GİRİŞ Genel olarak felsefe kelimesi ( İlim) anlamına gelir. Dolayısiyle, önce, felsefe denen bütüne ait bir ilim vardır ve diğer münferİt ilimler felsefeden çıkıp ayrı birer kol olmuşlardır. İlmi meydana getiren de iki faktördür: Bilgi ve bilinen şeye H akimiyyet. Eski Yunan'da felsefe kelimesinin karşıtı olarak ta (Teknik) kelimesi kullanılmıştır. Felsefe, bütünlüğü ile alemi kavrama faaliyetini; teknik te eşyaya pratik gayelerimize yarayacak bir şekil kazandırmak faaliyetini deyimiernekte idi. Alemi bir bütün olarak anlama gayretinden, daha İlk Çağda, (Metafizik) denen felsefe disiplini doğmuştur. l\1letafiziği, ( İlk Felsefe) adı ile ilk defa kuran da Aristo'dur. Metafizik, bütün varlıkların temeli ve son sebepleri~ alemin yaplSl ve mahiyyeti ile uğraşır ve alemin menşei ve yapısı nedir? sorusunu sorar. Fakat, alemi bilme meselesi yanında ve onunla ilgili olarak alemin içinde bir fert olarak bulunan insanı bilme meselesi de vardır ki bu da (İnsanın mahiyyeti ve ma'nası nedir?) sorusu iie Ahlak'ın konusudur. Ancak, Metafizik, var olanı, reel olanı bilrneğe yönelmiştir ve onun menşeini araştırır; Ahlak ise, var olanı, reel olanı değil, olması gerekeni araştırır ve dolayısiyle İyi'yi ve Kötü'yü konu edinir. Metafiziğe nazari felsefe, Ahlaka ise, kendimize bir takım gayeler edinmemiz açısından, arneli felsefe diyebiliriz. Fakat, (iyi Ye kötü) kavramları söz konusu olunca bunların yanında ve bunlarla pek sıkı iliş­ kisi olan (Güzel) kavramını da ele almak zorunludur. Bu suretle, Ahlak disiplininden de kendisine (Güzel)i konu edinen Estetik meyda- na çıkar. Bundan ötürü de bir kolu sayabiliriz. Estetiği Ahlaka bağlı bir disiplin ve onun Felsefenin (Metafizik) ve (Ahlak) gibi iki ana disiplini yanında yer alan bir üçüncü ana disiplin de Mantık ( Logik)tır. Mantık, doğru olan bilginin ilmidir. Bu ilirnde de: (H akikat nedir? Hakikatı nasıl elde edebiliriz? ve buna muktedirmiyiz ?) sonılan söz konusudur. Felsefeyi, bir bakıma, yukarıdan beri sıraladığımız bu üç ana disiplinin birbiri içinde olan bir düşünüş tarzıdır diye de tanımlaya­ biliriz. Zira, bu disiplinlerden her biri diğerinde gayelenmektedir. Ayrıca, bu üç ana disiplin arasında Tarihi ilişkiler vardır ve felsefe de tarihi gelişmeyi bilmek zorundadır; tarihsiz bir felsefeden sö;ı etmek mümkün değildir. Zira, tarih göz önünde tutulmadan felsefe meselelerinin ma'nasını kavramak imkansızdır. İşte, bu sebepte~ ötürüdür ki (Felsefe Tarihi) de felsefenin çok esaslı bir disiplinidir. Ancak, felsefe tarihinin temelinde de yine, felsefe meseleleri bulunur. Bu noktada felsefe tarihinin nerede ye ne zaman başladığına da kısaca işaret edelim. Felsefe tarih, yukarıda da işaret ettiğimiz gibi, insanın, alemin menşei ve yapısı ile, bizzat kendisinin mahiyyeti ve ma'nası üzerinde düşünrneğe başlamasiyle başlar. Ancak, bu felsefi sorular ve bunların cevapları, başka bir bilim dalında, hazır olarak bulunmaktadır. Bu bilim dalı da (Din)dir; dinin efsaneleri (Mythos)dır. Felsefi sorular, ayni zamanda, elinin de sorularıdır. Ancak, bu soruların cevapları her filozofça başka başka verilirken, dinlerde Peygamberler tarafından tek bir görüş halinde kesin olarak verilmiş bulunmakta-· dır. Bu sebepten de din, felsefi meseleler üzerinde düşünmede, felsefeye nazaran öncelik taşır. Yalnız, din ile felsefe arasında şu ayrılık vardır ki: din, insanın gayr-i şuuri hayatının, yani his ve hayallerinin mahsuludur; felsefe ise insanın şuurlu düşüncesinin mahsuludur. Dindeki mitoslar, her şeyden önce, bir inanç, bir i'tikad konusudurlar; onlara sadece inanılır. Felsefe ise her hangi bir sorunun cevabını daima tenkit gözü ile inceler. Bundan ötürü de felsefi hareketin başında dinin tenkidi görülmektedir. Felsefi meselelerle dini meselelerin ayni oluşu yüzünden ilk felsefeler dini renkten kurtulamamışlar ve gerçek anlamında ilmi bir şe­ kilde gelişen felsefe, ancak, nice yüz yıllar sonra Yunan'da meydana gelebilmiştir. '!v!esela, Hint felsefesi eski Hint dini olan Brahma dininin akidelerinden ibaret olan (Veda) denilen kutsal kitaplarda toplanmıştır. lO Bu kutsal kitapların en eskisi olan (Rigveda)larda: "Tanrılar ve insanlar henüz yok iken bu ale md e acaba ne vardı?" sorusu soruluyor ve kısaca şöyle deniliyar: "Alem mevcut olmadan varlıkla yokluk arasında bir şeyin mevcut olması lazımdır ve ne var ne d e yok olan bu şe­ yin de yaratıeı bir kuvvet olması gerekir. Bu alemin ne olduğunu bilen her halde biri var.Iır; yoksa yokmudur?". İşte, ilk defa (Veda)larda görülen bu bulutlu düşünceler felsefeyi dinden ayırma gayretinin örneği sayılabilirler. Fakat, Hint felsefesi kendini hiç bir zaman dinden tamamİyle ayıramamış tır. Nitekim, diğer Şark felsefeleri için de durum aynidir. Mesela, Yahudiliktc ezeli ve ebedi vücut, mutlak kaadır, cihamn yaratıcısı (Yahova)dır. Yalnız o mevcuttur; ondan başka Allah yoktur. Kısaca, Allah vardır ve Bir'dir. Hz.Adem'in cennetten dünyaya sukutu dolayısiyle insan nev'i alçalmıştır. İnsanları dalaletten kurtarınakla mükellef bir (Mesih)e daima int izar üz re bulunulmalıdır. Keldan'Iılara göre de ilk önce mutlak vücut ve Külll