MİKROORGANİZMALAR VE STERİLİZASYON ESASLARI MİKROORGANİZMALARIN YAPILARI VE SINIFLANDIRILMASI Mikrobiyoloji Nedir? Birçoğu ancak mikroskopta görülebilen, küçük canlıları inceleyen bir bilim dalıdır. Mikrobiyoloji sözcüğü mikros, bios, logos kelimelerinin birleşmesinden meydana gelmiştir. Yunancada; mikros küçük, bios yaşam, logos bilim anlamına gelmektedir. Mikroorganizmalar nerelerde bulunurlar? Mikroorganizmalar ; insanlar, hayvanlar ve bitkilerle birlikte ve bunların dışındaki çevrede çok yaygın olarak her yerde bulunurlar. Mikroorganizmalar deri, boğaz, burun, barsak gibi vücudumuzun çeşitli bölgelerinde yer alabildiği gibi, teneffüs ettiğimiz hava, çevremizdeki eşyalar toprak ve su gibi dış ortamlarda da bulunabilirler. Sonuç Olarak Mikrobiyolojinin Tanımı… Mikrobiyoloji, Mikroorganizmaların özelliklerini, yüksek canlılarla ve birbirleriyle ilişkilerini inceleyen bir bilim dalıdır. Mikrobiyoloji geniş kapsamlı bir bilim dalı olup, birçok dallara ayrılır. Bunların başlıcaları; tıbbi mikrobiyoloji, toprak, tarım, su mikrobiyolojisi, endüstriyel mikrobiyoloji ve uzay mikrobiyolojisidir. Tıbbi mikrobiyoloji bir çok alt bilim dallarını kapsamaktadır. Başlıcaları, genel mikrobiyoloji, bakteriyoloji, immunoloji, viroloji, parazitoloji ve mikoloji olup, her biri ayrı bilim dallarını oluşturmaktadır. MİKROBİYOLOJİNİN TARİHÇESİ VE KAPSAMI Mikrobik hastalıklar eski uygarlık dönemlerinde insanların ilgisini çekmiştir. Eski Mısırlılar leprayı, trahomu, dizanteriyi, bel soğukluğunu, Eski Çinliler çiçeği, Hintliler kolerayı tanıyorlardı. Üç bin yıl önce Filistinliler vebayı ve bu hastalığın farelerle ilişkili olduğunu biliyorlardı. Milattan önce 460 yılında İstanköy'de doğan Hipokrat, kendi adını taşıyan eserinde bulaşıcı hastalıklara yer vermiştir. Daha sonra Bergamalı Galen, sıtma nöbetlerinden söz etmiştir. Zekeria el Razi (M.S.900), yazdığı eserlerinde çicek ve kızamık hastalıklarından bahsetmiş ve bulaşıcı hastalıkları fermantasyona benzetmiştir. Milattan sonra 980-1038 yılları arasında yaşamış İbni Sina, hastalıkları gözle görülemeyecek kadar küçük bazı etkenlerin yaptığına inanmış ve korunmada temizliği esas kabul etmiştir. 1546'da Venedikli hekim ve şair Fracastro yayınladığı eserinde hastalık etkenlerinin hasta insanların vücudunda çoğalabildiğini ve sağlam insanlara direkt, hava ve eşya yoluyla bulaşabildiklerini belirtmiştir. Mikrobiyoloji tarihine kısaca göz atılırsa 1665 yılında Robert Hooke'un mikroskopla yaptığı incelemeleri kapsayan Mikrographia adlı eseri, Hollandalı bir tüccar olan Antoni van Leeuwenhoek'un 1674'de tatlı suda yaşayan mikroorganizmaların bazılarını, 1680'de maya mantarlarını ve kendi dışkısında Giardia intestinalis olduğu kabul edilen protozoonları belirlemesi dikkati çeker. 1798'de Jenner inek çiçeğini insana bulaştırmak suretiyle çiçek hastalığına karşı koruyuculuk sağlayarak, immunolojinin temelini atmıştır. 1820'de sıtma tedavisinde kinin uygulanmış, 1839'da Davies ilk defa yara dezenfeksiyonunda iyodu kullanmıştır. 1837'de Magendie, önceden yabancı serum injekte edilen köpeklerin, aynı serumun tekrar injeksiyonunda ağır ve hatta öldürücü olabilen şok geçirdiklerini gözlemlemiş, bu olay bağışıklık bilimindeki önemli bir konuya, anaflaktik reaksiyonların varlığına dikkati çekmiştir. 1854'de kolera etkeni, 1873'de Hansen tarafından lepra basili bulunmuştur. 1867'de modern anlamda antisepsinin temelleri atılmıştır. Bu tarihte Lister antiseptik cerrahi üzerine ilk yazısını Lancet dergisinde yayınlamıştır. 1879'da bel soğukluğu hastalığının etkeni olan gonokoklar, Neisser tarafından bulunmuş ve daha sonra Neisseria gonorrhoeae olarak adlandırılmıştır. 1882'de Koch, verem mikrobunu bulmuş, Ehrlich ise verem mikrobunun boyanma yöntemini tarif etmiştir. 1884 yılında fagositoz olayı tarif edilmiş, Gram kendi adıyla anılan Gram boyama metodunu tanımlamış, Pasteur tarafından kuduz aşısı bulunmuş, bir yıl sonra da bu aşıyı insana uygulamıştır. 1887 'de Bruce malta ateşinin etkenini bulmuş, Petri kendi adıyla anılan ekim kutularını kullanmıştır. 1890'da Koch tüberkülini tarif etmiştir. 1900 yılında Landsteiner ABO kan grup sistemlerini bulmuştur. 1921 de Calmette ve Guérin 15 yıl süren çalışmaları neticesinde buldukları BCG aşısını dünyaya tanıtmışlardır. 1929 Fleming penisilini bulmuştur. 1931 yılında viruslar tavuk embriyosunda üretilmişlerdir. 1940 yılında elektron mikroskobu mikrobiyolojide kullanılmaya başlanmıştır. 1941'de anne ile baba arasındaki kan uyuşmazlığına neden olan Rh antikorları gösterilmiştir. 1944'de Streptomisin bulunmuş, 1952'de Histamin gösterilmiş, 1953 de ölü çocuk felci aşısı yapılmış, 1955'de canlı çocuk aşısı geliştirilmiştir. 1957'de interferon tarif edilmiş, 1965'de Hepatit B virusuna ait yüzeyel bir antijen olan "HBS (Hepatitis B surface) Antijeni o zamanki adıyla Avustralya (Au) antijeni - " bulunmuştur. 1969'da immunoglobulin G'nin yapısı tanımlanmıştır. 1975'de monoklonal antikorlara ilişkin teknikler geliştirilmiştir ve birçok alanda güncelliğini sürdürmektedir. 1980'de AİDS ile ilgili ilk olgular bildirilmiş, tıp çevreleri ile tüm dünyada bu konu yıllarca süren ve süreceği beklenen ilgi yoğunluğuna hedef olmuştur. Yine aynı yılda, doku ve organ transplantasyonlarında araştırılması gereken doku uygunluk antijenleri (HLA) bulunmuştur. Mikroorganizmaların Sınıflandırılması Mikroorganizmalar keşfedilmeden önce canlıların sınıflandırılması; bitkiler hayvanlar 1866'da Haeckel canlılar içerisinde üçüncü bir alem olan PROTİSTA'ların bulunduğunu bildirmiştir. Yapılarına bakarak mikroorganizmalar; üç büyük grupta toplanmaktadır. 