Oryantalistlerin Bulduğu Babürname`de Oryantalistçe Tasvir ve

advertisement
Oryantalistlerin Bulduğu
Babürname’de Oryantalistçe
Tasvir ve Mesajlar - 1
Menderes Coşkun*
................................................................................................................
19
. asrın başından itibaren ortaya çıkmaya
başlayan, Tanzimat ve Cumhuriyet
Dönemi'nde siyasete ve matbuata hâkim
olan güçler tarafından yayımlanıp meşhur
edilen tarihî(!) eserlerin birçoğu, okuyucunun
“irfanına” ve “ahlakına” katkı yapacak durumda
değildir. Bu eserler, tarihimizdeki meşhur ve
saygın din ve devlet adamlarımızla ilgili tuhaf,
müstehcen, zararlı bilgi ve tasvirler içermektedir.
Tanzimat’tan itibaren bir yandan İslam ve
Osmanlı tarihini değersizleştiren, eski eserleri
yok eden, hatta ezanı ve Kur’ân’ı bile yasaklayan
zihniyet, diğer yandan İslam ve Osmanlı tarihi
konusunda halkı bilgilendirecek donanımlı ve
çalışkan araştırmacılar yetiştirmiş; bazı İslam ve
Türk klasiklerini(!) ardı ardına yayımlamıştır.
Böylece bilgiyle ve bilimle yeni neslin İslam
medeniyeti ve İslam tarihi algısını şekillendirmek
istemiştir.
Bilgi, fert ve toplumları değiştiren en önemli
araçtır. Bilgi insanın zihnini; zihin de insanın
fikir, his ve davranışlarını değiştirir. Görerek,
duyarak, okuyarak, seyrederek, yaşayarak
öğrendiğimiz bilgiler, yıllar sonra, bizim
fikirlerimiz, davranışlarımız ve kimliklerimiz
hâline gelir. Bundan dolayı, sahih de olsa
“zararlı” eserlere karşı müsamahakar olamayız.
Bir milleti yavaş yavaş dejenere etmek, onları
kendi inanç ve medeniyetlerinden uzaklaştırmak
isteyenler, önce onların alt ve üst şuurlarını
besleyen bilgi kaynaklarını, bilgi pınarlarını
kirletirler. Yanlışla beslenen bir fert veya
toplumun doğru his, fikir ve davranışlara
sahip olması mümkün değildir. Batı, 18. asrın
sonunda, bilginin değiştirici gücünü fark etmiş;
bilgiyle ve bilimle, insanları ve toplumları
değiştirmeyi, dönüştürmeyi hedeflemiştir. Kahire,
İstanbul, Selanik, Tahran, Kabil, Semerkand
gibi İslam şehirlerindeki aydınların birçoğu, bir
10 - Yağmur 71 [Mart - Nisan 2014]
asırda, bilgiyle, kitapla, dergi ve gazete ile kendi
inanç, tarih ve medeniyetlerinden yavaş yavaş
uzaklaştırılmışlardır. Okur-yazarlık, tenkidî bakış
açısından mahrum olan bu insanların en talihsiz
yanı veya imtihanı olmuştur.
Orta Asya’da Ahmet Yeseviler, İmam Buhariler,
Maturidiler, Nakşibendler yetiştiren Türk-İslam
toplumu, 20. asırda şarabın haram olduğunu
dahi bilemeyecek kadar cahilleştirilmiştir.
Şarabın İslam’da haram olmadığını iddia edecek
kadar bilgilendirilmişler, aydınlatılmışlardır(!)
Bu cahilleşme veya aydınlanma, kitapla
ve bilgiyle yapılmıştır. Bu yazıda İngiliz ve
Rus oryantalistlerinin ortaya çıkardıkları
Babürname’nin, onların Orta Asya’daki sosyal
mühendislik faaliyetlerine destek veren bir eser
olduğu ortaya konulmaya çalışılacaktır.
Babürname ile İlgili Tanıtımlar
Modern Türk aydınının İslam tarihi algısını
şekillendiren eserlerden birisi olan Babürname
(Vekayi, Hâtırât vs.), 19. asırda İngiliz ve Rus
oryantalistler tarafından bulunmuş ve meşhur
edilmiştir. Onu ilk önce John Leyden ve
William Erskine adlı müsteşrikler 1826 yılında
İngilizceye çevirerek Londra’da yayımlamışlardır.
Eser daha sonra Almanca, Fransızca, Rusça,
Türkiye Türkçesi, Urduca’ya da çevrilmiş
ve yayımlanmıştır (Akün 1991b: 406-407).
Eserin orijinal şekli ise ilk olarak Rus Ortodoks
misyoner Nicolas İlminski tarafından 1857’de
Kazan’da neşredilmiştir. Babürname üzerinde
en güvenilir ve en kapsamlı çalışmaları 20. asrın
başında Annette Susannah Beveridge yapmıştır.
