Elektronik Sosyal Bilimler Dergisi www.e-sosder.com ISSN:1304-0278 K 2005 C.3 S. 11 (84-91) RÖNESANS DÖNEM NDE T NSEL MÜLK YET KAVRAMININ GEL M VE SANATÇI HAKLARI THE DEVELOPMENT OF INTELLECTUAL PROPERTY CONCEPT AND RIGHTS OF ARTISTS IN RENAISSANCE ERA Yrd. Doç. Dr. Nilüfer ÖND N Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü ÖZET Rönesans n d dünya gerçekli ine yönelmesi ve bireycilik kavram üzerinde yo unla mas bilgiyi ön plana ç kart r. Gerçe in kayna n n iç ve d deneyde oldu u anlay n n sonucu önem kazanan bilgi, insan n kendisini yetkinle tirmesine olanak sa lar ve bilim bireyselcili e kar büyüyen ilgiyi kar lamak üzere geli ir. Sanat n da bir bilim olarak ele al n , sanatç n n toplumdaki konumunu olumlu yönde etkiledi i gibi, sivil mesenlerin güçlenmesi sanata ve sanatç ya olan ilgiyi ço alt r. Sivil mesenlerin katk s yla lonca kurallar nda görülen gev eme, sanatç y zanaatç statüsünden giderek uzakla t r r ve sanatç edimi önem kazan r. Sanatç ediminin ön plana ç kmas ise, tinsel mülkiyet kavram n gündeme getirir. Sanatç n n yaratma sürecindeki zihinsel etkinli inin hak kapsam na dahil edilmesinin ifadesi olan tinsel mülkiyet kavram , fikri eme i, üzerinde cisimle ti i malzemeden ay rarak, ona (fikri eme e) art bir de er yükler. Tinsel mülkiyet ba lam nda sanatç ediminin vurgulanmas , sanatç ya birey olarak kimli ini yap t nda görselle tirme olana n sa larken, onun (sanatç n n) toplum içinde sayg nl n art r r. Böylece Rönesans, sanatç haklar aç s ndan, kendinden sonraki hukuksal geli melere yeni bir ekil ve yön vermi tir. Anahtar Sözcükler: Rönesans, bireycilik, fikri mülkiyet, sanatç haklar , lonca. ABSTRACT The intention of Renaissance towards the reality of external world and its concentration upon the concept of individualism emphasizes the knowledge. The knowledge that gains significance as a consequence of the development of the understanding that the source of reality is in the internal and external experiment, provides the human being to bring up himself, and thus the science develops to meet the interest enhancing against individualism. Handling of the art as a science influences the positions of the artist in the society positively and the strengthening of civil patrons augments the interest in art and artist. The relaxation observed in rules of guilds by the contribution of civil patrons, moves the artist more and more from the status of artisan so that artistic acts become more significant. And the emphasizing of artistic act brings on the agenda the concept of intellectual property. The concept of intellectual property as an expression of including into the rights of the intellectual activity of the artist during the creation process assigns a plus value to the mental labour by separating it (mental labour) from the material on which it was materialized. The emphasizing of the artistic activity in connection with intellectual property provides the artist to visualize his identity in his work and augments his (of the artist s) esteem in the society. Thus, Renaissance caused Elektronik