1. Ökaryotik hücre Bitki ve memeli hücresini andıran hücrelere benzerlik gösterir, gerçek çekirdekli anlamına gelir, ve günümüzde protista terimi ile aynı anlama gelir 2. Prokaryotik hücre Daha ilkel yapıdaki hücrelerdir 3. Virüsler bir hücre yapısı göstermeyen, ve tek başlarına metabolizma aktiviteleri bulunmayan mikroorganizmalar. Virüslerin yapısında; genetik özellikleri taşıyan bir nükleik asit (DNA veya RNA) ve onu çevreleyen en azından bir protein kılıf bulunur. Virüslerin dışında; yapıları daha da basit olan ve bitkilerde ve büyük olasılıkla hayvanlarda da hastalandırıcılık özelliği gösteren, yapıları kılıfsız kısa bir RNA molekülünden oluşmuş, virüslerden daha küçük oluşumlar vardır. Bunlara viroid adı verilir. Mikroorganizmaların Sınıflandırılması Ökaryotik Mikroorganizmalar (Protistalar) •Algler •Protozoonlar •Mantarlar -Küfler -Mayalar Prokaryotik Mikroorganizmalar •Arkhebakteriler •Siyanobakteriler •Bakteriler -Öbakteriler -Spiroketler -Klamidyalar -Riketsiyalar -Mikoplazmalar Virüsler ve Viroidler Son zamanlarda Nükleik asit (DNA veya RNA) içermeyen ANCAK Protein yapısında bazı oluşumların hastalık etkeni olabileceği saptanmıştır. Bu oluşumlara prion adı verilir. Koyunlarda scrapie (kaşıntılı hastalık) prionların oluşturduğu hastalığa bir örnektir. İngiltere'de ortaya çıkan ve ineklerde görülen, aslında kuzulardan ineklere geçen BSE (Bovine Spongy Encephalitis) hastalığının nedeni bir priondur. Prion sert ve ısıya dayanıklıdır (130 °C 1 saat). Midede denature olmadan beyin ve omuriliğe geçer. Beyinde amiloid birikimi sonucu süngerleşme ve patolojik değişiklikler sonucu deli inek olarak bilinen hastalık ortaya çıkmaktadır. Ökaryot ve prokaryot hücreler arasındaki farklar; Ökaryot hücrede gerçek çekirdek var, prokaryot hücrede yoktur. Ökaryot hücrede nükleik asidler düz, prokaryot hücrede ise çembersel yapıdadır. Ökaryot hücrede nükleik asid sentezi belirli bir dönemde iken prokaryot hücrede devamlıdır. Ökaryot hücrede çekirdekçik var, prokaryot hücrede yoktur. Her iki hücrede de ribozom vardır. Ancak ökaryot hücrede çökme hızı 80 s, prokaryot hücrede 70 s dir. Golgi cihazı ökaryot hücrede var, prokaryot hücrede yoktur. Prokaryot hücre duvarında murein tabakası vardır. VİRÜSLER Organizmaya giriş yolu ne olursa olsun; Genellikle her virus belirli bir doku ya da organa yerleşme eğilimi gösterir. Örneğin, kuduz ve çocuk felci virusları sinir sistemine, sarılığa neden olan Hepatit A ve B virusları karaciğere, rotavirus sindirim sistemine yerleşirler. Virusların üretilmeleri için doku kültürleri, embriyonlu yumurta ve deney hayvanları kullanılır. Üretilmeleri özel teknikler gerektirir, güç ve masraflıdır. Çok küçük yapıda olduklarından normal mikroskopta görülemeyip ancak elektron mikroskobunda görülebilirler. Viral hastalıkların laboratuvar tanısında antijen ya da antikorların gösterildiği serolojik testlerden yararlanılır. Mikoloji Mantarları inceleyen bilim dalıdır. Bu güne kadar 100.000'e yakın türü belirlenmiş olmakla birlikte mantarların insanlarda ancak 100 kadarı hastalık oluşturabilir. Mantarların insanlarda oluşturdukları hastalıklara mikoz denir. Mantar türleri toprak ve çevreye bağlı olarak dağılım gösterdiklerinden bazı mikozlar için coğrafi dağılım söz konusudur. Mantarlar (Funguslar) ökaryotik hücre yapısında protistalardır. Mantarlar klorofilsiz, fotosentez yapmayan, absorbsiyonla beslenen genellikle tek hücreli bazen de çok hücreli canlılardır. Mantarlar bakterilerin tersine, sporları ile ürerler. İki çeşit spor oluştururlar. Bunlar hücre çekirdekleri arasında birleşme olmaksızın oluşan eşeysiz sporlar, hücre çekirdeklerinde birleşme sonrasında oluşan eşeyli sporlardır. Mantarlar görünüm bakımından iki çeşit yapı gösterirler. 1.Bazı mantarlar ipliğimsi görünüme sahip küf mantarlarıdır. 2.Bazı mantarlar ise maya kokusunda ve krem kıvamındadır ki bunlara maya mantarları denir. Mantarlara, yaşadığımız çevrede her an rastlamamız mümkündür. Özellikle bozulmuş limon, ekmek... gibi gıda maddelerinin üzerinde sıklıkla küf mantarlarını görebiliriz. Mantarlar endüstriyel amaçla da kullanılırlar. Mantarların sentezlediği ve mantarlardan elde edilen vitaminler, antimikrobik maddeler ve bazı ilaçlar vardır. . Küf mantarlarının oluşturdukları ipliksi oluşumlara hif denir. Hifler çok çeşitli mikroskopik görünümlerde olabilirler. Hif yığınlarına miçelyum adı verilir. Mikroskobik özelliklerinden türün tanımlanmasında yararlanılır. Miçelyumlar çevre koşulları uygun olduğunda sporlar yaparlar. Olgunlaşan sporlar, uygun çevre koşullarında kendi türlerine özel mantarlar oluştururlar. Sporlar yıllarca canlılıklarını koruyabilirler. Eşeyli (seksüel) sporlar; zigospor, bir kese içerisinde askospor ve basidium içerisinde basidiosporlardır. Eşeysiz (seksüel olmayan) sporlar; hifler üzerinde tomurcuklanarak oluşan blastosporlar, çeperi kalınlaşıp, protoplazması yoğunlaşan hücrelerden klamidosporlar ve hiflerin septalarla bölünmesiyle oluşan artrosporlardır. Mantarların sınıflandırılması aşağıdaki gibidir. ■ Phycomycetes ■ Ascomycetes ■ Basidiomycetes ■ Fungi imperfecti Fungi imperfecti sınıfında genellikle insanlarda hastalık yapan mantar türleri yer alırlar. Mikozlar ana olarak, ■ Yüzeyel mikozlar ■ Derin mikozlar, olarak ikiye ayrılırlar. yüzeyel mikoz ; Deri, mukoza, tırnak, saç, kıl gibi vücudun dış bölgelerine yerleşen mantar infeksiyonlarıdır. derin mikoz; Organ yerleşimli, derin dokuları tutan ve genellikle tüm sistemlere yerleşme yeteneğinde olan mantar infeksiyonlarIdır. Derin mikozlar daha seyrek olup insandan insana bulaşması zordur. Etkenin deri aracılığı ile girmesi sonucu deri altı dokularına uzanan mikozlara "subkutanöz" tanımlaması yapılır. Ayrıca, genellikle immün yetmezlikli, doku-organ nakli yapılmış ve immün sistemi baskılayan ilaçlar kullanılan hastalarda "fırsatçı mikoz"lara rastlamak mümkündür. Mantarlar besiyerlerinde üretilerek koloni yapıları ve mikroskobik görünümleri