2002 hutbeleri kurban bayramı

advertisement
2002
HUTBE ARŞİVİ
Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden Alınarak Düzenlenmiştir.
04 Ocak - İsraf
11 Ocak - Hac
18 Ocak - İslamın İnsana Bakışı
25 Ocak - Milli ve Dini Değerlerimiz
FİRHİST
01 Şubat - Doğal Hayatı Korumak
08 Şubat - Fal ve Falcılık
15 Şubat - Haya
22 Şubat - Kurban Bayramı
22 Şubat - Kurban Kesmenin Sosyal Hayattaki Önemi
29 Şubat - Depremden Korunmak
01 Mart - Sarhoşluk Veren Maddeler Haramdır
08 Mart - İslamda Kul Hakkı ve Çalışanların Sosyal Güvenliği
15 Mart - Hicret
22 Mart - Yaşlılara Saygı
29 Mart - İslamın Engellilere Bakışı
05 Nisan - Kabir Ziyareti ve Mezarlıkların Korunması
12 Nisan - Evlilik Büyük Bir Nimettir
19 Nisan - Gençliğin Önemi
26 Nisan - İslamda Çalışma
03 Mayıs - Allaha Hamd ve Şükür
10 Mayıs - Namazın Önemi
17 Mayıs - Ahiret Hayatına Hazırlık
24 Mayıs - Hz Peygamber Sevgisi
31 Mayıs - İstanbulun Fethi
07 Haziran - İbadet Eden Mutlu Olur
14 Haziran - Güzel Ahlak
21 Haziran - Dili Muhafaza Etmek
28 Haziran - Çocuklarımızla İlgilenelim
05 Temmuz - Yalanın Fert ve Topluma Zararları
12 Temmuz - Cennet ve Cennetliklerin Özellikleri
19 Temmuz - Gençliği Tehdit Eden Zararlı Alışkanlıklar ve Akımlar
26 Temmuz - İslamda Hoşgörü
1
2
02 Ağustos - Sigara ve Zararları
09 Ağustos - Misyonerlik Faaliyetlerine Dikkat Edelim
16 Ağustos - Cami ve Cemaatin Önemi
23 Ağustos - Evlilik Müessesesi ve Ailenin Korunması
30 Ağustos - 30 Ağustos Zafer Bayramı
06 Eylül - Üç Aylar ve Regaib Kandili
13 Eylül - Müslüman güvenilir İnsandır
20 Eylül - Günahlardan Sakınmalıyız
27 Eylül - Huzur Kaynağı Dua ve İbadet
04 Ekim - Cami ve Cemaat Şuuru
11 Ekim - Ebediyet Yolcusunu Uğurlarken
18 Ekim - Berat Kandili
25 Ekim - Cumhuriyet Bayramı
01 Kasım - Kuran Ayı Ramazan
08 Kasım - Orucun Hikmetleri
15 Kasım - Yardımlaşmanın Sosyal Hayattaki Önemi (Zekat ve Sadaka)
22 Kasım - Tevbe
29 Kasım - Kadir Gecesi
05 Aralık - Ramazan Bayramıyla Gelen Sevgi ve Kardeşlik
06 Aralık - Kazandıklarımızı Devam Ettirelim
13 Aralık - İslamın Engellilere Bakışı
20 Aralık - Kainattaki İlahi Dengeyi Koruyalım
27 Aralık - Toplumu Kirleten Günah: RİYAKÂRLIK
DÜZENLEYEN:
HÜSEYİN KARATAŞ
HACIVELİ CAMİ İMAM-HATİBİ
SERİK - ANTALYA
2002 HUTBELERİ
1
04 - Ocak
İSRAF
Muhterem Müslümanlar!
Yüce dinimiz İslam’ın, huzurlu bir
hayat için benimsediği prensiplerden birisi
de, iktisat ve îtidaldir. İktisad ve itidal,
yeme-içme, harcama, konuşma ve benzeri
bütün işlerde ölçülü olmaktır. Bunun zıddı
ise israftır. İsraf, ihtiyaç sınırını aşmak,
aşırı harcamalarda ve ölçüsüz davranışlarda bulunmak demektir.
Nitekim Yüce Allah Kur’an-ı Kerim’de, olgun Mü’minlerin sıfatlarını sayarken, onların daima ölçülü olduklarını
vurgulamakta ve şöyle buyurmaktadır:
“Onlar ki, harcadıklarında ne israf ederler ne de cimrilik. İkisi arasında, îtidalli
bir yol tutarlar”[1].
3
ve imkan sonsuz değildir. Günümüzde
bunların değeri, daha da artmıştır. Çünkü
azalan kaynaklar daha çok değer kazanırlar. Değerli şeyler ise rastgele sarf edilmezler.
Muhterem Müslümanlar!
Allah’ın bahşettiği maddi imkanların
israf edilmesi büyük bir vebal olduğu gibi,
pek çok yuvanın dağılmasına ve ülkenin
ekonomik açıdan zayıflamasına da sebep
olmaktadır. Bunun için şahsi harcamalarımızda ölçülü olmak, ülke kaynaklarını dikkatli kullanmak, verimli alanlarda
değerlendirmek, dini ve milli bir görevdir.
Yarınlarımızın huzur ve rahatı için fert ve
millet olarak iktisatlı davranmak ve israfa
sapmamak zorundayız. Çünkü israf, Yüce
Allah’ın verdiği nimetlere karşı bir nankörlük ve saygısızlıktır. İktisatlı olmak ise, o nimetlere gösterilen fiili bir saygı ve
şükürdür.
Muhterem Müslümanlar!
Hutbemi bir ayet mealiyle bitiriyorum: “Akrabaya, yoksula, yolda kalmışa,
Not: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak
düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz.
2
Firhist’e Geri Dön
Muhterem Müslümanlar!
Allah tarafından bize bahşedilen
hayat, sağlık, eş, evlat, makam-mevki, mal,
mülk gibi nimetler, hep emanet olarak verilmiştir. Onun için biz, bu nimetleri kullanma
tarzımızdan, israf edip etmediğimizden ve
bunları nerelerde harcadığımızdan ahirette
sorguya çekileceğiz. Konumuzla ilgili olarak Yüce Allah, Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurmaktadır: “O gün, verilen nimetlerin
hepsinden sorguya çekileceksiniz”[2].
Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) de:
“Kıyamet günü insanoğlu, ömrünü nerede harcadığından, yaptığı işleri ne niyetle yaptığından, nasıl kazanıp nereye
harcadığından, vücudunu ve sıhhatini
nerede ve nasıl değerlendirdiğinden
sorguya çekilmedikçe yerinden ayrılamaz”[3] buyurmuşlardır.
Millet olarak çok müsrifiz. Özellikle,
çöpe atılan ekmeklerden tutun da kamu
malları, tabi kaynaklar, elektrik, su ve
zaman gibi sayısız değerlerimizi israf ediyoruz. Halbuki yeryüzünde hiçbir kaynak
4
haklarını ver. Malını israf ile saçıp savurma. Zira saçıp savuranlar, şeytanın
dostları, kardeşleridir. Şeytan ise
Rabb’ine karşı çok nankördür.”[4]
KAYNAK:
[1] Furkan,25/ 67.
[2] Tekasur; 8
[3] Tirmizî, Sünen, Kıyame,1
[4] İsrâ; 26,27.
Firhist’e Geri Dön
3
2002 HUTBELERİ
1
11 - Ocak
HAC
Muhterem Mü’minler!
Hac, İslam dininin beş temel esasından biridir. Hicretin 9.yılında farz kılınmıştır.
Hem mali hem de bedeni bir ibadettir. Bu
ibadet, ergenlik çağına gelmiş, akıllı, sağlıklı, hür ve gücü yeten her Müslümana
farzdır. Yüce Allah Kur’an-ı Kerim’de:
“Gücü yetip de, oraya ulaşabilen insana
Allah için Beytullah’ı (Kabeyi) haccetmesi gereklidir”[1] buyurmaktadır.
Mü’minlerin gayesi, Allah’ın rızasına
ermektir. Onları bu gayeye ulaştıracak
amellerden biri de hac ibadetidir. Nitekim
Hz.Peygamber (s.a.v.), bir hadis-i şeriflerinde: “Günahdan ve noksanlıklardan
uzak) makbul bir Haccın karşılığı, ancak
3
eder. İşte bu coşku ve heyecanla gözlerden akan yaşlar, günahlara keffaret ve ruhlara şifa olur.
Sevgili Peygamberimiz Hz.Muhammed (s.a.v.); “Kim Allah için hacceder de
bu sırada kötü söz ve davranışlardan
sakınırsa (kul hakları hariç) annesinden
doğduğu gün gibi (temiz ve günahlarından arınmış olarak evine) döner”[3] buyurarak, haccın günahlara keffaret
olacağını açıklamıştır.
Muhterem Müminler!
Maddi ve manevi çeşitli sıkıntılara
katlanarak hacca giden bir müminin, kötü
söz ve davranışlardan uzak durması gerekir. Hacca gitmeden önce, mümkün mertebe bu ibadetin âdâbı ile birlikte esaslarını
ve orada hangi fiillerin cezayı gerektirip
hangilerinin haccı ifsat edeceğini öğrenmelidir. Bu mübarek yolculuğa çıkan bir
Mü’min, sabırlı ve hoşgörülü olmalıdır.
Kendisini ve temsil ettiği milletini küçük düşürücü davranışlardan sakınmalıdır.
Not: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak
düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz.
2
Firhist’e Geri Dön
cennettir”[2] buyurmuştur.
Muhterem Mü’minler!
Dünyanın dört bir yanında yaşayan,
renkleri, ırkları, dilleri, kültürleri ve âdetleri
farklı binlerce Müslüman, Hac sayesinde
bir araya gelir. Aynı ibadeti yapmanın ve
tevhid inancına sahip olmanın mutluluğuna
erer. Hac, bir Müslüman’ın, malını ve canını Allah rızası için feda edebileceğini gösteren büyük bir kulluk göstergesidir. Günlük
giysilerini çıkararak ihrama giren bir
Mümin, dünyanın geçici olduğunu, makam,
mevki gibi bütün varlığını burada bırakacağını, ahirete sadece kefenle gideceğini yaşayarak hisseder. Manevi duyguları doruk
noktasına ulaşır. Diğer bütün Müminlerle
birlikte, hep bir ağızdan; “Lebbeyk, Allahümme lebbeyk!” “Buyur Allahım davetine uydum, emrine âmadeyim. Senin
eşin ve ortağın yoktur” anlamına gelen
“Telbiye”yi okur. Yüce Rabbinden af ve
mağfiret diler. Aynı şekilde Kabe’yi tavaf
ederken, Arafat’ta vakfe yaparken kendisi,
aile fertleri ve tüm Müslümanlar için dua
4
Hutbemi Peygamber (s.a.v.)’in bir
hadis-i şerifi ile bitiriyorum: “Ey insanlar!
Allah (c.c.) haccı üzerinize farz kıldı. Öyleyse haccediniz”[4]
KAYNAK:
[1] Al-i İmran, 3/97
[2] Riyazü’s-Salihin, sh. 757, hadis no, 1272
[3] Buhari, Sahih, Hac, 4; Müslim, Sahih, Hac, 438
[4] Riyazü’s-Salihin, sh. 756, hadis no, 1269
Firhist’e Geri Dön
4
2002 HUTBELERİ
1
18 - Ocak
İSLAM’IN İNSANA BAKIŞI
Değerli Mü’minler!
Her şeyi yoktan var eden Yüce
Allah, hiçbir varlıkta bulunmayan özellik ve
yetenekleri, bir lütuf olarak insanoğluna
vermiştir. Ayrıca varlıkların bir çoğu, yine
onun hizmetine sunulmuştur. Yüce Rabbimiz, bu kadar nimet ve imkan verdiği insandan, iman, ibadet ve şükür
istemektedir. İnsanın şerefi, Yüce Rabbini
tanıyıp iman etmesine, değeri de Allah’a
ibadet ve taatte bulunmasına ve güzel ahlaka sahip olmasına bağlıdır. Çünkü insanların Allah katında en değerli ve en üstün
olanlarını, Hucurât Sûresi’nin 13. ayeti
şöyle açıklamaktadır: “Ey insanlar! Doğ3
bakar”[3]. İnsanın değeri, Allah’a imanın
bir tezâhürü olan ibadetleri, güzel ahlakı ve
hayırlı işleriyle ölçülür. Bunu ölçüp değerlendirecek olan da, yalnız Allah’tır.