Türk aydını, Babürname’yi ilk olarak
1940’lı yıllarda Reşit Rahmeti Arat’ın
çevirisi ile tanımıştır. Arat’ın çalışması,
Batılı araştırmacıların bir asır önceden
başladıkları çeviri ve tanıtım çalışmalarının son
halkalarından birisidir. Türk araştırmacılar
Batılı araştırmacıların konuyla ilgili bilgi ve
bakış açılarına tâbi olmuşlardır. Mesela İslâm
Ansiklopedisi’ndeki “Babür” maddesini Fuad
Köprülü yazmıştır. Köprülü’nün kaynaklarına
bakılınca, onun yabancı yazarların sadık bir
takipçisi olduğu anlaşılır (Köprülü 1997: 187).
Diyanet’in İslam Ansiklopedisi’ne “Babür”
ve “Babürnâme” maddelerini yazan Ömer
Faruk Akün de oryantalist araştırmacıların
konuyla ilgili çizdikleri yolda sadakatle, özenle
ve hassasiyetle yürümüştür. Geleneğe tabi olan,
yani bilgi ve bakış açılarını yabancılardan alan
Köprülü ve Akün gibi Türk araştırmacıların
Babürname’yi övmeleri, bu eserin içeriğindeki
tuhaflıkları göz ardı etmeleri tabiîdir. Eserle
ilgili methiyeleri bir araya getiren Ömer Faruk
Akün, Babürname’yi şöyle tanıtır: “Batı ilim ve
fikir âleminin hayranlıkla andığı Babürname
bu gün otobiyografi nevinin dünya klasikleri
arasında sayılmaktadır.” (Akün 1991b: 405).
“Babürname, benzeri bulunmayan bir eser
olarak gittikçe artan bir alâka ve takdirin
merkezi haline gelmiştir.” (Akün 1991b: 405).
“Gerçekleri olduğu gibi yazmasındaki dürüstlük
ve samimiyet bakımından Babürname Sezar’ın
hatıraları ile bir, hatta ondan da ileri tutulmuş,
Bâbür bu hatıralarından dolayı Doğu’nun Jül
Sezar’ı sayılmıştır. İçindeki itiraflar dolayısıyla
Saint-Simon’un Memoires’i ve Jean Jacques
Rousseau’nun Confessions’u arasında benzerlik
dahi söz konusu olmuştur. Kabul edildiğine
göre Sezar’dan sonra Babür’e gelinceye kadar
hiçbir hükümdar böyle samimi ve doğru bir
hatırat eseri bırakmış değildir. Ancak aradaki
bu benzerliğe karşılık Babür’ün hatıraları onun
De Bello Gallica ve De Bello Civili’sinden çok
geniş ve mukayese edilemeyecek kadar zengin
muhtevalıdır.” (Akün 1991b: 405).
Bu tanıtımlarda geçen, “gerçekleri olduğu gibi
yazmasındaki dürüstlük ve samimiyet”, “Hiçbir
hükümdar böyle samimi ve doğru bir hatırat
eseri bırakmış değildir.” gibi ibareler dikkat
çekicidir. Batılı ve Frenk-meşrep araştırmacıların
İslam tarihine ait eserlerle ilgili bu tür övgüleri,
bazılarını aldatabilir veya şaşırtabilir. Hâlbuki
bütüncül ve analitik bakış açısı, bütün çelişki
ve tesadüfleri yok eder, onları anlamlı ve planlı
hâle getirir. Aşağıda örneklerle açıklanacağı
gibi, Babürname, Müslüman devlet adamlarını
ve toplumunu aşağıladığı; onların her türlü
ahlakî kusurlarını ifşa ettiği, Türk-İslam tarihini
karaladığı için “samimi” ve “gerçeğin ta kendisi”
olarak nitelendirilmiştir.
Babürname’nin İçerik Analizi: Tasvirlerdeki
Mesaj ve Telkinler
Modern araştırmacılar tarihî olan veya
tarihilik atfedilen bir eseri, konusuna, diline,
yazısına, yazarına ve içerdiği bilgi yığınına göre
değerlendirmektedirler. Hâlbuki bir eserin eski
harfli olması, birçok doğru bilgi içermesi, Arapça
veya Farsça yazılmış olması, tarihî bir şahsiyete,
mesela Babür, İbn Arabî veya Mevlana’ya
atfedilmesi, o eserin sahih, mevsuk, güvenilir
sayılması için yeterli değildir. Söz konusu eserin
öncelikle mesaj, telkin, zihniyet ve inandırıcılık
tenkidine tabi tutulması gerekir. Aşağıda,
Babürname’deki tasvirler, mesajları ve telkinleri
bağlamında ele alınacaktır.