Sosyal Bilimler Dergisi www.e-sosder.com ISSN:1304-0278 K 2005 C.3 S. 11 (84-91) the legal developments after itself to gain a new form and direction in terms of the rights of artists. Key Words: Renaissance, individualism, intellectual property, rights of artists, guild GR Merkezinde insan n yer ald konseptlerden biri olan hukukta toplumsal i lev ve normatif olma a r basarken, bir di er konsept olan sanat bireysel oldu u oranda normatif olma aç s ndan daha kurals zd r. Normatif olan hukuk, insan n birey olma özelli inden yola ç karak, ki iyi, di er bireylere ve bireyler toplulu u olarak kamuya kar korumaya yöneliktir. Hukukun koruma alt na ald birey kavram içerisine toplumsal bir statüye sahip olan sanatç lar n girmesiyle sanat ve hukuk aras nda ili ki olu ur. Bu ili ki do rultusunda hukukun temelinde yer alan hak kavram , sanatç haklar ba lam nda kar m za ç kar. Hukukun, adalete yönelmi toplum düzenini sa layan kurallar bütünü (Aral, 1975:13), olarak ilkça lardan itibaren farkl içerikler ta mas gibi, sanata ve sanatç ya bak aç s da dü ünce yap s na paralel olarak de i imE u ram t r. Rönesans döneminin evren-birey anlay , bireyin varl n vurgulad için, insan n kendine bak aç s n n de i mesiyle, sanatç kimli i ön plana ç karken, sanattaki kolektif ruh öznel olana do ru dönü üme u rar. ÖZNELL E DO RU Rönesans n evreni farkl ekilde yorumlamas , insana birey olarak de er vermenin nedenlerinden biri olur ve insan n bu dünyadaki konumu Orta Ça anlay ndan farkl bir boyut kazan r. Rönesans hümanistlerinden Giovanni Pico della Mirandola (1463-1499), nsan Haysiyeti Üzerine Söylev adl eserinde, Tanr n n insan dünyan n merkezine koydu unu ve insan n kendi karar ve yarg s n n önem kazand n dile getirir. Ad geçen eserde Tanr insana öyle seslenir: Adem, sana sadece senin olan ve seçebilece in ne görüntü, ne mekan, ne form sunduk, ne de garanti, sen kendi yarg n ve karar nla buna sahip olacaks n. Di er tüm yarat klar do alar n bizim belirledi imiz yasalara göre ald lar, sen bizim gözetimimiz alt nda, kendi ba ms z seçiminle kendi do an n özelliklerini kuracaks n. Seni dünyan n merkezine koyuyorum ki bu durumda, bu dünyada olan her eyin üstünde, büyük huzurla kendin hakk nda ara t rma yapabilesin. Biz seni ne gökyüzünün ne yeryüzünün yaratt ne ölümlü ne ölümsüz yapt k ki sen özgürce ve gururla istedi in formu alabilesin. Sen, gücünün izleyece i yol ile ya am n kaba ve a a ekline inebilirsin veya ayn ekilde kendi gücünle, kendi seçiminle kutsal ya am n yüce düzenine ç kabilirsin (Mirandola, 1967:144). nsan n kutsal ya am n yüce düzenine ç kabilmesini sa layan ise sevgidir. Sevgi, di er bir deyi le Platon kaynakl Eros doktrini, insan tam insan yapt oranda onu, mutla a yöneltir. Eros doktrininin Rönesans taki önemli temsilcilerinden biri olan Marsilio Ficino ya (1433-1499) göre, insan n Tanr ya ula ma u ra , e er Tanr n n da insana ula ma iste i olmasayd olanaks z olurdu (Cassirer, 1963:133). Tanr ve 85 Elektronik Sosyal Bilimler Dergisi www.e-sosder.com ISSN:1304-0278 K insan n birbirlerine sevgiyle kar l kl yönelmeleri