İslam dini, insanları hor görmeyi,
alaya almayı, lakap takmayı, gıybet etmeyi,
yalan söylemeyi ve onları küçük düşürücü
tüm davranışları yasaklamıştır. Hucurat Sûresi’nin 11. ayeti bunu şöyle açıklamaktadır: “Ey Mü’minler! Bir topluluk diğer bir
topluluğu alaya almasın. Belki de onlar
kendilerinden daha iyidirler. Kadınlar da
kadınları alaya almasınlar. Belki onlar
(alaya alınanlar) kendilerinden daha iyidirler. Kendi kendinizi ayıplamayın, birbirinizi kötü lakaplarla çağırmayın.
İmandan sonra fasıklık ne kötü bir isimdir! Kim tevbe etmezse işte onlar zalimlerdir.”[4]
Değerli Mü’minler!
Yüce dinimizin bu emirlerini dinledikten sonra artık insanları beldelerine, bölgelerine, renklerine, kavim ve kabilelerine,
daha açıkçası; kökenlerine göre değerlenNot: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak
düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz.
2
Firhist’e Geri Dön
rusu biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık ve birbirinizle tanışmanız için sizi
kavimlere ve kabilelere ayırdık. Muhakkak ki Allah katında en değerli ve en
üstün olanınız, ondan en çok korkanınızdır. Şüphesiz Allah (her şeyi) bilir, (ve
her şeyden) haberdardır.”[1]
Demek ki insanlar Hz.Adem ile Havva’dan çoğalmaları itibariyle eşittirler. Bu
açıdan soylarıyla övünmeleri yersizdir.
Çünkü gerçek üstünlük takvâ üstünlüğüdür.
Öyle ise İslam dini, insanların rengine, diline, ırkına, kavmine, kabilesine, zenginliğine, makam ve mevkiine bakmaz, onların
davranışlarına ve amellerine bakar ve ona
göre değerlendirir. Furkan Sûresi’nin 77.
ayetinde şöyle buyurulmaktadır: “(Resûlüm) Deki: (Kulluk ve) yalvarmanız olmasa Rabbim size ne diye değer
versin?”[2].
Sevgili Peygamberimiz, bir hadis-i
şeriflerinde şöyle buyurmuştur: “Allah
sizin suretlerinize ve mallarınıza bakmaz. Sizin amellerinize ve kalplerinize
4
dirmeye hakkımız yoktur. Kaldı ki, Cenab-ı
Hak Peygamberimize hitaben: “(Ey Muhammed!) Öğüt ver. Çünkü sen ancak
öğüt vericisin. Onların üzerinde bir
zorba değilsin”[5] buyurmaktadır. Demek
ki, herkes kendi hesabını bizzat Allah’a verecektir.
Hutbemi İsra Sûresi’nin 84. ayetinin
mealiyle bitiriyorum. “Deki: Herkes kendi
mizaç ve meşrebine göre iş yapar. Bu
durumda kimin doğru bir yol tuttuğunu
en iyi bilen Rabbiniz’dir.”[6]
KAYNAK:
[1] Hucurât, 49/13.
[2] Furkan,25/77.
[3] Müslim, Birr 33.
[4] Hucurât,49/11.
[5] Ğaşiye, 88/22.
[6] İsrâ,17/84.
Firhist’e Geri Dön
5
2002 HUTBELERİ
1
25 - Ocak
MİLLİ VE DİNİ DEĞERLERİMİZ
Aziz Müslümanlar!
İslâm Dini, “tevhîd” esasına dayanır.
Tevhîd, âlemlerin Rabbi Yüce Allah’ın varlığına, birliğine, zât, sıfat ve fiillerinde eşi, benzeri ve ortağı bulunmadığına ve yalnız O’na
ibadet etmek gerektiğine inanmak demektir.
Böyle bir imanı telkîn eden İslâm Dîni, Müslümanlar arasında sevgi ve saygıyı, birlik ve beraberliği emreder. Renk, ırk, dil, bölge ve
düşünce farklılığını, çeşitli kültür ve medeniyetler kurma, tanışma ve gelişme vesilesi
sayar. Hep uyumlu ve uzlaşıcı olmayı ister.
Ancak, toplumun dini ve milli değerlerini sarsmaya yönelen her türlü bozgunculuğu, ayırımcılığı ve bölücülüğü kesin olarak reddeder.
Yüce Allah, bu gerçeği şu ayetlerde dikkat çe3
dünya hayatına ilişkin sözleri, senin hoşuna gider. Bir de kalbindekine (sözünün
özüne uyduğuna) Allah’ı şahit tutar. Halbuki o, düşmanlıkta en amansız olanıdır. O,
(senin yanından) ayrılınca yeryüzünde bozgunculuk yapmağa, ekin ve nesli yok etmeye çalışır. Allah ise bozgunculuğu
sevmez. O’na “Allah’tan kork!” denildiği
zaman gururu O’nu daha da günaha sürükler. Artık böylesinin hakkından cehennem
gelir. O ne kötü yerdir!”.[4]
Aziz Cemaat!
Unutmayalım ki, bizi ayakta tutan, milli
ve manevî değerlerimizdir. Dün olduğu gibi
bugün de, birlik ve beraberliğimizi bozmaya,
kutsal değerlerimizi sarsmaya çalışanlar bulunabilir. Bunlar, kendi sinsi emellerine ulaşmak
için her şeyi mubah görür, her kılığa bürünür,
hattâ bu amaçla dini bile kullanabilirler. Son
günlerde bazı yörelerde, İncil’i tanıtmak, insan
severlik ve dünya barışını sağlamak gibi maskeler altında bazı bölücü propagandaların ortaya çıktığı çeşitli haber kaynaklarından
öğrenilmektedir. Bunlar, “Dünya barışının
sağlanması, insanlık âleminin birliği, gerçeğin araştırılması, din birliğine gidilmesi,
peygamberlerde ilâhlık sıfatının bulunduğu,
Not: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak
düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz.
2
Firhist’e Geri Dön
kici bir üslupla ortaya koyar ve bizi uzlaşmaya
davet eder: “Hep birlikte Allah’ın ipine
Kur’an’a) sımsıkı sarılın. Parçalanıp bölünmeyin...”[1], “Allah’a ve Resûlü’ne itaat
edin ve birbirinizle çekişmeyin. Sonra gevşersiniz ve gücünüz elden gider”.[2] “Kendilerine apaçık deliller geldikten sonra
parçalanıp ayrılığa düşenler gibi olmayın”[3].
Değerli Mü’minler!
Görüldüğü üzere bu ayetlerde vurgulanan esaslar, millet ve devlet olmanın birer gereğidir. Müslüman bir millet olarak, milli
hasletlerimize ve dini inançlarımıza ters düşen
görüş ve iddialar, kimler tarafından ortaya atılırsa atılsın, bunlara itibar etmemek gerekir.
Fikir ve inanç özgürlüğü, bu tür görüş ve iddiaların ortaya atılması için bir gerekçe olamaz.
Zira fikir ve inanç özgürlüğü, her akla geleni
söylemeyi, toplumun birlik ve beraberliği sarsacak iddialar ortaya atmayı değil, bilakis başkalarına faydalı olacak dengeli fikirler üretmeyi
gerektirir. Yüce Allah, her güzel konuşan ve
hoş görünen kişiye, doğruluğuna emin olmadan inanılmaması konusunda bizi uyarmakta
ve mealen şöyle buyurmaktadır:
“İnsanlardan öylesi de vardır ki,
4
dünyanın son bulmayacağı, kıyametin kopmayacağı, cennet ve cehennemin birer
sembol olduğu ve namazın da sabah, öğle
ve akşam vakitlerinde kalben Allah’ı anmaktan ibaret bulunduğu...” gibi bâtıl ve hayalî
iddialarla, aziz milletimizin nezîh inancını bulandırmaya ve böylece birliğimizi bozmaya uğraşmaktadırlar.
Bunlar, sağduyu sahibi milletimizin sağlam ve sarsılmaz imanı karşısında elbette tükeneceklerdir. Çünkü Müslüman milletimiz,
kesin olarak bilmektedir ki, son ilahî kitap
Kur’an-ı Kerim, son Peygamber de Hz.Muhammed (s.a.v.)’dir. Kur’an-ı Kerim’de Cenab-ı Hak
meâlen, “İşte bu, benim dosdoğru yolum.
Artık ona uyun. Başka yollara uymayın.
Yoksa o yollar, sizi parça parça edip, doğru
yoldan ayırır. İşte bunları, sakınasınız diye
Allah size emreder”[5] buyurarak, Kur’an’ın
çizdiği dosdoğru yolu göstermiş ve bu yoldan
sapmanın, parçalanarak haktan sapmak olduğunu bildirmiştir.
KAYNAK:
1] Âl-i İmrân, 3/103
[2] Enfâl, 8/46
[3] Âl-i İmrân, 3/105
[4] Bakara, 2/204-206
[5] En’âm, 6/153
Firhist’e Geri Dön
6
2002 HUTBELERİ
1
01 - Şubat
DOĞAL HAYATI KORUMAK
Değerli Müslümanlar!
Yüce Allah; bu kainattaki varlıkları,
birbiriyle uyumlu ve düzenli bir biçim ve sistem içerisinde yaratmıştır. İnsanların ve
bütün canlıların rızıklarını ve çeşitli ihtiyaçlarını aynı düzen ve denge içinde sağlamıştır. Bütün yaratılmışların en mükemmeli
olan insanı, diğerlerinden üstün ve hakim
bir konumda yaratmıştır. Canlı-cansız bu
dünyadaki her şeyi, onun emrine vermiştir.
Bütün bunların yanında Yüce Allah, insana
bunları yönetme ve bunlardan faydalanma
imkanını da bahşetmiştir. Bu konuyla ilgili
olarak Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulmaktadır: “Doğrusu biz sizi yeryüzüne yerleştirdik ve orada size geçim kaynakları
sağladık. Ne de az şükrediyorsunuz”[1].
Aziz Cemaat!
Allah’ın yarattığı tabiatı oluşturan
3
Muhterem Müslümanlar!
İslam’da avlanma helaldir. Ancak,
her canlıyı avlamak veya hayvanların yavrulu dönemlerinde avlanmak serbest bırakılmamıştır. Bütün mahlukatın, insanın
hizmetine verildiği bir gerçektir. Ancak gereksiz yere cana kıyma, körpe yavruları öldürme yetkisi ve özgürlüğü kimseye
verilmemiştir. Avlanmanın da bazı kuralları
vardır. Mevsimsiz balık avında patlayıcı
madde kullanarak, bir anda yüzlerce yavru
ve yumurtanın yok olmasına sebep olmak
bir zulüm, vahşet ve katliamdır.
Yüce Rabbimizin, “İnsanoğlu başıboş bırakılmamıştır. Her yaptığından hesaba çekilecektir”[3] ilâhi ihtarı göz önüne
alınırsa; insanın daha bilinçli hareket etmesi gerektiği, kendiliğinden anlaşılır.
Şunu unutmayalım ki; doğal dengenin bozulması, insan hayatının da alt-üst olması
demektir. Bu ise, insanın kendi felaketini
kendi eliyle hazırlaması anlamına gelmektedir.
Günümüzde avlanma, bir ihtiyaçtan
Not: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak
düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz.
2
Firhist’e Geri Dön
bütün varlıklar, birbirini tamamlayan bir
yapı oluşturmaktadır. Bu unsurların hepsi
birbirine muhtaçtır ve birbirini destekleyip
besleyen bir özelliktedir. Kara ve denizlerde yaşayan binlerce canlı türünden hiçbirisi, başıboş ve gereksiz yere yaratılmış
değildir. Rabbimiz, bunların her birini bizim
için ya bir deva olması veya bir ihtiyacımızı
gidermesi için lütfetmiştir.
Bu doğal hayatın dengesini oluşturan unsurlardan birisi de av hayvanlarıdır.
Ne yazık ki, yurdumuzda yapılan bazı bilinçsiz avlanmalar, binlerce hayvan türünü
yok olma tehlikesiyle karşı karşıya getirmiştir. Hatta, zamansız ve usulsüz yapılan
avlanma sonucunda, birçok hayvan türü
yok olmuş ve tabii denge bozulmuştur.
