Oryantalistlerin Bulduğu Babürname’de Oryantalistçe Tasvir ve Mesajlar - 1 Menderes Coşkun* ................................................................................................................ 19 . asrın başından itibaren ortaya çıkmaya başlayan, Tanzimat ve Cumhuriyet Dönemi'nde siyasete ve matbuata hâkim olan güçler tarafından yayımlanıp meşhur edilen tarihî(!) eserlerin birçoğu, okuyucunun “irfanına” ve “ahlakına” katkı yapacak durumda değildir. Bu eserler, tarihimizdeki meşhur ve saygın din ve devlet adamlarımızla ilgili tuhaf, müstehcen, zararlı bilgi ve tasvirler içermektedir. Tanzimat’tan itibaren bir yandan İslam ve Osmanlı tarihini değersizleştiren, eski eserleri yok eden, hatta ezanı ve Kur’ân’ı bile yasaklayan zihniyet, diğer yandan İslam ve Osmanlı tarihi konusunda halkı bilgilendirecek donanımlı ve çalışkan araştırmacılar yetiştirmiş; bazı İslam ve Türk klasiklerini(!) ardı ardına yayımlamıştır. Böylece bilgiyle ve bilimle yeni neslin İslam medeniyeti ve İslam tarihi algısını şekillendirmek istemiştir. Bilgi, fert ve toplumları değiştiren en önemli araçtır. Bilgi insanın zihnini; zihin de insanın fikir, his ve davranışlarını değiştirir. Görerek, duyarak, okuyarak, seyrederek, yaşayarak öğrendiğimiz bilgiler, yıllar sonra, bizim fikirlerimiz, davranışlarımız ve kimliklerimiz hâline gelir. Bundan dolayı, sahih de olsa “zararlı” eserlere karşı müsamahakar olamayız. Bir milleti yavaş yavaş dejenere etmek, onları kendi inanç ve medeniyetlerinden uzaklaştırmak isteyenler, önce onların alt ve üst şuurlarını besleyen bilgi kaynaklarını, bilgi pınarlarını kirletirler. Yanlışla beslenen bir fert veya toplumun doğru his, fikir ve davranışlara sahip olması mümkün değildir. Batı, 18. asrın sonunda, bilginin değiştirici gücünü fark etmiş; bilgiyle ve bilimle, insanları ve toplumları değiştirmeyi, dönüştürmeyi hedeflemiştir. Kahire, İstanbul, Selanik, Tahran, Kabil, Semerkand gibi İslam şehirlerindeki aydınların birçoğu, bir 10 - Yağmur 71 [Mart - Nisan 2014] asırda, bilgiyle, kitapla, dergi ve gazete ile kendi inanç, tarih ve medeniyetlerinden yavaş yavaş uzaklaştırılmışlardır. Okur-yazarlık, tenkidî bakış açısından mahrum olan bu insanların en talihsiz yanı veya imtihanı olmuştur. Orta Asya’da Ahmet Yeseviler, İmam Buhariler, Maturidiler, Nakşibendler yetiştiren Türk-İslam toplumu, 20. asırda şarabın haram olduğunu dahi bilemeyecek kadar cahilleştirilmiştir. Şarabın İslam’da haram olmadığını iddia edecek kadar bilgilendirilmişler, aydınlatılmışlardır(!) Bu cahilleşme veya aydınlanma, kitapla ve bilgiyle yapılmıştır. Bu yazıda İngiliz ve Rus oryantalistlerinin ortaya çıkardıkları Babürname’nin, onların Orta Asya’daki sosyal mühendislik faaliyetlerine destek veren bir eser olduğu ortaya konulmaya çalışılacaktır. Babürname ile İlgili Tanıtımlar Modern Türk aydınının İslam tarihi algısını şekillendiren eserlerden birisi olan Babürname (Vekayi, Hâtırât vs.), 19. asırda İngiliz ve Rus oryantalistler tarafından bulunmuş ve meşhur edilmiştir. Onu ilk önce John Leyden ve William Erskine adlı müsteşrikler 1826 yılında İngilizceye çevirerek Londra’da yayımlamışlardır. Eser daha sonra Almanca, Fransızca, Rusça, Türkiye Türkçesi, Urduca’ya da çevrilmiş ve yayımlanmıştır (Akün 1991b: 406-407). Eserin orijinal şekli ise ilk olarak Rus Ortodoks misyoner Nicolas İlminski tarafından 