ile tanımlanmaya çalışılır. Gerektiğinde özel besiyeri ortamlarına ekilir ya da biyokimyasal özellikleri ile özel incelemeler yapılır. Mikozlarda hastalık yapan etken ve yapıları direkt mikroskobik incelemeye alınırlar. Doğrudan ya da KOH veya laktofenol boyaları ile boyanırlar. Mantarlara ait çeşitli oluşumlar görülmektedir. (A. Maya hücreleri B. Hif çeşitleri C. Klamidospor D. Artrospor E. Zigospor F. Penisilyum G. Makrokonidi H. Askospor) Parazitoloji; Parazitoloji kapsamı içerisinde protozoonlar, helmintler artropodlar yer alır. ■ Protozoonlar Protozoonların denizlerde, tatlı sularda, nemli yerlerde serbestçe yaşayanları olduğu gibi başka canlılarda sığıntı, yardımlaşıcı ve parazit olarak da yaşayanları vardır. Protozoonlar genellikle ancak mikroskopla görülebilen canlılardır. Bu mikroorganizmaların gerçek bir çekirdek,sitoplazma ve hücre zarları vardır. Bir çok protozoonun etraflarında sert bir zar bulunur. Böylece olumsuz çevre şartlarına daha dirençli, fakat dışarıdan besin almayan ve büyümeyen şekilleri oluşur. Protozoonların bu şekillerine KİST denir. Bunun tersine, sert bir duvar yapısı bulunmayan, dış ortamdan besin maddeleri alıp beslenebilen protozoon şekillerine ise TROFOZOİD veya VEJETATİF şekil denir. Genellikle kist şekilleri bulaşıcılıktan, vejetatif şekiller hastalık tablosunun oluşumundan sorumludurlar. Protozoonlardan Trichomonas vaginalis ve Giardia lamblianın (G. intestinalis) kist ve trofozoid şekilleri görülmektedir. İnsanlarda hastalık oluşturan protozoonların bir kısmı sadece insanda yerleşirken, bir kısmı da başka memelilerde yaşayabilir. Bazı protozoonlar ise insanda hastalık oluşturabilmesi için öncelikle bir eklembacaklı vücudunda evrim geçirir, daha sonra insanlara bulaştırılır. Bunun en güzel örnekleri, sıtmanın sivrisineklerle, şark çıbanının tatarcıklarla insanlara bulaştırılmasıdır. Helmintler (Solucanlar); Tıbbi önemi olan solucanlar, trematodlar, sestodlar nematodlardır. Trematodlar vücudları yaprak şeklinde, halkalara ayrılmamış, sindirim sistemleri basit ve kör bir kese şeklinde özel yapışma aygıtına sahip solucanlardır. Trematodların larva şekillerinin vücutları kirpiklidir. Schistosoma'lar hariç bütün trematodlar hermafrodittir, yani erkek ve dişilik organları aynı parazit üzerindedir. Sestodlar, vücudları yassı, halkalara ayrılmış, sindirim sistemleri bulunmayan, besinlerini osmosla sağlayan, hepsi hermafrodit, 3-5 mm olabildikleri gibi, 8-10 metre uzunluğa sahip olan türleri de bulunan solucanlardır. Sestodlar şeritler (tenya) olarak da adlandırılır. Balıklardan, sığırlardan, domuzlardan ve köpeklerden insanlara geçebilen şeritler vardır. Nematodlar ipsi solucanlar olarak ta adlandırılırlar. Sindirim boruları tamdır. Erkek ve dişileri ayrı ayrıdır. Nematodların boyları türlere bağlı olarak bir kaç milimetreden birkaç metreye kadar değişir. Bu gurupta yer alan başlıca solucanlar askaris, kancalı kurtlar ve kılkurdudur. Çeşitli sestod ve nematod yumurtaları görülmektedir. (A: Askaris B: Kıl kurdu C: Tenya türleri) Artropotlar (Eklem bacaklılar) karada ve sularda yaşayıp bağımsız hareket edebilme yeteneğinde olan canlılardır. Eklembacaklılar bazı hastalık etkenlerini insanlara bulaştırırlar. Kan emerek ya da zehirleri aracılığı ile insanlara zarar verirler. Bunların başlıcaları sivrisinekler, pireler, tahta kuruları, bitler, kene ve akreplerdir. MİKROORGANİZMALARIN ADLANDIRILMASI Mikroorganizmaların adlandırılmasında çift ad kullanılmaktadır. Mikroorganizmaların adlandırılmasında kullanılan ilk ad cins adıdır ve büyük harf ile başlar. İkinci ad ise tür adıdır ve eğer özel isim değil ise mutlaka küçük harf ile yazılır. Mikroorganizma adları italik harfler ile veya koyu renkte ya da olmazsa altları çizilerek yazılır. Örnek olarak Staphylococcus aureus, Salmonella typhi... gibi. Mikroorganizmanın adı genelde kendisine ait bir özelliği veya oluşturduğu hastalığı ya da hastalığın görüldüğü coğrafi bölgeyi belirtir. Bazen etkeni ilk tanımlayan kişinin adını alır. Örnek olarak staphylococcus üzüm salkımı şeklindeki dizilişten, haemophilus bakterinin kan sever özelliğinden, Mycobacterium tuberculosis, tüberküloz hastalığını oluşturmasından bu adları almışlardır. BAKTERİLERİN YAPI VE FİZYOLOJİLERİ BAKTERİLERİN YAPISI Bakteriler mikroskobik görünüm bakımından; yuvarlak, çomak sarmal şekiller olmak üzere üç ana grupta toplanırlar. Yuvarlak Şekilli Bakteriler (Koklar) : Ortalama 0.8-1.5 mikrometre (μm) boyutlarında yuvarlak şekilli bakterilerdir. Koklar ikili (diplokok), zincir şeklinde (streptokok) veya üzüm salkımı şeklinde (stafilokok) diziliş gösterebilirler. Diplokoklar, yuvarlak bakterilerin bölünmeleri esnasında birbirlerinden ayrılmayarak ikişerli olarak kalmaları sonucu oluşur. Örnek olarak, Streptococcus pneumoniae, ters mum alevi şeklinde dizilim gösteren diplokoklardır. Üremeleri bir çizgi boyunca bölünmek suretiyle gerçekleşen yuvarlak şekilli bakteriler bir zincir oluşturur. Bu görünüme Streptokok denir. Bu gruba örnek olarak, irinli infeksiyonlarda etken olan Streptococcus pyogenes'i verebiliriz. Bazı yuvarlak şekilli bakteriler üç boyut halinde de üreyebilirler. Bunların dizilimi üzüm salkımını andırdığından stafilokoklar olarak adlandırılır. Streptococcus aureus, bu grubun tipik örneğini oluşturur. Çomakcık Şeklindeki Bakteriler (Basiller): Silindir şeklindeki bakterilerdir. Ortalama 0,5- 1 μm. eninde 1-5 μm boyundadırlar. Kokobasil şeklinden büyük bir basil şekline kadar değişen uzunlukta olabilirler. Zincir biçiminde ve uc uca dizilebilirler. Bu görünüm streptobasil olarak tanımlanır. Sarmal Şekilli Bakteriler: Sarmal bakteriler yalnız bir kıvrımlı olabildiği gibi, bazen de 10- 15 kıvrıma sahip olabilirler. Sarmal bakteriler iki gruba ayrılır. Birinci gurupta vücutları