Kur’an-ı Kerim’de, bu konuya dikkatimiz
çekilerek şöyle buyurulmaktadır: “İnsanların kendi elleriyle yaptıkları yüzünden
karada ve denizde bozulma meydana
geldi. Vazgeçip dönerler diye, Allah yaptıklarının bir kısmını kendilerine tattıracaktır.”[2]
4
ziyade zevk ya da spor amacıyla yapılmaktadır. Halbuki avlanmak, ancak bir ihtiyacı
karşılamak için yapılmalıdır. Av için yapılan
aşırı harcamalara bıkılırsa, avlanmanın bir
ihtiyaç için yapılmadığı anlaşılır. Halbuki bu
canlılar, sadece bize ait değildir. Bizden
sonra gelecek nesillerin de bunlarda hakları vardır. Onların haklarına saygılı olmak
ve doğal hayatı korumak, hepimizin görevidir.
KAYNAK:
[1] Â’raf, 7/10.
[2] Rûm,30/41.
[3] Kıyâme,75/36.
Firhist’e Geri Dön
7
2002 HUTBELERİ
1
08 - Şubat
FAL VE FALCILIK
Muhterem Müslümanlar!
İslam, tevhid dinidir. Tevhid, Allah'ın
birliğine, eşi, benzeri, ortağı ve dengi olmadığına inanmaktır. Tevhîd inancı, yalnız Allah'a ibadet edilmesini ve sadece O’ndan
yardım istenilmesini gerektirir. İnsanları,
korkulan veya sevilen güç ve varlıklara tapmaktan men eder. Asıl yardımın Allah’tan
beklenmesi gerektiğini onlara bildirir. Zira,
rahmeti her şeyi kuşatan, her şeye gücü
yeten, istediğini istediğine veren ve duaları
kabul eden O’dur. Yüce Allah, Kur’an-ı Kerim’de kendisini bize şöyle tanıtmaktadır:
“Rabbiniz Allah işte budur. O’ndan
başka ilah yoktur. O, her şeyin yaratıcısıdır, o halde O’na kulluk ediniz. O, her
şeye vekildir.”[1]
Aziz Müminler!
Tevhîd akidesinden uzaklaşan bazı
3
söyledikleri söz, hiç bir zaman gerçeği yansıtmaz.
Fal baktıranlar çaresiz, falcılar da
hayâlci kimselerdir. Şayet falcıların söyledikleri doğru çıksaydı, bunlar başkalarına
avuç açmaz ve üç beş kuruş menfaat temini için, falcılık yapmazlardı. Zaten falcılar, daha çok hayalden hoşlanan zayıf
iradeli kimseleri aldatırlar.
Fal açtırmak, cin çağırmak, kurşun
döktürmek, kahve telvesinde ikbal aramak,
İslâm’ın ve aklın reddettiği fevkalade yanlış
şeylerdir.
Değerli Din Kardeşlerim!
Fal ve falcılık, çağımıza kadar ulaşmış olan hurafelerden biridir. Elimizde;
çağlara ışık tutan Kur'an gibi mukaddes bir
kitabımız varken, onun onay vermediği ve
hoş görmediği yanlış işleri yapmak akıl kârı
değildir. Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.),
muhtelif hadislerinde bizleri, bu gibi işlere
teşebbüs etmekten, böyle hayalcilere başvurmaktan ve insanları güven bunalımına
düşüren her davranıştan sakındırmıştır.
Not: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak
düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz.
2
Firhist’e Geri Dön
insanlar, yanlış yollara sapmışlar, kâhinlerden, medyumlardan ve falcılardan yardım
beklemeye başlamışlardır. Ne yazık ki, günümüzün en gelişmiş ve en medenî milletleri arasında bile, hâlâ kâhinlere,
medyumlara ve falcılara inananlar bulunmaktadır.
Fal, gelecekten haber vermek, kaybolanı bulmak, kader, kısmet açmak ve talihi anlamak için kahve telvesi, iskambil
kağıdı, bakla ve benzeri şeylere bakarak
anlam çıkarmaktır. Falcılık da bu mesleği
yapmaktır. Bu konuda İslâm’ın hükmü kesindir. Dinimiz falı da falcılığı da yasaklamıştır. Çünkü, gaybı ancak Allah bilir.
Nitekim Kur'an-ı Kerimde "Gayb'ın anahtarları Allah’ın katındadır. Onları, ancak
O bilir"[2], "Göklerin ve yerin gaybı (nı
bilmek) Allah'a mahsustur"[3] buyurulmaktadır.
Buna göre, falcıların, medyumların
ve kâhinlerin gayb'ı bilmeleri mümkün değildir. Falcılar ne yaparlarsa yapsınlar,
neye bakarlarsa baksınlar, yaptıkları iş,
4
Devletimiz, falcılık, medyumluk ve
kahinlik gibi faaliyetleri, 677 sayılı Kanunla
men etmiş ve bu tür faaliyetlerin basın
yayın yoluyla icra edilmesini de, 3984 Sayılı Radyo ve Televizyon Üst Kurulu Kanunu ile yasaklamıştır.
KAYNAK:
[1] Enam,6/102.
[2] Enam,6/59.
[3] Nahl,16/ 77.
Firhist’e Geri Dön
8
2002 HUTBELERİ
1
15 - Şubat
HAYÂ (UTANMA DUYGUSU)
Muhterem Müslümanlar!
İnsanı, diğer canlılardan ayıran en
belirgin özellik, akıl ve hayâdır. Çünkü
insan, ancak bu iki meziyetiyle güzel ahlak
ve edep sahibi bir kişiliğe kavuşur. Doğuştan insanda var olan utanma hissi, şüphe
yok ki onu, kendiliğinden bazı tedbirler almaya sevk eder. Nitekim en ilkel toplumlarda insanların, ağaç yapraklarından elde
ettikleri veya bitki liflerinden ördükleri parçalarla örtünmeleri, bunun açık bir delilidir.
Böyle bir his, akıl ve imanla birleşince, o
zaman, çoğunluğun benimsediği ahlâk ve
edep kuralları, daha belirgin bir biçimde ortaya çıkar. İnsan, işte böyle bir utanma
duygusuyla Allah’ın emirlerine uyarak,
mahrem yerlerini örtmeyi, bir ihtiyaç olarak
3
kötülük yaptıkları zaman, babalarımızı
bu yolda bulduk, Allah da bize bunu emretti, derler. De ki: Allah asla kötülüğü
emretmez. Bilmediğiniz şeyleri Allah’a
mı mal ediyorsunuz?”1 O halde, Müslüman olarak, Yüce Allah’ın bu emirlerine
kulak vermemiz gerekir.
Değerli Din Kardeşlerim!
Vücudumuzdan açılması ve başkalarına gösterilmesi haram olan yerlerin, görüntülerinin yayınlanması da dinen doğru
değildir. Son zamanlarda, hayâ sınırlarını
aşan bir kısım görüntülerin yayınlandığı ve
bazı vitrinlerde de sergilendiği dikkatleri
çekmektedir. Genel ahlâk ve edep kurallarına uymayan bu durum, akl-ı selim sahibi
milletimizi üzmektedir. Çünkü bunlar, milletimizin hayâ duygusunu rencide etmekte
ve bunları müstehcenlik kapsamında değerlendirmektedir. Genel ahlak ve edep kuralları bakımından böylesi davranışlardan
sakınılması gerekir. Özellikle çocuklarımız
ve gençlerimiz, bunlardan olumsuz yönde
etkilenmekte, bu da toplumumuzun genel
Not: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak
düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz.
2
Firhist’e Geri Dön
hisseder.
Muhterem Mü’minler!
Edep ve hayâ, ilahi dinlerin ortak kabullerindendir. Bu konuda, en güzel kaideleri ortaya koyan, en mükemmel din, İslam
dinidir. Çünkü İslam dini, giyim-kuşamdan,
tutum ve davranışlarımıza kadar, her Müslümanın uyması gereken edep ve haya ile
ilgili en güzel ölçüleri belirlemiş, hiçbir konuda aşırılığa ve kuralları çiğnemeye izin
vermemiştir.
Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulmaktadır: “Ey Adem oğulları! Size, mahrem
yerlerinizi örtecek giysi, süslenecek elbiseler verdik ve de takvâ elbisesi. İşte
bu, daha hayırlıdır. Allah’ın bu ayetleri
öğüt almaları içindir.
Ey Adem oğulları! Şeytan ayıp yerlerini
kendilerine göstermek için elbiselerini
soyarak ana-babanızı cennetten çıkardığı gibi, sizi de aldatmasın. Çünkü o ve
yandaşları, sizin onları göremeyeceğiniz
yerden (onlar) sizi görürler. Biz, şeytanları inanmayanlara dost kıldık. Onlar bir
4
yapısı üzerinde, hoş olmayan izler bırakmaktadır.
Unutmayalım ki, Peygamberimiz
(s.a.v.): “Hayâ imandandır”2, “Hayânın
hepsi hayırdır.”3 buyurmuşlardır.
KAYNAK:
1- Araf,7/ 26,27.
2- R.S. 2/96 Hadis No: 685.
3- Keşfü’l-Hafâ Hadis No:1183
Firhist’e Geri Dön
9
2002 HUTBELERİ
1
22 - Şubat
KURBAN BAYRAMI
Muhterem Müslümanlar!
Yüce Allah’a şükürler olsun, bir Kurban bayramına daha kavuşmuş bulunuyoruz.
Bugün; Allah’ın varlığına, birliğine
inanan ve aynı kıbleye yönelen milyonlarca
Müslüman’ın müstesna bir günüdür. Bugün
Kurban kesmek, Allah yolunda yapılan fedakarlığın ve O’nun nimetlerine şükran
borcunu yerine getirmenin açık bir göstergesidir.
Şu mübarek günde, imandan gelen
ortak bir şuurla camilerde toplanan Müslümanların, omuz omuza vererek, arşa yükselen tekbir sesleri arasında topluca
bayram namazı kılmaları, birlik ve beraberliğin en güzel örneği ve sarsılmaz inancın
kenetlenmiş fiili bir ifadesidir.
Demek ki bayramlar, Müslümanları
3
Değerli Mü’minler!
Bu mübarek bayram gününde, kendi
çocuklarımızı sevindirirken, boynu bükük
yetimleri, çocuklarına bayram hediyesi alamayan yoksulları, ekmek parası bulamayan fakirleri de hatırlayalım. Başta
anne-baba olmak üzere büyüklerimizi, akrabalarımız, dostlarımızı, komşularımızı,
özellikle de hastaları ziyaret edelim. Kesilen kurbanlardan, yoksullara pay ayırmayı
da ihmal etmeyelim.
Ebediyete intikal etmiş olan geçmişlerimizin mümkünse mezarlarının başına
gidelim, dua ederek veya bir fatiha okuyup
sevabını ruhlarına bağışlayarak, onları da
yâd edelim.
İman dolu gönüllerin camilere aktığı,
ilahi rahmet ve mağfiretin müminleri kuşattığı bu mübarek bayramın, aziz milletimizin
ve İslâm âleminin huzur ve saadetine,
bütün insanlığın hidayetine vesile olmasını
Yüce Mevlâ’dan diler, bayramınızı tebrîk
ederim.
KAYNAK:
[1] Hucûrat,49/10.
[2] Riyazü’s-Salihin, C.3, S.170.
Not: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak
düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz.
2
Firhist’e Geri Dön
kucaklaştıran, birlik ve beraberliklerini pekiştiren, aralarındaki dargınlıkları gideren,
kardeşlik duygularını güçlendiren, önemli
günlerdir.
Bayramlar, bütün Müslümanların birlikte sevindiği mutlu günler olduğuna göre,
toplumun her kesiminin bu sevinci tadabilmesi için, üzerimize düşen görevleri yerine
getirmemiz gerekir.
Yüce Allah Kur’an-ı Kerimde:
“Mü’minler, ancak kardeştirler; öyle ise
kardeşlerinizin arasını düzeltin ve
Allah’a karşı gelmekten sakının ki merhamet edilesiniz”[1] buyurarak, bütün
Mü’minlerin kardeş olduğunu bildirmiş,
varsa dargınların aralarını bulup düzeltme
görevini, diğer Müslümanlara vermiştir.
Müslümanların bu birlik ve beraberliğinin korunmasına büyük bir hassasiyet
gösteren Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.),
bu konuya bizim de dikkatimizi çekerek
şöyle buyurmuşlardır: “Bir Müslümanın
din kardeşi ile üç günden fazla dargın
durması helâl olmaz.”[2]
4
Firhist’e Geri Dön
10
2002 HUTBELERİ
1
22 - Şubat
KURBAN KESMENİN
SOSYAL HAYATTAKİ ÖNEMİ
Muhterem Müslümanlar !