Mebde' (Bel), yani Allah ile karanlık ve sudan ibaret olan Feza (Chaos) vardı. Bel, yani Allah, ziyayı yaydı ve fezanın evlatları olan Şey tanları kaçırdı. Bunun sonucunda da Allah fezayı düzene soktu ve kendi cevheri ile ikinci dereceden ilahların cevherinden ve topraktan mürekkeb olmak üzre insan ve hayvan ruhlarını meydana getirdi. Allah, gök ve yer c isimlerini de, (Omoraka) adındaki ilahenin timsali ile teşhis edilen, maddi cevherİ paralayarak meydana getirmiştir. Kısaca, Astronomi ile çok uğraşan, Keldan'lılara göre ikinci planda olan dünyaya ve insanlara ait haller ve olaylar birinci planda gelen yüksek ve semavi alemdeki hareketlere tab idir. Ticaretle uğraşan Finike'lilere göre ise kainatın maddidir ve mevcudatın üç mebdei vardır : varlığı sebepleri 1- Karanlık hava. 2- Karanlık havanın ruhu. 3- Feza. Ruh, bu mebde'lcre hayat \·erdi. unsurların muhabbet doğdu ve kainat varlık kazandı. Mısır'da ise iki ~ ürlü birleşmesinden de felsefe göze çarpar: 1- Dışa ait felsefe, yani exoterik felsefe. 2- İçe ait felsefe, yani esoterik felsefe. ll tıni Bunlardan birincisi, yani zahiri felsefe, halka ait felsefe idi. Bafelsefe ise, ancak, hakikat yolcularına ait felsefe idi. Batıni, yani içe ait felsefeye göre, bütün varlığın görünmeyen ve anlaşılmayan, mutlak vücut olan bir mebdci Yardır; her şey ondan çıkmıştır. Kainatta hükm eden kuv\·etler (Oziris) ve celli sonucudur. (İzis) adında iki te- Oziris, tabiatın aydınlık ve aktif mebdeidir ve Güneş'e tekabül eder. İzis ise tabiatın karanlık ve pasifmaddi mebdeidir ve Ay'a tekabül eder. Ve yine, yaradılışın esasında daimi bir yok edici kanun vardır ki bu kan.u nu şer'rin mebdei olan Typhon temsil eder ve bu şer mebdei kemal mebdei olan Ncftis ile birlcşir ve bu suretle de dünya da hayr ve şcrrin birbiri ile karışımından hasıl olur. .!nsan ruhu ebedidir. Ölümünden sonra ruh, ölülerin genel durak yeri olan (Amcnti )de birinci muhakemeye tabi tutulur. Sonra, yerde ve gökte çeşitli tenasühlerden geçer ve bunların sonunda da son bir defa istintak edilir. Bunun sonucunda da ölünün mutluluğaını yoksa sürekli olarak mutsuzluğamı layık görüldüğü hakkında mutlak hakim kesin kararını verir. Eski İran'lılar da unsurlara ve özellikle ulfıhiyet timsali saydık­ Bu din, daha sonra, yıldızlara tapan (Sabie) mezhebine dönüştü. ların (Ateş)e taparlardı. Fakat, (Dara) nın saltanat zamanlarında İranda yaşamış olan ( Zerdüşt) adında biri !ranlıların dini adetlerini ve hükümlerini değiştirdi . Zerdüşt'e ait kitaplar (Zend-Avesta) adını taşır. Zendavesta'ya göre: Başlangıçta sonsuz zaman olan, ilk vahdet olan, mevcudatın kayolan (Zen·an Akeren) vardı. Bu kaynaktan (Hürmüz) ve (Ehrimen) adı ile birbirine zıt iki mebde' meydana geldi. Hürmüz, sırf nur ve hayr mebdei, Ehrimen de şer ve zulmet mebdeidir. Bütün insanlık tarihi hayr ile şerrin , nur ile zulmetİn insan ru hunda mücadelesinden ibarettir ve kıyamet günü hayr şerre galebe edecek, Ehrimen de saflaşacak Ye bu suretle de yaratılıştaki tezat ta ortadan kalnağı kacaktır. 12 Ehri~en'e bağlanan insan ruhları (Devus) ve (Darvand) adın­ daki Şeytanlada yoldaş olup zulmet uçurumuna düşerler. Hürmüz'e itaat edenler ise nura ve mutluluğa gark oldukları halde (Akşaspand) ve (İzd) adındaki Meleklere yoldaş olurlar. Daha önce de sözünü ettiğimiz Hintiiiere gelince: Hind'in en eski kutsal kitabı (Veda) lara göre kend i kendisiyle ezeli, ebedi var olan ve şahsi olmayan bir Allah vardır . Sanskrit diliyle de ona (Brahma) denmiştir. Başka bir deyişle, ezeli cevhcr ve namütenahi sırf vahdet olan (Brahm), her şeyden önce mevcut idi ve bundan bir telis mey<;Iana geldi; yani, Uluhiyet, üç suretle tecelli etti. 1- Brahma 2- Vishnu 3- Siva (varlıkların yaratıcısı) . (varlıkların (varlıkların koruyucusu, . yaşatıcısı). öldürücüsü). Fakat, bu üç tecellinin, bu teslisin hasıl olabilmesi için her şey­ önce, Brahm tarafından (Maya ), yani her türlü olayın ve ferdi cüzlerin kaynağı olan (Madde)nin veya başka bir deyişle (Hayal)in der:ı yaradılmış olması lazımdır. Brahma, her şeyi içine alan tek vücuttur, sırf vücuttur. O, her türlü sıfatiardan münezzah olup her şeyi etkileyici, her şeye rahmet edici ve bütün gaybları bilicidir. Mutlak o, kaadır odur. Açıkça görüldüğü gibi (Veda)larda mevcut olan bu felsefe bir Pantheisme'dir. Hintiiierin felsefi nazariyelerini üçe ayırmak mümkündür: 1- Orthodoxe nazariyeler ki bunlar (Veda) ların. hükümlerine tamamiyle uygundur. Vedanta mesleği denen bu görüş maddeyi ve ferdi mevcudiyeti inkara varır bir Pantheisme'dir. Bagavad Çita nazariyeleri bu görüşü pek güzel açıklar. Orthdoxe ve yarı Heterodoxe nazariyeler ki bunlar (Vehükümlerine yarı uyarlar ve yarı uymazlar. (Sankiya dö Kapila) denen bu meslek ise sansüalizmden ibarettir ve sonda materyalizme ve küfre varır. 