OKUYUCUYA • Bu kitapta ve di¤er çal›flmalar›m›zda evrim teorisinin çöküflüne özel bir yer ayr›lmas›n›n nedeni, bu teorinin her türlü din aleyhtar› felsefenin temelini oluflturmas›d›r. Yarat›l›fl› ve dolay›s›yla Allah'›n varl›¤›n› inkar eden Darwinizm, 140 y›ld›r pek çok insan›n iman›n› kaybetmesine ya da kuflkuya düflmesine neden olmufltur. Dolay›s›yla bu teorinin bir aldatmaca oldu¤unu gözler önüne sermek çok önemli bir imani görevdir. Bu önemli hizmetin tüm insanlar›m›za ulaflt›r›labilmesi ise zorunludur. Kimi okuyucular›m›z belki tek bir kitab›m›z› okuma imkan› bulabilir. Bu nedenle her kitab›m›zda bu konuya özet de olsa bir bölüm ayr›lmas› uygun görülmüfltür. • Belirtilmesi gereken bir di¤er husus, bu kitaplar›n içeri¤i ile ilgilidir. Yazar›n tüm kitaplar›nda imani konular, Kuran ayetleri do¤rultusunda anlat›lmakta, insanlar Allah'›n ayetlerini ö¤renmeye ve yaflamaya davet edilmektedir. Allah'›n ayetleri ile ilgili tüm konular, okuyan›n akl›nda hiçbir flüphe veya soru iflareti b›rakmayacak flekilde aç›klanmaktad›r. • Bu anlat›m s›ras›nda kullan›lan samimi, sade ve ak›c› üslup ise kitaplar›n yediden yetmifle herkes taraf›ndan rahatça anlafl›lmas›n› sa¤lamaktad›r. Bu etkili ve yal›n anlat›m sayesinde, kitaplar "bir solukta okunan kitaplar" deyimine tam olarak uymaktad›r. Dini reddetme konusunda kesin bir tav›r sergileyen insanlar dahi, bu kitaplarda anlat›lan gerçeklerden etkilenmekte ve anlat›lanlar›n do¤rulu¤unu inkar edememektedirler. • Bu kitap ve yazar›n di¤er eserleri, okuyucular taraf›ndan bizzat okunabilece¤i gibi, karfl›l›kl› bir sohbet ortam› fleklinde de okunabilir. Bu kitaplardan istifade etmek isteyen bir grup okuyucunun kitaplar› birarada okumalar›, konuyla ilgili kendi tefekkür ve tecrübelerini de birbirlerine aktarmalar› aç›s›ndan yararl› olacakt›r. • Bunun yan›nda, sadece Allah r›zas› için yaz›lm›fl olan bu kitaplar›n tan›nmas›na ve okunmas›na katk›da bulunmak da büyük bir hizmet olacakt›r. Çünkü yazar›n tüm kitaplar›nda ispat ve ikna edici yön son derece güçlüdür. Bu sebeple dini anlatmak isteyenler için en etkili yöntem, bu kitaplar›n di¤er insanlar taraf›ndan da okunmas›n›n teflvik edilmesidir. • Kitaplar›n arkas›na yazar›n di¤er eserlerinin tan›t›mlar›n›n eklenmesinin ise önemli sebepleri vard›r. Bu sayede kitab› eline alan kifli, yukar›da söz etti¤imiz özellikleri tafl›yan ve okumaktan hoflland›¤›n› umdu¤umuz bu kitapla ayn› vas›flara sahip daha birçok eser oldu¤unu görecektir. ‹mani ve siyasi konularda yararlanabilece¤i zengin bir kaynak birikiminin bulundu¤una flahit olacakt›r. • Bu eserlerde, di¤er baz› eserlerde görülen, yazar›n flahsi kanaatlerine, flüpheli kaynaklara dayal› izahlara, mukaddesata karfl› gereken adaba ve sayg›ya dikkat edilmeyen üsluplara, burkuntu veren ümitsiz, flüpheci ve ye'se sürükleyen anlat›mlara rastlayamazs›n›z. Bu kitapta kullan›lan ayetler, Ali Bulaç'›n haz›rlad›¤› "Kur'an-› Kerim ve Türkçe Anlam›" isimli mealden al›nm›flt›r. Birinci bask›: Haziran 2002 ‹kinci bask›: Aral›k 2005 Üçüncü bask›: Aral›k 2008 ARAfiTIRMA YAYINCILIK Talatpafla Mah. Emirgazi Caddesi ‹brahim Elmas ‹flmerkezi A. Blok Kat 4 Okmeydan› - ‹stanbul Tel: (0 212) 222 00 88 Bask›: Seçil Ofset 100 Y›l Mahallesi MAS-S‹T Matbaac›lar Sitesi 4. Cadde No: 77 Ba¤c›lar-‹stanbul Tel: (0 212) 629 06 15 www.harunyahya.org - www.harunyahya.net A-J YAZAR VE ESERLER‹ HAKKINDA Harun Yahya müstear ismini kullanan yazar Adnan Oktar, 1956 y›l›nda Ankara'da do¤du. ‹lk, orta ve lise ö¤renimini Ankara'da tamamlad›. Daha sonra ‹stanbul Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi'nde ve ‹stanbul Üniversitesi Felsefe Bölümü'nde ö¤renim gördü. 1980'li y›llardan bu yana, imani, bilimsel ve siyasi konularda pek çok eser haz›rlad›. Bunlar›n yan› s›ra, yazar›n evrimcilerin sahtekarl›klar›n›, iddialar›n›n geçersizli¤ini ve Darwinizm'in kanl› ideolojilerle olan karanl›k ba¤lant›lar›n› ortaya koyan çok önemli eserleri bulunmaktad›r. Harun Yahya'n›n eserleri yaklafl›k 30.000 resmin yer ald›¤› toplam 45.000 sayfal›k bir külliyatt›r ve bu külliyat 60 farkl› dile çevrilmifltir. Yazar›n müstear ismi, inkarc› düflünceye karfl› mücadele eden iki peygamberin hat›ralar›na hürmeten, isimlerini yad etmek için Harun ve Yahya isimlerinden oluflturulmufltur. Yazar taraf›ndan kitaplar›n kapa¤›nda Resulullah'›n mührünün kullan›lm›fl olmas›n›n sembolik anlam› ise, kitaplar›n içeri¤i ile ilgilidir. Bu mühür, Kuran-› Kerim'in Allah'›n son kitab› ve son sözü, Peygamberimiz (sav)'in de hatem-ül enbiya olmas›n› remzetmektedir. Yazar da, yay›nlad›¤› tüm çal›flmalar›nda, Kuran'› ve Resulullah'›n sünnetini kendine rehber edinmifltir. Bu suretle, inkarc› düflünce sistemlerinin tüm temel iddialar›n› tek tek çürütmeyi ve dine karfl› yöneltilen itirazlar› tam olarak susturacak "son söz"ü söylemeyi hedeflemektedir. Çok büyük bir hikmet ve kemal sahibi olan Resulullah'›n mührü, bu son sözü söyleme niyetinin bir duas› olarak kullan›lm›flt›r. Yazar›n tüm çal›flmalar›ndaki ortak hedef, Kuran'›n tebli¤ini dünyaya ulaflt›rmak, böylelikle insanlar› Allah'›n varl›¤›, birli¤i ve ahiret gibi temel imani konular üzerinde düflünmeye sevk etmek ve inkarc› sistemlerin çürük temellerini ve sapk›n uygulamalar›n› gözler önüne sermektir. Nitekim Harun Yahya'n›n eserleri Hindistan'dan Amerika'ya, ‹ngiltere'den Endonezya'ya, Polonya'dan Bosna Hersek'e, ‹spanya'dan Brezilya'ya, Malezya'dan ‹talya'ya, Fransa'dan Bulgaristan'a ve Rusya'ya kadar dünyan›n daha pek çok ülkesinde be¤eniyle okunmaktad›r. ‹ngilizce, Frans›zca, Almanca, ‹talyanca, ‹spanyolca, Portekizce, Urduca, Arapça, Arnavutça, Rusça, Boflnakça, Uygurca, Endonezyaca, Malayca, Bengoli, S›rpça, Bulgarca, Çince, Kishwahili (Tanzanya'da kullan›l›yor), Hausa (Afrika'da yayg›n olarak kullan›l›yor), Dhivelhi (Mauritus'ta kullan›l›yor), Danimarkaca ve ‹sveçce gibi pek çok dile çevrilen eserler, yurt d›fl›nda genifl bir okuyucu kitlesi taraf›ndan takip edilmektedir. Dünyan›n dört bir yan›nda ola¤anüstü takdir toplayan bu eserler pek çok insan›n iman etmesine, pek ço¤unun da iman›nda derinleflmesine vesile olmaktad›r. Kitaplar› okuyan, inceleyen her kifli, bu eserlerdeki hikmetli, özlü, kolay anlafl›l›r ve samimi üslubun, ak›lc› ve ilmi yaklafl›m›n fark›na varmaktad›r. Bu eserler süratli etki etme, kesin netice verme, itiraz edilemezlik, çürütülemezlik özellikleri tafl›maktad›r. Bu eserleri okuyan ve üzerinde ciddi biçimde düflünen insanlar›n, art›k materyalist felsefeyi, ateizmi ve di¤er sapk›n görüfl ve felsefelerin hiçbirini samimi olarak savunabilmeleri mümkün de¤ildir. Bundan sonra savunsalar da ancak duygusal bir inatla savunacaklard›r, çünkü fikri dayanaklar› çürütülmüfltür. Ça¤›m›zdaki tüm inkarc› ak›mlar, Harun Yahya külliyat› karfl›s›nda fikren ma¤lup olmufllard›r. Kuflkusuz bu özellikler, Kuran'›n hikmet ve anlat›m çarp›c›l›¤›ndan kaynaklanmaktad›r. Yazar›n kendisi bu eserlerden dolay› bir övünme içinde de¤ildir, yaln›zca Allah'›n hidayetine vesile olmaya niyet etmifltir. Ayr›ca bu eserlerin bas›m›nda ve yay›nlanmas›nda herhangi bir maddi kazanç hedeflenmemektedir. Bu gerçekler göz önünde bulunduruldu¤unda, insanlar›n görmediklerini görmelerini sa¤layan, hidayetlerine vesile olan bu eserlerin okunmas›n› teflvik etmenin de, çok önemli bir hizmet oldu¤u ortaya ç›kmaktad›r. Bu de¤erli eserleri tan›tmak yerine, insanlar›n zihinlerini buland›ran, fikri karmafla meydana getiren, kuflku ve tereddütleri da¤›tmada, iman› kurtarmada güçlü ve keskin bir etkisi olmad›¤› genel tecrübe ile sabit olan kitaplar› yaymak ise, emek ve zaman kayb›na neden olacakt›r. ‹man› kurtarma amac›ndan ziyade, yazar›n›n edebi gücünü vurgulamaya yönelik eserlerde bu etkinin elde edilemeyece¤i aç›kt›r. Bu konuda kuflkusu olanlar varsa, Harun Yahya'n›n eserlerinin tek amac›n›n dinsizli¤i çürütmek ve Kuran ahlak›n› yaymak oldu¤unu, bu hizmetteki etki, baflar› ve samimiyetin aç›kça görüldü¤ünü okuyucular›n genel kanaatinden anlayabilirler. Bilinmelidir ki, dünya üzerindeki zulüm ve karmaflalar›n, Müslümanlar›n çektikleri eziyetlerin temel sebebi dinsizli¤in fikri hakimiyetidir. Bunlardan kurtulman›n yolu ise, dinsizli¤in fikren ma¤lup edilmesi, iman hakikatlerinin ortaya konmas› ve Kuran ahlak›n›n, insanlar›n kavray›p yaflayabilecekleri flekilde anlat›lmas›d›r. Dünyan›n günden güne daha fazla içine çekilmek istendi¤i zulüm, fesat ve kargafla ortam› dikkate al›nd›¤›nda bu hizmetin elden geldi¤ince h›zl› ve etkili bir biçimde yap›lmas› gerekti¤i aç›kt›r. Aksi halde çok geç kal›nabilir. Bu önemli hizmette öncü rolü üstlenmifl olan Harun Yahya külliyat›, Allah'›n izniyle, 21. yüzy›lda dünya insanlar›n› Kuran'da tarif edilen huzur ve bar›fla, do¤ruluk ve adalete, güzellik ve mutlulu¤a tafl›maya bir vesile olacakt›r içindekiler A C-Ç Abiyogenez (Abiyogenesis) teorisi...........13 Aborijin yerlileri.......................................13 Adaptasyon............................................15 AL 288-1 ...............................................16 AL 666-1 (Homo sapiens fosil kayd›).......16 Alglerin kökeni........................................17 Amfibiyen...............................................18 Amino asit............................................. 20 Analoji................................................... 23 Analog organ........................................ 23 Angiosperm........................................... 26 Anorganik evrim.................................... 27 Antibiyotik direnci................................. 28 Antropoloji............................................ 30 Ara geçifl formu (Ara türler)................... 31 Arboreal teori........................................ 33 Archæopteryx ...................................... 34 Archæoraptor....................................... 39 Afla¤› ›rk................................................ 40 Atapuerca kafatas›................................. 40 At›n kökeni............................................ 42 Australopithecus.................................... 44 Avien akci¤er......................................... 45 Cœlacanth............................................ 79 Co¤rafi izolasyon görüflü.........................80 (Allopatrik ‹zolasyon) Confuciusornis....................................... 82 Crick, Francis......................................... 83 Cro-Magnon adam›............................... 84 Crossopterygian.................................... 84 Cursorial teori........................................ 86 Cuvier, Georges..................................... 87 Çapraz çiftlefltirme................................. 87 Çeflitlenme (varyasyon).......................... 87 B Bakteri kamç›s›....................................... 47 Bakterilerin kökeni................................. 48 Bal›klar›n kökeni..................................... 51 Balinalar›n kökeni................................... 53 Bathybus Haeckelii (Haeckel çamuru)..... 58 Behe, Michael J..................................... 58 Bencil Gen kuram› (Selfish gene theory).. 59 Befl parmakl›l›k homolojisi...................... 61 Big Bang teorisi (Büyük Patlama)........... 63 Bilgi teorisi............................................. 64 Bireyolufl Soyoluflun Tekrar›d›r............... 67 Bitki hücresinin kökeni........................... 69 Biyogenetik Yasas›.................................. 72 Biyogenez (Biyogenesis) görüflü............. 72 Boudreaux, Edward............................... 72 Böceklerin kökeni................................... 72 Buffon, Comte de.................................. 74 Burgess Shale........................................ 74 Büyük Varolufl Zinciri............................. 76 D Dar popülasyon..................................... 89 Darwin, Charles Robert.......................... 90 Darwinizm............................................. 91 Darwinizm ve Irkç›l›k.............................. 91 Darwin, Erasmus.................................... 96 Davran›fllar›n kökeni............................... 97 Dawkins, Richard................................... 98 Dawson, Charles.................................... 98 DDT ba¤›fl›kl›¤›...................................... 98 Denizden karaya geçifl tezi..................... 99 Deniz memelilerinin kökeni.................... 99 Deniz sürüngenleri............................... 103 Denton, Michael.................................. 104 Devonian Dönemi bitki fosilleri............ 104 (408-306 milyon y›ll›k) Dik yürümenin kökeni.......................... 104 Dilin kökeni......................................... 106 Dino-kufl fosili...................................... 106 Dipneuma........................................... 106 Diyalektik............................................. 107 DNA ................................................... 108 Dobzhansky, Theodosius..................... 110 Do¤al seleksiyon (natural selection)......110 (do¤al Seçilim, do¤al ay›klanma) Drosophila........................................... 111 Dört ayakl›lar›n (tetrapodlar›n) kökeni..112 Dura¤anl›k (stasis)............................... 112 Düzenleyici gen (regulatory gene)....... 112 Düzenli sistem..................................... 114 E E-Coli bakterisi..................................... 117 Elolulavis.............................................. 118 Eldredge, Niles.................................... 118 Embriyoloji.......................................... 119 Embriyolojik evrim............................... 120 Embriyolojik Rekapitülasyon................. 121 Endosimbiosis Tezi............................... 121 Endüstri melanizmi.............................. 123 Entropi Kanunu................................... 126 Eohippus......................................... 126 Eusthenopteron foordi......................... 128 Evrim mekanizmalar›............................ 128 Evrimsel soya¤ac›................................ 129 Evrim teorisi......................................... 129 Evrimsel boflluk.................................... 130 Evrimsel hümanizm............................. 131 Evrimsel paganizm............................... 132 Evrim zincirinin kay›p halkas›................ 133 F Fedakarl›k............................................ 135 Feduccia, Alan..................................... 138 Filogeni............................................... 139 Filum (Phylum, Phyla).......................... 139 Fliermans, Carl..................................... 140 Flor testi.............................................. 140 Fosil..................................................... 141 Fosil kay›tlar›........................................ 143 Fotosentezin kökeni............................. 146 Fox Deneyi.......................................... 149 Fox, Sydney......................................... 151 Futuyma, Douglas............................... 151 G Galapagos Adalar›................................ 153 Galton, Francis.................................... 153 Gen..................................................... 153 Gen frekans›........................................ 155 Gen havuzu......................................... 155 Genetik bilgi........................................ 156 Genetik de¤iflmezlik............................. 156 Genom Projesi (Genome Project)..........157 Gish, Duane T...................................... 159 Gould, Stephen Jay.............................. 159 H Haeckel, Ernst...................................... 161 Hallucigenia......................................... 161 Hayat hayattan gelir tezi...................... 162 Hayat a¤ac› (tree of life)....................... 162 Heterotrof görüflü................................ 163 Hipotez............................................... 164 Hoatzin kuflu........................................ 164 Homo antecessor................................. 165 Homo erectus...................................... 166 Homo ergaster.................................... 168 Homo habilis....................................... 168 Homo heilderbergensis........................ 170 Homo rudolfensis................................ 170 Homo sapiens...................................... 172 Homo sapiens archaic.......................... 173 Homoloji (Köken birli¤i)....................... 174 Homolog organ................................... 175 Hurda DNA......................................... 178 Huxley, Julian...................................... 179 Hücre.................................................. 179 I-‹ Ichthyostega........................................ 185 ‹çgüdünün kökeni................................ 186 ‹ki ayakl›l›k........................................... 190 ‹lkel atmosfer....................................... 192 ‹lkel çorba........................................... 194 ‹lkel dünya.......................................... 194 ‹ndirgemecilik (Reductionism)............. 194 ‹ndirgenemez komplekslik................... 195 (Irreduciblecomplexity) ‹nsan›n Türeyifli (Charles Darwin)......... 197 ‹nsan›n Hayali Soya¤ac›...................... 198 ‹nsani ‹lke (Anthropic Principle)........... 199 ‹spinoz (Fringilla caelebs)..................... 200 ‹zolasyon (Yal›t›m)............................... 202 J Java Adam›.......................................... 205 Johnson, Phillip.................................. 206 Notlar................................................. 209 Girifl E vrim teorisi canlıların, cansız maddelerden kendili¤inden ve tesadüfler sonucunda olufltu¤unu iddia eder. Yıllardır bilim dünyasında yaygın bir kabul gören evrim teorisi, Allah'ın varlı¤ını ve yaratılıflı kabul etmek istemeyen bilim adamları tarafından ısrarla ayakta tutulmaya çalıflılmaktadır. Oysaki bilimsel bulgular evrim teorisini desteklemek bir yana, bu teorinin açmazlarını ve geçersizli¤ini her açıdan gözler önüne sermektedir. Özellikle son 20 yıl içinde paleontoloji, biyokimya, popülasyon geneti¤i, karflılafltırmalı anatomi, biyofizik gibi pek çok bilim dalında yapılan çalıflmalar, canlılı¤ın evrim teorisinin öne sürdü¤ü gibi do¤al süreçler ve kör tesadüflerle açıklanamayaca¤ını göstermektedir. Evrim teorisinin kurucusu, amatör bir do¤a gözlemcisi olan Charles Darwin'e göre bütün canlılar kademeli de¤iflimler geçirerek birbirlerinden türemifllerdir. Ancak, fosil kayıtları bu iddiayı bütünüyle yalanlamaktadır. Ortada Darwin'in olması gerekti¤ini iddia etti¤i hayali ara geçifl canlılarının fosillerinden eser yoktur. Bugüne kadar ne yarım kanatlı bir sürüngene ne de yarım ayaklı bir balı¤a rastlanmamıfltır. Aksine her bulunan fosil, canlıların bir anda ve kusursuz sistemlerle "yaratıldıklarını" göstermifltir. Ayrıca, sözde evrimi sa¤ladı¤ı iddia edilen mutasyon, do¤al seleksiyon gibi mekanizmaların hiçbir evrimlefltirici etkisi olmadı¤ı anlaflılmıfltır. Sonuçta, konuyla ilgili bütün bilim dalları, evrim teorisini kanıtlamak flöyle dursun, tam aksine canlılı¤ın tesadüflerle, evrimle ortaya çıkması mümkün olmayan ola¤anüstü kompleks tasarımlara sahip olduklarını gözler önüne sermifltir. Tüm bunlara ra¤men evrim teorisinin hala belli kesimler tarafından ayakta tutulmaya çalıflılmasının nedeni bütünüyle ideolojiktir. Çünkü canlıların yaratılmadı¤ını ve rastlantılar sonucu ortaya çıktıklarını iddia eden ateist ve materyalist düflünceler ve bu düflüncelerden kaynaklanan komünizm, faflizm, vahfli kapitalizm gibi çarpık ideolojiler sözde bilimsel dayanak olarak evrim teorisini benimsemifllerdir. Do¤al olarak da bu sapkın ideolojilerin her kesimdeki mensupları evrim teorisini her ne pahasına olursa olsun yaflatmak istemektedirler. Evrim teorisinin bilimsel açıdan geçersizli¤ini ve bilime ra¤men hangi kesimler tarafından ve ne tür ideolojik amaçlarla ayakta tutulmaya çalıflıldı- Evrim Açmaz› (Ansiklopedik) ¤ını, evrimcilerin hiçbir bilimsel ve mantıksal temele, hiçbir geçerli delile ve bulguya dayanmadan nasıl göz boyamaya, gerçekleri çarpıtmaya çalıfltıklarını evrim teorisini konu alan kitaplarımızda detaylı olarak açıkladık. "Evrim Aldatmacası", "Hayatın Gerçek Kökeni", "20 Soruda Evrim Teorisinin Çöküflü", "Evrimcilerin Yanılgıları", "Evrimcilerin ‹tirafları", "Evrimcilere Netcevap 1", "Evrimcilere Netcevap 2", "Darwinizm Dini", "Darwinizm'in Sonu", "Darwinizm'in ‹nsanl›¤a Getirdi¤i Belalar", "Darwinizm'in Karanlık Büyüsü" bu kitaplardan bazıları... Elinizdeki bu ansiklopedik çalıflma da bu eserlerden faydalanılarak hazırlanmıfltır. Böyle bir çalıflmanın hazırlanmasındaki amaç ise evrimle ba¤lantılı her türlü konuya, okuyucularımızın kolaylıkla ulaflarak bu konular hakkında en do¤ru bilgileri ö¤renmeleridir. Böylelikle okuyucu, basın ve yayın organlarında, dergilerde, kitaplarda, TV programlarında ve benzeri yerlerde evrim teorisi ile ilgili olarak geçen her türlü kavram ve terim hakkında en pratik biçimde, en do¤ru ve güvenilir bilgiyi edinme imkanına sahip olacaktır. Ansiklopedi formatında alfabetik olarak sıralanmıfl konu bafllıkları altında, evrim teorisinin bu konulardaki iddialarını ve bu iddiaların bilimsel deliller ve bulgular ıflı¤ında nasıl geçersiz kılındı¤ını açık bir flekilde görecektir. Bilimsel bulgular ve kanıtlar flu de¤iflmez gerçe¤i ortaya koymaktadır: Canlılık, evrimcilerin öne sürdükleri gibi bir raslantısal olaylar zincirinin sonucunda meydana gelmemifltir. Bilimin bugün gösterdi¤i gerçek de herfleyin kusursuz bir plan üzerine yaratılmıfl oldu¤udur. Canlıların birbirlerinden nasıl türediklerini açıklamak flöyle dursun, evrim teorisi daha ilk hücrenin nasıl meydana geldi¤i sorusuna bile cevap verememektedir. Yapılan her yeni arafltırma, bulunan her yeni fosil evrim teorisine yeni bir darbe indirmektedir. Bilim, evrim teorisini tarihe gömerken, Allah'ın kusursuz yaratmasının delillerini gözler önüne sermektedir. AKILLI TASARIM yani YARATILIfi Kitapta zaman zaman karfl›n›za Allah'›n yaratmas›ndaki mükemmelli¤i vurgulamak için kulland›¤›m›z "tasar›m" kelimesi ç›kacak. Bu kelimenin hangi maksatla kullan›ld›¤›n›n do¤ru anlafl›lmas› çok önemli. Allah'ın tüm evrende kusursuz bir tasarım yaratmıfl olması, Rabbimiz'in önce plan yaptı¤ı daha sonra yarattı¤ı anlamına gelmez. Bilinmelidir ki, yerlerin ve göklerin Rabbi olan Allah'ın yaratmak için herhangi bir 'tasarım' yapmaya ihtiyacı yoktur. Allah'ın tasarlaması ve yaratması aynı anda olur. Allah bu tür eksikliklerden münezzehtir. Allah'ın, bir fleyin ya da bir iflin olmasını diledi¤inde, onun olması için yalnızca "Ol" demesi yeterlidir. Ayetlerde flöyle buyurulmaktadır: Bir fleyi diledi¤i zaman, O'nun emri yalnızca: "Ol" demesidir; o da hemen oluverir. (Yasin Suresi, 82) Gökleri ve yeri (bir örnek edinmeksizin) yaratandır. O, bir iflin olmasına karar verirse, ona yalnızca "Ol" der, o da hemen oluverir. (Bakara Suresi, 117) Harun Yahya (Adnan Oktar) AB‹YOGENEZ TEOR‹S‹ Abiyogenez (Ab›ogenes›s) teorisi Cansız maddelerin tesadüfen bir araya gelerek canlı bir organizma oluflturaca¤ına inanan görüfltür. Ortaça¤dan beri süregelen batıl bir inanıfltır ve spontane jenerasyon teorisi olarak da bilinir. (bkz. Spontane jenerasyon) Ortaça¤'da, böceklerin yemek artıklarından, güvelerin yünden, farelerin bu¤daydan olufltu¤una yaygın olarak inanılıyordu. Hatta, bunu ispatlamak için ilginç deneyler dahi yapılmıfltı. 17. yüzyılda yaflayan Belçikalı bir fizikçi olan J. B. Van Helmont, kirli insan gömle¤iyle bu¤day tanelerini biraraya koydu¤unda, farelerin oluflaca¤ını sanmıfltı.1 Etlerin bir süre sonra kurtlanmasının da, hayatın cansız maddelerden türeyebildi¤ine bir delil oldu¤u zannediliyordu. Oysa daha sonraları, etlerin üzerindeki kurtların kendi kendilerine oluflmadıkları; sineklerin getirip bıraktıkları gözle görülmeyen yumurtalardan çıktıkları anlaflıldı. Bu teori 19. yüzyılda, ünlü Fransız bilim adamı Louis Pasteur'ün yaptı¤ı deneylerle tamamen çürütüldü. Pasteur, vardı¤ı sonucu flu cümle ile özetledi: "Cansız maddelerin hayat oluflturabilece¤i iddiası artık kesin olarak tarihe gömülmüfltür."2 Harun Yahya (Adnan Oktar) Bugün bilimsel olarak, "abiyogenez" de¤il; "hayat ancak hayattan gelir" görüflünü savunan biyogenez teorisi (bkz. Biyogenez teorisi) geçerlidir. Ama evrim teorisini savunan çevreler, halen canlılı¤ın cansız maddelerin tesadüfler sonucunda biraraya gelmelerinden oluflabilece¤ini iddia etmektedirler. Ne var ki bu iddialarını ispatlamak için hiçbir bilimsel kanıt ortaya koyamadıkları gibi bu bilim dıflı iddialarını ispatlamaya çalıfltıkları tüm deneyler de baflarısızlıkla sonuçlanmıfltır. (bkz. Miller Deneyi, Fox Deneyi) Aborijin yerlileri Avrupalıların Avustralya'ya yerleflmesinden önce, Avustralya'nın tek halkını oluflturan yerli halk toplulu¤udur. Yaklaflık 50 bin yıl önce Güneydo¤u Asya'dan yola çıkarak Avustralya'nın kuzey kıyılarına ulaflan küçük bir toplulu¤un soyundan gelen Aborijinler, zamanla Avustralya'nın her yanına da¤ılmıfllardır. 1788'de, Avrupalıların Avustralya'ya ulaflmasından önce, kıtada yaklaflık 300 bin Aborijin yaflıyordu ve 500 kabile vardı. Kıtaya gelen Avrupalılar Aborijinleri "ilkel insanlar" olarak gördüler ve kıtada bir soykırım bafllattılar. Avrupalılar, son derece vahfli yöntemlerle Abori- 13 14 ABOR‹J‹N YERL‹LER‹ Aborijin yerlileri jinleri katletmeye baflladılar. Bu soykırımdan sonra bafllangıçtaki 500 kabileden geriye çok azı kaldı. Bugün Aborijinler, Avustralya nüfusunun yaklaflık yüzde birini oluflturmaktad›rlar.3 Aborijinlerin Avrupalılar tarafından "ilkel insanlar" kabul edilerek katledilmeleri, Charles Darwin'in ‹nsanın Türeyifli (bkz. ‹nsanın Türeyifli) isimli kitabının yayınlanması ile büyük bir hız kazandı. Darwin kitabında, "yaflam mücadelesi"nin insan ırkları arasında da geçerli oldu¤unu, "kayırılmıfl ırklar"ın bu mücadelede üstün geldiklerini öne sürüyordu. Darwin'e göre kayırılmıfl ırklar, Avrupalı beyazlardı. Asyalı ya da Afrikalı ırklar ise, yaflam mücadelesinde geri kalmıfllardı. Darwin daha da ileri giderek, bu ırkların, dünya üzerindeki "yaflam mücadelesi"ni yakın zamanda tamamen kaybederek yok olacaklarını ileri sürmüfltü: Belki de yüzyıllar kadar sürmeyecek yakın bir gelecekte, medeni insan ırkları, vahfli ırkları tamamen yeryüzünden silecekler ve onların yerine geçecekler. Öte yandan insansı maymunlar da… Kuflkusuz elimine edilecekler. Böylece insan ile en yakın akrabaları arasındaki boflluk daha da geniflleyecek. Bu sayede ortada flu anki Avrupalı ırklardan bile daha medeni olan ırklar ve flu anki zencilerden, Avustralya yerlilerinden ve gorillerden bile daha geride olan babun türü maymunlar kalacaktır.4 Görüldü¤ü gibi Darwin, Avustralya yerlilerini gorillerle bir tutuyordu. Dolayısıyla Avustralya'da katliam yapan insanlar da gorile benzer hayvanları öldürdüklerini düflünmüfller, Aborijinleri insan olarak kabul etmemifllerdir. Darwin'den sonra bazı evrimciler de, "e¤er insan maymun ile ortak bir atadan türemiflse, dünyanın bazı köflelerinde ha- Evrim Açmaz› (Ansiklopedik) ADAPTASYON la bu evrim sürecini tamamlamamıfl ara geçifl formları (bkz. Ara geçifl formu), yani yarı maymun-yarı insanlar yaflıyor olabilir" iddiasını öne sürdüler. Aborijin yerlileri de, kafl çıkıntılarının Batılı ırklarınkinden biraz daha büyük, çene yapılarının içeri do¤ru e¤ik ve beyin hacimlerininse biraz daha küçük olması nedeniyle, "evrimin yaflayan delilleri" olarak kabul edildiler. Evrimci paleontologlar ve onlara katılan çok sayıda "fosil avcısı" da, insanın sözde evrimine delil öne sürebilmek için Aborijinlerin mezarlarını kazmaya ve elde ettikleri kafataslarını Batı'daki evrimci müzelere götürmeye baflladılar. Kafatasları, bir süre sonra tüm Batılı enstitülere, okullara birer birer da¤ıtılmaya ve evrimin en somut kanıtları olarak sunulmaya bafllandı. Bir süre sonra, Aborijin mezarları yeterli olmadı ve evrim teorisine delil bulmak amacıyla Aborijin katliamı baflladı. Vurulan yerlilerin kafatasları çıkarılıyor, kurflun delikleri kapatılıyor ve kimyasal ifllemlerle biraz eskitildikten sonra müzelere satılıyordu. Bu insanlık dıflı uygulamalar ise, evrim teorisi destek alınarak meflru gösteriliyordu. Örne¤in Tazmanya Royal Society'nin baflkanı olan James Barnard 1890 yılında yaptı¤ı bir açıklamada, "Yok etme ifllemi, evrim ve en uygunların yaflama kanununun bir aksiyonudur" dedi ve "Bu nedenle Avustralyalı Aborijinleri öldürme konusunda suçlamayı hak eden herhangi bir sebep yoktur" diye devam etti.5 Harun Yahya (Adnan Oktar) Günümüzde, Aborijinler artık Avustralya vatandaflı sayılıyorlar. Ancak birço¤u hala ayrımcılıkla karflı karflıya ve sosyal, ekonomik ve politik açıdan ezilmekteler. Adaptasyon Bir canlının, bulundu¤u çevrede daha iyi yaflamasını ve üremesini sa¤layan özelli¤idir. Aynı türden iki canlı birbirine tıpatıp benzer de¤ildir. Büyüklük, renk, karakter gibi sahip oldukları her özellik farklılıklar gösterir. Bu özellikleri do¤rultusunda bazıları, bulundukları çevreye daha iyi adapte olurlar ve daha uzun yaflama ve daha çok üreme imkanına sahip olurlar. Bu, do¤al seleksiyon olarak bilinir. Evrim teorisi, adaptasyon kavramına yeni bir anlam daha ekler ve içinde bulundu¤u koflullara adaptasyon sa¤layan canlıların zaman içinde tür de¤ifltirdiklerini iddia eder. Ancak evrimcilerin "koflulların de¤iflmesi, canlının evrimleflerek tür de¤ifltirmesine neden olur" iddiası geçerli de¤ildir. Bir tür, "genetik potansiyeli" olanak verdi¤i ölçüde bulundu¤u ortamdaki de¤iflikliklere adapte olur. E¤er "genetik potansiyeli" bu de¤iflikliklere adapte olmasına imkan vermiyorsa, o zaman bu tür, de¤iflen koflullara adapte olamaz ve yok olur. Ancak hiçbir zaman koflullara adapte olarak baflka bir türe dönüflmez. Her zaman aynı türün bir bireyi olarak kalır. (bkz. Do¤al seleksiyon) 15 16 AL 288-1 AL 288-1 (Australop›thecus afarens›s fosil kayd›) (bkz. Lucy) AL 666-1 (Homo sap›ens fosil kayd›) 1994 yılında Etiyopya Hadar'da Australopithecus afarensis fosilleriyle beraber bulunan çene fosilidir. 2.3 milyon yıllık bir tarih konulan bu çene, tamamen Homo sapiens (insan) türüne ait özellikler göstermektedir. AL 666-1 fosilinin çene yapısı, bera- AL 666-1: 2.3 milyon y›ll›k Homo sapiens (insan) çenesi ber bulundu¤u Australopithecus afarensis ve 1.75 milyon yıl yaflındaki Homo habilis çenesinden çok farklıdır. Bu iki türün çeneleri, dar ve dörtgen biçimindeki yapılarıyla günümüz maymunlarınınkinin benzeridir. AL 666-1 ise günümüz insanınki ile benzer bir çene yapısına sahiptir. AL 666-1 fosilinin "Homo" (insan) türüne ait oldu¤u kesin olmasına ra¤men, evrimciler bu fosil hakkında yorum yapmaktan kaçınırlar. Çünkü bu çene için hesapladıkları 2.3 milyon yıllık yafl, "Homo", yani insan türü için belirledikleri yaflın çok üzerindedir. AL 666-1'in yandan görünüflü ALGLER‹N KÖKEN‹ Alglerin kökeni Algler, denizden tatlı suya, çöl kumlarından kaynar yer altı kaynaklarına, hatta kar ve buz altına kadar her ortamda bulunan, fotosentez yapabilen organizmalardır. Tek hücreli formlardan 60 metreye kadar büyüyen dev kalp yosununa kadar de¤iflen flekillere sahiptirler. Algler, yaptıkları fotosentezle atmosferdeki oksijenin büyük bir kısmını üretirler. Alglerin kökeni çok eski devirlere kadar uzanmaktadır; 3.4-3.1 milyar yaflında fosilleflmifl alg kalıntıları bulunmaktadır. Alglerin ilk olarak nasıl olufltukları, evrimcileri açmazda bırakan konulardan biridir. Evrimciler, ilk bitki hücresinin zaman içinde evrimleflerek algleri oluflturdu¤unu öne sürerler. Bunun içinse algleri ilkel yapılı bitkiler ola- Kambriyen devrine ait k›rm›z› alg fosilleri. Bu organizmalar günümüzdeki k›rm›z› alglerle ayn›d›r. rak tanımlarlar. Ancak bu açıklamalarını geçersiz kılan iki önemli nokta bulunmaktadır: Bunlardan birincisi, evrim teorisinin ilk bitki hücresinin nasıl olufltu¤unu dahi açıklayamamasıdır. ‹kincisi ise, alglerin ilkel yapıya de¤il, aksine günümüzde yaflayan örneklerinden farksız ve son derece kompleks bir yapıya sahip olmasıdır. Science News dergisinde yayınlanan bir makalede, ilk alglerin günümüz algleri ile benzerli¤i flöyle açıklanmaktadır: 3.4 milyar yıl öncesine ait mavi-yeflil alg ve bakteri fosillerinin her ikisi de Güney Afrika'daki kayalarda bulunmufltur. Daha da ilgi çekici olan, pleurocapsalean alg ile günümüzdeki pleurocapsalean algin hemen hemen birbirlerine denk olduklarının ortaya çıkmasıdır.6 Okyanusta serbest halde yüzen algler Harun Yahya (Adnan Oktar) Alman bilim adamı profesör Hoimar Von Ditfurth ise sözde "ilkel" alglerin kompleks yapısı hakkında flu yorumu yapar: 17 18 AMF‹B‹YEN Bugüne kadar bulunabilmifl en eski fosiller, çekirdeksiz algler türünden mineraller içindeki fosilleflmifl cisimlerdir ve bunların üç milyar yıldan daha uzun bir geçmiflleri vardır. Ne kadar ilkel olurlarsa olsunlar, bunlar bile oldukça karmaflık ve ustaca organize edilmifl yaflam biçimlerini temsil etmektedirler.7 Algler, hücre duvarlarını infla ederken do¤adaki en uzun organik poliamin zincirlerini kullanırlar. Alglerin hücre duvarlarını oluflturmak için kullandıkları yapılar incelendi¤inde de, onların hiç de basit ve ilkel olmadıkları görülmektedir. Dokuların üretimi için kullanılan organik poliamin, karmaflık bir kimyasal maddedir ve birçok canlı tarafından kullanılmaktadır. Bu canlılar fotosentez yapan karmaflık klorofil pigmentlerinin yanı sıra, altın sarısı bir renk veren "ksantofil pigmenti"ne de sahiptirler. Balıklardaki D vitamininin en büyük kayna¤ı olan bu tek hücreli canlılar belirli bir amaç için yarat›lm›fl kompleks yapılara sahiptirler.8 Sonuç olarak, evrimciler ilk bitki hücresinin kökenini açıklayamadıkları gibi, bu bitki hücresinin nasıl olup günümüz alglerinden farksız ve kompleks bir yapıya sahip ilk algleri oluflturdu¤unu da açıklayamazlar. Kurba¤alar, kara kurba¤aları, semenderler ve sesilyenler amfibiyendirler. Amfibiyenlerin hem karada hem de suda yaflayabilmeleri, evrimcilerin bu canlıların sudan karaya geçiflte ara geçifl formu olduklarını iddia etmelerine neden olmufltur. Evrimcilerin bu konudaki senaryosuna göre, balıklar önce amfibiyenlere evrimleflmifller, amfibiyenler ise sürüngenlere dönüflmüfllerdir. Ancak bu senaryonun hiçbir delili yoktur. Yarı balık-yarı amfibiyen bir canlının yafladı¤ını gösteren tek bir fosil bile bulunamamıfltır. Omurgalı Paleontolojisi ve Evrim kitabının yazarı olan ünlü evrimci Robert L. Carroll, bu gerçe¤i "erken amfibiyenlerle balıklar arasında ara form fosillerine sahip de¤iliz" diyerek ifade etmektedir.9 Evrimci paleontologlar Colbert ve Morales, amfibiyenlerin üç sınıfı olan kurba¤alar, semenderler ve sesilyenler hakkında flu yorumu yaparlar: Palezoik devir amfibiyenlerinin ortak bir ataya sahip olduklarını gösterebilecek tek bir kanıt yoktur. Bilinen en eski kurba¤alar, semenderler ve sesilyenler flu an yaflamakta olan örneklerine son derece benzerdirler.10 Amfibiyen Hem karada hem de suda yaflayabilen, omurgalılar sınıfından pulsuz hayvanlardır. Yaklaflık 4.000 türü bulunur. Tropik bölgelerde yaflayan bir semender Evrim Açmaz› (Ansiklopedik) AMF‹B‹YEN ve sürüngen YUMURTALARIN›n FARKI Amfibiyen-sürüngen evrimi senaryosunun tutars›zl›klar›ndan biri de, yumurtalar›n ya p›s›d›r. Su içinde geliflen amfibiyen yumur talar›, jölemsi bir yap›ya ve geçirgen bir za ra sahiptir. Oysa sürüngen yumurtalar›, sa¤daki dinozor yumurtas› rekontrüksiyonunda görüldü¤ü gibi, kara flartlar›na uygun sert ve su geçirmez bir yap›dad›r. Bir amfibiyenin "sürüngenleflmesi" için yumurtalar›n›n tesadüfen ku sursuz bir sürüngen yumurtas›na dönüflmesi gerekir. Oysa böyle bir dönüflüm s›ras›ndaki en ufak bir hata, canl›n›n neslinin tükenmesine yol açacakt›r. Günümüzden yaklaflık 60 yıl öncesine kadar, yaflı 410 milyon yıl olarak hesaplanan, soyu tükendi¤i zannedilen Cœlacanth adlı bir balık fosili, birçok evrimci kaynakta balık-amfibiyen arası bir ara geçifl formu olarak tanıtılıyordu. Ancak bu canlının Hint Okyanusu açıklarında defalarca yakalanması evrimcilerin iddialarının geçersizli¤ini ortaya çıkardı. (bkz. Cœlacanth) Evrimcilerin senaryolarının ikinci aflamasında ise, amfibiyenlerin sürüngen- Harun Yahya (Adnan Oktar) lere evrimlefltikleri ve böylece sudan karaya geçiflin gerçekleflti¤i iddiası yer alır. Fakat bu iddiayı da destekleyecek hiçbir somut bulgu yoktur. Aksine, amfibiyenler ile sürüngenler arasında çok büyük fizyolojik ve anatomik farklar bulunmaktadır. Bunun bir örne¤i, iki farklı canlı grubunun yumurta yapılarıdır. Amfibiyenler yumurtalarını suya bırakırlar. Yumurtalar su içindeki geliflim için uygun yapıdadırlar; son derece geçirgen ve fleffaf bir zara ve jölemsi bir kıvama sahiptir- 20 AM‹NO AS‹T ler. Oysa sürüngenler karada yumurtlarlar ve dolayısıyla yumurtaları da karadaki kuru iklime uygun olarak yarat›lm›flt›r. "Amniyotik yumurta" olarak da bilinen sürüngen yumurtasının sert kabu¤u hava geçirir, ama su geçirmez. Bu sayede yavrunun ihtiyaç duydu¤u sıvı, yavru yumurtadan çıkıncaya kadar saklanır. Amfibiyen yumurtaları e¤er karaya bırakılacak olsa, kısa zamanda kuruyacak ve içindeki embriyolar da ölecektir. Bu durum, sürüngenlerin kademeli olarak amfibiyenlerden evrimlefltiklerini öne süren evrim teorisi açısından açıklanamayan bir sorundur. Çünkü karada yaflam bafllayacaksa, amfibiyen yumurtasının tek bir nesil içinde amniotik yumurtaya dönüflmesi zorunludur. Bunun evrim mekanizmaları olarak öne sürülen do¤al seleksiyon ve mutasyon tarafından nasıl yapılmıfl olabilece¤i açıklanamamaktadır. Öte yandan, fosil kayıtları da sürüngenlerin kökenini evrimci bir açıklamadan yoksun bırakmaktadır. Ünlü evrimci paleontolog Lewis L. Carroll, "Sürüngenlerin Kökeni Sorunu" bafllıklı makalesinde bu gerçe¤i flöyle kabul eder: Ne yazık ki sürüngenlerin ortaya çıkıflı öncesinde var olan tek bir sürüngen atası örne¤i yoktur. Bu ara formların olmayıflı, amfibiyen-sürüngen geçifli hakkındaki ço¤u problemi çözümsüz bırakmaktadır.11 Aynı gerçek Harvard Üniversitesi paleontologlar›ndan, evrimci Stephen Jay Gould tarafından da kabul edilmektedir. Gould, "hiçbir fosil amfibiyen, tümüyle karada yaflayan omurgalıların (sürüngen, kufl ve memelilerin) atası olarak görünmüyor" demektedir.12 (bkz. Sudan karaya geçifl) Amino asit Amino asitler, canlı hücrelerini oluflturan proteinlerin yapıtaflı olan moleküllerdir. Do¤ada 200 çeflidin üzerinde amino asit bulunur. Ancak bunların arasından sadece 20 çeflit amino asit canlılardaki proteinleri oluflturur. 20 amino asit çeflidinden "belirli amino asitler"in, "belirli sıralarda" dizilerek kimyasal ba¤larla birbirlerine ba¤lanmaları sonucunda farklı fonksiyon ve özelliklere sahip proteinler oluflur. En basitleri yaklaflık 50 amino asitten oluflan proteinlerin binlerce amino asitten oluflan çeflitleri de vardır. Proteinlerin yapılarındaki tek bir amino asitin bile eksilmesi veya yerinin de¤iflmesi ya da zincire fazladan bir amino asit eklenmesi, o proteini ifle yaramaz bir molekül yı¤ını haline getirir. Bu nedenle her amino asit, tam gereken yerde, tam gereken sırada yer almalıdır. Hayatın rastlantılarla olufltu¤unu öne süren evrim teorisi ise bu düzenlili¤in tesadüfen nasıl olufltu¤unu kesinlikle açıklayamaz. Amerikalı jeolog William Stokes, bir evrimci olmasına ra¤men, Essentials of Earth History (Yeryüzü Tarihinin Esaslar›) adlı kitabında bu gerçe¤i kabul ederken, "e¤er milyarlarca yıl boyunca, milyarlarca gezegenin yüzeyi gerekli Evrim Açmaz› (Ansiklopedik) Amino asitler, amino grubu, karboksil grubu ve yan zincir grubu diye adland›r›lan üç atom gru bunun bir karbon grubuna ba¤lanmas›yla mey dana gelirler. H H2 N C C amino asit grubu O O H karboksil grup H R glisin alanin CH3 yan zincir grubu CH 3 C C HO Buradan çeflitli R gruplar›na ba¤lan›r. fenil alanin CH 2 N H H CH2 CH2 CH 2 amino grubu asit grubu lösin Temel amino asit parças› CH2 ÖRNEKLER NH2 CH2 H O C C HO N2 O H C HO CH 3 H O valin CH AM‹NO AS‹TLER‹N YAPISI C N2 C asparajin O H CH 3 CH CH 2 CH 3 CH 3 CH CH 3 Proteinler amino asitlerden oluflurlar. Amino asitler proteinlere göre çok daha küçük moleküller olmalar›na ra¤men, son derece kompleks yap›lar› vard›r. izolösin 22 AM‹NO AS‹T Hücre çekirde¤i Amino asit tRNA Ribozom Protein zinciri Proteinlerin yap›lar›ndaki tek bir amino asitin bile eksilmesi veya yerinin de¤iflmesi ya da zincire fazladan bir amino asit eklenmesi, o proteini ifle yaramaz bir molekül y›¤›n› haline getirir. amino asitleri içeren sulu bir konsantre tabakayla dolu olsaydı bile yine (protein) oluflamazdı" diye yazar.13 Science News dergisinin Ocak 1999 sayısında yayınlanan bir makalede ise, amino asitlerin nasıl olup da proteinleri oluflturdu¤una hala hiçbir açıklama getirilemedi¤i flöyle belirtilmektedir: Hiç kimse flimdiye kadar nasıl olup da genifl çapta da¤ılmıfl yapıtafllarının proteinlere dönüfltü¤ünü tatmin edici bir flekilde açıklayamamıfltır. ‹lkel dünyanın varsayılan koflulları amino asitleri yalıtılmıfl bir yalnızlı¤a do¤ru sürükleyecek flekildedir.14 Laboratuvar koflullarında, bilinçli müdahalelerle yapılan deneylerde dahi, proteinler için gerekli olan amino asitler üretilememektedir. Bu konuda yapılan mRNA deneyler ya baflarısızlıkla sonuçlanmıfltır, ya da Miller Deneyinde oldu¤u gibi deney esnasında birçok geçersiz metoda baflvurulmufltur. Miller, deneyinde, ilkel atmosferde bulunmayan maddeleri kullanmıfl ve ilkel atmosferde bulunmayan ortamlar oluflturmufltur. Bunun sonucunda oluflan amino asitler de, canlıların proteinlerinin yapısında bulunmayan sa¤-elli amino asitlerdir. (bkz. Miller Deneyi) Daha amino asitlerin tesadüfen nasıl olufltuklarını açıklayamayan evrimciler, bu amino asitlerin ilkel dünya koflullarında tesadüfen olufltuklarını ve tesadüfen en do¤ru amino asitlerin, en do¤ru sayıda, en do¤ru sıralama ile dizilerek proteinleri meydana getirdiklerini iddia ederler. Bu konu evrim teorisinin en büyük açmazlarından biridir. (bkz. Protein) Evrim Açmaz› (Ansiklopedik) ANALOJ‹ Amino asitler, birbirlerine farkl› ba¤lant› yerlerinden ba¤lanarak, proteinin üç boyutlu yap›s›n› meydana getirirler. Bu özellik, proteinlerin daha da kompleks bir yap› kazanmalar›na neden olur. Dolayısıyla evrimciler, aralarında evrimsel bir akrabalık ba¤ı kuramadıkları bu benzer organların, ayrı ayrı evrimleflmenin ürünü oldu¤unu söylemek zorunda kalırlar. Örne¤in kanatın kufllarda, böceklerde, memeli olan yarasalarda ayrı ayrı "tesadüflerle" ortaya çıkması gerekmektedir. Bu durum sadece benzerliklere dayanarak evrimsel ba¤ kurmaya çalıflan evrimciler açısından büyük bir çeliflki oluflturur. Çünkü evrimciler, örne¤in kanatlar gibi son derece kompleks yap›lar›n tesadüfen nas›l olufltu¤unu bir kez bile aç›klayamazken bunu farkl› canl›lar için ayr› ayr› aç›klamal›d›rlar. (bkz. Homoloji; Homolog organ) Bu konu ile ilgili evrimcileri çıkmaza sürükleyen daha pek çok örnek bulunmaktadır. (bkz. Analog organ) Analoji Evrimciler canlılar arasındaki birtakım benzerliklere dayanarak, aralarında ata-torun iliflkisi kurmaya çalıflırlar. Ancak bir kısım canlılar vardır ki, fonksiyon bakımından benzer organlara sahip olmalar›na ra¤men, aralarında hiçbir evrimsel ba¤ kurulamaz. Bu tür bir benzerli¤e "analoji", böyle organlara da "analog organlar" denir. Analog organlar yapı ve geliflme bakımından farklı, fakat fonksiyonları aynı olan organlardır. 15 Örne¤in kuflların, böceklerin, memeli olan yarasaların kanatları fonksiyon olarak benzer olmalarına ra¤men, aralarında sözde evrimsel bir iliflki yoktur. Harun Yahya (Adnan Oktar) Analog organ Yüzeysel benzerlikleri olan ve hemen hemen aynı görevi yapan organlardır. Örne¤in bir kelebe¤in kanadı ile kuflun kanadı uçmayı, bir sine¤in baca¤ı ile kedinin baca¤ı yürümeyi sa¤lar. Fakat bunların genetik yapıları incelendi¤inde birbirlerinden tamamen farklı oldukları gözlenir. Çünkü bu tür benzerlikler yüzeyseldir.16 Darwin, benzer (yani "homolog") organlara sahip canlıların birbirleriyle evrimsel bir ba¤lantısı oldu¤unu ve bu organların ortak bir ataya sahip olmaları gerekti¤ini öne sürmüfltür. Oysa hiçbir 23 24 ANALOG ORGAN delile dayanmayan, yalnızca dıfl görünüfllerden yola çıkılarak ortaya atılmıfl bu yüzeysel varsayım, Darwin'den günümüze kadar hiçbir somut bulgu tarafından da do¤rulanmamıfltır. Bu durum karflısında, evrimciler bu organların "homolog" (yani ortak bir atadan gelen) organlar de¤il, "analog" (aralarında evrimsel iliflki olmadı¤ı halde birbirine çok benzeyen) organlar oldu¤unu söylerler. (bkz. Morfolojik homoloji) Evrimcilerin, aralarında hiçbir evrimsel ba¤lantı kuramadıkları türlerin de, birbirlerine çok benzeyen (homolog) organları vardır. Kanat, bunun en bilinen Bir uçan sürüngenin, bir kuflun ve bir yarasan›n kanatlar›. Aralar›nda hiçbir evrimsel iliflki kurulamayan bu kanatlar, benzer yap›lara sahiptir. örne¤idir. Bir memeli olan yarasada kanat vardır, kufllarda kanat vardır, sineklerde ve di¤er çeflitli böcek türlerinde de kanat vardır. Fakat evrimciler, birbirinden farklı bu sınıflar arasında hiçbir evrimsel ba¤ ve akrabalık kuramamaktadırlar. Evrim teorisine göre, kanatlar birbirinden ba¤ımsız olarak dört kez "tesadüfen" ortaya çıkmıfltır: Böceklerde, uçan sürüngenlerde, kufllarda ve uçan memelilerde (yarasada). Do¤al seleksiyon-mutasyon mekanizmalarıyla açıklanamayan kanatların dört kez ayrı ayrı oluflmaları, hem de oluflan bu kanatların birbirine benzer yapılar sergilemeleri, evrimci biyologlar için ciddi bir açmaz oluflturur. Bu konuda evrimci tezi çıkmaza sürükleyen en somut örneklerden biri de, memeli canlılarda ortaya çıkar. Ça¤dafl biyolojinin ortak kabulüne göre, tüm memeliler iki temel kategoriye ayrılır; plasentalılar ve keseliler (marsupials). Evrimciler, bu ayrımın memelilerin henüz ilk bafllangıcında do¤du¤unu ve her iki kategorinin birbirlerinden tamamen ba¤ımsız olarak ayrı birer evrim tarihi yafladı¤ını varsayarlar. Ancak ne ilginçtir ki, bu iki kategoride birbirlerinin neredeyse aynı olan "çiftler" vardır. Kurtlar, kediler, sincaplar, karınca yiyenler, köstebekler ve fareler, hem plasentalılar kategorisine, hem de keseliler kategorisine birbirlerine çok benzer yapılarıyla girmektedirler.17 Yani evrim te- Evrim Açmaz› (Ansiklopedik) TAZMANYA KURDU VE GÜNEY AMER‹KALI BENZER‹ Keseli memeliler ile plasental› memeliler aras›nda "ikiz" türlerin bulunmas›, homo loji iddias›na çok büyük bir darbedir. Örne¤in üstteki keseli Tazmanya kurdu ile Ku zey Amerika'da yetiflen plasental› kurt, birbirlerine ola¤anüstü derecede benzer dir. Yanda, bu iki canl›n›n birbirlerine çok benzeyen kafataslar› yer al›yor. Hiçbir "evrimsel akrabal›k" öne sürülemeyen iki canl› aras›nda bu denli benzerlik olmas›, homoloji iddias›n› temelsiz b›rakmaktad›r. orisine göre, birbirlerinden tamamen ba¤ımsız mutasyonların, bu canlıları ikifler kez "tesadüfen" üretmifl olmaları gerekmektedir! Elbette böyle bir olayın gerçekleflmesi mümkün de¤ildir. Plasentalı ve keseli memeliler arasındaki ilginç benzerliklerden biri de, Kuzey Amerika kurdu ile Tazmanya kurdu arasındadır. Bu canlılardan ilki plasentalılar, ikincisi ise keseliler sınıflamasına dahildir. (Avustralya kıtasının ve çevre- Harun Yahya (Adnan Oktar) sindeki adaların Antartika'dan ayrılmasından itibaren, keseli ve plasentalı memelilerin iliflkilerinin kesildi¤i varsayılır ve bu dönemde hiçbir kurt türü yoktur.) Ancak ilginç olan, Tazmanya kurdu ile Kuzey Amerika kurdunun iskelet yapılarının neredeyse tamamen aynı olmasıdır. Özellikle kafatasları yukar›daki flekilde görüldü¤ü gibi, birbirlerine ola¤anüstü derecede benzerdir. Evrimci biyologların "homoloji" ör- 26 ANGIOSPERM ne¤i olarak kabul edemedikleri bu gibi ola¤anüstü benzerlikler, benzer organların, ortak atadan evrimleflme tezine delil oluflturmadı¤ını göstermektedir. Ang›osperm Çiçekli bitkilere verilen isimdir. Yeryüzünde en fazla sayıda bulunan bitkilerdir. 230.000'in üzerinde türü vardır. Okyanuslardan çöllere kadar çok farklı koflullarda yetiflebilmektedirler. Bitkilerin evrimi iddiasını en açık biçimde reddeden fosil bulguları, angiospermlere aittir. Angiospermler, 43 ayrı familyaya bölünmüfllerdir ve bu 43 farklı familyanın her biri, arkalarında hiçbir ilkel "ara form" izi bulunmadan fosil kayıtlarında aniden ortaya çıkar. Bu gerçek, 19. yüzyılda da fark edilmifl ve hatta bu nedenle Darwin, angiospermlerin kökenini "rahatsız edici bir sır" olarak tanımlamıfltır. Darwin'den bu yana yapılan tüm arafltırmalar, bu bitkilerin kökenine dair evrimsel bir açıklama getirememifltir. Evrimci paleobotanikçi N. F. Hughes, Paleobiology of Angiosperm Origins adlı kitabında flu itiraf- 140 milyon y›l yafl›ndaki Archæfructus türü ne ait bu fosil, bilinen en eski angiosperm (çiçekli bitki) kal›nt›s›d›r. Bugünkü benzerle rin den fark› olmayan bitki, çiçekleri ve mey vesi ile kusursuz bir yap›ya sahiptir. ta bulunur: Karadaki bitkilerin en bask›n grubu olan angiospermlerin evrimsel kökeni, bilim adamlarını 19. yüzyılın ortalarından beri Evrim Açmaz› (Ansiklopedik) ANORGAN‹K EVR‹M flaflırtmaktadır... Detaylardaki birkaç istisna dıflında, bu soruna tatminkar bir cevap bulunamayıflı devam etmektedir ve sonunda ço¤u biyolog bu sorunun fosil kayıtlarıyla çözülmesinin imkansız oldu¤u sonucuna varmıfltır.18 Daniel Axelrod ise, The Evolution of Flowering Plants, in The Evolution Life (Evrimsel Süreçte Çiçekli Bitkilerin Evrimi) adlı kitabında, çiçekli bitkilerin kökeni konusunda flu yorumu yapar: Angiospermlere, yani çiçekli bitkilere yol açan ilkel grup, fosil kayıtlarında henüz tespit edilmemifltir ve yaflayan hiçbir angiosperm böyle bir ba¤lantıya iflaret etmemektedir.19 Bilim adamlarının yukarıda belirtilen açıklamalarında da görüldü¤ü gibi, angiospermler fosil kayıtlarında, hiçbir evrimsel ataya sahip olmadan aniden belirmifllerdir. Çiçekli bitkiler gibi son derece kompleks canlıların birdenbire ortaya çıkmaları, onların yaratıldıklarının bir göstergesidir. Anorganik evrim Anorganik evrim, canlılı¤ın ortaya çıkıflından evvel, evrenin ve dünyanın oluflumunu tesadüfi süreçlerle açıklamaya çalıflır. Herfleyi evrimle açıklamaya çalıflan kimseler materyalizmin öngördü¤ü gibi evrenin sonsuzdan beri var oldu¤unu, yani yaratılmadı¤ını ve evrende hiçbir tasarım, plan ve amaç olmadı¤ını, herfleyin tesadüf ürünü oldu¤unu savunurlar. Ancak 19. yüzyıl materyalistlerinin, o dönemin ilkel bilim düzeyi içinde büyük hararetle savundukları bu iddialar, 20. yüzyıldaki bilimsel bulgular tarafından yıkılmıfltır. Önce, evrenin sonsuzdan beri var oldu¤u iddiası tarihe karıflmıfltır. 1920'li yıllardan itibaren evrenin yapısı hakkında elde edilen bilgiler, evrenin belirli bir zaman önce bir "Büyük Patlama" (Big Bang) ile yoktan var oldu¤unu ispatlamıfltır. Yani evren sonsuz de¤ildir, yoktan yaratılmıfltır. (bkz. Big Bang teorisi) 20. yüzyılın ilk yarısında yazdı¤ı kitaplarla materyalizmin ve Marksizm'in ünlü bir savunucusu haline gelen Georges Politzer, Felsefenin Bafllangıç ‹lkele- 27 28 ANT‹B‹YOT‹K D‹RENC‹ ri adlı kitabında, "sonsuz evren" modelinin geçerlili¤ine güvenerek yaratılıfla flöyle karflı çıkıyordu: Evren yaratılmıfl bir fley de¤ildir. E¤er yaratılmıfl olsaydı, o takdirde, evrenin Allah tarafından belli bir anda yaratılmıfl olması ve evrenin yoktan var edilmifl olması gerekirdi. Yaratılıflı kabul edebilmek için, herfleyden önce, evrenin var olmadı¤ı bir anın varlı¤ını, sonra da, hiçlikten (yokluktan) bir fleyin çıkmıfl oldu¤unu kabul etmek gerekir. Bu ise bilimin kabul edemeyece¤i bir fleydir.20 Politzer, yaratılıfla karflı sonsuz evren fikrini savunurken, bilimin kendi tarafında oldu¤unu sanıyordu. Oysa bilim, çok geçmeden, Politzer'in "e¤er öyle olsa, bir Yaratıcı oldu¤unu kabul etmek gerekir" dedi¤i gerçe¤i, yani evrenin bir bafllangıcı oldu¤u gerçe¤ini ispatladı. Antibiyotik direnci Bakteriler, belli bir antibiyoti¤e sürekli maruz kaldıklarında, o antibiyoti¤e karflı direnç göstermeye bafllarlar ve bir süre sonra antibiyoti¤in o bakteri türü üzerindeki etkisi yok olur. Evrimciler, bazı bakterilerin antibiyotiklere karflı direnç göstermelerini evrime delil olarak gösterirler. Bu direncin bakterilerde meydana gelen mutasyonlar sonucunda geliflti¤ini iddia ederler. Oysa bakterilerde meydana gelen direnç, onların mutasyon sonucunda sonradan gelifltirdikleri bir özellik de¤ildir. Çünkü bakteriler bu özelli¤e antibiyoti¤e maruz kalmadan önce de sahiptirler. Scientific American dergisi, evrimci bir yayın olmasına karflın, Mart 1998 sayısında bu konuda flöyle bir açıklamaya yer vermifltir: Çok sayıda bakteri, daha ticari antibiyotikler kullanılmaya bafllamadan önce de direnç genlerine sahipti. Bilim adamları bu genlerin neden evrimlefltiklerini ve varlıklarını sürdürdüklerini kesinlikle bilmiyorlar.21 Görüldü¤ü gibi, direnç sa¤layan genetik bilginin, antibiyotiklerden önce var olması, evrimciler tarafından açıklanamayan ve teorinin iddiasını geçersiz kılan bir gerçektir. Dirençli bakterilerin, antibiyotiklerin keflfinden yıllarca önce mevcut oldu¤u, ciddi bir bilimsel yayın olan Medical Tribune dergisinin 29 Aralık 1988 tarihli Dirençli bakteriler antibiyotiklerin keflfinden önce de vard›. Bakteriler sonradan antibiyoti¤e maruz kal›nca direnç özelli¤i gelifltirmemifllerdir. D‹RENÇL‹ NÜFUS ANT‹B‹YOT‹K KES‹L‹R ÖLÜ HÜCRELER HASSAS NÜFUS Evrim Açmaz› (Ansiklopedik) ANT‹B‹YOT‹K D‹RENC‹ Bakteriler, direnç genlerini birbirlerine aktararak antibiyotiklere karfl› k›sa sürede ba¤›fl›kl›k kazan›rlar. sayısında da, ilginç bir olay aktarılarak flöyle belirtilmektedir: 1986'da yapılan bir arafltırmada, 1845 yılında bir kutup keflfi sırasında hastalanarak hayatını kaybeden denizcilerin buzda korunmufl cesetleri bulunmufltur. Bu cesetlerin üzerinde 19. yüzyılda yaygın olan bazı bakteri çeflitleri tespit edilmifl ve bunlar test edildi¤inde, 20. yüzyılda üretilmifl pek çok modern antibiyoti¤e karflı direnç özellikleri taflıdıkları hayretle saptanmıfltır.22 Bu tür direnç özelliklerinin penisilinin icadından önce de birçok bakteri türünde mevcut oldu¤u, tıp dünyasında bilinen bir gerçektir. Dolayısıyla bakterilerdeki direnç özelli¤inin evrimsel bir geliflme gibi öne sürülmesi kesinlikle yanlıfl bir iddiadır. Günlük dilde "bakterilerin ba¤ıflıklık Harun Yahya (Adnan Oktar) kazanması" denen süreç gerçekte flöyle oluflur: Bakterilerin kendi türleri içinde sayısız varyasyonları (çeflitleri) vardır. Bu varyasyonların bir kısmı, yukarıda belirtildi¤i gibi, bazı ilaçlara karflı direnç sa¤layacak genetik bilgiye sahiptir. Bakteriler belli bir ilacın etkisine maruz kaldıklarında, ilaca dayanıksız varyasyonlar yok olur; dirençliler ise hayatta kalır ve daha fazla ço¤alma imkanına kavuflurlar. Belli bir zaman sonra tamamen yok olan dirençsiz bakterilerin yerini, hızla ço¤alan bu dirençli bakteriler doldurur. Bir süre sonra, aynı bakteri türü yalnızca söz konusu antibiyoti¤e dirençli olan bireylerden oluflmufl bir koloni haline gelir ve artık aynı antibiyotik o bakteri türüne karflı etkisiz olur. Ancak bakteri yine aynı bakteri, tür yine aynı türdür. Herhangi bir evrim yaflanmamıfltır. 29 30 ANTROPOLOJ‹ Bakterilerdeki Direnç Aktarma Mekanizmaları Bakteriler antibiyotiklere karflı direnç özelli¤ini, geçmifl dirençli jenerasyonlarından genetik miras olarak edindikleri gibi, di¤er bakterilerdeki direnç genlerini kendilerine transfer etme yoluyla da elde edebilirler. Direnç genleri genellikle "plasmid"ler aracılı¤ıyla di¤er bakterilere taflınırlar. Plasmidler, bakterideki küçük DNA halkacıklarıdır ve direnç genleri sıklıkla bu plasmidlerde kodlu bulunur. Bu direnç genleri, bakterinin, bulundu¤u ortamdaki çeflitli zararlı maddelere karflı dayanıklı hale gelmesini sa¤lar. Direnç genleri aynı zamanda bakterideki kromozomal DNA'da da bulunabilir. Kromozom, bakteri hücresindeki plasmidlerden çok daha büyük ve hücrenin ço¤almasını ve fonksiyonlarını yöneten bir DNA molekülüdür. Antibiyotiklere karflı ba¤ıflıklık genine sahip olan bir bakteri, sahip oldu¤u bu genetik bilgiyi, di¤er bir bakteriye plasmid transferi yaparak ulafltırabilmektedir. Direnç genleri bazen virüsler aracılı¤ıyla da transfer edilir. Bu durumda virüs, bir bakteriden aldı¤ı direnç genini bir baflka bakteriye aktarır. Ayrıca bir bakteri öldü¤ünde ve içindeki hücre parçaları ortama da¤ıldı¤ında, bir baflka bakteri ortamda serbest halde bulunan direnç genini kendine aktarabilir. Dirençsiz bir bakteri, bu flekilde edindi¤i bir direnç genini kolaylıkla kendi DNA molekülleri arasına katabilir. Çünkü direnç genleri genellikle "trans- pozon" adı verilen küçük DNA üniteleri fleklindedir ve kolaylıkla baflka DNA molekülleri arasına dahil olabilir. Bu gibi mekanizmalar sayesinde bir tek dirençli bakteriden çok kısa bir süre içinde dirençli bir bakteri kolonisi ortaya çıkabilir. Bu olgunun evrimle bir ilgisi yoktur; çünkü bakterilere direnç sa¤layan genler, mutasyonlar sonucunda sonradan oluflmamaktadır. Sadece, zaten var olan genler bakteriler arasında birbirlerine aktarılmaktadır. Antropoloji Antropoloji, insanın kökenini, biyolojik özelliklerini, toplumsal ve kültürel yönlerini inceleyen bilim dalıdır. Bu bilim dalı önceleri, insanlık tarihini ö¤renmek giriflimi olarak bafllamıfltı. Gerçekten de Yunanca'dan gelen bu sözcü¤ün anlamı "insanın incelenmesi"dir. 19. yüzyılda Charles Darwin'in, canlıların geliflme ve de¤iflim sürecine iliflkin evrim kuramını ortaya atmasından sonra bilim adamları bu alana ilgi duydu ve insanın sözde evrimi hakk›nda yeni yeni görüfller öne sürmeye baflladılar. Bilim adamlar› insan topluluklarının nasıl büyüdü¤ünü ve ne yönde de¤iflikli¤e u¤radıklarını, siyasal örgütlenmelerin, sanatın ve müzi¤in nasıl do¤du¤unu ö¤renmek istiyorlardı. Bütün bu çabaların sonucunda antropoloji biliminde insanlık tarihinin de¤iflik alanlarını inceleyen uzmanlık dalları ortaya çıktı: Fiziksel antropologlar, kültürel antropologlar... Fakat evrim teorisinin ortaya atıl- Evrim Açmaz› (Ansiklopedik) ARA GEÇ‹fi FORMU masından sonra kültürel antropoloji, insanı kültürlü bir hayvan olarak; fiziki antropoloji ise insanı biyolojik bir organizma olarak ele aldı. Bu çarpık zihniyetin sonucunda antropoloji, evrimci bilim adamlarının çalıflma sahası olarak pek çok gerçek dıflı ve taraflı yoruma maruz kalmıfltır. Ara geçifl formu (Ara türler) Evrim teorisinin iddiasına göre, yeryüzünde yaflayan ve geçmiflte yaflamıfl tüm canlı türleri birbirlerinden türeyerek ortaya çıkmıfllardır. Türlerin birbirlerine dönüflümü ise, evrim teorisine göre, yavafl yavafl ve kademe kademe olmufltur. Dolayısıyla, bu iddiaya göre iki canlı türü arasındaki geçifl dönemini yansıtan ve her iki türden bazı özellikler taflıyan birtakım canlıların yaflamıfl olması zorunludur. Örne¤in, balıklar karaya çıkıp sürüngenlere dönüflene kadar mutlaka yarı solungaçlı yarı akci¤erli, yarı yüzgeçli yarı ayaklı türden bazı canlıların milyonlarca yıl boyunca yaflamıfl olmaları gerekir. Evrimciler, geçmiflte yaflamıfl olduklarına inandıkları bu hayali canlılara "ara geçifl formu" adını verirler. E¤er evrim teorisi do¤ru olsaydı, bu tür canlıların geçmiflte yaflamıfl olmaları ve bunların sayılarının ve çeflitlerinin milyonlarca hatta milyarlarca olması gerekirdi. Ve bu ucube can- Harun Yahya (Adnan Oktar) lıların kalıntılarına fosil kayıtlarında rastlanması gerekirdi. Ancak, bugüne kadar fosil kayıtlarında tek bir ara geçifl formu fosiline dahi rastlanmamıfltır. Nitekim evrim teorisinin kurucusu Charles Darwin, Türlerin Kökeni kitabının "Teorinin Zorlukları" (Difficulties on Theory) adlı bölümünde flöyle yazmıfltır: E¤er gerçekten türler öbür türlerden yavafl geliflmelerle türemiflse, neden sayısız ara geçifl formuna rastlamıyoruz? Neden bütün do¤a bir karmafla halinde de¤il de, tam olarak tanımlanmıfl ve yerli yerinde? Sayısız ara geçifl formu olmalı, fakat niçin yeryüzünün sayılamayacak kadar çok katmanında gömülü olarak bulamıyoruz... Niçin her jeolojik yapı ve her tabaka böyle ba¤lantılarla dolu de¤il? Jeoloji iyi derecelendirilmifl bir süreç ortaya çıkarmamaktadır ve belki de bu, benim teorime karflı ileri sürülecek en büyük itiraz olacaktır.23 Evrimci paleontologlar, Darwin'in bu sözlerine dayanarak 19. yüzyılın ortasından bu yana dünyanın dört bir yanında fosil arafltırmaları yaptılar ve bu ara geçifl formlarını aradılar. Tüm çabalara ra¤men söz konusu formlara hiçbir zaFosil kay›tlar›nda Darwin'in öngördü¤ü gibi kademeli bir de¤iflim yoktur. Farkl› canl› türleri kendilerine has yap›lar›yla bir anda ortaya ç›kar lar. Bunu kabullenemeyen evrimciler id dialar›n› yandaki resimdeki gibi temelsiz ve spekülatif çizimlerle destekle meye çal›fl›rlar. 31 32 ARA GEÇ‹fi FORMU win'in teorisi do¤ruysa, o halde kayaların belirli bir grup yaratı¤ın, daha kompleks bir baflka grup yaratı¤a do¤ru küçük kademelerle evrimleflti¤ini gösteren kalıntılar ortaya çıkarması gerekir. Bu nesilden nesile ilerleyen "küçük geliflmelerin" son derece iyi korunmufl olması gerekir. Ama durum hiç de böyle de¤ildir. Aslında, bunun tam tersi do¤rudur. Darwin'in "sayısız ara form olmalı, ama bunları neden yeryüzünün sayısız Sorunumuz fludur: Farkl› canl› s›n›flamalar›, kendilerine katmanında bulamıyobenzeyen atalar› olmadan aniden orFosil kayıtlarını deruz" derken yakınmıfl oltaya ç›km›fllar ve yüz milyonlarca y›l taylı olarak inceleboyunca hiç de¤iflim geçirmeden, du¤u gibi. Darwin, fosil di¤imizde, türler ya dura¤an bir biçimde kalm›fllard›r. kayıtlarındaki bu "olada sınıflar seviye¤anüstü eksikli¤in" sasinde olsun, sürekli dece daha fazla fosil kazısı yapmakla ilolarak aynı gerçekle karflılarız; kademeli gili oldu¤unu düflünmüfltür. Ama her ne evrimle geliflen de¤il, aniden yeryüzünkadar yeni fosil kazısı yapılırsa yapılsın, 24 de oluflan gruplar görürüz. bulunan türlerin neredeyse hepsinin, isBir baflka evrimci paleontolog Mark tisnasız, bugün yaflamakta olan hayvanCzarnecki ise flu yorumu yapar: lara çok benzedi¤i ortaya çıkmıfltır.26 Teoriyi (evrimi) ispatlamanın önündeki Fosil kayıtları, canlı türlerinin hem büyük bir engel, her zaman için fosil kabir anda ve tamamen farklı yapılarda oryıtları olmufltur... Bu kayıtlar hiçbir zataya çıktıklarını, hem de çok uzun jeoloman için Darwin'in varsaydı¤ı ara formların izlerini ortaya koymamıfltır. jik dönemler boyunca de¤iflmeden sabit Türler aniden oluflurlar ve yine aniden kaldıklarını göstermektedir. Harvard yok olurlar. Ve bu beklenmedik durum, Üniversitesi paleontologlar›ndan ve ünlü türlerin yaratıldı¤ını savunan argümana evrimci Stephen Jay Gould, bu gerçe¤i destek sa¤lamıfltır.25 man rastlanamadı. Yapılan kazılarda ve arafltırmalarda elde edilen bütün bulgular, evrim teorisinin öngörülerinin aksine, canlıların yeryüzünde birdenbire, eksiksiz ve kusursuz bir biçimde ortaya çıktıklarını gösterdi. Ünlü ‹ngiliz paleontolog (fosil bilimci) Derek W. Ager, evrim teorisini benimsemesine karflın bu gerçe¤i flöyle kabul eder: flöyle kabul eder: Ünlü biyolog Francis Hitching de, The Neck of the Giraffe: Where Darwin Went Wrong adlı kitabında flöyle demektedir: E¤er fosiller buluyorsak ve e¤er Dar- Fosilleflmifl türlerin ço¤unun tarihi, kademeli evrimle çeliflen iki farklı özellik ortaya koymaktadır: 1. Dura¤anlık: Ço¤u tür, dünya üzerinde var oldu¤u süre boyunca hiçbir yönsel de- Evrim Açmaz› (Ansiklopedik) ARBOREAL TEOR‹ ¤iflim göstermez. Fosil kayıtlarında ilk ortaya çıktıkları andaki yapıları ne ise, kayıtlardan yok oldukları andaki yapıları da aynıdır. Morfolojik (flekilsel) de¤iflim genellikle sınırlıdır ve belirli bir yönü yoktur. 2. Aniden ortaya çıkıfl: Herhangi bir lokal bölgede bir tür, atalarından kademeli farklılaflmalara u¤rayarak aflama aflama ortaya çıkmaz; bir anda ve "tamamen flekillenmifl" olarak belirir.27 Ayrıca flunu da belirtmek gerekir ki, evrimciler genellikle "ara geçifl formu" kavramını kasıtlı olarak gerçek anlamının dıflında kullanırlar. Evrim teorisinin öngördü¤ü ara formlar, iki canlı türü arasında kalan, eksik ve yarım organlara sahip canlılardır. Ancak bazen ara form kavramı yanlıfl algılanmakta ve gerçekte ara form özelli¤i oluflturmayan canlı yapıları, ara form gibi düflünülmektedir. Örne¤in bir canlı grubunun di¤er canlı grubuna ait özellikler barındırması, bir ara tür özelli¤i de¤ildir. Buna bir örnek, Avustralya'da yaflayan Platypus'tur. Bu canlı, bir memeli olmasına ra¤men sürüngenler gibi yumurtlayarak ço¤alır. Ayrıca kufllara benzer bir gagası bulunur. Bilim adamları Platypus gibi canlılara "mozaik canlı" ismini verirler. Mozaik canlıların ara form sayılamayaca¤ı, Stephen J. Gould ve Niles Eldredge gibi önde gelen evrimci paleontologlar tarafından da kabul edilmektedir. 28 (bkz. Platypus) Harun Yahya (Adnan Oktar) 33 Arboreal teori Kara canlısı olan sürüngenlerin nasıl olup da uçmaya baflladıkları konusunda öne sürülen iki evrimci teoriden biridir. Arboreal teoriye göre kuflların ataları a¤açlarda yaflayan sürüngenlerdir ve bunlar zamanla "daldan dala atlayarak kanatlanmıfllardır". (Di¤er görüfl de kuflların yerden yukarı do¤ru havalandıklarını savunan Cursorial teoridir.) Söz konusu teori tamamen hayalidir ve teoriyi destekleyen hiçbir bilimsel kanıt yoktur. Nitekim Cursorial teoriyi öne süren John Ostrom, her iki hipotezi savunanların ancak spekülasyon yapabildiklerini itiraf ederek flöyle der: Benim 'cursorial predator' teorim gerçekten de spekülatiftir. Fakat arboreal teori de aynı flekilde spekülatiftir.29 Ayrıca bu teorinin iddiasına göre, geçmiflte dünya üzerinde "yaflamıfl olması" gereken ara geçifl formlarına da (bkz. Ara geçifl formu) hiçbir zaman rastlanmamıfltır. (bkz. Cursorial teori; Kuflların kökeni) Evrimcilerin uçuflun kökenini aç›klamak için orta ya att›klar› teorilerden biri sürüngenlerin "daldan dala atlarken kufl haline geldiklerini" savunur. Oysa ne yavafl yavafl kanatlanan canl›lara dair fosiller vard›r, ne de bunu sa¤layabilecek do¤al bir süreç... Archæopteryx 140 milyon yıl önce, Jurassic dönemde yaflayan ve daha sonra soyu tükenen bir kufl türüdür. Archæopteryx'in günümüz kufllarından biraz daha farklı özelliklerinin olması, evrimcilerin bu kuflu sözde dinozor atalarından ayrılan ve yeni uçmaya bafllayan bir ara tür olarak göstermelerine neden olmufltur. Evrim teorisine göre, Velociraptor veya Dromeosaur ismi verilen küçük yapılı dinozorların bir kısmı evrim geçirerek kanatlanmıfllar ve uçmaya bafllamıfllardır. Archæopteryx ise, bu iddiaya göre, yeni yeni uçmaya bafllayan bu kuflların atasıdır. Oysa Archæopteryx fosilleri üzerinde yapılan son incelemeler, bu anlatımın bilimsel bir temeli olmadı¤ını göstermektedir. Bu canlı, iyi uçamayan bir ara geçifl formu de¤il, sadece günümüz kufllarından farklı bazı özelliklere sahip, soyu tükenmifl bir kufl türüdür. Son bulgular ve incelemeler sonucunda Archæopteryx hakkında elde edilen sonuçlar flunlardır: • Bu canlının "sternum" ad›ndaki gö¤üs kemi¤inin olmaması, canlının uçamayaca¤ının en önemli kanıtı olarak gösterilmekteydi. (Gö¤üs kemi¤i, uçmak için gerekli olan kasların tutundu¤u gö¤üs kafesinin altında bulunan bir kemiktir. Günümüzde uçabilen veya uçamayan tüm kufllarda, hatta kufllardan çok ayrı bir familyaya ait olan uçabilen memeli yarasalarda bile bu gö¤üs kemi¤i vardır.) Ancak 1992 yılında bulunan yedinci Archæopteryx fosili bu argümanın yanlıfl oldu¤unu gösterdi. Bu fosilde evrimcilerin çok uzun zamandır yok saydıkları gö¤üs kemi¤i vardı. Nature dergisinde yeni bulunan bu fosil flöyle anlatılıyordu: Son bulunan yedinci Archæopteryx fosili, uzun zamandır varlı¤ından flüphe edilen, ama hiçbir zaman ispatlanamayan bir dikdörtgensel gö¤üs kemi¤inin varlı¤ına iflaret ediyor. Bu canlının uzun mesafelerde uçufl yetene¤i hala spekülasyona dayalı, ama gö¤üs kemi¤inin varlı¤ı, güçlü uçufl kaslarının oldu¤unu gösteriyor.30 Bu bulgu, Archæopteryx'in tam uçamayan bir yarı-kufl oldu¤u yönündeki iddiaların en temel dayana¤ını geçersiz kıldı. • Ayrıca Archæopteryx'in günümüz kufllarınınkinden farksız olan asimetrik tüy yapısı, canlının mükemmel olarak uçabildi¤ini göstermektedir. Ünlü paleontolog Carl O. Dunbar'ın belirtti¤i gibi, "tüylerinden dolayı bu yaratık tam bir kufl özelli¤i gösteriyordu".31 • Archæopteryx'in tüylerinin ortaya çıkarmıfl oldu¤u bir baflka gerçek, bu canlının sıcakkanlı olufludur. Bilindi¤i gibi sürüngenler ve dinozorlar so¤ukkanlı, yani vücut ısılarını kendileri üretmeyen, çevrenin sıcaklı¤ının vücut ısılarını etkiledi¤i canlılardır. Kufllarda bulunan tüylerin en önemli fonksiyonlarından bir tanesi, kuflun vücut ısısını korumasıdır. Archæopteryx'in tüylü olması, bu kuflun dinozorların aksine sıcakkanlı Berlin'de sergilenmekte olan en ünlü Archæopteryx fosili Archæopteryx'in anatomisi üzerinde yap›lan incelemeler, canl›n›n eksiksiz bir uçufl yetene¤in e s a h i p , t i p i k b i r k u fl o l d u ¤ u n u o r t a y a k o y m u fl t u r . Archæopteryx ' i s ü r ü n g e n l e r e b e n z e t m e çabas› tamamen dayanaks›zd›r. oldu¤unu, yani vücut ısısını korumaya ihtiyacı olan gerçek bir kufl oldu¤unu gösteriyordu. • Evrimci biyologların Archæopteryx'i ara geçifl formu olarak gösterirken dayandıkları en önemli iki nokta ise, bu hayvanın kanatlarının üzerindeki pençeleri ve a¤zındaki diflleridir. Archæopteryx'in kanatlarında pençeleri ve a¤zında diflleri oldu¤u do¤rudur, ancak bu özellikleri, canlının sürüngenlerle herhangi bir flekilde ilgisi oldu¤unu göstermez. Zira günümüzde yaflayan iki tür kuflta, Touraco corythaix ve Opistho- comus hoatzin'de de dallara tutunmaya yarayan pençeler bulunmaktadır. Ve bu canlılar, hiçbir açıdan sürüngen özelli¤i taflımayan, tam birer kufltur. Dolayısıyla Archæopteryx'in kanatlarında pençeleri oldu¤u ve bu sebeple de bir ara form oldu¤u yolundaki iddia geçersizdir. Archæopteryx'in a¤zındaki diflleri de yine canlıyı bir ara form kılmaz. Evrimciler bu difllerin bir sürüngen özelli¤i oldu¤unu öne sürerek yanılmaktadırlar. Çünkü difller sürüngenlerin tipik bir özelli¤i de¤ildir. Günümüzde bazı sürüngenlerin diflleri varken bazılarının Evrim Açmaz› (Ansiklopedik) ARCHÆOPTERYX yoktur. Daha da önemli olan nokta, diflli (yaklaflık 140 milyon yıllık) bu kuflun kuflların Archæopteryx'le sınırlı olmama- diflleri yoktu, gagası ve tüyleri ise günüsıdır. Günümüzde diflli kuflların yaflama- müz kufllarıyla aynı özellikleri gösterdıkları bir gerçektir, ancak fosil kayıtla- mekteydi. ‹skelet yapısı da günümüz rına baktı¤ımız zaman gerek Archæop- kufllarınınkiyle aynı olan bu kuflun kateryx ile aynı dönemde gerekse daha natlarında, Archæopteryx'te oldu¤u gibi sonra, hatta günümüze oldukça yakın ta- pençeler vardı. Kuyruk tüylerine destek rihlere kadar "diflli kufllar" olarak isim- olan "pygostyle" isimli yapı bu kuflta da lendirilebilecek ayrı bir kufl grubunun görülüyordu. Kısacası, evrimciler tarafından tüm kuflların en eski atası sayılan yaflamını sürdürdü¤ünü görürüz. Ayrıca, Archæopteryx'in ve di¤er difl- ve yarı–sürüngen kabul edilen Archæopli kuflların difl yapıları, bu kuflların sözde teryx'le aynı yaflta olan bu canlı, günüevrimsel ataları olan dinozorların difl ya- müz kufllarına çok benziyordu. Bu gerçek, Archæopteryx'in büpılarından çok farklıdır. Martin, Stewart tün kuflların ilkel atası ve Whetstone gibi ünlü kuflbilimcilerin oldu¤u yönündeki yaptıkları ölçümlere göre, Archæopevrimci tezlerle teryx'in ve di¤er diflçelifliyordu.33 li kuflların difllerinin üstü düzdür ve Çin'de Kasım genifl kökleri vardır. 1996'da bulunan bir Oysa bu kuflların atası baflka fosil, oldu¤u iddia ediortalı¤ı daha len theropod dida karıfltırdı. 130 nozorlarının difllemilyon yaflındaki rinin üstü testere gibi çıkınLiaoningornis isimli bu kuflun tılıdır ve kökleri de dardır.32 varlı¤ı Hou, Martin ve Alan Bir Archæopteryx • Son dönemlerde buluFeduccia tarafından Science illüstrasyonu. nan bazı fosiller, Archæopdergisinde yayınlanan bir makateryx'le ilgili evrimci senaryonun geçer- leyle duyuruldu. Liaoningornis, günüsizli¤ini baflka yönlerden de ortaya koy- müz kufllarında bulunan uçufl kaslarının mufltur. tutundu¤u gö¤üs kemi¤ine sahipti. Di¤er 1995 yılında Çin'de Omurgalılar Pa- yönleriyle de bu canlı günümüz kufllaleontolojisi Enstitüsü'nde arafltırmalar rından farksızdı. Tek farkı, a¤zında diflyapan Lianhai Hou ve Zhonghe Zhou lerinin olmasıydı. Bu durum, diflli kufllaadlı iki paleontolog, Confuciusornis ola- rın, hiç de evrimcilerin iddia ettikleri girak isimlendirdikleri yeni bir fosil kufl bi ilkel bir yapıya sahip olmadıklarını keflfettiler. Archæopteryx ile aynı yafltaki gösteriyordu.34 Harun Yahya (Adnan Oktar) 37 Nitekim Alan Feduccia, Discover dergisinde yayınlanan yorumunda, Liaoningornis'in, kuflların kökeninin dinozorlar oldu¤u iddiasını geçersiz kıldı¤ını belirtmiflti.35 Archæopteryx'le ilgili evrimci iddiaları çürüten bir baflka fosil ise Eoalulavis oldu. Archæopteryx'ten 30 milyon yıl daha genç, yani 120 milyon yaflında oldu¤u söylenen Eoalulavis'in kanat yapısının aynısı, günümüzdeki bazı uçan kufllarda görülüyordu. Bu da 120 milyon yıl önce, günümüzdeki kufllardan birçok yönden farksız canlıların göklerde uçmakta olduklarını ispatlıyordu.36 Archæopteryx'in sürüngenlerle kufllar arasında ara geçifl formu olmadı¤ına dair bir delil de, 2000 yılında Çin'de bulunan bir kufl fosili ile geldi. Longisquama ismi verilen bu canlının 220 milyon yıl önce Orta Asya'da yafladı¤ı belirtildi. Science ve Nature gibi ünlü bilim dergileri ve BBC televizyonu bu fosil hakkında flu bilgileri verdi: Archæopteryx'e ait bir rekonstrüksiyon Orta Asya'da bulunan ve günümüzden 220 milyon yıl önce yafladı¤ı anlaflılan söz konusu fosilin tüm vücudunun tüylerle kaplı oldu¤u, kuflların atası oldu¤u iddia edilen Archæptoryx'de ve günümüz kufllarında oldu¤u gibi bir lades kemi¤ine sa- Evrim Açmaz› (Ansiklopedik) ARCHÆORAPTOR hip oldu¤u ve tüylerinde içi bofl sapların bulundu¤u tespit edildi. Bu ise, Archæopteryx'in kuflların atası oldu¤u iddialarını geçersizlefltiriyor. Çünkü bulunan fosil Archæopteryx'ten 75 milyon yıl daha yafllı; yani kuflların atası oldu¤u iddia edilen canlıdan 75 milyon yıl önce de tüm özellikleriyle tam bir kufl yaflıyordu.37 Böylece Archæopteryx ve di¤er arkaik kuflların birer ara geçifl formu olmadıkları kesin bir biçimde ispatlanmıfl oldu. Fosiller, farklı kufl türlerinin birbirlerinden evrimlefltiklerini göstermiyorlardı. Aksine, günümüz kufllarının ve Archæopteryx benzeri bazı özgün kufl türlerinin beraberce yafladıklarını ispatlıyorlardı. Kısacası Archæopteryx'in birtakım özellikleri, bu canlının bir "ara form" olmadı¤ını göstermektedir. Nitekim bugün evrim teorisinin ünlü savunucularından Harvard paleontologları Stephen Jay Gould ve Niles Eldredge de, Archæopteryx'in farklı özellikleri bünyesinde baBir k›s›m medya kurulufllar›, evrim teorisini sorgusuz sualsiz kabullenmekte ve bulunan her yeni fosili, evrim teorisine bilimsel bir destekmifl gibi kamuoyuna sunmaktad›rlar. Örne¤in Archæoraptor isimli fosil, 1999 y›l›nda "kanatl› dinozor" olarak gazeteler arac›l›¤›yla tüm dünyaya empoze edilmifltir. Oysa yaklafl›k iki y›l sonra, söz konusu fosilin yeni bir evrim sahtekarl›¤› oldu¤u ortaya ç›km›fl ve bu kez ayn› gazeteler "dinokuflun" "palavra" oldu¤unu kabul etmek zorunda kalm›fllard›r. Harun Yahya (Adnan Oktar) rındıran bir "mozaik" canlı oldu¤unu, ama asla bir ara form olmadı¤ını kabul etmektedirler.38 Archæoraptor Çin'de "bulundu¤u" iddia edilen, ancak 2001 yılında sahte olarak üretildi¤i anlaflılan bir fosil. Archæoraptor'un sahte bir fosil oldu¤u, arafltırmacıların yaptıkları detaylı analizler sonucunda anlaflıldı. ‹ncelemeyi yapan bilim adamları, yapılan sahtekarlı¤ı Nature dergisinde flöyle açıkladılar: Archæoraptor fosili kayıp halka olarak duyuruldu ve kuflların belirli bir cins dinozordan evrimleflti¤ine dair en iyi delil olma iddiasındaydı... Fakat Archæoraptor'un bir kuflun ve uçamayan bir dromaeosaurid dinozorunun kemiklerinin 39 40 AfiA⁄I IRK birlefltirilmesiyle oluflturulan bir sahtekarlık oldu¤u gösterilmifltir... ‹skelet açıkça birçok kırık parçadan yeniden birlefltirilmiflti ve iskelet, difller, tüyler, Archæopteryx'ten daha iyi uçabilen bir kanat ve uçmayan bir dinozorun kuyru¤u da dahil eflsiz bir kombinasyona sahipti... Archæoraptor'un iki ya da daha fazla türü temsil etti¤i ve en az iki, muhtemelen befl ayrı örnekten birlefltirildi¤i sonucuna vardık... Bu, bilim adına bir kayıptır. Paleontoloji zaten bugüne kadar Piltdown Adamı sahtekarlı¤ı ve Johann Beringer'in 'duran taflları' ile oldukça zarar görmüfltür ve birçok fosil bilmeden ya da kasıtlı olarak yanıltıcı konstrüksiyonlara konu olmufltur.39 (bkz. Piltdown Adamı) Afla¤› ›rk (bkz. Darwinizm ve ırkçılık) Atapuerca kafatas› 1995 yılında, Madrid Üniversitesi'nden üç ‹spanyol paleoantropolog, ‹spanya'da "Atapuerca" adı verilen bölgedeki Gran Dolina ma¤arasında bir fosil buldular. Fosil, günümüz insanıyla tamamen aynı görünüme sahip 11 yaflındaki bir çocu¤a ait bir insan yüzü parçasıydı. Ancak çocuk öleli tam 800 bin yıl olmufltu. Bu, evrimciler açısından flaflırtıcı bir bulguydu; çünkü bu kadar eski bir dönemde henüz Homo sapiens'in (günümüz insanı) yafladıklarını ummuyorlardı. (bkz. ‹nsanın hayali soya¤acı) Discover dergisi, Aralık 1997 sayısında konuya genifl yer verdi. Bu fosil, Gran Dolina arafltırma ekibinin baflı Arsuaga Ferreras'ın bile insanın evrimi ‹spanya'da bulunan yüz kemi¤i, bizimle ayn› yüz yap›s›na sahip insanlar›n 800 bin y›l öncesinde de yaflad›klar›n› gösteriyordu. Evrim Açmaz› (Ansiklopedik) ATAPUERCA KAFATASI Atapuerca'da bulunan fosilden yola ç›k›larak yeniden infla edilen kafatas› (solda) ile günümüz insan›na ait kafatas› (sa¤da) ola¤anüstü derecede benzerdir. hakkındaki inançlarını sarsmıfltı. Ferreras flöyle diyordu: Büyük, genifl, fliflkin, yani anlayaca¤ınız ilkel bir fleyle karflılaflmayı umuyorduk. 800 bin yıl yaflındaki bir çocuktan beklentimiz, Turkana Çocu¤u gibi bir fley olmasıydı. Ama bizim buldu¤umuz bütünüyle modern bir yüzdü... Bunlar sizi sarsan türden fleyler: Fosil bulmak de¤il, tamam fosil bulmak da beklenmedik ve güzel bir olay. Fakat en etkileyici olanı, bugüne ait oldu¤unu düflündü¤ünüz bir fleyi geçmiflte bulmanız. Bu, bir anlamda, Gran Dolina'da kasetçalar bulmak gibi bir fley. Böyle bir fley çok flaflırtıcı olurdu elbette. Alt Pleistosen tabakalarında teypler, kasetler bulmayı beklemiyoruz, Harun Yahya (Adnan Oktar) ancak 800 bin yıllık "modern" bir yüz bulmak da bunun gibi bir fley. Onu gördü¤ümüzde çok flaflırmıfltık.40 Bu fosil, Homo sapiens'in tarihinin 800 bin yıl kadar geriye götürülmesi gerekti¤ine iflaret ediyordu. Ama evrimcilerin hayali evrim soya¤acına göre, 800 bin yıl önce Homo sapiens'in yaflamamıfl olması gerekti¤i için, evrimciler bu fosilin baflka bir türe ait oldu¤una karar verdiler. Bu yüzden Homo antecessor adlı hayali bir tür oluflturdular ve Atapuerca kafatasını bu sıralamaya dahil ettiler. 41 42 ATIN KÖKEN‹ At›n kökeni "Atın evrimi"ni sembolize etti¤i iddia edilen flemalar, yakın bir zamana kadar, evrim teorisine kanıt olarak gösterilen fosil sıralamalarının en baflında gelmekteydi. Oysa bugün pek çok evrimci, atın evrimi senaryosunun geçersizli¤ini açıkça kabul etmektedir. Kasım 1980'de Chicago Do¤a Tarihi Müzesi'nde 150 evrimcinin katıldı¤ı, dört gün süren ve kademeli evrim teorisinin sorunlarının ele alındı¤ı bir toplantıda söz alan evrimci Boyce Rensberger, atın evrimi senaryosunun fosil kayıtlarında hiçbir dayana¤ı olmadı¤ını ve atın kademeli evrimleflmesi gibi bir sürecin hiç yaflanmadı¤ını flöyle anlatmıfltır: Yaklaflık 50 milyon yıl önce yaflamıfl dört tırnaklı, tilki büyüklü¤ündeki canlılardan bugünün daha büyük tek tırnaklı atına bir dizi kademeli de¤iflim oldu¤unu öne süren ünlü atın evrimi örne¤inin geçersiz oldu¤u uzun zamandır bilinmektedir. Kademeli de¤iflim yerine, her türün fosilleri bütünüyle farklı olarak ortaya çıkmakta, de¤iflmeden kalmakta, sonra da soyu tükenmektedir. Ara formlar bilinmemektedir.41 Atın evrimi flemalarının sergilendi¤i "‹ngiltere Do¤a Tarihi Müzesi"nin yöneticilerinden ünlü evrimci paleontolog Niles Eldredge de, hala müzenin alt katında duran bu flema hakkında flunları söyler: Hayatın do¤ası hakkında her biri birbirinden hayali bir sürü kötü hikaye vardır. Bunun en ünlü örne¤iyse, belki 50 yıl önce hazırlanmıfl olan ve hala alt katta duran atın evrimi sergisidir. Atın evrimi, birbirini izleyen yüzlerce bilimsel kaynak tarafından büyük bir gerçek gibi sunulmufltur. Ancak flimdi, bu tip iddiaları ortaya atan kiflilerin yaptıkları tahminlerin yalnızca spekülasyon olduklarını düflünüyorum.42 Hiçbir bilimsel delil tarafından desteklenmemesine ra¤men atın evrimi senaryosu, Hindistan, ATIN KÖKEN‹ ‹ngiltere Do¤a Tarihi Müzesi'nde yer alan "at›n evrimi sergisi". Bu ve benzeri "at›n evrimi" flemalar›, farkl› devirlerde, farkl› co¤rafyalarda yaflam›fl ba¤›ms›z canl› türlerinin, son derece tarafl› bir bak›fl aç›s›yla birbirleri ard›na dizilmesiyle oluflturulur. Gerçekte "at›n evrimi"ne da ir hiçbir bilimsel bulgu yoktur. Güney Amerika, Kuzey Amerika ve Avrupa'da de¤iflik zamanlarda yaflamıfl, farklı tür canlılara ait fosillerin, evrimcilerin hayal güçleri do¤rultusunda, küçükten büyü¤e do¤ru dizilmesiyle oluflturulan flemalarla ortaya atılmıfltır. Farklı arafltırmacıların öne sürdükleri 20'den fazla atın evrimi fleması vardır. Hepsi de birbirinden farklı olan bu soya¤açları hakkında evrimciler arasında da görüfl birli¤i yoktur. Bu sıralamalardaki tek ortak nokta, 55 milyon yıl önceki Eo- sen devrinde yaflamıfl Eohippus (Hyracotherium) adlı köpek benzeri bir canlının atın ilk atası oldu¤una inanılmasıdır. (bkz. Eohippus) Oysa atın milyonlarca yıl önce yok olmufl atası olarak sunulan Eohippus, halen Afrika'da yaflayan ve atla hiçbir ilgisi ve benzerli¤i olmayan Hyrax isimli hayvanın hemen hemen aynısıdır.43 43 44 ATIN KÖKEN‹ Atın evrimi iddiasının tutarsızlı¤ı, her geçen gün ortaya çıkan yeni fosil bulgularıyla daha açık olarak anlaflılmaktadır. Eohippus ile aynı katmanda, günümüzde yaflayan at cinslerinin de (Equus nevadensis ve Equus occidentalis) fosillerinin bulundu¤u tespit edilmifltir.44 Bu, günümüzdeki at ile onun sözde atasının aynı zamanda yafladı¤ını göstermektedir ve atın evrimi denen sürecin hiçbir zaman yaflanmadı¤ının kanıtıdır. Evrimci yazar Gordon R. Taylor, Darwinizm'in açıklayamadı¤ı konuları ele alan The Great Evolution Mystery adlı kitabında at serileri efsanesinin aslını flöyle anlatır: Darwinizm'in belki de en ciddi zaafiyeti, paleontologların, büyük evrimsel de¤ifliklikleri gösterecek olan akrabalık iliflkilerini ve canlı sıralamalarını ortaya koyamamalarıdır... At serisi genellikle bu konuda çözüme kavuflturulmufl olan yegane örnek gibi gösterilir. Ama gerçek fludur ki, Eohippus'tan Equus'a kadar uzanan sıralama çok tutarsızdır. Bu sıralamanın, giderek artan bir vücut büyüklü¤ünü gösterdi¤i iddia edilir, ama aslında sıralamanın ileriki aflamalarına konan canlıların bazıları (sıralamanın en baflında yer alan) Eohippus'tan daha büyük de¤il, daha küçüktürler. Farklı kaynaklardan gelen türlerin bir araya getirilip ikna edici bir görüntüye sahip olan bir sıralamada arka arkaya dizilmeleri mümkündür, ama tarihte gerçekten bu sıralama içinde birbirlerini izlediklerini gösteren hiçbir kanıt yoktur.45 Tüm bu gerçekler, evrimin en sa¤lam delillerinden birisi gibi sunulan atın evri- mi flemalarının, hiçbir geçerlili¤e sahip olmayan hayali sıralamalar olduklarını ortaya koymaktadır. Di¤er türler gibi atlar da, evrimsel bir ataya sahip olmadan var olmufllardır. Australop›thecus ‹nsanın hayali evrim flemasındaki ilk kategori olan Australopithecus, "güney maymunu" anlamına gelir. Bu canlıların ilk olarak Afrika'da 4 milyon yıl kadar önce ortaya çıktıkları ve 1 milyon yıl öncesine kadar da yafladıkları sanılmaktadır. Australopithecus türlerinin tümü [Australopithecus aferensis, Australopithecus africanus, Australopithecus boisei, Australopithecus robustus (Zinjanthropus)], günümüz maymunlarına benzeyen soyu tükenmifl maymunlardır. Tümünün beyin hacimleri, günümüz flempanzelerininkiyle aynı veya daha küçüktür. Ellerinde ve ayaklarında günümüz maymunlarındaki gibi a¤açlara tırmanmaya yarayan çıkıntılar mevcuttur ve ayakları dallara tutunmak için kavrayıcı özelliklere sahiptir. Boyları kısadır (en fazla 130 cm.) ve aynı günümüz maymunlarındaki gibi erkek Australopithecus diflisinden çok daha iridir. Kafataslarındaki yüzlerce ayrıntı; birbirine yakın gözler, sivri azı diflleri, çene yapısı, uzun kollar, kısa bacaklar gibi birçok özellik, bu canlıların günümüz maymunlarından farklı olmadıklarını gösteren delillerdir. Bu konuda evrimcilerin ortaya attı¤ı Evrim Açmaz› (Ansiklopedik) AUSTRALOPITHECUS iddia ise, Australopithecuslar'ın, tam bir maymun anatomisine sahip olmalarına ra¤men, di¤er tüm maymunların aksine, insanlar gibi dik yürüdükleridir. Ama pek çok bilim adamı, Australopithecus'un iskelet yapısı üzerinde sayısız arafltırma yapmıfl ve bu iddianın geçersizli¤ini ortaya koymufltur. ‹ngiltere ve ABD'den dünyaca ünlü iki anatomist, Lord Solly Zuckerman ve Prof. Charles Oxnard'ın, Australopithecus örnekleri üzerinde yaptıkları çok genifl kapsamlı çalıflmalar, bu canlıların iki ayaklı olmadıklarını, günümüz maymunlarınınkiyle aynı hareket flekline sahip olduklarını göstermifltir. ‹ngiliz hükümetinin deste¤iyle, befl uzmandan oluflan bir ekiple bu canlıların kemiklerini 15 yıl boyunca inceleyen Lord Zuckerman, kendisi de bir evrimci olmasına ra¤men, Australopithecuslar'ın sadece sıradan bir maymun türü oldukları ve kesinlikle dik yürümedikleri sonucuna varmıfltır.46 Bu konudaki arafltırmalarıyla ünlü di¤er evrimci anatomist Charles E. Oxnard da Australopithecuslar'ın iskelet yapılarını günümüz orangutanlarınınkine benzetmektedir.47 Australopithecus'un insanın atası sayılamayaca¤ı, son dönemde evrimci kaynaklar tarafından da kabul edilmektedir. Ünlü Fransız bilim dergisi Science et Vie, Mayıs 1999 sayısında bu konuyu Harun Yahya (Adnan Oktar) 45 kapak yapmıfltır. Australopithecus afarensis türünün en önemli fosil örne¤i sayılan Lucy'i konu alan dergi, "Adieu Lucy" (Elveda Lucy) bafllı¤ını kullanarak Australopithecus türü maymunların insanın soy a¤acından çıkarılması gerekti¤ini yazmıfltır. St W573 kodlu yeni bir Australopithecus fosili bulgusuna dayanarak yazılan makalede, flu cümleler yer almaktadır: Australopithecus türleri, kafataslar›n›n yan› s›ra iskelet yap›lar› yönünden de günümüz maymunlar›na büyük benzerlik gösterirler. Yeni bir teori Australopithecus cinsinin insan soyunun kökeni olmadı¤ını söylüyor... St W573'ü incelemeye yetkili tek kadın arafltırmacının vardı¤ı sonuçlar, insanın atalarıyla ilgili güncel teorilerden farklı; hominid soy a¤acını yıkıyor. Böylece bu soy a¤acında yer alan insan ve do¤rudan ataları sayılan primat cinsi büyük maymunlar hesaptan çıkarılıyor... Australopithecuslar ve Homo türleri (insanlar) aynı dalda yer almıyorlar, Homo türlerinin (insanların) do¤rudan ataları, hala keflfedilmeyi bekliyor. .48 Av›en akci¤er (bkz. Kufl akci¤erlerinin kökeni) BAKTER‹ KAMÇISI Bakteri kamç›s› Bakteri kamçısı, bazı bakteriler tarafından sıvı bir ortamda hareket edebilmek için kullanılır. Organ, bakterinin hücre zarına tutturulmufltur ve canlı, ritmik bir biçimde dalgalandırdı¤ı bu kamçıyı bir palet gibi kullanarak diledi¤i yön ve hızda yüzebilir. Bakterilerin kamçısı uzun zamandır bilinmektedir. Ancak son 10 yıl içindeki gözlemler, bu kamçının detaylı yapısını ortaya çıkarınca bilim dünyası flaflkına dönmüfltür. Çünkü kamçının, önceden sanıldı¤ı gibi basit bir titreflim mekanizmasıyla de¤il, çok karmaflık bir "organik motor" ile çalıfltı¤ı ortaya çıkmıfltır. Bakterinin hareketli motoru, elektrik motorlarıyla aynı mekanik özelli¤e sahiptir. ‹ki ana bölüm söz konusudur: Bir hareketli kısım (rotor) ve bir dura¤an kısım (stator). Bu organik motor, mekanik hareketler oluflturan di¤er sistemlerden farklıdır. Hücre, içinde ATP molekülleri halinde saklı tutulan hazır enerjiyi kullanmaz, zarından gelen bir asit akıflından aldı¤ı enerjiyi kullanır. Motorun kendi iç yapı- sı ise ola¤anüstü derecede komplekstir. Kamçıyı oluflturan yaklaflık 240 ayrı protein vardır. Bunlar kusursuz bir mekanik tasarımla yerlerine yerlefltirilmifltir. Bilim adamları, kamçıyı oluflturan bu proteinlerin motoru kapatıp açacak sinyalleri gönderdiklerini, atom boyutunda harekete imkan sa¤layan mafsallar oluflturduklarını ya da kırbacı hücre zarına ba¤layan proteinleri hareketlendirdiklerini belirlemifllerdir. Motorun iflleyiflini basitlefltirerek anlatmak amacıyla yapılan modellemeler bile sistemin karmaflıklı¤ının anlaflılması için yeterlidir. Sadece bakteri kamçısının bu kompleks yapısı dahi evrim teorisini çökertmek için yeterlidir. Çünkü kamçı hiçbir flekilde basite indirgenemeyecek bir yapıdadır. Kamçıyı oluflturan moleküler parçaların tek bir tanesi bile olmasa, ya da kusurlu olsa, kamçı çalıflmaz ve dolayısıyla bakteriye hiçbir faydası olmaz. Bakteri kamçısının ilk var oldu¤u andan itibaren eksiksiz olarak ifllemesi gerekmektedir. Bu gerçek karflısında evrim teorisinin "kademe kademe geliflim" iddi- Bu bir elektrik motorudur. Ama bu elektrik motoru bir ev aletinde ya da tafl›tta de¤il, bir bakterinin üzerinde yer al›r. Bakteriler milyonlarca y›ld›r sahip olduklar› bu motor sayesinde "kamç› ad› verilen organlar›n› hareket ettirir ve su içinde yüzerler. Bakteri kamç›s›n›n motoru 1970'lerde keflfedilmifl ve bilim dünyas›n› flaflk›na çe virmifltir. Çünkü yaklafl›k 250 ayr› molekü ler parçadan oluflan bu "indirgenemez kompleks" organ›n Darwin'in öne sürdü¤ü rastlant› mekanizmalar› ile aç›klanmas› imkans›zd›r. 47 48 BAKTER‹LER‹N KÖKEN‹ Ribozom (protein sentezi) Sitoplazma Kromozom (kal›t›m) Tüycük (ba¤lant› noktas›) Kapsül (koruma) Mezozom (hücre bölünmesi) Hücre zar› (tafl›ma) Hücre duvar› Kamç› (hareket) asının anlamsızlı¤ı bir kez daha açıkça ortaya çıkmaktadır. Nitekim bugüne kadar hiçbir evrimci biyolog, bakterinin kamçısının kökenini açıklamayı denememifltir bile. Bakteri kamçısı, evrimcilerin "en ilkel canlılar" saydı¤ı bakterilerde dahi ola¤anüstü tasarımlar bulundu¤unu gösteren önemli bir gerçektir. Bakterilerin kökeni Bilinen en eski fosiller, yaklaflık 3.5 milyar yıl önce yaflamıfl olan bakterilerdir. Bu nedenle evrimciler, cansız maddelerin ilk olarak tek hücreli bakterileri meydana getirdiklerini iddia ederler. ‹ddialarının devamında ise ilk bakterilerin zaman içinde, yavafl yavafl çok hücreli canlılara dönüfltüklerini, bu canlıların da Evrimciler, canl›l›¤›n, tesadüfler sonucunda meydana gelen ilkel bir bakteriden olufltu¤unu öne sürerler. Ancak son y›llarda bakterilerin kompleks yap›lar›n›n anlafl›lmas› ile bu iddialar› kesin olarak yalanlanm›flt›r. günümüzdeki son derece kompleks bitki ve hayvanların ataları olduklarını öne sürerler. Ancak bu iddialarının bilimsel hiçbir delili olmadı¤ı gibi, evrimciler cansız maddelerin nasıl olup da bakterileri oluflturdu¤unu açıklayamamaktadırlar. Bakteriler, birçok bilim adamı tarafından yakın zamana kadar basit canlılar olarak bilinmekteydi. Ancak yapılan detaylı arafltırmalar, bu canlıların çok küçük ve tek hücreli olmalarına ra¤men oldukça kompleks bir yapıya sahip olduklarını gösterdi. Hemen hemen bütün bakteri türleri koruyucu bir katman olan hücre duvarı ile çevrilidir. Hücre duvarı bakteriye fleklini verir ve bakterinin çok farklı ortamlarda yaflayabilmesini sa¤lar. Bazı tür bakterilerde kapsül adı verilen ve hücre Evrim Açmaz› (Ansiklopedik) BAKTER‹LER‹N KÖKEN‹ duvarını dıfltan saran ince bir katman da bulunmaktadır. Tüm bakterilerin hücre duvarlarının içinde, elastik yapıdaki hücre zarı vardır. Küçük yiyecek molekülleri bu zarın üzerindeki gözeneklerden hücrenin içine girer, ancak büyük moleküller buradan geçemezler. Zarın içinde yumuflak, jöle benzeri bir yapısı olan sitoplazma bulunur. Sitoplazmada, "enzim" adı verilen proteinler bulunur. Enzimler yiyecekleri parçalayarak hücre için gerekli hammaddeyi sa¤larlar. Di¤er tüm canlı hücreleri gibi bakteri hücreleri de DNA içerir. DNA, bir hücrenin büyümesini, üremesini ve di¤er aktivitelerinin tamam›n› kontrol eder. Bakteri hücresinde DNA sitoplazmada serbestçe dolaflır. Prokaryotlar, yani çekirdeksiz hücreler dıflındaki tüm canlı hücrelerinde DNA, sitoplazmadan bir zarla ayrılan çekirde¤in içinde bulunur. Ayrıca, bu küçük hücrelerin içerisinde yeryüzünde yaflamın süreklili¤ini sa¤layan çok önemli biyokimyasal olaylar gerçekleflir. Bakteriler, yeryüzündeki do¤al ekolojik sistemin iflleyiflinde çok önemli görevleri yerine getirirler. Örne¤in bazı bakteri türleri, ölü bitki ve hayvan kalıntılarını parçalayarak, bunları canlı organizmalar tarafından tekrar kullanılmak üzere temel kimyasal maddelere dönüfltürürler. Bazıları topra¤ın verimlili¤ini artırırlar. Bunlardan baflka; sütü peynire dönüfltürmek, zararlı bakterilere karflı antibiyotik üretmek, vitamin sentezi yapmak gibi çok önemli görevleri de yerine getirirler. Harun Yahya (Adnan Oktar) 49 Bunlar, bakterilerin yerine getirdikleri sayısız görevden sadece birkaç tanesidir. Bütün bunları yapan bakterilerin genetik yapıları derinlemesine incelendi¤inde hiç de basit olmadıkları görülür. Bir bakterinin DNA's› bile oldukça komplekstir. Hepsi çok kesin ve anlaml› bir dizilimle s›ralanm›fl olan en az 3 milyon birim içermektedir.49 Bakteri, sahip oldu¤u yüzlerce de¤iflik özelli¤in yan› s›ra üstün yarat›l›fl› sergileyen bir DNA'ya sahpitir. Bilinen en küçük bakteri olan Bakteriler çok küçük ve tek hücreli olmalar›na ra¤men, oldukça kompleks bir yap›ya sahiptirler. theta-x-174'ün DNA's›nda 5375 nükleotid bulunmaktad›r. (Nükleotidler, canl›larda kal›tsal özelliklerin tümünü denetleyen nükleik asitlerin yap› tafllar›d›r.) Normal boyutlardaki bir bakteride ise nükleotid say›s› 3 milyon kadard›r. 50 1900'lü y›llar›n bafl›ndan beri, üzerinde çeflitli çal›flma ve araflt›rmalar yap›lan ba¤›rsak bakterisi Escherichia coli'nin ise tek bir kromozomunda 5.000 gen bulunmaktad›r. (Genler bir organa veya bir proteine ait olan DNA üzerindeki parçalar›n oluflturdu¤u özel bölümlerdir.) 50 BAKTER‹LER‹N KÖKEN‹ ABD Bat› Ontario'da bulunan 1.9 milyon y›ll›k bakteri fosilleri. Bu fosiller bugün yaflayan bakterilerle ayn› yap›dad›rlar. Her bir bakterinin DNA's›nda kodlanm›fl bu bilgiler, bakterinin yaflamas› için gereklidir ve bu bilgilerdeki herhangi bir de¤ifliklik, bakterinin tüm çal›flma sistemini bozacak kadar önemlidir. 2-3 mikron büyüklü¤ündeki bu hücrenin içinde bilgi tafl›yan bu sarmal›n uzunlu¤u ise 1.400 mikrondur. 51 (1 mikron, 0.001 mm.dir) Özel bir dizayn ile bu müthifl bilgi zinciri, kendisinden binlerce kat küçük bir organizman›n içine s›¤d›r›lm›flt›r. Görüldü¤ü gibi bakterilerin gen flifrelerinde en ufak bir aksaklı¤›n olması ya da çalıflma sistemlerinin bozu lması, bakterilerin yaflayamamaları ve nesillerini devam ettirememeleri anlamına gelir. Bunun sonucunda da ekolojik denge zincirinin çok kritik bir halkası kopmufl ve canlılar alemindeki bütün dengeler alt üst olmufl olur. Bu kompleks özellikler göz önüne alındı¤ında, evrim teorisinin iddia etti¤i gibi, bakterilerin ilkel hücreler olmadıkları anlaflılmaktadır. Dahası evrimcilerin iddiasındaki gibi, bakterilerin evrimleflerek bitki ve hayvan hücrelerine (ökaryotik hücrelere) dönüflmesi de her türlü biyoloji, fizik ve kimya kuralına aykırı bir olaydır. Evrim teorisinin savunucuları bu imkansızlı¤ı açıkça bilmelerine ra¤men, bu tutarsız iddiayı savunmaktan vazgeçmezler. Örne¤in, ünlü evrimcilerden Prof. Ali Demirsoy, ilkel oldu¤u iddia edilen bakteri hücrelerinin ökaryotik hücrelere dönüflemeyece¤ini flu sözleriyle itiraf eder: Evrimde açıklanması en zor olan kademelerden biri de, bu ilkel canlılardan nasıl olup da organelli ve karmaflık hücrelerin meydana geldi¤ini bilimsel olarak açıklamaktır. Esasında bu iki form arasında gerçek bir geçifl formu da bulunamamıfltır. Bir hücreliler ve çok hücreliler bu karmaflık yapıyı tümüyle taflırlar, herhangi bir flekilde daha basit yapılı organelleri olan ya da bunlardan birinin daha ilkel oldu¤u bir gruba veya canlıya rastlanmamıfltır. Yani taflınan organeller her haliyle geliflmifltir. Basit ve ilkel formları yoktur.52 Evrim Açmaz› (Ansiklopedik) BALIKLARIN KÖKEN‹ Bal›klar›n kökeni Evrimciler Kambriyen devrinde ortaya çıkan omurgasız deniz canlılarının, on milyonlarca yıllık bir zaman dilimi içinde balıklara dönüfltü¤ünü iddia ederler. Ancak Kambriyen devri omurgasızlarının hiçbir atası olmadı¤ı gibi, bu omurgasızlar ile balıklar arasında bir evrim oldu¤unu gösterebilecek hiçbir ara geçifl formu da yoktur. (bkz. Kambriyen devri) Oysa iskeletleri olmayan ve sert kısımları vücutlarının dıfl kısmında yer alan omurgasızların, sert kısımları vücutlarının ortasında yer alan kemikli balıklara evrimleflmesi çok büyük bir dönüflümdür ve çok sayıda ara form fosili bırakmıfl olması gerekir. Halbuki tüm farklı balık kategorileri, fosil kayıtlarında bir anda ve hiçbir ataları olmadan ortaya çıkarlar. Evrimciler bu hayali formları bulmak için 140 yıldır fosil tabakalarını alt üst etmektedirler. Milyonlarca omurgasız fosili, milyonlarca balık fosili bulunmasına ra¤men, hiç kimse tek bir tane bile ara form fosili bulamamıfltır. Ev- Mezozoik devre ait bal›k fosili. Fosil kay›tlar›, di¤er canl› s›n›flamalar› gibi bal›klar›n da yeryüzünde aniden ve farkl› yap›lar›yla ortaya ç›kt›¤›n› göstermektedir. rimci paleontolog Gerald T. Todd, "Kemikli Balıkların Evrimi" bafllıklı makalesinde, bu gerçek karflısında evrimcilerin çaresizli¤ini gösteren flu soruları sıralar: Kemikli balıkların her üç sınıfı da, fosil tabakalarında aynı anda ve aniden ortaya çıkarlar... Peki ama bunların kökenleri nedir? Bu denli farklı ve kompleks yaratıkların ortaya çıkmasını ne sa¤lamıfltır? Ve neden kendilerine evrimsel bir ata oluflturabilecek canlıların izlerinden eser yoktur?53 Fosil kayıtları, di¤er canlı sınıflamaları gibi balıkların da yeryüzünde aniden ve farklı yapılarıyla ortaya çıktı¤ını göstermektedir. Balıklar, arkalarında hiçbir "evrim" süreci olmadan, kusursuz anatomileriyle bir anda yaratılmıfllardır. Allah üstün güç sahibi Yarat›c›m›z'd›r. 51 Balinalar tamamen kendilerine özgü sistemlere sahiptirler. ‹çinde bulunduklar› ortama en uygun özelliklere sahip olarak yarat›lm›fllard›r. BAL‹NALARIN KÖKEN‹ Balinalar ve yunuslar, "deniz memelileri" olarak bilinen canlı grubunu olufltururlar. Bu canlılar memeli sınıflamasına dahildir, çünkü aynen karadaki memeliler gibi do¤urur, emzirir, akci¤erle nefes alır ve vücutlarını ısıtırlar. Deniz memelilerinin kökeni ise, evrimciler tarafından açıklanması en zor olan konulardan birisidir. Ço¤u evrimci kaynakta, ataları karada yaflayan deniz memelilerinin, uzun bir evrim süreci sonucunda deniz ortamına geçifl yapacak biçimde evrimlefltikleri öne sürülür. Buna göre, sudan karaya geçiflin tersine bir yol izleyen deniz memelileri, ikinci bir evrim sürecinin sonucu olarak tekrar su ortamına dönmüfllerdir. Oysa bu teori hiçbir paleontolojik delile dayanmaz ve mantıksal yönden de çeliflkilidir. Memeliler evrim basamaklarının en üst kısmında yer alan canlılar olarak kabul edilirler. Durum bu iken, öncelikle bu canlıların neden deniz ortamına geçtiklerinin açıklanması çok güçtür. Bir sonraki soru ise bu canlıların deniz ortamına nasıl olup da balıklardan bile daha iyi adapte olduklarıdır. Çünkü katil bali- Harun Yahya (Adnan Oktar) nalar, yunuslar gibi memeli ve dolayısıyla akci¤erli canlılar, suda solunum yapan balıklardan bile daha mükemmel bir flekilde yafladıkları ortama uyum göstermektedirler. Son yıllarda bu konudaki evrimci çıkmaza çözüm gibi öne sürülen bazı fosiller ise, gerçekte evrim teorisine hiç bir fley kazandırmamaktadır. Söz konusu fosillerin ilki, Pakicetus inachus'tur. Bu soyu tükenmifl memeliye ait fosiller, ilk kez 1983 yılında gündeme geldi. Fosili bulan P. D. Gingerich ve yardımcıları, canlının sadece kafatasını bulmufl olmalarına ra¤men, hiç çekinmeden onun bir "ilkel balina" oldu¤unu iddia ettiler. Oysa fosilin "balina" olmakla yakındanuzaktan bir ilgisi yoktu. ‹skeleti, bildi¤imiz kurtlara benzeyen dört ayaklı bir yapıydı. Fosilin bulundu¤u yer, paslanmıfl demir cevherlerinin de bulundu¤u ve salyangoz, kaplumba¤a veya timsah gibi kara canlılarının da fosillerini barındıran bir bölgeydi; yani bir deniz yata¤ı de¤il kara parçasıydı. Peki dört ayaklı bir kara canlısı olan bu fosil, neden "ilkel balina" olarak ilan edilmiflti? Evrimci bir kaynak olan Nati- 53 54 BAL‹NALARIN KÖKEN‹ onal Geographic dergisinde bu sorunun cevab› flöyle verilmektedir: Di¤er kara memelilerinde hepsi bir arada bulunmayan, fark edilmesi zor, küçük ipuçları; azı difllerindeki difl uçlarının düzeni, orta kulakta yer alan bir kemikteki kıvrım ve kulak kemiklerinin kafatasındaki konumu...54 Oysa bu özellikler, Pakicetus ile balinalar arasında bir iliflki kurmak için kanıt olamaz: • Öncelikle, National Geographic'in "Di¤er kara memelilerinde hepsi birarada bulunmayan özellikler" ifadesini kullanırken dolaylı olarak da belirtti¤i gibi, söz konusu özellikler baflka kara memelilerinde de vardır. • Dahası, söz konusu özelliklerin hiçbirisi, bir evrimsel akrabalık iliflkisinin delili olamaz. Canlılar arasında anatomik benzerliklerinden yola çıkılarak kurulmak istenen bu gibi teorik iliflkilerin ço¤unun son derece çürük oldu¤unu ev- rimciler de kabul etmektedirler. Pakicetus da farklı anatomik özellikleri bünyesinde barındıran özgün bir cinstir. Nitekim omurgalı paleontolojisinin otoritelerinden Carroll, Pakicetus'un da dahil edilmesi gereken Mesonychid ailesinin "garip karakterlerden oluflan bir kombinasyon gösterdi¤ini" belirtmektedir. Bu tip "mozaik canlı"ların evrimsel bir ara form sayılamayaca¤ını, Gould gibi önde gelen evrimciler de kabul etmektedir. Bilim yazarı Ashby L. Camp, "The Overselling of Whale Evolution" (Balina Evriminin Abartılı Propagandası) bafllıklı makalesinde, Pakicetus gibi kara memelilerinin de dahil oldu¤u Mesonychidler sınıfının, Archæoceteaların, yani soyu tükenmifl balinaların atası oldu¤u yönündeki iddianın çürüklü¤ünü flöyle açıklar: Evrimcilerin Mesonychidlerin, Archæocetealara dönüfltü¤ü konusunda kendilerinden emin davranmalarının nedeni, gerçek soy ba¤lantısında yer alan bir tür tanımlayamamalarına ra¤men, bilinen Mesonychidler ve Archæocetealar arasında bazı benzerlikler olmasıdır. Ancak bu benzerlikler, özellikle de (iki grup ara- BAL‹NALARIN KÖKEN‹ sındaki) büyük farklılıklar ıflı¤ında, bir ata iliflkisi iddia etmek için yeterli de¤ildir. Bu gibi karflılafltırmaların oldukça subjektif olan do¤ası, flimdiye kadar pek çok farklı memeli ve hatta sürüngen grubunun balinaların atası olarak öne sürülmüfl olmasından bellidir. 55 Balina evrimi flemasında Pakicetus'tan sonra gelen ikinci fosil canlı, Ambulocetus natans'tır. ‹lk kez 1994 yılında Science dergisinde yayınlanan bir makaleyle duyurulan bu fosil de, evrimciler tarafından zorlama yöntemiyle "balinalafltırılmak" istenen bir kara canlısıdır. Ambulocetus natans terimi, Latince ambulate (yürümek), cetus (balina) ve natans (yüzmek) kelimelerinin birleflmesiyle oluflturulmufltur ve "yürüyen ve yüzen balina" anlamına gelir. Canlının yürüdü¤ü aflikardır, çünkü tüm di¤er kara memelileri gibi onun da dört aya¤ı, hatta bu ayaklara ba¤lı genifl pençeleri ve arka pençelerinin ucunda toynakları vardır. Ancak canlının bir taraftan da suda yüzdü¤ü, daha do¤rusu yaflamını hem karada hem de suda (amfibi flekilde) sürdürdü¤ü iddiasının, evrimcilerin önyargıları dıflında, hiçbir da- yana¤ı yoktur. Gerçekte ne Pakicetus'un ne de Ambulocetus'un balinalarla bir akrabalıkları bulundu¤una dair hiçbir kanıt yoktur. Bunlar sadece, teorilerine göre deniz memelileri için karada yaflayan bir ata bulmak zorunda olan evrimcilerin, bazı sınırlı benzerliklerden yola çıkarak belirledikleri "ata adayları"dır. Bu canlıların, kendileriyle çok yakın bir jeolojik devirde fosil kayıtlarında ortaya çıkan deniz memelileri ile iliflkileri bulundu¤unu gösteren hiçbir kanıt bulunmamaktadır. Hayali evrim flemasında Pakicetus ve Ambulocetus'un ardından bazı gerçek deniz memelilerine geçilmekte ve Procetus, Rodhocetus gibi Archæocetea (soyu tükenmifl balina) türleri sıralanmaktadır. Söz konusu canlılar gerçekten de suda yaflayan soyu tükenmifl memelilerdir. (‹lerleyen bölümlerde bunlara da de¤inece¤iz.) Ancak Pakicetus ve Ambulocetus ile bu deniz memelileri arasında çok büyük anatomik farklılıklar vardır: 55 56 BAL‹NALARIN KÖKEN‹ • Dört ayaklı bir kara memelisi olan Ambulocetus'ta omurga, le¤en (pelvis) kemi¤inde bitmekte ve bu kemi¤e ba¤lı güçlü bacak kemikleri uzanmaktadır. Bu tipik bir kara memelisi anatomisidir. Balinalarda ise omurga kuyru¤a do¤ru kesintisiz devam eder ve le¤en kemi¤i bulunmaz. Nitekim Ambulocetus'tan 10 milyon yıl kadar sonra yafladı¤ı düflünülen Basilosaurus aynen bu anatomiye sahiptir. Yani tipik bir balinadır. Tipik bir kara canlısı olan Ambulocetus ile tipik bir balina olan Basilosaurus arasında ise hiçbir "ara form" yoktur. • Basilosaurus'un ve kaflalotun omurgalarının alt kısmında, omurgadan ba¤ımsız küçük kemikler yer alır. Bazı evrimciler bunların "küçülmüfl bacaklar" Eocen devrine ait bilinen en eski balinalar›n tipik bir örne¤i, Zygorhiza kochi oldu¤u iddiasındadır. Oysa sözkonusu kemikler Basilosaurus'ta "çiftleflme konumunu almaya yardımcı olmakta", kaflalotta ise "üreme organlarına destek olmakta"dır. 56 Zaten oldukça önemli bir fonksiyon üstlenmifl olan iskelet parçalarını, bir baflka fonksiyonun "körelmifl organı" olarak tanımlamak, evrimci önyargıdan baflka bir fley de¤ildir. Sonuçta, deniz memelilerinin, kara memelileri ile aralarında bir "ara form" olmadan, özgün yapılarıyla ortaya çıktıkları gerçe¤i açıktır. Ortada bir evrim zinciri yoktur. Robert Carroll, bu gerçe¤i istemeden ve evrimci bir dille de olsa, flöyle kabul eder: "Do¤rudan balinalara uzanan bir Mesonychid çizgisi tanımlamak mümkün de¤ildir."57 Balinalar›n atas› konusu evrimci otoriteler aras›nda tart›flma konusudur. Ancak baz›lar›, eski bir etobur memeli grubu olan creodontlarda karar k›lm›flt›r. Yanda, creodontlar›n tipik bir türü olan Sinopa. Yukar›da bilinen en eski balina ve onun evrimcilere göre en yak›n atas›n›n fosilleri görülmektedir. Görüldü¤ü gibi bu canl›lar aras›nda hiçbir benzerlik bulunmamaktad›r. Evrimcilerin balinan›n atas› olarak gösterdikleri fosil bu denli ilgisiz bir canl›ya aittir. Evrim Açmaz› (Ansiklopedik) BAL‹NALARIN KÖKEN‹ Biraz daha tarafsız bilim adamları ise, evrimci kaynakların "yürüyen balina" olarak göstermek istedikleri canlıların gerçekte balinalarla ilgisi olmayan, özgün bir canlı grubu oldu¤unu açıkça kabul etmektedir. Balinalar konusunda ünlü bir uzman olan Rus bilim adamı G. A. Mchedlidze, bir evrimci olmasına karflın, Pakicetus, Ambulocetus natans ve benzeri dört ayaklı "balina atası adayları"nın bu flekilde tanımlanmasına katılmamakta ve onları tamamen izole bir grup olarak tarif etmektedir.58 Bu noktaya kadar, deniz memelilerinin kara canlılarından evrimleflti¤i yönündeki evrimci senaryonun geçersizli¤ini özetledik. Bilimsel bulgular, bazı evrimcilerin bu senaryonun bafllangıcına yerlefltirdi¤i iki kara memelisi (Pakicetus ve Ambulocetus) ile deniz memelileri arasında hiçbir ba¤ bulunmadı¤ını göstermektedir. Senaryonun geri kalan kısm›nda da evrim teorisi açmazdadır. Teori, bilimsel sınıflamada Archæocetea (arkaik, yani eski balinalar) olarak bilinen soyu tükenmifl özgün deniz memelileri ile, yaflayan balina ve yunuslar arasında bir akrabalık iliflkisi kurma çabasındadır. Oysa gerçekte konunun uzmanları farklı düflünmektedirler. Evrimci paleontolog Barbara J. Stahl flöyle yazar: Bu Archæoceteaların kıvrak formdaki vücutları ve kendilerine özgü testere diflleri, bunların muhtemelen herhangi bir balinan›n atası olamayaca¤ını açıkça ortaya koymaktadır.59 Harun Yahya (Adnan Oktar) Deniz memelilerinin kökeni konusundaki evrimci senaryo, moleküler biyolojinin bulguları açısından da çıkmaz içindedir. Klasik evrimci senaryo, balinaların iki büyük grubunun, yani diflli balinaların (Odontoceti) ve balenli balinaların (Mysticeti) ortak bir atadan evrimleflti¤ini varsayar. Ama Brüksel Üniversitesi'nden Michel Milinkovitch yeni bir teoriyle bu görüfle karflı çıkmıfl, anatomik benzerli¤e göre kurulan söz konusu varsayımın moleküler bulgular tarafından çürütüldü¤ünü flöyle vurgulamıfltır: Cetaceanların (balinaların) büyük grupları arasındaki evrimsel iliflkiler, morfolojik ve moleküler analizlerin çok farklı sonuçlara varması nedeniyle, daha da problemlidir. Morfolojik ve davranıflsal bulgu bütünlerine bakılarak yapılan geleneksel yorumlama, ekolokasyona sahip diflli balinaların (yaklaflık 67 tür) ve filtre sistemiyle beslenen balen balinaların (10 tür) iki ayrı monofilotik (kendi içinde tek kökenden gelen) grup oldu¤unu varsayar… Öte yandan, DNA üzerinde yapılan filogenetik (evrimsel akrabalık) analizleri… ve amino asit karflılafltırmaları… uzun zamandır kabul edilen bu sınıflandırmayla çeliflmektedir. Diflli balinaların bir grubu, yani sperm balinaları, morfolojik yönden kendilerinden oldukça uzak olan balen balinalarına di¤er odontocetlerden (diflli balinalardan) daha yakın gözükmektedirler.60 Kısacası, deniz memelileri, kendilerinin yerlefltirilmek istendi¤i hayali evrim flemalarının her birini yalanlamaktad›rlar. 57 58 BATHYBUS HAECKELII Bathybus Haeckel›› (Haeckel çamuru) Darwin zamanında canlı hücresinin kompleks yapısı bilinmiyordu. Bu nedenle dönemin evrimcileri, canlılı¤ın nasıl ortaya çıktı¤ı sorusuna "rastlantılar ve do¤al olaylar" cevabını vermenin çok ikna edici oldu¤unu sanmıfllardı. Darwin ilk hücrenin "küçük, ılık bir su birikintisinde" kolaylıkla oluflabilece¤ini öne sürmüfltü. Darwin'in destekçilerinden Alman biyolog Ernst Haeckel ise, bir arafltırma gemisi tarafından okyanus dibinden çıkartılan bir çamur karıflımını mikroskop altında incelemifl ve bunun canlıya dönüflen cansız bir madde oldu¤unu iddia etmiflti. Bathybus Haeckelii (Haeckel Çamuru) olarak anılan bu sözde "canlanan çamur", evrim teorisini ortaya atan kiflilerin canlılı¤ı ne denli basit bir olgu olarak gördüklerinin bir ifadesiydi. Oysa canlılı¤ın en küçük detayına kadar inen 20. yüzyıl teknolojisi, hücrenin insano¤lunun karflılafltı¤ı en kompleks sistem oldu¤unu ortaya çıkardı. (Ayrıca bkz. Hücre; DNA) Behe, M›chael J. Box: The Biochemical Challange to Evolution (Darwin'in Kara Kutusu: Evrime Karfl› Biyokimyasal Zafer) adlı kitabında, canlı hücresinin ve di¤er bazı biyokimyasal yapıların indirgenemez kompleks yapısını incelemekte ve bunların evrimle açıklanmasının imkansız oldu¤unu belirtmektedir. Amerikalı biyokimyacı Prof. Michael J. Behe, materyalist bakıfl açısının etkisinde olmayan ve açık bir yargı ile düflünen bir bilim adamı olarak, bir Yaratıcının varlı¤ını hiç tereddüt etmeden kabul etmektedir. Canlılardaki "tasarımın", yani yaratılıflın varlı¤ını kabul etmemekte direnen bilim adamlarını ise flöyle anlatmaktadır: Son kırk yıl içinde, modern biyokimya, hücrenin sırlarının önemli bir bölümünü ortaya çıkardı. On binlerce insan, bu sırları bulmak için yaflamlarını laboratuvarlardaki uzun çalıflmalara adadılar... Hücreyi arafltırmak için gerçeklefltirilen tüm bu çabalar, çok açık bir biçimde, ba¤ıra ba¤ıra, tek bir sonucu veriyordu: Prof. Michael J. Behe ve kitab› Darwin'in Kara Kutusu ABD'deki Lehigh Üniversitesi'nde ünlü bir biyokimyacı olan Michael J. Behe "indirgenemez komplekslik" kavramını bilim dünyasının gündemine taflıyan en önemli isimlerden biridir. Behe, 1996 yılında yayınlanan Darwin's Black Evrim Açmaz› (Ansiklopedik) BENC‹L GEN KURAMI 59 "Tasarım!" Bu sonuç o denli belirgindi ki, bilim tarihindeki en önemli bulufllardan biri olarak görülmeliydi... Ama aksine, hücrede keflfedilen kompleks yapı karflısında, utangaç bir sessizlik hakim oldu... Peki neden? Neden bilim dünyası, keflfetti¤i büyük gerçe¤e sahip çıkmıyor? Çünkü, bilinçli bir tasarımı kabul etmek, ister istemez Allah'›n varlı¤ını kabul ettirmeyi ça¤rıfltırıyor onlara.61 Yukar›da görüldü¤ü gibi, Prof. Michael Behe canlılardaki mükemmel tasarımın Allah'›n varl›¤›n›n delillerini sergiledi¤ini ifade etmektedir. Bencil Gen kuram› (Self›sh Gene theory) Canlılarda görülen fedakar davranıfllar, evrimciler tarafından açıklanamayan önemli bir konudur. (bkz. Fedakarlık bölümü) Örne¤in, erkek ve difli penguenler, yavrularını adeta "ölümüne" korurlar. Erkek penguen, yavrusunu 4 ay ayaklarının arasında hiç ara vermeden tutar. Bu süre içinde yemek de yiyemez. Difli penguen ise bu sırada denize giderek yavrusu için yemek arar ve topladı¤ı yiyecekleri kursa¤ında taflır. Do¤ada çok sayıda örne¤i görülen bu tür fedakar davranıfllar evrim teorisinin temel iddialarını geçersiz kılmaktadır. Nitekim ünlü evrimci Stephen Jay Gould, do¤adaki fedakarlı¤ın evrim için "can sıkıcı bir problem"62 oldu¤unu ifade eder. Evrimci Gordon R. Taylor da Harun Yahya (Adnan Oktar) Erkek ve difli penguenler, yavrular›n› adeta "ölümüne" korurlar. Do¤ada çok say›da ör ne¤i görülen bu tür davran›fllar evrim teorisinin temel iddialar›n› geçersiz k›lmaktad›r. 60 BENC‹L GEN KURAMI canlılardaki fedakarlık için: "evrim teorisine büyük engel teflkil etmektedir" diyerek evrimcilerin karflı karflıya oldukları çıkmazı dile getirir. Çünkü do¤anın fedakarlık, flefkat gibi bütünüyle manevi ö¤eler içermesi, tüm do¤ayı maddenin rastlantısal etkileflimleri olarak gören materyalist bakıfl açısına kesin ve net bir darbe vurmaktadır. Ancak, evrim senaryolarının geçersizli¤ini kabullenmek istemeyen bazı evrimciler, "Bencil Gen Kuramı" diye isimlendirdikleri bir iddia ortaya atmıfllardır. Öncülü¤ünü evrim teorisinin günümüzdeki en ateflli savunucularından Richard Dawkins'in yaptı¤ı bu iddiaya göre, canlıların fedakarlık gibi görünen davranıflları aslında "bencillik"lerinden kaynaklanmaktadır. Çünkü bu hayvanlar, evrimcilere göre fedakarlık yaparken, yardım ettikleri canlı veya canlıları de¤il, genlerini düflünmektedirler. Yani bir anne yavrusu için canını feda ederken, aslında kendi genlerini korumayı amaçlamaktadır. Yavrusu kurtulursa genlerini sonraki nesillere aktarabilme imkanı daha fazla olacaktır. Bu anlayıfla göre, insan da dahil olmak üzere, tüm canlılar birer "gen makinası"dır. Ve her canlının en önemli görevi, genlerini bir sonraki nesle aktarabilmektir. Evrimciler, canlıların nesillerini devam ettirme, genlerini gelecek nesillere aktarma iste¤ine programlı olduklarını ve bu nedenle bu programlarına uygun davranıfllara sahip olduklarını söylerler. Afla¤ıdaki alıntı, evrimcilerin hayvan davranıflları için yaptıkları klasik açıklamaya bir örnek teflkil etmektedir: Kendini tehlikeye atan bir davranıflın nedeni ne olabilir? Bazı fedakar davranıfllar bencil genlerden kaynaklanırlar. Kendini periflan edene kadar yavruları için yiyecek arayan canlılar büyük bir ihtimalle genetik olarak programlanmıfl davranıfllar sergiliyorlar bunlar, ebeveynlerin yavrularda bulunan genlerinin bir sonraki nesle aktarılmasını sa¤layan davranıfllardır. Do¤ufltan ve içgüdüsel olarak düflmana yönelik verilen bu karflılıklar, arafltırmacılara bir amaca yönelik davranıfllar gibi görünebilir. Ancak bunlar aslında koku, ses, görüntü ve di¤er ipuçları tarafından devreye sokulan davranıfl programlarıdır.63 Sonuç olarak evrimciler, canlıların davranıfllarının ilk bakıflta maksatlı gibi görünebilece¤ini; fakat aslında canlının bunları bilerek, düflünerek bir amaca yönelik olarak de¤il, programlanmıfl olarak yaptı¤ını söylemektedirler. Ama bu programın kayna¤ı olarak gösterilen genler, kodlanmıfl bir bilgi paketinden ibarettir ve genlerin düflünme gibi bir yetenekleri de yoktur. Dolayısıyla e¤er bir canlının geninde, onu fedakarlı¤a yönelten bir komut varsa, bu komutun kayna¤ı genin kendisi olamaz. Bir canlının genlerinin, neslini devam ettirmek için fedakar davranıfllarda bulunmaya programlanmıfl olması da, bu canlının genlerini bu flekilde programlayan akıl ve bilgi sahibi bir Gücün varlı¤ını, dolayısıyla Allah'›n varlı¤ını açıkça gösterir. Evrim Açmaz› (Ansiklopedik) BEfi PARMAKLILIK HOMOLOJ‹S‹ Befl parmakl›l›k homolojisi Evrimle ilgili hemen her kitapta "tetrapodlar"ın, yani karada yaflayan omurgalıların el ve ayak yapısı homolojiye örnek gösterilir. Tetrapodların, ön ve arka ayaklarında befler parmak bulunur. Bunlar her zaman tam bir parmak görünümünde olmasa da, kemik yapısı itibariyle "befl parmaklı" (pentadactyl) sayılır. Bir kurba¤anın, kertenkelenin, sincabın ya da maymunun el ve ayakları bu yapıdadır. Hatta kuflların ve yarasaların kemik yapıları da bu temel tasarıma uygundur. Evrimciler tüm bu canlıların tek bir ortak atadan geldiklerini iddia etmektedirler ve beflparmaklılık olgusunu da uzun zaman buna delil saymıfllardır. Bu iddianın bilimsel bir geçerlili¤i olmadı¤ı ise günümüzde anlaflılmıfl durumdadır. Evrimciler bile, aralarında hiçbir evrimsel iliflki kuramadıkları farklı canlı gruplarında befl parmaklılık özelli¤i oldu¤unu kabul etmektedir. Örne¤in ev- Karada yaflayan omurgal› canl›lar›n hemen hepsinin el ve ayaklar›nda befl par makl› bir kemik yap›s›n›n bulunuflu, evrimci yay›nlarda on y›llard›r "Darwinizm'in b ü y ü k k a n › t › " o l a r a k g ö s t e r i l m e k t e d i r . Oy s a s o n a r a fl t › r m a l a r b u k e m i k y a p › l a r › n › n ç o k f a r k l › g e n l e r t a r a f › n d a n k o n t r o l e d i l d i ¤ i n i o r t a y a ç› k a r m › fl t › r . B u n e d e n l e bugün "befl parmakl›l›k homolojisi" varsay›m› çökmüfl durumdad›r. Harun Yahya (Adnan 61 62 BEfi PARMAKLILIK HOMOLOJ‹S‹ rimci biyolog M. Coates, 1991 ve 1996 yıllarında yayınladı¤ı iki ayrı bilimsel makaleyle, befl parmaklılık (pentadactyl) olgusunun, birbirinden ba¤ımsız olarak iki ayrı kez ortaya çıktı¤ını belirtmektedir. Coates'e göre, befl parmaklı yapı, hem Anthracosaurlarda hem de amfibiyenlerde birbirinden ba¤ımsız olarak ortaya çıkmıfltır.64 Bu bulgu, befl parmaklılık olgusunun "ortak ata" varsayımına delil oluflturamayaca¤ının bir göstergesidir. (bkz. Ortak ata) Evrimci tezi bu konuda zora sokan bir di¤er nokta da, söz konusu canlıların hem ön hem de arka ayaklarının befler parmaklı olmasıdır. Oysa evrimci literatürde ön ve arka ayakların tek bir "ortak ayak"tan geldikleri öne sürülmemektedir ve ayrı ayrı gelifltikleri varsayılmaktadır. Dolayısıyla ön ve arka ayakların yapısının da, farklı rastlantısal mutasyonlar sonucu, farklı olması beklenmelidir. Michael Denton bu konudan flöyle söz eder: Gördü¤ümüz gibi karada yaflayan tüm omurgalıların ön ayakları aynı pentadactyl (befl parmaklı) dizayna sahiptir ve bu da evrimci biyologlar tarafından, bu canlıların ortak bir atadan geldikleri fleklinde yorumlanmaktadır. Ancak arka ayaklarda da yine aynı pentadactyl tasarım vardır ve gerek kemik yapıları gerekse embriyolojik geliflimleri yönünden ön ayaklara çok benzerler. Ancak hiçbir evrimci, arka ayakların ön ayaklardan geldi¤ini ya da arka ve ön ayakların ortak bir kaynaktan evrimleflti¤ini savunmamaktadır... Aslında, biyolojik bilgi arttıkça, canlılardaki benzerlikleri ortak ata- dan geldikleri varsayımı ile açıklamak da daha zayıf hale gelmektedir... Evrim adına öne sürülen di¤er pek çok "dolaylı delil" gibi, homolojiden gelen deliller de ikna edici de¤ildir, çünkü çok fazla anormallikle, çok sayıda karflı-örnekle ve kabul edilmifl (evrimsel) tablo içine sı¤dırılamayan pek çok olguyla karflılaflılmaktadır.65 Befl parmaklılık homolojisi konusundaki evrimci iddiaya asıl darbe ise, moleküler biyolojiden gelmifltir. Evrimci yayınlarda uzunca bir zaman savunulan "beflparmaklılık homolojisi" varsayımı, bu parmak yapısına sahip (pentadactyl) olan farklı canlılarda, parmak yapılarının çok farklı genler tarafından kontrol edildi¤i anlaflıldı¤ında çökmüfltür. Evrimci biyolog William Fix, beflparmaklılık hakkındaki evrimci tezin çöküflünü flöyle anlatır: Evrim konusunda homoloji fikrine sıkça baflvuran eski ders kitaplarında, farklı hayvanların iskeletlerindeki ayakların yapısı üzerinde özellikle duruluyordu. Dolayısıyla bir insanın kolunda, bir kuflun ve bir yarasanın kanatlarında bulunan pentadactyl (beflparmaklı) yapı, bu canlıların ortak bir atadan geldiklerine delil sayılıyordu. E¤er bu de¤iflik yapılar, mutasyonlar ve do¤al seleksiyon tarafından zaman zaman modifiye edilmifl aynı gen-kompleksi tarafından yönetiliyor olsalardı, bu teorinin de bir anlamı olacaktı. Ama ne yazık ki durum böyle de¤ildir. Homolog organların, farklı türlerde tamamen farklı genler tarafından yönetildi¤i artık bilinmektedir. Ortak bir atadan gelen benzer genler üzerine kurulmufl olan homoloji kavramı çökmüfl durumdadır. 