İnsanlık tarihi boyunca devam edip
gelen kurban kesme uygulaması, maksat
ve şekil bakımından farklılık arzetmekle birlikte, bütün dinlerde mevcuttur. Kur’an-ı
Kerim’de, Hac sûresi’nin 34. ayetinde şöyle
buyurulmaktadır: “Biz her ümmet için, Allah’ın kendilerine rızık olarak verdiği
hayvanların üzerine Allah’ın adını ansınlar diye kurban kesmeyi gerekli kıldık.
İlahınız tek bir ilahtır. Artık O’na teslim
olun. Ey Muhammed, itaatkâr, alçak gönüllü insanları müjdele.”[1]
İslam dininin öngördüğü kurban,
ibadet maksadıyla muayyen bir zamanda,
belirli şartları taşıyan bir hayvanı usûlüne
3
yakın olur. Bu yakınlık, insanın içinde yaşadığı toplumun haklarına saygılı davranmayı, karşılıklı hakları gözetmeyi ve
yardımlaşmayı gerektirir.
Allah için kurban kesmek, mali bir
ibadet olduğu gibi, sosyal hayat açısından
da önemli bir yardımlaşma ve dayanışma
vesilesidir. Çünkü kesilen kurbanın etinden, komşular, akrabalar, fakirler ve muhtaçlar da faydalanırlar. Böylece, kurban
kesenlerle kesemeyenler arasında bir yakınlaşmanın ve samimi bir ilgi ile karşılıklı
sevgi ve saygının gelişmesine sebep olur.
İslam dini, fertler arasında kardeşlik
bağının korunmasından ve bunun güçlü bir
şekilde devam ettirilmesinden, bizleri sorumlu tutmuştur. Bu bakımdan kurban kesmek, Cenâb-ı Hakkın rızasına ermenin,
halkın gönlünde yer tutmanın ve sosyal dayanışmayı sağlamanın önemli bir yoludur.
Kur’an-ı Kerim’de: ‘’Onların ne etleri ne
de kanları Allah’a ulaşır, fakat O’na sadece sizin takvânız ulaşır..’’[4] buyurularak, bu gerçek ortaya konmaktadır.
Not: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak
düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz.
2
Firhist’e Geri Dön
göre kesmek demektir. Yüce Allah, bir çok
canlı ve cansız varlığı insanların hizmetine
vermiştir. Kurbanlık hayvanlar da bu cümledendir. Öyle ise, bir Müslüman kurban kesmekle, Allah’ın vermiş olduğu bu nimetlere,
fiili bir şükürde bulunmuş olur.
Bir Müslümanın, kurban niyetiyle bir
hayvanı kesmesi, hem malî bir fedakarlık
ve hem de Allah rızası için yapılan önemli
bir ibadettir. Bu gerçek, Kur’an-ı Kerim’de
şöyle açıklanmaktadır: “(Ey Muhammed!), o halde Rabbin için namaz kıl.
Kurban kes.”[2] “De ki: Şüphesiz Rabbim
beni doğru yola iletti. Dosdoğru dine,
puta tapanlardan olmayan İbrahim’in
tevhîd dinine iletti. De ki: Şüphesiz
benim namazım, kurbanım, hayatım ve
ölümüm hepsi alemlerin Rabbi Allah
içindir. Onun ortağı yoktur; böyle emrolundum ve ben müslümanların ilkiyim.”[3]
Güzel hizmetleriyle insanların sevgisini kazanan bir insan, Allah’ın rızasını da
kazanır. Allah’a yakın olan, insanlara da
4
Muhterem Mü’minler!
Böylesine önemli bir ibadeti yerine
getirmek için, kurbanlık hayvanı iyi seçelim.
Onu okşayarak kesim yerine götürelim. İncitmeden güzelce sol yanı üzerine yatıralım. Ayaklarını sağlam bir iple bağlayıp
yönünü kıbleye çevirelim. Bekletmeden, bilenmiş keskin bir bıçakla, “Bismillahi Allahüekber” diyerek, nefsimizin cehennem
azabından kurtuluşuna bir fidye olması temennisiyle Allah rızası için keselim.
KAYNAK:
[1] Hac,22/34.
[2] Kevser, 108/2.
[3] En’âm, 6/162-163.
[4] Hac, 22/37.
Firhist’e Geri Dön
11
2002 HUTBELERİ
1
29 - Şubat
DEPREMDEN KORUNMAK
Muhterem Müslümanlar!
Her milletin tarihinde dayanılması
zor olaylar olduğu gibi, bizim tarihimizde de
yaşanmış çok acı olaylar ve doğal afetler
vardır. Şüphe yok ki depremler, bu doğal
âfetlerin başında gelir. Aziz milletimiz,
yakın geçmişte Marmara Bölgesi, Sakarya,
Bolu, Düzce ve Çankırı'da, 3 Şubat 2002
Pazar günü de Afyon ilimiz ve çevresinde,
deprem afetini yaşadı. Bu depremlerde
yüzlerce insanımız vefat etti. Kimi çocuklar
da öksüz ve yetim kaldı. Bir çok insanımızın evi barkı yıkıldı, iş yerleri harap oldu.
Deprem bölgelerindeki alt yapılar kullanılamaz hale geldi. Bu acı kayıplara sebep
olan depremleri ve geride bıraktığı sıkıntıları, hep birlikte yaşadık.
Değerli Mü'minler!
Şüphesiz âfet ve musibetler ancak
3
Ne yazık ki bazı insanlar, herhangi
bir felakete uğradıkları zaman, kendi kusurlarını araştırmayı hiç düşünmez ve ortaya çıkan sonucu, hemen kadere
bağlarlar. Bir kısmı da, kainatı sahipsiz
zannederek tamamen maddeci bir anlayışla çeşitli yorumlarda bulunurlar. Böylece
ifrat ve tefritte kalır, bir türlü gerçeği bulamazlar. Bu kainat, elbette sahipsiz, plansız
ve programsız değildir. Önemli olan, o ilâhî
programı, yani Kader’i anlayabilmek ve
ona uyabilmektir. Bakınız Yüce Allah,
Kur'an'ı Kerim’de: "Allah size, emanetleri
mutlaka ehline vermenizi emreder"[3] ve
"Kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın"[4] buyurarak gerekli tedbirleri almamızı emretmektedir.
Ülkemizin deprem kuşağı üzerinde
bulunduğunu, artık unutmamalı, inşaat tekniğini ve afetlerden nasıl korunulacağını, ilgili bilim adamlarından öğrenmeliyiz.
Dinimizin bize bildirdiği ilke ve gösterdiği
yol budur. O halde bize düşen görev, bu
ilke doğrultusunda hareket etmek, ilgili
Not: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak
düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz.
2
Firhist’e Geri Dön
Allah’ın izni ve takdiriyle olmakla birlikte*
depremlerin açtığı yaraların sebepleri arasında bizim de kusurlu işlerimiz vardır.
Bunların sorumluluğu, elbette bize aittir. O
halde aklımızı kullanarak bunları görmemiz
ve bize düşen tedbirleri zamanında almamız gerekir. Kader ne ise o yerini bulacak
diyerek tedbir almamak, İslâm'a aykırıdır.
Bu bakımdan, bina yapımına başlamadan
önce, arsayı iyi seçmeli ve zemin araştırması yaptırmalıyız. Sonra da binanın yapımında, bu işin uzmanlarının öngördüğü
şartlara uymalıyız. Çünkü Yüce Allah,
“Eğer bilmiyorsanız bilenlere sorunuz”[1] ve "Tedbirinizi alın."[2] buyuruyor.
Öyle ise batak, çürük ve sel yatağı olan
yerlerde bina yapmamalı ve bu gibi alanları
yerleşime açmamalıyız. Bina içerisine koyacağımız eşyayı, deprem anında üzerimize düşmeyecek şekilde bir yer veya
duvarla bağlantı yapmak suretiyle yerleştirmeliyiz. Bundan sonrasını da Allah’a havale etmeliyiz. İslâm dinindeki tevekkül ve
teslimiyet, işte budur.
4
bilim adamlarının uyarılarını dikkate alıp
uygulamaktır.
Aziz Mü'minler,
Millet olarak acımız elbette büyüktür,
ama acılar paylaşıldıkça azalacaktır. Bu
gibi büyük acı ve sıkıntılar, ancak devlet ve
millet işbirliğiyle aşılır. Yeter ki biz, sabır ve
metanetle el ele verelim, gönül birliği yapalım, geçmişten ders alarak aynı hatalara bir
daha düşmeyelim. Kusurlarımızdan tevbe
ve istiğfar ederek, Allah’tan af dileyelim. Allah’ın izniyle bu sıkıntıları çok kısa bir
zaman içerisinde aşarız. Ama gidenleri geri
getiremeyiz. Depremde kaybettiğimiz kardeşlerimize, Allah'tan rahmet, yakınlarına
ve milletimize sabır, yaralılara acil şifalar
diliyor ve hutbemi bir âyet meâli ile bitiriyorum : "Ey Yüce Rabbimiz! Bize dünyada
da ahirette de iyilik ver. Bizi cehennem
azabından (ve âfetlerden) koru."[5]
KAYNAK:
* Bkz. Teğâbûn, 64/11, Hadîd, 57/72.
[1] Nahl,16/43.
[2] Nisa 4/102
[3] Nisa 4/58
[4] Bakara 2/195
[5] Bakara 2/201
Firhist’e Geri Dön
12
2002 HUTBELERİ
1
01 - Mart
SARHOŞLUK VEREN MADDELER
HARAMDIR
Aziz Müslümanlar!
İslâmiyet, aklı, canı, nesli, malı ve
dini korumayı esas almış, bunları güzelce
değerlendirmeyi farz kılmış, bu değerlere
herhangi bir şekilde zarar verilmesini de
şiddetle yasaklamıştır. Bunun için dinimiz,
insanlara yararlı ve temiz olan şeyleri helâl,
zararlı ve temiz olmayanları da haram kılmıştır. Bu itibarla dinimizde sarhoşluk
veren maddeler ve her türlü uyuşturucular,
dinimizce yasaklanmıştır. Nitekim Cenab-ı
Hak, “Ey iman edenler! (Sarhoşluk
veren) şeyler, kumar, dikili taşlar ve fal
okları ancak şeytan işi birer pisliktir.
Onlardan kaçının ki kurtuluşa eresiniz”[1] buyurmuştur.
3
Değerli Müslümanlar!
Allah’ın yasakladığı içki, uyuşturucu
ve benzeri maddelerin kullanımı, fert ve
toplum hayatında, çeşitli sıkıntı ve huzursuzlukları meydana getireceği muhakkaktır. Sağlık ve toplum açısından bunların
zararları ilim adamları tarafından da ortaya
konulmuştur. Bu itibarla Allah’ın emir ve yasaklarına uyarak, içki ve uyuşturucu gibi
her türlü kötü alışkanlıktan uzak durmalı,
bunlara müptela olan kardeşlerimizin de,
bir an önce kurtulup tevbe etmelerine yardımcı olmanın insânî ve İslâmî bir görev olduğunu unutmamalıyız.
Hutbemi Allah Resûlü’nün içkiyle ilgili bir hadisiyle bitiriyorum. “İçki devâ
değil, bilakis derttir.”[4]
2
Firhist’e Geri Dön
Sarhoşluk veren şeylerin, her türlü
kötülüğün kaynağı olduğunu Peygamber
Efendimiz (s.a.v.), şöyle ifade etmiştir:
“Sarhoş edici şeylerden sakının. Çünkü
bunlar kötülüklerin anasıdır.”[2]
Muhterem Müslümanlar!
İçki ve uyuşturucu, insanın akıl, ruh
ve beden sağlığını bozar ve dolayısıyla
onun ailevî, sosyal ve meslekî hayatını,
olumsuz yönde etkiler. İçkinin verdiği zarar,
yalnız onu içenle sınırlı kalmaz, toplumun
diğer fertlerini de etkiler. Çünkü sarhoşluk
sebebiyle aklî dengesi bozulan bir kişi, tavırlarını kontrol edemez. Kendisine ve başkalarına olan saygısını yitirir. Taşkın
hareketleriyle kırgınlık, dargınlık, kavga, cinayet ve trafik kazaları gibi çeşitli zararlara
sebep olur. Böylece hem kendisini, hem de
başkalarını üzen sıkıntılara sokar. Nitekim
bu husus, Kur’an-ı Kerim’de şöyle açıklanmaktadır: “Şeytan, içki ve kumarla aranıza düşmanlık ve kin sokmak; sizi
Allah’ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık vazgeçtiniz değil mi?”[3]
4
KAYNAK:
[1] Mâide, 5/90.
