda zikredilen özlere uygun olarak çözümlenir. Bu illi unsurların temelinde, nihai molekül ya da atom (Parama-anu) vardır. Her bir atomun, kendisine has ayırt edici bir niteliği (Vişeşa) vardır. Bu kabülüne uygun olarak okul, Vaşesika olarak adlandırılır. Bireysel ruh, haz, acı, çaba, bilgi vs. gibi niteliklere sahiptir. Apavarga olarak isimlendirilen nihai kurtuluş, acı ve haz niteliklerinin sona ermesidir; (bütün dünyevi zevklerin de içerildiği) acı tecrübesinin bütün zinciri, yanlış bilgi olarak tanımlanır. Bu yanlış bilgi, bağlanmaya, hoşlanmamaya, bu durumdan kaynaklanan sonuca ve doğum-ölüm döngüsüne götürür. Acının ve kurtuluşun bu şekildeki çözümlenmesi, Buda’nınkine benzerdir. Ancak aralarındaki büyük farklılık, burada Yaratıcı olarak Tanrı’nın kabul edilmesidir. Nyâya, Tanrı’nın yaratıcı olarak varlığını kanıtlamak için ayrıntılı bir mantık sistemi geliştirdi ve bu sistem birkaç yüzyıl boyunca Budizm’in güçlü eleştiricisi oldu. Gerçekliğin temel kategorileri bu iki mantık okulunda aynı olmakla birlikte, Nyâya mantık ve tartışmayla ilgili bir konuyu ilave etti. Nyâyanın mantık alanına katkısı, kategorilerin açık tanımı, algı teorileri ve kalıcı doğaya sahip olan çıkarım metodolojisidir. Nyâyanın teistik görüşünün ötesinde olan okullar bile onun metedolojisini kabul ettiler ve bu metedoloji, gramerle birlikte, bütün sistematik çalışmalar için temel bir disiplin haline geldi. Bir mantıkçı yıldızlar geçidi -Vâtsyâyana (ms. 400), Uddyotakara (ms. yaklaşık 600) ve Udayana (ms. onuncu yüzyıl)-, Budist ve Cayinist mantıkçıların eşit derecedeki bir başarısı için savaş verdiler, teizmin kalesini savundular ve dikkate değer ölçüde, Budizm’in yavaş yavaş ortadan kalkmasına katkıda bulundular. Vaşiseka ve Nyâyanin takipçileri inanmış monoteistler ve Şiva-Paşupati âbidleriydiler. Yogayı ve bir tip erginlenmeyi ve gezici dilenciliği pratize ettiler. Onların hepsi, kendi adanmışlıklarına yardımcı olsunlar diye, kendilerini müzik ve dans sanatlarına vakfettiler. Onlar, yazıtların gösterdiği gibi, bütün ülkede krallar tarafından korundular ve manastır, tesisler ve öğretmen silsilelerini düzenlediler. Navya-Nyâya olarak bilinen ve Bihar ve Bengal’da on üçüncü yüzyılda gelişen sonraki okullarında, formel ve semantik mantık ve tanım, Gangeşa’dan (ms. 1200) Gadâdhara’ya (ms.1700) kadar uzun bir mantıkçılar çizgisi tarafından mükemmelleştirildi. PÛRVA ve UTTARA MÎMAMSALAR Altı Ortodoks felsefe sistemden geri kalan ikisi, doğrudan Vedaların iki parçasına dayandırıldı ve bundan dolayı da Pûrva (“daha önceki”) ve Uttara (“daha sonraki”) Mîmâmsâlar (“araştırmalar”) olarak adlandırılırlar. Onları savunanlar, Bilge Caimini ve VyâsaBâdarâyana’dır. Araştırmalar (Mîmâmsâ: “İnsan” için olan kökten, “düşünmek”), Vedaların iki ilgili parçasının anlamıdır: Eylemi ve ritüeli öğretme (Karma, Dharma) ve Yüce Zat’ın bilgisi (Cnânâ, Brahma). Birincisi, Dharmayı, Vedalar tarafından vahyedilmiş şekliyle, kendi kaynağı olarak açıklar ve diğer eleştiricilere, özellikle de Budistlere karşı Vedaların vahyedilmiş karakterini ve otoritesini kanıtlar. Kelimelerin doğası, onun bileşenleri ve kelime ve anlam arasındaki ilişkinin sabitliği gibi meseleleri tartışır. Yorum metedolojisini ve anlam çözümlemesini ayrıntılandırır ve bundan dolayı da Vâkya (“cümle bilimi”) olarak adlandırılır. Mîmâmsâ, realistik bir okuldur ve bu dünyanın yaratılmış olmayıp, ezeli olduğu şeklindeki ilginç teoriyi savunur. Bu okulun en öne çıkan sonraki yorumcusu, Kumârila’dır (ms. yedinci yüzyıl). Onun Budist teorileri reddi, bu okulun çökmesine hiç de az olmayan bir katkıda bulunmuştur. Sonraki Mîmâmsâ, Vedaların bilgi kısmının yani, Vedânta ya da Upanişadların sistematik yorumudur ve bu okul, Vedânta ya da Brahma Sûtralarda Vyâsa (Bâdarâyana) tarafından ilan edilir. Bu okul, öteki bütün okulların arkaplanlarına ilavede bulundu ve onları saf akademik disiplin haline getirdi. Bu yüzden o, en prestijli okuldur. Brahma Sûtralar, Upanişadlardan son derece önemli pasajları seçti ve dört bölüm halinde organize bir tarzda Brahman felsefesini, nihai hakikat, yaratılışın kaynağı, evrenin devamı ve sona ermesinin kaynağı olarak sundu. Bütün paragrafların bu doktrinle uyumlu olduğu gösterildi. Samkhya, Vaişesika lehine yorumlar vs. reddedildi ve bilgiye ve onun nihai gerçekleşimine yönelik araçlar ileri sürüldü. Bhagavad Gitâ Upanişadların özü, on sekiz bölüm ve yedi yüz dizeden oluşan Bhagavad Gitâ’da bulunur. O, bütün safhaları ve özellikleri bakımından Hinduizm’in rakipsiz bir özetini teşkil eder. Üstadâne özeti, sentezi ve tarzının mükemmel şekli sebebiyle, haklı olarak modern zamanlarda, Hinduzim’in tek kusursuz ve derli toplu kutsal yazısı haline geldi. Nihai ve tam şekliyle Hinduizm, üç yolu içerir: eylem, adanma ve bilgi (karman, bhakti ve cnânâ). Bu üçün tamamı bu kitapta ele alınır. Mutlakçı ve aynı şekilde teist, burada uyumlu bir yaklaşım bulur; tek hakikat, aşkın ve içkin zaman zaman nasıl kişisel bir şekil alır ve adaletsizliği bastırmak ve adaleti restore etmek, özgeci hizmetin örneğini vermek için enkarnasyonlar gerçekleştirir. Esasen “kurban” anlamına gelen Yacnaya, onu kendi kendini arındırmaya ve Her şeye gücü yeteni teskin etme hedefleyen bütün adanmış eylemler anlamına gelecek şekilde genişletecek yeni bir tanım verilir. Karma-yoga olarak gönderme yapılan bir kimsenin görevinin herhangi menfaat beklenmeksizin yerine getirilmesi, eylemden kötülükleri yani onun ürünlerini: Doğumlar ve ölümleri, çıkartır. Bu konuşmayı Arcuna’ya yapan Tanrı, aynı şekilde, kendi kozmik biçimini ifşa eder, korumayı temin eder ve insanı, benlik duygusunu, yani yapan olan kendisini, terk etmeye ve kendisine sığınmaya (Şarana) davet eder. Her şeydeki (Sama) tek eşit hakikatin bilgisi, eylemi arındırır ve temizleyen ve adanmayı yücelten olarak öğretilir. Metafizik doktrinlerden etiğe, Yoga icrası gibi pratik adımlardan, egsersizden uygun olan yiyeceği seçme ve günlük alışkanların kontrolüne kadar bu çalışma, kısa ilavesi içine her şeyi tıka basa doldurur. Âcâryalar ŞANKARA Şastraların aforizmatik bir tarzdaki formüle edilmesi, bu aforizmalar üzerindeki yorumlar vasıtasıyla kendi okullarında geleneksel olarak nakledilen yorumlar yapan bir Âcâryalar (“öğretmenler”) dizisinin ortaya çıkmasına yol açtı. Bu Âcâryalardan şahsiyeti yaşayan bir güç olarak devam eden ancak sekizinci yüzyıldaki misyonu muhtemelen baki olmayan, en büyük karizmatik figür, Şankara’dır. Hindistan’ın güney batı köşesindeki Kerala, Kâladi’de doğdu. Parlak genç bir aziz-felsefeci olarak, muhalif bütün okullarla tartışarak, kendi felsefesini tesis ederek, mabetleri ziyaret ederek, ilahiler söyleyerek ve bütün ülkeyi devam eden kültürel bir birlik halinde konsolide ederek bütün Hindistan’ı yürüyerek dolaştı. Bu birlik, entelektüel ve duygusal entegrasyondu, çünkü onun felsefesine göre, herhangi bir isim ve şekil, herhangi bir yaklaşımla Tanrı’ya ibadet, aynı hedefe götürmekteydi. Felsefesinin geniş şemsiyesi altında, bütün mezhepler ve her türden ibadet bir yer bulmaktaydı. Bu yüzden o, geleneksel olarak yalnızca monistik felsefenin değil fakat aynı zamanda tanrılar Şiva, Vişnu, Devî, Sûrya, Ganeşa ve Kumâra’ya ibadetin altı tarzının da tesis edicisidir. Şankara’dan önce birkaç tane Vedânta yorumcusu vardı, ancak onların hepsi, yorumladıkları her iki Mimâmsâ’ya da mürekkep bir yaklaşım uyguladılar; hem bir farklılık hem de bir özdeşlik ve evrenin Brahmanla ilişkisini bir evrim ya da dönüşüm ilişkisi olarak Yüce Zatı ve Bireysel benlik (self) arasındaki ilişkiyi dikkate alarak Karma ve Cnâna doktrinini birbirine göre düzenlediler. Yukarıda zikredilen yorumdan ayrıldığını bildiğimiz en eski monist felsefeci, gramerci, Bhartrhari’dir (m.s. 600). O, sebeplilik teorisinden, bir şekil değişimi olarak söz eder. Bu teoriye göre sonuç, bir görünüştür ve mukayeseli olarak söylendiğinde, efemeral bir gerçekliğe sahipti. Upanişadların mutlakçı felsefesi ve onun yegâne gerçeklik olarak Brahmanı teyidi, bireysel ruhların onunla özdeş olması ve fenomenal dünyanın yalnızca amprik olarak gerçek olması, Mândukya Upanişad’a eklenen dizelerinde Gaudapâda (ms. yedinci yüzyıl) tarafından etkili bir şekilde yorumlandı. Onun arkasından, büyük talebesi, Hinduizm’in önde gelen felsefesi olarak düalist olmayan düşünceyi (Advaita) ilk ve son kez olmak üzere tahta çıkartan büyük Şankara geldi. Şankara’ya ve Upanişad felsefesine göre, tek başına bilgi kurtuluşa götürürdü ve emredilmiş eylemlere ya da herhangi bir eylemi icra etmeye ihtiyaç yoktu. Öte yandan şeylerin daimi olan ve geçici olan şeklindeki ayırımı, hayatı terk edişin geliştirilmesi, iç huzur ve kurtulmaya yönelik samimi arzu, Brahma bilgisini araştırmaya girişmek için zorunlu gereçlerdir. Şankara’nın birincil çalışmaları, Vedânta’nın üç temel metni yani, temel Upanişadlar, Brahma Sutralar ve Bhagavad Gitâ üzerine olan yorumlarıdır (Bhaşyalar); öğretilerine basit bir biçimde sunan bazı küçük çalışmalarının en önemlisi Viveka Cûdâmani (“Ayırt Etmenin Mücevher Tacı4”), Upadeşa-Sehâsrî (“Bin Öğreti”) ve çok sayıda ziyaret ettiği mabetlerdeki Tanrının farklı biçimleri (Saguna Brahman) kadar mutlaka (Nirguna Brahman) olan ilahi biçimindeki hala popüler olan çalışmalarıdır. Keza Şankara, hâkim tarikatin takipçilerinin muhalefetine yol açacak şekilde manastır düzenini yeniden düzenledi. Onun çizgisinde, Şankarâcâryaların birbirini takip eden nesillerine sahip olan, ülkenin farklı kısımlarındaki manastır merkezleri zinciri (Mathalar) bugüne kadar