yumuşak, bükülebilen ve kıvrılarak yılansı hareket edebilen bakteriler (spiroketler), ikinci grupta ise sert vücutlu, kıvrılmayan sarmal şekilli bakteriler bulunmaktadır. Kolera etkeni tek kıvrımlı bu tür bakterilere örnek verilebilir. BAKTERİ HÜCRESİNİN YAPISI Bakteriler prokaryot hücre yapısındadırlar. Genel olarak prokaryot hücre daha basit yapı göstermektedir. Bakteri hücresinde başlıca şu oluşumlar yer alır: Çekirdek, Sitoplazma, Hücre zarı, Hücre çeperi. Bazı bakteri hücrelerinde ise kapsül, kirpikler, piluslar bulunur ve spor oluşturabilirler. Çekirdek (Nükleus): Elektron mikroskobu ile yapılan incelemelerde bakteri kromozomu hücrenin ortasında, 1 mm. uzunluğunda, çift iplikli tek bir DNA molekülünden oluşmaktadır. Bakteri DNA'sı çembersel yapıda ve bir yün yumağı gibi birbiri üzerine sarılmış halde bulunur. Bakteri çekirdeğinde kromozomun etrafında bir nükleoplazma ve bunu çevreleyen çekirdek zarı yoktur. Bakteri DNA'sı sitoplazma zarında bulunan septal mezozoma bağlıdır. DNA sentezi bu bağlantı noktasından başlar. Bakteri hücresinde mitoz aygıtı yer almaz. Sitoplazma En önemli özelliği çok yüksek osmotik basınca sahip olmasıdır (5-20 atmosfer). Endoplazmik retikulumu bulunmaz. Ribozomları vardır. Golgi aygıtı, mitokondri, sitoplazma hareketi ve vakuolleri yoktur. Bakteri sitoplazmasında eskidikçe çoğalan çeşitli granüller (tanecikler) oluşur. Granül oluşumu bakterinin ürediği ortamla ilgilidir. Özellikle iyi üreme koşullarında bakterilerin sitoplazmalarında madde birikimleri olur. Bu oluşumlar inklüzyon granülleri adı da verilmektedir. Bakterilerin tanımlanmalarında yararlanılan yapılardır. ■ Hücre Zarı (Sitoplazmik Zar) Sitoplazmanın etrafını saran bir zardır. Temel yapısını fosfolipid ve proteinler oluşturur. Prokaryot hücre zarı ile ökaryot hücre zarları arasında pek fark yoktur. Prokaryot hücre zarı ökaryot hücreden farklı olarak sterol içermez. Sitoplazma zarı bazı bölgelerde bakteri içerisine doğru uzantılar meydana getirir. Bunlara mezozom adı verilir. Sitoplazma zarında iki tip mezozom yer alır. Bunlardan septal mezozom DNA'nın bölünmesinde rol oynamaktadır. Sitoplazma Zarının Görevleri: ■ Seçici geçirgen özellikte olup aktif transport yapar. Bu şekilde hem hücre içi basıncı 5- 20 atmosfer civarında tutulmuş, hem de bakteri için gerekli maddeler içeri alınmış olur. ■ Üzerinde solunum enzimlerini taşır ve solunum işlevi bu zarda yürütülür. ■ Sindirim işlevini yürütür. Besinleri parçalayıcı enzimleri hücre dışına salgılar. Daha sonra dış ortamda parçalanan besinleri hücre içine alır. ■ Biyosentez görevini yürütürler (DNA, murein, fosfolipid...v.b.). ■ DNA oluşumu için gerekli proteinlerin bulunduğu yer sitoplazmik zarın mezozomudur. Hücre Duvarı Mycoplasmalar hariç bütün bakterilerde hücre duvarı bulunur. Sitoplazma zarını çevreler. Sitoplazma zarı son derece dayanıksız olup bakteri hücre duvarı sayesinde bütünlüğünü koruyabilir. Bakteriye şeklini verir. Hücre duvarının bütünlüğü bozulursa bakteri ölür. Bütün bakterilerin hücre duvarında murein tabakası bulunur. Bu tabakanın kalınlığı Gram pozitif bakterilerde Gram negatif bakterilere oranla daha fazladır. ■ Kapsül Bazı bakterilerde bulunur. Kapsül jel kıvamındadır ve ancak %2 oranında katı madde içerir. Kapsül bakteriyi fagositoza karşı korur. Genelde iyi bir antijenik özellik gösterdiğinden bakterilerin serotiplendirilmesinde önemli bir rol oynar. Dış ortam şartları bakteri lehine olduğu zaman kapsül yapımı söz konusudur. Kirpikler (Flageller) Bazı bakterilerde bulunan hareket organelleridir. Kirpikler (= flajel) protein tabiatında ve sitoplazmadan köken alan uzantılardır. Kirpikler sayesinde hareketli bakteriler besin kaynaklarının olduğu bölgeye daha kolaylıkla gidebilirler. Kirpiğin şekline göre bakteriler isimler alırlar. Kirpiksiz (atriş), tek kirpikli (monotriş), karşılıklı kutuplarında birer kirpikli (amfitriş), bir kutbunda birden fazla kirpikli (löfotriş) ve bakterinin tüm çevresinde fazla sayıda kirpikli (peritriş) olmak üzere bulunabilirler. ■Fimbria (Pilus) Fimbrialar bakterinin her yönünden çıkar. Flagele göre daha kısa olup, hareketle ilgisi yoktur. Bakterilerde basit ve seks pilusu olmak üzere iki çeşit pilus bulunur. Basit piluslar bakterilerin hücre yüzeylerine yapışmasını sağlarlar. Seks pilusu ise bakteriler arası genetik madde aktarımından sorumludur. ■ Spor Spor bakterinin canlı ancak uykudaki şeklidir. Bazı bakteriler bulundukları ortamın şartları bozulduğunda spor yapabilme yeteneği kazanırlar. Bu olaya sporulasyon denir. Bir bakteriden spor, bir spordan da bir bakteri meydana gelir. Spordan normal bakteri haline dönme işlemine germinasyon denir. Sporlar, bakteri içerisinde değişik yerleşim gösterebilirler. Spor yerleşim yeri ortada ise (santral), Kenarda ise (terminal), Kenara yakın ise (subterminal) spor olarak adlandırılır. Sporlu bakteriler dış çevre şartlarına dayanıklı olup genellikle dış ortamdan girerek tetanoz gibi bazı hastalıklara neden olurlar. MİKROORGANİZMALARIN KİMYASAL YAPISI Bütün canlı hücrelerde olduğu gibi bakteri hücresinin yapısında organik maddeler, inorganik maddeler ve su bulunur. Su, genel olarak bakterilerin %70-90'lık kısmını oluşturur. Bakteri sporlarında bu oran %40-50'ye düşer. Organik maddeler kuru ağırlığın %5090'ını oluşturur. Organik maddelerin başlıcaları, Proteinler, Karbonhidratlar, Lipidler ve Nükleik asidlerdir. Bakterilerde en çok karbon, hidrojen, oksijen, azot, kükürt, fosfor gibi elementlerin yanı sıra Daha az oranda da sodyum, potasyum, magnezyum, klor, demir, bakır, çinko bulunmaktadır. Bakterilerin yapısındaki karbonhidratlar, polisakkarit şeklinde, glikoprotein yapısında olabilirler. Cins ya da tipe özgü özellikleri nedeniyle serolojik ayırıcı tanıda kullanılabilirler. Lipidler, bazı bakterilerde