[2] Neseî, Eşribe, 44.
[3] Mâide, 5/91.
[4] Müslim, Eşribe,12.
Not: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak
düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz.
Firhist’e Geri Dön
13
2002 HUTBELERİ
1
08 - Mart
İSLAM’DA KUL HAKKI VE ÇALIŞANLARIN SOSYAL GÜVENLİĞİ
Azîz Müslümanlar!
İslâm dininde çok özel bir yeri olan
hak kavramı geniş anlamı ile “Bir sözü, bir işi,
yerinde zamanında ve gerektiği kadar söylemek veya yapmaktır” diye ifade edilmiştir.
Özel anlamıyla ise, “Hak, hukukun koruduğu menfaattir” şeklinde tarif edilmiştir.
Her hak, bir takım sorumlulukları da beraberinde getirir.
Her insanın üzerinde bir çok hak ve
sorumluluk bulunmaktadır. İnsan üzerindeki
bu haklar, Allah’ın hakları ve yaratılmışların
hakları diye iki kısımda özetlenebilir. Allah’ın
üzerimizdeki hakları, O’nun varlığına ve birliğine inanmak, hiçbir şeyi ortak koşmadan
O’na ibâdet edip emirlerini tutmak ve yasaklarından sakınmaktır. Yaratılmışların başında,
insanlar gelmektedir. Bunlardan, öncelikle
ana baba, aile fertleri, akraba ve komşuları3
yarattım”[1] meâlindeki âyetin beyânıyla yalnız Allah’a kulluk etmekle görevlidirler.
Bir insanın hakkını yemek, onun sosyal hayattaki itibârını düşürücü, onurunu kırıcı sözler sarf etmek veya aynı anlama
gelen davranışlarda bulunmak haramdır.
Çünkü insanlar, yerilecek veya istenildiği
zaman kendilerinden faydalanılacak varlıklar
değillerdir. Onlar, Yüce Allah’ın üstün yetkilerle donattığı, özel görevler verdiği seçkin
varlıklardır. Her insan, Allah’a hesap verecektir. O halde insan, kendi sorumluluk sınırlarını
aşmamalıdır. Çünkü Yüce Allah, “Bizim sizi
boşuna yarattığımızı ve bize döndürülmeyeceğinizi mi sandınız?”[2]. “İnsan, başıboş bırakılacağını mı sanıyor?”[3] diye
buyurmuştur.
Değerli Müminler!
Toplum halinde yaşamaya muhtaç
olan insanlar, anlaşma, yardımlaşma ve dayanışmayı esâs almalıdırlar. Çünkü insanlar,
çeşitli ihtiyaçlarını, ancak karşılıklı rızaya dayanan alış-veriş, sözleşme ve anlaşmalarla
karşılayabilirler. Öyle ise, aramızdaki sözleşmelere sâdık kalmamız, bunlardan doğan
Not: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak
düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz.
2
Firhist’e Geri Dön
mız olmak üzere, milletimizin ve bütün insanların haklarını gözetmemiz, îcap eden görevleri yapmamız gerekir. Canlı varlıkların
hakları, onları incitmemek, aç ve susuz bırakmamak, yuvalarını yıkmamak ve yavrularını öldürmemektir. Diğer varlıklardan, meşrû
bir çerçevede faydalanıp israf etmemektir.
Doğal çevreyi, evimiz gibi korumak, doğal
dengeyi bozacak işler yapmamaktır.
Muhterem Cemaat!
İslâm dinine göre, başkasının hak ve
hürriyetlerine zarar vermemek kaydıyla, her
insanın bu dünyada yaşama, çeşitli nimetlerden yararlanma, mal-mülk edinme, neslini
devâm ettirme, seyahat etme, öğrenme, düşünme ve düşündüklerini ifade etme, ticaret
yapma, çalışma ve kazandığını koruma,
inanma ve inancının gereğini yerine getirme
gibi, Allah vergisi olan hak ve hürriyetleri vardır. Irkı, rengi, dili, dini ve cinsiyeti ne olursa
olsun, bütün insanlar, kanun önünde eşittirler. Yerde ve gökte bulunan canlı ve cansız
varlıklar, insanların faydalanması için yaratılmışlardır. İnsanlar ise, “Ben, cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye
4
haklara saygılı olmamız ve kul hakkını gözetmemiz gerekir. İş verdiğimiz insanların sosyal
güvenliklerini sağlayacak önlemleri almamızın, bu konuda gereken işlemleri zamanında
yapmamızın, insanî ve İslâmî bir görev ve
aynı zamanda bir kul hakkı olduğunu unutmamalıyız. Allah huzuruna kul hakkı ile çıkmanın, çok ağır bir vebâl olduğunu bilmeliyiz.
Çünkü böyle bir günahın Allah tarafından bağışlanması, hak sahibinin affetmesi şartına
bağlanmıştır. Hak sahibi, ondan hakkını almadıkça veya bu hakkından vazgeçmedikçe,
Allah kul hakkı yiyenin günahını affetmemektedir. Çünkü İlâhî adâlet, bunu gerektirir.
Hutbemi iki âyet meâli ile bitiriyorum:
“Ey iman edenler! Bütün sözleşmelerinizi
yerine getiriniz”[4] “Sözleşme yaptığınız
zaman, Allah’a verdiğiniz sözü yerine getirin. Allah’ı kendinize kefîl kılarak pekiştirdikten sonra yeminlerinizi bozmayın.
Şüphesiz Allah, sizin ne yaptığınızı bilir”[5]
KAYNAK:
[1] Zâriyât,51/56
[2] Mü’minûn,23/115.
[3] Kıyame,75/36.
[4] Mâide, 5/1.
[5] Nahl, 16/91.
Firhist’e Geri Dön
14
2002 HUTBELERİ
15 - Mart
2
Firhist’e Geri Dön
etmesinden sonra Peygamberimiz, ashâbından
bazılarının da Medine'ye göç etmelerine izin
HİCRET
verdi. Böylelikle İslâmiyet Mekke’nin dışına yayılmaya başladı. Bu gelişmeler, Kureyş’in ileri
gelenlerini telaşa düşürdü. Durumu görüşüp
Muhterem Müslümanlar!
yeni engelleme planları yapmak üzere, "Daru-n
Kamerî takvime göre bugün, Hicret’in
Nedve" denilen yerde toplandılar. Kendilerini
1423. yıl dönümüdür. Bu vesile ile Hicret’ten ve dünya ve ahirette mutluluğa kavuşturacak olan
bunun İslâm tarihindeki öneminden kısaca söz
hak yolunu göstermekten başka hiç bir şey düetmek istiyorum.
şünmeyen Allah’ın elçisini, birlikte öldürmeye
Bildiğiniz gibi, Peygamber Efendimiz
karar verdiler.
Mekke'de doğdu ve kendisine peygamberlik
Onların bu gizli planını Yüce Allah, Peygörevi burada verildi. Peygamberimiz, Yüce Al- gamberimize bildirerek Medine’ye hicret etmelah’ın "önce en yakın akrabanı uyar"[1] emri
sine izin verdi. Bunun üzerine Peygamberimiz
gereğince, önce yakınlarından başlamak üzere (s.a.v.), en yakın arkadaşı Hz. Ebu Bekir'le birinsanları İslâm’a dâvet etti. O'nun bu dâvetine
likte geceleyin Mekke'den çıkıp, Sevr dağındaki
uyanların sayısı günden güne arttı. Mekke müş- mağarada bir süre korundu. Sonra, Medine-i
rikleri ise, bunu engellemeye çalıştılar. MüslüMünevvere’ye doğru yola çıktı. Yol üzerindeki
manlara zulmederek, akıl almaz işkencelerde
Kuba köyünde birkaç gün konaklayıp bir mescit
bulundular. Kendilerince Peygamberimize tâbi
inşa ettikten sonra Medine-i Münevvere’ye haolanları vazgeçirmek istediler. Bu duruma çok
reket etti. Yolda büyük bir halk topluluğu, O’nu
üzülen ve göç etmeyi düşünen bazı Müslüman- coşkun sevgilerle karşılayıp bağrına bastı.
lara, Peygamberimiz Habeşistan'a gitmelerini
Değerli Mü’minler!
tavsiye etti. Bu arada Hac dolayısıyla Mekke'ye
Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.)’in bu hicgelmiş olan Medineli bir topluluğun İslam’ı kabul reti, tarihteki diğer göçlerden çok farklı bir
1
3
anlam taşımaktadır. Çünkü diğer göçlerin, çoğunlukla iklim şartları, geçim sıkıntısı veya
savaş gibi sebeplerden ileri geldiği görülmektedir. Burada ise, İslam’a karşı duran, onun nurunu söndürme ve ona gönül verenleri yok
etme çabası içerisinde olanlardan uzaklaşma
ve İslâm’ın emirlerini rahatça yerine getirebilme amacı vardır. Nitekim Hicretin bu ulvî
manasını ilk Müslümanlardan Hz. Cafer’in,
Habeş Kralı huzurunda söylediği şu sözler, net
bir şekilde ortaya koymaktadır: “Ey hükümdar! Biz cehalet içerisinde yaşayan bir toplum idik. Putlara tapıyor, ölmüş hayvanların
etini yiyorduk. Zina yapıyorduk. Akrabalarımızla ilgimizi kesiyor, komşularımızla iyi geçinmiyorduk. Kuvvetli olanlarımız, zayıf
olanlarımızı eziyordu. Biz bu halde iken
yüce Allah bize acıdı. Bizden öncekilerde
olduğu gibi bize de içimizden, soylu, asil,
doğru, güvenilir, şeref ve namus ehli olduğunu bildiğimiz birisini peygamber olarak
gönderdi. O bizi, yalnız Allah’a ibadet etmeye, atalarımızın taptıkları putları terk etmeye çağırdı. Bize doğru söylemeyi,
emanete riayet etmeyi, komşularımızla
Not: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak
düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz.
4
güzel geçinmeyi, haramdan, adam öldürmekten sakınmayı öğütledi. Bizi, yalandan,
yetim malı yemekten ve namuslu kadınlara
iftira etmekten sakındırdı. Yalnız bir olan Allah’a ibadet edip, O’na hiçbir şeyi ortak koşmamayı, namaz kılmayı, oruç tutmayı
emretti. Haram dediğini haram bildik, helâl
dediğini helâl bildik. Bundan dolayı halkımızın bir kesimi bize düşman oldu, bize türlü
türlü işkenceler yapmaya kalktılar. Biz de
onlardan kaçarak ülkenize sığındık.”[2]
Bu konuşmada, bir yönüyle hicret sebepleri açıklanırken, diğer yönü ile de İslâm’ın
insanlığa neler getirdiği ifade edilmekte, her yönüyle bozulmuş ve tüm değer ölçülerini yitirmiş
bir toplumu nasıl tekrar hayata kavuşturduğu
anlatılmaktadır. İşte sevgili kardeşlerim kısaca
hicret olayı budur. İlk Müslümanlar bu olaya
fazlasıyla önem verdikleri ve diğer olaylardan
daha çok anılmaya değer buldukları için, Hz.
Ömer’in halifeliği zamanında onu tarih başlangıcı kabul etmişlerdir.
KAYNAK:
[1] Şuarâ,26/214.
[2] İbn Hişam, Sîretü’n-Nebî, I,359.
Firhist’e Geri Dön
15
2002 HUTBELERİ
1
22 - Mart
YAŞLILARA SAYGILI OLALIM
Muhterem Müslümanlar!
Yüce Allah, bu dünyanın nizamıyla
ilgili çeşitli kanunlar koymuştur. Bu kanunlardan birisi de, her canlının kendi şartları
içinde, soyunu devam ettirmesidir. Bu sistem içerisinde yer alan canlılar, hayata geldikleri zaman genelde güçsüz ve
korunmaya muhtaçtırlar. Sonra gelişir, olgunlaşır, güçlenir ve nihayet yaşlanırlar.
Öyle ise yaşlanmak, bu dünyadaki geçici
hayatın kaçınılmaz bir gerçeğidir.
Yaşlılık, bu dünya hayatının fâni, insanoğlunun âciz, ölümün muhakkak Yüce
Allah’ın bakî ve kudretinin sonsuz olduğunun açık bir delilidir. Nitekim Kur’an-ı Kerim
buna şöyle işaret etmektedir: “Kime uzun
ömür verirsek biz onun yaratılışını (gençliğini, güzelliğini) bozar, gücünü azaltır,
beli bükük hale getiririz. Onlar bunu hiç
3
açıkta kalmış olanları barındırmak ve muhtaçlara yardım elini uzatmak, yaşlılara
saygı gösterip gönüllerini ve dualarını
almak, ihmal edilmemesi gereken dînî bir
vecibedir. Kur’an-ı Kerim’in, yaşlı ana babamıza nasıl davranacağımızı açıklayan
bir âyetinin meâli ile hutbemi bitirmek istiyorum: “Rabbin, sadece kendisine ibadet etmenizi, ana babaya da iyi
davranmanızı kesin olarak emreder.