1857’de Kazan’da neşredilmiştir. Babürname üzerinde en güvenilir ve en kapsamlı çalışmaları 20. asrın başında Annette Susannah Beveridge yapmıştır. Türk aydını, Babürname’yi ilk olarak 1940’lı yıllarda Reşit Rahmeti Arat’ın çevirisi ile tanımıştır. Arat’ın çalışması, Batılı araştırmacıların bir asır önceden başladıkları çeviri ve tanıtım çalışmalarının son halkalarından birisidir. Türk araştırmacılar Batılı araştırmacıların konuyla ilgili bilgi ve bakış açılarına tâbi olmuşlardır. Mesela İslâm Ansiklopedisi’ndeki “Babür” maddesini Fuad Köprülü yazmıştır. Köprülü’nün kaynaklarına bakılınca, onun yabancı yazarların sadık bir takipçisi olduğu anlaşılır (Köprülü 1997: 187). Diyanet’in İslam Ansiklopedisi’ne “Babür” ve “Babürnâme” maddelerini yazan Ömer Faruk Akün de oryantalist araştırmacıların konuyla ilgili çizdikleri yolda sadakatle, özenle ve hassasiyetle yürümüştür. Geleneğe tabi olan, yani bilgi ve bakış açılarını yabancılardan alan Köprülü ve Akün gibi Türk araştırmacıların Babürname’yi övmeleri, bu eserin içeriğindeki tuhaflıkları göz ardı etmeleri tabiîdir. Eserle ilgili methiyeleri bir araya getiren Ömer Faruk Akün, Babürname’yi şöyle tanıtır: “Batı ilim ve fikir âleminin hayranlıkla andığı Babürname bu gün otobiyografi nevinin dünya klasikleri arasında sayılmaktadır.” (Akün 1991b: 405). “Babürname, benzeri bulunmayan bir eser olarak gittikçe artan bir alâka ve takdirin merkezi haline gelmiştir.” (Akün 1991b: 405). “Gerçekleri olduğu gibi yazmasındaki dürüstlük ve samimiyet bakımından Babürname Sezar’ın hatıraları ile bir, hatta ondan da ileri tutulmuş, Bâbür bu hatıralarından dolayı Doğu’nun Jül Sezar’ı sayılmıştır. İçindeki itiraflar dolayısıyla Saint-Simon’un Memoires’i ve Jean Jacques Rousseau’nun Confessions’u arasında benzerlik dahi söz konusu olmuştur. Kabul edildiğine göre Sezar’dan sonra Babür’e gelinceye kadar hiçbir hükümdar böyle samimi ve doğru bir hatırat eseri bırakmış değildir. Ancak aradaki bu benzerliğe karşılık Babür’ün hatıraları onun De Bello Gallica ve De Bello Civili’sinden çok geniş ve mukayese edilemeyecek kadar zengin muhtevalıdır.” (Akün 1991b: 405). Bu tanıtımlarda geçen, “gerçekleri olduğu gibi yazmasındaki dürüstlük ve samimiyet”, “Hiçbir hükümdar böyle samimi ve doğru bir hatırat eseri bırakmış değildir.” gibi ibareler dikkat çekicidir. Batılı ve Frenk-meşrep araştırmacıların İslam tarihine ait eserlerle ilgili bu tür övgüleri, bazılarını aldatabilir veya şaşırtabilir. Hâlbuki bütüncül ve analitik bakış açısı, bütün çelişki ve tesadüfleri yok eder, onları anlamlı ve planlı hâle getirir. Aşağıda örneklerle açıklanacağı gibi, Babürname, Müslüman devlet adamlarını ve toplumunu aşağıladığı; onların her türlü ahlakî kusurlarını ifşa ettiği, Türk-İslam tarihini karaladığı için “samimi” ve “gerçeğin ta kendisi” olarak nitelendirilmiştir. Babürname’nin İçerik Analizi: Tasvirlerdeki Mesaj ve Telkinler Modern araştırmacılar tarihî olan veya tarihilik atfedilen bir eseri, konusuna, diline, yazısına, yazarına ve içerdiği bilgi yığınına göre değerlendirmektedirler. Hâlbuki bir eserin eski harfli olması, birçok doğru bilgi içermesi, Arapça veya Farsça yazılmış olması, tarihî bir şahsiyete, mesela Babür, İbn Arabî veya Mevlana’ya atfedilmesi, o eserin sahih, mevsuk, güvenilir sayılması için yeterli değildir. Söz konusu eserin öncelikle mesaj, telkin, zihniyet