Babür’ün Kendisini Ayyaş ve Uyuşturucu
Müptelası Olarak Göstermesi (Tasvir Etmesi)
Muhafazakar yazarlar İslam tarihi ve büyükleriyle ilgili eserlerinde Babür’ü, Nakşibendî
şeyhlerinden Hâce Ubeydullah’ın rahle-i tedrisinde yetişmiş; takvalı, dindar, edip ve âlim bir
Müslüman sultan olarak tanıtırlar. Oryantalist
araştırmacılar ise Babür’ü dindar bir ayyaş olarak gösterirler. 19. asırda İngiliz müsteşriklerin
ortaya çıkardığı Babürname, oryantalistlerin
görüşlerine kaynaklık etmiştir. Eğer muhafazakar
araştırmacılar Babür’e izafe ettikleri saygın kişiliği
Babürname’den hareketle oluşturdular ise açıkça
okuyucuyu aldatmışlardır. Zira Babürname’de
ayyaş ve sefih bir Babür tasviri vardır.
Burada muhafazakar araştırmacıların düştükleri
bir hatadan bahsetmek gerekir. Osmanlı ve
İslam tarihi ve edebiyatı üzerine çalışmalar
yapan Müslüman araştırmacılar, kaynak olarak
kendilerine sunulan tezkire ve tarih türündeki
eserleri okuyunca, ciddi bir çelişkiye düşmüş
olmalıdırlar. Zira Müslüman ve dindar olarak
bildikleri ataları, bu eserlerde riyakâr, ahlaksız,
barbar, ayyaş kişiler olarak tasvir edilmektedir.
Muhafazakar araştırmacılar, bu çelişkiyi bertaraf
etmek için, kaynaklarda bir İslam büyüğü
veya İslam şairi hakkında verilen bilgilerden
istediklerini almışlar, istemediklerini göz ardı
etmişlerdir. Böyle yapmakla bir yandan yeni nesli
ahlak bozucu bilgilerden korumuşlar; ancak diğer
yandan muhtemelen sahte olan bu kaynakları
meşrulaştırmışlardır.
Muhafazakar araştırmacılar bu tür eserlerdeki
rahatsız edici anekdotları görmezlikten gelmek
yerine, onların üstüne gitmelidirler. Zira İslam
tarihini ve İslam büyüklerini itibarsızlaştıran
eserlerin, donanımlı oryantalistler tarafından 18.
asrın sonundan itibaren peyderpey uydurulmuş
olma ihtimali vardır. Bu eserler bütüncül
bir bakış açısıyla incelendiği zaman, onların
11 - Yağmur 71 [Mart - Nisan 2014]
hepsinde aynı “olumsuzlayıcı” zihniyet ve bakış
açısının izleri fark edilir. Bu yazıda söz konusu
zihniyetin izleri, Babürname’nin aynasında
gösterilmeye çalışılacaktır. 1
Babür, hatıratında kendisinin ve diğer
Müslüman devlet adamlarının zaaflarını özenle
ifşa etmekte, sanki kendisine ve diğer sultanlara,
Müslüman halkın yanlışlıkla saygı duymasını
engellemek istemektedir. Esere göre Babür, 19.
asırda kendi medeniyetinden koparılmış Türk
aydınlarının Paris meyhanelerinde yaşadıkları
sefihane hayatı, 16. asırda, Müslüman bir
toplumda ve coğrafyada, yani medrese, tekke ve
camilerin arasında yaşamış gibidir:
“Hatice Begim huzurunda yemek verildikten
sonra Muzaffer Mirza bizi, Babür Mirza’nın yaptırmış olduğu Tarabhâne adlı imarete götürdü…
Sakiler şarap bardaklarını doldurup, dolaşarak,
meclistekilere sunmağa ve meclistekiler de bu saf
şarapları âb-ı hayat gibi içmeğe başladılar. Meclis
kızıştı. Şaraplar başa vurdu. Bana da içirmek ve
beni de bu daireye sokmak niyetinde idiler….
Babamdan sonra Hoca Kadı’nın uğurlu tesiri ile
zahid ve müttaki idim. Şarap içmek şöyle dursun (Arat 2000: 295-296) şüpheli taamlardan bile
ictinab ederdim. Sonra gençlik hevesile ve nefse
mağlup olarak şaraba meyil hâsıl oldu; fakat
teklif edecek bir adam yoktu… Herat gibi mamur
bir şehre gelmişiz; şimdi içmezsem ne zaman
içerim diye düşündüm..” (Arat 2000: 297). “Muzaffer Mirza’nın yaptırmış olduğu yeni kış evine
geldik. Bu eve geldiğimiz zaman çok sarhoş olan
Yusuf Ali Köktaş, kalkıp raksetti… Sarhoş olunca biraz zevksiz maskaralıklar yaptılar, cünbüş
akşama kadar devam etti.” (Arat 2000: 298). “Öğle
vaktinde geçmek için hareket edilerek gemiye
girip rakı içildi…. Çok sarhoş imişim… Eve
geldikten sonra epeyce kusmuşum” (Arat 2000:
362-363). “Oradan dönüşte tekrar gemiye bindik.
