Tiyatro Özerin® ömrün rftı kırk yılında her gecesini tiyatroda, bazan ayni temsili on on beş kere seyrede- j rek. geçirdiği çok kere yazılmış - olan maruf münekkit Sarcey gibi hareket etmeğe İstanbul şeh­ rinde imkân yok. Zaten benim tiyatro aşkım da, büyük olmakla beraber, o derecede pâyânsız de! ğildir. Bu cihetle, şehrin dört ta­ rafına yayılarak her gece bir semtte oyun veren — bildiğim ve bilmediğim — kumpanyaların bu yazlık temsillerine elim değerek bir türlü gidememiştim. Buna mu­ kabil, bu yarısını çarçabuk aşıveren ekim ayında, en büyük zev­ kim tiyatroya gitmek oldu. Jules Verne’in o meşhur (İk i senelik mektep tatili) isimli eserini in­ sanın gayri ihtiyarî hatırına geti­ ren pek uzun tatili nihayet bula­ rak kapılarını açan Şehir T iyat­ rosunun dram kısmında (Coriolanus) u ilk defa olarak, komedi kısmında da (M üfettiş) i yıllarca sonra tekrar, seyrettim. Bir kere (Ses) tiyatrosuna, bir kere tulüata gittim ve nihayet, bir iki kere, temsil saatinde, radyomun düğ­ mesini açtım. Şehir tiyatrosu tem­ sillerinin ilkinde dâhi îngilizin, yani Shakespeare’in ele aldığı mevzu, tek seçimli intihap usulü­ nün memleketimize kabul edilme­ si hususunun ciddiyet ve hararet­ le konuşulduğu şu sırada âdeta ıktüalite ile alâkalıdır diye bir ıııharrire — amma hangi mu­ harrire! — yeni yazdırılmış hisini veriyor. Zira, bu piyes, kahman bir serdar olan Corioiaııu:n iktidar mevkiine çıkabilmek için kaldırımdaki adamdan rey is­ temesinin bir zül olduğunu iddia etmesinden vücut bulmakta, umumun reyile kurulan hüküme­ tin değerini tahlil etmektedir. Hatırlıyorum ki, bu harbden az evvel, Fransada bu-pıyesin temsi­ l i esnasında ve daimî buhranlar­ dan efkâr gergin olduğu için se­ yirciler arasında hararetli müna­ kaşalar olmuş, bunların akisleri de matbuat sütunlarına geçmişti. Halbuki, benim bulunduğum akı;am, Coriolanus’a gelmiş olup bu mevzuun mütemadiyen eğildiğini dinliyen seyirciler arasında eski Romadan bugüne intikal etmiş bir heyecan gösteren seyirci fark edemedim, hattâ, aldanmıyorsam, temsilden bahseden arkadaşlar da yazılarında bu cihete temas et­ mediler. Buna mukabil, Gogol’un eseri oynanırken yükselen kahka­ halar bazan da gündelik mevzula­ rın bir ilhamı mahiyetini alıyordu. Nitekim, bir şehirde ne kadar çok yıkık yer olursa o kadar çok imar faaliyeti hissi verilmiş olacağı hakkındaki cümlenin yükselttiği bir iki kahkahada, tamamile bu­ günün mahsulü bulunan bir eda vardı. Kaldı ki, bu cümlenin de biçare Gogol’a mı ait olduğu, yok­ sa oynıyanların karihaları mah­ sulü mü bulunduğu meçhuldür. Zira, Şehir Tiyatrosunun komedi kısmında aktörlerin müellife yar­ dım etmekten vaz geçmiş bulun­ duklarını iddia etmek boş bir id­ diadır. Bu iki piyesten sonra ise ge­ çen yıla nisbetle yeni bir teşek­ kül halinde kapılarını açan (Sesi tiyatrosunda (Van kedisi) isimli bir operet seyrettim. Merhum Şadinin kumpanyasında ve uzun se­ neler önce oynanmış bir piyeste kendisinin dram kabiliyetine şa­ hit olmuş bulunduğum Halide Piş­ kin, bu oyunun baş rollerinden birini — ve bu rolünü çok zayıf bulup hakikaten onunla oynıyarak — oynamaktadır. Biri zengin olup diğeri bekçilik eden koyu Kürt şiveli iki biraderin bu Kürt şiveli sohbetleri hemen hemen siklet merkezini teşkil eden bu (Van kedisi), bir şahsiyet arzetmiyen musikisine ve inkişafı fark edilmez konusuna rağmen, insanı büyük bir neşe havası içinde üç saat işgal edip eğlendirerek, mem nun, yolcu ediyor. Daha evvel de (Deli dolu) temsilinde görmüş ol­ duğum Tevhit Bilge’nin cidden dikkate lâyık bir operet sanatkâ­ r ı olduğunu bu münasebetle kay- . detmek benim için bir zevk teşkil etmektedir. Ve nihayet, bir buçuk aydanberi ahalisinden bulunduğum Ru­ melihisarı