yüksek oranda bulunurlar. Proteinlerle birleşmiş yapılar da oluşturabilirler. İnorganik maddeler, bakteri kuru ağırlığının %2 -30'u arasında değişir. Daha çok tuzlar şeklinde bulunurlar. Nükleik asitler, nukleusta bulunan DNA ve sitoplazmada yer alan RNA 'ların yapısında yer alırlar. Viruslar da DNA ve RNA'dan yalnızca birisi bulunurken, prion yapılarında hiç nükleik asit bulunmamaktadır. Viruslarda proteinler; kapsidde, glikopretinler; zarf yapılarında yer alırlar ve viruslara değişik özellikler sağlarlar. Lipidler, virusların zarf kısmında yer alırlar ve bulundukları viruslar etere duyarlı özellik taşırlar. Mikroorganizmaların Beslenmesi ve Üremesi için Gerekli Maddeler ■ Su: Bakterilerin %70 -90'ını oluşturur, beslenme ve üreme için gerekli temel maddedir. Ortamdaki besin maddelerinin kullanımı, suda çözülmüş olarak sağlanır. Enzimatik ve metabolik aktivitelerin devamı için su gereklidir. ■ Karbon Kaynağı: Bütün mikroorganizmaların bir karbon kaynağına gereksinimleri vardır. Bu amaçla farklı karbon kaynakları kullanılabilir. Ototrof mikroorganizmalar, CO2 veya karbonatlardan, Heterotroflar, organik karbon kaynaklarından yararlanırlar. Azot Kaynağı: Mikroorganizmaların protein, nükleik asit ve enzim yapılarında yer alan azot için, bazı mikroorganizmalar atmosfer azotunu kullanırlar. Birçoğu ise, amonyum tuzları veya nitrat, nitrit ve amino asitlerde yer alan azottan yararlanırlar. ■ Mineraller: Yapı maddelerinin sentezi ve enzim aktiviteleri için bazı minerallerin ortamda bulunması gerekir. Başlıcaları kükürt, fosfor ile Ca, Mg, Fe, K, Mn, CO, Cl, Cu, Zn v.b. gibi iyonlardır. ■ Hidrojen Verici ve Hidrojen Alıcı Maddeler: Hidrojen alıcı maddeler; oksidoredüksiyon reaksiyonları için gereklidir. Hidrojen alıcı madde, aerop üreme özelliğindeki mikroorganizmalar için oksijen, anaeroplar için inorganik veya organik maddelerdir. Hidrojen verici maddeler; tüm mikroorganizmalar için gerekli olan okside olabilen özelliktedirler ve enerji sağlarlar. Gelişme Faktörleri ve Vitaminler: Mikroorganizmalardan bazılarının gelişmesi için gerekli olup, sentez edilmediğinden dışarıdan eklenen organik maddelerdir. Bazı mikropların çok sayıda gelişme faktörüne ihtiyaçları vardır. Pantotenik asit, biyotin, nikotinik asit, folik asit, glutamik asit, riboflavin, yağ asitleri, hematin v.b. örnek olarak verilebilir. ■ Oksijen: Mikroorganizmaların biyolojik oksidasyonları için; ya atmosfer oksijeni reaksiyona katılır ya da dehidrojenasyon yolu kullanılır. ■ Karbondioksit: Heterotrof bakterilerin çoğu atmosfer CO2 ile üreyebilirler. Bazıları için CO2 oranının %1020 ye çıkarılması gereklidir. Ototorof bakteriler ise, karbon kaynağı olarak CO2 'i kullanırlar. MİKROORGANİZMALARIN ÜREMESİNE ETKİ EDEN ÇEVRE FAKTÖRLERİ ■ Isı ■ Hidrojen İyonları ■ Osmotik Basınç ■ Oksidasyon Redüksiyon Potansiyeli Sıvı bir ortamda bakterilerin oksijen gereksinimlerine göre üremeleri şematik olarak gösterilmiştir. Sıvı besiyerine belirli sayıda bakteri ekilecek ve düzenli aralıklarla bu besiyerinden alınınan örneklerde her milimetresindeki bakteri sayısı sayılacak olursa bunların düzenli ve aynı hızda üremedikleri görülür. Bakterilerin üremesi zamana bağlı olarak dört dönem halinde seyir gösterir. Bakteri üremesinde başlıca dört dönem vardır. ■ Başlangıç Dönemi: Bakteri bu dönemde çoğalma için hazırlıklarını yapar. Ortamdaki bakterilerin metabolizmaları artar. Bakteri bu dönemde cinsinin en büyük hacmine ulaşır. Bakterilerin üremesinde yavaş yavaş artma görülür. ■ Logaritmik Üreme Dönemi: Bakteri sayısının hızla arttığı dönemdir. Her 20 dakikada bakteri türünün sayıca iki katına çıkar. Bu dönemde bakteri cinsinin hacimce en küçük durumundadır. ■ Durma Dönemi: Bakterilerin üremesi devam ederken bir yanda da bakterilerde ölüm görülür. Ölen bakteri ile üreyen bakteri birbirine eşit olduğundan ortamdaki bakteriler sayıca değişmez. ■ Ölüm Dönemi: Ölen bakteri hücreleri sayıca artmıştır. düşer ve bakteri ölümü giderek artar, Sonuçta ortamda hiç canlı bakteri kalmaz. MİKROORGANİZMALARIN ENZİMLERİ VE METABOLİZMALARI Enzimler, protein yapısında, biyolojik kimyasal reaksiyonları katalize eden ve küçük miktarlarda bulunan ve organizma için önemli maddelerdir. Enzimler reaksiyon sonrasında harcanmaz ve ortamda kalırlar. Her enzimin bir substratı vardır. Her enzim özgül bir kimyasal reaksiyonu katalize eder. Mikroorganizma metabolik aktivitesini sürdürebilmesi için bir değil birden çok enzim sistemine ihtiyaç duyar. Bu nedenle mikrop metabolizmasında enzimler sistemi yer almaktadır. Bu enzimlerin bir kısmı hücre içinde (endoenzimler), Bir kısmı da hücre dışında (ekzoenzimler) görev yaparlar. Ekzoenzimler hücre dışında bulunan besinleri hücre içine alınacak hale getirir. Endoenzimler ise hücrenin yapı taşlarının oluşturulmasında ve hücre için gerekli enerjinin sağlanmasında görev alırlar. Enzimler çok etkili maddelerdir. Bir molekül enzim bir dakika içinde bir milyon substrat molekülünü etkileyebilir. Enzimler genellikle etkiledikleri maddenin sonuna ase (az) konarak adlandırılırlar. Örnek olarak, hydrolase (hidrolaz = hidroliz yapan), lactase (laktaz = laktozu parçalayan), ürease (üreaz = üreyi parçalayan). Bakteri enzimleri, yapı ve uyum enzimleri olarak ikiye ayrılırlar. ■ Yapı enzimleri: Bakteri hücresinde her zaman, yani sentezlenecek madde olmadan da vardır. Bu enzimler genelde bakterinin yapı taşlarının sentezinde görev alırlar. ■ Uyum enzimleri: Bir uyarı varlığında oluşan enzimlerdir. Uyarı bittiğinde miktarları çok azalır. Bir kısım enzimler işlevleri sırasında kendilerini aktive eden protein yapıda olmayan organik moleküllere gerek duyarlar. Bu moleküllere prostetik grup ya da koenzim adı verilir. Enzimlerin protein kısmına apoenzim, apoenzim ve koenzimden oluşan komplekse ise holoenzim