66 Evrim Açmaz› (Ansiklopedik) 1 9. yüzyıl materyalistleri, o dönemin ilkel bilim düzeyi içinde büyük hararetle, evrenin sonsuzdan beri varoldu¤unu, yani yaratılmadı¤ını ve evrende hiçbir tasarım, plan, amaç olmadı¤ını, herfleyin tesadüf ürünü oldu¤unu savunmufllardır. Fakat bu iddiaları 20. yüzyıldaki bilimsel bulgular tarafından yıkılmıfltır. 1929 yılında Amerikalı astronom Edwin Hubble'ın ortaya koydu¤u 'evrenin geniflledi¤i' gerçe¤i, yeni bir evren modelini do¤urdu. Evren geniflledi¤ine göre, zamanda geriye do¤ru gidildi¤inde çok daha küçük bir evren, daha da geriye gitti¤imizde "tek bir nokta" ortaya çıkıyordu. Yapılan hesaplamalar, evrenin tüm maddesini içinde barındıran bu "tek nokta"nın, korkunç çekim gücü nedeniyle "sıfır hacme" sahip olaca¤ını gösterdi. Evren, sıfır hacme sahip bu noktanın patlamasıyla ortaya çıkmıfltı. Bu patlamaya "Big Bang" (Büyük Patlama) adı verildi ve bu teori de aynı isimle tanındı. Big Bang'in gösterdi¤i önemli bir gerçek vardı: Sıfır hacim "yokluk" anlamına geldi¤ine göre, evren "yok" iken "var" hale gelmiflti. Bu ise, evrenin bir bafllangıcı oldu¤u anlamına geliyor ve böylece materyalizmin "evren sonsuzdan beri vardır" varsayımını geçersiz kılıyordu. 1920'li yıllardan itibaren evrenin yapısı hakkında elde edilen bilgiler, evrenin belirli bir zaman önce bir "Büyük Patlama" (Big Bang) ile yoktan var hale geldi¤ini is- patlamıfltır. Yani evren sonsuz de¤ildir, Allah evreni yoktan yaratm›flt›r. Fakat bu gerçek pek çok materyalist bilim adamının hiç hofluna gitmemifltir. Ünlü ateist felsefeci Anthony Flew, bu konuda flunları söylemektedir: ‹tiraflarda bulunmanın insan ruhuna iyi geldi¤ini söylerler. Ben de bir itirafta bulunaca¤ım: Big Bang modeli, bir ateist açısından oldukça sıkıntı vericidir. Çünkü bilim, dini kaynaklar tarafından savunulan bir iddiayı ispat etmifltir: Evrenin bir bafllangıcı oldu¤u iddiasını. Ben hala ateizme inanıyorum, ama bunu Big Bang karflısında savunmanın pek kolay ve rahat bir durum olmadı¤ını itiraf etmeliyim.67 Big Bang'in di¤er bir önemi ise patlamanın ardından ortaya çıkan mükemmel düzenden kaynaklanmaktadır. Evreni inceledi¤imizde; evrenin yo¤unlu¤u, geniflleme hızı, yıldız sistemlerinin ve galaksilerin tasarımı, çekim güçleri, yörüngeleri, hareket biçimleri, hızları, içerdikleri madde miktarı ve daha sayısız detayın son derece ince hesaplar ve hassas dengeler üzerine kurulu oldu¤unu görürüz. Aynı flekilde evrende yer alan Dünyamız, çevresini saran atmosfer, insanın yaflamına en uygun yapıdaki yeryüzü, bunların tümü ola¤anüstü bir tasarımın örnekleridir. Bu hesaplarda ve dengelerdeki çok ufak bir oynama, tüm evrenin ve Dünya'nın darmada¤ın olmasına yeterlidir. 64 B‹LG‹ TEOR‹S‹ Bilindi¤i gibi patlamalar düzen de¤il, düzensizlik, da¤ınıklık ve yıkım meydana getirirler. Big Bang de bir patlama oldu¤una göre, beklenmesi gereken, bu patlamanın ardından maddenin uzay bofllu¤unda "rastgele" da¤ılması olacaktır. Fakat büyük patlamanın ardından böyle rastgele bir da¤ılma olmamıfl ve madde evrenin belirli noktalarında birikip galaksileri, yıldızları, yıldız sistemlerini, Günefl'i, Dünya'yı ve üzerindeki bitkileri, hayvanları, insanları oluflturmufltur. Bu durumun tek bir açıklaması vardır: Big Bang gibi bir patlamanın ardından böyle bir düzenin meydana gelmesi ancak olayın her anını yönlendiren bilinçli bir müdahale sonucunda gerçekleflebilir. Bu da evreni yoktan var eden ve onun her anını kontrolü ve hakimiyeti altında bulunduran Allah'ın kusursuz yaratmasıdır. Bilgi teorisi Bilgi teorisi, evrendeki bilginin yapısını ve kökenini arafltırır. Bilgi teorisyenlerinin uzun arafltırmaları sayesinde varılan sonuç ise fludur: "Bilgi, maddeden ayrı bir fleydir. Maddeye asla indirgenemez. Bilginin ve maddenin kayna¤ı ayrı ayrı arafltırılmalıdır." Örne¤in bir kitap ka¤ıttan, mürekkepten ve içindeki bilgiden oluflur. Fakat, ka¤ıt ve mürekkep maddesel birer unsurdurlar. Kaynakları da yine maddedir: Ka¤ıt selülozdan, mürekkep ise çeflitli kimyasallardan yapılır. Ama kitapta- ki bilgi, maddesel bir fley de¤ildir ve maddesel bir kayna¤ı olamaz. Her kitaptaki bilginin kayna¤ı, o kitabı yazmıfl olan yazarın zihnidir. Dahası bu zihin, ka¤ıt ve mürekkebin nasıl kullanılaca¤ını da belirler. Bir kitap, önce o kitabı yazan yazarın zihninde oluflur. Yazar zihninde mantıkları kurar, cümleleri dizer. Bunları ikinci aflamada maddesel bir flekle sokar. Yani bir daktilo ya da bilgisayar kullanarak zihnindeki bilgiyi harflere dönüfltürür. Sonra da bu harfler matbaaya girerek ka¤ıt ve mürekkepten oluflan kitaba dönüflürler. Buradan da flu genel sonuca varabiliriz: "E¤er bir madde bilgi içeriyorsa, o zaman o madde, söz konusu bilgiye sahip olan bir akıl tarafından düzenlenmifltir. Önce bir akıl vardır. O akıl, sahip oldu¤u bilgiyi maddeye dökmüfl ve ortaya bir tasarım çıkarmıfltır." Canlıların DNA'larında da son derece kapsamlı bir bilgi bulunur. Milimetrenin yüz binde biri kadar küçük bir yerde, bir canlı bedeninin bütün fiziksel detaylarını tarif eden adeta bir "bilgi bankası" vardır. Dahası canlı vücudunda bir de bu bilgiyi okuyan, yorumlayan ve buna göre "üretim" yapan bir sistem bulunur. Bütün canlı hücrelerinin DNA'sında bulunan bilgi, çeflitli enzimler tarafından "okunur" ve bu bilgiye göre protein üretilir. Vücudumuzda her saniye ihtiyaca uygun olarak milyonlarca protein üretilir. Bu sistem sayesinde, ölen göz hücrelerimiz yine göz hücreleri, kan hücrelerimiz yine kan hücreleri ile yenilenirler. Evrim Açmaz› (Ansiklopedik) B‹LG‹ TEOR‹S‹ DNA'daki bilginin rastlant›larla ve do¤al süreçlerle ortaya ç›kmas› imkans›zd›r. Harun Yahya (Adnan Oktar) 65 66 B‹LG‹ TEOR‹S‹ 20. yüzyılda yapılan bütün bilimsel arafltırmalar, bütün deney sonuçları ve bütün gözlemler, DNA'daki bilginin, materyalistlerin iddia etti¤i gibi, maddeye indirgenemeyece¤ini ortaya çıkarmıfltır. Bir baflka deyiflle, DNA'nın sadece bir madde yı¤ını oldu¤u ve içerdi¤i bilginin de maddenin rastgele etkileflimleri ile ortaya çıktı¤ı kesinlikle reddedilmektedir. Alman Federal Fizik ve Teknoloji Enstitüsü'nün yöneticisi Prof. Dr. Werner Gitt, bu konuda flunları söyler: Bir kodlama sistemi, her zaman için zihinsel bir sürecin ürünüdür. Bir noktaya dikkat edilmelidir; madde bir bilgi kodu üretemez. Bütün deneyimler, bilginin ortaya çıkması için, özgür iradesini, yargısını ve yaratıcılı¤ını kullanan bir aklın var oldu¤unu göstermektedir... Maddenin bilgi ortaya çıkarabilmesini sa¤layacak hiçbir bilinen do¤a kanunu, fiziksel süreç ya da maddesel olay yoktur... Bilginin madde içinde kendi kendine ortaya çıkmasını sa¤layacak hiçbir do¤a kanunu ve fiziksel süreç yoktur.68 Werner Gitt'in sözleri, aynı zamanda, son 20-30 yıl içinde geliflen ve termodinami¤in bir parçası olarak kabul edilen "Bilgi Teorisi"nin vardı¤ı sonuçlardır. Evrim teorisinin yaflayan en önde gelen savunucularından biri olan George C. Williams, ço¤u materyalistin ve evrimcinin görmek istemedi¤i bu gerçe¤i kabul eder. Williams, materyalizmi uzun yıllar boyu katı bir biçimde savunmasına ra¤men 1995 tarihli bir yazısında, herfleyin madde oldu¤unu varsayan materyalist (indirgemeci) yaklaflımın yanlıfllı¤ını flöyle ifade eder: Evrimci biyologlar, iki farklı alan üzerinde çalıflmakta olduklarını flimdiye kadar fark edemediler; bu iki alan madde ve bilgidir... Bu iki alan, "indirgemezcilik" olarak bildi¤imiz formülle asla biraraya getirilemezler... Genler, birer maddesel obje olmaktan çok, birer bilgi paketçi¤idir... Biyolojide genler, genotipler ve gen havuzları gibi kavramlardan söz etti¤inizde, bilgi hakkında konuflmufl olursunuz, fiziksel objeler hakkında de¤il... Bu durum, bilginin ve maddenin varoluflun iki farklı alanı oldu¤unu göstermektedir ve bu iki farklı alanın kökeni de ayrı ayrı arafltırılmalıdır.69 Evrimciler yazılarında bazen çaresizliklerini itiraf ederler. Bu konudaki açık sözlü otoritelerden biri, ünlü Fransız zoolog Pierre Grassé'dir. Grassé, bir materyalist ve evrimcidir, ancak Darwinist teorinin çıkmazlarını açıkça itiraf eder. Grassé'ye göre Darwinci açıklamayı geçersiz kılan en önemli gerçek, hayatı oluflturan bilgidir: Herhangi bir canlı organizma, inanılmaz derecede büyük bir "akıl" içerir. Bu, insanların en büyük mimari eserleri olan katedralleri infla etmek için kullandıklarından çok daha büyük bir akıldır. Bugün bu akla "bilgi" (enformasyon) diyoruz, ama anlam hala aynıdır. Bu bilgi bir bilgisayarda programlanmamıfltır, ama bilgisayardakinden çok daha dar bir yere, DNA'daki kromozomlara ya da her hücredeki farklı organellere sıkıfltırılmıfltır. Evrim Açmaz› (Ansiklopedik) B‹REYOLUfi SOYOLUfiUN TEKRARIDIR Bu "akıl", hayatın "olmazsa olmaz" flartıdır. Peki ama bunun kayna¤ı nedir?... Bu, hem biyologları hem de filozofları ilgilendiren bir sorudur ve bilim bunu asla çözemeyecek gibi durmaktadır.70 Pierre Grassé'nin, "bilim bu soruyu asla çözemeyecek gibi durmaktadır" fleklindeki ifadesinin aksine,yapılan bütün bilimsel çalıflmalar materyalist felsefenin varsayımlarını geçersiz kılmakta ve bir Yaratıcının yani Allah'›n apaç›k varlı¤ını ispatlamaktadır. Bireyolufl Soyoluflun Tekrar›d›r (Ontogeny Recap›tulates Phylogeny) yüzyılın sonlarında ortaya attı¤ı teoridir. "Rekapitülasyon" terimi, bu teorinin özet olarak ifade ediliflidir. Haeckel, canlı embriyolarının geliflim süreçleri sırasında sözde atalarının geçirmifl oldukları evrimsel süreci tekrarladıklarını iddia ediyordu. Örne¤in insan embriyosunun anne karnındaki geliflimi sırasında önce balık, sonra sürüngen özellikleri gösterdi¤ini, en son olarak da insana dönüfltü¤ünü öne sürüyordu. Oysa ilerleyen yıllarda bu teorinin tamamen hayal ürünü bir senaryo oldu¤u ortaya çıkmıfltır. Evrimciler de bunu kabul ederler. American Scientist'te yayınlanan bir makalede flöyle denmektedir: teorisi Evrimci biyolog Ernst Haeckel'in 19. Harun Yahya (Adnan Oktar) Biyogenetik yasası (Rekapitülasyon Teorisi) artık tamamen ölmüfltür. 1950'li yıllarda ders kitaplarından çıkarıldı. As- 67 68 B‹REYOLUfi SOYOLUfiUN TEKRARIDIR lında bilimsel bir tartıflma olarak 20'li yıllarda sonu gelmiflti.71 Ernst Haeckel, ortaya attı¤ı rekapitülasyon teorisini desteklemek için sahte çizimler yapmıfl; balık ve insan embriyolarını birbirine benzetmeye çalıflmıfltır. Sahtekarlı¤ının ortaya çıkmasından sonra yaptı¤ı savunma ise, di¤er evrimcilerin de benzeri sahtekarlıklar yaptı¤ını belirtmekten baflka bir fley olmamıfltır: Bu yaptı¤ım sahtekarlık itirafından sonra kendimi ayıplanmıfl ve kınanmıfl olarak görmem gerekir. Fakat benim avuntum fludur ki; suçlu durumda yanyana bulundu¤umuz yüzlerce arkadafl, birçok güvenilir gözlemci ve ünlü biyolog vardır ki, onların çıkardıkları en iyi biyoloji kitaplarında, tezlerinde ve dergilerinde benim derecemde yapılmıfl sahtekarlıklar, kesin olmayan bilgiler, az çok tahrif edilmifl, flematize edilip yeniden düzenlenmifl flekiller bulunuyor.72 Haeckel'in sahte çizimleri HAECKEL'‹N EMBR‹YOLARI: SAHTEKARLIK YEN‹DEN KEfiFED‹LD‹ Ünlü bilim dergisi Science , 5 Eylül 1997 tarihli say›s›nda, Haeckel'in embriyo çizimlerinin bir sahtekarl›k ürünü oldu¤unu aç›klayan bir makale yay›nlad›. Makalede embriyolar›n ger çekte birbirlerinden çok farkl› oldu¤u anlat›l›yordu. Evrim Açmaz› (Ansiklopedik) Bitki hücresinin kökeni B itkilerin ve hayvanların hücreleri, "ökaryot" olarak bilinen hücre tipini oluflturur. Ökaryot hücrelerin en belirgin özellikleri, bir hücre çekirde¤ine sahip olmaları ve genetik bilgilerini kodlayan DNA molekülünün de bu çekirde¤in içinde yer almasıdır. Öte yandan bakteriler gibi bazı tek hücreli canlıların ise hücre çekirde¤i yoktur ve DNA molekülü hücre içinde serbest haldedir. (bkz. Bakteri) Bu ikinci tip hücrelere "prokaryot" hücre adı verilir. (bkz. Hücre) Bu hücre yapısı, bakteriler için ideal bir tasarımdır; çünkü bakteri popülasyonlarının yaflamları açısından son derece önemli bir ifllem olan "plasmid transferi" (hücreden hücreye yapılan DNA aktarımı), prokaryot hücrenin serbest DNA yapısı sayesinde mümkün olur. Evrim teorisi ise, canlılı¤ı "ilkelden geliflmifle" do¤ru bir sıralamaya yerlefltirmek zorunda oldu¤u için, prokaryotların "ilkel" hücreler oldu¤unu, ökaryotların ise bu hücrelerden evrimleflti¤ini varsaymaktadır. Bu iddianın tutarsızlı¤ına geçmeden önce, prokaryot hücrelerin hiç de "ilkel" olmadı¤ını belirtmekte yarar vardır. Bir bakterinin 2.000 civarında geni vardır. Her bir gen ise 1.000 kadar harf (flifre) içerir. Bu da bakterinin DNA'sındaki bilginin en az 2 milyon harf uzunlu¤unda olması demektir. Bu hesaba göre tek bir bakterinin DNA'sının içerdi¤i bilgi, her biri 100 bin kelimelik 20 romana denktir. 73 ‹flte her bir bakterinin DNA'sında kodlu bu bilgilerdeki herhangi bir de¤ifliklik, bakterinin tüm çalıflma sistemini bozabilir. Bu durum, bakterinin ölümü anlamına gelir. Rastlantısal de¤iflikliklere karflı koyan bu hassas yapı yanında, bakteriler ile ökaryot hücreler arasında hiçbir "ara form" bulunmayıflı da, evrimcilerin iddiasını temelsiz kılmaktadır. Evrimci Prof. Ali Demirsoy, bakteri hücrelerinin ökaryot hücrelere ve bu hücrelerden oluflan kompleks canlılara dönüflmesi senaryosunun temelsiz oldu¤unu flu sözleriyle itiraf eder: Evrimde açıklanması en zor olan kademelerden biri de bu ilkel canlılardan, nasıl olup da organelli ve karmaflık hücrelerin meydana geldi¤ini bilimsel olarak açıklamaktır. Esasında bu iki form arasında gerçek bir geçifl formu da bulunamamıfltır. Bir hücreliler ve çok hücreliler bu karmaflık yapıyı tümüyle taflırlar, herhangi bir flekilde daha basit yapılı organelleri olan ya da bunlardan birinin daha ilkel oldu¤u bir gruba veya canlıya rastlanmamıfltır. Yani taflınan organeller her haliyle geliflmifltir. Basit ve ilkel formları yoktur.74 Bakteri hücresi ile bitki hücresi arasındaki büyük yapısal farklılıklara bakıldı¤ında, böyle bir dönüflümün imkansızlı¤ı da açıkça görülmektedir: 1) Bakteri hücresinin hücre duvarı, polisakkarid ve proteinden oluflurken, bitki hücresinin hücre duvarı bunlardan tamamen farklı bir yapı olan selülozdan oluflur. 2) Bitki hücresinde zarla çevrili, son derece kompleks yapılara sahip pek çok organel varken, bakteri hücresinde hiç organel yoktur. Bakteri hücresinde sadece serbest halde dolaflan çok küçük ribozomlar vardır. Bitki hücresindeki ribozomlar ise daha büyüktür ve zarlara ba¤lıdır. Ayrıca her iki ribozom tipi de farklı yollarla protein sentezi gerçeklefltirir.75 3) Bakteri hücresindeki ve bitki hücresindeki DNA'ların yapıları birbirlerinden farklıdır. 4) Bitki hücresindeki DNA molekülü çift katlı bir zarla korunurken, bakteri hücresindeki DNA molekülü hücre içerisinde serbest durmaktadır. 5) Bakteri hücresindeki DNA molekülü biçim olarak kapalı bir ilmik görünümündedir, yani daireseldir. Bitki hücresindeki DNA molekülü ise do¤rusal biçimdedir. 6) Bakteri hücresindeki DNA molekülü tek bir hücreye ait bilgiler taflırken, bitki hücresindeki DNA molekülü, bitkinin tümüne ait bilgileri taflır. Örne¤in meyveli bir a¤acın kökleri, gövdesi, yaprakları, çiçekleri ve meyvesine ait tüm bilgiler, a¤acın tüm hücrelerinin her birinin çekirde¤indeki DNA'da ayrı ayrı bulunmaktadır. 7) Bazı bakteri türleri fotosentetiktir, yani fotosentez yaparlar. Ancak bitkilerden farklı olarak bakteriler hidrojen sülfit ile sudan ziyade, baflka bileflikleri kırar ve oksijen gazı salmazlar. Ayrıca fotosentetik bakterilerde (örne¤in cyano bakterisinde) klorofil ve fotosentetik pigmentler, kloroplast Prokaryot hücrelerin (solda), zaman içinde ökaryot hücrelere (sa¤da) dö nüfltü¤ü yönündeki evrimci varsay›m, hiçbir bilimsel temele sahip de¤ildir. Yeryüzünde yaflam›n temelini bitkiler oluflturur. Bitkiler hem besin üretmeleri, hem de atmosferdeki oksijeni sa¤lamalar› nedeniyle, canl›l›¤›n vazgeçilmez flartlar›ndand›r. içinde bulunmazlar. Bunlar hücrenin içinde çeflitli zarların içine gömülü olarak da¤ılmıfllardır. 8) Bakteri hücresi ile bitki/hayvan hücresindeki mesajcı RNA'ların biyokimyasal yapıları birbirlerinden oldukça farklıdır.76 Hücrenin yaflayabilmesinde mesajcı RNA son derece hayati bir görev üstlenmifltir. Ancak mesajcı RNA hem ökaryot hem de prokaryot hücrelerde aynı hayati görevi üstlenmifl olmasına ra¤men, biyokimyasal yapıları birbirlerinden farklıdır. Science dergisinde yayınlanan bir makalesinde Darnell konuyla ilgili olarak flöyle yazar: rinin sahip oldukları ortak yönler olmasına ra¤men, bu yapılar genel olarak birbirlerinden oldukça farklıdır. Bu farklılıklar ve hiçbir fonksiyonel "ara form"un mümkün olmaması, bitki hücresinin bakteri hücresinden evrimleflti¤i iddiasını bilimsel yönden geçersiz kılmaktadır. Nitekim Prof. Ali Demirsoy da, "karmaflık hücreler hiçbir zaman ilkel hücrelerden evrimsel süreç içerisinde geliflerek meydana gelmemifltir" diyerek bu gerçe¤i kabul eder.78 Mesajcı RNA oluflumunun biyokimyasında ökaryotlar ve prokaryotlar kıyaslandı¤ında fark o kadar büyüktür ki, prokaryot hücreden ökaryot hücreye evrim olası de¤ildir.77 Yukarıda birkaç örne¤ini verdi¤imiz bakteri ve bitki hücreleri arasındaki büyük yapısal farklılıklar, evrimci biyologları büyük çıkmaza sokmaktadır. Bazı bakterilerin ve bitki hücrele- Günümüzde yaflayan benzerlerinden farks›z bir yap›da olan 25 milyon y›ll›k bitki fosili. 72 B‹YOGENET‹K YASASI Biyogenetik Yasas› (bkz. Bireyolufl Soyoluflun Tekrarıdır teorisi) Biyogenez (B›ogenes›s) görüflü Darwin'in Türlerin Kökeni adlı kitabını yazdı¤ı dönemde, bakterilerin cansız maddelerden oluflabildikleri inancı, bilim dünyasında yaygın bir kabul görüyordu. (bkz. Abiyogenez görüflü) Oysa Darwin'in kitabının yayınlanmasından befl yıl sonra, ünlü Fransız biyolog Louis Pasteur, evrime temel oluflturan bu inancı kesin olarak çürüttü.79 Pasteur, yaptı¤ı uzun çalıflma ve deneyler sonucunda vardı¤ı sonucu flöyle özetlemiflti: Cansız maddelerin hayat oluflturabilece¤i iddiası artık kesin olarak tarihe gömülmüfltür.80 Pasteur'ün "hayat ancak hayattan gelir" görüflü, biyogenesis olarak ifade edilir. Evrim teorisinin savunucuları, Pasteur'ün bu bulgularına karflı uzun süre direndiler. Ancak geliflen bilim, canlı hücresinin karmaflık yapısını ortaya çıkardıkça, hayatın kendili¤inden oluflabilece¤i iddiası giderek daha büyük bir çıkmaz içine girdi. Boudreaux, Edward New Orleans Üniversitesi'nde kimya profesörü. Evrim teorisinin bilim d›fl› bir iddia oldu¤unu kabul eden Edward Boudreaux, 5 Temmuz 1998'de Bilim Arafltırma Vakfı'nın düzenledi¤i "Evrim Teorisinin Çöküflü: Yaratılıfl Gerçe¤i" bafllıklı uluslararası bir konferansa katılmıfltır. Bu konferansta yaptı¤ı "Kimyadaki Dizayn" bafllıklı konuflmasında, yaflamın ortaya çıkabilmesi için gerekli olan kimyasal elementlerin yaratılıflla düzenlenmifl olduklarından söz etmifl ve flöyle demifltir: ‹çinde yafladı¤ımız dünya ve bu dünyanın kanunların›, biz insanların yaflamalarına en uygun biçimde Allah yaratmıfltır.81 Böceklerin kökeni Evrimci biyologlar kuflların kökeniyle ilgili olarak, "ön ayakları ile sinek avlamaya çalıflan bazı sürüngenlerin kanatlanarak kufllara dönüfltü¤ünü" iddia ederler. "Cursorial teori" olarak bahsedilen bu spekülatif teoriye göre, söz konusu sürüngenler sinek avlamaya çalıflırken ön ayakları zamanla kanatlara dönüflmüfltür. (bkz. Cursorial teori) Hiçbir bilimsel bulguya dayanmayan bu teoriyle ilgili en önemli nokta ise, zaten uçmakta olan sineklerin nasıl kanatlandıklarıdır. Sinekler sınıflamasını da içine alan böcekler bu bakımdan evrimciler açısından bir çıkmaz daha oluflturur. Böcekler, canlı sınıflamasında, arthropodlar (eklem bacaklılar) filumunun içinde yer alan Insecta alt-filumunu olufltururlar. En eski böcek fosilleri, Devonian devrine aittir. Daha sonraki Evrim Açmaz› (Ansiklopedik) BÖCEKLER‹N KÖKEN‹ 73 320 milyon y›ll›k bu hamam böce¤i fosili ile günümüzde yaflayan örnekleri aras›nda fark yok tur. Sa¤da ise 145 milyon y›ll›k sinek fosili. Pennsylavanian devrinde ise çok sayıda kökeni) Bu nedenle evrimci bir bilim farklı böcek türü bir anda ortaya çıkar. adamı olan Paul Pierre Grassé, "böcekleÖrne¤in hamamböcekleri aniden ve bu- rin kökeni konusunda tam bir karanlık günkü yapılarıyla belirir. Amerikan Do- içindeyiz" demektedir.84 Sonuç olarak, ¤a Tarihi Müzesi'nden Betty Faber, "350 böceklerin kökeni, açıkça yaratılıflı do¤milyon yıl öncesine ait hamamböce¤i fo- rulamaktadır. sillerinin bugünkülerle aynı oldu¤unu" bildirmektedir.82 Örümcek, kene ve kırkayak gibi canlılar gerçekte böcek de¤ildir, ama ço¤unlukla böcek olarak anılır. "American Association for the Advancement of Science"ın 1983'teki yıllık toplantısında, bu canlılarla ilgili çok önemli fosil bulguları sunulmufltur. Örümcek, kene ve kırkayaklara ait olan 380 milyon yıllık bu fosillerin en ilginç özelli¤i ise, yaflayan örneklerinden farksız olufludur. Bulguları inceleyen bilim adamlarından biri, fosiller hakkında "sanki dün ölmüfl gibiler" yorumunu yapmıfltır.83 Kusursuz tasarıma sahip bu canlıların, yeryüzünde bir anda ortaya Amber (reçine) içinde kalarak fosilleflmifl 35 milyon y›lçıkmalarının elbette evrimle açıklanl›k sinek. Balt›k Denizi yak›nlar›nda bulunan bu fosil de yine günümüzde yaflayan örneklerinden farks›zd›r. ması imkansızdır. (bkz. Sineklerin Harun Yahya (Adnan Oktar) 74 BUFFON, COMTE DE Buffon, Comte de yordu. Zincirin yukarısına do¤ru sürekli Fransız evrimcilerden Comte de Bufolarak kompleksleflen bir süreç iflliyorfon, 18. yüzyılın en tanınan bilim adamdu…85 larından biriydi. 50 yıldan fazla bir süre Paris'teki kraliyete ait Botanik bahçeleriBu bakımdan bugün "evrim teorisi" nin müdürlü¤ünü yürüttü. Darwin, dedi¤imiz kavram, gerçekte eski teorisinin temelini büyük ölçüde bir Yunan efsanesi olan Büyük Buffon'un eserlerine dayandırVarolufl Zincirinin günümüze mıfltı. Buffon'un 44 ciltlik kaptaflınmasıyla do¤mufltur. Darsamlı çalıflması Histoire Nawin'den önce de birçok evrimci turelle'de Darwin'in kullanvardı ve onların evrimci fidı¤ı ö¤retilerin ço¤una kirleri ve sözde delillerirastlamak mümkündür. nin ço¤unun orijinali Bü"Büyük Varolufl Zinciyük Varolufl Zinciri'nde ri" (Aristo'nun türleri basitzaten yer alıyordu. Buffon Comte de Buffon ten karmaflı¤a do¤ru sıralamave Lamarck'la birlikte Büsı; di¤er adıyla Scala Naturae) ise gerek yük Varolufl Zinciri yeni bir kılıfla bilim Buffon'un gerekse Lamarck'ın evrimci dünyasına sunuldu, oradan da Darwin'e sistemleri için bafllangıç noktası teflkil et- etki etti. mifltir. Amerikalı bilim tarihçisi D. R. Olroyd, bu iliflkiyi flöyle tanımlamaktadır: Burgess Shale Histoire Naturelle'in ilk cildinde Buffon kendisini "Büyük Varolufl Zinciri" doktrininin yorumlayıcısı olarak açıklamaktadır… Lamarck ise eski Büyük Varolufl Zinciri doktrininin yeni bir versiyonunu savunuyordu… Fakat bu zincir katı, dura¤an bir yapı gibi kabul edilmiyordu. Ortamın ihtiyaçlarını karflılamak için mücadeleleriyle ve "kazanılmıfl özelliklerin sonraki nesle aktarılması" prensibinin yardımıyla organizmalar zincirin yukarılarına do¤ru yavaflça hareket edebiliyorlardı. Baflka bir deyiflle mikroptan insana do¤ru… Ayrıca zincirin en altında, spontane jenerasyon (ani oluflum) yoluyla inorganik (cansız) maddeden ortaya çıkan yeni yaratıklar sürekli olarak beliri- Kanada'nın British Columbia eyaletinde yer alan Burgess Shale Bölgesinde, ça¤ımızın önemli paleontolojik bulgularından biri sayılan bir fosil yata¤ı bulunmaktadır. Bu bölgedeki fosil canlıların özelli¤i, çok farklı türlere ait olmaları ve önceki tabakalarda hiçbir ataları olmadan, bir anda ortaya çıkmalarıdır. Oysa bilindi¤i gibi evrim teorisi, tüm canlı türlerinin, daha önce yaflamıfl baflka türlerden kademeli olarak evrimlefltiklerini iddia etmektedir. Burgess Shale fosilleri ve benzeri paleontolojik bulgular ise, farklı canlı türlerinin, bu iddianın tam aksine, yeryüzünde hiçbir ataları ol- Evrim Açmaz› (Ansiklopedik) BURGESS SHALE Burgess Shale fosil yata¤›nda bulunan ilginç fosil canl›lardan biri: Marrella madan bir anda ve kusursuz biçimde ortaya çıktıklarını göstermektedir. Ünlü bilim dergisi Trends in Genetics (TIG), fiubat 1999 tarihli sayısında, Darwinizm'in önündeki bu büyük paleontolojik sorunu flöyle ifade eder: Küçük bir mekanda bulunmufl olan bu fosillerin, evrim biyolojisindeki bu büyük sorunla ilgili kızgın tartıflmanın tam merkezinde yer alması oldukça garip gözükebilir. Fakat bu hararetli tartıflmalara neden olan fley, Kambriyen devrinde yaflayan hayvanların fosil kayıtlarında flaflırtıcı bir bollukta ve birdenbire belirmeleridir. Radyometrik tarihlendirmelerin daha kesin sonuçları ya da giderek artan yeni fosil bulguları ise, sadece bu biyolojik devrimin anili¤ini ve alanını keskinlefltirmifltir. Yeryüzünün yaflam potasındaki bu de¤iflimin büyüklü¤ü bir açıklama gerektirmektedir. fiu ana kadar birçok tez ileri sürülmüfl olsa da, genel fikir, hiçbirinin ikna edici olmadı¤ıdır.86 TIG dergisi bu konuda iki ünlü evrimci otoriteden söz Harun Yahya (Adnan Oktar) eder: Stephen J. Gould ve Simon Conway Morris. Her ikisi de Burgess Shale'deki "aniden ortaya çıkıflı", evrime göre açıklayabilmek için birer kitap yazmıfllardır; Gould'un kitabı Wonderful Life (Muhteflem Hayat), Morris'inki ise The Burgess Shale and the Rise of Animals (Burgess Shale ve Hayvanlar›n Yükselifli)dir. Ancak bu iki otorite de, TIG dergisinin vurguladı¤ı gibi, ne Burgess Shale fosillerini ne de genel olarak Kambriyen devrine ait di¤er fosil kayıtlarını bir türlü açıklayamamaktadır. Fosil kayıtlarının ortaya koydu¤u gerçek sonuç fludur: Fosiller, canlıların yeryüzünde bir anda ve kusursuz bir biçimde Burgess Shale fosil yata¤›nda bulunan diken fosili 75 76 BÜYÜK VAROLUfi Z‹NC‹R‹ Kambriyen devrine ait bir fosil ortaya çıktıklarını göstermektedir. Kambriyen devri fosillerinin ortaya koydu¤u bu tablo, evrim teorisinin varsayımlarını reddederken, bir yandan da, canl›lar›n do¤aüstü bir yaratılıflla var olduklarını gösteren çok önemli bir delildir. Evrimci biyolog Douglas Futuyma, bu gerçe¤i flöyle açıklar: Canlılar dünya üzerinde ya tamamen mükemmel ve eksiksiz bir biçimde ortaya çıkmıfllardır ya da kendilerinden önce var olan bazı canlı türlerinden evrimleflerek meydana gelmifllerdir. E¤er eksiksiz ve mükemmel bir biçimde ortaya çıkmıfllarsa, o halde üstün bir akıl tarafından yaratılmıfl olmaları gerekir.87 Dolayısıyla fosil kayıtları, canlıların, evrimin iddia etti¤i gibi ilkelden geliflmifle do¤ru bir süreç izlediklerini de¤il, bir anda ve en mükemmel halde ortaya çıktıklarını göstermektedir. Bu ise, canlılı¤ın bilinçsiz do¤al süreçlerle de¤il, üstün bir yaratılıflla var oldu¤una kanıt oluflturmaktadır. Evrimci paleontolog Jeffrey S. Levinton, Scientific American dergisine yazdı¤ı "Hayvan Evriminin Big Bang'i" bafllıklı bir makalesinde bu gerçe¤i istemeden de olsa kabul etmekte ve "Kambriyen devrinde çok özel ve gizemli bir yaratıcı gücün varlı¤ını görüyoruz" demektedir.88 Büyük Varolufl Zinciri (Great Cha›n of Be›ng) Yunan felsefeci Aristo'ya göre türler basitten karmaflı¤a do¤ru giden bir hiyerarfliye sahiptir ve tıpkı bir merdivenin basamakları gibi do¤rusal bir çizgi üzerinde sıralanmaktadır. Aristo bu tezine "Scala Naturae" adını verir. Aristo'nun bu fikri 18. yüzyıla kadar batı düflünce hayatını çok derinden etkileyecek ve daha sonra da "Evrim Teorisi"ne dönüfle- Evrim Açmaz› (Ansiklopedik) BÜYÜK VAROLUfi Z‹NC‹R‹ cek olan Büyük Varolufl Zinciri (Great Chain of Being) inancının da kökenidir. Darwinizm'in temelini oluflturan tüm canlıların cansız maddelerden evrimleflerek geliflti¤i inancı ilk olarak "Büyük Varolufl Zinciri" adı altında Aristo'nun anlatımlarında karflımıza çıkar. Büyük Varolufl Zinciri evrimsel bir inanıfltır ve Allah'ın varlı¤ını inkar eden felsefeciler tarafından çok ra¤bet görmüfltür. Söz konusu görüfle göre canlılar kendili¤inden oluflmufltur ve herfley; minerallerden organik maddeye, ilkel canlılardan hayvanlara, bitkilere ve insanlara, buradan da sözde "tanrılara" evrimleflmifltir. Bu ak›l d›fl› inanca göre yeni organlar da canlının ihtiyacına göre kendili¤inden oluflmaktadır. Hiçbir bilimsel dayana¤ı olmayan, aksine tüm bilimsel gerçeklerle çeliflen, sadece soyut mantık yürütmeye dayanan bu inanıfl, son olarak da "evrim teorisi" adıyla öne sürülmüfltür. Büyük Varolufl Zinciri ilk bafllarda tamamen felsefi bir görüfl olarak ortaya atılmıfltır ve herhangi bir bilimsellik iddiasında da bulunmamıfltır. Ancak canlıların oluflumuna yaratılıfl gerçe¤i dıflında sözde bir cevap bulmaya çalıflanlar için Büyük Varolufl Zinciri adeta can simidi olmufltur ve bu amaçla da bilimsel bir havaya sokulmufltur. Bu canlıların birbirlerine nasıl dönüfltü¤ü ise büyük bir muammadır. Çünkü bu zincir, bilimsel bir gözleme de¤il, soyut ve yüzeysel bir mant›k yürütmeye dayanmaktad›r. Yani ilkça¤ felsefecilerinin masa baflında oturup hiçbir bilimsel arafltırma yapmadan Harun Yahya (Adnan Oktar) ortaya attıkları bir masaldan ibarettir. Günümüzdeki materyalist ve ateist felsefelerin temelini oluflturan evrim teorisiyle, eski pagan maddeci felsefelerin hayat kayna¤ını oluflturan Scala Naturae ve Büyük Varolufl Zinciri arasında önemli bir paralellik söz konusudur. (bkz. Evrimsel paganizm) Bugün materyalizm evrim teorisiyle hayat bulurken, geçmiflteki maddeci anlayıfl Büyük Varolufl Zincirini kendine temel dayanak almaktaydı. Darwin bu kavramdan oldukça etkilenmifl, hatta teorisini bu ana mantık üzerine kurmufltu. Loren Eiseley, Darwin's Century (Darwin'in Yüzy›l›) isimli kitabında Darwin'in, Türlerin Kökeni isimli kitabının birçok bölümünde 18. yüzyılın bu varolufl merdiveninden mantıklar kullandı¤ını, özellikle de organik maddelerin zorunlu olarak mükemmelli¤e do¤ru ilerledikleri fikrinin buradan do¤du¤unu vurgulamıfltır.89 Dolayısıyla Darwin yeni ve bilimsel bir teori ortaya atmamıfltı. Darwin'in yaptı¤ı, kökleri eski Sümer'deki putperest efsanelere dayanan ve asıl eski Yunan'ın pagan inançları içinde geliflen bir batıl inancı, ça¤dafl bilimsel terimleri kullanarak ve çarpıtılmıfl birkaç gözlemle destekleyerek yeniden ifade etmekten baflka bir fley de¤ildi. Bu batıl inanç, önce 17. ve 18. yüzyılda yaflamıfl bazı bilim adamları tarafından yeni eklemelerle zenginlefltirildi, sonra da Darwin'in Türlerin Kökeni isimli kitabında "bilimsel" bir görüntü kazanarak bilim tarihinin en büyük yanılgısı olarak ortaya çıktı. 77 CŒLACANTH Cœlacanth Cœlacanth, evrimin sözde "canlıların sudan karaya geçifli" tezine delil olarak öne sürdü¤ü bir balık türüdür. Cœlacanth sınıfına dahil olan balıklar, bir zamanlar balıklar ve amfibiyenler arasında yaflamıfl çok güçlü bir ara form delili sayılıyorlardı. Evrimci biyologlar, bu canlının fosillerinden yola çıkarak, canlının vücudunda ilkel (tam ifllev görmeyen) bir akci¤er bulundu¤unu ileri sürmüfllerdi. Bu, pek çok bilimsel kaynakta anlatılıyor, hatta Cœlacanth'ı denizden karaya çıkarken gösteren çizimler yayınlanıyordu. Ancak 22 Aralık 1938'de Hint Okyanusu'nda çok ilginç bir keflif yapıldı. Yetmifl milyon yıl önce soyu tükenmifl bir ara geçifl formu olarak tanıtılan Cœlacanth ailesinin Latimeria türüne ait canlı bir üyesi okyanusun açıklarında ele geçti! Cœlacanth'ın "kanlı-canlı" bir ör- Harun Yahya (Adnan Oktar) Evrimciler Cœlacanth'›n fosiline dayanarak bunun sudan karaya geçiflteki ara geçifl formu old u ¤ u n u s ö y l ü y o r l a r d › . A n c ak i l k i 1 9 3 8 y › l › n d a olmak üzere bu bal›¤›n canl› örneklerinin defalarca yakalanmas›, evrimcilerin spekülasyon larda ne kadar ileri gidebileceklerini gösterdi. ne¤inin bulunması, evrimciler açısından büyük bir floktu kuflkusuz. Evrimci paleontolog J. L. B. Smith, "yolda dinozora rastlasaydım, daha çok flaflırmazdım" demiflti.90 ‹lerleyen yıllarda baflka bölgelerde de 200'den fazla Cœlacanth yakalandı. Bu balıkların yakalanmasıyla bera- 79 80 CO⁄RAF‹ ‹ZOLASYON GÖRÜfiÜ ber, bu canlılar üzerinde yapılan spekülasyonların temelsizli¤i de anlaflılmıfl oldu. Cœlacanth, iddiaların aksine ne ilkel bir akci¤ere, ne de büyük bir beyne sahipti. Evrimci arafltırmacıların ilkel akci¤er oldu¤unu düflündükleri yapı, balı¤ın vücudunda bulunan bir ya¤ kesesinden baflka bir fley de¤ildi.91 Dahası, "sudan çıkmaya hazırlanan bir sürüngen adayı" olarak tanıtılan Cœlacanth'ın, gerçekte okyanusun en derin sularında yaflayan ve 180 m derinli¤in üzerine hemen hiç çıkmayan bir dip balı¤ı oldu¤u anlaflıldı.92 Bunun üzerine, Cœlacanth'ın evrimci yayınlardaki popülaritesi bir anda yok oldu. Peter Forey adlı evrimci paleontolog, Nature dergisinde yayınlanan bir makalede bu konuda flöyle bir itirafta bulunmufltur: Cœlacanth'ların tetrapodların atasına yakın oldu¤una dair uzun süredir paylaflılan bir görüfl oldu¤u için, Latimeria'nın (canlısının) bulunmasıyla birlikte, balıklardan amfibiyenlere geçifl hakkında do¤rudan bilgilerin elde edilece¤i ümit edilmiflti... Ama Latimeria'nın anatomisi ve fizyolojisi üzerinde yapılan incelemeler, bu iliflki varsayımının sadece bir temenniden ibaret oldu¤unu ve Cœlacanth'ın bir "kayıp ba¤lantı" olarak gösterilmesinin bir dayana¤ı olmadı¤ını ortaya koydu.93 Yukarıdaki itiraftan da anlaflıldı¤ı gibi balıklar ve amfibiyenler arasında hiçbir ara form yaflamamıfltır. Evrimcilerin tek ciddi ara form olarak gösterdikleri Cœlecanth da gerçekte evrim ile ba¤lantısı olmayan bir balık türüdür. Co¤rafi izolasyon görüflü (Allopatrik ‹zolasyon) Efleyli üreyen canlılar bir kara parçasının çökmesi veya kıtaların birbirinden ayrılması gibi nedenlerden dolayı bir co¤rafi ayrıma (izolasyona) u¤rayabilirler. Bu durumda iki ayrı bölgedeki canlılar kendi içlerinde bir genetik özellik olufltururlar. Di¤er bir deyiflle co¤rafi engeller popülasyonları birbirinden ayırmıfl olur. Örne¤in kara hayvanları büyük çöller ve sularla ya da yüksek da¤larla birbirinden ayrılabilirler.94 E¤er bir popülasyon co¤rafi olarak iki ya da daha fazla bölgeye (birime) ayrılırsa, aralarındaki fark gittikçe artacak ve bir zaman sonra bu ayrı bölgelerdeki canlılar farklı co¤rafi ırkları meydana getirecektir.95 Bu ayrım popülasyonlar arasında gen akıflını önleyecek düzeye geldi¤inde, bir zamanlar birbirine benzer özellik taflıyan bir türün farklı varyasyonları arasındaki benzerli¤in arası açılmıfl olur. Bu konu ile ilgili evrimcilerin yanılgısı flöyledir: Evrimciler ayrı kıtalarda ya da ortamlarda yaflamak durumunda kalan canlıların farklı birer türe dönüfltüklerini öne sürerler. Halbuki farklı bölgelerde ortaya çıkan farklı özelliklerdeki canlılar popülasyon farklılıklarından baflka bir fley de¤ildir. O bölgede çiftleflmeye zorunlu kalan canlıların genetik kombinasyonu sınırlı kalmakta ve genlerindeki belirli özellikler daha ön plana çıkmaktadır. Yoksa yepyeni bir tür oluflumu söz konusu de¤ildir. Aslında aynı durum insanlar için de Evrim Açmaz› (Ansiklopedik) CO⁄RAF‹ ‹ZOLASYON GÖRÜfiÜ lez" olurdu; zenciler, beyazlar, çekik gözlüler olmaz, insanların tümü bir "ortalama"da buluflurdu. Bazen, co¤rafi nedenlerden ötürü birbirinden ayrı kalan varyasyonlar yeniden biraraya getirildiklerinde, kimi zaman birbirleri ile çiftleflmezler. Çiftleflmedikleri için de, modern biyolojinin "tür" tanımlamasına göre, "alt tür" olmaktan çıkıp, "ayrı türler" haline gelmifl olurlar. Buna "türleflme" (speciation) adı verilir. Evrimciler ise, bu kavramı alıp hemen flu çıkarımı yaparlar: "Do¤ada türleflme var, yani yeni canlı türleri do¤al mekanizmalarla olufluyor, demek ki tüm türler bu flekilde oluflmufl". Oysa bu çıkarımda çok büyük bir aldatmaca gizlidir. Yeryüzündeki farkl› ›rklar, co¤rafi izolasyon arac›l› Aldatmacanın iki önemli nok¤›yla farkl› özelliklere sahip olmufllard›r. Bir grup in tası vardır: sanda siyah derililik özelli¤i bask›n ç›km›fl, bunlar ayn› bölgede yaflad›klar› ve kendi içlerinde ço¤al 1) Birbirlerinden izole olmufl olan d›klar› için siyah derili bir ›rk meydana gelmifltir. A ve B varyasyonları, biraraya geldiklerinde çiftleflmiyor olabilirsöz konusudur. Yeryüzündeki farklı ırk- ler. Ama bu durum ço¤u zaman "çiftlefllar, co¤rafi izolasyon aracılı¤ıyla farklı me davranıflı"ndan kaynaklanır. Yani A ırk özelliklerine sahip olmufllardır. Bir ve B varyasyonuna ait bireyler, di¤er vargrup insanda siyah derililik özelli¤i bas- yasyon kendilerine yabancı göründü¤ü kın çıkmıfl, bunlar aynı bölgede yafladık- için, onu "kendilerine yakın bulmadıklaları ve kendi içlerinde ço¤aldıkları için rı" için çiftleflmezler. Ancak çiftleflmelesiyah derili bir ırk meydana gelmifltir. rini engelleyecek bir genetik uyumsuzluk Çekik gözlü Uzakdo¤u ırkları da aynı yoktur. Dolayısıyla aslında genetik bilgi flekildedir. E¤er co¤rafi izolasyon olma- açısından hala aynı türe aittirler. (Nitesaydı, yani dünyadaki tüm ırklar asırlar- kim bu nedenle "tür" kavramı biyolojide dır birbirleriyle sürekli karıflık evlilikler tartıflma konusu olmaya devam etmekteyapıyor olsalardı, o zaman herkes "me- dir.) Harun Yahya (Adnan Oktar) 81 82 CONFUCIUSORNIS 2) Asıl önemli nokta ise, söz konusu "türleflme"nin, bir genetik bilgi artıflı de¤il, aksine genetik bilgi kaybı anlamına gelmesidir. Ayrıflmanın nedeni, varyasyonlardan birinin veya her ikisinin yeni bir genetik bilgi edinmifl olmaları de¤ildir. Böyle bir genetik bilgi eklenmesi yoktur. Örne¤in iki varyasyondan herhangi biri yeni bir proteine, yeni bir enzime, yeni bir organa kavuflmufl de¤ildir. Ortada bir "geliflme" yoktur. Aksine, daha önceden farklı genetik bilgileri aynı anda barındıran popülasyon (örne¤in, hem uzun hem de kısa tüy özelli¤ini, hem koyu hem de açık renk özelli¤ini barındıran popülasyon) yerine, flimdi genetik bilgi yönünden daha fakirleflmifl iki popülasyon vardır. Dolayısıyla söz konusu "türleflme"nin evrim teorisini destekler hiçbir yönü yoktur. Çünkü evrim teorisi, canlı türlerinin hepsinin basitten komplekse do¤ru rastlantılar yoluyla türedi¤i iddiasındadır. Dolayısıyla bu teorinin dikkate alınabilmesi için, "genetik bilgiyi artırıcı mekanizmalar" gösterebilmesi gerekir. Gözü, kula¤ı, kalbi, akci¤eri, kanatları, ayakları veya di¤er organ ve sistemleri olmayan canlıların bunları nasıl kazandıklarını, bu organ ve sistemleri tanımlayan genetik bilginin nereden geldi¤ini açıklayabilmesi gerekir. Zaten var olan bir canlı türünün genetik bilgi kaybına u¤rayarak ikiye bölünmesi, kuflkusuz evrimle hiç ilgisi olmayan bir durumdur. Confuc›usorn›s 1995 yılında Çin'de Omurgalılar Paleontolojisi Enstitüsü'nde arafltırmalar yapan Lianhai Hou ve Zhonghe Zhou adlı iki paleontolog, Confuciusornis olarak isimlendirdikleri yeni bir fosil kufl keflfettiler. Evrimciler tarafından tüm kuflların en eski atası sayılan ve yarı–sürüngen kabul edilen Archæopteryx'le aynı yaflta (yaklaflık 140 milyon yıl) olan bu canlı, günümüz kufllarına çok benziyordu. Bu kuflun diflleri yoktu, gagası ve tüyleri ise günümüz kufllarınınkiyle aynı özellikleri göstermekteydi. ‹skelet yapısı da günümüz kufllar›yla aynı olan bu kuflun kanatlarında, Archæopteryx'te oldu- Archæopteryx ile yaklafl›k olarak ayn› dönemde yaflam›fl olan Confuciusornis günümüzde yaflayan kufllarla çok büyük benzerlik gösterir. Evrim Açmaz› (Ansiklopedik) CRICK, FRANCIS ¤u gibi pençeler vardı. Kuyruk tüylerine destek olan "pygostyle" isimli yapı bu kuflta da görülüyordu. Bu gerçek, do¤al olarak Archæopteryx'in bütün kuflların ilkel atası oldu¤u yönündeki evrimci tezleri de çürütüyordu.96 Sonuç olarak günümüz kufllarına çok benzeyen Confuciusornis, evrimcilerin on yıllardır kuflların evrimi senaryosunun en büyük delili olarak gösterdi¤i Archæopteryx'in geçersizli¤ini de ortaya koymufl oldu. Cr›ck, Franc›s Canlılı¤ın kökenini rastlantılarla açıklama çabasındaki evrim teorisi, hücredeki en temel moleküllerin varlı¤ına bile tutarlı bir açıklama getirememiflken, genetik bilimindeki ilerlemeler ve nükleik asitlerin, yani DNA ve RNA'nın keflfi, teori için yepyeni problemler do¤urdu. 1955 yılında James Watson ve Francis Crick Francis Crick adlı iki bilim adamının çalıflmaları, DNA'nın inanılmaz derecedeki kompleks yapısını ve tasarımını gün ıflı¤ına çıkardı. Vücuttaki 100 trilyon hücrenin her birinin çekirde¤inde bulunan DNA adlı molekül, insan vücudunun eksiksiz bir yapı planını içerir. (bkz. DNA) Uzun yıllar moleküler evrim teorisini savunan Francis Crick bile DNA'yı keflfettikten sonra, böylesine kompleks bir molekülün tesadüfen, kendi kendine, bir evrim süreci sonucunda oluflamayaca¤ını flöyle itiraf etmifltir: Francis Crick'in DNA'y› keflfi, DNA'n›n ola¤anüstü kompleks yap›s›n› gün ›fl›¤›na ç›kard›. Bugünkü mevcut bilgilerin ıflı¤ında dürüst bir adam ancak flunu söyleyebilir: Bir anlamda hayat mucizevi bir flekilde ortaya çıkmıfltır.97 83 84 CRO-MAGNON ADAMI Cro-Magnon kafatas› Cro-magnon adam› Cro-Magnon sınıflaması, 30.000 yıl önceye kadar yafladı¤ı tahmin edilen Avrupalı bir insan ırkıdır. Kubbe fleklinde bir kafatasına, genifl bir alna sahiptir. 1.600 cc.'lik kafatası hacmi, günümüz insanının kafatası hacmi ortalamasından fazladır. Kafatasında kalın kafl çıkıntıları ve arka kısımda kemiksi çıkıntı bulunmasından ötürü bir ara geçifl formu oldu¤u öne sürülmüfltür. Fakat Cro-Magnon kafatasının yapısı ve hacmi, günümüzde Afrika ve tropik iklimlerde yaflayan bazı ırklarınınkine fazlasıyla benzemektedir. Bu benzerli¤e dayanarak, Cro-Magnon'un Afrika kökenli eski bir ırk oldu¤u tahmin edilir. Di¤er bazı paleoantropolojik bulgular, Cro-Magnon ve Neandertal ırklarının birbirleri ile kaynaflarak, günümüzdeki bazı ırklara temel oluflturduklarını göstermektedir. Dahası günümüzde Cro- Magnon ırkına benzer etnik grupların Afrika kıtasının farklı bölgelerinde ve Fransa'nın Salute ve Dordonya bölgelerinde hala yafladı¤ı kabul edilmektedir. Polonya ve Macaristan'da da aynı özelliklere sahip insanlara rastlanmıfltır. Tüm bunlar göstermektedir ki CroMagnon evrimcilerin iddia ettikleri gibi insanın sözde evrimsel atası de¤ildir. Söz konusu fosillerin günümüz Avrupalılarından farkı, bir eskimo ile bir zenci ya da bir pigme ile bir Avrupalı arasındaki farktan daha büyük de¤ildir. Sonuç itibariyle, Cro-Magnon tarih içinde yaflamıfl, di¤er ırklara karıflıp asimile olarak ya da soyları tükenip yok olarak tarih sahnesinden çekilmifl özgün bir insan ırkını temsil etmektedir. Crossopteryg›an Evrim teorisinin dört ayaklıların kökeni hakkındaki varsayımı, bu canlıların suda yaflamakta olan balıklardan evrimleflti¤i yönündedir. Oysa bu iddia, hem fizyolojik ve anatomik yönlerden çeliflkilidir, hem de fosil kayıtları yönünden temelsizdir. Evrimcilerin tesadüfler sonucu gerçekleflti¤ini iddia ettikleri, -sözde- suda yaflayan canlıların karaya uygun özellikler kazanmaları, denizde yaflayan bir canlı için hiçbir avantaj oluflturmayacaktır. Dolayısıyla bu özelliklerin do¤al seleksiyon vas›tas›yla seçilerek olufltu¤unu ileri sürmenin hiçbir mantıklı temeli yoktur. Aksine, do¤al seleksiyon yoluyla "ön-adaptasyon" geçiren bir Evrim Açmaz› (Ansiklopedik) CROSSOPTERYGIAN YÜZGEÇ ‹LE AYAK ARASINDAK‹ FARK 1 3 Cœlacanth'›n Cœlacanth 2 yüzgeci 4 Icthyostega'n›n aya¤› Ichthyostega Evrimcilerin, Cœlacanth ve benzeri bal›klar› "kara canl›lar›n›n atas›" olarak hayal etmelerinin as›l nedeni, bu bal›klar›n yüzgeçlerinin kemikli olufludur. Bu kemiklerin zamanla ayaklara dönüfltü¤ünü varsayarlar. Ancak bu bal›klar›n kemikleri ile Ichthyostega gibi kara canl›lar›n›n ayaklar› aras›nda çok temel bir fark vard›r. Cœlacanth'da kemikler, 1 no'lu flekilde görüldü¤ü gibi canl›n›n omurgas›na ba¤l› de¤ildir. Ancak Ichthyostega'da kemikler, 2 no'lu flekilde gösterildi¤i gibi do¤rudan omurgaya ba¤l›d›r. Dolay›s›yla, bu yüzgeçlerin yavafl yavafl ayaklara dönüfltükleri iddias› tamamen temelsizdir. Dahas›, Cœlacanth' ›n yüzgeçlerindeki kemiklerin yap›s› ile Ichthyostega' n›n ayaklar›ndaki kemiklerin yap›s› da, 3 ve 4 no'lu flekillerde görüldü¤ü gibi çok farkl›d›r. canlın›n elenmesi gerekir, çünkü bu canlı karada yaflamaya uygun özellikler kazandıkça denizde dezavantajlı hale gelecektir. Kısacası, "denizden karaya geçifl" senaryosu tümüyle çıkmaz içindedir. Nitekim evrimci biyologların bu konuda ortaya koyabildikleri tutarlı bir fosil kanıtı da yoktur. Evrimci do¤a tarihçileri, dört ayaklıların atası olarak genellikle Rhipidistian ya da Cœlacanth sınıflarına ait balıkları Harun Yahya (Adnan Oktar) sayarlar. Bunlar, "Crossopterygian" takımına ait balıklardır ve evrimcileri umutlandıran tek özellikleri, yüzgeçlerinin di¤er balıklara göre "etli" olufludur. Oysa bu balıklar birer ara form de¤ildir ve amfibiyenlerle aralarında anatomik ve fizyolojik olarak çok büyük temel farklılıklar vardır. Bütün arafltırmalara ra¤men bu bofllu¤u doldurabilecek bir tek fosil bile bulunamamıfltır.98 (bkz. Sudan karaya geçifl tezi) 85 86 CURSORIAL TEOR‹ 'Dinozorlar›n sinek avlamaya çal›fl›rken kanatlan›p kufl olduklar›' komedi türünde bir hikaye de¤il, evrim teorisyenlerinin kufllar›n kökeni konusundaki sözde en "ciddi" tezidir. Cursor›al teori Kara canlısı olan sürüngenlerin nasıl olup da uçmaya baflladıkları konusunda evrimcilerin öne sürdükleri belli bafllı iki açıklamadan biridir. Bu teoriye göre sürüngenler yerden yukarı do¤ru havalanmıfllardır. Teorinin temel argümanı, bazı sürüngenlerin böcek avlamak için ön kollarını uzun süre ve sık sık çırptıkları ve zaman içinde de bu ön kolların kanatlara dönüfltü¤ü fleklindedir. Kanat gibi son derece kompleks bir organın, sinek yakalamak için birbirine çırpılan ön kollardan nasıl meydana geldi¤i hakkında ise hiçbir açıklama yapılmamaktadır. Cursorial teorinin önde gelen savunucusu John Ostrom, her iki hipotezi savunanların ancak spekülasyon yapabildiklerini itiraf ederek flöyle der: "Benim 'cursorial predator' teorim gerçekten de spekülatiftir. Fakat arboreal teori de aynı flekilde spekülatiftir".99 (bkz. Arboreal teori) Ayrıca herhangi bir mutasyonun bir sürüngenin ön ayaklarında belirsiz bir de¤iflime neden oldu¤unu varsaysak bile, bunun üzerine yeni mutasyonlar eklenerek "tesadüfen" bir kanat oluflmufl olabi- Evrim Açmaz› (Ansiklopedik) CUVIER, GEORGES lece¤ini öngörmek tamamen akıl dıflıdır. Çünkü ön ayaklarda meydana gelecek bir mutasyon, canlıya çalıflır bir kanat kazandırmadı¤ı gibi, onu ön ayaklarından da mahrum bırakacaktır. Bu ise, bu canlının, di¤er türdefllerine göre daha dezavantajlı (yani sakat) bir bedene sahip olması anlamına gelir. Evrim teorisinin kurallarına göre de, do¤al seleksiyon vas›tas›yla bu sakat canlı elenecektir. Kaldı ki, biyofizik arafltırmalara göre, mutasyonlar çok nadir gerçekleflen de¤iflimlerdir. Dolayısıyla, bu sakat canlıların milyonlarca yıl eksik ve güdük kanatlarının küçük küçük mutasyonlarla tamamlanmasını beklemeleri, her yönden imkansızdır. Georges Cuvier Cuv›er, Georges Paleontolojinin kurucusu sayılan Fransız Georges Cuvier (1769-1832) aynı zamanda bir jeolog ve karflılafltırmalı anatomistti. Omurgalı ve omurgasızların zoolojisi ve paleontolojisinde çok genifl çalıflmalar yapmıfl ve bilim tarihini kaleme almıfltı. Cuvier, aynı zamanda geçmiflteki canlıların neslinin tükendi¤i gerçe¤ini kesin olarak ortaya koymufl ve buna iliflkin teoriyi evrim teorisine ters düflecek flekilde açıklamıfltı.100 Ayrıca Cuvier, ilgili sınıfları filumlara gruplandırarak Linnaeus'un sınıflandırma tablosunu geniflletti. (bkz. Linnaeus, Carolus) Ve bu sistemi fosillere de uygulayarak nesli tükenmifl hayvanların organik kalıntılarını tespit etti. Cuvier Harun Yahya (Adnan Oktar) hayvanların belli sabit ve do¤al özellikleri oldu¤una inandı¤ı için hem evrim teorisine hem de Lamarck'ın 'kazanılmıfl özelliklerin kalıtım yoluyla aktarılması teorisi'ne karflı çıkmıfltı.101 Ç Çapraz çiftlefltirme (bkz. Krossing-over) Çeflitlenme (varyasyon) (bkz. Varyasyon) 87 DAR POPÜLASYON Dar popülasyon Sıçramalı evrim savunucularının ortaya attıkları görüfllerden biri, "dar popülasyonlar" kavramıdır. Bununla, yeni tür oluflumunun, sayıca son derece az hayvanı ya da bitkiyi barındıran topluluklarda oldu¤unu ifade ederler. Bu iddiaya göre, çok sayıda hayvanı barındıran popülasyonlar evrimsel bir geliflme göstermezler ve "stasis" (dura¤anlık) halini korurlar. (bkz. Dura¤anlık) Ancak bu popülasyonlardan bazen küçük gruplar ayrılır ve bu "izole" gruplar sadece kendi içlerinde çiftleflir. (Bunun ço¤u zaman co¤rafi flartlardan kaynaklandı¤ı varsayılır.) Kendi içlerinde çiftleflen bu küçük gruplarda makromutasyonlar etkili olur ve çok hızlı bir "türleflme" yaflanır. Sıçramalı evrim savunucularının dar popülasyonlar kavramı üzerinde durmalarındaki sebep, fosil kayıtlarındaki ara formların yoklu¤una dair bir "açıklama" getirebilmektir. "Evrimsel de¤ifliklikler çok dar popülasyonlarda ve çok hızlı geliflti ve dolayısıyla geriye yeterince fosil izi kalmadı" fleklindeki anlatımlarını bu nedenle ısrarla vurgularlar. Oysa son yıllarda yapılan bilimsel deney ve gözlemler, dar popülasyonların genetik yönden avantajlı de¤il, dezavantajlı oldu¤unu ortaya koymaktadır. Dar popülasyonlar, yeni bir tür oluflumuna yol açacak flekilde geliflmek bir yana, aksine ciddi genetik bozukluklar ortaya çıkarmaktadır. Bunun nedeni, dar popülasyonlarda, bireylerin sürekli dar bir genetik havuz içinde çiftleflmeleridir. Bu Harun Yahya (Adnan Oktar) yüzden normalde "heterozigot" olan bireyler giderek "homozigot" haline gelmektedir. Bunun sonucunda da, normalde çekinik (resesif) olan bozuk genler baskın (dominant) hale gelmekte ve böylece popülasyonda giderek daha fazla genetik bozukluk ve hastalık ortaya çıkmaktadır.102 Bu konuyu incelemek için, tavuklar üzerinde 35 yıl süren bir çalıflma yapılmıfltır. Gözlemlerde, dar bir popülasyon içinde tutulan tavukların giderek genetik yönden zayıf hale geldi¤i belirlenmifltir. Tavukların yumurta üretimi %100'den %80'e düflmüfl, üreme oranı da %93'ten %74'e inmifltir. Ancak insanların bilinçli müdahalesiyle, yani baflka bölgelerden getirilen tavukların popülasyona karıfltırılmasıyla, bu genetik gerileme durmufl ve tavuklar normalleflme e¤ilimine girmifltir.103 Bu ve benzeri bulgular, sıçramalı evrim savucularının sı¤ındıkları "dar popülasyonlar evrimsel geliflmelerin kayna¤ıdır" fleklindeki iddianın bilimsel bir geçerlili¤i olmadı¤ını açıkça göstermektedir. (bkz. Sıçramalı evrim modeli) 89 90 DARWIN, CHARLES ROBERT Darw›n, Charles Robert Bugünkü savunuldu¤u flekliyle evrim teorisini ortaya atan kifli, amatör bir ‹ngiliz do¤abilimci olan Charles Robert Darwin'dir. Darwin hiçbir zaman gerçek bir biyoloji e¤itimi almamıfltı. Do¤a ve canlılar konusunda sadece amatör bir ilgiye sahipti. Bu ilgisinin bir sonucu olarak, 1832 yılında ‹ngiltere'den yola çıkan ve befl yıl boyunca dünyanın farklı bölgelerini gezen H.M.S. Beagle adlı resmi keflif gemisinde gönüllü olarak yer aldı. Darwin, bu gezi sırasında gördü¤ü farklı canlı türlerinden, özellikle de Galapagos Adalarında Modern bilimsel bulgular taraf›ndan yalanlanan evrim teorisinin kurucusu Charles Darwin. gördü¤ü farklı ispinoz türlerinden çok etkilenmiflti. Bu kuflların gagalarındaki farkların, çevreye uyum sa¤lamalarından kaynaklandı¤ını düflündü. Bu düflünceden hareketle canlılardaki bütün çeflitlili¤in kökeninde "çevreye uyum" kavramının oldu¤unu varsaydı. Darwin bu varsay›m› ile bilimsel gerçekleri göz ard› ederek, canl› türlerini Allah'›n yaratt›¤› gerçe¤ine karfl› ç›km›fl ve canl›lar›n ortak bir atadan gelerek, do¤a flartlar› sonucunda birbirlerinden farkl›laflt›klar›n› öne sürmüfltü. Darwin'in bu varsayımı hiçbir bilimsel bulgu ya da deneye dayanmıyordu. Ancak Darwin, dönemin ünlü materyalist biyologlarından aldı¤ı destek ve teflviklerle, bu varsayımlarını zamanla iddialı bir teori haline getirdi. Bu teoriye göre canlılar tek bir ilkel atadan geliyorlardı ama çok uzun bir süreç içinde küçük küçük de¤iflimlere u¤ramıfllar ve böylece farklılaflmıfllardı. Ortama en iyi flekilde uyum sa¤layanlar özelliklerini gelecek nesillere aktarıyor, böylece bu yararlı de¤iflimler zamanla birikerek bireyi, atalarından tamamen farklı bir canlıya dönüfltürüyordu. (Bu "yararlı de¤iflimler"in kökeninin ne oldu¤u ise meçhuldü.) Darwin'e göre insan da, bu hayali mekanizmanın en geliflmifl ürünüydü. Darwin hayal gücünde canlandırdı¤ı bu mekanizmaya "do¤al seleksiyonla evrim" adını verdi. Artık, "türlerin kökeni"ni buldu¤unu düflünüyordu: Bir türün kökeni baflka bir türdü. Sonunda bu fikirlerini 1859 yılında yayınlanan Türlerin Kökeni adlı kitabında açıkladı. Evrim Açmaz› (Ansiklopedik) DARWIN‹ZM Darwin teorisini "do¤al seleksiyon" kavramı üzerine kurmufltu. Do¤al seleksiyon, do¤adaki yaflam mücadelesinde, güçlü veya ortamın flartlarına uygun olan canlıların hayatta kalması anlamına gelir. Darwin'in teorisini ortaya koydu¤u kitabının bafllı¤ında bile vurgulanan iddia budur: Türlerin Kökeni, Do¤al Seleksiyon Yoluyla. Darwin'in temelsiz mantı¤ı flöyledir: Bir canlı türü içinde do¤al ve rastlantısal farklılıklar olmaktadır. Örne¤in bazı inekler daha büyük, bazıları daha koyu renklidir. Bu de¤iflikliklerin hangisi avantajlı ise, o özellik do¤al seleksiyon vas›tas›yla seçilecektir. Böylece söz konusu avantajlı özellik, o hayvan toplulu¤una hakim hale gelecektir. Bu özelliklerin uzun zaman içinde birikmesiyle de, ortaya yeni bir tür çıkacaktır. Ancak Darwin'in ortaya attı¤ı bu "do¤al seleksiyonla evrim" teorisi, daha ilk aflamada en temel soruları cevapsız bırakıyordu. fiayet canlılar Darwin'in iddia etti¤i gibi kademe kademe evrimleflmifl olsalardı, bu durumda çok sayıda "ara tür" yaflamıfl olmalıydı. Ancak fosil kayıtlarına bakıldı¤ında bu teorik canlılardan -hayali ara geçifl formlarındanhiçbir eser yoktu. Darwin bu sorun üzerinde çok kafa yormufl ve sonuçta "bu fosiller ileride bulunabilir" demek zorunda kalmıfltı. Ancak aradan 150 y›l geçmesine ra¤men umulan fosiller bulunamad›. Darwin, canlıların sahip oldukları göz, kulak, kanat gibi kompleks organları do¤al seleksiyonla açıklama konusunda da çaresizlik içindeydi. Çünkü tek bir Harun Yahya (Adnan Oktar) dokuları bile eksik olsa hiçbir ifle yaramayacak olan bu organların, kademe kademe geliflmifl olduklarını savunmak imkansızdı. (bkz. ‹ndirgenemez komplekslik) Nitekim Darwin, teorisiyle ilgili yafladı¤ı sıkıntıları Türlerin Kökeni adlı kitabında kendisi de belirtmek zorunda kalmıfltı. (bkz. Türlerin Kökeni) Tüm bunların öncesinde, Darwin'in "tüm canlıların ortak atası" dedi¤i ilk canlı organizmanın nasıl olufltu¤u konusu tam bir muammaydı. Çünkü cansız maddelerin, do¤al süreçlerle canlı hale gelmesi mümkün de¤ildi. ‹lerleyen bilim ve teknoloji ise çok kısa bir süre içinde Darwin'in ilkel bilim anlayıflının ürünü olan teorisini temelinden yıktı. Darw›nizm (bkz. Evrim teorisi) Darw›nizm ve Irkç›l›k Günümüzdeki Darwinistlerin ço¤u, aslında Darwin'in ırkçı olmadı¤ını, ancak ırkçıların kendi görüfllerini desteklemek amacıyla Darwin'in fikirlerini taraflı olarak yorumladıklarını iddia ederler. Türlerin Kökeni kitabının alt bafllı¤ında yer alan "Kayırılmıfl Irkların Korunması Yoluyla" ifadesinin ise sadece hayvanlar için kullanıldı¤ını iddia ederler. Ancak bu iddiaların sahiplerinin gözardı ettikleri fley, Darwin'in ‹nsanın Türeyifli isimli kitabında, insan ırkları için söyledikleridir. Darwin'in bu kitapta ortaya koydu¤u görüfllere göre, insan ırkları evrimin 91 92 DARWIN‹ZM VE IRKÇILIK farklı basamaklarını temsil ediyordu ve bazı insan ırkları, di¤er insanlara göre daha çok evrimleflmifl ve ilerlemifllerdi. Bazıları ise, neredeyse hala maymunlarla aynı düzeydeydi. Darwin, "yaflam mücadelesi"nin insan ırkları arasında da geçerli oldu¤unu öne sürmüfltü. (bkz. Yaflam mücadelesi) "Kayırılmıfl ırklar" bu mücadelede üstün geliyorlardı. Darwin'e göre kayırılmıfl ırklar, Avrupalı beyazlardı. Asyalı ya da Afrikalı ırklar ise, yaflam mücadelesinde geri kalmıfllardı. Darwin daha da ileri giderek, bu ırkların dünya üzerindeki "yaflam mücadelesi"ni yakın zamanda tamamen kaybederek yok olacaklarını ileri sürmüfltü: Belki de yüzyıllar kadar sürmeyecek yakın bir gelecekte, medeni insan ırkları, vahfli ırkları tamamen yeryüzünden silecekler ve onların yerine geçecekler. Öte yandan insansı maymunlar da… kuflkusuz elimine edilecekler. Böylece insan ile en yakın akrabaları arasındaki boflluk daha da geniflleyecek. Bu sayede ortada flu anki Avrupalı ırklardan bile daha medeni olan ırklar ve flu anki zencilerden, Avustralya yerlilerinden ve gorillerden bile daha geride olan babun türü maymunlar kalacaktır.104 Darwin, yine ‹nsanın Türeyifli isimli kitabının baflka bir bölümünde, afla¤ı ırkların yok olmaları gerekti¤ini ve geliflmifl insanların onları yaflatmak ve korumak için çalıflmalarının gereksiz oldu¤unu iddia etmifl ve bu durumu damızlık hayvan yetifltiricileri ile karflılafltırmıfltı: Yabanıl insanların vücutça ve kafaca zayıf olanları eleniverir ve sa¤ kalanlar, ço¤unlukla, gerçekten sa¤lıklı kimselerdir. Öte yandan biz uygar insanlar, elenme sürecini engellemek için elimizden geleni yaparız; geri zekalılar, sakatlar ve hastalar için bakımevleri kurarız; yoksulları koruma yasaları çıkarırız; tıp uzmanlarımız, her hastayı yaflatmak için en son ana dek bütün ustalıklarını gösterir… Böylece uygarlaflmıfl toplumların zayıf bireyleri kendi soylarını sürdürmektedir. Evcil hayvan yetifltiricili¤i yapmıfl hiç kimse bunun insan ırkına büyük bir zarar verece¤inden kuflku duymaz.105 Üstteki alıntılarda görüldü¤ü gibi Darwin, Avustralya yerlilerini ve zencileri gorillerle aynı seviyede görmüfl ve bu ırkların yok olacaklarını ileri sürmüfltü. Di¤er "afla¤ı" gördü¤ü ırkların ise ço¤almalarının engellenmesi ve böylece bu ırkların yok edilmeleri gerekti¤ini savunmufltu. ‹flte günümüzde halen kalıntılarına rastladı¤ımız ırkçı ve ayrımcı uygulamalar, Darwin tarafından bu flekilde onaylanmıfl ve meflrulafltırılmıfltır. Darwin'in bu ırkçı fikirlerine göre "medeni insana" düflen görev, bu evrimsel süreci biraz daha hızlandırmaktı. Bu durumda zaten yok olacak olan geri kal- Kölelefltirilen Afrikal› yerliler. Evrim Açmaz› (Ansiklopedik) DARWIN‹ZM VE IRKÇILIK mıfl ırkların flimdiden yok edilmelerinin "bilimsel" açıdan hiçbir sakıncası kalmamıfltı! Darwin'in ırkçı yönü, birçok yazısında ve tespitlerinde de etkisini göstermifltir. Örne¤in, 1871'de çıktı¤ı uzun gezide gördü¤ü Tierre del Fuego'lu yerlileri tanımlarken de ırkçı ön yargılarını açıkça ortaya koymufltur. Yerlileri, "çırılçıplak, boyalara batmıfl, yabanıl hayvanlar gibi ne yakalayabilirse yiyen, yönetimsiz, kendi kabileleri dıflındakilere karflı acı- masız, düflmanlarına iflkence yapmaktan zevk alan, kanlı kurbanlar sunan, çocuklarını öldüren, efllerine köle gibi davranan, a¤ır batıl inançlarla dolu" canlılar olarak tasvir etmiflti. Oysa aynı bölgeyi, ondan on yıl önce gezen W.P. Snow isimli arafltırmacı, aynı yerlileri "güzel, güçlü, çocuklarına düflkün, bazı özgün el sanatlarına sahip, bazı eflyalarda özel mülkiyeti tanıyan, en yafllı birkaç kadının otoritesini kabul etmifl" insanlar olarak anlatmıfltı.106 Kölecilik, ›rkçl›¤›n ç›k›fl noktas›yd›. Beyaz adam, Afrika'dan zorla toplay›p zincirledi¤i yerlileri birer hayvan gibi çal›flt›rd›. Darwinizm, bu vahflete ideolojik dayanak sa¤layacakt›. Harun Yahya (Adnan Oktar) 93 94 DARWIN‹ZM VE IRKÇILIK Bu örneklerden de anlaflıldı¤ı gibi Darwin tam bir ırkçıydı. Nitekim What Darwin Really Said (Darwin Gerçekte Ne Söyledi) kitabının yazarı Benjamin Farrington'ın ifadesiyle de, Darwin ‹nsanın Türeyifli kitabında "insan ırkları arası eflitsizli¤in apaçıklı¤ı" hakkında birçok yorum yapmıfltır.107 Ayrıca Darwin'in teorisinin Allah'ın varlı¤ını inkar ediyor olması, insanın Allah'ın yarattı¤ı bir varlık oldu¤u ve her insanın birbirbiriyle eflit olarak yaratıldı¤ı gerçe¤inin de gözardı edilmesine neden oldu. Bu da ırkçılı¤ın yükseliflini ve dünyada kabul görmesini hızlandıran etkenlerden biriydi. Amerikalı bilim adamı James Ferguson, yaratılıflın reddedilmesinin ırkçılı¤ın yükselifli ile do¤rudan ba¤lantılı oldu¤unu flöyle açıklar: 19. yüzyıl Avrupası'nda geliflen yeni antropoloji, insanın kökeni hakkındaki iki zıt düflünce ekolünün savafl alanı haline geldi. Bunların daha eski ve köklü olanı, "tek kökenlilik"ti. Bu görüfl, tüm insano¤lunun renk ve özellik farkı olmadan, do¤rudan Adem'in soyundan geldi¤i ve Tanrı'nın tek bir fiili ile yaratıldı¤ı inancına dayanıyordu. Ancak bu dönemde "çok kökenlilik" olarak bilinen ve dini inanca karflı koyufltan do¤an rakip bir teori (evrim teorisi) geliflti. Çok kökenlilik, farklı insan ırklarının farklı kökenleri oldu¤unu savunuyordu."108 Hintli antropolog Lalita Vidyarthi, Darwin'in evrim teorisinin, ırkçılı¤ı sosyal bilimlere nasıl kabul ettirdi¤ini flöyle açıklar: Darwin'in ortaya attı¤ı 'en güçlülerin hayatta kalması' düflüncesi, insano¤lunun kültürel bir evrim sürecinden geçti¤ine ve en üst kademenin Beyaz Adam'ın medeniyeti oldu¤una inanan sosyal bilimciler tarafından coflkuyla karflılandı. Bunun bir sonucu olarak, 19. yüzyılın ikinci yarısındaki Batılı bilim adamlarının çok büyük bir kısmı ırkçılı¤ı fliddetle benimsediler.109 Darwin'den sonra gelen birçok Darwinist, onun ırkçı görüfllerini ispatlama çabası içine girdi. Bu u¤urda birçok bilimsel çarpıtma ve sahtekarlık yapmaktan çekinmediler. Çünkü bunu ispatladıkları takdirde, kendi üstünlüklerini ve di¤er ırkları ezme, sömürme ve hatta gerekti¤inde yok etme "haklarını" bilimsel olarak ispatlamıfl olacaklarını düflünüyorlardı. Stephen Jay Gould da bazı antropologların, beyaz ırkın üstünlü¤ünü kanıtlamak için verileri çarpıttıklarını belirtmektedir. Gould'un belirtti¤ine göre, en çok baflvurdukları yöntem, buldukları kafatası fosillerinin beyin hacimleri konusunda çarpıtmalar yapmaktır. Gould kitabında, birçok antropolo¤un, do¤ru bir ölçü olmamasına ra¤men, beyin hacmini zeka ile ilintili gösterdiklerini ve buna ba¤lı olarak, özellikle Kafkasyalıların beyin hacimlerini abarttıklarını ve zencilerle kızılderililerin kafataslarını olduklarından daha küçük gösterdiklerini anlatmaktadır.110 Gould, Darwinistlerin bazı ırkları afla¤ı bir tür olarak göstermek için girifltikleri akıl almaz iddiaları da flöyle açıklar: Evrim Açmaz› (Ansiklopedik) DARWIN‹ZM VE IRKÇILIK Haeckel (Alman Darwinist) ve çalıflma Fransız Darwinist antropolog Vacher arkadaflları da, Kuzey Avrupalı beyazlade Lapouge ise, Race et Milin Social Esrın ırksal üstünlü¤ünü göstermek için resais d'Anthroposociologie adlı yapıtında kapitülasyon teorisini (yinelemeli oluflum beyaz olmayan sınıfların, uygar yaflama teorisi) kullandı. ‹nsan anatomisi ve davuyum sa¤layamamıfl vahflilerin çocukları ranıflına iliflkin bulgulaya da kanı bozulmufl sırı tarayarak, beyinlernıfların soysuz temsilciden göbek deliklerine leri oldukları görüflünü kadar bulabildikleri ortaya attı. Paris'in afla¤ı herfleyi kullandılar. ve yukarı sınıflarının Herbert Spencer flöyle mezarlıklarındaki kafayazdı: '‹lkellerin zihinsel özellikleri (…) uytaslarını ölçerek sonuçgarların çocuklarında lar çıkarmıfltır. Bu sogörülen özelliklerdir.' nuçlara göre; insanlar Carl Vogt 1864'te aynı kafataslarına göre zenfleyi daha güçlü bir flegin, kendilerine güvenli, kilde ifade etti: 'Büyüözgürlük e¤ilimli iken, müfl zenci, zihinsel yedi¤er kısmı tutucu, azla tiler yönünden çocuyetinen, iyi uflak niteli¤i ¤un do¤asını paylaflır. taflıyan kimseler oluyor(…) Bazı kabileler kenlardı; sınıflar toplumsal dilerine özgü organizasyonlara sahip devayıklanmanın ürünleriyletler kurmufllardır. di; toplumun yüksek sıAma geri kalanlara nıfları yüksek ırklarla bakarak, bu ırkın geççakıflıyordu; zenginlik miflte ya da günümüzderecesi ile kafatası ende, insanlı¤ın ilerleyideksi orantılı gidiyordu. fline hizmet etmifl ya da Özetle, Darwin'in tekorunmaya de¤ecek orisinin ırkçı yönü 19. hiçbir fley yapmadı¤ını Stephen Jay Gould ve Darwin'in yüzyılın ikinci yarısında çekinmeden söyleyebi›rkç›l›¤›n› anlatt›¤› kitab›. kendine çok elveriflli bir liriz.' Fransız tıbbi anatomi bilgini Etienzemin buldu. Çünkü o ne Serres gayet ciddi bir flekilde, siyah dönemde Avrupalı "beyaz adam", tam da erkeklerin ilkel oldu¤unu çünkü göbek böyle bir teorinin kendi suçlarını meflrudeliklerinin seviyesinin düflük oldu¤unu lafltırmasını bekliyordu. ileri sürmüfltü.111 Harun Yahya (Adnan Oktar) 95 96 DARWIN, ERASMUS Darw›n, Erasmus Charles Darwin'in büyükbabası Eras- yazan Desmon King-Hele'ye göre, "onsemus Darwin, bugün "evrim teorisi" dedi- kizinci yüzyılın en büyük ‹ngilizi"ydi.113 Erasmus Darwin'in en önemli özelli¤imiz düflüncenin ilk temel önermelerini ortaya koyan kiflilerden biriydi. Erasmus ¤iyse, ‹ngiltere'nin en önde gelen birkaç Darwin'e göre canlılar ayrı türler olarak "natüralist"inden biri olmasıydı. (Natüralizm, evrenin varlı¤ının özünün doyaratılmamıfllardı. Aksine hepsi ¤ada oldu¤una inanan, bir Yaratıtek bir atadan geliyorlardı; ihticın›n varl›¤›n› kabul etmeyen ve yaçlarına göre biçimleniyor, bizzat do¤ayı Yaratıcı sayan düde¤iflikli¤e u¤ruyor ve flünce akımıdır.) Erasmus çeflitleniyorlardı. Bu Darwin'in natüralist çalıflfikirler daha sonra maları, Charles Darwin'e Charles Darwin tahem ideolojik hem de rafından ele alındı örgütsel olarak yön ve detaylandırıldı. vermiflti. Bir yandan Canlıların tesadüfkurdu¤u sekiz döler sonucu birbirlenümlük botanik bahrinden türediklerini Erasmus Darwin çede yaptı¤ı arafltırmalarla öne süren teori, DarDarwinizm'e temel teflkil win'in Origin of Species (Türlerin Kökeni) adlı kitabında evrim edecek argümanları gelifltirmifl ve bunları The Temple of Nature (Do¤a Tapına¤ı) teorisi olarak tarihteki yerini aldı. Charles Darwin uzun bir din e¤itimi ve Zoonomia adlı kitaplarında toplamıfl, görmüfltü, ama Beagle adlı gemiyle yol- öte yandan da 1784 yılında, bu fikirlerin culu¤una çıkmadan bir yıl önce de, Hı- yayılmasına öncülük edecek bir dernek ristiyan inancının bazı temellerinden ke- kurmufltu: Philosophical Society. Nitesin olarak vazgeçmiflti. Çünkü o sıralar kim gerçekten de Philosophical Society, özellikle biyolojiye merak sarmıfltı ve onyıllar sonra Charles Darwin tarafından karflılafltı¤ı "paradigma", dini inançlarla ortaya atılan kuramın en büyük ve ateflli hiçbir biçimde uyuflmuyordu. Genç destekçilerinden biri olacaktı.114 Kısacası, Charles Darwin'in gördü¤ü Charles Darwin'i din-dıflı ve hatta dinkarflıtı yapan en önemli etken, büyükba- teoloji ö¤renimine ra¤men hızla dini inançlarını yitirerek materyalist-natürabas› Erasmus Darwin'di.112 Erasmus Darwin, aslında "evrim" fik- list felsefeyi benimsemesinde ve sonra rini ‹ngiltere'de ortaya atan ilk kifliydi. da bu felsefe adına büyük bir misyon Fizikçi, psikolog ve flair sıfatlarını üze- yüklenerek Türlerin Kökeni adlı kitabını rinde taflıyordu ve oldukça da "sözü din- yayınlamasındaki en önemli etken, Eraslenir" bir insandı. Hatta bibliyografyasını mus Darwin'di. Evrim Açmaz› (Ansiklopedik) DAVRANIfiLARIN KÖKEN‹ Davran›fllar›n kökeni Evrimciler tüm hayvanların ve insanların davranıflında belirli bir evrimsel köken oldu¤unu, sahip oldukları özellikleri ilk hücreden bugünkü hallerine gelene kadarki süre zarfında, sözde atalarından aldıklarını kabul ederler. Yine evrimcilere göre hayvanlardaki en eski davranıfl flekli, besin bulmak için yapılan savafltır ve bu davranıfl ilk hücrelerden insana kadar tüm canlılarda ortaktır. Yaflamını sürdürme ve soyunu devam ettirme dürtüleri ise bu davranıfltan daha sonra ortaya çıkmıfltır. Yine evrimcilere göre tüm davranıflların bir kökeni, bir nedeni vardır ve çevreye uyum sa¤lanırken, bu davranıfllar da uygun flekilde de¤iflmelere u¤ramıfltır. Fakat davranıflların evrimi gibi bir açıklamanın gerçeklerle ba¤daflan hiçbir yönü yoktur. Çünkü canlıların deneme yanılma yaparak ö¤renecek, sonra bunları genlerinde bir davranıfl modeli olarak kaydedecek ve gelecek nesillere aktaracak akıl, fluur ve yetenekleri yoktur. Onlar yaflamlarını kurtaran savunma flekilleri, yuva kurma modelleri gibi davranıfl biçimlerine do¤ufltan sahip olurlar. Allah her canlıyı kendine has özelliklerle ve davranıfl flekilleriyle yaratmaktadır. Örne¤in bir kelebe¤in hayatta kalabilmek için kendini daha iyi kamufle edebilece¤i kuru bir yaprak görünümüne sahip olmayı kendi kendine düflünüp, bunu vücudunda bir de¤iflikli¤e dönüfltürmesi mümkün de¤ildir. Ya da bir kunduzun akarsu yata¤ında suyun akıflı- nı kesebilece¤i ileri derecede mühendislik hesapları gerektiren bir baraj infla edebilmesi ve ilk do¤du¤u andan itibaren bunu yapabilmesi kuflkusuz ö¤renme ile ya da do¤al seleksiyon gibi bilinçsiz mekanizmalarla açıklanabilecek bir durum de¤ildir. Evrimciler, bazen de ortaya flöyle bir iddia atarlar: "Hayvanlar tecrübe yoluyla bazı davranıflları ö¤renirler ve bu davranıflların iyi olanları do¤al seleksiyon tarafından seçilir. Daha sonra bu iyi olan davranıfllar kalıtım yoluyla bir sonraki nesle aktarılır." Fakat canlıların bu davranıfl flekillerine sahip olmadıklarında hayatlarını sürdürebilmeleri mümkün de¤ildir; dolayısıyla bunları zaman içinde ö¤renebilecekleri vakitleri de yoktur. Canl› bu davranıfllara do¤du¤u andan itibaren sahip olmalıdır. Dolayısıyla bu davranıflların seçilmesi gibi bir iddia ise en bafltan çeliflkilidir. Çünkü evrimcilerin kabullerinde bu seçimi yapabilecek bilinç sahibi bir varlık yoktur. Canlılar, yaratıldıkları ilk andan itibaren kendilerini koruyabilecekleri birtakım özellik ve davranıfl biçimlerine sahip olarak do¤arlar. Kuru yapra¤a benzeyen bir kelebek Harun Yahya (Adnan Oktar) 97 98 DAWKINS, RICHARD Dawk›ns, R›chard Dawson, Charles ‹ngiliz biyolog Richard Dawkins, Darwinizm'in dünya çapındaki en önde gelen savunucularından biridir. Fakat Prof. Dawkins, bir yandan da hararetle savundu¤u evrim teorisinin içine düfltü¤ü imkansızlı¤ı ifade etmektedir: Ünlü bir doktor ve aynı zamanda da amatör bir paleontolog olan Charles Dawson, 1912 yılında, ‹ngiltere'de Piltdown yakınlarındaki bir çukurda, bir çene kemi¤i ve bir kafatası parçası buldu¤u iddiasıyla ortaya çıktı. Çene kemi¤i maymun çenesine benzemesine ra¤men, difller ve kafatası insanınkilere benziyordu. "Piltdown Adamı" adı verilen ve 500 bin yıllık bir tarih biçilen bu fosil insanın evrimine kesin bir delil olarak sunuldu. Fakat 1949-1953 yılları arasında yapılan kronolojik arafltırmalar sonucunda, kafatasının 500 yıl yaflında bir insana, çene kemi¤ininse yeni ölmüfl bir orangutana ait oldu¤u anlaflıldı. Ayrıca difller, insana ait oldu¤u izlenimini vermek için sonradan özel olarak eklenmifl ve sıralanmıfl, eklem yerleri de törpülenmiflti. Daha sonra da bütün parçalar, eski görünmeleri için potasyum-dikromat ile lekelendirilmiflti. Piltdown Adamı, böylece bilim tarihinin en büyük skandalı olarak tarihe geçmifl oldu. (bkz. Piltdown Adamı) ‹nceledi¤imiz türden bir olay o kadar korkunç derecede ihtimal dıflı olacaktır ki, evrenin herhangi bir yerinde gerçekleflebilme ihtimali, her yıl milyar kere milyar kere milyarda bir kadar az olacaktır. E¤er bu yalnızca, evrenin herhangi bir yerindeki tek bir gezegende gerçeklefltiyse, bu gezegenin bizim gezegenimiz olması gerekmektedir, çünkü biz burada bu konuda konuflmaktayız.115 Evrimin en ünlü otoritelerinden birinin bu yaklaflımı, teorinin üzerine kurulu oldu¤u mantık bozuklu¤unu çok açık bir biçimde yansıtmaktadır. Dawkins'in Climbing Mount Improbable (‹mkansızlık Da¤ını Tırmanmak) adlı kitabında yer verdi¤i yukarıdaki ifadeleri, evrimcilerin klasik, "biz buradaysak demek ki evrim de gerçekleflmifltir" fleklindeki, hiçbir açıklama içermeyen kısır döngü mantı¤ının çarpıcı bir örne¤idir. Richard Dawkins DDT ba¤›fl›kl›¤› Evrimciler, böceklerdeki DDT ba¤ıflıklı¤ını evrimin delili olarak göstermeye çalıflırlar. DDT ba¤ıflıklı¤ı bakterilerin antibiyotik direnciyle aynı mantıkta geliflir. (bkz. Antibiyotik direnci) Ortada DDT'ye karflı sonradan kazanılmıfl bir ba¤ıflıklık yoktur. Böceklerin bazıları za- Evrim Açmaz› (Ansiklopedik) DEN‹ZDEN KARAYA GEÇ‹fi TEZ‹ ten her zaman DDT ba¤ıflıklı¤ına sahiptir. DDT icat edildikten sonra, bu kimyasal maddeye maruz kalan böceklerden ba¤ıflıklık mekanizması olmayanların nesilleri tükenmifltir. Baflta az sayıda olan ba¤ıflıklık sahibi bireyler zamanla ço¤almıfllardır. Bunun sonucunda aynı böcek türü, tamamen ba¤ıflıklık sahibi olan bireylerden oluflmufl bir topluluk haline gelmifltir. Do¤al olarak bütün popülasyon ba¤ıflıklık sahibi bireylerden oluflunca, DDT artık o böcek türüne etki etmemeye bafllamıfltır. Halk arasında bu olay "böceklerin DDT'ye ba¤ıflıklık kazanması" fleklinde yorumlanmaktadır. Evrimci biyolog Francisco Ayala, "böcek zehirlerinin en kapsamlı türlerine karflı gösterilen ba¤ıflıklık, bu insan-yapımı maddeler böceklere uygulandı¤ında, o böcek türünün çeflitli genetik varyasyonlarında açıkça vardı" diyerek bu gerçe¤i kabul eder.116 Gerçekte evrimci kaynaklar bu konuda açık bir yanıltmaca sergilemektedirler. Özellikle de bu konuyu bazı popüler bilim dergilerinde zaman zaman gündeme getirerek, evrimin çok büyük bir kanıtı gibi sunmaktadırlar. Oysa böceklerdeki DDT ba¤ıflıklı¤ının evrime delil sa¤ladı¤ı iddiasının hiçbir bilimsel temeli yoktur. Denizden karaya geçifl tezi (bkz. Sudan karaya geçifl tezi) Harun Yahya (Adnan Oktar) Deniz memelilerinin kökeni Balinalar ve yunuslar, "deniz memelileri" olarak bilinen canlı grubunu olufltururlar. Bu canlılar memeli sınıflamasına dahildir, çünkü aynen karadaki memeliler gibi do¤urur, emzirir, akci¤erle nefes alır ve vücutlarını ısıtırlar. Deniz memelilerinin kökeni, evrimciler tarafından açıklanması en zor olan konulardan birisidir. Ço¤u evrimci kaynakta, ataları karada yaflayan deniz memelilerinin, uzun bir evrim süreci sonunda deniz ortamına geçifl yapacak biçimde evrimlefltikleri anlatılır. Buna göre, sudan karaya geçiflin tersine bir yol izleyen deniz memelileri, ikinci bir evrim sürecinin sonucu olarak tekrar su ortamına dönmüfllerdir. Oysa bu teori hiçbir paleontolojik delile dayanmaz ve mantıksal yönden de çeliflkilidir. Memeliler evrim basamaklarının en üst kısmında yer alan canlılar olarak kabul edilirler. Durum bu iken, öncelikle bu canlıların neden deniz ortamına geçtiklerinin açıklanması gerekir. Bir sonraki soru ise, bu canlıların deniz ortamına nasıl olup da balıklardan bile daha iyi adapte olduklarıdır. Çünkü katil balinalar, yunuslar gibi memeli ve dolayısıyla akci¤erli 99 100 DEN‹Z MEMEL‹LER‹N‹N KÖKEN‹ canlılar, suda solunum yapan balıklardan bile daha mükemmel bir flekilde yafladıkları ortama uyum göstermektedirler. Deniz memelilerinin hayali evriminin mutasyon ve do¤al seleksiyon aracılı¤ıyla açıklanamayaca¤ı son derece açıktır. Geo dergisinde yayınlanan bir makale, deniz memelilerinden mavi balinanın kökeninden söz ederken Darwinizm'in bu konudaki çaresizli¤ini flöyle ifade eder: Balinanın do¤uflu, bundan 60 milyon yıl önce, dört ayaklı, kıllı memelilerin yiyecek aramak için denize girmeleriyle baflladı. Ça¤lar geçtikçe, yavafl yavafl de¤ifliklikler olufltu. Arka ayaklar kayboldu, ön ayaklar yüzgeçlere dönüfltü, kıllar yok olarak kalın, yumuflak, silgimsi balina derisine yol açtı, burun delikleri baflın tepesine hareket etti, kuyruk geniflleyerek balinanın fırçamsı kuyru¤una dönüfltü ve beden, suyun içinde giderek büyüyüp devleflti.118 Mavi balinalar gibi, denizde yaflayan di¤er memeli hayvanların da vücut yapıları ve organları balıklarınkine benzer. Bunların iskeletleri de balıklarınkiyle benzerlik gösterir. Balinalarda bacaklar diyebilece¤imiz arka uzuvlar tersine geliflme göstererek güdük kalmıfltır. Ancak bu hayvanların flekil de¤ifliklikleri hakkında elde en ufak bir bilgi bile mevcut de¤ildir. Denize geri dönüflün Darwinizm'in iddia etti¤i gibi uzun süreli yavafl bir geçiflle de¤il, anlık sıçramalar halinde oldu¤unu kabul etmek zorundayız. Paleontologlar günümüzde balinanın hangi memeli hayvan türünden geldi¤i konusunda yeterli bilgiye sahip de¤ildir.117 Öte yandan solunum için akci¤erlerini kullanan memeli bir canlının deniz ortamında geçirmesi gereken adaptasyonlar dikkate alındı¤ında, böyle bir geçifl için "imkansız" kelimesinin bile yetersiz kaldı¤ı görülür. Böyle bir geçiflte evrim süreci içinde ara basamaklardan herhangi bir tanesinin bile eksikli¤i, canlının yaflamasına izin vermeyecek ve evrim sürecini durduracaktır. Karada yaflayan küçük bir memeli hayvanın, evrim süreci sonucunda nasıl olup da 30 metre boyunda 60 ton a¤ırlı¤ında bir balinaya dönüfltü¤ünü düflünmek gerçekten de çok zordur. Darwinistlerin bu konuda yapabildikleri tek fley, National Geographic dergisinde yayınlanan afla¤ıdaki anlatımda oldu¤u gibi, hayal güçlerini zorlayarak senaryo üretmektir: Deniz Memelilerinin Özgün Yapıları: Deniz memelilerinin su ortamına geçerken sahip olmaları gereken adaptasyonlar flöyle sıralanabilir: 1- Suyun Korunmas›: Deniz memelileri su ortamında yaflamalarına ra¤men su ihtiyaçlarını balıklar gibi, yani tuzlu sudan faydalanarak gideremezler. Yaflamak için tatlı suya ihtiyaçları vardır. Deniz memelilerinin su kaynakları pek iyi bilinmemesine ra¤men, su ihtiyaçlarının büyük kısmını, okyanustaki tuz oranının Evrim Açmaz› (Ansiklopedik) DEN‹Z MEMEL‹LER‹N‹N KÖKEN‹ üçte biri kadar tuz içeren canlıları yiyerek sa¤ladıkları düflünülmektedir. Bu kadar kıt su kaynaklarına sahip deniz memelileri için, suyun azami derecede korunması ve tasarruf edilmesi son derece önemlidir. ‹flte bu nedenle deniz memelileri, develerde görülen su koruması mekanizmalarına sahiptir. Aynı develer gibi deniz memelileri de terlemez. Böbrekler, üreyi insanlarınkinden çok daha iyi bir flekilde konsantre ederek onlara su kazandırır. Böylece su kaybı en aza indirilmifl olur. Sudan tasarruf en küçük detaylarda bile kendini gösterir. Örne¤in anne balina yavrusunu peynir kıvamındaki çok yo¤un bir sütle besler. Bu süt insan sütünden on kez daha ya¤lıdır. Sütün bu derece ya¤lı olmasının birtakım kimyasal sebepleri vardır. Ya¤, yavru tarafından vücuda alındıktan sonra ifllenirken yan ürün olarak su açı¤a çıkar. Böylece anne, en az su kaybıyla yavrusunun su ihtiyacını gidermifl olur. 2- Görme ve Haberleflme: Deniz memelilerinin gözü ile kara canlılarının gözü arasındaki farklar flaflırtıcı derecede detaylıdır. Karada gözü bekleyen tehlikeler fiziksel darbeler ve tozdur. Bu nedenle kara hayvanlarının göz kapakları vardır. Su ortamında ise en büyük tehlikeler tuz oranı, derinlere dalarken meydana gelen basınç ve deniz akıntılarının oluflturdu¤u hasarlardır. Akıntılarla do¤rudan temas olmaması için gözler kafanın yan taraflarındadır. Ayrıca derin dalıfllarda gözü basınca karflı koruyan sert bir tabaka vardır. Dokuz metre derinlikten sonra denizin dibi karanlık oldu¤u için, su memelilerinin gözü, karanlık ortamlara uyum sa¤layabilmeyi sa¤layan birçok özellikle donatılmıfltır. Lens bir daire biçimindedir. Iflı¤a hassas olan çubuk hücreleri, renklere ve detaylara duyarlı olan koni hücrelerinden daha fazladır. Dahası, gözlerde özel bir fosforlu tabaka vardır. Bu sebeple deniz memelilerinin karanlık ortamlardaki görüflleri kuvvetlidir. 101 102 DEN‹Z MEMEL‹LER‹N‹N KÖKEN‹ Yine de deniz memelilerinin birincil algıları görme de¤ildir. Kara memelilerinin aksine, onlar için duyma çok daha önemlidir. Görme ıflık gerektirir, ama duyma için böyle bir ihtiyaç yoktur. Birçok balina ve yunus, deniz dibindeki karanlık bölgelerde bir tür do¤al "sonar" sayesinde avlanır. Özellikle diflli balinalar ses dalgaları aracılı¤ıyla "görebilir". Ses dalgaları, aynı görmede oldu¤u gibi, odaklanır ve bir noktaya gönderilir. Geriye dönen dalgalar hayvanın beyninde analiz edilir ve yorumlanır. Bu yorum, hayvana karflısındaki cismin biçimini, büyüklü¤ünü, hızını ve konumunu açıkça belli eder. Bu canlılardaki (sonar) sistem son derece hassastır. Örne¤in bir yunus suya atlayan bir kiflinin "içini" de algılayabilir. Ses dalgaları yön bulmanın yanı sıra haberleflme için de kullanılır. Birbirinden yüzlerce kilometre uzaktaki iki balina ses kullanarak anlaflabilir. Bu hayvanların haberleflmek ve yön bulmak için çıkarttıkları sesi nasıl ürettikleri sorusu hala cevapsızdır. Ancak bilinenler arasında, yunusun vücudundaki çok flaflırtıcı bir ayrıntı dikkat çeker: Hayvanın kafatası yapısı, beyni bile tahrip edecek kadar sürekli ve fliddetli bir biçimde yaydı¤ı ses bombardımanından korunmak için ses yalıtımlıdır. Deniz memelilerinin sahip oldukları tüm bu flaflırtıcı özelliklerin, evrim teorisinin yegane iki mekanizması, yani mutasyon ve do¤al seleksiyon kanalıyla oluflmufl olma ihtimali ise kesinlikle yoktur. Balıkların sularda "tesadüfen" olufltuklarını, sonra yine tesadüfler yardımıyla karaya çıkıp sürüngen ve memelilere evrimlefltiklerini, sonra da bu memelilerin yeniden suya dönerek suda yaflam için gerekli olan özellikleri yine tesadüfen kazandıklarını öne sürenler, bu aflamaların hiçbirini açıklayamamaktadırlar. Nitekim fosil kayıtları da bizlere, balinaların ya da di¤er deniz memelilerinin yeryüzünde bir anda ve ataları olmadan ortaya çıktıklarını göstermektedir. Paleontoloji alanındaki büyük otoritelerden biri olan Edwin Colbert, bu gerçe¤i flöyle açıklar: Bu memelilerin kökeni çok eskiye dayanıyor olmalıdır, çünkü fosil kayıtlarında balinalar ile ataları sayılan Cretaceous devri plasentalıları arasında hiçbir ara form yoktur. Aynı yarasalar gibi balinalar da erken Tertiriyen döneminde aniden ortaya çıkarlar ve son derece özelleflmifl yaflam biçimleri için gerekli her türlü adaptasyona sahiptirler. Aslında balinalar di¤er memelilerle olan iliflkileri yönünden yarasalardan bile daha izole durumdadırlar; tamamen ayrı ve kendi bafllarına durmaktadırlar.119 Kısacası, tüm di¤er temel canlı gruplarında oldu¤u gibi, deniz memelilerinde de "evrim" iddiasını destekleyebilecek hiçbir bulgu yoktur. Bu canlıların sözde ataları olan kara memelilerinden rastlantısal mutasyonlar sonucunda evrimleflmeleri hem imkansızdır, hem de böyle bir evrim yaflandı¤ını gösterebilecek hiçbir ara form fosili yoktur. Evrim Açmaz› (Ansiklopedik) DEN‹Z SÜRÜNGENLER‹N‹N KÖKEN‹ Stenopterygius türüne ait, yaklafl›k 250 milyon y›ll›k bir Ichthyosaur fosili. Deniz sürüngenlerinin kökeni Deniz sürüngenlerinin büyük bölümünün soyları tükenmifltir, deniz kaplumba¤aları ise bu grubun halen yaflayan bir cinsidir. Bu canlıların kökeni, evrimci bir yaklaflımla açıklanamaz durumdadır. Bilinen en önemli deniz sürüngeni, Ichthyosaur olarak bilinen canlıdır. Edwin Colbert ve Michael Morales, bu canlıların kökeni hakkında evrimci bir yorum yapılamayıflını flöyle kabul ederler: Deniz memelilerinin pek çok yönden en özelleflmifl türü olan Ichthyosaur, erken Triasik devirde ortaya çıkmıfltır. Sürüngenlerin jeoloji tarihine giriflleri son derece ani ve dramatik bir flekilde olmufltur; Triasik öncesi devirlere ait fosil yataklarında, Ichthyosaurların muhtemel atalarına ait hiçbir iz yoktur... Ichthyosaur iliflkileri hakkındaki en temel sorun, bu sürüngenleri bilinen baflka herhangi bir sürüngen takımına ba¤layabilecek hiçbir sonuca götürücü delilin bulunamayıflıdır.120 Bir baflka omurgalı tarihi uzmanı Alfred Romer ise flöyle yazmaktadır: (Ichthyosaur hakkında) hiçbir ilkel form bilinmemektedir. Ichthyosaur yapısının kendine özgü özellikleri, geliflmek için çok uzun bir zaman dilimi gerektirmektedir ve dolayısıyla bu canlıların çok eski bir kökene sahip olmalarını gerektirir. Ama bu canlıların atası olarak kabul edilebilecek hiçbir Permiyen devri sürüngeni bilinmemektedir.121 Kısacası sürüngenler sınıflaması içinde yer alan farklı canlılar, aralarında evrimsel bir iliflki olmadan yeryüzünde ortaya çıkmıfltır. Bu durum ise, tüm canlıların yaratılmıfl olduklarının çok açık bir bilimsel kanıtını oluflturmaktadır. Yaklafl›k 200 milyon y›ll›k bir Ichthyosaur fosili Harun Yahya (Adnan Oktar) 103 104 DENTON, MICHAEL Denton, M›chael Avustralya'daki Otega Üniversitesi'nden moleküler biyolog olan Michael Denton, 1985 yılında yayınlanan Evolution: A Theory in Crisis (Evrim: Kriz ‹çinde Bir Teori) adlı kitabında, evrim teorisini farklı bilim dallarının ıflı¤ı altında incelemifl ve Darwinizm'in canlılı¤ı açıklamaktan uzak oldu¤u sonucuna varmıfltır. Ayrıca kitabında evrim teorisi ile bilimsel bulgular karflılafltırıldı¤ında ortaya çok büyük bir çeliflki çıktı¤ını; hayatın kökeni, popülasyon geneti¤i, karflılafltırmalı anatomi, paleontoloji ve biyokimyasal sistemler gibi pek çok farklı alanda, evrim teorisinin "kriz" içinde oldu¤unu ifade etmifltir.122 Devon›an Dönemi bitki fosilleri (408-306 milyon y›ll›k) Bu döneme ait olan bitki fosillerine baktı¤ımızda, günümüz bitkilerinde bulunan pek çok özelli¤i taflıdıklarını görürüz. Örne¤in stoma, kütikül, rhizoid ve sporangialar bu bitkilerde bulunan yapılardan birkaçıdır.123 Bir kara bitkisinin karada yaflayabilmesi için mutlaka kuruma tehlikesinden korunması gerekir. Kütiküller bitkileri kurumaya karflı koruyan, gövde-dal ve yaprakları kaplayan mumsu yapılardır. E¤er bitki, yapısında kurumayı önleyecek kütiküllere sahip de¤ilse, evrimcilerin iddia ettikleri gibi kütikül oluflmasını bekleyecek vakti yoktur. Kütikül varsa bitki yaflar, yoksa kurur ve ölür. ‹flte ayrım bu kadar nettir. Bitkilerin sahip oldukları tüm yapılar, tıpkı kütikül gibi, bitki için son derece hayati öneme sahiptir. Bir bitkinin yaflayabilmesi ve ço¤alabilmesi için tıpkı bugünkü gibi kusursuz iflleyen sistemlerin hepsine sahip olması gerekir. Dolay›s›yla bu yap›lar kademe kademe geliflemezler. Bulunmufl olan tüm bitki fosilleri de bitkilerin yeryüzünde ilk ortaya çıktıklarından bu yana, aynı kusursuz yapılara sahip olduklarını do¤rulamaktadır. Dik yürümenin kökeni ‹nsanın iki aya¤ı üzerinde dik yürümesi, baflka hiçbir canlıda rastlanmayan, çok özel bir hareket fleklidir. (bkz. ‹ki ayaklılık) Di¤er bazı hayvanlar ise iki ayaklı olarak sınırlı bir hareket kabiliyetine sahiptirler. Ayı ve maymun gibi hayvanlar ender olarak (örne¤in bir yiyece¤e ulaflmak istediklerinde) iki ayakları üzerinde kısa süreli hareket edebilirler. Normalde öne e¤ik bir iskelete sahiptirler ve dört ayakla yürürler. ‹nsanın hayali soya¤acına göre yapılan birtakım sınıflandırmalarda Australopithecus ve Homo habilis sınıflamalarına dahil edilen maymunların dik yürüdükleri iddia edilmifltir. Fakat bu iddiala- Evrim Açmaz› (Ansiklopedik) D‹K YÜRÜMEN‹N KÖKEN‹ Australopithecus ve Homo habilis s›n›flamalar›na dahil edilen maymunlar›n dik yürüdükleri yönündeki iddia, Fred Spoor'un yönetiminde y ap›lan iç kulak analizleri taraf›ndan yalanlan m›flt›r. Spoor ve ekibi, iç kulaktaki denge merkezlerini karfl›laflt›rarak yapt›klar› incelemeler de, her iki s›n›fland›rman›n da günümüz maymunlar›na benzer bir hareket biçimine sahip ol du¤unu göstermifltir. rın geçersizli¤i, birçok bilim adamı tarafından fosillerin iskelet yapısı üzerinde yapılan arafltırmalarla ortaya konmufltur. Söz konusu "dik yürüme" iddiası, Richard Leakey, Donald Johanson gibi evrimci paleoantropologların on yıllardır savundukları bir görüfltür. ‹ngiltere ve ABD'den dünyaca ünlü iki anatomist Lord Solly Zuckerman ve Prof. Charles Oxnard'ın Australopithecus örnekleri üzerinde yaptıkları çok genifl kapsamlı çalıflmalar, bu canlıların iki ayaklı olmadıklarını, günümüz maymunlarınınkiyle aynı hareket flekline sahip olduklarını göstermifltir. ‹ngiliz hükümetinin deste¤iyle, befl uzmandan oluflan bir ekiple bu canlıların kemiklerini 15 yıl boyunca inceleyen Lord Zuckerman, kendisi de evrim teorisini benimsemesine ra¤men, Australopithecuslar'ın sadece sıradan bir maymun türü oldukları ve kesinlikle dik yürümedikleri sonucuna varmıfltır.124 Bu konudaki arafltırmalarıyla ünlü bir di¤er evrimci anatomist Charles E. Oxnard da Harun Yahya (Adnan Oktar) Australopithecus'un iskelet yapısını günümüz orangutanlarınınkine benzetmektedir.125 Son olarak 1994 yılında ‹ngiltere'deki Liverpool Üniversitesi'nden Fred Spoor ve ekibi, Australopithecus'un iskeleti ile ilgili kesin bir sonuca varmak için kapsamlı bir arafltırma yapmıfltır. Bu çalıflmada, Australopithecus fosillerinin iç kulak yapıları incelenmifltir. ‹nsanların ve di¤er karmaflık yapılı canlıların iç kulaklarında, vücudun yere göre konumunu belirleyen "salyangoz" isimli bir organ bulunur. Bu organın ifllevi, uçakların dengesini sa¤layan "jiroskop" isimli cihazın ifllevinin aynısıdır. Fred Spoor, insanın atası olarak gösterilen canlıların iki ayakları üzerinde dik olarak yürüyüp yürümediklerini bulmak için, iflte bu "salyangoz" organı üzerinde incelemeler yapmıfltır. Spoor'un vardı¤ı sonuç, Australopithecus'un dört ayaklı oldu¤udur.126 ‹ç kulaktaki denge merkezlerini kar- 105 106 D‹L‹N KÖKEN‹ flılafltırarak yapılan incelemeler sonucunda, Homo habilis sınıfına dahil edilen maymunların da dik de¤il, e¤ik yürüdükleri ortaya çıkmıfltır.127 Dino-kufl fosili (bkz. Archæoraptor liaoningensis) D›pneuma Dilin kökeni Dilin kökeni konusunda iki farklı görüfl vardır. Birinci görüfl, insanın "bofl" bir zihinle do¤du¤u ve konuflmayı sadece çevresinden görüp ö¤rendi¤i fleklindedir. Oysa ünlü dil bilimci Noam Chomsky, bilimsel verilerle, istatistik ve gözlemlerle çok farklı bir sonuç ortaya koymufltur. Buna göre insan "bofl" bir zihinle do¤mamaktadır. ‹nsan zihninde, dil ö¤renmeye ve konuflmaya yönelik özel bir e¤ilim bulunmaktadır. Bu özel e¤ilimin nedeni ise, insanın önceden "programlanmıfl" olması, yani özel bir yaratılıfla sahip olmasıdır.128 Dünya üzerindeki tüm bebeklerin ortak sesler çıkarmaları, hepsinin, konuflmaya, söz söylemeye yönelik özel bir ilhamla do¤duklarını göstermektedir. ‹nsanın, do¤adaki di¤er canlıların hiçbirinde olmayan bu farklı özellikle yaratılmıfl olması, Allah'ın bir ilmidir. Evrimciler, sudan karaya geçifl tezlerini çürüten canlıların bulunmasıyla birlikte, bu konuda baflka teorilere sarıldılar. (bkz. Cœlecanth) Bazı evrimciler ise, kara canlılarının ataları olarak akci¤erli balıkları kabul ettiler. Solungaçlarına ek olarak akci¤erlerini de kullanabilen bu balıklara verilen genel ad "Dipneuma"dır. Bu balıkların Amerika, Afrika ve Avustralya denizlerinde yaflayan üç ayrı türü bulunmaktadır. Bu balıkların ilkel amfibiyenlere evrimlefltikleri, aslında 1850'li yıllardan beri düflünülmekteydi. 1950'li yıllara gelindi¤inde ise bunlar, çok istisnai bir örnek olmaları sebebiyle ara geçifl formu olarak kabul görmekten uzaklafltılar. Bu tarihte bunların kara canlılarının ataları oldukları düflüncesini artık hiç kimse desteklemiyordu.129 Evrimci Maria G. Lavanant bu durumu flöyle açıklar: 1930'lardan sonra Dipneumalar varsayımı yavafl yavafl bir yana bırakıldı. 1950'li Akci¤erli bal›klar, "geçifl" oluflturup sonra da yok olmufl formlar de¤il, çok eski zamanlardan beri yaflamakta olan orijinal bir "tür"dürler. Evrim Açmaz› (Ansiklopedik) D‹YALEKT‹K yılların sonunda yayınlanan bir paleontoloji klasi¤i yıllı¤ında çift solunumlu hayvanlar grubu, dört ayaklıların kökeni olamayacak kadar özel bir durum olarak niteleniyordu.130 Ayrıca bu hayvan kalıntılarının 350 milyon yıllık olduklarının kabul edilmesi ve bu süre içerisinde hiçbir de¤iflikli¤e u¤ramamıfl olmaları, bunları ara geçifl formu statüsünden tamamen uzaklafltırdı. Bu hayvanlar, iki tür arasında "geçifl" oluflturup sonra da yok olmufl formlar de¤il, çok eski zamanlardan beri yaflamakta olan orijinal bir "tür"düler. Diyalektik Komünizmin fikir babaları Karl Marx ve Friedrich Engels, materyalist felsefeyi "diyalektik" adı verilen yeni bir yöntemle açıklamaya çalıfltılar. Diyalektik, evrendeki tüm geliflmenin çatıflma sayesinde elde edildi¤i varsayımıdır. Marx ve Engels, bu varsayıma dayanarak tüm dünya tarihini yorumlamaya girifltiler. Marx, insanlık tarihinin bir çatıflmadan ibaret oldu¤unu, mevcut çatıflmanın iflçiler ve kapitalistler arasında geçti¤ini ve yakında iflçilerin ayaklanıp komünist bir devrim yapacaklarını iddia ediyordu. (bkz. Komünizm) Ancak Marx'ın ve Engels'in genifl bir kitleyi etkileri altına alabilmeleri için ideolojilerine bilimsel bir görünüm vermeleri gerekiyordu. 19. yüzyılda Darwin'in Türlerin Kökeni adlı kitabında öne sürdü¤ü temel iddialar, Marx ve Engels'in fikirlerine sözde bi- Harun Yahya (Adnan Oktar) 107 limsel bir dayanak oluflturdu. Darwin, canlıların "yaflam mücadelesi" sonucunda, yani "diyalektik bir çatıflma"yla ortaya çıktıklarını iddia ediyordu. (bkz. Yaflam mücadelesi) Dahası, yaratılıflı inkar ederek dini inançları da reddediyordu. Bu durum, Marx ve Engels için bulunmaz bir fırsattı. Marx ve Engels, Darwin'in evrim kuramının kendi ateist dünya görüfllerine bilimsel bir destek oluflturdu¤unu zannederek sevinmifllerdi. Ancak evrim teorisi, 19. yüzyılın bilim açısından ilkel ortamında ortaya atıldı¤ı için kabul görebilmifl, hiçbir bilimsel delili olmayan, yanılgılarla dolu bir teoriydi. 20. yüzyılın ikinci yarısında geliflen bilim, evrim teorisinin geçersizli¤ini ortaya çıkardı. Bu, Darwinizm için oldu¤u kadar materyalist ve komünist düflünce için de çöküfl anlamı taflıyordu. Ancak materyalist görüfle sahip bilim adamları, Darwinizm'in çöküflünün kendi ideolojilerinin de çöküflü demek oldu¤unu bildiklerinden, Darwinizm'in çöküflünü insanlardan gizlemek için her türlü yönteme baflvurdular. Komünizmin fikir babalar› Karl Marx ve Friedrich En gels, Darwin'in evrim teorisinin kendi ateist dünya görüfllerine bilimsel bir destek oluflturdu¤unu zan nederek sevinmifllerdi. 108 DNA DNA Canlılı¤ın kökenini rastlantılarla açıklama gayretindeki evrim teorisi, hücredeki en temel moleküllerin varlı¤ına bile tutarlı bir izah getirememiflken, genetik bilimindeki ilerlemeler ve nükleik asitlerin, yani DNA ve RNA'nın keflfi, teori için yepyeni çıkmazlar oluflturdu. 1955 yılında James Watson ve Francis Crick adlı iki bilim adamının çalıflmaları, DNA'nın inanılmaz derecedeki kompleks yapısını ve tasarımını gün ıflı¤ına çıkardı. Vücuttaki 100 trilyon hücrenin her birinin çekirde¤inde bulunan DNA adlı molekül, insan vücudunun eksiksiz bir yapı planını içerir. Bir insana ait bütün özelliklerin bilgisi, dıfl görünümünden iç organlarının yapılarına kadar, DNA'nın içinde özel bir flifre sistemiyle kayıtlıdır. Bir geni oluflturan flifrelerden tek birinin bile hatal› olmas›, o geni tamamen ifle yaramaz hale getirecektir. ‹nsan vücu dunda bulunan 40 bin geni oluflturan mil yonlarca nükleotidin do¤ru s›ralamada tesadüfen oluflabilmeleri imkans›zd›r. DNA'daki bilgi, bu molekülü oluflturan dört özel molekülün dizilifl sırası ile kodlanmıfltır. Nükleotid (veya baz) adı verilen bu moleküller, isimlerinin bafl harfleri olan A, T, G, C ile ifade edilirler. ‹nsanlar arasındaki tüm yapısal farklar, bu harflerin dizilifl sıralamalarının birbirinden farklı olmasından kaynaklanır. DNA'daki harflerin dizilifl sırası, insanın yapısını en ince ayrıntılarına dek belirler. Boy, göz, saç ve cilt rengi gibi özelliklerin yanı sıra vücuttaki 206 kemi¤in, 600 kasın, 10.000 iflitme siniri a¤ının, 2 milyon optik sinir a¤ının, 100 milyar sinir hücresinin ve 100 trilyon hücrenin planları tek bir hücrenin DNA'sında mevcuttur. E¤er DNA'daki bu genetik bilgiyi ka¤ıda dökmeye kalksak, yaklaflık 500'er sayfalık 900 ciltten oluflan dev bir kütüphane oluflturmamız gerekir. Ama bu inanılmaz hacimdeki bilgi, DNA'nın "gen" adı verilen parçalarında flifrelenmifltir. Bir geni oluflturan nükleotidlerde meydana gelecek bir sıralama hatası, o DNA geni tamamen ifle yaramaz hale getirecektir. ‹nsan vücudunda 40 bin gen bulundu¤u düflünülürse, bu genleri oluflturan milyonlarca nükleotidin do¤ru sıralamada tesadüfen oluflabilmelerinin kesinlikle imkansız oldu¤u görülür. Evrimci bir biyolog olan Frank Salisbury bu imkansızlıkla ilgili olarak flunları söyler: Evrimci Prof. Dr. Ali Demirsoy da, DNA'nın meydana gelmesi hakkında flu itirafı yapmak zorunda kalır: Orta büyüklükteki bir protein molekülü yaklaflık 300 amino asit içerir. Bunu kontrol eden DNA zincirinde ise yaklaflık 1.000 nükleotid bulunacaktır. Bir DNA zincirinde 4 çeflit nükleotid bulundu¤u hatırlanırsa, 1.000 nükleotidlik bir dizi 1000 4 farklı flekilde olabilecektir. Küçük bir logaritma hesabıyla bulunan bu rakam, aklın kavrama sınırının çok ötesindedir.131 Evrim teorisi, moleküler düzeyde gerçekleflti¤i iddia edilen evrimsel oluflumlardan hiçbirisini ispatlayabilmifl de¤ildir. Bilimin ilerlemesi bu sorulara cevap üretmek bir yana, soruları daha da kompleks ve içinden çıkılamaz hale getirmekte ve yaratılıflı do¤rulamaktadır. Ama evrimciler, yaratılıflı kabul etmemek için kendilerini flartlandırmıfllardır ve bu durumda imkansıza inanmaktan baflka seçenekleri yoktur. Avustralyalı ünlü moleküler biyolog Michael Denton, Evolution: A Theory in Crisis (Evrim: Kriz ‹çinde Bir Teori) adlı kitabında bu durumu flöyle anlatır: 41000'de bir, "küçük bir logaritma hesabı" sonucunda, 10620'de bir anlamına gelir. Bu sayı 1'in yanına 620 sıfır eklenmesiyle elde edilir. 