köyünün geçmek bilmiyen gecelerinden birinde, ve bir arkadaşın tavsiyesi üzerine, Arnavutköyüne inerek oranın küçük sinemasında haftalık ilk temsilini vermeğe gelmiş bulunan Şevki Şakrak’ın oyununu seyrettim. Bu ismi daha evvel gazete ilânların­ dan biliyordum amma' hiç bir temsilini seyretmiş değildim. Ken­ disini kantoları, bir düetto’yu ve nihayet üç perdelik gayet acıklı — vazifesine sadık kalıp katil oğ­ lunu elile dar ağacına sevkeden bir savcıyı tasvir eden — dramı müteakip, oynanan tek perdelik komedinin uşak rolünde gördük, ve girerken yükselen alkışlar, bilmiyenlere şanını ve payesini ha­ ber verdiler. Bana vaktile Pariste ve Sacha Guitry’nin yazmış olup babası Büyük Guitry’nin de için­ de rol almış bulunduğu bir piyes­ te bir kere görmüş olduğum Pauley isimli, ve gayet şişman oluşu tuhaflığına dayanılmaz bir çeşni veren aktörü hatırlattı. Ayni ce­ sim vücut, saçsız baş, kocaman tüysüz yüz ve ince ses. Ve mu­ hakkak ki seçmiş olduğu oyun sahasında bir kabiliyet.>İlâve-ede_ y im ki, bu tuluat trupunun oyna­ dığı dramla komedi bana bu nevi göçebe, îstanbulda kalınca ma­ halle mahalle ve Istanbuldan çı­ kınca kasaba kasaba dolaşır kum­ panyalarda çalışan müstait un­ surları ziyan olmaktan kurtara­ rak bunlardan muntazam bir iki tiyatro heyeti kurmak hususun­ daki, on seneyi bulmamış bir ma­ ziye ait tasavvuru hatırlattı. A l­ danmıyorsam bu tasavvur bir te­ şebbüs mahiyetini de almış, ve hattâ kıymetli sanatkâr Raşit R ı­ za bu hususta araştırmalar yap­ mağa galiba partice memur edil­ mişti. Bu teşebbüsün neden âkım kaldığını bilmiyorum. Fakat, tamamile tesadüfi olarak gittiğim bu biçare trupta, patrondan ayrı­ ca ellerinden tutulabilir bir kaç unsura rast gelmiş olduğumu söy­ lemek isterim. Bunlardan biri pullu elbiselerle Çıktığı kantosu çocukluğumun kısa eteklikli, kol­ ları ve bacakları boğum boğum etli, saçları dökük Ermeni ma­ damlarının, Şamram’la Minyon V irjin i’nin hayallerini biraz şa­ şırttıktan sonra dramla komediye iştirak eden narin bir genç kadın oldu. Dramdaki küstah ve bir katil işine bulaşmış genç kadını ve komedide günahsız ve şımarık genç kızı — kantolarında olduğu gibi elbise değiştirmek külfetine girmeksizin — ayni kıyafetle pek­ âlâ başardı. Dramda müddeiumu­ miliğe kalkan ve bir kere, hızını alamıyarak, (baş) kelimesini de ismine ilâve eden yaşlıca diğer bir aktör ise bu işi mevcut imkânlar dahilinde yürüttükten sonra ko­ medide müthiş, azılı bir külhan­ beyi oldu, ve sizi temin ederim ki, korkunç mübalâğalara tahammü­ lü olan bu rolde insanı pek güldür­ mekle beraoer ölçülü, âdetâ vakur ve ciddî idi. Adını öğrenip yazamayışıma müteessirim. Ve dra­ mın kirli bir kadına aşkı yüziinI den katil olmuş delikanlı rolünü ! oymyan aktörün gözlerinden, bazı seyircilerin gaddar kahkahalarına rağmen haKikî yaşlar dökülüyor­ du. Bu yaşlardan yüzü perde so­ nunda âdetâ sırılsıklam olmuştu. Vakıâ, aktörün heyecanına hâkim olabilmesi Diderotnun geçen gün bir fıkramda bahsetmiş olduğum meşhur eserin belkemiğini teşkil eden bir ana düsturdur ve kuvvet­ li, müstebit bir rejisör böyle göz­ yaşlarını istemeyebilir. Bununla beraber, en lüks yerini altmışar kur uş verip işgal ettiğimiz bu za­ vallı temsile kimbilir ne mütevazi bir bedel mukabilinde iştirak eden aktörün bu göz yaşları, ken­ disinde hakiki bir sanat aşkı bu­ lunduğunun pek kuvvetli bir deli­ li değil midir? Bu d öıt muhtelif oyundan sonra sözü radyodaki temsillere nakledip henüz şimdiye kadar üzerlerinde konuşmak fırsatını bul­ mamış olduğum bu temsillerden uzun uzadıya bahsetmek arzusile ele kalem almıştım. Bununla be­ raber kısaca bahsedebilmek için de elimde pek yer kalmamış olduğunu görecek bu mevzua başka bir gün Kişisel