geldi; bu insanların hepsi, büyük bir saygıyla kabul edildiler ve bugün Tamil Nadu’daki Kâncî’deki merkezde onların biri, en karizmatik şahsiyettir ve yakın zamanlara kadar güneydeki yeni bir dini uyanıştan sorumluydu. Şankara’nın yorumuna göre, fenomenal varoluş, nispi olarak gerçek değildir, bir kimsenin aldanmasından dolayı olsa bile, gerçekliğin üzerine bir bindirmedir. Bir yılan, bir ip ya da serap olarak görünür. Bu yüzden, gerçeklik düzenleri vardır; temel ve uyanma tecrübesi ve 4 Türkçesi için bkz. Tefrik Etme Hazinesi, çev. Mehmet Ali Işım, Dergah Yayınları, İstanbul. rüya tecrübesi durumunda olduğu gibi amprik gerçeklik (Vidyâ ve Avidyâ, Brahman ve Maya). Dünya gerçek değildir, ancak amprik olarak gerçektir ve yalnızca, bir kimse Brahmanı idrak ettiği zaman reddedilir. Ne Şankara kişisel bir Tanrı anlayışını boş, geçersiz hale getirir ne de fanatik bir sofidir. Ancak onun çalışmasından dolayı bütün dini ibadet ve mabetler, kaybolurdu. Toplum ve dünya bakış açısından Şankara tarafından istikrara kavuşturulan şekliyle Advaitanın en önemli katkısı, daha henüz bu bedendeyken, insanlığın yükseltilmesi için çalışmaya devam ederken kurtulma, Jivanmukti, doktrinidir. Bu kurtuluş mümkündür; çünkü bilginin ve idrakin artmasından dolayı insan, derhal özgür, Tanrı’ya eşit bir fail haline gelir ve beden var olmaya devam ettiği müddetçe, o Tanrı’nın bir enkarnasyonu olarak, insanlığın refahı için çalışabilir. Şankara’nın takviye ettiği düşünceler arasında, bu bölümün başında işaret edildiği gibi Rigveda’dan gelen aynı hedefe giden farklı yollar inancına ve tek Hakikatin birçok ismi ve şekline ve hoşgörü ve ibadet özgürlüğüne götüren farklılıkta birlik duygusu da vardır. Yalnızca mitolojinin çeşitli unsurları, ilahları ilişkili hale getirmedi, fakat aynı zamanda onlar Ardhanâriî (Şiva ve Devi), Harihara (Şiva ve Vişnu) ve Dattâreya (Brahmâ,Vişnu ve Şiva, bir olarak) gibi birleşik ilah formları da ürettiler. Bütün bunlar, mezhepçiliğin ötesine geçtiler. Ancak Smârtanın (Smrtileri takip eden) değerli mirasını teşkil eden bu dini çoğulculuk, açık zihinlilik ve tolerans için hakiki felsefi bir temel, Şankar’nın felsefesi tarafından sağlandı. PRÂKTÂCÂRYALAR5 Şimdi klasik Şastra döneminin sonunda, popüler haraketlere doğru ikinci büyük uyanışa sahibiz. Sanskritçe’den doğan antik konuşma dili (Prâkrts), bu zamanda, ülkenin farklı bölgelerinde yerel diller olarak ortaya çıkmaya başladılar ve bu popüler diller, dini propaganda için kullanılmaya başlandı. Bu, misyoner bir ruh geliştiren ve halkların dilini kendi yazıları için kullanılan iki heterodoks okul (Budizm ve Cayinizm) tarafından bir şekilde zorunlu hale getirildi. Popüler diller vasıtasıyla dini rönesansa yönelik hareketlerin en erkeni, Budizm ve Cayinizm’in güçlü kaleler ele geçirdiği güney Hindistan’daki Tamil ülkesinden geldi. Bu çağ, Kâncîpura’nın büyük Pallava yöneticileri çağıydı. Bu yöneticilerden birisi olan Mahendravikrama, kendisi Şivacı kızkardeşi tarafından Cayin cemaatten bir Şivacı aziz Appar (ms. yedinci yüzyıl) tarafından kurtarıldı ve Cayinizm’den Şivacılığa geçmesi sağlandı. Appar’ın genç çağdaşı, Madurai’daki Cayinleri yok eden ve Pandyan Krallığı’nı geri alan 5 Bkz. Venkarama Raghavan, The Great Integrators: The Saint Singers of India, Publications Divines, Government of India, New Delhi 1969, ikinci bsk. Cnânasambanda’ydı. Dokuzuncu yüzyılda, önemli diğer iki Şivacı aziz vardır: Tamil ülkesinin kuzey ve güney kısımlarından Sundaramûrti ve Mânikkavâcakar. Bu dördü ve diğer üç Şivacı aziz, “Tanrıya ibadet” anlamına gelen, Tamil’de Devâram olarak adlandırılan Şiva ilahilerinin söyleyenleri ve yaratıcılarıdır. Tamil bölgesinde başlayan bu hareket, bitişik Karnâtaka’ya, oradan da Mahârâstra, Gujarat ve Rajasthan’a, sonra da kuzeyin bütün Hindi-konuşan bölgelerine, Mithilâ’ya, Bengal’e doğudaki Assam’a ve sonra çevrimi tamamlayarak geriye Andhra ve Tamil’e yayıldı (Harita 11). Keza, Tamil’de olduğu gibi Karnâtaka’da da Şiva ve Vişnu dindarlarının ikiz hareketi vardı. Bunlardan birincisi Şiva-şaranalar (“Şiva’ya sığınanlar”) ve ikincisi ise Haridâsalar (Hari-Vişnu’nun hizmetçileri) olarak isimlendirilmekteydiler. İlki, kurucusu ms. on ikinci yüzyılda Kalyôn Basava bakanı olan, Vîra-Şaivism ya da Lingâyata olarak isimlendirilen, bu bölgenin Şivacı felsefi okulunun ortaya çıkmasına sebep oldu. Keza bu okul, bütün sınıflardan kadın ve erkek üyeleri içeren bir azizler silsilesi çıkardı. Benzer şekilde bütün sınıflardan cezbedilen Haridâsalar, Madhvâcarya dualistik okuluna katıldılar. Bu silsilenin en büyük azizi, müzik hususunda saygın bir yer işgal eden Puranadâs’dır (1480-1564). Gitâ ve öteki Sanskritçe kutsal yazılardan birkaç didaktik ve ibadetle ilgili şarkıları da Mahârâstirî