ve inandırıcılık tenkidine tabi tutulması gerekir. Aşağıda, Babürname’deki tasvirler, mesajları ve telkinleri bağlamında ele alınacaktır. Babür’ün Kendisini Ayyaş ve Uyuşturucu Müptelası Olarak Göstermesi (Tasvir Etmesi) Muhafazakar yazarlar İslam tarihi ve büyükleriyle ilgili eserlerinde Babür’ü, Nakşibendî şeyhlerinden Hâce Ubeydullah’ın rahle-i tedrisinde yetişmiş; takvalı, dindar, edip ve âlim bir Müslüman sultan olarak tanıtırlar. Oryantalist araştırmacılar ise Babür’ü dindar bir ayyaş olarak gösterirler. 19. asırda İngiliz müsteşriklerin ortaya çıkardığı Babürname, oryantalistlerin görüşlerine kaynaklık etmiştir. Eğer muhafazakar araştırmacılar Babür’e izafe ettikleri saygın kişiliği Babürname’den hareketle oluşturdular ise açıkça okuyucuyu aldatmışlardır. Zira Babürname’de ayyaş ve sefih bir Babür tasviri vardır. Burada muhafazakar araştırmacıların düştükleri bir hatadan bahsetmek gerekir. Osmanlı ve İslam tarihi ve edebiyatı üzerine çalışmalar yapan Müslüman araştırmacılar, kaynak olarak kendilerine sunulan tezkire ve tarih türündeki eserleri okuyunca, ciddi bir çelişkiye düşmüş olmalıdırlar. Zira Müslüman ve dindar olarak bildikleri ataları, bu eserlerde riyakâr, ahlaksız, barbar, ayyaş kişiler olarak tasvir edilmektedir. Muhafazakar araştırmacılar, bu çelişkiyi bertaraf etmek için, kaynaklarda bir İslam büyüğü veya İslam şairi hakkında verilen bilgilerden istediklerini almışlar, istemediklerini göz ardı etmişlerdir. Böyle yapmakla bir yandan yeni nesli ahlak bozucu bilgilerden korumuşlar; ancak diğer yandan muhtemelen sahte olan bu kaynakları meşrulaştırmışlardır. Muhafazakar araştırmacılar bu tür eserlerdeki rahatsız edici anekdotları görmezlikten gelmek yerine, onların üstüne gitmelidirler. Zira İslam tarihini ve İslam büyüklerini itibarsızlaştıran eserlerin, donanımlı oryantalistler tarafından 18. asrın sonundan itibaren peyderpey uydurulmuş olma ihtimali vardır. Bu eserler bütüncül bir bakış açısıyla incelendiği zaman, onların 11 - Yağmur 71 [Mart - Nisan 2014] hepsinde aynı “olumsuzlayıcı” zihniyet ve bakış açısının izleri fark edilir. Bu yazıda söz konusu zihniyetin izleri, Babürname’nin aynasında gösterilmeye çalışılacaktır. 1 Babür, hatıratında kendisinin ve diğer Müslüman devlet adamlarının zaaflarını özenle ifşa etmekte, sanki kendisine ve diğer sultanlara, Müslüman halkın yanlışlıkla saygı duymasını engellemek istemektedir. Esere göre Babür, 19. asırda kendi medeniyetinden koparılmış Türk aydınlarının Paris meyhanelerinde yaşadıkları sefihane hayatı, 16. asırda, Müslüman bir toplumda ve coğrafyada, yani medrese, tekke ve camilerin arasında yaşamış gibidir: “Hatice Begim huzurunda yemek verildikten sonra Muzaffer Mirza bizi, Babür Mirza’nın yaptırmış olduğu Tarabhâne adlı imarete götürdü… Sakiler şarap bardaklarını doldurup, dolaşarak, meclistekilere sunmağa ve meclistekiler de bu saf şarapları âb-ı hayat gibi içmeğe başladılar. Meclis kızıştı. Şaraplar başa vurdu. Bana da içirmek ve beni de bu daireye sokmak niyetinde idiler…. Babamdan sonra Hoca Kadı’nın uğurlu tesiri ile zahid ve müttaki idim. Şarap içmek şöyle dursun (Arat 2000: 295-296) şüpheli taamlardan bile ictinab ederdim. Sonra gençlik hevesile ve nefse mağlup olarak şaraba meyil hâsıl oldu; fakat teklif edecek bir adam yoktu… Herat gibi mamur bir şehre gelmişiz; şimdi içmezsem ne zaman içerim diye