Eğer onlardan biri ya da her ikisi senin
yanında ihtiyarlık çağına ulaşırsa, sakın
onlara “öf” bile deme. Onları azarlama.
Onlara tatlı ve güzel söz söyle. Onlara
merhamet ederek üzerlerine kanat ger
ve de ki: Ey Yüce Rabbim! Küçükken
onlar beni nasıl koruyup yetiştirdilerse,
Sen de onları esirge.”[3]
KAYNAK:
[1] Yâsin,36/68.
[2] Riyazu’s-Salihin, H.No:359.
[3] İsrâ,17/23,24.
Not: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak
düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz.
2
Firhist’e Geri Dön
düşünmezler mi?”[1]
Aziz Mü’minler!
Hiç şüphe yok ki, bugünün gençleri,
yarının yaşlılarıdır. Bugün gençliği, sağlığı,
gücü kuvveti yerinde olanların, bu nitelikleri
ömür boyu koruyamayacakları açıktır. Bunların zamanla zafa uğraması kaçınılmazdır.
Öyle ise, bizim de bir gün yaşlanacağımızı
göz önüne alarak yaşlılara, özellikle ana
babamıza, dedelerimize, ninelerimize saygılı davranmalı ve bu konuda çocuklarımıza ve gençlerimize örnek olmalıyız.
Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.), yaşlılara saygı gösterilmesi gerektiğine dikkat
çekmiş, bir şey ikram edildiğinde ilk önce
onlara teklif edilmesini ve her konuda yaşlılara öncelik verilmesini öğütlemiştir. Küçüklere sevgi, büyüklere saygı göstermeyenin
olgun mü’min olamayacağını da, bir hadislerinde şöyle vurgulamışlardır: “Küçüklerimize merhamet etmeyen büyüklerimize
saygı göstermeyen bizden değildir.”[2]
Muhterem Müslümanlar!
O halde, düşenin elinden tutmak,
hastayı ziyaret etmek, açları doyurmak,
4
Firhist’e Geri Dön
16
2002 HUTBELERİ
1
29 - Mart
İSLAM’IN ENGELLİLERE BAKIŞI
Muhterem Müslümanlar!
Yüce Allah, varlıklar içerisinde insanı mükerrem ve şerefli bir konumda yaratmıştır. Bu bakımdan insan, saygı ve
hürmete layıktır. İnsanı insan yapan özelliklerin dışında kalan nitelikler, dinimize
göre bir üstünlük sebebi değildir. Zira Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.): “Allah sizin
sûretlerinize ve mallarınıza değil, kalplerinize ve amellerinize bakar”[1] buyurmuşlardır. Buna göre esas olan ruhun,
kişiliğin, kalbin ve davranışların olgunluğu
ve gelişmişliğidir.
İnsan bedeninin bazı fonksiyonlarını
yitirmiş olması, yani engelli olmak, insan
için bir kusur sayılmaz. İnsanları fizikî durumlarına göre değerlendirmek veya ayıp3
vekil bırakmış olmasını bir örnek olarak hatırlatabiliriz.
Aziz Müslümanlar!
Hayatta sevineceğimiz ve huzur duyacağımız olaylarla karşılaştığımız gibi
bazen de bizleri üzen, hoşumuza gitmeyen
engeller, hastalıklar ve felaketlerle de karşılaşabiliriz. Ancak başımıza gelen felaketleri, hastalıkları sabırla karşılamalı, isyan
etmemeliyiz. Unutmayalım ki, karşılaştığımız felaket, hastalık ve engeller, geçmiş
günahların keffâreti, gelecek mükâfâtların
da habercisidirler.
Özürlü kardeşlerimizin toplum hayatına katkıda bulunmaları için, yeteneklerini
geliştirmek üzere onlara uygun mekanlar
hazırlanması, eğitim imkanı sağlanması,
yapabilecekleri işlerin verilmesi, insanî ve
İslâmî görevimizdir. Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.), felaket, hastalık ve özür durumlarında müslümanların dayanışma
içerisinde olmasını vurgulayan bir hadisi ile
hutbemi bitiriyorum: “Merhamet, sevgi ve
birbirine destek olmada mü’minler, bir
Not: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak
düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz.
2
Firhist’e Geri Dön
lamak, dinimizce günah sayılmıştır. Nitekim
bu konuda Peygamberimiz (s.a.v.): “Bir
kimsenin mü’min kardeşini (herhangi
bir kusuru veya fizikî engeli sebebiyle)
küçümsemesi günah olarak ona yeter”[2]
buyurmuştur.
Her insan, farklı bir yetenek ve değişik bir yapıda yaratılmıştır. Yüce Yaratıcı,
böyle takdir etmiştir. Hiç kimsenin buna itiraz etmeye hakkı yoktur. Çünkü Yüce
Allah, yoktan var ettiği her şeyi kendi hikmet ve takdirine göre yaratır. Fizîki engellilere destek olmak, dinimizin emrettiği bir
görevdir. Yüce Allah, insanoğlunu gücünün
yettiği işlerle sorumlu tutmuştur. Bunun
için, özürlülerle ilgili özel hükümler koymuş,
inananların her konuda birbirleriyle dayanışma içerisinde bulunmalarını emretmiştir.
Peygamberimiz (s.a.v.) de engellilerle ilgilenmiş; onların yeteneklerini değerlendirmiş ve onlara yapabilecekleri çeşitli
görevler vermiştir. Ashabından görme engelli Abdullah İbn Ümm-i Mektum’u, kendileri Medine dışına çıktığı günlerde yerine
4
beden gibidir. O bedenin bir uzvu hastalanınca vücudun diğer organları, hasta
uzvun elemini paylaşırlar.”[3]
KAYNAK:
[1] Terğib, 1/55.
[2] Müslim, Birr, 32.
[3] Tecrıd-i sarih,12/128
Firhist’e Geri Dön
17
2002 HUTBELERİ
1
05 - Nisan
KABİR ZİYARETİ VE MEZARLIKLARIN
KORUNMASI
Muhterem Müslümanlar!
Hiç şüphe yok ki, bu dünya fânîdir.
Her yeni, eskiyecek ve her konan göçecektir. Her nefis, mutlaka ölümü tadacak, bu
dünya hayatı sona erecek ve daha cazibeli
olan âhiret hayatı başlayacaktır. Ahiret hayatına geçiş için açılan ilk kapı, kabir kapısıdır. Bu kapıdan içeri giren her insanın ilk
sorgusu burada yapılacaktır. Yüce Allah’ın,
bizim için tâyin ve takdîr buyurduğu hayat
gerçeği ve güzergâhı böyledir. Nitekim
Kurân-ı Kerîm, bu hakikati şöyle açıklamaktadır: “Allah onu (insanı) hangi şeyden yarattı? Onu, küçük bir nutfeden
yaratıp ona özel bir şekil vermiştir.
Sonra ona, dünyaya geliş yolunu kolay3
koymuştur.
Aziz Müslümanlar!
Mezarlıklarımız, temiz ve tertipli,
isrâf ve gösterişten uzak olmalıdır. Oralar,
mesîre yeri hâline getirilmemeli ve kabirlerin üzerine oturulmamalıdır. Nitekim Hz.
Peygamber (s.a.v.), bir mazeret olmadan
kabirlerin üzerine oturulmamasını ve çiğnenmemesini tavsiye etmiştir.[3]
Kabir ziyaretinde bulunurken, tevhîd
inancına uygun düşmeyen tutum ve davranışlardan sakınmak gerekir. Mezarlıklara
veya türbelere ziyarete gidip oradaki ağaçlara mendil bağlamak, mezarların taşını
toprağını öpmek, üzerlerindeki örtülere yüz
sürmek ve bunlardan medet ummak, şifa
beklemek gibi haram davranışlardan sakınmalı ve bu tür bid’at ve hurâfelerden şiddetle kaçınmalıyız.
O halde bize düşen görev, yakınlarımızın, dost ve sevdiklerimizin mezarlarını,
sâde bir biçimde düzenlemek, temiz tutmak, yeşillendirmek ve mümkünse mezarların başına bir fidan dikmektir. Onların
Not: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak
düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz.
2
Firhist’e Geri Dön
laştırmıştır. Sonra ona ölümü vermiş ve
kabre koydurmuştur. Sonra dilediği
zaman, onu yeniden diriltecektir”[1].
Değerli Mü’minler!
Yakınlarımızdan ve dostlarımızdan
bir çoğu, şimdi âhiret âleminin ilk durağı
olan kabirlerinde bizi beklemektedirler. Biz
de onların yanına gideceğiz. Bir insanın,
ölmüş olan yakınlarını, dostlarını, sevdiklerini ve hayatı birlikte paylaştığı arkadaşlarını unutması, elbette kolay değildir. Her
fırsatta onları yâd etmek ve onlarla olan
münasebetini, bir şekilde sürdürmek ister.
Bunun için onların kabirlerini ziyaret etmeyi
bir vefâ borcu bilir ve bu ziyaretlerle de vicdânî bir teselli bulur. İslâm dininde, ölümü
hatırlamak, ahiret hayatını düşünmek ve
günahlarının affı için Allah’a duâ etmek
üzere kabir ziyaretinde bulunmak sünnettir.
İşte bu maksatla Sevgili Peygamberimiz
(s.a.v.), kabir ziyaretini tavsiye etmiş ve:
“Kabirleri ziyaret ediniz, bu size ahireti
hatırlatır”[2] buyurmuştur. Bunun için dinimiz, kabir ziyaretleriyle ilgili bazı ölçüler
4
kabirlerini, usûlüne göre ziyâret edip işlediğimiz hayır, yaptığımız ibadet, okuduğumuz Fâtiha’nın sevabını ruhlarına
bağışlamalı ve onlara dua etmeliyiz.
KAYNAK:
[1] Abese, 80/18-22
[2] İbn Mâce Sünen, Cenâiz, 47
[3] Müslim, Cenâiz, 33.
Firhist’e Geri Dön
18
2002 HUTBELERİ
1
12 - Nisan
EVLİLİK BÜYÜK BİR NİMETTİR
Aziz Müslümanlar!
Şüphe yok ki âile, bu dünya hayatında insan için çok önemli bir huzûr, sükûn
cenneti, mânevî güç ve mutluluk merkezidir. Aile, aynı zamanda millî özellik ve dînî
güzelliklerin hafızası, fert ve toplum kültürünün değeri ölçülmez bir hazînedir. Evlenmek, yeni bir yuva kurmak, sorumluluk
üstlenmek ve ciddî bir hayat imtihanına
tâbi tutulmak demektir. Çünkü, huzûrlu bir
geçimin sağlanması, çeşitli ihtiyaçların helâlinden karşılanması, bu uğurda karşılaşılan güçlüklerin paylaşılması, karşılıklı
hakların gözetilip sorumlulukların yerine
getirilmesi gibi konularda, gereken tedbirlerin alınması, eşlerin görevidir.
3
Değerli Mü’minler!
Evlenme akdine nikâh, feshine de
boşanma denmektedir. Boşanmak, dinimize göre helaldir. Ancak evli İnsanlar,
mecbur kalmadıkça boşanmaya asla razı
olmazlar. Evliliğin oyuncak değil, çok ciddi
bir iş olduğunu, bilirler. Nitekim Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.), şöyle buyurmuşlardır.
“Allah katında en sevimsiz helal boşamaktır”.[2]
Öyle ise boşanma, eşler arasındaki
güzel duygulardan ve karşılıklı güvenden
bir eser kalmadığı zaman düşünülebilir.
Ancak İslâm dini, bu noktaya gelmiş olan
eşlere, kendi yakınlarından birer hakem
tayin etmelerini, bundan da olumlu bir
sonuç alamazlarsa, o zaman boşanma yoluna gidilebileceklerini belirtir. Çünkü eşler
arasındaki bağlar artık çözülmüş, evlilik çekilmez olmuş ve boşanmak zorunlu hâle
gelmiştir. Böyle bir zorunluluk bulunmadan
boşanmak, yukarıda belirttiğimiz nimet ve
lütuflardan mahrum kalmak ve çocukları da
yalnızlığa terk etmek demektir. Buna da
hiçbir vicdan razı olamaz.