ortamında söyleyen azizler, bütün sınıflardan gelmiş olan yaklaşık elli kişilik bir gruptur. Bunların en büyükleri, Cnânâdeva (ö. 1290), Nâmadeva (1269-1681), Tukhârâm (1608-1649) ve Şivâjî gurusu, Râmadâs’tır (1608-1681). Gujaratın önde gelen aziz-şarkıcısı, Narasimha Mehta ve Rajasthan Prensi Mîrâ Bai, Tamilli Ânjâl gibi, Rabbi’n gelini olarak şarkı söyledi. Müslüman sufilerin de içlerinde yer aldığı birçok okulun buluşma yeri olan Keşmir, kadın mistik Lallâ’yı (on dördüncü yüzyıl) yeştirdi. Pencap, şarkıları Sihizm’in temeli olan Granth Sahib’de korunan Nânak ve takipçilerinin memleketidir. Günümüz Hindikonuşan bölgelerinde, Kebîr (1380-1460) ortaya çıktı. Kebîr Nânak’ın Müslüman sufi hocası ve İslamla Hinduizm’e telif etmeye çalışan ve böylece mistik deneyim vasıtasıyla Tanrı’ya ortak bir yol açmaya çalışan biridir. Diğer önde gelen azizler arasında, Sûradâsa (yaklaşık 1550), Agralı kör Krişna-şarkıcısı, Hindu dünyasının Kitab-ı Mukkadesi yani, Râma-cvitamânasanın yazarı olan Tulasidas (1532-1625) yer alır. Krişna sevgisi de, Bengal’daki Caitanya (1485-1513) kadar Mithilâ’da Vidyâpati ve Candîdâs’ı da (her ikisi de yaklaşık 1350) yetiştirdi. Assamlı Şankaradeva (1449-1513), aynı adanmışlığın ve yayılmanın Sattralarıyla ya da merkezleriyle Bhagavata, öteki Purânalar ve destanlara dayanan şarkılar sayesinde Assam’daki hem dini hem de toplumu birleştirdi. Hindî bölgesinin aziz şarkıcıları, pek çoktu ve birkaç okula mensuptular. Bhadrâcalâmlı Râmadâs (on yedinci yüzyıl) Andhra’da şarkı söyledi ve bir Telugu olan Tyâgarâja (1767-1847), Tamil ülkesinin kalbinde söyledi. Nâyanârlar, Âlvarlar ve Tyâgarâja arasında Tamilnadu, Tamilce söyleyen bir azizşarıkcılar dizisine ve sembolik şarkılar söyleyen Siddalar olarak bilinen bir mistik sınıfa sahipti. Tamilce Râmâyananın yazarı Kamban; Tanrı Kumara’nın coşkulu ilahicisi Arunagirinâthar (on beşinci yüzyıl); Vedantist Tâyumânavar (on yedinci-on sekizinci yüzyıl) ve sonuncu ancak son derece önemli olan evrenselci Râmalingasvâmi (1823-1874). Bhakti: Popüler Din Tarihçiler bu dönemi, Bhakti (“adanma) çağı olarak betimlediler. Mistik şarkıcılar ve onların yerel dillerdeki şarkıları, dini düşünceye yeni bir enerji verdi ve yeni felsefi okullar ürettiler. Böylece arkasından Şankara, Vedantaya dair kendisinin meşhur yorumunu üretti; Tamil ülkesinde bir Vişnu felsefecisi-abidleri silsilesi Vedantanın, Yüce Varlık için bhaktiye (adanma/adama) dayandırılan ikinci önemli şerhini geliştirdiler. Söz konusu Yüce Varlık, bir, ancak şahsiyet ve sonsuz hayırlı niteliklerle donanmış ve Kendi Bedeni olarak atıl ve bilinçli varlık evrenine sahip olarak tasavvur edildi. Vişiştâdvaita olarak adlandırılmaya başlanan bu okulun öncüleri, Nâthamuni ve onun büyük oğlu Yâmuna (ms. onbirinci yüzyıl) idi. Vedântik metinlerin gerçek yorumcusu ve bu okulun esas öğreticisi Râmânuja (1017-1137), Madras’ın yakınlarındaki Şriperumbudûr’da doğdu. Adanmayla birlikte okul, esas olarak Tanrı’ya teslimiyeti vurguladı. Rabb’in eşi, Laşimî, Rabb’in inayetinin bir aracısı olarak faaliyet gösterdi. Şri Vaişnavalar olarak adlandırılan bu okulun takipçileri, iki okulu ayrıldılar: Daha eski olan Ten-Kalai (güney okulu) ve daha yeni olan Vadakalai (kuzey okulu). Bunlar Rabb’in inayetine dair görüşleri hususunda birbirlerinden ayrılırlar. Birincisi, az ya da hiç gayret sarfetmeyen yavrusunu, ağzında taşıyan kedi benzetmesini kabul eder. İkincisi, kendi çabasıyla annesine tutunan küçük yavrusunu taşıyan maymun benzetmesini kabul eder. Birinci görüşte insan, yalnızca Rabb’in inayetini almak zorundadır, ancak ikincisinde, inayet yine ona verilir ancak o, bunun için çalışmak zorundadır. Birinci okul, özellikle, Brahman cemaati dışındaki sınıflar arasında dikkate değer bir ölçüde yayıldı. Şrîvaişnavism, Güney Hindistan’ın bazı büyük mabetleriyle kendisini takviye etti ve Tamil Nadu’dan Râmanuja’nın geçici bir ikametgâhının olduğu Mysore’ye, Ândhra ve sonra Kuzey Hindistan’a yayıldı (Harita 11). Vişnu’ya (Krişna) adanmaya dayanan üç öteki okul, Kuzey’de yaygındı. Vedântanın teistik yorumlarını üreten onların öğretmenleri, Vişnusvâmin (ms.13. yüzyıl), Vattabâcârya (14791531), Nimbâska (ms. 12. yüzyıl) ve Bengal’daki Caitanya’nın takipçileridir. Bütün Vişnucu okullar, Krişna ve onun Eşi Râdhâ (zahitliğin/sofuluğun sembolü) vecdi bağılık ya da sevgiyi uyguladılar. Temel ilhamlarını kendilerinden aldıkları metinler arasında, Bhâgavata Purâna ve Râdhâ-Krişna aşkına dair hoş lirik şiir, Jayadeva’nın Gitagovindası bulunur. Gitagovinda, müzikte ve dansta olmak üzere bütün Hindistan’da benzersiz bir rol oynayarak Bhakti çağının başında bulunur. Râma da, Kuzey Hindistan adanma hareketinde önde gelen bir yere sahipti. Râma kültünde öncü, Kebîr’in