anlay , insana bak 2005 C.3 S. 11 (84-91) aç s na farkl bir boyut kazand r rken, Rönesans n kozmoloji alan na sundu u yenilikler de insan n dünyadaki konumunu de i tir. Orta Ça da birbirine z t olan zihinsel dünya ile duyusal dünya aras nda bir kutuptan di erine, e deyi le, yüce varl ktan, salt formdan temel maddeye, ekilsizli e do ru inen hiyerar ik bir düzen dü üncesi ba at oldu undan, yeryüzü ve gökyüzünün farkl yap ve yasalara sahip oldu u anlay geçerli olmu tur. Söz konusu anlay , Nicolaus Cusanus un (1401-1464) ortaya att evrenin birli i dü üncesi ile ortadan kalkar. Evrenin birli i dü üncesi yeryüzü ve gökyüzü ayr m na kar ç kt gibi, yeryüzünü evrenin merkezi olarak da kabul etmez. Nicolaus Cusanus a göre, evrenin ne merkezi ne çevresi ne a a s ne de üstü vard r. Evrendeki her nokta merkez say labilece i için, yerin evrenin merkezinde bulundu u anlay varl da geçersizdir. Kozmik düzende nas l a a yukar yoksa, insan da n yüce kayna na uzak veya yak n de ildir. Her bireyin Tanr ile ili kisi zihinsel alanda gerçekle ti inden, insan zihni, özünde bilinen her eyi ta yan kutsal bir tohumdur. Bu tohumun çiçeklenip, meyve vermesi için, duyulur dünyan n topra na ekilmesi gerekir (Cassirer, 1963:45). Böylece, kendi kutsall kalkt n n bilincine varan Rönesans insan nda, d dünyaya olan güvensizlik ortadan oranda, kendi do as na olan güven güçlenir. Güven duygusu içinde bilincin d yönelmesi, insana kendini yetkinle tirme olana sa lar. dünyaya nsan n tüm yetilerini geli tirmesini sa lamaya yönelik olmas nedeniyle, öznel deneyimler, insan ve d dünya ile ilgili bilgi önem kazan r ve bilim bireyselcili e kar büyüyen ilgiyi kar lamak üzere geli ir (Molen, 1974:1). Bireyselli in önem kazanmas , sanatç y , kolektif çal ma isteminden kurtard gibi, fikri emek ürününün bir de er oldu u anlay n da do urur. Fikri emek ürününün yarat c insan zekas n n sonucu olmas , öznelli i ön plana ta rken sanatç ya toplumda özel bir statü de sa lar. SOSYAL YAPI DE M Sanatç haklar ndan bahsedebilmek ve bunu hukuk kapsam na dahil edebilmek, ancak, sanatç n n toplumsal statü sahibi olmas ile söz konusu olur. Bu ba lamda, Rönesans döneminde ekonomik ko ullara ba l olarak olu an sosyal yap de i imi, sanat ve sanatç konseptini de dönü üme u rat r. talya ve Kuzey Avrupa da geli en ticaret sektörü Orta Ça anlay na uymayan bir sosyal yap ortaya ç kart r, sanat ve bilim merkezleri olarak kentler önem kazanmaya ba lar (Özbilgen, 1971:237). Kentlerin önem kazanmas yla mesenlerin çe itlilik arzetmesi ve loncalar n ö retim tekellerinin kald r lmas ile sanatç giderek zanaatç statüsünden uzakla r. Yeni sosyal yap n n öne ç kartt ve ekonomik alanda egemenli i kimseyle payla mak istemeyen burjuvazinin giderek güçlenmesi ve sivil mesen olarak rol oynamas lonca kurallar nda gev emeye neden olur. XIV. yüzy lda sanatç lar lonca düzeninin kurallar na ba l olmalar nedeniyle sanatç l k yapma hakk n yetenekleri ile de il, ald klar e itim ile kazanm lard r. Bu gelenek, XV. yüzy lda da devam eder. Lonca üyesi olmak mesle i icra etmenin de art oldu undan, Erken Rönesans