1'in yanında 11 tane sıfır 1 trilyonu ifade ederken, 620 tane sıfırlı bir rakamın kavranması gerçekten de mümkün de¤ildir. Nükleotidlerin tesadüfen bir araya gelerek RNA ve DNA'yı oluflturmasının imkansızlı¤ını, evrimci Fransız bilim adamı Paul Auger de flöyle ifade etmektedir: Rastgele kimyasal olaylar sayesinde nükleotidler gibi karmaflık moleküllerin ortaya çıkıflı konusunda bence iki aflamayı net bir biçimde birbirinden ayırmamız gerekir; tek tek nükleotidlerin üretilmesi -ki bu belki mümkün olabilir- ve bunların çok özel seriler halinde birbirine ba¤lanması. ‹flte bu ikincisi, olanaksızdır.132 Bir proteinin ve çekirdek asitinin (DNARNA) oluflma ihtimali tahminlerin çok ötesinde bir olasılıktır. Hatta belirli bir protein zincirinin ortaya çıkma ihtimali astronomik denecek kadar azdır.133 Yüksek organizmaların genetik programlarının yapısı, milyarlarca bit (bilgisayar birimi) bilgiye ya da 1.000 ciltlik küçük bir kütüphanenin içindeki tüm harflerin dizilimine eflde¤erdir. Bu denli kompleks organizmaları oluflturan trilyonlarca hücrenin geliflimini belirleyen, emreden ve kontrol eden sayısız kompleks ifllevin tamamen rastlantıya dayalı bir süreç sonucunda olufltu¤unu iddia etmek ise, insan aklına yönelik bir saldırıdır. Ama bir Darwinist, bu düflünceyi en ufak bir flüphe belirtisi bile göstermeden kabul eder!134 109 110 DOBZHANSKY, THEODOSIUS Dobzhansky, Theodos›us Evrimin ünlü teorisyenlerinden Rus bilim adamı Dobzhansky, canlılar ve DNA'ları arasındaki kuralsız iliflkinin evrimin açıklayamadı¤ı büyük bir sorun oldu¤unu flöyle ifade etmektedir: Daha kompleks organizmaların genelde basit olanlara göre hücrelerinde daha fazla DNA'ları vardır. Fakat bu kuralın dikkat çeken istisnaları vardır. Amphiuma (amfibiyen), Propterus (bir akci¤erli balık) ve hatta sıradan kurba¤alar ve kara Dobzhansky Theodosius kurba¤aları tarafından geçilen insan ise, liste baflı olmaktan çok uzaktır. Neden bu durum bu kadar uzun zamandır bir bilmece olarak kaldı?135 Ayrıca Theodosius Dobzhansky, evrim teorisinin 20. yüzyılın ilk çeyre¤inde keflfedilen genetik kanunları karflısında tam anlamıyla bir açmaza girmesiyle birlikte, Darwinizm'e yeni bir "yama" olarak öne sürülen neo-Darwinizm'in mimarları arasında yer alır. hayvanların tehdidi altında olan bir geyik sürüsü içinde, do¤al olarak hızlı kaçabilen geyikler hayatta kalacaktır. Do¤al olarak da bir süre sonra bu geyik sürüsü hızlı koflabilen geyiklerden ibaret hale gelecektir. Dikkat edilirse bu süreç, ne kadar uzun sürerse sürsün, geyikleri bir baflka canlı türüne dönüfltürmez. Zayıf geyikler elenir, güçlüler hayatta kalır; sonuçta geyiklerin genetik bilgisinde bir de¤ifliklik olmadı¤ı için bir "tür de¤iflimi" gerçekleflmez. Geyikler ne kadar seleksiyona u¤rarlarsa u¤rasınlar, geyik olarak yaflamaya devam ederler. Geyik örne¤i tüm türler için geçerlidir. Do¤al seleksiyon vas›tas›yla sadece bir popülasyon içindeki sakat, zayıf ya da çevre flartlarına uymayan bireylerin ay›klanmas›na vesile olur; yeni canlı türleri, yeni genetik bilgi ya da yeni organlar ortaya çıkmaz. Yani do¤al seleksiyon vas›tas›yla canl›lar evrimleflmez. Darwin bu gerçe¤i "faydalı de¤ifliklikler oluflmadı¤ı sürece do¤al seleksiyon hiçbir fley yapamaz" diyerek kabul etmifltir.136 Do¤al seleksiyon (do¤al seçilim, do¤al ay›klanma) (natural select›on) Do¤al seleksiyon, do¤ada daimi bir yaflam mücadelesi oldu¤u ve bu mücadelede hayatta kalanların hep "güçlü ve do¤al flartlara uygun" canlılar olaca¤ı varsayımına dayanır. Örne¤in yırtıcı Geyik fosili Evrim Açmaz› (Ansiklopedik) DO⁄AL SELEKS‹YON Do¤al seleksiyon, Darwin'den önceki biyologlar tarafından da bilinen, ancak "türlerin bozulmadan sabit kalmalarını sa¤layan bir mekanizma" olarak tanımlanan bir do¤al süreçtir. ‹lk kez Darwin, bu sürecin evrimlefltirici bir gücü oldu¤u iddiasını ortaya atmıfl, tüm teorisini de bu iddiaya dayandırmıfltır. Kitabına verdi¤i isim, do¤al seleksiyonun Darwin'in teorisinin temeli oldu¤unu gösterir: "Türlerin Kökeni, Do¤al Seleksiyon Yoluyla" Günümüzün en ünlü evrimcilerinden Stephen Jay Gould Darwinizm'in bu büyük yanılgısı hakkında flunları söyler: Darwinizm'in özü tek bir cümleye dayanır: Do¤al seleksiyon evrimsel de¤iflimde yaratıcı güçtür. Kimse do¤al seleksiyonun zayıf olanın elenmesindeki rolünü inkar etmez. Ancak Darwin teorisi do¤al seleksiyonun uygun olanı yaratmasını da istemektedir.137 Evrimci C. Loring Brace, American Scientist dergisinde yayınlanan bir makalesinde, Darwinizm'in bilimsel bulgular tarafından reddedildi¤ini ve do¤al seleksiyonu da türleri oluflturan bir mekanizma olarak göremeyece¤imizi flöyle açıklar: American Scientist okuyucuları, biyolojinin büyük bir kısmının ve paleontolojinin tamamının Darwin'in organik evrim hakkındaki görüfllerini reddetti¤ini fark etmiyor olabilirler. Do¤al seleksiyon sadece "ince ayar" olarak görüldü¤ü için reddediliyor, adaptasyon ise pratikte kesinlikle geçerli görülmüyor.138 Drosoph›la (bkz. Meyve sinekleri) Geyikler ne kadar seleksiyona u¤rarlarsa u¤ras›nlar, hep geyik olarak kal›rlar. 111 112 DÖRT AYAKLILARIN KÖKEN‹ Dört ayakl›lar›n (tetrapodlar›n) kökeni Dört ayaklılar (tetrapodlar), karada yaflayan omurgalı canlıların geneline verilen isimdir. Bu sınıflama içinde amfibiyenler, sürüngenler ve memeliler yer alır. Evrim teorisinin dört ayaklıların kökeni hakkındaki varsayımı ise, bu canlıların suda yaflamakta olan balıklardan evrimleflti¤i yönündedir. Oysa bu iddia, hem fizyolojik ve anatomik yönlerden çeliflkilidir, hem de iddianın fosil kayıtları yönünden hiçbir temeli yoktur. Bir balı¤ın karada yaflamaya uygun hale gelmesi için onun, solunum sistemi, boflaltım mekanizması, iskelet yapısı gibi farklı yönlerden çok büyük de¤iflimler geçirmesi gerekir. Solungaçlar akci¤ere dönüflmeli, yüzgeçler vücut a¤ırlı¤ını taflıyacak biçimde ayak özelli¤i kazanmalı, vücut artıklarını arıtmak için böbrekler oluflmalı, deri sıvı kaybetmeyi engelleyecek bir yapı kazanmalıdır. Tüm bu de¤iflimler gerçekleflmedi¤i sürece, bir balık karaya çıktı¤ında en fazla birkaç dakika yaflayacaktır. (Ayrıca bkz. Sudan karaya geçifl tezi) Tetrapod fosili Dura¤anl›k (stas›s) Ço¤u tür, dünya üzerinde var oldu¤u süre boyunca hiçbir yönden de¤iflim göstermez. Fosil kayıtlarında ilk ortaya çıktıkları andaki yapıları ne ise, kayıtlardan yok oldukları andaki yapıları da odur. Morfolojik (flekilsel) de¤iflim genellikle sınırlıdır ve belirli bir yönü yoktur. Fosil kayıtları, canlı türlerinin hem bir anda ve tamamen farklı yapılarda ortaya çıktıklarını, hem de çok uzun jeolojik dönemler boyunca de¤iflmeden sabit kaldıklarını göstermektedir. E¤er gerçekten bir evrim yaflanmıfl olsaydı, canlıların yeryüzünde küçük kademeli de¤iflimlerle ortaya çıkmaları ve zaman içinde de de¤iflmeye devam etmeleri gerekirdi. Oysa fosil kayıtları bunun tam aksini gösterir. Farklı canlı sınıflamaları, kendilerine benzeyen ataları olmadan aniden ortaya çıkmıfllar ve yüz milyonlarca yıl boyunca hiç de¤iflim geçirmeden dura¤an bir biçimde kalmıfllardır. Düzenleyici gen (regulatory gene) Mutasyonların evrimsel bir geliflme sa¤lamadı¤ı açık bir gerçektir. Bu gerçek hem neo-Darwinizm'i hem de sıçramalı evrim teorisini çıkmaza sürüklemektedir. (bkz. Mutasyon; Sıçramalı evrim modeli) Mutasyon bir tahrip mekanizması oldu¤una göre, sıçramalı evrim savunucularının sözünü ettikleri makromutasyonlar, canlılar üzerinde "makro" Evrim Açmaz› (Ansiklopedik) FOSİL KAYITLARINDA DURAĞANLIK Ordovikyen devrine ait "at t›rna¤› yengeci" fosili. Bu 450 milyon y›ll›k fosil de, günümüzde yaflayan örneklerinden farks›zd›r. Amber içinde bulunmufl 25 milyon y›ll›k termit fosilleri. Günümüzde yaflayan termitlerden tümüyle farks›zlar. Ordovikyen devrine ait istiridye fosilleri, yaflayan istiridyelerden faks›z. 150 milyon y›ll›k semender fosili. Bugün herhangi bir ormanda görece¤imiz semenderlerden farks›z. 114 DÜZENL‹ S‹STEM düzeyde tahribatlar oluflturacaktır. Kimi evrimciler, DNA'daki "düzenleyici genler" (regulatory genes) üzerinde oluflan mutasyonlara umut ba¤lamaktadır. Ama di¤er mutasyonlar için geçerli olan tahrip edici özellik, bu mutasyonlar için de geçerlidir. Sorun, mutasyonun rastgele bir de¤iflim olması sorunudur; genetik bilgi gibi kompleks bir yapı üzerindeki her türlü rastgele de¤iflim zararlı sonuçlar verir. Genetikçi Lane Lester ve popülasyon genetikçisi Raymond Bohlin, söz konusu mutasyon çıkmazını flöyle ifade etmektedirler: … Makromutasyonların komplekslik artıflı sa¤lamasının (genetik bilgiyi gelifltirmesinin) ise izi bile yoktur. E¤er yapısal gen mutasyonları (küçük mutasyonlar) gerekli de¤iflimleri oluflturmakta yetersiz kalıyorlar ise, düzenleyici genler üzerindeki mutasyonlar daha da ifle yaramaz olacaktır, çünkü adaptasyon sa¤lamayan ve hatta yıkıcı etkiler oluflturacaktır...139 Gözlem ve deneyler, mutasyonların genetik bilgiyi gelifltirmedi¤ini ve canlıları tahrip etti¤ini gösterirken, sıçramalı evrim savunucularının mutasyonlardan büyük "baflarılar" beklemeleri, açık bir tutarsızlıktır. Düzenli sistem Evrim teorisi, fizi¤in en temel kanunlarından biri olan termodinami¤in ikinci kanunu (entropi kanunu) ile açıkça çeliflmektedir. (bkz. Termodinami¤in ‹kinci Kanunu) Deneysel olarak ispat- lanmıfl olan bu teoriye göre evrende kendi haline, do¤al flartlara bırakılan tüm sistemler, zamanla do¤ru orantılı olarak düzensizli¤e, yıpranmaya, bozulmaya u¤rarlar. Evrimciler iflte bu bilimsel gerçekle ters düflmemek için birtakım kavramları yanıltıcı olarak kullanırlar. Sürekli olarak madde ve enerji girifl-çıkıflı olan sistemlerde (açık sistemler) belli bir düzenin oluflabilece¤ini öne sürerler. Örne¤in rüzgar, tozlu bir odaya girdi¤inde daha önce yere tek düze olarak yayılmıfl toz tabakası, odanın belli bir kenarına toplanabilir. Bu yine termodinamik anlamda eskisine göre daha düzenli bir ortamdır, fakat toz parçacıkları hiçbir zaman rüzgarın enerjisiyle 'kendi kendilerine organize olarak' odanın tabanında bir insan resmi oluflturamazlar. Aynı flekilde tekrarlardan oluflan düzen, bir daktilonun klavyesindeki "a" harfinin üzerine bir cisim düfltü¤ü için (yani içeri giren enerji akımı ile) yüzlerce kere "aaaaaaaa..." yazabilir. Fakat "a"ların bu flekilde tekrarlı bir düzen içerisinde olması ne bir bilgi içerir, ne de herhangi bir komplekslik. Bilgi içeren kompleks bir harf sıralaması (yani anlamlı bir cümle, paragraf ya da kitap yazmak) için mutlaka bir akla ihtiyaç vardır. Sonuç olarak do¤al süreçlerle hiçbir zaman kompleks ve organize sistemler meydana gelemez. Ancak zaman zaman yukarıdaki örneklerdekine benzer basit düzenlemeler oluflabilir. Bu düzenlemeler de belli sınırların ötesine geçemezler. Evrim Açmaz› (Ansiklopedik) DÜZENL‹ S‹STEM Ne var ki evrimciler bu flekildeki do¤al süreçlerle kendili¤inden ortaya çıkan düzenlenme (self-ordering) olaylarını evrimin çok önemli bir kanıtı gibi sunmakta ve bunları sözde "kendi kendini organize etme" (self-organization) örnekleri gibi göstermektedirler. Bu kavram kargaflası sonucunda da, canlı sistemlerin do¤al olaylar ve kimyasal reaksiyonlar sonucunda kendili¤inden meydana gelebilece¤ini öne sürmektedirler. Halbuki organize sistemlerle düzenli sistemler birbirlerinden tamamen farklı yapılardır. Düzenli sistemler basit sıralamalar, tekrarlar fleklinde yapılar içerirken, organize sistemler içiçe geçmifl son derece kompleks yapı ve ifllevler içerirler. Ortaya çıkmaları için mutlaka bilinç, bilgi ve tasarıma ihtiyaç vardır. Ilya Prigogine de bu kasıtlı kavram kargaflasına baflvurmufl ve içeri do¤ru enerji akıflı sırasında kendi kendine düzenlenen moleküllerin örneklerini, "kendili¤inden organize olma" fleklinde ifade etmifltir. Amerikalı bilim adamları Thaxton, Bradley ve Olsen, The Mystery of Life's Origin (Canlılı¤ın Kökeninin Sırrı) adlı kitaplarında bu durumu afla¤ıdaki gibi açıklarlar: ... Her durumda sıvının içerisindeki moleküllerin rastgele hareketlerinin yerini, anında son derece düzenli bir davranıfl almaktadır. Prigogine, Eigen ve di¤erleri buna benzer bir 'kendi kendine organize olma'nın organik kimyanın esası olabilece¤ini ileri sürerler ve bunun da canlı sistemler için gerekli olan son derece kompleks molekülleri açıklayabilme potansiyeline sahip oldu¤unu iddia ederler. Harun Yahya (Adnan Oktar) Fakat bu paralellikler hayatın kökeni sorusuyla alakasızdır. Bunun ana nedeni, bunların düzen ve kompleksli¤i ayırt etmeyi baflaramamalarıdır.140 Yine aynı bilim adamları, bazı evrimcilerin öne sürdükleri "suyun buz haline gelmesi, biyolojik düzenlili¤in kendili¤inden ortaya çıkabilece¤ine örnektir" fleklindeki mantı¤ın yüzeyselli¤ini ve çarpıklı¤ını flöyle açıklarlar: Suyun kristalize olup buza dönüflmesiyle, basit bir monomerin milyonlarca yıl içinde polimer halinde birleflerek DNA ve protein gibi kompleks moleküllere dönüflmesi arasındaki benzetme sık sık tartıflılmaktadır. Her durumda benzetme açıkça yanlıfltır… Isı alçaltılarak termal etki yeterince küçültüldü¤ünde, atomları birbirine ba¤layan güçler, su moleküllerini düzenli kristalize bir dizilime sokarlar. Amino asit gibi organik monomerler ise herhangi bir ısıda, de¤il düzenli bir organizasyona, birleflmeye dahi tamamen karflı koyarlar.141 Tüm kariyerini termodinami¤i evrim teorisiyle ba¤dafltırmaya adamıfl olan Prigogine dahi, suyun kristalize olmasıyla kompleks biyolojik yapıların ortaya çıkıflı arasında bir benzerlik bulunmadı¤ını kabul etmifltir: Burada belirtilmesi gereken, izole olmayan (açık) bir sistemde, yeterli düflük sıcaklıklarda düzenli ve düflük-entropi içeren yapıların oluflma ihtimalidir. Bu düzenleme prensibi, kristaller gibi düzenli yapıların oluflumundan ve maddenin hal de¤iflimlerinden sorumludur. Maalesef bu prensip, biyolojik yapıların oluflumunu açıklayamaz.142 115 E-COLI BAKTER‹S‹ 117 Evrimciler taraf›ndan evrimi kan›tlamak ve sözde mekanizmalar›n› keflfetmek için örnek olarak seçilen E-coli bakterisi, beklentilerin aksine bir milyar y›ld›r hiçbir de¤iflime u¤ramam›flt›r. E-Col› bakterisi fiimdiye kadar do¤al seleksiyon ve mutasyon mekanizmaları sonucunda evrim geçiren hiçbir canlı yoktur. Buna karflılık evrimci biyologlar kimi zaman "do¤al seleksiyon ve mutasyon mekanizmalarının evrimlefltirici etkisini gözlemleyemiyoruz, çünkü bu mekanizmalar ancak çok uzun zaman içinde etkili olur" gibi bir açıklama öne sürerler. Oysa bu da hiçbir bilimsel temeli olmayan bir avuntudan baflka bir fley de¤ildir. Çünkü meyve sinekleri ya da bakteriler gibi yaflam süreleri çok kısa olan ve dolayısıyla tek bir bilim adamının binlerce neslini gözlemleyebildi¤i canlılarda da hiçbir "evrim" gözlemlenmemektedir. Pierre-Paul Grassé, bakterilerin evrimi geçersiz kılan de¤iflmezli¤i hakkında da flunları söyler: Harun Yahya (Adnan Oktar) Bakteriler... çok sayıda üremeleri nedeniyle, en çok mutant (mutasyon geçirmifl canlı) ortaya çıkaran canlılardır. Ancak bakteriler... kendi türlerine çok büyük bir sadakat gösterirler. Escherichia coli bakterisinin mutantları çok dikkatli bir biçimde incelenmifltir ve bu konuda çok iyi bir örnektir. Okuyucular da kabul edecektir ki, evrimi kanıtlamak ve mekanizmalarını keflfetmek için örnek olarak seçilen bu canlının bir milyar yıldır hiçbir de¤iflime u¤ramamıfl olması son derece flaflırtıcıdır. E¤er evrimsel bir de¤iflim meydana getirmiyorlarsa, bu canlıların geçirdikleri bunca mutasyonun ne anla- E-coli bakterisi 118 ELOLULAVIS mı vardır? Sonuçta, bakterilerin ve virüslerin geçirdikleri mutasyonel de¤iflimlerin, belirli bir genetik ortalamanın etrafında dönüp dolaflan kalıtsal dalgalanmalardan baflka bir fley oluflturmadıkları ortaya çıkmaktadır; biraz sa¤a, biraz sola dalgalanma olmakta, ama nihai bir evrimsel de¤iflim yaflanmamaktadır. Hamamböcekleri de, ilk ortaya çıktıkları Permiyen devrinden bu yana en az Drosophila kadar çok mutasyon geçirmifller, ama hiçbir de¤iflim yaflamamıfllardır.143 Kısacası, canlıların evrim geçirmifl olmaları mümkün de¤ildir, çünkü do¤ada onları evrimlefltirebilecek bir mekanizma yoktur. Nitekim fosil kayıtlarına baktı¤ımızda da, bir evrim süreci ile de¤il, aksine evrime tümüyle ters bir tablo ile karflılaflırız. Elolulav›s Elolulavis, Archæopteryx'le ilgili evrimci iddiaları çürüten ve kufllarla dinozorlar›n aras›nda evrimsel bir ba¤ olmadı¤ını gösteren fosillerden biridir. Archæopteryx'ten 30 milyon yıl daha yafllı olan Elolulavis'in kanat yapısının aynısı, günümüzde yavafl bir flekilde uçan kufllarda görülmektedir. Bu özellik, kuflun manevra kabiliyetini önemli ölçüde artırmakta, kalkarken ve konarken kufla ek kontrol olana¤ı sa¤lamaktadır. Bunun anlamı, Archæopteryx'ten 30 milyon yıl daha yafllı sayılan bir kuflun, çok "profesyonel" bir biçimde uçabildi¤idir.144 Bu bilgi, Archæopteryx veya ona benzeyen di¤er kuflların birer ara geçifl formu olmadıklarını ispatlamıfltır. Eldredge, N›les Ünlü evrimci paleontolog Niles Eldredge, 1970'lerin baflında ortaya çıkan "kesintiye u¤ratılmıfl denge" (punctuated equilibrium) adı verilen neo-Darwinist modelin, di¤er bir deyiflle "sıçramalı evrim" modelinin savunucularının baflında gelir. (bkz. Kesintiye u¤ratılmıfl denge (punctuated equilibrium)) Bu teoriye göre evrim kademeli küçük de¤iflikliklerle de¤il, ani ve büyük de¤iflikliklerle oluflmaktadır. Evrimin temel iddiasına ters düflen böyle bir açıklama yapılmasındaki sebep ise, canlı türlerinin yeryüzü katmanlarında bugünkü mükemmel halleriyle, aniden ortaya çıkmıfl olmalarıdır. Bu yüzden Niles Eldredge, kendisi ile aynı görüflü paylaflan Stephen Jay Gould ile birlikte evrimin kademeli küçük de¤iflikliklerle de¤il, ani ve büyük de¤iflikliklerle olufltu¤u iddiasında bulundular. Bu model de aslında tamamen hayal ürünü bir iddiayı yansıtmaktaydı. Ayrıca bu teori, 1930'larda Avrupalı paleontolog Otto Schindewolf tarafından ortaya atılmıfl olan "Hopeful Monster" (Umulan Canavar) teorisinin de¤iflik bir haliydi. Bu teoriye göre ilk kufl tesadüfen meydana gelen dev de¤ifliklikle bir sürüngen yumurtasından çıkmıfl, bazı kara hayvanları ise geçirdikleri ani ve kapsamlı bir de¤ifliklikle birdenbire dev balinalara dönüflmüfl olabilirlerdi. Bu teori çok kısa zamanda terk edildi. Niles Eldredge ve S. J. Gould da teorilerine "bilimsel" bir kimlik kazandırabilmek için, "ani evrimsel sıçrayıfl"lar Evrim Açmaz› (Ansiklopedik) EMBR‹YOLOJ‹ için bir tür mekanizma gelifltirmeye çalıfltılar. Fakat bu iddiadaki çeliflkiler teorinin sahiplerini de kısa bir zaman içinde düflündürmeye baflladı. Niles Eldredge "canlıların evrimle ilerlemesi" fikrinin mantıksal olarak hatalı oldu¤unu flu ifadelerle dile getiriyordu: Gerçekten de bitki ve hayvan türleri büyü¤e ve komplekse do¤ru geliflerek kendilerini daha iyi ve güzel mi yapmıfl olurlar? E¤er böyleyse sünger gibi basit ve de¤iflmemifl hayat formlarını evrimsel baflarısızlıklar olarak mı kabul etmeliyiz?... "‹lerleme kaçınılmazdır" fleklindeki evrimsel sloganın yerine "neden maymun baflarılı" sloganı konulmalıdır.145 Embriyoloji Canlıların döllenmeyle oluflan zigot evresinden (döllenmifl yumurta halinden) eriflkin bir canlı oluncaya kadar geçirdi¤i geliflim aflamalarını inceleyen bi- lim dalıdır. Fakat embriyoloji kavramı, daha çok hayvan embriyolarının geliflimini inceleyen biyoloji dalı olarak kullanılır. 18. yüzyıla kadar embriyoloji, bilgiden çok spekülasyona dayanıyordu. Bunun nedeni, genetik biliminin henüz keflfedilmemesi ve hücrenin daha tanınmamasıydı. O dönemde genel olarak teori flöyle kabul ediliyordu: Bafllangıçta hayvanın tümü bütün organlarıyla bir minyatür halindeydi ve bunun sadece bir çiçek gibi açılmaya ihtiyacı vardı. Birçok natüralist bu bafllangıç halinin kadının üreme hücresi olan yumurtada bulunması gerekti¤ini savundular. Fakat mikroskobun erkek üreme hücresi olan spermi ortaya çıkarmasından sonra, bir kısım bilim adamları 1677'de dölü spermin taflıdı¤ı hipotezini gelifltirdiler. Çok önceleri Aristo tarafından da ortaya atılan bu teori, bireyin özelleflmifl yapılarının, yumurtada önceden özelleflmemifl olanlardan kademe kademe geliflKatlanmalar Göz Difller Kalp Kol Omurga Besin kesesi Bacak Göbek kordonu SAHTE Ç‹Z‹M DO⁄RU Ç‹Z‹M Üstte, Haeckel'in insan embriyosunun bal›k embriyosuyla benzerlik gösterdi¤ini is patlamak için çizdi¤i sahte resim yer al›yor. Gerçek insan embriyosuyla karfl›laflt›r›ld›¤›nda organlar›n büyük bölümünün kas›tl› olarak ç›kar›lm›fl oldu¤u görülüyor. Harun Yahya (Adnan Oktar) 119 120 EMBR‹YOLOJ‹K EVR‹M Son y›llarda yap›lan gözlemler, farkl› canl›lar›n embriyolar›n›n hiç de Haeckel'in gösterdi¤i gibi b e n z e r o l m a d › k l a r › n › o r t a y a k o y m u fl t u r . Ü s t t e k i m e m e l i , s ü r ü n g e n v e y a r a s a e m b r i y o l a r › aras›ndaki farkl›l›k, bunun aç›k bir örne¤idir. ti¤ini öne sürmekteydi.146 Bundan sonra da embriyoloji alanında yapılan çalıflmalar daha çok evrime delil olarak öne sürüldü. Fakat yapılan çizimlerin ve yorumların bir sahtekarlık oldu¤unun anlaflılması ile günümüzde durum tersine dönmüfltür ve embriyolojik incelemeler de canlıların birbirine uyumlu olarak mükemmel bir sistemle yaratıldıklarını göstermektedir. (bkz. Rekapitülasyon; Embriyolojik evrim) Embriyolojik evrim Embriyolojik geliflme, memeli bir canlının anne karnında gösterdi¤i geliflim sürecini ifade eder. Canlılardaki embriyolojik geliflimin evrimin kanıtı oldu¤u iddiası ise evrimci literatürde "Rekapitülasyon teorisi" olarak adlandırılır. (bkz. Rekapitülasyon teorisi) Bu- gün birtakım evrimci yayınlarda ve bazı ders kitaplarında, çok önceden bilim literatüründen çıkarılmıfl olan "Rekapitülasyon" teorisi, bilimsel bir gerçek gibi gösterilmeye çalıflılmaktadır. Rekapitülasyon terimi, evrimci biyolog Ernst Haeckel'in 19. yüzyılın sonlarında ortaya attı¤ı "Bireyolufl Soyoluflun Tekrarıdır" (Ontogeny Recapitulates Phylogeny) teorisinin kısa bir ifade biçimidir. Embriyolojik rekapitülasyon teorisini ortaya atan Ernst Haeckel, hayali teorisini desteklemek için çizim sahtekarlıklarına baflvurmufltur. (bkz. Haeckel, Ernst) Kendilerini evrim teorisini savunmaya flartlandırmıfl olan bir kısım çevreler ise bu sahte çizimleri öne sürerek "embriyolojik evrim" oldu¤u izlenimi vermeye çalıflırlar. Haeckel tarafından öne sürülen bu teoriye göre, canlı embriyoları geliflim süreçleri sırasında, canlılardaki evrimsel Evrim Açmaz› (Ansiklopedik) EMBR‹YOLOJ‹K REKAP‹TÜLASYON süreci tekrarlıyorlardı. Örne¤in insan embriyosu, anne karnındaki geliflimi sırasında önce balık sonra sürüngen özellikleri gösteriyor, en son olarak da insana dönüflüyordu. Oysa ilerleyen yıllarda bu teorinin tamamen hayal ürünü bir senaryo oldu¤u ortaya çıkmıfltır. ‹nsan embriyosunun ilk dönemlerinde ortaya çıktı¤ı iddia edilen sözde "solungaçların", gerçekte insanın orta kulak kanalının, paratiroidlerinin ve timüs bezlerinin bafllangıcı oldu¤u anlaflılmıfltır. Embriyonun "yumurta sarısı kesesi"ne benzetilen kısmının da gerçekte bebek için kan üreten bir kese oldu¤u ortaya çıkmıfltır. Haeckel'in ve onu izleyenlerin "kuyruk" olarak tanımladıkları kısım ise, insanın omurga kemi¤idir ve sadece bacaklardan daha önce ortaya çıktı¤ı için "kuyruk" gibi gözükmektedir. Bunlar bilim dünyasında herkesin bildi¤i gerçeklerdir. Evrimciler de bunu kabul ederler. Neo-Darwinizm'in kurucularından George Gaylord Simpson, "Haeckel evrimsel geliflimi yanlıfl bir flekilde ortaya koydu. Bugün canlıların embriyolojik geliflimlerinin geçmifllerini yansıtmadı¤ı artık kesin olarak biliniyor" diye yazmaktadır.147 Konunun daha da ilginç bir baflka yönü ise, Ernst Haeckel'in ortaya attı¤ı Rekapitülasyon teorisini desteklemek için yaptı¤ı çizim sahtekarlıkları hakkında flunları söylemesidir: Bu yaptı¤ım sahtekarlık itirafından sonra kendimi ayıplanmıfl ve kınanmıfl olarak görmem gerekir. Fakat benim avuntum Harun Yahya (Adnan Oktar) fludur ki; suçlu durumda yan yana bulundu¤umuz yüzlerce arkadafl, birçok güvenilir gözlemci ve ünlü biyolog vardır ki, onların çıkardıkları en iyi biyoloji kitaplarında, tezlerinde ve dergilerinde benim derecemde yapılmıfl sahtekarlıklar, kesin olmayan bilgiler, az çok tahrif edilmifl flematize edilip yeniden düzenlenmifl flekiller bulunuyor.148 Embriyolojik Rekapitülasyon (bkz. Bireyolufl Soyoluflun Tekrarıdır teorisi) Endosimbiosis Tezi Bu tez, 1970 yılında Lynn Margulis tarafından ortaya atılmıfltır. Margulis, bakteri hücrelerinin ortak ve asalak yaflamları sonucunda bitki ve hayvan hücrelerine dönüfltüklerini iddia etmifltir. Bu teze göre bitki hücreleri, bir bakteri hücresinin bir baflka fotosentetik bakteriyi yutmasıyla ortaya çıkmıfltır. Fotosentetik bakteri ana hücrenin içerisinde sözde evrimleflerek kloroplast haline gelmifltir. Son olarak ana hücrede, her nasıl olduysa, çekirdek, golgi cisimci¤i, endoplazmik retikulum ve ribozomlar gibi son derece kompleks yapılara sahip organeller evrimleflmifltir. Böylece bitki hücreleri oluflmufltur. Bu tez, hayal ürünü olan bir senaryodan baflka bir fley de¤ildir. Nitekim, konu hakkında otorite sayılan pek çok bilim adamı tarafından da çok yönlü ola- 121 122 ENDOS‹MB‹OS‹S TEZ‹ rak elefltirilmifltir: Bu bilim adamlarına örnek olarak D. Lloyd149, Gray ve Doolittle150, Raff ve Mahler verilebilir. Endosimbiosis tezinin dayandırıldı¤ı özellik, hücre içerisindeki kloroplastların ana hücredeki DNA'dan ayrı olarak kendi DNA'larını içermesidir. Bu özellikten yola çıkarak bir zamanlar mitokondri ve kloroplastların ba¤ımsız hücreler oldukları ileri sürülür. Ne var ki kloroplastlar detaylı olarak incelendi¤inde, bu iddianın tutarsızlı¤ı ortaya çıkmaktadır. Endosimbiosis tezini geçersiz kılan noktalar flunlardır: 1) E¤er kloroplastlar iddia edildi¤i gibi geçmiflte ba¤ımsız hücreler iken büyük bir hücre tarafından yutulmufl olsalardı, bunun tek bir sonucu olurdu; o da, bunların ana hücre tarafından sindirilmesi ve besin olarak kullanılmasıdır. Çünkü söz konusu ana hücrenin dıflarıdan besin yerine yanlıfllıkla bu hücreleri aldı¤ını varsaysak bile, ana hücre sindirim enzimleriyle bu hücreleri sindirirdi. Tabii bu durumu bazı evrimciler "sindirim enzimleri yok olmufltu" diyerek geçifltirebilirler. Ama bu, açık bir çeliflkidir. Çünkü e¤er sindirim enzimleri yok olmufl olsaydı, bu kez ana hücrenin beslenemedi¤i için ölmesi gerekirdi. 2) Yine, tüm imkansızl›kların gerçekleflti¤ini ve kloroplastın atası oldu¤u iddia edilen hücrelerin, ana hücre tarafından yutuldu¤unu varsayalım. Bu kez karflımıza baflka bir problem çıkar: Hücre içerisindeki bütün organellerin planı DNA'da flifre olarak bulunmaktadır. E¤er ana hücre yuttu¤u di¤er hücreleri organel olarak kullanacaksa, onlara ait bilgiyi de DNA'sında flifre olarak önceden bulunduruyor olması gerekirdi. Hatta yutulan hücrelerin DNA'ları da ana hücreye ait bilgilere sahip olmalıydı. Böyle bir fley ise elbette imkansızdır; hiçbir canlı kendisinde bulunmayan bir organın genetik bilgisini taflımaz. Ana hücrenin DNA'sıyla, yutulan hücrelerin DNA'larının birbirlerine sonradan "uyum sa¤lamaları" da mümkün de¤ildir. 3) Hücre içinde çok büyük bir uyum vardır. Kloroplastlar ait oldukları hücreden ba¤ımsız hareket etmez. Kloroplastlar protein sentezlemede ana DNA'ya ba¤ımlı olmalarının yanında ço¤alma kararını da kendileri almaz. Bir hücrede bulunan kloroplastlar›n ve mitokondrilerin sayıları birden fazladır. Tıpkı di¤er organellerin yaptı¤ı gibi bunların sayıları hücrenin aktivitesine göre artar ya da azalır. Bu organellerin kendi bünyelerinde ayrıca bir DNA bulunmasının özellikle ço¤almalarında çok büyük faydası vardır. Hücre bölünürken, çok sayıdaki kloroplast da ayrıca ikiye bölünerek sayılarını 2'ye katladıkları için, hücre bölünmesi daha kısa sürede ve seri olarak gerçekleflir. 4) Kloroplastlar bitki hücresi için son derece hayati önemi olan güç jeneratörleridir. E¤er bu organeller enerji üretemezlerse, hücrenin pek çok fonksiyonu iflleyemez. Bu da canlının yaflayamaması demektir. Hücre için bu derece önemli olan bu fonksiyonlar kloroplastlarda sen- Evrim Açmaz› (Ansiklopedik) ENDÜSTR‹ MELAN‹ZM‹ tezlenen proteinlerle gerçeklefltirilir. Ancak kloroplastların bu proteinleri sentezlemek için kendi DNA'ları yeterli de¤ildir. Proteinlerin büyük ço¤unlu¤u hücredeki ana DNA kullanılarak sentezlenir.151 Böyle bir uyumun deneme-yanılma metoduyla elde edilmesi ise kesinlikle imkansızdır. Bir DNA molekülünün üzerinde meydana gelebilecek herhangi bir de¤ifliklik kesinlikle canlıya yeni bir özellik kazandırmaz, aksine sonuç zararlı olur. Mahlon B. Hoagland, "Hayatın Kökleri" adlı kitabında bu durumu flu sözleriyle açıklamaktadır: Hatırlayacaksınız, hemen hemen her zaman bir organizmanın DNA'sında bir de¤iflikli¤in olması onun için zararlıdır; baflka bir deyiflle yaflamını sürdürebilme kapasitesinde azalmaya yol açar. Bir benzetme yapalım: Shakespeare'in oyunlarına rastgele eklenen cümlelerin onları daha iyi yapması pek olası de¤ildir... Temelinde DNA de¤ifliklikleri ister mutasyonla, ister bizim dıflarıdan bilerek ekledi¤imiz yabancı genlerle olsun, yaflamı sürdürebilme ihtimali azaltma özelliklerinden dolayı zararlıdır.152 Evrimcilerin öne sürdükleri iddialar bilimsel deneylere ve bu deneylerin sonuçlarına dayanılarak ortaya atılmamıfltır. Çünkü bir bakterinin baflka bir bakteriyi yutması gibi bir olgu hiçbir flekilde gözlenmemifltir. Moleküler biyolog Whitfield, bu durumu flöyle ifade etmektedir: Prokaryotik endosimbiosis (yutma) belki de tüm endosimbiotik teorinin dayandı¤ı hücresel mekanizmadır. E¤er bir prokar- Harun Yahya (Adnan Oktar) yot bir di¤erini içine alamaz ise, endosimbiosisin nasıl kuruldu¤unu tahmin etmek güçtür. Maalasef, endosimbiosis teorisi için hiçbir modern örnek yoktur.153 Amerikalı biyolog L. R. Croft ise bu konuda flu yorumu yapar: Bir bakterinin baflka bir bakteriyi yutması hiçbir flekilde gözlemlenmemiflken, böyle bir iddiada bulunmak hiçbir flekilde bilimsel de¤ildir. Kaldı ki kloroplast, ribozom, mitokondri, lizozom gibi organeller hücre dıflına alınarak birbirlerinden ayrıldıklarında yaflayamamaktadır.154 Endüstri melanizmi 18. ve 19. yüzyıllarda önce ‹ngiltere'de daha sonra da di¤er Batı Avrupa ülkeleri ve Amerika'da endüstri alanında büyük bir de¤iflim yaflandı. Özellikle ‹ngiltere'de yaflanan endüstri devrimi sonrasındaki hava kirlili¤i sebebiyle bir kısım canlı popülasyonlarında renk farklılıkları gözlenmiflti. Endüstri melanizmi de buradan yola çıkarak hayvanların daha iyi kamufle olmalarını sa¤layan renk de¤iflikliklerini ifade etmektedir. Evrimciler, hayvanlarda görülen bu renk farklılıklarını "ortam flartlarının ve do¤al seleksiyonun neden oldu¤u evrim" olayı olarak açıklamaya çalıflırlar. Gerçekte bu durum, gözlemlerin tamamen yanlıfl yorumlanmasından kaynaklanmaktadır. Bu durum bir evrimci kaynakta flöyle ifade edilir: Bu yönlendirilmifl seçime ça¤ımızdaki en çarpıcı örnek, Oxford Üniversitesi'nden 123 124 ENDÜSTR‹ MELAN‹ZM‹ FORD ve KETTLEWEL adlı iki arafltırmacının gösterdi¤i koruma renklerinin evrimidir. ‹ngiltere'nin çok sayıda fabrika bacası bulunan bölgelerinde yaflayan bir çeflit kelebe¤in di¤er bölgelerdekine göre daha koyu renkli oldu¤unu bulmufllardır. Bu bölgelerden daha önce toplanan (sanayileflme ça¤ından önce) örneklerin açık renkli oldu¤u koleksiyonlardan bilinmektedir. Açık olanlar sanayi bölgelerinin dıflında a¤açların gövdelerinin dıflında bulunan beyaz ve açık renkli likenlerin üzerinde yafladıkları için çevreye iyi bir uyum yapmıfllar ve bunları avlayan kuflların bakıfllarından kurtulmufl- lardır. Sanayileflmifl bölgelerde, bacalardan çıkan kurum, bu likenleri koyulafltırdı¤ı için beyaz renkli kelebekler belirgin olarak görünmeye bafllamıfllardır. Buna karflın, koyu renkliler daha iyi uyum yapmıfllardır. Kufllar, beyaz renkli olanları avladıkları için, koyu renkli olanlar yaflam üstünlü¤ü kazanmaya bafllamıfl ve bunların içerdikleri genotip, popülasyonda artmaya bafllamıfltır. Bugün ‹ngiltere'de hava kirlili¤i temizlenmifl olan bölgelerde beyaz formların tekrar baflat duruma geçti¤i görülmektedir.155 Burada dikkat edilmesi gereken nokta, ‹ngiltere'deki endüstri devriminin Do¤al seleksiyon ile do¤ada var olmayan bir canl› türü ortaya ç›kamaz, do¤al seleksiyon vas›tas›yla sadece canl› türlerindeki sakat ya da zay›f olan bireyler ay›klan›r. Sanayi devrimi kelebeklerinin durumu bu konuda iyi bir örnektir. Sanayi devrimi ile birlikte a¤açla r›n renkleri koyulaflm›flt›r. Dolay›s›yla bu a¤açlarda yaflayan kelebeklerden aç›k renkli olanlar kufllar için daha kolay görünür hale gelmifl ve say›lar› azalm›flt›r. Koyu renkliler ise say›ca art›fl göstermifllerdir. Elbette ki bu bir evrim de¤ildir. Yeni bir tür oluflmam›fl, sadece kelebeklerin nüfus oran› de¤iflmifltir. Evrim Açmaz› (Ansiklopedik) ENDÜSTR‹ MELAN‹ZM‹ 125 bafllamasından önce yakalanmıfl bir "siyah" renkli kelebek çeflidinin önceden de bulunmasıdır. Endüstri devriminden yıllarca önce de ‹ngiltere'de bu kelebek türü zaten mevcuttur. Hava kirlili¤inin meydana getirdi¤i de¤iflme daha önce fazla miktarda mevcut beyaz formun düflmanları tarafından görülme ihtimalini artırmıfltır. Sonuçta bu formda bir azalma, renkli olanlarda ise artma meydana geldi. (Bkz. Sanayi devrimi kelebekleri) Açıkça anlaflılmaktadır ki bu de¤ifliklik kelebe¤in renginde de¤il, sayısındadır Bu durum ise hiçbir zaman evrime delil olarak öne sürülemez. Zaten türlerin orijinal olarak yaratılıflını savunanlar bunu kabul et‹ngiltere'deki endüstri devrimi kelebekleri örne¤i, do¤al seleksiyonla evrimleflmenin en önemli delili mektedirler. Üstelik de¤iflme renk olarak gösterilir. Oysa ortada hiçbir flekilde evrim üzerinde (mutasyon) bile olsa, yine leflme yoktur. Çünkü yeni bir kelebek türü ortaya evrime delil olarak gösterilemez. ç›kmam›flt›r. Üstte soldaki resimde endüstri devri mi öncesi, sa¤da ise endüstri devrimi sonras› Çünkü kelebek yine kelebek olarak a¤açlar ve üzerindeki kelebekler görülmektedir. kalmakta, baflka bir türe dönüflmemektedir. Evrim için gereken fley, bir türün di¤er bir türe de¤iflti¤ini bilimcanlıyı, varlı¤ını sürdürece¤i sistem ile sel olarak ispat etmektir. Bu ise, bir ev- yaratmıfltır. Organizmanın genetik sisterim de¤il, tam aksine normal bir varyas- mi, özelliklerini (belirli sınırlarda) çevyondur. Do¤al seleksiyon yalnızca çevre redeki de¤iflmelere göre ayarlama fonkde¤iflmeleri sonucunda canlı türlerini siyonuna da sahip olabilmektedir. Aksi yok olmaktan korumaya vesile olan bir takdirde, iklim, besin kayna¤ı gibi fleymekanizmadır. (bkz. Varyasyon) lerde küçük bir de¤iflme o canlının sonu Varyasyon ve do¤al seleksiyon olay- olabilir. ları, Darwin'in düflündü¤ü tarzda evrimi Sonuç olarak çevrenin ve iklimin ani aç›klamamakta, aksine yaratılıflın öngör- de¤iflmesi vb. nedenlerle nesli tükenmifl dü¤ü ve ifllemekte olan bir korunma canlılara rastlamak mümkündür. (Maprensibine harikulade bir örnek olmakta- mutlar, dinozorlar, uçan sürüngenler, dır. Di¤er bir deyiflle, Allah her çeflit diflli kufllar gibi.) Bu türler çevre flartları- Harun Yahya (Adnan Oktar) 126 ENTROP‹ KANUNU nın türün yaratılıflında sahip oldu¤u genetik potansiyel sınırının dıflına çıkması üzerine ortama uyamayıp yok olmufllardır. Fakat bunların bir baflka türe dönüfltüklerine dair hiçbir bilimsel delil bulunmamaktadır. Entropi Kanunu (bkz. Termodinami¤in ‹kinci Kanunu) Eoh›ppus Evrimciler, at fosillerini küçükten büyü¤e do¤ru dizerek sıralamalar oluflturmufllardır. Atın sözde evrimi ile ilgili öne sürülen bu soya¤açları hakkında evrimciler arasında bir görüfl birli¤i yoktur. Tek ortak nokta, 55 milyon yıl önceki Eosen devrinde yaflamıfl Eohippus (Hyracotherium) adlı köpek benzeri bir canlının, atın ilk atası oldu¤una inanılmasıdır. Oysa atın milyonlarca yıl önce yok olmufl atası olarak sunulan Eohippus, halen Afrika'da yaflayan ve atla hiçbir ilgisi ve benzerli¤i olmayan Hyrax isimli hayvanın hemen hemen aynısıdır.156 Atın evrimi iddiasının tutarsızlı¤ı, her geçen gün ortaya çıkan yeni fosil bulgularıyla daha açık olarak anlaflılmaktadır. Eohippus ile aynı katmanda günümüzde yaflayan at cinslerinin de (Equus nevadensis ve Equus occidentalis) fosillerinin bulundu¤u tespit edilmifltir.157 Bu, günümüzdeki at ile onun söz- de atasının aynı zamanda yafladı¤ını göstermektedir ki, atın evrimi denen sürecin hiçbir zaman yaflanmadı¤ının kanıtıdır. Evrimci yazar Gordon R. Taylor, Darwinizm'in açıklayamadı¤ı konuları ele alan The Great Evolution Mystery (Evrimin Büyük S›rr›) adlı kitabında at serileri efsanesinin aslını flöyle anlatır: Darwinizm'in belki de en ciddi zaafiyeti, paleontologların büyük evrimsel de¤ifliklikleri gösterecek olan akrabalık iliflkilerini ve canlı sıralamalarını ortaya koyamamalarıdır... At serisi genellikle bu konuda çözüme kavuflturulmufl olan yegane örnek gibi gösterilir. Ama gerçek fludur ki, Eohippus'tan Equus'a kadar uzanan sıralama çok tutarsızdır. Bu sıralamanın, giderek artan bir vücut büyüklü¤ünü gösterdi¤i iddia edilir, ama aslında sıralamanın ileriki aflamalarına konan canlıların bazıları (sıralamanın en baflında yer alan) Eohippus'tan daha büyük de¤il, daha küçüktürler. Farklı kaynaklardan gelen türlerin biraraya getirilip ikna edici bir görüntüye sahip olan bir sıralamada arka arkaya dizilmeleri mümkündür, ama tarihte gerçekten bu sıralama içinde birbirlerine izlediklerini gösteren hiçbir kanıt yoktur.158 Tüm bu gerçekler, evrimin en sa¤lam delillerinden birisi olarak sunulan atın evrimi flemalarının hiçbir geçerlili¤i olmayan hayali sıralamalar olduklarını ortaya koymaktadır. Di¤er türler gibi atlar da, evrimsel bir ataya sahip olmadan var olmufllardır. (bkz. Atın kökeni) Evrim Açmaz› (Ansiklopedik) EOHIPPUS At›n sözde atas› oldu¤u iddia edilen Eohippus ile ayn› katmanda günümüzde yaflayan at cinslerinin de fosilleri bulunmufltur. Harun Yahya (Adnan Oktar) 127 128 EUSTHENOPTERON FOORDI Eusthenopteron foord› Cœlacanth balı¤ının canlısının yakalanmasıyla bunun bir ara geçifl formu olmadı¤ını gören evrimciler, bu sefer Eusthenopteron foordi balı¤ını ara geçifl formu olarak tanıttılar. (bkz. Cœlacanth) Evrimciler, kuyruklu su kurba¤asının Eusthenopteron foordi'den türedi¤ini öne sürmüfllerdir. Fakat Eusthenopteronlar ile kuyruklu su kurba¤ası arasındaki anatomik karflılafltırmalar, bunların aralarında derin farklılıklar oldu¤unu göstermifltir. Bu da, bu iki tür arasında bir ara geçifl formu daha bulunmasını gerektirmifltir. Ama bir balık olan Eusthenopteron ile kuyruklu su kurba¤ası Icthyostega arasındaki bu teorik ara geçifl formuna dair hiçbir iskelet bulunamamıfltır. Eusthenopteron normal bir balıktır ve kuyruklu su kurba¤asına birçok yönden benzemez. Maria Genevieve Lavanant, Eusthenopteron'un bu özelli¤ine Geç Devonyen devre ait Kanada'da bulunan bir Eusthenopteron foordi fosili. flöyle de¤inir: Yakın bir geçmiflte tartıflma yeniden açıldı. Yüzgeçlerin daha ayrıntılı incelenmesi, Eusthenopteron'un yüzgeçlerinin, bütün balıklarda bulunan yüzgecin bir benzeri oldu¤unu ortaya koydu.159 Evrim mekanizmalar› Bugün evrim teorisi olarak tanımladı¤ımız neo-Darwinist model, evrimi gerçeklefltiren iki temel mekanizma öne sürer: "Do¤al seleksiyon" ve "mutasyon". Teorinin temel iddiasına göre; do- Kurba¤alar›n kökeninde de bir "evrim" süreci yoktur. Bilinen en eski kurba¤alar, bal›klardan tamamen farkl› ve kendile rine has yap›lar›yla ortaya ç›km›flt›r. Dominik Cumhuriyeti'nde bulunan yandaki amber içindeki kurba¤a fosili ile yaflayan örnekleri aras›nda fark yoktur. EVR‹MSEL SOYA⁄ACI ¤al seleksiyon ve mutasyon birbirlerini tamamlayan iki mekanizmadır. Evrimsel de¤iflikliklerin kayna¤ı da, canlıların genetik yapısında meydana gelen rastgele mutasyonlardır. Yine teorinin iddias›na göre mutasyonların sebep oldu¤u özellikler, do¤al seleksiyon mekanizması aracılı¤ıyla seçilir ve böylece canlılar evrimleflirler. Ancak öne sürülen bu mekanizmaların gerçekte hiçbir evrimlefltirici gücü yoktur ve evrimcilerin iddia etti¤i gibi yeni bir tür oluflturmaları da söz konusu de¤ildir. (bkz. Do¤al seleksiyon; Mutasyon) Evrimsel soya¤ac› (bkz. Hayat a¤acı; ‹nsanın Hayali Soya¤acı) Evrim teorisi Pek çok insan evrim teorisini, Charles Darwin tarafından ortaya atılan, sa¤lam bilimsel delillere, gözlemlere ve deneylere dayalı bir teori zanneder. Oysa evrim teorisinin ilk fikir babası Darwin olmadı¤ı gibi, teorinin kayna¤ı da bilimsel deliller de¤ildir. Mezopotamya'da putperest dinlerin hakimiyetinin bulundu¤u bir dönemde, canlılı¤ın ve evrenin kökeni hakkında birçok batıl inanç ve efsane yaygındı; bunlardan biri de "evrim" inancıydı. Sümerler'den kalan Enuma-‹lifl adlı yazıtta anlatıldı¤ına göre, ilk baflta bir su karmaflası vardı ve bu su karmaflasının içerisinden birdenbire Lahau ve Lahamu Harun Yahya (Adnan Oktar) adlı tanrılar ortaya çıkmıfltı. Bu batıl inanıfla göre, ibadet edilen bu putlar ilk önce kendi kendilerini var etmifller, daha sonra da evrimleflerek di¤er maddeleri ve canlıları oluflturmufllardı. Yani Sümer efsanelerine göre canlılık, cansız su kaosundan birdenbire oluflmufl ve evrimleflerek geliflmiflti. Evrim efsanesi, daha sonra bir baflka putperest medeniyet olan Eski Yunan'da hayat sahası buldu. Eski Yunan'ın materyalist filozofları, maddeyi yegane varlık sayıyorlardı. Sümerler'den miras kalan evrim efsanesine ise, canlıların nasıl olufltu¤unu açıklamak niyetiyle baflvurdular. Böylece materyalist felsefe ve evrim efsanesi Eski Yunan'da birleflti, oradan da Roma kültürüne taflındı. Evrim teorisinin savundu¤u bütün canlıların ortak bir ataya sahip oldukları düflüncesini, Fransız biyolog Comte de Buffon, 18. yüzyılın ortasında ileri sürdü. (bkz. Buffon Comte de) Charles Darwin'in büyükbabası Erasmus Darwin Buffon'un ortaya attı¤ı fikri gelifltirdi ve bugün "evrim teorisi" dedi¤imiz düflüncenin ilk temel önermelerini ortaya koydu. (bkz. Darwin, Erasmus) Erasmus Darwin'den sonra Fransız do¤a bilimci Jean Baptiste Lamarck, 19. yüzyılın baflında ilk kapsamlı evrim teorisini ortaya attı. (bkz. Lamarck, Jean Baptiste) Lamarck, evrimin mekanizmasını "kazanılan özelliklerin nesilden nesle aktarılması" olarak açıklıyordu. Buna göre canlıların yaflamları sırasında u¤radıkları de¤ifliklikler kalıcıydı ve yeni nesillere kalıtsal olarak aktarılabiliyordu. 129 130 EVR‹MSEL BOfiLUK Eski Yunan materyalist filozoflar›ndan Demokritos da günümüz materyalistleri gibi, maddenin ezeli oldu¤unu ve maddeden baflka bir varl›k bulunmad›¤› yan›lg›s›na sahipti. Lamarck'ın teorisi ortaya atıldı¤ı dönemde büyük sükse yapmıfltı, ama sonraları popülaritesini hızla yitirdi. Lamarck'ın teorileri hakkında haklı kuflkulara sahip olanlar arafltırmalara bafllamıfllardı. 1870 yılında ‹ngiliz biyolog Weismann, yaflam sırasında kazanılmıfl olan özelliklerin bir sonraki nesle aktarılmasının imkansız oldu¤unu ve böylece Lamarck'ın teorisinin yanlıfl oldu¤unu ispatladı. Bu nedenle, bugün evrim teorisi olarak bizlere ve tüm dünyaya empoze edilen ö¤reti, kendini Lamarck'a dayandırmaz. Bugün tüm dünyada evrim teorisi olarak bilinen Darwinizm'in do¤uflu, Charles Darwin'in 1859'da yayınladı¤ı The Origin of Species by Means of Natural Selection or the Preservation of Favored Races in the Struggle for Life (Türlerin Kökeni, Do¤al Seleksiyon veya Yaflam Mücadelesinde Kayırılmıfl Irkların Korunması Yoluyla) isimli kitapla olmufltur. Darwin, Lamarck'ın teorisindeki baz› açık mantık hatalarını elemifl ve canlıların evrimini kalıtsal olarak açıklamak yerine "do¤al seleksiyon" tezini ortaya atmıfltır. Evrim teorisi canlıların yarat›lm›fl olduklar› gerçe¤ini reddeder, do¤al süreçlerin ve rastlantısal etkilerin ürünü olduklarını savunur. Bu teoriye göre bütün canlılar birbirlerinden türemifllerdir. Önceden var olan bir canlı türü, zamanla bir di¤erine dönüflmüfl ve bütün türler bu flekilde ortaya çıkmıfllardır. Dönüflüm yüz milyonlarca senelik uzun bir zaman dilimini kapsamıfl ve kademe kademe ilerlemifltir. Yaklaflık bir buçuk yüzyıldır kabul gören teori, bugün paleontoloji, biyokimya, anatomi, biyofizik, genetik gibi pek çok ana bilim dalında yapılan çalıflmaların sonuçlarıyla çeliflmektedir. Evrimsel boflluk Evrim teorisinin hiçbir bilimsel da- Evrim Açmaz› (Ansiklopedik) EVR‹MSEL HÜMAN‹ZM yana¤ı olmadı¤ı halde, dünyanın dört bir yanında insanların ço¤u evrimi bilimsel bir gerçek sanırlar. Bu yanılgının en büyük nedeni, medyanın evrim konusunda yaptı¤ı sistemli telkin ve propagandadır. Medya devlerinin yaptıkları söz konusu haberlerde, evrim teorisi bilinen herhangi bir matematik kanunu kadar kesin bir gerçekmifl gibi bir üslup kullanılır. Bunun en klasik örne¤i ise bulunan fosil kalıntıları hakkında yapılır. Örne¤in "Time dergisinin haberine göre, evrim zincirindeki bofllu¤u tamamlayan çok önemli bir fosil bulundu" ya da "Nature'ın haberine göre, bilim adamları evrimin açıkta kalan son noktalarını da aydınlattılar" gibi cümleler büyük puntolarla basılır. Oysa ortada ispatlanmıfl olan hiçbir fley yoktur ki, "evrim zincirinin son eksik halkası" bulunmufl olsun. Delil olarak öne sürülenlerin tümü ise sahte delillerdir. Öte yandan fosil kayıtlarında canlıların eksiksiz hallerine ait milyonlarca fosil olmasına ra¤men, evrimsel bir geliflimi do¤rulayacak hiçbir ara geçifl formu fosili bulunmamaktadır. Amerikalı paleontolog R. Wesson da, 1991'de yayınlanan Beyond Natural Selection (Do¤al Seleksiyonun Ötesinde) adlı kitabında "fosil kayıtlarındaki bofllukların gerçek ve olgusal" olduklarını flöyle açıklamaktadır: Ne var ki, fosil kayıtlarındaki boflluklar gerçektir. Herhangi bir (evrimsel) soyoluflumunu gösterecek kayıtların yoklu¤u, son derece olgusaldır. Türler genellikle Harun Yahya (Adnan Oktar) çok uzun zaman dilimleri boyunca sabit kalırlar. Türler ve özellikle cinsler hiçbir zaman yeni bir türe ya da cinse do¤ru evrim göstermezler. Bunun yerine, bir tür ya da cinsin bir di¤eriyle yer de¤ifltirdi¤i gözlenir. De¤iflim ise ço¤unlukla anidir.160 Bu durum, evrim teorisinin 140 yıldır öne sürdü¤ü "ara form fosilleri bulunmufl de¤il, ama ileride bulunabilir" argümanının artık geçerli olmadı¤ını göstermektedir. Fosil kayıtları canlılı¤ın kökenini anlamak için yeterince zengindir ve karflımıza somut bir tablo çıkarmaktadır: Farklı canlı türleri, aralarında evrimsel "geçifl formları" olmadan, yeryüzünde bir anda ve farklı yapılarıyla, ayrı ayrı ortaya çıkmıfllardır. Evrimsel hümanizm Darwin'in en önde gelen savunucularından biri olan Julian Huxley, onun gelifltirdi¤i biyolojik argümanı felsefi bir zemine oturtmak için çalıflmıfltır. Ulafltı¤ı nokta ise, "evrimsel hümanizm" adı altında yeni bir din kurmak olmufltur. Bu dinin amacı "yeryüzündeki evrimsel sürecin maksimum sonuca varmasını sa¤lamak" olacaktı. Bu, yalnızca güçlü organizmaların daha çok yaflamasına ve daha çok üremelerine çalıflmakla sınırlı de¤ildi. Ayrıca, insano¤lunun "kendinden kaynaklanan yetenekleri"nin "en üst düzeyde gerçeklefltirilmesi" öngörülüyordu. Bir baflka deyiflle, insano¤lunun bugün içinde bulundu¤u fiziksel 131 132 EVR‹MSEL PAGAN‹ZM ve zihinsel aflamadan "daha ileri aflamalara" sıçraması için çaba gösterilecekti. "Hümanizm" teriminin tam tarifi ise, Huxley tarafından flöyle yapılıyordu: yine de temel düflünceden vazgeçilmiyordu: ‹nsan artık kendi evrimini yönetebilirdi ve bunu da bilimle yapacaktı. fiöyle deniyordu: Ben "hümanist" kelimesini kullanırken, insanın, aynı bir bitki ya da hayvan gibi do¤al bir varlık oldu¤unu kastediyorum. Yani insanın bedeni, zihni ve ruhu do¤a üstü bir güç tarafından yaratılmamıfl, aksine evrim süreci sonunda oluflmufltur. Dolayısıyla insan, herhangi bir do¤a üstü gücün kontrolü ya da yol göstericili¤ine de¤il, sadece kendi varlı¤ına ve kendi gücüne inanmalıdır.161 Bilimi akıllıca kullanarak, içinde yafladı¤ımız çevreyi kontrol edebiliriz, fakirli¤i yenebilir, hastalıkları ortadan kaldırabilir, yaflam süremizi uzatabilir, davranıfllarımızı belirgin bir biçimde de¤ifltirebiliriz. Böylece insano¤lunun evrim sürecini yönlendirebilir, yeni güç kaynakları oluflturabilir ve insanlı¤ın daha özgür ve anlamlı bir yaflama kavuflması için gerekli fırsatları yaratabiliriz.162 Huxley'in ortaya attı¤ı ve insano¤lunun "kutsal" amacının kendi evrimini hızlandırmak oldu¤unu öne süren bu düflünceler, John Dewey adlı Amerikalı filozofu derinden etkiledi. Dewey bu çizgiyi gelifltirerek 1933 yılında "Dini Hümanizm" akımını bafllattı ve ünlü Hümanist Manifesto'yu yayınladı. Manifesto'da vurgulanan temel düflünce, geleneksel "Teistik" (‹lahi) dinlerin ortadan kaldırılmasının zamanının artık geldi¤i ve bunların yerine, insano¤lunun bilimsel ilerleme ve sosyal iflbirli¤ine dayalı yeni bir ça¤a girmek üzere oldu¤uydu. II. Dünya Savaflı'nda "bilimsel ilerleme" sonucunda öldürülen 50 milyon insan, Hümanist Manifesto'da öngörülen optimizmi derinden sarstı. Benzeri darbelerin ardından Dewey'in yolunu izleyenler onun görüfllerini bir parça revize etmek zorunda kaldılar ve 1973 yılında II. Hümanist Manifesto'yu yayınladılar. Bu mesajda "bilimin bazen insanlı¤a zarar da verebilece¤i" kabul ediliyor, ama Aslında her evrimci tarafından bilinçli ya da bilinçsiz olarak benimsenen bu fikirler, "evrim dini"nin temel inanıfllarını ortaya koymaktadır. Önce hayali bir evrim süreci kurgulanmakta ve bu sürecin herfleyi var eden "yaratıcı" oldu¤u varsayılmakta, sonra bu sürecin insanı kurtulufla ulafltıraca¤ı düflünülmekte ve en sonunda insano¤lunun "kutsal" amacının da bu sürece hizmet etmek oldu¤una inanılmaktadır. Kısacası, evrim, hem Yaratıcı, hem kurtarıcı, hem de kutsal bir amaçtır. Bir baflka deyiflle kendisine tapınılan bir ilahtır. Evrimsel paganizm ‹nsanların bir kısmı, kendilerine Allah'›n vahyetmifl oldu¤u ‹lahi dinlere inanırlar. Di¤erleri ise kendi kendilerine ürettikleri ya da içinde yafladıkları toplum tarafından üretilmifl olan dinlere ba¤lanırlar; kimisi totemlere tapınır, kimisi Günefl'e ibadet eder, kimisi "uzaylı- Evrim Açmaz› (Ansiklopedik) EVR‹MSEL PAGAN‹ZM lar"a yakarır. Bu ikinci grup, Allah'a ortak koflan kimselerdir ve Batı literatüründe "pagan" olarak isimlendirilirler. Evrimciler de, evrim teorisini -ve aslında genel olarak bilim kavramını- bir din olarak benimserler. Bu kimseler kendi dinlerinin do¤rulu¤unu somut verilerle ispat edilmifl "bilimsel bir gerçek"mifl gibi telkin etmektedirler. Ve kendilerini dinler üstü somut bir gerçe¤in temsilcisi saymaktadırlar. Evrimci paganların bu aldatıcı iddiaları, onları di¤er dinlerin üzerinde hayali bir konuma yerlefltirmektedir. Buna göre, di¤er dinler "subjektif inançlar"dır, ama evrim "objektif gerçek"tir. Bu aldatmacanın verdi¤i sahte otoriteyi kullanarak da, di¤er dinleri kendilerine tabi olmaya ça¤ırmaktadırlar. Evrimci bir argümana göre, di¤er dinler, e¤er evrimi ve onun do¤urdu¤u kavramları kabul ederlerse, evrime dayandırılan her türlü sosyo-politik giriflimi "ahlaki bir ö¤reti" olarak yaflamalarına izin verilecektir. Neo-Darwinist akımın en önemli birkaç isminden biri olan George Gaylord Simpson bunu flöyle ifade eder: Elbette dini olarak tanımlanan ve dini duygulara dayanan ve hala varlıklarını koruyan bazı inanç sistemleri vardır. Bunların evrimle uyuflmaları kesinlikle söz konusu de¤ildir ve dolayısıyla duygusal etkilerine ra¤men, entelektüel olarak savunulmaları mümkün de¤ildir. Ancak duygusal alanda kalmaları flartıyla, ben bunların evrimle birarada var olabileceklerini savunuyorum. Bir baflka deyiflle, evrim ve do¤ru din birbirleriyle uyuflabilirler. 163 Bu, flu demektir: Evrim ve onun üzerinde geliflen "bilimsel" ö¤retiler, di¤er Harun Yahya (Adnan Oktar) dinleri yargılama otoritesine sahiptirler. Bu dinlerin hangilerinin ya da hangi yorumlarının "do¤ru din" olarak kabul edilece¤ine karar vermek, evrimci bilime düflecektir. Do¤ru din denen fley ise, gözlemlenebilen evren hakkında hiçbir iddiası olmayan, sadece ve sadece insanlar arasındaki ahlaki kıstasları belirtmekle yetinen bir ö¤retidir. Gözlemlenebilen evren ile ilgili her türlü alan -yani pozitif bilimler, ekonomi, siyaset, hukuk vs.-ise, evrimci bilim anlay›fl› tarafından belirlenecektir. Bu totaliter yaklaflım, kendi iman etti¤i evrim teorisini somut bir gerçek gibi toplumlara empoze ederken, bir yandan da bilimsel çevreleri baskı altında tutar. Günümüz biyologların›n ço¤u, söz konusu pagan dinine iman etmifl durumdadırlar, ama bu inancı paylaflmayanlar olursa onların da susturulması sa¤lanır. Bu sistem içinde evrim bir tabuya dönüflür. Evrimi reddeden bilim adamları yükselme imkanlar›n› yitirirler. Ünlü anatomi profesörü Thomas Dwight, bu durumu entelektüel bir diktatörlük olarak nitelendirerek flöyle der: Evrim konusunda kurulmufl olan diktatörlük, meselenin dıflında olanların tahmin edemeyece¤i kadar despot hale gelmifltir. Sadece düflünce sistemimizi etkilemekle kalmıyor; aynı zamanda terör ça¤larını aratan bir baskıyı da sürdürüyor. Acaba bilim dünyası liderlerinden kaç tanesi düflüncelerini aynen açıklayabiliyorlar.164 Evrim zincirinin kay›p halkas› (bkz. Evrimsel boflluk) 133 FEDAKARLIK Fedakarl›k Darwin'in öne sürdü¤ü do¤al seleksiyon mekanizması, bulundukları co¤rafi konumun do¤al flartlarına uygun yapıda ve güçlü olan canlıların hayatlarını ve nesillerini sürdürebildiklerini, uygun yapıda olmayan ve daha güçsüz olanların ise yok olduklarını öngörür. Darwinizm'in benimsedi¤i do¤al seleksiyon mekanizmasına göre do¤a, canlıların birbirleriyle "yaflam" için kıyasıya mücadele ettikleri, zayıfların güçlüler tarafından yok edildi¤i bir yerdir. Dolayısıyla bu iddiaya göre her canlı, yaflamını sürdürebilmek için güçlü olmak, di¤erlerine her konuda üstün gelmek ve kıyasıya savaflmak zorundadır. Böyle bir ortamda ise fedakarlık, özveri, iflbirli¤i gibi kavramlara yer yoktur; zira bunların her biri canlının aleyhine dönebilir. Bu yüzden her canlı olabildi¤ince bencil olmalı ve sadece kendi yiyece¤ini, kendi yuvasını, kendi korunmasını, kendi güvenli¤ini düflünmelidir. Evrimciler canl›lar›n birbirlerine karfl› yard›msever ve özverili tav›rlar›n› aç›klamakta aciz kalmaktad›rlar. Fakat gerçekte do¤a sadece her canlının birbiriyle kıyasıya mücadele etti¤i, herkesin birbirini yok etmek, saf dıflı bırakmak için çaba harcadı¤ı, son derece bencil ve vahfli bireylerden oluflan bir ortam de¤ildir. Aksine do¤a, ço¤u kez ölümü göze alan fedakarlıkların, kendi zararına oldu¤u halde sürü için gösterilen özverilerin, bunun karflılı¤ında canlılara hiçbir kazanç sa¤lamayan akılcı iflbirliklerinin sayısız örnekleri ile doludur. Cemal Yıldırım, kendisi de bir evrimci olmasına ra¤men, Darwin ve dönemindeki di¤er evrimcilerin neden do¤anın sadece bir savafl yeri oldu¤unu zannettiklerini flöyle açıklar: 19. yüzyılda bilim adamları ço¤unluk çalıflma odalarında ya da laboratuvarda kapalı kaldıkları, do¤ayı do¤rudan tanı- 135 136 FEDAKARLIK ma yoluna gitmedikleri için canlıların salt savaflım içinde oldu¤u tezine kolayca kapılmıfltır. Huxley çapında seçkin bir bilim adamı bile kendini bu yanılgıdan kurtaramamıfltı.165 Evrimci Peter Kropotkin ise hayvanların aralarındaki dayanıflmayı konu edindi¤i Mutual Aid: A Factor in Evolution (Karfl›l›kl› Yard›mlaflma: Evrimde Bir Etken) isimli kitabında, Darwin ve taraftarlarının içine düfltükleri yanılgıyı flöyle dile getirmektedir: Darwin ve onu izleyenler, do¤ayı canlıların sürekli olarak birbirleriyle savafltıkları bir yer olarak tanımladılar. Huxley'e göre hayvanlar alemi gladyatörlerin flovuna benziyordu. Hayvanlar birbirleriyle savaflmakta, en hızlı ve en kurnaz olanı ertesi gün savaflabilmek için hayatta kalmaktaydı. Ancak ilk bakıflta, Huxley'in do¤aya bakıfl açısının bilimsel olmadı¤ı anlaflılmaktadır…166 Evrimci bilim adamları sırf ba¤lı bulundukları ideolojiyi destekleyebilmek için do¤ada açıkça görülen bazı özellikleri kendilerine göre yorumlamıfllardır. Darwin'in, do¤aya hakim oldu¤unu hayal etti¤i savafl, gerçekte büyük bir "yanılgıdan" ibarettir. Çünkü do¤ada sadece kendi çıkarları için yaflam savaflı veren canlılar yoktur. Birçok canlı di¤er canlılara karflı yardımsever ve bundan daha da önemlisi "özverili"dir. ‹flte bu yüzden evrimciler do¤ada rastladıkları özverili tavırları açıklamakta aciz kalmaktadırlar. Bilimsel bir dergide konuyla ilgili olarak yayınlanan bir makalede yazılanlar, bu acizli¤i gözler önüne sermektedir: Sorun, canlıların niye birbirlerine yardım ettikleridir. Darwin'in teorisine göre; her canlı kendi varlı¤ını sürdürmek ve FEDAKARLIK üreyebilmek için bir savafl vermektedir. Baflkalarına yardım etmek, buna ba¤lı olarak o canlının sa¤ kalma olasılı¤ını azaltaca¤ına göre, uzun vadede evrimde bu davranıflın elenmesi gerekirdi. Oysa canlıların özverili olabilecekleri gözlenmifltir.167 Örne¤in balarıları, kovanlarına saldıran bir hayvanı sokarak öldürürler. Aslında arılar bu flekilde intihar etmifl olurlar. Çünkü sokma sırasında i¤nelerini bıraktıkları için ona ba¤lı birtakım iç organları da yırtılıp gövdelerinden sökülür. Görüldü¤ü gibi arı, kovandaki di¤er arıların güvenli¤ini sa¤lamak u¤runa kendi yaflamını harcamaktadır. Timsah ise en vahfli hayvanlardan biri olmasına karflın, yavrularına gösterdi¤i ihtimam son derece hayret vericidir. Yavruları yumurtadan çıktıktan sonra onları a¤zında suya kadar taflır. Bundan sonra yavrular büyüyüp kendi bafllarının çaresine bakana kadar, timsah onları a¤- zında veya üzerinde taflıyacaktır. Yavru timsahlar da herhangi bir tehlike sezdiklerinde hemen annelerinin a¤zındaki korunaklı barınaklarına kaçarlar. Oysa timsah hem vahfli, hem de bilinci olmayan bir hayvandır; dolayısıyla kendisinden beklenen yavrularını koruması de¤il aksine onları da beslenmek için ayrım gözetmeden yemesidir. Bazı anneler yavruları sütten kesilene kadar kendi yafladıkları toplulukları terk etmek zorunda kalırlar ve böylece kendilerini büyük bir riske atarlar. Do¤umdan veya yumurtadan çıktıktan sonra birçok hayvan türü yavrularına günlerce, aylarca hatta kimi zaman yıllarca bakar. Onlara yiyecek, yuva, sıcaklık sa¤lar; onlar› yırtıcı hayvanlardan korur. Gün boyunca birçok kufl, yavrularını saatte ortalama dört ile yirmi kere arasında besler. Memelilerde ise annelerin daha farklı sorunları olur. Süt verme döneminde daha iyi gıda almalıdırlar ve bunun için daha çok avlanmalıdırlar. Buna ra¤men bu süre içerisinde yavru kilo alırken anne sürekli kilo kaybeder. 137 138 FEDUCCIA, ALAN Bilinci olmayan bir hayvandan bek- ki her biri koflulları kolaylafltırmak için lenen, yavrusunu do¤urduktan sonra bı- u¤raflıyor gibidir. Ancak burada dikkat rakıp gitmesidir. Çünkü hayvanlar bu edilmesi gereken önemli bir nokta fluküçük canlıların ne olduklarının bile flu- dur: Bu canlıların hiçbiri bu kararları uruna varamazlar. Ancak buna ra¤men alacak ve böyle bir düzeni sa¤layacak bu yavruların bütün sorumlulu¤unu üst- bir akla ve bilince sahip de¤ildir. Öyleyse biraraya gelip ortak bir hedef belirlelenirler. Canlılar sadece yavrularını tehlike- meleri ve bu hedefe hepsinin uyması, lerden koruyarak özveride bulunmazlar. hatta bu hedefin tüm toplum bireyleri Birçok durumda kendi toplulukları için- için en sa¤lıklı karar olmasının tek açıkde yaflayan di¤er canlılara karflı da son laması, Allah'ın yaratmasıdır. Do¤adaki bu gerçekler karflısında, derece "ince düflünceli" ve "çözümcü" davrandıkları gözlemlenmifltir. Bunun evrimcilerin "do¤a bir savaflım alanıdır, bir örne¤i, çevrede bulunan besin kay- bencil olan, kendi çıkarlarını koruyan nakları azaldı¤ında görülür. Böyle bir üstün gelir" iddiası tamamen geçersiz durumda güçlü olan hayvanların üstün kalmaktadır. Ünlü bir evrimci olan John gelerek di¤er hayvanları saf dıflı bıraka- Maynard Smith, canlıların bu özellikleri cakları ve tüm kaynaklara el koyacakları üzerine evrimcilere flöyle bir soru yödüflünülebilir. Ancak olaylar hiç de ev- neltmektedir: rimcilerin hayal ettikleri gibi geliflmez. E¤er do¤al seleksiyon, bireyin yaflama Ünlü bir evrimci olan Peter Kropotihtimalini ve ço¤almasını garanti eden kin kitabında bu konuyla ilgili bazı örözelliklerinin seçilimi ise, kendini feda nekler verir: Kropotkin, bir kıtlık durueden davranıflları nasıl açıklayaca¤ız?169 muyla karflılaflıldı¤ında karıncaların depoladıkları erzaklarını kullanmaya baflFeducc›a, Alan ladıklarını, kuflların topluca göç ettiklerini; bir ırmakta çok Archæopteryx'i ara form fazla kunduz yaflamaya bafllaolarak göstermeye çalıflan evdı¤ında, genç olanların kuzeye rimcilerin iddiası, kuflların diyafllı olanların güneye do¤ru nozorlardan evrimleflti¤i flek168 gittiklerini anlatır. lindedir. Oysa dünyanın en önYukarıda aktarılan bilgilerde gelen kuflbilimcilerinden biden de görülece¤i gibi, do¤ari olan Kuzey Carolina Ünidaki canlılar arasında kıyasıversitesi profesörü Alan FeAlan Feduccia ya bir yiyecek veya yuva müduccia, bir evrimci olmasına cadelesi yoktur. Aksine en zorlu koflul- karflılık, kuflların dinozorlarla akraba ollarda dahi canlılar arasında çok güzel bir du¤u teorisine kesinlikle karflı çıkmaktauyum ve dayanıflma görülmektedir. San- dır. Feduccia flöyle der: Evrim Açmaz› (Ansiklopedik) F‹LOGEN‹ 25 sene boyunca kuflların kafataslarını inceledim ve dinozorlarla aralarında hiçbir benzerlik görmüyorum. Kuflların dört ayaklılardan evrimleflti¤i teorisi paleontoloji alanında 20. yüzyılın en büyük utancı olacaktır.170 Filogeni Canlıların herhangi bir grubunun sözde evrimsel öyküsüne "filogeni" denir. Bir baflka deyiflle filogeni, evrimcilerin, gruplar arasındaki akrabalık derecesini belirleme, her türün ya da grubun mümkün olan tüm yapısal benzerliklerini ve ayrılıklarını ortaya koyma ve geçmiflteki sözde atalarını kademe kademe gösterme çabalarıdır. 171 (bkz. Filum; Taksonomi) Evrimciler bu tür yöntemlerle canlı- lar arasında varsaydıkları ata-torun iliflkilerini gösterebilmeyi amaçlarlar. Ayrıca canlılardaki bir takım benzerliklere dayanarak, tüm canlıları evrimsel soya¤acın›n üzerine çeflitli dallandırmalarla yerlefltirmeye çalıflırlar. Ancak tüm bunlar evrimcilerin ön kabullerine dayanılarak yapılan hayali ve hiçbir bilimsel destek ve kanıt taflımayan çalıflmalardır. Filum (Phylum, Phyla) Canlılar biyologlar tarafından belirli sınıflandırmalara ayrılırlar. "Taksonomi" ya da "sistematik" olarak da bilinen bu sınıflandırma içinde hiyerarflik kategoriler vardır. Canlılar ilk önce "alem"lere ayrılırlar; bitkiler ya da hayvanlar alemi gibi. Sonra bu alemler kendi içlerinde filumlara ("flubelere") bölünür. Canl› gruplar› olan filumlar›n tamam›na yak›n›, Kambriyen devri olarak bilinen jeolojik dönemde, hiçbir sözde evrimsel ataya sahip olmadan aniden ortaya ç›km›fllard›r. Bu, evrim teorisini çürüten, yarat›l›fl› destekleyen önemli bir delildir. 139 140 FLIERMANS, CARL Örne¤in hayvanlar aleminin kendi içindeki en büyük bölünme farklı filumlardır. Bu filumlar belirlenirken her birinin tamamen farklı vücut planlarına sahip oldukları göz önünde bulundurulmufltur. Örne¤in Artropodlar (eklem bacaklılar) kendilerine has bir filumdur ve bu filuma dahil edilen tüm canlılar temelde benzer bir vücut planına sahiptir. Chordata olarak adlandırılan filum ise, merkezi bir sinir a¤ına sahip olan canlıları barındırır. Bizim için tanıdık olan balıklar, kufllar, sürüngenler, memeliler gibi hayvanların tümü, Chordata'nın bir alt sınıfı olan omurgalılar kategorisine dahildir. Hayvanların farklı filumları arasında, ahtapotlar gibi yumuflak bedenli canlıları barındıran Mollusca filumu ya da yuvarlak solucanları barındıran Nemotada filumu gibi çok farklı kategoriler vardır. Bu kategorilerin en önemli özelli¤i ise, baflta da belirtti¤imiz gibi tamamen farklı vücut planlarına sahip olmalarıdır. Filumların altındaki kategoriler, temelde benzer vücut planlarına sahiptir, ama filumlar birbirlerinden çok farklıdır. Fl›ermans, Carl ABD çapında çok ünlü bir bilim adamı olan, Indiana Üniversitesi mikrobiyoloji profesörü Carl Fliermans, "kimyasal atıkların bakteriler yoluyla nötralize edilmesi" konusunda Amerikan Savunma Bakanlı¤ı'nın destekledi¤i arafltırmalar› yürütmüfltür. 5 Temmuz 1998 günü Bilim Arafltırma Vakfı'nın düzenledi¤i "Ev- rim Teorisi'nin Çöküflü: Yaratılıfl Gerçe¤i" isimli uluslararası konferansta biyokimyasal düzeydeki evrimci iddiaları cevaplamıfl ve flöyle demifltir: Modern biyoloji canlıların asla evrimle ortaya çıkmadıklarını ispatlamakta ve Allah'ın üstün yaratıflına delil oluflturmaktadır.172 Flor testi Fosillerin yaflını belirleme metotlarından biri olan "flor testi", 1949'da, British Museum'un paleontoloji bölümünden Kenneth Oakley tarafından bazı eski fosiller üzerinde denendi. Bu yöntemle, Piltdown Adamı fosili üzerinde de bir deneme yapıldı. Yapılan testte Piltdown Adamı'nın çene kemi¤inin hiç flor içermedi¤i anlaflıldı. Bu, çene kemi¤inin topra¤ın altında birkaç yıldan fazla kalmadı¤ını gösteriyordu. Az miktarda flor içeren kafatası ise sadece birkaç bin yıllık olabilirdi. Nitekim flor metoduna dayanılarak yapılan sonraki kronolojik arafltırmalar, kafatasının ancak birkaç bin yıllık oldu¤unu ortaya çıkardı. Orangutana ait çene kemi¤indeki difllerin ise suni olarak aflındırıldı¤ı, fosillerin yanında bulunan ilkel araçların çelik aletlerle yontulmufl adi birer taklit oldu¤u anlaflıldı.173 Joseph Weiner'in yaptı¤ı detaylı analizlerle, sahtekarlık 1953 yılında kesin olarak ortaya çıkarıldı. Kafatası 500 yıl yaflında bir insana, çene kemi¤i de yeni ölmüfl bir orangutana aitti! (bkz. Piltdown Adam›) Evrim Açmaz› (Ansiklopedik) FOS‹L Fosil Bir bitki ya da hayvanın eski jeolojik ça¤lardan bu yana yerkabu¤unda korunmufl olan kalıntısına ya da izine fosil denir. Fosil kelimesi Latincede kazmak anlamına gelen "fossils" kelimesinden gelir. Yeryüzünün her tarafından derlenmifl olan fosiller, yaflamın bafllangıcından bu yana yeryüzünde yaflamıfl canlılar hakkında bilgi veren en önemli kaynaktır. Normal koflullarda, bir hayvan öldü¤ünde, kalıntıları hızla yok olur. Ölen canlı ya lefl yiyen hayvanlar tarafından ortadan kaldırılır ya da mikroorganizmalar tarafından ayrıfltırılır, dolayısıyla hayvanın kalıntıları iz bırakmaz. Kalıntıların korunması ancak özel durumlarda sa¤lanır. 174 Bu yüzden canlı öldükten sonra ancak çok küçük bir bölümü fosil olarak korunabilmektedir. Genellikle ölen bir canlının fosilleflebilmesi iki koflulun varlı¤ına ba¤lıdır: 1) Çok çabuk çürümesi ve lefl yiyicilerin saldırılarından korunabilmesi için hızla gömülmesi, 2) Gövdesinde fosilleflebilen sert bölümlerin bulunması. Fosil oluflumunda en önemli ve en uygun ortam, killi ve çamurlu ortamdır. Bu çamurun içine herhangi bir flekilde düflmüfl ya da sürüklenmifl canlının etrafındaki elementler sertleflince, gerçek bir kalıp ortaya çıkar. Daha sonra canlı, genellikle çürümeyle ortadan kalkar; fakat kalıp devamlı olarak kalır. Bu kalıbın içerisine daha sonra mineraller dolarsa tekrar bir kalıp alınarak canlının genel Harun Yahya (Adnan Oktar) hatlarını verecek bir mülaj oluflur. Vücut parçaları de¤iflik mineralli sularla veya sadece minerallerle dolarsa, buna tafllaflma denir. Bu tafllaflma bazen o kadar mükemmel olur ki üzerinde anatomik incelemeler dahi yapılabilir.175 Fosiller sadece canlıların sert kısımlarını (kemik, difl, kabuk vs.) de¤il, aynı zamanda çeflitli organları ve yaflantıları ile ilgili izleri taflıyan kalıpları da kapsamı içine alır. Kemiklerin fleklinden, üzerindeki kas ba¤lantılarından hayvanın nasıl durdu¤u ve nasıl hareket etti¤i de anlaflılabilir.176 Fosillerin arafltırılması aynı zamanda soyu tükenmifl hayvanlar ve bitkiler konusunda da bilgilenmemizi sa¤lar. Bu bilgiler hangi zaman dilimlerinde hangi canlıların yafladıkları hakkında da bilgi verir. Fakat evrimciler, fosilleri bugünkü canlılarla aralarında akrabalık iliflkileri kurmak ve geliflimleri arasında benzerlikler gösterebilmek bakımından çok önemli görürler. Canlıların birbirinden kademe kademe evrimleflerek türedi¤i iddialarını do¤rulayabilmek için fosil kalıntılarına baflvurular. Ancak bugün fosil kayıtlarının %80'i ortaya çıkarılmıfl olmasına ra¤men sonradan sahtekarlık veya çarpıtma ürünü oldu¤u anlaflılan birkaç fosil dıflında öne sürebildikleri tek bir delil bile yoktur. Aksine yeryüzü katmanlarındaki fosiller, canlıların ilk yaratıldıklarından beri kusursuzca var olduklarını do¤rulamaktadır. (bkz. Fosil kayıtları) Amerikal› paleontolog R. Wesson 141 Darwin'in teorisinin bilim dünyas›na hakim olmas›ndan bu yana, paleontoloji (fosil bilimi) bu teori temel al›narak yürü tülmektedir. Ancak buna ra¤men dünyan›n pek çok farkl› bölgesinde yap›lan fosil kaz›lar›, teoriyi destekleyen de¤il çürüten sonuçlar vermifltir. Fosiller, farkl› canl› gruplar›n›n yeryüzünde özgün yap›lar›yla aniden ortaya ç›kt›klar›n›, yani yarat›ld›klar›n› göstermektedir. FOS‹L KAYITLARI da, 1991'de yay›nlanan Beyond Natural Selection adl› kitab›nda "fosil kay›tlar›ndaki boflluklar›n gerçek ve olgusal" olduklar›n› flöyle aç›klamaktad›r: Ne var ki, fosil kay›tlar›ndaki boflluklar gerçektir. Herhangi bir (evrimsel) soyoluflumunu gösterecek kay›tlar›n yoklu¤u, son derece olgusald›r. Türler genellikle çok uzun zaman dilimleri boyunca sabit kal›rlar. Türler ve özellikle cinsler hiç bir zaman yeni bir türe ya da cinse do¤ru evrim göstermezler. Bunun yerine, bir tür ya da cinsin bir di¤eriyle yer de¤ifltirdi¤i gözlenir. De¤iflim ise ço¤unlukla anidir.177 Fosil kay›tlar› Farklı canlı türlerinin ortak bir atadan geldikleri iddiası, gözlemsel biyolojinin bulguları tarafından desteklenmedi¤i için, bu konuya ıflık tutacak asıl bilim dalı paleontoloji, yani fosil bilimidir. Evrim, tarihte yaflandı¤ı iddia edilen bir süreçtir ve bizlere canlılı¤ın tarihi hakkında bilgi verecek yegane bilimsel kaynak da fosil bulgularıdır. Ünlü Fransız zoolog Pierre Grassé, bu konuda flunları söyler: Do¤a bilimciler unutmamalıdırlar ki, evrim süreci sadece fosil kayıtları aracılı¤ıyla açı¤a çıkar… Sadece paleontoloji (fosil bilimi) evrim konusunda delil oluflturabilir ve evrimin geliflimini ve mekanizmalarını gösterebilir.178 Evrim teorisine göre bütün canlılar birbirlerinden türemifllerdir. Önceden var olan bir canlı türü, zamanla bir di¤erine dönüflmüfl ve bütün türler bu flekilde ortaya çıkmıfllardır. Teoriye göre bu dönüflüm yüz milyonlarca senelik uzun bir zaman dilimini kapsamıfl ve kademe ka- Harun Yahya (Adnan Oktar) deme ilerlemifltir. Bu durumda, iddia edilen uzun dönüflüm süreci içinde sayısız "ara türler"in oluflmufl ve yaflamıfl olmaları gerekir. (bkz. Ara geçifl formu) Hatta bu ara geçifl formlarının sayısının bugün bildi¤imiz hayvan türlerinden bile fazla olması gerekir. Nitekim Darwin de bu durumun teorisi için büyük bir açmaz oluflturdu¤unu Türlerin Kökeni kitabının "Teorinin Zorlukları" (Difficulties on Theory) adlı bölümünde flöyle açıklamıfltır: E¤er gerçekten türler öbür türlerden yavafl geliflmelerle türemiflse, neden sayısız ara geçifl formuna rastlamıyoruz? Neden bütün do¤a bir karmafla halinde de¤il de, tam olarak tanımlanmıfl ve yerli yerinde? Sayısız ara geçifl formu olmalı, fakat niçin yeryüzünün sayılamayacak kadar çok katmanında gömülü olarak bulamıyoruz... Niçin her jeolojik yapı ve her tabaka böyle ba¤lantılarla dolu de¤il? Jeoloji iyi derecelendirilmifl bir süreç ortaya çıkarmamaktadır ve belki de bu benim teorime karflı ileri sürülecek en büyük itiraz olacaktır.179 Ara form fosillerinin yoklu¤u karflısında Darwin'in 140 yıl önce savundu¤u "ara formlar flimdi yok, ama yeni arafltırmalarla bulunabilir" argümanı bugün için geçerli de¤ildir. Günümüzdeki paleontolojik veriler, fosil kayıtlarının ola¤anüstü derecede zengin oldu¤unu göstermektedir. Dünyanın farklı bölgelerinden elde edilmifl milyarlarca fosil örne¤ine bakılarak, 250 bin farklı canlı türü tanımlanmıfltır. Bu türler flu anda yaflamakta olan yaklaflık 1.5 milyon türe ola¤anüstü derecede benzerdir.180 Bu denli 143 FOSİL KAYITLARI EVRİM TEO RİSİNE KARŞI ZAMAN Bugün CANLILAR ARASINDAK‹ FARKLILIK EVR‹M TEOR‹S‹NE GÖRE YAfiANMIfi OLMASI GEREKEN DO⁄A TAR‹H‹ ZAMAN Bugün Kambriyen devri Kambriyen öncesi CANLILAR ARASINDAK‹ FARKLILIK FOS‹L KAYITLARININ ORTAYA KOYDU⁄U GERÇEK DO⁄A TAR‹H‹ Evrim teorisi, temel canl› gruplar›n›n (fi lumlar›n) tek bir ortak atadan do¤up, zaman içinde farkl›lafl›p gelifltiklerini iddia eder. Üstteki flema bu iddiay› ifade et mektedir: Darwinizm'e göre canl›lar giderek dallanan bir a¤aç gibi birbirlerinden farkl›laflm›fl olmal›d›rlar. Fosil kay›tlar› ise bunun tam aksini gös - termektedir. Alttaki flemada görüldü¤ü gibi, farkl› canl› gruplar› yeryüzünde bir anda ve farkl› yap›lar›yla ortaya ç›km›flt›r. Kambriyen devrinde 100'e yak›n temel canl› s›n›f› (filum) bir anda belirmifltir. Daha sonra da bu canl› s›n›flar›n›n say›s› artmam›fl, aksine azalm›flt›r. (Çünkü baz› canl› s›n›flar›n›n soyu tükenmifltir.) FOS‹L KAYITLARI zengin bir fosil kayna¤ına ra¤men hiçbir ara form bulunamamıflken, yeni kazılarla ara formlar bulunması mümkün gözükmemektedir. Glasgow Üniversitesi paleontoloji profesörü T. Neville George, bu gerçe¤i yıllar önce flu flekilde kabul etmifltir: Fosil kayıtlarının (evrimsel) zayıflı¤ını ortadan kaldıracak bir açıklama yapmak artık mümkün de¤ildir. Çünkü elimizdeki fosil kayıtları son derece zengindir ve yeni kefliflerle yeni türlerin bulunması imkansız gözükmektedir... Her türlü keflfe ra¤men fosil kayıtları hala (türler arası) boflluklardan oluflmaya devam etmektedir.181 Harvard Üniversitesi'nden ünlü paleontolog Niles Eldredge ise, Darwin'in "fosil kayıtları yetersiz, ara formları o yüzden bulamıyoruz" iddiasının geçerli olmadı¤ını flöyle açıklamaktadır: Tüm deliller, fosil kayıtlarının ortaya koydu¤u sonucun do¤ru oldu¤unu göstermektedir: (Fosil kayıtlarında) gördü¤ümüz boflluklar, hayatın tarihindeki gerçek olayları yansıtmaktadır, bunlar yetersiz bir fosil birikiminin sonucu de¤ildir.182 Ço¤u insan fosil kayıtlarından söz edildi¤inde, bu kayıtlar ile Darwin'in teorisi arasında olumlu bir ba¤lantı oldu¤u izlenimine kapılmaktadır. Fakat bu yanılgıdan Science dergisindeki bir makalede flöyle bahsedilir: Evrimsel biyoloji ve paleontoloji alanlarının dıflında kalan çok sayıda iyi e¤itimli bilim adamı, ne yazık ki, fosil kayıtlarının Darwinizm'e çok uygun oldu¤u gibi Harun Yahya (Adnan Oktar) bir yanlıfl fikre kapılmıfltır. Bu büyük olasılıkla ikincil kaynaklardaki ola¤anüstü basitlefltirmeden kaynaklanmaktadır; alt seviye ders kitapları, yarı-popüler makaleler vs... Öte yandan büyük olasılıkla biraz taraflı düflünce de devreye girmektedir. Darwin'den sonraki yıllarda, onun taraftarları bu yönde (fosiller alanında) geliflmeler elde etmeyi ummufllardır. Bu geliflmeler elde edilememifl, ama yine de iyimser bir bekleyifl devam etmifl ve bir kısım hayal ürünü fanteziler de ders kitaplarına kadar girmifltir.183 Eldredge ve Tattersall ise bu konuda flu önemli yorumu yaparlar: Ayrı türlere ait fosillerin, fosil kayıtlarında bulundukları süre boyunca de¤iflim göstermedikleri, Darwin'in Türlerin Kökeni'ni yayınlamasından önce bile paleontologlar tarafından bilinen bir gerçektir. Darwin ise gelecek nesillerin bu bofllukları dolduracak yeni fosil bulguları elde edecekleri kehanetinde bulunmufltur... Aradan geçen 120 yılı aflkın süre boyunca yürütülen tüm paleontolojik arafltırmalar sonucunda fosil kayıtlarının Darwin'in bu kehanetini do¤rulamayaca¤ı açıkça görülür hale gelmifltir. Bu, fosil kayıtlarının yetersizli¤inden kaynaklanan bir sorun de¤ildir. Fosil kayıtları açıkça söz konusu kehanetin yanlıfl oldu¤unu göstermektedir. Türlerin flaflırtıcı bir biçimde sabit oldukları ve uzun zaman dilimleri boyunca hep dura¤an kaldıkları yönündeki gözlem, "kral çıplak" hikayesindeki tüm özellikleri barındırmaktadır: Herkes bunu görmüfl, ama görmezlikten gelmeyi tercih etmifltir. Darwin'in öngördü¤ü tabloyu ıs- 145 146 FOTOSENTEZ‹N KÖKEN‹ rarla reddeden hırçın bir fosil kaydı ile karflı karflıya kalan paleontologlar, bu gerçe¤e açıkça yüz çevirmifllerdir.184 Amerikalı paleontolog S. M. Stanley de, fosil kayıtlarının ortaya koydu¤u bu gerçe¤in bilim dünyasına hakim olan Darwinist dogma tarafından nasıl göz ardı edildi¤ini ve ettirildi¤ini flöyle anlatır: Bilinen fosil kayıtları kademeli evrimle uyumlu de¤ildir ve hiçbir zaman da uyumlu olmamıfltır. ‹lgi çekici olan, birtakım tarihsel koflullar aracılı¤ıyla, bu konudaki muhalefetin gizlenmifl olufludur... Ço¤u paleontolog, ellerindeki kanıtların Darwin'in küçük, yavafl ve kademeli de¤iflikliklerin yeni tür oluflumunu sa¤ladı¤ı yönündeki vurgusuyla çeliflti¤ini hissetmifltir... ama onların bu düflüncesi susturulmufltur.185 Fotosentezin kökeni Fotosentez yeryüzündeki canlılı¤ın çok büyük bir denge unsurudur. Fotosentez olmasa, bitkiler olmaz, bitkiler olmadı¤ında ise hayvanlar ve biz insanlar da var olamayız. Henüz hiçbir laboratuvarda taklit edilemeyen bu kimyasal reaksiyon, yaflamın temel flartlarından biridir. Ayrıca bitkilerin gerçeklefltirdikleri fotosentez ile hayvanların ve insanların enerji tüketimleri arasında tam bir denge vardır. Bitkiler bize glikoz ve oksijen verirler. Biz ise hücrelerimizde glikozu oksijenle birlefltirip "yakar", böylelikle bitkilerin glikoza eklemifl oldukları günefl enerjisini açı¤a çıkarıp kullanırız. Yaptı¤ımız fley, aslında fotosentezi tersine çevirmektir. Bunun sonucunda atık madde olarak karbondioksit çıkarır ve bunu ci¤erlerimizle atmosfere veririz. Bu karbondioksit bitkiler tarafından yeniden fotosentezde kullanılır. Bu mükemmel dönüflüm bu flekilde sürüp gider. Ayrıca fotosentez, yeryüzündeki yaflamın en temel ifllemlerinden biridir. Bitki hücreleri, içlerindeki kloroplastlar sayesinde su, karbondioksit ve günefl ıflı¤ını kullanarak niflasta üretirler. Hayvanlar ise kendi besinlerini üretemez ve bitkilerden gelen niflastayı kullanırlar. ‹flte bu nedenle fotosentez kompleks yaflamın temel flartıdır. ‹flin daha da ilginç yanı ise, son derece kompleks bir ifllem olan fotosentezin henüz tam olarak çözülememifl olufludur. Modern teknoloji, fotosentezi taklit etmek bir yana, detaylarını çözmeyi bile henüz baflaramamıfltır. Bu kompleks ifllem, evrim teorisine göre do¤al süreçlerin bir ürünüdür. Evrimci varsayımlara göre, bitki hücreleri fotosentez yapabilmek için, fotosentez yapabilen bakterileri yutup kloroplasta çevirmifllerdir. Fakat bu bakterilerin fotosentez gibi karmaflık bir ifllemi yapmayı nereden ö¤rendikleri evrim senaryosunda cevapsız soruların baflında gelir. Evrimci kaynaklar, insanın bile tüm teknolojisine ve bilgisine ra¤men henüz gerçeklefltiremedi¤i fotosentez gibi bir ifllemin bakteriler tarafından bir flekilde tesadüfen "keflfedildi¤ini" söylerler. Masaldan hiç farkı olmayan anlatımları ile hiçbir bilimsel de¤eri olmayan senaryo- Evrim Açmaz› (Ansiklopedik) FOTOSENTEZ‹N KÖKEN‹ Kabuk zar› Epidermis Fotosentez yapan hücreleri içeren doku Yapra¤›n kesiti Gözenek Kloroplast Thylakoidler D›fl zar Fotosentez hücresi ‹ç zar Ana doku ‹nce pul Granum Granum Bitki hücresi, günümüzde hiçbir laboratuvarda gerçeklefltirilemeyen bir ifllemi yani "fotosentez" i fl le m i n i g e r ç e k l e fl t i r i r . B i t k i h ü c r e s i n d e b u l u n a n " k l o r o p l a s t " i s i m l i b i r o r g a n e l s a y e s i n d e b i t k i l e r su, karbondioksit ve günefl ›fl›¤›n› kullanarak niflasta üretirler. Bu besin maddesi, yeryüzündeki besin zincirinin ilk halkas›d›r ve yeryüzündeki tüm canl›lar›n besin kayna¤›d›r. Bu çok karmafl›k ifllemin ayr›nt›lar› günümüzde hala tam olarak çözülememifltir. lar üretirler. Konuyu biraz daha detaylı olarak inceleyenler ise, fotosentezin evrim adına büyük bir çıkmaz oldu¤unu kabul etmek durumunda kalır. Örne¤in Prof. Ali Demirsoy bu konuda flu itirafta bulunur: Alman biyolog Hoimar Von Ditfurth ise, fotosentezin, bu yetene¤e sahip olmayan bir hücre tarafından sonradan "ö¤renilemeyecek" bir ifllem oldu¤unu flöyle belirtir: Fotosentez oldukça karmaflık bir olaydır ¤ün gerçek anlamında "ö¤renme" olana- ve bir hücrenin içerisindeki organelde ¤ına sahip de¤ildir. Bir hücrenin solu- ortaya çıkması olanaksız görülmektedir. num ya da fotosentez yapma gibi bir iflle- Çünkü tüm kademelerin birden oluflması vi do¤uflu sırasında yerine getirebilecek olanaksız, tek tek ortaya çıkması da an- konumda olmayıp, daha sonraki yaflam lamsızdır.186 süreci içinde bunun üstesinden gelebile- Harun Yahya (Adnan Oktar) Hiçbir hücre, biyolojik bir ifllevi sözcü- 147 148 FOTOSENTEZ‹N KÖKEN‹ cek duruma gelmesi, bu ifllevi sa¤layacak beceriyi edinmesi olanaksızdır.187 Fotosentez rastlantılar sonucu geliflemeyece¤ine ve bir hücre tarafından sonradan ö¤renilemeyece¤ine göre, yeryü- zünde yaflayan ilk bitki hücrelerinin fotosentez yapma özelli¤iyle var oldukları ortaya çıkmaktadır. Yani Allah bitkileri fotosentez yetene¤iyle birlikte yaratm›flt›r. Evrim Açmaz› (Ansiklopedik) FOX DENEY‹ Fox Deneyi Amino asitler protein oluflturmak üzere kimyasal olarak birleflirken açı¤a su molekülü çıkar. Le Chatêlier Prensibi olarak bilinen kurala göre, açı¤a su çıkaran bir reaksiyonun (kondansasyon reaksiyonu), su içeren bir ortamda sonuçlanması mümkün de¤ildir. (bkz. Le Chatêlier Prensibi) Dolayısıyla evrimcilerin hayatın baflladı¤ı ve amino asitlerin olufltu¤u yerler olarak belirttikleri okyanuslar, amino asitlerin birleflerek proteinleri oluflturması için kesinlikle uygun olmayan ortamlardır. Kimyacı Richard E. Dickerson bunun nedenini flöyle açıklar: E¤er protein ve nükleik asit polimerleri öncül monomerlerden oluflacaksa, polimer zincirine her bir monomer ba¤lanıflında bir molekül su atılması flarttır. Bu durumda suyun varlı¤ının polimer oluflturmanın aksine ortamdaki polimerleri parçalama yönünde etkili olması gerçe¤i karflısında, sulu bir ortamda polimerleflmenin nasıl yürüyebildi¤ini tahmin etmek güçtür.188 Evrimciler tüm teorilerini çürüten bu "su sorunu" üzerine olmadık yeni senaryolar üretmeye baflladılar. Bu arafltırmacıların en tanınmıflı olan Sydney Fox, sorunu çözmek için ilginç bir teori ortaya attı: Ona göre, ilk amino asitler ilkel okyanusta olufltuktan hemen sonra bir volkanın yanındaki kayalıklara sürüklenmifl olmalıydılar. Sonra da amino asitleri içeren karıflımdaki su, kayalıklardaki yüksek ısı nedeniyle buharlaflmıfl olmalıydı. Böylece "kuruyan" amino Harun Yahya (Adnan Oktar) asitler, proteinleri oluflturmak üzere birleflebilirlerdi. Fakat bu "çetrefilli" çıkıfl yolu da kimse tarafından benimsenmedi. Çünkü amino asitler, Fox'un öne sürdü¤ü türden bir ısıya karflı dayanıklılık gösteremezlerdi: Yapılan arafltırmalar amino asitlerin yüksek ısıda hemen tahrip olduklarını ortaya koyuyordu. Ancak Fox iddialarından vazgeçmedi. Laboratuvarda, "çok özel koflullarda", saflafltırılmıfl amino asitleri kuru ortamda ısıtarak birlefltirdi. Amino asitler birlefltirilmifl ancak proteinler yine elde edilememiflti. Elde ettikleri, birbirine rastgele ba¤lanmıfl, basit ve düzensiz amino asit halkalarıydı ve herhangi bir canlının proteinine benzemekten çok uzaktı. Dahası e¤er Fox amino asitleri aynı ısıda tutsaydı, ortaya çıkan ifle yaramaz halkalar da parçalanacaktı.189 Deneyi anlamsızlafltıran bir baflka nokta ise, Fox'un daha önce Miller Deneyinde elde edilmifl olan amino asitleri de¤il, canlı organizmalardaki saf amino asitleri kullanmıfl olmasıydı. Oysa Miller'ın devamı olma iddiasındaki deney, Miller'ın vardı¤ı sonuçtan yola çıkmalıydı. Ama ne Fox ne de baflka bir arafltırmacı, Miller'ın üretti¤i ifle yaramaz amino asitleri kullanmadı.190 Fox'un söz konusu deneyi evrimci çevrelerde bile pek olumlu karflılanmadı. Zira Fox'un elde etti¤i anlamsız amino asit zincirlerinin (proteinoidlerin) do¤al koflullarda oluflmayaca¤ı çok açıktı. Da- 149 150 FOX DENEY‹ FOX'UN "PROTE‹NO‹D"LER‹ Miller'in senaryosundan etkilenen Sdney Fox, baz› amino asitleri birlefltirerek "proteinoid" ad›n› verdi¤i üstteki molekülleri oluflturdu. Ancak bu ifle yaramaz amino asit zincirlerinin, canl› bedenlerini oluflturan gerçek proteinlerle ilgisi yoktu. Asl›nda tüm bu çabalar, canl›l›¤›n tesadüfen oluflmak bir yana, laboratuvar ortam›nda dahi üretilemedi¤ini belgeliyordu. hası, canlıların yapıtaflları olan proteinler hala elde edilememiflti. Proteinlerin kökeni problemi hala çözümlenememiflti. 1970'li yılların popüler bilim dergisi Chemical Engineering News'de yayınlanan bir makalede Fox'un gerçeklefltirdi¤i deney hakkında flöyle deniyordu: Sydney Fox ve di¤er arafltırmacılar, çok özel ısıtma teknikleri kullanarak Dünyanın ilk devirlerinde hiç var olmamıfl flartlarda amino asitleri "proteinoidler" adı verilen bir flekilde birbirine ba¤lamayı baflarmıfllardır. Bununla beraber bunlar, canlılarda bulunan çok düzenli proteinlere hiç benzememektedir. Bunlar, hiçbir ifle yaramayan düzensiz lekelerden baflka bir fley de¤ildirler. ‹lk devrelerde bu moleküller e¤er gerçekten meydana gelmifllerse bile, bunların parçalanmamaları mümkün de¤ildir.191 Gerçekten de Fox'un elde etti¤i "proteinoidler", gerçek proteinlerden yapı ve ifllev olarak tamamen uzaktı. Proteinlerle aralarında, karmaflık bir teknolojik cihazla ifllenmemifl bir metal yı¤ını arasındaki kadar fark vardı. Dahası, bu düzensiz amino asit yı¤ınlarının bile ilkel atmosferde yaflama imkan› yoktu. Dünyanın o günkü flartlarında yeryüzüne ulaflan yo¤un ultraviyole ıflınları ve kontrolsüz do¤a koflullarının do¤urdu¤u zararlı, tahrip edici fiziksel Evrim Açmaz› (Ansiklopedik) FOX , SYDNEY ve kimyasal etkenler, bu proteinoidlerin dahi varlıklarını sürdürmelerine imkan vermeden parçalanmalarına neden olacaktı. Amino asitlerin ultraviyole ıflınlarının ulaflamayaca¤ı flekilde suyun altında bulunmaları ise, Le Châtelier prensibi nedeniyle söz konusu de¤ildi. Bu veriler sonucunda bilim adamları arasında, proteinoidlerin hayatın bafllangıcını oluflturan moleküller oldukları fikri giderek etkisini kaybetti. Fox, Sydney Sydney Fox canlılı¤ın yapıtaflı olan proteinlerin, amino asitlerden tesadüfen olufltu¤unu ileri sürerek, bu iddiasını ispatlamak üzere bir deney gerçeklefltirdi. (bkz. Fox Deneyi) Miller'in senaryosundan etkilenen Sydney Fox, bazı amino asitleri birlefltirerek "proteinoid" adını verdi¤i molekülleri oluflturdu. Ancak bu ifle yaramaz amino asit zincirlerinin canlıları oluflturan gerçek proteinlerle ilgisi yoktu. Aslında Fox'un tüm çabaları, canlılı¤ın tesadüfen oluflmak bir yana, laboratuvar ortamında dahi üretilemedi¤ini belgeleSydney Fox mifltir. Harun Yahya (Adnan Oktar) Futuyma, Douglas Douglas Futuyma 1986 yılında yayınladı¤ı Evrim Biyolojisi isimli kitabında do¤al seleksiyon mekanizmasının evrimlefltirici bir mekanizma oldu¤unu savunmufltur. Futuyma'nın kitabında de¤indi¤i örnek, bu konuda verilen ünlü örneklerden olan endüstri devrimi sırasında ‹ngiltere'de bulunan kelebek popülasyonunun renklerinin koDouglas Futuyma y u l a fl m a s ı d ı r. (bkz. Sanayi devrimi kelebekleri) Fakat kendisi, "canlılar dünya üzerinde ya tamamen mükemmel ve eksiksiz bir biçimde ortaya çıkmıfllardır ya da kendilerinden önce var olan bazı canlı türlerinden evrimleflerek meydana gelmifllerdir. E¤er eksiksiz ve mükemmel bir biçimde ortaya çıkmıfllarsa, o halde üstün bir akıl tarafından yaratılmıfl olmaları gerekir" diyerek bu gerçe¤i kabul eder.192 Ayrıca evrim teorisinin ça¤ımızdaki savunucularının en ünlülerinden biri olan biyolog Douglas Futuyma, "Marx'ın insanlık tarihini açıklayan materyalist teorisi ile birlikte Darwin'in evrim teorisi materyalizm zemininde büyük bir aflamaydı" diye yazarken evrim teorisinin gerçekte neden önemli oldu¤una iflaret eder.193 151 GALAPAGOS ADALARI Galapagos Adalar› Galton, Franc›s Büyük Okyanus'ta Ekvador yakınlarındaki Galapagos Adaları özellikle kufl ve sürüngen türlerinin a¤ırlıklı olarak bulundu¤u, birçok canlı türünün yafladı¤ı bir bölgedir. Darwin'in söz konusu adalarda gördü¤ü mucizevi çeflitlilik, onu pek çok insanın aksine, tüm varlıkların rastlantı eseri meydana geldi¤i sonucuna götürmüfltür. O, tüm bunları yaratan Allah'ın sonsuz kudretini takdir edememifltir. Evrendeki sanattan etkilenmesi ve bir arafltırmacı olarak bu gerçe¤i hemen anlayabilmesi gerekirken, Darwin'de bu mantık tam tersine ifllemifltir. Darwin bu canlıların binlercesini toplayıp ispirtoda saklamasına ra¤men, sadece ispinoz türlerine dikkat çekmifl ve bu canlıları inceledi¤inde de son derece dar görüfllü çıkarımlar yapmıfltır. ‹spinozların gagalarının inceli¤i, uzunlu¤u veya kısalı¤ı elbette incelenebilir. Ama yalnızca bu incelemeyle tüm canlı türlerinin kökenine; örne¤in dev boyutlu balinaların, farklı görünümleriyle fillerin, muhteflem uçufl yetene¤i ile sineklerin, kanatlarındaki ola¤anüstü simetri ile dikkat çeken kelebeklerin, denizaltında yaflayan birbirinden çok farklı balıkların, kabuklu deniz canlılarının, kuflların, sürüngenlerin ve en önemlisi de akıl ve fluur sahibi insanın nasıl var oldu¤una yönelik bir çıkarım yapmak, akıl ve bilim yoluyla düflünen insanın benimsemeyece¤i bir davranıfltır. Sir Francis Galton da kuzeni Charles Darwin gibi biyolojiyle ilgilenmiflti. Charles Darwin'den farklı olarak konunun çok fazla bilinmeyen bir alanında çalıflmıfltı: kalıtım ve zeka. Galton do¤ufltan gelen özelliklerin gelifltirilmesi için öjeni fikrini (insan ırkının soya çekim yoluyla ıslah edilmesine çalıflan fikir) savunmufltu. Galton'un genetik kavramı Hitler, Churchill ve kendilerince uygunsuz ırkları ortadan kaldırmaya çalıflmıfl bir çok kifli tarafından benimsenmiflti. K. Ludmerer, 19. yüzyılda öjeni fikrine olan ilginin artıflının sebebinin Darwinizm oldu¤unu flöyle belirtir: Harun Yahya (Adnan Oktar) ... modern öjenik düflünce yalnızca 19 yüzy›lda uyandı. Bu yüzyıl sırasında öjeniye ilginin oluflmasının birkaç nedeni vardır. En önemli neden ise evrim teorisidir. Öjeni terimini de keflfeden Francis Galton fikirlerini kuzeni Charles Darwin'in doktrinine dayandırıyordu.194 Gen Hücrenin çekirde¤inde bulunan bilgi deposu DNA, A- T- G- C harfleri ile ifade edilen nükleik asit moleküllerinden oluflur. Bu dört harfle ifade edilen moleküller, ikiflerli olarak karflılıklı eflleflir ve birer basamak olufltururlar. Bu basamaklar ise üst üste eklenerek genleri meydana getirirler. DNA molekülünün bir bölümü olan her bir gen, insan vücudundaki belli bir özelli¤i kontrol eder. Boyun 153 154 GEN uzunlu¤undan gözün rengine, burnun fleklinden kan grubuna kadar tüm bilgiler canlının genlerinde saklıdır. ‹nsan hücresindeki DNA'larda 30.000 civarında gen bulunur. Her gen, karflılı¤ı oldu¤u protein türüne göre, sayıları 1.000 ile 186.000 arasında de¤iflen nükleotidlerin özel bir sıralamada dizilmesinden oluflur. Bu genler insan vücudunda görev yapan yaklaflık 30.000 civarındaki proteinin kodlarını saklar ve bu proteinlerin üretimini denetler. Bu 30.000 genin içerdi¤i bilgi, DNA'daki toplam bilginin yalnızca % 3'ünü teflkil eder. Geriye kalan % 97'lik bölüm ise günümüzde hala sırrını korumaya devam etmektedir. Genler kromozomların içinde bulunur. Her insan hücresinin (üreme hücreleri hariç) çekirde¤inde 46 kromozom vardır. Her bir kromozomu gen sayfalarından meydana gelmifl bir cilde benzetirsek, bir hücrede insanın tüm özelliklerini içeren 46 ciltlik bir "hücre ansiklopedisi"nin bulundu¤unu söyleyebiliriz. Bu hücre ansiklopedisi tam 920 ciltlik Encyclopedia Britannica'nın içerdi¤i bilgiye eflde¤erdir. Her insanın DNA'sındaki harflerin dizilimi farklı farklıdır. fiu ana kadar dünya üzerinde yaflamıfl milyarlarca insanın tümünün birbirinden farklı olmala- rının nedeni de budur. Organların ve uzuvların temel yapı ve ifllevleri her insanda aynıdır. Ancak herkes o kadar ince farklılıklarla o kadar ayrıntılı ve özel yaratılır ki, bütün insanlar tek bir hücrenin bölünmesiyle meydana geldikleri ve aynı temel yapıya sahip oldukları halde, hiçbirinin görünümü bir di¤erine benzemez. Vücudumuzda bulunan bütün organlar genlerin tarif etti¤i bir plan çerçevesinde infla edilirler. Örne¤in bilim adamlarının çıkardıkları bir gen atlasına göre vücudumuzda, deri 2.559, beyin 29.930, göz 1.794, tükürük bezi 186, kalp 6.216, gö¤üs 4.001, akci¤er 11.581, karaci¤er 2.309, ba¤ırsak 3.838, iskelet kası 1.911 ve kan hücreleri 22.092 gen tarafından kontrol edilmektedir. fiu anda düzgün bir insan olarak yaflam sürdürmenizin sırrı, DNA'larınızda bulunan 46 ciltlik hücre ansiklopedisindeki milyarlarca harfin "hatasız" olarak birbiri ardına dizilmifl olmasındadır. Elbette bu harflerin kendi fluurları ve iradeleriyle böyle bir dizilimi gerçeklefltirmifl olmaları mümkün de¤ildir. Burada ansiklopedi sayfalarına benzetti¤imiz genler, tesadüf kelimesini anlamsız kılan hatasız dizilimleriyle yaratılıflın bir ispatıdır. (bkz. DNA) Evrim Açmaz› (Ansiklopedik) GEN FREKANSI Gen frekans› Her popülasyonun, yani aynı türe ait bireylerden meydana gelmifl ve belirli bir alana yayılmıfl canlı toplulu¤unun kendine özgü bir genetik yapısı bulunur. Bu genetik yapı, popülasyonun içerdi¤i genotip (bireyin kalıtsal yapısı) ve genlerin frekansı ile belirlenir. Gen frekansı, gen havuzundaki (bir popülasyonun kalıtsal yapısı) herhangi bir özellikle ilgili genin, toplam genler içindeki yüzde oranına denir. Örne¤in bezelye popülasyonlarında düzgün ve burufluk olmak üzere bu karakter için iki gen bulunur. Popülasyondaki düzgün tohum genlerinin sayısının, toplam sayıya oranı düzgün tohumlu genlerin frekansını verir. (bkz. Gen havuzu) Bir gen frekansının de¤erinin yüksek olması, o genin gen havuzunda fazla miktarda bulundu¤u, dolayısıyla ortaya çıkan genetik çeflitlenmede (varyasyon) bu özelli¤in daha baskın olaca¤ı anlamına gelir. Evrimciler ise, bir türün içindeki çeflitlili¤in fazla olmasını teorilerine delil olarak göstermeye çalıflırlar. Oysa varyasyon evrime hiçbir delil oluflturmaz, Harun Yahya (Adnan Oktar) çünkü varyasyon, zaten var olan genetik bilginin farklı eflleflmelerinin ortaya çıkmasıdır ve genetik bilgiye yeni bir özellik kazandırmaz. (bkz. Varyasyon) Popülasyonlar, gen frekansı bakımından homojen da¤ılım göstermezler. Onların içerisinde de özellikleri di¤erlerine göre birbirine daha çok benzeyen küçük gruplar vardır. Bu gruplar birbirlerinden co¤rafi izolasyonla belirli bir süre ayrılmıfl; fakat aralarındaki gen akıflı tam olarak kesilmemifltir. (bkz. Co¤rafi izolasyon görüflü) Gen havuzu Evrimciler, bir türün içindeki varyasyonları teoriye delil olarak göstermeye çalıflırlar. Oysa varyasyon evrime delil oluflturmaz; çünkü varyasyon, zaten var olan genetik bilginin farklı eflleflmelerinin ortaya çıkmasından ibarettir ve genetik bilgiye yeni bir özellik kazandırmaz. Varyasyon, bir tür içinde sınırlı bir çeflitlilik sa¤lar. Bu de¤ifliklikler sınırlıdır, çünkü de¤ifliklik sadece zaten var olan genetik bilgiyi kendi içinde çeflitlendirir. Genetik bilgiye herhangi bir ekleme yapmak mümkün de¤ildir. Sadece var olan bilgi kendi içinde de¤iflir ve bu de¤iflikli¤in sınırları da belirlenmifltir. Genetik biliminde söz konusu sınıra "gen havuzu" denir. Bir canlı türünün gen havuzunda bulunan bütün özellikler, varyasyon sayesinde çeflitli biçimlerde ortaya çıkabilir. Örne¤in varyasyon sonucunda, bir sürüngen türünün içinde 155 156 GENET‹K B‹LG‹ ortalamaya göre biraz daha uzun ayaklı ya da biraz daha kısa ayaklı cinsler ortaya çıkabilir, çünkü kısa ayak bilgisi de, uzun ayak bilgisi de sürüngenlerin gen havuzunda vardır. Ama varyasyon sürüngenlere kanat takıp, tüy ekleyip, metabolizmalarını de¤ifltirip onları kufla dönüfltüremez. Çünkü bu tür bir dönüflüm canlının genetik bilgisinde bir artıfl olmasını gerektirir, fakat varyasyonlarda böyle bir durum söz konusu de¤ildir. Geçmiflten günümüze vahfli orman horozundan türetilmifl birçok cins tavuk bulunmaktadır. Ancak günümüzde yeni cinslerin oluflumu durmufltur, zira artık orman tavu¤unun genetik bilgisindeki de¤iflimin sınırına ulaflılmıfltır ve yeni cins tavuk üretilememektedir. Buradaki durum türleflmedir ve hiçbir flekilde evrime delil teflkil etmez. Bitki teknolojisinde de aynı durum söz konusudur. fieker pancarı bu konuda iyi bir örnektir. 1800'lü yıllardan bafllayarak fleker pancarı üreticileri iyi cins fleker pancarlarını birbirleriyle türeterek yeni cinsler oluflturmufllardır. 75 yıllık bir çalıflmanın sonucunda fleker pancarının içerdi¤i fleker oranının %6'dan %15'e yükseltilmesi mümkün olmufltur. Ancak bir süre sonra fleker pancarındaki iyileflme durmufl ve fleker oranı daha fazla yükseltilemez hale gelmifltir. Çünkü fleker pancarının genetik bilgisinin izin verdi¤i de¤iflimin sınırına ulaflılmıfltır ve bunun ötesinde, artık bu bilginin çapraz çiftlefltirme yöntemiyle gelifltirilmesi mümkün olmamaktadır. Bu örnek, genetik bilgideki de¤iflimlerin bir sınırı oldu¤unun en önemli göstergelerindendir. Genetik bilgi Genetik sistem yalnızca DNA'dan ibaret de¤ildir. DNA'dan bu flifreyi okuyacak enzimler, bu flifrelerin okunmasıyla üretilecek mRNA, mRNA'nın bu flifreyle gidip üretim için üzerine ba¤lanaca¤ı ribozom, ribozoma üretimde kullanılacak amino asitleri taflıyacak bir taflıyıcı RNA ve bunlar gibi sayısız ara ifllemleri sa¤layan son derece kompleks enzimlerin de aynı ortamda bulunması gerekir. Ayrıca böyle bir ortam, ancak hücre gibi, gerekli tüm hammadde ve enerji imkanlarının bulundu¤u, her yönden izole ve tamamen kontrollü bir ortamdan baflkası olamaz. (bkz. DNA; ribozom; RNA Dünyası tezi) Genetik de¤iflmezlik (genet›c homoestas›s) 20. yüzyıl bilimi, canlılar üzerinde yapılan birtakım deneyler sonucunda "genetik de¤iflmezlik" (genetik homeostasis) denilen bir ilkeyi ortaya çıkardı. Bu ilke, bir canlı türünü de¤ifltirmek için yapılan tüm efllefltirme (farklı varyasyon oluflturma) çabalarının sonuçsuz kaldı¤ını, canlı türleri arasında aflılmaz duvarlar oldu¤unu ortaya koyuyordu. Yani farklı inek varyasyonlarını çiftlefltiren hayvan yetifltiricilerinin, inekleri Darwin'in iddia etti¤i gibi, baflka bir türe dönüfltürmeleri kesinlikle mümkün de¤ildi. Darwin Retried (Darwin Yeniden Sorguland›) adlı kitabıyla Darwinizm'in geçersizli¤ini ortaya koyan Norman Macbeth bu konuda flöyle yazar: Evrim Açmaz› (Ansiklopedik) GENOM PROJES‹ ‹nsan Genom Projesi'ni yürüten Celera Genomics flirketi Sorun canlıların gerçekten de sınırsız bir biçimde varyasyon gösterip göstermedikleridir... Türler her zaman için sabittirler. Yetifltiricilerin yetifltirdikleri de¤iflik bitki ve hayvan cinslerinin belirli bir noktadan ileri gitmedi¤ini, hatta hep orijinal formlarına geri döndü¤ünü biliriz.195 Genom Projesi (Genome Project) Evrimci çevreler Genom Projesi'nin evrim teorisini kanıtladı¤ı iddiasıyla ortaya çıkmaktadırlar; fakat bunun hiçbir bilimsel gerçekli¤i yoktur. Evrimciler somut bir delil bulamamaktan dolayı, "Genom Projesi evrim teorisini kesin olarak ispatladı" sloganı ile içi bofl bir evrim propagandası yaparlar. Ne var ki, genom projesinde elde edilen bulgularla evrim teorisinin iddiaları arasında hiçbir ba¤lantı yoktur. Genlerle oynanarak canlılarda fiziksel de¤iflikliklere neden olmanın evrim Harun Yahya (Adnan Oktar) teorisinin bir kanıtı oldu¤unu düflünmek kuflkusuz çok büyük bir yanılgıdır. ‹nsan Genomu Projesi dahilinde, canlıların bozuk genlerinin düzeltilerek, bazı kalıtsal hastalıkların iyilefltirilebilece¤i veya genlerle oynanarak bir türün daha mükemmellefltirilebilece¤i do¤rudur. Ne var ki, bu müdahalelerin hepsi bilinç, akıl, bilgi, yetenek ve teknoloji sahibi insanlar tarafından bir kontrol dahilinde uygulandı¤ı takdirde iyileflmeye ve geliflmeye yönelik sonuçlar verecektir. Evrim teorisine karflı getirilen en önemli elefltiri zaten bu noktadadır. Evrim teorisinin iddiası, genlerin, proteinlerin, hayatın tüm yapıtafllarının ve dolay›s›yla canlılı¤ın, hiçbir bilinç olmadan, tamamen tesadüflerin sonucunda kendi kendine olufltu¤udur. Bu, kesinlikle kabul edilebilir bir açıklama de¤ildir. Ne bilim, ne de mantık böyle bir tesadüf iddiasını kabul etmemektedir. Çünkü, genom projesinin gündeme gelmesiyle bir kez daha anlaflılmıfltır ki, canlılık son de- 157 rece kompleks, iç içe geçmifl ve hepsi birbirine ba¤lı, biri olmadan di¤erinin olamayaca¤ı yapılardan oluflmaktadır. Bu yapıların her biri kusursuz bir plan ve tasarıma sahiptir. Dolayısıyla böylesine mükemmel ve kompleks yapıların tesadüfler sonucunda, kendili¤inden oluflmaları ve yine tesadüfler sonucunda kendi kendilerini gelifltirerek çok daha karmaflık yapıları meydana getirmeleri imkansızdır. Bunun için bilinç, akıl ve bilgi gerekir. Bu sonucun bize gösterdi¤i tek gerçek vardır: Canlılı¤› sonsuz akl› ve bilgi sahibi olan Allah yaratm›flt›r. Bu konudaki di¤er bir yanılgı ise, bilim adamlarının genlere müdahale ederek de¤iflikliklere neden olabilmelerinin sonucunda insanın "yaratan" oldu¤unu sanmalarıdır. Bu, evrimcilerin Allah'ı inkarlarının bir sonucu olarak her fırsatta ortaya attıkları son derece temelsiz ve ateizm propagandasına yönelik bir iddiadır. Çünkü, mevcut olan genler üzerinde oynamalar yapmak ve o canlıda de¤iflimlere neden olmak o canlıyı yaratmak de¤ildir. Veya klonlama örne¤inde oldu¤u gibi, bir canlının kök hücrelerini alarak, o kök hücreyi bir canlının rahmine yerlefltirip o canlının aynısından üretmek de yaratmak de¤ildir. Yaratmak, yoktan var etmektir. Ve evrimciler gayet iyi bilmektedirler ki, tek bir canlı hücresini dahi yoktan var etmekten acizdirler. Bu konuda yaptıkları çalıflmaların tamamı baflarısızlıkla sonuçlanmıfltır. (bkz. Miller Deneyi; Fox Deneyi) Sonuç olarak Genom Projesi ile elde edilen bulgular, evrim teorisini kanıtlamamıfltır, aksine yaratılıfl gerçe¤ini bir kez daha gözler önüne sermifltir. Evrim Açmaz› (Ansiklopedik) GISH, DUANE T. G›sh, Duane T. Dünyaca ünlü evrim uzmanı Prof. Gish, Bilim Arafltırma Vakfı'nın düzenledi¤i "Evrim Teorisinin Çöküflü: Yaratılıfl Gerçe¤i" bafllıklı uluslararası konferansta (5 Temmuz 1998) "‹nsanın Kökeni" adlı konuflmasında insanın maymundan evrimleflti¤i tezinin hiçbir dayana¤ı olmadı¤ını anlattı: Fosil kayıtları evrim teorisini çürütmekte, insanın maymundan evrimleflti¤i iddiasını geçersiz kılmaktadır... Bilim bizlere tüm canlı türlerinin Allah tarafından ayrı ayrı yaratıldıklarını göstermektedir.196 ken "Yarat›l›fl Müzesi", dünyan›n farkl› ülkelerinde bilimsel araflt›rmalar yürüten bir ekibi, laboratuvarlar›, kitap, dergi ve radyo yay›nlar› bulunmaktad›r. Gould, Stephen Jay Harvard Üniversitesi paleontolo¤u Stephen J. Gould, evrim mekanizması olarak öne sürülen do¤al seleksiyonun açmazını flöyle dile getirmektedir: Darwinizm'in özü tek bir cümlede ifade edilebilir: "Do¤al seleksiyon evrimsel de¤iflimin yaratıcı gücüdür. "Kimse do¤al seleksiyonun uygun olmayanın elenmesindeki negatif rolünü inkar etmez. Ancak Darwinist teori, "uygun olanı yaratması"nı da istemektedir.197 ICR'›n kurucular›ndan biri olan Dr. Duane T. Gish, özellikle fosil bilimi koEvrimci paleontonusunda yazd›¤› kitaplog Stephen J. Gould lar ve verdi¤i 500'ün aynı zamanda sözde üzerinde konferansla, sıçramalı evrim modelinin dünyada evrim teorisine de önde gelen teorisyenlekarfl› elefltiri getiren en ünD u a n e T . G i s h ' i n E v r i m rindendir. (bkz. S›çramal› lü isimlerden biridir. K›sa teorisini elefltiren kitaplar› evrim) Evrim teorisinin ad› ICR olan Institute for dünyadaki en önde gelen Creation Research (Yarat›l›fl Araflt›rmalar› Enstitüsü) 1970'lerin ba- elefltirmenlerinden biri olan Phillip Johnfl›nda ABD'nin San Diego kentinde kurul- son ise, Gould'u "Darwinizm'in Gorbamufl ve o dönemden bu yana dünyada ev- çov'u" olarak tanımlar. Gorbaçov, Sovrim teorisine yönelik elefltiri getiren en yetler Birli¤i'nin komünist devlet sisteönemli kurumlardan biri olmufltur. ICR minde aksaklıklar oldu¤unu düflünerek bünyesinde 20'nin üzerine bilim adam› ve sistemi "revize" etmeye çalıflmıfltır. Oysa çok say›da araflt›rmac› yer almaktad›r. aksaklık sandı¤ı sorunlar gerçekte sisteEnstitü'nün; yüksek lisans e¤itimi veren min kendi tabiatından kaynaklandı¤ı bir fakültesi, y›lda binlerce ziyaretçi çe- için, komünizm yıkılıp gitmifltir. Harun Yahya (Adnan Oktar) 159 HAECKEL, ERNST Haeckel, Ernst Ünlü evrimci biyolog Ernst Haeckel, ¤ini, yoksa bu kiflilerin topluma yük olaDarwin'in yakın bir dostu ve destekçi- caklarını ve evrimi yavafllatacaklarını siydi. Evrim teorisini desteklemek için, savunmufltu. George Stein, Haeckel'in evfarklı canlıların embriyolarının rim teorisine olan körü körüne birbirine benzedi¤ini öne süren ba¤lılı¤ını flöyle özetlemifltir: "rekapitülasyon" adlı iddiayı ortaya atmıfltır. Haeckel'in bu Haeckel Darwin'in do¤ru oldu¤unu iddiayı ortaya atarken çizim iddia ediyordu... ‹nsan türü sorsahtekarlıkları yaptı¤ı ise gulanmayacak bir flekilde daha sonra anlaflılmıfltır. hayvanlar aleminden evrimleflmiflti. ‹nsanların sos(bkz. Embriyolojik yal ve politik varlı¤ı Darevrim) win'in gösterdi¤i gibi evrim Haeckel, bir kanunları, do¤al seleksiyon yandan bu tip bilim ve biyoloji ile idare ediliyordu. sahtekarlıkları yaErnst Haeckel Bunun tersini savunmak batıl parken öte yandan da inançtı.198 öjeni propagandası yürütüyordu. Öjeniyi Almanya'da ilk benimseyen ve yayan kifli, Ernst Haeckel olmufltur. (bkz. Öjeni) Halluc›gen›a Yeni do¤an sakat bebeklerin zaman geçiCanlıların bugünkü mükemmel halrilmeden öldürülmesini, böylece toplumun evriminin hızlandırılmasını öner- leriyle yeryüzü katmanlarında belirdi¤i miflti. Daha da ileri gitmifl ve cüzamlıla- Kambriyen devrinde bir anda ortaya çırın, kanserlilerin ve akıl hastalarının da kan canlılardan biri de Hallucigenia'dır. acısız bir biçimde öldürülmeleri gerekti- (bkz. Kambriyen devri) Bu Kambriyen Kambriyen devrinde bir anda ortaya ç›kan canl›lardan biri olan Hallucigenia'n›n fosilinde, sald›r›lara karfl› korunma sa¤layan dikenler vard›r. Harun Yahya (Adnan Oktar) 161 162 HAYAT HAYATTAN GEL‹R TEZ‹ canlısının fosilinde, saldırılara karflı korunma sa¤layan dikenler ya da sert kabuklar yer alır. Bu konuda evrimcilerin açıklayamadıkları nokta, ortada hiçbir "avcı" canlının bulunmadı¤ı bu devirde bu hayvanların nasıl bu kadar iyi bir korunmaya sahip olduklarıdır. Ortada avcı hayvanların bulunmayıflı, konuyu "do¤al seleksiyon"la açıklamayı imkansız kılmaktadır. Hayat hayattan gelir tezi bkz. Biyogenez (Biogenesis) Hayat a¤ac› (tree of l›fe) Darwinizm'e göre canlılık tek bir kökten gelen ancak sonra dallara ayrılan bir a¤aç gibi olmalıdır. Nitekim bu varsayım Darwinist kaynaklarda ısrarla vurgulanır ve "hayat a¤acı" (tree of life) kavramı sık sık kullanılır. Bu hayali hayat a¤acına göre canlılar arasındaki en temel sınıflandırma birimi olan filumların da kademe kademe ortaya çıkmıfl olması gerekir. Darwinizm'e göre önce tek bir filum oluflmalı, sonra di¤er filumlar küçük küçük de¤iflimlerle ve uzun zaman dilimleri içinde yavafl yavafl belirmelidir. (bkz. Filum) Bu varsayıma göre, hayvan filumlarının sayısında kademeli bir artıfl yaflanmıfl olmalıdır. Bu konuda yapılan çizimler de Darwinist varsayımlara göre hayvan filumlarında beklenen kademeli sayı artıflını göstermektedir. Darwinizm'e göre canlılık bu flekilde geliflmifl olmalıdır. Fakat fosiller bu hayali "hayat a¤acı"nı reddetmektedir. Fosil kay›tlar›na göre ortaya ç›kan gerçek fludur: Hayvanlar ilk ortaya çıktıkları dönemden itibaren çok farklı ve çok komplekstirler. Bugün bilinen tüm hayvan filumları, yeryüzünde aynı anda, Kambriyen devri olarak bilinen jeolojik dönemde ortaya çıkmıfllardır. Darwinizm'in dünya çapındaki en önemli elefltirmenlerinden biri olan Berkeley Üniversitesi profesörü Phillip Johnson, paleontolojinin ortaya koydu¤u bu gerçe¤in Darwinizm'le olan açık çeliflkisini flöyle açıklamaktadır: Darwinist teori, canlılı¤ın bir tür "giderek geniflleyen bir farklılık üçgeni" içinde geliflti¤ini öngörür. Buna göre canlılık, ilk canlı organizmadan ya da ilk hayvan türünden bafllayarak, giderek farklılaflmıfl ve biyolojik sınıflandırmanın daha yüksek kategorilerini oluflturmufl olmalıdır. Ama hayvan fosilleri bizlere bu üçgenin gerçekte baflafla¤ı durdu¤unu göstermektedir: Filumlar henüz ilk anda hep birlikte vardır, sonra giderek sayıları azalır.199 Kambriyen öncesi (Prekambriyen) dönemde sadece tek hücreli canlıların oluflturdu¤u üç farklı filum vardır. Kambriyen'de ise 60'ı aflkın farklı hayvan filumu bir anda ortaya çıkmıfltır. ‹lerleyen dönemde ise bu filumların bir kısmının soyları tükenmifl, günümüze kadar sadece bazı filumlar ulaflmıfltır. Ünlü evrimci paleontolog Roger Lewin, Darwinizm'in hayatın tarihi hakkındaki tüm varsayımlarını çökerten bu ola¤a- Evrim Açmaz› (Ansiklopedik) HETEROTROF GÖRÜfiÜ Heterotrof görüflü Evrimci biyolog Ernst Haeckel taraf›ndan 1866 y›l›nda çizilen hayali "hayat a¤ac›". nüstü durumdan flöyle söz eder: Hayvanların tüm tarihindeki "en önemli evrimsel olay" olarak tanımlanan Kambriyen patlaması, daha sonra da varlıklarını koruyacak olan bütün temel vücut formlarını (filumları) ortaya koymufltur. Bunların bir kısmının daha sonra soyları tükenmifltir. Bazı tahminler, flu anda var olan 30 farklı hayvan filumu ile karflılafltırıldı¤ında, Kambriyen patlamasının yaklaflık 100 kadar farklı filumu ortaya çıkardı¤ı yönündedir.200 Harun Yahya (Adnan Oktar) ‹lk canlı oluflumu ile ilgili üzerinde en çok çalıflılan görüfllerden biri de heterotrof görüflüdür. Bu görüfle göre bir canlı; yapılarını oluflturmak, enerji gereksinimlerini karflılamak için gerekli organik molekülleri dıfl çevreden hazır olarak alan tüketici bir canlıdır. Bu görüfle göre ilk canlı, organik bilefliklerin kendili¤inden olufltu¤u kompleks bir çevrede bu organik bilefliklerle beslenmifltir. Çevreden aldı¤ı basit organik molekülleri sentezlemesini sa¤layacak gen sistemine gereksinim yoktur. Yani ilk canlının kompleks bir çevrede basit yapılı olarak beslenip yaflamsal olaylarını sürdürebildi¤i farz edilir. Bu görüfle göre canlılık oluflurken önce kimyasal evrim olmufltur. Heterotrof canlı da cansız maddelerin uzun süren kimyasal evrimi sonucu ortaya çıkmıfltır. Yine bu görüfle göre ilk atmosferde serbest oksijen gazı yoktur. ‹lk atmosfer gazları olarak varsayılan amonyak (NH3), metan (CH4), hidrojen (H2) ve su buharı (H2O) mor ötesi ıflınların yüksek enerjisi ile daha karmaflık yapılı bileflikleri oluflturacak kimyasal reaksiyona girmifllerdir. Bu reaksiyonlar sonucunda tesadüf eseri oluflan maddelerin önce küçük su birikintilerinde ço¤alıp zamanla denizlere ve okyanuslara taflındıkları ve basit organik bileflikleri meydana getirdikleri varsayılır. Bu iddiaları ispatlamak üzere yapılan tüm çalıflmalar ise baflarısızlıkla sonuç- 163 164 H‹POTEZ lanmıfltır. De¤il tesadüf eseri, kontrollü deney ortamlarında bile bu mümkün olamamıfltır. (bkz. Miller Deneyi, Fox Deneyi) Hipotez Birtakım gerçekler veya olaylar karflısında öne sürülen açıklamaya ya da bir probleme geçici olarak sunulmufl çözüme "hipotez" denir. ‹yi bir hipotezin ispatlanabilmesi için deney ve gözlemlere açık, eldeki verilere uygun özellik taflıması gereklidir. Aynı zamanda bulunan yeni gerçeklere ve tahminlere de açık olmalı, gerekti¤inde üzerinde kısmi de¤ifliklikler yapılabilmelidir.201 Bilim adamı önce yaptı¤ı gözlemler do¤rultusunda bir genelleme yapar ya da gözlemlerin niteli¤i hakkında geçici bir fikir veren olaylar zinciri arasındaki neden-sonuç iliflkisini belirten bir hipotez kurar. Arafltırmaya do¤ru ilk adım hipotezle atılır. Hipotez kurulurken yapılan ön tahminler daha sonra kontrollü deneylerle sınanabilmelidir. Do¤rudan do¤ruya denenemeyen karmaflık hipotezler ise bunlardan mantı¤a uygun bazı sonuçların çıkarılıp çıkarılamayaca¤ını göstermek üzere sınanır. Bir hipotez bu yüzden deneysel sınama esasına dayanmalı yani herhangi bir yolla do¤rulanabilen bir tahmin yapmalıdır, yoksa sadece bir spekülasyon olarak kalır.202 Çok sayıda gözlem ve deneyle desteklenebilen bir hipotez ise teori olur. (bkz. Teori) Bir teori, birkaç farklı alan- daki hipotez ve gözlemi kapsar. Örne¤in, "evrim teorisi" paleontolojiden, anatomiden, fizyolojiden, biyokimyadan, genetikten ve di¤er ilgili bilimlerden gelen hipotezleri ve gözlemleri içine alır. Bir bilim adamı, hipotezine uymayan bir gözlem yaptı¤ı zaman, ya hipotezin ya da gözlemin yanlıfl oldu¤u sonucuna varır. E¤er gözlem do¤ruysa hipotezini reddeder ya da yeniler. Bilimde en uygun olan ise her yeni gözlemin hipotezle uyum sa¤lamasıdır. Ancak evrim teorisi söz konusu oldu¤unda, bilimin hiçbir dalındaki hipotezin teoriyi do¤rulamadı¤ı görülür. Fakat teorinin herfleye ra¤men ayakta tutulması için tüm bunlar göz ardı edilmektedir. (bkz. Evrim teorisi) Hoatz›n kuflu Evrimcilerin, Archæopteryx'i ara geçifl formu olarak gösterirken dayandıkları noktalar, hayvanın dinozorlara benzeyen iskelet yapısı, kanatları üzerindeki pençeleri ve a¤zındaki diflleridir. (bkz. Archæopteryx) Bunlar nedeniyle Archæeopteryx'in sürüngen özelliklerini hala yo¤un olarak taflıyan, bazı kufl özelliklerini de yeni kazanmıfl olan bir geçifl formu oldu¤u iddiasındadırlar. Oysa sözü edilen "sürüngen özellikleri", gerçekte Archæopteryx'i bir sürüngen yapmaz. Özellikle Archæopteryx'in kanatlarındaki pençeler öne sürülerek yapılan iddialar geçersizdir. Çünkü bugün de dünyada pençe-kanatlara sahip Evrim Açmaz› (Ansiklopedik) HOMO ANTECESSOR taraflı yorum yapılabilir. E¤er Hoatzin kuflu, bugün uygun tabakalarda fosil olarak bulunmufl olsaydı, büyük olasılıkla aynı Archæopteryx gibi bir ara geçifl formu olarak ileri sürülecekti. Ancak bu canlının hala yaflaması ve bir kufl oldu¤unun da apaçık belli oluflu, evrimcilere bu imkanı vermemektedir. Homo antecessor Hayali evrim soya¤acını temelinden yıkan en önemli ve flaflırtıcı gerçek, Homo sapiens'in, yani günümüz insanının tarihinin hiç umulmadık kadar geriye gitmesidir. Paleontolojik bulgular, bundan neredeyse bir milyon yıl öncesinde, bize tıpatıp benzeyen Homo sapiens insanlarının yafladıkG ü n ü m ü z d e y a fl a y a n O p i s t h o c o m u s h o a z i n kuflu larını göstermektedir. nun kanatlar›nda da ayn› Archæopteryx gibi pençe Bu konudaki bulgular204, evbenzeri t›rnaklar yer al›r. rim soya¤acını tepetaklak etti¤i için di¤er bazı evrimci paleoantbirçok kufl yaflamaktadır. Örne¤in Avustropologlar tarafından reddedildi. 1995 ralya'da yaflayan Hoatzin kuflunun da ayyılında ‹spanya'da Atapuerca'da bulunan nı Archæopteryx'te oldu¤u gibi kanatlı bir fosil, Homo sapiens'in tarihinin sanılpençeleri vardır 203 ve yine Archæopdı¤ından çok daha eski oldu¤unu çok teryx'te oldu¤u gibi küçük bir omurgayla çarpıcı bir biçimde ortaya çıkardı. (bkz. uçmaktadır. Oysa sırf bu nedenle, evrimAtapuerca) Söz konusu fosil, Homo saciler tarafından Archæopteryx'in uçamapiens'in tarihinin 800 bin yıl kadar geridı¤ı veya iyi uçamadı¤ı iddia edilir. Bu ye götürülmesi gerekti¤ine iflaret ediyordurum, Archæopteryx'teki pençe, difl ve du. Ama fosili bulan evrimciler, ilk floku iskelet yapısı gibi özelliklerin, onu bir atlattıktan sonra, bu fosilin baflka bir türe sürüngen de¤il, özgün bir kufl türü yaptıait oldu¤una karar verdiler. Çünkü evrim ¤ını göstermektedir. soya¤acına göre 800 bin yıl önce Homo Oysa evrimci bakıfl açısıyla her türlü sapiens'in yaflamamıfl olması gerekiyor- Harun Yahya (Adnan Oktar) 165 166 HOMO ERECTUS du. Bu yüzden Homo antecessor adlı hayali bir tür oluflturdular ve Atapuerca kafatasını bu sıralamaya dahil ettiler. Homo erectus Evrimcilerin "dik yürüyen insan" anlamına gelen Homo erectus sınıflandırması, insanın hayali soya¤acında en ilkel tür sayılır. Evrimciler bu insanları, "erect" (dik) sıfatı ile önceki sınıflamalarından ayırmak zorunda kalmıfllardır. Çünkü eldeki tüm Homo erectus fosilleri, Australopithecus ya da Homo habilis örne¤inde görülmedi¤i kadar diktir. Günümüz insanın›n iskeleti ile Homo erectus iskeleti arasında hiçbir fark yoktur. Evrimcilerin Homo erectus'u "ilkel" saymaktaki en önemli dayanakları, kafatası hacminin (900-1100 cc.) günümüz insanın›n kafatası hacmi ortalamasından küçük olması ve kalın kafl çıkıntılarıdır. Oysa bugün de dünyada Homo erectus'la aynı kafatası hacmine sahip pek çok insan yaflamaktadır (örne¤in pigmeler) ve bugün de çeflitli ırklarda kafl çıkıntıları vardır (örne¤in Avustralya yerlileri Aborijinlerde). Kafatası hacmi farklılı¤ının zeka ve beceri yönünden hiçbir fark oluflturmadı¤ı ise bilinen bir gerçektir. Zeka, beynin hacmine göre de¤il, beynin kendi içindeki organizasyonuna göre de¤iflir.205 Homo erectus'u dünyaya tanıtan fosiller, her ikisi de Asya'da bulunan Pekin Adamı ve Java Adamı fosilleriydi. Ancak zamanla bu iki kalıntının da güveni- lir olmadıkları anlaflıldı. (bkz. Pekin Adamı, Java Adamı) Bu nedenle Afrika'da bulunan Homo erectus fosilleri giderek daha fazla önem kazandı. (Bu arada, Homo erectus olarak tanımlanan fosillerin bir kısmının bazı evrimciler tarafından Homo ergaster adlı ikinci bir sınıflamaya dahil edildi¤ini de belirtmek gerekir. Bu konuda aralarında anlaflmazlık vardır.) Afrika'da bulunan Homo erectus örneklerinin en ünlüsü, "Narikotome homo erectus" ya da "Turkana Çocu¤u" fosilidir. Fosilin dik iskelet yapısı günümüz insanınınkinden farksızdır.206 Dolayısıyla Homo erectus da yine günümüzde yaflamakta olan bir insan ırkıdır. (bkz. Turkana Çocu¤u) Connecticut Üniversitesi'nden Prof. William Laughlin, Eskimolar ve Aleut Adaları insanları üzerinde uzun yıllar anatomik incelemeler yapmıfl ve bu insanlar ile Homo erectus'un flaflırtıcı derecede birbirlerine benzediklerini görmüfltür. Laughlin'in vardı¤ı sonuç, tüm bu ırkların gerçekte Homo sapiens türüne (günümüz insan›na) ait farklı ırklar oldu¤udur: Hepsi Homo sapiens türüne ait olan Eskimolar ve Avustralya yerlileri gibi uzak gruplar arasındaki büyük farklılıkları dikkate aldı¤ımızda, Homo erectus'un da kendi içinde farklılıklar taflıyan bu türe (Homo sapiens'e) ait oldu¤u sonucuna varmak çok mantıklı gözükmektedir.207 Bir insan ırkı olan Homo erectus ile "insanın evrimi" senaryosunda kendisin- Evrim Açmaz› (Ansiklopedik) 10 B‹N YILLIK HOMO ERECTUSLAR 10 Ekim 1967'de Avustralya Victoria'daki Kow Swamp Gölü yak›n›nda bulunan bu iki kafatas›na Kow Swamp I ve Kow Swamp V ad› verildi. Evrimciler, ilkel bir tür olarak tan›mlad›klar› Homo erectusla r›n, bundan 10 bin sene önce yaflayan bir insan ›rk› oldu¤u gerçe¤ini kabul etmek is temediler. 