öğretmeni, Benaras’liı Râmânanda (yaklaşık 1400) idi. Tulasi, bu gelenekte yükselir ve diğer birçok aziz, Kebîr, Dâdu vs.nin arkasından yükselirler. Şiva etrafında gelişen bu okullardan, Keşmir Şivacılığı, monistik ve düalistik, kendisine has temel Sûtralarını (dokuzuncu yüzyıl) geliştirdi ve Sanskritçe’de geniş bir literatür üretti. Keşmir Şivacılığının monistik dalı için Şiva, mutlak olarak benzersiz ve şahsiyetle donatılmış olarak kabul edilen Yüce Varlık’tır. Onu idrak etmek için insan, mutlak olarak gerçek olmayan ancak Yüce Varlık’ın (Âbhâsa) bir görünümü olan dünyanın hakiki doğasını anlamaya muktedir kılınmalıdır. Tantraların ve konuşma mistisizminin karışımıyla Keşmir Şivacılığı, bir karışım haline geldi. Dualist Şivacılığın üç ana kategorisi, Rabb (Pati, Şiva), ruh (“Rabb’in koruması altındaki hayvanlar”, “sürü” anlamına gelen Paşu) ve rabıta (Pâşa). Bu gerçekçi ve çoğulcu okuldur. Tanrı, evrenin tek etkin sebebidir ve Vedantada olduğu gibi, maddi sebebi değildir. Maddi sebep, Samkhya’da olduğu gibi maddedir (Prakriti, Maya). Bireysel ruhlar, üç kölelik (Malalar) yüzünden bağlı hale geldiler: Ânava, ruhun her şeyi kapsayan doğasını, atomik yapıya indirger; Karman, insan tarafından yapılan eylemler ve ruhun kendisiyle somutlaştığı, tecrübe ettiği ve bedenden bedene güç ettiği Maya. Kurtuluş, bu üç köleliktendir ve kişisel çabayla ve Tanrı’nın inayetiyle elde edilir. Kurtulmuş ruh, Şiva-gibidir ve Şiva sayesinde, Şiva-mutluluğunun keyfini sürer, ancak Şiva ile bir olmaz; o aynı zamanda hem özdeş hem de farklıdır. Tamil bölgesinde yaygın olan bu Şivacılık, bu şeklin Şivacılığıdır. Karnâtaka’nın Vira Şivacılığı (dışlayıcı Şivacılık), keza, takipçilerinin sürekli olarak bir Şivalingasının kopyasını bedenleri üzerinde taşıdıkları için Lingâyata olarak isimlendirilirler. Şiva ve Vişnu’dan sonra Hindu panteonunun üçüncü büyük ilahı, Şakti ya da Devî, Ana Tanrıça’dır. Ona ibadet, Yüce Varlık anlayışının tamamlayıcı bir parçası ve onun Şakti, Vimarşa, Şri vs. gibi çeşitli şekillerde adlandırılan dinamik ve aracı yönü olarak büyük oranlara ulaştı. Şakti ibadeti, Şakta olarak isimlendirilir ve kendine has Sûtralara, yorumlara ve bağımsız araştırmalara sahiptir. Tantralar olarak bilinen geniş ve şaşırtıcı bir literatür, ülkenin farklı kısımlarında popüler ibadette yaygın olarak bilinen onun sayısız şekliyle ele aldılar. Tek Şakti, Devî’nin Durgâ Lakşmî ve Saravastî üç esas şeklini alır. Bunların her biri sıraya uygun olarak güçe, refaha ve bilgiye nezaret ederler. Devî’nin bazı şeytanları (Mahişâsivamardanî), özellikle de bufalo biçimindeki birini yok ettiği şekil, en saygı gösterilenidir. Bu dişi tanrıça, bazen ateşte tekrarlanan kurbanlarla, okunan, Devîmahâtmya olarak adlandırılan yedi yüz dizeli metinde övülür. Güzellik ve cömertlik yönleri bakımından Devî, Lalita olarak ibadet edilir ve Lalitopakhyâna ve Lalitâsahasranâma-strata olarak isimlendirilen bin isim ilahisinde övülür. Popüler ibadet ilahın öteki biçimlerden birini sırada, engellerin ve onların kaldırılması tanrısı olan Ganeşa yer alır. O, kendisine has Pûrânalar, Upanişadlar, Gîtâ, ilahiler ve batini tântrik metinlerde övülür. Ezoterik olarak Ganapati, Şakti ile özdeşleştirilir ve mistik hece OM’un bir tecessümü olarak kabul edilir. Tamil ülkesinde, hiçbir cadde yoktur ki, ona adanmış bir mabet olmasın. Onun, bir zamanlar kuzeyde de yaygın bir biçimde tapınılan daha genç erkek kardeşi Kumarila, Tamil Nad’da bir kaleye sahiptir. Burada onun, bütün tepeler üzerinde spor yaptığı kabul edilir ve şerefine beş tane hususi tepe mabet vardır. Keza, O’na ve Ganeşa’ya bütün Şiva mabetlerinde ibadet edilir. Şiva ve Pârvatî (Şakti) ile birlikte, tanrısal aileler, çocuk Kumâra, bir teslis oluştururlar; Somâskanda, OM hecesini oluşturan üç bileşeni (A, U, ve M) tarafından ifade edilen teslisin, aşkın rab, onun yaratıcı enerjisi ve evren sembolizmini temsil eder. Kumâra da, güzelliğin ve mertliğin bir simgesidir ve çoğu dini ve çoşkun şarkının ve şiirin kahramanıdır. Güneş (Sûrya) ibadeti ve onun devamlılığı, Vedalar kısmında zikredildi. Tarihsel zamanlar boyunca Ortadoğu’dan ve Doğu Avrapa’dan Mitra tapınıcıları, Hindistan’a göç ettiler ve güneş tapınıcılarının itibarlarını arttırdılar. Birkaç Purânik metin, güneşi metheder ve güneş mabetleri, Hindistan’ın her yerinde bulunur. Keza Güneş’e, gezegen sisteminin merkezi olarak sağlık, başarı vs. için ibadet edilir. Ana ilahların ortakları ve attıkları müstakil olarak ibadet edilir: Yani, sergüzeştleri Râmâyana’da betimlenen, gücün ve başarının sembolü olan, popüleritesi Ganeşa’ya yaklaşan, maymun-zahit Hanuman ve Vişnu’nun elinde şeytanların yok edicisi, disk Sudşana. Bir tanrının (Astra-Deva) attıklarının başında gelen, Vişnu’nun diski