denir. Apoenzimler özgül etki göstermelerine karşılık, Koenzimler bir çok apoenzime bağlanarak çeşitli kimyasal reaksiyonlara katılabilirler. Bazı enzimler ise, aktive olabilmek için koenzimler dışında kofaktör denilen bazı aktivatör maddelere ihtiyaç duyarlar. Bu enzimler kofaktör olmaksızın etkinlik gösteremezler. Kofaktörler çoğunlukla metalik iyonlardır. Başlıcaları ise Fe++, Mg++, Ce++, Zn++, Cu++'dur. Enzimler, aktivite gösterirken bir çok dış etmenden etkilenir. Bunların başlıcaları şunlardır. ■ Enzimler etkinlik gösterirken çevre ısısından direkt olarak etkilenirler. Her enzimin en etkin olduğu bir optimal, az etkin olduğu bir minimal bir de maksimal ısı sınırları vardır. ■ Ortamın pH derecesinden de enzimler etkilenir. Enzimlerin etkinlik gösterdikleri optimal, minimal ve maksimal pH değerleri bulunur. ■ Enzimlerin etkilediği substrat, ortamda ne kadar yoğun ise, enzim etkinliği o denli azalma gösterir. ■ Ortamda tuz yoğunluğu fazla ise enzimatik etkinlik azalır. ■ Ortamda bulunan çeşitli kimyasal maddeler, enzimlerin yapısında bozulmaya neden olacaklarından etkinliklerinde de azalmaya neden olurlar. ■ Ultraviyole, X ışınları gibi fiziksel etmenlerden enzimlerin işlevleri olumsuz etkilenir. Bir canlı içerisinde meydana gelen kimyasal reaksiyonların tümüne METABOLİZMA denir. Mikroorganizmaların 2000 kadar farklı kimyasal reaksiyonunun varlığı bilinmektedir. Metabolizma başka bir deyişle canlılarda meydana gelen anabolizma ve katabolizma olaylarının tümüdür. Katabolizma: Alınan besin maddelerinin yıkılıp enerji açığa çıkması olayına denir. Böylece mikroorganizma için gerekli enerji temin edilmiş olur. Anabolizma: Mikroorganizmayı oluşturmak için gerekli sentez işlemlerinin tümüdür. Sentez işlemi için gerekli enerji ise, genellikle adenozin trifosfat (adenosine triphosphate = ATP) tarafından karşılanır. NORMAL FLORALAR, ÖRNEK ALMA TEKNİKLERİ Sağlıklı insan vücudunda bulunan ve organizmaya zarar vermeden yaşayan mikroorganizma topluluklarına, vücudun normal mikrop florası denir. Organizmada iki çeşit flora bulunur. Bunlar, Kalıcı ve Geçici floradır. Kalıcı flora, vücudun belli bölgelerinde belli yaşlara göre, genellikle sabit olarak bulunan floradır. Çeşitli nedenlerle ortadan kaldırılsa bile, bir süre sonra tekrar kendiliğinden oluşur. Kalıcı floranın yanında, bazen patojen olan mikroorganizmaların, vücudun belirli bölgelerinde bir kaç saatten haftalara kadar değişebilen sürelerle kalmasıyla oluşan geçici flora bulunur. Geçici florada yer alan mikroorganizmalar, kalıcı flora ortadan kalktığında, hastalık oluşturabilirler. Kalıcı flora vücudun normal fonksiyonlarının sağlanmasında önemli rol oynar. Normal flora üyeleri, bulundukları yerleri değiştirmedikçe, aralarındaki denge ve organizmanın savunma gücü bozulmadıkça, hastalık oluşturmazlar. FLORANIN ORGANİZMADAKİ ROLÜ Florada bulunan mikropların çoğu kommensaldir. Bunlar vücudun ısısından, neminden,ve döküntü maddelerinden yararlanırlar ve zarar vermeksizin yaşamlarını sürdürürler. Bazı mikropların kommensallikten daha ileri olarak organizma ile mutuallik halde bulundukları bilinmektedir. Nitekim bağırsakta bulunan bakterilerin besinlerin artık maddelerine etkili olup pütrefaksiyon ve fermentasyon olaylarını dengede tutarak, birinin üstünlüğünden doğabilecek çeşitli rahatsızlıkları önlemede rolleri vardır. Yine bir bölgedeki flora bakterilerinin oluşturdukları ortam koşullarının bazı patojen bakterilerin yerleşmesini önledikleri bir gerçektir. Nitekim erişkin kadın vaginal florasındaki laktik bakterilerin vagina pH sını asitleştirerek gonokokların yerleşmesini güçleştirdikleri bilinmektedir. Normal floranın bulunduğu bölgede, dokuya yerleşme konusunda hastalandırıcı mikroplarla olan rekabeti nedeniyle vücudu enfeksiyonlardan korumada rol aldığı bilinmektedir. Mikroplu bir dünyada yaşamak zorunda olan mikroorganizmaların yaşamlarında floranın önemli bir rolü olduğu kesindir. Fakat acaba mikropsuz bir ortamda ve florasız yaşam olasımıdır? Flora yaşam için kesinlikle gereklimidir? Bu sorulara yanıt verebilmek için doğumdan itibaren mikropsuz koşullarda yaşatılmak suretiyle hayvan deneyleri yapılmıştır. Axenic (yabancısız) veya Gnotobiotic (Bilinen yaşamlı) yaşam adı verilen bu deneyler için özel aygıtlar kullanılır. Bunlar sayesinde farelerden maymunlara kadar çeşitli hayvanların aksenik yaşamı incelenebilmiştir. Çok steril koşullar altında ve sezeriyanla dünyaya getirilen hayvanlar her şeyi steril olan, içerisine giren havası filtreden içeriye verilen aygıtlar içerisine alınırlar. Steril olan besin maddeleri özel tertibatla içeriye verilen hayvanların artık maddeleri de aynı şekilde dışarıya alınarak sık sık gerek ortamın gerekse hayvanın,mikroplarla bulaşıp bulaşmadığı bakteriyolojik olarak kontrol edilir. Bu hayvanların aynı koşullarda birçok nesilleri üretilmiştir. Sonuç olarak anlaşılmıştır ki; Florasız Yaşam OLANAKLIDIR. Mikropsuz koşullarda (axenic) yaşayan hayvanlar normal ortamda bulunan hemcinslerinden daha sağlıklı ve uzun süre yaşarlar. Hücreleri de daha genç görünümdedirler. ANCAK Buna karşın diğerleri için tamamen zararsız olan bakterilerle karşılaştıklarında öldürücü enfeksiyon belirtileri gösterirler. Aksenik hayvanlarda enfeksiyonlar karşısında çok daha az antikor oluşur. Antijenlere karşı bağışık yanıt şiddeti normal hayvanlara göre azdır. Bu yüzden enfeksiyonlara daha duyarlıdırlar. O halde; Mikropsuz ortamda florasız yaşam olanaklı olmakla beraber bu dünya ortamında insan ve tüm canlılar mikropları ile beraber yaşamak zorundadırlar. Vücud Bölgelerinde Yer Alan Floralar ■ Deri Florası: Deri devamlı dış çevre ile ilişki içindedir. Bu yüzden, birçok mikroorganizma, geçici olarak deride bulunur. Derinin kalıcı florası, yaşanılan coğrafi bölge, giyilen