168 HOMO ERGASTER HOMO ERECTUS'UN DEN‹ZC‹L‹K KÜLTÜRÜ "Antik denizciler: ‹lk insanlar sand›¤›m›zdan daha ak›ll›yd›lar" New Scientist dergisinde yay›nlanan 14 Mart 1998 tarihli bu makaleye göre evrimcilerin Homo erectus ismini verdikleri in sanlar, günümüzden 700 bin y›l önce gemicilik yap›yorlard›. Gemi yapabilecek bilgi, teknoloji ve kültüre sahip insanlar›n ilkel say›lmalar› elbette ki mümkün de¤ildir. den önce gelen maymunlar (Australopithecus, Homo habilis, Homo rudolfensis) arasında büyük bir uçurum vardır. Yani fosil kayıtlarında beliren ilk insanlar, evrim süreci olmadan, aynı anda ve aniden ortaya çıkmıfllardır. Yaratılmıfl olmalarının bundan daha açık bir göstergesi olamaz. Ancak bu gerçe¤i kabul etmek, evrimcilerin dogmatik felsefelerine ve ideolojilerine aykırıdır. Bu nedenle, özgün bir insan ırkı olan Homo erectus'u yarımaymun bir canlı gibi göstermeye çalıflırlar. Bundan dolayı da yaptıkları Homo erectus rekonstrüksiyonlarında ısrarla maymunsu hatlar çizerler. (Detayl› bilgi için bkz. Evrim Aldatmacas›, Harun Yahya, Araflt›rma Yay›nc›l›k) Homo ergaster Homo erectus (dik yürüyen insan) olarak tanımlanan fosillerin bir kısmı, bazı evrimciler tarafından "Homo ergaster" olarak sınıflandırılır. Bu ikinci sınıflama evrimciler arasında anlaflmazlık konusudur. (bkz. Homo erectus) Homo hab›l›s Australopithecuslar'ın iskelet ve kafatası yapılarının flempanzelerinkinden neredeyse farksız oluflu ve canlıların dik yürüdükleri iddiasının da sa¤lam kanıtlarla çürütülmesi, evrimci paleoantropologları oldukça zor durumda bırakmıfltır. Çünkü hayali evrim flemasında Australopithecuslar'dan sonra Homo erectus gelir. Homo erectus, isminin baflındaki "homo" yani "insan" teriminden de anlaflıldı¤ı gibi bir insan grubudur ve iskeleti de tamamen diktir. Kafatası hacmi Australopithecuslar'ınkinin iki katı kadardır. Hayali soya¤acına göre flempanze ben- Evrim Açmaz› (Ansiklopedik) HOMO HABILIS zeri bir maymun türü olan Australopithecuslar'dan sonra, günümüz insan›ndan farksız bir iskelete sahip Homo erectus'un gelmesini, evrim teorisiyle bile açıklamak mümkün de¤ildir. Dolayısıyla "ba¤lantı"lar, yani "ara form"lar gerekir. ‹flte Homo habilis kavramı bu zorunluluktan do¤mufltur. Homo habilis sınıflandırması 1960'lı yıllarda ailece "fosil avcısı" olan Leakey'ler tarafından ortaya atıldı. Leakey'lere göre, Homo habilis olarak sınıflandırılan bu yeni tür canlı, dik yürü- Australopithecus, Homo habilis (yanda) türlerinin diflleri üzerinde yap›lan analizler, Australopithecines ve Homo habilis türlerinin Afrika maymunlar›yla ayn› kategoride olduklar›n› göstermektedir. me yetene¤ine, göreceli olarak büyük bir beyin hacmine, tafltan ve tahtadan alet kullanma yetene¤ine sahipti. Bu sebeple insanın atası olabilirdi. 80'li yılların ortalarından sonra bulunan aynı türe ait yeni fosiller, bu görüflü tamamen de¤ifltirdi. Bernard Wood ve Loring Brace gibi arafltırmacılar, bunların "alet kullanabilen insan" anlamına gelen Homo habilis yerine, "alet kullanabilen Güney Afrika maymunu" anlamına gelen Australopithecus habilis olarak sınıflandırılması gerekti¤ini söy- 169 170 HOMO HEILDERBERGENSIS lediler. Çünkü Homo habilis, Australopithecus ismi verilen maymunlarla birçok ortak özelli¤e sahipti. Aynı Australopithecus gibi uzun kollu, kısa bacaklı ve maymunsu bir iskelet yapısına sahipti. El ve ayak parmakları tırmanmaya uyumluydu. Çene yapıları tamamen günümüz maymunlarınınkine benziyordu. 550 cc.'lik beyin hacimleri de bunların birer maymun olduklarının en iyi göstergesiydi. Kısacası bazı evrimciler tarafından ayrı bir tür olarak gösterilen Homo habilis, gerçekte tüm di¤er Australopithecuslar gibi bir maymun türüydü. Amerikalı antropolog Holly Smith'in 1994 yılında yaptı¤ı detaylı analizler de yine Homo habilis'in aslında "homo" yani insan de¤il, maymun oldu¤unu gösterdi. Smith, Australopithecus, Homo habilis, Homo erectus ve Homo neandertalensis türlerinin diflleri üzerinde yaptı¤ı analizler hakkında flöyle diyordu: Difllerin geliflimi ve yapısı kriterine dayanarak yaptı¤ımız analizler, Australopithecus ve Homo habilis türlerinin Afrika maymunlarıyla aynı kategoride olduklarını, ancak Homo erectus ve Neandertal türlerinin günümüz insanlar›yla aynı yapıya sahip oldu¤unu göstermektedir.208 Aynı yıl Fred Spoor, Bernard Wood ve Frans Zonneveld adlı üç anatomi uzmanı çok farklı bir yöntemle yine aynı sonuca ulafltılar. Bu yöntem, insan ve maymunların iç kulaklarında yer alan ve denge sa¤lamaya yarayan yarı-çembersel kanalların karflılafltırmalı analizine dayanıyordu. Dik yürüyen insanların kanalları ile e¤ik yürüyen maymunların kanalları birbirlerinden somut bazı farklılıklarla ayrılıyorlardı. Spoor, Wood ve Zonneveld'in inceledikleri tüm Australopithecus ve Homo habilis örneklerinin iç kulak kanalları günümüz maymunların›nkiyle aynıydı. Homo erectus'un iç kulak kanalları ise, aynı günümüz insanlar›ndaki gibiydi.209 Bu bulgu çok önemli iki sonucu göstermifltir: (1) Homo habilis adıyla anılan fosiller, gerçekte "homo" yani insan sınıflamalarına de¤il, Australopithecus (maymun) sınıflamalarına dahildir. (2) Hem Homo habilis hem de Australopithecus türleri, e¤ik yürüyen yani maymun iskeletine sahip canlılardır. ‹nsanlarla ilgileri yoktur. Homo he›lderbergens›s Evrimci literatürde Homo heilderbergensis olarak tanımlanan sınıflandırma, aslında Homo sapiens archaic'le aynıdır. Aynı insan ırkını tanımlamak için bu iki ayrı kavramın da kullanılmasının nedeni, evrimciler arasındaki görüfl farklılıklarıdır. Homo heilderbergensis sınıflamasına dahil edilen tüm fosiller, anatomik olarak günümüz Avrupalılarına çok benzeyen insanların, günümüzden 500 bin hatta 740 bin yıl önce ‹ngiltere'de ve ‹spanya'da yafladıklarını göstermektedir. Evrim Açmaz› (Ansiklopedik) HOMO RUDOLFENSIS Homo heilderbergensis fosilleri, günümüz Avrupal›lar›na çok benzeyen insanlar›n günümüzden 740 bin y›l önce ‹ngiltere ve ‹spanya'da yaflad›klar›n› göstermektedir. Homo rudolfens›s Homo rudolfensis terimi, 1972 yılında bulunan birkaç fosil parçasına verilen isimdir. Söz konusu fosil parçaları Kenya'daki Rudolf Nehri civarında bulundu¤u için, bu fosilin temsil etti¤i varsayılan türe de Homo rudolfensis adı verilmifltir. Ço¤u paleoantropolog ise bu fosillerin aslında ayrı bir türe ait olmadı¤ını, Homo rudolfensis denen canlının aslında bir Homo habilis, yani bir maymun türü oldu¤unu kabul etmektedir. Fosilleri bulan Richard Leakey, 2.8 milyon yıl yafl biçti¤i ve "KNM-ER 1470" olarak adlandırdı¤ı kafatasını antropoloji tarihinin en büyük buluflu gibi tanıtmıfl ve büyük yankı uyandırmıfltı. Australopithecus'unki gibi küçük bir ka- Harun Yahya (Adnan Oktar) fatası hacmi olan, ancak insansı bir yüze sahip bulunan canlı, Leakey'e göre, Australopithecus ile insan arasındaki kayıp halkaydı. Ancak bir süre sonra anlaflılacaktı ki, KNM-ER 1470 kafatasının bilimsel dergilere kapak olan "insansı" yüzü, gerçekte kafatası parçalarını birlefltirirken belki de kasıtlı yapılan hataların sonucuydu. ‹nsan yüzü anatomisi üzerinde çalıflmalar yapan Prof. Tim Bromage, 1992 yılında bilgisayar simülasyonları yardımıyla ortaya çıkardı¤ı bu gerçe¤i flöyle özetler: KNM-ER 1470'in rekonstrüksiyonu yapılırken, yüz, aynı günümüz insanlar›nda oldu¤u gibi, kafatasına neredeyse tam paralel bir biçimde infla edilmiflti. Oysa yaptı¤ımız incelemeler, yüzün kafatasına daha e¤imli bir biçimde infla edilmifl olmasını gerektirmektedir. Bu ise aynı Australopithecus'da gördü¤ümüz maymunsu yüz özelli¤ini meydana getirir.210 Bu konuda evrimci paleoantropolog J. E. Cronin de flöyle der: Kaba olarak biçimlendirilmifl yüz, düflük kafatası geniflli¤i ve büyük azı difller gibi ilkel özellikler, KNM-ER 1470'in Australopithecus ile paylafltı¤ı ilkel özelliklerdir... KNM-ER 1470, di¤er erken homo örnekleri gibi, öteki ince yapılı Australopithecuslar'la birçok yapısal ortak özellik taflır. Bu özellikler, di¤er sonraki geç homo örneklerinde (yani Homo erectus'ta) bulunmaz.211 171 172 HOMO SAPIENS Michigan Üniversitesi'nden C. Loring Brace ise çene ve difl yapısı üzerinde yaptı¤ı analizlerde KNM-ER 1470 kafatası hakkında yine aynı sonuca varmıfltır: Çenenin büyüklü¤ü ve azı difllerinin kapladı¤ı yerin geniflli¤i, ER 1470'in tam anlamıyla bir Australopithecus yüz ve difllerine sahip oldu¤unu göstermektedir.212 KNM-ER 1470 üzerinde en az Leakey kadar incelemede bulunmufl olan John Hopkins Üniversitesi paleoantropolo¤u Prof. Alan Walker da, bu canlının Homo habilis ya da Homo rudolfensis gibi bir "homo" yani insan türüne dahil edilmemesi, aksine Australopithecus sınıfına sokulması gerekti¤ini savunmaktadır.213 Australopithecuslar ile Homo erectus arasında bir geçifl formu gibi gösterilmeye çalıflılan Homo habilis ya da Homo rudolfensis gibi sınıflamalar tamamen hayalidir. Bu canlılar bugün ço¤u arafltırmacının kabul etti¤i gibi, Australopithecus serisinin birer üyesidirler. Bütün anatomik özellikleri, bu canlıların birer maymun türü olduklarını göstermektedir. Homo sap›ens Hayali evrim soya¤acının günümüz insanını oluflturan Homo sapienslerin geçmifli, evrimcilerin hiç beklemedi¤i kadar geriye gitmektedirler. Paleontolojik bulgular, bundan neredeyse bir milyon yıl öncesinde, bize tıpatıp benzeyen Homo sapiens insanlarının yafladı¤ını göstermektedir. Bu konudaki bulgulardan biri, Atapuerca adı verilen bölgede bulunan bir fosildir. Bu fosilin günümüz insanıyla aynı özellikler taflıyor olması, evrimcilerin insanın evrimi hakkındaki inançlarını sarsmıfltır. Çünkü evrim soya¤acına göre, 800 bin yıl önce Homo sapiens'in yaflamamıfl olması gerekmektedir. Hatta pek çok bulgu, Homo sapiens'in tarihinin 800 bin yıldan bile eski oldu¤unu gösteriyordu. Bunlardan birisi, Louis Leakey'nin 1970'lerin baflında Olduvai Gorge'daki bulgularıydı. Leakey buradaki Bed II katmanında Australopithecus, Homo habilis ve Homo erectus türlerinin aynı anda ve birarada yafladıklarını tespit etmiflti. Ancak bundan da ilginç olan, Leakey'in aynı katmanda (Bed II) buldu¤u bir yapıydı. Leakey burada, tafltan yapılmıfl bir kulübenin kalıntılarını bulmufltu. Olayın en ilginç yönü ise, Afrika'nın bazı bölgelerinde hala kullanılan bu yapıların sadece Homo sapiensler tarafından yapılmıfl olabilece¤iydi! Yani, Leakey'nin bulgularına göre, Australopithecus, Homo habilis, Homo erectus ve günümüz insan›, bundan yaklaflık 1.7 milyon yıl önce birarada yaflamıfl olmalıydılar. 214 Bu gerçek, elbette, günümüz insanların›n Australopithecus olarak tanımlanan maymunlardan evrimleflti¤ini öne süren evrim teorisini geçersiz kılmaktadır. Ayrıca günümüz insanların›n izlerini 1.7 milyon yıldan bile daha geriye götüren bulgular mevcuttur. Bu bulguların en Evrim Açmaz› (Ansiklopedik) HOMO SAPIENS ARCHAIC önemlisi, Laetoli Bölgesinde bulunan ayak izleridir. (bkz. Laetoli ayak izleri) Günümüz insanından farksız olan bu izlerin 3.6 milyon yıl öncesine ait oldu¤u hesaplanmıfltır. Mary Leakey'in buldu¤u bu ayak izleri, daha sonra Don Johanson ve Tim White gibi ünlü paleoantropologlar tarafından da incelendi. Varılan sonuçlar aynıydı. White flöyle yazıyordu: Hiç kuflkunuz olmasın... Bunlar günümüz insanın›n ayak izlerinden tamamen farksız. E¤er bu izler bugün bir California plajında olsalardı ve bir çocu¤a bunların ne oldu¤u sorulsaydı, hiç tereddüt etmeden burada bir insanın yürüdü¤ünü söylerdi. Bunları, kumsalda yer alan di¤er yüzlerce insan ayak izinden ayırt edemezdi. Dahası, siz de ayırt edemezdiniz.215 ler, ayak izlerinin gerçek sahiplerini de tanımladı: Ortada, 10 yaflındaki bir insanın 20 tane ve daha küçük yaflta birinin de 27 tane fosilleflmifl ayak izi vardı. Ve bunlar, kesinlikle, bizim gibi normal insanlardı. Evrimcilerin bilimsel bulgularla açıkça çeliflen bu teoriyi körü körüne savunmaları, ele geçirilen her aleyhte bulguyu çarpıtmaları ya da görmezden gelmeleri, teorinin bilim dıflılı¤ını açıkça ortaya koymaktadır. Homo sap›ens archa›c Homo sapiens archaic, hayali evrim flemasının günümüz insanından bir önceki basama¤ını oluflturur. Aslında bu insanlar hakkında evrimciler açısından Ayak izlerinin morfolojik yapısı üze- söylenecek bir fley yoktur, zira bunlar rinde yapılan incelemeler, bunun bir in- günümüz insanından ancak çok küçük san hem de günümüz insan› (Homo sapi- farklılıklarla ayrılırlar. Hatta bazı arafltırens) izi olarak kabul edilmesi gerekti¤ini macılar, bu ırkın temsilcilerinin günütekrar tekrar gösteriyordu. ‹zleri incele- müzde hala yaflamakta olduklarını söyleyerek Avustralyalı Aboyen Russell Tuttle flöyle rijin yerlilerini örnek yazıyordu: gösterirler. Aborijin yerBu izler, çıplak ayaklı lileri de aynı bu ırk gibi bir Homo sapiens tarakalın kafl çıkıntılarına, fından bırakılmıfl olmaiçeri do¤ru e¤ik bir çene lıdır... Yapılan tüm moryapısına ve biraz daha folojik incelemeler, bu küçük bir beyin hacmiizleri bırakan canlının ne sahiptirler. Ve bugün aya¤ının, günümüz ins a n l a r ı n › n k i l e rd e n de flahit oldu¤umuz gifarklı olmadı¤ını gösbi Aborijinler de norAfrika'n›n baz› bölgelerinde hala termektedir.216 kullan›lan yap›lardan fark› mal bir insan ›rk›d›r. olmayan 1.7 milyon y›ll›k tafl (bkz. Aborijin yerlileri) Tarafsız incelemekulübe kal›nt›s›. Harun Yahya (Adnan Oktar) 173 174 HOMOLOJ‹ Moleküler düzeyde hiçbir organizma bir di¤e rinin "atas›" de¤ildir, di¤erinden daha "ilkel" ya da "geliflmifl" de de¤ildir. rumunun genetik açmazını flöyle belirtmektedir: Homoloji (Köken birli¤i) Farklı canlı türleri arasındaki yapısal benzerlikler biyolojide "homoloji" olarak adlandırılır. Evrimciler bu benzerlikleri evrime delil gibi göstermeye çalıflırlar. Farklı canlılardaki benzer görünümlü (homolog) organları öne sürerek, bu canlıların ortak bir atadan geldiklerini savunurlar. (bkz. Homolog organ) Fakat evrimcilerin homoloji ile ilgili iddialarının ciddi sayılabilmesi için benzer (homolog) organların, benzer (homolog) DNA flifreleri tarafından kodlanmıfl olması gerekir. Oysa bu benzer organlar, ço¤unlukla çok farklı genetik kodlar (DNA flifreleri) tarafından belirlenmektedir. Bunun yanı sıra, farklı canlıların DNA'larındaki benzer genetik kodlar da, çok farklı organlara karflılık gelmektedirler. Avustralyalı biyokimya profesörü Michael Denton, Evolution: A Theory in Crisis (Evrim: Kriz ‹çinde Bir Teori) isimli kitabında homolojinin evrimci yo- Homolojinin evrimci temeli, belki de en ciddi olarak, görünürde benzer olan yapıların, farklı türlerde bütünüyle farklı genler tarafından belirlendi¤i anlaflıldı¤ında çökmüfltür.217 Ayrıca, yine söz konusu iddianın ciddi sayılabilmesi için bu benzer yapıların embriyolojik geliflim süreçlerinin, yani yumurtadaki ya da anne karnındaki geliflim aflamalarının da birbirlerine paralel olması gerekir. Oysa benzer organlar için bu embriyolojik süreç her canlıda birbirinden farklıdır. Genetik ve embriyolojik arafltırmalar, Darwin'in "canlıların ortak bir atadan evrimlefltiklerinin delili" fleklinde tarif etti¤i homoloji kavramının, gerçekte hiçbir flekilde bu tarife delil oluflturmadı¤ını göstermifltir. Bu flekilde bilim, Darwinist tezlerden birinin daha gerçek dıflı oldu¤unu ortaya koymufl bulunmaktadır. Evrimcilerin sadece organlar düzeyinde de¤il, moleküler düzeyde öne sürdükleri homoloji iddiası da geçersizdir. Evrim Açmaz› (Ansiklopedik) HOMOLOG ORGAN (bkz. Moleküler homoloji tezi) Birbirine çok benzer ve yakın gibi görünen canlılar arasında dev moleküler farklılıklar vardır. Prof. Michael Denton bu konu ile ilgili flu yorumu yapar: Moleküler düzeyde, her canlı sınıfı özgün, farklı ve di¤erleriyle ba¤lantısızdır. Dolayısıyla moleküller, aynı fosiller gibi, evrimci biyoloji tarafından uzun zamandır aranan teorik ara geçifllerin olmadı¤ını göstermifltir... Moleküler düzeyde hiçbir organizma bir di¤erinin "atası" de¤ildir, di¤erinden daha "ilkel" ya da "geliflmifl" de de¤ildir... E¤er bu moleküler kanıtlar bundan bir asır önce var olsaydı... organik evrim düflüncesi hiçbir zaman kabul görmeyebilirdi.218 Homolog organ Yeryüzündeki farklı canlı türlerini inceleyen her insan, bu türler arasında bazı benzer organlar ve özellikler bulundu¤unu gözlemleyebilir. 18. yüzyıldan itibaren biyologların dikkatini çeken bu olguyu evrim teorisiyle iliflkilendiren ilk kifli ise, Darwin olmufltur. Darwin, benzer (yani "homolog") organlara sahip canlıların birbirleriyle evrimsel bir ba¤lantısı oldu¤unu ve bu organların ortak bir atanın mirası olması gerekti¤ini öne sürmüfltür. Ona göre, örne¤in güvercinlerin de kanatları vardır, kartalların da kanatları vardır; demek ki güvercinler, kartallar ve bunlar gibi kanatlı tüm kufllar ortak bir atadan evrimleflmifllerdir. Homoloji, hiçbir delile dayanmayan, yalnızca dıfl görünüfllerden yola çıkılarak ortaya atılmıfl yüzeysel bir varsayımdır. Bu varsayım, Darwin'den günümüze kadar hiçbir somut bulgu tarafından da do¤rulanamamıfltır. Öncelikle, homolog yapılara sahip canlıların evrimciler tara- DEV D‹fiLERE SAH‹P ‹K‹ ‹LG‹S‹Z MEMEL‹ Plesantal› ve keseli memeliler aras›ndaki ola¤anüstü derecede benzer "ikiz" türlerin bulunmas›, homoloji iddias›na çok büyük bir darbedir. Örne¤in, her ikisi de d e v ö n d i fl l e r e s a h i p b i r e r m e m e l i o l a n S m i l o d o n ( s a ¤ d a ) v e T h y l a c o s m i l u s 'dur. (solda) Aralar›nda hiçbir evrimsel ba¤lant› kurulamayan bu canl›lar›n kafatas› ve difl yap›lar›n›n ola¤anüstü derecede benzer oluflu, benzer yap›lar›n evrime delil oluflturdu¤u yönündeki homoloji iddias›n› yine açmaza sokmaktad›r. 175 176 HOMOLOG ORGAN fından öne sürülen hayali ortak atalarının fosillerine yeryüzünün hiçbir tabakasında rastlanmamıfltır. Ayrıca; 1- Evrimcilerin hiçbir evrimsel ba¤ kuramadıkları, bütünüyle farklı sınıflara ait canlılarda bile ortak homolog organların var olması, 2- Homolog organlara sahip canlılarda, bu organların genetik flifrelerinin çok farklı olmaları ve, 3- Bu organların embriyolojik geliflim safhalarının birbirinden çok farklı olması, homolojinin evrime hiçbir dayanak oluflturmadı¤ını gösterir. Evrimcilerin, aralarında hiçbir evrimsel ba¤lantı kuramadıkları türlerin de, birbirine çok benzeyen (homolog) organlara sahip olmaları konusunda verilebilecek örnekler arasında kanatlar da yer alır. Bir memeli olan yarasada kanat vardır, kufllarda kanat vardır, sineklerde de kanat vardır, ayrıca geçmiflte yaflamıfl uçan kanatlı dinozor türleri de vardır. Fakat, bu dört farklı sınıf arasında evrimciler bile herhangi bir evrimsel ba¤, bir akrabalık kuramamaktadırlar. Bu konudaki bir di¤er çarpıcı örnek de farklı canlıların gözlerindeki flaflırtıcı benzerlik ve yapısal yakınlıktır. Örne¤in ahtapot ve insan, aralarında hiçbir evrimsel ba¤lantı kurulamayan, son derece farklı canlılardır. Fakat her ikisinin de gözleri yapı ve fonksiyon bakımından birbirine çok yakındır. ‹nsanla ahtapotun benzer gözlere sahip ortak bir ataları oldu¤unu evrimciler bile iddia edememektedirler. Bu örnekler ve bunlara benzer birçok örnek açıkça göstermektedir ki, evrimcilerin öne sürdükleri "homolog organlar, canlıların ortak bir evrimsel atadan geldi¤ini ispatlar" fleklindeki iddianın hiçbir bilimsel dayana¤ı yoktur. Hatta bu organlar onlar açısından büyük bir çıkmazdır. Ahtapot gözleri Evrimciler, benzer yapılara ve organlara sahip tüm canlılar arasında evrimsel bir iliflki oldu¤unu iddia ederler. "Homoloji" olarak bilinen bu tezlerinin geçersizli¤ini ortaya koyan örneklerden biri de ahtapot gözleridir. (bkz. Homoloji) Ahtapotlar, evrimcilerin ortaya attı¤ı hayat a¤acına göre insana en uzak canlılardan biridir. Ahtapot ve insan, aralarında hiçbir evrimsel ba¤lantı kurulamayan, son derece farklı canlılar olmalarına karflın, ahtapot gözü ile insan gözü tamamen aynı yapıya sahiptir. Bu durum, benzer yapıların evrime delil olmadı¤ının çok açık bir göstergesidir. Bu durum karflısında evrimciler, bu organların "homolog" (yani ortak bir atadan gelen) organlar de¤il, "analog" (aralarında evrimsel iliflki olmadı¤ı halde birbirine çok benzeyen) organlar oldu¤unu söylerler. (bkz. Homolog organ; Analog organ) Örne¤in insan gözü ile ahtapot gözü onlara göre analog bir organdır. Ancak bir organı homolog kategorisine mi, yoksa analog kategorisine mi dahil edecekleri sorusu, tamamen evrim teorisinin ön kabullerine göre cevaplanır. Bu ise, benzerliklere dayalı evrimci iddianın bilimsel bir yönü olmadı¤ını göstermektedir. Evrim Açmaz› (Ansiklopedik) 177 HOMOLOG ORGAN Retina Kas›c› kaslar ‹ris Retina Kas›c› kaslar Lens Kornea ‹ris Lens Optik sinirler Ahtapotlar, evrimcilerin ortaya att›¤› hayali "hayat a¤ac›"na göre insana en uzak canl› l a r d a n b i ri d i r . A n c a k a h t a p o t g ö z ü ( s o l d a ) i l e i n s a n g ö z ü ( s a ¤ d a ) t a m a m e n a y n › y a p › y a sahiptir. Bu durum, benzer yap›lar›n evrime delil olmad›¤›n›n göstergelerinden biridir. Evrimcilerin tek yaptı¤ı, önceden do¤ru saydıkları bir evrim dogmasına göre, karflılarına çıkan bulguları yorumlamaya çalıflmaktan ibarettir. Oysa ortaya koydukları yorum da son derece tutarsızdır. Çünkü "analog" saymak zorunda kaldıkları organlar kimi zaman, ola¤anüstü derecede kompleks yapılarına ra¤men, birbirlerine o denli benzerdir ki, bu benzerli¤in rastlantısal mutasyonlar sayesinde sa¤landı¤ını öne sürmek son derece mant›ks›zd›r. E¤er ahtapotun gözü, evrimcilerin iddia etti¤i gibi tesadüfen ortaya çıkmıflsa, omurgalı gözünün de tıpatıp aynı tesadüfleri tekrarlayarak ortaya çıkması gereklidir. Bu sorunu düflünmekten "baflı a¤rıyan" ünlü evrimci Frank Salisbury flöyle yazmaktadır: Göz kadar kompleks bir organ bile farklı gruplarda ayrı ayrı ortaya çıkmıfltır. Örne¤in ahtapotta, omurgalılarda ve artro- Harun Yahya (Adnan Oktar) podlarda. Bunların bir defa ortaya çıkıfllarını açıklamak yeteri kadar problem olufltururken, modern sentetik (neo-Darwinist) teoriye göre, farklı defalar ayrı ayrı meydana geldikleri düflüncesi baflımı a¤rıtmaktadır.219 Yani evrim teorisine göre, birbirlerinden tamamen ba¤ımsız mutasyonların, bu canlıları ikifler kez "tesadüfen" üretmifl olmaları gerekmektedir! Bu gerçek, evrimcileri daha da çaresizli¤e sürükleyen bir sorundur. Evrimci biyologların "homoloji" tezi ile çeliflen bu gibi ola¤anüstü benzerlikler, benzer organların ortak atadan evrimleflme tezine delil oluflturmadı¤ını göstermektedir. Kaldı ki bazı canlılarda da bunun tam tersi bir durum gözlemlenir. Yani evrimciler tarafından çok yakın akraba sayıldıkları halde, bazı organları tamamen farklı yapılara sahip canlılar vardır. Hurda DNA "Hurda DNA" kavramı 5-6 yıl öncesine dek, bilim adamlarının fonksiyonlarını bilmedikleri büyük DNA yı¤ınlarına verdikleri isimdi. Gen olarak tanımlayamadıkları bu çok uzun dizilimlere o an için "junk DNA" (hurda, çöp, bofl DNA) diyorlardı. DNA'nın kendilerince ifle yaramaz olan bu dev kısımlarını evrime delil olarak öne sürdüler. Bu iddiaya göre "Hurda DNA", evrim süresince biriken ancak artık kullanılmayan DNA kısımlarıydı. Bu iddia hiçbir bilimsel bulguya dayanmıyordu; yalnızca temelsiz bir spekülasyondan ibaretti. Bu yanlıflı literatüre kolayca yerlefltirebilmelerinin sebebi ise, o günlerde DNA hakkında çok az fley bilinmesi ve "Hurda DNA" denen DNA kısımlarının ifllevinin henüz keflfedilmemifl olmasıydı. Oysa ‹nsan Genomu Projesi ve di¤er genetik çalıflmalarla birlikte, genlerin protein üretimi sırasında birbirleriyle devamlı bir etkileflim içinde oldukları ortaya çıktı. (bkz. Genom Projesi) Bu üretim sırasında, bir genin di¤er DNA bölümlerinden ba¤ımsız olarak çalıflmadı¤ı anlaflıldı. Bugün varılan nokta göstermekte- dir ki, bir genin çalıflması sırasında, özellikle protein kodlamaya bafllama aflamasında, genleri oluflturmayan DNA bölümlerinin o geni düzenlemesi söz konusudur. ‹flte bu yüzden, geneti¤e ilgi duyan veya arafltırmaları yakından takip eden hiçbir bilim adamı, artık "hurda DNA" kavramına itibar etmemektedir. Aslında DNA'nın bu kısımlarının devamlı faaliyet halinde oldu¤u, evrimcilerin hofluna gitmese de, uzun süreden beri ifade edilen bir gerçekti. Science dergisinde 1994 yılında yayınlanan "Saçma DNA kendi dilinde mi konufluyor?" bafllıklı haberde 220, Harvard Tıp Fakültesi'ndeki moleküler biyologlar ve Boston Üniversitesi'nden fizikçiler bu konuya açıklık kazandırmıfllardı. Çeflitli canlılardan alınan, 50.000 baz çifti içeren 37 DNA dizilimi üzerinde yaptıkları arafltırmaların sonucu, insan DNA'sında %90 yer tutmakta olan sözde "bofl DNA"nın aslında özel bir dilde yazıldı¤ını haber veriyordu. Cleveland Üniversitesi'nden evrimci bilim adamı Evan Eichler ise bu konuyla ilgili flöyle bir itirafta bulunmufltur: HUXLEY, JULIAN Hurda DNA deyimi bizim bilgisizli¤imizin yansımasından baflka birfley de¤il.221 Gerçekte "Hurda DNA" kavramı, evrimcilerin 20. yüzyılın baflında ortaya attıkları "körelmifl organlar" iddiasının son örne¤idir. (bkz. Körelmifl organlar tezi) O dönemde de ifllevi henüz keflfedilememifl pek çok organ (örne¤in appendiks, kuyruk sokumu vs.) evrimciler tarafından "ifle yaramaz, körelmifl organlar" diye öne sürülmüfl ve evrim lehinde bir delil gibi gösterilmifltir. Oysa sonraki tıbbi arafltırmalar, "ifle yaramaz" sanılan organların önemli ifllevlerini ortaya çıkarmıfl, örne¤in appendiksin (halk arasında apandisit olarak bilinen organ) vücudun savunma sisteminin bir parçası, kuyruk sokumunun da önemli kasların tutunma noktası oldu¤unu göstermifltir. Evrimci yazar Scadding'in ifadesiyle "biyoloji bilgisi arttıkça, körelmifl organlar listesi de giderek küçülmüfl" ve sonunda yok olmufltur.222 Bugün aynı durum "körelmifl DNA" gibi gösterilmek istenen DNA parçaları için söz konusudur. Ama "biyoloji bilgisi arttıkça" bu iddia da çürümektedir. Huxley, Jul›an Neo-Darwinizm'in mimarlarından zoolog Julian Huxley, 1958'de yayınladı¤ı Religion Without Revelation (Vahiysiz Din) adlı kitabında neo-Darwinizm'i bilimsel bir teori olarak de¤il, ideolojik bir dogma olarak tarif etmektedir. (bkz. Neo-Darwinizm) Harun Yahya (Adnan Oktar) Julian Huxley Hücre Darwin zamanında canlı hücresinin kompleks yapısı bilinmiyordu. Bu nedenle dönemin evrimcileri, canlılı¤ın nasıl ortaya çıktı¤ı sorusuna "rastlantılar ve do¤al olaylar" cevabını vermenin çok ikna edici oldu¤unu sanmıfllardı. Darwin ilk hücrenin "küçük, ılık bir su birikintisinde" kolaylıkla oluflabilece¤ini öne sürmüfltü. (bkz. Abiyogenez görüflü) Oysa canlılı¤ın en küçük detayına kadar inen 20. yüzyıl teknolojisi, hücrenin insano¤lunun karflılafltı¤ı en kompleks sistem oldu¤unu ortaya çıkardı. Bugün hücrenin içinde; enerjiyi üreten santraller, yaflam için zorunlu olan enzim ve hormonları üreten fabrikalar, üretilecek bütün ürünlerle ilgili bilgilerin kayıtlı bulundu¤u bir bilgi bankası, bir bölgeden di¤erine hammaddeleri ve ürünleri nakleden kompleks taflıma sistemleri, boru hatları, dıflarıdan gelen hammaddeleri ifle yarayacak parçalara ayrıfltıran geliflmifl laboratuvar ve rafineriler, hücrenin içine alınacak veya dıflına gönderilecek malzemelerin girifl-çıkıfl kontrollerini yapan uzmanlaflmıfl hücre zarı proteinleri oldu¤unu biliyoruz. Üstelik bu 179 180 HÜCRE saydıklarımız, hücredeki karmaflık yapının yalnızca bir bölümüdür. Evrimci bir bilim adamı olan W. H. Thorpe, "canlı hücrelerinin en basitinin sahip oldu¤u mekanizma bile, insano¤lunun flimdiye kadar yaptı¤ı, hatta hayal etti¤i bütün makinelerden çok daha komplekstir" diye yazar.223 Hücre o kadar komplekstir ki, bugün insano¤lu ulafltı¤ı yüksek teknolojiyle bile bir hücre üretememektedir. Yapay hücre oluflturmak için yapılan tüm çalıflmalar baflarısızlıkla son u ç l a n m ı fl t ı r. Evrim teorisi ise, insano¤lunun tüm bilgi ve teknoloji birikimi ile yapmayı baflaramadı¤ı bu sistemin ilkel dünyada "tesadüfen" olufltu¤unu öne sürer. Bu, bir örnek vermek gerekirse, basım evindeki bir patlamayla, tesadüf eseri bir ansiklopedinin basılıvermifl olmasından çok daha düflük bir ihtimale sahiptir. Buna benzer bir baflka benzetmeyi ‹ngiliz matematikçi ve astronom Sir Fred Hoyle, 12 Kasım 1981'de Nature dergisine verdi¤i bir demecinde yapmıfltır. Kendisi de bir materyalist olmasına ra¤men Hoyle, tesadüfler sonucu canlı bir hücrenin meydana gelmesiyle, bir hurda yı¤ınına isabet eden kasırganın savurdu¤u parçalarla tesadüfen bir Boeing 747 uça¤ının oluflması arasında bir fark olmadı¤ını belirtir. 224 Yani, hücrenin kendi kendine, rastlantılar sonucu oluflması mümkün de¤ildir. Evrim teorisinin hücrenin nasıl var oldu¤u sorusunu açıklayamamasının en temel nedenlerinden biri, hücredeki "indirgenemez komplekslik" özelli¤idir. (bkz. ‹ndirgenemez komplekslik) Bir canlı hücresi, çok sayıda küçük organelin uyum içinde çalıflmasıyla yaflar. Bu parçaların biri bile olmasa, hücre yaflamını sürdüremez. Hücrenin do¤al seleksiyon ve mutasyon gibi bilinçsiz mekanizmaların kendisini gelifltirmesini bekleme gibi bir imkan› yoktur. Dolayısıyla, yeryüzünde oluflan ilk hücrenin yaflam için gerekli tüm organel ve fonksiyonlara sahip, eksiksiz bir hücre olması gerekmektedir. ‹nsan vücudunda 100 trilyondan fazla hücre bulunur. Bu hücrelerden bazıları o kadar küçüktür ki bunların bir milyon tanesi biraraya gelse ancak bir i¤ne ucu Evrim Açmaz› (Ansiklopedik) Çekirdek zar› Çekirdek Nükleol Çekirdek plazmas› Mikro tüpler Çekirdek zar› Sentroil çifti Koful Lizozom Golgi cisimci¤i Mitokondri Endoplazmik retikulum Harun Yahya (Adnan Oktar) Granüllü endoplazmik retikulum 182 HÜCRE Darwin döneminde hücrenin pek çok kompleks yap› ve sisteme sahip oldu¤u bilin m i y o r d u . ‹ l e r l e y e n te k n o l o j i y l e b i r l i k t e b u k o m p l e k s y a p › l a r › n t e s a d ü f e n m e y d a n a gelebilmelerinin imkans›z oldu¤unun anlafl›lmas›, evrimcileri içinden ç›k›lmaz bir du ruma sokmufltur. kadar yer kaplar. Ancak, bu küçüklü¤üne ra¤men hücre, bilim dünyasının ortak kanaatiyle, insano¤lunun bugüne kadar karflılafltı¤ı en kompleks yapı ünvanını korumaktadır. Halen keflfedilmemifl pek çok sırrı içinde barındırmayı sürdüren hücre, evrim teorisinin de en büyük açmazlarından birini oluflturur. Nitekim ünlü Rus evrimcisi A. I. Oparin göz ardı edilemeyen bu gerçe¤i flöyle ifade eder: Maalesef hücrenin meydana gelifli, evrim teorisinin bütününü içine alan en karanlık noktayı teflkil etmektedir.225 Bu konudaki di¤er bir itiraf ise, Johannes Gutenburg Üniversitesi Biyokimya Enstitüsü Baflkanı Prof. Dr. Klaus Dose'ye aittir. Dose, canlı hücrenin oluflumu ile ilgili olarak "Yo¤un çabalara ra¤men son 30 yıldan bu yana canlı hücrelerin oluflumunu açıklayabilecek her- Evrim Açmaz› (Ansiklopedik) HÜCRE hangi bir bulufl yapılamadı"226 diyerek evrimin canlılı¤ın kökenine bir açıklama getiremedi¤ini itiraf etmektedir. Bu itiraftan, evrimin önünün daha ilk aflamada tıkandı¤ı ve daha fazla ileri gitme imkan›n›n kalmadı¤ı rahatlıkla anlaflılmaktadır. Canlı vücudunun bafllıca yapıtaflı hücredir. Dolayısıyla, henüz hücrenin hatta hücreyi meydana getiren proteinler ve proteinleri meydana getiren amino asitlerin meydana geliflini bile açıklayamayan bir teorinin, dünya üzerindeki canlıların ortaya çıkıflı hakkında bir açıklama getirmesi mümkün de¤ildir. Aksine hücre, insanın "yaratılmıfl" oldu¤unun en açık delillerinden birini oluflturmaktadır. Fakat evrimciler, hala, ilkel dünya flartları gibi, olabilecek en kontrolsüz ortamda canlılı¤ın rastlantılarla ortaya çıktı¤ını iddia edebilmektedirler. Oysa bu, hiçbir zaman bilimsel verilerle uyuflmayan bir iddiadır. Ayrıca en basit ihtimal hesapları bile, de¤il canlı bir hücrenin, o hücredeki milyonlarca proteinden tek bir tanesinin bile tesadüfen oluflamayaca¤ını matematiksel olarak kanıtlamıfltır. Bu da evrim teorisinin akıl ve mantıktan çok hayal, fantezi ve yakıfltırmalar üzerine kurulu bir senaryolar yı¤ını oldu¤unu göstermektedir. Tek bir hücrenin varlı¤ı kadar, hücreler arasında mükemmel bir uyum ve iflbirli¤inin var olması da hayret vericidir. ‹nsan vücudundaki bütün hücreler bafllangıçta tek bir hücrenin bölünerek ço¤almasıyla meydana gelmifltir. Ve, daha Harun Yahya (Adnan Oktar) en baflından beri, vücudumuzun flu anki yapısı, flekli, tasarımı ve tüm özellikleriyle ilgili her türlü bilgi bu ilk hücrenin çekirde¤indeki kromozomlarda mevcuttur. ‹nsanın hayatının devamlılı¤ı, kendisini meydana getiren hücrelerin hem kendi içlerinde hem de birbirleri arasında uyum içinde çalıflmaları sayesinde olur. Hücre, di¤er hücrelerle uyum içinde çalıflırken, kendi yaflamını da büyük bir düzen ve hassas bir denge içerisinde sürdürür. Bu düzenini devam ettirmek ve iç dengesini korumak için ihtiyacı olan birçok maddeyi, enerjisi de dahil olmak üzere bizzat kendisi tespit eder ve üretir. Kendi karflılayamadı¤ı ihtiyaçlarını ise dıflardan büyük bir titizlikle seçip alır. Öyle seçicidir ki, dıfl ortamda baflıbofl dolaflan maddelerden bir tanesi bile hücrenin izni olmadan tesadüf eseri onun kapılarından içeri giremez. Hücrenin içinde lüzumsuz, amaçsız tek bir molekül bile bulunmaz. Hücre dıflına çıkıfllar da aynı flekilde hassas kontroller, sıkı denetimler sonucunda gerçekleflir. Tüm bunlarla birlikte hücre, her türlü dıfl tehdit ve saldırıya karflı kendini koruyacak bir savunma sistemine de sahiptir. Dahası, içerdi¤i bunca yapı ve sisteme, içinde devam eden sayısız faaliyete ra¤men, ortalama bir hücrenin büyüklü¤ü modern bir flehir gibi kilometrelerce kare de¤il, yalnızca milimetrenin 100'de biri kadardır. Hücrenin yukar›da sayd›¤›m›z ifllevlerinden her biri bafllı baflına birer mucize niteli¤indedir. (bkz. DNA) 183 ICHTHYOSTEGA Ichthyostega Evrimciler suda yaflayan canlıların zaman içinde evrim geçirip kara canlılarına dönüfltü¤ünü iddia etmektedirler. Bu iddialarını do¤rulayabilmek için de kullanılarak yapılan ilk hareket, sı¤ sulak alanların dip kısımlarında yürüyen amfibiyen benzeri canlılar tarafından gerçeklefltirilmiflti. Cœlacanth balı¤ının bilen ilkel bir ayak modeline benzetil- da dahil oldu¤u bu balıklar ise, uzunca bir süre bu yürüyüfl biçimiyle hareket eden bir ara geçifl formu olarak tanımlanmıfllardı. Evrimciler Cœlecanth'ın da zaman içerisinde evrim geçirerek bir amfibiyen olan Ichthyostega'ya dönüfltü¤ünü iddia ediyorlardı. Ancak bu tamamen asılsız bir senaryoydu. Ünlü Nature dergisisinin editörü Henry Gee bile bir evrimci olmasına karflın Ichthyostega hakkındaki yanlıfl ve ön yargılı yaklaflımlar hakkında flu itirafı yapmıfltı: mesidir. Ancak bu asılsız iddianın hiçbir Ichthyostega'nın balıklarla son tetrapod- bilimsel geçerlili¤i yoktur çünkü günü- lar arasında kayıp bir halka oldu¤u iddi- müzde de yarasa gibi uçabilen memeli- ası, önyargılarımız hakkında, üzerinde ler, Platypus gibi yumurtlayan memeli- çalıflmamız gereken yaratık hakkında ol- ler, balina, yunus gibi suda yaflayan me- du¤undan daha çok fley açı¤a çıkarmak- hem kara canlılarına hem de su içinde yaflayan canlılara benzer özelliklere sahip olan her canlıyı, bir ara geçifl formu olarak sunarlar. Ichthyostega da evrimcilerin ara form olarak göstermek istedikleri Devon döneminde yaflamıfl bir tür deniz canlısıdır. Suda yaflamak için yaratılmıfl bu canlının evrimciler tarafından balıklar ve amfibiyenler arasında yaflamıfl bir ara form olarak görülmesinin tek nedeni yüzgeç yapısının karada yürüye- meliler vardır. Aynı flekilde geçmiflte de bu tür canlılar yaflamıfltır. "Ichthyostega" olarak ta. Bu durum, gerçek bizim hayal edebildi¤imizden çok daha genifl, sıra dıflı ve farklı olabilecekken, bizim bu gerçek hakkında kendi kısıtlı deneyimimize da- anılan bu canlılar da yunuslar gibi deniz- yalı ne kadar dar bir görüfl ortaya koydu- de yaflamıfllardır. Fakat bu canlının ara ¤umuzu göstermektedir.227 geçifl formu oldu¤unu göstermez, aksine orijinal ve sabit bir tür oldu¤unu gösterir. Aslında bunların ara geçifl formu olarak öne sürülmesinin evrim teorisine göre de rasyonel bir temeli yoktur. Günümüzde sözü edilen tüm sözde ara geçifl formları, iflte bu tür çarpıtmaların birer ürünüdürler. Evrimcilere göre ayaklar Harun Yahya (Adnan Oktar) Yukarıdaki itiraftan da anlaflıldı¤ı gibi sudan karaya geçifl iddiasını gösterebilecek tek bir somut delil bile yoktur. Bu gerçek Cœlecanth'ın bulunmasıyla da ortaya çıkmıfl ve evrimcilerin kurdukları senaryoların hayal ürünü oldu¤u bir kez daha ortaya çıkmıfltır. 185 186 ‹ÇGÜDÜNÜN KÖKEN‹ ‹çgüdünün kökeni "‹çgüdü" kelimesi, evrimci bilim adamları tarafından, hayvanların do¤ufltan sahip oldukları bazı davranıflları tanımlamak için kullanılır. Ancak hayvanların bu içgüdüleri nasıl edindikleri, içgüdü ile yapılan bir davranıflın ilk olarak nasıl ortaya çıktı¤ı ve bu davranıflların nesilden nesle nasıl aktarıldı¤ı sorusu her zaman cevapsızdır. Evrimci genetikçi Gordon Rattray Taylor, içgüdülerle ilgili bu çıkmazı flöyle itiraf etmektedir: ‹çgüdüsel bir davranıfl ilk olarak nasıl ortaya çıkıyor ve bir türde kalıtımsal olarak nasıl yerlefliyor diye sorsak, bu soruya hiçbir cevap alamayız.228 Gordon Taylor gibi itirafta bulunamayan bazı evrimciler ise bu soruları üstü kapalı, gerçekte bir anlam ifade etmeyen cevaplarla geçifltirmeye çalıflırlar. Evrimcilere göre, içgüdüler canlıların genlerine programlanmıfl olan davranıfllardır. Bu açıklamaya göre örne¤in bir balarısı son derece muntazam ve bir matematik harikası olan altıgen petekleri içgüdüleri ile yapar. Di¤er bir deyiflle yeryüzündeki tüm balarılarının genlerinde kusursuz flekilde altıgen petek infla etme içgüdüsü programlanmıfltır. E¤er canlılar, davranıfllarının büyük ço¤unlu¤unu böyle davranmaya programlandıkları için yapıyorlarsa, onları kim programlamıfltır sorusu sorulmalıdır. Hiçbir program kendi kendine oluflamayaca¤ına göre, bu programın da mutlaka bir programcısı olmalıdır. Evrimcilerin "içgüdü" dedikleri veya "hayvanlar bunu yapmak için programlanmıfllardır" diyerek açıklamaya çalıfltıkları fley, aslında Allah'ın ilhamıdır. Evrim teorisinin sahibi Charles Darwin de hayvanların davranıfllarının ve içgüdülerinin, teorisi için büyük bir tehlike oluflturdu¤unu fark etmifl ve bunu Türlerin Kökeni isimli kitabında birkaç kez açıkça itiraf etmifltir: ‹çgüdülerin birço¤u öylesine flaflırtıcıdır ki, onların geliflimi okura belki teorimi tümüyle yıkmaya yeter güçte görünecektir.229 Darwin'in o¤lu Francis Darwin ise babasının mektuplarını derledi¤i The Life and Letters of Charles Darwin (Charles Darwin'in Hayat› ve Mektuplar›) isimli kitapta Charles Darwin'in içgüdülerle ilgili yafladı¤ı zorlu¤u flöyle aktarmıfltır: Çalıflmanın (Türlerin Kökeni'nin) 3. Bölümü'nde birinci kısım tamamlanıyor ve hayvanların alıflkanlıkları ile içgüdülerindeki varyasyonlardan söz ediliyor… Bu konunun yazının Evrim Açmaz› (Ansiklopedik) ‹ÇGÜDÜNÜN KÖKEN‹ bafllangıç kısmına dahil edilmesinin sebebi, içgüdülerin do¤al seleksiyonla gerçekleflti¤i fikrini imkansız olarak de¤erlendiren okuyucuların aceleyle teoriyi reddetmemesini sa¤lamak. Türlerin Kökeni'nde yer alan ‹çgüdüler Bölümü özellikle "teorinin en ciddi ve en açık zorluklarını içeren" konu.230 Evrimciler, cevapsız kaldıklarında bazen de ortaya flöyle bir iddia atarlar: "Hayvanlar tecrübe yoluyla bazı davranıflları ö¤renirler ve bu davranıflların iyi olanları do¤al seleksiyon tarafından seçilir. Daha sonra bu iyi olan davranıfllar kalıtım yoluyla bir sonraki nesle aktarılır." Bu iddiadaki mantık hataları ve bilim dıflı düflünceler açıktır: 1. "Faydalı davranıflların do¤al seleksiyon ile seçildi¤i" iddiasındaki yanılgılar: Darwin'in bu tezi do¤ayı, faydalı ve zararlı davranıflları ayırt edebilen, bilinçli ve karar verebilen bir güç olarak göstermektedir. Do¤ada bu ayrımı yapabilecek herhangi bir güç veya bilinç bulunmamaktadır. Ne hayvanın kendisi, ne de do¤ada bulunan herhangi bir varlık "hangi davranıflın yararlı oldu¤u" kararını verebilecek bir yetene¤e sahip de¤ildir. Bu seçimi sadece, do¤ayı ve söz konusu canlıyı yaratmıfl olan bilinç ve akıl sahibi bir Varlık yapabilir. Aslında Darwin'in kendisi de karmaflık ve faydalı davranıflların do¤al seleksiyon yoluyla kazanılmıfl olmasının imkansız oldu¤unu itiraf etmifl, ancak kendi id- Harun Yahya (Adnan Oktar) diasının hayal gücüne daha uygun oldu¤unu ve bu nedenle saçma olmasına ra¤men bu iddiayı sürdürdü¤ünü belirtmifltir: ... Sonunda, yavru gugu¤un üvey kardefllerini yuvadan atması, karıncaların kölelefltirmesi… gibi içgüdüleri, özellikle ba¤ıfllanmıfl ya da yaratılmıfl içgüdüler olarak de¤il de, bütün organik yaratıkların ilerlemesine yol açan genel bir yasanın, yani ço¤almanın, de¤iflmenin, en güçlülerin yaflamasının ve en zayıfların ölmesinin küçük belirtileri olarak görmek, mantıklı bir sonuç çıkarma olmayabilir, ama benim hayal gücüm için çok daha doyurucudur.231 Türkiye'nin önde gelen evrimcilerinden Prof. Dr. Cemal Yıldırım ise, annenin yavru sevgisi gibi davranıflların do¤al seleksiyon ile açıklanamayaca¤ını flöyle itiraf etmektedir: Annenin yavru sevgisini, hiçbir ruhsal ö¤e içermeyen "kör" bir düzenekle (do¤al seleksiyon) açıklamaya olanak var mıdır? Biyologların (bu arada Darwinciler'in) bu tür sorulara doyurucu yanıt verdiklerini söylemek güçtür, kuflkusuz.232 Bilinci ve aklı olmayan bu canlılarda birtakım manevi özellikler bulundu¤una ve bu manevi özellikleri kendi iradeleriyle kazanmaları mümkün olmadı¤ına göre, 187 188 ‹ÇGÜDÜNÜN KÖKEN‹ bunu onlara veren bir güç olmalıdır. Do¤al seleksiyon mekanizması ve do¤anın kendisi, ne fluura, ne de bu manevi özelliklere sahip de¤ildir ve bu nedenle canlıların sahip oldukları bu özelliklerin kayna¤ı olamazlar. Çok açık olarak görülen gerçek fludur: Tüm canlılar Allah'ın iradesinin ve kontrolünün altında yaflarlar. Bu nedenledir ki, bilinçsiz canlıların yafladı¤ı do¤ada sık sık, insanı hayrete düflüren, "bu hayvan bunu nereden biliyor" veya "bu hayvan bunu nasıl düflünebilir?" dedirten hayret ifadelerimize neden olan, son derece bilinçli davranıfllar görürüz. 2. Do¤al seleksiyon yoluyla kazanılan davranıflların, kalıtım yoluyla bir sonraki nesle aktarılması mümkün de¤ildir: Evrimcilerin iddialarının ikinci aflamasında, do¤al seleksiyon yoluyla kazanılan davranıflların kalıtım yoluyla sonraki nesillere aktarılmaları gerekmektedir. Ancak bu iddiaları da birçok yönden tutarsızlıklarla doludur. Herfleyden önce hayvanlar tecrübe yoluyla bir davranıflı ö¤renseler bile, sonradan kazanılmıfl bir davranıflın genetik olarak bir sonraki nesle aktarılması imkansızdır. Ö¤renilen bir dav- ranıfl, sadece bu tavrı ö¤renen canlıya ait olur. Bir davranıfl fleklinin canlının genlerine aktarılması kesinlikle mümkün de¤ildir. Evrimci Gordon R. Taylor, bazı biyologların davranıflların kalıtımsal olarak sonraki nesillere aktarılabildi¤i iddiasını, "acınacak" bir iddia olarak de¤erlendirmektedir: Biyologlar belirli bazı davranıfl flekillerinin kalıtımının mümkün oldu¤unu ve aslında bunun gerçekten görüldü¤ünü kabul ederler. Dobzhansky flunu iddia etmektedir: "Tüm beden yapıları ve fonksiyonlar, hiçbir istisna olmaksızın, çevresel zincirler sırasında oluflan kalıtımın ürünleridir. Bu durum, hiçbir istisna olmaksızın tüm davranıfl flekilleri için de geçerlidir". Bu do¤ru de¤ildir ve Dobzhansky gibi saygın birinin bunu dogmatik olarak savunması acınacak bir durumdur. Bazı davranıfl flekillerinin kalıtımsal oldu¤u do¤rudur; ancak tümünün kalıtımsal oldu¤unu söylememize imkan yoktur. Açık olan gerçek fludur ki, genetik mekanizmanın belirli bazı davranıfl biçimlerini nesilden nesle aktarabildi¤ine dair en küçük bir belirti bile görülmemektedir. Genetik mekanizma sadece protein üretir. Belirli hormonlardan daha fazla üreterek davranıflı genel olarak etkileyebilir; örne¤in bir hayvanı daha agresif veya daha pasif ya- Evrim Açmaz› (Ansiklopedik) ‹ÇGÜDÜNÜN KÖKEN‹ pabilir ya da bir canlıyı annesine daha ba¤ımlı hale getirebilir. Ancak yuva yaparken gereken bir dizi hareket gibi belirli bir davranıfl programını nesilden nesle aktarabildi¤ine dair hiçbir delil yoktur. E¤er davranıfl gerçekten kalıtımsal ise, o halde nesilden nesle aktarılan davranıflın birimi nedir? Çünkü birimler oldu¤u varsayılmaktadır. Hiç kimse bu soruya bir cevap verememifltir.233 Gordon Taylor'ın da belirtti¤i gibi, karmaflık davranıfl biçimlerinin kalıtımsal olduklarını iddia etmek bilimsel de¤ildir. Kuflların yuva yapmaları, kunduzun baraj kurması, arıların petek infla etmeleri gibi bilinç, tasarım gerektiren karmaflık davranıfllar için "kalıtımsal" demek, bu davranıflların kökenini açıklamamaktadır. ‹flte Charles Darwin'in de 150 yıl önce sordu¤u bu soruyu evrimciler hala cevaplayamamıfllardır. Darwin bu çeliflkiyi flöyle dile getirmifltir: Bir tek kuflakta alıflkanlıkla birçok içgüdü edinildi¤ini ve sonra ardıflan kuflaklara soyaçekimle iletildi¤ini varsaymak a¤ır bir yanılgı olur. Bildi¤imiz en flaflırtıcı içgüdüler, örne¤in balarısının ve karıncaların birço¤unun içgüdüleri, alıflkanlıkla kazanılmıfl olamaz.234 Bir iflçi karınca, ya da bir baflka efleysiz böcek, sıradan bir hayvan olsaydı, bütün ıralarının (özelliklerinin) Do¤al Seçmeyle yavafl yavafl edinilmifl oldu¤unu, yani yararlı küçük de¤iflikliklerle do¤an ve bunları soyaçekimle döllerine ileten bireylerin varlı¤ını ve onların döllerinin yeniden de¤iflti¤ini ve yeniden seçildi¤ini vb. hiç duraksamadan kabul ederdim. Ama iflçi karınca ana babasından büyük ölçüde farklı bir böcektir ve üstelik tümüyle kısırdır; bu yüzden art arda edinilmifl yapı ve içgüdü de¤iflikliklerini döllerine iletmesi söz konusu olamaz. Bu durumun Do¤al Seçme teorisiyle nasıl uzlafltırılabilece¤i elbette sorulur.235 189 190 ‹K‹ AYAKLILIK 3. ‹çgüdülerin evrimleflerek canlıyla birlikte de¤iflti¤i iddiasının geçersizli¤i: Darwin önceki konularda aç›klad›¤›m›z çeliflki ve imkansızlıkların farkına varmıfl ve içgüdülerin do¤al seçmeyle kazanılıp sonra de¤iflime u¤raması yönündeki iddialar› flöyle sorgulamıfltır: ... ‹çgüdüler Do¤al Seçmeyle kazanılabilir ve de¤iflikli¤e u¤ratılabilir mi? Arıyı büyük matematikçilerin bulufllarını çok önceden uyguladı¤ı petek gözlerini yapmaya yönelten içgüdü için ne diyece¤iz?236 Bu çeliflkiyi balıklardan bir örnek vererek daha açık hale getirebiliriz: Balıkların tamamen kendilerine has üreme, avlanma, savunma ve yuva yapma yöntemleri vardır. Bu özellikler, suyun altındaki flartlara göre mükemmel bir flekilde ayarlanmıfltır. Bazı balıklar üreme mevsimlerinde yumurtalarını deniz altındaki bir kayaya yapıfltırırlar ve yüzgeçlerini sallayarak yumurtaların oksijen almalarını sa¤larlar. O zaman bu balıklar evrimleflirken, aynı zamanda içlerinden gelen sesin, yani içgüdülerinin de büyük de¤iflikliklere u¤raması gerekmektedir. Üstelik bu ses o kadar de¤iflmelidir ki, bu balık birdenbire kara canlılarında oldu¤u gibi yüksek yerlerde mükemmel yuvalar infla etmeye bafllasın, yumurtalarının geliflimi için kuluçkaya yatsın! Nitekim Darwin de Türlerin Kökeni'nde teorisine yöneltilen bu elefltiriye flöyle yer vermifltir: ‹çgüdülerin kökeni konusundaki bu görüfle flöyle itiraz edildi: "Yapı ve içgüdü de¤iflimlerinin zamandafl olması ve birbirine tümüyle uygun düflmesi zorunludur; çünkü birinin öbüründe uygun bir karflılı¤ı bulunmayan bir de¤iflikli¤i öldürücü olurdu."237 Görüldü¤ü gibi hayvanlardaki davranıflları, içgüdülerin kökenini evrimsel bir süreçle, tesadüflerle veya "tabiat ana" ile açıklamak mümkün de¤ildir. Canlıların gösterdikleri davranıflların kayna¤ı, ne kendi vücutlarında, ne de do¤ada bulunmaktadır. Tüm canlılar Allah'ın ilhamıyla biyolojik yapılarına ve bulundukları ortama en uygun tavrı gösterirler. ‹ki ayakl›l›k Tüm fosil kayıtlarının yanı sıra, insanlarla maymunlar arasındaki aflılamaz anatomik uçurumlar da insanın evrimi masalını geçersiz kılar. Bu uçurumların biri, yürüyüfl fleklidir. ‹nsan iki aya¤ı üzerinde dik yürür. Bu, baflka hiçbir canlıda rastlanmayan, çok özel bir hareket fleklidir. Di¤er bazı hayvanlar ise iki ayaklı olarak sınırlı bir hareket kabiliyetine sahiptirler. Ayı ve maymun gibi hayvanlar ender olarak (örne¤in bir yiyece¤e ulaflmak istediklerinde) iki ayakları üzerinde kısa süreli hareket edebilirler. Normalde öne e¤ik bir iskelete sahiptirler ve dört ayakla yürürler. Fakat iki ayaklılık, evrimcilerin iddia etti¤i gibi, maymunların dört ayaklı yürüyüflünden evrimleflmemifltir. Evrim Açmaz› (Ansiklopedik) ‹K‹ AYAKLILIK Öncelikle iki ayaklılık evrimsel bir avantaj de¤ildir. Zira, maymunların hareket flekli insanın iki ayaklı yürüyüflünden daha kolay, hızlı ve verimlidir. ‹nsan ne bir flempanze gibi a¤açlar arasında daldan dala atlayarak ilerleyebilir, ne de bir çita gibi saatte 125 km hızla koflabilir. Aksine insan, iki aya¤ı üzerinde yürüdü¤ü için yerde çok daha yavafl bir biçimde hareket edebilir ve bu nedenle do¤adaki canlıların en savunmasızlarından biridir. Dolayısıyla, evrimin kendi mantı¤ına göre, maymunların iki ayaklı yürümeye yönelmelerinin hiçbir anlamı yoktur. Aksine, evrime göre insanlar dört ayaklı hale gelmelidirler. Evrimci iddianın bir di¤er çıkmazı ise, iki ayaklılı¤ın Darwinizm'in "aflama aflama geliflme" modeline kesinlikle uymamasıdır. Evrimin temelini oluflturan bu model, evrimin bir aflamasında iki ayaklılıkla dört ayaklılık arasında "karma" bir yürüyüfl olmasını zorunlu kılar. Oysa ‹ngiliz paleoantropolog Robin Crompton, 1996 yılında bilgisayar yardımıyla yaptı¤ı arafltırmalarda bu çeflit bir "karma" yürüyüflün (bkz. Karma yürüyüfl) imkansız oldu¤unu göstermifltir. Crompton'un vardı¤ı sonuç fludur: "Bir canlı ya tam dik, ya da tam dört aya¤ı üzerinde yürüyebilir."238 Bu ikisinin arası bir yürüyüfl biçimi, enerji kullanımının aflırı derecede artması nedeniyle mümkün olmamaktadır. Bu yüzden yarıiki ayaklı bir canlı var olması mümkün de¤ildir. (bkz. Dik yürümenin kökeni) ‹nsan iskeleti dik yürümeye uygun olarak yarat›lm›flt›r. Maymun iskeleti ise, öne e¤ik yap›s›, k›sa bacaklar› ve uzun kollar› ile, dört ayakl› bir hareket biçimine uygundur. Bu iki yap› aras›nda bir "geçifl formu" oluflmas› ise, bu geçifl formunun verimsizli¤i nedeniyle mümkün de¤ildir. Harun Yahya (Adnan Oktar) 191 192 ‹LKEL ATMOSFER ‹lkel atmosfer ‹lkel atmosfer terimi dünyanın olufltu¤u ilk dönemlerde yeryüzünü saran atmosferi tanımlamak için kullanılır. Evrim teorisi savunucuları, uzun yıllar ilkel atmosferin, canlıların yapıtafllarını oluflturabilecek organik bileflimlerin sözde kendili¤inden oluflabilmesine imkan sa¤layacak bir karıflımdan meydana geldi¤ini savundular. Evrimciler ilkel atmosferi oluflturan gaz karıflımının amonyak, metan, hidrojen ve su buharından olufltu¤unu varsaymaktaydılar. Bu varsayıma dayanarak canlılı¤ın yapıtaflları olan amino asitleri sentezlemeye yönelik pek çok deney yaptılar. Bu deneylerdeki amaç, ilkel atmosfer flartlarını laboratuvar ortamında sa¤layarak, bu ortamda amino asit moleküllerini sentezleyebilmekti. Bu deneylerin göz boyamadan öte evrimi destekleyen hiçbir yönü yoktu. Çünkü herfleyden önce söz konusu ortam her açıdan kontrollü bir laboratuvar ortamıydı. Böyle bir laboratuvar ortamında amino asit sentezi yapmanın, il- kel dünyanın kontrolsüz, düzensiz ve fliddetli tahrip edici ortamında amino asitlerin kendili¤inden oluflmasıyla hiçbir benzer yönü yoktu. ‹lkel atmosfer deneyleri adı verilen bu serinin en meflhuru "Miller Deneyi" adı verilen deneydir. Stanley Miller bu deneyde amino asitlerin "tesadüfen" oluflabileceklerini göstermek için ilkel dünya atmosferine benzer yapay bir ortam hazırladı. Bunun için de ilkel atmosferde bulundu¤unu varsaydı¤ı -daha sonraları ise bulunmadı¤ı anlaflılacak olan- amonyak, metan, hidrojen ve su buharını bir deney düzene¤inde reaksiyona soktu. Bu deney sonucunda birkaç amino asit türünü sentezledi. (bkz. Miller Deneyi) Ne var ki, sonraki yıllarda yapılan arafltırmalar Miller'in ilkel atmosferde bulundu¤unu var saydı¤ı gaz karıflımının gerçe¤i yansıtmadı¤ı ortaya koydu. ‹lkel atmosferde bulundu¤u anlaflılan karbondioksit, azot gibi gazların ise amino asitleri ve di¤er organik bileflikleri oluflturma- ‹LKEL ATMOSFER ya kimyasal olarak elveriflli olmadıkları görüldü. Ünlü evrimci bilim dergisi Earth 1998'in fiubat Ayı'nda yayınlanan "Yaflamın Potası" bafllıklı makalede bu gerçe¤i flöyle itiraf etmifltir: Bugün Miller'ın senaryosu flüphelerle karflılanmaktadır. Bir nedeni, jeologların ilkel atmosferin bafllıca karbondioksit ve azottan olufltu¤unu kabul etmeleri. Bu gazlar ise 1953'teki deneyde (Miller Deneyinde) kullanılanlardan çok daha az aktifler. Kaldı ki, Miller'ın farz etti¤i atmosfer var olmufl olabilseydi bile, amino asitler gibi basit molekülleri çok daha karmaflık bilefliklere, proteinler gibi polimerlere dönüfltürecek gerekli kimyasal de¤iflimler nasıl oluflabilirdi ki? Miller'ın kendisi bile, problemin bu noktasında ellerini ileri uzatıp, "bu bir sorun" diyerek fliddetle iç çekmekte, "polimerleri nasıl yapacaksınız? Bu o kadar kolay de¤il..."239 Görüldü¤ü gibi, Miller'ın kendisi dahi bugün deneyinin, yaflamın kökenini açıklama adına bir anlam ifade etmedi¤inin farkındadır. National Geographic'in Mart 1998 Sayısı'ndaki, "Yeryüzündeki Yaflamın Kökeni" bafllıklı makalede ise, konuyla ilgili flu satırlara yer verilir: Pek çok bilim adamı bugün, ilkel atmosferin Miller'ın öne sürdü¤ünden farklı oldu¤unu tahmin ediyor. ‹lkel atmosferin, hidrojen, metan ve amonyaktan çok, karbondioksit ve azottan olufltu¤unu düflünüyorlar. Bu ise kimyacılar için kötü haber! Karbondioksit ve azotu tepkimeye soktuklarında elde edilen organik bileflikler oldukça de¤ersiz miktarlarda. Koca bir yüzme havuzuna atılan bir damla gıda renklendiricisiyle aynı oranda bir yo¤unlukta... Bilim adamları, bu derece seyrek çözeltideki bir çorbada hayatın ortaya çıkmasını hayal etmeyi bile güç buluyor.240 Kısacası, ne Miller Deneyi ne de baflka herhangi bir evrimci çaba, yeryüzünde hayatın nasıl olufltu¤u sorusunu cevaplayamamaktadır. Tüm arafltırmalar, hayatın rastlantılarla ortaya çıkmasının imkansızlı¤ını ortaya koymakta ve böylece hayatın yaratılmıfl oldu¤unu göstermektedir. 193 194 ‹LKEL ÇORBA ‹lkel çorba (Bkz. Kimyasal çorba) ‹lkel dünya Evrimciler, canlılı¤ın yapıtaflı olan amino asitlerin ilkel dünya ortamında kendi kendilerine olufltuklarını iddia ederler. Ancak -bilinçli olarak düzenlenmifl kontrollü laboratuvar ortamlarında yapılan kimyasal sentezler dıflında- do¤ada amino asitlerin kendili¤inden oluflabileceklerine dair hiçbir bilimsel delil ve gözlem bulunmamaktadır. Kaldı ki ikinci aflamada, evrimcileri, amino asitlerden çok daha büyük bir problem beklemektedir: "Proteinler". Yani yüzlerce farklı amino asitin belirli bir sıra içinde birbirlerine eklenerek oluflturdukları canlılı¤ın yapıtaflları... Proteinlerin do¤al flartlarda tesadüfen olufltuklarını öne sürmek, amino asitlerin tesadüfen olufltuklarını öne sürmekten çok daha akıl ve mantık dıflı bir Proteinler, amino asit isimli çok küçük mo leküllerin belli bir düzen içinde aralar›nda özel ba¤lar kullanarak birleflmelerinden meydana gelirler. Proteinlerin bu yap›s›, ev rimciler için büyük bir ç›kmazd›r. iddiadır. Amino asitlerin proteinleri oluflturmak üzere uygun dizilimlerde tesadüfen birleflebilmeleri matematiksel olarak da imkansızdır. Ayrıca protein oluflumu, kimyasal olarak da ilkel dünya koflullarında mümkün de¤ildir. (bkz. ‹lkel atmosfer; Kimyasal çorba) ‹ndirgemecilik (Reduct›on›sm) ‹ndirgemecilik, madde gibi görünmeyen fleylerin de aslında maddesel etkenlerle açıklanabilece¤i düflüncesidir. Evrim teorisinin temelinde yatan materyalist felsefe, var olan herfleyin sadece madde oldu¤u varsayımına dayanır. (bkz. Materyalizm) Bu felsefeye göre madde sonsuzdan beri vardır, hep var olacaktır ve maddeden baflka bir fley yoktur. Materyalistler, bu iddialarına destek sa¤lamak için "indirgemecilik" olarak adlandırılan bir mantık kullanırlar. Örne¤in insanın zihni "elle tutulur, gözle görülür" bir fley de¤ildir. Dahası insan beyninde bir "zihin merkezi" de yoktur. Bu durum bizi ister istemez, zihnin madde-ötesi bir kavram oldu¤u sonucuna götürür. Yani "ben" dedi¤imiz düflünen, seven, sinirlenen, üzülen, zevk alan ya da acı çeken varlık; bir koltuk, bir masa ya da bir tafl gibi maddesel bir varlık de¤ildir. Materyalistler ise, zihnin "maddeye indirgenebilir" oldu¤u iddiasındadırlar. Materyalist iddiaya göre bizim düflün- Evrim Açmaz› (Ansiklopedik) ‹ND‹RGENEMEZ KOMPLEKSL‹K memiz, sevmemiz, üzülmemiz ve tüm di¤er zihinsel faaliyetlerimiz, aslında beynimizdeki atomlar arasında meydana gelen kimyasal reaksiyonlardan ibarettir. Bir insanı sevmemiz beynimizde bulunan bazı hücrelerdeki bir kimyasal reaksiyon, bir olay karflısında korku duymamız bir baflka kimyasal reaksiyondur. Ünlü materyalist filozof Karl Vogt, bu mantı¤ı "karaci¤er nasıl öd sıvısı salgılıyorsa, beyin de düflünce salgılar" fleklindeki ünlü sözüyle ifade etmifltir.241 Elbette öd sıvısı bir maddedir, ama düflüncenin madde oldu¤unu gösterecek hiçbir kanıt yoktur. ‹ndirgenemez komplekslik (Irreduc›ble complex›ty) Darwinist teoriyi bilimsel bulgular karflısında sorgularken baflvurulması gereken en temel kaynaklardan biri, kuflkusuz Darwin'in kendi koydu¤u kıstaslardır. Darwin, teorisini ortaya atarken, bu teorinin nasıl yanlıfllanabilece¤ine dair birtakım somut ölçüler de belirlemifltir. Türlerin Kökeni adlı kitabının pek çok bölümünde "e¤er teorim do¤ruysa" diye bafllayan pasajlar yer alır ve Darwin bu pasajlarda teorisinin gerektirdi¤i bulguları tarif eder. Darwin'in bu sözlerinden biri flöyledir: E¤er birbirini takip eden çok sayıda küçük de¤ifliklikle kompleks bir organın oluflmasının imkansız oldu¤u gösterilse, teorim kesinlikle yıkılmıfl olacaktır. Ama ben böyle bir organ göremiyorum.242 Harun Yahya (Adnan Oktar) Darwinizm canlıların kökenini iki bilinçsiz do¤a mekanizması ile açıklamaktadır: Do¤al seleksiyon ve rastlantısal de¤ifliklikler (mutasyonlar). Darwinist teoriye göre bu iki mekanizma, canlı hücresinin kompleks yapısını, kompleks canlıların vücut sistemlerini, gözleri, kulakları, kanatları, akci¤erleri, yarasaların sonarını ve daha milyonlarca karmaflık tasarımlı sistemi meydana getirmifltir. Ancak son derece kompleks yapılara sahip olan bu sistemlerin iki bilinçsiz do¤al etkenin ürünü sayılması, hem bilim dıflı hem de akıl ve mantı¤a aykırı bir iddiadır. ‹flte bu noktada Darwinizm'in baflvurdu¤u kavram, "indirgenebilirlik" kavramıdır. Söz konusu sistemlerin çok daha basit hale indirgenebilecekleri ve sonra da kademe kademe geliflmifl olabilecekleri iddia edilir. Her kademe, canlıya biraz daha avantaj sa¤layacak, böylece do¤al seleksiyon vas›tas›yla seçilecektir. Daha sonra tesadüfen küçük bir geliflme daha olacak, bu da avantaj sa¤layıp seçilecek ve bu süreç devam edecektir. Bu sayede, Darwinizm'in iddiasına göre, önceden gözü olmayan bir canlı türü kusursuz bir göze sahip olacak, önceden uçamayan bir baflka tür de kanatlanıp uçar hale gelecektir. Bu hikaye evrimci kaynaklarda çok ikna edici ve makul bir hikaye gibi anlatılır. Oysa biraz detayına inildi¤inde, ortada çok büyük bir yanılgı oldu¤u görülmektedir. Bu yanılgının birinci yönü, mutasyonların gelifltirici de¤il, tahrip edici bir mekanizma olufludur. Yani can- 195 196 ‹ND‹RGENEMEZ KOMPLEKSL‹K ‹nsan gözü, yaklafl›k 40 ayr› parçan›n uyum içinde çal›flmas›yla ifllev görür. Bunlar›n birisi olmasa, göz hiçbir ifle yaramaz. Bu 40 ayr› parçan›n her biri, ayr› ayr› kompleks bir yarat›l›fla sahiptir. Evrim teorisi, bu denli kompleks bir organ›n nas›l olufltu¤u sorusuna cevap verememektedir. lılara isabet edecek rastlantısal mutasyonların bu canlılara "avantaj" sa¤lamaları, hem de bunu binlerce kez üst üste yapmaları, tüm bilimsel gözlemlere aykırı bir hayaldir. Ancak yanılgının çok önemli bir yönü daha vardır. Dikkat edilirse Darwinist teori, bir noktadan bir baflka noktaya (örne¤in kanatsız canlıdan kanatlı canlıya) do¤ru giden aflamaların hepsinin tek tek "avantajlı" olmasını gerektirmektedir. A'dan Z'ye do¤ru gidecek bir evrim sürecinde B, C, D... U, Ü, V ve Y gibi tüm "ara" kademelerin canlıya mutlaka avantaj sa¤laması gerekmektedir. Do¤al seleksiyon ve mutasyonun bilinçli bir flekilde önceden hedef belirlemeleri mümkün olmadı¤ına göre, tüm teori canlı sistemlerinin avantajlı küçük kademelere "indirgenebilece¤i" varsayımına dayanmaktadır. ‹flte Darwin bu nedenle, "e¤er birbirini takip eden çok sayıda küçük de¤ifliklikle kompleks bir organın oluflmasının imkansız oldu¤u gösterilse, teorim kesinlikle yıkılmıfl olacaktır" demifltir. Darwin, 19. yüzyılın ilkel bilim düzeyi içinde canlıların indirgenebilir bir yapıda olduklarını düflünmüfl olabilir. Ancak 20. yüzyılın bilimsel bulguları, gerçekte canlılardaki pek çok sistem ve organın basite indirgenemez olduklarını ortaya koymufl durumdadır. "‹ndirgenemez komplekslik" adı verilen bu olgu, Darwinizm'i tam da Darwin'in endifle etti¤i gibi "kesinlikle" yıkmaktadır. ‹nsan gözü daha basite indirgenemez yapısıyla bu tür sistemlere çok net bir örnektir. Çünkü göz, tüm detayları ve parçalar›yla birlikte var olmadı¤ı sürece ifllev görmez. Bu tür bir kompleks yapıyı meydana getiren bilincin, gelece¤i önce- Evrim Açmaz› (Ansiklopedik) ‹NSANIN TÜREY‹fi‹ den hesaplayarak sadece en son aflamada elde edilecek olan faydayı amaçlaması gerekir. Evrim mekanizmalarının ise böyle bir bilinç ve irade ile kompleks organlar ortaya çıkarmaları kesinlikle mümkün de¤ildir. ‹nsan›n Türeyifli (Charles Darw›n) Charles Darwin, 1871 yılında yayınladı¤ı The Descent of Man (‹nsanın Türeyifli) isimli kitabında maymunlar ve insanların ortak bir ataya sahip olduklarını, çevre koflullarının etkisiyle bu iki türün zaman içinde farklılafltı¤ını öne sürüyordu. Darwin aynı zamanda "insan ırkları arasındaki eflitsizli¤in apaçıklı¤ı" hakkında da birçok çıkarım yapıyordu.243 Darwin'in bu kitapta ortaya koydu¤u görüfllere göre, insan ırkları evrimin farklı basamaklarını temsil ediyordu ve bazı insan ırkları di¤er insanlara göre daha çok evrimleflmifl ve ilerlemifllerdi. Bazıları ise, neredeyse hala maymunlarla aynı düzeydeydi. Darwin kitabında bu afla¤ı ırkların yok olmaları gerekti¤ini, geliflmifl insanların onları yaflatmak ve korumak için çalıflmalarının gereksiz oldu¤unu iddia etmifl ve bu durumu damızlık hayvan yetifltiricileri ile karflılafltırmıfltır: Yabanıl insanların vücutça ve kafaca zayıf olanları eleniverir; ve sa¤ kalanlar, ço¤unlukla, gerçekten sa¤lıklı kimselerdir. Öte yandan biz uygar insanlar, elen- Harun Yahya (Adnan Oktar) me sürecini engellemek için elimizden geleni yaparız; geri zekalılar, sakatlar ve hastalar için bakımevleri kurarız; yoksulları koruma yasaları çıkarırız; tıp uzmanlarımız, her hastayı yaflatmak için en son ana dek bütün ustalıklarını gösterir… Böylece uygarlaflmıfl toplumların zayıf bireyleri kendi soylarını sürdürmektedir. Evcil hayvan yetifltiricili¤i yapmıfl hiç kimse bunun insan ırkına büyük bir zarar verece¤inden kuflku duymaz.244 Darwin söz konusu kitabında zenciler ve Avustralya yerlileri gibi ırkları gorillerle aynı statüye sokmufl, sonra da bunların "medeni ırklar" tarafından zamanla yok edilecekleri kehanetinde bulunarak flöyle demifltir: Belki de yüzyıllar kadar sürmeyecek yakın bir gelecekte medeni insan ırkları, vahfli ırkları tamamen yeryüzünden silecekler ve onların yerine geçecekler. Öte yandan insansı maymunlar da… kuflkusuz elimine edilecekler. Böylece insan ile en yakın akrabaları arasındaki boflluk daha da geniflleyecek. Bu sayede ortada flu anki Avrupalı ırklardan bile daha medeni olan ırklar ve flu anki zencilerden, Avustralya yerlilerinden ve gorillerden bile daha geride olan babun türü maymunlar kalacaktır.245 Darwinizm, ortaya atıldı¤ı tarihten itibaren ırkçılı¤ın en önemli sözde bilimsel dayana¤ı olmufltur. Canlıların bir yaflam mücadelesi içinde evrimlefltiklerini varsayan Darwinizm toplumlara uygulanmıfl ve ortaya "Sosyal Darwinizm" olarak bilinen akım çıkmıfltır. (bkz. Sosyal Darwinizm) Darwin'e göre "medeni 197 198 ‹NSANIN HAYAL‹ SOYA⁄ACI insana" düflen görev, bu evrimsel süreci hızlandırmak üzere zaten yok olacak olan geri kalmıfl ırkların yok edilmelerini sa¤lamaktır. (bkz. Darwinizm ve Irkçılık) Nitekim günümüzde halen rastladı¤ımız ırkçı ve ayrımcı uygulamalar da, Darwin tarafından bu flekilde sözde meflrulafltırılan fikirlerden destek almaktadır. ‹nsan›n Hayali Soya¤ac› Darwinist iddia, bugün yaflayan insanın maymunsu birtakım yaratıklardan evrimleflti¤ini varsayar. 4-5 milyon yıl önce baflladı¤ı varsayılan bu süreçte, günümüz insan› ile sözde ataları arasında birtakım "ara form"ların yafladı¤ı iddia edilir. Gerçekte tümüyle hayali olan bu senaryoda dört temel "kategori" sayılır: 1- Australopithecines (Australopithecuslar) 2- Homo habilis 3- Homo erectus 4- Homo sapiens Evrimciler, insanların sözde ilk maymunsu atalarına "güney maymunu" anlamına gelen Australopithecus ismini verirler. Bu canlılar gerçekte soyu tükenmifl eski bir maymun türünden baflka bir fley de¤ildir. Australopithecuslar'ın çeflitli türleri bulunur; bunların bazıları iri yapılı, bazıları ise daha küçük ve narin yapılı maymunlardır. (bkz. Australopithecus) ‹nsan evriminin bir sonraki safhasını evrimciler, "homo" yani insan olarak sınıflandırırlar. ‹ddiaya göre homo serisindeki canlılar, Australopithecuslar'dan daha geliflmifl canlılardır. Bu türün evriminin en son aflamasında ise, Homo sapiens, yani günümüz insanının olufltu¤u öne sürülür. Evrimciler "Australopithecines > Homo habilis > Homo erectus > Homo sapiens" sıralamasını yaparken, bu türlerin her birinin, bir sonrakinin atası oldu¤u izlenimini verirler. Oysa paleoantro- Hiçbir bilimsel dayana¤› olmad›¤› halde evrimciler taraf›ndan s›k kullan›lan bir rekonstrüksiyon. ‹ L A H AY M ‹ Z ‹ Ç ‹NSAN‹ ‹LKE pologların son bulguları, Australopithecines, Homo habilis ve Homo erectus'un dünyanın farklı bölgelerinde aynı dönemlerde yafladıklarını göstermektedir. Dahası Homo erectus sınıflamasına ait insanların bir bölümü çok modern zamanlara kadar yaflamıfllar, Homo sapiens neandertalensis ve Homo sapiens sapiens (günümüz insan›) ile aynı ortamda yanyana bulunmufllardır. Bu ise elbette bu canlıların birbirlerinin ataları oldukları iddiasının geçersizli¤ini açıkça ortaya koymaktadır. ‹nsani ‹lke (Anthrop›c Pr›nc›ple) 20. yüzyıl biliminin çökertti¤i iddialardan biri de "tesadüf" iddiasıdır. 1960'lı yıllardan itibaren yapılan arafltırmalar, evrendeki tüm fiziksel dengelerin insan yaflamı için çok hassas bir biçimde ayarlandı¤ını ortaya koymaktadır. Arafltırmalar derinlefltirildikçe, evrendeki fizik, kimya ve biyoloji kanunlarının, yerçekimi, elektromanyetizma gibi temel kuvvetlerin, atomların ve elementlerin yapılarının tümünün, insanın yaflamı için tam olmaları gereken flekilde düzenlendikleri birer birer bulunmufltur. Batılı bilim adamları bugün bu ola¤anüstü yarat›l›fla "‹nsani ‹lke" (Anthropic Principle) adını vermektedirler. Yani evrendeki her ayrıntı, insan yaflamını gözeten bir amaçla yarat›lm›flt›r. Evrenin içinde yaklaflık 300 milyar galaksi, galaksilerin her birinde bir o kadar da yıldız vardır. Bu yıldızlardan biri Harun Yahya (Adnan Oktar) olan Günefl'in etrafında büyük bir uyum içinde dönmekte olan 9 gezegen bulunur. Bunlardan sadece Dünya, yaflam için elveriflli koflullara sahiptir. Evrenin bir patlama sonucunda etrafa rastgele saçılmıfl bir madde yı¤ını olmadı¤ı, rastgele saçılan maddelerin düzenli galaksileri oluflturamayaca¤ı, maddenin belirli noktalarda rastgele sıkıflıp toplanarak yıldızları meydana getiremeyece¤i gibi pek çok imkansızlık bugün birçok bilim adamının itiraf konusudur. Big Bang teorisine uzun yıllar karflı çıkmıfl olan Sir Fred Hoyle, bu durum karflısında duydu¤u flaflkınlı¤ı flöyle ifade eder: Big Bang teorisi evrenin tek ve büyük bir patlama ile baflladı¤ını kabul eder. Ama bildi¤imiz gibi patlamalar maddeyi da¤ıtır ve düzensizlefltirirler. Oysa Big Bang çok gizemli bir biçimde bunun tam aksi bir etki meydana getirmifltir: Maddeyi birbiriyle birleflecek ve galaksileri oluflturacak hale getirmifltir.246 Evrenin bafllangıcındaki muhteflem dengeden, ünlü Science dergisindeki bir makalede ise flöyle söz edilir: E¤er evren maddemizin yo¤unlu¤u, bir parça daha fazla olsaydı, o zaman Einstein'ın genel görecelik kuramına göre evren, atomik parçacıkların birbirini çekme kuvvetleri dolayısıyla bir türlü geniflleyemeyecek ve tekrar küçülerek bir noktacı¤a dönüflecekti. E¤er yo¤unluk bafllangıçta bir parça daha az olsaydı, o zaman evren son hızla geniflleyecek, fakat bu takdirde atomik parçacıklar birbirini çekip yakalayamayacak ve yıldızlarla galaksiler hiçbir zaman oluflamayacaktı. 199 200 ‹SP‹NOZ Do¤aldır ki biz de olmayacaktık! Yapılan hesaplara göre, evrenimizin bafllangıçtaki gerçek yo¤unlu¤u ile ötesinde oluflması imkanı bulunmayan kritik yo¤unlu¤u arasındaki fark, yüzde birin bir kuvadrilyonundan azdır. Bu, bir kalemi sivri ucu üzerinde bir milyar yıl sonra da durabilecek biçimde yerlefltirmeye benzer... Üstelik, evren geniflledikçe, bu denge daha da hassaslaflmaktadır.247 Evrim teorisinin savunucuları ise evrendeki bu ola¤anüstü düzeni tesadüfi etkilerle açıklamaya çalıflırlar. Tesadüflerin iç içe geçmifl, kompleks düzenler meydana getirmesini beklemek kuflkusuz akla ve mantı¤a aykırıdır. Tesadüf matematiksel bir terim oldu¤u için böyle bir ihtimalin imkansızlı¤ını olasılık hesapları üzerinden görmek de mümkündür. Nitekim Big Bang gibi bir patlamayla canlılık için uygun bir ortamın oluflma olasılı¤ı 10 üzeri 10 üzeri 123'te bir ihtimal olarak hesaplanmıfltır. Bu sayıyı ünlü ‹ngiliz matematikçi -Stephen Hawking'in yakın çalıflma arkadaflı- Roger Penrose hesaplamıfltır. Matematikte 1050'de 1'den daha küçük olasılıklar, "sıfır ihtimal" sayılır. Söz konusu sayı, 1050'de 1'in trilyar kere trilyar kere trilyar katından bile çok daha büyüktür. Bu sayı, evrenin tesadüfle açıklanmasının imkansız oldu¤unu göstermektedir. Roger Penrose, akıl sınırlarını çok aflan bu sayı hakkında flu yorumu yapar: Bu sayı, yani 10 üzeri 10 üzeri 123'te 1 ihtimal, Yaratıcının amacının ne kadar keskin ve belirgin oldu¤unu bize göstermektedir. Bu gerçekten ola¤anüstü bir sa- yıdır. Bir kimse bunu do¤al sayılar fleklinde bile yazmayı baflaramaz, çünkü 1 rakamının yanına 10 üzeri 123 tane sıfır koyması gerekecektir. E¤er evrendeki tüm protonların ve tüm nötronların üzerine birer tane sıfır yazsa bile, yine de bu sayıyı yazmaktan çok çok geride kalacaktır.248 ‹spinoz (Fr›ng›lla caelebs) Bazı evrimciler tarafından mikroevrim iddialar›na delil olarak gösterilen ispinoz kuflları aslında bir evrimleflme de¤il türleflme örne¤idirler. Galapagos Adalarında yaflamakta olan ispinozların atalarının bafllangıçta çok az sayıda oldu¤u bir gerçektir. Ancak daha sonra Güney Amerika ana karasından rüzgarlarla gelen bazı ispinozlar, Galapagos Adalarına yayılmıfllar ve iki grup arasındaki co¤rafi izolasyon (bkz. Co¤rafi izolasyon) nedeniyle bazı varyasyonlar zamanla a¤ır basmıfllard›r. ‹flte bu kufllar arasındaki türleflmede tam bu noktada ortaya çıkmıfltır. Farklı varyasyonlara ait olan kufllar, bir flekilde yeniden biraraya geldiklerinde, birbirleri ile çiftleflme içgüdüsünü kaybettikleri görülmüfltür. Çiftleflmemeleri ise biyolojik bir farklılıktan de¤il tamamen davranıfl biçiminden kaynaklanmaktadır. Kufl sadece daha önce birarada yaflamadı¤ı di¤er varyasyonu çiftleflebilece¤i bir birey olarak görmemektedir. Sonuçta, bu varyasyonların aralarında çiftleflmemeleri biyolojik olarak farklı bir tür haline dönüfltük- Evrim Açmaz› (Ansiklopedik) ‹SP‹NOZ Darwin'in Galapagos Adalar›nda gördü¤ü ve teorisine delil sand›¤› farkl› ispinoz gagalar›, gerçekte bir genetik varyasyon örne¤idir ve türlerin evrimi iddias›na bir delil oluflturmaz. lerinden de¤il, farklı co¤rafi bölgelerde ayrı yafladıklarından ötürü bir araya geldiklerinde çiftleflme e¤ilimine girmemelerinden kaynaklanmaktadır. Evrimciler ise, bu durumu kendi teorilerine malzeme yapmaya çalıflarak, "bakın ispinozlar co¤rafi izolasyon sayesinde kendi içlerinde türlefliyor, demek ki bu canlılar daha fazla do¤al seleksiyona maruz kalırlarsa yakında farklı cinslere dönüflecekler" gibi dayanaksız ve bilim dıflı bir çarpıtma öne sürmektedirler. Sonuç olarak ispinozlardaki bu çeflitlenmenin, evrimcilerin iddia ettikleri yeni bir tür oluflumuyla hiçbir ilgisi yoktur. Olay, ispinoz türünün toplam gen havuzundaki genlerin farklı kombinasyonlarda birleflerek türün kendi içinde çeflitlenmesinden yani varyasyonların›n oluflmasından ibarettir. Tür yine aynı türdür, türün gen havuzuna yeni bir gen, yani yeni bir bilgi eklenmesi söz konusu de¤ildir. Harun Yahya (Adnan Oktar) Evrimcilerin bu aç›k gerçe¤i nasıl kendi çıkarları do¤rultusunda çarpıttıklarını daha net anlayabilmek için ispinoz kufllarındaki genetik çeflitlenmeyi bir örnekle flöyle açıklayabiliriz: Elimize bir deste iskambil ka¤ıdı alalım ve bu desteyi birkaç kez karıfltıralım, sonuçta bu destedeki ka¤ıtların yerine hiçbir zaman yeni ya da farklı bir 201 202 ‹ZOLASYON ka¤ıt türü gelmez, yalnızca destenin içinde var olan ka¤ıtların sırası de¤iflir. ‹flte ispinoz kufllarındaki çeflitlilik durumu (varyasyon) da bundan farksızdır. Bu kuflların gen havuzunda meydana gelebilecek genetik çeflitlilik havuza yeni bir gen eklemez, bundan ötürü de ispinozlar hiçbir zaman baflka bir cinse ya da canlıya dönüflemezler. Yalnızca kendi içlerinde çeflitlilik gösterebilirler. Do¤ada bu tip sınırlı varyasyonlar gösteren çok sayıda canlı vardır ve bu canlıların hiçbirisi evrime delil de¤ildir. ‹zolasyon (Yal›t›m) Popülasyonlar bir co¤rafi engelle ayrıldı¤ında, iki farklı ortamda yaflamaya bafllayan popülasyonlarda, uzun bir süre içinde gen havuzlarının (bir popülasyonun kalıtsal yapısının) de¤iflti¤i izlenebilir. Popülasyonlar birbirlerinden uzaklafltıkça aralarındaki farklılıklar da artar. Popülasyonların de¤iflmesine neden olan izolasyonlar; co¤rafi, ekonomik, kültürel ya da iklimsel olabilir.249 (bkz. Co¤rafi izolasyon görüflü) Çeflitli sebeplerden ötürü birbirinden izole olan bu iki popülasyon zaman içerisinde aralarında çiftleflip döl verebilme özelliklerini kaybedebilirler. Bunun do¤al bir sonucu olarak birbirleri ile çiftleflmeyen popülasyonların genetik karıflımları da kendi aralarında sınırlı kalmıfl olur. Bu tür bir yalıtımın kökeninde, ço¤u zaman co¤rafik bir yalıtım vardır. Evrimcilere göre popülasyonlar arasında çiftleflmeyi ve verimli döller mey- dana getirmeyi önleyen her etkileflmeye "yalıtım" ya da "izolasyon mekanizması" denir. Evrimcilere göre türün oluflması için üremede yalıtım zorunludur. 250 Evrimci bir kaynakta bu gereklilik flöyle açıklanmaktadır: Bu olmaksızın hiçbir tür di¤erinden ayrılamaz; e¤er ayrılmıflsa varlı¤ını ba¤ımsız olarak sürdüremez. E¤er tüm hayvanlar birbirleriyle serbestçe çiftleflip döl meydana getirebilselerdi, bütün zoolojik birimler ortadan kalkarak bir derecelilik (adım adım benzerlik) meydana gelecekti. Yani bir köpek, bir at, bir kedi veya sı¤ır ayrı olarak bulunmayacaktı; her hayvanın kombinasyonları olacaktı. Keza hayvanlarla insanlar arasında da kırılım meydana gelece¤i için insan benzeri birçok hayvan veya hayvan benzeri birçok insan olacaktı. Bir zaman sonra da tüm bunların karıflımından ilginç bir melez çıkacaktı. Sokakta, üreme yalıtımı olmadı¤ı için birçok köpek çeflidini de¤iflik melezler olarak izlemekteyiz. Köpeklerin hepsi aynı türe ait oldukları için aralarında melez meydana getirirler. Bu nedenle köpek yetifltiricileri, belirli özellikleri sabit tutabilmek için saf ırklar kullanmaya özen gösterirler. E¤er bu kontrol yapılmazsa bir zaman sonra tüm köpeklerin karıflımından ortaya garip melezler çıkacaktır.251 Evrimciler türlerin kökeni konusuna izolasyonla açıklama getirmeye çalıflırlar. Çünkü yeryüzünde bu kadar çok sayıda türün nasıl olufltu¤u evrimciler açısından cevaplanması oldukça zor bir sorudur. Dolayısıyla izolasyon kavramı da Evrim Açmaz› (Ansiklopedik) ‹ZOLASYON evrimciler tarafından kasıtlı olarak yeni bir tür oluflturan bir mekanizma olarak açıklanmaktadır. Fakat gerçekte izolasyonla yeni bir tür oluflmamaktadır. Bu durum sadece gen havuzunun daralmasından kaynaklanan, farklı varyasyon örneklerinin ortaya çıkmasıdır. Buradaki ikiye bölünmeden kaynaklanan türleflmenin temelinde ise genetik bir uyumsuzluk yoktur. Aslında genetik bilgi açısından bu canlılar hala aynı türe aittirler. Dolayısıyla söz konusu "türleflme"nin evrim teorisini destekler hiçbir yönü yoktur. Çünkü evrim teorisi, canlı türlerinin hepsinin basitten komplekse do¤ru rastlantılar yoluyla türedi¤i iddiasındadır. Dolayısıyla bu teorinin dikkate alınabilmesi için, ortaya "genetik bilgiyi artırıcı mekanizmalar" koyabilmesi gerekir. Gözü, kula¤ı, kalbi, akci¤eri, kanatları, ayakları veya di¤er organ ve sistemleri olmayan canlıların bunları nasıl kazandıklarını, bu organ ve sistemleri tanımlayan genetik bilginin nereden geldi¤ini açıklayabilmesi gerekir. Zaten var olan bir canlı türünün genetik bilgi kaybına u¤rayarak ikiye bölünmesi, kuflkusuz bununla hiçbir ilgisi olmayan bir durumdur. Bu ilgisizlik aslında evrimciler tarafından da kabul edilir. Bu nedenle evrimciler, bir türün kendi içindeki varyasyonlarını ve "ikiye bölünerek türleflme" örneklerini "mikroevrim" olarak tanımlarlar. (bkz. Mikroevrim) Mikroevrim, zaten var olan bir türün içindeki çeflitlenmeler anlamında kullanılmaktadır. Ancak bu tanımda "evrim" ifadesinin Harun Yahya (Adnan Oktar) geçirilmesi bütünüyle maksatlı olarak yapılmıfl bir aldatmacadır. Çünkü ortada evrim gibi bir süreç yoktur. Durum, o türün gen havuzunda var olan genetik bilginin farklı bireylerdeki da¤ılımından, de¤iflik kombinasyonlarından ibarettir. Kaldı ki evrimcilerin cevaplaması gereken, "Tür ilk baflta nasıl oluflmufltur? Türlerin daha üst kategorileri olan sınıflar, takımlar, aileler, flubeler bafllangıçta nasıl meydana gelmifltir?" gibi sorulardır. 203 JAVA ADAMI Java Adam› Kendisini evrim teorisinin sözde kayıp halkasını bulmaya adamıfl bir anatomist olan Eugene Dubois 1891 yılında, Endonezya'nın Java Adasındaki Solo Irma¤ı'nın kıyısında bir kafatası bafllı¤ı buldu. Dubois bu fosilde maymunla insan özelliklerinin bir arada bulundu¤unu düflünüyordu. Bir sene sonra, kafatası bafllı¤ını buldu¤u yerden yaklaflık 15 m ileride birde uyluk kemi¤i buldu ve insanınkine çok benzeyen bu uyluk kemi¤inin kafatasıyla aynı bedene sahip olabilece¤ini fikrine vardı. Elindeki iki adet kemik parçasına dayanarak bu fosilin bir ara geçifl örne¤i oldu¤u fikrini benimsedi ve bulgusuna bilimsellik ça¤rıfltıran bir isim verdi: Pithecanthropus erectus, yani "dik yürüyen maymun adam"... Halk tarafından Java Adamı olarak bilinen bu fosilin kafatası hacmi yaklaflık 900 cc. olarak hesaplandı. Yaflının da 500.000 yıllık oldu¤u ileri sürüldü. Dubois, fosilin bulundu¤u tabaka olan Trinil tabakasının, Pleistocene ve Pliocene (Tertiary) dönemleri arasındaki sınırın altında oldu¤u düflünüyordu. Gerçek insanların da Orta Pleistocene'de evrimlefltiklerinden emindi. Bu nedenle Dubois'e göre Java Adamı'nın yaflı kayıp halka olmaya gayet uygundu. Oysa Dubois, fosili bulmadan önce Java fosil faunasıyla ilgili bir çalıflma hazırlamıfltı. Hazırladı¤ı çalıflma, Dubois'in Java Adamı fosili ile ilgili verdi¤i bilgilerin tam tersi niteli¤indeydi. Fosili bulduktan sonra ise, fauna çalıflmasıyla ilgili yorumları bir anda tersine döndü. Harun Yahya (Adnan Oktar) Yirmi yılı aflkın bir süre boyunca Java Adamı'nı arafltıran Marvin L. Lubenov Bones of Contention (Tart›flmal› Kemikler) adlı kitabında, Dubois'in fosili buldu¤unda yeterli bir jeoloji bilgisine sahip olmadı¤ını flöyle bir al›nt› ile aktar›yor: Dubois, Java fosil faunasını ilk tanımladı¤ında Pleistocene olarak belirtmiflti. Ancak Pithecanthropus'u (Java Adamı'nı) bulduktan hemen sonra fauna birden Tertiary oldu. Faunanın Pleistocene özelliklerini azaltmak için elinden geleni yaptı.252 Dubois, uyluk kemi¤i ve kafatası bafllı¤ının aynı bedene ait oldu¤unu söylüyordu. Buna karflın, dönemin ünlü bilim adamları bunun aksi yönde yorumlar yapıyorlardı. Cambridge Üniversitesi'nden ünlü anatomist Sir Arthur Keith, bu hacime sahip bir kafatasının maymuna ait olamayaca¤ını net olarak belirtip maymunlara has güçlü çi¤nemeyi sa¤layan yapısal özelliklerin bu kafatası bafllı¤ında bulunmadı¤ını ortaya koyuyordu. Keith, kafatasının kesinlikle bir insana ait oldu¤unu söylüyordu. Açıkçası Dubois, iki kemikten yola çıkarak fantezi boyutuna varan iddialarda bulunmufltu. Bu iddialarının temelinde de "yönlendirilmifl bir bakıfl açısı" yatıyordu. Dubois bir evrimci oldu¤u için zaten belli bir önyargı ile hareket etmifl ve alternatif herhangi bir ihtimalde düflünmek istememiflti. Üstelik karflıt görüflleri dile getirenlere karflı da açık bir düflmanlık besliyordu. 205 206 JOHNSON, PHILLIP Dubois'nın maymun adamı safsatasını yıkan bir di¤er bulgu ise bir antropolog olan Dr. Walkhoff'tan geldi. Walkhoff, Solo Irma¤ı'nın kurumufl bir bölgesinde ve Dubois'nın Java Adamı'nı buldu¤u yere iki mil kadar yakınlıkta, bir insan azı diflinin üst kısmını buldu. Fosilleflmifl olan azı difli insana aitti ve Java Adamı'nın yafladı¤ı iddia edilen dönemden de eski bir döneme aitti. Uzmanların her biri, evrimci ve evrimi ispatlayacak fosil bulmak için bu projeyi gerçeklefltiren bir ekipti. Buna ra¤men ekibin baflı Prof. Selenka, günümüz insan›yla Java Adamı'nın aynı dönemde yafladı¤ı, dolayısıyla Java Adamı ile insanın evrimi arasında bir ba¤lantının olmadı¤ı sonucuna varıyordu. Raporun son bölümünde ise, projede sekreterlik görevini yürüten Dr. Max Blanckenhorn, okurlarından, 'bulgularıyla Dubois'nın tezini do¤rulayacakları yerde çürüttükleri için özür diliyordu!' Tüm bunlardan da anlaflıldı¤ı gibi maymun adam olarak lanse edilen Java Adamı'nın günümüzde yaflamakta olan insanlardan hiçbir farkı bulunmamaktadır. Java Adamı'yla ilgili olarak öne sürülebilecek tek fley kafatası hacminin küçüklü¤ü olabilir ki günümüzde de küçük kafatasına sahip insan ırkları bulunmaktadır. Üstelik bu ırklar arasında bulunan Aborijin yerlilerinin, Java Adasına hiç de uzak olmayan Avustralya'da yaflıyor oldukları düflünüldü¤ünde Java Adamı'nın da özgün bir insan ırkı oldu¤u kesinlik kazanır. Johnson, Ph›ll›p Berkeley Üniversitesi'nde 26 yıldır hukuk profesörü olan Phillip Johnson, Darwinizm'in dünya çapındaki en önemli elefltirmenlerinden biridir. Johnson, Darwin on Trial (Darwin Sorgulan›yor) adlı kitabında evrim teorisinin felsefi natüralizme dayandırıldı¤ını ve evrimin ideolojik bir amaç u¤runa savunuldu¤unu öne sürmüfltür: Modern bilimin liderleri, kendilerini 'dini fundamentalistlere' -yani bir Yaratıcının var oldu¤unu ve bu dünyadaki olaylarda rol oynadı¤ını kabul edenlere- karflı giriflilen bir savaflın öncüleri olarak görmekteler... Darwinizm ise, 'fundamentalizme' karflı giriflilen bu savaflta yeri doldurulamaz bir ideolojik rol oynamaktadır. ‹flte bu nedenle, bugün bilim çevreleri Darwinizm'i test etmeyi de¤il, ne olursa olsun korumayı kendilerine amaç edinmifllerdir. Bilimsel arafltırmaların kuralları da bu ideolojiyi do¤rulayacak flekilde belirlenmektedir.253 Öte yandan paleontoloji biliminin ortaya koydu¤u gerçeklerin Darwinizm'le açıkça çeliflti¤ini Johnson flöyle aç›klar: Darwinist teori, canlılı¤ın bir tür "giderek geniflleyen bir farklılık üçgeni" içinde geliflti¤ini öngörür. Buna göre canlılık, ilk canlı organizmadan ya da ilk hayvan türünden bafllayarak giderek farklılaflmıfl ve biyolojik sınıflandırmanın daha yüksek kategorilerini oluflturmufl olmalıdır. Ama hayvan fosilleri bizlere bu üçgenin gerçekte bafl afla¤ı durdu¤unu göstermektedir: Filumlar henüz ilk anda hep birlikte vardır, sonra giderek sayıları azalır.254 Evrim Açmaz› (Ansiklopedik) Dediler ki: "Sen Yücesin, bize ö¤retti¤inden baflka bizim hiçbir bilgimiz yok. Gerçekten Sen, herfleyi bilen, hüküm ve hikmet sahibi olans›n." (Bakara Suresi, 32 ) 208 NOTLAR 1 Biyoloji Lise 3, Özer Bulut, Davut Sa¤dıç, Selim Korkmaz, MEB Basımevi, ‹stanbul, 2000, s.182 2 Sidney Fox, Klaus Dose, Molecular Evolution and The Origin of Life, New York: Marcel Dekker, 1977, s.4 3 Grolier International Americana Encyclopedia, vol 2, Grolier Incorporated, Danbury, 1993, ss.345-346; Geliflim Hachette, cilt 1, Interpres Basın ve Yayıncılık A.?., s.351-352 4 Charles Darwin, The Descent of Man, 2. Edition, New York, A L. Burt Co., 1874, s.178 5 Jani Roberts, How new-Darwinism justified taking land from Aborigines and murdering them in Australia, http://fl.gn.apc.org/inquirer/ausrace.html 6 “Ancient Alga Fossil Most Complex Yet”, Science News, vol. 108, 20 September 1975, s.181 7 Hoimar Von Ditfurth, Dinozorların Sessiz Gecesi 1, Alan Yayıncılık, Kasım 1996, ‹stanbul, Çev: Veysel Atayman, s.199 8 http://fl.botany.hawaii.edu/faculty/ webb/BOT311/, http://daphne.palomar.edu/wayne/wayn e.htm, 9 R. L. Carroll, Vertebrate Paleontology and Evolution, New York: W. H. Freeman and Co., 1988, s.4 10 Edwin H. Colbert, M. Morales, Evolution of the Vertebrates, New York: John Wiley and Sons, 1991, s.99 11 Lewis L. Carroll, “Problems of the Origin of Reptiles”, Biological Reviews of the Cambridge Philosophical Society, vol 44. s.393 12 Stephen Jay Gould, Eight (or Fewer) Little Piggies, Natural History, no. 1., Jan 1991, vol. 100, s.25 13 W.R. Bird, The Origin of Species Revisited, Nashville: Thomas Nelson Co., 1991, s.305 14 Sarah Simpson, “Life’s First Scalding Steps”, Science News, 155(2), 9 January 1999, s.25 15 Prof. Dr. Eflref Deniz, Tıbbi Biyoloji, 4. baskı, Ankara, 1992, s.369 16 Musa Özet, Osman Arpacı, Ali Uslu, Biyoloji 1, Sürat Yayınları, ‹stanbul, 1998, s.129 17 Dean Kenyon, Davis Percical, Of Pandas and People: The Central Question of Biological Origins, Dallas: Haughton Publishing, 1993, s.33 18 N.F. Hughes, Paleobiology of Angiosperm http://fl.nmnh.si.edu/botany/projects/alg Origins: Problems of Mesozoic Seed-Plant ae/Alg-Menu.htm; Brookhaven National Evolution, Cambridge: Cambridge Laboratory, Molecular Bases of Photoadaptation in Unicellular, Eucaryotic Algae, P.G.Falkowski ve J.LaRoche, Dep. Of Apllied Science; Science, Volume 286, Number 5442, Issue of 5 Nov 1999, ss. 11291132, Polycationic Peptides from Diatom University Press, 1976, ss.1-2 19 Daniel Axelrod, The Evolution of Flowering Plants, in The Evolution Life, 1959, ss.264-274 20 George Politzer, Felsefenin Bafllangıç ‹lkeleri, ‹stanbul: Sosyal Yayınlar, 1989, s.84 21 Stuart B. Levy, “The Challange of Biosilica That Direct Silica Nanosphere Antibiotic Resistance”, Scientific American, Formation March 1998, s.35 Evrim Açmaz› (Ansiklopedik) NOTLAR 22 Medical Tribune, 29 December 1988, s.1, 23 23 Charles Darwin, The Origin of Species, ss.172-280 24 Derek A. Ager, “The Nature of the Fossil Record”, Proceedings of the British Geological Association, vol 87, 1976, s.133 40 “Is This The Face of Our Past”, Discover, December 1997, ss.97-100 41 Boyce Rensberger, Houston Chronicle, 5 November 1980, Part 4, s.15 42 Colin Patterson, Harper’s, February 1984, s.60 25 Mark Czarnecki, “The Revival of the 43 Francis Hitching, The Neck of the Giraffe: Creationist Crusade”, MacLean’s, 19 Where Darwin Went Wrong, New York: January 1981, s.56 Ticknor and Fields, 1982, ss.30-31 26 Francis Hitching, The Neck of the Giraffe: Where Darwin Went Wrong, Tichnor and Fields, New Haven, 1982, s.40 27 S.J. Gould, “Evolution’s Erratic Pace”, Natural History, vol. 86, May 1977 28 S.J. Gould & N. Eldredge, Paleobiology, Vol 3, 1977, s.147 29 John Ostrom, “Bird Flight: How Did It Begin?”, American Scientist, JanuaryFebruary 1979, vol 67, 30 Nature, vol 382, 1 August 1996, s.401 31 Carl O. Dunbar, Historical Geology, New York: John Wiley and Sons, 1961, s.310 32 L.D. Martin, J.D. Stewart, K.N. Whetstone, The Auk, vol 98, 1980, s.86 33 Pat Shipman, “Birds do it... Did Dinosaurs?”, New Scientist, 1 February 1997, s.31 34 “Old Bird”, Discover, 21 March 1997 35 “Old Bird”, Discover, 21 March 1997 36 Pat Shipman, “Birds Do It... Did 44 Francis Hitching, The Neck of the Giraffe, ss.30-31 45 Gordon Rattray Taylor, The Great Evolution Mystery, London: Sphere Books, 1984, s.230 46 Solly Zuckerman, Beyond The Ivory Tower, New York: Toplinger Publications, 1970, ss. 75-94 47 Charles E. Oxnard, “The Place of Australopithecines in Human Evolution: Grounds for Doubt”, Nature, vol 258, s.389 48 Isabelle Bourdial, "Adieu Lucy", Science et Vie, Mayıs 1999, no. 980, s. 52-62 49 http://intelligentdesign.org/odds/ odds.htm 50http://www.pathlights.com/ce_encyclope dia/08dna02.htm 51http://www.bact.wisc.edu/microtextbook /bacterialstructure/DNA.html 52 Prof. Dr. Ali Demirsoy, Kalıtım ve Evrim, Ankara, Meteksan Yayınları, s.79 53 Gerald T. Todd, “Evolution of the Lung Dinosaurs?”, New Scientist, 1 February and the Origin of Bony Fishes: A Casual 1997, s.28 Relationship”, American Zoologist, vol 26, 37 Terry D. Jones, Nonavian Feathers in a Late Triassic Archosaur, Science, 23 Haziran 2000: 2202-2205 38 S.J. Gould & N. Eldredge, Paleobiology, Vol 3, 1977, s.147 39 “Forensic palaeontology: The Archæoraptor forgery”, Nature, 29 March 2001, vol: 410, ss.539-540 Harun Yahya (Adnan Oktar) No. 4, 1980, s.757 54 National Geographic, “Balinaların Evrimi”, Kasım 2001, s. 159 55 (http://www.trueorigin.org/whales.asp; Ashby L. Camp, “The Overselling of Whale Evolution”, Creation Matters, May/June 1998) 56 National Geographic, “Balinaların Evrimi”, 209 210 Kasım 2001, s. 163 57 Robert L. Carroll, Patterns and Processes of Vertebrate Evolution, Cambridge University Press, 1998, 329 58 G. A. Mchedlidze, General Features of the Paleobiological Evolution of Cetacea, Rusça’dan Tercüme (Rotterdam: A.A. Balkema, 1986, s. 91 59 B.J. Stahl, Vertebrate History: Problems in Evolution, Dover Publications, Inc., 1985, s. 489. 60 Michel C. Milinkovitch, “Molecular phylogeny of cetaceans prompts revision of morphological transformations,” Trends in Ecology and Evolution 10 (August 1995): 328-334. 61 Michael J. Behe, Darwin’s Black Box, New York: Free Press, 1996, ss.232-233 62 Gordon Taylor, The Great Evolution Mystery, s.223 63 Janet L. Hopson ve Norman K. Wessells, Essentials of Biology, McGraw-Hill Publishing Company 1990, vol 45, ss.837839 64 Coates M. 1991. New palaeontological 67 Henry Margenau, Roy Abraham Vargesse, Cosmos, Bios, Theos, La Salle IL: Open Court Publishing, 1992, s.241 68 Werner Gitt, In the Beginning Was Information, CLV, Bielefeld, Germany, s.107, 141 69 George C. Williams, The Third Culture: Beyond the Scientific Revolution, ed. John Brockman, New York, Simon & Schuster, 1995, ss.42-43 70 i Pierre P. Grassé, The Evolution of Living Organisms, 1977, s.168 71 Keith S. Thompson, “Ontogeny and Phylogeny Recapitulated”, American Scientist, vol 76, May/June 1988, s.273 72 Francis Hitching, The Neck of the Giraffe: Where Darwin Went Wrong, New York: Ticknor and Fields 1982, s.204 73 Mahlon B. Hoagland, Hayatın Kökleri, Tübitak yayınları, 8.Basım, s.25 74 Prof.Dr. Ali Demirsoy, Kalıtım ve Evrim, Ankara, Meteksan Yayınları, s.79 75 Prof. Dr. ‹lhami Kiziro¤lu, Genel Biyoloji, Desen Yayınları 76 Robert A. Wallace, Gerald P. Sanders, contributions to limb ontogeny and Robert J. Ferl, Biology, The Science of Life, phylogeny. In: J. R. Hinchcliffe (ed.) Harper Collins College Publishers, s. 283. Developmental Patterning of the Vertebrate Limb 325-337. New York: Plenum Press; Coates M. I. 1996. The Devonian tetrapod Acanthostega gunnari Jarvik: postcranial anatomy, basal tetrapod interrelationships and patterns of skeletal evolution. Transactions of the Royal Society of Edinburgh 87: 363-421 65 Michael Denton, Evolution: A Theory in Crisis, Bethesda, MA: Adler & Adler, 1985, ss.151, 154 66 William Fix, The Bone Peddlers: Selling Evolution, New York: Macmillan Publishing Co., 1984, s.189 77 Darnell, “Implications of RNA-RNA Splicing in Evolution of Eukaryotic Cells,” Science, vol.202, 1978, s. 1257. 78 Prof. Dr. Ali Demirsoy, Kalıtım ve Evrim, Meteksan Yayınları, Ankara, s.79 79 Biyoloji Lise 3, Özer Bulut, Davut Sa¤dıç, Selim Korkmaz, MEB Basımevi, ‹stanbul, 2000, s.182 80 Sidney Fox, Klaus Dose, Molecular Evolution and The Origin of Life, New York: Marcel Dekker, 1977, s.2 81http://www.harunyahya.com/EvrimAldat macasi/aldatmaca/evrim16.html 82 M. Kusinitz, Science World, 4 February Evrim Açmaz› (Ansiklopedik) NOTLAR 1983, s.19 83 New York Times Press Service, San Diego Union, 29 May 1983; W. A. Shear, Science, vol. 224, 1984, s.494 84 Pierre-P Grassé, Evolution of Living Organisms, New York: Academic Press, 1977, s.30 85 D.R. Oldroyd, Darwinian Impacts, Atlantic Highlands, N. J Humanities Press, 1983, ss.23, 32 99 John Ostrom, “Bird Flight: How Did It Begin?”, American Scientist, JanuaryFebruary 1979, vol 67, s.47 100 http://turnpike.net/~mscott/cuvier.htm 101 http://treasuretroves.com/bios/Cuvier.html 102 Soul, M.E. and L.S. Mills.. No need to isolate genetics. Science 282: 1998, 1658 103 Wetermeirer, R.L., J.D. Brawn, S.A. Simpson, T.L. Esker, R.W. Jansen, J.W. 86 Trends in Genetics, February 1999 Walk, E.L. Kershner, J.L. Bouzat, and K.N. 87 Douglas J. Futuyma, Science on Trial, New Paige, Tracking the long-term decline and York: Pantheon Books, 1983, s.197 88 Levinton, Jeffrey S.; “The Big Bang of Animal Evolution,” Scientific American, 267:84, November 1992 89 Loren Eiseley, Darwin’s Century, s.283 90 Jean-Jacques Hublin, The Hamlyn Encyclopaedia of Prehistoric Animals, New York :The Hamlyn Publishing Group Ltd.,1984, s.120. 91 Jacques Millot, “The Cœlacanth”, The Scientific Amerikan, Aralık 1955, sayı 193, s.39. 92 Bilim ve Teknik Dergisi, Kasım 1998,Sayı 372, s.21. 93 P. L. Forey, Nature, vol 336, 1988. s.729 94 Prof. Dr. Ali Demirsoy, Kalıtım ve Evrim, Meteksan Yayınları, Ankara, 1995, s.690 95 Prof. Dr. Ali Demirsoy, Yaflamın Temel Kuralları, Genel Biyoloji/Genel Zooloji, Cilt-I, Kısım-I, Ankara, 1993, s.606 96 Pat Shipman, “Birds do it... Did recovery of an isolated population, Science 282: 1998 1695 104 Charles Darwin, The Descent of Man, 2. Edition, New York, A L. Burt Co., 1874, s. 178 105 Charles Darwin, The Descent of Man, 2. Edition, New York, A L. Burt Co., 1874, s. 171 106J.H.M. Beattie, R. Godfrey Lienhardt, Studies in Social Anthropology: Essays in Memory of E.E. Evans Pitchard, Oxford: Clarendon Press, 1975, ss.10-11 107 Benjamin Farrington, What Darwin Really Said, London: Sphere Books, 1971, ss.54-56 108 James Ferguson, The Laboratory of Racism, New Scientist, vol. 103, September 27, 1984, s.18 109 Lalita Prasad Vidyarthi, Racism, Science and Pseudo-Science, Unesco, France, Vendôme, 198, s.54 110 Rebekah E. Sutherland, Social Darwinism, Dinosaurs?”, New Scientist, 1 February http://fl.rebsutherland.com/SocialDarwini 1997, s.31 sm.htm 97 Francis Crick, Life Itself: It’s Origin and Nature, New York, Simon & Schuster, 1981, s.88 98 Maria Genevieve Lavanant, Bilim ve Teknik, Nisan 1984, Sayı 197, s.22 Harun Yahya (Adnan Oktar) 111 Stephen Jay Gould, Ever Since Darwin, W. W. Norton & Company, New York 1992, s.217 112 Glen McLean, Roger Oakland, Larry McLean, The Evidence for Creation: 211 212 Examining The Origin of Planet Earth, Pittsburgh: Full Gospel Bible Institute, Whitaker House, 1989, s.94 113 Desmond King-Hele, Doctor of Revolution: The Life and Times of Erasmus Darwin, London: Faber & Faber, 1977, s.361 114William R. Denslow, 10.000 Famous Grounds for Doubt”, Nature, vol 258, s.389 126 Fred Spoor, Bernard Wood, Frans Zonneveld, “Implication of Early Hominid Labryntine Morphology for Evolution of Human Bipedal Locomotion”, Nature, vol 369, June 23, 1994, ss. 645-648 127 Fred Spoor, Bernard Wood, Frans Freemasons, Vol. I Richmond: Macoy Zonneveld, “Implication of Early Hominid Publishing & Masonic Supply Co., 1957, Labryntine Morphology for Evolution of s.285 Human Bipedal Locomotion”, Nature, vol 115 Richard, Dawkins, Climbing Mount Improbable, W.W. Norton, New York, 1996, s. 283. 116 Francisco J. Ayala, “The Mechanisms of Evolution”, Scientific American, vol 239, September 1978, s.64 117 Uwe George, “Darwinismus der Irrtum des Jahrhunderts”, Geo, Januar 1984, s. 100102 118 Victor B. Scheffer, “Exploring the Lives of Whales”, National Geographic, vol 50, December 1976, s.752 119 E.H. Colbert, Evolution of the Vertebrates, John Wiley and Sons, New York, 1955, s.303 120 E. H. Colbert, M. Morales, Evolution of the Vertebrates, New York, John Wiley and Sons, 1991, s.193 121 A. S. Romer, Vertebrate Paleontology, 3rd ed., Chicago, Chicago University Press, 1966, s.120 122 Michael Denton, Evolution: A Theory in Crisis, London: Burnett Books, 1985 123 Malcolm Wilkins, Plantwatching, New York, Facts on File Publications, 1988, ss.2526 124Solly Zuckerman, Beyond The Ivory 369, June 23, 1994, ss.645-648 128Noam Chomsky, Language and Responsibility, s.60 129 Jacques Millot, “The Cœlacanth”, The Scientific American, December 1955, vol 193, s.39 130 Maria Genevieve Lavanant, Bilim ve Teknik, Nisan 1984, Sayı 197, s. 22 131 Frank B. Salisbury, “Doubts about the Modern Synthetic Theory of Evolution”, American Biology Teacher, September 1971, s.336 132Paul Auger, De La Physique Theorique a la Biologie, 1970, s.118 133 Ali Demirsoy, Kalıtım ve Evrim, Ankara: Meteksan Yayınları, 1984, s. 39 134 Michael Denton, Evolution: A Theory in Crisis. London: Burnett Books, 1985, s.351 135 Theodosius Dobzhansky, Genetics of the Evolutionary Process, 1970, ss.17-18 136Charles Darwin, The Origin of Species by Means of Natural Selection, The Modern Library, New York, s. 127. 137Stephen Jay Gould “The Return of Hopeful Monsters”, Natural History, vol. 86, June/July 1977, s.22-30 138 C. Loring Brace, Review of Species, Species Tower, New York: Toplinger Publications, Concepts, and Primate Evolution, edited by 1970, ss.75-94 William H. Kimbel and Lawrence B. 125 Charles E. Oxnard, “The Place of Australopithecines in Human Evolution: Martin, Plenum Press, 1993, s.560, American Scientist, vol 82, September/October 1994, Evrim Açmaz› (Ansiklopedik) 213 ss.484-486 139 Lane Lester, Raymond Bohlin, The Natural Limits to Biological Change, Probe Books, Dallas, 1989, s.141 140 C.B. Thaxton, W.L. Bradley, ve R.L. Olsen, The Mystery of Life’s Origin: Reassessing Current Theories, Philosophical Library, New York, 1984, s.119 141C.B. Thaxton, W.L. Bradley, ve R.L. Olsen, The Mystery of Life’s Origin: Reassessing Current Theories, Philosophical Library, New York, 1984, ss.119-120 142I. Prigogine, G. Nicolis ve A. Babloyants, Physics Today, 25(11): 23, 1972 143 Pierre-Paul Grassé, Evolution of Living Organisms, Academic Press, New York, 1977, s.87 144 Pat Shipman, “Birds Do It... Did Dinosaurs?”, New Scientist, February 1, 1997, s.28 145 Niles Eldredge, “Is Evolution Progress”, Science Digest, September 1983, ss. 40, 160 146http://fl.encarta.msn.com/find/Concise.a sp?z=1&pg=2&ti=761566073 147 G.G. Simpson, W. Beck, An Introduction to Biology, New York, Harcourt Brace and World, 1965, s.241 148 Francis Hitching, The Neck of the Giraffe: Where Darwin Went Wrong, New York: Ticknor and Fields 1982, s.204 153 Whitfield, “Book Review of Symbiosis in Cell Evolution”, Biological Journal of Linnean Society, vol 77-79 1982, s.18 154 L.R. Croft, How Life Began, Evangelical Press, 1988, ss.93-94 155 Prof. Dr. Ali Demirsoy, Kalıtım ve Evrim, Meteksan Yayınları, Ankara, 1984, s. 644 156 Francis Hitching, The Neck of the Giraffe: Where Darwin Went Wrong, New York: Ticknor and Fields, 1982, s16-17, 19 157Francis Hitching, The Neck of the Giraffe, s.16-17, 19. 158 Gordon Rattray Taylor, The Great Evolution Mystery, London: Sphere Books, 1984, s.230 159 Maria Genevieve Lavanant, Bilim ve Teknik, Nisan 1984, Sayı 197, s.22 160 R. Wesson, Beyond Natural Selection, MIT Press, Cambridge, MA, 1991, s.45 161 American Humanist Association tarafından da¤ıtılan tanıtım broflüründen; Henry M. Morris, The Long War Against God: The History and Impact of the Creation/Evolution/Conflict, 8th Edition, Michigan: Baker Book House, March 1996, s.116 162Phillip E. Johnson, Darwin on Trial, 2nd Edition, Illinois: Intervarsity Press, 1993, s.131 163 Philip E. Johnson, Darwin on Trial, 2.b. 149 D. Loyd, The Mitochondria of Illinois: Intervarsity Press, 1993, s. 128. Microorganisms, 1974, s.476 164 Milli E¤itim Bakanlı¤ı, Evrim Teorisinin 150 Gray & Doolittle, “Has the Endosymbiant Hypothesis Been Proven?” Microbilological Review, vol. 30, 1982, s.46 151 Wallace-Sanders-Ferl, Biology: The Science Özet Raporu, Ankara: MEB Yayınları, 1985 165Cemal Yıldırım, Evrim Kuramı ve Ba¤nazlık, s.49 166Peter Kropotkin, Mutual Aid: A Factor of of Life, 4th Edition, Harper Collins College Evolution, 1902, I. Bölüm, Publishers, s.94 (http://fl.etext.org/Politics/Spunk/library 152 Mahlon B. Hoagland, Hayatın Kökleri, TÜB‹TAK 12.Basım, Mayıs 1998, s.153 Harun Yahya (Adnan Oktar) /writers/kropotki/sp001503/index.html) 167 Bilim ve Teknik, sayı 190, s.4 214 168 Peter Kropotkin, Mutual Aid: A Factor of Evolution, 1902, II. Bölüm 169 John Maynard Smith, The Evolution of Press, 1982, ss.45-46 185 S. M.,Stanley, The New Evolutionary Timetable: Fossils, Genes, and the Origin of Behavior, Scientific American, December Species, Basic Books, Inc., Publishers, N.Y., 1978, vol 239, no.3, s.176 1981, s.71 170 Pat Shipman, “Birds Do It... Did Dinosaurs?”, s.28 171 Prof. Dr. Ali Demirsoy, Yaflamın Temel Kuralları, Genel Biyoloji/Genel Zooloji, Cilt-I, Kısım-I, Ankara, 1993, s. 627 172(http://www.harunyahya.com/EvrimAld atmacasi/aldatmaca/evrim16.html) 173 “Piltdown”, Meydan Larousse, Cilt 10, s.133 174 Bilim ve Yaflam Ansiklopedisi, Geliflim Yayınları, ‹stanbul, 1976, s.4 175 Prof. Dr. Ali Demirsoy, Yaflamın Temel Kuralları, Genel Biyoloji/Genel Zooloji, Cilt-I, Kısım-I, Ankara, 1993, s.629-630 176 Prof. Dr. Ali Demirsoy, Yaflamın Temel Kuralları, Genel Biyoloji/Genel Zooloji, Cilt-I, Kısım-I, Ankara, 1993, s.629 177 R. Wesson, Beyond Natural Selection, MIT Press, Cambridge, MA, 1991, s. 45 178 Pierre Grassé, Evolution of Living Organisms, New York, Academic Press, 1977, s.82 179 Charles Darwin, The Origin of Species, s. 172, 280 180 David Day, Vanished Species, Gallery Books, New York, 1989 181 T. N. George, “Fossils in Evolutionary Perspective”, Science Progress, vol 48, January 1960, s.1, 3 182 N. Eldredge and I. Tattersall, The Myths of Human Evolution, Columbia University Press, 1982, s.59 183 Science, July 17, 1981, s.289 184 N. Eldredge, and I. Tattersall, The Myths of Human Evolution, Columbia University 186 Prof. Dr. Ali Demirsoy, Kalıtım ve Evrim, Ankara, Meteksan Yayınları, 1984, s.8 187 Hoimar Von Ditfurth, Dinozorların Sessiz Gecesi 2, Alan Yayıncılık, Kasım 1996, ‹stanbul, Çev: Veysel Atayman, s.60-61 188 Richard Dickerson, “Chemical Evolution”, Scientific American, vol 239:3, 1978, s.74 189Richard B. Bliss & Gary E. Parker, Origin of Life, California, 1979, s.25 190 Richard B. Bliss & Gary E. Parker, Origin of Life, California, 1979, s.25 191 S. W. Fox, K. Harada, G. Kramptiz, G. Mueller, “Chemical Origin of Cells”, Chemical Engineering News, June 22, 1970, s.80 192 Douglas J. Futuyma, Science on Trial, New York: Pantheon Books, 1983, s.197 193 Douglas Futuyma, Evolutionary Biology, 2nd Edition, Sunderland, MA: Sinauer, 1986, s.3 194 K. Ludmerer, Eugenics, In: Encyclopedia of Bioethics, Edited by Mark Lappe, The Free Press, New York, 1978, s.457; www..trueorigin.org/holocaust.htm 195 Norman Macbeth, Darwin Retried: An Appeal to Reason, Harvard Common Press, New York: 1971, s.33 196http://www.harunyahya.com/EvrimAld atmacasi/aldatmaca/evrim16.html 197Stephan Jay Gould, “The Return of Hopeful Monsters”, Natural History, vol 86, June-July 1977, s.28 198 G. Stein, Biological science and the roots of Nazism, American Scientist, vol 76(1), Evrim Açmaz› (Ansiklopedik) ARBOREAL TEOR‹ 1988, s.54; Jerry Bergman, Darwinism and Brace, Atlas of Human Evolution, 2nd the Nazi Race Holocaust, Edition, New York: Rinehart and Wilson, http://www.trueorigin.org/holocaust.htm 199 Phillip E. Johnson, “Darwinism’s Rules of Reasoning”, Darwinism: Science or Philosophy, Foundation for Thought and Ethics, 1994, s. 12 200 R. Lewin, Science, vol. 241, July 15, 1988, s.291 201 Musa Özet, Osman Arpacı, Ali Uslu, Biyoloji 1, Sürat Yayınları, 1998, ‹stanbul, s.7 202 Prof. Dr. Ali Demirsoy, Yaflamın Temel Kuralları, Genel Biyoloji/Genel Zooloji, Cilt-I, Kısım-I, Ankara, 1993, s.12-13 203 J. Lear Grimmer, National Geographic, August 1962, s.391 204L.S.B. Leakey, The Origin of Homo sapiens, ed. F. Borde, Paris: UNESCO, 1972, ss.2529; L.S.B. Leakey, By the Evidence, New York: Harcourt Brace Jovanovich, 1974 205 Marvin Lubenow, Bones of Contention, Grand Rapids, Baker, 1992, s.83 206 Boyce Rensberger, The Washington Post, November 19, 1984 207 Marvin Lubenow, Bones of Contention, Grand Rapids, Baker, 1992. s.136 208 Holly Smith, American Journal of Physical Antropology, vol 94, 1994, ss.307-325 209 Fred Spoor, Bernard Wood, Frans Zonneveld, “Implication of Early Hominid Labryntine Morphology for Evolution of 1979 213 Alan Walker, Scientific American, vol 239 (2), 1978, s.54 214 A. J. Kelso, Physical Anthropology, 1st Edition, 1970, s.221; M. D. Leakey, Olduvai Gorge, vol 3, Cambridge: Cambridge University Press, 1971, s.272 215 D. C. Johanson & M. A. Edey, Lucy: The Beginnings of Humankind, New York: Simon & Schuster, 1981, s.250 216 I. Anderson, New Scientist, vol 98, 1983, s.373 217 Michael Denton, Evolution: A Theory in Crisis, London, Burnett Books, 1985, s.145 218 Michael Denton. Evolution: A Theory in Crisis, London: Burnett Books, 1985, ss.290291 219 Frank Salisbury, Doubts About the Modern Synthetic Theory of Evolution, American Biology Teacher, September 1971, s.338 220 “Does nonsense DNA speak it’s own dialect?”, Science News, Vol. 164, December 24, 1994 221 Service, R.F., Vogel, G, Science, February 16, 2001 222 S. R. Scadding, “Do ‘Vestigial Organs’ Provide Evidence for Evolution?”, Evolutionary Theory, vol 5, May 1981, s.173 223 W. R. Bird, The Origin of Species Revisited, Human Bipedal Locomotion”, Nature, vol Nashville: Thomas Nelson Co., 1991, 369, June 23, 1994, ss.645-648 ss.298-299 210 Tim Bromage, New Scientist, vol 133, 1992, ss.38-41 211 J. E. Cronin, N. T. Boaz, C. B. Stringer, Y. Rak, “Tempo and Mode in Hominid Evolution”, Nature, vol. 292, 1981, ss.113122 212 C. L. Brace, H. Nelson, N. Korn, M. L. Harun Yahya (Adnan Oktar) 224 “Hoyle on Evolution”, Nature, vol 294, November 12, 1981, s.105 225 A. I. Oparin, Origin of Life, s.196 226Klaus Dose, “The Origin Of Life: More Questions Than Answers”, Interdisciplinary Science Reviews, s.352 227 Henry Gee, In Search Of Deep Time: Beyond 215 216 ARBOREAL TEOR‹ The Fossil Record To A New Hıstory Of Life, 244 Charles Darwin, ‹nsanın Türeyifli, s.171 The Free Press, A Division of Simon & 245 Charles Darwin, The Descent of Man, 2nd Schuster, Inc., 1999, s. 7 228 Gordon R. Taylor, The Great Evolution Mystery, Harper & Row Publishers 1983, s.222 229 Charles Darwin, Türlerin Kökeni, Onur Yayınları, Beflinci Baskı, Ankara 1996, s.273 230 Francis Darwin, The Life and Letters of Edition, New York: A L. Burt Co., 1874, s.178 246Fred Hoyle, The Intelligent Universe, London, 1984, ss.184-185 247Bilim ve Teknik, sayı 201, s.16 (Science dergisinden tercüme) 248 Roger Penrose, The Emperor’s New Mind, Charles Darwin, vol I, New York: D. 1989; Michael Denton, Nature’s Destiny, The Appleton and Company, 1888, s.374 New York: The Free Press, 1998, s.9 231 Charles Darwin, Türlerin Kökeni, s. 310 232 Cemal Yıldırım, Evrim Kuramı ve Ba¤nazlık, s.185 233 Gordon Taylor, The Great Evolution Mystery, s.221 234 Charles Darwin, Türlerin Kökeni, s.275 235 Charles Darwin, Türlerin Kökeni, s.304 249 Özer Bulut, Davut Sa¤dıç, Elim Korkmaz, Biyoloji Lise 3, MEB Basımevi, ‹stanbul, 2000, s.152 250 Prof. Dr. Ali Demirsoy, Yaflamın Temel Kuralları, Genel Biyoloji/Genel Zooloji, Cilt-I, Kısım-I, Ankara, 1993, s.605 251 Prof. Dr. Ali Demirsoy, Kalıtım ve Evrim, 236 Charles Darwin, Türlerin Kökeni, s.186 Meteksan Yayınları, Ankara, 1995, s.689 237 Charles Darwin, Türlerin Kökeni, s.302 252 Bones of Contention, Marvin L. Lubenov, 5. 238 Ruth Henke, “Aufrecht aus den Baumen”, Focus, vol 39, 1996, s.178 239 Earth, “Life’s Crucible”, fiubat 1998, s.34. 240National Geographic, “The Rise of Life on Earth”, Mart 1998, s.68 241 Encyclopædia Britannica, “Modern Materialism” 242Charles Darwin, The Origin of Species: A baskı, Baker Books, Michigan, 1995, sf. 88 253 Phillip E. Johnson, Darwin on Trial, 2nd Edition, Illinois: Intervarsity Press, 1993, s.155 254 Phillip E. Johnson, “Darwinism’s Rules of Reasoning”, Darwinism: Science or Philosophy, Foundation for Thought and Ethics, 1994, s.12 Facsimile of the First Edition, Harvard University Press, 1964, s.189 243 Stephen Jay Gould, The Mismeasure of Man, W.W. Norton and Company, New York, 1981, s.72 Evrim Açmaz› (Ansiklopedik) ARBOREAL TEOR‹ Harun Yahya (Adnan Oktar) 217 OKUYUCUYA • Bu kitapta ve di¤er çal›flmalar›m›zda evrim teorisinin çöküflüne özel bir yer ayr›lmas›n›n nedeni, bu teorinin her türlü din aleyhtar› felsefenin temelini oluflturmas›d›r. Yarat›l›fl› ve dolay›s›yla Allah'›n varl›¤›n› inkar eden Darwinizm, 140 y›ld›r pek çok insan›n iman›n› kaybetmesine ya da kuflkuya düflmesine neden olmufltur. Dolay›s›yla bu teorinin bir aldatmaca oldu¤unu gözler önüne sermek çok önemli bir imani görevdir. Bu önemli hizmetin tüm insanlar›m›za ulaflt›r›labilmesi ise zorunludur. Kimi okuyucular›m›z belki tek bir kitab›m›z› okuma imkan› bulabilir. Bu nedenle her kitab›m›zda bu konuya özet de olsa bir bölüm ayr›lmas› uygun görülmüfltür. • Belirtilmesi gereken bir di¤er husus, bu kitaplar›n içeri¤i ile ilgilidir. Yazar›n tüm kitaplar›nda imani konular, Kuran ayetleri do¤rultusunda anlat›lmakta, insanlar Allah'›n ayetlerini ö¤renmeye ve yaflamaya davet edilmektedir. Allah'›n ayetleri ile ilgili tüm konular, okuyan›n akl›nda hiçbir flüphe veya soru iflareti b›rakmayacak flekilde aç›klanmaktad›r. • Bu anlat›m s›ras›nda kullan›lan samimi, sade ve ak›c› üslup ise kitaplar›n yediden yetmifle herkes taraf›ndan rahatça anlafl›lmas›n› sa¤lamaktad›r. Bu etkili ve yal›n anlat›m sayesinde, kitaplar "bir solukta okunan kitaplar" deyimine tam olarak uymaktad›r. Dini reddetme konusunda kesin bir tav›r sergileyen insanlar dahi, bu kitaplarda anlat›lan gerçeklerden etkilenmekte ve anlat›lanlar›n do¤rulu¤unu inkar edememektedirler. • Bu kitap ve yazar›n di¤er eserleri, okuyucular taraf›ndan bizzat okunabilece¤i gibi, karfl›l›kl› bir sohbet ortam› fleklinde de okunabilir. Bu kitaplardan istifade etmek isteyen bir grup okuyucunun kitaplar› birarada okumalar›, konuyla ilgili kendi tefekkür ve tecrübelerini de birbirlerine aktarmalar› aç›s›ndan yararl› olacakt›r. • Bunun yan›nda, sadece Allah r›zas› için yaz›lm›fl olan bu kitaplar›n tan›nmas›na ve okunmas›na katk›da bulunmak da büyük bir hizmet olacakt›r. Çünkü yazar›n tüm kitaplar›nda ispat ve ikna edici yön son derece güçlüdür. Bu sebeple dini anlatmak isteyenler için en etkili yöntem, bu kitaplar›n di¤er insanlar taraf›ndan da okunmas›n›n teflvik edilmesidir. • Kitaplar›n arkas›na yazar›n di¤er eserlerinin tan›t›mlar›n›n eklenmesinin ise önemli sebepleri vard›r. Bu sayede kitab› eline alan kifli, yukar›da söz etti¤imiz özellikleri tafl›yan ve okumaktan hoflland›¤›n› umdu¤umuz bu kitapla ayn› vas›flara sahip daha birçok eser oldu¤unu görecektir. ‹mani ve siyasi konularda yararlanabilece¤i zengin bir kaynak birikiminin bulundu¤una flahit olacakt›r. • Bu eserlerde, di¤er baz› eserlerde görülen, yazar›n flahsi kanaatlerine, flüpheli kaynaklara dayal› izahlara, mukaddesata karfl› gereken adaba ve sayg›ya dikkat edilmeyen üsluplara, burkuntu veren ümitsiz, flüpheci ve ye'se sürükleyen anlat›mlara rastlayamazs›n›z. Bu kitapta kullan›lan ayetler, Ali Bulaç'›n haz›rlad›¤› "Kur'an-› Kerim ve Türkçe Anlam›" isimli mealden al›nm›flt›r. Birinci bask›: Haziran 2002 ‹kinci bask›: Aral›k 2005 Üçüncü bask›: fiubat 2009 ARAfiTIRMA YAYINCILIK Talatpafla Mah. Emirgazi Caddesi ‹brahim Elmas ‹flmerkezi A. Blok Kat 4 Okmeydan› - ‹stanbul Tel: (0 212) 222 00 88 Bask›: Seçil Ofset 100 Y›l Mahallesi MAS-S‹T Matbaac›lar Sitesi 4. Cadde No: 77 Ba¤c›lar-‹stanbul Tel: (0 212) 629 06 15 www.harunyahya.org - www.harunyahya.net K-Z YAZAR VE ESERLER‹ HAKKINDA Harun Yahya müstear ismini kullanan yazar Adnan Oktar, 1956 y›l›nda Ankara'da do¤du. ‹lk, orta ve lise ö¤renimini Ankara'da tamamlad›. Daha sonra ‹stanbul Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi'nde ve ‹stanbul Üniversitesi Felsefe Bölümü'nde ö¤renim gördü. 