düşündüm..” (Arat 2000: 297). “Muzaffer Mirza’nın yaptırmış olduğu yeni kış evine geldik. Bu eve geldiğimiz zaman çok sarhoş olan Yusuf Ali Köktaş, kalkıp raksetti… Sarhoş olunca biraz zevksiz maskaralıklar yaptılar, cünbüş akşama kadar devam etti.” (Arat 2000: 298). “Öğle vaktinde geçmek için hareket edilerek gemiye girip rakı içildi…. Çok sarhoş imişim… Eve geldikten sonra epeyce kusmuşum” (Arat 2000: 362-363). “Oradan dönüşte tekrar gemiye bindik. Minûçehre Han’a da macun verilmişti.; o kadar macun tesiri altında kaldı ki iki koltuğuna girip kaldırdılar.” (Arat 2000: 363). “Geceleyin bir sohbet yapıldı. Kadı ‘Benim evimde böyle şeyler olmamıştır, fakat padişâh hâkimdir.’ diye arz etti.” (Arat 2000: 374). “Kırk yaşında içkiyi bırakmak niyetinde olduğum ve buna da bir seneden az bir müddet kaldığı için, ifratla içiyordum.” (Arat 2000: 398). “Maveraünnehir’de Buhara şaraplarından daha kuvvetli şarap bulunmaz. Ben 12 - Yağmur 71 [Mart - Nisan 2014] Semerkand’da ilk içki kullandığım sıralarda Buhara şaraplarını içerdim.” (Arat 2000: 75). “Sabah sabuhi yaptık. Sarhoş olarak uyuyup öğle vaktinde İstafil’den hareket ettik.”; yolda macun yenildi.” (Arat 2000: 393). İslâm Ansiklopedisi’nde Babür şöyle anlatılır: “Sık sık tertip ettiği içki ve musıki meclislerinde, devrinin başlıca sanatkârlarını, şairlerini, musikişinaslarını, hattat ve nakkaşlarını toplar, onlar ile müzakerelerde bulunur ve mütemadi içerdi. Bilhassa 28 ile 44 yaşları arasında şarap ve eğlenceye iptilâsı onda son haddini bulmuştu. 24 saatte 4 kere içki meclisi kuruyordu.” (Köprülü 1991: 183). İslâm Ansiklopedisi’ndeki Babür maddesinde Müslüman okuyucuya şu mesaj verilmektedir: “Babür, daima şarap içen bir fıkıh âlimi ve örnek alınası bir devlet adamı idi.” Babür’ü bu şekilde tanıtan araştırmacılar, elbette bilgilerini, Babürname gibi “tarihî” kaynaklardan almışlardır. Eğer bu kaynaklar sahih ise Babür, bir Müslüman için saygı duyulacak bir insan değildir. Ancak kaynakları mevsukiyet tenkidine tabi tutmadan Babür’ü, riyakâr ve ayyaş ilan etmek, doğru değildir, muhtemelen Hindistan’da Müslümanların koruyuculuğunu üstlenmiş olan Babür’e, yani Zahîreddin Han’a haksızlık etmiş oluruz. İç ve dış tenkit çalışmaları sonucunda kaynakların sahih olduğunu anlarsak, o zaman Babür’ün İslam toplumunda yetişmiş bir sefih olduğunu söyleyebiliriz. Bu gibi insanları İslam büyüğü olarak tarif etmek doğru değildir. Zira sefih, ayyaş, mülhit insanlar, İslam’ı ve Müslümanlığı temsil edemezler. Kaynaklar sahih de olsa, sahte de olsa, kötü kötüdür. Kötü veya fasık birisinin İslam toplumunda yaşamış olması onu asla örnek gösterilecek bir Müslüman yapmaz. Babür’ün Diğer Müslüman Türk Sultanlarını, Şairlerini ve Toplumunu Ahlaksız, Sefih, Fasık, Ayyaş, Sapkın İnsanlar Olarak Göstermesi Babürname’yi övgüyle tanıtanlar, Babür’ün bu eserde Şeyh Ömer Mirza, Sultan Ahmet Mirza, Sultan Mahmut Mirza, Sultan Hüseyin Baykara, Ali Şir Nevayi gibi Müslüman devlet adamları hakkında faydalı ve orijinal bilgiler verdiğini söylerler. Eserde 19. asır Türk toplumunun muhtemelen adını dahi duymadığı birçok şahıs hakkında bilgi bulunduğu bir gerçektir. Ancak bu bilgiler onların aleyhine olan, onları karalayan bilgilerdir. Mesela Babür, kendi babasını önce dindar bir kişi olarak tarif eder, sonra bu dindarlığa ayyaşlığı, uyuşturucu kullanımını ve kumarbazlığı ilave eder: “Hanefi mezhebinden olup, temiz itikatlı bir adamdı. Beş vakit namazını bırakmazdı. Kazaya kalanları da hayatta iken, tamamen yapmıştır. Çok defa yüksek sesle Kur’ân okurdu. Hoca Ubeydullah’ın müridi idi ve sohbetleri ile çok müşerref olmuştu. Hoca hazretleri de ona ‘oğlum’ diye hitap ederdi. Okuyup yazmağı iyi bilirdi. Hamseteyn, Mesnevi ve tarih kitaplarını mütalaa etmişti, ekseriya Şehname okurdu… Yumruğu çok kuvvetli idi. Onun yumruğundan devrilmeyen yoktu. Adildi, cömertti.” (Arat 2000: 11). “Önceleri çok içerdi. Fakat sonraları ancak haftada bir iki defa meclis kurardı. Sohbeti hoş bir adamdı; yerinde güzel beyitler okurdu. Sonraları daha ziyade mâcun [uyuşturucu] kullanmağa başlamıştı. Zengin olmakla beraber mütevazi idi. Daima tavla ve bazan da kumar oynardı.” (Arat 2000: 12). Bu ifadelerle Babür, babası “Şeyh” Ömer Mirza’nın dindar, beş vakit namazını kılan alkolik, uyuşturucu müptelası, kumarbaz birisi olduğunu söylemektedir. Babür’ün veya Babür adına bu eseri uyduran kişinin ayyaşlıkla dindarlığı birleştirme gayreti dikkati çekmektedir. Babür’ün babası ile Rusların 20. asırda Mankurtlaştırdıkları Türkler arasında fazla bir fark yoktur. Bu eser sahih ise Ruslar, 19. asrın dindar Türklerini dejenere etmemişler, Mankurtlaştırmamışlar, onları 16. asırdaki asıllarına döndürmüşlerdir. Babür’ün tasvir ettiği insan tipi, anormal bir insan tipidir. Böyle bir insan tipi, ancak medeniyet ve inanç değiştirme dönemlerinde, mesela Tanzimat sonrasında yetişebilir. Müslüman olarak doğan fakat gayri İslamî fikir ve telkinatla yetişen bu tür insanlar, eski dönem Müslümanlarını temsil edemezler; onlarla kıyaslanamazlar. Babür, amcası Sultan Mahmut Mirza’yı da önce namazında niyazında dindar bir kişi olarak tanıtır; sonra onun ahlaksız ve fasık bir insan olduğunu gözler önüne serer: “Ahlâk ve etvârı iyi idi. Namazını bırakmazdı…. Adamlarının iaşesi hiçbir zaman eksik olmazdı. Meclisi, bahşişi, ziyafet ve sofrası fevkalâde iyi idi… Zulüm ve fesada çok düşkün idi, durmadan şarap içer ve çok çehre saklardı…” “Beylerin oğullarını ve oğullarının beylerini, hatta süt kardeşlerini çehre yapmıştı. Kendi süt kardeşinin çocuğunu bile bu yolda kullanıyordu. Bu meş’um adet onun zamanında o kadar yayılmıştı ki çehresiz adam hiç yoktu. Çehre beslemeği bir hüner addeder ve çehresi olmayanı ayıplarlardı. Bu zulüm ve fesadın uğursuzluğundan, bütün çocukları genç yaşta (Arat 2000: 39) öldüler. Şiir söylerdi ve divan tertip etmişti… Bozuk itikatlı bir adamdı”. (Arat 2000: 40). Babür, eserinde sultana yakın olan emirlerin “çehre” olduğunu, olabileceğini ima eder (Arat 2000: 43, 64). Babürname’de, Ali Şir Nevayi’nin dostu ve hamisi olan Sultan Hüseyin Mirza (Baykara) da fevkalâde sefih, riyakâr, ayyaş ve ahlaksız birisi olarak tasvir edilir: “O, tahta çıktığı zaman on iki imamı hutbede okutmağı düşünüyormuş. Ali Şir Bey ve diğer bazıları buna mani olmuşlar. Sonraları ise her hali ve hareketi ehl-i sünnet ve cemaat mezhebine uygundu. Mafsal hastalığı yüzünden namaz kılamazdı. Oruç da tutmazdı… Bazı hususlarda şeriate fevkalâde riayet ederdi… Tahta çıktığı zaman altı yedi sene tövbeli idi. Ondan sonra kendini içkiye verdi. Kırk seneye yakın Horasan’da padişahlık etti ve öğle namazından sonra içmediği hiçbir gün yoktu, fakat sabahları hiç içmezdi. Oğulları, sipahi ve şehir ahalisi hepsi bu vaziyette idi. Aşırı