2- Yarı da)ların 3- Veda'ların dışına çıkan ve (Buddha) mezhebini tamamiyle Heterodoxe nazariyeleı:. teşkil eden Buddha mezhebini kuran Gautama veya Sakyamuni (takriben Milattan altı yüz yıl önce)ye göre ruhlar tenasüh yolu ile birçok 13 vücutlardan geçerler ve birçok cennet ve cehennemlerde İkarnet ederler. Ruhlar, eğer bu yollarda gidip gelirken mükemmelliğe mazhar olurlarsa o zaman bu gidip gelmelerden kurtulup a'laya yükselirler, (.i\'irvana)ya, yani en büyük mutluluğa kavuşurlar. Ve eğer mük.emmelliğe mazhar olamazlarsa daima esfelde sürünüder. lıa), Nirvana'ya ulaşan, yani en büyük mutluluğa yani en üstün bir alim olmuş olur. kavuşan da (Budd- Çiniilere gelince: Çin lmparatorluğunun kurucusu (Fuhi)nin eseri sayılan ( İking)in bildirdiğine göre bütün varlıklar en büyük (Akl)a, yani (Tao)ya sıkı sıkıya bağlıdır ki (Tao) da külli ve mutlak varlık (Teki)den ibarettir. (Teki) denen bu ilk ve tek mebde', (Yang) ve (İyn) denen (Kamil ve Kamil olmayan tabiat; Nur ve Zulmet; Gök ve Yer; Evet ve Hayır) ı temsil eden iki tezat meydana getirmiş ve yaratılış bu iki tezada dayanmıştır. Çin'de felsefi faaliyetin başlaması Milattan önce altıncı yüz yıla tesadüf eder ki bu felsefi faaliyetten iki büyük mekteb meydana gelmiştir. Bu mekteplerden biri (Lao-Tzu ) m ektebidir ki bu mektep, özellikle, metafizik karakterde idi. Diğer mektep te Çiniiierin Kung Hoca adını verdikleri Confucius, (557-479)un mektebidir ki bu da özellikle ahlaki karakterde idi. Hulasa, görülüyor ki yu karıd a kısaca açıkladığımız bütün bu eski felsefeler, daha önce dediğimiz gibi, dini etkiden tamamen sıyrılama­ mışlardır. Biz, burada, Felsefe hakkındaki açıklamalarımıza tekrar dönerek diyelim ki her tarihi İncelemenin, dolayısiyle, felsefe tarihi incelemesinin de bir kültür tarihi çerçevesinde yapılm ası zorunludur. Zira, ayrı ayrı milletierin ve ırkların mensub oldukları müşterek kültür çevreleri vardır, mesela, kapalı bir vahdet teşkil eden Hint, Çin ve bizim mensub olduğumuz Avrupa, Garsi Asya ve Şimali Afrika'yı ihtiva eden kültür çevrelerinden söz edilebilir. Bizim kültür çe'<-remiz, Millattan takriben beş bin yıl önce, biri Mesopotemya'da diğeri de Mısır'da kurulmuş olan Sümer ve Mısır devletleri ile ba~lar. Matematik, geometri ve astronomi ilimlerinin menşei bu devletlerdir. Sümerlerin ve Babilliterin tapınakları, ayni zamanda, birer rasathane ve bu tapınakların rahipleri de birer astronom idi. Güneş ve Ay tutulması cetvelleri ilk defa buralarda düzen- 14 lenmiştir. Fakat, ne de olsa, bu astronomi gerçek ilmi bir astronomi olmaktan ziyade bir astroloji idi. Zira, henüz din ile sıkı sıkıya bağlı idi. Mısırda da Nil nehrinin her yıl taşması sebebi ile, özellikle, geo· metri ilminin geliştiğini görmekteyiz. İlk Çağın bu en eski iki kapalı devletinden de, daha sonraları, büyük İmparatorluklar doğmuştur. Bu İmparatorlukların ilki de İran'­ dır. İran'da, yukarıda işaret ettiğimiz gibi, ( Zerdüşt Dini) diye bir din de doğmuştur. Milattan altı yüz yıl kadar önce İranlılar nüfuzlarını Avrupa'ya yaymak amacı ile Yunanlılada yaptıkları savaş sonunda mağlup olmaları üzerine bizim kültür çevremizde bir de Yunan milleti rol al· mıştır. Yunanlıların özelliği, induidualist bir karakterde olmaları ve dolayısiyle onlarda bir rahipler sınıfının bulunmayışı ve bu sınıfin yerini düşünürler zümresinin almış olmasıdır. Yunanistanda da din vardır, fakat, bu din bir rahipler dini değil, bir şairler dinidir ve böyle bir dinin babası da şair Homer'dir. Kısaca, milletlerİ bizim kültürümüzün temellerini atmağa yardımcı olan . ve verdikleri unsurlaıı şöylece sıralayabiliriz: 1- Anadolu toprağı ve ona bağlı Garbi Asya. Verdiği unsur: a- Sümer'lerin geliştirdiği Astronomi ilmi. b- Tek Allah'lılık; Yuhudi, Hıristiyan ve İslam dinlerinin birleşmesi. Astronomi ve monoteist din resi olmadıkça Garbi Asya kültür çev- anlaşılamaz . 2- Garbi Roma Devleti. Verdiği unsur: Roma Hukuku (insanın uluhiyetle olan ilişkisi) . Eğer Roma hukuku bu kültür çevresine girmemiş olsaydı Garbi Asya devletleri, devlet bakımından geçirdikleri gelişmeyi geçirme· miş olurlardı. 3- Eski Yunanistan. Verdiği unsur: Felsefe ve ilmin temeliendirilmesi (Eflatun, Aristo). 15 Bu verim, Garbi Asya kültür çevresi için çok önemlidir ve özellikle Aristo'nun eserlerini muhafaza ve tercüme ederek Garb alemine tanıtan da Türk alimleri olmuştur. . Grek felsefesi ilk defa bir takım esas kavramlar inkişaf ettirmiş­ tir ki bunlar bir taraftan dini fikirler geliştirmişler diğer taraftan da Roma H ukukunu etkilemişlerdir. Grek felsefesi, bizim felsefesidir. düşünce kavramlarımızı göz önünde tutan insanların Greklerin, felsefe ve müsbet ilimleri geliştirmelerinin sebebi de bu husustaki kabiliyyetleri ve bir takım tesadüflerdir. Fakat, şu noktaya da hemen işaret edelim ki Grek felsefesi, kendi içindeki unsurlan alıp ta gelişmiş bir felsefe değildir. Grekler, bir takım unsurları hazır bulmuşlar ve onları geliştirmişlerdir. Bunların hazır bulup ta geliştirdikleri malzemenin en önemlileri Sümerler tarafından kurulan (Astronomi) ile Mısır'da kurulmuş olan (Geometri) dir. onların Mısır geometrisi, gerek toprak ve gerek 1\il nehri ile ilgili bazı pratik zorunlulukların sonucudur ve Mısırlılar İlk Çağdan önce geometriyi kurmuşlardır. Fakat, bu yolda Mısırlıların öğrencileri olan Grekler, daha ilk adımda, m atematiği pratik gayelerden ayırmışlar ve bu ilimlerle sırf bir tecessüs sonucu olarak meşgul