Minûçehre Han’a da macun verilmişti.; o kadar macun tesiri altında kaldı ki iki koltuğuna
girip kaldırdılar.” (Arat 2000: 363). “Geceleyin bir
sohbet yapıldı. Kadı ‘Benim evimde böyle şeyler
olmamıştır, fakat padişâh hâkimdir.’ diye arz
etti.” (Arat 2000: 374). “Kırk yaşında içkiyi bırakmak niyetinde olduğum ve buna da bir seneden
az bir müddet kaldığı için, ifratla içiyordum.”
(Arat 2000: 398). “Maveraünnehir’de Buhara şaraplarından daha kuvvetli şarap bulunmaz. Ben
12 - Yağmur 71 [Mart - Nisan 2014]
Semerkand’da ilk içki kullandığım sıralarda
Buhara şaraplarını içerdim.” (Arat 2000: 75). “Sabah sabuhi yaptık. Sarhoş olarak uyuyup öğle
vaktinde İstafil’den hareket ettik.”; yolda macun
yenildi.” (Arat 2000: 393).
İslâm Ansiklopedisi’nde Babür şöyle anlatılır:
“Sık sık tertip ettiği içki ve musıki meclislerinde,
devrinin başlıca sanatkârlarını, şairlerini,
musikişinaslarını, hattat ve nakkaşlarını toplar,
onlar ile müzakerelerde bulunur ve mütemadi
içerdi. Bilhassa 28 ile 44 yaşları arasında şarap
ve eğlenceye iptilâsı onda son haddini bulmuştu.
24 saatte 4 kere içki meclisi kuruyordu.” (Köprülü
1991: 183). İslâm Ansiklopedisi’ndeki Babür
maddesinde Müslüman okuyucuya şu mesaj
verilmektedir: “Babür, daima şarap içen bir fıkıh
âlimi ve örnek alınası bir devlet adamı idi.”
Babür’ü bu şekilde tanıtan araştırmacılar,
elbette bilgilerini, Babürname gibi “tarihî”
kaynaklardan almışlardır. Eğer bu kaynaklar
sahih ise Babür, bir Müslüman için saygı
duyulacak bir insan değildir. Ancak kaynakları
mevsukiyet tenkidine tabi tutmadan Babür’ü,
riyakâr ve ayyaş ilan etmek, doğru değildir,
muhtemelen Hindistan’da Müslümanların
koruyuculuğunu üstlenmiş olan Babür’e, yani
Zahîreddin Han’a haksızlık etmiş oluruz. İç ve
dış tenkit çalışmaları sonucunda kaynakların
sahih olduğunu anlarsak, o zaman Babür’ün
İslam toplumunda yetişmiş bir sefih olduğunu
söyleyebiliriz. Bu gibi insanları İslam büyüğü
olarak tarif etmek doğru değildir. Zira sefih,
ayyaş, mülhit insanlar, İslam’ı ve Müslümanlığı
temsil edemezler. Kaynaklar sahih de olsa, sahte
de olsa, kötü kötüdür. Kötü veya fasık birisinin
İslam toplumunda yaşamış olması onu asla
örnek gösterilecek bir Müslüman yapmaz.
Babür’ün Diğer Müslüman Türk
Sultanlarını, Şairlerini ve Toplumunu
Ahlaksız, Sefih, Fasık, Ayyaş, Sapkın
İnsanlar Olarak Göstermesi
Babürname’yi övgüyle tanıtanlar, Babür’ün bu
eserde Şeyh Ömer Mirza, Sultan Ahmet Mirza,
Sultan Mahmut Mirza, Sultan Hüseyin Baykara,
Ali Şir Nevayi gibi Müslüman devlet adamları
hakkında faydalı ve orijinal bilgiler verdiğini
söylerler. Eserde 19. asır Türk toplumunun
muhtemelen adını dahi duymadığı birçok
şahıs hakkında bilgi bulunduğu bir gerçektir.
Ancak bu bilgiler onların aleyhine olan, onları
karalayan bilgilerdir. Mesela Babür, kendi
babasını önce dindar bir kişi olarak tarif eder,
sonra bu dindarlığa ayyaşlığı, uyuşturucu
kullanımını ve kumarbazlığı ilave eder: “Hanefi
mezhebinden olup, temiz itikatlı bir adamdı.