elbiseler, temizlik ve salgı durumuna bağlı olarak, bazı değişiklikler gösterebilir. Deride en sık rastlanan flora üyeleri, aerobik ve anaerobik difteroid basiller, hemoliz oluşturmayan stafilokoklar ve streptokoklardır. Aşırı terleme, yıkanma ve banyo yapma, kalıcı deri florasında önemli değişikliklere neden olmaz. Yağ bezlerinden salgılanan uzun zincirli yağ asitleri, lizozim vb. enzimlerin varlığı, geçici flora mikroorganizmalarının sürekli üreyerek çoğalmalarına engel oluştururlar ■ Ağız ve üst solunum yollarının temel florası: Doğumdan yaklaşık 4-12 saat sonra oluşur. Çocukluk döneminde dişler çıkmadan önce stafilokoklar, Gram negatif diplokoklar ve difteroidler görülür. Dişler çıktıktan sonra, Streptococcus viridans floranın temel üyesi durumuna gelir. Anaerop spiroketler, Fuziform basiller de normal ağız florasında yer alırlar. Burun florasında ise difteroidler ve hemoliz oluşturmayan stafilokoklar ve streptokoklar bulunur. Boğaz florasında hemoliz yapmayan streptokoklar, neisserialer, stafilokoklar ve difteroidler yer alır. Soluk borusu (trakea) florası, boğaz florasına benzerlik gösterir. ■ Sindirim sistemi florası : Yemek borusunda (özofagus) az miktarda flora bulunur. Mide ortamı asid olduğundan, steril kabul edilir. Mideden sonra gelen sindirim kanalında, mikroplar gittikçe artar. Kalın barsağın sonlarına doğru dışkı kuru ağırlığının %10-20 sini bakteriler oluşturur. Barsak florasının %96-99 nu anaerop mikroorganizmalar, geri kalanını da aerop ve fakültatif anaeroplar oluşturur. ■ Göz florası: Gözün en dış yüzeyinde bulunan zarda (konjunktiva) difteroidler, stafilokoklar ve streptokoklar yer alır. Gözyaşı sıvısında bulunan lizozomal enzimler sayesinde birçok mikroorganizmanın üremesi engellenmektedir. ■ Vagina florası: Yaşa bağlı olarak bazı farklılıklar gösterir. Doğurganlık çağındaki kadınlarda temel flora üyesi, aerop laktobasillerdir. Yenidoğan döneminde birkaç hafta süre ile laktobasiller bulunur. Ergenlik dönemine kadar stafilokok ve difteroid basiller flora üyeleri iken, Cinsel aktif dönemde vajen mukozasının zengin glikojen yapısı ve aeropanaerop laktobasiller, glikojenden laktik asit oluşturulması pH nın aside kaymasına neden olur. Servikal salgıların antibakteriyel etkileri ile beraber, birçok patojen mikroorganizmanın kolonizasyonu engellenmiş olur. Antibiyotik Kullanımının Flora Üzerine Etkisi Antibiyotik kullanımı antibiyotiklere duyarlı normal flora üyelerinin azalmasına neden olur. Sonuçta, normal flora üyelerinin dağılımı ve dengesi bozulur. Bu koşullarda, geçici flora olarak söz edilen mikroorganizmalar, hastalık oluşturabilirler. Antibiyotik kesildikten sonra, tekrar kalıcı floraları oluşur. STERİLİZASYON VE DEZENFEKSİYON Tıbbi ve cerrahi girişimler sırasında mikroorganizmaları tanımlamak amacıyla üretmek istediğimizde, kullanacağımız araç-gereç, besiyeri gibi ortamların mikrop taşımamasını isteriz. Ayrıca içtiğimiz suyun, tükettiğimiz yiyeceklerin ve içeceklerin hastalık yapıcı mikroplardan uzak olması gerekir. Ameliyathane, diyaliz, yoğun bakım, transplantasyon ve yenidoğan bebek ünitelerinin de hava ve donanım malzemelerinin belirli standartlara uyması söz konusudur. Dirençli mutantlar oluşturabilen, çevre şartlarına uyan sporlu şekillere dönüşebilen mikroorganizmaların, istenmediği durumlarda tamamen veya kısmen yok edilmesinin gerekliliği ortaya çıkmaktadır. TANIMLAMALAR Sterilizasyon: Bir maddenin üzerinde veya içinde bulunan tüm mikroorganizmalardan arındırılma işlemine sterilizasyon denir. Bu işlem sonrasında hastalık yapan ve yapmayan tüm mikroorganizmalar öldürülmektedir. Bu işlemi hafif, orta, ileri derecede sterilizasyon gibi ayırma imkanı yoktur. Bu işlem sonucunda sporsuz bakteriler, viruslar, mantarlar gibi tüm mikroorganizmalar ortadan kaldırılır. Sterilizasyon ya yapılmıştır ya da yapılmamıştır. Bu işlemin dereceleri ya da uygulama farklılıkları yoktur. Amaç ortamdan tüm mikroorganizmaların kaldırılmasıdır. Sterilizasyon işlemi uygulanan maddeler ve aletler için bu işlemin tamamlanması sonucu tanımlama için steril kelimesi kullanılır. Steril madde veya aletlerin bu özelliklerini devam ettirebilmeleri için dış ortamla ilişkililerinin kesilmesi gerekir. Steril edilecek sıvı ağzı kapanabilen bir tüp veya cam balon, şişe gibi kaplara konarak ağzı kapatılır. Sterilizasyon işlemi tamamlandıktan sonra dış ortamla teması kesilen sıvı uzun süre bu özelliğini korumaktadır. Ağzı açılan kap içerisinde bulunan sıvı, havadaki mikroorganizmalarla kontamine olacağından sterilliği kaybolacaktır. Böyle sıvılar hiçbir şekilde damardan hastalara verilmez. Ancak başka amaçlar için kullanılabilir. Steril edilecek bir makas, özel bir kumaş veya kağıda sarılır, otoklav bandıyla kapatılarak sterilize edilir. Steril makas kullanılıncaya kadar bantları açılmaz. Eğer bantları açılacak olursa dış ortamdaki mikroplar ile temas olacaktır. Makas, elimiz veya çevredeki eşyalara değdiğinde mikroplar yine bulaşarak bu steril özellik kaybolacaktır. Steril olan bir ortama mikropların bulaşmasına "kontaminasyon" adı verilir. Bu yüzden sterilize edilmiş aletler, paketleri açılır açılmaz kullanılmalıdır. Dezenfeksiyon İnsanlarda hastalık yapma özelliği olan mikropların uzaklaştırma işlemine dezenfeksiyon denir. Bu işlem geniş bir aralığı ifade eder. Dezenfeksiyon işleminde kullanılan ısı, sterilizasyon derecesine yakınlıkta olabildiği gibi, mikroorganizmaların vejatatif (hastalık yapıcı ve dış çevre koşullarına dirençsiz) şekillerinin öldürüldüğü şekilde de olabilir. Bunlardan ilkine yüksek düzeyde dezenfeksiyon, ikincisine ise düşük düzeyde dezenfeksiyon işlemi denir. Bunların arasında kalacak etkinlikte yapılan işlem ise orta düzeyde dezenfeksiyondur. Yüksek düzeyli dezenfeksiyon işlemi için genellikle daha konsantre