Not: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak
düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz.
2
Firhist’e Geri Dön
Evlilik, kadınla erkeğin birbirleriyle
uyuşma ve anlaşmasına dayanan nikâh
akdi ile başlar, karşılıklı sevgi, saygı, şefkat, merhamet, sadâkat ve güvenle devâm
eder. O halde, bu hasletlerin güzelce korunması gerekir. Bakınız Yüce Allah, evlenmenin nasıl bir lütuf olduğunu, Kur’ân-ı
Kerîm’de şöyle açıklamaktadır: “Kendileri
ile huzur ve sükûn bulasınız diye sizin
için türünüzden eşler yaratması ve aranızda büyük bir sevgi ve merhamet var
etmesi de, O’nun (varlığının ve birliğinin) delillerindendir. Şüphesiz bunda,
düşünen bir toplum için elbette ibretler
vardır.”[1]
Allah’ın rahmet ve hikmetinin bir gereği olan evlilik, eşlerin hayatını sükûnete,
gönüllerini huzûra erdirir. İnsanî duygularını
geliştirir ve onları, evliliğin asıl hikmetine
ulaştırır. Yüce Allah da onlara, sevgi ve şefkatle büyütüp beslemeleri için, çocuklar
ihsan eder. Bilgili, görgülü ve faydalı birer
insan olarak yetiştirilen o çocuklar, ana
baba için en büyük mutluluk ve mükâfat vesilesi olurlar.
4
Hutbemi, eşlerin arasını açamaya
çalışmanın nasıl bir vebâl olduğunu bildiren
bir Hadîs-i Şerîf meâli ile bitiriyorum: “Eşlerin arasını bozan bizden değildir”[3].
Tüm âilelere huzur ve esenlik dolu günler
diliyorum.
KAYNAK:
[1] Rûm,30/21.
[2] Ebû Dâvûd, Sünen, Talak 3, (II, 632, H.No:2178).
[3]Ahmed b.Hanbel, II, 397.
Firhist’e Geri Dön
19
2002 HUTBELERİ
1
19 - Nisan
GENÇLİĞİN ÖNEMİ
Muhterem Müslümanlar!
Gençlik, Yüce Allah’ın insanlara
bahşettiği ömür nimetinin, çok iyi değerlendirilmesi gereken önemli bir dönemidir, bulunmaz bir fırsattır. Çünkü gençlik, çalışıp
kazanma, evlenip âile kurma, insanlara yararlı olma ve Allah’a ibâdet etme bakımından hayatın en verimli çağıdır. Bunun için
her insan, Allah’ın verdiği bütün nimetlerden ve özellikle de gençliğini nerede ve
nasıl harcadığından sorguya çekilecektir.
Nitekim Cenab-ı Allah, bu gerçeği Kur’ân-ı
Kerîm’de şöyle beyân buyurmuştur: “O
gün, hepiniz bütün nimetlerden sorguya
çekileceksiniz.” [1]
Hz. Peygamber (s.a.v.)’de, gençliğin
önemine dikkat çekerek, “İnsanoğlu, Kıyâmet gününde:
3
ceği de tehlikeye girmiş olur.
Değerli Müslümanlar!
İslam Dîni, çocukların ve gençlerin
ilim, fikir ve sanat bakımından iyi yetiştirilmelerini, kendi başlarına düşünebilir ve bağımsız olarak iş yapabilir bir konuma
getirilmelerini, sorunlarının hoşgörü ve anlayışla karşılanıp bunlara çözümler bulunmasını ve gençlerin yüksek bir ahlâka
sahip olmalarının sağlanmasını istemektedir. Dinimiz, bunun sorumluluğunu da,
başta ana baba olmak üzere, yetkililere ve
topluma yüklemektedir.
Sonuç olarak çocuklarımız ve gençlerimiz, bizim ümitlerimiz ve yarınlarımızdır.
Onları, ne kadar dinî ve millî değerlerimize
göre yetiştirir, ailevî, ekonomik, kişisel sorunlarıyla yakından ilgilenir, özellikle ruh
sağlıklarını bozucu her türlü etkiden koruyup, aile hayatını teşvik ederek sağlıklı bir
hayat biçimine kavuşturursak, geleceğimizden o oranda emin oluruz.
Hutbemi, Sevgili Peygamberimiz
(s.a.v. )’in iki Hadîs-i Şerîfinin meâliyle bitiNot: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak
düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz.
2
Firhist’e Geri Dön
- Gençliğini nerede ve ne sûretle harcadığından,
- Yaptığı işleri ne maksatla yaptığından,
- Malını nereden ve nasıl kazandığından,
- Nerelere sarf ettiğinden,
- Vücudunu ve sıhhatini nerede ve ne
suretle yıprattığından sorguya çekilmedikçe, yerinden ayrılamaz:”[2] buyurmuştur.
Aziz Müminler!
Gençlik, milletlerin geleceği ve en
önemli güç kaynağıdır. Bunun için her toplum, kendi geleceğini garanti altına almak,
millî ve manevî değerlerini yükseltip geliştirmek maksadıyla bilgili, görgülü, çalışkan
ve üretken nesiller yetiştirmeye önem vermektedirler. Çünkü, gençlerini iyi yetiştirmiş
olan toplumlar, güçlü ve sağlıklı bir yapıya
kavuşmuş olurlar. Eğer gençlik ihmal edilir,
iyi eğitilmez, uyuşturucu, alkol, tembellik
veya sapık akımların ağına düşmeye müsait bir ortamda kendi başına bırakılırsa, o
zaman pek çok problem ve sıkıntılarla
karşı karşıya kalınır ve o toplumun gele4
riyorum: “Hiçbir baba çocuğuna güzel
terbiye ve edepten daha değerli bir
miras bırakmış olamaz”[3] ve “İnsanlar
içinde Allah’ın en çok sevdiği kimse, kötülükleri terk edip iyiliklere yönelmiş
olan gençtir”[4].
KAYNAK:
[1] Tekasür, 102/8
[2] Tirmizi, Kıyamet, 1; Riyazu’s-Salihîn, 1/441, H.No:410.
[3] 250 Hadis, Hadis sno : 204.
[4] Ramûzu’l-Ehâdîs, S.383.
Firhist’e Geri Dön
20
2002 HUTBELERİ
1
26 -Nisan
İSLAM’DA ÇALIŞMA
Muhterem Müslümanlar!
Kainattaki bütün varlıklar, hareket
halindedir. Her varlığın bir hareket düzeni
vardır. Bu düzenli hareketler, onların birer
varlık olduğunu gösteren en belirgin özelliklerdir.
Şüphesiz bu gerçek ,Yüce Yaratıcının kainatta kurduğu çok anlamlı ve bütün
varlıkların uyması gereken bir düzen bir
çalışma kuralıdır.
İnsan ise, daha hareketli olması gereken bir varlıktır. Çünkü tembellik, ona hiç
yakışmamaktadır. Aslında onun, başkalarına muhtaç olmaması ve onurlu bir şekilde
hayatını sürdürebilmesi için, mutlaka çalışması gerekir. Nitekim Kur’an-ı Kerîm, insanın çalışmadan bir şey elde
edemeyeceğini ve çalışmasının karşılığını
da her iki dünyada göreceğini şöyle vurgu3
lardan bir şeyler dilenmesinden daha
hayırlıdır.”[2]
Yine Peygamberimiz (s.a.s.): Buyurmuştur. “İnsan, elinin emeğinden daha
hayırlı bir lokma yememiştir. Allah’ın elçisi Davûd (a.s.) da, kendi elinin emeğini
yerdi.”[3]
Değerli Mü’minler!
O halde; Yüce Allah’ın bize ihsan ettiği yetenekleri, güzelce değerlendirelim.
Çalışıp kazanmanın insanı mutlu kılacağını, tembelliğin ise mutsuzluğun kaynağı
olacağını unutmayalım. Malımızı helalinden kazanıp, ölçülü harcamalar yapalım.
Çalışmak, üretmek isteyene de yardımcı
olalım. Hutbemi Peygamber Efendimiz
(s.,a.s.)’in şu veciz duasıyla bitiriyorum:
“Allah’ım sıkıntı ve hüzünden, acizlikten, tembellikten, korkaklıktan ve pintilikten, insanların kahrından sana
sığınırım”.[4]
2
Firhist’e Geri Dön
lamaktadır: “İnsan için ancak çalıştığı
vardır. Onun çalışması şüphesiz görülecektir. Sonra ona karşılığı eksiksiz verilecektir”.[1]
Aziz Müminler!
Dünya hayatı, bir imtihandır. Bunun
için Yüce Allah, insanlara O’nu tanıyıp ibadet etme, maddî ve manevî açıdan yeryüzünün imar ve ıslahına çalışma, görevi
vermiştir. Bu da ancak çalışmakla mümkündür. Bu nedenle yüce dinimiz İslam, çalışmamızı ve geçimimizi, kendi elimizin
emeğiyle sağlamamızı emretmiş, helalinden kazanmayı farz kılmış ve bu uğurda
çekilen her sıkıntıyı, bir kısım günahlara
kefaret saymıştır. Bunun yanında çalışma
güç ve imkanına sahip iken, tembellik gösterip çalışmamayı ve başkalarına yük olmayı da caiz görmemiştir. Bu konuda
Sevgili Peygamberimiz (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “Sizden birinizin ipini alıp dağa
gitmesi, sırtına bir bağ odun yüklenip
getirerek onu satması, böylece onun
onurunu Allah’ın koruması, diğer insan4
KAYNAK:
[1] Necm, 53/38-39.
[2] Buhari, Zekat, 10.
[3] Riyâzü’s-Sâlihîn Tercemesi, I/569)
[4] et- Tâç, 5/113.
Not: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak
düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz.
Firhist’e Geri Dön
21
2002 HUTBELERİ
1
03 - Mayıs
ALLAH’A HAMD VE ŞÜKÜR
Muhterem Mü’minler!
İnsanın yaratılış gaye ve hikmetlerinden en önemlisi, insan olmanın icaplarını yerine getirebilmektir. Bunun en güzel
ifade tarzlarından birisi de, Allah’ın verdiği
nimetler için hamd ve şükür görevini îfâya
çalışmaktır.
Türkçe’mizde övmek, yüceltmek gibi
manalara gelen hamd, kendilerine ikram
ettiği maddî ve manevî nimetler için, insanların Allah’a şükranlarını ve minnettarlıklarını arz etmesi demektir. Â’râf sûresinin 43.
ayetinde, bu husus şöyle açıklanmaktadır:
“Bizi buna (cennete) eriştiren Allah’a
hamdolsun. Şayet Allah bizi doğruya
iletmeseydi bizler doğruyu
bulamazdık.”[1]
Yüce Kitabımızın ilk sûresi Fati3
Görüldüğü üzere, Yaratan ile yaratılanlar arasında hamd, büyük bir mânevi
bağdır. İsrâ sûresi’nin 44. ayetinde, “O’nu
hamd ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur, fakat siz onların tesbihini anlayamazsınız”[5] buyurulmakta ve Kur’an-ı
Kerim’in, kırktan fazla ayetinde, Yaratıcı ile
yaratılmışlar arasında hamd ve şükür alakası bulunduğu açıklanmaktadır.
Öyle ise, Yüce Allah’ın verdiği nimetlerden yararlanan her insanın vicdanında, bir minnetarlık ve şükran hissinin
uyanması gerekir. Bu hissin ifadesi olan
hamd ve şükür, hem sözle, hem de fiilî olarak yerine getirilmelidir. Nitekim, Sevgili
Peygamberimiz, “Her şeyin bir zekâtı vardır, bedenin zekâtı da oruçtur”[6] buyurarak, her nimetin söz ve fiille yapılan bir
şükrü, bir zekatı olduğuna işaret etmişlerdir. O halde, Allah’ın verdiği nimetlere
şükür için sadece, “Çok şükür, hamdolsun”
demek yeterli olmaz. Çünkü sözle yapılan
hamd ve şükrün fiilen de yapılması ve ispat
edilmesi gerekir.
Not: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak
düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz.