1980'li y›llardan bu yana, imani, bilimsel ve siyasi konularda pek çok eser haz›rlad›. Bunlar›n yan› s›ra, yazar›n evrimcilerin sahtekarl›klar›n›, iddialar›n›n geçersizli¤ini ve Darwinizm'in kanl› ideolojilerle olan karanl›k ba¤lant›lar›n› ortaya koyan çok önemli eserleri bulunmaktad›r. Harun Yahya'n›n eserleri yaklafl›k 30.000 resmin yer ald›¤› toplam 45.000 sayfal›k bir külliyatt›r ve bu külliyat 60 farkl› dile çevrilmifltir. Yazar›n müstear ismi, inkarc› düflünceye karfl› mücadele eden iki peygamberin hat›ralar›na hürmeten, isimlerini yad etmek için Harun ve Yahya isimlerinden oluflturulmufltur. Yazar taraf›ndan kitaplar›n kapa¤›nda Resulullah'›n mührünün kullan›lm›fl olmas›n›n sembolik anlam› ise, kitaplar›n içeri¤i ile ilgilidir. Bu mühür, Kuran-› Kerim'in Allah'›n son kitab› ve son sözü, Peygamberimiz (sav)'in de hatem-ül enbiya olmas›n› remzetmektedir. Yazar da, yay›nlad›¤› tüm çal›flmalar›nda, Kuran'› ve Resulullah'›n sünnetini kendine rehber edinmifltir. Bu suretle, inkarc› düflünce sistemlerinin tüm temel iddialar›n› tek tek çürütmeyi ve dine karfl› yöneltilen itirazlar› tam olarak susturacak "son söz"ü söylemeyi hedeflemektedir. Çok büyük bir hikmet ve kemal sahibi olan Resulullah'›n mührü, bu son sözü söyleme niyetinin bir duas› olarak kullan›lm›flt›r. Yazar›n tüm çal›flmalar›ndaki ortak hedef, Kuran'›n tebli¤ini dünyaya ulaflt›rmak, böylelikle insanlar› Allah'›n varl›¤›, birli¤i ve ahiret gibi temel imani konular üzerinde düflünmeye sevk etmek ve inkarc› sistemlerin çürük temellerini ve sapk›n uygulamalar›n› gözler önüne sermektir. Nitekim Harun Yahya'n›n eserleri Hindistan'dan Amerika'ya, ‹ngiltere'den Endonezya'ya, Polonya'dan Bosna Hersek'e, ‹spanya'dan Brezil- ya'ya, Malezya'dan ‹talya'ya, Fransa'dan Bulgaristan'a ve Rusya'ya kadar dünyan›n daha pek çok ülkesinde be¤eniyle okunmaktad›r. ‹ngilizce, Frans›zca, Almanca, ‹talyanca, ‹spanyolca, Portekizce, Urduca, Arapça, Arnavutça, Rusça, Boflnakça, Uygurca, Endonezyaca, Malayca, Bengoli, S›rpça, Bulgarca, Çince, Kishwahili (Tanzanya'da kullan›l›yor), Hausa (Afrika'da yayg›n olarak kullan›l›yor), Dhivelhi (Mauritus'ta kullan›l›yor), Danimarkaca ve ‹sveçce gibi pek çok dile çevrilen eserler, yurt d›fl›nda genifl bir okuyucu kitlesi taraf›ndan takip edilmektedir. Dünyan›n dört bir yan›nda ola¤anüstü takdir toplayan bu eserler pek çok insan›n iman etmesine, pek ço¤unun da iman›nda derinleflmesine vesile olmaktad›r. Kitaplar› okuyan, inceleyen her kifli, bu eserlerdeki hikmetli, özlü, kolay anlafl›l›r ve samimi üslubun, ak›lc› ve ilmi yaklafl›m›n fark›na varmaktad›r. Bu eserler süratli etki etme, kesin netice verme, itiraz edilemezlik, çürütülemezlik özellikleri tafl›maktad›r. Bu eserleri okuyan ve üzerinde ciddi biçimde düflünen insanlar›n, art›k materyalist felsefeyi, ateizmi ve di¤er sapk›n görüfl ve felsefelerin hiçbirini samimi olarak savunabilmeleri mümkün de¤ildir. Bundan sonra savunsalar da ancak duygusal bir inatla savunacaklard›r, çünkü fikri dayanaklar› çürütülmüfltür. Ça¤›m›zdaki tüm inkarc› ak›mlar, Harun Yahya Külliyat› karfl›s›nda fikren ma¤lup olmufllard›r. Kuflkusuz bu özellikler, Kuran'›n hikmet ve anlat›m çarp›c›l›¤›ndan kaynaklanmaktad›r. Yazar›n kendisi bu eserlerden dolay› bir övünme içinde de¤ildir, yaln›zca Allah'›n hidayetine vesile olmaya niyet etmifltir. Ayr›ca bu eserlerin bas›m›nda ve yay›nlanmas›nda herhangi bir maddi kazanç hedeflenmemektedir. Bu gerçekler göz önünde bulunduruldu¤unda, insanlar›n görmediklerini görmelerini sa¤layan, hidayetlerine vesile olan bu eserlerin okunmas›n› teflvik etmenin de, çok önemli bir hizmet oldu¤u ortaya ç›kmaktad›r. Bu de¤erli eserleri tan›tmak yerine, insanlar›n zihinlerini buland›ran, fikri karmafla meydana getiren, kuflku ve tereddütleri da¤›tmada, iman› kurtarmada güçlü ve keskin bir etkisi olmad›¤› genel tecrübe ile sabit olan kitaplar› yaymak ise, emek ve zaman kayb›na neden olacakt›r. ‹man› kurtarma amac›ndan ziyade, yazar›n›n edebi gücünü vurgulamaya yönelik eserlerde bu etkinin elde edilemeyece¤i aç›kt›r. Bu konuda kuflkusu olanlar varsa, Harun Yahya'n›n eserlerinin tek amac›n›n dinsizli¤i çürütmek ve Kuran ahlak›n› yaymak oldu¤unu, bu hizmetteki etki, baflar› ve samimiyetin aç›kça görüldü¤ünü okuyucular›n genel kanaatinden anlayabilirler. Bilinmelidir ki, dünya üzerindeki zulüm ve karmaflalar›n, Müslümanlar›n çektikleri eziyetlerin temel sebebi dinsizli¤in fikri hakimiyetidir. Bunlardan kurtulman›n yolu ise, dinsizli¤in fikren ma¤lup edilmesi, iman hakikatlerinin ortaya konmas› ve Kuran ahlak›n›n, insanlar›n kavray›p yaflayabilecekleri flekilde anlat›lmas›d›r. Dünyan›n günden güne daha fazla içine çekilmek istendi¤i zulüm, fesat ve kargafla ortam› dikkate al›nd›¤›nda bu hizmetin elden geldi¤ince h›zl› ve etkili bir biçimde yap›lmas› gerekti¤i aç›kt›r. Aksi halde çok geç kal›nabilir. Bu önemli hizmette öncü rolü üstlenmifl olan Harun Yahya Külliyat›, Allah'›n izniyle, 21. yüzy›lda dünya insanlar›n› Kuran'da tarif edilen huzur ve bar›fla, do¤ruluk ve adalete, güzellik ve mutlulu¤a tafl›maya bir vesile olacakt›r 8 içindekiler K M Kademeli evrim komedisi . . . . . . . . . . .11 Kal›t›m kanunlar› . . . . . . . . . . . . . . . . . . 11 Kambriyen devri . . . . . . . . . . . . . . . . . .12 Kambriyen patlamas› . . . . . . . . . . . . . . .13 Kanapoi dirsek kemi¤i fosili sahtekarl›¤› .15 Kanatlar›n kökeni . . . . . . . . . . . . . . . . . .16 Kaos kuram›n›n ç›kmaz› . . . . . . . . . . . . .17 Kaplumba¤alar›n kökeni . . . . . . . . . . . .17 Karadan havaya geçifl kand›rmacas› . . . .18 Karbon-14 testi . . . . . . . . . . . . . . . . . . .20 Karbon temelli yaflam . . . . . . . . . . . . . .22 Karbonifer Dönemi Bitki Fosilleri . . . . . .23 Karma yürüyüfl . . . . . . . . . . . . . . . . . . .24 Kay›r›lm›fl ›rklar ilkelli¤i . . . . . . . . . . . . .24 Kenyanthropus platyops . . . . . . . . . . . .24 Kesintiye u¤rat›lm›fl denge . . . . . . . . . .25 Kimyasal çorba uydurmas› . . . . . . . . . . .25 Kimyasal evrim aldatmacas› . . . . . . . . . .26 Klonlama (Cloning) . . . . . . . . . . . . . . . .26 KNM-ER 1470 sahtekarl›¤› . . . . . . . . . . .28 KNM-ER 1472 yalan› . . . . . . . . . . . . . . .30 KNM-WT 15000 (en eski insan fosili) . . .30 Koaservat . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .30 Komünizm ve Evrim . . . . . . . . . . . . . . .32 Konjugasyon . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .33 Kör Saatçi Saçmal›¤› (The Blind Watchmaker) . . . . . . . . . . . .34 Körelmifl organlar çeliflkisi . . . . . . . . . . .35 KP 271 . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .37 Kromozom . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .37 Krossing-over . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .38 Kufllar›n kökeni . . . . . . . . . . . . . . . . . . .40 Kufl akci¤erlerinin kökeni . . . . . . . . . . . .42 Kufl tüylerinin kökeni . . . . . . . . . . . . . . .46 Kültürel evrim yalan› . . . . . . . . . . . . . . .49 Makro evrim masal› . . . . . . . . . . . . . . . .63 Makro mutasyon kand›rmacas› . . . . . . .63 Malthus, Thomas Robert . . . . . . . . . . . .65 Marx, Karl . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .65 Materyalizm . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .67 Maymun-insan genetik benzerli¤i yalan› .70 Mayr, Ernst . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .72 Memelilerin kökeni . . . . . . . . . . . . . . . .73 Mendel, Gregor . . . . . . . . . . . . . . . . . .75 Menton, David . . . . . . . . . . . . . . . . . . .75 Metamorfoz . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .76 Meyve sinekleri . . . . . . . . . . . . . . . . . . .77 Mikro evrimin geçersizli¤i . . . . . . . . . . .78 Miller Deneyi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .79 Miller, Stanley . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .83 "Mitokondriyel Havva" tezinin çeliflkileri .84 Modern Sentetik Evrim Teorisi masal› . .86 Modifikasyon . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .86 Moleküler evrim ç›kmaz› . . . . . . . . . . . .87 Moleküler homoloji tezinin saçmal›klar› .88 Morfoloji . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .91 Morfolojik homoloji masal› . . . . . . . . . .92 Morris, John . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .92 Mozaik canl›lar . . . . . . . . . . . . . . . . . . .92 Mutajenik faktör . . . . . . . . . . . . . . . . . .92 Mutant . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .93 Mutasyon hayali bir mekanizma . . . . . .94 L O Laetoli ayak izleri (insan ayak izleri) . . . .53 Lamarck, Jean B . . . . . . . . . . . . . . . . . . .55 Lamarkizm . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .55 Chatelier Prensibi . . . . . . . . . . . . . . . . .56 Leakey, Richard . . . . . . . . . . . . . . . . . . .57 Lewontin, Richard . . . . . . . . . . . . . . . . .58 Liaoningornis . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .58 Linnaeus, Carolus . . . . . . . . . . . . . . . . .59 Lucy kand›rmacas› (Australopithecus afarensis) . . . . . . . . . .60 OH 62: Bir maymun türü . . . . . . . . . .103 Omurgal›lar›n Kökeni . . . . . . . . . . . . .103 Ontogenin filogeniyi taklit etti¤i uydurmas› .105 Oparin, Alexander I . . . . . . . . . . . . . . .105 Orak hücre anemisi . . . . . . . . . . . . . . .105 Organize sistem . . . . . . . . . . . . . . . . .106 Orgel, Leslie . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .106 Ormandan aç›k alana geçifl masal› . . . .107 N Natüralizm . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .97 Neandertal: Bir insan ›rk› . . . . . . . . . . . .97 Nebraska Adam›.sahtekarl›¤› . . . . . . . . .99 Neo-Darwinizm komedisi . . . . . . . . . . 100 Ortak ata yalan› . . . . . . . . . . . . . . . . . .109 Ortak yarat›l›fl . . . . . . . . . . . . . . . . . . .109 Orthogenezis saçmal›¤› (yönlendirilen seçme) . . . . . . . . . . . . . 110 Ota Benga . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .112 Ototrof görüflün safsatalar› . . . . . . . . .113 Ö Öjeni. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .115 Ökaryot hücre . . . . . . . . . . . . . . . . . . .118 Ön-adaptasyon hayali (Pre-adaptation) 118 Öz-düzenleme yan›lg›s› (Self-ordering) 118 Öz-örgütlenme saçmal›¤› (Self-organization) . . . . . . . . . . . . . . . .120 P Paleontoloji . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .123 Paleoantropoloji . . . . . . . . . . . . . . . . .125 Pandan›n parma¤›.yan›lg›s› . . . . . . . . .126 Pangenesis teorisi . . . . . . . . . . . . . . . .128 Panspermia görüflünün mant›ks›zl›¤› . .128 Paralel evrim ç›kmaz› . . . . . . . . . . . . . .129 Pasteur, Louis . . . . . . . . . . . . . . . . . . .130 Pekin Adam› sahtekarl›¤› . . . . . . . . . . .130 Pentadactyl homolojisi . . . . . . . . . . . .132 Peptid ba¤› . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .132 Piltdown Adam› sahtekarl›¤› . . . . . . . .134 Pithecanthropus erectus . . . . . . . . . . .135 Plasmid Transferi . . . . . . . . . . . . . . . . .135 Platypus . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .136 Pleiotropik Etki . . . . . . . . . . . . . . . . . .136 Popülasyon . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .138 Protein . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .138 Prokaryot hücre . . . . . . . . . . . . . . . . . .141 Protoavis . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .141 R Ramapithecus yan›lg›s› . . . . . . . . . . . .143 Rekapitülasyon teorisi . . . . . . . . . . . . .144 Rekombinasyon . . . . . . . . . . . . . . . . . .144 Rekonstrüksiyon (Hayali çizimler) . . . . .144 Ribozom . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .146 RNA dünyas› senaryosu . . . . . . . . . . . .148 Sineklerin kökeni . . . . . . . . . . . . . . . . .156 Sistematik . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .157 Sitokrom-C . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .157 So¤uk tuzak (coldtrap) . . . . . . . . . . . .158 Sol-elli amino asitler . . . . . . . . . . . . . .159 Sosyal Darwinizm . . . . . . . . . . . . . . . .160 Spencer, Herbert . . . . . . . . . . . . . . . . .163 Spontane jenerasyon . . . . . . . . . . . . . .164 Sudan karaya geçifl açmaz› . . . . . . . . .164 Sürüngenlerin kökeni . . . . . . . . . . . . .167 T Tabiat Ana kavram›n›n ak›ld›fl›l›¤› . . . . .171 Taksonomi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .171 Taung Çocu¤u fosili . . . . . . . . . . . . . .172 Tek hücrelilikten çok hücrelili¤e geçifl yalan› . . . . . . . . . . . . . . .174 Teori . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .175 Termodinami¤in ‹kinci Kanunu . . . . . .177 Tesadüf putu . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .182 Tetrapodlar›n parmak yap›s› . . . . . . . .183 Theropod dinozorlar . . . . . . . . . . . . . .183 Transdüksiyon . . . . . . . . . . . . . . . . . . .185 Transformasyon . . . . . . . . . . . . . . . . . .186 Trilobit . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .186 Turkana Çocu¤u fosili . . . . . . . . . . . . .188 Türlerin Kökeni . . . . . . . . . . . . . . . . . .189 Türleflme (speciation) . . . . . . . . . . . . .190 Tüylü dinozorlar hilesi . . . . . . . . . . . . .190 U Uçan sürüngenler . . . . . . . . . . . . . . . .193 Uçuflun kökeni . . . . . . . . . . . . . . . . . . .195 "Umulan canavar" uydurmas› . . . . . . .195 Urey, Harold . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .196 Urey-Miller Deneyi . . . . . . . . . . . . . . .196 Uzaydan gelen hayat komedisi . . . . . .196 V-W Varyasyon (Variation) . . . . . . . . . . . . .199 Virüsün kökeni . . . . . . . . . . . . . . . . . . .200 Wallace, Alfred Russel . . . . . . . . . . . . .203 Watson, James . . . . . . . . . . . . . . . . . . .203 S-fi Y-Z Sa¤-elli amino asitler . . . . . . . . . . . . . .151 Sanayi Devrimi kelebekleri masal› . . . .151 Sentetik evrim teorisi . . . . . . . . . . . . . .152 Seymouria . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .152 Shapiro,Robert . . . . . . . . . . . . . . . . . .153 Schindewolf, Otto . . . . . . . . . . . . . . . .153 S›çramal› evrim modeli hikayesi . . . . . .154 Yarasalar›n kökeni . . . . . . . . . . . . . . . .205 Yarat›l›fl gerçe¤ini savunma ak›m› (Creationism) . . . . . . . . . . . . . . . . . . .207 Yaflam mücadelesi dehfleti (Life struggle) . . . . . . . . . . . . . . . . . . .208 Zinjanthropus . . . . . . . . . . . . . . . . . . .209 Yaflayan fosiller . . . . . . . . . . . . . . . . . .210 KADEMEL‹ EVR‹M KOMED‹S‹ Kademeli evrim komedisi bkz. Sıçramalı evrim hikayesi Kal›t›m kanunlar› Darwin'in evrim teorisini gelifltirdi¤i dönemde canlıların özelliklerini sonraki nesillere nasıl aktardıkları, yani kalıtımın nasıl gerçekleflti¤i tam olarak bilinmiyordu. Bu nedenle kalıtımın kan yoluyla sa¤landı¤ı gibi ilkel düflünceler yaygın kabul görüyordu. Kalıtım hakkındaki bu belirsizlik, Darwin'in teorisini gelifltirirken tümüyle yanlıfl birtakım varsayımlara dayanmasına neden oldu. Darwin, "evrim mekanizması" olarak temelde do¤al seleksiyonu gösteriyordu. Ama do¤al seleksiyon vas›tas›yla seçilecek olan "yararl› özellikler" nas›l ortaya ç›kacak ve nesilden nesile nas›l aktar›lacakt›? ‹flte Darwin bu noktada Lamarck tarafından ortaya atılmıfl olan "kazanılmıfl özelliklerin sonradan aktarılması" tezine sarıldı. Evrim teorisini savunan bir arafltırmacı olan Gordon Taylor, The Great Evolution Mystery adlı kitabında Darwin'in Lamarckizm'den yo¤un biçimde etkilendi¤ini flöyle anlatır: Lamarckizm, kazanılmıfl olan özelliklerin kalıtsal olarak aktarılması olarak bilinir... Darwin'in kendisi, açık konuflmak gerekirse, böyle bir kalıtımın gerçekleflti¤ine inanmıfl ve hatta parmaklarını kaybettikten sonra çocukları parmaksız olarak do¤an bir adamı kaynak olarak gösterip bu olayı anlatmıfltır... Darwin, La- Harun Yahya (Adnan Oktar) marck'tan tek bir fikir bile almadı¤ını iddia etmifltir. Bu son derece ironiktir, çünkü Darwin sürekli olarak kazanılmıfl özelliklerin aktarılması fikriyle oynamıfltır ve (bu nedenle) elefltirilmesi gereken, Lamarck'tan ziyade Darwin'dir. Kitabının (Türlerin Kökeni) 1859 baskısında "dıfl flartların de¤ifliminin" varyasyonlara kaynaklık etti¤ini söylemekte, ama hemen ardından bu flartların varyasyonları yönetti¤ini ve bunu yaparken de do¤al seleksiyonla iflbirli¤i yaptı¤ını açıklamaktadır. Her geçen yıl, (organların) kullanılması ya da kullanılmaması konusuna daha fazla önem vermifltir... 1868'de "Varieties of Animals and Plants under Domestication" isimli kitabını yayınladı¤ında, Lamarkist kalıtıma delil oluflturdu¤unu düflündü¤ü bir dizi örnek vermifltir... Bazı erkek çocuklarının organlarının ön derilerinin, nesiller boyu yapılan sünnet nedeniyle kısaldı¤ı gibi.1 Ancak Lamarck'ın tezi, Avusturyalı botanikçi Rahip Gregor Mendel'in keflfetti¤i kalıtım kanunları tarafından yalanlandı. Bu durumda "yararlı özellikler" kavramı da havada kalmıfl oluyordu. Genetik kanunları, kazanılmıfl özelliklerin aktarılmadı¤ını ve kalıtımın de¤iflmez bazı yasalara göre gerçekleflti¤ini gösteriyordu. Bu yasalar, türlerin de¤iflmezli¤i görüflünü destekliyordu. Gregor Mendel, uzun deney ve gözlemler sonucunda belirledi¤i kalıtım kanunlarını 1865 yılında açıklamıfltı. Ancak bu kanunların bilim dünyasının dikkatini çekmesi yüzyılın sonlarında mümkün oldu. 20. yüzyılın bafllarında bu kanunların do¤rulu¤u tüm bilim dün- 11 12 KAMBR‹YEN DEVR‹ yası tarafından kabul edildi. Bu durum, "yararlı özellikler" kavramını Lamarck'a dayanarak açıklamaya çalıflmıfl olan Darwin'in teorisini ciddi bir açmaza sokmufl oluyordu. ‹flte bu nedenle Darwinizm'i savunan bilim adamları, 20. yüzyılın ilk çeyre¤inde yeni bir evrim modeli gelifltirmeye çalıfltılar. Böylece neo-Darwinizm do¤du. (bkz. Neo-Darwinizm komedisi) Kambriyen devri Kambriyen devri günümüzden 520 milyon y›l önce bafllad›¤› ve 10 milyon y›l sürdü¤ü hesaplanan jeolojik dönemdir. Bu devirden önceki fosil kayıtlarında, tek hücreli canlılar ve çok basit birkaç çok hücreli olanlar dıflında hiçbir Kambriyen devri canl›lar›n› tasvir eden bir illüstrasyon canlının izine rastlanmaz. Kambriyen devri gibi son derece kısa bir dönem içinde ise (10 milyon yıl, jeolojik anlamda çok kısa bir zaman dilimidir) bütün hayvan filumları, tek bir eksik bile olmadan bir anda ortaya çıkmıfllardır. Sonraki devirlerde de balıklar, böcekler, amfibiyenler, sürüngenler, kufllar gibi temel canlı sınıflamaları ve bunların alt grupları hep aniden ve hiçbir ataları olmadan belirir. Bu durum, evrim teorisinin temel iddiası olan "uzun zaman içinde tesadüfler yoluyla kademe kademe geliflim" kavramını yıkmıfl durumdadır. Dahası bu durum, yaratılıfl gerçe¤i için kuflkusuz çok büyük bir delildir. Evrimci bir fosil bilimci olan Mark Czarnecki, bu gerçe¤i bir itiraf niteli¤indeki flu açıklamasıyla kabul etmektedir: KAMBR‹YEN PATLAMASI Denizy›ld›z›, denizanas› gibi pek çok kompleks omurgas›z canl›n›n, günümüzden yaklafl›k 500 milyon y›l önce Kambriyen devirde, hiçbir sözde evrimsel ataya sahip olmadan, birden bire ortaya ç›km›fl olmalar›, Darwinist teoriyi en bafltan geçersiz k›lmaktad›r. Teoriyi (evrimi) ispatlamanın önündeki büyük bir engel, her zaman için fosil kayıtları olmufltur... Bu kayıtlar hiçbir zaman için Darwin'in varsaydı¤ı ara formların izlerini ortaya koymamıfltır. Türler aniden oluflurlar ve yine aniden yok olurlar. Ve bu beklenmedik durum, türlerin yaratıldı¤ını savunan argümana destek sa¤lamıfltır.2 Kambriyen Patlamas› (Cambr›an explos›on) Kambriyen kayalıklarında bulunan fosiller; salyangozlar, trilobitler, süngerler, solucanlar, denizanaları, denizyıldızları, yüzücü kabuklular, deniz zambakları gibi kompleks omurgasız türlerine aittir. (bkz. Trilobit) ‹lginç olan, birbirinden çok farklı olan bu türlerin hepsinin bir anda ve hiçbir ataları olmaksızın ortaya çıkmalarıdır. Bu yüzden jeolojik li- Harun Yahya (Adnan Oktar) teratürde bu mucizevi olay, "Kambriyen Patlaması" olarak anılır. Bu tabakadaki canlıların ço¤unda, günümüz örneklerinden hiçbir farkı olmayan göz, solungaç, kan dolaflımı gibi kompleks sistemler, ileri fizyolojik yapılar bulunur. Bu kompleks omurgasızlar, kendilerinden önce yeryüzündeki yegane canlılar olan tek hücreli organizmalarla aralarında hiçbir ba¤lantı ya da geçifl formu bulunmadan birdenbire ve eksiksiz bir biçimde ortaya çıkmıfllardır. Evrim literatürünün popüler yayınlarından Earth Sciences dergisinin editörü Richard Monastersky, evrimcileri flaflırtan Kambriyen Patlaması hakkında flu bilgileri vermektedir: Bugün görmekte oldu¤umuz oldukça kompleks hayvan formları aniden ortaya çıkmıfllardır. Bu an, Kambriyen devrin tam baflına rastlar ki denizlerin ve yeryüzünün ilk kompleks yaratıklarla dolması 13 14 KAMBR‹YEN PATLAMASI bu evrimsel patlamayla bafllamıfltır. Günümüzde dünyanın her yanına yayılmıfl olan omurgasız takımları erken Kambriyen devirde zaten vardırlar ve yine bugün oldu¤u gibi birbirlerinden çok farklıdırlar.3 kılan bu gerçek hakkında flunları söylemektedir: ... Kambriyen katmanları, bafllıca omurgasız gruplarını buldu¤umuz en eski katmanlardır. Bunlar, ilk olarak ortaya çıktıkları halleriyDünyanın nasıl olup le, oldukça evrimleflmifl bir flekildeler. Sanki hiçda böyle birdenbire, birbir evrim tarihine sahip birlerinden çok farklı olmadan, o halde, orada omurgasız türleriyle dolup tafltımeydana gelmifl gibiler. Tabii ¤ı, hiçbir ortak ataya sahip ki bu ani ortaya çıkıfl yaratılıK a m b r i y e n k a y a l › k l a r › n d a olmayan ayrı türlerdeki bulunan bir fosil fl› savunanlar› oldukça memcanlıların nasıl ortaya çıktınun etmektedir.4 ¤ı, evrimcilerin asla cevaplayamadıkları bir sorudur. Evrimci düflüncenin dünya çapındaki en önde gelen savunucularından ‹ngiliz biyolog Richard Dawkins, savundu¤u tezleri temelinden geçersiz Dawkins'in de kabul etti¤i gibi, Kambriyen Patlaması yaratılıflın açık bir delilidir. Çünkü canlıların hiçbir evrimsel ataları olmadan aniden ortaya çıkmalarının tek açıklaması yaratılıfltır. Evrim- Farkl› hayvan filumlar›na ait canl›lar›n, son derece kompleks yap›lar› ile, Kambriyen devirde aniden ortaya ç›kmalar›, bu canl›lar›n yarat›ld›klar›n›n aç›k bir delilidir. KANAPOI D‹RSEK KEM‹⁄‹ FOS‹L‹ SAHTEKARLI⁄I ci biyolog Douglas Futuyma da, "canlılar dünya üzerinde ya tamamen mükemmel ve eksiksiz bir biçimde ortaya çıkmıfllardır ya da kendilerinden önce var olan bazı canlı türlerinden evrimleflerek meydana gelmifllerdir. E¤er eksiksiz ve mükemmel bir biçimde ortaya çıkmıfllarsa, o halde üstün bir akıl tarafından yaratılmıfl olmaları gerekir" diyerek bu gerçe¤i kabul eder.5 Nitekim Darwin de, "e¤er aynı sınıfa ait çok sayıdaki tür gerçekten yaflama bir anda ve birlikte bafllamıflsa, bu do¤al seleksiyonla ortak atadan evrimleflme teorisine öldürücü bir darbe olurdu" diye yazmıfltır.6 Kambriyen devri ise, tam olarak Darwin'in "öldürücü darbe" olarak tarif etti¤i tabloyu ispatlamaktadır. Bu yüzden ‹sveçli evrimci Stefan Bengston, Kambriyen devrinden söz ederken ara formların yoklu¤unu itiraf etmekte ve "Darwin'i flaflırtan ve utandıran bu olay bizi de hala flaflırtmaktadır" demektedir.7 Görüldü¤ü gibi fosil kayıtları, canlıların, evrim teorisinin iddia etti¤i gibi ilkelden geliflmifle do¤ru bir süreç izlediklerini de¤il, bir anda ve en mükemmel halde ortaya çıktıklarını göstermektedir. Canlılar evrimle oluflmamıfl, hepsi ayrı ayrı yaratılmıfltır. Kanapo› dirsek kemi¤i fosili sahtekarl›¤› Evrimcilerin fosilleri tamamen kendi önyargılarına göre yorumladıklarını gösteren en iyi örnek, Kenya'nın Kanapoi 15 16 KANATLARIN KÖKEN‹ bölgesinde bulunan dirsek kemi¤i fosilidir. Kenya Do¤u Rudolf Müzesi'ne KP 271 adıyla tescil ettirilen fosil, üst kol kemi¤inin dirse¤e yakın olan bölümünden oluflmaktadır. 1965 yılında Harvard Üniversitesi'nden Bryon Patterson tarafından çıkarılan fosil, çok iyi korunmufltur. Evrimcilerin yaptıkları en son tarihleme testleri 4.5 milyon yıl yaflında oldu¤unu göstermektedir.8 Bu sebeple bu fosil bugüne kadar bulunan en eski hominid fosili ünvanını taflımaktadır. KP 271'i tanımlamak amacıyla 1967 yılında biraraya gelen B. Patterson ve W. W. Howells isimli arafltırmacılar bu fosillerin insan anatomisine yakın olmakla beraber, Australopithecus'a ait oldu¤unu ileri sürdüler. Howells ve yardımcısı Patterson, arafltırmalarıyla ilgili raporu 7 Nisan 1967 tarihli Science dergisinde açıkladılar. Bu raporda flöyle diyorlardı: Bu ölçümlerin sonunda, Kanapoi Hominid 1'in (fosile verilen orijinal isim) insan örne¤ine çarpıcı bir flekilde yakın oldu¤u görülüyor.9 Howells ve Patterson, günümüz insan› kemi¤ine olan benzerli¤ini kabul etmelerine ra¤men, yine de bu fosilin bir Australopithecus'a ait oldu¤unu savunmaya devam ettiler. Çünkü bu denli yafllı bir fosilin bir insana ait olabilmesi, onlar için kabul edilemez bir durumdu. Ancak daha sonraları di¤er bazı arafltırmacıların bilgisayar aracılı¤ıyla yaptıkları incelemelerde, KP 271 fosilinin günümüz insan›n›n kemikleriyle aynı oldu¤u bir kez daha ortaya çıktı. Califor- nia Üniversitesi'nden Henry McHenry, 1975 yılında yaptı¤ı bilgisayar destekli arafltırmalar sonucunda yayınladı¤ı makalede flöyle diyordu: Sonuçlar flunu gösteriyor ki 4-4.5 milyon yıl yaflındaki Kanapoi örne¤i, Homo sapiens'ten ayırt edilemiyor...10 Bunu izleyen tarihlerde, baflka arafltırmacılar da (örne¤in David Pilbeam ve Brigette Senuts) KP 271 fosilinin Homo sapiens kemi¤i ile aynı oldu¤unu birçok defalar deneyler ve karflılafltırmalı çalıflmalar sonucu ispat ettiler. Ancak bütün bu arafltırmalara ve göz önündeki kanıtlara ra¤men bu arafltırmaları yapan evrimciler bile, önyarg›lar› nedeniyle hiçbir zaman bu fosilin Homo sapiens'e ait olabilece¤ini kabul edemediler. Kanatlar›n kökeni Kanatların kusursuz yapısının nasıl olup da birbirini izleyen tesadüfi mutasyonlar sonucunda meydana geldi¤i sorusu, evrimciler tarafından cevaplanamamaktadır. Bir sürüngenin ön ayaklarının, genlerinde meydana gelen bir bozulma (mutasyon) sonucunda nasıl kusursuz bir kanada dönüflece¤i asla açıklanamamaktadır. Türk evrimci bilim adamlarından Engin Korur, kanatların evrimleflmesinin imkansızlı¤ını flöyle itiraf eder: Gözlerin ve kanatların ortak özelli¤i, ancak bütünüyle geliflmifl bulundukları takdirde vazifelerini yerine getirebilmeleridir. Baflka bir deyiflle, eksik gözle görül- Evrim Açmaz› (Ansiklopedik) KAOS KURAMININ ÇIKMAZI mez, yarım kanatla uçulmaz. Bu organların nasıl olufltu¤u do¤anın henüz iyi aydınlanmamıfl sırlarından birisi olarak kalmıfltır.11 (bkz. Kuflların kökeni) Kaos Kuram›n›n ç›kmaz› (bkz. Termodinami¤in ‹kinci Kanunu (Entropi Kanunu)) Termodinami¤in ‹kinci Kanunu'nun evrimi imkansız kıldı¤ının farkında olan bazı evrimci bilim adamları yakın geçmiflte Termodinami¤in ‹kinci Kanunu ve Evrim teorisi arasındaki uçurumu kapatabilmek, evrime bir yol açabilmek amacıyla çeflitli spekülasyonlar üretme gayretine girmifllerdir. Termodinami¤i ve evrimi uzlafltırma umuduyla ortaya atılan iddialarla en fazla adı duyulmufl olan kifli Belçikalı bilim adamı Ilya Prigogine'dir. Prigogine, Kaos Kuramı'ndan hareket ederek kaostan (karmafladan) düzen oluflabilece¤ine dair birtakım varsayımlar ortaya atmıfltır. Oysa bütün çabalarına ra¤men, Prigogine termodinami¤i ve evrimi uzlafltırmayı baflaramamıfltır. Bu durum afla¤ıdaki ifadelerinde de açıkça görülmektedir: Yüzyılı aflkın bir süredir aklımıza takılan bir soru var: Termodinami¤in tanımladı¤ı ve sürekli artan bir düzensizli¤in hüküm sürdü¤ü bir dünyada, canlı bir varlı¤ın evriminin nasıl bir anlamı olabilir?12 Moleküler düzeyde üretti¤i teorilerin canlı sis- temler için, örne¤in bir canlı hücresi için geçerli olmadı¤ını bilen Prigogine bu problemi flöyle ifade etmektedir: Kaos teorisi ve... canlıların oldukça düzenli olan hücreleri ele alındı¤ında, bunlardaki biyolojik düzenlilik, teorinin karflısına net bir problem olarak çıkmaktadır.13 Kaos kuramı ve buna dayalı spekülasyonların vardı¤ı son nokta budur. Evrimi destekleyen, do¤rulayan, evrim ile Entropi Kanunu ve di¤er fizik yasaları arasındaki çeliflkiyi ortadan kaldıran hiçbir somut sonuç elde edilememifltir. Bilim, her alanda oldu¤u gibi termodinamik açıdan da evrimin imkansız oldu¤unu ve canlılı¤ın varoluflunun yaratılıfl dıflında bir açıklaması olamayaca¤ını gözler önüne sermifltir. Kaplumba¤alar›n kökeni Bir sürüngen sınıfı olan kaplumba¤alar, fosil kayıtlarında kendilerine özgü kabuklarıyla birlikte bir anda belirirler. Evrimci kaynakların ifadesiyle "kaplumba¤alar di¤er omurgalılardan çok daha fazla ve iyi korunmufl fosiller bı- 17 18 KARADAN HAVAYA GEÇ‹fi KANDIRMACASI rakmalarına ra¤men, bu canlılar ile kendisinden evrimlefltikleri varsayılan di¤er sürüngenler arasında hiçbir geçifl formu bulunmamaktadır".14 Omurgalılar paleontolojisi uzmanı Robert Carroll ise aynı konuda flu bilgileri verir: En eski kaplumba¤alara Almanya'daki Triasik devri fosil yataklarında rastlanır. Bugün yaflayan örneklerine çok benzeyen sert kabukları sayesinde kolaylıkla di¤er türlerden ayırt edilirler. Daha erken ya da daha ilkel kaplumba¤alara ait hiçbir iz tanımlanamamıfltır. Oysaki kaplumba¤alar çok kolaylıkla fosilleflirler ve fosillerinin çok küçük parçaları dahi bulunsa kolaylıkla tanınırlar.15 Bu canlı sınıfı, yeryüzünde bir anda ortaya çıkmıfltır ki, bu durum onlar› Allah'›n yaratm›fl oldu¤unun bilimsel kan›tlar›ndan biridir. Bilinen en eski deniz kaplumba¤as› kal›nt›s›: Brezilya'da bulunan 110 milyon y›ll›k bu fo sil, bugün yaflayan örneklerinden farks›z. Karadan havaya geçifl kand›rmacas› Evrim iddialarının imkansız senaryolarından biri de, sudan karaya çıkmıfl canlıların "uçması" ile ilgilidir. Evrimciler, kuflların bir flekilde evrimleflmifl olmaları gerekti¤ine inandıkları için, bu canlıların sürüngenlerden geldiklerini iddia ederler. Evrimcilerin uçuflun kökenini açıklamak için ortaya attıkları teorilerden biri sürüngenlerin sinek avlamaya çalıflırken kanatlandıkları fleklindedir. Oysa, kara canlılarından tamamen farklı bir yapıya sahip olan kuflların hiçbir vücut mekanizması kademeli evrim modeli ile açıklanamaz. Herfleyden 45 milyon y›ll›k tatl› su kaplumba¤as› fosili. Evrim Açmaz› (Ansiklopedik) KARADAN HAVAYA GEÇ‹fi KANDIRMACASI önce, kuflu kufl yapan en önemli özellik, kuflların kemikleri kara canlılarına göre yani kanatlar, evrim için çok büyük bir çok daha hafiftir. Akci¤erleri çok daha çıkmazdır. Kanatların kusursuz yapısının farklı bir yapı ve iflleve sahiptir. De¤iflik nasıl olup da birbirini izleyen rastlantısal bir kas ve iskelet yapısına sahiptirler ve mutasyonlar sonucu meydana geldi¤i so- çok daha özelleflmifl bir kalp-dolaflım sisrusu evrimciler için cevapsızdır. Evrim temleri vardır. Bu mekanizmalar, yavafl yavafl, "birbirine eklenerek" teorisi bir sürüngenin ön ayakoluflamazlar. Kara canlılarılarının, genlerinde meydanın kufllara dönüfltü¤ü tena gelen bir bozulma orisi bu nedenle tamamen (mutasyon) sonucunda bir safsatadır. nasıl olup da kusursuz Tüm bunlar›n ötebir kanada dönüflebildi¤isinde sinekleri koni asla açıklayamamaktavalarken dinozorladır. Meydana gelecek r›n kanatland›¤›n› iddia mutasyonlarla yeni bir oreden evrimciler, sine¤in gan oluflamayaca¤ı gibi ön sahip oldu¤u kanatlar›n ayaklarının da ifllevini yitirdinozordan kufla hayali geçifl nas›l oluflmufl olaca¤› komesi sonucu canlı do¤al senusunda da bir aç›klama çilimde dezagetiremezler. Oysa iddivantajlı hale alar›na göre çeflitli g e l e c e k t i r. mutasyonlarla olufl(bkz. Kanatların mufl olmas› gereken kökeni; Uçuflun kökeni) kanatlar, senaryolar›nda Ayrıca, bir kara canlısının var olan sineklerde en kufllara dönüflebilmesi için kompleks halleri ile zaten sadece kanatlarının olması da mevcuttur. Bu durum, evyeterli de¤ildir. Kara canlısı, rimcilerin iddialar›n›n birer kuflların uçmak için kullandıksenaryodan olufltu¤unu aç›kları di¤er birçok yapısal mekaça gösterir. Ayr›ca bu bilim dınizmadan yoksundur. Örne¤in, flı hikayeyi do¤rulayacak hiçkanatl› dinozora Evrimcilerin, var olmas› gerekti hayali geçifl bir fosil kaydı yoktur. Kuflla¤ini iddia ettikleri ara geçifl rın mükemmel hallerine ait formlar›na ait tek bir fosil dahi bugüne kadar bulunamabinlerce fosil mevcutken, "yam›flt›r. Bu nedenle evrimci rım kanatlı" kuflumsu hayali kitaplar hayali çizimlerle canl›lara ait tek bir tane fodoludur. Bu resimde de karasile bile rastdan havaya geçiflin hayali bir canland›rmas› görülmektedir. lanmamıfltır. Harun Yahya (Adnan Oktar) 19 20 KARBON-14 TEST‹ Karbon-14 testi Karbon-14 testi bir tür radyometrik testtir. Ancak bunu, di¤erlerinden ayıran önemli bir özellik vardır. Di¤er radyometrik testler sadece volkanik kayaların tarihinin belirlenmesinde kullanılabilir. Oysa karbon-14 testi canlı varlıkların yafllarının belirlenmesinde kullanılabilmektedir. Çünkü canlı varlıkların bünyelerinde bulunan tek radyoaktif madde Karbon-14'tür. Dünya her an uzaydan gelen kozmik ıflınların bombardımanı altındadır. Bu ıflınlar dünyanın atmosferinde bol miktarda bulunan nitrojen-14'e çarparak bunu radyoaktif bir element olan karbon14'e çevirirler. Yeni üretilen bir madde olan radyoaktif karbon-14, atmosferde oksijenle birleflir ve bir baflka radyoaktif bileflik olan C-14 O2 yi oluflturur. Bilindi¤i gibi bitkiler, besin elde etmek için CO2 (karbondioksit), H2O (su) ve günefl ıflı¤ını kullanırlar. ‹flte bitkinin bünyesine aldı¤ı bu karbondioksit moleküllerinin bir kısmı, radyoaktif karbon olan karbon-14'ten oluflmufl olan moleküllerdir. Bitki, bu radyoaktif maddeyi bünyesinde toplar. Bazı canlılar bitkilerle beslenirler. Bazı canlılar da bitkilerle beslenen canlılarla beslenirler. Böylece beslenme zincirinin etkisiyle, bitkilerin havadan aldıkları radyoaktif karbon di¤er canlılara da aktarılır. Böylece yeryüzündeki her canlı, atmosferdekiyle aynı oranda karbon-14'ü bünyesine alır. Bir bitki veya hayvan öldü¤ünde, artık beslenemedi¤inden bir daha bünyesine karbon-14 alamaz. Karbon-14 radyoaktif bir madde oldu¤undan, yarılanma ömrü vardır ve zaman içinde kütlesi eksilmeye bafllar. Böylece bir canlının bünyesinde bulunan karbon-14 miktarı ölçülerek yaflının hesaplanabilece¤i düflünülür. Karbon-14'ün yarılanma ömrü yaklaflık 5570 yıldır. Yani her 5570 yılda bir, ölmüfl olan canlının bünyesindeki karbon-14 miktarı yarıya iner. Örne¤in e¤er canlının vücudunda 5570 sene önce 10 gram karbon-14 varsa, bu miktar bugün 5 grama inmifl olacaktır. Bu test, karbon14'ün kısa bir yarılanma ömrünün olması sebebiyle, di¤er radyometrik testler gibi, çok yafllı oldu¤u düflünülen örneklerin yafllarının belirlenmesinde kullanılmaz. Karbon-14 testinin, yaflı 10 bin ila 60 bin yıl olan örneklerin belirlenmesinde do¤ru sonuçlar verdi¤i kabul edilir. Karbon-14 testi günümüzde en fazla kullanılan tarihlendirme testleri arasındadır. Evrimciler, fosil kayıtlarını incelerken yafl tesbiti için bu metodu kullanırlar. Ne var ki, tıpkı di¤er radyometrik testler gibi karbon-14 testinin de güvenilirli¤i hakkında ciddi kuflkular bulunmaktadır. Bunlardan en önemlisi, tarihi belirlenecek olan örne¤in dıflarıyla gaz alıflveriflinde bulunma olasılı¤ının yüksek olmasıdır. Bu gaz alıflverifli, en çok karbonat veya bikarbonatlı sular aracılı- Evrim Açmaz› (Ansiklopedik) KARBON-14 TEST‹ Günefl ›fl›¤› Klorofil 6CO 2 Karbondioksit C6H12O6 Glikoz 6O2 6H2O Su Oksijen Bitkiler, besin elde etmek için CO2 (karbondioksit), H2O (su) ve günefl ›fl›¤›n› kullan›rlar. ‹flte bitkinin bünyesine ald›¤› bu karbondioksit moleküllerinin bir k›sm›, radyoaktif karbon olan karbon-14'ten oluflmufl olan moleküllerdir. Bitki, bu radyoaktif maddeyi bünyesinde toplar ve beslenme zincirinin etkisiyle, bitkilerin havadan ald›klar› radyoaktif karbon di¤er canl›lara da aktar›l›r. ¤ıyla olur. Karbon-14 içeren bu çeflit do¤al sular, e¤er örnekle temas ederlerse, içlerindeki karbon-14 örne¤e geçecektir. Bu durumda örne¤in yaflı oldu¤undan daha genç çıkacaktır. Bunun tam tersi bir durum da meydana gelebilir. Belli flartlar altında, tarihlemesi yapılacak örne¤in içerdi¤i karbon-14, karbonat ve bikarbonat fleklinde dıfl ortama verilebilir. Bu durumda ise örne¤in yaflı oldu¤undan daha fazla çıkacaktır. Nitekim karbon-14 testinin pek güvenilir olmadı¤ı birçok somut bulguyla anlaflılmıfl bulunmaktadır. Yaflları kesin olarak bilinen örnekler üzerinde yapılan Harun Yahya (Adnan Oktar) karbon-14 testlerinin birçok kez hatalı sonuçlar verdikleri bilinmektedir. Örne¤in, yeni ölmüfl bir fok balı¤ının derisi 1.300 yıl yaflında çıkmıfltır.16 Henüz canlı bir istiridyenin yaflı 2.300 yıl olarak görünmektedir.17 Bir geyik boynuzu aynı anda 5.340, 9.310 ve 10.320 yafllarında çıkmaktadır.18 Yine bir a¤aç kabu¤u hem 1.168 hem de 2.200 yıl yaflında görünmektedir.19 500 yıldır içinde insanların yafladı¤ı Kuzey Irak'taki Jarmo Kenti, karbon-14 testi sonucu 6.000 yıl yaflında çıkmıfltır.20 Tüm bu nedenlerle, karbon-14 testi de di¤er radyometrik testler gibi güvenilir sayılamaz. 21 22 KARBON TEMELL‹ YAfiAM Karbon temelli yaflam Tüm canlıların ortak bir atadan tesadüflerle türediklerini savunan evrim teorisi, adaptasyon kavramını yo¤un biçimde kullanır. Evrimciler, canlıların içinde yafladıkları ortamlara uyum sa¤layarak yepyeni canlı türlerine dönüfltükleri iddiasındadırlar. Aslında adaptasyonla evrim kavramı, Lamarck döneminin ilkel bilim anlayıflının bir kalıntısıdır ve çoktan bilimsel bulgular tarafından reddedilmifltir. (bkz. Adaptasyon) Ancak bilimsel bir temeli olmamasına ra¤men, adaptasyon fikri ço¤u kifliyi etkiler. Özellikle de Dünya'nın yaflam için özel bir gezegen oldu¤u anlatıldı¤ında, hemen "bu tür bir gezegenin flartlarında böyle bir yaflam çıkmıfl, baflka gezegenlerde ise baflka türlü yaflamlar geliflebilir" gibi bir düflünceye kapılırlar. Örne¤in Dünya üzerinde bizim gibi insanlar yaflarken, Pluton gibi bir gezegenin üzerinde de, -238°C derecede terleyen, oksijen yerine helyum soluyan ya da su yerine sülfürik asit içen canlıların yaflayabilece¤ini düflünürler. Fakat bu tür bir hayal gücünün temelinde cehalet yatmaktadır. Nitekim biyoloji ve biyokimya hakkında bilgisi olan evrimciler bu gibi fantezileri savunmazlar. Çünkü hayatın sadece belirli elementlerle ve belirli flartlar sa¤landı¤ı takdirde var olabilece¤ini gayet iyi bilirler. Söz konusu adaptasyon yanılgısı da bu tür bir cehaletin ürünüdür. Çünkü hayat sadece belirli elementlerle ve belirli flartlar sa¤landı¤ı takdirde var olabilir. Bilimsel gerçekli¤i olan yegane hayat modeli "karbon temelli bir hayat"tır ve bilim adamları evrenin hiçbir noktasında baflka tür bir fiziksel hayatın olamayaca¤ı sonucuna varmıfllardır. Karbon, periyodik tablodaki altıncı elementtir. Bu atom, dünya üzerindeki yaflamın temelidir, çünkü bütün temel organik moleküller (amino asitler, proteinler, nükleik asitler gibi) karbon atomunun di¤er bazı atomlarla çeflitli flekillerde birleflmesiyle oluflur. Karbon; hidrojen, oksijen ve azot gibi di¤er atomlarla birleflerek vücudumuzdaki farklı türlerdeki proteinleri meydana getirir. Karbonun yerini tutabilecek baflka bir element yoktur; çünkü baflka hiçbir element, karbon gibi sınırsız türde ba¤ yapma özelli¤ine sahip de¤ildir. Dolayısıyla evrendeki herhangi bir gezegende hayat var olacaksa, bu mutlaka "karbon temelli" bir hayat olmak durumundadır.21 Ayr›ca karbon temelli yaflamın de¤iflmez bazı kuralları vardır. Örne¤in karbon temelli organik bileflikler (proteinler) sadece belirli bir ısı aralı¤ında var olabilirler. 120°C'den yüksek ısılarda parçalanmaya, -20°C'den düflük ısılarda donmaya bafllarlar. Sadece ısı de¤il, ıflık, yerçekimi, atmosfer bileflimi, manyetik güç gibi etkenlerin de karbon bazlı bir yaflama izin verebilmeleri için çok dar ve belirli bazı sınırlar içinde olmaları ge- Evrim Açmaz› (Ansiklopedik) KARBON‹FER DÖNEM‹ B‹TK‹ FOS‹LLER‹ rekmektedir. Dünya, iflte tam bu dar ve belirli çerçevedeki sınırlara sahiptir. E¤er bu sınırların herhangi biri bozulsa, örne¤in Dünya'nın yüzey ısısı 120°C'yi aflsa, artık Dünya üzerinde yaflam olamaz. Hayat, ancak çok özel ve belirli flartlar›n yerine getirildi¤i bir ortamda var olabilir. Bir baflka deyiflle, canl›lar ancak kendileri için özel olarak yarat›lm›fl bir mekanda yaflayabilir. Dünya da, Rabbimiz'in özel olarak yaratt›¤› bir mekand›r ve bütün detaylar Allah'›n üzerimizdeki rahmetini göstermektedir. Karbonifer Dönemi Bitki Fosilleri (360-286 milyon y›ll›k) Karbonifer döneminin en önemli özelli¤i, bu döneme ait çok fazla çeflitte bitki fosili bulunmasıdır. Bu döneme ait bulunan fosillerin bugün yaflayan bitki türle- rinden hiçbir farkı yoktur. Fosil kayıtlarında aniden beliren bu çeflitlilik evrimcileri tekrar çıkmaza sokmufltur. Çünkü yeryüzünde birdenbire, her biri çok mükemmel sistemlere sahip bitki türleri oluflmufltur. Evrimciler bu çıkmazdan kurtulmanın yolunu, bu olaya evrimi ça¤rıfltıran bir isim takmakta bulmufllar ve bunu "Evrimsel Patlama" olarak nitelendirmifllerdir. Tabii bu durumu "Evrimsel Patlama" olarak isimlendirmek, evrimcilerin bu konuda yapabilecekleri bir aç›klamalar›n›n olmad›¤›n› gösterir. Bitkiler milyonlarca yıl önce de aynı bugünkü gibi fotosentez yapmaktaydılar. Betonları çatlatacak kadar güçlü hidrolik sistemlere, topraktan emilen suyu metrelerce yukarıya çıkaracak pompalara, canlıların besinini üreten kimyasal fabrikalara sahiplerdi. Bu durum flu gerçe¤i göste- Karbonifer devrine ait 300 milyon y›ll›k at t›rna¤› bitkisi, günümüzde yaflayan benzerlerinden farks›z bir yap›dad›r. 23 24 KARMA YÜRÜYÜfi rir: Bitkiler yüz milyonlarca yıl önce yaratılmıfllardır. Onları yaratan Alemlerin Rabbi olan Allah, bugün de onları yaratmaya devam etmektedir. Günümüz teknolojisinin sa¤lamıfl oldu¤u en geliflmifl imkanları kullanarak, bitkilerdeki yaratılıfl mucizelerini anlamaya çalıflan insano¤lunun tek bir tür bitkiyi hatta onun tek bir yapra¤›n› bile yoktan var etmesi mümkün de¤ildir. Karma yürüyüfl bkz. ‹ki ayaklılık Kay›r›lm›fl ›rklar ilkelli¤i bkz. Darwinizm ve Irkçılık Kenyanthropus platyops Kenya'da Meave Leakey ve ekibi tarafından bulunan bir kafatası fosili, düz bir yüze sahip olması nedeniyle "Düz Yüzlü Adam" (Flat Faced Man) olarak anıldı. Bu fosile verilen "bilimsel isim" ise Kenyanthropus platyops'tu. 3.5 milyon yıllık bu fosilin evrimcilerin hayali evrim flemasını altüst etmesinin nedeni, kendisinden sonra yaflamıfl olan bazı maymun türlerinin (Lucy gibi), evrimci kıstaslara göre Kenyanthropus platyops'tan daha "geri" olmasıydı.22 (bkz. Lucy kand›rmacas›) Aslında bugüne kadar bulunan fosillerin tamamına bakıldı¤ında, maymunla ortak bir atadan evrimleflen, yavafl yavafl Kenya'da bulunan 3.5 milyon y›ll›k kafatas› fosili Kenyanthropus platyops, evrimcilerin hayali evrim flemas›n› altüst etti. insana do¤ru yükselen bir "evrim fleması" olmadı¤ı açıkça görülmektedir. George Washington Üniversitesi Antropoloji bölümünden Daniel E. Lieberman ise, Nature dergisinde yazdı¤ı makalesinde Kenyanthropus platyops hakkında flu yorumu yapmıfltır: ‹nsanın evrim tarihi çok karmaflık ve çözümlenmemifltir. fiimdi 3.5 milyon yıllık baflka bir türün bulunması ile durum daha da karıflacak gibi görünüyor... Kenyanthropus platyops'un yapısı genel olarak insanın evrimi ve türlerin davranıflı konuları hakkında birçok soruyu beraberinde getiriyor. Örne¤in neden alıflılmıflın dıflında olarak küçük bir çene difline ve öne do¤ru kavisli çene kemi¤i olan büyük düz bir yüze aynı anda sahip? Büyük yüzü ve benzer flekilde yerlefltirilmifl çene kemi¤i olan tüm di¤er insanımsı türlerin büyük bir difli var. K. platyops'nun önümüzdeki birkaç yıl içindeki en bafllıca rolünün, ortak kanaatleri bozmak ve insanımsılar arasındaki evrimsel iliflkinin arafltırmalarında karflılaflılan kargaflayı vurgulamak olaca¤›n› düflünüyorum.23 Ünlü TV kanalı BBC ise haberi "Düz Evrim Açmaz› (Ansiklopedik) K‹MYASAL ÇORBA UYDURMASI yüzlü adam bir bilmece", "Akıl karıfltıran tablo", "Bilimsel Çeliflki" bafllıkları ile vermifl ve haberde flöyle denilmifltir: Meave Leakey, ekibi ve Kenya Milli Müzesi'nin buluflu, zaten bulanık olan insanın evrimi tablosunu daha da bulanıklafltırıyor.24 Londra College Üniversitesi'nden ünlü evrimci Dr. Fred Spoor ise yeni bulunan fosil için "Birçok soruyu gündeme getirdi" yorumunu yapmıfltır.25 Kısacası, evrim teorisi, yukarıdaki açıklama ve itiraflarda da görüldü¤ü gibi büyük bir çıkmaz içindedir. Özellikle paleontoloji dalında her yeni bulgu, evrim teorisine yeni bir çeliflki daha getirmektedir. ‹nsanın sözde evrimi için hayali bir flema belirleyen evrimciler, soyu tükenmifl farklı maymun türlerine ve insan ırklarına ait fosilleri art arda dizerek flemalarına uygun hale getirmeye çalıflmaktadırlar. Ancak hiçbir fosil, flemalarına uymamaktadır. Çünkü insan maymunla ortak bir atadan evrimleflmemifltir. ‹nsanlar tarih boyunca hep insan olmufllar, maymunlar da hep maymun olarak kalmıfllardır. Bu nedenle evrim teorisi, her yeni bilimsel buluflla bir çıkmaz içine daha girecektir. Kesintiye u¤rat›lm›fl denge (punctuated equ›l›br›um) (bkz. Sıçramalı evrim hikayesi) Harun Yahya (Adnan Oktar) Kimyasal çorba uydurmas› Evrim teorisine göre canlılık, yaklaflık 3.5-4 milyar yıl önce "kimyasal çorba" denilen bir ortamda, okyanuslarda ortaya çıktı. Evrim hikayesine göre ilk önce proteinlerin, sonra da tek hücreli canlıların oluflmasıyla bafllayan ve yaklaflık 2 milyar yıl boyunca okyanuslarda devam eden bu ilkel canlılık, omurga sistemine sahip balıkların evrimleflmesiyle en son noktaya ulafltı. Bu noktadan sonra ise, hikayeye göre, o ana kadar suda yaflamakta olan balıkların bir kısmı kara ortamına geçme ihtiyacı hissettiler ve böylece karalarda da canlılık baflladı. Hiçbir delile dayanmayan ve sadece kurgudan ibaret olan bu hikaye, her aflamas›nda ayr› bir açmaz içindedir asl›nda. Herfleyden önce, ilk proteinin nas›l olufltu¤u, hatta ondan önce, proteini oluflturan amino asitlerin nas›l olufltuklar› ve düzenli bir biçimde birbirlerine nas›l eklenebildikleri sorusunun bilimsel bir cevab›n›n olmamas›, evrim teorisini daha ilk aflamas›nda çökertir. Çünkü proteinlerin yap›lar› o denli komplekstir ki, evrimcilerin bile kabul etti¤i üzere, bunlar›n "tesadüfen" oluflmalar› ihtimali pratikte s›f›rd›r. Bu alandaki en önemli isimlerden biri olan San Diego Scripps Enstitüsü'nden jeokimyacı Jeffrey Bada, fiubat 1998 tarihli Earth dergisinde flöyle yazmaktadır: Bugün, 20. yüzyılı geride bırakırken, hala, 20. yüzyıla girdi¤imizde sahip oldu¤umuz en büyük çözülmemifl problemle 25 26 K‹MYASAL EVR‹M ALDATMACASI karflı karflıyayız: Hayat yeryüzünde nasıl baflladı?26 Almanya'daki Johannes Gutenberg Üniversitesi Biyokimya Enstitüsü Baflkanı Prof. Dr. Klaus Dose ise, Interdisciplinary Science Reviews dergisinde flunları ifade etmifltir: Kimyasal ve moleküler evrim alanlarında, yaflamın kökeni konusunda otuz yılı aflkın bir süredir yürütülen tüm deneyler, yaflamın kökeni sorununa cevap bulmaktansa, sorunun ne kadar büyük oldu¤unun kavranmasına neden oldu. fiu anda bu konudaki bütün teoriler ve deneyler ya bir çıkmaz sokak içinde bitiyor ya da bilgisizlik itiraflarıyla sonuçlanıyor.27 Darwinizm'in ortaya attı¤ı ve aslında 19. yüzyılın ilkel bilim düzeyinin bir sonucu olan "organik maddeleri karıfltırın, kendi kendilerine hücre olufltururlar" fleklindeki iddia, bilim dıflı batıl bir inan›flt›r. Bilim, tüm canlıları Allah'›n kusursuzca yaratt›¤› gerçe¤ini tasdik etmektedir. Kimyasal evrim aldatmacas› ‹lkel varsayılan atmosfer ortamında canlılı¤ı oluflturan amino asitlerin nasıl sentezlendiklerine dair ortaya atılan iddiaların tümü, evrimciler tarafından "kimyasal evrim" olarak adlandırılır. (bkz. ‹lkel atmosfer) Evrimciler açısından canlıların evrimi senaryolarından evvel, kuflkusuz canlılı¤ın yapıtaflları olan DNA nükleotidleri ve amino asitle- rin oluflumu açıklanmalıdır. Evrimcilerin hiçbir delile dayanmayan iddialar›na göre deniz suyunda erimifl karbon, hidrojen, oksijen, nitrojen ve fosfor içeren basit bileflikler, ultraviyole ıflınlar ve flimfleklerle sürekli bombardıman edilerek, de¤iflik kombinasyonlar oluflturmufllardır. Tesadüfen olufltu¤u iddia edilen bu ufak moleküller daha sonra kimyasal olarak ba¤lanıp düzenlenerek denizdeki bu kombinasyonları giderek zenginlefltirmifllerdir. Sonunda, denizin son derece bol ve bütün yeni molekül çeflitlerini içeren koyu bir çorbaya dönüfltü¤ünü öne sürerek, "Yeterince uzun süre beklenirse en olanaksız reaksiyonlar gerçekleflebilir" denmifltir.28 Ancak bu varsayımlar hiçbir zaman bilimsel bulgularla desteklenemedi. Nitekim bunu "aslında, anlattıklarımız hiçbir zaman kanıtlanamayacak bir hipotez"29 diyerek kendileri de kabul etmektedirler. Kaldı ki günümüz koflullarında, her türlü bilinçli müdahaleye ra¤men ispatlanamayan bu iddiaların kendi kendilerine, tesadüf eseri gerçekleflti¤ini öne sürmenin mantık ve akıl ölçüleriyle ba¤daflan bir yönü de yoktur. (bkz. Kimyasal çorba uydurmas›) Klonlama (Clon›ng) Genetik biliminin ilerlemesi ile canl›lar›n ve dolay›s›yla insan›n da kopyalanabilece¤i konusu gündeme gelmifltir. Böyle bir kopyalama ifllemi mümkündür ancak özellikle evrimci bilim adamlar› Evrim Açmaz› (Ansiklopedik) KLONLAMA bu ifllemi "insan›n, insan veya canl› yaratmas›" olarak yorumlamakta ve böyle kabul etmektedirler. Bu, son derece çarpık ve gerçeklerden uzak bir mantıktır. Çünkü yaratmak, bir fleyi yoktan var etmektir ve bu fiil sadece Allah'a mahsustur. Genetik bilginin kopyalanmasıyla bir canlının aynısından oluflturulması, bu canlının bafltan yaratılması manasına gelmez. Çünkü, insan veya baflka bir canlı kopyalanırken, bir canlının hücreleri alınmakta ve kopyalanmaktadır. Ancak hiçbir zaman, yoktan bir tek canlı Siyah Kafalı Koyun Hamile Beyaz Koyun Süper Yumurtlama Bir Meme Bezinin Biyopsisi Cerrahi: Yumurta Kanallarına Serum Verilmesi Büyümekte Olan Meme Bezi Hücreleri Mitozun Hazırlanışı Mitoz, Hücresel Bölünme Hücresel Büyüme Yumurta Hücrelerinin Meiose'un 2. Değişim Aşamasında Derlenmesi Pellucide Kutupsal Yuvar veya Kutupsal Zar Kürecik (n Kromozom) Yumurta Hücresi Kromozomları (n Kromozom) Plazma zarı Yumurta Hücrelerisinin 5 Gün Boyunca Fakir Bir Ortamda Büyüme Nükleer Daha Sonra Hücresel Döngünün Durması Enerji Alması 2n Kromozom Quiescente Hücreler Yumurta Hücresinin Elektriksel Faaliyeti Dinlenme Halindeki Meme Bezi Hücreleri "Embriyon" 1. Etap Hücre 2n 27 Elektrik Akımı ‹ki Hücrenin ‹rtibata Geçmesi Birleşme 6 Günlük Embriyon Siyah Kafalı Bir Koyunun Döl Yatağına Tekrar Yerleştirme Hamilelik: 5 ay Amerikalı bir biyolojistin incelettiği gibi "artık insanlardan vazgeçebiliriz". Siyah Kafalı Koyunun Bağlı Oviducte'üne Yerleştirme Dolly Bu klonlama tekni¤i, e¤er geçerlili¤i teyit edilirse, asl›nda bir erkekten geçmeden bir difliyi oluflturmay› sa¤lar. Bizim türümüzden daha karmafl›k olan baz› türlerde oldu¤u gibi. Belirtmek gerekir ki bu durumda sadece difliler üretilebilir. Fakat ‹skoçyal› araflt›rmac›lar yetiflkin bir erke¤in hücresinden erkekler üretebilme olana¤› konusunda hiç flüphe duymuyorlar. Harun Yahya (Adnan Oktar) Klonlama konusu yak›n bir zaman önce bilim çevrele rinde önemli bir gündem maddesi oldu. Klonlama, bilinen kanunlar çerçevesinde gerçekleflen biyolo jik bir süreç olmas›na ra¤men evrimciler, her yeni bilimsel geliflme gibi bunu da teorilerini destekleye bilme hevesiyle sahiplen meye çal›flt›lar. Evrimi, ideolojik olarak destekle yen baz› bas›n-yay›n organlar› da evrim yanl›s› sloganlarla konuyu man fletlere tafl›d›lar. Konu çe flitli polemiklerle evrimin kan›t› gibi sunulmaya çal›fl›ld›. Fakat konunun evrimci safsatalarla uzaktan yak›ndan ilgisinin olmad›¤› aç›kt›. Bilim dünyas› evrimcilerin bu gülünç çaba s›n› ciddiye bile almad›. Yanda: Klonlama iflleminin nas›l gerçekleflti¤ini aç›klayan yabanc› bir bilimsel yay›n. 28 KNM-ER 1470 SAHTEKARLI⁄I Kopyalama, zaten var olan bir genetik bilginin eklenmesinden ibarettir. Bu ifllemde ne yeni bir mekanizma ne de yeni bir genetik bilgi üretilmifltir. hücresi bile oluflturulamamıfltır. Bu gerçek, yaratma vasf›n›n yaln›zca Allah'a mahsus oldu¤unu gösteren önemli bir gerçektir. (bkz. Miller deneyi; Fox deneyi) (Ayrıca bkz. DNA) KNM-ER 1470 sahtekarl›¤› 1972'de Do¤u Rudolf'ta paleoantropoloji tarihinde tartıflmalara yol açacak bir fosil bulundu. Bu, sadece alt çenesi eksik olan tam bir kafatasıydı. Kafatası yaklaflık 300 parçadan oluflmaktaydı. Bu parçalar Richard Leakey ve efli Meave Leakey tarafından biraraya getirildi. Daha sonra da Kenya Ulusal Müzesi'ne KNM-ER 1470 (Kenya National Museum-East Rudolph 1470) ismiyle tescil ettirildi ve Homo habilis'e dahil edildi. (bkz. Homo habilis) Homo habilis türü, Australopithecus ismi verilen maymunlarla birçok ortak özellik taflır. Aynı Australopithecus gibi uzun kollu, kısa bacaklı ve maymunsu bir iskelet yapısına sahiptir. El ve ayak parmakları tırmanmaya uyumludur. Bu özellikleri, Homo habilis'in zamanının ço¤unu a¤açlarda geçiren bir canlı oldu¤unu gösterir. Homo habilis olarak nitelendirilen fosillerin bir ço¤unun kafatası hacmi 650 cc'yi geçmez. Bu beyin hacmi ise, günümüz gorillerininkine oldukça yakındır. Öte yandan, günümüz maymunlarınınkine çok benzeyen çene yapısı da, bunun kesinlikle bir maymun oldu¤unu ispatlamaktadır. Genel kafatası özellikleriyle daha çok Australopithecus africanus'a benzer. Aynı Australopithecus africanus gibi Homo habilis'in de kafl çıkıntıları yoktur ve bu özelli¤i, geçmiflte onun yanlıfl yorumlanmasına ve insana benzeyen bir canlı olarak gösterilmesine yol açmıfltır. Oysa KNM-ER 1470'in genifl ve uzun yapılı alnının, az belirgin olan kafl çıkıntılarının, gorillerdeki "saggital crest" ismi verilen kafatasının üstündeki çıkıntıdan yoksun oluflunun ve 750 cc.'lik beyin hacminin, bunun insana benzedi¤ini gösterdi¤i düflüncesi yanlıfltır. J. E. Cronin, bu kafatasının neden insana benzer olamayaca¤ını flöyle açıklar: Bunun kaba olarak biçimlendirilmifl yüzü, düz naso-alveolar clivus (bu Australopithecus özelli¤idir), düflük kafatası geniflli¤i, kesici diflleri ve büyük azı diflleri gibi ilkel özellikler, KNM-ER 1470'in Evrim Açmaz› (Ansiklopedik) KNM-ER 1470 SAHTEKARLI⁄I Australopithecus ile paylafltı¤ı ilkel özelliklerdir. yonları yardımıyla ortaya çıkardı¤ı bu gerçe¤i flöyle özetler: ... KNM-ER 1470, di¤er erken homo örnekleri gibi, öteki ince yapılı Australopithecuslar'la birçok yapısal ortak özellik taflır. Bu özellikler, sonraki geç homo örneklerinde (yani Homo erectuslar'da) bulunmaz.30 KNM-ER 1470'in rekonstrüksiyonu yapılırken, yüz, aynı günümüz insanlarında oldu¤u gibi, kafatasına neredeyse tam paralel bir biçimde infla edilmiflti. Oysa yaptı¤ımız incelemeler, yüzün kafatasına daha e¤imli bir biçimde infla edilmifl olmasını gerektirmektedir. Bu ise aynı Australopithecus'da gördü¤ümüz maymunsu yüz özelli¤ini meydana getirir.33 Michigan Üniversitesi'nden C. Loring Brace ise aynı konuda flunları söyler: Çenenin büyüklü¤ü ve azı difllerinin kapladı¤ı yerin büyüklü¤ü, ER 1470'in tam anlamıyla bir Australopithecus yüz ve difllerine sahip oldu¤unu göstermektedir.31 Bir di¤er ünlü paleontolog Bernard Wood ise flu yorumu yapar: Bu kafatasının, Homo erectus veya Homo sapiens'e benzedi¤ine dair hiçbir phenetic (genetik dizilim) veya cladistic (sınıflandırma) delil yoktur. Phenetic açıdan, KNM-ER 1470, Olduvai'den çıkarılan di¤er Homo habilis fosilleriyle uyuflmaktadır.32 KNM-ER 1470 fosilinin bir süre için insan fosili olarak yorumlanmasının nedeni ise, fosili bulan Richard Leakey'nin yaptı¤ı taraflı ve yönlendirici yorumdur. Leakey, fosilin maymunsu özelliklere sahip oldu¤u, ancak kafatasının maymun olamayacak kadar büyük oldu¤u izlenimini vermeye çalıflmıfltır. Amaç, canlıyı bir ara geçifl formu olarak tanımlayabilmektir. ‹nsan yüzü anatomisi üzerinde çalıflmalar yapan Prof. Tim Bromage, 1992 yılında bilgisayar simülas- Harun Yahya (Adnan Oktar) KNM-ER 1470'in 750 cc'lik kafası, zaten onu hiçbir flekilde maymun türünün dıflına çıkarmaz ve hominid yapmaz; çünkü bu kafatası hacmine sahip maymunlar vardır. Evrimciler maymun kafataslarından söz ederken, genellikle daha az beyin hacmine sahip olan flempanzelere baflvururlar ama gorillerden fazla söz etmezler. fiempanzelerin beyin hacimleri ortalama 400 cc'dir. Gorillerin ortalama beyin hacmi ise 500 cc'dir, ancak büyük bireyler 700 cc hatta 750 cc'lik bir beyin hacmine bile sahip olabilmektedirler. Dolayısıyla, KNM-ER 1470'in büyük olan beyin hacmi, bunun bir hominid de¤il, iri yapılı bir maymun oldu¤unu göstermektedir. Nitekim bir erkek oldu¤u tahmin edilen KNM-ER 1470'in difllerinin büyük ve kafatası hacminin genifl olması, bu faktörlere ba¤lı olarak vücudunun da iri oldu¤una iflaret eder. Tüm bunlardan, KNM-ER 1470'in yapısal olarak Australopithecus benzeri bir maymun oldu¤u anlaflılmaktadır. Yüzün öne do¤ru uzamıfl yapısı, anormal 29 30 KNM-ER 1472 YALANI büyüklükteki azı diflleri, bir insana ait olmayacak kadar küçük olan beyin hacmi gibi birçok özellik bunu açıkça gösterir. Ayrıca KNM-ER 1470'in diflleri, Australopithecus'un diflleriyle aynıdır.34 Bu durum Homo habilis sınıfındaki fosillerle Australopithecus sınıfındaki fosiller arasında hiçbir önemli fark olmadı¤ının göstergesidir. Bunların hepsi, iki ayak üzerinde yürüyemeyen, insana göre çok küçük kafatası hacimlerine sahip olan farklı maymun türlerinden ibarettir. Evrimcilerin yaptıkları tek fley, bunların bazı özelliklerini kullanarak, "maymundan insana do¤ru evrim" efsanesine bir ilk halka, bir çıkıfl noktası oluflturabilmektir. KNM-ER 1472 yalan› KNM-ER 1472 bir uyluk kemi¤i fosiline verilen add›r. Bu uyluk kemi¤i günümüz insanınkinden farksızdır. Bu kemi¤in Homo habilis fosilleriyle aynı tabakada, ancak birkaç kilometre ötede bulunmufl olması, Homo habilis'in iki ayaklı bir canlı oldu¤u gibi yanlıfl bir yoruma yol açmıfltır. 1987 yılında bulunan OH 62 fosili, Homo habilis'in hiç de sanıldı¤ı gibi iki ayaklı bir canlı olmadı¤ını göstermifltir. Böylece sahipsiz kalan KNM-ER 1472, Homo erectuslar sınıfına dahil edilmifltir. (bkz. Homo erectus) KNM-WT 15000 (en eski insan fosili) KNM-WT 15000 ya da bir baflka adıyla Turkana Çocu¤u iskeleti, bugüne kadar bulunmufl belki de en eski ve en eksiksiz insan kalıntısıdır. (bkz. Turkana Çocu¤u) 1.6 milyon yıl yaflında oldu¤u söylenen fosil üzerinde yapılan arafltırmalar, bunun 12 yaflında bir bireye ait oldu¤unu ve bu kiflinin boyunun yetiflkinli¤e ulaflınca 1.80 cm civarında olaca¤ını göstermifltir. Neanderthal ırkı insanına büyük benzerlik gösteren bu fosil, insanın evrimi hikayesini yalanlayan en çarpıcı delillerden birisidir. (bkz. Neandertal Adamı:Bir insan ›rk›) Evrimci Donald Johanson bu fosili flöyle tarif eder: Uzun ve zayıftı. Vücut flekli ve uzuvlarının oranları bugünkü Ekvator Afrikalılarınınkiyle aynıydı. Uzuvlarının ölçüleri, bugün yetiflkin beyaz Kuzey Amerikalılarınkilerle tamamen uyufluyordu. Koaservat Evrimin önde gelen savunucular›ndan Alexander I. Oparin, koaservat›, "s›v› ile çevrili bir ortamda protein ya da proteine benzeyen moleküllerin biraraya gelerek oluflturduklar› kümeler"35 olarak tan›mlar. Evrimciler bir dönem koaservatlar›n hücrenin atas› olduklar›n›, proteinlerin de koaservatlar›n evrimleflmeleri sonucunda ortaya ç›kt›klar›n› iddia ettiler. Ancak hiçbir tutarl›l›¤› ve bilim- Evrim Açmaz› (Ansiklopedik) KOASERVAT sel dayana¤› olmayan bu iddia bir müddet sonra evrimci bilim adamlar› taraf›ndan dahi terk edildi. En basit yap›da görünen bir canl› dahi kendi varl›¤›n› sürdürebilmek için, enerji üreten ve dönüfltüren mekanizmalara, ayr›ca neslini sürdürebilmek için de kompleks kal›t›m mekanizmalar›na sahiptir. Koaservatlar ise, tüm bu sistemlerden ve mekanizmalardan yoksun basit molekül topluluklar›d›r. En küçük do¤al etkenlerle parçalan›p da¤›lmaya uygun yap›lar› vard›r. Bunlar›n zaman içinde kendi kendilerine bu tür kompleks sistemler gelifltirerek canland›klar›n› iddia etmek son derece bilim d›fl› bir iddiad›r. Koaservatlar›n canl›l›¤›n temeli olamayaca¤› evrimci bir kaynakta flöyle yer almaktad›r: Koaservat gibi metabolizmal› damlac›klar elbette canl› say›lamaz. Çünkü kal›t›m ve mutasyon gibi iki temel karakteristikten yoksundurlar. Üstelik ilkel hücre, yani Protobiyont öncesi bir oluflum basama¤› da say›lamaz. Çünkü bu damlac›klarda kullan›lan maddeler bugünün organizmalar›ndan olufluyor.36 Turkana Çocu¤u iskeleti, bugüne kadar bulunmufl en eksiksiz Homo erectus örne¤idir. ‹lginç olan 1.6 milyon y›ll›k bu iskelet ile, günümüz insan› aras›nda hiçbir belirgin farkl›l›¤›n olmay›fl›d›r. Ne var ki, evrimi ideolojik bir slogan haline getiren çevreler, herhangi bir bilimsel kayg› tafl›madan evrimin pek çok terkedilmifl tezi gibi koaservatlar› da yay›nlar›nda evrimin önemli bir delili gibi sunmaya devam ederler. Amaç her zamanki gibi konu hakk›nda detayl› bilgi ve araflt›rma imkan›na sahip olmayan kesimleri yan›ltarak evrim teorisini zengin bilimsel delillere sahip bir teori gibi lanse edebilmektir. 31 32 KOMÜN‹ZM VE EVR‹M Komünizm ve Evrim Karl Marx ve Friedrich Engels adlı iki Alman filozofun 19. yüzyılda tarihi zirvesine ulaflt›rd›¤› komünizm, tüm dünyada Nazilerin ve emperyalist devletlerin soykırımlarını dahi geride bırakacak kadar çok kan dökülmesine sebep oldu. (bkz. Marx, Karl) Her ne kadar 1991 yılında komünizmin yıkıldı¤ı kabul edilse de, bu ideolojinin karanlık yüzü, insanları dinden ve ahlaktan uzaklafltıran materyalist felsefesi ve insanların üzerindeki etkisi hala devam etmektedir. 20. yüzyılda dünyanın dört bir köflesinde terör estiren bu ideoloji, aslında antik ça¤dan beri varolan bir düflünceyi temsil ediyordu. Bu düflünce, materyalist yani maddeyi tek de¤er olarak gören felsefe idi. Komünizm bu felsefe üzerine bina edilerek 19. yüzyılda dünya gündemine getirildi. Komünizmin fikir babaları Marx ve Engels, materyalist felsefeyi "diyalektik" adı verilen bir yöntemle açıklamaya çalıfltılar. (bkz. Diyalektik) Marx, insanlık tarihinin bir çatıflmadan ibaret oldu¤unu, mevcut çatıflmanın iflçiler ve kapitalistler arasında geçti¤ini ve yakında iflçilerin ayaklanıp komünist bir devrim yapacaklarını iddia ediyordu. Her ikisi de koyu birer ateist olan Marx ve Engels, dini inançların yok edilmesini komünizm açısından zorunlu görüyorlardı. Fakat yapacakları eylem ve çatıflmaların meflru bir zemine oturtulması gerekiyordu. Darwin'in, Türlerin Kökeni adlı kitabıyla öne sürdü¤ü evrim teorisi ise bu ideoloji için beklenen bilimsel kılıf oldu. Çünkü Darwin, canlıların "yaflam mücadelesi" sonucunda, di¤er bir deyiflle "diyalektik bir çatıflma"yla ortaya çıktıklarını ve gelifltiklerini iddia ediyordu. Dahası, yaratılıflı inkar ederek, dini inançları reddediyordu. Bu bakımdan Darwinizm, komünizmin faaliyetleri için sözde bilimsel bir destek oldu. Darwinizm-komünizm ittifakının temelini ise din düflmanlı¤ı oluflturuyordu. Komünistlerin Darwinizm'e olan ba¤lılıklarının en önemli nedeni; Darwinizm'in ateizme sa¤ladı¤ı göstermelik dayanaktır. David Jorafsky, Sovyet Marksizm'i ve Do¤a Bilimi isimli kitabında bu iliflkiyi flöyle açıklar: Bilimsel yetersizli¤ine ra¤men evrimin ileri sürdü¤ü bilimsel karakter her türlü Allah karflıtı sistemi ve uygulamaları haklı çıkarmak için kullanıldı. fiimdiye kadar bunlardan en baflarılısı komünizm gibi gözüküyor ve bütün dünyadaki taraftarları komünizmin evrim bilimini temel aldı¤ı söylenerek kandırılmıfllardır.37 Komünizmin amacı, Darwin'in biyoloji alanında uyguladı¤ı evrim teorisinin insan toplumları içinde de uygulanması ve insanların do¤adaki vahfli hayvanlar gibi bir çatıflma, savafl içinde olmasıdır. Evrim Açmaz› (Ansiklopedik) Komünizmin amac›, Darwin'in biyoloji alan›nda uygulad›¤› evrim teorisinin insan toplumlar› içinde de uygulanmas› ve insanlar›n do¤adaki vahfli hayvanlar gibi bir çat›flma ve savafl içinde olmas›d›r. Konjugasyon Bakteri gibi canlıların, aralarında gen aktarımı yapma yollardan biridir. Konjugasyonda, aynı tür iki bakteri yan yana gelir, aralarında geçici bir sitoplazmik köprü kurulur, bu geçitten karflılıklı DNA de¤iflimi gerçekleflir. Sonra sitoplazma köprüsü ortadan kalkar. Bakteriler birbirinden ayrılır, oluflan bakteriler yeni gen kombinasyonlarına sahip olurlar. Taflınan bu DNA kombinasyonları da yeni özelliklerin ortaya çıkmasına sebep olur.38 Konjugasyonla bakterilerde çeflitlilik Harun Yahya (Adnan Oktar) artmıfl olur. Ancak yeni bir bakteri hücresi oluflmadı¤ı için söz konusu mekanizma, efleyli üreme olarak kabul edilemez.39 Fakat evrimciler ortaya çıkan bu yeni kalıtsal varyasyonları efleyli üremenin evrimsel özelli¤i olarak kabul ederler. (Bakterilerin birbirleri ile kavuflma yaparak üremelerine konjugasyonla efleyli üreme denir.) Bafllangıçtaki bakteriler ile daha sonra oluflan bakterilerin kalıtsal özellikleri farklı oldu¤undan bunun evrime bir delil oldu¤unu zannederler. Halbuki burada bir varyasyon (çeflitlen- 34 KÖR SAATÇ‹ SAÇMALI⁄I me) söz konusudur. ‹ki bakteriden gelen genler çeflitlilik meydana getirmekte, gen havuzuna yeni bir gen veya bilgi eklenmemektedir. Sonuçta, bakteri bakteri olarak kalmakta ve yeni bir tür oluflmamaktadır. Kör Saatçi Saçmal›¤› (The Bl›nd Watchmaker) 1986'da yayınladı¤ı The Blind Watchmaker adlı kitabıyla Darwinizm'in en büyük savunucusu sıfatını kazanan Richard Dawkins, söz konusu kitabında okuyucularına "Biyoloji, belli bir amaç için dizayn edilmifl görünümü veren karmaflık fleylerin incelemesidir." der.40 Richard Dawkins, bu itiraf›na ra¤men yaflamın kendi kendine, tesadüfi etkilerle evrimleflti¤ini savunur ve bunu bir "kör saatçi" benzetmesiyle anlatır. Dawkins'e göre "kör saatçi" sadece kör de¤il, aynı zamanda bilinçsizdir. Dolayısıyla kör saatçinin canlılı¤ın oluflumunda ileriyi görmesi, plan yapması, bir amaç gütmesi söz konusu de¤ildir.41 Fakat Dawkins bir yandan karfl› karfl›ya kald›¤› canl›lardaki kompleks düzenlili¤i ifade ederken, bir yandan da bunu kör tesadüf iddialar›yla aç›klamaya çal›flmaktad›r. Kitabın devamında ise "e¤er bir Meryem Ana heykelinin sizlere el salladı¤ını görseniz dahi, bir mucize ile karflı karflıya oldu¤unuzu sanmayın" der. Çünkü Dawkins'e göre bu, "çok küçük bir olasılıktır, ama belki de heykelin sa¤ kolundaki atomların hepsi, tesadüfen, bir Evrimin en büyük savunucular›ndan olan Richard Dawkins de, canl›larda kompleks bir düzenin var oldu¤unu itiraf etmek zorun da kalmaktad›r. Bu üstün düzen de çok aç›k bir gerçe¤i -canl›lar› Yüce Allah'›n yaratt›¤›n›göstermektedir. anda aynı yönde hareket etme e¤ilimi içine girmifl olabilirler".42 Evrimcilerin içinde bulundukları bu zor durum -yani imkansızı savunmanın ve açık bir gerçe¤i reddetmenin zorlu¤uonlar› bazen bu denli mantık bozukluklarını öne sürmeye mecbur bırakır. Apaçık gözlemledikleri yarat›l›fl gerçe¤ini kabul etmemek için çabalayan evrimciler bizlere önemli bir gerçe¤i göstermektedir: Evrim teorisi adına sürdürülen bütün çabaların yegane amacı Allah'›n apaç›k varl›¤›n› inkar etmeye yöneliktir. Ve görüldü¤ü gibi tüm bu çabalar daima sonuçsuz kalmaktad›r. Tüm bilimsel bulgular yarat›l›fl gerçe¤ini ortaya koymakta, canl›lar› Allah'›n yaratm›fl oldu¤unu bir kere daha kan›tlamaktad›r. Evrim Açmaz› (Ansiklopedik) KÖRELM‹fi ORGANLAR ÇEL‹fiK‹S‹ Richard Dawkins'in The Blind Watchmaker adl› kitab› Körelmifl organlar çeliflkisi Evrim literatüründe uzunca bir süre yer alan, ama geçersizli¤i anlaflıldıktan sonra sessiz sedasız bir kenara bırakılan iddialardan biri, "körelmifl organlar" kavramıdır. Ancak bir kısım evrimciler, "körelmifl organlar"ı hala evrimin büyük bir delili sanmakta ve öyle göstermeye çalıflmaktadırlar. Körelmifl organlar iddiası bundan Evrimciler taraf›ndan "körelmifl organ" olarak kabul ettirilmeye çal›fl›lan ba demciklerin -özellikle eriflkin yafllara kadar- bo¤az›, enfeksiyonlara karfl› korumada önemli rol oynad›¤› keflfedildi. Harun Yahya (Adnan Oktar) bir asır kadar önce ortaya atılmıfltı. ‹ddiaya göre, canlıların bedenlerinde atalarından kendilerine miras kalmıfl, ancak kullanılmadıkları için zamanla körelmifl ifllevsiz organlar yer alıyordu. Evrimcilerin "ifllevsiz" olarak tanımladıkları organlar aslında "ifllevi tespit edilememifl" organlardı. Bunun en iyi göstergesi, evrimciler tarafından sayılan uzun "körelmifl organlar" listesinin giderek küçülmesi oldu. Alman anatomist R. Wiedersheim tarafından 1895 yılında ortaya atılan "körelmifl insan organları" listesi, apandisit, kuyruk sokumu kemi¤i gibi yaklaflık 100 organı içeriyordu. Ancak bilim ilerledikçe, Wiedersheim'ın listesindeki organların hepsinin vücutta çok önemli ifllevlere sahip oldu¤u ortaya çıktı. Örne¤in "körelmifl organ" sayılan apandisitin, gerçekte vücuda giren mikroplara karflı mücadele eden lenf sisteminin bir parçası oldu¤u belirlendi. Bu 35 36 KÖRELM‹fi ORGANLAR ÇEL‹fiK‹S‹ gerçek, 1997 tarihli bir tıp kayna¤ında flöyle belirtilir: Vücuttaki timus, karaci¤er, dalak, apandisit, kemik ili¤i gibi baflka organlar lenfatik sistemin parçalarıdır. Bunlar da vücudun enfeksiyonla mücadelesine yardım ederler.43 Aynı "körelmifl organlar" listesinde yer alan bademciklerin ise bo¤azı, özellikle eriflkin yafllara kadar, enfeksiyonlara karflı korumada önemli rol oynadı¤ı keflfedildi. Omurili¤in sonunu oluflturan kuyruk sokumunun, le¤en kemi¤i çevresindeki kemiklere destek sa¤ladı¤ı ve küçük bazı kasların tutunma noktası oldu¤u anlaflıldı. ‹lerleyen yıllarda yine "körelmifl organlar" olarak sayılan timüs bezinin T hücrelerini harekete geçirerek vücudun savunma sistemini aktif hale getirdi¤i; pineal bezin önemli hormonların üretilmesinden sorumlu oldu¤u; tiroid bezinin bebeklerde ve çocuklarda dengeli bir büyümenin gerçekleflmesini sa¤ladı¤ı; pitüiter bezin de birçok hormon bezinin do¤ru çalıflmasını kontrol etti¤i ortaya çıktı. Darwin tarafından "körelmifl organ" olarak nitelendirilen gözdeki yarım ay fleklindeki çıkıntının ise gözün temizlenmesi ve nemlendirilmesi ifline yaradı¤ı anlaflıldı. Nitekim bugün pek çok evrimci "körelmifl organlar" hikayesinin cehaletten kaynaklanan bir argüman oldu¤unu kabul etmifl durumdad›r. Evrimci biyolog Evrimci biyologlar›n "körelmifl organ" sand›klar› apandisitin (altta) vücudun s a v u n m a s i s t e m i n d e ö n em l i r o l o y n a d › ¤ › a r t › k a n l a fl › l m › fl b u l u n m a k t a d › r . Kuyruk sokumu olarak bilinen omurili¤in en alt kemi¤i ise (solda) yine "kö relmifl organ" de¤il, önemli kaslar›n tutunma noktas›d›r. apandisit kuyruk sokumu Evrim Açmaz› (Ansiklopedik) KP 271 S. R. Scadding Evolutionary Theory (Evrimsel Teori) dergisinde yazd›¤› "Körelmifl Organlar Evrime Delil Oluflturur mu?" bafll›kl› makalesinde bu gerçe¤i flöyle ifade eder: (Biyoloji hakk›ndaki) bilgimiz artt›kça, körelmifl organlar listesi de giderek küçüldü... Bir organ›n ifllevsiz oldu¤unu tespit etmek mümkün olmad›¤›na ve zaten körelmifl organlar iddias› bilimsel bir özellik tafl›mad›¤›na göre, "körelmifl organlar"›n evrim teorisi lehinde herhangi bir kan›t oluflturamayaca¤› sonucuna var›yorum. (S. R. Scadding, "Do 'Vestigial Organs' Provide Evidence for Evolution?", Evolutionary Theory, Cilt 5, May›s 1981, s. 173) Körelmifl organlar iddiasında evrimcilerin yaptıkları çok önemli bir de mantık hatası vardı. Daha önce de belirtildi¤i gibi evrimciler tarafından ortaya atılan iddia, canlılardaki körelmifl organların geçmiflteki atalarından miras kaldı¤ıydı. Oysa "körelmifl organ" oldu¤u söylenen bazı organlar, insanın atası oldu¤u iddia edilen canlılarda yoktur. Örne¤in evrimciler tarafından insanın atası oldu¤u söylenen bazı maymunlarda apandisit bulunmaz. Körelmifl organlar tezine karflı çıkan biyolog H. Enoch bu mantık hatasını flöyle dile getirmektedir: ‹nsanların apandisiti vardır. Ancak daha eski ataları olan alt maymunlarda apandisit bulunmaz. Sürpriz bir biçimde apandisit, daha alt yapılı memelilerde, örne¤in opossumlarda tekrar belirir. Öyleyse evrim teorisi bunu nasıl açıklayabilir?44 Harun Yahya (Adnan Oktar) Evrimciler tarafından ortaya atılan körelmifl organlar senaryosu kendi içinde hem mantık hataları içermektedir, hem de bilimsel olarak yanlıfltır. ‹nsanlarda, sözde atalarından miras kalmıfl olan hiçbir körelmifl organ yoktur. Çünkü insanlar di¤er canlılardan rastlantılarla türememifl, bugünkü formlarıyla eksiksiz ve mükemmel bir biçimde yaratılmıfllardır. KP 271 (Kanapo› Hom›n›d 1 veya Kanapo› Dirsek Kemi¤i Fosili) bkz. Kanapoi dirsek kemi¤i fosili sahtekarl›¤› Kromozom Hücrenin çekirde¤indeki DNA molekülü kromozom adlı özel kılıflarda paketlenir. (bkz. DNA) Tek hücrede bulunan kromozomlarda paketlenen DNA molekülünün toplam uzunlu¤u 1 metreyi bulur. Kromozomun toplam kalınlı¤ı ise 1 nanometre yani metrenin milyarda biri kadardır. Yaklaflık 1 metre uzunlu¤undaki DNA molekülü bu küçücük alana paketlenmifl flekildedir. Her insan hücresinin (üreme hücreleri hariç) çekirde¤inde 46 kromozom vardır. Her bir kromozomu, gen sayfalarından meydana gelmifl bir cilde benzetirsek, hücrede insanın tüm özelliklerini içeren 46 ciltlik bir "hücre ansiklopedisi" vardır diyebiliriz. Bu hücre ansiklo- 37 38 KROMOZOM Yaklafl›k 1 metre uzunlu¤undaki DNA molekülleri, metrenin milyarda biri kal›nl›¤›na sahip kromozomlar›n içine s›¤d›r›lm›flt›r. pedisinin içerdi¤i bilgi, tam 920 ciltlik Britannica Ansiklopedisinin içerdi¤i bilgiye eflde¤erdir. DNA molekülünü içeren kromozom paketleri aslında çok daha küçük özel ambalaj sistemlerinden oluflur. Bu molekül önce adeta bir ipin makaraya sarılması gibi sıkı sıkıya "histon" adlı özel proteinlere sarılır. Bu histon makaralara sarılmıfl DNA bölümleri, "nükleozom" olarak adlandırılır. Bu nükleozom bölümleri DNA'nın korunması ve zarar görmemesi için özel olarak dizayn edilmifltir. Nükleozomlar ucuca eklendi¤inde kromatinleri olufltururlar. Kromatin- ler iyice birbirine sarılıp kıvrılarak yo¤un yumaklar meydana getirirler. Ve böylece DNA molekülü kendi uzunlu¤unun milyarda biri kadar küçük olan bir yere muhteflem bir flekilde sı¤dırılmıfl olur. Kross›ng-over (Cross›ng-over) (Çapraz çiftleflme) Mayoz bölünme s›ras›nda, anne ve babadan gelen benzer (homolog) kromozomlar›n aras›ndaki gen al›flverifline "krossing-over" (çapraz çiftleflme) denir. Homolog kromozomlar›n kardefl olma- Evrim Açmaz› (Ansiklopedik) KROSSING-OVER yan kromatidleri sarmal yaparlar. Birbirlerine de¤dikleri noktalarda gen al›flverifli olur. Çapraz çiftleflme canl›larda kromozomlar›n gen diziliflinde bir de¤iflime yol açar. Bu olay sayesinde genetik varyasyonlar meydana gelir ki bu da tür içi çeflitlili¤e sebep olur. Fakat, bir türün bir baflka türe dönüflmesi gibi bir durum söz konusu olmaz. Canl›lardaki çeflitlili¤i sa¤layan etken "krossing-over"dir. Krossingover'de benzer kromozomlar aras›nda tekli ya da çiftli parça de¤iflimi söz konusudur. De¤iflen bu parçalar kromozomlara yeni gen kombinasyonlar› verece¤i için yavrularda, ana ve babada olmayan özelliklerin ortaya ç›kmas› da mümkündür. Bu durum tipik bir varyasyon örne¤idir. Sonuçta, anne ve babada zaten mevcut olan genler bir araya gelmifl ve yeni kombinasyonlar meydana getirmifllerdir. Ancak evrimcilerin iddia etti¤i gibi yeni bir tür ortaya ç›kmas›, baflka bir canl›ya dönüflmesi söz konusu de¤ildir. Dolay›s›yla öne sürülen varyasyon örnekleri evrimin bir kan›t› say›lamazlar. (bkz. Mikro evrimin geçersizli¤i; Makro evrim masal›) Biyolog Edward Deevey de, çapraz çiftlefltirmenin hep belirli genetik sınırlar içinde gerçekleflti¤ini flöyle açıklar: "Çapraz çiftlefltirme yöntemiyle çok Harun Yahya (Adnan Oktar) önemli sonuçlara varılmıfltır... Ama sonuçta bu¤day hala bu¤daydır ve örne¤in üzüm de¤ildir. Domuzlar üzerinde kanat oluflturmamız da, kuflların yumurtalarını silindir fleklinde üretmeleri kadar imkansızdır. Daha güncel bir örnek, son bir yüzyıl içinde dünyadaki erkek nüfusunda görülen boy ortalaması yükseliflidir. Daha iyi beslenme ve bakım koflulları sayesinde erkekler son bir yüzyıl içinde rekor sayılabilecek bir boy ortalamasına ulaflmıfltır, ama bu artıfl giderek durma noktasına gelmifltir. Çünkü varabilece¤imiz genetik sınıra dayanmıfl durumdayız."45 Kısacası bitki ve hayvanlar üzerindeki bu tür çalıflmalar, ancak bir türün genetik bilgisinin sınırları içinde kalan bazı de¤iflimler meydana getirmekte, ancak hiçbir zaman türlere yeni bir genetik bilgi eklememektedir. Farklı köpek, inek ya da at cinslerini ne kadar çiftlefltirirseniz çiftlefltirin, sonuçta ortaya yine köpekler ya da atlar çıkacak, ama yeni türler oluflmayacaktır. Çapraz çiftlefltirme hep belirli genetik s›n›rlar içinde gerçekleflir. Örne¤in bu¤day her zaman bu¤dayd›r. 39 40 KUfiLARIN KÖKEN‹ Kufllar›n kökeni Evrim teorisi, kuflların küçük yapılı ve etobur theropod dinozorlardan, yani sürüngenlerden türedi¤i iddiasındadır. Oysa kufllar ile sürüngenler arasında yapılacak bir karflılafltırma, bu canlı sınıflarının birbirlerinden çok farklı olduklarını ve aralarında bir evrim gerçekleflmifl olamayaca¤ını gösterir. Kufllar ve sürüngenler arasında birçok yapısal farklılık bulunur. Bunlardan en önemlilerinden biri kemiklerin yapısıdır. Evrimciler tarafından kuflların atası olarak kabul edilen dinozorların kemikleri, büyük ve cüsseli yapıları nedeniyle kalındır ve içleri dolguludur. Buna karflın yaflayan ve soyu tükenmifl tüm kuflların kemiklerinin içleri bofltur ve bu sayede çok hafiftir. Bu hafif kemik yapısı, kuflların uçabilmesinde büyük önem taflır. Sürüngenler ve kufllar arasındaki bir di¤er farklılık da metabolik yapıdır. Sürüngenler canlılar dünyasında en yavafl metabolik yapıya sahipken, kufllar bu alandaki en yüksek rekorları ellerinde tutarlar. Örne¤in bir serçenin vücut ısısı, hızlı metabolizması nedeniyle zaman zaman 48°C'ye kadar çıkabilir. Di¤er tarafta ise sürüngenler kendi vücut ısılarını bile kendileri üretmez, bunun yerine vücutlarını güneflten gelen ısıyla ısıtırlar. Sürüngenler do¤adaki en az enerji tüketen canlılar iken, kufllar en fazla enerji tüketen canlılardır. Kuzey Carolina Üniversitesi profe- sörü Alan Feduccia, bir evrimci olmasına karflılık, bilimsel bulgulara dayanarak kuflların dinozorlarla akraba oldu¤u teorisine kesinlikle karflı çıkmaktadır. Feduccia sürüngen-kufl evrimi tezi hakkında ise genel anlamda flöyle demektedir: 25 sene boyunca kuflların kafataslarını inceledim ve dinozorlarla aralarında hiçbir benzerlik görmüyorum. Kuflların dört ayaklılardan evrimleflti¤i teorisi, paleontoloji alanında 20. yüzyılın en büyük utancı olacaktır.46 Kansas Üniversitesi'nde eski kufllar üzerinde uzman olan Larry Martin de kuflların dinozorlarla aynı soydan geldi¤i teorisine karflı çıkmaktadır. Martin, evrimin bu konuda içine düfltü¤ü çeliflkiden söz ederken, "do¤rusunu söylemek gerekirse, e¤er dinozorlarla kuflların aynı kökenden geldiklerini savunuyor olsaydım, bunun hakkında her kalkıp konuflmak zorunda oluflumda utanıyor olacaktım" demektedir.47 Ancak tüm bilimsel bulgulara ra¤men, hiçbir somut delile dayanmayan "dinozor-kufl evrimi" senaryosu ısrarla savunulmaktadır. Bu arada, bu senaryoya delil oluflturmayan bazı kavramlar da, yüzeysel bir üslup içinde "dinozor-kufl ba¤lantısının kanıtı" gibi sunulmaktadır. Örne¤in bazı evrimci yayınlarda, dinozorların kalça kemiklerindeki farklılıklardan yola çıkılarak, kuflların dinozorlardan evrimleflti¤i tezine bir dayanak sa¤landı¤ı sanılmaktadır. Söz konu- Evrim Açmaz› (Ansiklopedik) KUfiLARIN KÖKEN‹ su kalça kemi¤i farklılı¤ı, Saurischian (sürüngen-benzeri kalça kemerliler) ve Ornithischian (kufl-benzeri kalça kemerliler) gruplarına ba¤lı dinozorlar arasındadır. ‹flte bu "kufl-benzeri kalça kemerli dinozorlar" kavramı, zaman zaman "dinozor-kufl evrimi" iddiasına bir delil olarak algılanmaktadır. Oysa söz konusu kalça kemeri farklılı¤ı, kuflların atalarının dinozorlar oldu¤u iddiasına hiçbir destek sa¤lamamaktadır. Çünkü Ornithischian (kuflbenzeri kalça kemerliler) gruplarına ba¤lı dinozorlar, di¤er anatomik özellikleri açısından hiçbir flekilde kufllara benzemez. Örne¤in kısa bacaklara, dev bir gövdeye, zırha benzer dev pullu bir deriye sahip olan (hatta savafl tanklarına benzetilen) Ankylosaurus, Ornithischian grubuna ba¤lı bir kuflbenzeri kalça kemerli dinozordur. Buna karflılık, bazı anatomik özellikleri ile Dinozorlar›n kemikleri, büyük ve cüsseli yap›lar› nedeniyle kal›nd›r ve içleri dolgu ludur. Buna karfl›n, yaflayan ve soyu tükenmifl tüm kufllar›n kemiklerinin içleri bofltur ve bu sayede çok hafiftir. Harun Yahya (Adnan Oktar) kufllara benzetilebilecek olan uzun bacaklı, kısa ön ayaklara sahip ince yapılı Struthiomimus ise Saurischian (sürüngen-benzeri kalça kemerliler) grubuna dahildir.48 Görülmektedir ki, kalça kemeri yapısı hiçbir flekilde dinozorlar ile kufllar arasında evrimsel bir iliflki oldu¤u iddiasına delil oluflturmamaktadır. "Kuflbenzeri kalça kemerli dinozorlar" tanımı, sadece benzerlikten kaynaklanan bir tanımdır ve iki canlı grubu arasındaki di¤er büyük anatomik farklılıklar, bu benzerli¤i evrimci bir bakıfl açısıyla dahi yorumlamayı imkansız kılmaktadır. 41 42 KUfi AKC‹⁄ERLER‹N‹N KÖKEN‹ Kufl akci¤erlerinin kökeni Sürüngen-kufl evrimi senaryosunu imkansız kılan nedenlerden biri, kufl akci¤erinin evrimle açıklanamayan özgün yapısıdır. Kara canlılarının akci¤erleri "çift yönlü" bir yapıya sahiptir: Nefes alma sırasında hava, akci¤erdeki dallanmıfl kanallar boyunca ilerler ve küçük hava keseciklerinde durur. Oksijen-karbondioksit alıflverifli burada gerçeklefltirilir. Ancak daha sonra, kullanılmıfl olan bu hava, tam ters yönde hareket eder ve geldi¤i yolu izleyerek akci¤erden çıkar, ana bronfl yoluyla da dıfları atılır. Kufllarda ise hava, akci¤er kanalı boyunca "tek yönlü" hareket eder. Akci¤erlerin girifl ve çıkıfl kanalları birbirlerinden farklıdır ve bu kanallar boyunca uzanan özel hava kesecikleri sayesinde hava daimi olarak akci¤er içinde tek yönlü olarak akar. Bu sayede kufl, havadaki oksijeni kesintisiz olarak alabilir. Böylece kuflun yüksek enerji ihtiyacı karflılanmıfl olur. "Avien akci¤er" olarak bilinen bu özel solunum sistemi, Avustralya'daki Otega Üniversitesi'nden moleküler biyolog Michael Denton, tarafından flöyle anlatılmaktadır: Kufllarda ana bronfl, akci¤er dokusunu oluflturan tüplere ayrılır. "Parabronfl" olarak adlandırılan bu tüpler sonunda tekrar birleflerek, havanın akci¤erler boyunca tek bir yönde devamlı akımın› sa¤layacak sistemi meydana getirirler... Kufllardaki akci¤erlerin yapısı ve genel solunum sisteminin çalıflması tümüyle kendine özgüdür. Kufllardaki bu "avien" sistemi baflka hiçbir omurgalı akci¤erinde bulunmaz. Bu sistem bütün kufl türlerinde aynıdır.49 Önemli olan, çift yönlü hava ak›fl›na sahip olan sürüngen akci¤erinin, tek KUfi AKC‹⁄ERLER‹N‹N KÖKEN‹ yönlü hava ak›fl›na sahip olan kufl akci¤erine evrimleflmesinin imkans›z olufludur. Çünkü bu iki akci¤er yap›s›n›n aras›nda kalacak bir "geçifl" modeli mümkün de¤ildir. Bir canl› yaflamak için sürekli nefes almak zorundad›r ve akci¤er yap›s›n›n bafltan afla¤› de¤iflmesi, ara aflamalarda mutlak ölümle sonuçlanacakt›r. Kald› ki bu de¤ifliklik evrim teorisine göre milyonlarca y›lda kademe kademe gerçekleflmelidir. Oysa çok iyi bilindi¤i gibi akci¤eri çal›flmayan bir canl› birkaç dakikadan fazla yaflayamaz. Micheal Denton A Theory in Crisis (Kriz ‹çinde Bir Teori) adl› kitab›nda, kufl akci¤erinin kökenine evrimci bir aç›klama getirmenin imkans›zl›¤›n› flöyle belirtir: Böyle tamamen de¤iflik bir solunum sisteminin azar azar küçük de¤ifliklerle standart omurgalı dizaynından evrimleflmifl oldu¤u iddiası, düflünülmeden ortaya atılmıfl bir tezdir. Solunum faaliyetinin bu evrim süresince hiç aksamadan korun- ması, organizmanın hayatını sürdürmesi için gereklidir. En küçük bir eksik fonksiyon ölümle sonuçlanacaktır. Kufl akci¤eri de, içinde dallanmıfl olan parabronfllar ve bu parabronfllarda hava sa¤lanmasını garanti eden hava kesesi sistemi ile birlikte en üst düzeyde geliflmifl olana kadar ve beraberce, iç içe geçmifl mükemmel bir flekilde ifllevini yapana kadar, bir solunum organı olarak görev yapamaz.50 Kısacası, kara tipi akci¤erden hava tipi akci¤ere geçifl, ara geçifl safhasında bulunan bir akci¤erin hiçbir ifllevselli¤inin olmaması nedeniyle mümkün de¤ildir. Bu konuda belirtilmesi gereken ikinci nokta, sürüngenlerin diyaframlı, kuflların ise diyaframsız bir solunum sistemine sahip olmasıdır. Bu farklı yapı da, yine iki akci¤er tipi arasında gerçekleflecek bir evrimi imkansız kılar. Solunumsal fizyoloji alanında otorite sayılan John Ruben, bu konuda flu yorumu yapar: Theropod bir dinozorun kufllara evrim- 43 44 KUfi AKC‹⁄ERLER‹N‹N KÖKEN‹ KUfi AKC‹⁄ER‹ SÜRÜNGEN AKC‹⁄ER‹ hava girifl ç›k›fl› hava ç›k›fl bronfllar alveol hava girifl parabronfllar Kufl akci¤erleri, kara canl›lar›n›n akci¤erlerine göre tamamen ters biçimde ifller. Kara canl›lar› havay› ayn› kanaldan al›r ve verirler. Kufllarda ise hava, akci¤erlerde sürekli tek bir yönde hareket eder. Bu, akci¤erlerin etraf›nda bulunan özel "hava kesecikleri" taraf›ndan sa¤lanmak tad›r. Bu kesecikler, uçufl s›ras›nda yüksek miktarda oksijene ihtiyaç duyan kufllar için özel olarak yarat›lm›fllard›r. Böyle bir yap›n›n sürüngen akci¤erinden evrimleflerek ortaya ç›kmas› ise imkans›zd›r, çünkü iki farkl› akci¤er yap›s› aras›ndaki "ara" bir yap›yla nefes al›namaz. leflmesi, diyaframında ciddi bir handikap oluflmasını gerektirecektir, ama bu durum canlının nefes alma yetene¤ini çok kritik bir biçimde sınırlayacaktır... Buna neden olabilecek bir mutasyonun seçici bir avantaj sa¤laması imkansız görünmektedir.51 Kufl akci¤erinin evrime meydan okuyan bir di¤er özelli¤i, hiçbir zaman havasız kalmayan ve kaldı¤ında "çökme" tehlikesiyle karflılaflan ilginç yapısıdır. Michael Denton bu konuyu da flöyle açıklar: Bu denli farklı bir solunum sisteminin, standart omurgalı dizaynından nasıl evrimleflmifl olabilece¤ini düflünmek neredeyse imkansızdır. Özellikle de solunum sisteminin çalıflır halde korunmasının bir organizmanın yaflamı için ne kadar zorunlu oldu¤u düflünüldü¤ünde. Dahası, avien akci¤erinin kendi özgü form ve fonksiyonu, daha bir çok özelleflmifl adaptasyonu gerektirecektir... Çünkü öncelikle, avien akci¤eri vücut duvarlarına sıkıca tutturulmufltur ve hacim olarak genifllemesi mümkün de¤ildir. Öte yandan, akci¤erdeki hava tüplerinin çok dar yarıçapları ve bunların içindeki herhangi bir sıvının yüksek yüzey gerilimi nedeniyle, avien akci¤eri, di¤er omurgalıların aksine, kendi içinde çökmüfl bir durumdan alınıp yeniden havayla doldurulamaz... (Bu yüzden) Kufllarda, akci¤erin içindeki hava kesecikleri, di¤er omurgalıların aksine, hiçbir zaman boflaltılmaz. Aksine ci¤erler ilk geliflmeye baflladıkları andan itibaren (embriyo aflamasında) daima ya sıvıyla ya da havayla doludurlar.52 Elbette ki, sürüngenlerin ve di¤er omurgalıların akci¤erlerinden tamamen farklı olan ve ola¤anüstü derecede hassas dengelere dayanan bu sistem, evri- Evrim Açmaz› (Ansiklopedik) KUŞLARA ÖZEL SOLUNUM SİSTEMİ NEFES ALIRKEN Kuflun nefes borusundan içeri giren temiz hava, hem akci¤e re, hem de akci¤erin arkas›n da bulunan arka hava kese ciklerine girer. Akci¤erde bulunan kirlenmifl hava ise ön hava keseciklerine aktar›l›r. NEFES VER‹RKEN Kufl nefes verirken, arka hava keseciklerinde biriktirilmifl olan temiz hava, akci¤erin içine dolar. Bu sistem sayesinde kuflun ci¤erlerinde temiz hava ak›m› hiç kesilmeden devam eder. fiemalarda çok basitlefltirilmifl olarak gösterilen bu akci¤er sisteminin daha pek çok detay› vard›r. Örne¤in ci¤erler le keseciklerin ba¤lant› noktalar›nda, havan›n do¤ru yönde akmas›n› sa¤layan özel t›kaçlar ve kapakç›klar bulunmaktad›r. Tüm bunlar hem evrim iddias›na yönelik kesin bir darbe, hem de aç›k bir yarat›l›fl delilidir. Allah kufllar› mükemmel özelliklere sahip olarak yaratm›flt›r. Allah üstün güç sahibi bir Yarat›c›'d›r. 46 KUfi TÜYLER‹N‹N KÖKEN‹ Kufl akci¤eri içinde yer alan ve havan›n tek yönlü olarak hareket etmesini sa¤layan küçük "parabronfl" tüpleri. Bu tüplerin her biri 0.5 mm çap›ndad›r. min iddia etti¤i gibi bilinçsiz mutasyonlarla kademe kademe geliflmifl olamaz. Denton, kufl akci¤erinin bu yapısının Darwinizm'i geçersiz kıldı¤ını flöyle ifade etmektedir: Kufl akci¤eri, bizleri, Darwin'in "e¤er birbirini takip eden çok sayıda küçük de¤ifliklikle kompleks bir organın oluflmasının imkansız oldu¤u gösterilse, teorim kesinlikle yıkılmıfl olacaktır" fleklindeki meydan okuyufluna cevap vermeye götürmektedir.53 Kufl tüylerinin kökeni Kuflların sürüngenlerden evrimleflti¤ini iddia eden evrim teorisi, bu iki ayrı canlı sınıfı arasındaki dev farkları asla açıklayamamaktadır. Kufllarla sürüngenlerin arasına aflılmaz bir uçurum koyan bir özellik ise, tamamen kufllara has bir yapı olan tüylerdir. Kufl tüylerindeki yarat›l›fl hiçbir evrimsel süreçle açıklanamayacak kadar komplekstir. Ünlü kufl bilimci Alan Feduccia, "Tüylerin her özelli¤i aerodinamik fonksiyona sahiptir. Hafiftirler, kaldırma kuvvetleri vardır ve kolaylıkla eski biçimlerine dönebilirler" der. Feduccia, evrim teorisinin bu konudaki çaresizli¤ini ise flöyle kabul eder: Uçmak için böylesine tasarlanmıfl bir organın, nasıl olup da ilk baflta baflka bir Evrim Açmaz› (Ansiklopedik) KUfi TÜYLER‹N‹N KÖKEN‹ amaca yönelik olarak ortaya çıktı¤ını anlayamıyorum.54 Ayrıca tüylerin ortasında hepimizin bildi¤i uzun ve sert bir boru vardır. Bu borunun her iki tarafından yüzlerce tüy çıkar. Boyları ve yumuflaklıkları farklı olan bu tüyler kufla aerodinamik özellik kazandırır. Ancak daha da ilginç olanı, bu tüylerin her birinin üzerinde de, "tüycük" denilen ve gözle görülemeyecek kadar küçük olan çok daha küçük tüylerin bulunmasıdır. Bu tüycüklerin üzerinde ise "çengel" adı verilen minik kancalar vardır. Bu kancalar sayesinde her tüycük birbirine sanki bir fermuar gibi tutunur. Turna kuflunun tek bir tüyünün üzerinde, tüy borusunun her iki yanında uzanan 650 tane incecik tüy vardır. Bunların her birinde ise 600 adet karflılıklı tüycük bulunur. Bu tüycüklerin her biri ise, 390 tane çengelle birbirlerine ba¤lanır. Çengeller bir fermuarın iki tarafı gibi birbirine kenetlenmifltir. Çengeller herhangi bir flekilde birbirinden ayrılırsa, kuflun bir defa silkinmesi veya daha a¤ır hallerde gagasıyla tüylerini düzeltmesi tüylerin eski haline dönmesi için yeterlidir. Tüylerin bu kompleks yap›s›n›n rastlantısal mutasyonlar sonucunda sürüngen pulundan evrimleflti¤ini savunmak, hiçbir bilimsel temeli olmayan dogmatik bir inanıfltan baflka bir fley de¤ildir. Nitekim neo-Darwinizm'in duayenlerinden biri olan Ernst Mayr, bu konuda yıllar önce flu itirafta bulunmufltur: Duyu organları, örne¤in bir omurgalı gözünün ya da bir kuflun tüyleri gibi kusursuzca dengelenmifl sistemlerin rastlantısal mutasyonlar sonucunda geliflebilece¤ini varsaymak, bir insanın inandırıcılı¤ı üzerinde ciddi bir sınırlamadır.55 Tüylerdeki bu üstün yarat›l›fl, Charles Darwin'i de çok düflündürmüfl, hatta tavuskuflu tüylerindeki mükemmel estetik, kendi ifadesiyle Darwin'i "hasta etmifl"tir. Darwin, arkadaflı Asa Gray'e yazdı¤ı 3 Nisan 1860 tarihli mektupta "gözü düflünmek ço¤u zaman beni teorimden so¤uttu. Ama kendimi zamanla bu probleme alıfltırdım" dedikten sonra flöyle devam eder: SÜRÜNGEN PULLARI Sürüngenlerin vücutlar›n› kaplayan pullar, her yönüyle kufl tüylerinden farkl›d›r. Pullar tüyler gibi deri alt›na uzanmaz, sadece canl›n›n d›fl yüzeyinde sert bir tabaka olufltururlar. Genetik, biyokimyasal ve anatomik yönlerden kufl tüyleriyle hiçbir benzerlikleri yoktur. Pullar ile tüyler aras›ndaki bu büyük farkl›l›k, sürüngen-kufl evrimi senaryosunu bir kez daha temelsiz b›rakmaktad›r. 47 KUŞ TÜYLERİNİN KOMPLEKS YAPISI Kufl tüyleri detayl› olarak incelendi¤inde çok üstün bir yarat›l›fla sahip oldu¤u ortaya ç›kar. Her tüycü¤ün üzerinde çok daha küçük tüycükler ve bu tüycükleri bir birine tutturmaya yarayan özel çengeller vard›r. Resimlerde, kufl tüylerinin büyütülmüfl yak›n plan çekimleri yer al›yor. KÜLTÜREL EVR‹M YALANI fiimdilerde ise do¤adaki bazı belirgin yapılar beni çok fazla rahatsız ediyor. Örne¤in bir tavuskuflunun tüylerini görmek, beni neredeyse hasta ediyor.56 Kültürel evrim yalan› Evrimciler varsaydıkları biyolojik evrime paralel olarak, kültürel alanda da ilkelden geliflmifle do¤ru bir kültürel geliflim yaflandı¤ını öne sürerler. Hiçbir bilimsel geçerlili¤i olmayan ve hayali bir soy a¤acı olmaktan öteye gidemeyen insanın evrimsel öyküsüne uygun olarak Kaba Tafl, Yontma Tafl, Cilalı Tafl gibi çeflitli devirlerdeki yaflantılar hakkında pek çok hikaye anlatırlar. ‹nsanın evrimi senaryosu tümüyle hayali bir kurgudur. Çünkü böyle bir soy a¤acının var olması için maymunlardan insanlara aflamalı bir evrim yaflanmıfl ve bunun fosillerinin bulunmufl olması gerekir. Oysa maymunlarla insanlar arasında açık bir uçurum vardır. ‹skelet yapıları, kafatası hacimleri, dik ya da e¤ik yürüme kriterleri gibi özellikler, insan ile maymunun arasını açıkça ayırmaktadır. Bugün evrimcilerin insanın ilkel ataları olarak öne sürdükleri maymun insan arası hayali araformların (Australopithecus, Homo habilis, Homo erectus vs.) taraflı yorumlardan, çarpıtmalardan ve sahtekarlıklardan ibaret oldu¤u anlaflılmıfltır. (bkz. Piltdown Adamı sahtekarl›¤›; Nebraska Adamı sahtekarl›¤›; Neandertal Adamı: Bir insan ›rk›...) Örne¤in evrimcilerin maymun insan Harun Yahya (Adnan Oktar) arası varlıklar olarak lanse ettikleri Neandertaller (Homo neanderthalensis) bundan 100 bin yıl önce Avrupa'da aniden ortaya çıkmıfl ve yaklaflık 35 bin yıl önce de yine hızlı ve sessiz bir biçimde yok olmufl -ya da di¤er ırklarla karıflarak asimile olmufl- insanlardır. Günümüz insanından tek farkları, iskeletlerinin biraz daha güçlü ve kafatası hacmi ortalamalarının biraz daha yüksek olmasıdır. Neandertaller bir insan ırkıdır ve bugün artık bu gerçek hemen herkes tarafından kabul edilmektedir. Bazı evrimci paleoantropologlar bu insanları çok uzun zaman "ilkel bir tür" olarak kabul etmifl, ama bulgular Neandertal insanının bugün sokakta yürüyen herhangi bir "yapılı" insandan daha farklı olmadı¤ını göstermifltir. Bu konuda önde gelen bir otorite sayılan New Mexico Üniversitesi'nden paleoantropolog Erik Trinkaus flöyle yazar: Neandertal kalıntıları ve günümüz insanı kemikleri arasında yapılan ayrıntılı karflılafltırmalar göstermektedir ki, Neandertaller'in anatomisinde ya da hareket, alet kullanımı, zeka seviyesi veya konuflma kabiliyeti gibi özelliklerinde günümüz insanlarından afla¤ı sayılabilecek hiçbir fley yoktur.57 Neandertaller'in yapt›klar› tak›lar 49 50 KÜLTÜREL EVR‹M YALANI Tüm bunlara ra¤men evrimciler, Neandertal insanını günümüz insanının bir alt türü olarak tanımlarlar. Dolayısıyla ilkel bir kültür düzeyine sahip olduklarını öne sürerler. Ancak fosil bulguları, evrimcilerin iddialarının tersine Neandertaller'in ileri bir kültüre de sahip olduklarını göstermektedir. Bunun en ilginç örneklerinden biri, Neandertal insanları tarafından yapılmıfl olan fosilleflmifl bir flüttür. Bir ayının uyluk kemi¤inden yapılmıfl olan söz konusu flüt, arkeolog Ivan Turk tarafından 1995 Temmuzu'nda Kuzey Yugoslavya'daki bir ma¤arada bulunmufltur. Daha sonra da bir müzikolog olan Bob Fink, flütü analiz etmifltir. Fink, karbon testine göre yaflının 43.000 ile 67.000 yıl arasında oldu¤u düflünülen bu aletin, 4 nota çıkardı¤ını ve flütte yarım tonların da, tam tonların da bulundu¤unu tespit etmifltir. Bu keflif, Neandertaller'in Batı müzi¤inin temel formu olan yedi nota ölçüsünü kullandıklarını göstermektedir. Flütü inceleyen Fink, "eski flütün üzerindeki ikinci ve üçüncü delikler arasındaki mesafenin, üçüncü ve dördüncü delikler arasındaki mesafenin iki katı" oldu¤unu belirtmektedir. Bunun anlamı birinci mesafenin tam notayı, ona komflu olan mesafenin de yarım notayı temsil etti¤idir. "Bu üç nota inkar edilemez bir flekilde diatonik bir ölçekteki gibi ses çıkarır" diyen Fink, Neandertaller'in müzik kula¤ı ve bilgisi olan insanlar oldu¤unu belirtmektedir.58 Di¤er bazı fosil bulguları Neander- taller'in ölülerini gömdüklerini, hastalarına baktıklarını, kolye ve benzeri takı eflyaları kullandıklarını göstermektedir.59 Öte yandan fosil kazıları sırasında Neandertal insanları tarafından kullanıldı¤ı tespit edilen 25 bin yıllık bir dikifl i¤nesi bulunmufltur. Kemikten yapılmıfl olan bu i¤ne son derece düzgündür ve iplik geçirilmesi için açılmıfl bir deli¤e sahiptir.60 Elbette dikifl i¤nesine ihtiyaç duyacak bir giyim-kuflam kültürüne sahip olan insanlar "'ilkel" sayılamazlar. New Mexico Üniversitesi'nde antropoloji ve arkeoloji profesörü olan Steven L. Kuhn ve Mary C. Stiner, evrim teorisini savunmalarına ra¤men, yaptıkları arkeolojik arafltırmalar ve analizler sonucu, ‹talya'nın güneybatı sahilindeki ma¤aralarda binlerce yıl yaflamıfl olan Neandertaller'in, günümüz insanı gibi kompleks bir düflünce yapısı gerektiren faaliyetlerde bulunduklarını ortaya koymufllardır.61 California Üniversitesi'nden Margaret Conkey, Neandertaller'den önceki dönemlere ait olan aletlerin de bilinçli ve zeki topluluklar tarafından yapıldı¤ını flöyle anlatmaktadır: Arkaik insanların elleriyle yaptıkları nesnelere bakacak olursanız, hiç de acemi ifli fleyler olmadıklarını görürsünüz. Arkaik insanlar kullandıkları malzemenin nasıl bir fley oldu¤unu ve nasıl bir dünyada yafladıklarının bilincindedirler.62 Tüm bunlar, evrimcilerin iddia ettikleri kültürel evrim senaryolarının asılsız oldu¤unu kanıtlamaktadır. Evrim Açmaz› (Ansiklopedik) NEANDERTALLER'İN DİKİŞ İĞNESİ Neandertal insan›n›n günümüzden on binlerce y›l önce giyim-kuflam bilgisine sahip oldu¤unu gösteren ilginç bir fosil: 26 bin senelik i¤ne. (D. Johanson, B. Edgar, From Lucy to Language, s.99 ) NEANDERTALLER'İN FLÜTÜ Neandertal insan›na ait kemikten yap›lm›fl flüt. Bu flüt üzerinde yap›lan hesaplamalar, deliklerin do¤ru notalarda ses verecek biçim de aç›ld›¤›n›, yani bunun son derece ustaca tasarlanm›fl bir enstrüman oldu¤unu göster mifltir. Üstte Bob Fink adl› araflt›rmac›n›n flütle ilgili hesaplar› görülüyor. Bu gibi bulgular, evrimci propagandan›n aksine, N e a n d e r t a l i n s a n l a r › n › n i l k e l m a ¤ a r a adamlar› de¤il, medeni bir insan ›rk› oldu¤unu göstermektedir. ( T h e A A A S S c i e n c e N e w s S e r v i c e , Neander tals Lived Harmoniously, 3 Nisan 1997) LAETOLI AYAK ‹ZLER‹ (‹NSAN AYAK ‹ZLER‹) Laetol› ayak izleri (‹nsan ayak izleri) aynıdır. ‹yi bir kavisle çizilmifl düzgün bir topuk ve aya¤ın önünde güzel bir yuvarlaklık vardır. Büyük baflparma¤ın sırası düzdür. Bir maymun baflparma¤ındaki gibi yana sarkmamaktadır. Hiç kuflkunuz olmasın... Bunlar günümüz insanının ayak izlerinden tamamen farksız. E¤er bu izler bugün bir California plajında olsalardı ve bir çocu¤a bunların ne oldu¤u sorulsaydı, hiç tereddüt etmeden burada bir insanın yürüdü¤ünü söylerdi. Bunları, kumsalda yer alan di¤er yüzlerce insan ayak izinden ayırt edemezdi. Dahası, siz de ayırt edemezdiniz.63 Mary Leakey tarafından 1978'de Tanzanya Laetoli'deki volkanik kül tabakasında bazı ayak izleri bulundu. Bu ayak izleri, ünlü fosil Lucy ile ilgili olarak yürütülen evrimci propagandanın önemli bir parçası olarak kullanıldı. (bkz. Lucy kand›rmacas›) Söz konusu ayak izleri, evrimciler tarafından maymun-insan ortak atası kabul edilen Lucy'nin iki aya¤ı üzerinde yürüyebildi¤inin en somut kanıtı olarak sunuldular. Ayak izleriKuzey California nin Lucy ile aynı yaflta, Üniversitesi'nden Louis yani yaklaflık 3.6 milRobins ise ayak izlerini yon yıl yaflında oldu¤u inceledikten sonra flöyle açıklanmıfl ve dik yürüdemifltir: yüflünün bir delili oldu¤u iddia edilmiflti. Laetoli ayak izi Aya¤ın kemeri yüksektir, ufak olan kiflinin ayak keAyak izleri gerçekmeri benimkisinden bile daha yüksektir, ten de Lucy kadar eskiydiler ve dik yüyani parmaklar insan parmaklarıyla ayrüyen bir canlı tarafından bırakıldıkları nı flekilde yeri kavramaktadırlar. Bunu açıktı. Ama bu izlerin Lucy gibi bir habaflka hayvan formlarında göremezsiyali ara geçifl sınıflandırması olan Austniz.64 ralopithecus afarensis'e ait oldu¤unu Kısacası, 3.6 milyon yıl yaflında olgösteren hiçbir bulgu yoktu; bu ayak izlerinin gerçek insanlara ait oldu¤u son du¤u söylenen bu ayak izlerinin Lucy'ye derece açıktı. Mary Leakey ile birlikte ait olması imkansızdı. Çünkü kıvrık el çalıflan ünlü paleoantropolog Tim White ve ayaklara sahip olan ve yürürken ön ayaklarını da kullanan Lucy'nin ancak bu konuda flunları söylemifltir: insana ait olabilecek bu tip izleri bırakBu konuda yanılgıya düflmeyin, bunlar ması mümkün de¤ildi. Ayak izlerinin insan ayak izleridir... Görünen morfoloji Harun Yahya (Adnan Oktar) 53 Tanzanya Laetoli'deki 3.6 milyon y›ll›k insan ayak izleri LAMARCK, JEAN B. Australopithecus afarensis tarafından nesilden nesile boyunları uzamıfltı. Darbırakıldı¤ının düflünülmesinin sebebi win de canlıları evrimlefltiren etken olaise, fosillerin bulundu¤u ve 3.6 milyon rak, Lamarck'ın "kazanılmıfl özelliklerin yıl yafl biçilen volkanik tabakaydı. Bu aktarılması" tezine baflvurdu. Lamarck'ın "kazanılmıfl özelliklerin kadar eski bir tarihte insanların yaflamıfl olamayaca¤ı düflünülerek, izler Austra- aktarılması" olarak bilinen bu evrim modeli, kalıtım kanunlarının keflfedilmesi lopithecus afarensis'e atfedilmiflti. Tarafsız incelemeler, ayak izlerinin ile birlikte geçerlili¤ini yitirmifltir. (bkz. gerçek sahiplerini de tanımladı: 10 ya- Kalıtım kanunları) 20. yüzyılın ortalaflındaki bir insanın 20 tane ve daha kü- rında DNA'nın keflfiyle birlikte, canlıların, hücrelerinin çekirde¤ine kodçük yaflta birinin de 27 tane fosillanmıfl çok özel bir genetik billeflmifl ayak izi vardı. Ve bunlar, giye sahip oldukları ve bu gekesinlikle, bizim gibi normal netik bilginin, "kazanılmıfl insanlardı. Yani evrimcilerin, özellikler" tarafından de¤ifltiriinsanın sözde en eski atalarının lemeyece¤i ortaya çıktı. (bkz. yafladı¤ını iddia ettikleri döDNA) Dolayısıyla bir canlının nemde bildi¤imiz gerçek insürekli a¤açlara uzanması sanlar yaflamaktaydı. Kısonucunda boynu bir kaç saca insanın atası yine inJean B. Lamarck santim uzamıfl olsa bile, dosandan baflkası de¤ildi. ¤urdu¤u yavruları yine o türe ait standart boyun ölçüleri ile do¤acakLamarck, Jean B. lardı. Lamarck'ın öne sürdü¤ü evrim teEvrim teorisi, felsefi kökenleri Eski orisi, bilimsel bulgular tarafından yalanYunan'a kadar uzanmasına karflın, bilim landı ve yanlıfl bir varsayım olarak taridünyasının gündemine 19. yüzyılda gir- he geçti. di. Önce Fransız biyolog Jean B. Lamarck, Zoological Philosophy adlı kitabında canlı türlerinin birbirlerinden evrimlefltikleri varsayımını ortaya attı. Lamarck'a göre canlılar yaflamları sırasında kazandıkları özellikleri sonraki nesle aktarıyorlar, böylece evrimlefliyorlardı. Örne¤in zürafalar, ceylan benzeri hayvanlardan türemifllerdi; yüksek a¤açların yapraklarını yemek için çabalarken Harun Yahya (Adnan Oktar) Lamarkizm Darwin canlıları evrimlefltiren etken olarak, Lamarck'ın "kazanılmıfl özelliklerin aktarılması" tezine baflvurdu. (bkz. Lamarck, Jean B.) Evrim teorisini savunan bir arafltırmacı olan Gordon Taylor, The Great Evolution Mystery adlı kitabında Lamarkizm'i tanımlayarak, Darwin'in bu dü- 55 56 flünce biçiminden yo¤un olarak nasıl etkilendi¤ini flöyle anlatır: Lamarkizm, kazanılmıfl olan özelliklerin kalıtsal olarak aktarılması olarak bilinir... Darwin'in kendisi, açık konuflmak gerekirse, böyle bir kalıtımın gerçekleflti¤ine inanmıfl ve hatta parmaklarını kaybettikten sonra çocukları parmaksız olarak do¤an bir adamı kaynak olarak gösterip bu olayı anlatmıfltır... Darwin, Lamarck'tan tek bir fikir bile almadı¤ını iddia etmifltir. Bu son derece ironiktir, çünkü Darwin sürekli olarak kazanılmıfl özelliklerin aktarılması fikriyle oynamıfltır ve (bu nedenle) elefltirilmesi gereken, Lamarck'tan ziyade Darwin'dir. Kitabının (Türlerin Kökeni) 1859 yılı baskısında "dıfl flartların de¤ifliminin"varyasyonlara kaynaklık etti¤ini söylemekte, ama hemen ardından bu flartların varyasyonları yönetti¤ini ve bunu yaparken de do¤al seleksiyonla iflbirli¤i yaptı¤ını açıklamaktadır. Her geçen yıl, (organların) kullanılması ya da kullanılmaması konusuna daha fazla önem vermifltir... 65 Le Chatel›er Prensibi Amino asitler protein oluflturmak üzere kimyasal olarak birleflirken aralarında "peptid ba¤ı" denilen özel bir ba¤ kurarlar. Bu ba¤ kurulurken bir su molekülü açı¤a çıkar. Bu durum, ilkel hayatın denizlerde ortaya çıktı¤ını öne süren evrimci açıklamayı kesinlikle çürütmektedir. Çünkü, kimyada "Le Chatêlier Prensibi" olarak bilinen kurala göre, açı¤a su çıkaran bir reaksiyonun (kondansasyon reaksiyonu) su içeren bir ortamda sonuçlanması mümkün de¤ildir. Sulu bir ortamda bu çeflit bir reaksiyonun gerçekleflebilmesi, kimyasal reaksiyonlar içinde "oluflma ihtimali en düflük olanı" olarak nitelendirilir. Dolayısıyla, evrimcilerin hayatın baflladı¤ı ve amino asitlerin olufltu¤u yerler olarak belirttikleri okyanuslar, amino asitlerin birleflerek proteinleri oluflturması için kesinlikle uygun olmayan ortamlardır. Kimyacı Richard E. Dickerson bunun nedenini flöyle açıklar: E¤er protein ve nükleik asit polimerleri öncül monomerlerden oluflacaksa polimer zincirine her bir monomer ba¤lanıflında bir molekül su atılması flarttır. Bu durumda suyun varlı¤ının polimer oluflturmanın aksine, ortamdaki polimerleri parçalama yönünde etkili olması gerçe¤i karflısında, sulu bir ortamda polimerleflmenin nasıl yürüyebildi¤ini tahmin etmek güçtür.66 Öte yandan, evrimcilerin bu gerçek karflısında iddia de¤ifltirip, ilkel hayatın karalarda olufltu¤unu öne sürmeleri de imkansızdır. Çünkü ilkel atmosferde olufltukları varsayılan amino asitleri ult- LEAKEY, RICHARD raviyole ıflınlarından koruyacak yegane ortam denizler ve okyanuslardır. Amino asitler karada ultraviyole yüzünden parçalanırlar. Le Chatêlier prensibi ise denizlerdeki oluflum iddiasını çürütmektedir. Bu durum da evrim teorisi açısından bir baflka çıkmazdır. Leakey, R›chard Bir antropolog ve paleontolog olan Richard Leakey, aynı zamanda ünlü bir evrimci yazardır. Fakat Richard Leakey esas olarak yaptı¤ı fosil avcılıklarıyla bilinmektedir. Özellikle Kenya'nın kuzeyindeki Turkana gölü kıyılarında yaptı¤ı geziler sonucunda çok sayıda fosil bulmufltur. Fakat bu fosiller konusunda öne sürdükleri ile birçok defa paleoantropoloji dünyasını yanıltmıfltır. Örne¤in, 2.8 milyon yıl yafl biçti¤i bir kafatasını antropoloji tarihinin en büyük buluflu gibi tanıtmıfl, fakat bir süre sonra bu kafatasının insansı yüzünün kasıtlı bir benzetmenin sonucu oldu¤u anlaflılmıfltır. (bkz. Homo rudolfensis) Leakey, evrim teorisi hakk›nda çok tarafl› olmas›na ra¤men, evrim aleyhindeki deliller karfl›s›nda zaman zaman bu tutumunu de¤ifltirmifltir. Bunun örneklerinden biri Turkana Çocu¤u hakk›nda yapt›¤› aç›klamalard›r. Evrimciler insanın hayali evrim flemasında, maymundan dik yürüyen insana geçifli gösterebilmek açısından "dik yürüyen insan" anlamına gelen Homo erectus kavramını ortaya atmıfllardı. Gerçekte günümüz in- Harun Yahya (Adnan Oktar) Richard Leakey, Kenya'n›n kuzeyindeki Turkana gölü k›y›lar›nda buldu¤u fosiller konusunda öne sürdü¤ü iddialar ile, birçok defa paleoantropoloji dünyas›n› yan›ltm›flt›r. sanın›n iskeletinden farksız olan bir iskeleti Homo erectus örne¤i olarak öne sürmüfllerdi. Bu sınıfa dahil edilen en ünlü fosil ise "Turkana Çocu¤u" fosiliydi. Evrimcilerin iddialar›n›n aksine bu fosilin 12 yaflında bir çocu¤a ait oldu¤u ve büyüdü¤ü zaman yaklaflık 1.83 boyunda olaca¤ı saptanmıfltı. Ayrıca fosilin bulunmasından kısa bir süre sonra, dik iskelet yapısının da günümüz insanından farksız oldu¤u tespit edilmiflti. Leakey, "Modern ve Uzun" bafllıklı makalesinde Turkana Çocu¤u fosilinin evrimsel teorilerle yarattı¤ı çeliflkileri flöyle izah eder: ... Turkana Çocu¤u günümüz çocu¤uyla karflılafltırıldı¤ında flaflılacak bir irilik 57 58 LEWONTIN, RICHARD gösteriyordu. ... Bugün kalabalıkta fark edilmeden dolaflabilirdi. Bu keflif, insanın tarih boyunca gittikçe büyüdü¤ünü söyleyen klasik evrimci düflünceyle çelifliyordu.67 Bir evrimci olmasına ra¤men Richard Leakey, Homo erectus'un günümüz insanı ile olan farklılı¤ının ırksal farklılıktan öte bir anlam taflımadı¤ını flöyle ifade eder: Herhangi bir kifli farklılıkları fark edebilir: Kafatasının biçimi, yüzün açısı, kafl çıkıntısının kabalı¤ı vs. Ancak bu farklılıklar bugün de¤iflik co¤rafyalarda yaflamakta olan insan ırklarının birbirleri arasındaki farklılıklardan daha fazla de¤ildir. Böyle bir varyasyon, topluluklar birbirlerinden uzun zaman aralıklarında ayrı tutuldukları zaman ortaya çıkar.68 Lewont›n, R›chard Harvard Üniversitesi'nden ünlü bir genetikçi ve evrimci olan Richard Lewontin, "önce materyalist, sonra bilim adamı" oldu¤unu flöyle itiraf etmektedir: Bizim materyalizme bir inancımız var, 'a priori' (önceden kabul edilmifl, do¤ru varsayılmıfl) bir inanç bu. Bizi dünyaya materyalist bir açıklama getirmeye zorlayan fley, bilimin yöntemleri ve kuralları de¤il. Aksine, materyalizme olan a priori ba¤lılı¤ımız nedeniyle, dünyaya materyalist bir açıklama getiren arafltırma yöntemlerini ve kavramları kurguluyoruz. Materyalizm mutlak do¤ru oldu¤una göre de, ‹lahi bir açıklamanın sahneye girmesine izin veremeyiz.69 Lewontin'in kullandı¤ı "a priori" terimi oldukça önemlidir. Bu felsefi terim, hiçbir deneysel bilgiye dayanmayan bir ön varsayımı ifade eder. Bir düflüncenin do¤rulu¤una dair bir bilgi yok iken, onu do¤ru varsayar ve öyle kabul ederseniz, bu "a priori" bir düflüncedir. Evrimci Lewontin'in açık sözlülükle ifade etti¤i gibi, materyalizm de evrimciler için "a priori" bir kabuldür ve bilimi bu kabule uydurmaya çalıflmaktadırlar. Materyalizm bir Yaratıcı'nın varlı¤ını kesin olarak reddetmeyi zorunlu kıldı¤ı için de, ellerindeki tek alternatif olan evrim teorisine sarılmaktadırlar. Evrim bilimsel veriler tarafından ne kadar yalanlanırsa yalanlansın fark etmez; söz konusu bilim adamları onu bir kere "a priori do¤ru" olarak kabul etmifllerdir. Bu önyargılı tutum, evrimcileri "bilinçsiz maddenin kendi kendini düzenledi¤ine inanmak" gibi bilime ve akla aykırı bir inanıfla götürür. L›aon›ngorn›s Sürüngen-kufl evrimi konusunda savunulan az sayıdaki ara geçifl formu iddialarından en tanınmıflı Archæopteryx isimli fosil kufltur. Ancak Archæopteryx'in bir ara geçifl formu olmad›¤›, uçabilen, günümüz kufllar›ndan hiçbir fark› olmayan bir kufl oldu¤u art›k bilinmektedir. (bkz. Archæopteryx) "Günümüz kufllarının atası" oldu¤u öne sürülen Archæopteryx, bundan yaklaflık 150 milyon yıl önce yaflamıfltır. Fa- Evrim Açmaz› (Ansiklopedik) LINNAEUS, CAROLUS kat Çin'de Kasım 1996'da bulunan Liaoningornis adındaki fosil evrimcilerin Archæopteryx hakk›ndaki iddialarını çürütmüfltür. 