Beş vakit namazını bırakmazdı. Kazaya kalanları
da hayatta iken, tamamen yapmıştır. Çok defa
yüksek sesle Kur’ân okurdu. Hoca Ubeydullah’ın
müridi idi ve sohbetleri ile çok müşerref olmuştu.
Hoca hazretleri de ona ‘oğlum’ diye hitap ederdi.
Okuyup yazmağı iyi bilirdi. Hamseteyn, Mesnevi
ve tarih kitaplarını mütalaa etmişti, ekseriya
Şehname okurdu… Yumruğu çok kuvvetli idi.
Onun yumruğundan devrilmeyen yoktu. Adildi,
cömertti.” (Arat 2000: 11). “Önceleri çok içerdi.
Fakat sonraları ancak haftada bir iki defa meclis
kurardı. Sohbeti hoş bir adamdı; yerinde güzel
beyitler okurdu. Sonraları daha ziyade mâcun
[uyuşturucu] kullanmağa başlamıştı. Zengin
olmakla beraber mütevazi idi. Daima tavla ve
bazan da kumar oynardı.” (Arat 2000: 12).
Bu ifadelerle Babür, babası “Şeyh” Ömer
Mirza’nın dindar, beş vakit namazını kılan
alkolik, uyuşturucu müptelası, kumarbaz
birisi olduğunu söylemektedir. Babür’ün
veya Babür adına bu eseri uyduran kişinin
ayyaşlıkla dindarlığı birleştirme gayreti dikkati
çekmektedir. Babür’ün babası ile Rusların 20.
asırda Mankurtlaştırdıkları Türkler arasında
fazla bir fark yoktur. Bu eser sahih ise Ruslar,
19. asrın dindar Türklerini dejenere etmemişler,
Mankurtlaştırmamışlar, onları 16. asırdaki
asıllarına döndürmüşlerdir. Babür’ün tasvir ettiği
insan tipi, anormal bir insan tipidir. Böyle bir
insan tipi, ancak medeniyet ve inanç değiştirme
dönemlerinde, mesela Tanzimat sonrasında
yetişebilir. Müslüman olarak doğan fakat gayri
İslamî fikir ve telkinatla yetişen bu tür insanlar,
eski dönem Müslümanlarını temsil edemezler;
onlarla kıyaslanamazlar.
Babür, amcası Sultan Mahmut Mirza’yı da önce
namazında niyazında dindar bir kişi olarak
tanıtır; sonra onun ahlaksız ve fasık bir insan
olduğunu gözler önüne serer: “Ahlâk ve etvârı iyi
idi. Namazını bırakmazdı…. Adamlarının iaşesi
hiçbir zaman eksik olmazdı. Meclisi, bahşişi,
ziyafet ve sofrası fevkalâde iyi idi… Zulüm ve
fesada çok düşkün idi, durmadan şarap içer ve
çok çehre saklardı…” “Beylerin oğullarını ve
oğullarının beylerini, hatta süt kardeşlerini çehre
yapmıştı. Kendi süt kardeşinin çocuğunu bile
bu yolda kullanıyordu. Bu meş’um adet onun
zamanında o kadar yayılmıştı ki çehresiz adam
hiç yoktu. Çehre beslemeği bir hüner addeder
ve çehresi olmayanı ayıplarlardı. Bu zulüm ve
fesadın uğursuzluğundan, bütün çocukları genç
yaşta (Arat 2000: 39) öldüler. Şiir söylerdi ve divan
tertip etmişti… Bozuk itikatlı bir adamdı”. (Arat
2000: 40). Babür, eserinde sultana yakın olan
emirlerin “çehre” olduğunu, olabileceğini ima
eder (Arat 2000: 43, 64).
Babürname’de, Ali Şir Nevayi’nin dostu ve
hamisi olan Sultan Hüseyin Mirza (Baykara) da
fevkalâde sefih, riyakâr, ayyaş ve ahlaksız birisi
olarak tasvir edilir: “O, tahta çıktığı zaman on
iki imamı hutbede okutmağı düşünüyormuş. Ali
Şir Bey ve diğer bazıları buna mani olmuşlar.
Sonraları ise her hali ve hareketi ehl-i sünnet ve
cemaat mezhebine uygundu. Mafsal hastalığı
yüzünden namaz kılamazdı. Oruç da tutmazdı…
Bazı hususlarda şeriate fevkalâde riayet ederdi…
Tahta çıktığı zaman altı yedi sene tövbeli
idi. Ondan sonra kendini içkiye verdi. Kırk
seneye yakın Horasan’da padişahlık etti ve öğle
namazından sonra içmediği hiçbir gün yoktu,
fakat sabahları hiç içmezdi. Oğulları, sipahi ve
şehir ahalisi hepsi bu vaziyette idi. Aşırı derecede
işret ve safahat yaparlardı… Divanı hep aynı
vezindedir… Yaş ve saltanat itibarı ile büyük bir
padişah olduğu halde çocuklar gibi koç besler,
güvercinler oynatırdı ve horoz dövüştürürdü….”