ve Şiva’nın (Trişûla) üç uçlu mızrağı, saygıdeğer ilahların mabetlerinin çevrelerinde yer alan bir parçadır. Hindu ibadeti, gezegenleri (Grahalar), yılınları (Nâgalar), ağaçları ve bitkileri içerir ve bunların hepsi, antik zamanlara kadar giden bir geçmişe sahiptirler. Yol kenarında, nehirlerin ya da havuzların kenarında ve mabetlerin etraflarındaki yılan taşlarıyla birlikte kutsal incir ağacı (Aşvattha), yaygın bir görünümdür; halk onun etrafını dolaşır ve ağaçların dibine, yılanların ve yılan oyukları üzerine su ve süt dökerler. Bilva (Aegle Marmelos), Şiva’nın kutsal ağacı ve Lakşimî’nin ikametgâhıdır. Tulasî (pelesenk ağacı), Krişna için kutsal bir bitkidir. Gezegen ve ince bitkiden yüce Brahman’a kadar bu ibadet spektrumunda hiçbir kabalık ya da tezat yoktur. Çünkü bu çeşitli spektrum, tek büyük ışığın yansımasından başka bir şey değildir ve Hakikat, asla, en sıradan bir tapınıcı tarafından bile unutulmaz. Vedalar, tanrıların fiziki özelliklerini tanımlarlar, ancak Veda çağında ne heykeller ne de mabetler yoktur. Tabii ki, kesinlikle kutsal bir yapının özünü temin eden ayrıntılı kurban altarları vardı. Râmâyana, ibadet için olan bu tür kutsal yapılara ve aynı şekilde bir ilaha dua edilen bazı noktalara da gönderme yapar. Mauryan çağında (mö. dördüncü yüzyıl), tanrıların heykellerine gönderme yapılırdı. Bir mabetin kökeni, yalnızca altarda değil fakat, kulübe ikametgahlarda, arabalarda ve kraliyet ailesinin bindiği filler sırtında görülebilir. Her zaman tarihsel gelişiminin safhalarını gösteren bir mabedin önemli parçaları, kutsal ağaç, bayrak, sunu için platform, havuz ve esas tanrının saklandığı dâhili kutsallar kutsalıdır (sanctum sanctorum). Sonuncusu, Rabb’in ikamet ettiği, keza ilk mabetler tarafından geliştirilen kalbin vucutta gizlendiği yerin sembolüdür. Mabedin kutsallığı, azizlerin bir araya gelmelerinden, ilahların hususi biçimlerinin tezahürlerinden ve onların sergüzeştlerinden ya da belli dindarlara/sofulara yönelik inayetlerinden veya belli yantraların ezoterik gücünden veya gizli mabede konulan mistik tablolardan kaynaklanır. Kutsal mekânlara hususi bayramlar için ya da kefaret veya özel bir meziyet veya zihinsel bir teselli için yapılan haclar, dindar bir Hindu’nun programının parçasıdır. Her bir aile, geçmişten bir miras olarak aldığı bir mabede ve ilaha sahiptir. Tanrıların heykelleri ve resimleri, onların çeşitli şekilleri ve işleriyle, müzikle, dans ve dramayla ve bayramlarla mabet, gerçekten de, halk üzerinde büyük bir etki ve çekicilik icra eder. Yazıtlarındaki tarihsel olaylarla, arşivlerindeki edebi el yazmalarıyla, yerel yönetim için seçilmiş kişilerin toplantıları ve dini söylemler için kullanılan solanlarıyla çağlar boyunca mabetler, bütün yerel cemaat hayatının merkezleri de oldular. Cidambaram’da olduğu gibi büyük mabetler her zaman, yüksek felsefi öneme ve heykellerinde derin sembolizme sahiptirler. Mesela bir kimse Cidambaram mabedinde durduğunda, sol tarafta kozmik sürecin bir tür sembolik takdimini ve ön tarafta, aynı takdimin bir başka türünü görür. Birincisi, Vişnu’nun, göbeğinden çıkan lotus üzerinde yaratıcıyla birlikte sonsuz zaman kıvrımları (yılan ini) üzerindeki ilk suların üstünde mistik bir uykuda yatarkenki temsilidir. İkincisi beş eylemi: yaratılış, sürdürme, yok etme, engelleme ve kutsamaya işaret eden iç kalbin esirindeki mistik dansında yapan Şiva’nın temsilidir. Dakşinâmara olarak Şiva, Vata ağacının dibinde, öğretmen ve bilgiye, yaşlanmış öğrencilere, genç öğretmen ve öğretiye, sessizliğe dair büyük bir anlayıştır. Ardha-nâri, yarı Şiva (erkek), yarı-Şakti (dişi) heykelindeki, tek bir tanrıdaki statik ve dinamik yönler olan anlayış da böyledir. Mabetlerin sanctum sanctorumuna yerleştirilmiş olan Şiva’nın temel biçimi, “sembol” anlamına gelen Lingadır; Linga, heykellerin mümkün en soyut hali, yalnızca taş bir sütündür. Atharva Veda, Yüce Varlık’ı, bir direk (Skambha, x/7) olarak tasvir eder; Şiva kendisini, başı ve sonu bulunmayan bir direk, bir ateş direği olarak tezahür ettirir. Bazı tarihçilerin kafaları karıştı ve diğerlerinin ise fallik tapımını bu düşünceyle karıştırdıkları için kafaları karıştı. Her bir evin de, minyatür bir mabedi vardır ve eğer bir Hindu mabede gitmiyor ve bütün ibadetlerini evinde yapmayı tercih ediyorsa Hindu olmaktan çıkmaz. Sâlagrâmalar (Gandakî ve Narmadâ nehirlerinde bulunan ve Vişnu ve Şiva’yı temsil eden kutsal ammonit çakıl taşlar) ya da mistik şemalar (Cakralar) veya metal heykeller ya da resimlere evde de tapınılır. Cakralar, kutsal hecelerle çerçevelenmiş ve mabetlerdeki heykellerin kaidesine konulmuş ilahi güç yoğunlaşmalarıdır. Bunların en meşhuru, Devî’nin Şrîcakrasıdır. Evde ve gizli olarak icra edilen dini ameller, kutsal kitap