130 milyon yıl yaflındaki Liaoningornis isimli bu kufl, günümüz kufllarında bulunan uçufl kaslarının tutundu¤u gö¤üs kemi¤ine sahipti. Di¤er yönleriyle de bu canlı günümüz kufllarından farksızdı. Tek farkı, a¤zında difllerinin olmasıydı. Bu durum, diflli kuflların, hiç de evrimcilerin iddia etti¤i gibi ilkel bir yapıya sahip olmadıklarını gösteriyordu.70 Nitekim Alan Feduccia, Discover dergisinde yayınlanan yorumunda, Liaoningornis'in, kuflların kökeninin dinozorlar oldu¤u iddiasını geçersiz kıldı¤ını belirtmifltir.71 Günümüz kufllar›ndan fark› olmayan 130 milyon y›l yafl›ndaki Liaoningornis kufluna ait bir fosil. ların halen kullandı¤ı sınıflandırmaların temelini oluflturmufltur.72 Canl›lardaki benzer organlar› ilk kez gündeme getiren bilim adamlar›ndan Carolus Linnaeus, bu organlar› "ortak yarat›l›fl" örne¤i olarak L›nnaeus, Carolus görmüfltü. Yani benzer organlar, ortak bir atadan tesa‹sveçli do¤a bilimci Carodüfen evrimlefltikleri için delus Linnaeus 1735 yılında, bi¤il, belirli bir ifllevi görlinen tüm canlı türlerini sınıfmek için bilinçli bir flelandırdı¤ı Systema Naturae kilde yarat›lm›fl olduklar› (Do¤a Sistemi) adlı yapıtıiçin birbirlerine benzinı yayınladı. Linnaeus yordu. Bu yoruma göre, türlerin de¤iflmezli¤ine, yani sıraladı¤ı türlerin farkl› canl›lar›n benzer oryüzyıllar boyu kuflaktan ganlara sahip olmas›, ortak Carolus Linnaeus kufla¤a koruyacakları özelbir Yarat›c›'n›n ürünü olmalikler taflıdıklarına inanıyorlar›ndan kaynaklanmaktad›r. Örne¤in du. Linnaeus botani¤in ve zoolojinin ön- tüm kufllar›n kanat sahibi olmas›n›n necüsü olmufl, canlılar arasında yaptı¤ı sı- deni, kanatlar›n uçufl için en ideal yap›da nıflandırmalar ise günümüzde biyolog- olmas› ve dolay›s›yla bu ideal yap›n›n Harun Yahya (Adnan Oktar) 59 60 LUCY KANDIRMACASI her kufl türü için ayr› ayr› yarat›lm›fl olmas›d›r. Bu yorum, canl›lar› Allah'›n yaratt›¤›n› aç›kça ortaya koyar. (bkz. Yarat›l›fl gerçe¤ini savunma) Nitekim modern bilimsel bulgular da, benzer organlar için ortaya atılan "ortak ata" iddiasının tutarlı olmadı¤ını ve yapılabilecek yegane açıklamanın söz konusu "ortak yarat›l›fl" açıklaması oldu¤unu göstermektedir. (bkz. Ortak ata yalan›) Lucy kand›rmacas› (Australop›thecus afarens›s) Lucy, 1973 y›l›nda Donald Johanson taraf›ndan Etiyopya'daki Afar bölgesinde bulunan ve bu bölgeden hareketle Australopithecus afarensis olarak adland›r›lan bir fosildir. Lucy uzun y›llar insan›n evrimi senaryosunda aranan kay›p halka olarak gösterilmifltir. Ancak son bilimsel bulgular nedeniyle artık evrimci kaynaklar tarafından da itibar görmemektedir. Son dönemlerde Australopithecus'un insanın atası sayılamayaca¤ı, ünlü Fransız bilim dergisi Science et Vie'nin Mayıs 1999 sayısında kapak konusu olmufltur. Dergide "Adieu Lucy" (Elveda Lucy) bafllı¤ı kullanılarak, Australopithecus türü maymunların insanın soy a¤acından çıkarılması gerekti¤i yazılmıfltır. St W573 kodlu yeni bir Australopithecus fosili bulgusuna dayanılarak yazılan makalede flu cümleler yer almaktadır: Lucy iskeleti Evrim Açmaz› (Ansiklopedik) Lucy kafatas› Yeni bir teori Australopithecus türünün insan soyunun kökeni olmadı¤ını söylü- yor... St W573'ü incelemeye yetkili tek kadın arafltırmacının vardı¤ı sonuçlar, insanın atalarıyla ilgili güncel teorilerden farklı; hominid soy a¤acını yıkıyor. Böylece bu soy a¤acında yer alan insan ve do¤rudan ataları sayılan primat cinsi büyük maymunlar hesaptan çıkarılıyor... Australopithecuslar ve Homo türleri (insanlar) aynı dalda yer almıyorlar, Homo türlerinin (insanların) do¤rudan ataları, hala keflfedilmeyi bekliyor.73 "ELVEDA LUCY" Bilimsel bulgular, Australopithecus s›n›f›n›n en ünlü örne¤i say›lan "Lucy" hakk›ndaki evrimci varsay›mlar› da temelsiz b›rakt›. Ünlü F r a n s › z b i l i m d e r g i s i S c i e n c e e t V i e , fiubat 1999 say›s›nda "Elveda Lucy" (Adieu Lucy) bafll›¤›n› atarak bu gerçe¤i kabul ediyor ve Australopithecus'un insan›n atas› say›lamayaca¤›n› onayl›yordu. Harun Yahya (Adnan Oktar) MAKRO EVR‹M MASALI Makro evrim masal› Evrimciler türler içindeki çeflitlili¤i, yani varyasyonu "mikro evrim", yeni türlerin oluflmas› varsay›m›n› ise "makro evrim" olarak adland›r›rlar. Evrimcilerin bu tan›mlamalarda kulland›klar› çarp›tmalardan ilki "mikro evrim" safsatas›d›r. Evrimciler, güya mikro evrim herkesçe kabul edilen aç›k bir bilimsel gerçekmifl, makro evrim de mikro evrimin daha uzun zamana yay›lm›fl bir sonucuymufl izlenimi vermeye çal›fl›rlar. Herfleyden önce vurgulanmas› gereken nokta, "mikro evrim" diye bir sürecin de gerçekte var olmad›¤›d›r. Evrimciler baflta da belirtti¤imiz gibi türler içindeki çeflitlenme (varyasyon) olay›na "mikro evrim" ad›n› takarak bu olaya sözde evrimsel bir süreçmifl görünümü vermeye çal›fl›rlar. Oysa, durum hiç ilgisi olmayan bir olaya, içinde "evrim" sözcü¤ü geçen bir isim takarak göz boyamaya çal›flmaktan ibarettir. Çeflitlenme yani varyasyon, her türün gen havuzundaki bilgilerin o türün bireyleri aras›ndaki çaprazlanmalar sonucunda ortaya çeflitli farkl› gen kombinasyonlar›n›n ç›kmas›ndan ibarettir. Sonuçta o türün gen havuzuna eklenen yeni bir bilgi yoktur. Dolay›s›yla ortada evrim gibi bir süreç yoktur (bkz. Mikro evrimin geçersizli¤i). ‹kinci çarp›tma ise türün kendi içindeki sözde mikro evrimlerin daha uzun zaman içinde birikmesi sonucunda "makro evrim", yani tür de¤iflimlerinin meydana geldi¤i iddias›d›r. Oysa, "mik- Harun Yahya (Adnan Oktar) ro evrim" diye bir kavram›n gerçek d›fl› oldu¤u anlafl›l›nca, "makro evrim" iddias›n›n da hayali dayana¤› ortadan kalkm›fl olur. Çünkü mikro evrim gibi bir süreç yaflanmad›¤›na göre, sözde bunlar›n birikmesiyle olufltu¤u iddia edilen "makro evrim" gibi bir kavram mant›ken bütünüyle iptal olmufl olur. "Makro evrim" ve "mikro evrim" gibi hayali kavramlar›n ve bunlara dayal› varsay›mlar›n gerçekte türlerin kökenine hiçbir aç›klama getiremedi¤i, birçok evrimci biyolog taraf›ndan kabul edilmifltir. Ünlü evrimci paleontolog Roger Lewin, Kas›m 1980'de Chicago Do¤a Tarihi Müzesi'nde 150 evrimcinin kat›ld›¤›, dört gün süren ünlü sempozyumda bu konuda var›lan sonucu flöyle anlat›r: Darwin'in (varyasyonlardan yola çıkarak) yaptı¤ı mantık yürütmeleri haklı mıydı? Evrimsel biyolojinin tarihindeki son 40 yılın en önemli konferanslarından birine katılan bilim adamlarının ortaya koydukları yargıya göre, bu sorunun cevabı "hayır"dır. Chicago konferansındaki temel mesele, mikro evrimi sa¤layan mekanizmaların, makro evrim adını verdi¤imiz fenomeni açıklamak için de kullanılıp kullanılamayaca¤ı olmufltur... Cevap açıklıkla verilebilir: Hayır.74 Makro mutasyon kand›rmacas› Var oldu¤unu iddia ettikleri ara geçifl formlar›n›n bir türlü bulunamamas› evrimcilerin yeni tezler üretmelerine neden 63 64 MAKRO MUTASYON KANDIRMACASI olmufltur. Bunlaran biri s›çramal› evrim teorisidir. Bu teori, tür oluflumuna yol açan mutasyonların çok büyük ölçeklerde gerçekleflti¤ini ya da bazı bireylerin üst üste yo¤un mutasyonlara maruz kaldıklarını varsaymaktadır. Yüzyılın ünlü genetikçilerinden Fisher'ın deney ve gözlemlere dayanarak ortaya koydu¤u bir kural, bu varsayımı açıkça geçersiz kılmaktadır. Fisher, bir "mutasyonun bir canlı popülasyonunda kalıcı olabilmesinin, mutasyonun fenotip üzerindeki etkisiyle ters orantılı" oldu¤unu bildirir.75 Bir baflka deyiflle, bir mutasyon ne kadar büyük olursa, toplulukta kalıcı olması ihtimali de o kadar azalır. Ayr›ca mutasyonlar canlıların genetik bilgisinde rastlantısal de¤ifliklikler olufltururlar ve hiçbir zaman canlının genetik bilgisini gelifltiren bir etkileri yoktur. Aksine, mutasyondan etkilenen bireyler ciddi hastalık ve sakatlıklara maruz kalır. Dolayısıyla bir birey mutasyondan ne kadar fazla etkilenirse, yaflama ihtimali de o kadar azalacaktır. Darwinist Ernst Mayr, bu konuda flu yorumu yapar: Mutasyonlar sonucunda genetik canavarların oluflması gerçekten de gözlemlenen bir olgudur, fakat bunlar o kadar garip canlılardır ki, ancak "canavarlar" olarak tanımlanabilir. O denli dengesizleflmifllerdir ki, dengeleyici seleksiyon mekanizması vas›tas›yla elenmekten kurtulmak için hiçbir imkanlar› yoktur... Gerçekte bir mutasyon fenotipi ne kadar çok etkilerse, onun (do¤al ortama olan) uygunlu¤unu o kadar azaltır. Bu tip radikal bir mutasyonun, farklı bir adaptasyon sa¤layacak yeni bir fenotip oluflturaca¤ına inanmak, bir mucizeye inanmak demektir... Bu "canavara" çiftleflece¤i uygun bir efl bulmak ve bunların popülasyonun normal bireylerinden türeyici bir biçimde izole edilmeleri de, bence asla aflılamayacak zorluklardır.76 Mutasyonların evrimsel bir geliflme sa¤lamadı¤ı açıktır ve bu gerçek hem neo-Darwinizm'i hem de sıçramalı evrim teorisini çıkmaza sürüklemektedir. Mutasyon bir tahrip mekanizması oldu¤una göre, sıçramalı evrim savunucularının sözünü ettikleri makromutasyonlar, canlılar üzerinde "makro" düzeyde tahribatlar oluflturacaktır. Genetikçi Lane Lester ve popülasyon genetikçisi Raymond Bohlin, söz konusu mutasyon çıkmazını flöyle anlatırlar: Sonuçta dönüp-dolaflıp gelinen temel nokta, herhangi bir evrim modelinde, her türlü genetik varyasyonun mutlak kökeninin mutasyon olufludur. Bazıları, küçük mutasyonların birikmesi düflüncesinin sonuçlarından rahatsız olmakta ve evrimsel yeniliklerin kökenini açıklamak için makromutasyonlara yönelmektedir. Goldschmidt'in "umulan canavarları" gerçekten de geri dönmüfltür. Ancak makromutasyonlar tarafından etkilenen popülasyonlar, gerçekte yaflam mücadelesinde yenik düflen popülasyonlar haline gelmektedir. Makromutasyonların, komplekslik artıflı sa¤lanmasının (genetik bilgiyi gelifltirmesinin) ise izi bile yoktur. E¤er yapısal gen mutasyonları (küçük mutasyonlar) gerekli de¤iflimleri olufltur- Evrim Açmaz› (Ansiklopedik) MALTHUS, THOMAS ROBERT makta yetersiz kalıyorlar ise, düzenleyici genler üzerindeki mutasyonlar daha da ifle yaramaz olacaktır; çünkü adaptasyon sa¤lamayacak ve hatta yıkıcı etkiler oluflturacaktır... Bir nokta son derece açıktır: Mutasyonların, ister büyük isterse küçük olsunlar, sınırsız bir biyolojik de¤iflim oluflturabilecekleri tezi, bir olgudan çok bir inanç olarak kalmaya devam etmektedir.77 Gözlem ve deneyler, mutasyonların genetik bilgiyi gelifltirmedi¤ini ve canlıları tahrip etti¤ini gösterirken, sıçramalı evrim savunucularının mutasyonlardan büyük "baflarılar" beklemeleri, açık bir tutarsızlıktır. Malthus, Thomas Robert ‹ngiliz iktisatçı Thomas Robert Malthus, teorileri ile Darwin'in do¤ada kıyasıya bir yaflam mücadelesi oldu¤u ve her canlının sadece kendini düflündü¤ü fikirlerinin flekillenmesinde etkili olmufltur. Malthus, yiyecek kaynaklarının aritmetik dizi ile artarken, insanların geometrik dizi ile ço¤aldıklarını anlatmıfl ve bu yüzden insanların kaçınılmaz olarak kıyasıya bir yaflam mücadelesi içinde olduklarını öne sürmüfltür. Darwin ise bu kıyasıya yaflam mücadelesi kavramını do¤aya uyarlamıfltır. 19. yüzyılda Malthus'un fikirleri oldukça genifl bir kitle tarafından benimsenmiflti. Özellikle, Avrupalı üst sınıfın entelektüelleri Malthus'un fikirlerini destekliyordu. "Nazi Irk Islahı Progra- Harun Yahya (Adnan Oktar) mının Bilimsel Arka Planı" isimli makalede, 19. yüzyıl Avrupası'nın Malthus'un popülasyon ile ilgili görüfllerine verdi¤i önem flöyle aktarılmaktadır: 19. yüzyılın ilk yarısında Avrupa'da yönetici sınıfın üyeleri, yeni keflfedilen 'nüfus artıflı problemi'ni tartıflmak ve fakirlerin ölüm oranlarını artırmak için, Malthus'un fikirlerini uygulamanın yöntemlerini planlamak üzere biraraya geldiler. Vardıkları sonuç özetle flöyleydi: "Fakirlere temizli¤i tavsiye etmek yerine tam tersi alıflkanlıklara teflvik etmeliyiz. fiehirlerimizdeki sokakları daha dar yapmalıyız, daha fazla insanı evlere doldurmalıyız ve vebayı getirmeye çalıflmalıyız. Ülkemizde köylerimizi durgun sulara yakın yapmalıyız, bataklıklarda yaflamayı teflvik etmeliyiz vs..."78 ‹ngiltere'de 19. yüzyılda uygulanan "fakirleri ezme" programı ile yaflam mücadelesinde güçlü olanlar zayıf olanları ezmifl ve bu flekilde hızla artan nüfus da dengelenmifl olacaktı. Malthus'un teorik olarak gerekli buldu¤u "yaflam mücadelesi", ‹ngiltere'de milyonlarca fakir insanın sıkıntı dolu bir hayat sürmelerine sebep olmufltur. Marx, Karl Komünizmin kurucusu olan Karl Marx, Charles Darwin'in yazdı¤ı ve evrim teorisinin temelini oluflturan Türlerin Kökeni adlı kitap için, "bizim görüfllerimizin do¤al tarihsel temelini içeren kitap budur iflte" demifltir.79 65 66 MARX, KARL Marx, Darwin'e olan sempatisini en önemli eseri olan Das Kapital'i Darwin'e ithaf ederek de göstermifltir. Kitabın Almanca baskısına el yazısıyla flöyle yazmıfltır: "Charles Darwin'e, gerçek bir hayranı olan Karl Marx'tan".80 Amerikalı botanik profesörü Conway Zirckle, komünizmin kurucularının Darwinizm'i neden büyük bir ısrarla benimsediklerini flöyle açıklar: Marx ve Engels, evrim teorisini, Darwin'in Türlerin Kökeni adlı kitabı yayınlanır yayınlanmaz benimsediler… Evrim, komünizmin kurucuları için, insanlı¤ın do¤aüstü bir gücün müdahalesi olmadan nasıl ortaya çıkmıfl olabilece¤i sorusuna getirilen cevaptı ve dolayısıyla savundukları materyalist felsefenin temellerini desteklemek için kullanılabilirdi. Dahası, Darwin'in evrimi yorumlama biçimi -yani evrimin bir do¤al seleksiyon süreci içinde geliflti¤i teorisi- onlara o zamana dek hakim olan teolojik düflüncelere karflı koyma fırsatı veriyordu. Do¤al seleksiyon teorisi sayesinde, bilim adamları organik dünyayı materyalist bir terminoloji ile yorumlama imkan› elde etmifl oluyorlardı.81 Amerika'daki The Hoover Institution'da çal›flmalar›n› yürüten sosyal bilimci Tom Bethell ise, Marx ile Darwin arasındaki ba¤lantının asıl nedenlerini flöyle açıklamaktadır: Marx, Darwin'in kitabına ekonomik sebepler dolayısıyla hayran kalmamıfltır. Marx'ın Darwin'in kitabına hayranlı¤ının en önemli nedeni, Darwin'in evreninin tamamen materyalist olmasıdır. Bu önemli noktada Darwin ve Marx gerçek Komünizmin krucusu Karl Marx birer yoldafltılar.82 Marksizm-Darwinizm ba¤lantısı bugün herkesçe kabul edilen çok açık bir gerçektir. Karl Marx'ın hayatını anlatan kitaplarda dahi bu ba¤lantı mutlaka belirtilmektedir. Örne¤in, Marksist görüfle sahip kitapları yayınlayan bir yayınevi tarafından çıkartılan Karl Marx biyografisinde bu ba¤lantı flöyle tarif edilir: Darwinizm, Marksist felsefeyi destekleyen, gerçekli¤ini kanıtlayan ve gelifltiren bir dizi gerçe¤i takdim etti. Darwinist evrimci fikirlerin yayılması, toplumda bir bütün olarak Marksist düflüncelerin emekçi halk tarafından kavranılması için elveriflli zemin yarattı… Marx, Engels ve Lenin, Darwin'in düflüncelerine büyük de¤er verdiler ve bunların taflıdı¤ı büyük bilimsel öneme iflaret ettiler, böylelikle bu düflüncelerin yaygınlaflmasına hız kazandırdılar.83 Evrim Açmaz› (Ansiklopedik) MATERYAL‹ZM Öte yandan Marx, tarihin geliflimini ekonomiye dayandırıyordu. Marx'a göre toplum, tarih içinde çeflitli evrelerden geçiyordu ve bu evreleri belirleyen faktör, üretim araçlarıyla üretim iliflkilerindeki de¤iflimdi. Ekonomi, di¤er herfleyin belirleyicisiydi. Bu ideoloji içinde, din de ekonomik çıkarlar adına uydurulmufl bir masal olarak tanımlanıyordu; egemen sınıflar, ezdikleri sınıfları pasifize etmek için dini gelifltirmifllerdi ve bu bat›l anlay›fla göre din "halkın afyonu"ydu. Marx, ayrıca, toplumların bir geliflim süreci içinde birbirlerini izlediklerini düflünüyordu. Köleci toplum feodal topluma, feodal toplum kapitalist topluma dönüflmüfltü, sonunda bir devrim sayesinde sosyalist toplum kurulacak ve tarihin en ileri evresine varılacaktı. Marx'ın görüflleri, Türlerin Kökeni adlı kitabın yayınlamasından da önce, evrimciydi. Ancak Marx ve Engels, canlıların nasıl varoldu¤u sorusunu açıklamakta zorlanıyorlardı. Çünkü canlıları "yaratılmamıfllık" temelinde açıklayan bir tez olmadıkça, dinin uydurulmufl bir afyon oldu¤unu öne sürmek ve tüm tarihi maddeye dayandırmak mümkün olamazdı. Bu nedenle Marx, Darwin'in teorisini hemen benimsedi. Bugün baflta Marx'ın fikirleri olmak üzere her türlü materyalist düflünce temelinden çürümüfl durumdadır. Çünkü materyalizmin kendisini dayandırdı¤ı bir 19. yüzyıl dogması olan evrim teorisi ça¤dafl bilimin bulguları karflısında bütünüyle geçersiz hale gelmifltir. Bilim, Harun Yahya (Adnan Oktar) maddeden baflka hiçbir fleyin varlı¤ını kabul etmeyen materyalist varsayımı geçersiz kılmakta ve tüm canlıların üstün bir yaratılıflın eseri oldu¤unu göstermektedir. Materyalizm Materyalist felsefe, tarihin en eski düflüncelerinden biridir ve temel özelli¤i, maddeyi mutlak varlık saymasıdır. Bu düflünceye göre madde sonsuzdan beri vardır ve var olan herfley de maddeden ibarettir. Bu tanım elbette bir Yaratıcı'ya inanmayı da imkansız kılar. Bu mantık gere¤i, materyalizm tarihin en eski ça¤larından beri her türlü Allah inancına ve ‹lahi dine karflı olmufltur. Maddenin sonsuzdan beri var oldu¤unu ve maddenin dıflında hiçbir fleyin var olmadı¤ını savunan materyalist felsefenin sözde "bilimsel dayana¤ı" ise evrim teorisidir. Materyalizm, do¤ayı yalnızca maddi etkenlerle açıklamaya çalıfltı¤ı ve yaratılıflı en bafltan reddetti¤i için, canlı ve cansız her varlı¤ın hiçbir yaratılıfl olmadan, rastlantılarla ortaya çıktı¤ını ve düzen kazandı¤ını öne sürer. Oysa insan aklı, bir düzen gördü¤ünde mutlaka bir düzenleyici iradenin var oldu¤unu kavrayabilmektedir. ‹nsan aklının bu en temel özelli¤ine aykırı olan materyalist felsefe, 19. yüzyılın ortasında "evrim teorisi"ni üretmifltir. (bkz. Evrim teorisi) Materyalizmin iddiasının do¤rulu¤unu bilimsel yöntemle de sorgulayabili- 67 68 MATERYALIZM riz. Maddenin sonsuzdan beri var olup olmadı¤ını, maddenin madde-üstü bir Yaratıcı olmadan kendisini düzenleyip düzenleyemeyece¤ini ve canlılı¤ı ortaya çıkarıp çıkaramayaca¤ını arafltırabiliriz. Bunu yaptı¤ımızda görürüz ki materyalizm aslında çökmüfltür. Çünkü maddenin sonsuzdan beri var oldu¤u düflüncesi, evrenin yoktan var edildi¤ini ispatlayan Big Bang teorisi ile yıkılmıfltır. (bkz. Big Bang teorisi) Dolay›s›yla maddenin kendisini düzenledi¤i ve canlılı¤ı ortaya çıkardı¤ı iddiası -di¤er bir deyiflle "evrim teorisi"- tümüyle çökmüfltür. Fakat materyalist bilim adamları, bu felsefeye olan ba¤lılıklarını herfleyin önünde tutarak evrim teorisinin bilim tarafından yalanlandı¤ını gördükleri halde materyalizmi terk etmezler. Aksine, evrim teorisini ne olursa olsun bir flekilde Big Bang (Büyük Patlama), materyalistlerin ve evrimcilerin iddialar›n› yalanlayan, evrenin bir bafllang›c› oldu¤unu göstererek yarat›l›fl gerçe¤ini onaylayan bir olayd›r. desteklemeye çalıflarak materyalizmi ayakta tutmak için çabalarlar. Nitekim bu tutumlarını bazen kendileri de itiraf etmektedirler. Harvard Üniversitesi'nden ünlü bir genetikçi ve açık sözlü bir evrimci olan Richard Lewontin, "önce materyalist, sonra bilim adamı" oldu¤unu flöyle kabul etmektedir: Bizim materyalizme bir inancımız var, 'a priori' (önceden kabul edilmifl, do¤ru varsayılmıfl) bir inanç bu. Bizi dünyaya materyalist bir açıklama getirmeye zorlayan fley, bilimin yöntemleri ve kuralları de¤il. Aksine, materyalizme olan a priori ba¤lılı¤ımız nedeniyle, dünyaya materyalist bir açıklama getiren arafltırma yöntemlerini ve kavramları kurguluyoruz. Materyalizm mutlak do¤ru oldu¤una göre de, ‹lahi bir açıklamanın sahneye girmesine izin veremeyiz.84 Lewontin'in kullandı¤ı "a priori" te- MATERYALIZM rimi oldukça önemlidir. Bu felsefi terim, hiçbir deneysel bilgiye dayanmayan bir ön varsayımı ifade eder. Bir düflüncenin do¤rulu¤una dair bir bilgi yok iken, onu do¤ru varsayar ve öyle kabul ederseniz, bu "a priori" bir düflüncedir. Evrimci Lewontin'in açık sözlülükle ifade etti¤i gibi, materyalizm de evrimciler için "a priori" bir kabuldür ve bilimi bu kabule uydurmaya çalıflmaktadırlar. Materyalizm bir Yaratıcı'nın varlı¤ını kesin olarak reddetmeyi zorunlu kıldı¤ı için de, ellerindeki tek alternatif olan evrim teorisine sarılmaktadırlar. Evrim bilimsel veriler tarafından ne kadar yalanlanırsa yalanlansın fark etmez; söz konusu bilim adamları onu bir kere "a priori do¤ru" olarak kabul etmifllerdir. Bu önyargılı tutum, evrimcileri "bilinçsiz maddenin kendi kendini düzenledi¤ine inanmak" gibi bilime ve akla aykırı bir inanıfla götürür. New York Üniversitesi kimya profesörü ve DNA uzmanı Robert Shapiro, evrimcilerin bu inanıflını ve temelindeki materyalist dogmayı flöyle açıklar: Bizi basit kimyasalların var oldu¤u bir karıflımdan, ilk etkin replikatöre (DNA veya RNA'ya) taflıyacak bir evrimsel ilkeye ihtiyaç vardır. Bu ilke "kimyasal evrim" ya da "maddenin kendini örgütlemesi" olarak adlandırılır, ama hiçbir zaman detaylı bir biçimde tarif edilmemifl ya da varlı¤ı gösterilememifltir. Böyle bir prensibin varlı¤ına, diyalektik materyalizme ba¤lılık u¤runa inanılır.85 Tanınmıfl biyolog Hubert Yockey, Harun Yahya (Adnan Oktar) aynı gerçe¤i flöyle açıklar: Diyalektik materyalizmin mutlak ve kapsamlı doktrinlerine olan inanç, yaflamın kökeni senaryolarında çok önemli bir rol oynamaktadır... Yaflamın bir flekilde oluflmufl olması gerekti¤i... bu konuda hiçbir kanıt olmamasına, hatta bunun kanıtlara aykırı olmasına ra¤men savunulmaktadır.86 ‹flte dünya çapındaki evrimci propagandanın temelinde bu materyalist dogma yatar. Batı'nın önde gelen medya organlarında, ünlü ve "saygın" bilim dergilerinde sürekli karflılafltı¤ınız evrim propagandası, bu tür ideolojik ve felsefi zorunlulukların bir sonucudur. Evrim, ideolojik açıdan vazgeçilemez bulundu¤u için, bilimin standartlarını belirleyen materyalist çevreler tarafından tartıflılmaz ancak kabul edilir. Evrim, gerçekte bilimsel arafltırmaların sonucunda ortaya çıkan bir teori de¤ildir. Aksine, bu teori materyalist felsefenin gereklerine göre üretilmifl ve sonra da bilimsel gerçeklere ra¤men kabul ettirilmeye çalıflılan bir tabuya dönüflmüfltür. Yine evrimcilerin yazdıklarından anladı¤ımız üzere, tüm bu çabanın bir de "amacı" vardır ve bu amaç, canlıların bir Yaratıcı tarafından var edildi¤ini inkar etmeyi zorunlu kılmaktadır. Evrimciler bu amacı "bilimsel amaç" olarak ifade ederler. Oysa sözünü ettikleri fley bilim de¤il, materyalist felsefedir. Materyalizm, madde-ötesinin (ya da "do¤aüstü"nün) var oldu¤unu kesinlikle reddeder. Bilim ise, böyle bir dogmayı 69 70 MAYMUN-‹NSAN GENET‹K BENZERL‹⁄‹ YALANI kabul etmek zorunda de¤ildir. Bilim, do¤ayı incelemek ve sonuçlar çıkarmakla yükümlüdür. Bu sonuçlar do¤anın yaratıldı¤ı gerçe¤ini ortaya çıkarıyorsa, bilim bunu kabul eder. Gerçek bir bilim adamının yapması gereken de 19. yüzyılın materyalist dogmalarına ba¤lanarak imkansız senaryoları savunmak olmamalıdır. Maymun-insan genetik benzerli¤i yalan› ‹nsan Genomu Projesi çerçevesinde insanlı¤ın gen haritasının çıkarılması önemli bir bilimsel geliflme olmufltur. Ancak bu projenin bazı sonuçları bazı evrimci yayınlarda çarpıtılmaktadır. fiempanzelerin genlerinin insan genleri ile %98 benzerlik gösterdi¤i iddia edilmekte ve bunun maymunların insana yakınlı¤ının ve dolayısıyla evrim teorisinin bir delili oldu¤u ileri sürülmektedir. Gerçekte bu, evrimcilerin, toplumun bu konulardaki bilgisizli¤inden faydalanarak ortaya attıkları "sahte" bir delildir. Öncelikle evrimcilerin insan ve flempanze DNA'ları hakkında sık sık ileri sürdükleri %98 benzerlik kavramı aldatıcıdır. ‹nsanla flempanzenin genetik yapısının %98 birbirine benzer oldu¤unu iddia etmek için flu anda insanınkinin oldu¤u gibi flempanzenin de genetik haritasının tümünün çıkarılması, ikisinin karflılafltırılması ve bu karflılafltırma sonucunun elde edilmifl olması gerekir. Oysa elde böyle bir sonuç yoktur. Çün- kü, flu ana kadar insanın genetik haritası çıkartılmıfltır ancak flempanzelerin genetik haritas› tümüyle ç›kart›lmam›flt›r. Gerçekte, zaman zaman gündeme gelen insan ve maymun genlerinin %98 benzerli¤i ise, yıllar önce kasıtlı üretilmifl propaganda amaçlı bir slogandır. Bu benzerlik insanda ve flempanzede bulunan 30-40 civarındaki bazı temel proteinin amino asit dizilimlerinin benzerli¤inden yola çıkılarak yapılmıfl ola¤anüstü abartılı bir genellemedir. Bu proteinlere karflılık gelen DNA dizilimleri üzerinde "DNA hibridizasyonu" adı verilen bir yöntemle "sekans analizi" (sequence analysis) yapılmıfl ve sadece bu sınırlı sayıdaki proteinler karflılafltırılmıfltır. Oysa insanda 30 bin civarında gen ve dolayısıyla bu genlerin kodladı¤ı 30 bin kadar protein vardır. Bu yüzden, 30 bin proteinin sadece 40 tanesinin benzemesiyle insan ve maymunun bütün genlerinin %98 aynı oldu¤unu iddia etmenin hiçbir bilimsel dayana¤ı yoktur. Kaldı ki, söz konusu 40 protein üzerinde yapılan DNA karflılafltırması da tartıflmalıdır. Bu karflılafltırma, 1987 yılında Sibley ve Ahlquist adlı iki biyolog tarafından yapılmıfl ve Journal of Molecular Evolution dergisinde yayınlanmıfltır.87 Oysa daha sonra bu ikilinin verilerini inceleyen Sarich isimli bilim adamı, kullandıkları yöntemin güvenilirli¤inin tartıflmalı oldu¤u ve verilerin abartılı yorumlandı¤ı sonucuna varmıfltır.88 Kaldı ki temel proteinler di¤er pek çok farklı canlılarda da bulunan ortak Evrim Açmaz› (Ansiklopedik) MAYMUN-‹NSAN GENET‹K BENZERL‹⁄‹ YALANI ‹nsanla flempanzenin genetik yap›s›n›n %98 birbirine benzer oldu¤unu iddia etmek için flu anda insan›nkinin oldu¤u gibi flempanzenin de genetik haritas›n›n ç›kar›lmas›, ikisinin karfl›laflt›r›lmas› ve bu karfl›laflt›rma sonucunun elde edilmifl olmas› gerekir. Oysa elde böyle bir sonuç yoktur. hayati moleküllerdir. Yalnızca flempanzede de¤il, bütünüyle farklı canlılarda bulunan aynı tür proteinlerin de yapısı insandakilerle çok benzerdir. Örne¤in, New Scientist dergisinde aktarılan genetik analizler, nematod solucanları ve insan DNA'larında %75'lik bir benzerlik ortaya koymufltur.89 Bu, elbette insan ile bu solucanlar arasında sadece %25'lik bir fark bulundu¤u anlamına gelmemektedir. Harun Yahya (Adnan Oktar) Aynı flekilde Drosophila türüne ait meyve sineklerinin genleri ile insan genleri karflılafltırıldı¤ında da, % 60'lık bir benzerlik saptanmıfltır.90 Öte yandan bazı proteinler üzerinde yapılan analizler de, insanı çok daha farklı canlılara yakın gibi göstermektedir. Cambridge Üniversitesi'ndeki arafltırmacıların yaptı¤ı bir çalıflmada, kara canlılarının bazı proteinleri karflılafltırılmaktadır. Hayret verici bir flekilde, yaklaflık bütün örneklerde insan ve tavuk, birbirlerine en yakın akraba olarak eflleflmifllerdir. Bir sonraki en yakın akraba ise timsahtır.91 Evrimcilerin "insan ile maymun arasındaki genetik benzerlik" konusunda kullandıkları bir di¤er örnek ise insanda 46, flempanze ve gorillerde ise 48 kromozom bulunmasıdır. Evrimciler, kromozom sayılarının yakınlı¤ını evrimsel bir iliflkinin göstergesi sayarlar. Oysa e¤er evrimcilerin kullandı¤ı bu mantık do¤ru olsaydı, insanın flempanzeden çok daha yakın bir akrabası olması gerekirdi: "Patates"! Çünkü patatesin kromozom sayısı insanınkiyle aynıdır: 46. Bu örnekler, genetik benzerlik kavramının evrim teorisine bir delil oluflturmadı¤ını göstermektedir. Çünkü genetik benzerlikler iddia edilen evrim flemalarına uymamakta, aksine bunlara tamamen ters sonuçlar vermektedir. Ayrıca kurulan bu benzerlikler, evrimin de¤il yaratılıflın delilidir. ‹nsan bedeninin di¤er canlılarla moleküler benzerlikleri olması son derece do¤aldır; 71 72 MAYR, ERNST çünkü tüm canl›lar aynı moleküllerden yacak kadar büyük bir fark vardır. Mayoluflmakta, aynı suyu ve atmosferi kul- mun bir hayvandır, bilinç açısından bir lanmakta, aynı moleküllerden oluflan be- attan ya da bir köpekten farkı yoktur. ‹nsinleri tüketmektedir. Elbette ki metabo- san ise bilinçli, irade sahibi, düflünebilizmaları ve dolayısıyla genetik yapıları len, konuflabilen, akledebilen, karar verebilen, muhakeme yapabilen birbirine benzeyecektir. Ancak bir varlıktır. Bütün bu bu, onların ortak bir ataözellikler de onun sadan evrimlefltiklerinin hip oldu¤u "ruh"unbir delili de¤ildir. un ifllevleridir. ‹nBir örnek konusanla, hayvanlar yu açıklayabilir: arasındaki uçuDünya üzerindeki rumu do¤uran en tüm inflaatlar da önemli fark da benzer malzemeiflte bu "ruh"tur. lerlerle (tu¤la, deDo¤ada ruhu olan mir, çimento vs.) tek canlı insandır. yapılır. Ama bu duHiçbir fiziki benzerlik, rum bu binaların birbirinsan ile di¤er bir lerinden "evrimleflcanlı arasındaki bu en tikleri" anlamına Kromozom say›lar› ile canl›lar›n büyük farkı kapatagelmez. Ortak bir kompleks yap›lar› birbiriyle ba¤lant›l› de¤ildir. Bu, evrim teorisini ç›kmaza maz. malzeme kullanılasokan bir gerçektir. rak, ayrı ayrı infla edilirler. Canlıların Mayr, Ernst durumu da böyledir. Sonuç olarak aradaki yüzeysel benTan›nm›fl bir evrimci biyolog olan zerlik dıflında maymunun insanlara di¤er Ernst Mayr aynı zamanda, "Modern hayvanlardan daha fazla bir yakınlı¤ı Sentetik Evrim Teorisi"nin kurucularınsöz konusu de¤ildir. Hatta zeka açısın- dandır. Darwin'in do¤al seleksiyon tezidan kıyaslanırsa, bir geometri mucizesi ne mutasyon kavramının eklenmesiyle olan pete¤i üreten arı veya bir mühen- ortaya atılan bu teori "neo-Darwinizm" dislik harikası olan a¤ı üreten örümcek olarak adlandırıldı. Ernst Mayr ve di¤er insana maymundan daha yakındır. Hatta kurucuları (Theodosius Dobzhansky ve bazı yönlerden üstün olduklar›n› bile Julian Huxley) da ortaya attıkları bu tesöylemek mümkündür. oriden dolayı "neo-Darwinistler" olarak Ama, insanla maymun arasında, ev- anılmaya bafllandılar. rimci iddialarla, masallarla kapatılamaEvrim teorisinin 20. yüzyıldaki en Evrim Açmaz› (Ansiklopedik) MEMEL‹LER‹N KÖKEN‹ sursuzca dengelenmifl sistemlerin rastlantısal mutasyonlar sonucunda geliflebilece¤ini varsaymak, bir insanın inandırıcılı¤ı üzerinde ciddi bir sınırlamadır.93 Ernst Mayr önemli savunucularından biri olan Ernst Mayr, teorisini bir yandan mutasyonlara dayandırırken bir yandan da bunun imkansızlı¤ını kabul etmektedir: Mutasyonlar sonucunda genetik canavarların oluflması gerçekten de gözlemlenen bir olgudur, fakat bunlar o kadar garip canlılardır ki, ancak "canavarlar" olarak tanımlanabilir. O denli dengesizleflmifllerdir ki, dengeleyici seleksiyon mekanizması vas›tas›yla elenmekten kurtulmak için hiçbir imkanlar› yoktur... Gerçekte bir mutasyon fenotipi ne kadar çok etkilerse, onun (do¤al ortama olan) uygunlu¤unu o kadar azaltır. Bu tip radikal bir mutasyonun, farklı bir adaptasyon sa¤layacak yeni bir fenotip oluflturaca¤ına inanmak, bir mucizeye inanmak demektir... Bu "canavara" çiftleflece¤i uygun bir efl bulmak ve bunların, popülasyonun normal bireylerinden türeyici bir biçimde izole edilmeleri de, bence asla aflılamayacak zorluklardır.92 Mayr'›n bu konudaki bir baflka itirafı ise flöyledir: Duyu organları, örne¤in bir omurgalı gözünün ya da bir kuflun tüyleri gibi ku- Harun Yahya (Adnan Oktar) Darwinizm'in savunucular›ndan Ernst Mayr, Darwinizm'in hiçbir zaman kapanamayan açıklarını mutasyon iddialarıyla örtmeye çalıflmıfltır. Fakat bunun imkansızlı¤ına dair olan bilimsel gerçek, itiraflarında yer almaktadır. Memelilerin kökeni Evrim teorisi, denizden evrimleflerek çıkan hayali birtakım canlıların sürüngenlere dönüfltü¤ünü, kuflların da sürüngenlerin evrimleflmesiyle olufltu¤unu iddia eder. Aynı senaryoya göre sürüngenler yalnızca kuflların de¤il, aynı zamanda memelilerin de atasıdırlar. Oysa vücutları pullarla kaplı, so¤ukkanlı ve yumurtlayarak ço¤alan sürüngenler ile, vücutları tüylü, sıcakkanlı ve do¤urarak ço¤alan memeliler arasında çok büyük yapısal uçurumlar vardır. Bu uçurumların bir örne¤i, sürüngenlerin ve memelilerin çene yapılarıdır. Memelilerde alt çenede tek bir kemik vardır ve difller bu kemi¤in üzerine oturur. Sürüngenlerde ise alt çenenin her iki yanında üçer tane küçük kemik bulunur. Bir baflka temel farklılık, tüm memelilerin orta kulaklarında üç tane kemik (örs, üzengi ve çekiç kemikleri) bulunmasıdır; buna karflılık tüm sürüngenlerde orta kulakta tek bir kemik yer alır. Evrimciler, sürüngen çenesinin ve sürüngen 73 74 MEMEL‹LER‹N KÖKEN‹ Do¤a tarihi müzelerinde sergilenen on milyonlarca y›ll›k memeli fosilleri ile bugün yaflayan örnekleri aras›nda hiçbir fark yoktur. Dahas› bu fosiller, yeryüzü tabakalar›nda, daha önce ki türlerle aralar›nda hiçbir ba¤lant› olmadan bir anda ortaya ç›karlar. kula¤ının aflamalı olarak memeli çenesine ve kula¤ına dönüfltü¤ünü iddia ederler. Bunun nasıl gerçekleflti¤i sorusu elbette cevapsızdır. Özellikle tek kemikten oluflan bir kula¤ın üç kemikli hale nasıl dönüfltü¤ü ve iflitme duyusunun bu sırada nasıl devam etti¤i, asla cevaplanamayan bir sorudur. Nitekim sürüngenlerle memelileri birbirine ba¤layabilecek tek bir ara form fosili dahi bulunamamıfltır. Bu yüzden evrimci paleontolog Roger Lewin, "ilk memeliye nasıl geçildi¤i hala bir sırdır" demek zorunda kalır.94 20. yüzyılın en büyük evrim otoritelerinden ve neo-Darwinist teorinin kurucularından biri olan George Gaylord Simpson ise, evrimciler açısından çok flaflırtıcı olan bu gerçe¤i flöyle ifade eder: Dünya üzerindeki yaflamın en kafa karıfltırıcı olayı, Mezozoik Ça¤ı'nın, yani sürüngenler devrinin, memeliler devrine aniden de¤iflmesidir. Sanki bütün baflrol oyunculu¤unun çok sayıda ve türdeki sürüngenler tarafından üstlenildi¤i bir oyunun perdesi bir anda indirilmifltir. Perde yeniden açıldı¤ında ise, bu kez baflrolünde memelilerin yer aldı¤ı ve sürüngenlerin bir kenara itildi¤i yepyeni bir devir bafllamıfltır. Ortaya çıkan memelilerin bir önceki devire ait izleri ise yok gibidir.95 Dahası, aniden ortaya çıkan memeliler birbirlerinden çok farklıdırlar. Yarasa, at, fare ve balina gibi son derece farklı canlıların hepsi memelidir ve aynı jeolojik dönemde ortaya çıkmıfllardır. Bu canlıların aralarında evrimsel bir ba¤ kurmak, en genifl hayal gücü içinde bile Evrim Açmaz› (Ansiklopedik) MENDEL, GREGOR uzun deney ve gözlemler sonucunda belirledi¤i kalıtım kanunlarını 1865 yılında açıklamıfltır. (bkz. Kal›t›m kanunlar›) Ancak bu kanunların bilim Memeliler sınıfı içinde evrimsel dünyasının dikkatini çekmesi akrabalık iliflkileri (filogenetik ba¤lar) kurmak için bilgi yüzyılın sonlarında mümkün arayanlar, hayalkırıklı¤ına olmufltur. 20. yüzyılın bafllau¤rayacaktır.96 rında ise bu kanunların do¤rulu¤u tüm bilim Tüm bunlar göstermektedir ki, canlılar dünyası tarafından kabul yeryüzünde hiçbir evrimedilmifltir. Bu durum, "yasel süreç olmadan, aniden ve rarlı özellikler" kavramını LaGregor Mendel kusursuz bir biçimde ortaya marck'a dayanarak açıklamaçıkmıfllardır. Bu, yaratılmıfl olduklarının ya çalıflmıfl olan Darwin'in teorisini cidçok somut bir ispatıdır. Evrimciler ise, di bir açmaza sokmufltur. canlı türlerinin yeryüzünde belirli bir sıBurada flunu da önemle belirtmek gerera ile ortaya çıkmıfl olmalarını, evrimleflkir ki, Mendel sadece Lamarck'ın evrim mifl olduklarının göstergesi gibi yorummodeline de¤il, aynı zamanda Darwin'in lamaya çalıflırlar. Oysa canlıların yeryüevrim modeline de karflı çıkmıfltır. Jourzündeki ortaya çıkıfl sıralamaları -ortada nal of Heredity dergisinde yayınlanan bir evrim olmadı¤ına göre- "yaratılıflın "Mendel's Opposition to Evolution and sıralaması"dır. Fosiller, yeryüzünün, üsto Darwin" (Mendel'in Evrime ve Darwin'e Muhalefeti) bafllıklı bir makalede tün ve kusursuz bir yaratılıflla, önce debelirtildi¤i gibi, "Mendel, Türlerin Kökenizlerde sonra da karada yaflayan canlıni'ne aflinaydı ve Darwin'in teorisine larla dolduruldu¤unu ve bütün bunların karflı çıkıyordu. Darwin, do¤al seleksiardından da insano¤lunun var edildi¤ini yonla ortak atadan evrimleflme teorisini göstermektedir. öne sürerken, Mendel özel yaratılıfla ina‹nsano¤lunun yeryüzünde hayata nıyordu."97 bafllaması da -büyük bir kitle telkiniyle kabul ettirilmeye çalıflılan "maymun insan" masalının aksine- bir anda ve eksikMenton, Dav›d siz bir biçimde olmufltur. Washington Üniversitesi'nden anatomi profesörü David Menton, Bilim AraflMendel, Gregor tırma Vakfı'nın 5 Temmuz 1998 günü Darwin'in Türlerin Kökeni adlı kita- düzenledi¤i "Evrim Teorisinin Çöküflü: bının yayınlanmasının ardından Avus- Yaratılıfl Gerçe¤i" bafllıklı II. uluslararaturyalı botanikçi rahip Gregor Mendel, sı konferansta, kufl tüyleri ve sürüngen imkansızdır. Evrimci zoolog Eric Lombard, Evolution (Evrim) adlı dergide flöyle yazar: Harun Yahya (Adnan Oktar) 75 76 METAMORFOZ pulları arasındaki anatomik farklılıkları konu alan bir konuflma yapmıfltır. Kuflların sürüngenlerden evrimleflti¤i tezinin geçersizli¤ini ortaya koymufl ve karflılafltı¤ı gerçe¤i flu cümleyle özetlemifltir: Yumurtalar 30 yıldan bu yana canlıların anatomilerini inceliyorum. Her arafltırmamda karflılafltı¤ım gerçek, Allah'ın kusursuz yaratıflı oldu.98 Metamorfoz ‹ribafl Genç Kurba¤a Ergin Kurba¤a Kurba¤alar önce su içinde do¤ar, bir süre burada yaflar; daha sonra ise "metamorfoz" adı verilen de¤iflimle birlikte karaya çıkarlar. Bazı insanlar ise, metamorfozu "evrim"in bir delili ya da örne¤i sanır. Oysa, gerçekte metamorfozun evrimle hiçbir ilgisi yoktur. Evrim teorisinin öne sürdü¤ü tek geliflme mekanizması, mutasyonlardır. Metamorfoz ise, mutasyon gibi tesadüfi etkilerle gerçekleflmez. Aksine bu de¤iflim, kurba¤anın genetik bilgilerinde en bafltan kayıtlıdır. Yani bir kurba¤a ilk do¤du¤unda, onun bir süre sonra de¤iflim geçirip karada yaflamaya uygun bir vücuda sahip olaca¤ı bellidir. Son yıllarda yapılan arafltırmalar, metamorfoz sürecinin farklı genler tarafından kontrol edilen çok kompleks bir ifllem oldu¤unu göstermektedir. Örne¤in bu dönüflüm sırasında sırf kuyru¤un kaybolması ifllemi, Science News dergisindeki ifadeyle "bir düzineden fazla gen" tarafından yönetilmektedir.99 Evrimcilerin "sudan karaya geçifl" Evrim Açmaz› (Ansiklopedik) MEYVE S‹NEKLER‹ Göz Bacak Anten NORMAL MUTANT Evrimci biyologlar yüzy›l›n bafl›ndan beri sinekleri mutasyona u¤ratarak, faydal› bir mutasyon örne¤i arad›lar. Ancak bu çabalar›n sonucunda hep, sakat, hastal›kl› ve kusurlu sinekler el de edildi. Resimde, normal bir meyve sine¤inin kafas› ve mutasyona u¤rayarak bacaklar› ka fas›ndan ç›kan di¤er bir meyve sine¤i görülüyor. iddiası ise, tamamen suda yaflamak için yarat›lm›fl bir genetik bilgiye sahip olan balıkların, rastgele mutasyonlar sonucunda, tesadüfen kara canlılarına dönüfltü¤ü fleklindedir. Bu nedenle metamorfoz gerçekte evrimi destekleyen de¤il, çürüten bir delildir. Çünkü metamorfoz sürecine en ufak bir hata karıflsa, canlı ölür ya da sakat kalır. Dolay›s›yla rastgele bir de¤iflim söz konusu olamaz. Metamorfozun mutlaka kusursuz olarak tamamlanması flarttır. Bu denli kompleks ve hataya izin vermeyen bir sürecin, evrimin iddia etti¤i gibi rastgele mutasyonlarla ortaya çıkması ise imkansızdır. Meyve sinekleri Evrimciler tarafından yapılan bütün "faydalı mutasyon oluflturma" çabaları baflarısızlıkla sonuçlanmıfltır. Evrimciler Harun Yahya (Adnan Oktar) de bu çaresizlikten kurtulmak için, çok hızlı üredi¤i ve mutasyona u¤ratılmasının kolay oldu¤unu düflündükleri, meyve sinekleri üzerinde onyıllarca mutasyon denemeleri yapmıfllardır. Bu canlılar defalarca, olabilecek her türlü mutasyona u¤ratılmıfllardır. Ancak sonuçta tek bir faydalı mutasyon dahi gözlemlenememifltir. Evrimci genetikçi Gordon Taylor, bazı evrimcilerin meyve sinekleri üzerindeki bu gereksiz ısrarlarını flöyle dile getirmifltir: "Bu çok çarpıcı ama bir o kadar da gözden kaçırılan bir gerçektir: Altmıfl yıldır dünyanın dört bir yanındaki genetikçiler evrimi kanıtlamak için meyve sinekleri yetifltiriyorlar. Ama hala bir türün, hatta tek bir enzimin bile ortaya çıkıflını gözlemlemifl de¤iller."100 Bir baflka arafltırmacı olan Michael Pitman da, meyve sinekleri üzerindeki 77 78 M‹KRO EVR‹M‹N GEÇERS‹ZL‹⁄‹ deneylerin baflarısızlı¤ını flu flekilde ifade etmifltir: Sayısız genetikçi meyve sineklerini nesiller boyunca sayısız mutasyona maruz bıraktılar. Peki sonuçta insan yapımı bir evrim mi ortaya çıktı? Maalesef hayır. Genetikçilerin yarattıkları canavarlardan sadece pek azı beslendikleri fliflelerin dıflında yaflamlarını sürdürebildiler. Pratikte mutasyona u¤ratılmıfl olan tüm sinekler ya öldüler, ya sakat ya da kısır oldular.101 Kısacası meyve sinekleri de di¤er tüm canlılar gibi özel yaratılmıfl bir genetik bilgi (DNA) ye sahiptir ve bu genetik bilgi üzerinde meydana gelecek herhangi bir de¤iflim de bu canlının yalnızca zarar görmesine yol açacaktır. Mikro evrimin geçersizli¤i Bir türün kendi içinde çeflitlenmesini, di¤er bir deyimle varyasyonlar›n ortaya ç›kmas›n› evrimciler, "mikro evrim" ad›n› koyduklar› hayali bir mekanizmayla aç›klamaya çal›fl›rlar. Mikro evrimin ise daha uzun bir zaman içinde birikerek makro evrime, yani yeni türlerin oluflmas›na yol açt›¤›n› savunurlar (bkz. Makro evrim masal›) Oysa gerçekte, ortada evrimle ilgili hiçbir olay yoktur. Tür içindeki çeflitlenme, o türün bireylerinin çapraz çiftleflmeleri sonucu türün gen havuzunda bulunan sabit say›daki genin farkl› kombinasyonlarda birbirleriyle eflleflerek ortaya yeni ve farkl› fiziksel özelliklere sahip bireylerin ortaya ç›kmas› ile olur. Ancak burada türün gen havuzuna hiçbir zaman yeni bir gen eklenmez. Yaln›zca mevcut genler de¤iflik kombinasyonlarda yeni bireylerde bir araya gelirler. Türün gen havuzundaki genlerin say›s› ve çeflidi sabit oldu¤u için, bunlar›n meydana getirece¤i kombinasyonlar›n da belli bir s›n›r› vard›r. Bunun ötesinde bir kombinasyon meydana gelmez. Ayr›ca tür içindeki çeflitlenme yeni bir tür ortaya ç›karmaz, her zaman ayn› tür içinde kal›r. Örne¤in farkl› cinste köpekler birbirleriyle ne kadar farkl› kombinasyonlarda çiftleflirlerse çiftleflsinler ortaya her zaman köpek ç›kar, hiçbir zaman örne¤in bir at ya da inek ç›kmaz. Bu durum temel biyoloji kurallar›yla sabit oldu¤u gibi, deney ve gözlemlerle de defalarca ispatlanm›flt›r. ‹lginçtir ki Darwin teorisinin belkemi¤ini mikro evrim sand›¤› varyasyonlar üzerine kurmufltu. Darwin'in iddialar›n› zaman içinde bir bir çürüten ilerlemeler, ayn› zamanda Darwin'in "Türlerin Kökeni" olarak iddia etti¤i "varyasyonlar"›n da gerçekte böyle bir anlam tafl›mad›¤›n› ortaya ç›karm›flt›r. ‹flte bu nedenle evrimci biyologlar, tür içindeki çeflitlenme ile yeni tür oluflumunu birbirinden ay›rmak ve bunlar hakk›nda iki ayr› kavram öne sürmek durumunda kalm›fllard›r. Evrimci biyologlar›n "mikro evrim" kavram›n› kullanarak vermek istedikleri izlenim, varyasyonlar›n uzun zaman içinde yepyeni canl› s›n›flamalar› oluflturabilece¤i fleklindeki yan›lt›c› bir mant›kt›r. Nitekim konu hakk›nda derinlemesine bilgi sahibi olmayan pek çok kiEvrim Açmaz› (Ansiklopedik) MILLER DENEY‹ fli "mikro evrim uzun zamana yay›ld›¤›nda makro evrim oluflturur" gibi yüzeysel bir düflünceye kap›lmaktad›r. Bu düflüncenin örneklerini s›k s›k görmek mümkündür. Baz› "amatör" evrimciler, "insanlar›n boy ortalamas› bir yüzy›l içinde bile iki cm. artm›fl, demek ki milyonlarca y›l içinde her türlü evrim gerçekleflebilir" fleklinde mant›klar öne sürerler. Oysa boy ortalamas› de¤iflimi gibi varyasyonlar›n hepsi, belirli genetik s›n›rlar içinde gerçekleflen ve evrimle ilgisi olmayan biyolojik olaylard›r. Nitekim, "mikro evrim" ad›n› verdikleri varyasyonlar›n yeni canl› s›n›flamalar› oluflturamad›¤›n›, yani "makro evrim" sa¤lamad›¤›n› günümüzde evrimci otoriteler de kabul etmektedir. Evrimci biyologlar; Scott Gilbert, John Opitz ve Rudolf Raff, Developmental Biology dergisinde yay›nlanan 1996 tarihli bir makalelerinde bu konuyu flöyle aç›klarlar: Modern sentez (neo-Darwinist teori) önemli bir baflar›d›r. Ancak, 1970'lerden bafllayarak, çok say›da biyolog bunun aç›klay›c› gücünü sorgulamaya bafllam›flt›r. Genetik bilimi, mikro evrimi aç›klamak için yeterli bir araç olabilir, ama genetik bilgi üzerindeki mikro evrimsel de¤ifliklikler, bir sürüngeni bir memeliye çevirebilecek ya da bir bal›¤› amfibiyene dönüfltürecek türden de¤ildir. Mikro evrim, sadece uygunlar›n hayatta kalmas› kavram›na yard›mc› olabilir, uygunlar›n oluflumunu aç›klayamaz. Goodwin'in 1995'te belirtti¤i gibi, "türlerin kökeni, yani Darwin'in problemi, çözümsüz kalmaya devam etmektedir."102 Harun Yahya (Adnan Oktar) Darwinizm'in yüzy›l› aflk›n bir süredir "evrim delili" olarak gördü¤ü varyasyonlar›n, gerçekte "türlerin kökeni"yle hiçbir ilgisi yoktur. ‹nekler milyonlarca y›l boyunca farkl› eflleflmelerle çiftlefltirilebilir ve farkl› inek cinsleri elde edilebilir. Ama inekler hiçbir zaman baflka bir canl› türüne, örne¤in zürafalara ya da fillere dönüflmeyecektir. Darwin'in Galapagos adalar›nda gördü¤ü farkl› ispinozlar da ayn› flekilde "evrim"e delil oluflturmayan bir varyasyon örne¤idir. ‹flte bu nedenle de, Darwin'in problemi, yani "türlerin kökeni", hiçbir zaman evrimle yan›tlanamayan bir soru olarak kalacakt›r. M›ller Deneyi Hayatın kökeni konusunda evrimcilerin en çok itibar ettikleri çalıflma, 1953 yılında Amerikalı arafltırmacı Stanley Miller tarafından yapılan Miller deneyidir. (Deney, Miller'in Chicago Üniversitesi'ndeki hocası Harold Urey'in katkısından dolayı "Urey-Miller Deneyi" olarak da bilinir.) Stanley Miller'in amacı, milyarlarca yıl önceki cansız dünyada proteinlerin yapıtaflları olan amino asitlerin "tesadüfen" oluflabileceklerini gösteren bir deneysel bulgu ortaya koymaktı. Miller, deneyinde, ilkel dünya atmosferinde bulundu¤unu varsaydı¤ı -daha sonraları ise bulunmadı¤ı anlaflılacak olan- amonyak, metan, hidrojen ve su buharından oluflan bir gaz karıflımını kullandı. Bu gazlar, do¤al flartlar altında 79 80 MILLER DENEY‹ Stanley Miller'in deney düzene¤i. birbirleriyle reaksiyona giremeyecekleri için dıflarıdan enerji takviyesi yaptı. ‹lkel atmosfer ortamında yıldırımlardan kaynaklanmıfl olabilece¤ini düflündü¤ü enerjiyi, yapay bir elektrik deflarj kayna¤ından sa¤ladı. Miller bu gaz karıflımını bir hafta boyunca 100°C ısıda kaynattı, bir yandan da karıflıma elektrik akımı verdi. Haftanın sonunda Miller, kavanozun dibinde bulunan karıflımdaki kimyasalları ölçtü ve proteinlerin yapıtafllarını oluflturan 20 çeflit amino asitten üçünün sentezlendi¤ini gözledi. Deneyin sonucu, evrimciler arasında büyük bir sevinç yarattı ve çok büyük bir bafları gibi lanse edildi. Hatta, çeflitli yayınlar olayın sarhofllu¤u içinde, "Miller hayatı yarattı" fleklinde manfletler atacak kadar kendilerinden geçtiler. Oysa Miller'in sentezledi¤i sadece birtakım "cansız" moleküllerdi. Bu deneyden aldıkları cesaretle evrimciler, hemen yeni senaryolar ürettiler. Amino asitlerden sonraki aflamalar da hemen kurgulandı. Çizilen senaryoya göre, amino asitler, daha sonra rastlantılar sonucu uygun dizilimlerde birleflmifl ve proteinleri oluflturmufllardı. Tesadüf eseri meydana gelen bu proteinlerin bazıları da, sözde "bir flekilde" oluflmufl hücre zarı benzeri yapıların içine kendilerini yerlefltirerek hücreyi meydana getirmifllerdi. Hücreler de zamanla yan yana gelip birleflerek canlı organizmaları oluflturmufllardı. Ne var ki hiçbir aflamas› bilimsel bir delille desteklenmeyen bu senaryonun en büyük dayana¤ı olan Miller deneyi, her yönden geçersizli¤i kanıtlanmıfl bir aldatmacadan baflka bir fley de¤ildi. Miller'in, ilkel dünya koflullarında amino asitlerin kendi kendilerine oluflabileceklerini kanıtlamak amacıyla yaptı¤ı deney birçok yönden tutarsızlık göstermektedir. Bunları flöyle sıralayabiliriz: 1- Miller, deneyinde "so¤uk tuzak" (cold trap) isimli bir mekanizma kullanarak amino asitleri olufltukları anda ortamdan izole etmiflti. Çünkü aksi takdirde, amino asitleri oluflturan ortamın koflulları, bu molekülleri oluflmalarından hemen sonra imha edecekti. Evrim Açmaz› (Ansiklopedik) MILLER DENEY‹ reaksiyon hücresi Kondansatöre su eklenir. metan, amonyak, su ve hidrojen gaz› vakum Su kaynar. Miller'in, deneyinde oluflturdu¤u yapay ortam, gerçekte ilkel dünya flartlar›na hiçbir benzerlik göstermiyordu. Bu nedenle deney, bilim dünyas› taraf›ndan geçersiz say›lm›flt›r. Halbuki ilkel dünya koflullarında elbette bu çeflit bilinçli düzenekler yoktu. Ve mekanizma olmadan herhangi bir çeflit amino asit elde edilse bile, bu moleküller aynı ortamda hemen parçalanacaklardı. Kimyager Richard Bliss'in belirtti¤i gibi, "bu so¤uk tuzak olmasa, kimyasal ürünler elektrik kayna¤ı tarafından tahrip edilmifl olacaktı".103 Nitekim Miller, so¤uk tuzak yerlefltirmeden yaptı¤ı daha önceki deneylerde tek bir amino asit bile elde edememiflti. 2- Miller'in deneyinde canlandırmaya çalıfltı¤ı ilkel atmosfer ortamı gerçekçi de¤ildi. 1980'li yıllarda bilim adamları ilkel atmosferde, metan ve amonyak yerine azot ve karbondioksit bulunması gerekti¤i görüflünde birlefltiler. Nitekim uzun süren bir sessizlikten sonra Mil- Harun Yahya (Adnan Oktar) ler'ın kendisi de kullandı¤ı atmosfer ortamının gerçekçi olmadı¤ını itiraf etti.104 Nitekim Amerikalı bilim adamları J. P. Ferris ve C. T. Chen, karbondioksit, hidrojen, azot ve su buharından oluflan bir karıflımla Miller'ın deneyini tekrarladılar ve bir tek molekül amino asit bile elde edemediler.105 3- Miller'in deneyini geçersiz kılan bir di¤er önemli nokta da, amino asitlerin olufltu¤u öne sürülen dönemde, atmosferde amino asitlerin tümünü parçalayacak yo¤unlukta oksijen bulunmasıydı. Miller'in gözardı etti¤i bu önemli gerçek, yaflları 3.5 milyar yıl olarak hesaplanan tafllardaki okside olmufl demir ve uranyum birikintileriyle anlaflıldı.106 Oksijen miktarının, bu dönemde evrimcilerin iddia etti¤inin çok üstünde ol- 81 82 MILLER DENEY‹ du¤unu gösteren baflka bulgular da ortaya çıktı. Arafltırmalar, o dönemde dünya yüzeyine evrimcilerin tahminlerinden 10 bin kat daha fazla ultraviyole ıflını ulafltı¤ını gösterdi. Bu yo¤un ultraviyolenin atmosferdeki su buharı ve karbondioksiti ayrıfltırarak oksijen açı¤a çıkarması ise kaçınılmazdı. Bu durum, oksijen dikkate alınmadan yapılmıfl olan Miller deneyini tamamen geçersiz kılıyordu. E¤er deneyde oksijen kullanılsaydı; metan, karbondioksit ve suya, amonyak ise azot ve suya dönüflecekti. Di¤er taraftan, oksijenin bulunmadı¤ı bir ortamda -henüz ozon tabakası var olmadı¤ından- ultraviyole ıflınına do¤rudan maruz kalacak olan amino asitlerin hemen parçalanacakları da açıktı. Sonuçta ilkel dünyada oksijenin var olması da, olmaması da amino asitler için yok edici bir ortam demekti. 4- Miller deneyinin sonucunda, canlıların yapı ve fonksiyonlarını bozucu özelliklere sahip organik asitlerden de çok miktarda oluflmufltu. Amino asitlerin, izole edilmeyip de bu kimyasal maddelerle aynı ortamda bırakılmaları halinde ise, bunlarla kimyasal reaksiyona girip parçalanmaları ve farklı bilefliklere dönüflmeleri kaçınılmazdı. Ayrıca deney sonucunda ortaya bol miktarda sa¤-elli amino asit çıkmıfltı.107 (bkz. Sa¤-elli amino asitler) Bu amino asitlerin varlı¤ı, evrimi kendi mantı¤ı içinde bile çürütüyordu. Çünkü sa¤-elli amino asitler, canlı yapısında kullanılamayan amino asitlerdi. Sonuç olarak Miller'in deneyindeki amino asitlerin olufltu¤u ortam, canlılık için elveriflli de¤il, aksine ortaya çıkacak ifle yarar molekülleri parçalayıcı, yakıcı bir asit karıflımı niteli¤indeydi. Tüm bunların gösterdi¤i tek bir somut gerçek vardır: Miller deneyi canlılı¤ın ilkel dünya flartlarında tesadüfen meydana gelebilece¤ini kanıtlamaz. Deney, amino asit sentezlemeye yönelik bilinçli ve kontrollü bir laboratuvar çalıflmasıdır. Kullanılan gazların cinsleri ve karıflım oranları amino asitlerin oluflabilmesi için en ideal ölçülerde belirlenmifltir. Ortama verilen enerji miktarı, ne eksik ne fazla, tamamen istenen reaksiyonların gerçekleflmesini sa¤layacak biçimde titizlikle ayarlanmıfltır. Deney aygıtı, ilkel dünya koflullarında mevcut olabilecek hiçbir zararlı, tahrip edici ya da amino asit oluflumunu engelleyici unsuru barındırmayacak biçimde izole edilmifltir. ‹lkel dünyada mevcut olan ve reaksiyonların seyrini de¤ifltirecek hiçbir element, mineral ya da bileflik deney tüpüne konulmamıfltır. Oksidasyon sebebiyle amino asitlerin varlı¤ına imkan vermeyecek oksijen bunlardan yalnızca birisidir. Kaldı ki, hazırlanan ideal laboratuvar koflullarında bile, "so¤uk tuzak" (cold trap) denen mekanizma olmadan amino asitlerin aynı ortamda parçalanmadan varlıklarını sürdürebilmeleri mümkün de¤ildir. Miller deneyiyle evrimciler, aslında evrimi kendi elleriyle çürütmüfllerdir. Çünkü deney, amino asitlerin ancak tüm Evrim Açmaz› (Ansiklopedik) MILLER, STANLEY koflulları özel olarak ayarlanmıfl bir laboratuvar ortamında, bilinçli müdahalelerle elde edilebilece¤ini kanıtlamıfltır. Yani canlılı¤ı ortaya çıkaran güç, bilinçsiz tesadüfler de¤il, "yaratılıfl"tır. Evrimcilerin bu açık gerçe¤i kabul etmemeleri, bilime tamamen aykırı birtakım önyargılara sahip olmalarından kaynaklanır. Nitekim Miller deneyini ö¤rencisi Stanley Miller ile birlikte organize eden Harold Urey, bu konuda flu itirafı yapmıfltır: Yaflamın kökeni konusunu arafltıran bizler, bu konuyu ne kadar çok incelersek inceleyelim, hayatın herhangi bir yerde evrimleflmifl olamayacak kadar kompleks oldu¤u sonucuna varıyoruz. (Ancak) Hepimiz bir inanç ifadesi olarak, yaflamın bu gezegenin üzerinde ölü maddeden evrimleflti¤ine inanıyoruz. Fakat kompleksli¤i o kadar büyük ki, nasıl evrimleflti¤ini hayal etmek bile bizim için zor.108 M›ller, Stanley Stanley Miller hayatın kökeni konusunda yaptı¤ı deneylerle ünlenen Amerikalı bir arafltırmacıdır. 1953 yılında Chicago Üniversitesi'ndeki hocası Harold Urey'le birlikte, laboratuvar ortamında canlılı¤ın temel yapıtaflları olan amino asitleri sentezlemeye çalıflmıfltır. Fakat deney sırasında evrimcilerin varsaydıkları ilkel atmosfer ortamını çarpıtarak deney ortamına uygulamıfltır. "UreyMiller Deneyi" olarak anılan bu deney umulanın aksine- canlılı¤ın hiçbir flekilde tesadüfi etkilerle kendili¤inden oluflamayaca¤ını ispatlamıfltır. (bkz. Miller Deneyi) Evrim sürecinin ilk aflaması olarak öne sürülen "moleküler evrim" tezini sözde ispatlamak için kullanılan yegane "delil" iflte bu deneydir. Aradan neredeyse yarım asır geçmesine ve büyük teknolojik ilerlemeler kaydedilmesine ra¤men bu konuda hiçbir yeni giriflimde bulunulmamıfltır. Bugün halen ders kitaplarında canlıların ilk oluflumunun evrimsel açıklaması olarak Miller Deneyi okutulmaktadır. Çünkü bu tür çabaların kendilerini desteklemedi¤inin, aksine sürekli yalanladı¤ının farkında olan evrimciler, benzeri deneylere giriflmekten özellikle kaçınmaktadırlar. Stanley Miller deney aparat›yla Harun Yahya (Adnan Oktar) 83 84 M‹TOKONDR‹YEL HAVVA TEZ‹N‹N ÇEL‹fiK‹LER‹ bilim adamı, insan›n kökeninin flempanze oldu¤u iddiasını tartıflmasız kanıtlanmıfl bir gerçekmifl gibi sunarak, ilk inGünümüzün popüler bilimsel terim- sansı canlının mitokondriyel DNA'sının leri, evrime bilimsel kılıf uydurmada sık flempanze DNA'sı oldu¤unu kabul etkullanılır. Bunlardan DNA da evrimcile- mifltir. Bu kiflilerin iddialarına göre yüzre bu yönde malzeme olmaktadır. binlerce yıl içinde rastgele mutasyonlar, DNA çekirdekte bulunmasının ya- flempanze DNA'sını bizim flu anki mitonında, enerji üretim merkezleri olan mi- kondriyel DNA'mıza dönüfltürmüfltür. tokondrilerde de bulunur. Çekirdekteki Bu önyargıdan hareketle mevcut evrim DNA, anne ile babadan gelen DNA'ların soya¤acının hangi tarihte nerede bafllabirleflmesi sonucu oluflurken, mitokond- dı¤ını belirlemeye çalıflmıfllardır. rideki DNA'nın kayna¤ı ise yalnızca anBu teoriyi ilk olarak ileri süren Bernedir. Bu noktadan hareketle, her insa- keleyli biyokimyacılar Wilson, Rebecca n›n mitokondriyel DNA's› annesininkiy- Cann ve Mark Stoneking, üç temel önle aynıdır. Bu yöntemle iz sürerek insa- yargı ve kanıtlanması imkansız tahminn›n kökeni arafltırılabilir. lerden yola çıktılar: "Mitokondriyel Havva" tezi ise, söz 1-Mitokondriyel DNA'nın kökeni, konusu bilimsel gerçe¤in evrim teorisi- "hominid"lere, yani maymunsu canlılara nin dogmalarına göre yorumlanarak çar- dayanıyordu. pıtıldı¤ı bir varsayımdır. Birkaç evrimci 2-Mitokondriyel-DNA'da mutasyonlarla düzenli de¤ifliklikler olmalıydı. 3-Bu mutasyonlar sabit bir hızda, sühücre zar› rekli olarak meydana gelmeliydi. Bu tahminleri temel alan arafltırmacılar, sözde evrim sürecinde türsitoplazma lerin hangi hızda de¤iflti¤ini göslizozom terecek olan "moleküler saat"e mitokondri ulaflabileceklerine inanıyorçekirdek lardı. Aslında bu programı endoplazmik yazanların yaptıkları, daha retikulum en bafltan varılmak istenen sonuca göre çalıflmalarını kromozom yönlendirmekti. "Mitokondriyel havva" tezinin çeliflkileri DNA Evrim Açmaz› (Ansiklopedik) M‹TOKONDR‹YEL HAVVA TEZ‹N‹N ÇEL‹fiK‹LER‹ Dayandıkları varsayımlar, varlı¤ı kanıtlanamayan, deney ve gözlemle bile örneklendirilememifl olan iddialardı. (Gerçekte mutasyon, bir canlı yapıda sadece düzensizli¤e ve ölüme neden oldu¤u gözlemlenmifl DNA bozulmasıdır. Mutasyonlar canlıyı daha üst bir düzeye taflıyan herhangi bir ilerlemeye asla sebep olmaz.) (bkz. Mutasyon:Hayali bir mekanizma) Evrimci arafltırmacılar önyargılarını kamufle edece¤ini umdukları bir bilgisayar programı gelifltirdiler. Program evrimin en direkt ve verimli yolu takip etti¤i yargısı temel alınarak yapılmıfltı. Oysa bu, evrim teorisinin temel varsayımlarına bile aykırı olan hayali bir tablodur. Nitekim bu tezin bilimsel bir de¤er taflımadı¤ı, evrim teorisini savunan pek çok bilim adamı tarafından dahi kabul edildi. Nature dergisinin editör kurulundan Henry Gee, "Afrika Cenneti Üzerindeki ‹statistiksel Bulut" adlı yazısında mtDNA çalıflması sonuçlarını "süprüntü" olarak de¤erlendirdi.109 Gee'nin yazısında, mevcut 136 mtDNA serisi ele alındı¤ında, çizilen soy a¤açlarının sayısının 1 milyarı geçti¤i bildiriliyordu. Yani yapılan bu çalıflmada bu 1 milyar kadar tesadüfi soy a¤acı görmezlikten gelinmifl ancak flempanze-insan arasında evrim oldu¤u varsayımına uygun olan tek soya¤acı seçilmiflti. Washington Üniversitesi'nden ünlü genetikçi Alan Templeton da DNA seri- Harun Yahya (Adnan Oktar) lerinden yola çıkarak insanın kökeni için bir tarih belirlemenin imkansız oldu¤unu bildirdi. Çünkü DNA'lar insan toplulukları arasında bile oldukça fazla harmanlanmıfltır.110 Bu, matematiksel olarak bakıldı¤ında soya¤acında tek bir insana ait mtDNA'yı ayırt etmenin imkansız oldu¤u anlamına gelir. En önemli itiraf ise, tezin sahiplerinden geldi. 1992 yılında çalıflmayı tekrarlayan ekipten Mark Stoneking Science dergisine yazdı¤ı bir mektupta "Afrikalı Havva" iddiasının geçersiz oldu¤unu kabul etti.111 Çünkü çalıflmanın her hali ile istenen sonuca yönelik olarak ayarlandı¤ı ortadaydı. Mitokondriyel DNA tezi, DNA'daki mutasyonlardan yola çıkılarak gelifltirilmifltir. Fakat evrimcilerin, insan DNA'sına baktıklarında hangi DNA basamaklarının mutasyonların sonucu olufltu¤una, hangilerinin de orijinal-de¤iflmemifl oldu¤una nasıl karar verebildikleri meçhuldür. Çalıflmaya bafllarken varlı¤ını iddia ettikleri orijinal insan DNA'sından yola çıkmak zorundadırlar. Ama evrimcilerin burada yaptı¤ı hile ortadadır; kendilerine baz olarak flempanze DNA'sını almaktadırlar.112 Baflka bir deyiflle, insan DNA'sının flempanze DNA'sından evrimleflti¤ine kanıt arandı¤ı bir çalıflmada, tarih öncesi orijinal insan diye flempanze bafllangıç noktası olarak alınmaktadır. Daha çalıfl- 85 86 MODERN SENTET‹K EVR‹M MASALI manın baflında evrim gerçekleflmifl varsayımı ile hareket edilmekte, sonra da elde edilen sonuç "evrim kanıtı" gibi gösterilmektedir. Bu yüzden söz konusu çalıflma bilimsellikten son derece uzakt›r ve magazinsel niteliktedir. Ayr›ca evrimci arafltırmacı e¤er DNA'da meydana geldi¤ini iddia etti¤i düzenli yararlı mutasyonları "moleküler saat"i hesaplamada temel olarak kullanacaksa sözde mutasyonların hızını da hesaplamak zorundadır. Ama çekirdekteki ya da mitokondrideki DNA'da ne sıklıkta mutasyona u¤radıklarını gösterir herhangi bir gösterge bulunmaz. ‹çindeki mantıkları de¤erlendirdi¤imizde bu tez flunu göstermektedir: Bir kez daha evrim, evrimden yola çıkılarak kanıtlanmıfl gibi gösterilmeye çalıflılmaktadır. DNA ile evrime kanıt aramak, tarafsız olarak yapılan bir çalıflma de¤il, fakat "evrim zaten olmufl" önyargısı temel alınarak yapılmıfl bir göz boyamadır. Evrimcilerin neden göz boyama ihtiyacı duydukları sorusunun cevabı ise, evrimi destekleyen hiçbir gerçek bilimsel kanıt olmayıflıdır. Modern Sentetik Evrim masal› Amerikan Jeoloji Derne¤i'nde toplanan bilim adamları mutasyon kavramını benimseyerek, Darwin'in Lamarck'a dayanarak cevaplamaya çalıfltı¤ı "canlıları gelifltiren yararlı de¤iflikliklerin kayna¤ı nedir?"sorusuna "rastgele mutasyonlar" cevabını verdiler. Darwin'in do¤al seleksiyon tezine mutasyon kavramının eklenmesiyle ortaya çıkan bu yeni teoriye de "Modern Sentetik Evrim Teorisi" adını koydular. Kısa sürede bu yeni teori "neo-Darwinizm" olarak bilindi ve teoriyi ortaya atanlar da "neo-Darwinistler" olarak anılmaya bafllandılar. (bkz. NeoDarwinizm komedisi) Modifikasyon Canlılarda dıfl flartların etkisiyle belirli sınırlar içinde oluflan ve kalıtsal olmayan farklılıklardır. Bitki ve hayvanlarda aynı türe ba¤lı bireyler arasında çiftleflme olmasına karflın, hepsi birbirine benzer bireylerden oluflmamıfltır. Aralarında kalıtsal olmayan bu farklılıklara "modikifikasyon" denir. Bütün biyolojik bünyeler dıfl koflulların etkisiyle belirli sınırlar içinde kalmak kaydı ile farklılaflmalar gösterir.113 Aynı yumurta ikizleri, kalıtsal materyalleri aynı olmasına karflın hiçbir zaman birbirlerine tam olarak benzemezler. Çünkü çevre koflullarının her iki bireye aynı derecede etki etmesi olanaksızdır. Canlılarda modifikasyonu meydana getiren dıfl flartlar besin, sıcaklık, nem ve mekanik etkilerdir. Fakat vücut hücrelerinde oldu¤u için sadece o canlı ile sınırlı kalır ve o¤ul döllere aktarılamaz.114 Nitekim Darwin, canlıların çevre flartlarının etkisiyle de¤iflip di¤er canlılara dönüflebileceklerini iddia ederken, di¤er yandan Mendel, canlı türlerinin çev- Evrim Açmaz› (Ansiklopedik) MOLEKÜLER EVR‹M ÇIKMAZI re etkisiyle de¤iflmeyeceklerini deneysel olarak ispatlamıfl, kalıtımın belirli sınırlar içinde gerçekleflti¤ini göstermiflti. Darwin'in fikirleri deneylere de¤il tamamen spekülasyona dayanan bir teori olarak kalırken Mendel, uzun ve sabırlı bir çalıflmayla kalıtım kanunlarını deney ve gözlemleriyle bilim tarihine sunmufltu. Birbirlerinin ça¤daflı olmalarına ra¤men, Mendel'in genetik çalıflmalarının bilim dünyasında kabul görmesi ise Darwin'den 35 yıl sonra mümkün olmufltu. Çünkü Mendel'in temellerini attı¤ı genetik bilimi, Darwinizm'in varsayımlarını çürütmüfl ve evrimciler bunu kabullenmemek için uzun süre direnmifllerdi. Ancak bilimsel geliflmeler, Mendel'in bulgularını kabul etmelerini zorunlu kılmıfl ve evrimciler de teorilerinde buna göre göstermelik de¤ifliklikler yapmayı tek çıkar yol olarak görmüfllerdi. (bkz. NeoDarwinizm komedisi) Moleküler evrim ç›kmaz› Evrim teorisinin iddiasına göre; milyarlarca sene evvel dünyanın atmosferini teflkil eden su buharı, hidrojen, metan, amonyak gibi gaz molekülleri; güneflten gelen ultraviyole ıflınları, flimfleklerden yayılan elektrik, radyoaktif kayalardan çıkan radyasyon ve volkanlardan kaynaklanan ısı enerjisi ile ayrıflmıfl ve böylece ortaya çıkan atomlar yeni bir düzen içinde biraraya gelerek hücrenin yapıtafllarını meydana getirmifllerdi. Daha sonra bu bileflikler ya¤mur sularıyla göl ve Harun Yahya (Adnan Oktar) denizlere taflınmıfllardı. Organik bileflikler bu flekilde yavafl yavafl birikmifl ve eski yeryüzü suları bu maddeler bakımından zamanla zenginleflmifllerdi. Sonra bu karıflım içindeki amino asitler ve di¤er organik maddeler biraraya gelerek proteinleri, karbonhidrat zincirlerini ve giderek daha kompleks yapılı di¤er organik maddeleri oluflturmufltu. Sonunda kompleks yapılı büyük moleküllerden bazıları biraraya gelerek daha iri molekül kümelerini meydana getirmifllerdi. Meydana gelen ilk kümeler büyüme e¤ilimleri sebebiyle çevrelerinden yeni moleküller almaya çalıflmıfltı. Böylece yapısı ve organizasyonu daha kompleks olan ve büyüyüp ço¤alabilen kümeler ortaya çıkmıfltı. Bu noktada aralarında tam bir fikir birli¤i bulunmamakla beraber, evrimcilerin ço¤unun öne sürdü¤ü iddiaya göre, dıflarıda ayrıca tesadüfen meydana gelmifl nükleik asitler, "koeservat" denilen bu kümelerin içine girip yerleflmifller ve nihayet koeservatlar organizasyon seviyelerini yeterince yükselttiklerinde canlanarak hayat sahibi ilk hücreler haline gelmifllerdi. Yukarıdaki senaryoda evrimciler cansız maddelerden canlılı¤ın oluflumunda hiçbir bilinçli müdahalenin varlı¤ını kabul etmez, herfleyin kör tesadüfler sonucu olufltu¤unu iddia ederler. Canlılı¤ın cansız maddelerden tesadüfen oluflumuna ilk basamak olarak da Miller'in deneyini gösterirler. Ancak Miller deneyinde kullanılan ilk atmosferin kimyasal yapısı konusundaki varsayımların yanlıfl oldu¤u 87 88 MOLEKÜLER HOMOLOJ‹ TEZ‹N‹N SAÇMALIKLARI günümüzde artık anlaflılmıfl olan ve Miller'in kendisinin de itiraf etti¤i bir gerçektir. (bkz. Miller Deneyi) Bugün her türlü çabaya ra¤men evrim teorisinin ne moleküler düzeyde ne de bir baflka alanda bilimsel destek bulamadı¤ı açıktır. Ünlü biyokimyacı Prof. Michael Denton moleküler biyoloji alanında elde edilen bulgulara dayanarak flu yorumu yapar: Moleküler düzeyde, her canlı sınıfı, özgün, farklı ve di¤erleriyle ba¤lantısızdır. Dolayısıyla moleküller, aynı fosiller gibi, evrimci biyoloji tarafından uzun zamandır aranan teorik ara geçifllerin olmadı¤ını göstermifltir... Moleküler düzeyde hiçbir organizma bir di¤erinin "atası" de¤ildir, di¤erinden daha "ilkel" ya da "geliflmifl" de de¤ildir... E¤er bu moleküler kanıtlar bundan bir asır önce var olsaydı... organik evrim düflüncesi hiçbir zaman kabul görmeyebilirdi.115 Moleküler düzeyde yapılan karflılafltırmalar, canlıların evrimlefltiklerini de¤il, ayrı ayrı yaratıldıklarını göstermektedir. Kaldı ki; fosil kayıtları, canlılardaki kompleks yapı ve sistemler, hiçbir "evrim mekanizması"nın olmayıflı gibi daha pek çok bilimsel gerçek, evrim teorisinin iddialarını zaten çoktan yıkmıfltır. Moleküler homoloji tezinin saçmal›klar› Evrimciler, farklı canlı türlerinin DNA flifrelerinin ya da protein yapılarının benzer oldu¤undan söz ederler ve bunu, bu canlı türlerinin birbirlerinden evrimlefltiklerinin delili olarak yorumlarlar. Örne¤in evrimci yayınlarda sık sık "insan DNA'sı ile maymun DNA'sı arasında büyük bir benzerlik" oldu¤u söylenir ve bu, insan ile maymun arasında evrimsel bir iliflki oldu¤u iddiasının kanıtı gibi sunulur. (bkz. Maymun-‹nsan genetik benzerli¤i yalan›) Öncelikle belirtmek gerekir ki, yeryüzünde yaflayan canlıların birbirlerine yakın DNA yapısına sahip olmaları beklenmedik bir durum de¤ildir. Canlıların temel yaflamsal ifllevleri birbiriyle aynıdır ve insan da canlı bir bedene sahip oldu¤una göre, di¤er canlılardan farklı bir DNA yapısına sahip olması beklenemez. ‹nsan da di¤er canlılar gibi proteinlerle beslenerek geliflir, onun da vücudunda kan dolaflır, hücrelerinde her saniye oksijen kullanılarak enerji üretilir. Dolayısıyla canlıların genetik benzerliklere sahip olmaları, ortak bir atadan evrimlefltikleri iddiasına delil olarak gösterilemez. Evrimciler, e¤er ortak atadan evrimleflme teorisini delillendirmek istiyorlarsa, birbirinin atası oldu¤u iddia edilen canlıların moleküler yapılarında da bir ata-torun iliflkisi oldu¤unu göstermek zorundadırlar. Oysa, evrimcilerin elinde bu yönde hiçbir somut bulgu yoktur. Nitekim farklı türlere ve sınıflara ait canlıların DNA ve kromozom analizleri sonucunda elde edilen bulgular karflılafltırıldı¤ında, canlıların DNA ve kromozomlarındaki benzerliklerin ya da farklı- Evrim Açmaz› (Ansiklopedik) MOLEKÜLER HOMOLOJ‹ TEZ‹N‹N SAÇMALIKLARI Evrimin ünlü teorisyenlerinden Rus bilim adamı Dobzhansky, canlılar ve DNA'ları arasındaki bu kuralsız iliflkinin evrimin açıklayamadı¤ı büyük bir sorun oldu¤unu flöyle ifade etmektedir: Kromozom say›lar›na ve DNA yap›lar›na göre yap›lan karfl›laflt›rmalar, farkl› canl› türle ri aras›nda hiçbir evrimsel akrabal›k iliflkisi kurulamad›¤›n› göstermektedir. lıkların, öne sürülen hiçbir evrimci mantık ya da ba¤lantıyla uyuflmadı¤ı çok açık bir biçimde ortaya çıkmaktadır. Evrimci teze göre canlıların kompleksliklerinde kademeli bir artıfl yaflanmıfl olmalı, buna paralel olarak da genetik bilgilerini oluflturan kromozomlarının sayısının kademeli olarak artması beklenmelidir. Fakat elde edilen veriler bu tezin tamamen hayal ürünü oldu¤unu göstermektedir. Örne¤in, domatesin 24 kromozomu varken, çok daha kompleks bir organizmaya ve sistemlere sahip olan Copepode yengecinin sadece 6 kromozomu vardır. Ya da, tek hücreli bir canlı olan Euglena'da 45 kromozom bulunurken, Amerika'da yaflayan büyük bir timsah türü olan Alligatörde 32 kromozom bulunur. Bununla birlikte mikroskobik bir canlı olan Radiolaria'da 800'den fazla kromozom vardır. Harun Yahya (Adnan Oktar) Daha kompleks organizmaların genelde basit olanlara göre hücrelerinde daha fazla DNA'ları vardır. Fakat bu kuralın dikkat çeken istisnaları vardır. Amphiuma (amfibiyen), Propterus (bir akci¤erli balık) ve hatta sıradan kurba¤alar ve kara kurba¤aları tarafından geçilen insan ise, liste baflı olmaktan çok uzaktır. Neden bu durum bu kadar uzun zamandır bir bilmece olarak kaldı?116 Yine evrimci homoloji tezine göre, canlı büyüdükçe kromozom sayısının artması, küçüldükçe ise kromozom sayısının azalması beklenmelidir. Oysa birbirleriyle bütünüyle farklı boyut ve yapılara sahip olan ve aralarında herhangi bir evrimsel ba¤lantı oldu¤u iddia bile edilemeyen canlıların eflit sayıda kromozomlara sahip olmaları, canlıların kromozom benzerlikleri üzerine kurulan yüzeysel evrimci mantıkları alt üst etmektedir. Buna birkaç örnek verecek olursak, hem yulaf bitkisinin hem de makak maymununun 42'fler kromozomu vardır. Deer faresinin 48 kromozomu bulunurken kendisinden kat kat büyük olan gorilin de aynı sayıda, yani 48 kromozomu bulunur. Bir di¤er ilginç örnek de çingene güvesi ve efle¤in kromozom sayılarıdır. Her ikisi de 62 kromozoma sahiptir. Moleküler düzeydeki di¤er karflılafl- 89 90 MOLEKÜLER HOMOLOJ‹ TEZ‹N‹N SAÇMALIKLARI Moleküler biyoloji ala n›nda elde edilen bulgulara göre, moleküler düzeyde, her canl› s›n›f›, özgün, farkl› ve di¤erleriyle ba¤lant›s›zd›r. Hiçbir organizma bir di¤erinin atas› de¤ildir. tırmalar da, evrimci yorumları anlamsız kılan pek çok tutarsızlık örne¤i oluflturmaktadır. Çeflitli canlılardaki protein dizilimleri laboratuvarlarda analiz edildikçe, ortaya evrimciler açısından hiç beklenmedik, hatta kimi zaman hayret verici sonuçlar çıkmaktadır. Örne¤in insandaki Sitokrom-C proteini bir atınkinden 14 amino asit farklıyken, bir kangurununkinden yalnızca 8 amino asit farklıdır. Yine Sitokrom-C dizilimi incelendi¤inde, kaplumba¤aların insanlara kendileri gibi bir sürüngen olan çıngıraklı yılanlardan daha yakın oldu¤u görülür. Bu durum evrimci bakıfl açısına göre yorumlandı¤ında kaplumba¤aların insanlarla yılanlardan daha yakın akraba oldukları gibi evrimcilerin dahi kabul edemeyecekleri kadar anlams›z bir sonuç çıkacaktır. Her ikisi de sürüngenler sınıfına dahil olan kaplumba¤a ve çıngıraklı yılanın arasında 100 kodonda 21 amino asitlik fark, çok ayrı sınıfların temsilcileri arasındaki farklardan belirgin bir flekilde daha büyüktür. Örne¤in, tavuk ve su yılanı arasındaki 17 veya at ve köpekbalı¤ı arasındaki 16, hatta iki ayrı filuma ait köpek ve solucan sine¤i arasındaki 15 amino asitlik farktan bile daha büyüktür. Benzer gerçekler hemoglobin için de bulunmufltur. Bu proteinin insandaki dizilimi lemurunkinden 20 amino asit farklı iken, domuzdakinden yalnızca 14 amino asit farklıdır. Durum di¤er proteinler için de yaklaflık olarak aynıdır.117 Evrimcilerin bu durumda, insanın evrimsel olarak kanguruya, attan daha yakın olması ya da domuzla lemurdan daha yakın akraba oldu¤u gibi sonuçlara varmaları gerekir. South Carolina Üniversitesi Tıp Fakültesi'nden biyokimya arafltırmacısı Dr. Christian Schwabe, moleküler alanda evrime delil bulabilmek için uzun yıllarını vermifl bir bilim adamıdır. Özellikle insülin ve relaxin türü proteinler üzerinde incelemeler yaparak canlılar arasında evrimsel akrabalıklar kurmaya çalıflmıfltır. Fakat çalıflmalarının hiçbir noktasında evrime herhangi bir delil elde edemedi¤ini pek çok kereler itiraf etmek zorunda kalmıfltır. Science dergisindeki bir makalesinde flöyle demektedir: Moleküler evrim, evrimsel akrabalıkların ortaya çıkarılması için neredeyse paleontolojiden daha üstün bir metot olarak kabul edilmeye bafllandı. Bir molekü- Evrim Açmaz› (Ansiklopedik) MORFOLOJ‹ ler evrimci olarak bundan gurur duymam gerekirdi. Ama aksine, türlerin düzenli bir geliflme kaydetti¤ini göstermesi gereken moleküler benzerliklerin pek çok istisnası olması oldukça can sıkıcı görünüyor. Bu istisnalar o kadar çok ki, gerçekte, istisnaların ve tuhaflıkların daha önemli bir mesaj taflıdıklarını düflünüyorum.118 Schwabe'nin relaxinler üzerinde yaptı¤ı çalıflmalar oldukça ilginç sonuçlar ortaya koymufltur: Yakın akraba oldu¤u bildirilen türlerin relaxinleri arasındaki yüksek de¤iflkenli¤in yanı sıra, domuzun ve balinanın relaxinleri bütünüyle aynıdır. Farelerden, Yeni Gine domuzundan, insandan ve domuzdan alınan moleküller, birbirlerinden yaklaflık %55 uzaktır. Buna ra¤men insülin, insanı flempanzeden daha çok domuza yakın kılmaktadır.119 Schwabe, canlılardaki lizozimler, sitokromlar ve pek çok hormonların da amino asit dizilimlerinin karflılafltırılmasının evrimciler açısından "beklenmedik sonuçlar ve anormallikler" ortaya koydu¤unu belirtmektedir. Schwabe, tüm bu kanıtlara dayanarak, proteinlerin hepsinin hiçbir evrim geçirmeden bafllangıçtaki yapılarına sahip olduklarınıve moleküller arasında, aynı fosiller arasında oldu¤u gibi, hiçbir ara geçifl formu bulunmadı¤ını savunmaktadır. Michael Denton da moleküler biyoloji alanında elde edilen bulgulara dayanarak flu yorumu yapar: Moleküler düzeyde, her canlı sınıfı, özgün, farklı ve di¤erleriyle ba¤lantısızdır. Harun Yahya (Adnan Oktar) Dolayısıyla moleküller, aynı fosiller gibi, evrimci biyoloji tarafından uzun zamandır aranan teorik ara geçifllerin olmadı¤ını göstermifltir... Moleküler düzeyde hiçbir organizma bir di¤erinin "atası" de¤ildir, di¤erinden daha "ilkel" ya da "geliflmifl" de de¤ildir... E¤er bu moleküler kanıtlar bundan bir asır önce var olsaydı... organik evrim düflüncesi hiçbir zaman kabul görmeyebilirdi.120 Kısacası, canlılarda anatomik ya da kimyasal benzerlikler arayan ve bunu evrime delil saymaya çalıflan homoloji varsayımı, bilimsel bulgular karflısında geçersizdir. Morfoloji Organizmaların bir bütün olarak flekil ve yapısını iflleyen bilim dalıdır. Bitkilerin kök, gövde, yaprak, çiçek, meyve gibi bölümlerinin; hayvanların ve insanlar›n ise bafl, gövde ve di¤er kısımlarının yapılarını ve bunların ortak çalıflma düzenlerini inceler.121 Morfolojinin alt dalları olan "anatomi" organizmaların gözle görülen iç ve dıfl yapısını; "histoloji" organları oluflturan dokuların mikroskobik yapısını; "sitoloji" dokuları oluflturan hücrelerin mikroskobik yapısını; "embriyoloji" döllenmifl yumurtadan (zigot) serbest yaflayan bir organizma olufluncaya kadar geçen evrelerin tümünü inceler.122 Canlıların homolog ya da analog organları arasında yapılan karflılafltırmalarda da ço¤unlukla morfolojiden elde 91 92 MORRIS, JOHN edilen bilgilerden faydalanılır. (bkz. Homolog organ; Analog organ) Benzer morfolojilere (yapılara) sahip tüm canlılar, aralarında evrimsel bir iliflki kurma mantı¤ıyla homolog kabul edilirler. Ancak bunun bilimsel olarak bir dayana¤ı yoktur. Nitekim birbirlerine çok benzeyen fakat aralarında hiçbir evrimsel iliflki kurulamayan çok sayıda örnek vardır ki, bu da bu evrimci iddialar açısından büyük bir çeliflki oluflturur. Morfolojik homoloji masal› bkz. Homoloji (Köken birli¤i) Morr›s, John Yaratılıfl Arafltırmaları Enstitüsü'nün (Institute for Creation Research) baflkanı ve ünlü bir jeolog olan Prof. John Morris, Bilim Arafltırma Vakfı'nın düzenledi¤i "Evrim Teorisinin Çöküflü: Yaratılıfl Gerçe¤i" bafllıklı II. uluslararası konferansa (5 Temmuz 1998) katıJohn Morris larak, evrimin ardındaki ideolojik ve felsefi flartlanmaları, bu teorinin bir dogma haline geldi¤ini ve savunucularının Darwinizm'e bir din gibi inandıklarını anlattı.123 Mozaik canl›lar Gerçekte ara form özelli¤i oluflturmayan canlı yapılar, kimi zaman evrimcilerin taraflı yorumları ile ara form özelli¤i gibi lanse edilir. Fakat bir canlı grubunun di¤er canlı grubuna ait özellikler barındırması, bir ara form özelli¤i de¤ildir. Örne¤in Avustralya'da yaflayan Platypus, bir memeli olmasına ra¤men sürüngenler gibi yumurtlayarak ço¤alır. Ayrıca kufllara benzer bir gagası bulunur. Ancak k›llara, süt bezlerine ve kula¤›nda üç kemi¤e sahip olmas› nedeniyle memelidir. Bilim adamları bu nedenle Platypus gibi canlılara "mozaik canlı" ismini verirler. Mozaik canlıların ara form sayılamayaca¤ı, Stephen J. Gould ve Niles Eldredge gibi önde gelen evrimci paleontologlar tarafından da kabul edilmektedir.124 Platypus, çok ileri derecede özelleflmifl yapısıyla bu iddiayı ayr›ca yalanlamaktadır. (bkz. Platypus) Mutajenik faktör Canlılardaki genetik bilgide meydana gelen kopmalar ve yer de¤ifltirmeler mutasyon olarak tanımlanır. Bunlar hücrelerin çekirde¤inde bulunan DNA'yı etkilerler ve buna zarar verirler. Mutasyon meydana getiren her aracıya "mutajenik faktör" denir. Mutajenik faktör, genellikle kimyasal etkiler veya parçacık ıflınımı fleklindedir. Evrim Açmaz› (Ansiklopedik) MUTANT Mutajenik faktörlere örnek olarak hardal gazı, nitrik asit gibi kimyasal maddeler sayılabilir. X-ıflınları veya bir nükleer santraldan sızan radyasyon ise ıflınımsal mutajenik faktördür. Iflınım mutasyonu, radyoaktif bir elementten yayılan parçacıkların DNA bazları üzerinde yaptıkları hasardır. Yüksek enerji taflıyan kararsız parçacıklar, DNA bazlarına çarptıkları zaman bunların yapısını de¤ifltirirler ve ço¤u zaman hücrenin tamir edemeyece¤i boyutlarda bir takım de¤iflikliklere sebep olurlar. (bkz. Mutasyon: Hayali bir mekanizma) Mutant Mutant, mutasyona u¤ramıfl bir canlı, hücre ya da gene verilen genel isimdir. Mutasyonlar, canlı hücresinin çekirde¤inde bulunan ve genetik bilgiyi taflıyan DNA molekülünde, radyasyon veya kimyasal etkiler sonucunda meydana gelen kopmalar ve yer de¤ifltirmelerdir. Mutasyonlar DNA'yı oluflturan nükleotidleri tahrip eder ya da yerlerini de¤ifltirirler. Ço¤u zaman da hücrenin tamir edemeyece¤i boyutlarda bir takım hasar ve de¤iflikliklere sebep olurlar. %99 ihtimalle tahrip edici, %1 ihtimalle nötr etkilerle de¤iflikli¤e u¤ramıfl hücre ya da canlı mutant olarak adlandırılır. (bkz. Mutasyon: Hayali bir mekanizma) Mutasyonların sadece bir tahrip mekanizması oldu¤u açık olmasına karflın, evrimciler varsaydıkları evrimsel de¤iflikliklerin kayna¤ını, canlıların genetik yapısında meydana gelen rastgele mu- Harun Yahya (Adnan Oktar) Fiziksel bozuklu¤u olan mutant bir kuzu tasyonlar olarak gösterirler. Fransız Bilimler Akademisi'nin eski baflkanı Pierre Paul Grassé'nin mutasyonlar hakkında yaptı¤ı yorum, bu noktada oldukça açıklayıcıdır. Grassé, mutasyonları "yazılı bir metnin kopyalanması sırasında yapılan harf hataları"na benzetmifltir. Ve harf hatası gibi mutasyonlar da bilgi oluflturmaz, aksine var olan bilgiyi bozarlar. Grassé bunu flöyle açıklamıfltır: Mutasyonlar, zaman içinde son derece düzensiz biçimde meydana gelirler. Birbirlerini tamamlayıcı bir özellikleri yoktur ve birbirini izleyen nesiller üzerinde belirli bir yöne do¤ru kümülatif bir etkileri olmaz. Zaten var olan yapıyı de¤ifltirirler, ama bunu tamamen düzensiz bir biçimde yaparlar... Bir canlı vücudunda çok küçük bile olsa bir düzensizlik olufltu¤unda ise, bunun sonucu ölüm olur. Yaflam olgusu ile anarfli (düzensizlik) arasında hiçbir olası uzlaflma yoktur.125 ‹flte bu nedenle, yine Grassé'nin ifadesiyle "mutasyonlar ne kadar çok sayıda olursa olsunlar, herhangi bir evrim meydana getirmezler." 93 94 MUTASYON: HAYAL‹ B‹R MEKAN‹ZMA Mutasyon: hayali bir mekanizma Mutasyonlar, canlı hücresinin çekirde¤inde bulunan ve genetik bilgiyi taflıyan DNA molekülünde, radyasyon veya kimyasal etkiler sonucunda meydana gelen kopmalar ve yer de¤ifltirmelerdir. Mutasyonlar DNA'yı oluflturan nükleotidleri tahrip eder ya da yerlerini de¤ifltirirler. Ço¤u zaman da hücrenin tamir edemeyece¤i boyutlarda birtakım hasar ve de¤iflikliklere sebep olurlar. Dolayısıyla evrimcilerin arkasına sı¤ındıkları mutasyon, hiç de sanıldı¤ı gibi canlıları daha geliflmifle ve mükemmele götüren tılsımlı bir de¤nek de¤ildir. Mutasyonların net etkisi zararlıdır. Mutasyonların sebep olaca¤ı de¤ifliklikler ancak Hiroflima, Nagazaki veya Çernobil'deki insanların u¤radı¤ı türden de¤ifliklikler olabilir: Yani ölüler, sakatlar... Bunun nedeni çok basittir: DNA çok kompleks bir düzene sahiptir. Bu molekül üzerinde oluflan herhangi rastgele bir etki ona sancak zarar verir. Amerikalı genetikçi B. G. Ranganathan bunu flöyle açıklar: Mutasyonlar küçük, rastgele ve zararlıdırlar. Çok ender olarak meydana gelirler ve en iyi ihtimalle etkisizdirler. Bu dört özellik, mutasyonların evrimsel bir geliflme meydana getiremeyece¤ini gösterir. Zaten yüksek derecede özelleflmifl bir organizmada meydana gelebilecek rastlantısal bir de¤iflim, ya etkisiz olacaktır ya da zararlı. Bir kol saatinde meydana gelecek rastgele bir de¤iflim kol saatini gelifltirmeyecektir. Ona büyük ih- timalle zarar verecek veya en iyi ihtimalle etkisiz olacaktır. Bir deprem bir flehri gelifltirmez, ona yıkım getirir.126 Nitekim bugüne kadar hiçbir yararlı mutasyon örne¤i gözlemlenmedi. Tüm mutasyonların zararlı oldu¤u görüldü. ‹kinci Dünya Savaflı'nın ardından nükleer silahların sonucunda oluflan mutasyonları incelemek için kurulan Atomik Radyasyonun Genetik Etkileri Komitesi'nin (Committee on Genetic Effects of Atomic Radiation) hazırladı¤ı rapor hakkında evrimci bilim adamı Warren Weaver flöyle diyordu: Ço¤u kimse, bilinen tüm mutasyon örneklerinin zararlı oldu¤u sonucu karflısında flaflıracaktır, çünkü mutasyonlar evrim sürecinin gerekli bir parçasıdır. Nasıl olur da iyi bir etki -yani bir canlının daha geliflmifl canlı formlarına evrimleflmesi- pratikte hepsi zararlı olan mutasyonların sonucu olabilir?127 ‹nsanlar üzerinde gözlemlenen tüm mutasyonlar zararlıdır. Tıp kitaplarında "mutasyon örne¤i" olarak anlatılan mongolizm, Down Sendromu, albinizm, cücelik, orak hücre anemisi gibi zihinsel ya da bedensel bozuklukların ya da kanser gibi hastalıkların her biri, mutasyonların tahrip edici etkilerini ortaya koymaktadır. Elbette ki insanları sakat ya da hasta yapan bir süreç, "evrim mekanizması" olamaz. Nitekim Amerikalı patolog David A. Demick, mutasyonlar hakkında yazdı¤ı bilimsel bir makalede bu konuda flunları söyler: Son yıllarda genetik mutasyonlarla ba¤- Evrim Açmaz› (Ansiklopedik) MUTASYON: HAYAL‹ B‹R MEKAN‹ZMA Resimlerde, mutasyonlar›n insan vücu dundaki baz› zararl› etkileri görülmektedir. Elbette ki insanlar› sakat ya da hasta yapan bir süreç, geliflme sa¤layamaz. lantılı olan binlerce insan hastalı¤ı sınıflandırılmıfltır. Yeni yayınlanan bir kaynak kitapta 4500 farklı genetik hastalık sayılmaktadır. Dahası, moleküler genetik analizlerden önce klinik olarak tanımlanan bazı kalıtsal sendromların (örne¤in Marfan sendromu) mutasyonların sonucu oldu¤u anlaflılmıfltır... Mutasyonların, oluflturdukları tüm bu hastalıkların yanında, faydalı etkileri de var mıdır? Tanımladı¤ımız binlerce zararlı mutasyon örne¤inin yanında, elbette ki bazı olumlu örnekler de tanımlamak gerekmektedir. -e¤er makro evrim do¤ru ise- Bu olumlu örnekler, hem daha kompleks yapılar oluflturmak için evrime gerekecek, hem de çok sayıdaki zararlı mutasyonun bozucu etkisini dengelemek için lazım olacaktır. Ama ifl bu faydalı mutasyonları tanımlamaya gelince, evrimci biyologlar hep garip bir sessizlik içindedirler.128 Mutasyonların neden evrimci iddiayı destekleyemeyeceklerini üç ana maddede özetlemek mümkündür: 1) Mutasyonlar her zaman zararlıdır: Mutasyon rastgele meydana geldi¤i için Harun Yahya (Adnan Oktar) hemen her zaman canlıya zarar verir. Mantık gere¤i, mükemmel ve kompleks olan bir yapıya yapılacak herhangi bir bilinçsiz müdahale, o yapıyı daha ileri götürmez, aksine tahrip eder. Nitekim hiçbir gözlemlenmifl "faydalı mutasyon" yoktur. 2) Mutasyon sonucunda DNA'ya yeni bilgi eklenmez: Genetik bilgiyi oluflturan parçalar yerlerinden kopup sökülür, tahrip olur ya da DNA'nın farklı yerlerine taflınır. Ama mutasyonlar hiçbir flekilde canlıya yeni bir organ ya da yeni bir özellik kazandırmazlar. Ancak baca¤ın sırttan, kula¤ın karından çıkması gibi anormalliklere sebep olurlar. 3) Mutasyonun bir sonraki nesle aktarılabilmesi için mutlaka üreme hücrelerinde meydana gelmesi gerekir: Vücudun herhangi bir hücresinde veya organında meydana gelen de¤iflim bir sonraki nesle aktarılmaz. Örne¤in bir insanın gözü, radyasyon ve benzeri etkilerle mutasyona u¤rayıp orijinal formundan farklılaflabilir ama bu, kendisinden sonraki nesillere geçmeyecektir. 95 NATÜRAL‹ZM Natüralizm Neandertal: bir insan ›rk› Natüralizm, genel anlamda do¤adan ve duyularla algılanan dünyadan baflka bir gerçeklik tanımayan felsefe akımıdır. 19. yüzyılın din-dıflı atmosferinin en önemli ürünlerinden biri olan natüralizm, bu dönemde Darwin'i etkisi altına almıfl ve onu hayata din dıflı bir açıklama getirmeye zorlamıfltı. Bu düflünce akımına göre, do¤a kendi kendisinin yaratıcısı ve hakimi olarak düflünülüyordu. Bugün hala yaygın olarak kullanılan "tabiat ana" gibi kavramlar ya da "do¤a insana flu yetene¤i vermifl, do¤a insanı böyle yaratmıfl" gibi klifleleflmifl sözler, natüralizm akımının toplum zihnine yerlefltirdi¤i önkabullerin birer sonucudur. Natüralistler do¤adaki mükemmelli¤e hayrandılar, ama bunun nasıl olufltu¤u sorusuna tatminkar bir cevap vermekte zorlanıyorlardı. Pozitivist dogmayı benimsedikleri, yani yalnızca deney ve gözlem yoluyla varlı¤ına ulaflılabilen kavramlara inandıkları için do¤ayı Allah'ın yarattı¤ı gerçe¤ini ısrarla reddediyorlardı. Onlara göre, do¤anın kendisi yaratıcıydı. Darwin'in teorisi, natüralist/materyalist felsefelere, daha do¤rusu tüm bunların temelini oluflturan ateizme hizmet ediyordu. Bu nedenle destek buldu ve büyük bir bilimsel gerçekmifl gibi kitlelere empoze edildi. Aksi halde, amatör bir biyolo¤un hayalleri olarak görülür ve kısa sürede unutulur giderdi. Neandertaller bundan 100 bin yıl önce Avrupa'da aniden ortaya çıkmıfl ve yaklaflık 35 bin yıl önce de yine hızlı ve sessiz bir biçimde yok olmufl -ya da di¤er ırklarla karıflarak asimile olmufl- insanlardır. Günümüz insanından tek farkları, iskeletlerinin biraz daha güçlü ve kafatası hacmi ortalamalarının biraz daha yüksek olmasıdır. Neandertaller iri yapılı bir insan ırkıdır ve bugün artık bu gerçek hemen herkes tarafından kabul edilmektedir. Neandertal ›rk›na ait bir fosil Harun Yahya (Adnan Oktar) 97 98 NEANDERTAL: B‹R ‹NSAN IRKI Evrimciler ise bu insanları "ilkel bir tür" olarak göstermek için çok çabalamıfllar, ama bütün bulgular Neandertal insanının bugün sokakta yürüyen herhangi bir "yapılı" insandan daha farklı olmadı¤ını göstermifltir. Bu konuda önde gelen bir otorite sayılan New Mexico Üniversitesi'nden paleoantropolog Erik Trinkaus flöyle yazar: Neandertal kalıntıları ve günümüz insan› kemikleri arasında yapılan ayrıntılı karflılafltırmalar göstermektedir ki, Neandertaller'in anatomisinde ya da hareket, alet kullanımı, zeka seviyesi veya konufl- ma kabiliyeti gibi özelliklerinde günümüz insanlar›ndan afla¤ı sayılabilecek hiçbir fley yoktur.129 Bu nedenle günümüzde birçok arafltırmacı, Neandertal insanını günümüz insanının bir alt türü olarak tanımlayarak Homo sapiens neandertalensis demektedir. Bulgular, Neandertaller'in ölülerini gömdüklerini, çeflitli müzik aletleri yaptıklarını ve aynı dönemde yaflamıfl Homo sapiens sapienslerle beraber geliflmifl bir kültürü paylafltıklarını açıkça göstermektedir. Fosil bulgular› Neandertal insan›n›n bize göre hiçbir "ilkel" yönü bulunmayan bir insan ›rk› oldu¤unu göstermesine ra¤men, Neandertal insanlar› hala evrimciler taraf›ndan maymun adam olarak resmediliyorlar. Bu, Darwinizm'in bilimsel bulgulara de¤il, önyarg› ve propagandaya dayan d›¤›n›n göstergelerinden yaln›zca bir tanesidir. NEANDERTAL: BİR İNSAN IRKI Yanda, ‹srail'de bulunan Homo sapiens neanderthalensis, Amud 1 kafatas› yer al›yor. Fosilin sahibinin 1.80 m. boyunda oldu¤u tahmin edilmektedir. Beyin hac mi ise bugüne kadar rastlan›lanlar›n en büyü ¤üdür: 1.740 cc Nebraska Adam› sahtekarl›¤› 1922'de, Amerikan Do¤a Tarihi Müzesi müdürü Henry Fairfield Osborn, Batı Nebraska'daki Yılan Deresi yakınlarında, Plieocen Dönemi'ne ait bir azı difli fosili buldu¤unu açıkladı. Bu difl, iddiaya göre, insan ve maymunların ortak özelliklerini taflımaktaydı. Çok geçmeden konuyla ilgili çok derin bilimsel tartıflmalar baflladı. Bazıları bu diflin sahibini Pithecanthropus erectus olarak yorumluyorlar, bazıları ise bunun insana daha yakın oldu¤unu söylüyorlardı. Büyük tartıflmalar yaratan bu fosile "NebHarun Yahya (Adnan Oktar) raska Adamı" adı verildi. "Bilimsel" ismi de hemen takıldı: Hesperopithecus haroldcooki. Bu tek difle dayanılarak Nebraska Adamı'nın kafatası ve vücudunun rekonstrüksiyon resimleri çizildi. Hatta daha da ileri gidilerek Nebraska adamının, eflinin ve çocuklarının do¤al ortamda ailece resimleri yayınlandı. Bütün bu senaryolar tek bir diflten üretilmiflti. Evrimci çevreler bu "hayalet adamı" o derece benimsediler ki, William Bryan isimli bir arafltırmacı, tek bir azı difline dayanılarak bu kadar peflin hükümle karar verilmesine karflı çıkınca, bütün flimflekleri üzerine çekti. 100 NEO-DARWIN‹ZM KOMED‹S‹ Üstteki resim tek bir difl parças›na dayan›larak yap›lm›fl ve Illustrated London News dergisinin 24 Haziran 1922 tarihli say›s›nda yay›nlanm›flt›. Ancak bir süre sonra bu diflin, maymun benzeri bir yarat›¤a veya bir insana de¤il de soyu tükenmifl bir domuza ait oldu¤unun anla fl›lmas›, evrimcileri büyük hayal k›r›kl›¤›na u¤ratt›. Ancak 1927'de iskeletin öbür parçaları da bulundu. Bulunan yeni parçalara göre bu difl ne maymuna ne de insana aitti. Diflin, Prosthennops isimli yabani Amerikan domuzunun soyu tükenmifl bir cinsine ait oldu¤u anlaflıldı. William Gregory, bu yanılgıyı duyurdu¤u Science dergisinde yayınladı¤ı makalesine flöyle bir bafllık atmıfltı: "Görüldü¤ü kadarıyla Hesperopithecus ne maymun ne de insan."130 Bu olay sonucunda Hesperopithecus haroldcooki'nin ve "ailesi"nin tüm çizimleri alelacele literatürden çıkarıldı. Neo-Darw›nizm komedisi (Neo-Darw›n›sm) Darwin'in teorisi 20. yüzyılın ilk çeyre¤inde keflfedilen genetik kanunları karflısında tam anlamıyla bir açmaza girmiflti. Bunun üzerine Darwin'e sadakat göstermekte kararlı olan bir grup bilim adamı, 1941 yılında Amerikan Jeoloji Derne¤i'nin düzenledi¤i bir toplantıda biraraya geldiler. G. Ledyard Stebbins ve Theodosius Dobzhansky gibi genetikçilerin, Ernst Mayr ve Julian Huxley gibi zoologların, George Gaylord Simpson ve Glen L. Jepsen gibi paleontologların uzun tartıflmalar sonucunda vardık- Evrim Açmaz› (Ansiklopedik) NEO-DARWIN‹ZM KOMED‹S‹ ları sonuç, Darwinizm'e yeni bir "yama" yapmak oldu. Bu kifliler, Darwin'in açıklayamadı¤ı ve Lamarck'a dayanarak halletmeye çalıfltı¤ı "canlıları gelifltiren yararlı de¤iflikliklerin kayna¤ı nedir?" sorusuna, "rastgele mutasyonlar" cevabını verdiler. Darwin'in do¤al seleksiyon tezine mutasyon kavramını ekleyerek yeni bir teori ortaya attılar. Bu yeni teori "neo-Darwinizm" (ya da Modern Sentetik Evrim Teorisi) olarak anılmaya bafllandı. Bundan sonraki on yıllar, neo-Darwinizm'i ispatlamak için yapılan umutsuz giriflimlere sahne oldu. Mutasyonların, yani bir canlının genlerinde dıfl etkenler sonucunda meydana gelen kopma, yer de¤ifltirme ve bozulmaların, her zaman için hasara yol açtı¤ı biliniyordu. Ancak yine de neo-Darwinistler binlerce deney yaparak "faydalı mutasyon" örne¤i oluflturmaya çalıfltılar. Tüm bu çabalar hep fiyasko ile sonuçlandı. (bkz. Mutasyon: Hayali bir mekanizma) Neo-Darwinistler, öte yandan da, ilk canlı organizmaların, teorinin iddia etti¤i gibi ilkel dünya koflullarında tesadüfen ortaya çıkmıfl olabilece¤ini ispatlamaya çalıfltılar. Ancak aynı fiyasko bu alanda da yaflandı. Canlılı¤ın tesadüfen ortaya çıkıflını ispatlamayı hedefleyen deneylerin hepsi baflarısız oldu. Olasılık hesapları, canlılı¤ın yapıtaflı olan proteinlerden tek bir tanesinin bile tesadüflerle oluflamayaca¤ını ortaya koydu. En küçük canlı birimi olan hücre ise -evrimcilerin iddia etti¤i gibi- ilkel ve kontrolsüz dünya koflullarında rastlantılar sonucu oluflmak Harun Yahya (Adnan Oktar) flöyle dursun, 20. yüzyılın en ileri teknolojilerine sahip laboratuvarlarında bile oluflturulamadı. Neo-Darwinist teori, bir yandan da fosil kayıtları tarafından hezimete u¤ratıldı. Yıllar süren arkeolojik çalıflmalarda bulunan fosiller arasında, neo-Darwinist teorinin öne sürdü¤ü gibi, canlıların ilkel türlerden geliflmifl türlere kademe kademe evrimleflti¤ini göstermesi gereken "ara geçifl formları"na dünyanın hiçbir yerinde rastlanamadı. Yürütülen karflılafltırmalı anatomi çalıflmaları ise, birbirlerinden evrimlefltikleri varsayılan canlıların çok farklı anatomik özelliklere sahip olduklarını ve asla birbirlerinin atası ya da devamı olamayacaklarını gösterdi. Neo-Darwinizm bilimsel bir teori de¤il, ideolojik bir dogma, hatta bir tür "din"di. Öyle ki neo-Darwinist teorinin en önde gelen kurucularından biri olan Julian Huxley, 1958'de yayınladı¤ı Religion Without Revelation (Vahiysiz Din) adlı kitabında bunu açıkça ifade etmiflti. Huxley, evrimin neden bir din oldu¤unu bir baflka yazısında flöyle açıklıyordu: Bir din, temelinde dünyanın geneline yönelik ve hepsini kapsayan bir bakıfl açısıdır. Dolayısıyla evrim, bir zamanlar Allah'a inanc›n üstlendi¤i fonksiyonu yerine getirebilir, yani insano¤lunun inanç ve umutlarını koordine eden güçlü bir prensip olabilir.131 ‹flte bu nedenle, evrim teorisinin savunucuları bütün aleyhte delillere ra¤men teoriyi savunmaya hala devam etmektedirler. Onlara göre evrim, kendisinden asla vazgeçilemeyecek bir inançtır. 101 Evrim Açmaz› (Ansiklopedik) OH 62: B‹R MAYMUN TÜRÜ OH 62: bir maymun türü Evrimciler uzun süre Homo habilis adını verdikleri canlıların dik yürüyebildiklerini öne sürmüfllerdi. Böylece maymundan insana uzanan bir halka bulduklarını düflünüyorlardı. Oysa, 1986 yılında Tim White tarafından bulunan ve OH 62 olarak isimlendirilen yeni Homo habilis fosilleri bu iddiayı çürüttü. Bu fosil parçaları, Homo habilis'in günümüz maymunlarında oldu¤u gibi uzun kollara ve kısa bacaklara sahip oldu¤unu gösteriyordu. Bu fosil, Homo habilis'in iki aya¤ı üzerinde dik olarak yürüyebilen bir canlı oldu¤u iddiasının sonunu getirdi. Homo habilis, bir maymun türünden baflka bir fley de¤ildi. Omurgal›lar›n Kökeni Kambriyen devrinde aniden ortaya çıkan hayvan filumlarından biri, merkezi bir sinir a¤ına sahip olan Chordata filumudur. Chordata ya da Türkçe'de kullanılan karflılı¤ıyla "kordalılar"ın bir alt sınıfı omurgalılardır. Omurgalılar; balıklar, amfibiyenler, sürüngenler, kufllar ve memeliler gibi temel sınıflara ayrılırlar. Evrimci paleontologlar, her canlı filumunu bir baflka filumun evrimsel devamı olarak görmeye çalıfltıkları için, kordalıların bir baflka omurgasız filumundan evrimleflti¤ini iddia ederler. Ancak tüm filumlar gibi Chordata filumunun üyelerinin de Kambriyen devirde ortaya çıkmıfl olması, bu iddiayı ilk bafl- Harun Yahya (Adnan Oktar) tan tutarsız hale getirmektedir. Kambriyen devrinde belirlenen en eski kordalı, Pikaia adı verilen, uzun bir vücuda sahip ve ilk bakıflta solucanları andıran deniz canlısıdır.132 Pikaia, atası olarak öne sürülebilecek tüm di¤er filumlardaki türlerlerle aynı anda ve hiçbir ara form olmadan ortaya çıkmıfltır. Evrimci biyolog Prof. Mustafa Kuru, Omurgalı Hayvanlar adlı kitabında bu ara form yoklu¤unu flöyle ifade eder: Kordalıların omurgasız hayvanlardan olufltu¤u konusunda kuflku yoktur. Yalnız omurgasızlarla kordalılar arasındaki geçifli aydınlatacak bir fosilin bulunmaması, bu konuda birçok varsayımın ortaya atılmasına neden olmufltur.133 E¤er ortada bir ara geçifl formu yok ise, nasıl olur da "bu evrimin gerçekleflti¤i konusunda kuflku yoktur" denilebilir? Bir varsayımı, onu destekleyen delil olmadı¤ı halde hiç kuflku duymadan kabul etmek, bilimsel de¤il dogmatik bir tavırdır. Nitekim Sayın Prof. Kuru, yukarıdaki ifadesinden sonra omurgalıların kökeni hakkındaki evrimci varsayımları uzun uzun anlattıktan sonra, ortada bir delil olmadı¤ını bir kez daha kabul etmek durumunda kalmaktadır: Kordalıların kökeni ve evrimi konusunda yukarıda belirtilen görüfller, herhangi bir fosil kaydına dayanmadı¤ından, her zaman kuflku ile karflılanmıfltır.134 Evrimci biyologlar kimi zaman "kordalıların ve di¤er omurgalıların kökeni hakkında fosil kaydı bulunmayıflının nedeni, omurgasız canlıların yumuflak do- 103 104 OMURGALILARIN KÖKEN‹ Kaam mbbrriiyyeenn ddeevvrriinnddee bbeelliirrlleenneenn eenn eesskkii kkoorrddaall›› PPiikkaaiiaa''nn››nn ffoossiillii.. K kulu olmaları ve dolayısıyla fosil izi bırakmamalarıdır" gibi bir açıklama öne sürerler. Oysa bu açıklama gerçekçi de¤ildir, çünkü omurgasız canlılara ait çok sayıda fosil kalıntısı vardır. Kambriyen devri canlılarının hepsi omurgasızdır ve bu türlere ait on binlerce fosil örne¤i bulunmufltur. Örne¤in Kanada'daki Burgess Shale yata¤ında yumuflak dokulu pek çok canlının fosili vardır; bilim adamları Burgess Shale gibi bölgelerde, canlıların oksijen oranı çok düflük çamur tabakaları ile aniden kaplandıklarını ve bu sayede yumuflak dokularının da¤ılmadan fosilleflti¤ini düflünmektedirler.135 Evrim teorisi, Pikaia gibi ilk kordalıların da zamanla balıklara dönüfltü¤ünü varsayar. Ancak "kordalıların evrimi" iddiasını destekleyecek herhangi bir ara form fosili bulunmadı¤ı gibi, "balıkların evrimi" iddiasını destekleyecek bir fosil de yoktur. Aksine, tüm farklı balık kategorileri, fosil kayıtlarında bir anda ve hiçbir ataları olmadan ortaya çıkarlar. Milyonlarca omurgasız fosili vardır, milyonlarca balık fosili vardır, ama hiç kimse tek bir tane bile ara form fosili bulamamıfltır. Evrimci paleontolog Gerald T. Todd, "Kemikli Balıkların Evrimi" bafllıklı bir makalesinde bu gerçek karflısında flu çaresiz soruları sıralar: Kemikli balıkların her üç sınıfı da, fosil tabakalarında aynı anda ve aniden ortaya çıkarlar... Peki ama bunların kökenleri nedir? Bu denli farklı ve kompleks yaratıkların ortaya çıkmasını ne sa¤lamıfltır? Ve neden kendilerine evrimsel bir ata oluflturabilecek canlıların izlerinden eser yoktur?136 Bilinen en eski kordal› canl› olan Pika ia'n›n tahmin edilen anatomisi. Evrim Açmaz› (Ansiklopedik) ONTOGEN‹N F‹LOGEN‹Y‹ TAKL‹T ETT‹⁄‹ UYDURMASI Ontogenin filogeniyi taklit etti¤i uydurmas› Orak hücre anemisi Evrimci biyologların "yararlı mutasyon" olarak sözünü ettikleri tek örnek, bkz. Bireyolufl Soyoluflun Tekrarıdır orak hücre anemisi hastalı¤ıdır. Bu has(Ontogeny Recapitulates Phylogeny) te- talıkta, kanda oksijen taflımaya yarayan orisi hemoglobin molekülü bir mutasyon sonucunda bozulur ve yapı de¤iflikli¤ine u¤rar. Bunun sonucunda da hemoglobibkz. Biyogenetik yasası (Rekapitülasnin oksijen taflıma yetene¤i ciddi bir biyon Teorisi) çimde zarar görür. Orak hücre anemisine yakalanan insanlar, bu nedenle giderek artan bir soluOpar›n, Alexander I. num zorlu¤u çekerler. "Kimyasal evrim" kavAncak tıp kitaplarının ramının kurucusu olan Rus kan hastalıkları bölübiyolog Alexander I. Opamünde ele alınan bu murin, tüm teorik çalıflmalarıtasyon örne¤i, baflta bena ra¤men yaflamın kökelirtti¤imiz gibi bazı evnini aydınlatma yönünde rimci biyologlar tarafınhiçbir sonuç elde edemedi. dan çok garip bir flekilde 1936'da yayınladı¤ı Origin "faydalı mutasyon" olaof Life adlı kitabında flöyle rak de¤erlendirilmektediyordu: dir. Maalesef hücrenin kökeAlexander I. Oparin Bu hastalı¤a yakalani, evrim teorisinin tünan kiflilerin sıtmaya olan münü içine alan en karanlık noktayı kısmi ba¤ıflıklıklarının evrimin bu kiflioluflturmaktadır.137 lere bir "arma¤anı" oldu¤u söylenmekteOparin'den bu yana evrimciler, hüc- dir. E¤er bu mantıkla düflünülürse, generenin rastlantılarla oluflabilece¤ini ispat tik olarak kötürüm do¤an insanların yoletmek için sayısız deney, arafltırma ve da yürümedikleri ve bu sayede trafik kagözlem yaptılar. Ancak yapılan her çalıfl- zalarında ölmekten kurtuldukları da söyma, hücredeki kompleks yarat›l›fl› daha lenebilir ve kötürüm olmak "yararlı bir detaylı bir biçimde ortaya koyarak ev- genetik özellik" sayılabilir. fiüphesiz bu rimcilerin varsayımlarını çürüttü. mantı¤ın hiçbir tutarlı yanı yoktur. Mutasyonların sadece bir tahrip mekanizması oldu¤u açıktır. Fransız Bilim- Harun Yahya (Adnan Oktar) 105 106 ORGAN‹ZE S‹STEM Orak hücre anemisinde alyuvar hücrelerinin flekil ve fonksiyonlar› bozulur. Bu yüzden alyu varlar›n oksijen tafl›ma kapasiteleri zarar görür. ler Akademisi'nin eski baflkanı Pierre Paul Grassé'nin mutasyonlar hakkında yaptı¤ı yorum, bu konuda oldukça açıklayıcıdır. Grassé, mutasyonları "yazılı bir metnin kopyalanması sırasında yapılan harf hataları"na benzetmifltir. Ve harf hatası gibi mutasyonlar da bilgi oluflturmaz, aksine var olan bilgiyi bozar. Grassé bu olguyu flöyle açıklamıfltır: ‹flte bu nedenle, yine Grassé'nin ifadesiyle "mutasyonlar ne kadar çok sayıda olursa olsunlar, herhangi bir evrim meydana getirmezler."139 Organize sistem bkz. Düzenli sistem; öz-örgütlenme saçmal›¤› Mutasyonlar, zaman içinde son derece düzensiz biçimde meydana gelirler. Birbirlerini tamamlayıcı bir özellikleri yoktur ve birbirini izleyen nesiller üzerinde belirli bir yöne do¤ru kümülatif bir etkileri olmaz. Zaten var olan yapıyı de¤ifltirirler, ama bunu tamamen düzensiz bir biçimde yaparlar... Bir canlı vücudunda çok küçük bile olsa bir düzensizlik olufltu¤unda ise, bunun sonucu ölüm olur. Yaflam olgusu ile anarfli (düzensizlik) arasında hiçbir olası uzlaflma yoktur.138 Orgel, Lesl›e Olasılık hesapları, proteinler ve nükleik asitler (RNA ve DNA) gibi kompleks moleküllerin tek tek tesadüfen oluflmalarının imkansız oldu¤unu göstermektedir. Önde gelen bazı evrimciler bu konuda itiraflarda bulunurlar. Örne¤in San Diego California Üniversitesi'nden Stanley Miller'ın ve Francis Crick'in ça- Evrim Açmaz› (Ansiklopedik) ORMANDAN AÇIK ALANA GEÇ‹fi MASALI lıflma arkadaflı olan ünlü evrimci Dr. Leslie Orgel flöyle demektedir: Son derece kompleks yapılara sahip olan proteinlerin ve nükleik asitlerin (RNA ve DNA) aynı yerde ve aynı zamanda rastlantısal olarak oluflmaları aflırı derecede ihtimal dıflıdır. Ama bunların birisi olmadan di¤erini elde etmek de mümkün de¤ildir. Dolayısıyla insan, yaflamın kimyasal yollarla ortaya çıkmasının asla mümkün olmadı¤ı sonucuna varmak zorunda kalmaktadır.140 Ormandan aç›k alana geçifl masal› 19. yüzyılda genetik bilimi ve kalıtım kanunları tam olarak bilinmedi¤inden Darwin ve onu izleyen erken evrimciler için iki ayaklılı¤ın açıklanması kolay gibi görünüyordu. En popüler teori, Afrika'daki savanlarda yaflayan maymunların yüksek otların üzerinden bakabilmek için boyunlarını uzattıkları, böylece iki ayaklılı¤ın olufltu¤uydu.141Ancak bu Lamarckist teorinin tamamen yanlıfl oldu¤unun anlaflılması uzun sürmedi. Günümüz evrimcilerinin ise, iki ayaklılı¤ın kökeni hakkında öne sürdükleri tek bir tez vardır. Ancak bu tez incelendi¤inde, evrimciler tarafından "kötünün iyisi" mantı¤ıyla ortaya atılan bu teorinin de, aynı bunlardan öncekiler gibi, iki ayaklılı¤ın kökenini açıklamaktan uzak oldu¤u görülür. Söz konusu "ormandan açık alana geçifl teorisi"ne göre, maymunlar ve insanların ataları bir za- Harun Yahya (Adnan Oktar) manlar ormanda birlikte yaflamaktadırlar. Ormanlık alanların daralması veya baflka bir sebepten dolayı bazıları açık alana geçerler ve adaptasyon sonucu iki ayaklılık do¤ar. Böylece a¤açlardaki maymunlarla, açık arazideki iki ayaklı insanlar arasındaki fark açılır ve ikisi de kendi yönlerinde evrimleflmeye bafllarlar. "Ormandan açık alana geçifl teorisi", en çok taraftar bulan teori olmasına karflın, son derece temelsizdir. Çünkü, böyle bir adaptasyonun olabilmesi moleküler seviyede mümkün de¤ildir. Böyle bir fleyin gerçekleflti¤i farzedilse bile, fosil kayıtlarında bunun hiçbir delili yoktur. Dahası, bu teoriye göre, 10-15 milyon yıl önce Do¤u Afrika'daki ormanların yavafl yavafl küçülmeye bafllamıfl olmaları gerekmektedir. Oysa yapılan arafltırmalar, bunun tam tersini ispatlayarak, Do¤u Afrika'da böyle bir oluflumun hiçbir zaman gerçekleflmedi¤ini göstermifltir.142 Yani Do¤u Afrika'da ormanlık alandan savan ortamına geçifl, hiçbir zaman gerçekleflmemifltir. Bu bölgede bugün görülen bitki yapısı, milyonlarca senedir hiç de¤iflmemifltir. Sırf mantık yoluyla incelendi¤inde dahi, iki ayaklılı¤ın kökeni ile ilgili söz konusu teori kabul edilemez durumdadır. A¤açların yok olması durumunda maymunların yapaca¤ı en do¤al hareket, baflka bir bölgeye göç etmek olacaktır. Ya da bu maymunlar do¤al ortamlarının tahrip edilmesi sonucu yok olup gideceklerdir. Maymunların herhangi bir fle- 107 108 ORMANDAN AÇIK ALANA GEÇ‹fi MASALI kilde a¤açlardan inip yer ortamına adapte oldukları teorisinin hiçbir dayana¤ı yoktur. Evrimci bir görüfle sahip olan Ulu¤ Nutku, ormanların daralması açıklamasının yetersizli¤ini flöyle itiraf eder: ‹nsanlaflma olayını bafllatan etken olarak ormanların daralması ileri sürülebilir. Bu paleontolojik bir veridir. Napier'nin tezi buna uygun, ama flu soruyu konu dıflı bırakıyor; bir hayvan cinsi ormandan çıkıp insanlaflma yoluna giderken onun en yakın akrabası olan maymun neden ormanda kaldı? Spekülasyonun dozunu azalttıkça bu soruya cevap bulmak güçlefliyor, hiç olmazsa flimdilik. Yüzyılın bafllarında antropoloji çok gençken Hermann Klaatsch'ın verdi¤i cevap çok ilginçti. Klaatsch'a göre hominid maymunlar da insanlaflmaya do¤ru atıldılar ama onlarınki "talihsiz bir çabaydı". Onlar evrimde yukarı çıkamadılar ve "ormanların koruyucu karanlı¤ına" geri çekildiler. Ama bu kez de "maymun neden baflaramadı?" sorusu akla geliyor.143 Sorular, "maymun neden baflaramadı?" sorusundan çok daha fazladır ve bu soruların tamamı cevapsızdır. Maymunlar›n herhangi bir flekilde a¤açlardan inip yer ortam›na adapte olduklar› iddias› son derece temelsizdir. Böyle bir adaptasyo nun olabilmesi mümkün de¤ildir. Evrim Açmaz› (Ansiklopedik) ORTAK ATA YALANI Ortak ata Yalan› Bu yorum Darwin tarafından ortaya atılmıfl ve onu izleyen tüm evrimciler tarafından tekrarlanmıfltır. Bu iddiaya göre, canlıların benzer organlara sahip olmalarının nedeni, ortak bir atadan evrimleflmifl olmalarıdır.144 Örne¤in tüm omurgalı kara canlılarının befl parmaklı el ve ayak yapılarına sahip olması, evrimcilere göre, hepsinin ortak bir atadan (karaya çıktı¤ı varsayılan ilk balıklardan) gelmesinin sonucudur. Evrim teorisinin 20. yüzyılın bafllarından itibaren bilim dünyasına hakim olmasıyla birlikte, benzerliklere getirilen bu yorum kabul görmüfltür. Canlılardaki her benzerlik, aralarındaki evrimsel bir iliflkinin kanıtı olarak yorumlanmıfltır.. Oysa son 20-30 yıl içinde elde edilen bulgular, durumun hiç de öyle olmadı¤ını göstermektedir. Özetle; 1- Evrimcilerin hiçbir evrimsel ba¤ kuramadıkları, bütünüyle farklı sınıflara ait canlılarda bile "homolog" (benzer) organların var olması, 2- Benzer organlara sahip canlılarda bu organların genetik flifrelerinin çok farklı olmaları ve 3- Bu organların embriyolojik geliflim safhalarının birbirinden çok farklı olması, homolojinin evrime hiçbir dayanak oluflturmadı¤ını göstermifltir. Birbirlerine benzer organlara sahip canlıların, aralarında hiçbir evrimsel iliflki kurulamayacak kadar uzak canlılar oldu¤u anlaflılmıfltır.145 Harun Yahya (Adnan Oktar) Canlılardaki benzerliklere Darwin'in getirdi¤i "ortak ata yalan›"n›n geçerli olması için, bu benzerliklerin genetik olarak birbirlerine çok benzeyen canlılarda olması gerekir. E¤er benzerlikler, genetik olarak birbirlerinden çok farklı canlılarda ise, bu durumda "ortak ata yorumu" geçerlili¤ini kaybeder. Aksine, "ortak yarat›l›fl gerçe¤i"nin do¤ru oldu¤u anlaflılır. (bkz. Ortak yarat›l›fl) Çünkü genetik yönden çok farklı olan canlılar arasında evrimsel bir iliflki iddia edilemez. (Ayrıca bkz. Homoloji) Ortak yarat›l›fl Canlılardaki benzer organlar ya da benzer moleküler yapılar, bu canlıların ortak bir atadan evrimlefltikleri teorisine hiçbir destek sa¤lamamaktadır. (bkz. Homolog organ) Aksine, bu benzerlikler, canlılar arasında kurulabilecek her türlü hiyerarflik evrim flemasını imkansız hale getirmektedir. ‹nsan, bir protein karflılafltırmasına göre tavuklara, bir di¤er karflılafltırmaya göre nematod solucanlarına, bir baflka analize göre de timsahlara "benzer" gibi çıkıyorsa, insanın bu canlılardan herhangi birinden ya da baflka hiçbir canlıdan evrimleflti¤i öne sürülemez. Canlılardaki benzer organları ilk kez gündeme getiren Carolus Linnaeus ya da Richard Owen gibi bilim adamları, bu organları "ortak yarat›l›fl" örne¤i olarak 109 110 ORTHOGENEZ‹S SAÇMALI⁄I görmüfllerdir. (bkz. Linnaeus, Carolus) Yani benzer organlar, ortak bir atadan tesadüfen evrimleflmemifllerdir. Aksine belirli bir ifllevi görmek için yarat›lm›fllard›r ve bu nedenle benzerdirler. Modern bilimsel bulgular ise, benzer organlar için ortaya atılan "ortak ata" iddiasının tutarlı olmadı¤ını ve yapılabilecek yegane açıklamanın söz konusu "ortak yarat›l›fl" açıklaması oldu¤unu göstermektedir. (bkz. Ortak ata yalan›) Orthogenezis saçmal›¤› (yönlendirilen seçme) Ortogenez (Orthogenesis), art›k evrim teorisinin kendi savunucular› taraf›ndan da kabul görmeyen es- Her canl› bulundu¤u ortama göre özel olarak yarat›lm›flt›r. Kutup gibi so¤uk bölgelerde yaflayan canl›lar›n sahip olduklar› kal›n post ve deri alt›nda birikmifl ya¤ tabakas› onlar› so¤uktan korur. ki bir tezdir. Bu tez, canl›lar›n çevre flartlar›na göre de¤il, sadece kendi genetik yap›lar›na göre evrimlefltiklerini varsayar. Ortogenez görüflüne göre, canl› türlerini belirli bir yap›da evrimleflmeye do¤ru yönlendiren bir tür iç program vard›r. Bu görüfl nedeniyle ortogenez "önceden belirlenmifllik tezi" olarak da adland›r›l›r. Hiç bir bilimsel kan›ta vayanmayan bu varsay›m, 20. yüzy›l›n ikinci yar›s›ndan itibaren geçerlili¤ini yitirmifltir. 112 OTA BENGA Ota Benga Darwin ‹nsanın Türeyifli adlı kitabıyla, insanın maymun benzeri canlılardan evrimleflti¤ini iddia ettikten sonra, bu senaryoyu destekleyecek fosil arayıflı baflladı. Ancak bazı evrimciler "yarı maymun-yarı insan" canlıların sadece fosil kayıtlarında de¤il, dünyanın farklı bölgelerinde canlı olarak da bulunabilece¤ine inanıyorlardı. 