Merve Karagözoğlu Coğrafyanın Gücü Nedir insanı diğer canlılardan farklı kılan? Düşünme yeteneğine sahip olması ayırır onu hayvanlardan, bitkilerden, canlılardan. İnsanoğlu varoluşundan bu yana etrafında olup biten milyonlarca kavramı sorgulamış, kendine sorular yöneltmiş, bunları cevaplandırmaya çalışmış ve edindiği bilgiler ve tecrübeler doğrultusunda da günümüze kadar gelmiştir. Ay’da yaşam var mı, dünya kendi yörüngesi etrafında çizdiği turunu kaç dakika, saat, gün ve ayda tamamlar, ölümden sonra hayat var mıdır? Ve bunun gibi ardı arkası kesilmeyecek nice sorular. Bazen bir gazete yazısıdır bizi benzer bir sorgulamaya iten, kafamızda soru işaretleri uyandıran. Bir kitap bir filmdir belki de. Beni de Yaşar Kemal’in okuduğum Yılanı Öldürseler adlı romanı teşvik etti sorgulamaya. Türk edebiyatının mihenk taşlarından olan Yaşar Kemal’in tam da dikkatini çekmek istediği kavramları sorgularken buldum kendimi hem de. Nedir bu kavramlar diye sorarsanız. Coğrafya, örf, âdet ve töre... Kısacası kültürümüzü ve tarihimizi şekillendirmekte büyük paylara sahip olmayı başarmış olan kavramlar. Coğrafyayla çıkalım sorgulama yolculuğumuza. Nedir coğrafya? İnsanlar ve yer ile bunlar arasındaki ilişkiyi inceleyen bir bilim dalıdır diye cevaplayabilir kimileri. Ancak benim için coğrafya olgusu bu cevaptan çok daha öte. İnsanın kaderini, yaşamının rotasını belirleyecek güce sahip bir alın yazısı. Birkaç toprak parçası, bir ada, milyonlarca nüfusu içinde barındıran bir başkent, bir çöl veya. Tüm bunlar bir insanın kaderini, yaşamının rotasını, hayatının gidişatını nasıl etkileyebilir diye sorduğunuzu duyar gibiyim. Dünyanın her neresinde gözlerini açarsa açsın bir insan, sonunda özüne döner, olması gerektiği gibi bir insan olur, insan kuş misalidir, olduğu yerden istediği vakit uçup gidebilir diyorsanız çok yanılıyorsunuz. İnsan doğduğu coğrafyanın kurallarına, insanlarına göre yoğrulur, yontulur, o düşünceleri benimser ve coğrafyasının bireyi haline gelir. Kimi insanın şansıdır gözlerini açtığı coğrafya, kimisinin de şanssızlığıdır. Hasan’ı ele alalım romanımızdaki. Törenin, örfün, âdetin, geleneğin ve göreneğin hayatı biçimlendirdiği Çukurova’da açmıştır Hasan gözlerini hayata. Altı, belki de yedi yaşında annesinin babasına olan ihaneti sonucunda kaybetmiştir babasını. Annesinin sevgilisi bir gece ansızın öldürür Hasan’ın babasını ateş ettiği tüfekle. Annedir kabahatli olan, hatta babasının katili annedir o geceden sonra Çukurova’daki uçan kuş için bile. Ancak sadece annenin suçlanmasıyla, yuhalanmasıyla, ulu orta hakaretler işitmesiyle son bulmaz bu cinayet. Annenin kabahati, işlenen suç, karşı gelinen töre, uyulmayan gelenek ve görenekler, yerde bırakılan kan, devam edilmesi gereken kan davası... Tüm bunların yükü Hasan’ın omuzlarındadır artık. Ataerkil bir aile yapısının egemen olduğu bir toplumda büyümüş olmanın yanı sıra, babaannesi, amcası gibi onunla aynı soydan gelen, aile adı taşıyan bireyler bile Hasan’ı babasının kanının yerde kalmamasına dair ikna etmeye, kanı yerde kalan bir insanın mezarında hortlayacağına dair mantığa bile ters düşen inançlarla istediklerine ulaşmaya çalışmaktadırlar ki bunun de tek yolu Hasan’ın kendi öz annesini öldürmesinden ve bu yolla kirlenen aile namuslarını temizlemesinden geçmektedir. Ve istediklerine de olur. Hasan annesinin öldürür. Merve Karagözoğlu Uzam, coğrafya, toplum olguları işin içine giriyor bu devrede. Temelinde ne yatıyor peki bu olguların? İki cevabı var bu sorunun, şüphesiz. Eğitimsizlik ve bilinçsizlik.Altı yedi yaşındaki bir küçük oğlan çocuğundan yerde kalan aile namusunu annesini öldürmesi koşuluyla temizlemesini beklemenin mantığı nedir? Namus, kan, aile onuru gibi olgular bir insanın canından nasıl daha değerlidir? Çıkalım güney Anadolu’dan, Marmara’ya uzanalım. Tarihe beşiklik etmiş İstanbul’a, hatta sınır tanımayalım aşkın merkezi Paris’e gidelim, yenidünyanın gözdesi New York’a veya. Sınırları içlerinde bulunduğu ülkelerin göz bebeği haline gelmeyi başarmış olan, milyonların barındığı, yaşlısıyla, eğitimlisiyle, eğitimsiziyle, dünyaya açılmışıyla, doğrularıyla, yanlışlarıyla, kültürlüsüyle, çok çeşitlisiyle ama en önemlisi de kabullenilmiş farklılıklarıyla yoğrulan büyükşehirlere. İstanbul’da doğsaydı Hasan, vurulur muydu babası tüfekle? Ona annesini öldürmesine sebep olacak bir baskı uygulanır mıydı toplum tarafından, sadece örf ve adetler gerektiriyor diye. Kan davası denen bir kavram söz konusu olur muydu? Köylünün söylediği bir candan daha değerli hale gelebilir miydi? Genç yaşında katil olur muydu? İşte bu yüzden, insanın gözünü açtığı coğrafya, ya şansıdır, ya da şansızlığı. Kısacası hayatının pusulasıdır.