(Arat 2000: 253). “Herat gibi bir şehir eline geçtiği
hâlde gece gündüz işret ve sefahattan başka işi
yoktu, hatta etraf ve maiyetinde bulunanlardan da
işret ve sefahat etmeyen yoktu.” (Arat 2000: 255).
Nevayi’nin hamisi ve yakın dostu olan Hüseyin
Baykara, günümüzde muhafazakar araştırmacılar
tarafından saygıyla anılmaktadır. Babürname’yi
okuyan ve okuduklarına inanan hakiki bir
Müslümanın Baykara’ya ve onun arkadaşlarına
saygı duyması mümkün değildir. Yukarıdaki
tasvir ve tanıtım cümlelerindeki methiyeleri seçip
diğerlerini “bir süre” göz ardı etmek, iyi niyetli
bir tavır değildir.
Babür’ün veya Babür adına eser yazan sahtekâr
bir yazarın karalamalarından hemen herkes
nasibini alır. Mesela yazar, Hoca Abdullah
13 - Yağmur 71 [Mart - Nisan 2014]
Mervarid’in “faziletli bir sefih” olduğunu söyler:
“Önce sadırdı, sonraları içki, mukarrep ve bey
olmuştu. Çok faziletli bir adamdı. Kanunu
onun kadar iyi çalan adam yoktu…. Sefih ve
korkusuzdu. Sefahat yüzünden zührevî hastalığa
düçar olarak, eli ayağı tutmaz oldu.” (Arat 2000:
271). Seydim Ali Derban’ı ahlaklı bir fasık
olarak tanıtır: “İyi ahlak ve etvarlı bir adamdı...
Kusuru fıska ve …. fevkalâde düşkün olması
idi.” (301). “Bu mirzalar kendilerini o derece
zevk ve sefahate vermişlerdi ki…. [Ramazan’a
bir gün kala bile] yalnız şarap içmek, zevk ve
safa sürmek ile meşgul idiler.” (Arat 2000: 63-64).
“Sultan Hüseyin Mirza şehri aldığı vakit Yadigar
Muhammed Mirza ve adamları kendilerini öyle
içkiye vermişlerdi ki, o gece Yâdigâr Muhammed
Mirza’nın kapısında bulunan üç adamın üçü de
sarhoşmuş.” (Arat 2000: 128).
Bize göre bütün bu tasvirlerin maksadı veya
telkini, şarabı ve uyuşturucuyu meşrulaştırma;
haramı normalleştirme; dindarlık kavramına
ayyaşlığı da dâhil etme arzusudur. Eğer bu
tür eserlerin sahih oldukları ortaya çıkarsa o
zaman şu soru üzerinde ciddiyetle düşünmemiz
gerekir: Ataları bu kadar ayyaş ve ahlâksız olan
bir toplum ne zaman, kimin döneminde, nasıl
Müslümanlaşmıştır? Zira günümüzde bile
bütün Müslüman toplumlarda “dindarlık” ve
“ayyaşlık”, anlam çerçeveleri bakımından hâlâ
birbirine zıt kavramlardır.
Bize göre Babürname’nin Farsça ve Çağatayca
nüshaları üzerinde yapılacak bir mürekkep
tenkidi, İslam tarihi ile ilgili organize bir
sahtekârlığı ortaya çıkaracaktır. Bu tür eserlerin
18. asrın sonunda yazıldığının ortaya çıkması
durumunda, Babürname gibi, Müslümanları
sefih ve riyakâr gösteren birçok meşhur eserden
mahrum kalacağız; ancak ecdadımızla ilgili hüsn-i
zannımızı geri kazanacağız.