olmuşlardır. Bir kaç yüz yıllık çalışmanın sonucunda da (Oklid) Geometrisi meydana gelmiştir. Oklid geometrisi, az sayıda kavramların tanımları ve bir takım aksiyemların ifadesi ile başlamakta ve bunlar vasıtasiyle geometriye ait önermeler ıspat edilmektedir ve bu geometri bu gün için de geçerlidir. Bu geometride ilk defa olarak mantıki bir kuruluş vardır. İşte, modern ilmin köklerinde bu mantıkt ilişk i önemlidir ve Grekler, mantık ilminin en modern konularını vermişlerdir. Rasathaneleri tapınak kuleleri ve rasıdan da rahipler olan Sümer Astronomisi ise, bu yÜzden, dini ilişkilerden hiç bir zaman kurtulamamıştır. Sümer astronomisi ile sonradan gelişen dinler arasındaki ilişkiyi de bu noktada görebiliriz. Eski milletler astronomik alemde vahdetli bir külll kanuniyetİn bulunduğunu düşünrneğe alışmamış olsalardı büyük monoteist dinler geçirdikleri merhalelerden geçemezlerdi. Garbi Asyada bu eski astronomi büründüğü dini kisveden hiç bir zaman sıyrılamamıştır. Greklerde rahip sınıfının olmamasından­ dır ki (muasır milletlerden farkları da budur) orada sırf ilmi ihtiyaçlardan doğan bir ilim gelişebilmiştir. 16 Buraya kadar söylediklerimizi özetleyecek olursak şöyle diyeceğiz: Felsefenin karakteri kainatı bütün olarak görmektir. Filozofun karakteri de başkalarına açık gibi görünen şeyleri birer problem olarak görmektir. Her şeyi birer problem olarak görüş başladığı anda da (Bilgi ve Mantık) nazariyeleri teşekkül etmiş olur. Bilgi nazariyesinin konusu (Bilme), mantığın konusu da (Düşünme)dir; bilme ve düşün­ menin hakikat açısından incelenmesidir. Problemierin başında da (Varlık nereden geldi nereye gidiyor?), (Son bir gaye varmıdır?) soruları bulunur ve bu sorularla da felsefenin (Metafizik) denen nazari disiplini teşekkül eder. Bu alemin içinde bir ferd olarak var olması yüzünden bu metafizik sorularla sıkı sıkıya ilgili olarak ta (İnsanın mahiyyeti ve ma'nası nedir?), (Acaba fanimiyiz, ebedimiyiz?) ve dolayısiyle ( İnsan, hayatına bir gaye vermelimidir?), kısaca (İnsan nasıl hareket etmelidir?) soruları ortaya çıkar ki bu da felsefenin (Ahlak) denen arneli disiplinini teşkil eder. Ahiakın ( İ yi ve Kötü nedir?) sorusu yanında, kaçınılmaz olarak (Güzel ve Çirkin nedir?) sorusu da yer alır ki bu da ahiakın (Estetik) kolunu teşkil eder. Hulasa, felsefenin üç esaslı disiplini vardır: Metafizik, Ahlak, Mantık. Fakat, bu disiplinleri birbirinden ayırmak mümkün değildir. Zira, bunların her biri diğeri ile iştiraktedir ve çünkü, bir sebep diğerinde gayelenmektedir. İşte, bundan ötürüdür ki felsefe bir bütündür diyoruz. Felsefenin diğer bir özelliği de şudur: Çeşitli disiplinler çeşitli keşiflerle ilerlerler. Halbuki, felsefi meseleler ebedidir ve bunların başında da (Kainatın menşei nedir?) sorusu gelir. Bu ebedi: felsefi meseleler, ayni zamanda, Din'in de konusudurlar ve bu sebepten de Felsefe Tarihi dini ve ahlaki .mücadele ve münakaşalarla başlar. Felse.fe Tarihi, felsefi meseleler tarihidir ve her fikir ve filozof bu tarih içinde zamanlarına göre kıymetlenir. Felsefe Tarihleri başlıca ikiye ayrılır: 1- Biografiler: Bunlar, eski zaman filozoflannın hayatlarını anlatırlar. Bu şekil­ de felsefe tarihi yazanların en önemlisi Laert'lı Diogenes'tir. Bu zatın, takriben milattan sonra 200 sıralarında yazdığı (Filozofların Hayatı Ye Çörüşleri ) adlı kitabı bizler için önemli bir kaynakur. 17 2- Doxografiler: Doxa, ukde, fikir, sistem demektir. Bu çeşit felsefe tarihleri bir meseleyi alırlar ve çeşitli düşünürlerin o mesele hakkındaki düşünce­ lerini ard arda tefsir ederler ki bu şekilde felsefe tarihi yazanların birincisi Aristo'dur. Aristo'nun en önemli eseri olan (Metafizik)inin birinci k~tabı tam ma'nasiyle bir felsefe tarihidir. Aristo, Metafizik'inin birinci kitabında tabiat filozoflarının, yukarıda 'yazdığımız şekilde, sorularını ortaya atmakta ve bunlardan önce gelenlerin sorularını da bunlardan ayırmaktadır. O, tabiat filozoflarından önce gelenlere Theologique tabiat filozofları veya Theolog adını vermektedir. Aristo'nun teolojik tarzda düşünürler olarak gösterdiği kimselerin çıkış noktaları, tabiatın kendisi ve kendi müşahe­ deleri olmayıp onlara kadar gelen ilahi efsaneler ve beyitlerdir. Kainatın nereden geldiği sorusuna bunlar, geleneksel bir tarzda, temelde ilahların varlığını kabul ederler. Fakat, o zaman da ilahlardan önce ne vardı? sorusu kendiliğinden ortaya çıkar. Hulasa, felsefe tarihleri alanında, milattan sonra 150 yılına doğru olan ve Plutarche'a atf edilmekle beraber gerçekte yazarı meçhul olan, felsefi eserlerden parçalar ihtiva eden diğer bir eser ile Roma'lı Ciceron'dan, ve nihayet Şark ve Garb Kilise babalarından ve Hırıstiyan ve İslam Orta Çağında bazı yazarların mülahazaların­ dan söz edebiliriz. yazılmış Hint, Çin, Grek felsefesi gibi üç büyük felsefeden özellikle Grek felsefesi, bizim topluluğumuzun dü şünce ve kavramlarını göz önünde tutmuş olan insanların felsefesidir. Bu felsefenin karakteri de kainatı materyalist ve idealist bir surette açıklayışıdır. Bu felsefenin iki büyük filozofu da Efla tun ve Aristo'dur. Orta Çağ felsefesi de Skolastik bir felsefedir ve bu felsefe için örn ek te, özellikle, Aristo'dur. Orta Çağ filozofunu n karakteristiği hocalıktır. O, hiç bir şeyi incelemeğe, araştırınağa kalkışmaz. Çünkü, ona göre sırları ancak Allah bilir. Rönesans'a gelince, bu devir birçok coğrafi keşiflerde bulunma, dünya görüşünün genişleme, modern astronominin başlama (Copernic), insanın kendisine büyük bir i' timad besleme, araştırma, kainatın namütenabi telakkı edilme (Bruno), mekanik ilminin meydana gelme ve mekanİst bir kainat görüşünün kurulma (Galileo), iyeatiarda bulunma ve ayni zamanda eski gelenekiere bağlı kalınakla beraber incelemelerde bulunma devridir. 