okumayı; Mantraları, tanrıların isimlerinin tekrarını ve duaları, meditasyonu, dönemsel ibadetlerin yerine getirilmesini, riyazet, ve oruçlar ya da ziyafetlerle tanrını kızgınlığını yatıştırma ve hususi ilahlar için kutsal olan seçilmiş günlerin kutlanmasını içerir. Dini okumada, tekrarda ve ezberden okumada ilk önce, Rabb’in İsmi’nin (Nâma)6 ya da OM ile birlikte bazı mistik heceleri somutlaştıran, hususi tanrı için saygıyla boyun eğmeyi ifade eden, Mantra olarak isimlendirilen kısa bir fomüla (insanlar, bir öğretmen/üstat tarafından bu hususta usulüne uygun bir biçimde) tekrar edilir. Purânalardan alınmış keza büyük üstatlar, şairler ve zahitler tarafından telif edilmiş Sanskritçe dualar, övgüler ve ilahiler devasa bir literatür7 teşkil ederler; bunlar, 100, 300 ve 1000 isim dizilerinden, doktrinlere, adanmaya ve şiiri tecessüm ettiren edebi teliflere varıncaya kadar farklılık gösterirler. Miladi ikinci yüzyıldan bu yana Hinduizm, onun büyük destanları, Sanskrit dili ve belli şiirler ve Sanskritçedeki dini metinler, Hindu müzik, dans sanatları, drama ve heykel ve mabet inşa etme bütün güney Asya, Endonezya, Malezya, Tayland, Kamboçya, Laos, Vietnam ve daha yakın yerlere, Burma ve Seylan’a yayıldı. Hindu kültürünün bazı şekilleri, özellikle de, halkın daha sonra ihtida ederek Müslüman oldukları bu bölgelerin bazı kısımlarında hala bulunmaktadır. Hindistan sınırındaki Nepal ve Endonezya’daki Bali, Hindistan dışındaki Hindu ülkeleridir. Hindu sanatları, yeni biçimler, kültlerin özgür bir sentezini ve bu alanlardaki yeni bir çiçeklenme ortaya koydular. En geniş Hindu mabet külliyesi, Hindistan’da değil fakat Kamboçya’dadır. 6 Rabb’in İsmi doktrini için bkz. Venkatarama Raghavan, Introductory Thesis, The Spiritual Heritage of Tyagaraja, R. K. Martin, Madras 1965. 7 Bkz. Venkatarama Rathagan, Prayers, Praises and Psalms, G. A. Natescu&Co., Madras 1938. Modern Reform Hareketleri Avrupalı tüccarların, yöneticilerin ve Hıristiyanlığın Hindistan’a varışı, yeni bir güç getirdi. Daha önceden İslam’a ihtidalarda olduğu gibi bir yandan Hıristiyanlığa yönelik büyük ölçekli din değiştirmeler devam ederken öte yandan Sanskritçe, Hinduizm ve onun kültürü, Batılı oryantalistler tarafından keşfedildi ve onların peşinden modern eğitim almış olan Hindular, bizatihi kendileri için onların tarihsel ve kültürel sembolünü keşfettiler. Bunun sonucu, Hinduizm’in bir yorumu ve onun bir rönasansıydı. Modern zevk için uygun olmayan ve artık işe yaramayan eski amellerle ilgili birkaç reform terk edildi; büyük hareketlilik ve sınıflar arasındaki eşitlikle birlikte toplumsal değişim ortaya çıkmaya başladı. Din ve felsefede, onların daha eski biçimine, ayinsel yöne karşı olarak entelektüel yönlere daha çok ilgi gösterilmeye başlandı. Yeterli bilgi sahibi olmayan ya da ön yargılı oryantalist eleştiriye cevap verme ihtiyacı, Hindiuzm’in daha derin bir araştırmasına yol açtı. Yayın sebebiyle kutsal yazılar hem orijinal hem de tercüme halleriyle bütün insanlar için ulaşılabilir hale geldi. Brahma Samâj gibi, Batı metotlarını benimseyen yeni dini gruplar, Batılı eğitim almış sınıflar arasında geliştiler. Râja Ram Mohan Roy tarafından kurulan bu Samâj, Bengal’le sınırlıydı. Eş zamanlı olarak orijinal öğretilere yönelik reform ve araştırmaya yönelik yeni bir ruh, iki eylem çizgisini oluşturdu. Birincisi, Svâmi Dayânanda Saravastî tarafından 1875’de başlatılan, Veda ilahilerine geri dönüşe dair çağrısıyla Ârya Samâj olarak adlandırılan organizasyonun, yükselişiydi; onun hedeflerinden birisi, Hinduları öteki inançlara dönmekten alı koymaktı. Ârya Samâjcılar, bütün Hindistan’da şubeleri ve takipçileri olmakla birlikte, Pencap’da yoğunlaştılar (Harita 11). Öteki faaliyet çizgisi, hızlı Batılılaşma ve Hint medeniyetine benzersiz karakterini vermiş olan yerli manevi kültürün ihmal edilmesini durdurmaya yönelik çığlıktır. Vatanseverliğin ve İngiliz yönetiminden özgür olmaya yönelik mücadelenin yeni yükselişi de, bu kültürel canlanmayla aşılanmıştı ve Bâlagangâdhara Tilak, Mahâtma Gandhi ve Aurobindo, hepsi Gitânın modern yorumcuları olan bu kişiler, siyasi ve kamu faaliyetlerinin ortasında dini ve manevi bir misyona sahiptiler. Tilak, Karma-Yogayı vurguladı; Gandhi, Ahimsayı (“zarar vermeme”), hakikati, karşılıktan bağımsız görevi (Anâsakti Yoga) vurguladı; Aurobindo, daha çok Tantraya, Yogaya ve Veda görücülerinin erken dönem mistisizmine meyletti. Gandhi, karizmasını, Bhajan uygulaması, Râma’nın ismine inanç vs.ye borçluydu ve pamuk endüstrisine dair ekonomik programı, köy halkını iyileştirme, aşağı sınıfların yükseltilmesine ve dokunulmazların kökünün kazınmasına yönelik toplumsal misyonlarıyla tam bir felsefeciydi. Hinduizm’de yeni bir hayatı faaliyete geçiren modern Hindu liderlerinin