Babür’ün Müslüman Sultanları ve Toplumu
Katil, Barbar, Vahşi ve Yağmacı Olarak
Tasvir Etmesi
Babür veya Babür adına eser yazan kişi, Müslüman Türk sultanlarını sadece sefih ve ayyaş
olarak değil, aynı zamanda “barbar”, “katil”,
“zalim” ve “yağmacı” kişiler olarak tasvir eder. Bu
insanlar ahlak-ı rezilenin hemen tamamına sahiptirler. Âkif’in ifadesiyle “rezailden” herhangi bir
eksiklikleri yoktur. Bu sultanlar şahsî hırslarını
14 - Yağmur 71 [Mart - Nisan 2014]
tatmin etmek için birbirleriyle savaşırlar. Bu savaşların sebebi, karşı tarafın canını, malını, mülkünü, karısını, kızını yağmalamak, onlara işkence
etmektir. Baş kesmek, göze mil çekmek en yaygın
âdetlerdendir. Mesela Babür, Hüseyin Baykara’yı
şöyle tasvir eder: “Babası oğlu ve oğlu babası
üzerine Belh ve Esterabad’a asker sevketti… Bediüzzaman Mirza mağlup oldu. Birçok iyi yiğit
esir düştü. Sultan Hüseyin Mirza hepsinin başını
kestirdi. Yalnız bunda değil, hangi oğlu düşman
olarak karşısına çıktı ise mağlup etti ve esir düşen
adamlarının başlarını kestirdi. Ne yapsın Hak
onun tarafında imiş[!]” (Arat 2000: 63). Burada
zalim ve barbar bir insanı methetmek için söylenen “Ne yapsın Hak onun tarafında imiş” şeklindeki ifade dikkati çekmektedir. Kimisi bu ifadeyi
Babür’ü methetmek ve onu dindar göstermek
için kullanabilir. Bize göre ise bu ifade, alay ve
istismar maksatlıdır ve Babürname’yi yazan insanın kimliği hakkında bir ipucu içermektedir.
Kısacası Babürname, bir sefahet ve vahşet
romanı gibidir. Babür, bazen 19. asır realistlerini
kıskandıracak ölçüde ayrıntılı vahşet tasvirlerine
girişir. “Mehdi Sultan onun elini mafsalından
kesip düşürdü” (Arat 2000: 59); “boğazını
mızrakladılar” (Arat 2000: 61); “Mirşah Koçı’nı da
öyle vurdular ki boynu yarısına kadar kesilmiş ve
yalnız büyük şah damarı kalmıştı.” (Arat 2000: 61);
“Yüz iki yüz adamını ele geçirerek yarısının başını
kesip yarısını yedi sekiz fil ile birlikte getirdi.”
(Arat 2000: 421). “ona mensup olan adamların ve
çiftçilerin hepsini ele geçirip mallarını yağma
ettiler.” (Arat 2000: 83). “Müslümanların hepsi
yağmaya gittiler” (Arat 2000: 61) “Mirza’yı tutup
… gözlerine mil çekerek kör etti” (Arat 2000: 89)
“Sultan Ali Mirza’yı Göksaray’a çıkarıp gözlerine
mil çekilmesini emretti.” (Arat 2000: 56), “şerefsizce
öldürdüler” (Arat 2000: 57), “işkence ile öldürmeleri
emredildi” (Arat 2000: 67); “Samancı Bey, yetmişseksen yiğitle çıkıp, Nazar Bahadır ile karşılaştı
ve başını kesip kaleye döndü” (Arat 2000: 88),
“Özbekleri kuduz köpekler gibi sokaklarda taş ve
sopalarla öldürdüler.” (Arat 2000: 127). “ibret için
bazıları [Afganlar] kazığa vuruldu” (Arat 2000: 338).
“Sultan Mesud Mirza’nın gözüne mil çekilmesine
ve Baysungur Mirza’nın öldürülmesine sebep
oldu. Herkesi arkasından çekiştirirdi[!]. Kötü ve
fâhiş dilli, kendini beğenmiş, bozuk fikirli ve alçak
bir adamdı…. Semerkand şehrinde başı kesildi”
(Arat 2000: 44-45).
Batılılar ve onların takipçileri tarafından
“samimiyet” ve “doğruluk” timsali olarak
methedilen Babürname’ye göre, barbar
Türkler aynı zamanda her türlü tecavüze
meyillidirler. Hâlbuki Müslüman Türkler, eski
ahlaklarından kısmen uzaklaştıkları 20. asırdaki
savaşlarında bile düşmanlarını şaşırtan bir
fazilet sergilemişlerdir. Burada Babürname’nin
Hindistan’ı işgal eden ve orada toplum
mühendisliğine girişen İngilizler tarafından
bulunup, farklı dillere çevrilip defalarca
yayımlandığı hususu hatırlanmalıdır. Bu eserde
anlatılanlara inanan Müslüman bir Türk, elbette
atalarından, kendi tarih ve medeniyetinden nefret
edecektir. Aynı dönemde yine oryantalistlerin
öncülüğünde Osmanlı sultanlarını ve toplumunu
karalayan eserler de ortaya çıkmaya başlamıştır.
(Bkz. Coşkun 2011b) Bu eserlerde diller farklı,
kahramanlar farklı; fakat bakış açısı, zihniyet,
mesaj ve maksat aynıdır. Hemen hepsi yerli ve
yabancı oryantalistlerin istediği türden bilgiler
içermektedir.