20. yüzyılın bafllarında bu "canlı ara geçifl formu" arayıflları bazı vahfletlere neden oldu. Bu vahfletlerden biri, "Ota Benga" adlı pigmenin hikayesiydi. Ota Benga, 1904 yılında, Samuel Verner adlı evrimci bir arafltırmacı tarafından Kongo'da yakalanmıfltı. Adı, kendi dilinde "dost" anlamına gelen yerli, evli ve iki çocuk babasıydı. Ama bir hayvan gibi zincirlendi, kafese kondu ve ABD'ye götürüldü. Buradaki evrimci bilim adamları, St. Louis Dünya Fuarı'nda onu çeflitli maymun türleriyle birlikte kafese koyarak "insana en yakın ara geçifl formu" olarak teflhir ettiler. ‹ki yıl sonra ise New York'taki Bronx Hayvanat Bahçesi'ne götürdüler ve birkaç flempanze, Dinah adı verilen bir goril ve Dohung adı verilen bir orangutan ile birlikte "insanın eski ataları" adı altında sergilediler. Hayvanat bahçesinin evrimci müdürü Dr. William T. Hornaday, bu nadide "ara geçifl formu"na sahip olmanın kendisine verdi¤i gurur hakkında uzun konuflmalar yapmıfl, ziyaretçiler de kafese konan Ota Benga'ya sıradan bir hayvan gibi davranmıfllardı. Ota Benga, sonunda maruz kaldı¤ı uygulamaya dayanamayarak intihar etti.146 New York Times gazetesinin o dönemde yayınlanan bir nüshasında ziyaretçilerin tavrı flöyle aktarılıyordu: ... parkta 40.000 ziyaretçi vardı. Bu kalabalıktaki hemen hemen her erkek, her kadın ve her çocuk parktaki Afrikalı vahfli adamı görmek için maymun kafesini ziyaret ediyordu. Uluyarak, alay ederek, ba¤ırıp ça¤ırarak pigmeyi rahatsız ediyorlardı...147 New York Journal gazetesinin 17 Eylül 1906 tarihli nüshasında ise, bu uygulamanın evrimi kanıtlamak için yapıldı¤ı, ancak büyük bir haksızlık ve zulüm oldu¤u flöyle vurgulanıyordu: … Bu insanlar düflüncesizce ve akılsızca bir maymun kafesinin içerisinde Afrika'dan getirilen küçük bir insan cücesini sergilemifllerdi. Onların düflüncesi muhtemelen evrimdeki bazı derin dersleri insanlara ö¤retmekti. Aslında baflarılan tek sonuç, bu ülkenin beyazlarından, en azından sempati ve nezaketi hakkeden Afrika ırkının vahflet gösterilerine maruz kalması, ardından da hor görülmesidir. Aynı güç tarafından yaratılan, hepimizi aynı yere yerlefltiren, aynı hisleri ve aynı ruhu lütfeden Allah'a karflı fiziksel eksikli¤i olan bir insanı maymunlarla bir ka- Evrim Açmaz› (Ansiklopedik) OTOTROF GÖRÜfiÜN SAFSATALARI fese kapatmak ve bunu alay konusu edinmek çok ayıp ve i¤rençtir...148 New York Times gazetesi de, Ota Benga'nın evrimi kanıtlama amacıyla hayvanat bahçesinde sergilendi¤i konusuna yer verdi. Hayvanat bahçesinin Darwinist müdürünün yaptı¤ı savunma ise son derece vicdansızcaydı: Geçen hafta New York hayvanat bahçesinde, aynı kafeste bir Afrikalı pigmeyle bir orangutanın sergilenmesi çok fazla elefltirinin ortaya çıkmasına neden oldu. Bazı kifliler zenciler ve maymunlar arasındaki yakın bir akrabalı¤ı göstermek için bunun müdür Hornaday tarafından gerçeklefltirilen bir teflebbüs oldu¤unu deklare ettiler. Dr. Hornaday bunu inkar etti. ''E¤er bu küçük adam bir kafesin içerisindeyse orası en konforlu yer oldu¤u içindir ve biz de onunla ilgili baflka ne yapaca¤ımızı bilmedi¤imizdendir. Ota Benga hiçbir manada bir tutuklu de¤ildir, fakat hiç kimse yanında birileri olmadan flehirde dolaflmasına izin vermenin akıllıca oldu¤unu söyleyemez…149 Ota Benga'nın hayvanat bahçesinde gorillerle birlikte, bir hayvan gibi sergilenmesi birçok çevrede rahatsızlık oluflturdu. Bazı kurulufllar, Ota Benga'nın bir insan oldu¤unu, bu flekilde davranılmasının büyük bir acımasızlık oldu¤unu belirterek, bu uygulamanın durdurulması için yetkililere baflvurdular. Bu baflvurulardan biri New York Globe gazetesinin 12 Eylül 1906 tarihli nüshasında flöyle yer almaktaydı: Globe'un editörüne; Güneyde yıllarca yaflamıfl biriyim ve so- Harun Yahya (Adnan Oktar) nuçta zencilere karflı fazla müsamahakar biri de¤ilim. Fakat onun insan oldu¤una inanıyorum. Bu büyük flehrin yetkililerinin Bronx parkında flahit olunan böyle bir görüntüye -zenci bir erke¤in bir maymun kafesinin içerisinde sergilenmesineizin vermelerinin bir ayıp oldu¤una inanıyorum... Bu pigme meselesi bir arafltırma ve incelemeyi gerektirmektedir...150 Ototrof görüflün safsatalar› Tüm canlı organizmaların hayatta kalmaları için besine ihtiyaç duydukları düflünülecek olursa, ilk canlının da kendi besinini kendisinin yapması gereklili¤i ortaya çıkar. ‹flte bu görüfle göre ilk canlı kendi besinini üretebilen ototrof bir canlıdır. Di¤er canlılar da bunlardan meydana gelmifltir. Ancak bugünkü anlamda ototrofların, dünyanın olufltu¤u ilk günlerdeki gibi olumsuz ve basit çevrede oluflması mümkün de¤ildir. Ototrofların bu ilk kompleks yapıyı kazanmaları için milyonlarca yıllık de¤iflime u¤ramaları gerekir. Ototrof görüflü ilk canlının, kompleks bir organizma olarak basit bir çevrede olufltu¤unu ileri sürer. Fakat canlının oluflumunu açıklamaktan ziyade ilk canlının nasıl beslendi¤ini açıklayan görüfltür. ‹lk ototrofun nasıl meydana geldi¤ini açıklamadı¤ı için de fazla destek bulamamıfltır.151 113 Evrim Açmaz› (Ansiklopedik) ÖJENI VAHfiET‹ Öjeni vahfleti 20. yüzyılın ilk yarısında çok sayıda taraftar toplayan öjeni teorisi, sakat ve hasta insanların ayıklanması ve sa¤lıklı bireylerin ço¤altılması yoluyla bir insan ırkının "ıslah edilmesi" anlamına geliyordu. Öjeni teorisine göre, nasıl sa¤lıklı hayvanlar birbirleriyle çiftlefltirilerek iyi hayvan cinsleri oluflturuluyorsa, bir insan ırkı da ıslah edilebilirdi. Öjeni kuramını ortaya atan kifliler, Darwinistler'di. ‹ngiltere'deki öjeni akımının baflını, Charles Darwin'in kuzeni Francis Galton ve o¤lu Leonard Darwin çekiyordu. Bu bakımdan öjeni fikri, Darwinizm'in do¤al bir sonucu olarak ortaya çıktı. Nitekim öjeni kavramını savunan yayınlarda bu gerçek özellikle vurgulanıyor, "Öjeni, insanın kendi evrimini kendisinin yönlendirmesidir" deniyordu. K. Ludmerer'in belirtti¤ine göre, öjeni fikri Platon'un Devlet adlı ünlü eseri kadar eskiydi. Ancak Ludmerer, 19. yüzyılda bu fikre olan ilginin artmasının nedeninin Darwinizm oldu¤unu belirtir: ... modern öjenik düflünce yalnızca 19. yüzy›lda uyandı. Bu yüzyıl sırasında öjeniye ilginin oluflmasının bir kaç nedeni vardır. En önemli neden ise evrim teorisi- Öjeni kuram›n›n günümüzdeki yans› mas› toplumdaki özürlü insanlara kar fl› olan tav›rlard›r. Sa¤da, özürlü oldu¤u için toplum taraf›ndan d›fllanm›fl hatta elleri ba¤l› bir flekilde tutulan çocu¤un resmi görülüyor. Harun Yahya (Adnan Oktar) dir. Öjeni terimini de keflfeden Francis Galton, fikirlerini kuzeni Charles Darwin'in doktrinine dayandırıyordu.152 Almanya'da ırkçı bilim adamları Darwinizm'in ve öjeni fikrinin geliflmesinden itibaren, "istenmeyen üyelerin öldürülmesi" gerekti¤ini açıkça savunmaya bafllamıfllardı. Bu bilim adamlarından Adolf Jost, 1895'de yayımladı¤ı Das Recht auf den Tod (Ölme Hakkı) isimli kitabında istenmeyen insanları tıbbi olarak öldürmeye ça¤ırıyordu. Jost, "sosyal organizmanın sa¤lı¤ı için devletin bireyleri öldürme sorumlulu¤unu alması gerekti¤ini" iddia ediyordu. Adolf Jost, yaklaflık 30 yıl sonra siyaset sahnesinde boy gösterecek olan Adolf Hitler'in akıl hocasıydı. Hitler de "Devlet yalnızca sa¤lıklı çocukların olmasını sa¤lamalı. Görülür flekilde hasta olanların ve salgın hastalık taflıyanların uygun olmadı¤ı ilan edilmeli" diyordu.153 Hitler iktidara geldikten kısa bir süre 115 116 ÖJEN‹ VAHfiET‹ sonra, resmi bir öjeni politikası bafllattı. Hitler'in bu yeni politikasını flu cümleleri özetliyordu: Devlet için zihin ve beden e¤itiminin önemli bir yeri vardır, ancak insan seçimi de en az bunun kadar önemlidir. Devletin, genetik olarak hastalıklı veya alenen hasta olan bireylerin üreme için uygun olmadıklarını deklare etme sorumlulu¤u vardır... Ve bu sorumlulu¤u hiçbir anlayıfl göstermeden ve baflkalarının da anlamalarını beklemeden acımasızca uygulamalıdır... 600 yıllık bir zaman dilimi boyunca vücudu sakat olan veya fiziksel olarak hasta olan kimselerin üremesini durdurmak... insan sa¤lı¤ında bugün elde edilemeyen bir geliflim sa¤layacaktır. E¤er ırkın en sa¤lıklı olan üyeleri planlı bir flekilde ürerlerse sonuçta bugün hala taflıdı¤ımız hem ruhsal hem de bedensel açıdan bozuk tohumların olmadı¤ı... bir ırk oluflacaktır.154 Hitler'in bu politikasının gere¤i olarak Alman toplumu içindeki akıl hastaları, sakatlar, do¤ufltan körler ve kalıtsal hastalıklara sahip olanlar, özel "sterilizasyon merkezleri"nde toplandılar. Bu kiflilere, Alman ırkının saflı¤ını ve evrimsel ilerleyiflini bozan parazitler olarak bakılıyordu. Nitekim bir süre sonra toplumdan soyutlanan bu insanlar, Hitler'den gelen gizli bir talimata dayanılarak öldürülmeye bafllandı. 1933 yılında çıkartılan bir yasa ile 350 bin akıl hastası, 30 bin çingene ve yüzlerce zenci çocuk, hadım etme, x ıflınları, enjeksiyon, genital bölgeye elektrik verilmesi gibi yöntemlerle kısırlafltırıldılar. Bir Nazi subayı, "Nasyonal sosyalizm uygulamalı biyolojiden baflka bir fley de¤ildir." diyordu.155 Hitler masum insanlara yönelik bu cinayetlerle ve acımasız uygulamalarla Alman ırkının sözde evrimini hızlandırmaya çalıflırken, bir yandan da öjeninin Adolf Hitler iktidara geldikten sonra resmi öjeni politikas› bafllatt›. Hitler'in politikas›n›n gere¤i olarak Alman toplumu içindeki ak›l hastalar›, sakatlar, do¤ufltan körler ve kal›tsal hastal›klara sahip olanlar, Hitler'den gelen gizli talimata dayan›larak öldürülmeye baflland›. Evrim Açmaz› (Ansiklopedik) ÖJEN‹ TEOR‹S‹NE GÖRE KATLED‹LEN ÖZÜRLÜLER Darwin'in kuzeni Francis Galton taraf›ndan gelifltirilen öjeni teorisine göre bir toplumdaki sakatlar›n ve hastalar›n ço¤almas› önlen meli, sa¤l›kl› nesiller olflturulmal›yd›. Darwinizm'in Almanya'daki en güçlü savunu cusu Ernst Haeckel ise bu fikri daha da ileri götürdü ve özürlülerin zehirlenerek öldürül meleri için bir komisyon kurulmas›n› savundu. Haeckel'in fikirleri Naziler taraf›ndan uyguland›. Bu sayfadaki görüntüler, Naziler taraf›ndan katledilmifl özürlü insanlara aittir. Francis Galton Ernst Haeckel 118 ÖKARYOT HÜCRE bir di¤er flartını yerine getiriyordu. Alman ırkını temsil etti¤i kabul edilen sarıflın mavi gözlü genç erkek ve kadınlar, iliflki kurup çocuk yapmaya teflvik ediliyorlardı. 1935 yılında bu amaçla özel üreme çiftlikleri kuruldu. Irk kriterlerine uygun genç kızların yerlefltirildi¤i bu çiftlikler, sürekli olarak SS birlikleri tarafından ziyaret ediliyordu. Çiftliklerde do¤an gayrimeflru çocuklar, kurulması hedeflenen bin yıllık Alman krallı¤ının askerleri olarak yetifltirilecekti. Ökaryot hücre bkz. Bitki hücresinin kökeni Ön-adaptasyon hayali (Pre-adaptat›on) Evrimcilerin sudan karaya, karadan havaya geçifl gibi türlerin kökenini açıklama çabaları çok kapsamlı de¤iflimleri gerektirir. Örne¤in sudan karaya çıkan bir balı¤ın nasıl olup da karaya uygun hale gelebilece¤ini düflünelim: E¤er bu balık, solunum sistemi, boflaltım mekanizması, iskelet yapısı gibi farklı yönlerden çok hızlı bir biçimde de¤iflim geçirmez ise, kaçınılmaz olarak ölecektir. Öyle bir mutasyon zinciri olmalıdır ki bu, balı¤a anında bir akci¤er kazandırmalı, yüzgeçlerini ayaklara dönüfltürmeli, ona bir böbrek eklemeli, derisini su tutacak bir yapıya sokmalıdır. Bu mutasyon zincirinin tek bir hayvanın yaflam süreci içinde gerçekleflmesi de zorunludur. Böyle bir mutasyon zincirini hiçbir evrimci biyolog savunmaz, çünkü bu düflüncenin saçmalı¤ı ve imkansızlı¤ı ortadadır. Buna karflılık, evrimciler "önadaptasyon" (pre-adaptation) kavramından söz ederler. Bunun anlamı, balıkların, karada yaflamak için gerekli olan de¤iflimleri, henüz suda yaflarken edindikleridir. Yani, bu teoriye göre bir balık türü, henüz suda yaflarken ve hiç ihtiyaç duymazken, karada yaflamasını sa¤layacak özellikleri kazanmıfltır. "Hazır" hale gelince de karaya çıkıp burada yaflamaya bafllamıfltır. Ancak böyle bir senaryonun evrim teorisinin kendi varsayımları içinde bile bir mantı¤ı yoktur. Çünkü denizde yaflayan bir canlının karaya uygun özellikler kazanması, onun için bir avantaj oluflturmayacaktır. Dolayısıyla bu özelliklerin do¤al seleksiyon vas›tasyla seçilerek olufltu¤unu ileri sürmenin hiçbir mantıklı temeli yoktur. Aksine, do¤al seleksiyon vas›tas›yla "ön-adaptasyon" geçiren bir canlının elenmesi gerekir, çünkü bu canlı karada yaflamaya uygun özellikler kazandıkça denizde dezavantajlı hale gelecektir. Öz-düzenleme yan›lg›s› (Self-order›ng) Evrimcilerin iddialarına dikkat edilecek olursa, ço¤unlukla kavramlar› yan›lt›c› flekilde kulland›klar› görülecektir. Bu yan›ltmalardan biri iki farklı kavramın Evrim Açmaz› (Ansiklopedik) ÖZ-DÜZENLEME YANILGISI Dalgalar deniz k›y›s›nda kumdan bir kale yapamazlar. E¤er kumdan yap›lm›fl bir kale görürsek, bunu birinin yapt›¤›ndan eminizdir. Çünkü kale "organize" bir sistemdir. Do¤al süreçlerle hiçbir zaman kompleks ve organize sistemler meydana gelemez. yani "düzenli" ve "organize" kavramlarının kasıtlı olarak karıfltırılmasıdır. Bunu flöyle bir örnekle açıklayabiliriz. Deniz kenarında dümdüz uzanan bir kumsal düflünün. Güçlü bir dalga kıyıya vurdu¤unda, bu kumsalda bazı büyüklü küçüklü kum tepecikleri, kumda dalgalanmalar oluflturur. Bu bir "düzenleme" ifllemidir. Fakat aynı dalgalar deniz kıyısında kumdan bir kale yapamazlar. E¤er kumdan yapılmıfl bir kale görürsek, bunu birinin yaptı¤ından eminizdir. Çünkü kale "organize" bir sistemdir. Yani belli bir biçimde düzenlenmifl bilgi içeri¤ine (enformasyona) sahiptir. Bilinçli bir kimse tarafından planlı bir biçimde, her parçası düflünülerek yapılmıfltır. Harun Yahya (Adnan Oktar) Sonuç olarak do¤al süreçlerle hiçbir zaman kompleks ve organize sistemler meydana gelemez. Ancak zaman zaman basit düzenlemeler oluflsa da bunlar belli sınırların ötesine geçemezler. Ne var ki evrimciler bu flekildeki do¤al süreçlerle kendili¤inden ortaya çıkan düzenlenme (self-ordering) olaylarını evrimin çok önemli bir kanıtı gibi sunmakta ve bunları sözde "kendini organize etme" (self-organization) örnekleri gibi göstermektedirler. (bkz. Öz-örgütlenme saçmal›¤›) Bu kavram kargaflası sonucunda da, canlı sistemlerin do¤al olaylar ve kimyasal reaksiyonlar sonucunda kendili¤inden meydana gelebilece¤ini öne sürmektedirler. 119 120 ÖZ-ÖRGÜTLENME SAÇMALI⁄I Halbuki düzenli sistemler basit sıralamalar, tekrarlar fleklinde yapılar içerirken, organize sistemler içiçe geçmifl son derece kompleks yapı ve ifllevler içerirler. Ortaya çıkmaları için mutlaka bilinç, bilgi ve düzenlemeye ihtiyaç vardır. Aradaki bu önemli farkı evrimci bilim adamlarından Jeffrey Wicken flöyle tarif eder: Organize" sistemleri "düzenli" sistemlerden dikkatlice ayırt etmek gerekir. ‹ki sistemden hiçbiri "rastgele" de¤ildir, ama düzenli sistemler basit kalıplardan olufltukları için hiç komplekslik taflımazken, organize sistemler her parçası yüksek bilgi içeren dıfl kaynaklı bir plana göre biraraya gelirler… Organizasyon, bu yüzden ifllevsel kompleksliktir ve bilgi taflır.156 Amerikalı bilim adamları Thaxton, Bradley ve Olsen The Mystery of Life's Origin (Canlılı¤ın Kökeninin Sırrı) adlı kitaplarında, bu durumu afla¤ıdaki gibi açıklarlar: ... Her durumda sıvının içerisindeki moleküllerin rastgele hareketlerinin yerini, anında son derece düzenli bir davranıfl almaktadır. Prigogine, Eigen ve di¤erleri buna benzer bir 'kendi kendine organize olma'nın organik kimyanın esası olabilece¤ini ileri sürerler ve bunun da canlı sistemler için gerekli olan son derece kompleks molekülleri açıklayabilme potansiyeline sahip oldu¤unu iddia ederler. Fakat bu paralellikler hayatın kökeni sorusuyla alakasızdır. Bunun ana nedeni, bunların düzen ve kompleksli¤i ayırt etmeyi baflaramamalarıdır.157 Yine aynı bilim adamları, bazı evrimcilerin öne sürdükleri "suyun buz haline gelmesi biyolojik düzenlili¤in kendili¤inden ortaya çıkabilece¤ine örnektir" fleklindeki mantı¤ın sı¤lı¤ını ve çarpıklı¤ını flöyle açıklarlar: Suyun kristalize olup buza dönüflmesiyle, basit bir monomerin milyonlarca yıl içinde polimer halinde birleflerek DNA ve protein gibi kompleks moleküllere dönüflmesi arasındaki benzetme sık sık tartıflılmaktadır. Her durumda benzetme açıkça yanlıfltır… Isı alçaltılarak termal etki yeterince küçültüldü¤ünde, atomları birbirine ba¤layan güçler, su moleküllerini düzenli kristalize bir dizilime sokarlar. Amino asit gibi organik monomerler ise herhangi bir ısıda, de¤il düzenli bir organizasyona, birleflmeye dahi tamamen karflı koyarlar.158 Öz-örgütlenme saçmal›¤› (Self-organ›zat›on) Evrimcilerin "öz örgütlenme" kavramıyla savundukları iddia, cansız maddenin kendi kendini düzenleyip, organize edip, kompleks bir canlı varlık meydana getirebilece¤i yönündeki inançtır. Bu, kesinlikle bilime aykırı bir inançtır, çünkü bütün gözlem ve deneyler, maddenin böyle bir yetene¤i olmadı¤ını göstermektedir. Ünlü ‹ngiliz astronom ve matematikçi Sir Fred Hoyle, maddenin kendi kendine hayat oluflturamayaca¤ını flöyle bir örnekle anlatır: E¤er gerçekten maddenin içinde, onu ya- Evrim Açmaz› (Ansiklopedik) ÖZ-ÖRGÜTLENME SAÇMALI⁄I gibi "temel" güçler gerisini halledecektir... Peki ama bu kolay hikayenin ne kadarı sa¤lam temellere oturmaktadır ve ne kadarı umuda dayalı spekülasyonlara ba¤lıdır? Gerçekte, ilk kimyasal maddelerden canlı hücrelere kadar giden aflamaların bütün mekanizmaları ya tartıflma konusudur ya da tamamen karanlık içindedir.160 ‹ngiliz astronom ve matematikçi Fred Hoyle flama do¤ru iten bir iç-prensip olsaydı, bunun bir laboratuvarda kolaylıkla gösterilebilmesi gerekirdi. Örne¤in bir arafltırmacı, ilkel çorbayı temsil eden bir yüzme havuzunu deney için kullanabilirdi. Böyle bir havuzu istedi¤iniz her türlü cansız kimyasalla doldurun. Ona istedi¤iniz her türlü gazı pompalayın, ya da üzerine istedi¤iniz her türlü radyasyonu verin. Bu deneyi bir yıl boyunca sürdürün ve (hayat için gerekli olan) 2000 enzimden kaç tanesinin sentezlendi¤ini kontrol edin. Ben size cevabı flimdiden vereyim ve böylece bu deneyle zamanınızı harcamayın: Kesinlikle hiçbir fley bulamazsınız, belki oluflacak birkaç amino asit ve di¤er basit kimyasal maddeler dıflında.159 Evrimci biyolog Andrew Scott ise aynı gerçe¤i flöyle kabul etmektedir: Biraz madde alın, karıfltırın, ısıtın ve bekleyin. Bu, hayatın kökeninin modern versiyonudur. Yerçekimi, elektromanyetizma, zayıf ve güçlü nükleer kuvvetler Harun Yahya (Adnan Oktar) Fakat evrimciler "maddenin öz örgütlenmesi" gibi bilimsel olmayan bir senaryoyu ısrarla savunurlar. Bunun sebebi, evrim teorisinin asıl temeli olan materyalist felsefede gizlidir. Materyalist felsefe, sadece maddenin varlı¤ını kabul eder, bu durumda canlılı¤a da sadece maddeye dayalı bir açıklama getirilmesi gerekmektedir. Evrim teorisi bu zorunluluktan do¤mufltur ve her ne kadar bilime aykırı da olsa, sırf bu zorunluluk u¤runa savunulmaktadır. New York Üniversitesi'nde kimya profesörü ve DNA uzmanı olan Robert Shapiro, evrimcilerin "maddenin kendi kendini organize etmesi" konusundaki inançlarını ve bunun kökeninde yatan materyalist dogmayı flu flekilde açıklar: Bizi basit kimyasalların var oldu¤u bir karıflımdan, ilk etkin replikatöre (DNA veya RNA'ya) taflıyacak bir evrimsel ilkeye ihtiyaç vardır. Bu ilke "kimyasal evrim" ya da "maddenin öz örgütlenmesi" (self-organization) olarak adlandırılır, ama hiçbir zaman detaylı bir biçimde tarif edilmemifl ya da varlı¤ı gösterilememifltir. Böyle bir prensibin varlı¤ına, diyalektik materyalizme ba¤lılık u¤runa inanılır.161 121 PALEONTOLOJ‹ Paleontoloji Arkeobiyolojinin bir dalı olan paleontoloji, çeflitli jeolojik devirlerde yaflamıfl olan insan, hayvan ve bitki türlerine ait fosiller üzerinde arafltırmalar yapar ve jeolojik devirlerde yaflayan canlılar hakkında bilgi sahibi olunmasına yardımcı olur.162 Paleontoloji, fosil bilim ya da taflıl bilim olarak da bilinir. Bir baflka tanımlamayla, soyu tükenmifl organizmaların fosillerini ve biyolojisini inceleyen bilim dalıdır. ‹lk paleontoloji arafltırmaları 19. yüzyılda yapılmaya bafllanmıfltır. Paelontolojide günümüzdeki büyük kaya parçalarının içerdi¤i bitki ve hayvan fosilleri incelenir, bu yolla jeolojik geçmiflte egemen olan yaflam biçimleri belirlenir. Bu bilim dalı eski canlı türlerini bütün yönleriyle (biçimleri, yapıları, günümüzdeki canlı türleriyle taksonomik iliflkileri, co¤rafi da¤ılımları ve çevreyle iliflkileri) inceler. Yer katmanlarının jeolojik tarihinin açı¤a çıkartılmasında da paleontoloji çalıflmalarından elde edilen verilerden yararlanılır. Evrim teorisi günümüzde en çok paleontoloji alanındaki çalıflmalarla gündeme gelir. Çünkü fosil bulguları evrimciler açısından çarpıtmaya, taraflı yorumlara ve sahtekarlıklara son derece uygun bir alan oluflturmufltur. Nitekim bilim tarihi evrim teorisine sözde delil bulma arayıfllarıyla yapılmıfl çok sayıda sahtekarlık örne¤iyle doludur. (bkz. Piltdown Adamı sahtekarl›¤›, Nebraska Adamı sahtekarl›¤›, Neandertal Adamı sahtekarl›¤›) Harun Yahya (Adnan Oktar) Paleontolojinin evrim teorisini destekledi¤i yönündeki yanlıfl imaj, Science dergisindeki bir makalede flöyle açıklanır: Evrimsel biyoloji ve paleontoloji alanlarının dıflında kalan çok sayıda iyi e¤itimli bilim adamı, ne yazık ki, fosil kayıtlarının Darwinizm'e çok uygun oldu¤u gibi bir yanlıfl fikre kapılmıfltır. Bu büyük olasılıkla ikincil kaynaklardaki ola¤anüstü basitlefltirmeden kaynaklanmaktadır; alt seviye ders kitapları, yarı-popüler makaleler vs... Öte yandan büyük olasılıkla biraz taraflı düflünce de devreye girmektedir. Darwin'den sonraki yıllarda, onun taraftarları bu yönde (fosiller alanında) geliflmeler elde etmeyi ummufllardır. Bu geliflmeler elde edilememifl, ama yine de iyimser bir bekleyifl devam etmifl ve bir kısım hayal ürünü fanteziler de ders kitaplarına kadar girmifltir.163 Önde gelen evrimcilerden, N. Eldredge ve I. Tattersall ise bu konuda flu önemli yorumu yaparlar: Ayrı türlere ait fosillerin, fosil kayıtlarında bulundukları süre boyunca de¤iflim göstermedikleri, Darwin'in Türlerin Kökeni'ni yayınlamasından önce bile paleontologlar tarafından bilinen bir gerçektir. Darwin ise gelecek nesillerin bu bofllukları dolduracak yeni fosil bulguları elde edecekleri kehanetinde bulunmufltur... Aradan geçen 120 yılı aflkın süre boyunca yürütülen tüm paleontolojik arafltırmalar sonucunda, fosil kayıtlarının Darwin'in bu kehanetini do¤rulamayaca¤ı açıkça görülür hale gelmifltir. Bu, 123 Canl›l›¤›n kökenine ›fl›k tutan en önemli bilim dallar›ndan biri paleontoloji, yani fosil bilimidir. ‹ki yüzy›ld›r büyük bir çabayla incelenen fosil yataklar›, Darwin'in teorisinin tam aksi bir tablo ortaya koymaktad›r. Türler, evrimleflerek ortaya ç›kmam›fllar, bir anda ve farkl› yap›la r›yla yeryüzünde belirmifllerdir. fosil kayıtlarının yetersizli¤inden kay- ile karflı karflıya kalan paleontologlar, bu naklanan bir sorun de¤ildir. Fosil kayıt- gerçe¤e açıkça yüz çevirmifllerdir. ları açıkça söz konusu kehanetin yanlıfl oldu¤unu göstermektedir.164 Türlerin flaflırtıcı bir biçimde sabit oldukları ve uzun zaman dilimleri boyunca hep bu flekilde kaldıkları yönündeki gözlem, "kral çıplak" hikayesindeki tüm özellikleri barındırmaktadır: Herkes bunu görmüfl, ama görmezlikten gelmeyi tercih etmifltir. Darwin'in öngördü¤ü tabloyu ısrarla reddeden bir fosil kaydı Amerikalı paleontolog S. M. Stanley, fosil kayıtlarının ortaya koydu¤u bu gerçe¤in bilim dünyasına hakim olan Darwinist dogma tarafından nasıl göz ardı edildi¤ini ve ettirildi¤ini flöyle anlatır: Bilinen fosil kayıtları kademeli evrimle uyumlu de¤ildir ve hiçbir zaman da uyumlu olmamıfltır. ‹lgi çekici olan, bir takım tarihsel koflullar aracılı¤ıyla, bu konudaki muhalefetin gizlenmifl oluflu- Evrim Açmaz› (Ansiklopedik) PALEOANTROPOLOJ‹ dur... Ço¤u paleontolog, ellerindeki kanıtların Darwin'in küçük, yavafl ve kademeli de¤iflikliklerin yeni tür oluflumunu sa¤ladı¤ı yönündeki vurgusuyla çeliflti¤ini hissetmifltir... ama onların bu düflüncesi susturulmufltur.165 Paleoantropoloji Paleoantropoloji, insanın kökenini ve geliflim sürecini inceleyen bilim dalıdır. Bu alandaki çalıflmalarda birçok bilim dalından destek alınmakla birlikte en çok fosillerden elde edilen bilgi birikiminden yararlanılır. Ancak pek çok bilim dalında oldu¤u gibi paleoantropoloji alanında da fosiller evrim teorisinin varsayımları do¤rultusunda yorumlanır. Evrim teorisinin iddialarına göre yaflamıfl olması gereken insanın sözde atalarının, fiziksel ve zeka geliflimini göstermek amacıyla arkeoloji ve etnoloji alanlarından elde edilen bulgular da taraflı olarak yorumlanır. Arizona State Üniversitesi antropolo¤u Geoffrey Clark bir evrimci olamasına ra¤men bu gerçe¤i 1997'deki bir yazısında flöyle itiraf etmifltir: Önümüzdeki bir grup alternatif arafltırma sonucundan bir tanesini, daha önceki varsayımlarımıza ve önyargılarımıza göre seçiyoruz bu hem politik hem de subjektif bir ifllem... Paleoantropolojinin sadece flekli bilimseldir, içeri¤i de¤il.166 ABD'nin en önde gelen paleontologları arasında yer alan Harvard Üniversitesi'nden Niles Eldredge ve Amerikan Harun Yahya (Adnan Oktar) Do¤a Tarihi Müzesi'nden Ian Tattersall, ise paleoantolojik bulgular hakkında flu yorumu yapmıfllardır: Canlıların evrimsel tarihlerinin bir keflif meselesi oldu¤u düflüncesi, bir efsanedir. E¤er öyle olsaydı, ne kadar çok hominid fosili bulursak, insanın evrimi hikayesinin de o kadar açık hale gelmesi gerekirdi. Oysa e¤er bir fley olduysa, bunun tam tersi olmufltur.167 Konunun uzmanı olan di¤er pek çok evrimci, aslında savundu¤u teori hakkında son derece kötümser düflüncelere sahiptir. Örne¤in ünlü Nature dergisinin en önemli bilim yazarı Henry Gee, "insanın evrimi ile ilgili 5 ila 10 milyon yıl öncesine ait tüm fosil kanıtlarının küçük bir kutuya sı¤abilecek kadar az oldu¤unu" söyler. Gee'nin bundan vardı¤ı sonuç ilginçtir: Ata-torun iliflkilerine dayalı insan evrimi fleması, tamamen gerçeklerin sonrasında yaratılmıfl bir insan icadıdır ve insanların önyargılarına göre flekillenmifltir... Bir grup fosili almak ve bunların bir akrabalık zincirini yansıttıklarını söylemek, test edilebilir bir bilimsel hipotez de¤il, ama gece yarısı masallarıyla aynı de¤eri taflıyan bir iddiadır -e¤lendirici ve hatta belki yönlendiricidir-, ama bilimsel de¤ildir.168 Peki evrime hiçbir flekilde bilimsel bir kanıt sa¤lamayan bu bilim dalının evrimciler tarafından bu kadar önemli olmasının ve bulunan her fosil bulgunun abartılı, taraflı bir flekilde yorumlanmasının nedeni nedir? Evrimci Greg Kirby, Biyoloji Ö¤retmenleri Birli¤i'nin toplan- 125 126 PANDANIN PARMA⁄I YANILGISI tısında yaptı¤ı bir konuflmada bu psikolojiyi flöyle ifade etmifltir: E¤er bütün hayatınızı kemik toplamak, kafatasının ve çenenin küçük parçalarını bulmak için harcıyorsanız, bu küçük parçaların önemini abartmak için çok güçlü bir istek duyarsınız".169 Yukarıdaki itiraflardan da anlaflıldı¤ı gibi paleoantropolojinin evrime delil sunacak hiçbir bilimsel bulgusu yoktur. Ellerindeki yalnızca üstün bir Yaratıcı olan Allah'›n varl›¤›n› inkar etmek için taraflı yorumlanmıfl fosillerden ibarettir. Pandan›n Parma¤› yan›lg›s› Klasik evrimci argümanlardan biri, Stephen Jay Gould tarafından ünlendirilen "Panda'nın bafl parma¤ı" konusudur. Pandanın befl parma¤ı dıflında, bile¤inden çıkan "radyal susamsı kemik" (radial sesamoid bone) olarak isimlendirilen bir kemik çıkıntısı daha bulunmaktadır. Bu yapının evrimciler açısından önemine gelince; evrimcilere göre ayı, köpek gibi hayvanların dahil oldu¤u etçiller sınıfından olan panda daha sonra bambu ile beslenmeye bafllamıfltır ve evrimci senaryoya göre, altıncı parmak bambu yemeye uyum sa¤laması için sonradan çıkmıfltır. Evrimcilerin bir baflka iddias› ise, bu alt›nc› parma¤›n mükemmel olmad›¤›, do¤al seleksiyon vas›tas›yla ancak bu kadar›n›n oluflabildi¤i yönündedir. Oysa bunlar, hiçbir delili ve geçerli açıklaması bulunmayan, tama- Bu resimde görüldü¤ü gibi pandan›n bile¤in den ç›kan kemik, asl›nda bir parmak de¤ildir, ancak parmaklar›n bambunun gövdesini kavramas›n› kolaylaflt›ran bir destektir. men evrimci önyargılar ile ileri sürülen iddialardır. Sırasıyla incelersek: -Pandalar›n etçil atalardan türedikleri yan›lg›s›: Evrimcilerin pandaları etçil sınıfına dahil etmelerinin nedeni, genifl çeneleri, diflleri ve güçlü pençeleridir. Evrimciler pandaların sözde atalarının bu özelliklerini di¤er hayvanlara karflı kullandıklarını iddia ederler. Oysa pandaların tek düflmanı insanlardır, hayvanlar arasında düflmanları yoktur. Güçlü difllerinin ve çenelerinin nedeni ise bambu saplarını kolayca koparıp çi¤neyebilmeleridir. Güçlü pençeleri ise bambuların gövdelerine tırmanmaları içindir. Dolayısıyla, ço¤unlukla bambu ile, zaman zaman ise meyve ve bitkilerle beslenen pandaların hayali etçil atalardan türediklerine dair bir delil yoktur ve evrimciler de pandanın hangi hayvandan türedi¤ine dair fi- Evrim Açmaz› (Ansiklopedik) PANDANIN PARMA⁄I YANILGISI kir birli¤i sa¤layamamıfllardır. Öyle ki bazı evrimciler pandaları ayılarla aynı kategoriye koyarken, bazıları da rakunlarla aynı sınıflama içine dahil etmektedir. Çünkü bu canlıların bir baflka canlı sınıflamasından evrimleflti¤ine dair hiçbir bulgu yoktur. Evrimciler sadece benzerliklerden yola çıkarak tahminler yapmakta, bu tahminler tamamen hayali oldu¤u için de birbirleri ile ihtilafa düflmektedirler... -Pandaların altıncı parmaklarının mükemmel olmadı¤ı, tesadüf ürünü oldu¤u yanılgısı: Pandanın ünlü baflparma¤ı meselesindeki asıl nokta budur. Evrimciler bu parma¤ın mükemmel olmadı¤ını ama ifle yaradı¤ını söylerler. Gerçekte, söz konusu altıncı parmak "radyal susamsı kemik" olarak adlandırılan bir kemik türündendir ve bu kemik Evrimciler do¤ada uyumsuzluk veya kusur ararlar. Bunun tek nedeni, Allah'›n kusursuz yarat›fl›n› inkar etmek için kendilerine delil bulma çabalar›d›r. Ancak bu çabalar›, pandan›n parmaklar› konusunda da ol du¤u gibi her zaman sonuçsuz kalm›flt›r. genellikle eklem yerlerinde bulunarak hareketi kolaylafltırır ve tendonların yırtılmasını engeller. Pandanın bile¤inden çıkan bu kemik ise aslında bir parmak de¤ildir, ancak parmakların bambunun gövdesini kavramasını kolaylafltıran bir destektir.170 Evrimciler bu kemi¤in, parmak yerine geliflti¤ini, ancak parmak görevi göremedi¤ini, örne¤in filizleri ayıklayamadı¤ını söylerler. Ancak kavrama ifli için yeterince iyi oldu¤unu da belirtirler. Zaten bu altıncı kemi¤in görevi budur ve pandanın di¤er ifllemleri kusursuzca yapmaya yetecek kadar parma¤ı bulunmaktadır.171 Bu yapının en ideal fleklinin gerçekte tam bir "parmak" olması gerekti¤i, evrimcilerin önyargı ile öne sürdükleri dayanaksız bir iddiadır. Söz konusu kemik, mevcut haliyle canlı için son derece uygundur. 1999 yılında Nature der- 127 128 PANGENESIS TEORISI gisinde yayınlanan bir inceleme, pandanın baflparma¤ının hayvanın do¤al ortamı açısından son derece verimli oldu¤unu göstermektedir. Dört Japon arafltırmacının ortak yürüttükleri çalıflma, "kompüterize tomografi" ve "manyetik rezonans resimlendirmesi" teknikleri ile yürütülmüfl ve sonuçta pandanın baflparma¤ının "memeliler arasında bulunan en ola¤anüstü yönlendirme tekniklerinden biri" oldu¤u sonucuna varılmıfltır.172 Evrimcilerin do¤ada uyumsuzluk veya kusur aramalarının tek nedeni, Allah'ın kusursuz yaratıflını inkar etmek için kendilerine delil bulma çabalarıdır. Ancak bu çabaları her zaman sonuçsuz kalm›flt›r. Pandanın parmakları konusu bu konudaki örneklerden yaln›zca bir tanesidir. Pangenes›s teorisi Antikça¤'›n ünlü Yunan filozofu Aristo, vücuttaki tüm hücrelerin bir parçasının yumurta ve spermi oluflturmak üzere biraraya geldi¤ini öne sürmüfltü. Ayr›ca bir canlının hayatı süresince vücudunun çeflitli bölgelerinde oluflan de¤iflimlerin de bir sonraki nesle aktarılabilece¤ini savunmaktaydı. Bu fikir 19. yüzyılda Lamarck ve Darwin tarafından da kabul edilmiflti. Fakat bu teorinin yanlıfllı¤ı zaman içerisinde anlaflıldı. Çünkü üreme hücreleri vücut hücrelerinin bir toplamı de¤ildir ve onlardaki de¤iflimler yumurta ve sperm hücrelerini etkilemez.173 (bkz. Lamarck'ın evrim senaryosu) Pansperm›a görüflünün mant›ks›zl›¤› Evrimci çevreler ilkel dünya flartlarında tesadüfen canl›l›¤› oluflturabilecek amino asit oluflamayaca¤ı gerçe¤i karflısında yeni açıklama arayıfllarına yönelmifltir. Ortaya atılan yeni iddialardan birine göre, uzaydan yeryüzüne düflen meteorlarda bulunan amino asitler ile organik maddeler reaksiyona girmifl ve böylece canlılık oluflmufltur. Bu görüfle göre, ilk canlı dünya dıflında, baflka gezegenlerde oluflmufltur. Daha sonra bu canlıların spor ya da tohumları göktaflları ile Dünya'ya taflınmıfl ve canlılık bafllamıfltır. Ancak bugünkü bilgilere göre spor ve tohumların uzayda, Dünya'ya geliflleri sırasında sıcaklık, basınç, zararlı ıflınlar vb. koflullara dayanması mümkün görülmemektedir.174 Uzayda mevcut olan ortam, canlıların yaflamını imkansız hale getirmektedir. Ünlü Rus bilim adam› George Gamow, bu konuda flunları söyler: Uzayda yolculuk yapan sporları bekleyen ve donarak ölmekten daha ciddi olan bir tehlikeyi unutmamak gerekir. Çok iyi bilindi¤i gibi Günefl'ten önemli miktarda mor ötesi ıflınlar yayılmaktadır. Yeryüzünü kuflatan atmosfer tabakasının çok azının geçmesine müsaade etti¤i bu ıflınlar; uzay bofllu¤u içinde kendilerini muhafaza edebilecek koruyucu mekanizmaları bulunmayan bu mikroorganizma sporları için en büyük tehlikedir ve onları bir anda öldürebilecek güçtedir. Bu sebeple bakterilerin hayali yolculukları daha en yakın gezegene dahi ulaflmadan onların Evrim Açmaz› (Ansiklopedik) Dünya'ya düflen meteorlar›n, atmosfere girdikleri anda bafllayan yüksek ›s› ve çarpma an›n daki fliddet nedeniyle Dünya'ya canl› bir organizma tafl›malar› mümkün de¤ildir. Üstte Arizo na'daki büyük meteor çukuru görülmekte. Öte yandan, Dünya d›fl›nda canl› varl›klar oldu¤u varsay›lsa bile bunlar›n kökenine de yarat›l›fl d›fl›nda bir aç›klama getirmek imkans›zd›r. ölümüyle sonuçlanacaktır. 1966 yılında yapılan bir baflka arafltırma neticesi "uzaydan gelme" hipotezinin tamamen terk edilmesine sebep olmufltur. "Gemini9" uzay aracının dıfl yüzeyine özellikle seçilmifl en dayanıklı mikroorganizmalar yerlefltirildikten sonra uzaya gönderilmiflti. Yapılan incelemelerde bunların tamamının yedi saat dahi geçmeden öldü¤ü görüldü. Halbuki bu hipoteze göre hayatı bafllattı¤ı ileri sürülen bakterilerin yolculu¤unun yıllarca sürmesi gerekirdi.175 Yukarıdaki ifadeler son derece açıktır. Bilimsel arafltırmalar sonucu ortaya çıkan gerçek, uzaydan canlı mikroorganizmaların yeryüzüne ulaflmasının im- Harun Yahya (Adnan Oktar) kansız oldu¤udur. Ancak ilk Dünya koflullarında, uzaydan çok bol miktarda amino asit gelseydi ve hatta yeryüzü tamamen amino asitlerle kaplı olsaydı; bu, canlıların kökenini açıklayan bir durum olmazdı. Çünkü amino asitlerin tesadüfen ve rastgele biraraya gelerek son derece kompleks, üç boyutlu bir proteini ve proteinlerin hücrenin organellerini, ardından bu organellerin de tüm mucizevi yapısıyla bir canlı hücreyi meydana getirmesi mümkün olmazdı. Paralel evrim ç›kmaz› Evrimcileri en çok çıkmaza sokan konulardan biri de canlılardaki son dere- 130 PASTEUR, LOUIS ce kompleks yapıya sahip organların kökenidir. Evrimciler ortak kompleks organlara sahip fakat sözde ortak atalara sahip olmayan canlıların birbirinden ba¤lantısız olarak evrim geçirdi¤ini iddia ederler. Evrimcilere göre bu canlılar aynı evrim süreçlerinden birbirlerine paralel olarak geçmifllerdir ve nas›l bir tesadüf gerçekleflmiflse birebir benzer organlara sahip olmufllard›r. Bu konuda bir örnek verecek olursak böceklerde, mürekkep balıklarında ve omurgalılarda ki göz yapısı birbirleriyle tıpatıp benzer ancak bu canlılar arasında hiçbir flekilde evrimsel ba¤ kurulmaya çal›fl›lmaz. Bu durumda evrimciler de bu organların kökenini açıklamak için paralel evrimin oldu¤unu iddia etmek zorunda kalırlar. Ancak bu evrimciler için oldukça sıkıntılı bir durumdur çünkü bu tip geliflmifl organların bir defada ortaya çıktıklarını izah etmek yeteri kadar problem teflkil ederken, ayrı ayrı nasıl meydana geldiklerini açıklamalar› imkansızdır. Kısacası paralel evrimin di¤er evrim çeflitlerinden tek farkı, gerçekleflmesi için daha çok tesadüfe ihtiyaç duyulmasıdır. Bu da bize, evrimin canlılardaki kusursuz yapılar ortaya çıktıkça, bilimsellikten uzaklafltı¤ını göstermektedir. Louis Pasteur'ün bulgular›, cans›z maddele rin hayat oluflturabilece¤i iddias›n› kesin olarak tarihe gömmüfltür. mıfltı: "Cansız maddelerin hayat oluflturabilece¤i iddiası artık kesin olarak tarihe gömülmüfltür."176 Pasteur "biyogenez" olarak bilinen "hayat ancak hayattan gelir" görüflü ile, Darwin'in evrime temel oluflturan "spontane jenerasyon" inancını da kesin olarak çürütmüfl oldu. (bkz. Abiyogenez; Biyogenez) Evrim teorisinin savunucuları, Pasteur'ün bulgularına karflı uzun süre direndiler. Ancak geliflen bilim canlı hücresinin kompleks yapısını ortaya çıkardıkça, hayatın kendili¤inden oluflabilece¤i iddiası giderek daha büyük bir çıkmaz içine girdi. Pekin Adam› sahtekarl›¤› Pasteur, Lou›s Ünlü Fransız biyolog Louis Pasteur (1822-1895) yaptı¤ı uzun çalıflma ve deneyler sonucunda flöyle bir sonuca var- 1921'de Dr. Davidson Black, Çin'in Pekin flehrine ba¤lı Choukoutien Köyü yakınındaki bir çukurda iki azı difli buldu. Black, bu iki azı diflini Sinanthropus Evrim Açmaz› (Ansiklopedik) PEK‹N ADAMI SAHTEKARLI⁄I lirtir. Ona göre, eldeki fosiller insanla Pekinensis olarak isimlendirdi ve bir homaymun arası bir geçifl formu de¤ildir. minid (insansı) oldu¤unu ileri sürdü. Dr. Kafatası o devirde avcıların avladıkları W. C. Pei 1927 yılında üçüncü azı diflini, orangutan maymununa aittir. Bu gerçek 1928'de de bazı kafatası parçaları ve iki sebebiyle fosiller imha edilerek ortadan adet çene kemi¤i buldu. Black, bunların kaldırılmıfltır. da Sinanthropus Pekinensis'e ait Hayatta olan hiç kimse bu maoldu¤unu ileri sürerek teryallerin ne oldu¤unu bilkafatası hacmini 900 memektedir. cc olarak ilan etti. Sonuç olarak birkaç Yaflı da 500 bin yıl arafltırmacı tarafından bu materyallerin bırakılolarak tahmin edildi. mıfl olan tarif ve model1936'da Amerikalı Prof. lerinden baflka ortada Franz Weidenreich ve Pei hiçbir delil yoktur. Bu tarafından aynı yerde üç kafataarafltırmacıların tamamı sı daha bulundu. Bu kafataslarının evrimcidir ve hepsi de inda Sinanthropus Pekinensis'e ait sanın hayvan neslinden evoldu¤unu ve beyin hacminin Pekin Adam› fosili rimleflerek meydana geldi¤ini 1200 cc olarak de¤ifltirildi¤ini iddia etmektedir. Bir bilim adaaçıkladılar. Delil olarak bulunan tüm mının tamamen namuslu ve flerefli oldumateryaller iki azı difli hariç 1941¤unu kabul etsek bile eldeki mevcut eksik 1945'de kaybolmufltur. fiu an elde sadeve karıflık materyallere dayanarak yapaca¤ı model veya modellerin, gerçe¤i ne ce Weindenrich'in yaptı¤ı alçı modeller dereceye kadar aksettirece¤i flüphelidir. mevcuttur. Bundan baflka Choukoutien'de keflfedilen Evrim teorisinin geçersizli¤i konumateryallerde objektifli¤i ciddi flekilde sundaki uzun yıllar süren çalıflmaları ile etkileyecek noksanlıklar bulunmaktadır. tanınmıfl Prof. Duane Gish, konu ile ilgiEldeki modellerin hepsi Weidenreich tali olarak flunları bildirmektedir: Evrime delil olarak ileri sürülen bu materyaller, iki difl hariç, 1941-1945 yılları arasında kaybolmufltur. Bugüne kadar da hiçbirisi bulunamamıfltır. Bunların kayboluflu ile ilgili çok fley söylenmifltir. Bunların içinde en yaygın olanı, ‹kinci Dünya Savaflı esnasında Japonlar tarafından kaybedildi¤idir. Halbuki o sırada Pekin'de görevli bulunan ve kendisi de bir evrimci olan O'Connel ise, Japonlar'ın buraya gelmedi¤ini, bu fosilleri evrimcilerin kendilerinin imha etti¤ini be- Harun Yahya (Adnan Oktar) rafından yapılmıfltır. Bu modellere nasıl güvenebiliriz. Bunlar, orjinal bir varlı¤ın özelliklerini mi, yoksa Weidenreich'in düflüncelerini mi yansıtmaktadır?"177 Ünlü bilim adamı H. M. Wollais, Sinanthropus Pekinensis'i en ince teferruatına kadar incelemifl ve kafataslarının bir maymuna ait oldu¤u kanısına varmıfltır: Weidenrich'in, kafatasları orangutan ve flempanzeye benzemektedir.178 131 132 PENTADACTYL HOMOLOJ‹S‹ M. Boule de Pekin Adamı ile ilgili olarak, "Sinanthropus Pekinensis'in difllerinin ve alt çenenin tüm özellikleri ileri yapılı maymunlara benzemektedir"179 demektedir. Bir baflka arafltırmacı M. D. Leakley ise Olduvai George adlı eserinde; Olduvai George'nin ikinci nehir yata¤ında Pithecanthropus Erectus ve Sinanthropus Pekinensis'e benzer varlıkların aynı devirde yaflamıfl oldu¤una dair deliller buldu¤unu açıklamıfltır.180 Ancak bu da çok çeliflkili bir durumdur çünkü birbirinin atası durumunda olan iki varlı¤ın aynı devirde yaflaması mümkün de¤ildir. Ayrıca Pekin Adamı'na ait bu fosillerdeki köpek diflleri, komflusu kesici ön difllerden bazı goril ve flempanzelerde oldu¤u gibi uzakta bulunmaktadır. Üst köpek diflleri de di¤er difllerden oldukça uzundur. Bütün bunlar bize bu kafataslarının ancak insanlar tarafından öldürülmüfl büyük babon ve makilere ait olabilece¤ini kanıtlamaktadır. Pentadactyl homolojisi (beflparmakl›l›k benzerli¤i) bkz. Befl parmaklılık homolojisi Peptid ba¤› Bir proteinin meydana gelebilmesi için gerekli olan amino asit çeflitlerinin, uygun sayı ve sıralamada ve gereken üç boyutlu yapıda dizilmeleri yetmez. Bunun için aynı zamanda, birden fazla kola sahip amino asit moleküllerinin yalnızca belirli kollarıyla birbirlerine ba¤lanmaları gerekmektedir. Bu flekilde yapılan bir ba¤a, "peptid ba¤ı" adı verilir. Amino asitler farklı ba¤larla birbirlerine ba¤lanabilirler; ancak proteinler, yalnızca ve yalnızca "peptid" ba¤larıyla ba¤lanmıfl amino asitlerden meydana gelirler. Bunu bir benzetmeyle gözünüzde canlandırabilirsiniz: Örne¤in bir arabanın bütün parçalarının eksiksiz ve yerli yerinde oldu¤unu düflünün. Fakat tekerleklerden birisi, oturması gereken yere, vidalarla de¤il de, bir tel parçasıyla ve dairesel yüzü yere bakacak bir biçimde tutturulsun. Böyle bir arabanın motoru ne kadar güçlü olursa olsun, teknolojisi ne kadar ileri olursa olsun bir metre bile gitmesi imkansızdır. Görünüflte herfley yerli yerindedir, ancak tekerleklerden birisinin, yerine olması gerekenden farklı bir biçimde ba¤lanması, bütün arabayı Tekerleklerinden birisi, oturmas› gereken yere farkl› bir bi çimde tutturulan bir araban›n, motoru ne kadar güçlü olursa olsun, teknolojisi ne kadar ileri olursa olsun bir metre bile gitmesi imkans›zd›r. ‹flte ayn› flekilde, bir protein molekülündeki tek bir amino asitin bile di¤erine peptid ba¤›ndan baflka bir ba¤la ba¤lanm›fl olmas› bu molekülü ifle yaramaz hale getirecektir. Evrim Açmaz› (Ansiklopedik) PEPT‹D BA⁄I H H H H C O H N C H R H C C N C H R amino asit C C amino asit Amino asitler birbirlerine peptid ba¤› ile ba¤lan›rlar. Peptid ba¤›, di¤er ba¤lardan ay›ran en önemli özellik kolay çözülmemesidir. Bu sayede proteinler sa¤lam ve dayan›kl›d›rlar. H H C su peptid ba¤› H H C H C H N C H R C C C H R C C dipeptid molekül kullanılmaz hale getirir. ‹flte aynı flekilde, bir protein molekülündeki tek bir amino asitin bile di¤erine peptid ba¤ından baflka bir ba¤la ba¤lanmıfl olması, bu molekülü ifle yaramaz hale getirecektir. Yapılan arafltırmalar, amino asitlerin kendi aralarındaki rastgele birleflmelerinin en fazla %50'sinin peptid ba¤ı ile oldu¤unu, geri kalanının ise proteinlerde bulunmayan farklı ba¤larla ba¤landıklarını ortaya koymufltur. Dolayısıyla bir proteinin tesadüfen oluflabilmesi ihtimalini hesaplarken, (sol-ellilik zorunlulu¤unun yanı sıra) her amino asitin ken- Harun Yahya (Adnan Oktar) dinden önceki ve sonraki ile yalnızca ve yalnızca peptid ba¤ı ile ba¤lanmıfl olması zorunlulu¤unu da hesaba katmak gerekmektedir. (bkz. Sol-elli amino asitler) Bu ihtimal de, proteindeki her amino asitin sol-elli olması ihtimali ile hemen hemen aynıdır. Yani, 400 amino asitlik bir proteini ele alacak olursak, bütün amino asitlerin kendi aralarında yalnızca peptid ba¤ıyla birleflmeleri ihtimali 2399'da 1 ihtimaldir. Bu rakamlar ise çok açık bir flekilde tesadüfi etkilerle oluflumu imkansız kılar. 133 134 PILTDOWN ADAMI SAHTEKARLI⁄I ‹NSAN KAFATASINA ORANGUTAN ÇENES‹: Bilim dünyas›n› 40 y›l› aflk›n bir süre aldatan Piltdown Adam› fosili, gerçekte evrimcilerin iki ayr› parçay› biraraya getirerek yapt›klar› bir bilim sahtekarl›¤›yd›. P›ltdown Adam› sahtekarl›¤› Ünlü bir doktor ve aynı zamanda da amatör bir paleontolog olan Charles Dawson, 1912 yılında, ‹ngiltere'de Piltdown yakınlarındaki bir çukurda, bir çene kemi¤i ve bir kafatası parçası buldu¤u iddiasıyla ortaya çıktı. Çene kemi¤i maymun çenesine benzemesine ra¤men, difller ve kafatası insanınkilere benziyordu. Bu örneklere "Piltdown Adamı" adı verildi, 500 bin yıllık bir tarih biçildi ve çeflitli müzelerde insan evrimine kesin bir delil olarak sergilendi. 40 yılı aflkın bir süre, üzerine birçok bilimsel makaleler yazıldı, yorumlar ve çizimler yapıldı. Dünyanın farklı üniversitelerinden 500'ü aflkın akademisyen, Piltdown Adamı üzerine doktora tezi hazırladı.181 Ünlü Amerikalı paleoantropolog H. F. Osborn da 1935'te British Museum'u ziyaretinde, "do¤a sürprizlerle dolu; bu, insanlı¤ın tarih öncesi devirleri hakkında önemli bir bulufl" diyordu.182 1949'da ise British Museum'un paleontoloji bölümünden Kenneth Oakley yeni bir yafl belirleme metodu olan "flor testi" metodunu, bazı eski fosiller üzerinde denemek istedi. Bu yöntemle, Piltdown Adamı fosili üzerinde de bir deneme yapıldı. Yapılan testte Piltdown Adamı'nın çene kemi¤inin hiç flor içermedi¤i anlaflıldı. Bu, çene kemi¤inin topra¤ın altında birkaç yıldan fazla kalmadı¤ını gösteriyordu. Az miktarda flor içeren kafatası ise sadece birkaç bin yıllık olmalıydı. Flor metoduna dayanılarak yapılan sonraki kronolojik arafltırmalar, kafatasının ancak birkaç bin yıllık oldu¤unu ortaya çıkardı. Çene kemi¤indeki difllerin ise suni olarak aflındırıldı¤ı, fosillerin yanında bulunan ilkel araçların da çelik aletlerle yontulmufl adi birer taklit oldu¤u anlaflıldı.183 Evrim Açmaz› (Ansiklopedik) PITHECANTHROPUS ERECTUS P›thecanthropus erectus bkz. Nebraska Adamı sahtekarl›¤› Plasm›d Transferi Sahte fosile dayan›larak çizilen Piltdown Adam› Weiner'in yaptı¤ı detaylı analizlerle bu sahtekarlık 1953 yılında kesin olarak ortaya çıkarıldı. Kafatası 500 yıl yaflında bir insana, çene kemi¤i de yeni ölmüfl bir orangutana aitti! Difller, insana ait oldu¤u izlenimini vermek için sonradan özel olarak eklenmifl ve sıralanmıfl, eklem yerleri de törpülenmiflti. Daha sonra da bütün parçalar, eski görünmeleri için potasyum-dikromat ile lekelendirilmiflti. Bu lekeler, kemikler aside batırıldı¤ında kayboluyordu. Sahtekarlı¤ı ortaya çıkaran ekipten Le Gros Clark, "difller üzerinde yıpranma izlenimini vermek için, yapay olarak oynanmıfl oldu¤u o kadar açık ki, nasıl olur da bu izler dikkatten kaçmıfl olabilir?" diyerek flaflkınlı¤ını gizleyemiyordu.184 Tüm bunların üzerine "Piltdown Adamı", 40 yılı aflkın bir süredir sergilenmekte oldu¤u British Museum'dan alelacele çıkarıldı. Harun Yahya (Adnan Oktar) Bakteriler, ana DNA parçalarına (kromozomlara) ek olarak plasmid denilen küçük bir DNA molekülünü de içerirler. Plasmid, mikrobiyolojide birçok bakteri türünde bulunan ve kromozomların dıflında yer alan genetik maddedir. Ayrıca plasmid, bakteri için temel önemi olmayan (evrimcilere göre seçici yarar sa¤layan) yuvarlak bir DNA molekülüdür. Plasmid DNA'nın bu yuvarlak biçimi, bakteriden içeri veya dıfları oldukça kolay girip çıkabilmesini sa¤lar. Plasmidlerin bu özelli¤i DNA birlefltirme arafltırmalarına yol açmıfltır. Plasmid transferi de bilim adamlarının DNA birlefltirmek amacıyla buldu¤u tekniklerden biridir. Yeniden birlefltirilen (rekombinant) DNA'lar arafltırması, üzerinde çalıflma yapılabilecek büyük miktarlarda gen elde etmek amacıyla, de¤iflik organizmaların DNA'larının birlefltirilmesi ile yapılır. Bu tekni¤i kullanan bilim adamının amacı, çalıflmak için belirli genlerden bol miktarda elde etmektir. Birçok biyolog bu yönteme biyoloji arafltırmaları için bulunmufl en de¤erli araçlardan biri gözüyle bakar.185 Bu konu ile ilgili olarak verilen örneklerden biri, bakterilerin antibiyotik direnci özelli¤idir. Geçmifl jenerasyonlardaki dirençli bakterilerin genleri, di- 135 136 PLATYPUS ¤er bakterilere "plasmid"ler aracılı¤ıyla taflınır. Direnç genleri ço¤unlukla küçük DNA halkacıkları olan plasmidlerde kodlu bulunur. Dirençsiz bir bakteri bu flekilde edindi¤i bir direnç genini kolaylıkla kendi DNA molekülleri arasına dahil edebilir. Bu sayede tek bir dirençli bakteriden bile çok kısa bir süre içinde dirençli bir bakteri kolonisi ortaya çıkabilir. Ancak bu mekanizmanın evrime delil olabilecek hiçbir yönü yoktur, çünkü bakterilere direnç sa¤layan genler, mutasyonlar sonucunda sonradan oluflmamaktadır. Sadece, zaten var olan genlerin bakteriler arasında aktarılması söz konusudur. (bkz. Antibiyotik direnci) Platypus Avustralya'da yaflayan, delikliler sınıfından Platypus isimli hayvan, evrimci iddiaların geçersiz oldu¤unu göstermesi bakımından iyi bir örnektir. Platypus, bir memeli olmasına ra¤men yumurtlayarak ço¤alır. Kıllı olması ve süt bezlerine sahip olması ise, bu canlının bir memeli oldu¤una inanmak için yeterlidir. Daha ilginci, bu canlının kufl gagasına benzer bir a¤zı vardır. Bu canlı, hem memeli hem de sürüngen karakterine sahip oldu¤undan, evrimciler tarafından ilkel bir yaratık ve bir ara geçifl formu olarak sunulabilecek özelliklere sahiptir. Ancak gerçek hiç de böyle de¤ildir. Monash Üniversitesi fizyologlarından Uwe Proske, bu canlı için "hayvanlar aleminin en harika yaratı¤ı olmaya kesin aday bir hayvan" oldu¤u sonucuna varmıfltır. Proske flöyle der: "‹lkel bir memeli olmanın çok ötesinde, Platypus kesinlikle çok yüksek düzeyde ilerlemifl durumdadır."186 Platypus, o denli geliflmifl bir canlıdır ki, kelimenin tam anlamıyla bir altıncı hisse sahiptir. Çamurlu sularda yafladı¤ından, elektrik sinyalleriyle hareket edebilecek bir mekanizmayla donatılmıfltır. Bu açıdan Platypus'un di¤er canlıların befl duyusuna ek olarak altıncı bir duyusu oldu¤unu söylemek mümkündür. Platypus'un bu elektroreseptör sistemi, bazı balıklarda bulunan sistemlere de hiç benzememektedir. Bu, çok daha karmaflıktır. Platypus, kendine özgü hareketleriyle ırmaklarda elektrik alanı oluflturur ve bunu kullanarak ırma¤ın yüzeyinin biçimini belirler. Platypus bir "mozaik canlı"dır. Ancak e¤er bugün Platypus'un soyu tükenmifl olsa ve fosil kayıtlarında kalıntılarına rastlanmıfl olsaydı, evrimciler hiç tereddüt etmeden bu hayvanın, sürüngenlerden memelilere bir ara geçifl formu oldu¤unu ileri süreceklerdi. Günümüzde sözü edilen tüm sözde ara geçifl formları, iflte bu tür çarpıtmaların birer sonucudurlar. Pleiotropik Etki Mutasyonların canlılara sadece hasar verdiklerinin kanıtlarından biri, genetik flifrenin kodlanıfl biçimidir. Geliflmifl canlılardaki bilinen hemen hemen tüm genler, canlıyla ilgili birden fazla bilgiyi içerirler. Örne¤in bir gen, hem boy uzun- Evrim Açmaz› (Ansiklopedik) NORMAL GEL‹fi‹M PLE‹OTROP‹K ETK‹ 3 1 4 5 7 1- Kanatlar ç›km›yor 2- Ayaklar normal boyda, ancak uçlar› tam geliflmiyor 3- Yumuflak tüy dokusu yok 4,5- Solunum kanal› olmas›na ra¤men akci¤er yok 6,7- ‹drar yolu büyümüyor ve böbre¤in geliflimine yol açm›yor. 6 2 Sol tarafta, evcil bir tavuktaki normal geliflim, sa¤da ise pleiotropik bir genin mutas yona u¤ramas›n›n do¤urdu¤u zararl› etkiler görülüyor. Dikkat edilirse, tek bir gende meydana gelen bir mutasyon, birbirinden çok farkl› organlara zarar verebilmektedir. E¤er bir mutasyonun yararl› bir etki oluflturaca¤› varsay›lsa bile, söz konusu "pleiotropik etki", daha pek çok organa zarar vererek bu yarar› da ortadan kald›racakt›r. 138 POPÜLASYON lu¤unu hem de canlının göz rengini kontrol ediyor olabilir. Moleküler biyolog Michael Denton, genlerin "pleiotropik etki" denen bu özelli¤ini flöyle aç›klar: Genlerin geliflim üzerindeki etkileri flaflılacak derecede farklıdır. Ev faresinde tüy rengiyle ilgili hemen her gen, boy uzunlu¤uyla da ilgilidir. Meyve sine¤i Drosophila Melanogaster'in göz rengi mutasyonları için kullanılan 17 adet X ıflını deneyinden 14'ünde göz rengiyle oldukça ilgisiz olan diflinin cinsel organlarının yapısı etki görmüfltür. Yüksek organizmalarda incelenen hemen her gen, bir organdan fazla etkiye sahiptir. Pleiotropik etki ismi verilen bu olay hakkında (Ernst) Mayr "yüksek organizmalarda pleiotropik olmayan herhangi bir genin bulunuflu flüphelidir" der.187 Canlıların genetik yapılarındaki bu özellik nedeniyle, tesadüfi bir mutasyon sonucu DNA'daki herhangi bir gende meydana gelen bozukluk, birden fazla organa etki edecektir. Böylece mutasyon sadece belirli bir bölge içinde kalmayacak, çok daha fazla yıkıcı etkilere sahip olacaktır. E¤er bu etkilerin birinin çok nadir rastlanacak bir tesadüf sonucunda yararlı olabilece¤i varsayılsa bile, di¤er etkilerin kaçınılmaz zararı bu yararı da yok edecektir. (bkz. Mutasyon: Hayali bir mekanizma) Dolayısıyla canlıların evrim geçirmifl olmaları mümkün de¤ildir, çünkü do¤ada onları evrimlefltirebilecek bir mekanizma yoktur. Popülasyon Popülasyonlar çok fazla genetik çeflitlilik gösteren fertlerden oluflan topluluklardır. Bir popülasyonun genetik yapısını, popülasyonu oluflturan bireyler belirler. Bir baflka tanımlamayla popülasyon aynı türe ait, fakat kalıtsal bileflimleri farklı olan bireylerin oluflturdu¤u topluluklardır. Ekolojik açıdan ise popülasyon, belirli bir bölgeye yayılmıfl aynı türe ba¤lı bireylerin oluflturdu¤u topluluk olarak tanımlanır.188 Kalıtsal özelliklerin bireylerden çok popülasyonlar üzerinde etkili oldu¤unun, bireylerin ise popülasyondaki genleri taflıyan aracılardan baflka bir fley olmadı¤ının anlaflılması ile popülasyon geneti¤i ön plana çıkmıfltır. Protein Proteinler, "amino asit" adı verilen daha küçük moleküllerin belli sayılarda ve çeflitlerde özel bir sırayla dizilmelerinden oluflan "dev" moleküllerdir. Bu moleküller canlı hücrelerinin yapıtafllarını olufltururlar. En basitleri yaklaflık 50 amino asitten oluflan proteinlerin, binlerce amino asitten oluflan çeflitleri de vardır. Önemli olan nokta fludur: Proteinlerin yapılarındaki tek bir amino asitin bile eksilmesi veya yerinin de¤iflmesi ya da zincire fazladan bir amino asit eklenmesi, o proteini ifle yaramaz bir molekül yı¤ını haline getirir. Bu nedenle her amino asit tam gereken yerde, tam gereken sıra- Evrim Açmaz› (Ansiklopedik) PROTE‹N Resimde miyoglobin proteininin üç boyutlu yap›s› ve atomlar› aras›ndaki peptid gruplar› görülmektedir. Kuflkusuz böyle kusur suz bir yap›n›n tesadüflerle oluflmas› imkans›zd›r. da yer almalıdır. Hayatın rastlantılarla olufltu¤unu öne süren evrim teorisi ise, bu düzenlilik karflısında çaresizdir. Çünkü söz konusu düzenlilik, asla rastlantıyla açıklanamayacak kadar ola¤anüstüdür. Proteinlerin fonksiyonel yapısının hiçbir flekilde tesadüfen meydana gelemeyece¤i, herkesin anlayabilece¤i basit olasılık hesaplarıyla dahi rahatlıkla görülebilir. Örne¤in, bilefliminde 288 amino asit bulunan ve 12 farklı amino asit türünden oluflan ortalama büyüklükteki bir prote- Harun Yahya (Adnan Oktar) in molekülünün içerdi¤i amino asitler 10300 farklı biçimde dizilebilir. (Bu, 1 rakamının sa¤ına 300 tane sıfır gelmesiyle oluflan astronomik bir sayıdır.) Ancak bu dizilimlerden yalnızca bir tanesi söz konusu proteini oluflturur. Geriye kalan tüm dizilimler hiçbir ifle yaramayan, hatta kimi zaman canlılar için zararlı bile olabilecek anlamsız amino asit zincirleridir. Dolayısıyla yukarıda örnek verdi¤imiz protein moleküllerinden yalnızca bir tanesinin tesadüfen meydana gelme ihti- 139 140 PROTE‹N mali "10300'de 1" ihtimaldir. Bu ihtimalin tense, bu imkansızı savunmaktadırlar. pratikte gerçekleflmesi ise imkansızdır. Pek çok evrimci bu gerçe¤i itiraf ed50 (Matematikte 10 'de 1'den küçük ihti- er. Örne¤in Harold Blum adlı evrimci bimaller "sıfır ihtimal" kabul edilirler.) lim adamı, "bilinen en küçük proteinleDahası, 288 amino asitlik bir protein, rin bile rastlantısal olarak meydana gelcanlıların yapısında bulunan mesi, tümüyle imkansız gözükmektebinlerce amino asitlik dir" demektedir.190 dev proteinlerle kıEvrimciler, yaslandı¤ında olmoleküler evridukça mütevazi min çok uzun bir bir yapı sayılazaman sürdü¤ünü bilir. Aynı ihve bu zamanın imtimal hesaplarıkansız olanı mümkün nı bu dev moleküllere hale getirdi¤ini iddia Bir proteinin üç boyutlu yap›s› uyguladı¤ımızda ise, ederler. Oysa ne kadar "imkansız" kelimesinin bile yetersiz kal- uzun bir zaman verilirse verilsin, amino dı¤ını görürüz. asitlerin rastlantısal olarak protein oluflCanlılı¤ın gelifliminde bir basamak turmaları imkansızdır. Amerikalı jeolog daha ilerledi¤imizde, tek baflına bir pro- William Stokes, Essentials of Earth Histeinin de hiçbir fley ifade etmedi¤ini gö- tory (Yeryüzü Tarihinin Esaslar›) adlı kirürüz. fiimdiye kadar bilinen en küçük tabında bu gerçe¤i kabul ederken "e¤er bakterilerden biri olan Mycoplasma Ho- milyarlarca yıl boyunca, milyarlarca geminis H 39'un bile 600 çeflit proteine sa- zegenin yüzeyi gerekli amino asitleri içehip oldu¤u görülmüfltür. Bu durumda, ren sulu bir konsantre tabakayla dolu oltek bir protein için yaptı¤ımız üstteki ih- saydı bile yine (protein) oluflamazdı" ditimal hesaplarını 600 çeflit protein üze- ye yazar.191 rinden yapmamız gerekecektir. Sonuçta Tüm bunların ne anlama geldi¤ini karflılaflaca¤ımız rakamlar ise imkansız kimya profesörü Perry Reeves flöyle kavramının çok ötesindedir. açıklamaktadır: Hiçbir evrimci de bu rakamlara bir Bir insan, amino asitlerin rastlantısal itirazda bulunamaz. Tek bir proteinin teolarak birlefliminden ne kadar fazla muhsadüfen oluflma ihtimalinin "bir maymutemel yapı oluflabilece¤ini düflündü¤ünde, hayatın gerçekten de bu flekilde ortanun daktilo tufllarına rastgele basarak hiç ya çıktı¤ını düflünmenin akla aykırı geldihata yapmadan insanlık tarihini yazma¤ini görür. Böyle bir iflin gerçekleflmesinsı" kadar imkansız oldu¤unu onlar da ka189 de bir Büyük ‹nfla Edici'nin var oldu¤unu bul etmektedirler. Ama do¤ru olan kabul etmek, akla çok daha uygundur.192 açıklamayı, yani yaratılıflı kabul etmek- Evrim Açmaz› (Ansiklopedik) PROTOAVIS Prokaryot hücre bkz. Bakterinin kökeni Protoav›s Evrimciler, Archæopteryx'i bir ara geçifl formu olarak sunarken, onun dünyada yaflamıfl en eski kufl-benzeri canlı oldu¤u kabulünden yola çıkmıfllardı. Oysa kendisinden çok daha eski tarihli bazı kufl fosillerinin bulunması, Archæopteryx'i kuflların atası konumundan kesin olarak uzaklafltırdı. Hem de bu kufllar, Archæopteryx'e atfedilen sözde sürüngen özelliklerinin hiçbirine sahip olmayan kusursuz birer kufltu. Söz konusu fosillerin en önemlisi, yaflı 225 milyon yıl olarak hesaplanan Protoavis'ti. ‹lk olarak Nature dergisinin A¤ustos 1986 tarihli sayısında, "Fosil Kufl Evrimsel Hipotezleri Sarsıyor" bafllıklı makalede varlı¤ı duyurulan Protoavis fosili, kendisinden 75 milyon yıl daha yafllı oldu¤u Archæopteryx'in kuflların atası oldu¤u iddiasını çürüttü. Vücut yapısı, di¤er tüm kufllardaki gibi içi bofl kemiklere sahip iskeleti, uzun kanatları ve kanatlarındaki tüy izleri Protoavis'in mükemmel olarak uçabildi¤ini gösteriyordu. Smithsonian Enstitüsü'nden N. Hotton, Protoavis fosilini flöyle tarif eder: Protoavis geliflmifl bir lades kemi¤ine, (kufllarda uçmaya yardımcı olan) gö¤üs kemi¤ine, içi bofl (böylece hafif) kemiklere ve uzun kanat kemiklerine sahiptir... Kulakları bu kuflların ses çıkararak haberlefltiklerini göstermifltir. Ço¤u dinozor ise sessizdir.193 Harun Yahya (Adnan Oktar) Yafl› 225 milyon y›l olarak hesaplanan Pro toavis fosili, kendisinden 75 milyon y›l daha yafll› olan Archæopteryx'in kufllar›n atas› oldu¤u tezini çürüttü. Alman biyologlar Reinhard Junker ve Siefried Scherer, Protoavis'in evrimci tezlere indirdi¤i darbeyi flöyle açıklarlar: Archæopteryx'in Protoavis'ten 75 milyon yıl daha genç olması nedeniyle bunun evrimin kör bir dalı oldu¤u ortaya çıkmıfltır. Bu nedenle yaratılıflı savunanlar›n ileri sürdükleri gerçek geçifl formlarının olmadı¤ı, sadece mozaik formların bulundu¤u düflüncesi güçlenmifl bulunmaktadır. Protoavis'in günümüz kufllarına pek çok yönden benzemesi, kufl ve sürüngen bofllu¤unu daha da belirgin duruma getirmifl bulunuyor.194 Ayrıca Protoavis'in evrimciler tarafından hesaplanan yaflı o kadar eskidir ki bu kufl, yine evrimci kaynakların verdi¤i tarihlere göre, yeryüzünde ilk dinozorlardan bile daha yafllıdır. Bu ise, kuflların dinozorlardan evrimlefltikleri teorisinin kesin olarak çökmesi anlamına gelir. 141 RAMAPITHECUS YANILGISI Ramap›thecus yan›lg›s› Hindistan'da bulunan Ramapithecus fosillerinin yaklafl›k 15 milyon y›l öncesine ait olduklar›n› öne süren evrimciler, bu fosilleri bir zamanlar insan›n evrimi senaryosunda çok iddial› bir ara- geçifl formu olarak sunmufllard›. Fakat bu fosillerin sıradan bir maymuna ait oldu¤unun anlaflılması üzerine Ramapithecus insanın hayali soya¤acından sessiz sedasız çıkarıldı.195 ‹lk bulunan Ramapithecus fosili, iki parçadan oluflmufl eksik bir çeneden ibaretti. Ama evrimci çizerler, bu çene parçalarına dayanarak Ramapithecus'un ailesini ve yafladı¤ı hayali ortamı bile çizebildiler. EVR‹MC‹LER‹N ‹ LHAM KAYNA⁄I TEK B‹R ÇENE KEM‹⁄‹! ‹lk bulunan Ramapithecus fosili, iki parçadan olufl mufl eksik bir çeneden iba retti. Ama evrimci çizerler, bu çene parçalar›na daya narak Ramapithecus'u hatta ailesini ve yaflad›¤› or tam› çizmekte hiçbir güçlük çekmemifllerdi. E T H SA 143 144 REKOMB‹NASYON Rekapitülasyon teorisi (Recap›tulat›on theory) bkz. Bireyolufl Soyoluflun Tekrarıdır Teorisi. (Ontogeny Recapitulates Phylogeny) Rekombinasyon Rekombinasyon iki cinsiyetten gelen soyaçekim karakterlerinin birleflerek yeni bir genotip (kalıtsal yapı) meydana getirmesi anlamını taflır. Ancak rekombinasyonlar mutasyonlarla karıfltırılmamalıdır. Mutasyonda bireyin genotipinde meydana gelen de¤iflikliklerin etkili olabilmesi için bu de¤iflikliklerin üreme genlerinde olması gerekir. Rekombinasyon ise sürekli bir olaydır ve efleysel üremenin do¤al bir sonucu olarak her yavruda yeni bir gen kombinasyonu meydana gelir. Genetikte rekombinasyon, üreme hücrelerinin oluflumu sırasında anneden ve babadan gelen genlerin yeniden gruplanmasıdır. Bir yavru hücre bölünme sırasında her zaman anne-babadan gelen genetik materyalin yarısını aldı¤ı halde; rekombinasyon çeflitlili¤in olmasında kesin ve etkili bir rol oynar. (bkz. Varyasyon) Meydana gelen iki yavruda aynı genlerin farklı kombinasyonları kullanılır. Böylece iki yavru hücre ne birbirlerinin aynısı olurlar, ne de genetik içerikleri anne-babanınki ile tıpatıp aynıdır. Bazı evrimciler rekombinasyonla çeflitlenmeyi bir evrim faktörü olarak de¤erlendirirler.196 Fakat böyle bir düflün- cenin hiçbir bilimsel de¤eri yoktur. Üreme sırasında genlerin karıflımı söz konusu oldu¤undan çeflitlilik olması da do¤aldır. Fakat rekombinasyonla ne yeni bir tür oluflmas› ne de genlerde kayıtlı bilgilerin dıflında yeni bir bilgi eklenmesi söz konusu de¤ildir. Rekombinasyon çalıflmalarının, genetik mekanizmaların anlaflılmasında önemli bir yeri olmufltur. Bilim adamlarının kromozom haritasını çıkarmalarında, genetik anormalliklerin tespitinde, bir kromozomdan di¤erine gen transplantasyonu yapılmasında, rekombinasyon yönlendirilmesi yol gösterici olmufltur. Rekonstrüksiyon (hayali çizimler) Evrimciler, teorilerini destekleyecek bilimsel deliller bulma konusundaki baflarısızlıklarını çeflitli propaganda yöntemleri ile kamufle etmeyi amaçlarlar. Bu propagandanın en önemli unsuru "rekonstrüksiyon"dur. Rekonstrüksiyon, "yeniden infla" demektir ve sadece bir kemik parçası bulunmufl olan canlının resminin ya da maketinin yapılmasıdır. Gazetelerde, dergilerde, filmlerde gördü¤ünüz "maymun adam"ların her biri birer rekonstrüksiyondur. Ancak insanın kökeni ile ilgili fosil kayıtları ço¤u zaman da¤ınık ve eksik oldukları için bunlara dayanarak herhan- Evrim Açmaz› (Ansiklopedik) REKONSTRÜKS‹YON - HAYAL‹ Ç‹Z‹MLER gi bir tahminde bulunmak, bütünüyle hayal gücüne dayalı bir ifltir. Bu yüzden evrimciler tarafından fosil kalıntılarına dayanılarak yapılan rekonstrüksiyonlar, tamamen evrim ideolojisinin gereklerine uygun olarak tasarlanırlar. Harvard Üniversitesi antropologlarından David Pilbeam, "benim u¤rafltı¤ım paleoantropoloji alanında daha önce edinilmifl izlenimlerden oluflmufl teori, daima gerçek verilere baskın çıkar" derken bu gerçe¤i vurgular.197 Burada bir noktaya dikkat etmek gerekir: Kemik kalıntılarına dayanılarak yapılan çalıflmalarda sadece eldeki objenin çok genel özellikleri ortaya çıkarılabilir. Oysa asıl belirleyici ayrıntılar, zaman içinde kolayca yok olan yumuflak dokulardır. Evrime inanmıfl bir kimsenin bu yumuflak dokuları istedi¤i gibi flekillendirip ortaya hayali bir yaratık çıkarması çok kolaydır. Harvard Üniversitesi'nden Earnst A. Hooton bu durumu flöyle açıklar: Yumuflak kısımların tekrar inflası çok riskli bir giriflimdir. Dudaklar, gözler, kulaklar ve burun gibi organların, altlarındaki kemikle hiçbir ba¤lantıları yoktur. Örne¤in bir Neandertal kafatasını aynı yorumla bir maymuna veya bir filozofa benzetebilirsiniz. Eski insanların kalıntılarına dayanarak ya- Bir kafatas›ndan yola ç›k›larak yap›lan bu resim, fosillerin evrimciler taraf›ndan nas›l hayali biçimde yorumland›¤›n›n iyi bir örne¤i... Harun Yahya (Adnan Oktar) pılan canlandırmalar hemen hiçbir bilimsel de¤ere sahip de¤illerdir ve toplumu yönlendirmek amacıyla kullanılır... Bu sebeple rekonstrüksiyonlara fazla güvenilmemelidir.198 Evrimciler bu konuda o denli ileri gitmektedirler ki, aynı kafatasına birbirinden çok farklı yüzler yakıfltırabilmektedirler. 145 146 R‹BOZOM Australopithecus robustus (Zinjanthropus) adlı fosil için çizilen birbirinden tamamen farklı üç ayrı rekonstrüksiyon, bunun ünlü bir örne¤idir. Fosillerin taraflı yorumlanması ya da hayali rekonstrüksiyonlar yapılması, evrimcilerin aldatmacaya ne denli yo¤un biçimde baflvurduklarını gösteren deliller arasında sayılabilirler. Ancak bunlar, evrim teorisinin tarihinde rastlanan bazı somut sahtekarlıklarla karflılafltırıldıklarında, yine de çok sıradan kalmaktadırlar. Medyada ve akademik kaynaklarda sürekli olarak telkin edilen "maymun insan" imajını destekleyecek hiçbir somut fosil delili yoktur. Evrimciler, ellerine fırça alıp hayali yaratıklar çizerler, ama bu canlıların fosillerinin olmayıflı, onlar için büyük bir sorundur. Bu sorunu "çözmek" için kullandıkları ilginç yöntemlerden biri ise, bulamadıkları fosilleri Rekonstrüksiyon çizimler, sadece evrim cilerin hayal gücünü yans›t›r, bilimsel bul gular› de¤il... "üretmek" olmufltur. Bilim tarihinin en büyük skandalı olan Piltdown Adamı, iflte bu yöntemin bir örne¤idir. (bkz. Piltdown Adamı sahtekarl›¤›) Ribozom Bir protein, hücre içindeki son derece detayl› ifllemler sonucunda, pek çok enzimin yardımıyla "ribozom" adı verilen organelde üretilir. Ribozom ise yine proteinlerden oluflmufl kompleks bir hücre organelidir. Dolayısıyla bu durum, ribozomun da aynı anda tesadüfen meydana gelmifl olması gibi olanak dıflı bir varsayımı beraberinde getirecektir. Evrim teorisinin ünlü savunucularından Nobel ödüllü Jacques Monod bile, protein sentezinin yalnızca nükleik asitlerdeki bilgiye indirgenmesinin mümkün olmadı¤ını flu flekilde açıklamaktadır: fiifre (DNA ya da RNA'daki bilgi), aktarılmadıkça anlamsızdır. Günümüz hücresindeki flifre aktarma mekanizması en az 50 makromoleküler parçadan oluflmaktadır ki, bunların kendileri de DNA'da kodludurlar. fiifre bu birimler olmadan aktarılamaz. Bu döngünün kapanması ne zaman ve nasıl gerçekleflti? Bunun hayali bile aflırı derecede zordur.199 Genetik sistem; DNA'dan bu flifreyi okuyacak enzimler, bu flifrelerin okunmasıyla üretilecek mRNA, mRNA'nın bu flifreyle gidip üretim için üzerine ba¤lanaca¤ı ribozom, ribozoma üretimde kullanılacak amino asitleri taflıyacak bir taflıyıcı RNA ve bunlar gibi sayısız ara Evrim Açmaz› (Ansiklopedik) Ribozom, mesajc› RNA'y› okur ve buradaki bilgiye gö re amino asitleri art arda dizer. fiekillerde, val, cyc ve ala amino asitlerinin, ribo zom ve tafl›y›c› RNA taraf›n dan dizilifli yer al›yor. Do¤adaki tüm proteinler, bu hassas ifllemle üretilir. "Tesa düfen" oluflan bir protein yoktur. val valine cys cycteine ala alanine 148 RNA DÜNYASI SENARYOSU ifllemleri sa¤layan son derece kompleks enzimlerin aynı ortamda bulunmasını gerektirir. Ayrıca böyle bir ortamın, ancak hücre gibi gerekli tüm hammadde ve enerji kaynaklarının bulundu¤u, her yönden izole ve tamamen kontrollü bir ortam olması gerekti¤i düflünülürse evrimin öne sürdü¤ü tesadüf iddialarının geçersizli¤i açıkça anlaflılacaktır. RNA dünyas› senaryosu Evrimciler, ilk canlı hücrenin nasıl var oldu¤u sorusu üzerine 20. yüzyılın baflından itibaren çeflitli teoriler gelifltirdiler. Bu konuda ilk evrimci tezi öne süren Rus biyolog Alexander Oparin, yüz milyonlarca yıl önceki ilkel dünyada birtakım tesadüfi kimyasal reaksiyonlarla ilk önce proteinlerin olufltu¤unu, bunların birleflmesiyle de hücrelerin do¤du¤unu ileri sürdü. Oparin'in 1930'lu yıllarda ortaya attı¤ı bu iddianın en temel varsayımlarının bile yanlıfl oldu¤u, 1970'li yıllardaki bulgularla anlaflıldı: Oparin'in "ilkel dünya atmosferi" senaryosunda organik moleküllerin oluflmasına imkan verebilecek metan ve amonyak gazları yer alıyordu. Ama gerçek atmosferin metan ve amonyak temelli olmadı¤ı, aksine bir de organik molekülleri parçalayan oksijen gazından bol miktarda içerdi¤i anlaflıldı. (bkz. ‹lkel dünya) Bu durum moleküler evrim teorisi için büyük bir darbe oldu. Miller, Fox, Ponnamperuma gibi evrimcilerin "ilkel atmosfer deneyleri"nin tümünün geçer- siz oldu¤u anlaflıldı. Bu nedenle 80'li yıllarda baflka evrimci arayıfllar geliflti. Bunun sonucunda, ilk önce proteinlerin de¤il, proteinlerin bilgisini taflıyan RNA molekülünün olufltu¤unu öne süren "RNA Dünyası" senaryosu ortaya atıldı. 1986 yılında Harvard'lı kimyacı Walter Gilbert tarafından ortaya atılan bu senaryoya göre, bundan milyarlarca yıl önce, her nasılsa kendi kendisini kopyalayabilen bir RNA molekülü tesadüfen kendili¤inden oluflmufltu. Sonra bu RNA molekülü çevre flartlarının etkisiyle birdenbire proteinler üretmeye bafllamıfltı. Daha sonra bilgileri ikinci bir molekülde saklamak ihtiyacı do¤mufl ve her nasılsa DNA molekülü ortaya çıkmıfltı. Her aflaması ayrı bir imkansızlıklar zinciri olan, hayal etmesi bile güç olan bu senaryo, hayatın bafllangıcına açıklama getirmek yerine, sorunu daha da büyütmüfl, içinden çıkılmaz pek çok soruyu gündeme getirmifltir: 1- Daha, RNA'yı oluflturan nükleotidlerin tek birinin bile oluflması kesinlikle rastlantılarla açıklanamazken, acaba hayali nükleotidler nasıl uygun bir dizilimde biraraya gelerek RNA'yı oluflturmufllardı? Evrimci biyolog John Horgan, RNA'nın tesadüfen oluflmasının imkansızlı¤ını flöyle kabullenir: Arafltırmacılar RNA dünyası kavramını detaylı biçimde inceledikçe giderek daha fazla sorun ortaya çıkıyor. RNA ilk olarak nasıl olufltu? RNA ve onun parçalarının laboratuvarda en iyi flartlarda sentezlenmesi bile son derece zor iken, bunun pre- Evrim Açmaz› (Ansiklopedik) RNA DÜNYASI SENARYOSU biyotik (yaflam öncesi) ortamda gerçekleflmesi nasıl olmufltur?200 2- Tesadüfen olufltu¤unu farz etsek bile, yalnızca bir nükleotid zincirinden ibaret olan bu RNA, hangi bilinçle kendisini kopyalamaya karar vermifl ve ne tür bir mekanizmayla bu kopyalamayı baflarmıfltı? Kendisini kopyalarken kullanaca¤ı nükleotidleri nereden bulmufltu? Evrimci mikrobiyologlar Gerald Joyce ve Leslie Orgel, durumun ümitsizli¤ini flöyle dile getirirler: Tartıflma, içinden çıkılmaz bir noktada odaklaflıyor: Karmakarıflık bir polinükleotid çorbasından çıkıp, birdenbire kendini kopyalayabilen o hayali RNA'nın efsanesi... Bu kavram, yalnızca bugünkü prebiotik kimya anlayıflımıza göre gerçek dıflı olmakla kalmamakta, aynı zamanda RNA'nın kendini kopyalayabilen bir molekül oldu¤u fleklindeki aflırı iyimser düflünceyi de yıkmaktadır.201 3- Kaldı ki e¤er ilkel dünyada kendini kopyalayan bir RNA olufltu¤unu ve ortamda RNA'nın kullanaca¤ı her çeflit amino asitten sayısız miktarlarda bulundu¤unu farz etsek ve bütün bu imkansızlıkların bir flekilde gerçekleflmifl oldu¤unu düflünsek bile, bu durum yine de tek bir protein molekülünün oluflabilmesi için yeterli de¤ildir. Çünkü RNA, sadece proteinin yapısıyla ilgili bilgidir. Amino asitler ise hammaddedir. Ancak ortada proteini üretecek "mekanizma" yoktur. RNA'nın varlı¤ını protein üretimi için yeterli saymak, bir arabanın ka¤ıt üzeri- Harun Yahya (Adnan Oktar) ne çizilmifl plan›n› o arabayı oluflturacak binlerce parçanın üzerine atıp sonra arabanın kendi kendine montajlanıp ortaya çıkmasını beklemekle aynı derecede saçmadır. Ortada fabrika ve iflçiler yoktur ki, bir üretim gerçekleflsin. San Diego California Üniversitesi'nden Stanley Miller'ın ve Francis Crick'in çalıflma arkadaflı olan ünlü evrimci Dr. Leslie Orgel, "hayatın RNA Dünyası ile bafllayabilmesi" ihtimali için "senaryo" deyimini kullanmaktadır. Orgel, bu RNA'nın hangi özelliklere sahip olması gerekti¤ini ve bunun imkansızlı¤ını, American Scientist'in Ekim 1994 sayısındaki "The Origin of Life on the Earth" (Yeryüzünde Hayat›n Kökeni) bafllıklı makalede flöyle ifade eder: Bu senaryonun oluflabilmesi için, ilkel dünyadaki RNA'nın bugün mevcut olmayan iki özelli¤inin olmufl olması gerekmektedir: Proteinlerin yardımı olmaksızın kendini kopyalayabilme özelli¤i ve protein sentezinin her aflamasını gerçeklefltirebilme özelli¤i.202 Açıkça anlaflılaca¤ı gibi Orgel'in, "olmazsa olmaz" flartını koydu¤u bu iki kompleks ifllemi RNA gibi bir molekülden beklemek, ancak evrimci bir hayal gücü ve bakıfl açısıyla mümkün olabilir. Somut bilimsel gerçekler ise, hayatın rastlantılarla do¤du¤u iddiasının yeni bir versiyonu olan "RNA Dünyası" tezinin, gerçekleflmesi kesinlikle imkansız bir masal oldu¤unu ortaya koymaktadır. 149 SANAY‹ DEVR‹M‹ KELEBEKLER‹ MASALI Sa¤-elli amino asitler (Dextro-amino asitler) bkz. Sol-elli amino asitler Sanayi Devrimi kelebekleri masal› Douglas Futuyma'nın 1986 yılında yayınladı¤ı Evrim Biyolojisi isimli kitabı, do¤al seleksiyon teorisini en açık biçimde anlatan kaynaklardan biri olarak kabul edilir. Futuyma'nın bu konuda verdi¤i örneklerin en ünlüsü, endüstri devrimi sırasında ‹ngiltere'de bulunan kelebek popülasyonunun renklerinin koyulaflmasıdır. ‹ngiltere'de endüstri devriminin baflladı¤ı sıralarda, Manchester yöresindeki a¤açların kabukları açık renklidir. Bu nedenle bu a¤açların üzerlerine konan koyu renkli "melanic" güve kelebekleri, bunlarla beslenen kufllar tarafından kolayca fark edilirler ve dolayısıyla yaflama ihtimalleri çok azalır. Fakat elli yıl sonra endüstri kirlili¤inin sonucunda a¤açların üzerindeki aç›k renkli likenlerin (bir tür yosun) ölmesiyle kabukları koyulaflır ve buna ba¤lı olarak bu kez açık renkli güveler kufllar tarafından sık olarak avlanmaya bafllarlar. Sonuçta açık renkli kelebekler sayıca azalırken, koyu renkliler fark edilmedikleri için ço¤alırlar. Evrimciler ise, bu sürecin teori- Sanayi devrimi sonras› Sanayi devrimi öncesi Sanayi devriminden sonraki a¤açlar›n rengi koyulaflt›¤› için, aç›k renkli kelebekler, kufllar taraf›ndan daha kolay avlanm›fl ve say›lar› azalm›flt›r. Ancak bu, bir "evrim" örne¤i de¤ildir; çünkü yeni bir tür ortaya ç›kmam›fl, sadece zaten var olan türlerin nüfus oranlar› de¤iflmifltir. 151 152 SENTET‹K EVR‹M TEOR‹S‹ lerinin büyük bir delili oldu¤u, açık renkli kelebeklerin zamanla koyu renkli kelebeklere dönüflüp evrimlefltikleri gibi bir göz boyamaya baflvururlar. Oysa bu örne¤in evrim teorisi lehinde bir delil olarak kullanılamayaca¤ı açıktır. Çünkü yaflanan do¤al seleksiyon, vesilesiyle daha önce do¤ada var olmayan bir tür ortaya çıkmıfl de¤ildir. Endüstri devrimi öncesinde de kelebek popülasyonu içinde siyah bireyler zaten vardır. Sadece, var olan kelebek türlerinin sayıları de¤iflmifltir. Kelebekler "tür de¤iflimi"ne yol açacak biçimde yeni bir organ ya da özellik edinmemifllerdir. Oysa bir kelebe¤in baflka bir canlı türüne, örne¤in bir kufla dönüflebilmesi için kelebe¤in genlerinde sayısız de¤ifliklik, ekleme ve çıkarmalar yapılması, bir baflka deyiflle, kuflun fiziksel özelliklerine ait bilgileri içeren apayrı bir genetik program yüklenmesi gerekir. Do¤al seleksiyon yoluyla evrimcilerin verdikleri imaj›n aksine, canl›ya herhangi bir organ eklenip organ ç›kmas›, bir türün baflka bir türe dönüflmesi mümkün de¤ildir. Darwin'den günümüze dek bu konuda öne sürülen en büyük "delil", ‹ngiltere'deki endüstri devrimi kelebekleri hikayesinin ötesine gidememifltir. Darwin'den günümüze dek bu konuda öne sürülen en büyük "delil", ‹ngiltere'deki endüstri devrimi kelebekleri hikayesinin ötesine gidememifltir. Endüstri kelebekleri ile ilgili evrimci hikayeye verilecek genel cevap budur. Ancak konunun daha da dikkat çekici bir yan› vard›r: Hikayenin sadece yorumu de¤il, kendisi de yanl›flt›r. Moleküler biyolog Jonathan Wells'in 2000 y›l›nda yay›nlanan Icons of Evolution adl› kitab›nda aç›klad›¤› gibi, Endüstri Devrimi Kelebekleri hikayesi, gerçekleri yans›tmamaktad›r. (Detayl› bilgi için bkz. Evrim Aldatmacas›, Harun Yahya, Araflt›rma Yay›nc›l›k) Sentetik evrim teorisi bkz. Neo-Darwinizm komedisi Seymour›a Uzun süre "sürüngenlerin atası" olarak gösterilmeye çalıflılan en önemli canlı, Seymouria adlı amfibiyen türü olmufltur. Seymouria'nın bir ara form olamayaca¤ı, Seymouria'nın yeryüzünde ilk kez ortaya çıkıflından 30 milyon yıl öncesinde de sürüngenlerin yaflad›klar›n›n bulunmasıyla ortaya çıkmıfltır. En eski Seymouria fosilleri, Alt Permiyen tabakasına, yani bundan 280 milyon yıl öncesine aittir. Oysa bilinen en eski sürüngen türleri olan Hylonomus (310 milyon y›l önce) ve Paleothyris (300 milyon önce), Alt Pensilvanyen tabakalarında bulunmufllardır ki, bu tabakalar 330-315 milyon yıl öncesine aittir.203 "Sürüngenlerin atası"nın, sürüngenlerden çok sonra yaflamıfl olması elbette imkansızdır. Evrim Açmaz› (Ansiklopedik) SCHINDEWOLF, OTTO Evrimciler bir zamanlar üstte, fosili yer alan Seymouria adl› canl›n›n, amfibiyen ile sürün gen aras› bir geçifl formu oldu¤unu iddia etmifllerdi. Bu senaryoya göre, Seymouria "sü rüngenlerin ilkel atas›" idi. Ancak sonraki fosil bulgular›, Seymouria'n›n yeryüzünde ilk kez ortaya ç›k›fl›ndan 30 milyon y›l öncesinde de sürüngenlerin yaflad›¤›n› gösterdi. Bu durum karfl›s›nda, evrimciler, Seymouria hakk›ndaki yorumlar›n› sona erdirmek zorunda kald›lar. Shap›ro, Robert New York Üniversitesi kimya profesörü ve DNA uzmanı Robert Shapiro, basit bir bakteride bulunan 2.000 çeflit proteinin rastlantısal olarak meydana gelme ihtimalini Robert Shapiro hesaplamıfltır. (‹nsan hücresinde ise yaklaflık 30.000 çeflit protein vardır.) Elde edilen rakam, 1040.000'de 1 ihtimaldir.204 (Bu, 1 rakamının yanına 40 bin tane sıfır gelmesiyle oluflan astronomik bir sayıdır.) Proteinin kendili¤inden, rastlantısal olarak oluflma ihtimali bilimsel olarak sıfırı ifade ederken, evrimciler bu gerçe¤i görmezlikten gelirler. Nitekim Robert Shapiro da, evrimcilerin "maddenin kendi kendini organize etmesi" konusundaki inançlarını ve bunun kökeninde yatan materyalist dogmayı flu flekilde açıklar: Harun Yahya (Adnan Oktar) Bizi basit kimyasalların var oldu¤u bir karıflımdan, ilk etkin replikatöre (DNA veya RNA'ya) taflıyacak bir evrimsel ilkeye ihtiyaç vardır. Bu ilke "kimyasal evrim" ya da "maddenin öz örgütlenmesi" (self-organization) olarak adlandırılır, ama hiçbir zaman detaylı bir biçimde tarif edilmemifl ya da varlı¤ı gösterilememifltir. Böyle bir prensibin varlı¤ına, diyalektik materyalizme ba¤lılık u¤runa inanılır.205 Sch›ndewolf, Otto Avrupalı bir paleontolog olan Otto Schindewolf 1930'larda ortaya attı¤ı "Hopeful Monster" (Umulan Canavar) teorisi ile tanınır. (bkz. "Umulan Canavar" uydurmas›) Schindewolf, canlıların neo-Darwinizm'in öne sürdü¤ü gibi küçük mutasyonların zamanla birikmesi sonucuyla de¤il, ani ve dev mutasyonlarla evrim- 153 154 SIÇRAMALI EVR‹M MODEL‹ H‹KAYES‹ lefltiklerini öne sürmüfltü. Schindewolf teorisine örnek verirken, tarihteki ilk kuflun, bir "grossmutasyon"la, yani genetik yapıda tesadüfen meydana gelen dev bir de¤ifliklikle, bir sürüngen yumurtasından çıktı¤ını iddia etmiflti.206 Aynı teoriye göre, bazı kara hayvanları, geçirdikleri ani ve kapsamlı bir de¤ifliklikle birdenbire dev balinalara dönüflmüfl olabilirlerdi. Schindewolf'un bu fantastik teorisi, daha sonraları -1940'lı yıllarda- Berkeley Üniversitesi'nden genetikçi Richard Goldschmidt tarafından benimsendi. Ama teori o kadar tutarsızdı ki, kısa zamanda terk edildi.207 S›çramal› evrim modeli hikayesi Neo-Darwinist model bugün dünyada hala "evrim teorisi" dendi¤inde ilk anlaflılan teoridir. (bkz. Neo-Darwinizm komedisi) Ancak son birkaç on yıl içinde farklı bir model do¤mufltur: "Kesintiye u¤ratılmıfl denge" (punctuated equilibrium) ya da bir di¤er adıyla "sıçramalı evrim" modeli. Bu model 1970'lerin baflında, Niles Eldredge ve Stephen Jay Gould adlı iki Amerikalı paleontolog tarafından yüksek sesle savunulmaya bafllandı. Bu iki evrimci bilim adamı, neo-Darwinist teorinin iddialarının fosil kayıtları tarafından kesin biçimde yalanlandı¤ının farkındaydılar. Fosiller, canlıların yeryüzünde kademeli evrimle ortaya çıkmadıklarını, aniden ve eksiksiz biçimde be- lirdiklerini ispatlıyorlardı. Neo-Darwinistler aranan fosillerin bir gün bulunaca¤ı ümidiyle yaflıyorlardı -ki hala o ümitle yaflarlar- ama Eldredge ve Gould bu ümidin yersiz oldu¤unun farkındaydılar. Bu durum karflısında, evrim dogmasından vazgeçemeyecekleri için, yeni bir model ortaya attılar: Sıçramalı evrim, yani evrimin kademeli küçük de¤iflikliklerle de¤il, ani ve büyük de¤iflikliklerle olufltu¤u iddiası... Bu model aslında bir fanteziler modeliydi. Örne¤in Eldredge ve Gould'a öncülük eden Avrupalı paleontolog O.H. Schindewolf, "sıçramalı evrim"e bir örnek verirken, tarihteki ilk kuflun, bir "grossmutasyon"la, yani genetik yapıda tesadüfen meydana gelen dev bir de¤ifliklikle, bir sürüngen yumurtasından çıktı¤ını iddia etmiflti.208 (bkz. Makro mutasyon kand›rmacas›) Aynı teoriye göre, bazı kara hayvanları, geçirdikleri ani ve kapsamlı bir de¤ifliklikle birdenbire dev balinalara dönüflmüfl olabilirlerdi. Bilinen tüm genetik, biyofizik ve biyokimya kurallarına aykırı olan bu iddialar, ancak kurba¤aların prenslere dönüfltü¤ünü anlatan çocuk masalları kadar bilimseldi. Ama neo-Darwinist iddianın içine girdi¤i kriz karflısında sıkıntıya düflen bazı evrimci paleontologlar, bundan kaçmak için neo-Darwinizm'den daha da saçma olan bu teoriye sarıldılar. Bu modelin tek hedefi, neo-Darwinist modelin açıklayamadı¤ı fosil boflluklarını açıklamaktır. Ancak flu kesin bir gerçektir ki, fosil boflluklarını "kuflla- Evrim Açmaz› (Ansiklopedik) SIÇRAMALI EVR‹M MODEL‹ H‹KAYES‹ S›çramal› evrim modelinin iki ünlü savunucusu: Stephen Jay Gould ve Niles Eldredge. rın sürüngen yumurtalarından aniden çıktıklarını" öne sürerek ya da benzeri iddialarla açıklamaya kalkmak tam anlamıyla akıl dıflıdır. Çünkü bir türün bir baflka türe evrimleflmesi için, genetik bilgisinde çok büyük oranda ve faydalı bir de¤ifliklik gerekir. Oysa hiçbir mutasyon genetik bilgiyi gelifltirmez, ona yeni bir bilgi eklemez. Mutasyonlar sadece genetik bilginin eksilmesine ve bozulmasına yol açarlar. Sıçramalı evrim savunucularının hayal ettikleri "dev mutasyonlar" ise, genetik bilgide dev azalma ve bozukluklar olufltururlar. Kaldı ki, "sıçramalı evrim" modeli de, neo-Darwinist modeli ilk aflamada çökerten soru, yani "ilk canlılı¤ın nasıl olufltu¤u" sorusu karflısında yine ilk aflamada çöker. Tek bir protein bile tesadüfen oluflamadıktan sonra, bu proteinlerden trilyonlarcası tarafından oluflturulacak organizmaların "sıçramalı" mı, yoksa "kademeli" bir evrim mi geçirdikleri Harun Yahya (Adnan Oktar) sorusunun bir anlamı yoktur. Sıçramalı evrim teorisi, bugünkü haliyle, canlı popülasyonlarının çok uzun süreler boyunca de¤iflim göstermediklerini, bir tür "denge" (equilibrium) durumunda kaldıklarını kabul eder. Bu iddiaya göre evrimsel de¤ifliklikler, çok kısa zaman aralıklarında ve çok dar popülasyonlar içinde gerçekleflir. (Denge, kesintiye, yani "punctuation"a u¤ratılır.) Popülasyon çok dar oldu¤u için büyük mutasyonlar çok k›sa sürede do¤al seleksiyon vas›tas›yla seçilir ve böylece yeni tür oluflumu sa¤lan›r. Örne¤in, bu teoriye göre, bir sürüngen türü milyonlarca yıl boyunca hiçbir de¤iflikli¤e u¤ramadan yaflamını sürdürür. Ancak bu sürüngen türünün içinden bir flekilde ayrılan az sayıdaki bir grup sürüngen, nedeni açıklanamayan bir seri yo¤un mutasyona maruz kalır. Bu mutasyonların avantaj sa¤layanları bu dar grup içinde hızlı bir biçimde seçilir. 155 156 S‹NEKLER‹N KÖKEN‹ Grup hızla evrimleflir ve kısa sürede bir baflka sürüngen türüne, hatta belki de memelilere dönüflür. Tüm bu süreç çok hızlı oldu¤u ve dar bir popülasyonda gerçekleflti¤i için de, geriye çok az fosil izi kalır, belki hiç kalmaz. Dikkat edilirse, aslında bu teori, "geride fosil izi bırakmayacak kadar hızlı bir evrim süreci nasıl hayal edilebilir" sorusuna cevap gelifltirmek için ortaya atılmıfltır. Bu cevabı gelifltirirken de, iki temel varsayım kabul edilmektedir: 1. "Makro mutasyonların", yani canlıların genetik bilgisinde büyük de¤iflimler oluflturan genifl çaplı mutasyonların, canlılara avantaj sa¤ladıkları ve yeni genetik bilgi ürettikleri varsayımı. (bkz. Makro mutasyon kand›rmacas›) 2. Sayıca dar olan hayvan popülasyonlarının, genetik yönden daha avantajlı oldukları varsayımı. (bkz. Dar popülasyon) Oysa her iki varsayım da bilimsel bulgularla açıkça çeliflmektedir. Sineklerin kökeni Kuflların kökeni ile ilgili yapılan açıklamalardan biri "cursorial teori"dir. Bu teoriye göre sürüngenler ön ayakları ile sinek avlamaya çalıflırken kanatlanmıfllardır. Bu teori hiçbir bilimsel temele dayanmadı¤ı gibi sinekler zaten uçmakta olan canlılardır. Dolayısıyla evrimciler sineklerin kökeni problemi ile de karflı karflıya kalırlar. (bkz. Cursorial Teori) 145 milyon y›ll›k sinek fosili. Çin'in Liaoning bölgesinde bulunan bu fosil ile ayn› türe ait sinekler aras›nda hiçbir fark yoktur. Uçan böcekler, yani sinekler de fosil kayıtlarında bir anda ve kendilerine özgü yapılarıyla ortaya çıkar. Örne¤in Pennsylvanian devrine ait çok sayıda yusufçuk fosili bulunmufltur. Ve bu yusufçuklar günümüzdekilerle tamamen aynı yapıya sahiptir. Burada ilginç olan bir nokta, yusufçuklar gibi sineklerin kanatsız böcek türleriyle bir anda ortaya çıkmalarıdır. Bu da, kanatsız böceklerin zamanla kanatlanarak sineklere evrimlefltikleri yönündeki varsayımı geçersiz kılar. R. Wootton ve C. Ellington, Biomechanics in Evolution (Evrimde Biyomekanik) adlı kitapta yer alan bir makalelerinde bu konuda flöyle yazarlar: Böcekler, Orta ve Üst Carboniferous devirlerinde ilk kez ortaya çıktıklarında birbirlerinden çok farklıdır ve büyük bir bölümü de kanatlıdır. Bir kaç tane kanatsız ve daha ilkel böcek vardır, ama hiçbir ara form bilinmemektedir.209 Evrim Açmaz› (Ansiklopedik) S‹STEMAT‹K Fosil kayıtlarında bir anda ortaya çıkan sineklerin önemli bir özellikleri de ola¤anüstü uçufl teknikleridir. ‹nsan saniyede 10 kere bile kolunu açıp kapayamazken, ortalama bir sinek, saniyede 500 kez kanat çırpma yetene¤ine sahiptir. Üstelik her iki kanadını eflzamanlı olarak çırpar. E¤er kanatların titreflimi arasında en ufak bir uyumsuzluk olsa, sinek dengesini yitirecektir, ama hiçbir zaman böyle bir uyumsuzluk olmaz. R. Wootton, "Sinek Kanatlarının Mekanik Tasarımı" bafllıklı bir makalede flöyle yazar: Sinek kanatlarının iflleyiflini ö¤rendikçe, sahip oldukları tasarımın ne denli hassas ve kusursuz oldu¤unu daha iyi anlıyoruz... Son derece elastik özelliklere sahip parçalar, havanın en iyi biçimde kullanılabilmesi için, gerekli kuvvetler karflısında gerekli esnekli¤i gösterecek biçimde hassasiyetle biraraya getirilmifllerdir. Sinek kanatlarıyla boy ölçüflebilecek teknolojik bir yapı yok gibidir.210 Sistematik bkz. Taksonomi Sitokrom-C Canlı organizmalarda bulunması zorunlu olan ve solunum için gerekli proteinlerden biri olan Sitokrom-C'nin tesadüfen oluflabilmesi ihtimali konusunda, evrimin Türkiye'deki önde gelen savu- Tek bir Sitokrom-C proteininin kimyasal yap›s› bile asla rastlant›larla aç›klanamayacak kadar komplekstir. Harun Yahya (Adnan Oktar) 157 158 SO⁄UK TUZAK nucularından Prof. Ali Demirsoy "bir maymunun daktiloda hiç yanlıfl yapmadan insanlık tarihini yazma olasılı¤ı kadar azdır" demektedir.211 Ancak son derece ilginçtir ki, "evrimci bilim adamı" Prof. Dr. Ali Demirsoy, bu imkansız ihtimali kabul etmektedir: isimli mekanizmadır. Bu mekanizma, amino asitleri olufltukları anda ortamdan izole etmektedir. Çünkü aksi takdirde, amino asitleri oluflturan ortamın koflulları, bu molekülleri oluflmalarından hemen sonra imha ederdi. Halbuki ultraviyole, yıldırımlar, çeflitli kimyasallar, yüksek oksijen miktarı vs. gibi unsurları içeren ilkel dünya koflullarında bu çeflit bilinçli düzeneklerin var oldu¤unu düflünmek bile anlamsızdır. Bu mekanizma olmadan, herhangi bir çeflit amino asit elde edilse bile bu moleküller aynı ortamda hemen parçalanacaklardır. Kimyager Richard Bliss bu çeliflkiyi flöyle izah etmektedir: Bir Sitokrom-C'nin dizilimini oluflturmak için olasılık sıfır denecek kadar azdır. Yani canlılık e¤er belirli bir dizilimi gerektiriyorsa, bu tüm evrende bir defa oluflacak kadar az olasılı¤a sahiptir, denebilir. Ya da oluflumunda bizim tanımlayamayaca¤ımız do¤aüstü güçler görev yapmıfltır. Bu sonuncusunu kabul etmek So¤uk tuzak mekanizmas› olmad an, herhangi bir çeflit amino asit bilimsel amaca uye l d e edilse bile, bu moleküller ayn› gun de¤ildir. O halde ortamda hemen parçalanacaklard›r. birinci varsayımı irdelemek gerekir.212 Pek çok evrimci, "do¤aüstü güçleri kabul etmemek", yani Allah'ın yaratıflını reddetmek için yukar›daki örnekte oldu¤u gibi imkansızı tercih etmektedir. So¤uk tuzak (cold trap) Canlılı¤ın ilkel atmosfer ortamında tesadüfen oluflabilece¤ini ispatlamak için yapılan Miller deneyi, gerçekçi bir gözle de¤erlendirildi¤inde, birçok yönden tutarsızlıklarla dolu oldu¤u görülür. (bkz. Miller Deneyi) Miller deneyini geçersiz kılan sebeplerden biri, "so¤uk tuzak" (cold trap) Miller'in aletlerinin can alıcı kısmı olan "so¤uk tuzak", kimyasal tepkimelerden biçimlenmifl ürünleri toplama ödevi görüyordu. Gerçekten bu so¤uk tuzak olmadan, kimyasal ürünler elektrik kayna¤ı tarafından tahrip edilmifl olacaktı.213 Nitekim Miller, aynı malzemeleri kullandı¤ı halde so¤uk tuzak yerlefltirmeden yaptı¤ı daha önceki deneylerde tek bir amino asit bile elde edememiflti. Miller'ın amacı amino asit elde etmekti ve kullandı¤ı yöntem ve düzenekler, bu amino asitleri elde edebilmek için özel olarak ayarlanmıfltı. Ancak ilkel atmosferde bu tür metot, düzen ve ayarları sa¤layacak bir zekanın varlı¤ını kabul etmek ise, herfleyden önce evrimin kendi mantı¤ıyla çeliflmektedir. Evrim Açmaz› (Ansiklopedik) SOL-ELL‹ AM‹NO AS‹TLER Sol-elli amino asitler (Levo amino asitler) Canlılarda bulunan bir protein molekülünün meydana gelmesi için yalnızca uygun amino asitlerin uygun sırada dizilmeleri yeterli de¤ildir. Bunun yanı sıra, proteinlerin yapısında bulunan 20 çeflit amino asitten her birinin de yalnızca "sol-elli" olması gereklidir. Kimyasal olarak aynı amino asitin hem sa¤-elli hem de sol-elli olmak üzere iki farklı türü vardır. Bunların aralarındaki fark, üç boyutlu yapılarının birbiriyle zıt yönlü olmasından kaynaklanır. Aynen insanın sa¤ ve sol elleri arasındaki farklılık gibi. Her iki gruptan amino asitler de birbirleriyle rahatlıkla ba¤lanabilir. Ancak yapılan incelemelerde flaflırtıcı bir gerçek ortaya çıkmıfltır: En basit organizmadan en mükemmeline kadar bütün canlılardaki proteinler, sadece sol-elli amino asitlerden oluflmaktadır. Proteinin yapısına katılacak tek bir sa¤-elli amino asit bile o proteini ifle yaramaz hale getirmektedir. Hatta bazı deneylerde bakterilere sa¤-elli amino asitlerden verilmifl, ancak bakteriler bu amino asitleri derhal parçalamıfllar, bazı durumlarda ise bu parçalardan yeniden kendi kullanabilecekleri sol-elli amino asitleri infla etmifllerdir. Bir an için evrimcilerin dedi¤i gibi canlılı¤ın tesadüflerle olufltu¤unu varsayalım. Bu durumda, yine tesadüflerle oluflmufl olması gereken amino asitlerden do¤ada sa¤ ve sol-elli olmak üzere Harun Yahya (Adnan Oktar) eflit miktarlarda bulunacaktı. Dolayısıyla, tüm canlıların bünyelerinde sa¤ ve sol elli amino asitlerden karıflık miktarlarda bulunması gerekirdi. Çünkü kimyasal olarak her iki gruptan amino asitlerin de birbirleriyle rahatlıkla birleflmesi mümkündür. Oysa bütün canlı organizmalardaki proteinler yalnızca sol-elli amino asitlerden oluflmaktadır. Proteinlerin nasıl olup da bunların içinden yalnızca sol-ellilerini ayıkladıkları ve nasıl aralarına hiçbir sa¤-elli amino asitin karıflmadı¤ı evrimcilerin hiçbir açıklama getiremedikleri konulardan birisi olarak kalmıfltır. Evrimciler, böyle özel ve bilinçli bir seçicili¤i hiçbir flekilde açıklayamamaktadırlar. Bu durum evrimin gözü kapalı bir savunucusu olan Britannica Bilim Ansiklopedisi'nde flöyle ifade edilir: ... Yeryüzündeki tüm canlı organizmalardaki amino asitlerin tümü, proteinler gibi karmaflık polimerlerin yapı blokları, aynı asimetri tipindedir. Adeta tamamen sol-ellidirler. Bu, bir bakıma, milyonlarca kez havaya atılan bir paranın hep tura gelmesine, hiç yazı gelmemesine benzer. Moleküllerin nasıl sol-el ya da sa¤-el oldu¤u tamamen kavranılamaz. Bu seçim anlaflılmaz bir biçimde, yeryüzü üzerindeki yaflamın kayna¤ına ba¤lıdır.214 Sonuç olarak yaflamın kayna¤ının tesadüflerle açıklanması kesinlikle mümkün de¤ildir: 400 amino asitten oluflan ortalama büyüklükteki bir proteinin sadece sol-elli amino asitlerden seçilme 159 160 SOL-ELL‹ AM‹NO AS‹TLER L- sol elli amino asit D- sa¤ elli amino asit Proteinlerin nas›l olup da sol-elli amino asitleri ay›klad›klar› ve nas›l aralar›na hiçbir sa¤-elli amino asitin kar›flmad›¤›, evrimcilerin hiçbir aç›kla ma getiremedikleri konulardan biridir. Evrimciler, böyle özel ve bilinçli bir seçicili¤i hiçbir flekilde aç›klayamamaktad›rlar. ihtimalini hesaplamaya kalksak 2400'de, yani 10120'de 1'lik bir ihtimal elde ederiz. Bu astronomik rakam hakkında bir fikir vermek için, evrendeki elektronların toplam sayısının bu sayıdan çok daha küçük oldu¤unu, yaklaflık 1079 olarak hesaplandı¤ını da belirtelim. Bu amino asitlerin gereken dizilimi ve ifllevsel biçimi oluflturma ihtimalleri ise, çok daha büyük rakamları do¤urur. Bu ihtimalleri de ekler ve olayı birden fazla sayıda ve çeflitte proteinin oluflmasına uzatmaya kalkarsak, hesaplar tamamen içinden çıkılamaz hale gelir. Sosyal Darw›nizm Evrim teorisinin en önemli iddialarından biri, canlıların geliflimini do¤ada var olan "yaflam mücadelesi"ne dayan- dırmasıydı. Darwin'e göre, do¤ada acımasız bir yaflam mücadelesi, daimi bir çatıflma vardı. Güçlüler her zaman güçsüzleri alt ediyor ve geliflme de bu sayede mümkün oluyordu. Türlerin Kökeni kitabına koydu¤u altbafllık da, onun bu görüflünü özetliyordu: "Türlerin Kökeni, Do¤al Seleksiyon ve Yaflam Mücadelesinde Kayırılmıfl Irkların Korunması Yoluyla". Darwin'in bu konudaki ilham kayna¤ı, ‹ngiliz bir ekonomist olan Thomas Malthus'un An Essay on the Principle of Population (Nüfus Prensibi Üzerine Bir Deneme) adlı kitabıydı. Bu kitap insan ırkını oldukça karanlık bir gelece¤in bekledi¤ine iflaret ediyordu. Malthus kendi bafllarına bırakıldıklarında, insan nüfusunun çok hızlı arttı¤ını hesaplamıfltı. Her yirmi befl yılda sayıları iki kaEvrim Açmaz› (Ansiklopedik) SOSYAL DARWIN‹ZM tına çıkıyordu. Ancak besin kaynakları hiçbir flekilde bu hızla ço¤almıyordu. Bu durumda insan nesli sürekli olarak bir açlık tehlikesi ile karflı karflıyaydı. Nüfusları kontrol altında tutan bafllıca etkenler ise savafl, kıtlık ve hastalık gibi felaketlerdi. Kısacası bazı insanların yaflayabilmeleri için di¤erlerinin ölmesi gerekiyordu. Var olma, "sürekli savafl" anlamına geliyordu. Darwin, do¤adaki yaflam mücadelesi fikrini Malthus'tan aldı¤ını kendi ifadesiyle flöyle açıklar: Ekim 1838'de, yani sistematik bir flekilde arafltırmalarıma baflladıktan 15 ay sonra, sırf merakımdan Malthus'un nüfusla ilgili çalıflmasını okumaya baflladım. Ve hayvanlarla bitkilerde sürekli gözlemledi¤im hayatta kalma mücadelesini düflündü¤ümde, bir an farkına vardım ki, bu koflullar altında uygun varyasyonlar korunacak ve uygun olmayanlar yok edilecekti. Bunun sonucunda ise yeni türler ortaya çıkacaktı. Burada, sonradan üzerinde çalıflabilece¤im bir teoriyi sonunda elde etmifltim.215 Darwin, Malthus'tan etkilenerek bu görüflü tüm do¤aya uyguladı ve bu var olma savaflında güçlü olanların ve en iyi uyum sa¤layanların galip geleceklerini öne sürdü. Darwin'in bu iddiası, tüm bitkileri, hayvanları ve insanları içine alıyordu. Dahası, söz konusu yaflam mücadelesinin do¤anın meflru ve de¤iflmez bir yasası oldu¤unu özellikle vurguluyordu. Bir yandan da yaratılıflı inkar ederek insanları dini inançlarını terk etmeye davet ediyor ve böylece "yaflam mücadele- Harun Yahya (Adnan Oktar) si"nin acımasızlı¤ına engel olabilecek tüm ahlaki kıstasları hedef almıfl oluyordu. Bu nedenle Darwin'in teorisi, duyulur hale geldi¤i andan itibaren önce ‹ngiltere'deki sonra da tüm Batı'daki kurulu düzenin deste¤ini arkasında buldu. Kurdukları siyasi ve sosyal düzeni "bilimsel" yönden meflru hale getiren bir teoriyle karflılaflan emperyalistler, kapitalistler ve tüm di¤er materyalistler, bu teoriyi sahiplenmekte gecikmediler. Evrim teorisi kısa zamanda, sosyolojiden tarihe, psikolojiden siyasete kadar insan toplumlarını ilgilendiren her alanda tek kriter haline getirildi. Her alanda temel fikir "yaflam mücadelesi" ve "güçlü olan kazanır" sloganıydı ve siyasi partiler, uluslar, yönetimler, ticari flirketler, fertler artık bu sloganlar ıflı¤ında yaflamaya baflladılar. Topluma hakim olan ideolojiler Darwinizm'i benimsedi¤i için, e¤itimden sanata, siyasetten tarihe kadar her alanda üstü kapalı Darwinizm propagandası yapılmaya bafllandı. Her konu Darwinizm'le iliflkilendirilmeye ve Darwinist bakıfl açısı ile açıklanmaya çalıflıldı. Bunun sonucunda insanlar Darwinizm'i bilmese bile, Darwinizm'in öngördü¤ü hayatı yaflayan toplum modelleri oluflmaya baflladı. Darwin'in kendisi de, evrime dayalı görüfllerinin ahlaki anlayıfllara ve sosyal bilimlere uygulanmasını onaylıyordu. 1869'da H. Thiel'e yazdı¤ı bir mektupta Darwin flöyle diyordu: Türlerin de¤iflimiyle ilgili bakıfl açıma 161 Bu resimler, Sosyal Darwinizm'in insanl›¤a getirdi¤i belalar›n çok küçük bir bölümünü yans›tmaktad›r. Irkç›l›k, faflizm, komünizm ya da emperyalizm ad›na yap›lan çat›flmalar Sosyal Darwinizm'le bi r l i k t e b i l i m s e l l i k k i s v e s i n e b ü r ü n m ü fl oluyordu. Do¤ada hayvanlar aras›nda var oldu¤u iddia edilen çat›flman›n, insan›n da do¤as›nda oldu¤u kabul edilmiflti. Güçlü devletler bu bozuk mant›¤› ve Darwinizm'in sloganlar›n› kullanarak zay›f milletleri ezmeye ve onlar› yok etmeye çal›fl›yorlard›. SPENCER, HERBERT benzer bazı fikirlerin, ahlaki ve sosyal sorunlar üzerinde uygulandı¤ını görüyorum. Bu konuyla çok ilgilendi¤ime inanmalısın. Önceleri, kendi görüfllerimin bu kadar farklı ve önemli konulara uyarlanabilece¤i bana pek gerçekleflebilir gibi gelmemiflti.216 Do¤adaki çatıflmanın insanın da do¤asında oldu¤unun kabul edilmesiyle, ırkçılık, faflizm, komünizm, emperyalizm adına yapılan çatıflmalar, güçlü milletlerin zayıf gördükleri milletleri ezerek yok etmeye çalıflmaları artık bilimsellik kisvesine bürünmüfl oluyordu. Barbarca katliamlar yapanlar, insanlara hayvan gibi davrananlar, milletleri birbirlerine düflürenler, ırklarından dolayı insanları hakir görenler, haksız rekabetle küçük iflletmeleri kapattıranlar, fakirlere yardım elini uzatmayanlar artık kınanmayacak veya engellenemeyecekti. Çünkü onlar bunu "bilimsel" bir do¤a kanununa uyarak yapıyorlardı. Bu yeni sözde bilimsel açıklamanın adı ise "Sosyal Darwinizm" olarak belirlendi. Günümüzdeki evrimci bilim adamlarının en önde gelenlerinden biri olan Amerikalı paleontolog Stephen Jay Gould, bu gerçe¤i afla¤ıdaki sözleriyle kabul eder: 1859 yılında Türlerin Kökeni'nin yayımlanmasından sonra esaret, kolonileflme, ırk farklılıkları, sınıf mücadelesi ve cinsel roller hakkındaki tartıflmalar bilim bayra¤ı altında yürütülmeye bafllandı.217 Tarih profesörü Jacques Barzun, Harun Yahya (Adnan Oktar) Darwin, Marx, Wagner isimli kitabında modern dünyanın korkunç ahlaki çöküntüsünün bilimsel, sosyolojik ve kültürel sebeplerinin de¤erlendirmesini yapmaktadır. Barzun'un kitabında yer alan flu yorumlar, Darwinizm'in dünya üzerindeki etkisi açısından dikkat çekicidir: … 1870 ve 1914 yılları arasında her Avrupa ülkesinde silahlanmayı isteyen bir savafl partisi, acımasız bir rekabeti isteyen bireyci bir parti, geri kalmıfl insanlar üzerinde serbest bir el isteyen emperyalist bir parti, yabancılara karflı içten tasfiyeyi sa¤layacak olan sosyalist bir parti vardı… Bu partilerin tümü zaferi kutladıklarında ya da yenildiklerinde hatta daha önce, bilimin tekrar canlanması anlamına gelen Spencer (Sosyal Darwinizm'in kurucusu) ve Darwin'i desteklemifllerdi. Irk biyolojikti, sosyolojikti; Darwinciydi.218 The Moral Animal (Ahlakl› Hayvan) isimli kitabın yazarı Robert Wright, bir evrimci olmasına ra¤men evrim teorisinin insanlık tarihine getirdi¤i belaları flöyle özetler: Evrim teorisi, insan iliflkilerine karflı uzun ve oldukça kirli bir tarihe sahiptir. Yüzyılın sonlarına do¤ru politik felsefeye de karıfltırılan teori, "Sosyal Darwinizm" adlı bir ideolojiye dönüfltürülmüfl ve ırkçıların, faflistlerin ve en acımasız kapitalistlerin elinde koz olmufltur.219 Spencer, Herbert Darwin'in prensiplerini sosyal yaflama uyarlayan ve Sosyal Darwinizm'in 163 164 SPONTANE JENERASYON bafllıca teorisyeni olan Herbert Spencer'a göre, e¤er bir insan fakirse bu onun hatasıdır; hiç kimse bu insana yükselmesi için yardım etmemelidir. E¤er bir insan zenginse, bunu ahlaksızlıkla elde etmifl olsa bile bu, onun becerisidir. Bu nedenle, fakir biri ortadan silinirken zengin biri yaflamaya devam eder. ‹flte bu görüfl, günümüzde toplumların hemen hemen tamamına hakim olan görüfltür ve Darwinist-kapitalist ahlakın bir özeti niteli¤indedir. (bkz. Sosyal Darwinizm) Bu ahlakın savunucusu olan Spencer, 1850 yılında Social Statistics (Sosyal ‹statistikler) adlı çalıflmasını tamamlamıfl, devletin sa¤ladı¤ı her türlü yardım sistemine, sa¤lık koruma tedbirlerine, devlet okullarına, zorunlu aflı uygulamalarına karflı çıkmıfltır. Çünkü Sosyal Darwinizm'e göre sosyal düzen, güçlünün hayatta kalması prensibiyle oluflmufltur. Zayıf olanın desteklenerek yaflatılması bu prensibe aykırıdır. Zenginler daha uygun oldukları için zengindir, bazı uluslar di¤erlerini yönetir, çünkü onlardan daha üstündü. Bazı ırklar da di¤erlerini boyunduruk altına almıfltır, çünkü onlardan daha akıllıdır. Spencer, bu tezinin insan toplumlarına da uygulanmasını fliddetle savunmufltur: "E¤er yaflamak için yeterli derecede tamamsalar, yaflarlar ve yaflamaları da iyidir. E¤er yaflamak için yeterli derecede tamam de¤illerse, ölürler ve ölmeleri de en iyisidir" sözleriyle Sosyal Darwinizm'in insanlı¤a bakıflını özetlemifltir.220 Spontane jenerasyon bkz. Abiyogenez Sudan karaya geçifl açmaz› Evrim teorisine göre, hayat suda bafllamıfltır ve ilk geliflmifl hayvanlar balıklardır. Ve yine teoriye göre bir gün bu balıklar kendilerini karaya do¤ru atmaya bafllamıfllar ve nasıl olmuflsa olmufl yüzgeç yerine ayaklara, solungaç yerine de ci¤erlere sahip olmufllardır! Ço¤u evrim kitabı, bu büyük iddianın "nasıl"ına hiç girmez. En "bilimsel" kaynaklarda, "… ve canlılar sulardan karaya geçtiler" fleklinde geçifltirme bir cümle ile bu iddianın temelsizli¤i örtbas edilir. Bir balı¤ın sudan çıktı¤ında bir-iki dakikadan fazla yaflayamadı¤ını düflünürsek, sudan çıkan balıkların hepsi biriki dakika içinde teker teker ölecektir. Bu ifl isterse on milyon yıl sürsün, cevap yine aynıdır: Balıkların hepsi teker teker ölür. Çünkü akci¤er kadar kompleks bir organ, ani bir "kaza" yani mutasyon ile oluflmaz. Yarım akci¤er ise hiçbir ifle yaramaz. Balıkların kara canlılarının atası oldu¤u iddiası, fosil bulguları kadar anatomik ve fizyolojik incelemeler tarafından da geçersiz kılınmaktadır. Deniz canlıları ile kara canlıları arasındaki büyük anatomik ve fizyolojik farkları inceledi¤imizde, bu farkların rastlantılara dayalı kademeli bir evrim süreci tarafından giderilmesinin mümkün olmadı¤ını görüEvrim Açmaz› (Ansiklopedik) BÖBREK ENGEL‹ rüz. Söz konusu farkların en belirginlerini flöyle sıralayabiliriz: 1. A¤ırlı¤ın taflınması: Denizlerde yaflayan canlılar kendi a¤ırlıklarını taflımak gibi bir sorunla karflılaflmazlar. Vücut yapıları da böyle bir iflleve yönelik de¤ildir. Oysa karada yaflayanların büyük bir kısmı enerjilerinin %40'ını vücutlarını taflımak için kullanırlar. Kara yaflamına geçecek bir su canlısının bu enerji ihtiyacını karflılayabilecek yeni kas ve iskelet yapıları gelifltirmesi kaçınılmazdır, fakat bu kompleks yapıların rastgele mutasyonlarla oluflması da mümkün de¤ildir. Evrimcilerin, Cœlacanth ve benzeri balıkları "kara canlılarının atası" olarak hayal etmelerinin asıl nedeni ise, bu balıkların yüzgeçlerinin kemikli olufludur. Bu kemiklerin zamanla a¤ırlık taflıyıcı ayaklara dönüfltü¤ünü varsayarlar. Ancak bu balıkların kemikleri ile kara canlılarının ayakları arasında çok temel bir fark vardır: Balıklardaki kemikler, canlının omurgasına ba¤lı de¤ildir. Omurgaya ba¤lı olmadıkları için de a¤ırlık taflıma gibi bir ifllev üstlenemezler. Kara canlılarında ise kemikler do¤rudan omurgaya ba¤lıdır. Dolayısıyla, bu yüzgeçlerin yavafl yavafl ayaklara dönüfltükleri iddiası da temelsizdir. 2. Sıcaklı¤ın korunması: Karada ısı çok çabuk ve çok büyük farklarla de¤iflir. Bir kara canlısının, bu yüksek ısı farklılıklarına uyum sa¤layacak bir metabolizması vardır. Oysa denizlerde ısı çok a¤ır de¤iflir ve bu de¤iflim karadaki Harun Yahya (Adnan Oktar) 165 BÖBREK ENGEL‹ Bal›klar bedenlerindeki zararl› maddeleri do¤rudan suya b›rak›rlar. Kara canl›lar›n›n ise böbreklere ihtiyaçlar› vard›r. Dolay›s›yla "sudan ka raya geçifl" senaryosu, böbreklerin de tesadüfen oluflmas›n› gerektirir. Oysa böbrekler son derece kompleks bir yap›ya sahiptir. Dahas› bir böbre¤in görevini yapabilmesi için eksiksiz ve kusursuz olmas› gerekir. Yaln›zca %50'si veya %70'i, hatta %90'› oluflmufl bir böbre¤in hiçbir ifllevi yoktur. Evrim teorisi "kullan›lmayan organ at›l›r" varsay›m›na dayand›¤›na göre, %50'si sa¤lam olmayan bir böbrek daha evriminin ilk aflamas›nda vücuttan at›lacakt›r. kadar büyük farklar arasında olmaz. Denizlerdeki sabit sıcaklı¤a göre bir vücut sistemine sahip olan bir canlı, karada yaflayabilmek için karadaki sıcaklık de¤iflimine uyum sa¤layacak korunma sistemini kazanmak zorundadır. Kuflkusuz balıkların karaya çıkar çıkmaz rastlantısal mutasyonlar sonucunda böyle bir sis- 166 SUDAN KARAYA GEÇ‹fi AÇMAZI teme kavufltuklarını öne sürmek son derece saçmadır. 3. Suyun kullanımı: Canlılar için kaçınılmaz bir ihtiyaç olan su, kara ortamında az bulunur. Bu nedenle suyun, hatta nemin ölçülü kullanılması zorunludur. Örne¤in deri, su kaybetmeyi ve buharlaflmayı önleyecek yapıda olmalıdır. Canlı susama duygusuna sahip olmalıdır. Oysa suda yaflayan canlıların susama duygusu bulunmaz ve derileri de susuz ortama uygun de¤ildir. 4. Böbrekler: Su canlıları, baflta amonyak olmak üzere vücutlarında biriken artık maddeleri, bulundukları ortamda su bol oldu¤undan hemen süzerek atabilirler. Karada ise suyun minimum düzeyde kullanılması gerekmektedir. Bu nedenle bu canlılar bir böbrek sistemine sahiptirler. Böbrekler sayesinde amonyak üreye çevrilerek depolanır ve atımında minimum düzeyde su kullanılır. Ayrıca böbre¤in çalıflmasını mümkün kılan yeni sistemlere ihtiyaç vardır. Sudan karaya geçiflin gerçekleflmesi için böbre¤i olmayan canlıların bir anda geliflmifl bir böbrek sistemi edinmesi gerekir. 