18 Bu zamanda, Roma ile Grek ilişkileri dolayısiyle Eflatunrun bü· Garba geçmesi sonucu Rönesansın ilk felsefe ku· rumlarından biri olan (Eflatun Okulu) kurulmuştur. Bu arada Aris· to'nun eserleri de, yukarıda işaret ettiğimiz gibi, İslam filozoflarının tercümeleri sayesinde Garba geçmiş 'Ve Yeni Zaman düşünürlerinin başlıca kaynaklarından biri olmuştur. tün diyaloglarının On yedinci yüz yılda da Bacon ve Dese ar tes ile felsefenin Yeni Çağı başlamıştır. Şimdi, esas felsefi konumuza dönelim Ve Grek Felsefesinden işe başlayalım . 19 İLK ÇAC GREK FELSEFES! HAKKIKDA BİR KAÇ SÖZ Eski Grekleri, esas bakımından, üç gruba ayırabBiriz: 1- Eolia'lılar ki bunlar köylüdürlcr. 2- Doria'lılar ki bunlar da askerdirler (Ispartalılar bu kabile- dendir). 3- İonia'lılar ki bunlar da denizci ve tüccardırlar. İşte, Grek felsefesinin yaratıcısı bu İonia'lı Yunanlılardır. Grek felsefesi, kainatın bir .imajını kurma teşebbüsü .ile başlamış­ Bu teşebbüste bir taraftan Sümer'lerden diğer tarafta da Mısır astronomisinden alınan unsurlar görülür. Ancak, önemli nokta şu­ dur ki : Greklerde bu unsurların hiç biri dini bir karakter taşımamak­ tadır. Greklerin bu tarz kavrayışı da ilk defa olan ilmi bir kavrama tır. teşebbüsüdür. Grek felsefesinin başlangıcında, ayrı ayrı düşünürler, bunların kendilerine mahsus ayrı sistemleri ve aralarınd aki fikir mücadeleleri göze çarpar. Yani, Grek filozofları birbiri ile mücadele eden münferİt mütefekkir şahsiyetler idi ki bu durumu da onlar bir rahipler sını­ fına bağlı olmamalarına borçludurlar. Ve bu münferİt düşünürler yüzündendir ki Grek felsefesinde diyalektik denen san'at (iki muanzın fikir münakaşası) baş göstermiştir. Bu san'a tın gelişmesi ile de (Mantık) ilmi gclişmiştir. Kısaca, Grek felsefesinin ilk zamanlannda kainat imajını kurmak, bu imaja mantıki bir şekil vermek ve bu yoldaki imajları savunmak söz konusudur. Milattan önce 600 yıllarına doğru başlayan ve milaltan sonra 400 yıllarına doğru sona eren Grek felsefesi, birbirinden kesin olarak aynlamayan, üç devreye bölünebilir: 20 ı- Muhteva bakımından: Milattan önce 600-400'e kadar olan İonia Tabiat Felsefesi Devrı. İonia'lıların küçük Asyanın garbında kurdukları şehirler entel- lektüel hayatın canlı ilk örnckleridir. Bunların karşısındaki adalarda Homer'in destanları yazılmıştır. Bir asırlık bir gelişmeden sonra bu entellektüel hayat kaynağı kolonilerin İranlılar tarafından zaptı üze- · rine bu felsefi tefekkür Cenubi İtalyadaki Grek kolonilerine kaymış ve nihayet Atina'da yerleşip birçok mektepler kurmuştur. Bu felsefede hakim kültür Grek kültürüdür. İonia tabiat filozoflarının ele aldıkları başlıca konu kainatın menmeselesi idi ve bu soru da, her şeyden önce, fizik ile ilgili idi. Fizik kavramından da müstakillen mevcut olan şey anlaşılmakta idi. şei İşte, Tabiat rı;reden gelmiştir? sorusu Grek felsefesinin birinci devrini karakterize eder. 2- Zaman bakımından: Bu devir, Grek felsefesinin büyük sistemler (Eflatun, Aristo) devridir. Bu sistemler devri de bizi asıl Yunanistana, (Atina)ya, götürür. Bu dcvrin karakteri de tabiada birlikte insanı da ele almasıdır. Eflatun'da başlıca problem şudur: (İnsanın bu kainat içinde ne gibi bir anlamı var?), (İnsanın uluhiyetle ve alemle ilişkisi nasıl olmalıdır?). Bu açıdan Rönesansta Eflatun'a baş vurulmuştur. Aristo ise daha ziyade malzemeci ve müşahedeci, yani ilimcidir. Aristo'nun felsefesi ı 000 yıldan fazla Şarkta ve Garpta hakim olmuştur. llmi felsefenin gelişmesi Aristo ile başlar. Kainatın bütün olarak teşekkülü, ahlaki ve mantıki meseleler Aristo'dan sonra gelişmiştir. Takriben milattan önce 400-200 yılına kadar süren bu felsefede, özellikle Aristo'da görüldüğü gibi, bir taraftan dar ma'nada felsefe, diğer taraftan da çeşitli ilmi disiplinler söz konusudur. Bu devirde fizik ve metafizik meseleler daha genişleyerek, manmeseleleri, onlardan da genişleyerek ahlaki meseleleri içine almış ve böylece Fizik, Metafizik, Mantık ve Etik, felsefenin esas disiplinleri olmuştur. Bunların yanı başında da ilmi disiplinler teşek.kül etmeğe ve çağalınağa başlamıştır. tıki 21 3- Coğrafi lı akımdan: Bu devir Grek felsefesinin son ve en uzun devridir. Bu devir, Yunan ile Şark arasında ilişki kurulduğu ve Yunan kültür ve lisanının Şark'a, Şark'ın din fikrinin de Garba geçtiği devirdir. Bu unsurların birbirine karışması sonucu meydana gelen kültüre de (Hellenism Kültürü) adı verilir ki bu kültür, kendine mahsus karakteristik bir felsefenin gelişmesine sebeb olmuştur. Hellenist felsefeyi iki nokta karakterize eder : 1- Felsefede dini mistisizm. 