derecede işret ve safahat yaparlardı… Divanı hep aynı vezindedir… Yaş ve saltanat itibarı ile büyük bir padişah olduğu halde çocuklar gibi koç besler, güvercinler oynatırdı ve horoz dövüştürürdü….” (Arat 2000: 253). “Herat gibi bir şehir eline geçtiği hâlde gece gündüz işret ve sefahattan başka işi yoktu, hatta etraf ve maiyetinde bulunanlardan da işret ve sefahat etmeyen yoktu.” (Arat 2000: 255). Nevayi’nin hamisi ve yakın dostu olan Hüseyin Baykara, günümüzde muhafazakar araştırmacılar tarafından saygıyla anılmaktadır. Babürname’yi okuyan ve okuduklarına inanan hakiki bir Müslümanın Baykara’ya ve onun arkadaşlarına saygı duyması mümkün değildir. Yukarıdaki tasvir ve tanıtım cümlelerindeki methiyeleri seçip diğerlerini “bir süre” göz ardı etmek, iyi niyetli bir tavır değildir. Babür’ün veya Babür adına eser yazan sahtekâr bir yazarın karalamalarından hemen herkes nasibini alır. Mesela yazar, Hoca Abdullah 13 - Yağmur 71 [Mart - Nisan 2014] Mervarid’in “faziletli bir sefih” olduğunu söyler: “Önce sadırdı, sonraları içki, mukarrep ve bey olmuştu. Çok faziletli bir adamdı. Kanunu onun kadar iyi çalan adam yoktu…. Sefih ve korkusuzdu. Sefahat yüzünden zührevî hastalığa düçar olarak, eli ayağı tutmaz oldu.” (Arat 2000: 271). Seydim Ali Derban’ı ahlaklı bir fasık olarak tanıtır: “İyi ahlak ve etvarlı bir adamdı... Kusuru fıska ve …. fevkalâde düşkün olması idi.” (301). “Bu mirzalar kendilerini o derece zevk ve sefahate vermişlerdi ki…. [Ramazan’a bir gün kala bile] yalnız şarap içmek, zevk ve safa sürmek ile meşgul idiler.” (Arat 2000: 63-64). “Sultan Hüseyin Mirza şehri aldığı vakit Yadigar Muhammed Mirza ve adamları kendilerini öyle içkiye vermişlerdi ki, o gece Yâdigâr Muhammed Mirza’nın kapısında bulunan üç adamın üçü de sarhoşmuş.” (Arat 2000: 128). Bize göre bütün bu tasvirlerin maksadı veya telkini, şarabı ve uyuşturucuyu meşrulaştırma; haramı normalleştirme; dindarlık kavramına ayyaşlığı da dâhil etme arzusudur. Eğer bu tür eserlerin sahih oldukları ortaya çıkarsa o zaman şu soru üzerinde ciddiyetle düşünmemiz gerekir: Ataları bu kadar ayyaş ve ahlâksız olan bir toplum ne zaman, kimin döneminde, nasıl Müslümanlaşmıştır? Zira günümüzde bile bütün Müslüman toplumlarda “dindarlık” ve “ayyaşlık”, anlam çerçeveleri bakımından hâlâ birbirine zıt kavramlardır. Bize göre Babürname’nin Farsça ve Çağatayca nüshaları üzerinde yapılacak bir mürekkep tenkidi, İslam tarihi ile ilgili organize bir sahtekârlığı ortaya çıkaracaktır. Bu tür eserlerin 18. asrın sonunda yazıldığının ortaya çıkması durumunda, Babürname gibi, Müslümanları sefih ve riyakâr gösteren birçok meşhur eserden mahrum kalacağız; ancak ecdadımızla ilgili hüsn-i zannımızı geri kazanacağız. Babür’ün Müslüman Sultanları ve Toplumu Katil, Barbar, Vahşi ve Yağmacı Olarak Tasvir Etmesi Babür veya Babür adına eser yazan kişi, Müslüman Türk sultanlarını sadece sefih ve ayyaş olarak değil, aynı zamanda “barbar”, “katil”, “zalim” ve “yağmacı” kişiler olarak tasvir eder. Bu insanlar ahlak-ı rezilenin hemen tamamına sahiptirler. Âkif’in ifadesiyle “rezailden” herhangi bir eksiklikleri yoktur. Bu sultanlar şahsî hırslarını 14 - Yağmur 71 [Mart - Nisan 2014] tatmin etmek için birbirleriyle savaşırlar. Bu savaşların sebebi, karşı tarafın canını, malını, mülkünü, karısını, kızını yağmalamak, onlara işkence etmektir. Baş kesmek, göze mil