5. Solunum sistemi: Balıklar suda erimifl halde bulunan oksijeni solungaçlarıyla alırlar. Suyun dıflında ise birkaç dakikadan fazla yaflayamazlar. Karada yaflamaları için bir anda kusursuz bir akci¤er sistemi edinmeleri gerekir. Tüm bu fizyolojik de¤iflikliklerin aynı canlıda tesadüfler sonucu ve aynı anda meydana gelmesi ise elbette imkansızdır. Evrimcilerin bu konudaki senaryosuna göre, balıklar önce amfibiyenlere evrimleflmifllerdir. Ama bu senaryonun hiçbir delili yoktur. Yarı balık-yarı amfibiyen bir canlının yafladı¤ını gösteren tek bir fosil bile bulunamamıfltır. Omurgalı Paleontolojisi ve Evrim kitabının Evrimci yay›nlarda resimdekine benzer hayali çizimlerle savunulan "sudan karaya geçifl" senaryosu, gerçekte evrim teorisinin kendi kabulleriyle de çeliflen Lamarkist mant›klara dayanmaktad›r. Evrim Açmaz› (Ansiklopedik) SÜRÜNGENLER‹N KÖKEN‹ yazarı olan ünlü evrimci Robert L. Carroll, bu gerçe¤i "erken amfibiyenlerle balıklar arasında ara form fosillerine sahip de¤iliz" diyerek istemeden de olsa ifade etmektedir.221 (bkz. Amfibiyen) Evrimci paleontologlar Colbert ve Morales ise, amfibiyenlerin üç sınıfı olan kurba¤alar, semenderler ve sesilyenler hakkında flu yorumu yaparlar: Palezoik devir amfibiyenlerinin ortak bir ataya sahip olduklarını gösterebilecek tek bir kanıt yoktur. Bilinen en eski kurba¤alar, semenderler ve sesilyenler flu an yaflamakta olan örneklerine son derece benzerdirler.222 Sürüngenlerin kökeni Dinozor, kertenkele, kaplumba¤a ya da timsah gibi canlılar, "sürüngenler" olarak bilinen aileye aittir. Dinozor gibi bazı sürüngenlerin soyu tükenmifltir, ama bazıları hala yaflamaktadır. Sürüngenlerin kendilerine has özellikleri vardır. Hepsinin vücudu, "pul" olarak adlandırılan sert kabuklarla kaplıdır. So¤ukkanlıdırlar, yani kendi vücut ısılarını üretemezler. Bu yüzden de her gün günefle çıkıp vücutlarını ısıtma ihtiyacı duyarlar. Yavrularını ise yumurtlayarak dünyaya getirirler. Bu canlıların kökeni ele alındı¤ında, evrim teorisinin yine açmazda oldu¤u görülür. Bu konudaki Darwinist iddia, sürüngenlerin amfibiyenlerden evrimleflti¤i fleklindedir. Ama bu iddiayı des- Harun Yahya (Adnan Oktar) tekleyecek hiçbir somut bulgu yoktur. Aksine, amfibiyenler ile sürüngenler arasında yapılabilecek bir inceleme, iki canlı grubu arasında çok büyük fizyolojik farklar bulundu¤unu ve "yarı sürüngen-yarı amfibiyen" bir canlının yaflama ihtimali olmadı¤ını göstermektedir. Bunun bir örne¤i, iki farklı canlı grubunun yumurta yapılarıdır. Amfibiyenler yumurtalarını suya bırakırlar. Yumurtalar su içindeki geliflimleri için uygun bir yapıdadırlar; son derece geçirgen ve fleffaf bir zar ve jölemsi bir kıvama sahiptirler. Oysa sürüngenler karada yumurtlarlar ve dolayısıyla yumurtaları da karadaki kuru iklime uygun olarak yarat›lm›flt›r. "Amniotik yumurta" olarak da bilinen sürüngen yumurtasının sert kabu¤u hava geçirir, ama su geçirmez. Bu sayede yavrunun ihtiyaç duydu¤u sıvı, o yumurtadan çıkıncaya kadar saklanır. Amfibiyen yumurtaları e¤er karaya bırakılacak olsa, kısa zamanda kuruyacak ve içindeki embriyolar da ölecektir. Bu durum, sürüngenlerin kademeli olarak amfibiyenlerden evrimlefltiklerini öne süren evrim teorisi açısından açıklanamayan bir sorundur. Çünkü karada yaflam bafllayacaksa, amfibiyen yumurtasının tek bir nesil içinde amniotik yumurtaya dönüflmesi zorunludur. Bunun evrim mekanizmaları olarak öne sürülen do¤al seleksiyon-mutasyon tarafından nasıl yapılmıfl olabilece¤i açıklanamamaktadır. Öte yandan, fosil kayıtları da sürüngenlerin kökenini evrimci bir açıklama- 167 168 SÜRÜNGENLER‹N KÖKEN‹ dan yoksun bırakmaktadır. Ünlü evrimci paleontologlardan Lewis L. Carroll, "Sürüngenlerin Kökeni Sorunu" bafllıklı bir makalesinde bu gerçe¤i flöyle kabul eder: Ne yazık ki sürüngenlerin ortaya çıkıflı öncesinde var olan tek bir sürüngen atası örne¤i yoktur. Bu ara formların olmayıflı, amfibiyen-sürüngen geçifli hakkındaki ço¤u problemi çözümsüz bırakmaktadır.223 Omurgalı paleontolojisi konusunda otorite sayılan Robert Carroll ise "en erken sürüngenlerin, tüm amfibiyenlerden çok farklı olduklarını ve atalarının hala belirlenemedi¤ini" kabul etmek zorunda kalır.224 Aynı gerçek Stephen Jay Gould tarafından da kabul edilmekte ve Gould, "hiçbir fosil amfibiyen, tümüyle karada yaflayan omurgalıların (sürüngen, kufl ve memelilerin) atası olarak görünmüyor" demektedir.225 fiimdiye dek "sürüngenlerin atası" olarak gösterilmeye çalıflılan en önemli canlı ise, Seymouria adlı amfibiyen türü olmufltur. Oysa Seymouria'nın bir ara form olamayaca¤ı, Seymouria'nın yeryüzünde ilk kez ortaya çıkıflından 30 milyon yıl öncesinde de sürüngenlerin yaflamıfl olmasının bulunmasıyla ortaya çıkmıfltır. (bkz. Seymouria) "Sürüngenlerin atası"nın, sürüngenlerden çok sonra yaflamıfl olması elbette imkansızdır. Bilimsel bulgular, sürüngenlerin yeryüzünde evrim teorisinin öne sürdü¤ü gibi kademeli bir geliflimle de¤il, hiçbir ataları olmadan bir anda ortaya çıktıklarını göstermektedir. Seymouria fosili Evrim Açmaz› (Ansiklopedik) TAB‹AT ANA KAVRAMININ AKILDIfiILI⁄I Tabiat Ana Kavram›n›n ak›ld›fl›l›¤› Darwin'i etkisi altına alan ve onu karflılafltı¤ı canlılara yaratılmıfllık temelinden farklı bir açıklamaya zorlayan düflünce akımı, 19. yüzyılın din-dıflı atmosferinin en önemli ürünlerinden biri olan natüralizmdi. Natüralizm, do¤adan ve duygularla algılanan dünyadan baflka bir gerçeklik tanımayan düflünce akımıydı. Bu sapk›n görüfle göre do¤a, kendi kendisinin yaratıcısı ve hakimiydi. "Tabiat ana" gibi kavramlar ya da "do¤a insana flu yetene¤i vermifl, do¤a bu canl›y› böyle yaratmıfl" gibi klifleleflmifl sözler, natüralizm akımının toplum zihnine yerlefltirdi¤i önkabullerin birer sonucudurlar. Evrimciler tüm canlılara sahip oldukları özellikleri verenin "tabiat ana" oldu¤unu söylerler. "Tabiat ana" ise bildi¤imiz tafl, toprak, su, a¤aç, bitki, vs.den oluflur.Tabiatın bu parçalarının canlılara bilinçli ve akıl yüklü eylemler yaptırması ya da canlıları programlamak için gerekli akla ve yetene¤e sahip olmasıysa mümkün de¤ildir. Çünkü do¤ada gördü¤ümüz herfley yaratılmıfltır ve dolayısıyla bunlar yaratıcı olamaz. Canlılar sahip oldukları üstün özellikleri kendi akılları ile bulup yapmadıklarına ve bu özellikleri ile do¤duklarına göre, bu özellikleri onlara veren, onları bu tavırları gösterecek flekilde yaratan üstün akıl ve ilim sahibi bir Yaratıcı vardır. Yüce Allah üstün güç sahibi Yarat›c›m›z'd›r. Harun Yahya (Adnan Oktar) Taksonomi Canlılar biyologlar tarafından belirli sınıflandırmalara ayrılırlar. "Taksonomi" ya da "sistematik" olarak da bilinen bu sınıflandırma, 18. yüzyıl bilim adamı Carolus Linnaeus'a kadar uzanır. Linnaeus'un kurdu¤u sınıflandırma sistemi günümüze kadar gelifltirilerek devam etmifltir. Bu sınıflama içinde hiyerarflik kategoriler vardır. Canlılar ilk önce "alem"lere ayrılırlar; bitkiler ya da hayvanlar alemi gibi. Sonra bu alemler kendi içinde filumlara (flubelere) bölünür. Filumlar da daha alt gruplara ayrılır. Sınıflama yukarıdan afla¤ı flu flekildedir:226 Alem (Kingdom) Filum (Phylum, ço¤ulu Phyla) Sınıf (Class) Takım (Order) Aile (Family) Cins (Genus, ço¤ulu Genera) Species (Tür) Bugün biyologların ço¤unlu¤u, befl ayrı alem oldu¤unu kabul eder. Bitkiler ve hayvanların yanında, mantarlar, monera (bakteriler gibi hücre çekirde¤i olmayan tek hücreliler) ve protista (algler gibi çekirde¤i olan hücreler) ayrı birer alem sayılır. Bunların en önemlisi, kuflkusuz hayvanlar alemidir. Hayvanlar aleminin kendi içindeki en büyük bölünme, farklı filumlardır. Bu filumlar belirlenirken her birinin tamamen farklı vücut planlarına sahip oldukları göz önünde bulundurulmufltur. Örne¤in arthropodlar (eklem bacaklılar) kendilerine 171 172 TAUNG ÇOCU⁄U FOS‹L‹ has bir filumdur ve filuma dahil edilen tüm canlılar temelde benzer bir vücut planına sahiptir. Chordata olarak adlandırılan filum ise, merkezi bir sinir a¤ına sahip olan canlıları barındırır. Bizim için tanıdık olan balıklar, kufllar, sürüngenler, memeliler gibi hayvanların tümü, Chordata'nın bir alt sınıfı olan omurgalılar kategorisine dahildir. Taung Çocu¤u fosili Bütün Australopithecus fosilleri Afrika kıtasının güney kısmında bulunmufltur. Bu türe "Güney Afrika maymunu" anlamına gelen Australopithecus isminin takılmasının nedeni, bu hayvanların günümüzde yaflayan maymunlarla çok benzer özelliklere sahip olmalarıdır. Bu türe ait oldu¤u iddia edilen ilk fosiller 1924 yılında Güney Afrika'nın Taung bölgesindeki bir kömür madeninde bulundu. Australopithecus olarak tanımlanan ilk fosil, genç bir maymunun yüz ve alt çene kemikleri ile 410 cc hacimli kafatasından oluflmaktaydı. Fosili bulan kifliler bunu Witwater Üniversitesi'nde anatomi profesörü olan Dr. Raymond Dart'a götürdüler. Dr. Raymond Dart bu fosilin kafatasının ince yapısına dayanarak ve difllerinin insan difline benzedi¤ini düflünerek bunun bir hominid fosil oldu¤unu öne sürdü. Kısa bir süre sonra da Nature dergisinde "Australopithecus: Güney Afrika'daki Maymun Adam" isimli bir makale yayınladı. Fosilin aslında bir flem- panzeye ait oldu¤unu söyleyen dönemin bilim adamları Dart'ı pek ciddiye almamıfllardı. Ancak bunun bir hominid oldu¤u fikrinde ısrar eden Dart, ünlü bir fizikçi olan Dr. Robert Broom'u da ikna ederek hayatının geri kalanını yeni buldu¤u tür için destek aramaya adadı. Hatta o zamanlar buldu¤u fosile bilim çevrelerinde alaycı bir flekilde "Dart Bebe¤i" ismi takılmıfltı. Daha sonraları evrimciler bu fosile sahip çıkarak Australopithecines ismini verdikleri yeni bir tür uydurdular. ‹lk bulunan fosile de Australopithecus africanus ismini taktılar. Genç bir bireye ait oldu¤u düflünüldü¤ünden "Taung Çocu¤u" ismi takılan bu fosilin bulunmasından sonra baflta Leakey ailesi olmak üzere di¤er paleoantropologlar da arafltırmalarını hızlandırdılar. 1950'li yıllarda National Geographic dergisinin finansmanıyla yapılan kazılarda Güney Afrika Kromdraii, Swartkrans ve Makapansgat'ta da Australopithecus oldu¤u kabul edilen baflka fosiller bulundu. Bu maymun fosillerinin bir kısmı daha kaba yapılı, bir kısmı da daha narin, ufak tefek ve ince yapılıydı. Kaba yapılı olan, di¤erinden çok daha cüsseli ve a¤ırdı, daha büyük alt çeneye ve en belirgin özellik olarak kafasının üzerinde kemiksi bir çıkıntıya sahipti. Bütün bunlar bugünkü difli ve erkek maymunlar arasında da mevcut olan cinsiyet farklılaflmasının tipik birer örne¤i olmasına ra¤men, bilim adamları bunları ısrarla ayrı türler olarak yorumladılar. Evrim Açmaz› (Ansiklopedik) TAUNG ÇOCU⁄U FOS‹L‹ Dart, Australopithecus africanus ismi takılan fosili öne sürdükten sonra zamanın bilim adamlarından önemli tepkiler almıfltı. Dart'ın buldu¤u fosil üzerine yorum yapan zamanın belli bafllı anatomistlerinden Arthur Keith flöyle diyordu: (Dart'ın) iddiası çok saçmadır, Africanus kafatası genç bir antropoid... Ve bugün yaflamakta olan iki antropoid grubu olan goril ve flempanzelere o kadar benziyor ki, bu fosili bu gruba dahil etmek için düflünmeye bile gerek yoktur.227 Evrimci paleoantropologlara göre Australopithecuslar'ın insanlarla paylafltıkları ortak özellik, a¤açları terk ederek iki ayaklılı¤a uyum sa¤lamıfl olmalarıydı. Dart, buldu¤u "Taung Çocu¤u" fosilinin iki aya¤ı üzerinde durabildi¤i sonucuna ise fluradan varmıfltı: Kafatasında, "magnum" adı verilen omurili¤in geçti¤i kısım, Dart'a göre insandakinden geride, ancak maymununkinden ilerideydi. Bu noktadan yola çıkarak hayvanın iki aya¤ı üzerinde durabildi¤ini iddia etmekteydi. O dönemde bilim adamları tarafından kabul görmeyen bu teori, 1950'li yıllarda tekrar benimsendi. Ancak elde tam olarak iki ayaklılık tahmini yapmaya imkan verebilecek, bir iskelet parçası yoktu. Elde olan örnekler, kafatası ve oldukça da¤ınık haldeki birkaç uyluk, kalça ve ayak kemi¤inden ibaretti. Ancak yine de evrimciler iki ayaklılık konusundaki ısrarlarını sürdürdüler. Lord Zuckerman (Dr. Solly Zuckerman) dünya üzerinde Australopithecines ailesini belki de en ayrıntılı olarak incelemifl kifliydi. Bir evrimci olmasına karflın Zuckerman Australopithecuslar'ın maymundan baflka bir fley olmadıklarını düflünüyordu. Beraberindeki dört kiflilik arafltırma ekibiyle zamanın en geliflmifl anatomik inceleme metotlarını kullanan Zuckerman, 1954'te bafllayan ve birkaç yıl süren arafltırma ve incelemelerden sonra bu yaratıkların iki ayakları üzerinde durmadıklarını ve insanla maymun arası bir forma sahip olmadıklarını açıkladı. Lord Zuckerman ve ekibinin sonuç raporu flöyleydi: Bu yaratıklar bugün yaflayan hiçbir primat türüyle aynı olmamalarına ra¤men, insan türüyle de iliflkili oldukları söylenemez. Bu yaratıkların dik durdukları ve yürüdükleri hakkındaki anatomik temel, bunların insan dıflı primatların bir varyantı fleklinde yürüdükleri teorisinden çok daha çürüktür. Bu sebeple bu teori kabul edilemez.228 Taung Çocu¤u fosili Harun Yahya (Adnan Oktar) 173 174 TEK HÜCREL‹L‹KTEN ÇOK HÜCREL‹L‹⁄E GEÇ‹fi YALANI 1950'lerin ortalarında Zuckerman tarafından ortaya konulan bu yargılar, sonraki arafltırmacılar tarafından da do¤rulandı. Bir beyin uzmanı olan Dean Falk, 1975'te yayınladı¤ı makalesinde Taung kafatasının ait oldu¤u türün, yavru bir maymun oldu¤unu açıkladı. "Dart, Taung'un beyninin insana benzedi¤ini söylemiflti. Ancak bunun yanlıfl oldu¤u anlaflılmıfl bulunuyor... Taung'un hominid özellikleri abartılıdır" diyen Falk flöyle devam ediyordu: ‹nsanlar gibi maymunlar da büyürken birtakım evrelerden geçmektedirler. Bu fosillerin analizinde Dart, bu evreleri ve kalın kafl çıkıntısı, kalın boyun, kafadaki kemiksi çıkıntı gibi özelliklerin genç maymunlarda bulunmayıflını dikkate almamıfltır. Henüz ergenli¤e ulaflamamıfl maymunlarda bu tip oluflumlara rastlanmaması çok do¤aldır... Dart yuvarlak kafatası ve omurili¤in pozisyonu gibi oluflumları açıklarken de taraflı bir flekilde bunun genç bir maymuna de¤il bir hominide ait olması gerekti¤ini düflünmüfltür.229 Bu arada, Australopithecus africanus'un hominid olarak tanımlanan en önemli özelli¤i, yani kafl çıkıntılarının olmayıflı, bugün yaflamakta olan genç gorillerde de görülen bir durumdur. Tüm bunlardan anlaflılmaktadır ki, evrimciler tarafından Australopithecus africanus olarak adlandırılan kafatası, insanın bir atasına de¤il, geçmiflte ince yapılı, muhtemelen de genç bir maymuna aittir. Tek hücrelilikten çok hücrelili¤e geçifl yalan› Evrim senaryosuna göre tesadüf eseri ortaya çıkan tek hücreli canlılar tüm canlılı¤ın ilkel atalarını oluflturmufllardır. Oluflan bu tek hücreli canlı ise zaman içerisinde ço¤alarak di¤er çok hücreli organizmaları meydana getirmifltir. Evrimci bir kaynakta bu hayali geliflim süreci flöyle açıklanmaktadır: Tek hücreli organizma, nedenleri tümüyle anlaflılmayan bir karmaflıklaflma e¤ilimi taflıyordu. Bu e¤ilimin nedeni, belki de büyüme ya da daha etkili bir yapı edinme ihtiyacıydı. Hücrenin büyümesi, hücredeki çekirdek sayısında bir artıfla yol açtı. Söz gelimi, bazı amiplerin 50 çekirdekleri vardı. Öte yandan hücrelerin koloniler halinde gruplaflması, görev bölümüne ve etkilili¤in artmasına yol açtı. Böyle kolonilerde hücreler eflitti ama, de¤iflik ifllevler için farklılaflmaya bafllamıfllardı. Evrimcilere göre bu farklılaflma, tek hücreden çok hücreye geçiflin ilk adımıydı. Geliflmenin bu aflamasında tam anlamıyla çok hücreli olmayan organizmalar, kolonilerdeki hücreler arasındaki ifl bölümünün artmasıyla gerçekten çok hücreli oldular. Hücreler, ba¤ımsız olarak yaflama yeteneklerini yitirdiler ve bir anlamda çok hücreli organizmalar oluflturdular… Bu senaryonun devam› flöyledir: Besin bulma ve ba¤ımsız hareket etme ihtiyacı arttıkça ya da toplu halde yaflamanın canlı kalma yönünden avantajları or- Evrim Açmaz› (Ansiklopedik) TEOR‹ Bakteriler çok küçük olmalar›na ra¤men, gerek yap›lar› gerekse de ifllevleri bak›m›n dan son derece kompleks özelliklere sahiptirler. taya çıktıkça, hücreler arasındaki farklar da belirginleflti. Nedeni ne olursa olsun, hücreler farklılaflmayı ve ifl bölümünü artırmayı sürdürdüler. Evrim sürecinin bu aflamasında hücreler, çok hücreli organizmalar› oluflturdular...230 Bu masalsı görüflün temelinde tek hücreli canlıların ilkel, basit organizmalar olarak kabul edilmesi bulunmaktadır. Ancak ne tek hücreli organizmalar evrimcilerin öne sürdükleri gibi basit canlılardır, ne de yukarıda ifade edilen kararları alacak, görevleri edinecek bir bilince sahiplerdir. Tek hücreli canlılar çok hücreli canlılara kıyasla daha basit bir yapıya sahip olabilirler ancak bu, tek hücreli organizmaların ilkelli¤ine hiçbir zaman delil olarak öne sürülemez. Nitekim bir bakteri tek hücreli bir canlı olmasına karflın, inceleyenleri hayrete düflürecek bir kompleksli¤e sahiptir. Darwinistlerin "basit" olarak tanımladıkları bakteriler için ünlü ‹ngiliz Zoolog Sir James Gray flunları söylemektedir: Bir bakteri insanın bildi¤i herhangi bir Harun Yahya (Adnan Oktar) cansız sistemden çok daha komplekstir. Dünyada, en küçük canlı organizmanın biyokimyasal faaliyetiyle rekabet edecek bir laboratuvar yoktur.231 Bütün bunlar bakterilerin son derece detaylı özelliklere sahip olduklarını göstermektedir. Evrimci James A. Shapiro, bakterinin sahip oldu¤u bu özellikler nedeni ile kompleks bir canlı oldu¤unu ise flu flekilde itiraf etmektedir: Bakteriler çok küçük olmalarına ra¤men, bilimsel tanımlamanın çok ötesine giden biyokimyasal, yapısal ve davranıflsal komplekslikler gösterirler. Günümüzdeki mikroelektronik devrimine uygun olarak, bakterilerin büyüklü¤ünü basitlikten ziyade komplekslikle eflit saymak daha mantıklı olabilir... Bakteriler olmaksızın yeryüzünde hayat flu anki haliyle var olamazdı.232 Teori Çok sayıda gözlem ve deneylerle desteklenebilen bir hipoteze "teori" (kuram) denir. (bkz. Hipotez) Bir baflka de- 175 176 TEOR‹ yiflle teori kökleflmifl bir hipotezdir. Ancak teori deneylerle ispatlanmıfl olmasına ra¤men, bunun aksinin ispatlanması da mümkündür. Örne¤in Dalton'un atom teorisi olarak bilinen "atom, maddenin bilinmeyen en küçük parçasıdır" iddiası günümüzde geçerlili¤ini yitirmifltir.233 Geliflen bilim ve teknoloji atomdan çok daha küçük parçaların -örne¤in kuarkların- varlı¤ını ortaya koymufltur. Bilimsel bir teori, do¤adaki gözlemlenebilen bazı gerçekleri deneyler yoluyla açıklama giriflimidir. Sık sık tek bir do¤al olay aynı zamanda bir teori, bir gerçek ve bir kanuna iliflkin olarak anlatılabilir. Örne¤in yerçekimi bir gerçektir. Çekim kuvvetinin kendisini göremesek de, bu gücün etkisini yere bir fley düflürdü¤ümüzde görürüz. Bu çekimin nasıl gerçekleflti¤i sorusunu anlatan bir de yerçekimi teorisi vardır. Yerçekiminin nasıl iflledi¤ini gerçekte bilemesek de bunu açıklamaya çalıflan teoriler vardır. Isaac Newton tarafından formüle edilmifl olan yerçekimi kanunu bunlardan biridir. Özetle bilimsel bir gerçek gözlemlenebilen do¤al bir olaydır, bilimsel bir teori bu do¤al olayın nasıl iflledi¤inin ve bilimsel bir kanun da bu do¤al olayın matematiksel tarifidir. Ampirik (deneysel) bilimin en önemli gereklili¤i, incelemek istedi¤imiz bir nesnenin ya da olayın gözlemlenebilir olmasıdır. ‹kinci koflul ise bu nesne veya olay tekrar edilebilmelidir. Sonuç olarak gözlemlenebilir ve tekrar edilebilir bir olay hakkında yapaca¤ımız herhangi bir açıklama test edilebilmelidir. Böylece bir deneyin teoriyi çürütüp çürütmedi¤ini tespit etmemiz mümkün olur. E¤er bir kimsenin bir olay hakkında getirdi¤i açıklama hiç kimsenin test edemeyece¤i veya çürütemeyece¤i flekilde ise, bu bir teori olmayacak bir inanç olacaktır. 234 Evrimciler de ana evrimsel de¤iflimlerin çok yavafl ya da insanların hayat sürelerinde gözlemleyemeyecekleri flekilde çok nadir oldu¤unu söylerler. Evrimci Theodosius Dobzhansky'e göre evrimsel de¤iflimler meydana geldi¤inde bile, do¤a tarafından "nadir, tekrarı olmayan ve aksi yönde de¤ifltirilemeyen" fleylerdir. Tanınmıfl evrimcilerden Paul Ehrlich ise evrim teorisinin hiçbir gözlemle çürütülemez oldu¤unu, dolayısıyla ampirik bilimin dıflında kabul edilmesi gerekti¤ini savunur.235 Di¤er taraftan da evrimciler evrimin iki flekilde gerçekleflti¤ini öne sürerek gözlemlenebilir mikro evrim ve gözlemlenemeyen makro evrim-, bu hayali süreci bilimsel bir gerçek olarak yansıtmaya çalıflırlar. (bkz. Mikro evrimin geçersizli¤i; Makro evrim masal›) Makro evrim evrimcilere göre sürüngenlerin kufllara, maymunların insanlara de¤iflimi için gerekli olan sınırsız varyasyon sürecidir. Ancak kimse bunun gerçekleflti¤ine flahit olmamıfltır.236 Mikro evrim ise evrimcilere göre gözlemleyebilece¤imiz, çeflit üreten belirli bir türün sınırlı varyasyon sürecidir. Ancak mikro evrim olarak öne sürülen de¤iflimler yeni bir Evrim Açmaz› (Ansiklopedik) TERMOD‹NAM‹⁄‹N ‹K‹NC‹ KANUNU tür, yeni bir özellik ortaya çıkarmamaktadır. Dolayısıyla iddia edildi¤i gibi evrimlefltirici mekanizmalar de¤ildir. Ayrıca mikro evrim kelimesi makro evrim oluflturan varyasyon çeflidinin oldu¤unu ima etmek amacıyla söylenir. (bkz. Varyasyon) Böylece hiçbir kanıtı olmayan gözlemlenemeyen bir olay tahmin edilmifl olur. Bu sebeplerden ötürü evrim gözlemlenemez, tekrar edilemez ve onun için bilimsel bir gerçek ya da teori de¤ildir. Ayrıca evrim teorisi bir kısım çevrelerin sandıkları ya da göstermeye çalıfltıkları gibi "açık bir bilimsel gerçek" de de¤ildir.237 Aksine, evrim teorisi ile bilimsel bulgular karflılafltırıldı¤ında ortaya çok büyük bir çeliflki çıkmaktadır. Evrim teorisi hayatın kökeni, popülasyon geneti¤i, karflılafltırmalı anatomi, paleontoloji ve biyokimyasal sistemler gibi pek çok farklı alanda, ünlü bir biyokimyacı olan Prof. Michael Denton'ın ifadesiyle "kriz" içindedir.238 Termodinami¤in ‹kinci Kanunu (Entropi Kanunu) Termodinami¤in ‹kinci Kanunu, evrende kendi haline, do¤al flartlara bırakılan tüm sistemlerin zamanla do¤ru orantılı olarak düzensizli¤e, da¤ınıklı¤a ve bozulmaya do¤ru gidece¤ini söyler. Aynı gerçek "Entropi Kanunu" olarak da ifade edilir. Entropi, fizikte, bir sistemin içerdi¤i düzensizli¤in ölçüsüdür. Bir sis- Harun Yahya (Adnan Oktar) temin düzenli, organize ve planlı bir yapıdan düzensiz, da¤ınık ve plansız bir hale geçmesi o sistemin entropisini artırır. Bir sistemdeki düzensizlik ne kadar fazlaysa, o sistemin entropisi de o kadar yüksek demektir. Bu gerçek hepimizin yaflamları sırasında da yakından gözlemledi¤i bir durumdur. Örne¤in bir arabayı çöle götürüp bırakır ve aylar sonra durumunu kontrol ederseniz, elbette ki onun eskisinden daha geliflmifl, daha bakımlı bir hale gelmesini bekleyemezsiniz. Aksine lastiklerinin patlamıfl, camlarının kırılmıfl, kaportasının paslanmıfl, motorunun çürümüfl oldu¤unu görürsünüz. Ya da evinizi "kendi haline" bırakırsanız, her geçen gün daha düzensizleflti¤ini, da¤ıldı¤ını, tozlandı¤ını görürsünüz. Ancak bilinçli bir müdahale ile (yani evi temizleyip düzenleyerek) bu süreci geriye çevirebilirsiniz. Termodinami¤in ‹kinci Kanunu ya da di¤er adıyla Entropi Kanunu, do¤rulu¤u teorik ve deneysel olarak kesin biçimde kanıtlanmıfl bir kanundur. Öyle ki yüzyılımızın en büyük bilimadamı kabul edilen Albert Einstein, bu kanunu "bütün bilimlerin birinci kanunu" olarak tanımlamıfltır. Amerikalı bilimadamı Jeremy Rifkin, Entropy: A New World View (Entropi: Yeni Bir Dünya Görüflü) adlı kitabında flöyle der: Entropi Kanunu, tarihin bundan sonraki ikinci devresinde, hükmedici düzen fleklinde kendini gösterecektir. Albert Einstein, bu kanunun bütün bilimlerin birinci 177 178 TERMOD‹NAM‹⁄‹N ‹K‹NC‹ KANUNU Bir arabay› do¤al flartlara b›rak›rsan›z, mutlaka y›pran›r, paslan›r ve çürür. Ayn› flekilde, bilinçli bir düzenleme olmad›¤› sürece, evrendeki tüm sistemler bozulmaya do¤ru gider. Bu, kaç›n›lmaz bir do¤a yasas›d›r. kanunu oldu¤unu söylemifltir; Sir Arthur Eddington ondan, bütün evrenin en üstün metafizik kanunu olarak bahseder.239 Entropi Kanunu, evrenin her türlü do¤aüstü müdahaleye kapalı bir madde yı¤ını oldu¤unu iddia eden materyalizmi kesin biçimde geçersiz kılar. Çünkü evrende çok belirgin bir düzen vardır, ama evrenin kendi kanunları bu düzeni bozmaya yöneliktir. Bundan iki sonuç çıkmaktadır: 1) Evren materyalistlerin iddia etti¤i gibi sonsuzdan beri var olamaz. Çünkü e¤er böyle olsa, Termodinami¤in ‹kinci Kanunu, flimdiye kadar çoktan evrendeki entropiyi maksimum düzeye çıkarmıfl olurdu ve evren, hiçbir düzene sahip olmayan tekdüze (homojen) bir madde yı¤ını haline gelirdi. 2) Big Bang'in ardından evrenin hiçbir do¤aüstü müdahale ve kontrol olmadan flekillendi¤i iddiası da geçersizdir. Çünkü Big Bang'in ardından ortaya çıkan evren, sadece düzensizli¤in hüküm sürdü¤ü bir evrendir. Ama bu evrende giderek düzenlilik artmıfl ve evren bugünkü düzenli yapısına kavuflmufltur. Bu, do¤a kanunlarına (entropi yasasına) aykırı bir biçimde gerçekleflti¤ine göre, demek ki evren do¤aüstü bir yaratılıflla düzenlenmifltir. Evrende hüküm süren düzen de, biz- Evrim Açmaz› (Ansiklopedik) TERMOD‹NAM‹⁄‹N ‹K‹NC‹ KANUNU lere evrene hakim olan üstün bir Aklın varlı¤ını gösterir. Nobel ödüllü ünlü Alman fizikçi Max Planck, evrendeki bu düzeni flöyle açıklar: Özetlemek gerekirse, pozitif bilimler tarafından do¤anın dev yapısı hakkında bize ö¤retilen herfley, kesin bir düzenin hüküm sürdü¤ünü göstermektedir; bu, insan zihninden ba¤ımsız bir düzendir. Algılarımızla tanımlayabildi¤imiz kadarıyla, bu düzen ancak amaçlı bir düzenleme sayesinde ortaya çıkmıfl olabilir. Dolayısıyla evrenin bilinçli bir düzene sahip oldu¤una dair açık kanıt vardır.240 Evrenin sonsuzdan beri var oldu¤unu ve hiçbir biçimde düzenlenmedi¤ini savunan materyalizm, evrendeki büyük denge ve düzen karflısında büyük bir açmazdadır. Ünlü ‹ngiliz fizikçi Paul Davies, bunu flöyle ifade eder: Evrende nereye bakarsak bakalım, en uzaktaki galaksilerden atomun derinliklerine kadar, bir düzenle karflılaflırız... Bu düzenli, özel evrenin merkezinde "bilgi" kavramı yatmaktadır. Yüksek derecede özelleflmifl olan ve organize edilmifl bir düzenleme sergileyen bir sistem, tarif edilebilmek için çok yo¤un bir bilgi gerektirir. Ya da bir baflka deyiflle bu sistem yo¤un bir "bilgi" içermektedir... Bu durumda çok merak uyandırıcı bir soru ile karflı karflıya geliriz. E¤er bilgi ve düzen, sürekli olarak yok olmaya yönelik do¤al bir e¤ilime sahiplerse, Dünya'yı çok özel bir yer kılan bütün o bilgi ilk baflta nereden gelmifltir? Evren, zembere¤i yavafl yavafl boflalan bir saate benzemektedir. Öyleyse ilk baflta nasıl kurul- Harun Yahya (Adnan Oktar) mufltur?241 Einstein ise, evrendeki söz konusu düzenin "beklenmedik" bir fley oldu¤unu ve aslında bir "mucize" sayılması gerekti¤ini flöyle açıklamıfltır: Açıkçası, a priori (önkabul) olarak, Dünya'nın, ancak bizim onu düzenleyici aklımızla düzenledi¤imiz takdirde kanunlu (düzenli) hale gelebilece¤ini beklememiz gerekir. Bu, bir lisandaki kelimelerin alfabetik dizilimi gibi bir düzen olacaktır... Ama maddesel Dünya'da, a priori olarak beklemememiz gereken çok yüksek seviyede bir düzen vardır. Bu bir "mucize"dir ve bilgimizin geliflmesine paralel olarak daha da güçlenmektedir.242 Evrende var olan ve büyük bir "bilgi" içeren düzen, tüm evrene hakim olan üstün bir Yaratıcı tarafından oluflturulmufltur. Daha açık bir ifadeyle, tüm evreni Allah yaratmıfl ve düzenlemifltir. Açık sistem Açık sistem, dıflarıdan enerji ve madde girifl-çıkıflı olan bir termodinamik sistemi ifade eder. Evrimciler, evrim teorisinin Termodinami¤in ‹kinci Kanunu (Entropi Kanunu) ile açıkça çeliflmesinden dolayı bu kanunun yalnızca "kapalı sistemler" için geçerli oldu¤unu savunurlar. "Açık sistemler"inse bu kanunun dıflında oldu¤unu öne sürerek bir çarpıtmaya baflvururlar. Dünyanın bir açık sistem oldu¤unu, Günefl'ten sürekli bir enerji akıflına maruz kaldı¤ını, dolayısıyla Entropi Kanunu'nun dünya için geçersiz oldu¤unu, düzensiz, basit, cansız 179 180 TERMOD‹NAM‹⁄‹N ‹K‹NC‹ KANUNU yapılardan düzenli, kompleks canlıların oluflabilece¤ini öne sürerler. Oysa burada açık bir çarpıtma vardır. Çünkü bir sisteme dıflarıdan enerji girmesi, o sistemi düzenli hale getirmek için yeterli de¤ildir. Bu enerjiyi kullanılabilir hale getirecek özel mekanizmalar gerekir. Örne¤in bir arabanın benzindeki enerjiyi ifle dönüfltürmesi için motora, transmisyon sistemlerine ve bunları idare eden kontrol mekanizmalarına ihtiyaç vardır. Böyle bir enerji dönüfltürücü sistem olmasa, arabanın benzindeki enerjiyi kullanabilmesi mümkün olmayacaktır. Aynı durum canlılık için de geçerlidir. Canlılık da enerjisini Günefl'ten almaktadır. Fakat günefl enerjisi, ancak canlılardaki ola¤anüstü komplekslikteki enerji dönüflüm sistemleri (örne¤in bitkilerdeki fotosentez, insan ve hayvanlardaki sindirim sistemleri) sayesinde kim- yasal enerjiye çevrilebilmektedir. Bu enerji dönüflüm sistemleri olmasa hiçbir canlı, varlı¤ını devam ettiremez. Günefl'in, enerji dönüflüm sistemi olmayan bir canlı için yakıcı, bozucu ve parçalayıcı bir enerji kayna¤ı olmaktan baflka bir anlamı yoktur. Dolayısıyla herhangi bir enerji dönüfltürücü mekanizması olmayan bir sistem, açık da olsa kapalı da olsa, evrim için bir avantaj teflkil etmemektedir. ‹lkel dünya flartlarında do¤ada böyle kompleks ve bilinçli mekanizmaların bulundu¤unu ise hiç kimse iddia etmemektedir. Zaten evrimciler açısından bu noktadaki problem, bitkilerdeki fotosentez mekanizması gibi modern teknoloji tarafından bile taklit edilemeyen kompleks enerji dönüflüm mekanizmalarının nasıl ortaya çıktı¤ını açıklayamamalarından kaynaklanmaktadır. ‹lkel dünyaya dıflarıdan giren günefl enerjisinin de bu yüzden düzenlilik meydana getirecek etkisi yoktur. Örne¤in, sıcaklık ne kadar artarsa artsın canlılıAraban›n benzindeki enerjiyi ifle dönüfltürmesi için motora, transmisyon sistemlerine ve bunlar› idare eden kontrol mekanizmalar›na ihtiyaç vard›r. Çünkü bir sisteme d›flar›dan enerji girmesi, o sistemi düzenli hale getirmek için ye terli de¤ildir. A¤açlar›n aras›nda buldu¤unuz son model bir araban›n ormandaki çeflitli elementlerin milyonlarca y›l içinde tesadüfen biraraya gelerek böyle bir ürün ortaya ç›kard›¤›n› düflünmezsiniz. Çünkü kompleks bir yap›n›n aniden, bir anda, bir bütün olarak ortaya ç›kmas›, onun bilinçli bir irade taraf›ndan var edildi¤ini gösterir. ¤ın yapı taflı olan amino asitler düzenli dizilimlerde ba¤ yapmaya karflı direnç gösterirler. Amino asitlerin çok daha karmaflık moleküller olan proteinleri ve proteinlerin de kendilerinden daha kompleks ve planlı yapılar olan hücre organellerini oluflturmaları için de sadece enerji yeterli de¤ildir. Bu ancak üstün ilim sahibi Rabbimiz'in yarat›fl› ile mümkün olabilir. Harun Yahya (Adnan Oktar) Nitekim pek çok bilim adam› evrimcilerin aç›k sistem iddias›n›n geçersiz oldu¤unu, termodinamikle ba¤daflmadı¤ını açıkça belirtmektedir. Harvard Üniversitesi'nden Prof. John Ross, evrimci görüflü savunmasına ra¤men, Chemical and Engineering News adlı dergide yer alan ifadelerinde bu gerçek dıflı iddianın önemli bir bilimsel hata oldu¤unu flöyle belirtir: 182 TESADÜF PUTU ... Termodinami¤in ikinci kuralının bilinen hiçbir ihlali yoktur. Normalde ikinci kural izole sistemler için kullanılır, ancak ikinci kural açık sistemlere de aynı derecede iyi bir flekilde uygulanabilir... Buna ra¤men termodinami¤in ikinci kuralının dengeden uzak sistemler için geçerli olmadı¤ı görüflü hakimdir. Bu hatanın kendisini sonsuza kadar sürdürmeyece¤inden emin olmak çok önemlidir.243 Tesadüf putu 20. yüzy›l biliminin çökertti¤i bir evrimci iddia, "tesadüf" iddias›d›r. 1960'l› y›llardan itibaren yap›lan araflt›rmalar, evrendeki tüm fiziksel dengelerin insan yaflam› için çok hassas bir biçimde ayarland›¤›n› ortaya koymaktad›r. Araflt›rmalar derinlefltirildikçe evrendeki fizik, kimya ve biyoloji kanunlar›n›n, yerçekimi, elektromanyetizma gibi temel kuvvetlerin, atomlar›n ve elementlerin yap›lar›n›n tümünün insan›n yaflam› için tam olmalar› gereken flekilde düzenlendikleri birer birer bulunmufltur. Bat›l› bilim adamlar› bugün bu ola¤anüstü yarat›l›fla "‹nsani ‹lke" (Anthropic Principle) ad›n› vermektedirler. Yani evrendeki her ayr›nt›, insan›n yaflamas›n› mümkün k›lacak özel bir yarat›l›fla sahiptir. (bkz. ‹nsani ilke) Kompleks bir yapının bir anda oluflması ise kesinlikle tesadüflerle açıklanamayacak bir durumdur. Örne¤in a¤açların arasında buldu¤unuz son model bir arabanın ormandaki çeflitli elementlerin milyonlarca yıl içinde tesadüfen biraraya gelerek böyle bir ürün ortaya çıkardı¤ını düflünmezsiniz. Arabayı oluflturan tüm hammadde; demir, plastik, kauçuk vs. topraktan ya da onun ürünlerinden elde edilmektedir. Ama bu durum size, bu malzemelerin "tesadüfen" sentezlenip sonra da biraraya gelerek sonuçta ortaya böyle bir araba çıkardıklarını düflündürmez. Elbette ki, ak›l ve mant›kla düflünen her insan, araban›n bilinçli insanlar taraf›ndan tasarland›¤›n›, bir fabrikan›n ürünü oldu¤unu düflünecek ve bunun ormanda ne arad›¤›n› merak edecektir. Çünkü kompleks bir yap›n›n aniden, bir anda bir bütün olarak ortaya ç›kmas›, onun bilinçli bir irade taraf›ndan var edildi¤ini gösterir. Hücre gibi kompleks bir sistem de elbette üstün bir ilmin ve iradenin ürünüdür. Yani Yüce Rabbimiz Allah'›n yaratmas›yla var olmufltur. Evrimciler ise, tesadüflerin ortaya son derece kusursuz yap›lar ç›karabileceklerine inanmakla, gerçekte akl›n ve bilimin d›fl›na ç›km›fl olurlar. Bu konudaki aç›k sözlü otoritelerden biri, Frans›z Bilimler Akademisi'nin eski baflkan› olan ünlü Frans›z zoolog Pierre Grassé'dir. Grassé bir materyalisttir, ancak Darwinist teorinin canl›l›¤› aç›klayamad›¤›n› savunmakta ve Darwinizm'in temelini oluflturan "tesadüf" mant›¤› hakk›nda flunlar› söylemektedir: ... Mutasyonların hayvanların ve bitkilerin ihtiyaçlarının karflılanmasını sa¤la- Evrim Açmaz› (Ansiklopedik) THEROPOD D‹NOZORLAR dı¤ına inanmak, gerçekten çok zordur. Ama Darwinizm bundan fazlasını da ister: Tek bir bitki, tek bir hayvan, binlerce ve binlerce tam olması gerekti¤i flekilde faydalı tesadüflere maruz kalmalıdır. Yani mucizeler sıradan bir kural haline gelmeli, son derece düflük olasılıklara sahip olaylar kolaylıkla gerçekleflmelidir. Hayal kurmayı yasaklayan bir kanun yoktur, ama bilim bu iflin içine dahil edilmemelidir.244 Grassé, "tesadüf" kavramının evrimciler için ifade etti¤i anlamı da flöyle özetler: ... Tesadüf, ateizm görüntüsü altında kendisine gizlice tapınılan bir tür ilah haline gelmifltir.245 Tetrapodlar›n parmak yap›s› bkz. Befl parmaklılık homolojisi Theropod dinozorlar Evrim teorisi, kuflların küçük yapılı ve etobur theropod dinozorlar adı verilen bir sürüngen türünden türedi¤i iddiasındadır. Oysa kufllar ile sürüngenler arasında yapılacak bir karflılafltırma, bu canlı sınıflarının birbirlerinden çok farklı olduklarını ve aralarında bir evrim gerçekleflmifl olamayaca¤ını gösterir. (bkz. Kuflların kökeni) Theropod dinozorlar ile kuflların fosil kayıtları ve anatomileri incelenirse, gerçekte ortada hiçbir "evrim" olmadı¤ı Harun Yahya (Adnan Oktar) görülür. Amerikalı biyolog Richard L. Deem "Demise of the 'Birds are Dinosaurs' Theory" ("Kufllar Dinozordur" Teorisinin Sonu) bafllıklı makalesinde flöyle yazar: Son çalıflmaların sonuçları göstermektedir ki, theropod dinozorların elleri (önkol kemiklerindeki) birinci, ikinci ve üçüncü hanelerden türemifltir, ama kuflların kanatları, ikinci, üçüncü ve dördüncü hanelerden türerler... ‹kinci bir çalıflma göstermektedir ki, theropod dinozorlar, kufllarınkine evrimleflebilecek bir iskelet ya da akci¤er yapısına sahip de¤ildir. (Theropod dinozorlar diyaframlı solunum yapar, kuflların ise diyaframı yoktur.) Theropod bir dinozorun kufllara evrimleflmesi, diyaframında ciddi bir handikap oluflmasını gerektirecektir, ama bu durum canlının nefes alma yetene¤ini çok kritik bir biçimde sınırlayacaktır. Dr. Ruben'in belirtti¤i gibi, buna neden olabilecek bir mutasyonun seçici bir avantaj sa¤laması imkansız gözükmektedir.246 "Kufllar dinozordur" teorisiyle ilgili baflka problemler de vardır. Theropodların önayakları Archæopteryx'e kıyasla, vücutlarına göre çok küçüktür. (bkz. Archæopteryx) Bu canlıların a¤ır vücutları da düflünüldü¤ünde, bir tür "ön-kanat" (proto-wing) gelifltirmeleri olası gözükmemektedir. Theropod dinozorların çok büyük bölümü (kufllarda bulunan) semilunatik bilek kemi¤inden yoksundur ve Archæopteryx'te hiçbir benzeri bulunmayan bazı bilek parçalarına sahiptir. Bütün theropodlarda V1 sinirleri 183 184 THEROPOD D‹NOZORLAR di¤er bazı sinirlerle birlikte kafatasını yandan terk eder, kufllarda ise aynı sinirler kafatasını ön taraftan kendilerine ait bir delikten geçerek terk eder. Bir baflka sorun ise, theropodların çok büyük kısmının Archæopteryx'ten daha sonra ortaya çıkmıfl olmalarıdır.247 Öte yandan theropod dinozorları kufllardan ayıran bir di¤er önemli fark ise, bu dinozorların kalça kemiklerinin yapısıdır. Dinozorlar, kalça kemiklerinin yapısına göre iki temel gruba ayrılırlar: Saurischian (sürüngen-benzeri kalça kemerliler) ve Ornithischian (kufl-benzeri kalça kemerliler) grupları. Ornithischian grubundaki dinozorların kalça kemikleri kufllara gerçekten çok benzerdir ve bu nedenle bu ismi almıfllardır. Ancak di¤er yönlerden kufllara hiçbir benzerlik göstermezler. Bu yüzden evrimciler, theropodların Kufllar›n theropod dinozor lardan evrimleflmeleri im kans›zd›r, çünkü böyle bir e v r i m i m e y d a n a g e t ir e c e k ve iki canl› grubu aras›n daki büyük farkl›l›klar› ortadan kald›rabilecek bir mekanizma yoktur. Evrim Açmaz› (Ansiklopedik) TRANSDÜKS‹YON dahil oldukları Saurischian (sürüngenbenzeri kalça kemerliler) dinozorlarını "kuflların atası" saymak zorunda kalırlar. Oysa, tanımdan da anlaflılaca¤ı gibi, bu dinozorların kalça kemi¤i yapısı kufllara benzerlik göstermemektedir.248 Kısacası, kuflların theropod dinozorlardan evrimleflmifl olmaları imkansızdır, çünkü böyle bir evrimi meydana getirecek ve iki canlı grubu arasındaki büyük farklılıkları ortadan kaldırabilecek bir mekanizma yoktur. Transdüksiyon Transdüksiyon, virüsler aracılı¤ıyla bazı genlerin bir bakteriden di¤erine aktarılmasıdır.249 Virüs, ço¤u zaman girdi¤i hücreye kendi kalıtsal materyalini ba¤layarak hücrenin sentezlenme programını bozar ve virüsü oluflturacak moleküllerin sentezinin yapılmasını sa¤lar. Meydana gelen yeni virüsler di¤er hücrelere girerek ço¤almalarına devam ederler. Amerikal› biyolog Joshua Lederberg, 1952 y›l›nda gerçeklefltirdi¤i bir çal›flmadan dolay› Nobel ödülü ald›. Çal›flman›n özeti fluydu: Virüsler bir hücreden di¤er hücreye geçerken, bulundu¤u ve ço¤ald›¤› hücrenin kal›tsal materyalinden (DNA parçalar›ndan) bir k›sm›n› da yan›nda götürebiliyordu.250 G. Anderson da, 1970 y›l›nda bu çal›flmalara dayanarak dünyadaki canl› tür- leri aras›nda, kal›tsal deneyimlerin(!) virüsler arac›l›¤›yla birbirlerine nakledebilmelerinin, evrimde etkili bir mekanizma oldu¤unu ileri sürmüfltü. Bunun anlam› ona göre fluydu: Canl›lardan birinde meydana gelecek bir kal›tsal de¤ifliklik bu yolla baflka canl›lar taraf›ndan kopya edilebilecekti. Çünkü evrimcilere göre, bir virüs taraf›ndan sald›r›ya u¤rayan hücre, virüsün getirdi¤i DNA parças›n›n kendi yarar›na olup olmad›¤›n› deneme f›rsat›na sahipti(!). Ve kal›tsal olarak meydana gelen bu de¤ifliklik, her nas›lsa di¤er tüm canl›lar›n emrine sunulabiliyordu. Ancak evrime delil zannedilen bu aç›klaman›n gerçekte hiçbir bilimsel dayana¤› yoktur. Her fleyden önce, her canl› kendi fizyolojik yap›s›na uygun bir genetik yap›ya sahiptir. Herhangi bir canl›n›n genetik materyali baflka türe ait bir bireye aktar›ld›¤›nda onu gelifltirmez veya ona avantaj sa¤lamaz. Tam tersine, uyumsuzluk ve problem ortaya ç›kar›r. Evrimin transdüksiyon ile ilgili olarak öne sürdü¤ü iddian›n, insana kufltaki kanat geni aktar›ld›¤›nda insan›n da uçabilece¤i gibi mant›ks›z ve bilim d›fl› bir iddi- Kufllar›n theropod dinozorlardan evrimleflmifl ol malar› imkans›zd›r, bu hayali iddiay› destekleyecek hiçbir mekanizma yoktur. 185 186 TRANSFORMASYON adan fark› yoktur. Ya da bir köpe¤e solungaç geni aktar›ld›¤›nda onun art›k suyun içinde de nefes alabilece¤ini iddia etmekle ayn› gülünçlükte bir iddiad›r. Evrimcilerin öne sürdükleri bu tarz kaba ve ilkel izahlar genelde uydurma teorilerinin cevap bulamad›¤› sorunlara göstermelik de olsa bir aç›klamalar› oldu¤u izlenimi vermeyi amaçlar. ‹lk bak›flta konuyla fazla ilgili olmayanlar› yan›ltabilecek bu tür izahlar›n bilimsel ve ak›lc› bir yaklafl›mla çok az detay›na girildi¤inde ne derece bofl, bilimsel ve mant›ksal dayanaktan yoksun olduklar› görülür. nır. Böylece tuz çözeltisi DNA'yı yo¤unlafltırıp hücreler üzerine çöktürülür. Sıcak-so¤uk flokuyla hücre zarındaki delikler genifller ve rekombinant DNA içeri girer. Tek hücreden ço¤altılan çok sayıda hücreye klon denildi¤inden, kullanılan bu teknik de ço¤unlukla DNA klonlama diye bilinir.253 (bkz. Klonlama) Ancak klonlama zaten var olan bir üreme mekanizmasına, zaten var olan bir genetik bilginin eklenmesinden ibarettir. Biyolojik bir ifllem olan klonlamanın evrimle hiçbir ilgisi yoktur. Bu ifllemde ne yeni bir mekanizma, ne de yeni bir genetik bilgi üretilmifl de¤ildir. Transformasyon Trilobit Transformasyon, bakterinin bulundu¤u ortamdaki DNA parçalarını kendi DNA'sına entegre etmesi anlamına gelir.251 Bir bakterinin ortama verdi¤i DNA, di¤eri tarafından bir çeflit yutma yöntemiyle alınarak kromozom zincirine eklenebilir. Bu alınma ço¤unlukla fagositozla (yabancı bir hücrenin vücudun savunma hücresi tarafından içine alınarak yok edilmesi) veya benzer flekillerde olur. Bu yolla eklenen DNA, bireye yeni özellikler kazandırır.252 Bakterilerdeki bu kalıtsal madde alıflverifli flu flekilde olmaktadır: Yo¤un bir tuz çözeltisinde bekletilen bakteriler (örne¤in ba¤ırsaklarımızda yaflayan E. coli bakterisi) rekombinant DNA içeren çözeltiyle karflılafltırılır ve 420C'de 10 dakika ısıtılıp ani bir so¤uk floku uygula- Kambriyen devrinde aniden ortaya çıkan farklı canlı gruplarının en ilginçlerinden biri, sonradan soyları tükenmifl olan trilobitlerdir. Arthropodlar filumuna dahil olan trilobitler, sert kabukları, bo¤umlu vücutları ve kompleks organları ile çok karmaflık canlılardır. Fosil kayıtları, trilobitlerin gözleri hakkında çok detaylı tespitler yapılmasını sa¤lamıfltır. Bir trilobit gözü yüzlerce küçük petekten oluflur ve bu peteklerin her birinin içinde çift mercek yer almaktadır. Bu göz yapısı tam bir tasarım harikasıdır. Harvard, Rochester ve Chicago Üniversiteleri'nden jeoloji profesörü David Raup; "Trilobitlerin gözü, ancak günümüzün iyi e¤itim görmüfl ve son derece yetenekli bir optik mühendisi tarafından gelifltirilebilecek 254 bir yap›ya sahipti" demektedir. Sadece trilobitlerin bu ola¤anüstü TR‹LOB‹T kompleks yapısı bile Darwinizm'i tek baflına geçersiz kılmaktadır. Çünkü daha önceki jeolojik devirlerde bu canlılara benzer hiçbir kompleks canlı yaflamamıfltır ve bu da göstermektedir ki trilobitler arkalarında hiçbir evrim süreci olmadan ortaya çıkmıfllardır. Kambriyen devrindeki bu ola¤anüstü durum, Charles Darwin Türlerin Kökeni'ni kaleme alınırken de az çok biliniyordu. O devrin fosil kayıtlarında da, Kambriyen devrinde canlılı¤ın birdenbire ortaya çıktı¤ı gözlemlenmifl, trilobitlerin ve di¤er bazı omurgasızların aniden belirdikleri tespit edilmiflti. Bu yüz- den Darwin Türlerin Kökeni adlı kitabında bu konuya de¤inmek durumunda kaldı. O sıralarda Kambriyen devri, "Siluryen devri" olarak tanımlanıyordu. Darwin ise "Bilinen Eski Fosil Kayıtlarında Farklı Türlerin Aniden Ortaya Çıkıflı Üzerine" bafllı¤ı altında bu konuya de¤inmifl ve Siluryen devri hakkında flöyle yazmıfltı: Siluryen devrine ait trilobitlerin, bu devirden çok daha önceleri yaflamıfl olan ve bilinen hayvanların hiçbirine benzemeyen bir tür kabuklu hayvandan evrimleflti¤i konusunda hiç kuflkum yok... Sonuçta, e¤er benim teorim do¤ruysa, en eski Siluryen tabakasının oluflumundan önce, çok uzun zaman dilimleri geçmifl olmalı, Siluryen devrinden bu güne kadar geçmifl olan zaman kadar uzun zaman dilimleri. Ve henüz bilinmeyen bu zaman dilimleri içinde dünya canlı yaratıklarla dolup taflmıfl olmalı. Bu büyük zaman dilimlerine ait fosil kayıtlarını neden bulamadı¤ımız sorusu karflısında ise verebilecek tatmin edici bir cevabım yok.255 Kambriyen devrine ait kayıtlar, hem trilobitler gibi kompleks canlı vücutlarıyla, hem de çok farklı canlı vücutlarının aynı anda ortaya çıkmasıyla, Darwinizm'i yıkmaktadır. Darwin, kitabında "e¤er aynı sınıfa ait çok sayıdaki tür gerçekten yaflama bir anda ve birlikte bafllamıflsa, bu do¤al seleksiyonla ortak atadan evrimKambriyen devrine ait trilobit fosilleri 187 188 TURKANA ÇOCU⁄U FOS‹L‹ 500 milyon y›l önce Kambriyen devirde aniden ortaya ç›kan kompleks omurgas›z canl›lardan biri de yukar›da fosilleri görülen "trilobit"lerdir. Trilobitin evrimcileri ç›kmaza sokan en önemli özelli¤i ise sahip oldu¤u petek göz yap›s›d›r. Trilobitin son derece geliflmifl kompleks göz leri, çoklu mercek sistemine sahiptir. Bu sistem günümüzdeki örümcek, ar›, sinek gibi pek çok canl›da bulunan örneklerinden farks›zd›r. Böyle kompleks bir göz yap›s›n›n bundan 500 milyon y›l önce yaflam›fl bir canl›da birdenbire ortaya ç›kmas›, evrimcilerin tesadüfe dayal› teorilerini çöpe atmak için yeterlidir. leflme teorisine öldürücü bir darbe olurdu" diye yazmıfltır.256 Kambriyen devrinde ise, 60'ı aflkın farklı hayvan flubesi yaflama bir anda ve birlikte bafllamıfltır. Bu, tam olarak Darwin'in "öldürücü darbe" olarak tarif etti¤i tabloyu ispatlamaktadır. Bu yüzden ‹sveçli paleontolog Stefan Bengston, Kambriyen devrinden söz ederken "Darwin'i flaflırtan ve utandıran bu olay bizi de hala flaflırtmaktadır" der.257 Turkana Çocu¤u fosili ¤ı saptanmıfltır. Fosilin dik iskelet yapısı günümüz insanınınkinden farksızdır. Amerikalı paleoantropolog Alan Walker, "ortalama bir patolojistin bu fosilin iskeletiyle bir insan iskeletini birbirinden ayırmasının çok güç oldu¤unu" söyler.258 Çünkü Homo erectus günümüz insanının bir ırkıdır. Nitekim evrimci Richard Leakey bile Homo erectus'un günümüz insanı ile olan farklılı¤ının ırksal farklılıktan öte bir anlam taflımadı¤ını flöyle ifade eder: Herhangi bir kifli farklılıkları fark edebilir: Kafatasının biçimi, yüzün açısı, kafl Afrika'da bulunan Homo erectus örneklerinin en ünlüsü, Kenya'daki Turkana Gölü yakınlarında bulunan "Narikotome homo erectus" ya da "Turkana Çocu¤u" fosilidir. Bu fosilin sahibinin 12 yaflında bir çocuk oldu¤u ve büyüdü¤ü zaman yaklaflık 1.83 m. boyunda olaca- çıkıntısının kabalı¤ı vs. Ancak bu farklılıklar bugün de¤iflik co¤rafyalarda yaflamakta olan insan ırklarının birbirleri arasındaki farklılıklardan daha fazla de¤ildir. Böyle bir varyasyon, topluluklar birbirlerinden uzun zaman aralıklarında ayrı tutuldukları zaman ortaya çıkar.259 TÜRLER‹N KÖKEN‹ "Turkana Çocu¤u"na ait kafatas› fosili Türlerin Kökeni (The Or›g›n of Spec›esCharles Darw›n) Charles Darwin 1859'da The Origin of Species, By Means of Natural Selection or The Preservation of Favored Races in The Struggle for Life (Türlerin Kökeni, Do¤al Seleksiyon veya Yaflam Mücadelesinde Kayırılmıfl Irkların Korunması Yoluyla) isimli bir kitap yayınlamıfltır. Darwin bu kitabında, Lamarck'ın teorisindeki açık mantık hatalarını elemifl ve canlıların evrimini kalıtsal olarak açıklamak yerine "do¤al seleksiyon" tezini ortaya atmıfltır. (bkz. Do¤al seleksiyon, Lamarkizm) Darwin "uzun bir argüman" olarak tanımladı¤ı kitabında, yeryüzünde yaflayan tüm canlıların kökeninin ortak oldu¤unu ve canlıların do¤al seleksiyon yoluyla birbirinden türediklerini savunmufltur. Harun Yahya (Adnan Oktar) Ayrıca Darwin, sadece ortama en iyi flekilde uyum sa¤layanların özelliklerini gelecek nesillere aktardı¤ını söylüyordu. Böylece bu yararlı de¤iflimler zamanla birikerek bireyi atalarından tamamen farklı bir canlıya dönüfltürüyordu. ‹nsan ise,sözde do¤al seleksiyon mekanizmasının en geliflmifl ürünüydü. Darwin, "türlerin kökeni"ni buldu¤unu düflünüyordu: Bir türün kökeni baflka bir türdü. Darwin'in en büyük zorlu¤u ise, teorisinin sorunlarına çözüm getirmesini umdu¤u bilimin gerçekte bu sorunları dev boyutlara taflıması olacaktı. Darwin bu sorunların en azından bir kısmının farkındaydı. Kitabına ekledi¤i "Teorinin Zorlukları" (Difficulties on Theory) adlı bölümde bunları kabul etmiflti. Ancak bu sorunlara getirdi¤i cevapların bilimsel açıdan bir geçerlili¤i yoktu. Amerikalı fizikçi Lipson, Darwin'in bu "zorlukları" hakkında flu yorumu yapar: Türlerin Kökeni'ni ilk okudu¤umda Darwin'in, genelde sunulan tablonun aksine, kendisinden pek de emin olmadı¤ını fark etmifltim. "Teorinin Zorlukları" bafllıklı bölüm, örne¤in, çok belirgin bir güvensizlik yansıtmaktadır. Bir fizikçi olarak, gözün nasıl ortaya çıkmıfl olabilece¤i yönündeki yorumları karflısında flaflkınlı¤a düfltüm.260 Darwin bilimsel arafltırmalar ilerledikçe, "Teorinin Zorlukları"nın ortadan kalkaca¤ını umuyordu. Ama aksine, bilimsel bulgular bu zorlukları daha da büyüttü. 189 190 TÜRLEfiME Türleflme (spec›at›on) Bkz. Co¤rafik izolasyon görüflü (Allopatrik ‹zolasyon) Tüylü dinozorlar hilesi Evrimciler her yeni fosil bulgusunda, dinozor-kufl ba¤lantısı hakkında spekülasyonlar öne sürerler. Ancak detaylı analizler sonucunda bu fosillerin evrime delil oldu¤u ile ilgili spekülasyonlar daima yalanlanmaktadır. Nitekim 1996 yılında National Geographic dergisinde yer alan "Çin'de bulunan son tüylü dinozor" haberinin evrime muhteflem bir delil oldu¤u düflünülmüfltür. Fakat bu noktada bir yanılgı ve bir bilgi eksikli¤i bulunmaktadır. Tüylü dinozorlar evrimin gerçekleflti¤ine dair delil olamayaca¤ı gibi, söz konusu tüylü dinozor haberlerinin bir senaryo oldu¤u daha sonra ortaya çıkmıfltır. Söz konusu yazıda Çin'de bulunan üç theropod dinozoru fosiline yer verilmifl, bu fosiller bir medya propagandası ile evrimin önemli bir delili olarak gösterilmek istenmifl, hatta Türkiye'de dahi bazı medya kuruluflları bu hayali iddialara yer vermifllerdir. National Geographic'te adı geçen üç fosil flunlardır: 1. Archæoraptor 2. Sinornithosaurus 3. Beipiaosaurus National Geographic'in verdi¤i bilgilere göre her üç fosil de yaklaflık 120 milyon yaflındaydı. Her üçü de theropod dinozorlar sınıfına dahildi. (Theropod dinozorlar, Tyrannosaurus rex ve Velociraptor gibi etobur dinozor türlerinin geneline verilen isimdir.) Ancak National Geographic bu dinozorların bazı "kuflbenzeri" özellikler taflıdıklarını öne sürüyordu. Bu özelliklerin en önemlisi ise, iddiaya göre, bu fosil dinozorların kufllara benzer tüylere sahip olmasıydı. Ancak ilerleyen aylarda Sinosauropteryx isimli fosil üzerinde yapılan detaylı analizler, evrimci arafltırmacıların heyecanla "kufl tüyü" olarak tanıttıkları yapıların tüylerle ilgisi bulunmadı¤ını gös- Evrimci paleontologlar taraf›ndan "tüylü dinozor" olarak ilan edilen, ancak böyle bir özelli¤i bulunmad›¤› sonradan ortaya ç›kan Sinosauropteryx fosili. Sinornithosaurus Evrim Açmaz› (Ansiklopedik) TÜYLÜ D‹NOZORLAR H‹LES‹ termifltir. Science dergisinde yayınlanan "Plucking the Feathered Dinosaur" (Tüylü Dinozorun Tüylerini Yolmak) bafllıklı bir makalede, evrimci paleontologlar tarafından "tüy" olarak algılanan yapıların gerçekte tüylerle ilgisiz oldu¤u belirtiliyordu: Bir yıl kadar önce, paleontologlar "tüylü dinozor"a ait foto¤rafların ortaya çıkmasıyla heyecan yaflamıfllardı. Çin'in Yixian bölgesinde bulunan Sinosauropteryx adlı fosil, New York Times'ın ön sayfasında yayınlanmıfl ve kuflların kökeninin dinozorlar oldu¤una dair etkili bir delil olarak sunulmufltu. Ama geçti¤imiz ay Chicago'daki omurgalılar paleontolojisi toplantısında verilen hüküm daha farklı oldu: Fosil örneklerini inceleyen yarım düzine Batılı paleontolog, bu yapıların modern tüyler olmadı¤ını söylediler... Kansas Üniversitesi paleontolo¤u Larry Martin, bu yapıların yıpranmıfl kollagan fiberleri oldu¤unu ve kufllarla hiçbir iliflkisi olmadı¤ını belirtti.261 Evrimciler, Sinosauropteryx hakkındaki spekülasyonlarının bofla çıkmasının ardından Archæoraptor, Sinornithosaurus ve Beipiaosaurus adı verilen yeni fosil bulguları üzerinde spekülasyona giriflmifllerdir. (bkz. Archæoraptor) Evrimi dogmatik bir yaklaflımla ve üzerinde düflünmeden, bir önkabulle kabullenmek bu tür yanılgıların ve hatalı yorumların oluflmasına neden olmaktadır. Çünkü söz konusu fosiller kufllarla dinozorlar arasında bir ba¤lantı kurmamakla birlikte, birçok tutarsızlı¤ı da birlikte getirmektedir. Bu tutarsızlıklardan bazılarını kısaca özetlemek gerekirse; Harun Yahya (Adnan Oktar) Çin'de bulunan Archæoraptor, Sinornithosaurus ve Beipiaosaurus adlı fosil dinozorlar yarı kufl-yarı dinozor olarak gösterilmektedir. Fosilleri yorumlayan evrimci paleontolog Chris Sloan, bu canlıların uçamadıklarını, ancak kanatlarını dengeli koflmak için kullandıklarını öne sürmektedir. Yani bu iddialara göre, bu fosilin, henüz uçamayan "kufl ataları" olarak kabul edilmesi gerekir. ‹flte bu noktada çok büyük bir çeliflki vardır. Çünkü bu fosiller sadece 120 milyon yıl kadar eskidir. Ancak bilinen en eski uçabilen kufl Archæopteryx, 150 milyon yıl yaflındadır. Archæopteryx günümüz kufllarıyla aynı uçufl yetene¤ine sahip olan uçucu bir kufltur. Uçufl için gerekli olan genifl kanatlara, asimetrik ve kompleks tüy yapısına, sternum (gö¤üs) kemi¤ine sahiptir. Evrimciler uzun zamandır Archæopteryx'i "kuflların ilkel atası" olarak göstermeye çalıflmaktadırlar. Ama karflılafltıkları en büyük sorun, bu canlının zaten tüm kufl özelliklerine sahip ve kusursuz bir biçimde uçabilen bir canlı olmasıdır. Kısacası Archæopteryx, eski kuflların bundan 150 milyon yıl önce gökyüzünde uçmakta olduklarının bir kanıtıdır. Bu durumda elbette 120 milyon yıl yaflındaki bazı dinozor fosillerinin, "kuflların henüz uçamayan ilkel ataları" olarak gösterilmesi imkansızdır. Bu durum, Archæoraptor, Sinornithosaurus ve Beipiaosaurus adlı fosil dinozorlar hakkındaki evrimci iddiaların açık bir çeliflki içinde oldu¤unu göstermektedir. 191 UÇAN SÜRÜNGENLER Uçan sürüngenler Sürüngenler sınıfı içinde yer alan ilginç bir canlı grubu, uçan sürüngenlerdir. Bunlar, yaklaflık 200 milyon yıl önce Üst Triasik devirde ilk kez ortaya çıkmıfl ve daha sonra ise soyları tükenmifl bir canlı grubudur. Bu canlılar birer sürüngendirler, çünkü sürüngen sınıfının temel özelliklerine sahiptirler: Metabolizmaları so¤ukkanlıdır (ısı üretemezler) ve vücutları pullarla kaplıdır. Ancak güçlü kanatlara sahiptirler ve bu kanatlar sayesinde uçabildikleri düflünülmektedir. Uçan sürüngenler baz› popüler evrimci yay›nlarda Darwinizm'i destekle- yen bir paleontolojik bulgu olarak gösterilir ya da en az›ndan böyle bir imaj oluflturulur. Oysa aksine, uçan sürüngenlerin kökeni evrim teorisi ad›na ciddi bir sorundur. Bunun en aç›k göstergesi de, uçan sürüngenlerin kara sürüngenleriyle aralar›nda hiçbir geçifl türü olmadan, bir anda ve eksiksiz olarak ortaya ç›kmalar›d›r. Uçan sürüngenlerin, üstün bir yarat›l›fla sahip kanatlar› vard›r ve bu organlar hiçbir kara sürüngeninde yoktur. "Yar›m kanatl›" herhangi bir canl›ya ise fosil kay›tlar›nda rastlanmamaktad›r. Nitekim "yarım kanatlı" canlıların Eski uçan sürüngen türlerinden biri olan Eudimorphodon'un fosili. Kuzey ‹talya'da bulunan bu örnek, yaklafl›k 220 milyon y›l yafl›ndad›r. Harun Yahya (Adnan Oktar) 193 194 UÇAN SÜRÜNGENLER Uçan sürüngenlerin kanatlar›, di¤er parmaklardan ortalama 20 kat daha uzun olan "dördüncü parmak" boyunca uzan›r. Önemli olan nokta, bu ilginç kanat yap›s›n›n fosil kay›tlar›nda bir anda ortaya ç›km as›d›r. "Dördüncü par mak"›n kademeli bir biçimde, yani evrimle uzad›¤›n› gösterebilecek ara form örne¤i yoktur. yaflamıfl olması da mümkün de¤ildir. Çünkü bu tür hayali canlılar, e¤er yaflamıfl olsalardı, ön ayaklarını kaybettikleri ama henüz uçacak durumda da olmadıkları için di¤er sürüngenlere göre dezavantajlı hale geleceklerdi. Bu durumda, evrimin kendi kabulüne göre elenip soylarının tükenmesi gerekirdi. Uçan sürüngenlerin kanatlarının yapısı incelendi¤inde, bunun asla evrimle açıklanamayacak kadar kusursuz bir yap›yla yarat›ld›¤› görülür. Uçan sürüngenlerin kanatları üzerinde di¤er sürüngenlerin ön ayakları gibi befl tane parmakları vardır. Ancak dördüncü parmak, di¤er parmaklardan ortalama 20 kat daha uzundur ve kanat da bu parma¤ın altında uzanır. E¤er kara sürüngenleri uçan sürüngenlere evrimleflmifllerse, o halde söz konusu dördüncü parmak da yavafl yavafl, kademe kademe uzamıfl olmalıdır. Sadece dördüncü parmak de¤il, tüm kanat yapısı rastlantısal mutasyonlarla geliflmeli ve tüm bu süreç de canlıya avantaj kazandırmalıdır. Evrim teori- sinin paleontolojik düzeydeki önde gelen elefltirmenlerinden biri olan Prof. Duane T. Gish, bu noktada flu yorumu yapar: Bir kara sürüngeninin kademeli bir biçimde bir uçan sürüngene dönüflebilece¤i varsayımı tümüyle tutarsızdır. Böyle bir dönüflüm sırasında ortaya çıkacak olan yarım, tamamlanmamıfl yapılar, canlıya bir avantaj kazandırmak bir yana, onu tümüyle dezavantajlı hale getirecektir. Örne¤in evrimciler, bazı mutasyonların sadece dördüncü parma¤ı etkiledi¤ini ve onu zaman içinde yavafl yavafl uzattı¤ını varsayarlar. Elbette, di¤er bazı rastlantısal mutasyonların da, her ne kadar inanılmaz gözükse de, bu yönde tam bir iflbirli¤i yaparak, kanat zarının, uçufl kaslarının, tendonların, sinirlerin, kan damarlarının ve kanat için gereken di¤er yapıların kademeli olarak evrimleflmesini sa¤lamaları gerekmektedir. Belirli bir aflamada, geliflmekte olan bu uçan sürüngen %25'lik bir kanat dokusuna sahip olacaktır. Ancak bu garip yaratık hiçbir flekilde yaflayamayacaktır. %25'lik bir kanat dokusu ona ne avantaj sa¤layabilir? Evrim Açmaz› (Ansiklopedik) UMULAN CANAVAR UYDURMASI Açıktır bu canlı uçamayacaktır ve artık eskisi gibi koflamayacaktır da.262 Uçan sürüngenlerin kökeninin Darwinist evrim mekanizmalarıyla açıklanması imkansızdır. Nitekim fosil kayıtları da böyle bir evrim yaflanmamıfl oldu¤unu ortaya koyar. Fosil katmanlarında, sadece bugün tanıdı¤ımız gibi kara sürüngenleri ve kusursuz uçan sürüngenler vardır. Hiçbir ara form yoktur. Omurgalı paleontolojisi alanında dünyanın en önde gelen birkaç isminden biri olan Robert Carroll, bir evrimci olmasına karflın bu konuda flu itirafta bulunur: Triasik devirde ortaya çıkan tüm uçan sürüngenler (pterosaurlar) uçufl için çok özelleflmifl yapıya sahiptir... Atalarının ne oldu¤u konusunda ve uçufllarının kökeninin ilk aflamaları hakkında ise hiçbir bulgu yoktur.263 Uçan sürüngenlerin evrime delil oluflturan hiçbir yönü yoktur. Ancak sürüngen terimi ço¤u insan için sadece karada yaflayan canlıları ifade etti¤i için, popüler evrimci yayınlar, "uçan sürüngen" kavramıyla "sürüngenlerin kanatlanıp uçması" imajı vermeye u¤raflırlar. Oysa kara sürüngenleri ile uçan sürüngenler, aralarında hiçbir evrimsel iliflki olmadan ortaya çıkmıfllardır. Uçuflun kökeni bkz. Karadan havaya geçifl kand›rmacas›; Cursorial teori; Arboreal teori Harun Yahya (Adnan Oktar) Umulan Canavar uydurmas› (Hopeful Monster Theory) "Umulan Canavar Teorisi" (Hopeful Monster Theory) bir gün bir sürüngenin bir yumurta b›rakt›¤›n› ve tesadüfen içinden kahverengi tüylü bir yarat›k ç›kt›¤›n› iddia etmektedir. Evrimcilere göre bu memeli büyüdü¤ünde de, tesadüfen di¤er bir sürüngen yumurtas›ndan aniden ç›kan bir efl bularak yeni bir hayvan türü ortaya ç›km›flt›. Sa¤duyu sahibi bilim adamlar›n›n buna tepkisi ise "Bu bir bilim masal› m›, Yunan miti mi yoksa Anderson'un peri masal› m›?" fleklinde oldu. Ancak her nas›lsa bir çok bilim adam› taraf›ndan halen evrimsel probleme bir çözüm oldu¤una inan›lmaktad›r. Asl›nda bu tam anlam›yla bir çaresizliktir. Evrimcilerin ünlü isimlerinden Gould da bir makalesinde bu problemi aç›p geniflleterek "umulan canavarlar"›n muhtemel tek cevap oldu¤unu söylemektedir, sonra da bu masala flöyle bir eklemeyle yeni bir boyut kazand›rm›flt›r: "tamamen farkl› yarat›klardan aniden do¤mufl, bütünüyle yeni türler. Bir gün bir kertenkele bir yumurta b›rakt› ve 264 içinden bir kunduz ç›kt›." Görüldü¤ü gibi evrimcilere göre her canl› yumurtadan kusursuz, bambaflka bir hayvan olarak ç›kabilirdi.(!) Farkl› canl› gruplar›n›n fosil kay›tla265 r›nda aniden ortaya ç›kmas›, canl› türlerinin arkalar›nda bir evrim süreci olmadan var olduklar›n› göstermekteydi. Bu durum do¤al olarak evrimciler ara- 195 196 UREY, HAROLD s›nda çok büyük bir s›k›nt› yaratt›. Bunun üzerine 1930'larda Avrupal› paleontolog Otto Schindewolf taraf›ndan ortaya at›lm›fl olan "Hopeful Monster" (Umulan Canavar) teorisi ile, canl›lar›n neo-Darwinizm'in öne sürdü¤ü gibi küçük mutasyonlar›n zamanla birikmesi sonucuyla de¤il, ani ve dev mutasyonlarla evrimlefltiklerini öne sürüldü. (bkz. Makro mutasyon kand›rmacas›) Schindewolf teorisine örnek verirken tarihteki ilk kuflun, bir "grossmutasyon"la, yani genetik yap›da tesadüfen meydana gelen dev bir de¤ifliklikle bir sürüngen yumur266 tas›ndan ç›kt›¤›n› iddia etmiflti. Ayn› teoriye göre, baz› kara hayvanlar› geçirdikleri ani ve kapsaml› bir de¤ifliklikle birdenbire dev balinalara dönüflmüfl olabilirlerdi. Schindewolf'un bu fantastik teorisi, 1940'l› y›llarda Berkeley Üniversitesi'nden genetikçi Richard Goldschmidt taraf›ndan benimsendi ve savunuldu. Ama teori o kadar tutars›zd› ki, k›sa zamanda terk edildi. Harvard Üniversitesi paleontologlar› Stephen Jay Gould ve Niles Eldredge, fosil kay›tlar›nda hiçbir "ara form" olmamas›ndan ötürü, durumu aç›klamak için "umulan canavarlar"a yeniden el atmak zorunda kald›lar. Gould'un, "Return of the Hopeful Monsters" (Umulan Canavarlar›n Geri Dönüflü) adl› ünlü makalesi, bu zorunlu geri dönüflün bir ifadesiydi.267 Gould ve Eldredge, Schindewolf'un fantastik teorisini aynen tekrarlamasalar da teoriye "bilimsel" bir kimlik kazand›- rabilmek için, söz konusu "ani evrimsel s›çray›fl"lara bir tür mekanizma gelifltirmeye çal›flt›lar. (bkz. S›çramal› evrim hikayesi) Gould ve Eldredge'in teorisi ilerleyen y›llarda di¤er baz› paleontologlar taraf›ndan da benimsendi ve detayland›r›ld›. Oysa s›çramal› evrim teorisi, neoDarwinist evrim teorisinden bile daha büyük çeliflki ve tutars›zl›klara dayan›yordu. Urey, Harold Harold Urey, Amerikalı arafltırmacı Stanley Miller'ın Chicago Üniversitesi'ndeki hocasıdır. Miller'ın 1953 yılında hayatın kökeni konusunda yaptı¤ı çalıflmaya olan katkısından dolayı Miller'ın deneyi "Urey-Miller Deneyi" olarak da bilinir. Bu deney evrim sürecinin ilk aflaması olarak öne sürülen "moleküler evrim" tezini sözde ispatlamak için kullanılan yegane "delil"dir. Fakat bu deney canlılı¤ın kökeni konusunda evrimcilerin iddialarını destekleyecek hiçbir bulgu sunamamıfltır. (bkz. Miller deneyi) Urey-M›ller Deneyi bkz. Miller deneyi Uzaydan gelen hayat komedisi bkz. Panspermia görüflünün mant›ks›zl›¤›. Evrim Açmaz› (Ansiklopedik) VARYASYON Varyasyon (Var›at›on) Varyasyon, genetik biliminde kullanılan bir terimdir ve "çeflitlenme" demektir. Bu genetik olay, bir canlı türünün içindeki bireylerin ya da grupların birbirlerinden farklı özelliklere sahip olmasına neden olur. Örne¤in yeryüzündeki insanların hepsi temelde aynı genetik bilgiye sahiptirler, ama bu genetik bilginin izin verdi¤i varyasyon potansiyeli sayesinde kimisi çekik gözlüdür, kimisi kızıl saçlıdır, kimisinin burnu uzun, kimisinin boyu kısadır. Evrimciler ise, bir türün içindeki varyasyonları evrim teorisine delil olarak göstermeye çalıflırlar. Oysa varyasyon evrime delil oluflturmaz, çünkü varyasyon, zaten var olan genetik bilginin farklı eflleflmelerinin ortaya çıkmasından ibarettir ve genetik bilgiye yeni bir özellik kazandırmaz. Varyasyon her zaman genetik bilginin sınırları içinde olur. Genetik biliminde söz konusu sınıra "gen havuzu" denir. (bkz. Gen havuzu) Darwin ise, teorisini ortaya attı¤ında varyasyonların bir sınırı olmadı¤ını sanıyordu268 ve Türlerin Kökeni adlı kitabında da çeflitli varyasyon örneklerini teorisinin en büyük delili olarak göstermiflti. Örne¤in Darwin'e göre; daha bol süt veren inek cinsleri yetifltirmek için farklı inek varyasyonlarını çiftlefltiren hayvan yetifltiricileri, sonunda inekleri baflka bir canlı türüne dönüfltüreceklerdi. Darwin'in bu "sınırsız de¤iflim" fikri, yafladı¤ı yüzyılın ilkel bilim anlayıflından Harun Yahya (Adnan Oktar) kaynaklanmaktaydı. 20. yüzyıl bilimi ise, canlılar üzerinde yapılan benzeri deneyler sonucunda "genetik de¤iflmezlik" (genetik homoestatis) denilen bir ilkeyi ortaya çıkardı. (bkz. Genetik de¤iflmezlik) Bu ilke, bir canlı türünü de¤ifltirmek için yapılan tüm efllefltirme (farklı varyasyon oluflturma) çabalarının sonuçsuz kaldı¤ını, canlı türleri arasında aflılmaz duvarlar oldu¤unu ortaya koyuyordu. Yani farklı inek varyasyonlarını çiftlefltiren hayvan yetifltiricilerinin sonunda inekleri Darwin'in iddia etti¤i gibi baflka bir türe dönüfltürmeleri, kesinlikle mümkün de¤ildi. Darwin Retried: An Appeal to Reason (Darwin Yeniden Sorguland›: Akla Baflvuru) adlı kitabıyla Darwinizm'in geçersizli¤ini ortaya koyan Norman Macbeth bu konuda flunları yazar: Sorun canlıların gerçekten de sınırsız bir biçimde varyasyon gösterip göstermedikleridir... Türler her zaman için sabittirler. Yetifltiricilerin yetifltirdikleri de¤iflik bitki ve hayvan cinslerinin belirli bir noktadan ileri gitmedi¤ini, hatta hep orijinal formlarına geri döndü¤ünü biliriz...269 Hayvan yetifltiricili¤i konusunda dünyanın en önemli uzmanlarından biri sayılan Luther Burbank bu gerçe¤i, "bir canlıda oluflabilecek muhtemel geliflmenin bir sınırı vardır ve bu kanun, bütün yaflayan canlıları belirlenmifl bazı sınırlar içinde sabit tutar" diyerek ifade etmektedir.270 Biyolog Edward Deevey de, varyas- 199 Yeryüzündeki insanlar›n hepsi temelde ayn› genetik bilgiye sahiptirler, fakat bu genetik bilgi nin izin verdi¤i varyasyon potansiyeli sayesinde birbirinden çok farkl› görünüfllerde olabilirler. yonun hep belirli genetik sınırlar içinde gerçekleflti¤ini flöyle açıklar: Çaprazlama çiftlefltirme yöntemiyle çok önemli sonuçlara varılmıfltır... Ama sonuçta bu¤day hala bu¤daydır ve, örne¤in, üzüm de¤ildir. Domuzlar üzerinde kanat oluflturmamız da, kuflların yumurtalarını silindir fleklinde üretmeleri kadar imkansızdır. Daha güncel bir örnek, son bir yüzyıl içinde dünyadaki erkek nüfusunda görülen boy ortalaması yükseliflidir. Daha iyi beslenme ve bakım koflulları sayesinde erkekler son bir yüzyıl içinde rekor sayılabilecek bir boy ortalamasına ulaflmıfltır, ama bu artıfl giderek durma noktasına gelmifltir. Çünkü varabilece¤imiz genetik sınıra dayanmıfl durumdayız.271 Sonuç olarak, varyasyonlar bir türün genetik sınırları içinde bazı sınırlı de¤iflikliklere yol açarlar. Yeryüzünde de¤iflik ırkta insanların olması veya anne-baba ve çocuklar arasındaki farklılıklar varyasyonlarla açıklanabilir. Ancak hiçbir flekilde genetik bilgiye yeni bir par- çanın eklenmesi söz konusu de¤ildir. Örne¤in bir kedi türünü ne kadar kendi içinde türeterek zenginlefltirmeye çalıflırsanız çalıflın, kediler hep kedi olarak kalacak, bunlar asla köpeklere dönüflmeyeceklerdir. Veya bir deniz memelisinin sahip oldu¤u üstün sonar sisteminin rekombinasyonlarla ortaya çıkması mümkün de¤ildir. (bkz. Rekombinasyon) Varyasyon, insan ırkları arasındaki farklılıkları açıklayabilir, ama maymunların insana dönüfltü¤ü iddiasına hiçbir dayanak sa¤lamaz. Virüsün kökeni Bazı evrimciler, biyolojik canlılı¤ın bafllangıcının virüsler oldu¤unu öne sürerler: Hayatın preselüler (hücre öncesi) aflamalarına baktı¤ımız zaman burada da evrimi görüyoruz. Biyolojik canlıların ilk flekli, en ilk flekli, hücreler de¤il virüslerdir.272 Evrim Açmaz› (Ansiklopedik) V‹RÜSÜN KÖKEN‹ Virüs, yabanc› bir organizman›n hücrelerinde asalak olarak ürer. Virüslerin ev sahibi hücre d›fl›nda kendi metabolizmalar› yoktur. Üstteki resimde virüsün bir hücreyi nas›l ele geçirdi¤i görülmektedir. Virüs önce hücreye tutunur, sonra kendi DNA's›n› ona enjekte eder. Böylece hücreyi kand›rarak kendi kopyalar›n› yapt›rmaya bafllar. Sonunda hücre daha fazla dayanamay›p patlar ve virüsler d›flar› yay›l›rlar. Evrimciler bir yandan canlılı¤ın kökenini açıklamak üzere virüsleri öne sürerken, bir yandan da virüslerin canlılı¤ın temeli olamayacaklarını ifade ederler. Bazı evrimci kaynaklarda bu durumun imkansızlı¤ından flöyle söz edilir: Bafllangıçta virüslerin çok küçük organizmalar oldukları kabul edilmiflti. Daha sonra elektron mikroskobu ile yapılan ayrıntılı çalıflmalarda bunların yapı olarak çok de¤iflik oldukları ve yalnız hücre içerisinde parazit olarak yafladıkları tespit edilmifltir. Her ne kadar virion bir ya da pek az enzim çeflidi bulundurursa da bu enzim serisi virion oluflturmak için yeterli de¤ildir.273 (virion, virüslerin enfeksiyon yetene¤ine sahip halidir.) Virus, yabancı bir organizmanın hücrelerinde asalak olarak ürer. Ev sahibi hücre dıflında kendi metabolizmaları yoktur. Virüslerin metabolizma ve uyarılma yetenekleri olmadı¤ından canlılı¤a özgü Harun Yahya (Adnan Oktar) 'ba¤ımsızlık' özelli¤ine sahip de¤illerdir, yani 'canlı' de¤illerdir. Virüs asıldı¤ı hücrenin dıflında özgür bir tanecik iken virion adını alır. Virion canlı de¤ildir. Canlılarda kilit süreçler vardır. Bunların sadece ikisi virüslerde vardır: Replikasyon ve mutasyon. Virüsler bunları, hücre dıflında özgür durumda iken yani virion olarak de¤il asalak durumda iken yapabilirler. Virüslerin replikasyon ve mutasyonu gerçeklefltirmek için kendileri gibi organizmamsılara de¤il tam organizmalara ihtiyaçları vardır.274 Açıklamalardan da anlaflılaca¤ı gibi virüsler, canlılık öncesi bir aflama sayılamazlar. Çünkü virüsler replikasyon ve mutasyon gibi iki kilit süreci ancak asalak olarak yafladıkları tam organizmalarda gerçeklefltirebilirler. Tam organizma olmadan virüsler varlıklarını sürdürememektedirler. Bu sebeple tam organizmalar için bir ön aflama oluflturmaları söz konusu olamaz. Türkiye'nin evrim konu- 201 202 V‹RÜSÜN KÖKEN‹ Virüsler canl›l›¤›n bafllang›c› de¤ildir. Evrimci biyologlar dahi, virüslerin kökeni olarak canl› organizmalar› göstermektedirler. sunda otorite sayılan bilim adamlarından Prof. Ali Demirsoy virüslerin kökeni ile ilgili öne sürülen iddiaların geçersizli¤inden flöyle söz etmektedir: Virüsler ne ilkin hücreli canlılardan ne de hücreli canlılardan türemifltir. Di¤er organizmaların kalıtsal materyalinden kopan parçalardan meydana gelmifltir. Eldeki birikmifl bilgiler virüslerin kökeni ve bugüne kadar geliflimi konusunda bilgi vermekten çok uzaktır. Aynı zamanda birbirinden oldukça farklı üç fiziki evrende bulunabilmesi ve hiçbir evrenin bir virüsün tümü hakkında doyurucu tanımını vermemesi yorumu daha da güçlefltirmektedir, özünde afla¤ıda belirtece¤imiz yorumlar bilimsel temellerden ziyade kurguya dayanmaktadır. ‹lk kuram, mikrobiyologlar tarafından uzun zaman tutulmasına karflın, bugün en az olasılıkla bakılmaktadır. Çünkü her iki grup arasında o denli büyük farklar vardır ki birinin di¤erine köken oldu¤u varsayılamamaktadır. ‹kinci kuram biraz daha çekici görünmesine karflın, yine yukarıda anlatılan nedenlerden dolayı kabulü olanaksız görülmektedir. Her iki halde de organizmalar ve virüsler arasında herhangi bir geçit form bulunamamıfltır. Sonuncu kuram daha akla yatkın gelmektedir.275 Virüslerin kökeni bir zamanlar hücreli organizmalardı. Di¤er hücrelerde parazit hale geçen bu canlılar zamanla tüm organellerini yitirmifltir. Virüslerin kökeni bir zamanlar serbest yaflayan bir ilkin (pre) hücreli idi. Daha sonra hücreli organizmaların ortaya çıkmasıyla, bu ilkin formlar onların içerisinde parazit yaflamaya baflladılar. Yukarıdaki açıklamalardan da anlaflıldı¤ı gibi, virüsler canlılı¤ın bafllangıcı de¤ildir. Evrimci biyologlar dahi, virüslerin kökeni olarak canlı organizmaları göstermektedirler. Evrim Açmaz› (Ansiklopedik) WALLACE, ALFRED RUSSEL Crick ile birlikte yapt›klar› çal›flmalar neticesinde, DNA'n›n ola¤anüstü komp‹ngiliz do¤a bilimci Alfred Russel leks yap›s›n› gün ›fl›¤›na ç›kard›lar. Wallace (1823-1913), do¤al selekWatson ve Crick'in nükleik siyon yoluyla türlerin ortaya çıasitleri, yani DNA ve RNA'yı kıflı konusunda Charles Darkeflfi, teori için yepyeni win'den ba¤ımsız olarak geproblemler do¤urdu. lifltirdi¤i kuramla tanınır. DNA'nın yapısını keflfet1855'de yazdı¤ı "On the tiklerinde, canlılı¤ın önceLaw Which Has Regulated den sanılandan çok daha the Introduction of New Spekompleks oldu¤unu da ortacies" (Yeni Türlerin Ortaya ya çıkarmıfl oldular. Çıkıflını Düzenleyen Yasa Canlılı¤ın kökenini Üzerine) adlı makalesinde Alfred Russel Wallace rastlantılarla açıklama çaher türün yakından iliflkili basındaki evrim teorisi, oldu¤u önceki türlerin uzantısı oldu¤unu hücredeki en temel moleküllerin varlı¤ısavundu. na bile tutarlı bir açıklama getirememiflHemen hemen aynı dönemde benzer ken, genetik bilimindeki bu ilerlemeler, bir yaklaflım gelifltiren Wallace, Dar- evrimciler açısından daha da ciddi bir win'le bazı noktalarda farklı görüfller or- çıkmaz oluflturmufltur. taya koydu. Wallace ruhun varlı¤ına inanan bir kifli olarak Allah'ın evrimle yarattı¤ına inanıyordu ve insanın zihinsel faaliyetlerinin do¤al seleksiyon ve benzeri mekanizmalarla açıklanamayaca¤ını öne sürüyordu.276 ‹nsanın vücut yapısının do¤al seçme sonucu olufltu¤unu öne sürmekle birlikte, zihinsel gücün geliflmesinde Darwin'den farklı olarak do¤al seçmenin dıflında biyolojik olmayan etkenlerin rol oynadı¤ını savundu.277 Wallace, Alfred Russel Watson, James Ünlü Amerikal› biyolog James Watson, moleküler biyoloji alan›ndaki çal›flmalar› ile tan›nd›. 1955 y›l›nda Francis Harun Yahya (Adnan Oktar) Watson ve Crick DNA'n›n yap›s›n› keflfettiklerinde, canl›l›¤›n önceden san›landan çok daha kompleks oldu¤unu da ortaya ç›kar m›fl oldular. 203 YARASALARIN KÖKEN‹ Yarasalar›n kökeni Memeliler sınıflaması içinde yer alan en ilginç canlılardan biri, kuflkusuz yegane uçan memeli cinsi olan yarasalardır. Yarasaları ilginç kılan özelliklerinin baflında, bu canlıların sahip oldu¤u kompleks "sonar" sistemi gelir. Bu sonar sistemi sayesinde yarasalar, zifiri karanlıkta hiçbir fley görmeden son derece kıvrak ve kusursuz manevralarla uçarlar. Karanlık bir odanın zeminindeki küçücük bir tırtılı bile algılar ve avlarlar. Bu sonar, hayvanın sürekli olarak yüksek frekanslı sesler yayması, bu seslerin yankılarını analiz etmesi ve sonucunda etrafının detaylı bir analizini yapmasıyla çalıflmaktadır. Hem de canlı bu ifli ola¤anüstü bir süratle, havada uçtu¤u saniyeler boyunca kesintisiz ve kusursuz biçimde baflarmaktadır. Yarasaların sonar sistemi üzerinde yapılan arafltırmalar, daha da flaflırtıcı sonuçlar ortaya koymufltur. Hayvanın algılayabildi¤i frekans aralı¤ı çok dardır, yani ancak belli frekanstaki sesleri algılayabilir. Ancak iflte bu noktada çok önemli bir sorun ortaya çıkmaktadır. "Doppler etkisi" denen fizik kuralına göre, hareket halindeki bir cisme çarpan sesin frekansı de¤iflir. Bu yüzden, yarasa kendisinden uzaklaflmakta olan bir sine¤e do¤ru ses dalgalarını yaydı¤ında, dönen ses dalgaları yarasanın duyamayaca¤ı bir aralı¤a düflecektir. Bu nedenle yarasanın Harun Yahya (Adnan Oktar) hareketli cisimleri algılamada büyük zorluklar yaflaması gerekir. Ama böyle olmaz ve yarasa her türlü cismi kusursuz bir flekilde algılamaya devam eder. Çünkü yarasa, Doppler etkisini biliyormuflças›na, hareketli cisimlere do¤ru yolladı¤ı ses dalgalarını de¤ifltirir. Örne¤in kendisinden uzaklaflan sine¤e en yüksek frekanslı ses dalgasını yollar ki, ses geri döndü¤ünde duyamayaca¤ı kadar düflük bir frekansa inmesin. Bu sistemin iflleyifli ise flöyledir: Yarasanın beyninde, sonar sistemini denetleyen iki farklı tipte nöron (sinir hücresi) bulunmaktadır; bunlardan biri yansıyan ultrasonu algılar, di¤eri bazı kaslara komut vererek yarasanın çı¤lı¤ını oluflturur. Bu iki nöron beyinde efl güdümlü çalıflır; öyle ki yankının frekansı de¤iflince, birinci nöron bunu algılar ve ikinci nöronu baskılayarak veya uyararak çı¤lı¤ın frekansının yankının frekansına uymasını sa¤lar. Sonuçta yarasanın çı¤lı¤ı ortamın durumuna göre frekans de¤ifltirir ve en verimli flekilde kullanılır. Tüm bu sistemin evrim teorisinin "rastgele mutasyonlarla kademeli evrim" açıklamasına indirdi¤i darbeyi görmemek mümkün de¤ildir. Yarasadaki sonar sistemi son derece kompleks bir yapıdır ve asla rastgele mutasyonlarla açıklanamaz. Sistemin çalıflabilmesi için, tüm ayrıntılarıyla kusursuz olarak var olması zorunludur. Yarasa hem yüksek frekanslarda ses yayacak yapıya, 205 206 YARASALARIN KÖKEN‹ hem bu sesleri algılayıp analiz edecek organlara, hem de hareket de¤iflikliklerine göre frekans ayarlaması yapan sisteme sahip olmalıdır ki sahip oldu¤u sonar ifle yarasın. Elbette ki tüm bunlar rastlantılarla açıklanamaz ve yarasanın kusursuz bir biçimde yaratıldı¤ını gösterir. Nitekim fosil kayıtları da, yarasanın yeryüzünde aniden ve bugünkü kompleks yapısıyla ortaya çıktı¤ını göstermektedir. Evrimci paleontologlar John Hill ve James Smith, bu gerçe¤i "itiraf" niteli¤inde flöyle açıklarlar: Yarasaların fosil kayıtları, erken Eosen devrine kadar uzanır... ve befl ayrı kıtada birden tespit edilmifltir. Tüm fosil yarasalar, hatta en eskileri bile, son derece geliflmifl yarasalardır ve dolayısıyla karada yaflayan atalarından nasıl bir ara geçifl- le geldikleri konusunda hiçbir ıflık tutmazlar.278 Evrimci paleontolog L. R. Godfrey ise aynı konuda flöyle yazmaktadır: Erken Tertiryen devrine ait çok sayıda iyi korunmufl yarasa fosili vardır, örne¤in Icaronycteris gibi. Ama Icaronycteris bizlere yarasalarda uçuflun evrimleflmesi hakkında hiçbir fley söylememektedir, çünkü bu zaten kusursuz bir biçimde uçan bir yarasadır.279 Ne yarasaların kompleks vücut sistemlerinin evrimle ortaya çıkması mümkündür, ne de fosil kayıtları böyle bir evrim yaflandı¤ını göstermektedir. Aksine, yeryüzünde ilk kez ortaya çıkan yarasalar ile bugün yaflayan örnekleri aynıdır. Yarasalar, hep yarasa olarak var olmufltur. ABD Wyoming'de bulunmufl olan, bilinen en eski yarasa fosili. 50 milyon y›ll›k bu fosil ile bugün yaflayan yarasalar aras›nda hiçbir fark yoktur. Evrim Açmaz› (Ansiklopedik) YARATILIfi GER.E⁄‹N‹ SAVUNMA Yarat›l›fl gerçe¤ini savunma Bu rakam (1040.000) Darwin'i ve tüm evrim teorisini gömmeye yeterlidir. Bu gezegenin ya da bir baflkasının üzerinde hiçbir zaman (hayatın do¤abilece¤i) bir ilkel çorba olmamıfltır ve yaflamın bafllangıcı rastlantısal olarak gerçekleflemeyece¤ine göre, amaçlı bir aklın ürünü olmalıdır.281 Hayatın kökeni, yani Dünya üzerindeki ilk canlıların nasıl olufltu¤u sorusu, 150 yıldır materyalizmin en büyük açmazlarından biri olmufltur. Çünkü en basit canlı olarak kabul edilen hücre, insano¤lunun üretti¤i hiçbir teknoloji ile kıyaslanamayacak bir kompleksli¤e sahiptir. Olasılık hesapları, de¤il hücrenin, hücrenin en temel yapıtaflı olan proteinlerin bile rastlantısal olarak ortaya çıkamayacaklarını ispatlamaktadır. Bu ise elbette yaratılıflın ispatıdır. Ünlü astronom Sir Fred Hoyle ise, aynı konuda flu yorumu yapmıfltır: Bu konuda baflvurulabilecek çalıflmalardan biri, New York Üniversitesi kimya profesörü ve DNA uzmanı Robert Shapiro'nun yaptı¤ı bir hesaptır. Bir evrimci olan Shapiro, sadece basit bir bakteride bulunan 2.000 çeflit proteinin rastlantısal olarak meydana gelme ihtimalini hesaplamıfltır. (‹nsan vücudunda ise yaklaflık 30.000 çeflit protein vardır.) Elde edilen sonuç, 1040.000'de 1 ihtimaldir.280 (Bu sayı, 1 rakamının yanına 40 bin tane sıfır gelmesiyle oluflan ve evrende karflılı¤ı bulunmayan bir sayıdır.) Bu rakamın bize gösterdi¤i gerçek fludur: Canlılı¤ı rastlantılarla açıklamaya çalıflan materyalizm ve onun do¤a bilimlerindeki karflılı¤ı olarak sunulan Darwinizm, geçersizdir. Cardiff Üniversitesi'nden, Uygulamalı Matematik ve Astronomi Profesörü Chandra Wickramasinghe, Shapiro'nun hesapları üzerine flöyle demifltir: Hem Hoyle hem de Wickramasinghe, materyalizmi benimseyerek bilimle u¤raflm›fl insanlardır. Ama karflılarına çıkan gerçek, hayatın yaratılmıfl oldu¤udur ve onlar da bu gerçe¤i kabul etmek durumunda kalm›fllard›r. Bugün bilim dünyasındaki daha pek çok biyolog ya da biyokimyacı, yaflamın rastlantılarla do¤du¤u hikayesini terk etmifl durumdadır. Yaratılıfl, hiçbir bilimsel bulgu ile çeliflmeyen bir gerçektir. Aksine tüm bilimsel bulgular, hep yarat›l›fl› destekler niteliktedir. Örne¤in, Big Bang teorisi, evrenin bir bafllangıcı oldu¤unu ispatlar. Bu ise yaratılıfl gerçe¤ini teyid ederken, materyalizmi yalanlar. Canlı türleri fosil kayıtlarında hiçbir evrimsel ataya dair iz olmadan, aniden ve bugünkü halleriyle belirmektedir ve evrimcilerin oldu¤unu varsaydıkları ara geçifl formlarına ait bir tek fosil dahi bulunmamaktadır. Bu ise Harun Yahya (Adnan Oktar) Aslında, yaflamın akıl sahibi bir varlık tarafından meydana getirildi¤i o kadar açıktır ki, insan bu açık gerçe¤in neden yaygın olarak kabul edilmedi¤ini merak etmektedir. Bunun (kabul edilmemesinin) nedeni, bilimsel de¤il, psikolojiktir.282 207 208 YAfiAM MÜCADELES‹ DEHfiET‹ evrim teorisini yalanlarken yaratılıfl gerçe¤ini ispatlamaktadır. Canlılı¤ın son derece kompleks yapısı ise, tesadüflerin bir ürünü olamayaca¤ını, canlılı¤ın oluflumu için mutlaka akıl, bilinç, bilgi ve yetenek gerekti¤ini açıkça ortaya çıkartmıfltır. Tüm bunlar evrim teorisini geçersiz k›larken, Allah'›n varl›¤›n›n delillerini de ortaya koymaktad›r. Fakat evrim teorisini savunanlar bilimsel bulgular› gözard› etmekte ve böylece evrim teorisi ad›nda bir dogma oluflturmaktad›rlar. Yaflam mücadelesi dehfleti (L›fe struggle) Do¤al seleksiyon teorisinin en temel varsayımı, do¤ada kıyasıya bir yaflam mücadelesi oldu¤u ve her canlının sadece kendini düflündü¤üdür. Darwin, bu fikri ortaya atarken ‹ngiliz klasik iktisatçısı Thomas Robert Malthus'un teorilerinden etkilenmiflti. Malthus, yiyecek kaynaklarının aritmetik dizi ile artarken insanların geometrik dizi ile ço¤aldıklarını anlatmıfl ve bu yüzden insanların kaçınılmaz olarak kıyasıya bir yaflam mücadelesi sürdürdüklerini öne sürmüfltü. Darwin ise bu kıyasıya yaflam mücadelesi kavramını do¤aya uyarlamıfl ve "do¤al seleksiyon"un bu mücadelenin bir sonucu oldu¤unu iddia etmiflti. Oysa daha sonra yapılan arafltırmalar, do¤ada Darwin'in varsaydı¤ı gibi mutlak bir yaflam mücadelesi olmadı¤ını gösterdi. ‹ngiliz zoolog Wynee-Edwards'ın hayvan toplulukları üzerinde 1960 ve 70'lerde yaptı¤ı uzun çalıflma- lar, canlı topluluklarının çok ilginç bir biçimde nüfuslarını dengelediklerini ve yiyecek için rekabeti engellediklerini ortaya koydu. Hayvan toplulukları ço¤unlukla nüfuslarını ellerindeki yiyecek kaynaklarına göre düzenliyorlardı. Nüfus, açlık ve salgın hastalıklar gibi "zayıfları eleyen" faktörlerle de¤il, asıl olarak hayvanlarda yer alan içgüdüsel denetim mekanizmaları ile kontrol ediliyordu. Yani hayvanlar, nüfuslarını Darwin'in varsaydı¤ı kıyasıya rekabet yoluyla de¤il, kendi üremelerini sınırlayarak kontrol ediyorlardı.283 Bitkiler bile Darwin'in öne sürdü¤ü "rekabet yoluyla seleksiyon" örnekleri de¤il, nüfus kontrolü örnekleri veriyordu. Botanikçi Bradshaw'un yaptı¤ı gözlemler, bitkilerin ço¤alırken üzerinde büyüdükleri alanın "yo¤unlu¤u"na göre davrandıklarını, alandaki bitki yo¤unlu¤u arttı¤ında üremeyi azalttıklarını ispatladı.284 Öte yandan karıncalar, balarıları gibi topluluklarda rastlanan fedakarlık örnekleri, Darwinist yaflam mücadelesi kavramının tam tersi bir model oluflturmaktad›r. (bkz. Fedakarlık) Son yıllardaki bazı arafltırmalar, fedakarlık davranıflının bakterilerde bile var oldu¤unu ortaya çıkarmıfltır. Bir beyne ya da sinir sistemine sahip olmayan, dolayısıyla düflünme yetenekleri bulunmayan bu canlılar, bir virüs tarafından iflgal edildiklerinde, di¤er bakterileri korumak için intihar etmektedirler.285 Evrim Açmaz› (Ansiklopedik) AYNI FOSİLE ÜÇ AYRI ÇİZİM Zinjanthropus adl› fosil için çizilen birbirinden tamamen farkl› olan bu üç çizim, fosillerin evrimciler taraf›ndan nas›l hayali biçimde yorumland›¤›n›n iyi bir örne¤i... Bu örnekler, do¤al seleksiyonun temel varsayımı olan "mutlak yaflam mücadelesi" kavramını geçersiz kılmaktadır. (bkz. Malthus, Thomas; Sosyal Darwinizm) Z›njanthropus Evrimciler, evrimi bir dogma olarak savunmada o denli ileri gitmektedirler ki, teorilerine sözde delil gösterebilmek Harun Yahya (Adnan Oktar) için aynı kafatasına birbirinden çok farklı yüzler yakıfltırabilmektedirler. Australopithecus robustus (Zinjanthropus) adlı fosil için çizilen birbirinden tamamen farklı üç ayrı rekonstrüksiyon, bu tutumlarının ünlü bir örne¤idir. (bkz. Australopithecus) YAŞAYAN FOSİLLER Yap›lan araflt›rmalarda, milyonlarca y›ll›k oldu¤u saptanan birçok fosilin günümüzdeki örneklerinden hiçbir fark› olmad›¤› aç›kça görülmüfltür. Bu canl› kal›nt›lar›, canl›lar›n evrim sonucu de¤il, kusur suz bir yarat›l›fl sonucunda ortaya ç›kt›klar›n›n ve asla bir evrim geçirmediklerinin aç›k birer delilidir. 90-94 milyon y›ll›k bu kurba¤a fosilinden de anlafl›ld›¤› gibi, 90 milyon y›l önce kurba¤alar nas›llarsa günümüzde de ayn› flekildedirler. 100 milyon y›ll›k kar›nca fosili ile günümüzde yaflayan bir kar›nca karfl›laflt›r›ld›¤›nda kar›ncala r›n da evrim geçirmedikleri aç›kça görülmektedir. 40 milyon y›ll›k çekirgenin günümüzde yaflayan çekirgelerden hiçbir fark› yoktur. Yani hiçbir de¤i flim geçirmemifltir. Denizlerin en tehlikeli canl›lar›ndan biri olan köpekbal›¤› ve 400 milyon y›ll›k fosili bize köpekbal›klar›n›n hiçbir evrim süreci geçirmedi¤ini aç›kça göstermektedir. Günümüz yusufçu¤u ile 135 milyon y›ll›k fosili birbirinin ayn›s›d›r. Milyonlarca y›ll›k yaban ar›s› fosili ile gü nümüzdeki yaban ar›lar›n›n hiçbir fark› bulunmamaktad›r. 213 NOTLAR 1. Gordon Rattray Taylor, The Great Evolution Mystery, Abacus, Sphere Books, London, 1984, ss. 36, 41-42. 2. Mark Czarnecki, "The Revival of the Creationist Crusade", MacLean's, January 19, 1981, s. 56. 3. Richard Monastersky, "Mysteries of the Orient", Discover, April 1993, s. 40. 4. Richard Dawkins, The Blind Watchmaker, W. W. Norton, London, 1986, s. 229. 5. Douglas J. Futuyma, Science on Trial, Pantheon Books, New York, 1983, s.197. 6. Charles Darwin, The Origin of Species: A Facsimile of the First Edition, Harvard University Press, 1964, s. 302. 7. Stefan Bengston, Nature, vol. 345, 1990, s. 765. 8. Bryan Patterson, Anna K. Behrensmeyer, William D. Sill, "Geology and Fauna of a New Pliocene Locality in Northwestern Kenya," Nature, vol. 226, June 6, 1970, ss. 918-921. 9. Bryan Patterson, W. W. Howells, "Hominid Humeral Fragment from Early Pleistocene of Northwestern Kenya", Science, vol. 156, April 7, 1967, s. 65. 10. Henry M. McHenry, "Fossils and the Mosaic Nature of Human Evolution", Science, vol. 190, October 31, 1975, s. 428. 11. Engin Korur, "Gözlerin ve Kanatlar›n S›rr›", Bilim ve Teknik, say› 203, Ekim 1984, s. 25. Harun Yahya (Adnan Oktar) 12. Ilya Prigogine, Isabelle Stengers, Order Out of Chaos, Bantam Books, New York, 1984, s.129. 13. Ilya Prigogine, Isabelle Stengers, Order Out of Chaos, Bantam Books, New York, 1984, s.175. 14. Encyclopedia Britannica, "TurtleOrigin and Evolution", vol. 26, 1992, ss. 704-705. 15. Robert Carroll, Vertebrate Paleontology and Evolution, s. 207 16. W. Dort, Antarctic Journal of the US, 1971, s. 210. 17. M. S. Kieth, G. M. Anderson, "Radiocarbon Dating: Fictitious Results with Mollusk Shells", Science, August 16, 1963, s. 634. 18. G. W. Barendsen, E. S. Deevey, L. J. Gralenski, "Yale Natural Radiocarbon Measurements", Science, vol. 126, s. 911, örnek Y-159, Y-159-1 ve Y-159-2. 19. H. R. Crane, "University of Michigan Radiocarbon Dates I", Science, vol. 124, s. 666, örnek M-19. 20. Charles Reed, "Animal Domestication in the Prehistoric Near East", Science, vol. 130, s. 1630. 21. Michael Denton, Nature's Destiny, The Free Press, 1998, s.106. 22. http://www.lewrockwell.com/orig/sardi3.html 23. Daniel E. Lieberman, "Another face in our family tree", Nature, March 22, 2001; http://www.netcevap.org/aksam010322.html. 24. http://news.bbc.co.uk/hi/english/sci/tech/new- 214 NOTLAR sid_1234000/1234006.stm 25. http://news.bbc.co.uk/hi/english/sci/tech/newsid_1234000/1234006.stm 26. Jeffrey Bada, "Life's Crucible", Earth, February 1998, s. 40. 27. Klaus Dose, "The Origin of Life: More Questions Than Answers", Interdisciplinary Science Reviews, vol. 13, no. 4, 1988, s. 348. 28. Mahlon B. Hoagland, Hayat›n Kökleri, Tübitak, Ankara, 1998, ss. 39-40. 29. Mahlon B. Hoagland, Hayat›n Kökleri, Tübitak, Ankara, 1998, s. 40. 30. J. E. Cronin, N. T. Boaz, C. B. Stringer, Y. Rak, "Tempo and Mode in Hominid Evolution", Nature, vol. 292, 1981, ss. 113-122. 31. C. L. Brace, H. Nelson, N. Korn, M. L. Brace, Atlas of Human Evolution, 2nd edition, Rinehart and Winston, New York, 1979. 32. B. A. Wood, "Koobi Fora Research Project", Hominid Cranial Remains, vol. 4, Clarendon Press, Oxford, 1991. 33. Tim Bromage, New Scientist, vol. 133, 1992, ss. 38-41. 34. R. G. Klein, The Human Career: Human Biological and Cultural Origins, University of Chicago Press, Chicago, 1989. 35. A. I. Oparin, Origin of Life; Canl›lar ve Evrim, BAV, 1987, s. 36 36. M. Y›lmaz Öner, Canl›lar›n Diyalekti¤i ve Yeni Evrim Teorisi, s.165 37. David Jorafsky, Soviet Marxism and Natural Science, 1961, s. 4 38. Özer Bulut, Davut Sa¤d›ç, Elim Korkmaz, Biyoloji Lise 3, MEB Bas›mevi, ‹stanbul, 2000, s. 135. 39. Musa Özet, Osman Arpac›, Ali Uslu, Biyoloji 1, Sürat Yay›nlar›, 1998, ‹stanbul, s. 138. 40. http://www.apologetics.org/articles/founder2.html; Richard Dawkins, The Blind Watchmaker, Longman, England, 1986, s. 1. 41. http://www.apologetics.org/articles/founder2.html 42. Richard Dawkins, The Blind Watchmaker, W.W. Norton, London, 1986, s.159. 43. The Merck Manual of Medical Information, Home edition, The Merck Publishing Group, New Jersey, Rahway, 1997. 44. H. Enoch, Creation and Evolution, New York, 1966, ss. 18-19. 45. Edward S., Jr. 1967, The Reply: Letter from Birnam Wood, Yale Review, 61:631-640 46. Pat Shipman, "Birds Do It... Did Dinosaurs?", New Scientist, February 1, 1997, s. 28. 47. Pat Shipman, "Birds Do It... Did Dinosaurs?", New Scientist, February 1, 1997, s. 28. 48. Duane T. Gish, Dinosaurs by Design, Master Books, AR, 1996, ss. 6566. 49. Michael Denton, Evolution: A Theory in Crisis, Burnett Books Limited, London, 1985, ss. 210-211 50. Michael Denton, Evolution: A Theory in Crisis, Burnett Books Limited, London, 1985, ss. 211-212. 51. Ruben, J. A., T. D. Jones, N. R. Geist, and W. J. Hillenius, "Lung Structure And Ventilation in Theropod Dinosaurs and Early Birds", Science, vol. 278, s. Evrim Açmaz› (Ansiklopedik) NOTLAR 1267. 52. Michael J. Denton, Nature's Destiny, Free Press, New York, 1998, s. 361. 53. Michael J. Denton, Nature's Destiny, Free Press, New York, 1998, ss. 361-362. 54. Douglas Palmer, "Learning to Fly" (Review of The Origin of and Evolution of Birds by Alan Feduccia, Yale University Press, 1996), New Scientist, vol. 153, March 1997, s. 44. 55. Ernst Mayr, Systematics and The Origin Of Species, Dove, New York, 1964, s. 296. 56. Norman Macbeth, Darwin Retried: An Appeal to Reason, Harvard Common Press, 1971, s. 131. 57. Erik Trinkaus, "Hard Times Among the Neanderthals", Natural History, vol. 87, December 1978, s.10; R. L. Holloway, "The Neanderthal Brain: What Was Primitive", American Journal of Physical Anthropology Supplement, vol. 12, 1991, s. 94. 58. The AAAS Science News Service,"Neandertals Lived Harmoniously", 3 April 1997. 59. Ralph Solecki, Shanidar: The First Flower People, Knopf, New York, 1971, s. 196; Paul G. Bahn and Jean Vertut, Images in the Ice, Windward, Leichester, 1988, s. 72. 60. D. Johanson, B. Edgar, From Lucy to Language, ss. 99, 107. 61. S. L. Kuhn, 'Subsistence, Technology, and Adaptive Variation in Middle Paleolithic Italy, American Anthropologist, vol. 94, no. 2, 1992, ss. 309-310. 62. Roger Lewin, Modern ‹nsan›n Kö- Harun Yahya (Adnan Oktar) keni, Tübitak Popüler Bilim Kitaplar›, Ankara, 1997, s.169. 63. D. C. Johanson, M. A. Edey, Lucy: The Beginnings of Humankind, Simon & Schuster, New York, 1981, s.250. 64. Science News, vol. 115, 1979, ss. 196-197. 65. Gordon Rattray Taylor, The Great Evolution Mystery, Abacus, London, 1984, ss. 36-41. 66. Richard Dickerson, "Chemical Evolution", Scientific American, vol. 239, no. 3, 1978, s. 74. 67. Richard Leakey, "Modern & Tall", National Geographic, November 1985, s. 629 68. Richard Leakey, The Making of Mankind, Sphere Books, London, 1981, s.62 69. Richard Lewontin, The Demon-Haunted World, The New York Review of Books, January 9, 1997, s. 28 70. "Old Bird", Discover, March 21, 1997 71. "Old Bird", Discover, March 21, 1997 72. http://www.ucmp.berkeley.edu/history/linnaeus.html 73. Isabelle Bourdial, "Adieu Lucy", Science et Vie, May›s 1999, no. 980, ss.52-62. 74. R. Lewin, "Evolutionary Theory Under Fire", Science, vol. 210, November 21, 1980, s. 883. 75. R. A. Fisher, The Genetical Theory of Natural Selection, Oxford Univesity Press, Oxford, 1930. 76. Ernst Mayr, Populations, Species, and Evolution, Belknap Press, Cambridge, 1970, s. 235. 215 216 NOTLAR 77. Lane Lester, Raymond Bohlin, The Natural Limits to Biological Change, Probe Books, Dallas, 1989, ss. 141-142. 78. http://www.trufax.org/avoid/nazi.html; Theodore D. Hall, Ph. D., "The Scientific Background of the Nazi 'Race Purification' Program", Leading Edge International Research Group. 79. David Jorafsky, Soviet Marxism, Natural Science, s. 12. 80. Conway Zirkle, Evolution, Marxian Biology, and the Social Scene, University of Pennsylvania Press, Philadelphia, 1959, ss. 85-87 81. Conway Zirkle, Evolution, Marxian Biology and the Social Scene, University of Pennsylvania Press, Philadelphia, 1959, ss. 85-86. 82. Tom Bethell, "Burning Darwin to Save Marx", Harper's Magazine, December 1978, ss. 31-38. 83. Karl Marx, Biyografi, Öncü Yay›nevi, s. 368 84. Richard Lewontin, The Demon-Haunted World, The New York Review of Books, January 9, 1997, s. 28 85. Robert Shapiro, Origins: A Sceptic's Guide to the Creation of Life on Earth, Summit Books, New York, 1986, s. 207 86. Hubert Yockey, "Self-Organization, Origin of Life Scenarios and Information Theory", Journal of Theoretical Biology, vol. 91, 1981, ss. 27-28 87. Hubert Journal of Molecular Evolution, vol. 26, ss. 99-121 88. Sarich et al., Cladistics, vol: 5, 1989, ss. 3-32 89. New Scientist, May 15, 1999, s. 27 90. Hürriyet, 24 fiubat 2000 91. New Scientist, vol. 103, August 16, 1984, s. 19 92. Ernst Mayr, Populations, Species, and Evolution, Belknap Press, Cambridge, 1970, s. 235 93. Ernst Mayr, Systematics and The Origin Of Species, Dove, New York, 1964, s. 296. 94. Roger Lewin, "Bones of Mammals, Ancestors Fleshed Out", Science, vol. 212, June 26, 1981, s. 1492. 95. George Gaylord Simpson, Life Before Man, Time-Life Books, New York, 1972, s. 42. 96. Eric Lombard, "Review of Evolutionary Principles of the Mammalian Middle Ear, Gerald Fleischer", Evolution, vol. 33, December 1979, s. 1230. 97. B. E. Bishop, "Mendel's Opposition to Evolution and to Darwin," Journal of Heredity, vol. 87, 1996, ss. 205-213; L. A. Callender, "Gregor Mendel: An Opponent of Descent with Modification," History of Science, vol. 26, 1988, ss. 41-75. 98. www.evrimaldatmacasi.com/bilimarastirmavakfi.html. 99. Science News, June 17, 1999, s. 43. 100. Gordon R. Taylor, The Great Evolution Mystery, Harper & Row, New York, 1983, s. 48. 101. Michael Pitman, Adam and Evolution, River Publishing, London, 1984, s. 70. 102. Scott Gilbert, John Opitz, and Rudolf Raff, "Resynthesizing Evolutionary and Developmental Biology", Developmental Biology, vol. 173, article no. 0032, 1996, s. 361. 103. Richard B. Bliss & Gary E. Parker, Origin of Life, California, 1979, Evrim Açmaz› (Ansiklopedik) NOTLAR s. 14. 104. Stanley Miller, Molecular Evolution of Life: Current Status of the Prebiotic Synthesis of Small Molecules, 1986, s. 7 105. J. P. Ferris, C. T. Chen, "Photochemistry of Methane, Nitrogen, and Water Mixture As a Model for the Atmosphere of the Primitive Earth", Journal of American Chemical Society, vol. 97:11, 1975, s. 2964. 106. "New Evidence on Evolution of Early Atmosphere and Life", Bulletin of the American Meteorological Society, vol. 63, November 1982, ss. 13281330. 107. Richard B. Bliss & Gary E. Parker, Origin of Life, California, 1979, s. 25. 108. W. R. Bird, The Origin of Species Revisited, Thomas Nelson Co., Nashville, 1991, s. 325. 109. Henry Gee, "Statistical Cloud over African Eden", Nature, vol. 355, February 13, 1992, s. 583. 110. Marcia Barinaga, "'African Eve' Backers Beat a Retreat", Science, 255, February 7, 1992, s. 687 111. S. Blair Hedges, Sudhir Kumar, Koichiro Tamura, and Mark Stoneking, "Human Origins and Analysis of Mitochondrial DNA Sequences," Science, 255 (7 February 1992): 737-739 112. Barinaga, "Choosing a Human Family Tree," Science, 255 (7 February 1992): 687 113. Prof. Dr. Ali Demirsoy, Kal›t›m ve Evrim, Meteksan Yay›nlar›, Ankara, 1995, s. 599; Prof. Dr. Ali Demirsoy, Yaflam›n Temel Kurallar›, Genel Biyo- Harun Yahya (Adnan Oktar) loji/Genel Zooloji, cilt-I, k›s›m-I, Ankara, 1993, s. 399. 114. Özer Bulut, Davut Sa¤d›ç, Selim Korkmaz, Biyoloji Lise 3, MEB Bas›mevi, ‹stanbul, 2000, s.136. 115. Michael Denton, Evolution: A Theory in Crisis, Burnett Books, London, 1985, ss. 290-291. 116. Theodosius Dobzhansky, Genetics of the Evolutionary Process, Columbia University Press, New York & London, 1970, ss.17-18. 117. Pierre Paul Grassé, Evolution of Living Organisms, Academic Press, New York, 1977, s. 194. 118. Christian Schwabe, "On the Validity of Molecular Evolution", Trends in Biochemical Sciences, vol. 11, July 1986, s. 280. 119. Christian Schwabe, "Theoretical Limitations of Molecular Phylogenetics and the Evolution of Relaxins", Comparative Biochemical Physiology, vol. 107B, 1974, ss. 171-172. 120. Michael Denton, Evolution: A Theory in Crisis, Burnett Books, London, 1985, ss. 290-291. 121. Musa Özet, Osman Arpac›, Ali Uslu, Biyoloji 1, Sürat Yay›nlar›, 1998, ‹stanbul, s. 10. 122. Prof. Dr. Eflref Deniz, T›bbi Biyoloji, 4. bask›, Ankara, 1992, s. 6. 123. http://www.evrimaldatmacasi.com/bilimarastirmavakfi.html 124. S. J. Gould & N. Eldredge, Paleobiology, vol. 3, 1977, s. 147. 125. Pierre-Paul Grassé, Evolution of Living Organisms, Academic Press, New York, 1977, s. 97. 126. B. G. Ranganathan, Origins?, The 217 218 NOTLAR Banner Of Truth Trust, Pennsylvania, 1988 127. Warren Weaver, "Genetic Effects of Atomic Radiation", Science, vol. 123, June 29, 1956, s. 1159. 128. David A. Demick, "The Blind Gunman", Impact, no. 308, February 1999. 129. Erik Trinkaus, "Hard Times Among the Neanderthals", Natural History, vol. 87, December 1978, s.10; R. L. Holloway, "The Neanderthal Brain: What Was Primitive", American Journal of Physical Anthropology Supplement, vol. 12, 1991, s. 94. 130. W. K. Gregory, "Hesperopithecus Apparently Not An Ape Nor A Man", Science, vol. 66, December 1927, s.579. 131. Julian Huxley & Jacob Bronowski, Growth of Ideas, Prentice Hall, Inc. Englewood Cliff, 1986, s. 99. 132. Douglas Palmer, The Atlas of the Prehistoric World, Dicovery Channel, Marshall Publishing, London, 1999, s.66. 133. Mustafa Kuru, Omurgal› Hayvanlar, Gazi Üniversitesi Yay›nlar›, Ankara, 1996, s. 21. 134. Mustafa Kuru, Omurgal› Hayvanlar, Gazi Üniversitesi Yay›nlar›, Ankara, 1996, s. 27. 135. Douglas Palmer, The Atlas of the Prehistoric World, Dicovery Channel, Marshall Publishing, London, 1999, s.64. 136. Gerald T. Todd, "Evolution of the Lung and the Origin of Bony Fishes: A Casual Relationship", American Zoologist, vol. 26, no. 4, 1980, s. 757. 137. Alexander I. Oparin, Origin of Life, 1936, New York, Dover Publications, 1953 (Reprint), s. 196. 138. Pierre Paul Grassé, Evolution of Living Organisms, Academic Press, New York, 1977, ss. 97, 98. 139. Pierre Paul Grassé, Evolution of Living Organisms, Academic Press, New York, 1977, s. 88. 140. Leslie E. Orgel, "The Origin of Life on Earth", Scientific American, vol. 271, October 1994, s. 78. 141. Donald Johanson, "Comment J'ai Trouvé le Passage du Singe a L'homme: Du Nouveau Sur Les Ancetres De L'Homme", Cahier Sciences du FigaroMagazine, 1983, s. 110. 142. J. D. Kingston, B. D. Marino, A. Hill, "Isotopic Evidence for Neogene Hominid Paleoenvironments in the Kenya Rift Valley", Science, vol. 264, 1994, ss. 955-959. 143. Ulu¤ Nutku, Felsefe Arflivi, Edebiyat Fakültesi, vol. 24, 1984, s. 86; Hermann Klaatsch, Der Werdegang der Menscheit und die Entstehung der Kultur, Deutsches Verlagshaus, Berlin, 1920, s. 93. 144. http://mail.ncku.edu.tw/~y1357/course/Darwinism.html 145. http://www.netcevap.org/bilimteknik0102.html 146. Philips Verner Bradford, Harvey Blume, Ota Benga: The Pygmy in The Zoo, Delta Books, New York, 1992. 147. Philips Verner Bradford, Harvey Blume, Oto Benga: The Pygmy in the Zoo, Canada, October 1993, s. 269. 148. Philips Verner Bradford, Harvey Evrim Açmaz› (Ansiklopedik) NOTLAR Blume, Oto Benga: The Pygmy in the Zoo, Canada, October 1993, s. 267. 149. Philips Verner Bradford, Harvey Blume, Oto Benga: The Pygmy in the Zoo, Canada, October 1993, s. 266. 150. A. E. R., New York, 12 Eylül. 151. Özer Bulut, Davut Sa¤d›ç, Selim Korkmaz, Biyoloji Lise 3, MEB Bas›mevi, ‹stanbul, 2000, s. 183. 152. K. Ludmerer, Eugenics, In: Encyclopedia of Bioethics, edited by Mark Lappe, The Free Press, New York, 1978, s. 457; www.trueorigin.org/holocaust.htm. 153. http://www.trufax.org/avoid/nazi.html; Theodore D. Hall, Ph. D., Scientific Background of Nazi 'Race Purification' Program", Leading Edge International Research Group. 154. Adolf Hitler, Mein Kampf, Verlag Franz Eher Nachfolger, München, 1993, ss. 44, 447-448; A. E. Wilder Smith, Man's Origin, Man's Destiny, The Word For Today Publishing 1993, ss.163, 164. 155. Henry Morris, The Long War Against God, s. 78; Francis Schaeffer, How Shall We Then Live?, New Jersey, Revell Books, Old Tappan, 1976, s. 151. 156. Jeffrey S. Wicken, "The Generation of Complexity in Evolution: A Thermodynamic and Information-Theoretical Discussion", Journal of Theoretical Biology, vol. 77, April 1979, s. 349. 157. C. B. Thaxton, W. L. Bradley & R. L. Olsen, The Mystery of Life's Origin: Reassessing Current Theories, 4th edition, Dallas, 1992, s. 151. 158. C. B. Thaxton, W. L. Bradley & R. L. Olsen, The Mystery of Life's Origin: Harun Yahya (Adnan Oktar) Reassessing Current Theories, Philosophical Library, Texas, 1992, s.120. 159. Fred Hoyle, The Intelligent Universe, Michael Joseph, London, 1983, ss. 20-21. 160. Andrew Scott, "Update on Genesis", New Scientist, vol. 106, May 2, 1985, s. 30. 161. Robert Shapiro, Origins: A Sceptics Guide to the Creation of Life on Earth, Summit Books, New York, 1986, s. 207. 162. Prof. Dr. Eflref Deniz, T›bbi Biyoloji, 4. bask›, Ankara, 1992, s. 354. 163. Science, July 17, 1981, s. 289. 164. N. Eldredge, and I. Tattersall, The Myths of Human Evolution, Columbia University Press, 1982, ss. 45-46. 165. S. M. Stanley, The New Evolutionary Timetable: Fossils, Genes, and the Origin of Species, Basic Books, Inc., Publishers, NewYork, 1981, s. 71. 166. G. A. Clark, C. M. Willermet, Conceptual Issues in Modern Human Origins Research, New York, Aldine de Gruyter, 1997, s. 76. 167. Niles Eldredge, Ian Tattersall, The Myths of Human Evolution, ss. 126127. 168. Henry Gee, In Search of Deep Time, The Free Press, New York, 1999, ss. 116-117. 169. Paul S. Taylor, Origins Answer Book, 5. bask›, 1995, s. 35. 170. http://www.athro.com/evo/pthumb.html; Paul J. Morris, and Susan F. Morris "The Panda's Thumb", Jan 2000. 171. http://www.users.big- 219 220 NOTLAR pond.com/rdoolan/panda.html; "The Panda's Thumb... No Evidence For Evolution". 172. Endo, H., Yamagiwa, D., Hayashi, Y. H., Koie, H., Yamaya, Y., and Kimura, J., Nature, vol. 397, 1999, ss. 309310. 173. http://www.cithep.caltech.edu/~metzler/talks/Imprinting/early.html; "Early Theories of Inheritance". 174. Özer Bulut, Davut Sa¤d›ç, Selim Korkmaz, Biyoloji Lise 3, MEB Bas›mevi, ‹stanbul, 2000, s.182. 175. Musa Özet, Osman Arpac›, Ali Uslu, Biyoloji 3, Sürat Yay›nlar›, A¤ustos 1999, s. 254. 176. Sidney Fox, Klaus Dose, Molecular Evolution and The Origin of Life, W.H. Freeman and Company, San Francisco, 1972, s. 4. 177. Gish, D. T., Evolution: The Fossils Say "No", Creation-Life Publishers, San Diego, 1979. 178. M. Boule and H. M. Wollais, Fossil Men, The Dreyden Press, New York, 1957, ss. 118-123. 179. M. Boule, L'anthropologie, 1937, s. 21. 180. M. D. Leakey, Olduvai Gerge, vol. 3, Cambridge University Press, Cambridge, 1971, ss. 24, 272. 181. Malcolm Muggeridge, The End of Christendom, Grand Rapids, Eerdmans, 1980, s. 59. 182. Stephen Jay Gould, "Smith Woodward's Folly", New Scientist, April 5, 1979, s. 44. 183. Kenneth Oakley, William Le Gros Clark & J. S, "Piltdown", Meydan La- rousse, cilt 10, s. 133. 184. Stephen Jay Gould, "Smith Woodward's Folly", New Scientist, April 5, 1979, s. 44. 185. Mahlon B. Hoagland, Hayat›n Kökleri, Tübitak, Ankara, 1998, ss.7879. 186. Michael Denton, Evolution: A Theory in Crisis, Burnett Books Ltd., London, 1985, ss. 109-110. 187. Michael Denton, Evolution: A Theory in Crisis, Burnett Books Ltd., London, 1985, s. 145. 188. Prof. Dr. Ali Demirsoy, Yaflam›n Temel Kurallar›, Genel Biyoloji/Genel Zooloji, cilt-I, k›s›m-I, Ankara, 1993, s. 530. 189. Prof. Dr. Ali Demirsoy, Kal›t›m ve Evrim, Meteksan Yay›nlar›, Ankara, 1995, s. 61. 190. W. R. Bird, The Origin of Species Revisited, Thomas Nelson Co., Nashville, 1991, s. 304. 191. W. R. Bird, The Origin of Species Revisited, Nashville: Thomas Nelson Co., Nashville, 1991, s. 305. 192. J. D. Thomas, Evolution and Faith, Abilene, TX, ACU Press, 1988, ss. 8182. 193. "Paleontology: Fossil Revisionism", Science, October 1986, s. 85; Scientific American, September 1986, s. 70. 194. Reinhard Junker, Siefried Scherer, Enstehung und Geschichte der Lebewesen, Wegel Biologie, Brühlsche Universitatsdruckerei, Giessen, 1986, s.175. 195. Roger Lewin, Bones of Contention, The University of Chicago Press, 2nd edition, Chicago & London, 1997, Evrim Açmaz› (Ansiklopedik) NOTLAR s. 86. NOT: Önce yazd›¤›m›z kaynakta böyle bir al›nt› olmad›¤› için de¤ifltirdim. 196. Prof. Dr. Yalç›n fiahin, Genel Biyoloji, Bilim Teknik Yay›nevi, Eskiflehir, 1995, s. 349. 197. David R. Pilbeam, "Rearranging Our Family Tree", Human Nature, June 1978, s. 45. 198. Earnest A. Hooton, Up From The Ape,McMillan, New York, 1931, s. 332. 199. Jacques Monod, Chance and Necessity, New York, 1971, s. 143. 200. John Horgan, "In the Beginning", Scientific American, vol. 264, February 1991, s. 119. 201. G. F. Joyce, L. E. Orgel, "Prospects for Understanding the Origin of the RNA World", In the RNA World, Cold Spring Harbor Laboratory Press, New York, 1993, s. 13. 202. Leslie E. Orgel, "The Origin of Life on the Earth", Scientific American, October 1994, vol. 271, s. 78. 203. http://fig.cox.miami.edu/Faculty/Tom/bil160sp98/21_dinos.html 204. Roger Lewin, Bones of Contention, The University of Chicago Press, 2nd edition, Chicago & London, 1997, s. 86 205. Robert Shapiro, Origins: A Sceptics Guide to the Creation of Life on Earth, Summit Books, New York, 1986, s. 207. 206. Stephen M. Stanley, Macroevolution: Pattern and Process, W. H. Freeman and Co., San Francisco, 1979, ss. 35, 159. 207. http://www.revelationwebsi- Harun Yahya (Adnan Oktar) te.co.uk/index1/menton/b8.htm; Dr. David N. Menton, Ph. D., "The Hopeful Monsters of Evolution", Missouri Association for Creation, Inc., 1997. 208. Stephen M. Stanley, Macroevolution: Pattern and Process, W. H. Freeman and Co., San Francisco, 1979, ss. 35, 159. 209. R. J. Wootton, C. P. Ellington, "Biomechanics and the Origin of Insect Flight", Biomechanics in Evolution, ed. J. M. V. Rayner and R. J. Wootton, Cambridge University Press, Cambridge, 1991, s. 99. 210. J. Robin Wootton, "The Mechanical Design of Insect Wings", Scientific American, vol. 263, November 1990, s.120. 211. Prof. Dr. Ali Demirsoy, Kal›t›m ve Evrim, Meteksan Yay›nlar›, Ankara, 1995, s. 61. 212. Prof. Dr. Ali Demirsoy, Kal›t›m ve Evrim, Meteksan Yay›nlar›, Ankara, 1995, s. 61. 213. Richard B. Bliss and Gray A. Parker, Origin of Life, California, 1979, s. 14. 214. Fabbri Britannica Bilim Ansiklopedisi, cilt 2, say› 22, s. 519. 215. Anton Pannekoek, Marxism and Darwinism, çeviri: Nathan Weiser, Charles H. Kerr & Company, Chicago, 1912;http://csf.colorado.edu/psn/marx/Other/Pannekoek/Archive/1912-Darwin/. 216. Francis Darwin, The Life and Letters of Charles Darwin, vol. 2, D. Appleton and Co., 1896, s. 294. 217. Stephen Jay Gould, The Mismeasure of Man, W. W. Norton and Com- 221 222 NOTLAR pany, New York, 1981, s. 72. 218. Jacques Barzun, Darwin, Marx, Wagner, Garden City, NY: Doubleday, 1958, ss. 70, 94-95. 219. Robert Wright, The Moral Animal, Vintage Books, New York, 1994, s. 7. 220. Herbert Spencer, Social Status, 1850, ss. 414-415. 221. R. L. Carroll, Vertebrate Paleontology and Evolution, W. H. Freeman and Co., New York, 1988, s. 4. 222. Edwin H. Colbert, M. Morales, Evolution of the Vertebrates, John Wiley and Sons, New York, 1991, s. 99. 223. Lewis L. Carroll, "Problems of the Origin of Reptiles", Biological Reviews of the Cambridge Philosophical Society, vol. 44, s. 393. 224. Robert L. Carroll, Vertebrate Paleontology and Evolution, W. H. Freeman and Co., New York, 1988, s. 198. 225. Stephen Jay Gould, "Eight (or Fewer) Little Piggies", Natural History, vol. 100, no. 1, January 1991, s. 25 226. Ali Uslu, Biyoloji 1, Sürat Yay›nlar›, ‹stanbul, 1998, s. 130. 227. Johanson, David, James Shreeve, Lucy's Child, William Morrow and Company, New York, 1989, s. 56. 228. Solly Zuckerman, J. Huxley, A. C. Hardy, E. B. Ford, "Correlation of Change in the Evolution of Higher Primates", Evolution as a Process, London: Allen and Unwin, 1954, s.300 229. Dean Falk, Braindance, Henry Holt and Company, New York, 1992, s. 12. 230 Bilim ve Yaflam Ansiklopedisi, cilt 2, Geliflim Yay›nlar›, s. 43. 231. http://www.pathlights.com/ce_en- cyclopedia/08dna05.htm; Sir James Gray, "The Science of Life", chapter in Science Today, 1961, s. 21. 232. James A. Shapiro, "Bacteria as Multicellular Organisms", Scientific American, vol. 258, no. 6, June 1998. 233. Musa Özet, Osman Arpac›, Ali Uslu, Biyoloji 1, Sürat Yay›nlar›, ‹stanbul, 1998, s. 7. 234.http://emporium.turnpike.net/C/cs/t heory.htm; Prof. Dr. Michael Denton, Is Evolution a Theory, A Fact or A Law?, 1993. 235.http://emporium.turnpike.net/C/cs/t heory.htm; Prof. Dr. Michael Denton, Is Evolution a Theory, A Fact or A Law?, 1993. 236.http://emporium.turnpike.net/C/cs/t heory.htm; Prof. Dr. Michael Denton, Is Evolution a Theory, A Fact or A Law?, 1993. 237.http://emporium.turnpike.net/C/cs/t heory.htm; Prof. Dr. Michael Denton, Is Evolution a Theory, A Fact or A Law?, 1993. 238. Prof. Dr. Michael Denton, Evolution: A Theory in Crisis, Burnett Books, London, 1985. 239. Jeremy Rifkin, Entropy: A New World View, Viking Press, New York, 1980, s. 6. 240. Max Planck'›n May›s 937 tarihli tebli¤inden; A. Barth, The Creation, 1968, s. 144. 241. Paul Davies, "Chance or Choice: Is the Universe an Accident?", New Scientist, vol. 80, 1978, s. 506. 242. Albert Einstein, Lettres á Maurice Solovine, 1956, ss. 114-115. 243. John Ross, Chemical and Evrim Açmaz› (Ansiklopedik) NOTLAR Engineering News, 27 July 1980, s. 40. 244. Pierre P. Grassé, Evolution of Living Organisms, Academic Press, New York, 1977, s. 103. 245. Pierre P. Grassé, Evolution of Living Organisms, Academic Press, New York, 1977, s. 107. 246.http://www.yfiles.com/dinobird2.ht ml; Richard L. Deem, "Demise of the 'Birds are Dinosaurs' Theory". 247.http://www.yfiles.com/dinobird2.ht ml; Richard L. Deem, "Demise of the 'Birds are Dinosaurs' Theory". 248. Duane T. Gish, Dinosaurs by Design, Master Books, AR, 1996, ss. 64-65. 249. Musa Özet, Osman Arpac›, Ali Uslu, Biyoloji 1, Sürat Yay›nlar›, 1998, ‹stanbul, s.138. 250. Prof. Dr. Ali Demirsoy, Kal›t›m ve Evrim, Meteksan Yay›nlar›, Ankara, 1995, s. 182. 251. Musa Özet, Osman Arpac›, Ali Uslu, Biyoloji 1, Sürat Yay›nlar›, 1998, ‹stanbul, s.138. 252 Prof. Dr. Ali Demirsoy, Kal›t›m ve Evrim, Meteksan Yay›nlar›, Ankara, 1995, s. 604. 253. Özer Bulut, Davut Sa¤d›ç, Selim Korkmaz, Biyoloji Lise 3, MEB Bas›mevi, ‹stanbul, 2000, s. 165. 254. David Raup, "Conflicts Between Darwin and Paleontology", Bulletin, Field Museum of Natural History, vol. 50, January 1979, s. 24. 255. Stefan Bengston, Nature, vol. 345, 1990, s. 765. 256. Charles Darwin, The Origin of Species: A Facsimile of the First Edition, Harvard University Press, Harun Yahya (Adnan Oktar) 1964, s. 302. 257. Stefan Bengston, Nature, vol. 345, 1990, s. 765. 258. Boyce Rensberger, The Washington Post, November 19, 1984. 259. Richard Leakey, The Making of Mankind, Sphere Books, London, 1981, s. 62. 260. H.S. Lipson, "A Physicist's View of Darwin's Theory", Evolution Trends in Plants, vol. 2, no.1, 1988, s. 6. 261. Ann Gibbons, "Plucking the Feathered Dinosaur", Science, vol. 278, no. 5341, 14 Nov 1997, ss. 1229-1230. 262. Duane T. Gish, Evolution: The Fossils Still Say No, ICR, San Diego, 1998, s. 103. 263. Robert L. Carroll, Vertebrate Paleontology and Evolution, s. 336. 264 "Evolution's Erratic Pace", Stephen Gould, May›s 1977, Natural History, cilt 86, ss. 12-16. 265 "Evolution's Erratic Pace", Stephen Gould, May›s 1977, Natural History, cilt 86, ss. 12-16. 266. Stephen M. Stanley, Macroevolution: Pattern and Process, W. H. Freeman and Co., San Francisco, 1979, ss. 35, 159. 267. S. J. Gould, "Return of the Hopeful Monster", The Panda's Thumb, W. W. Norton Co., New York, 1980, ss. 186-193 268. Loren Eiseley, The Immense Journey, Vintage Books, 1958, s. 186; Norman Macbeth, Darwin Retried: An Appeal to Reason, Harvard Common Press, New York, 1971, s. 33. 269. Norman Macbeth, Darwin Retried: An Appeal to Reason, Harvard 223 224 NOTLAR Common Press, New York, 1971, s. 33. 270. Loren C. Eiseley, The Immense Journey, Vintage Books, 1958, s. 186; Norman Macbeth, Darwin Retried: An Appeal to Reason, Harvard Common Press, New York, 1971, s. 36. 271. Edward S., Jr., The Reply: Letter from Birnam Wood, Yale Review, vol. 61, 1967, ss. 631-640. 272. Prof. Dr. Muammer Bilge, Hücre Bilimi, s. 59. 273. Prof. Dr. Ali Demirsoy, Kal›t›m ve Evrim, Meteksan Yay›nlar›, Ankara, 1984, ss. 65, 72. 274. M. Y›lmaz Öner, Canl›lar›n Diyalekti¤i ve Yeni Evrim Teorisi, ss. 84-89. 275. Prof. Dr. Ali Demirsoy, Kal›t›m ve Evrim, Meteksan Yay›nlar›, Ankara, 1995, s. 73. 276.http://www.flash.net/~rdwillia/Evlu tn1.htm 277.http://www.flash.net/~rdwillia/Evlu tn1.htm 278. John E. Hill, James D. Smith, Bats: A Natural History, British Museum of Natural History, London, 1984, s. 33. 279. L. R. Godfrey, "Creationism and Gaps in the Fossil Record", Scientists Confront Creationism, W. W. Norton and Company, 1983, s. 199. 280. Robert Shapiro, Origins: A Sceptics Guide to the Creation of Life on Earth, Summit Books, New York, 1986, s. 127. 281. Fred Hoyle, Chandra Wickramasinghe, Evolution from Space, New York, Simon & Schuster, 1984, s. 148. 282. Fred Hoyle, Chandra Wickramasinghe, Evolution from Space, New York, Simon & Schuster, 1984, s. 130. 283. Wynne-Edwards, V. C., "Self Regulating Systems is Populations of Animals", Science, vol. 147, 1965, ss. 1543-1548; Wynne-Edwards, V.C., Evolution Through Group Selection, London, 1986. 284. A. D. Bradshaw, "Evolutionary significance of phenotypic plasticity in plants," Advances in Genetics, vol. 13, ss. 115-155; Lee Spetner, Not By Chance!: Shattering the Modern Theory of Evolution, The Judaica Press, Inc., New York, 1997, ss.16-17. 285. Andy Coghian, "Suicide Squad", New Scientist, July 10, 1999. Evrim Açmaz› (Ansiklopedik)