2- i lirnde kılı krık yaran ihtisas işi. Felsefi ve ilmi disiplinlerin ayrılışı bu dcvirde daha keskin bir hal almıştır. Bu devr{n en büyük ilmi yatağı İskenderiye şchridir. Bu şe­ hirde ilmi araştırmalar için bir rasathane, nebatat ve hayvanat bahçeleri ve büyük bir kütüphane gibi çok zengin malzemeler toplanmış bulunuyordu. Din kültürü · kaybolduğundan ötürü de çeşitli dini spekülasyonlar da burada yerleşiyorlar ve din felsefesi için gerekli spekülasyonlara müsait bir zemin teşkil ediyorlardı. Nitekim, bunun sonucu olarak ta İlk Çağın son büyük mistik sistemi olan Yeni-Eflatunculuk burada kuruldu. Roma felsefesini de ihtiva eden bu son devir felsefesi, sonradan, Orta Çağ felsefesine dönüşmüştür. Hulasa, İlk Çağ Grek felsefesinin karakteri: mistisizm ve septi~ sizmdir. Yine tekrar edelim ki bu felsefe başlangıçta fiziki bir felsefe idi ve başlıca konusu: "Kainatın başında hangi cevher vardır?" sorusu idi. Burada şu noktaya da önemle işaret edelim ki Yunan felsefi tefekkürü, Tabiat filozoflarından önce, kainatın menşeini ilahiara dayandırmıştır. Bunu yapmakla da ilahların nereden geldikleri sorusuna yol açmıştır. Bu sebeple felsefi düşüncenin ilk meşgul olduğ kozmogoni, yani kainatın nereden geldiği meselesi, ilk önce, bir teogoni, yani ilahların nereden geldiği meselesidir. Böyle, efsanelere dayanan tealojik açıklama yapanların başında da eski Yunan şairi Hesiod bulunmaktadır. Teoloğ Hesiod, milattan önce, yedinci yüz yılda yaşamış Şimali bir köylüdür. "Theogonie" adlı eserinde: "Tanrılar yok iken acaba ne vardı?" sorusunu sorar ve bunu cevaplandırma·ğa çalı­ şır. Onun, menşee ait açıklamalarında hem müşahhas hem mücerret kavrarnlara rastlanır. Yunanistanlı 22 Hesiod 'a göre her 1- Chaos (boş şeyin başlangıcında zaman, boş üç şey vardır: mekan, hiçlik). Kaostan, karanlık gece, ondan da ışık, gün meydana çıkmıştır. Hesiod, şe'niyyeti hiçlikten iştikak ettirmektedir. Gece ve karanlık gibi kavramlar mücerret olmakla beraber müşahhas bir fertliliğe de maliktirler. Fakat, bunlar, uluhiyetin fertliliği gibi keskin değildirler. 2- Gaia, yani 3- Eros, yani alıcı ana t~prak. yaratıcı, şekil verici erkek kuvvet. Hesiod'un ortaya attığı ilahların menşei sorusunun Hint kültür çevresindeki (Veda)larda da aynen bulunduğunu yukanda görmüş­ tük ki Hesiod'ta olduğu gibi (Veda ) ların yazarı da başlangıçta mücerret şeylerin bulunduğunu söylemekte ve karanlıktan, yaratıcı kuvvetten ve ana kucağından söz etmektedir. Mezopotemya'dan kalan eserlerden bazılan da buna benzer kav- ramları kainatın menşeine koymuş bulunmaktadır. Şunu da hemen söyleyelim ki Hesiod'un kainatın menşeine koykavramlar, Yunan malı değildirler. Bu kavramlar, ilkel düşün­ cenin malıdırlar. Hesiod'taki düşünme tarzı, genel çerçevesiyle, diğer milletlerde de görülür. duğu Hesiod'a göre yaratılışta ilk önce Kaos (Chaos) yani boş mekan, sonra Arz (Gaia); sonra da Tanrıların en güzeli olan Aşk (Eros) doğ­ muştur . Kaos'tan da nin Karanlıklarla karanlık (Erebos)lar ve sıkıcı Gece çıkar ve Gece'evlenmesinden de Esir (Aether) ve Gündüz çıkar. Arz, hiç bir şeyle evlenmeksizin kendi kendine ilk önce yıldızlı Sema (Ouranos)yı, yüksek Dağları ve Deniz (Pontos)i meydana getirir. Sonra da yıldızlı Sema ile evlenerek en gençleri Kronos olan Dev'leri, Ejderleri meydana getirir. Kronos, kendi kız kardeşi Rhea ile evlenerek Zeus'ün, Hera'nın, Demeter'in, Hestia'nın, Hades'in ve Poseidon'un baba~ı olur. Gök ve Yer'in birleşmesinden de Güneş, Ay ve Tanyeri doğar ... İnsanın yaşadığı dünya, karanlığın kuvvetleri ile ilahl<ir arasında sürekli savaş sahnesidir. İlahlar, insanların, kendilerine yardı m edilmesi için ba~ vurdukları varlıklardır. 23 Hesiod, eserinde, yaratılış konusundan sonra, kahraman insanla. rm destanını terenüm etmektedir. Kısaca, Hesiod, alemin başlangıcına yarı mücerret ve yarı mükoymakta, dolayısiyle de, şahsi Tanrı telakkisinden uzaklaşıp Tanrıları birer kavram olarak ele alma yolunu tutmaktadır. Fakat, gerçek felsefeye doğru bu önemli adı~a rağmen, Hesiod'un eseri, yine de, zamanın diğer eserleri gibi, şairane ve efsanevi olup kainatın menşei hakkında teolojiktir. Bunun için Aristo, gerçek felsefi düşüncenin başına fizikçi filozof Millet'li Thales'i koymuştur. şahhas varlıklar Thales (İ.