çekmek en yaygın âdetlerdendir. Mesela Babür, Hüseyin Baykara’yı şöyle tasvir eder: “Babası oğlu ve oğlu babası üzerine Belh ve Esterabad’a asker sevketti… Bediüzzaman Mirza mağlup oldu. Birçok iyi yiğit esir düştü. Sultan Hüseyin Mirza hepsinin başını kestirdi. Yalnız bunda değil, hangi oğlu düşman olarak karşısına çıktı ise mağlup etti ve esir düşen adamlarının başlarını kestirdi. Ne yapsın Hak onun tarafında imiş[!]” (Arat 2000: 63). Burada zalim ve barbar bir insanı methetmek için söylenen “Ne yapsın Hak onun tarafında imiş” şeklindeki ifade dikkati çekmektedir. Kimisi bu ifadeyi Babür’ü methetmek ve onu dindar göstermek için kullanabilir. Bize göre ise bu ifade, alay ve istismar maksatlıdır ve Babürname’yi yazan insanın kimliği hakkında bir ipucu içermektedir. Kısacası Babürname, bir sefahet ve vahşet romanı gibidir. Babür, bazen 19. asır realistlerini kıskandıracak ölçüde ayrıntılı vahşet tasvirlerine girişir. “Mehdi Sultan onun elini mafsalından kesip düşürdü” (Arat 2000: 59); “boğazını mızrakladılar” (Arat 2000: 61); “Mirşah Koçı’nı da öyle vurdular ki boynu yarısına kadar kesilmiş ve yalnız büyük şah damarı kalmıştı.” (Arat 2000: 61); “Yüz iki yüz adamını ele geçirerek yarısının başını kesip yarısını yedi sekiz fil ile birlikte getirdi.” (Arat 2000: 421). “ona mensup olan adamların ve çiftçilerin hepsini ele geçirip mallarını yağma ettiler.” (Arat 2000: 83). “Müslümanların hepsi yağmaya gittiler” (Arat 2000: 61) “Mirza’yı tutup … gözlerine mil çekerek kör etti” (Arat 2000: 89) “Sultan Ali Mirza’yı Göksaray’a çıkarıp gözlerine mil çekilmesini emretti.” (Arat 2000: 56), “şerefsizce öldürdüler” (Arat 2000: 57), “işkence ile öldürmeleri emredildi” (Arat 2000: 67); “Samancı Bey, yetmişseksen yiğitle çıkıp, Nazar Bahadır ile karşılaştı ve başını kesip kaleye döndü” (Arat 2000: 88), “Özbekleri kuduz köpekler gibi sokaklarda taş ve sopalarla öldürdüler.” (Arat 2000: 127). “ibret için bazıları [Afganlar] kazığa vuruldu” (Arat 2000: 338). “Sultan Mesud Mirza’nın gözüne mil çekilmesine ve Baysungur Mirza’nın öldürülmesine sebep oldu. Herkesi arkasından çekiştirirdi[!]. Kötü ve fâhiş dilli, kendini beğenmiş, bozuk fikirli ve alçak bir adamdı…. Semerkand şehrinde başı kesildi” (Arat 2000: 44-45). Batılılar ve onların takipçileri tarafından “samimiyet” ve “doğruluk” timsali olarak methedilen Babürname’ye göre, barbar Türkler aynı zamanda her türlü tecavüze meyillidirler. Hâlbuki Müslüman Türkler, eski ahlaklarından kısmen uzaklaştıkları 20. asırdaki savaşlarında bile düşmanlarını şaşırtan bir fazilet sergilemişlerdir. Burada Babürname’nin Hindistan’ı işgal eden ve orada toplum mühendisliğine girişen İngilizler tarafından bulunup, farklı dillere çevrilip defalarca yayımlandığı hususu hatırlanmalıdır. Bu eserde anlatılanlara inanan Müslüman bir Türk, elbette atalarından, kendi tarih ve medeniyetinden nefret edecektir. Aynı dönemde yine oryantalistlerin öncülüğünde Osmanlı sultanlarını ve toplumunu karalayan eserler de ortaya çıkmaya başlamıştır. (Bkz. Coşkun 2011b) Bu eserlerde diller farklı, kahramanlar farklı; fakat bakış açısı, zihniyet, mesaj ve maksat aynıdır. Hemen hepsi yerli ve yabancı oryantalistlerin istediği türden bilgiler içermektedir. Babürname’de Müslüman Şairlerin Ayyaş ve Sefih Olarak Gösterilmesi 19. ve 20. asırda Frenk ve Frenk-meşrep araştırmacılar, divan şiirini, eski