Babürname’de Müslüman Şairlerin Ayyaş ve
Sefih Olarak Gösterilmesi
19. ve 20. asırda Frenk ve Frenk-meşrep
araştırmacılar, divan şiirini, eski şairlerin sefihane
hayatlarının bir yansıması olarak görmüşler ve
göstermişlerdir. Yahya Kemal, Ahmet Haşim,
Ahmet Hamdi Tanpınar, Ali Nihat Tarlan gibi
araştırmacılar ise divan şiirini, dille ve muhayyile
gücüyle yapılan bir sanat eseri, bir zekâ ve kelime
oyunu olarak göstermişlerdir (Bkz. Tarlan 1990,
Tanpınar 2000, Coşkun 2011a). Ancak 19. ve 20.
asırda peyderpey Türk toplumuna tanıtılan
tezkireler, Tanpınar ve Tarlan’ın yorumunu
değil Frenk-meşrep araştırmacıların yorumunu
desteklemiştir. Bu eserlerde Osmanlı toplumu
ve şairleri sefihlikle, şarapçılıkla ve ahlaksızlıkla
itham edilmektedir. Bu eserlere göre eski
toplumda hem müderrislik ve kadılık yapan, yani
halka hocalık ve imamlık yapan, hem de şarapçı
ve ahlaksız birçok şair vardır.
Tezkirelerin bu trajikomik tasvirlerini
Babürname’de de görmek mümkündür.
Babürname’de şiirle şarap meclisi arasında kuvvetli bir bağ kurulmuştur. Esere göre şarap, uyuşturucu, maskaralık ve dans, sultan meclislerinin
değişmez unsurlarıdır: “Ben hâlâ şaraba perhizli
idim… ‘Gelin benim yanımda için…’ dedim…
Meclis orada kuruldu. Sonra maskara Gıyas da
geldi… Bu rubai İbrahim Çehre vasıtası ile gönderildi. Öğleden sonra bu meclistekiler sarhoş
olup, dağıldılar… Birkaç gün önce karışık şarap
içilmişti; faydası dokunmadığı için içilmiyordu….
Nekahat günlerinin sonlarına doğru köşklü bahçesinin cenûb-i garbî cihetinde meclis tertip edip
karışık şarap içtim…. Gece yatsı vaktinde oradan
kalkıp gelip büyük ak çadırda da içtik…. Çarşamba günü… Şah Hasan’ın evine gidip içtim.
Beylerin ve içkilerin ekserisi orada idi… Derviş
Muhammed gelip sohbette oturdu. O zaman
tövbeli olduğu için içmiyordu. Gecenin sonuna
kadar burada içildi.” (Arat 2000: 376-377). “[Mecliste] Sartça okuyan herkes kadeh içsin, denildi.
Bu suretle pek çok kimse (398) kadeh kaldırdı.
Sünnet vaktinde çemen ortasındaki dallar arasında oturtuldu ve ‘Türkçe okuyan herkes bir kadeh
içsin’ denildi. Bu defa da pek çok adam kadeh
kaldırdı.” (Arat 2000: 399). Babür, şair Hoca Hüseyin Bey’i şöyle tanıtır: “O zamanın âdeti üzere,
içki meclislerinde iyi koşma (koşuk) söylermiş.”
(Arat 2000: 20). Meşhur bir şair olarak tanıttığı
Baysungur Mirza’yı şu komik ifadelerle tasvir
eder: “Şaraba çok düşkündü, şarap içmediği vakit
namaz kılardı.” (Arat 2000: 104).
Ömer Faruk Akün, sadece Babür’ün değil, asrın
diğer şairlerinin de şiirlerinde sefihane konuları
tercih ettiklerini söyler: “Çağının diğer şairleri
gibi aşk-sevgili-içki zevki (veya meclisi) konuları
onda da hükmünü sürdüren bir üçüzdür.” (Akün
1991a: 397). Babürname’deki bilgiler doğru ise,
din ve tasavvuf; Nevayi gibi Türk-İslâm büyüklerinin şiirlerinde sahte bir renk veya aldatıcı bir
kılıftan ibarettir.
Dipnotlar:
* Prof. Dr., Süleyman Demirel Üniversitesi
1 Bu çalışmada, Çağatayca metin yerine, Reşit Rahmeti
Arat’ın Türkiye Türkçesine yaptığı çeviri esas alınmıştır.
Arat’ın çevirisi Türkiye’de bilim adamları tarafından sıkça
kullanılmıştır. Elbette Arat’ın Vekâyi veya Babürname
çevirisinde bazı hatalar olabilir. Ancak biz bu yazıda
Babürname’de geçen birkaç tartışmalı kelime ve cümleye dayanarak hüküm vermedik. Hangi metin esas alınırsa alsın,
bu yazıdaki bulgular ve mesajlar değişmeyecektir. Ayrıca bu
çalışmada, Babürname’nin adları, çevirileri, yazmaları vs.
hakkındaki “sıradan” bilgiler tekrarlanmayacaktır.
15 - Yağmur 71 [Mart - Nisan 2014]
Download