Ö.624-545) Aristo, gerçek felsefi düşüncenin başına fizikçi filozof Millet'li Thales'i koymuştur; zira, Felsefi düşünüş, Teolojik düşünüşten ilahIara ait efsanelerden uzaklaştığı derecede temayüz eder. Thales'in eser yazıp yazmadığı bilinmiyor. Aristo ondan bilvası­ ta söz eder. Onun doğduğu Millet şehri Anadolu'nun Batı sahilinde bulunan ve eski bir İonia kolonisi olan zengin bir ticaret şehri idi. Bu şehir gittikçe ilerlemiş fakat, en sonda Acemler tarafından zapt edilmiştir. Bunun sonucunda da kültür, asıl Yunan topraklarına geçmiş­ tir. Önceden bildiği bir küsUf olayına bakılırsa onun Sümerlerin astronomisinden haberdar .olduğunda şüphe yoktur. O, ticaret maksadiyle Mısır'a da gitmiş ve Mısır matematiği ve geometrisi ile de temas ·etmiştir. Kendisinden sonra gelen ri yaz i an'ane, Thales'in bir takım riyazi kaziyyeleri tesbit ettiğini, bir takım riyazi da'vaları ıspat ettiğini iddia eder. Thales, zamanının bütün bilgilerini şahsında toplamış ve onları bağımsız bir şekilde geliştirrneğe uğraşmış bir şahsiyettir. Bundan ötürü de o, sonraları, (Yedi Hakimler) arasında anılmıştır ki bu adamlar hem ilim ile hem de siyasetle uğraşıyorlardı. Zaten, Yunanistanda (Ruhban) sınıfı olmadığından felsefe, dini nas'tan kurtulmuş ve filozoflar da orada ilirole olduğu kadar siyasetle de uğraşmış­ lardır. Thales, gerek bir sahil Çocuğu olması ve gerek Mısır'a seyahat etmesi dolayısiyle, denizin yapıcı ve yakıcı kudretini müşahede etmiş ve varlığın men'şeine (Su)yu koymuştur. Ona göre su bir Okyanustur, arz da düz bir levha olup yukarı doğru çıkmaktadır. Bu telakkiyi şair Homer'de de görmekteyiz; ve belki de Thales bu fikri Homer'den almıştır. 24 Aristo'nun Thales'e atfettiği şu cümle meşhurdur: "Hiç bir şey Hiç' ten meydana gelemez". İşte bu sözle Thales, başlangıç için (Kaos)u kabul etmiyor ve onun yerine (Su) gibi müsbet bir madde koyuyor. Thales'e göre her şey sudan çıkmıştır ve yine ona geri dönecektir. Çünkü, Thales'e göre su, canlıdır ve bütün eşyanın şekillerini alan tabii bir kuvvettir. Kainatın temeline konan bu tek asli madde (Arche)nin canlı ve yaratıcı sayılması telakkisine, sonraları, (Hylozoism) adı verilmiştir. Thales'e atfedilen bir cümle daha vardır, onda da şöyle denmektedir: "Her şey ilahlarla doludur". Bu cümlenin anlamı da her şeyin yaratıcı kuvvete malik olan Okyanus'un kuvvetiyle doludur'dan ibarettir. Yine onun küçük cisimle·r i çeken mıknatısa ve çekilen küçük cisme de ruh atf ettiği söylenmiştir. Bu noktada şuna önemle i~aret edelim ki İlk Çağ düşüncesi için ruh ve hayat ayni şeydir. Canlı şeyde öyle bir kuvvet vardır ki onu muhtelif cisimlerin şekillerine girrneğe muktedir kılar. Bu, şu demektir: kainatın esasında bulunan madde dıştan aldığı etkilerle değişmez. Kısaca, kainat canlı bir varlıktır ve h er maddede ruh yardır. Thales, kainatın başına (Su)yu koymakla kendisinden önceki filozoflardan önemli bir ayrılık göstermiştir. Onu da bu yolda öğren­ cisi Anaximandros peşlemiştir. Anaximandros (İ.Ö.620-54 7} Anaximandros'a göre "Her şey neden çıkmışsa zorunluluk yoluyla tekrar oraya döner". 1ti eydana gelen her şey ölmeli ve yerini baş­ ka şeylere bırakmalıdır. Bu sözleriyle Anaximandros, genel, külli "bir tabiat zorunluluğu kabul etmiş olmaktadır. Böyle bir fikir de felsefe tarihinde ilk defa onda görülmektedir. Ona göre her şey bir tek maddeden çıkmışbr. Kainattaki oluşlar devri dir, .yani birçok şekillerden geçerek aslına geri döner. Kainatta, önce, oluş'a doğru bir hareket, sonra da yok olu,Ş'a doğru bir hareket vardır ve bu oluş ve yok oluş hareketleri birbirini devri olarak peşler. Anaximandros, kainatın men'şei meselesinde Thales'teri ayrılır ve varlığın temelindeki esas maddenin (Apeiron) olduğunu söyler. Bu şu demektir: Esas madde her şeyi vermektedir ve her şey tekrar ona geri dönmektedir; o halde bu esas madde, sonuna kadar harcanamayan bir unsur olmak zorundadır. 25 Thales'in varlığın men'şeine koyduğu (Su ) da, herhalde kendisine göre sonsuz bir madde sayı lmaktadır. Şu kadar ki bu sonsuz kavramı Anaximandros'ta daha bir belirlilik kazanmıştır ve ona nazaran bu esas madde kendine has olan bir ,·arlıktır. Ona göre bu esas madde Apeiron'lar arasında bir Apeiron olmayıp yegane Apeiron'dur. Bu maddenin yegane vasfı da sınırsız ve sonsuz (namütenahi) olmaktır. Çünkü, her şey, zorunlu olarak, kendinin zıddı ile temeliendirilmiş­ tir: sıcak-soğuk, aydınlık-karanlık .. gibi. V c her muayyen olan şey sınırlı bir şeydir. Fakat, sınırı olmayan Apeiron, bu gibi zıtlıklar göstermeyen yegane varlıktır. Öyle ise Apeiron, her şeyin başında bulunduğu gibi her şeyin sonunda da bulunmaktadır. 0Pa göre bütün oluş'lar, bu Apeiron'un içinde tezatların birbirlerine karşı sınırlanarak teb arüz etmeleriyle hasıl olmaktadırlar. İşte bu fikirle, onun kozmogenisinden astronomik alem nazariyesine geçilmektedir. Ona göre dünya oluş vet~resinde ilk adım şudur: karanlık soğuk bir varlık, aydınlık sıcak seyyal bir varlıktan ayrılm ıştı r. Karanlık soğuk sulb varlık arzı teşkil eder. Merkezde sabit bir arz etrafında da devir hareketi yapan bir Güneş kütlesi vardır; kainatın merkezinde yüzen arz üstüvanesinin etrafında bir alev küresi bulunmaktadır. Oluş vetiresinde ikinci adım da şudur: burada bir yani su topraktan çıkmış ve arzı kaplamıştır. ayrılma vardır, Oluş vetiresinde üçüncü adım da şudur: ayrılan suyun bir kısmı küresi sebebi ile tebahhur ediyor ve üst kısımda bir hava, dürnan küresi teşekkül ediyor. Hava ile dürnan arasında bir ayniyet bulunuyor ve alev küresi hava ile ateşin bireşiminden ibaret bir bünye oluyor. HaYa tabakasının bir kısmı at eşe nufuz edip bir takım delikler açıyor, bu deliklerle borular hasıl oluyor ve bunlar da arzın etrafında devr ediyorlar. Bunların içi boş olunca ateş tabakası göri.ilebiliyor ki bunlar da Güneş ve Ay' dır. Arasıra bu borular açılıyor ve Husuf, Küsuf hası l oluyor. ateş Anaximandros'un bu görüşü spekülatif ve fantastik bir kainat imaO, kainat hakkındaki bilgilerini vahdetli bir surette toplamış ve nrlığın temelinin ne olabileceğine esaslı bir surette temas etmiştir. Onun kainat imajında üç esaslı nokta göze çarpar: jıdır. ı - Ondan önce, arz, kainatın merkezinde sakin bir halde telakki edilmekte idi. Halbuki, Anaximandros'ta arz, kainatın merkezinde serbest oiarak yüzmektedir. 