şairlerin sefihane hayatlarının bir yansıması olarak görmüşler ve göstermişlerdir. Yahya Kemal, Ahmet Haşim, Ahmet Hamdi Tanpınar, Ali Nihat Tarlan gibi araştırmacılar ise divan şiirini, dille ve muhayyile gücüyle yapılan bir sanat eseri, bir zekâ ve kelime oyunu olarak göstermişlerdir (Bkz. Tarlan 1990, Tanpınar 2000, Coşkun 2011a). Ancak 19. ve 20. asırda peyderpey Türk toplumuna tanıtılan tezkireler, Tanpınar ve Tarlan’ın yorumunu değil Frenk-meşrep araştırmacıların yorumunu desteklemiştir. Bu eserlerde Osmanlı toplumu ve şairleri sefihlikle, şarapçılıkla ve ahlaksızlıkla itham edilmektedir. Bu eserlere göre eski toplumda hem müderrislik ve kadılık yapan, yani halka hocalık ve imamlık yapan, hem de şarapçı ve ahlaksız birçok şair vardır. Tezkirelerin bu trajikomik tasvirlerini Babürname’de de görmek mümkündür. Babürname’de şiirle şarap meclisi arasında kuvvetli bir bağ kurulmuştur. Esere göre şarap, uyuşturucu, maskaralık ve dans, sultan meclislerinin değişmez unsurlarıdır: “Ben hâlâ şaraba perhizli idim… ‘Gelin benim yanımda için…’ dedim… Meclis orada kuruldu. Sonra maskara Gıyas da geldi… Bu rubai İbrahim Çehre vasıtası ile gönderildi. Öğleden sonra bu meclistekiler sarhoş olup, dağıldılar… Birkaç gün önce karışık şarap içilmişti; faydası dokunmadığı için içilmiyordu…. Nekahat günlerinin sonlarına doğru köşklü bahçesinin cenûb-i garbî cihetinde meclis tertip edip karışık şarap içtim…. Gece yatsı vaktinde oradan kalkıp gelip büyük ak çadırda da içtik…. Çarşamba günü… Şah Hasan’ın evine gidip içtim. Beylerin ve içkilerin ekserisi orada idi… Derviş Muhammed gelip sohbette oturdu. O zaman tövbeli olduğu için içmiyordu. Gecenin sonuna kadar burada içildi.” (Arat 2000: 376-377). “[Mecliste] Sartça okuyan herkes kadeh içsin, denildi. Bu suretle pek çok kimse (398) kadeh kaldırdı. Sünnet vaktinde çemen ortasındaki dallar arasında oturtuldu ve ‘Türkçe okuyan herkes bir kadeh içsin’ denildi. Bu defa da pek çok adam kadeh kaldırdı.” (Arat 2000: 399). Babür, şair Hoca Hüseyin Bey’i şöyle tanıtır: “O zamanın âdeti üzere, içki meclislerinde iyi koşma (koşuk) söylermiş.” (Arat 2000: 20). Meşhur bir şair olarak tanıttığı Baysungur Mirza’yı şu komik ifadelerle tasvir eder: “Şaraba çok düşkündü, şarap içmediği vakit namaz kılardı.” (Arat 2000: 104). Ömer Faruk Akün, sadece Babür’ün değil, asrın diğer şairlerinin de şiirlerinde sefihane konuları tercih ettiklerini söyler: “Çağının diğer şairleri gibi aşk-sevgili-içki zevki (veya meclisi) konuları onda da hükmünü sürdüren bir üçüzdür.” (Akün 1991a: 397). Babürname’deki bilgiler doğru ise, din ve tasavvuf; Nevayi gibi Türk-İslâm büyüklerinin şiirlerinde sahte bir renk veya aldatıcı bir kılıftan ibarettir. Dipnotlar: * Prof. Dr., Süleyman Demirel Üniversitesi 1 Bu çalışmada, Çağatayca metin yerine, Reşit Rahmeti Arat’ın Türkiye Türkçesine yaptığı çeviri esas alınmıştır. Arat’ın çevirisi Türkiye’de bilim adamları tarafından sıkça kullanılmıştır. Elbette Arat’ın Vekâyi veya Babürname çevirisinde bazı hatalar olabilir. Ancak biz bu yazıda Babürname’de geçen birkaç tartışmalı kelime ve cümleye dayanarak hüküm vermedik. Hangi metin esas alınırsa alsın, bu yazıdaki bulgular ve mesajlar değişmeyecektir. Ayrıca bu çalışmada, Babürname’nin adları, çevirileri, yazmaları vs. hakkındaki “sıradan” bilgiler tekrarlanmayacaktır. 15 - Yağmur 71 [Mart - Nisan 2014]