döneminde sanatç lar n lonca ilkelerine tabii atölyelerde yeti ti i görülmektedir. Örne in, 86 Elektronik Sosyal Bilimler Dergisi www.e-sosder.com ISSN:1304-0278 K 2005 C.3 S. 11 (84-91) babas ünlü bir kuyumcu olan Ghirlandaio, babas n n atölyesinde ilk e itimini ald ktan sonra, Floransa n n ressamlar loncas olan Saint Luke a girmi tir (Quermann, 1998:6). Benzer ekilde, Donatello da önce kuyumculuk e itimi alm , daha sonra ta oyma atölyesine devam etmi ve 1412 de girdi i Saint Luke daki kay tlarda kuyumcu ve ta oymac olarak nitelendirilmi tir (Wirtz, 1998:6). Donatello gibi, Brunelleschi, Ghiberti, Uccello, Botticelli de kuyumcu atölyelerinde yeti mi tir. Lonca atölyelerinde ise ortakl k ruhu egemendir. Sanat yap t henüz bireysel de ildir. Di er bir deyi le, sanat yap t birden fazla ki inin katk s yla ortaya ç kar. Örne in, Ghiberti nin atölyesinde, Floransa Katetrali nin vaftizhane kap lar n n yap m s ras nda yirmiye yak n eleman çal m t r. Ghirlandaio, yan nda çok say da yard mc çal t rd gibi, Luca della Robbia da aile çevresinden destek alm t r. Luca della Robbia atölyesi gibi, Pollaiolo atölyesi de aile i letmesi statüsünde etkinlikte bulunmu tur (Hauser, 1999:48). Sanatsal etkinlik lonca ö retimine ba l kald sürece zanaat gelene i k r lamayaca ndan, sanatç statüsüne ad m e itim alan nda at l r, yeni ku aklar n yeti tirilmesi için, atölyelerdeki uygulamal derslerin yerini akademi bünyesindeki kuramsal dersler al r. Antik Yunan da, felsefe derslerinin verildi i, Atina yak nlar ndaki Platon Akademisi nden kaynaklanan akademi terimi, XV. yüzy lda talya da felsefe ve edebiyat çevreleri için kullan l r. XVI. yüzy lda etkinlik alanlar n geni leten akademiler, sanata da yönelir. Özellikle Leonardo da Vinci ve Michelangelo nun, sanatsal özgürlükten ziyade uygulamaya önem veren atölye e itimine kar ç kmalar ve kuramsal e itiminin akademi konsepti çerçevesinde söz konusu olabilece ini öne sürmeleriyle, ilk sanat akademileri ortaya ç kar. Bu ba lamda, Floransa da Lorenzo de Medici için olu turulan San Marco Bahçesi, Leonardo da Vinci nin meseni, Lodovico il Moro nun Milano daki saray teknik ve kuramsal çal malar n yap ld merkezler olarak sanat akademilerinin öncüsü olmu tur. lk gerçek akademi ise, 1563 te Floransa da kurulan Desen Akademisi dir (Accademia del Disegno). Atölyelerdeki uygulamal e itimin temelta olan ustan n yerine, do an n örnek al nmas da gündeme gelir. Bu ba lamda, ustay taklit etme yerine do adan esinlenme özellikle Leonardo da Vinci de gözlemlenir. Sanatsal yarat sürecini inceleyen Leonardo da Vinci, resim sanat n n yetene e dayand sav yla, söz konusu yetene in nas l kazan ld n ve geli ti ini ara t r rken, sanatç ediminin bizzat sanatç n n kendisini ifade etti ini ke feder. Asl nda kendi kendisini arayan sanatç , yaratt çe itli formlar nda kendi imgesini bulur. Bu nedenle, içsel olan n d salla t r lmas için gerekli olan e itim, yaln zca teknik donan m sa lamamal , öznel olan n da ortaya ç kmas na olanak tan mal d r. Geleneksel atölye e itimi ustay taklit üzerine temellendi inden, öznelin ifadesine