dezenfektan maddeler, uzun süre uygulanarak yapılır. Dezenfeksiyon işleminde kullanılan maddelere dezenfektan denir. Bunlar genellikle kimyasal maddelerdir. Bugün bir çok kimyasal dezenfektan madde kullanılmaktadır. Antisepsi, deri gibi canlı dokular üzerine uygulanan dezenfeksiyon işlemidir. Bu işlemde antiseptik solusyonlar kullanılır. Bir ortam mikrop içeriyorsa septik, içermiyorsa aseptik ortak olarak tanımlanır. Ameliyat gibi tıbbi girişimler aseptik ortamlarda yapılır. Pastörizasyon Genellikle sütlere ve süt ürünlereine uygulanan bir işlemdir. Bu işlemde süt özel yöntemlerle dezenfekte edilir. Bu amaçla uygun ısı ve sürede ısıtılan süt ve süt ürünleri ile insanlara geçebilen bruselloz, salmonelloz ve tüberküloz gibi zoonotik (=hayvan ve insanda ortak görülen) infeksiyonlar önlenmiş olur. Pastörize edilmiş sütte ölmeyen saprofit mikroplar zamanla üreyerek sütün bozulmasına (kesilmesine) neden olurlar. Bu yüzden pastörize sütler en geç 2 gün içinde tüketilmelidir. Kullanım kolaylığı açısından pastörize sütler yerine steril sütler de tüketime sunulmaktadır. Bakteriler üzerine üremeyi durdurucu etki yapan maddelere bakteriostatik, öldürücü etkinlik gösteren maddelere ise bakterisit maddeler denir. Dezenfektanlar genellikle düşük konsantrasyonlarda bakteriostatik, yüksek konsantrasyonlarda bakterisit etkinlik gösterirler. Bu tanımlamalar virus veya funguslar için de yapılabilir, virüsit, fungusit sözcükleri kullanılır. STERİLİZASYON VE DEZENFEKSİYONUN TARİHSEL GELİŞİMİ Bu başlıkta tarihsel gelişime göz atacak olursak, Milattan önce 800 yıllarında yazılan bir eseri örnek vererek başlayabiliriz. Milattan önce 800 yıllarında yazılan bir eserde, Odysseus evine döndüğünde karşılaştığı karısının aşıklarını öldürür ve cesetleri attıktan sonra yaşlı dadısına "Bana biraz kükürt getir ve ateş de ya da evi tütsüleyin" diye seslenir. Bu söz dezenfeksiyon hakkında yazılı ilk cümle olarak kabul edilmektedir. Daha sonraki yıllarda kükürdün evlerin kötü havasını temizlemede kullanıldığı bildirilmektedir. Mikroorganizmalar insanlar tarafından bilinmeden ve bunları ortadan kaldırma düşüncesi olmadan önce deneme yanılma yoluyla buldukları yöntemleri kullanarak besinlerin mikroorganizmalar tarafından bozulmalarını önleyici çeşitli yöntemler geliştirmişlerdir. Bu yöntemlerin başlıcaları; Besinlerin ısıtılması, tütsülenmesi, tuzlanması ve baharat ilave edilmesi olarak sayabiliriz. Ülkemizde kayısıları saklamada, yanan kükürt dumanı halen kullanılmaktadır. 17. Yüzyılda görülen büyük veba salgınlarında hekimler tepeden tırnağa her taraflarını kapatan elbise giymişler, burun kısmına uyan yerine kötü kokuları önlemek amacıyla havanın filtre edilmesini sağlayan temiz kokulu tamponlar yerleştirmişlerdir. 19. Yüzyılda klorlu ve iyodlu çözeltiler ve fenol yara tedavisinde kullanılmıştır. Bu yüzyılda Joseph Lister yaralar üzerindeki pansumanlarda, aletlerin dezenfeksiyonunda ve operasyonlardan önce ameliyathane havasına püskürtmek için fenol kullanmıştır. Lister bu çalışmalar ile cerrahiye yeni bir sterilizasyon yaklaşımı getirmiştir. Günümüze kadar ilk bulunan dezenfektanların daha etkin ve daha az yan etkilere sahip olanlarını geliştirilmek için yoğun çabalar sarf edilmiş ve bir çok dezenfektan madde kullanıma sunulmuştur. Ayrıca sterilizasyon ve dezenfeksiyon amaçlı bir çok aletlerin yapılması ve uygulamalarda ilgili teknolojik gelişmeler kaydedilmiştir Temizlik, beslenme, insan ve hayvan atık maddelerinden sakınmaya ilişkin öneriler, çeşitli din kitaplarında yer almaktadır. Mumyalama, tütsüleme, içme sularının kaynatılması, Hayvan pisliklerinin gömülmesi, temas ile hastalıkların geçebileceği bilgisi, ellerin dezenfeksiyonu işlemleri tarihsel gelişim içinde izlenmektedir. Sterilizasyon ve dezenfeksiyon konularındaki yöntemler 1800'lü yıllarda gelişme kaydetmiştir. R.Koch, Pasteur, Lister, Chamberland ve Tyndall sterilizasyon konusunda çalışan ve uygulama yapan bilim adamlarıdır. KİMYASAL MADDELERİN MİKROORGANİZMALAR ÜZERİNE ETKİLERİ Dezenfeksiyon ve antisepsi daha çok kimyasal maddelerle yapılır. Kimyasal maddelerin mikroorganizmalar üzerine öldürücü veya üremeyi durdurucu özelliklerini etkileyen çeşitli faktörler vardır.. Dezenfektan maddenin konsantrasyonu: Dezenfektan maddenin etkisi konsantrasyonla doğru orantılı olarak artmaktadır. Genelde yüksek konsantrasyonda bakterisidal etkilidirler. Etki süresi: Dezenfektan veya kimyasal maddenin mikroorganizmalar üzerine etkili olabilmesi için belirli bir süre geçmesi gerekir. Etki süresi uygulanan kimyasal maddeye ve uygulandığı ortam şartlarına göre değişir. Isı: Isı arttıkça dezenfektan maddenin etkisi de buna paralel olarak artar. Her 10°C lik ısı artımı öldürmeyi en az bir kat arttırmaktadır. Dezenfektan içerisinde fenol gibi maddelerin varlığında bu oran 510 kata ulaşmaktadır. ■ pH: Ortamın pH'sı ne kadar nötrden uzak olursa etki o denli artar. Hidrojen iyon konsantrasyonu bakterisidal etkiyi arttırmaktadır. Organik maddeler: Ortamda bulunan organik maddeler dezenfeksiyon işlemini olumsuz yönde etkiler. Mikroorganizmaya bağlı etkiler: Mikroorganizmanın cins ve türleri ile, bulunduğu yaşam evresine dezenfektan maddelerin etkisi değişiktir. Örnek olarak sporlar bakterilerin üreyen şekillerine göre dezenfektan maddelere karşı oldukça dirençlidir. Ayrıca bakterilerin üreme fazları, sayıları ve diğer özel yapıların varlığı etkilidirler. Dezenfeksiyonda kullanılan maddeler aşağıdaki özellikleri taşımalıdırlar. ■ Ucuz ve etkili olmalı, ■ Suda erimeli ve iyi ıslatıcı olmalı, ■ Kısa sürede etkisini göstermeli, ■ Az zehirli olmalı, allerjenik, kanserojen etki göstermemeli, ■ Açık yaralara uygulandığında doğal direnç mekanizmalarını bozmamalı, ■ İnvivo ve invitro etki mekanizmaları bilinmeli, ■ Kötü kokulu olmamalıdır.