en karizmatik olanı, Svâmi Vivekânanda idi; onun öğretmeni, tanrıyı tam olarak anlamış geleneksel bir ruh olan Radhakrişna idi. Chicago Dinler Parlementosu’nu (1893) ziyaret eden Vivekânanda (1863-1902), şimdi dünya ölçeğinde yaygın misyonlara sahip olan, hocasının adına 1897’de Misyonu’nu kurdu. Geniş görüşlü ve Hindistan’da daha çok toplumsal ve eğitim çalışmalarına adanmış olmakla birlikte Vivekânanda ve Râmakrişna Misyonu, Şankara’nın Adavaita Vedântasının savunucularıdır. Edebi ve sanatsal bir uyanıştan sorumlu olan şair Rabindranath Tagore da, bir Vedantacıdır ve bu temelde olmak üzere, evrensel insan dininı savunmaktaydı. Nadir etkili konuşma ve ünüyle Hinduizm ve Vedantayı Batı’da yorumlamış olanlar arasında S. Radhakrişna’nın ismi en önde durur; onun yaklaşımı, Şanka’nın yaklaşımıdır. Ancak, fenomenal varlığın gerçek dışılığını bir dereceye kadar değiştirilmiş halidir. Vivekânanda’nın başarısı, birçok Hindu dini lideri, Hinduizm’i şu ya da bu şekilde olmak üzere yurt dışında yayma hususunda teşvik etti; onlardan birkaç tanesi, işlerini sessizce yaptılar ve hepsi, Hinduizm’in yeniden çiçeklenmesine, bazıları da onun başka bir geleneğinin, adanmanın veya Vedantik bilginin ya da Yoganın güçlenmesine katkıda bulunan misyonların kurulmasında başarılı oldular. Yeni bir güçle Hinduizm’in bu ortaya çıkışına yardım elini uzatan yabancılar arasında, International Theosophical Society’yi kuranlar, Madam Blavatsky, Binbaşı Olcott ve Bayan Annie Besant bulunur. Bu uyanışın ve modern yönelimli çalışmanın bu tarzlarının yanı sıra, Ortodoks Vedantik, Şivacı, Vişnucu Mathlar, Math-reisleri, öteki geleneksel bilim adamları ve manevi anlayışa sahip olanlar, mucizevi kutsama eylemleri gerçekleştiren ve kendileri herhangi bir Matha ile ilişkilendirilmeyen ancak etkileri yeni dini hareketlerin, manevi merkezlerin ve onların ismine hareketlerin kuruluşuna yol açan azizlerin, dini hizmetlerindeki tempoda önemli ölçüde bir canlanma, farkında oluş ve artış oldu. Birinciler arasında, Kânchî’nin, bu sınıftakiler arasında en aktif en iyi bilinen, mevcut Şankarâcâryası; ikinciler arasında, bir Brahman’ın oğlu olup, Müslüman bir aileler tarafından yetiştirilen ve yakın zamanlara kadar bizimle birlikte olan Tiruvannâmali’li Ramana Maharşi tarafından yetiştirilen Mahârâştri’deki Shirdi’li Sai Baba (ö. 1918) zikredilebilir. Bibliyografya Avalon, Arthur, Principles of Tantra, Ganesh and Co., Madras 1969-1970 (4. bsk.) Bary, William W., Sources of Indian Trdation, Columbia University, New York 1964. Bhandarkar, R. G., Vaisnavism, Saivisim and Minor Religious System, Strasburg 1913 (reprinted in India). Bhaskara, Laugaksi, Arthasamgraha, tr. G. Thibaut, Benares Sanskrit Series. No. 4, Banaras 1882. Dasgupta, Surendranath, A History of Indian Philsophy, 5. Vol., Cambridge University Press, Cambridge 1922-1955. Deussen, Paul, The Philosophy of the Upanisads, İngilizce tercüme, T&T, Edinburg 1919. Dutt, Manmahta Nath, A Prose English Translation of the Mahabharata, 3 vol., M. N. Dutt, Calcutta 1895-1905. The Ramayana, İngilizceye nesir olarak tercüme, Calcutta 1891-1894. Eliade, Mircae, Yoga: Immortality and Freedom, Pantheon, New York 1958. Farquhar, J. N., Outline of the Religious Litetature of India, Oxford University Press, Oxford 1920. Hiriyanna, M., Outlines of Indian Philosophy, George Allen and Unwin, London 1922; Türkçesi için bkz. Hint Felsefesi Tarihi, çev. Fuat Aydın, Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul 2011. Macdonell, A.A., Hymns from the Rigveda, Association Press, London 1922. …………., Vedic Mythology, Strassburg 1897, (yakın zamanlarda Hindistan’da yeniden basıldı). Morgan, Kenneth (ed.), The Religion of the Hindus, Ronald, New York 1953. Poddar, H. P., tr., The Bhâgavata, Gitâ Press, Gorakhpur 1952. Radhakrishnan, S., Indian Philosophy, 2 vol., Macmillan, New York 1923, 1927. …………., The Hindu View of Life, Allen and Unwin, London 1927. …………., The Principal Upanishads, Allen and Unwin, London 1953. …………., The Bhâgavad Gita, Allen and Unwin, London 1953. …………., and Charles a. Moore (eds.), Source Book in Indian Philosophy, Princeton University Press, Princeton 1957. Rau, T.A. Gopinatha, Elements of Hindu Iconagraphy, 2. Vol., Law Printing House, Madras 1914-1916. Sarma, D. S., The Renaissance of Hinduism, Benares Hundi U.P, Banaras 1944. …………., What is Hinduism? Madras Law Journal Press, Mylapore, Madras 1945. Vivekânanda, Swami, Raja-Yoga, Longsman, Green, London 1896; 8. bsk., ................, Advaita Ashrama, Almora 1947. Whitney, W. D., Atharvaveda Samhîtâ, İngilizce trc. 2 vol., Harvard Oriental Series, Cambirdge 1905. Wilson, H. H., Rigveda Samhîtâ, İngilizce trc. 6 vol., London 1850-1888 (Poona’da yeniden basıldı).