engel olur. Oysa ressam n ideali kendi öznelli i çerçevesinde varolu un en yetkin formlar na ula makt r (Chastel, 2002:191). Bu ba lamda, usta yerine do a sanatç y yönlendirmelidir. Sanatç onuru üzerinde de duran Leonardo da Vinci, bir entelektüel sanatç konumunda, resmi zihinsel bir etkinlik olarak ele ald ndan, resim sanat n bilim olarak görmeyenleri zanaatç olarak niteler. Zanaatç statüsünde olan ressamlar gelenekseli devam ettirerek, di er bir deyi le, s rtlar n gelene e dayayarak etkinliklerini hakl ç karma çabas içindedirler. Gelenekseli kabul etmeyen 87 Elektronik Sosyal Bilimler Dergisi www.e-sosder.com ISSN:1304-0278 K 2005 C.3 S. 11 (84-91) Leonardo da Vinci nin, sanatç n n öznelli ini sunabilmesi ve dolay s yla onur sahibi olmas için önerdi i yol do an n analizidir. Leonardo nun ifadesiyle, Resim sanat , ressamlar model olarak yaln zca seleflerinin resmine sahip oldu u sürece, nas l ça dan ça a giderek geriliyor ve yok oluyor. Ressam, ba kalar n n yap tlar ndan etkilendi i zaman daha az de erli tablolar üretir, ama bir de do aya yönelmeye görsün, iyi sonuçlar al r. Romal lar izleyen ressamlarda bunu görüyoruz; sürekli birbirlerini taklit ettiler ve ça dan ça a sanatlar geriledi. Onlardan sonra Floransal Giotto ortaya ç kt ; yaln zca keçiler ve benzeri hayvanlar n u rad da lar n yaln zl nda yeti mi biri olarak, sanat nda dosdo ru do aya yöneldi, besledi i keçileri ve çevrede gördü ü bütün hayvanlar inceleyerek, onlar n çe itli duru lar n kayalara çizdi, öyle ki, bu uzun ara t rmalar sonucunda, yaln zca ça n n ustalar n de il, ayn zamanda çe itli ça larda ortaya ç km ressamlar da geçti. Ondan sonra, sanat yine kötüledi, çünkü hepsi de daha önce yap lan resimlerden etkileniyordu (Leonardo da Vinci, 1992:93). Ekonomik ve sosyal i levii nedeniyle sanatç için güvence olan loncalar n etkisini kaybetmesi, XV. yüzy ldan itibaren sanata duyulan gereksinimin artmas yla ko utluk gösterir. Özellikle talya da sanatç lar n saraydan saraya, kentten kente gezmesi yöresel s n rlar içinde uygulanabilir olan lonca kurallar nda gev emeye neden olur. Ba l oldu u loncan n bulundu u yerden ba ka bir yerde çal ma olana bulan sanatç , çal t yerin lonca kurallar na tabii olmad ndan, loncan n etki alan n n d nda kal r. Saraylar, yaln zca bölgelerindeki iyi ustalara de il, yabanc sanatç lara da mesenlik yapm lard r. Yabanc sanatç lar n yöresel loncadan çal ma izni almalar ve onun düzenine uymalar söz konusu olmad ndan, sanatç lar ayr cal kl bir konuma sahip olmu lard r. Ayr cal kl konumlar nedeniyle gezginci saray ressamlar loncalar n kontrolü d nda kalm ve kazand klar ayr cal kentlerde de devam ettirmi lerdir. Saraylar kadar kentte ya ayanlar n da sanata olan talebi sanatç n n i siz kalma riskini azaltt ndan, loncadan giderek kopma süreci ba lar ve süreç, XVI. yüzy l n sonlar nda yasal bir kararla tamamlan r. Lonca kurallar n n ba lay c olmad yolundaki ilke karar 1590 y l nda, Cenova Ressamlar Loncas n n, ressam Giovanni Battista Poggi ye kar açt davan n sonucunda ortaya ç kar, zira, lonca e itiminden geçmedi i gerekçesiyle