26 2- Hariçteki alev küresinin bizim için görünen parçaları ancak bizim gözümüz için meydana çıkmakta ve ona göre bu parçalar Güneş batınca görünmemekte, fakat, ertesi sabah tekrar meydana çıkmak­ tadırlar. olmakla, arzın ilk sakinlerinin, ilk zorunludur. Balıklardan da zamanla ka ra hayvanları ve en nihayet te İnsan hasıl olmuştur. Ona göre uzun bir ihtimama ve bakıma muhtac insanın, hayatın başlangıcında bulunması imkansızdır. O, organik olanı daha basit olana irca ile açık­ lar ki onun bu hareket tarzı tam anlamı ile ilmi bir düşünüşü aks ettirir. Bu sebeple bu zatın fikirleri büyük etkiler bırakmıştır. Kendisini özellikle Anaximenes peşlemiştir. 3- Ona göre su, arzı kaplamış yaratıkların Balıklar olması Anaximenes (İ.Ö.588 -5 24) ~illet'li tabiat Anaximenes'tir. filozoflarının üçüncü ve sonuncu önemli şahsiyeti O, (Tabiat Hakkında) adını taşıyan kitabında eşyanın men'şei­ nin sonu olmayan, bitip tükenmeyen bir varlık olması gerektiği fikri ile Anaximandros'a yaklaşırsa da bu esas maddenin her tarafı ihata eden (Hava ) olduğunu söylemekle Thales'e rucu etmiş olmaktadır. Bazı belirli açıdan Anaximenes ilc Anaximandros'u mukaycse edecek olursak bir ilerlemeden ziyade bir gerileme göze çarpar. Şöy­ le ki: Anaximenes için arz, hayanın üzerinde duran düz bir tabakadır. Anaximenes, açıkça, ruh ve ruhi varlıklar kavramını ortaya koymaktadır. Ona göre yaşayan bir varlık ruh veya sıcak nefesle doludur. Bu sebepledir ki bir çok dillerde ruh kelimesi ile nefes kelimesi aynidir. Son nefesle hayat, yani ruh bedenden çıkmaktadır. Nasıl, bedeni ruh, nefes, toplu olarak tutuyarsa kainatı da hava öylece canlı olarak tutuyor. Hava, canlı, fa'al bir unsurdur. Havasız yaşanılmaz, ruh havadır. Thales, kainatı canlı bir maddeden müteşekkil tasavvur etmişti. Onda, canlı olan varlıkla ölü olan madde arasında bir ayrı­ lık söz konusu değildi. Fakat, Anaximenes'te şu ayrılık göze çarpar: ona göre bir tarafta ca nlılık vasfını h aiz maddeye can veren hava, diğer tarafta da havayı alarak canlanan madde bulunmaktadır. Bu, onda, orijinal diye vasıflandırabileceğimiz birinci fikirdir. Onda, orijinal ikinci bir fikir de asıl canlı olan eşyanın hasıl olması fikridir. Anaximenes, kainat oluş vethesini çok daha canlı ve müşah- 27 has olarak tasavYur etmiştir. Bu vetircnin iki istikameti vardır: bir taraftan sıkışma, diğer tarafta da yayılma. HaYa unsurunun kesafet: azalınca ateş şeklinde yükseklere çıkar ve yıldız olarak görünür. Güneş, içinde bulunduğumuz Yer'in alt kısmında dolaşmaktadır. Yıldız­ lar ise, havanın latifi olan ateş olduklarından, üzerimizde bulunurlar. Bu vetirenin aksine olarak ta kesafet vetiresi vardır, yani havanın kesafeti çoğa l ırsa önce düman, sonra buhar, daha sonra bulut olur, bulut ta tekasüf eder su olur, su da tekasüf eder çamur olur, çamur da katı­ l aşır ve en nihayet toprak ve taş olur. İşte, daimi olan bu tekasüf vetlresi sonucunda havadan su, ondan da toprak hasıl olur. Şu ha lde, bir tek esas unsurdan bütün eşyanın hasıl olması için iki yol vardır : bunlardan biri yukarı çı kan yol, diğeri de aşağı inen yoldur. Kısaca, kcsafetin azalması ile ateş, çoğalması ile de su ve toprak hasıl olmaktadır. Böylece bu durum, yalnız her şeyin bir tek maddeifade etmekle kalmıyor, fakat, ayni zamanda her şeyin o maddeden ibaret olduğunu da ifade etmiş oluyor. Yani, her şey, az veya çok kesafette havadır. den hasıl olduğunu İşte, bu suretle Anaximenes, Anaximandros' un pek açık olmayan ve müşahhas bir tasavvurda bulunmuş olmaktadır. Ve yine ona göre, Anaximandros'a göre de olduğu gibi, tabiatın oluşu bir kanuna bağlıdır. tabiatın oluşu görüşüne karşılık açık Bu ilk tabiat filozoflarında gördüğümüz şey, dört unsur doktrinidir. Bu unsurlar, ayni zamanda bir t akım vasıflara da tetabuk ed erler; şöyle ki : hararet vasfı ateşi, katılık ve soğuk luk vasfı toprağı, soğukluk ve sıvılık vasfı suyu, sıvılık ve hararet vasfı da havayı teşkil etmektedir ve bunlar öyle ilk unsurlardır ki kendilerini teşkil eden maddelerle tezad halindedirler. Anaximandros'un fikirleri ile Anaximenes'teki ruh, nefs, canlılık ve cansızlık, ve şe'niyet meseleleri felsefi problemleri gittikçe karışık bir hale koymuştur. · Thales'te söz konusu olan, maddenin ilk unsuru idi. Sonra, kaiiçinde daima sabit kalan cevher söz konusu oldu. Daha sonra da bu tahavvülü yapan usul, tarz; sonra, canlı ve cansız arasındaki fark; sonra bir kısım uzviyetleri canlı diğerl erini cansız yapan şey söz konusu oldu ve bu meseleler bizi ruh kavramına, yani ruh ile havanın aynileştirilmesine götürdü. Bütün bu ilk filozoflar iptida! ilim adamı idiler. Bunlar, ayni zamanda ilk müşahitlerdi de. Bunlar, natın değişiklikleri 28