ressaml k yapmas n n önlenmesi için aç lan dava, ressam Giovanni Battista Poggi lehine sonuçlan r (Hauser, 1999:50). Cenova Ressamlar Loncas , Giovanni Battista Poggi nin geleneksel lonca ilkelerine ayk r hareket etti i için, ressaml k yapamayaca n iddia eder. Ancak, mahkeme ressaml k yapabilmek için lonca e itiminin olmad art na ve dolay s yla Giovanni Battista Poggi nin mesle ini icra edebilece ine karar verir. i Loncalar n pazar n ihtiyac kar layacak üretimde bulunulmas n sa lamak amac yla i veren statüsünü üstlenmesi ve ihtiyaç oldu u zaman gerek üyelerine gerekse ailelerine mali destek vermesi gibi. 88 Elektronik Sosyal Bilimler Dergisi www.e-sosder.com ISSN:1304-0278 K 2005 C.3 S. 11 (84-91) T NSEL MÜLK YET Lonca kurallar ndaki gev eme, kolektif biçimde çal madan, bireyselli e geçi sürecini de ba lat r. Yap t ba ndan sonuna kadar kendi eliyle yaratma istemi ilk kez Michelangelo da ortaya ç kar (Hauser, 1999:48). Sistine Chapel in tavan freskolar n zaman nda tamamlayamayan Michelangelo, meseni Papa II.Julius taraf ndan görevden azledilmeyle tehdit edilir. Ancak Michelangelo bu tehdidi hiç ciddiye almaz. Zira kendisinden ba ka hiç kimsenin söz konusu freskleri bitiremeyece inden emindir. Gerçekten de tavan n birinci bölümü 1 Kas m 1509 da tamamland nda, Papa da dahil bütün Roma, bu muhte em eserin yaln zca Michelangelo nun imzas n ta yaca na, bir ba ka sanatç veya sanatç lar taraf ndan yap lamayaca na kanaat getirir. Böylece Michelangelo ya sanatsal ediminde mutlak özgür olma garantisi verilir (Toman, 1995:321). Sanat yap t n n sanatç kimli inin nele mesi olarak ele al nmas , sanatç kimli ini, gelene in üstüne ç kartarak ona art de er yükler. Sanatç n n do u tan gelen yarat c gücünün oldu u dü üncesi, sanatç edimini ön plana ç kart r. Orta Ça daki dinsel otoritenin kar s na sivil mesenlerin ç kmas ve özellikle iktidar sahiplerinin propaganda gereksinimi ve bunun için sanata da ba vurmalar , sanatç ya olan talebi büyütür. Ancak sanatç kimli ine ait öznelci tutum kendini yava yava kabul ettirir. Öznelci tutumun giderek önem kazanmas tinsel mülkiyet konseptini gündeme getirir. Sanatç haklar n n özünü te kil eden tinsel mülkiyet, yarat c insan zekas n n sonucu olup, üzerinde cisimle ti i malzemeden ayr bir varl a sahip olan fikri emek ürününü ifade eder. Tinsel mülkiyetin nesnesi olan fikri emek ürünü soyuttur ancak bir malzeme üzerinde somutla r, ta , tuval, bronz gibi. Ancak, fikri ürün ile üzerinde somutla t üzerinde somutla t malzeme birbirinden farkl d r. Fikri ürün, malzemenin kendisi haline gelmedi i gibi, fikri ürünün bir malzeme üzerinde somutla mas onun soyutlulu unu ortadan kald rmaz. Örne in bir tabloda fikri ürün, tuval veya boya olmay p, resmin kendisidir, tasar md r. Bir heykel söz konusu oldu unda da fikri ürün ta , mermeri veya bronzu ekillendiren dü ünce, yarat c insan zekas d r, (Tekinalp, 2002:6), di er bir deyi le sanatç edimidir. Sanat yap t söz konusu oldu unda, malzeme ile sanatç edimi aras nda ayr m yap lmamas Roma Hukuku ndan kaynaklanan bir ilke olarak Orta Ça boyunca devam eder. Bugünkü Avrupa hukuklar n n temelini te kil eden Roma Hukuku, maddi ve gayri-maddi haklar ayr m yapmas na kar n, bir tablodaki fikri hak ile malzeme aras nda ayr m gözetmemi tir. Örne in, tahta üzerine yap lan bir resim için, eserin mülkiyeti tahtan n mülkiyetine ba l k l nm ve gerekçe olarak da tahta olmasayd resim de mevcut olmayacakt sav ileri sürülmü tür (Erel, 1998:16). Ayn ekilde bir iirin yaz l oldu u ka t mülkiyet aç s ndan de erlendirildi inde, ka d n maliki olan ki i iirin de sahibi olarak kabul edilmi tir. Tinsel mülkiyet kavram akl n, zihnin, dü üncenin ya da duygunun ortaya ç kard ürününün aidiyeti sorunsal na i aret eder. Anonimlik ilkesinin geçerli oldu u Orta Ça ressamlar, heykelt ra lar, bilinmeyen usta olarak kalm fikri emek boyunca ve eser sahibinin ad zikredilmemi tir. Anonimlik ilkesi H ristiyan dünya görü ünün etkisiyle, sanata teolojik bir karakter dikte ettirdi i 89 Elektronik Sosyal Bilimler Dergisi www.e-sosder.com ISSN:1304-0278 K 2005 C.3 S. 11 (84-91) sürece, ne tinsel mülkiyetten ne de sanatç n n özerkli inden söz etmek olas d r. Bu nedenle, tinsel mülkiyet, H ristiyan kültürünün (inanc n n de il, kültürünün) y k lmas yla gündeme gelir. XIV. yüzy ldan itibaren bireysel giri imlerin varl n duyurmaya ba lamas yla anonimlik ilkesi k r l r ve sanatç adlar kay tlara yans maya ba lar. Tinsel mülkiyet, bask tekniklerinin bulunmas ile birlikte eserlerin ço alt lmas n n ve topluma sunulmas n n gündeme gelmesiyle giderek önem kazan r. Matbaan n icad ve Avrupa ya yay lmas eserlerin ço alt lmas na olanak sa larken, fikri ürüne ekonomik bir de er yükler. Fikri ürünün ekonomik de er kazanmas ba lang çta eser sahibine de il, yay nevlerine imtiyazlar sa lar. Zira eserlerin bas l p ço alt larak sat lmas hakk , baz kurulu lara yörenin hakiminin izni ile verilir. Eseri basabilmek için bu imtiyaz hakk na sahip olunmas gerekti inden, bu hakka sahip olandan ba kas n n eseri ço altmas söz konusu de ildir. mtiyazlar giderek yerini yay nevi mülkiyetineii b rakt ktan sonra, XVIII. yüzy lda sahibinin eseri üzerinde mülkiyet hakk bulundu u kabul edilerek, tinsel mülkiyet pozitif hukukuniii kapsam na dahil edilmi tir (Tekinalp, 2002:79). Tinsel mülkiyet kavram , Stoa felsefesinden kaynaklanan ve akl n buyru u oldu u öne sürülen do al hukuk anlay n n Rönesans döneminde önem kazanmas yla gündeme gelir (Gökberk, 1985:210). Do al hukuk her türlü pozitif hukuktan önce ve üstün olan, insan n özünde, do as nda yerle ik olan hukuktur. Yunan dü üncesinde kaos ve çat man n kar s na düzen iste i ile ç kan dünyay akli ilkelere ba lamak ere ini ta yan do al hukuk, Roma da Stoa felsefesinin etkisiyle insan do as n n gere i olan ve evrensel bir nitelik ta yan hukuk görü üne dönü ür (Güriz, 1999:180). nsan do as n n gere i olan, de i mez kapsaml do al hukuk anlay , XVI. yüzy l n sonlar nda Hugo Grotius da (Huig de Groot) (1583-1645) görülür. Do al hukuk anlay ndan hareket ederek, hak kavram n , etik nitelikli bir yetki olarak tan mlayan, hukuk bilgini Hugo Grotius, belli bir tak m haklar n insan n do as nda bulundu unu iddia eder. Hakk n temeli do al hukuktad r, do al hukuka uygunluktur. Do al hukuka göre, hak kavram bütün haklar n temeli olan özgürlükten do ar. SONUÇ Özgürlük ba lam nda, Rönesans dönemi sanatç lar ndan, Leon Battista Alberti, sanat özgür zihnin bir ürünü olarak görür. Sanat özgür zihnin bir ürünü olarak görmek, bireycili i ön plana ta yan Rönesans dü üncesinin uzant s d r. Fiziksel dünyan n gerçeklerinden uzakla maya, kaçmaya neden olan Orta Ça n öteki-dünya anlay , bilincin bu dünyaya yönelmesini engeller. Bu engeli ortadan kald ran ve dünyay objektif gözle gören Rönesans dü üncesi, bireycili i k sk vrak tutan ba lar kopararak atar ve insan, dü ünen ve anlayan (zihni) bir birey haline (Burckhardt, 1974:208), ii Bir esere basmak için para ödeyen yay nevinin, eserin mülkiyetini kazanmas . iii Pozitif hukuk, belli bir toplumda ve belli bir zamanda fiilen yürürlükte bulunan hukuktur. 90 Elektronik Sosyal Bilimler Dergisi www.e-sosder.com ISSN:1304-0278 K 2005 C.3 S. 11 (84-91) gelir. nsan n zihni bir birey haline gelmesiyle, onun deneyimleri, yetenekleri önem kazan r. Yetenekleri nedeniyle di er yarat klardan daha üstün oldu u kabul edilen insan evrenin merkezine koyan ve onu mikrokozmos olarak makrokozmosun modeli eklinde ele alan Rönesans ta, insan ve d dünya ile ilgili bilgi, dolay s yla bilim önem kazan r. Bu ba lamda, bilimsel sanat anlay , Leon Battista Alberti ile ba lay p, Leonardo da Vinci ile devam eder. Sanat n bilim düzeyine ç kmas ve ayr ca do u tan gelen yetenekle ili kilendirilmesi ise sanatç n n toplumsal statüsünü kuvvetlendirir. KAYNAKÇA Aral, V. (1975). Hukuk ve Hukuk Bilimi Üzerine. stanbul Üniversitesi Yay nlar , stanbul. Burckhardt, J. (1974). talya da Rönesans Kültürü (Çev.S tk Baykal). Devlet Kitaplar , Ankara. Cassirer, E. (1963). The ndividual and the Cosmos in Renaissance Philosophy. (Çev.M.Domandi), Barnes and Noble Inc., Gereat Britain. Chastel, A. (2002). Leonardo on Art and the Artist. Dover Publications, New York. Erel, . (1988). Türk Fikir ve Sanat Hukuku. maj Yay nlar , Ankara. Gökberk, M. (1985). Felsefe Tarihi. Remzi Kitabevi, stanbul. Güriz,A. (1999). Hukuk Felsefesi. Siyasal Kitabevi, Ankara. Hauser, A. (1999). The Social History of Art. Routledge, New York. Leonardo da Vinci. (1992). Defterler. (Çev.Turhan Ilgaz ve Hakan Y lmaz), Hil Yay nlar , stanbul. Mirandola, G.P.D. (1967). Oration of the Dignity of Man. Renaissance Philosophy (Ed.A.B.Fallico H.Shapiro), The Modern Libraray, New York. Molen, R.L.D. (1974). The Meaning of the Renaissance and Reformation. Houghton Mifflin Company, USA. Özbilgen, T. (1971). Hukuk Sosyolojisi. stanbul Üniversitesi Yay nlar , stanbul. Quermann, A. (1998). Ghirlandaio. Köneman, Germany. Tekinalp, Ü. (2002). Fikri Mülkiyet Hukuku. Beta Bas m, stanbul. Toman, R. (1995). The Art of the Italian Renaissance. Könemann, Germany. Wirtz, R.C. (1998). Donatello. Könemann, Germany. 91 This document was created with Win2PDF available at http://www.daneprairie.com. The unregistered version of Win2PDF is for evaluation or non-commercial use only.