2
Firhist’e Geri Dön
ha’nın, “Hamd, alemlerin Rabbi Allah’a
mahsustur”[2] mealindeki ayet ile başlaması, Rabbi ile kulu arasında, hamd ile
şükrün, mânevî bir bağ olduğunu göstermektedir. Bu sûre’nin, “O Rahmandır. Rahimdir. Mükâfât ve ceza gününün
sahibidir”[3] meâlindeki 3. ve 4. ayetleri
ise, Yüce Allah’ın rahmetine sığınmamızın
ve hesap günü için hazırlıklı olmamızın gerektiğini bize hatırlatır. Kur’an-ı Kerim’in
özeti olarak nitelendirilen ve Alemlerin
Rabbi Allah’a hamd ile başlayan Fatiha sûresi’nin, “Allahım, ancak sana kulluk
eder ve ancak senden yardım dileriz.
Bizi doğru yola, ni’met verdiğin kimselerin yoluna ilet. Gazaba uğramışların ve
şaşırmışların yoluna değil”[4] meâlindeki
son âyetlerinde, sadece Allah’a ibadet edileceği, yardım ve hidayetin yalnız Allah’tan
isteneceği kesin olarak belirtilmekte ve tevhîd inancından sapılmaması için dua edilmesi gerektiği, çok vecîz bir üslûp ile
vurgulanmaktadır.
Değerli Mü’minler!
4
Aziz Müslümanlar!
Allah’a hamd ile başlayan yüce Kitabımız Kur’an-ı Kerim’in, hamd’i tavsiye
eden şu ayet-i kerimesiyle hutbemi bitiriyorum: “Cennet ehlinin oradaki duaları,
“Allah’ım! Sen, her türlü noksanlıklardan münezzehsin”, dirlik temennileri,
“selam” ve onların dualarının sonu ise,
“Alemlerin Rabbi olan Allah’a hamdolsun” sözüdür.”[7]
KAYNAK:
[1] A’râf,7/43.
[2] Fatiha,1/2.
[3] Fatiha,1/3,4.
[4] Fatiha,1/5,6,7.
[5] İsrâ,17/44.
[6] İbn Mace, 1745.
[7] Yunus,10/10.
Firhist’e Geri Dön
22
2002 HUTBELERİ
1
10 - Mayıs
NAMAZIN ÖNEMİ
Değerli Mü’minler!
İmandan sonra İslam’ın en önemli
esaslarından biri olan namaz, Allah’a şükranda bulunmanın en güzel ifadesidir.
Namaz beş vakit olarak inananlar üzerine
farz kılınmıştır. Namaz imandan sonra İslam’ın en önemli esaslarından biridir. Bu
konuda Hz. Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmuştur “İslam beş temel üzerine kurulmuştur. Allah’tan başka ilah
olmadığına ve Hz. Muhammed’in O’nun
kulu ve Rasulü olduğuna şahadet
etmek, namaz kılmak, zekat vermek,
haccetmek ve Ramazan orucunu tutmaktır.”[1]
Muhterem Müslümanlar!
Namaz insana daima Allah’ı hatırlatarak kalplere sorumluluk duygusunun yer3
Rasûlallah.” cevabını alınca da: “İşte
beş vakit namaz da buna benzer, Allah
namazla günahları siler”[3] buyurmuştur.
Muhterem Müslümanlar!
O halde Allah Teâla’nın nimetlerine
karşı şükrün ifadesi olan bu ibadeti yerine
getirmeliyiz. Zira namaz bizim kulluk borcumuz ve Allah’ın huzurunda sorgulanacağımız ilk ibadetlerdendir. Bu kulluk
borcumuzu îfa ederek Allah’ın rızasına
ulaşmalıyız. Hutbemizi şuurlu bir şekilde
namaz kılan mü’minlerin kötülüklerden
uzaklaşacağını ve huzura ereceğini ifade
eden ayetlerle bitirelim. “Gerçekten
mü’minler kurtuluşa ermişlerdir. Onlar
ki namazlarında huşu içerisindedirler.
Onlar faydasız işlerden ve boş sözlerden yüz çevirirler, zekatı verirler, iffetlerini korurlar...Ve onlar, emanetlerine ve
verdikleri sözlerine riayet ederler. Onlar
namazlarını kılmaya devam ederler.”[4]
KAYNAK:
[1] Riyazu’s-Salihin, c.II, s.394, H.No:1079.
[2] Ankebût, 29/45
[3] Buhari, Salat, 6.
[4] Mü’minûn, 23/1-5, 8-9
Not: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak
düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz.
2
Firhist’e Geri Dön
leşmesine vesile olur. Her türlü kötülüklerden, haramlardan mü’minleri korur. Zira
namaz Allah’ı hatırlatır. Allah’ı hatırlayan
insan da fenalığa meyletmez ve kimsenin
malına, canına, namusuna göz dikmez. Nitekim Cenabı Hak Kur’an-ı Kerim’de bu hususu şöyle ifade etmektedir: “(Rasûlüm)
Sana vahyedilen kitabı oku ve namazı
kıl. Muhakkak ki namaz, hayasızlıktan ve
kötülükten alıkoyar. Allah’ı anmak elbette (İbadetlerin) en büyüğüdür. Allah
yaptıklarınızı bilir.”[2]
Aziz Cemaat!
Bunun yanında namazın temizlik ve
vücut sağlığı bakımından insana pek çok
faydalar sağladığı da bilinen bir gerçektir.
Çünkü namaz kılan bir kimse abdest almak
zorundadır. Bu ise günde birkaç defa hem
maddi ve hem de manevi olarak temizlenmek demektir. Peygamberimiz (s.a.v.)
“Sizden herhangi birinizin kapısı
önünde bir nehir bulunsa ve o kimse bu
nehirde günde beş defa yıkansa kendisinde kirden bir şey kalır mı?” diye sormuş sahabilerin de : “Hiç kir kalmaz Ya
4
Firhist’e Geri Dön
23
2002 HUTBELERİ
1
17 - Mayıs
AHİRET HAYATINA HAZIRLIK
Muhterem Müslümanlar!
Dinimizin iman esaslarından biri de
ahirete imandır. Yaratılan her şeyin bir ömrü
olduğu gibi, bu dünyanın da bir ömrü vardır.
Bu âlemdeki bütün varlıklar, Yüce Allah’ın
takdiri gereği geçici olarak yaratılmışlardır.
Bir gün gelecek, bu âlemden ve
üzerindeki yaratılmışlardan bir eser kalmayacak ve kainattaki bu mükemmel nizam
bozulacak ay, güneş ve yıldızlar birbirine
çarpıp parçalanacak, dağlar pamuk gibi
atılacak ve her şey mahvolacaktır. Bütün
bunlar İsrafil (a.s.)ın mahiyetini ancak Allah’ın bildiği sûra ilk defa üfürmesiyle olacaktır.[1]Yalnız ve yalnız Baki olan Allah
kalacaktır. Allah’ın belirlediği bir zaman
sonra İsrafil (a.s.)’ ın sûra ikinci defa üfürmesiyle de ahiret denilen alem başlayacak,
ruhu ve bedeni ile tekrar yaratılan insan,
Allah’ın huzuruna çıkacaktır.
3
Bazılarının kitabı sağdan, bazılarının kitabı da soldan kendilerine verilecektir.
Kitabı sağdan verilenler: “Alın, kitabımı
okuyun, doğrusu ben hesapla karşılaşacağımı sezmiştim zaten diyecek. Ardından da Allah’ın kendisi için hazırladığı
eşsiz cennete girecektir. Kitabı soldan
verilenler ise: “Kitabım verilmeseydi,
keşke hesabımın ne olduğunu bilmeseydim, keşke ölümle tamamen yok olup
gitseydim, malım beni kurtarmadı,
gücüm, saltanatım yok olup gitti.[8]ve
keşke ahiret hayatım için dünyadan bir
şeyler getirseydim”[9] diyecektir. Son
pişmanlık da fayda vermeyecektir. Dünyada yaptıklarını inkar durumunda ise,
kulakları, gözleri ve derileri yaptıkları
hakkında aleyhine şehadet edecektir.”[10]
Muhterem Müslümanlar!
Yüce Allah’ın ahiret ile ilgili olarak
tasvir ettiği bu hususlar bizim için bir öğüttür.
Çünkü ahiret inancı insan için en iyi kontrol
sistemidir. Bu inanca sahip olan kimse, kötü
söz ve davranışlarda bulunamaz, daima insanlara yardım ve hayra koşmayı prensip
Not: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak
düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz.
2
Firhist’e Geri Dön
Nitekim Cenabı Hak, bu konuda
şöyle buyurmaktadır: “İnsanlar o gün
alemlerin Rabbı olan Allah’ın huzuruna
çıkar[2] ve uçsuz bucaksız bir meydanda
toplanırlar. Ama herkes kendi derdiyle
meşguldür, birbirine bakamazlar. Zira O
gün kişi kardeşinden, anasından, babasından, eşinden ve oğullarından kaçar.
O gün herkes kendi derdine düşer. O
gün bazı yüzler aydınlıktır, gülmekte, sevinmektedir. Bazı yüzler ise (o gün) tozlanmış ve onları karanlıklar bürümüştür.
İşte onlar kafirler ve facirlerdir.”[3]
Bundan sonra uzun bir bekleyiş ve
ardından ilahi adaletin tahakkuku için
büyük mahkeme kurulacaktır. Görevli melekler tarafından yazılmış olan amel defteri
ortaya konacak “Her nefis yaptığı hayrı
ve kötülüğü (o kitapta ) hazır bulacaktır.”[4] “O gün asla zülüm yapılmayacaktır.[5] Kim zerre kadar hayır işlemişse
onu görecek ve zerre miktarı kötülük işlemişse onu da görecektir.[6] Her insana
Kitabını oku, bugün kendi nefsin, kendine hesapçı olarak yeter[7]denilecek.
4
edinir. Kendisinin başıboş olarak yaratılmadığını bilir. Nitekim Yüce Allah insanın boşuna yaratılmadığını, yaratılışının bir gayesi
olduğunu şöyle vurgulamaktadır: “Yoksa
sizi boşuna yarattığımızı ve bize döndürülmeyeceğinizi mi sandınız.”[11]
Yine Ahiret inancı insanı her türlü israftan alıkoyar. Çünkü o kimse hesap gününde kendisine verilen bütün nimetlerin
hesabını vermenin güçlüğünü idrak ederek,
ömrünü, sıhhatini, gençliğini iyi bir şekilde
değerlendirmeye çalışır. Ahirete inanan kişi
ölüm gerçeğini hatırlamaktan korkmaz, aksine ölümü sık sık hatırlamak suretiyle bencil duygularını ve ihtiraslarını dizginler.
Dünya ve ahiret dengesini sağlıklı bir şekilde kurarak Yüce Allah’ın rızasına ulaşır.
KAYNAK:
[1] Zümer,39/68
[2] Mutaffifin,83/6
[3] Abese,80/34-42
[4] Al-i İmran,3/30
[5] Ğafir,40/17
[6] Zilzal,99/7-8
[7] İsra,17/14
[8] Hakka,69/19-29
[9] Beled, 90/24
[10] Yasin,36/65
[11] Mü’minun, 23/115.
Firhist’e Geri Dön
24
2002 HUTBELERİ
1
24 - Mayıs
HZ. PEYGAMBER SEVGİSİ
Muhterem Müslümanlar!
Yüce Allah’ın insanoğluna ihsan ettiği ulvî duygulardan biri de sevgidir. İnancımızın ve ibadetlerimizin temelinde sevgi,
daima ön plandadır. Allah’a imanımız da
sevginin eseridir. Çünkü şuurlu bir iman ve
ibadet ancak sevilen hak mabuda yapılır.
Müslüman; Allah’ı ve Allah dostlarını seven
insandır. Peygamberimiz (s.a.v.) ise Allah
dostlarının başında ilahi sevgiye ulaştıran
rehberdir. Allah’a ve peygamberine olan
sevgimiz, emirlerine uymak ve yasaklarından kaçınmakla mümkündür. Nitekim Kuran’ı Kerim bu sevgiyi ispatlamanın
yolunun Rasulüne itaatten geçtiğini şöyle
vurgulamaktadır. De ki: “Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sev3
dayetin insanlara ulaştırılmasında, O’na
her zaman maddi ve manevi destekte bulundular. Onu her şeyden fazla sevdiler.
Hz.Ali’ye Rasûlullah’a olan sevginiz nasıldır? diye sorulduğunda O: “Rasûlullah’ı
susuz bir insanın suya hasreti gibi severdik”[4] buyurmuştur. Ashabın, Hz.Peygamber sevgisini şu örnek çok güzel
yansıtmaktadır. Ensardan bir kadına; babası, kardeşi ve kocasının savaşta şehit
düştükleri haber verilince, O, hemen Rasûlullah’ı sormuş, sağlık haberini alıp, O’nu
görünce, “Seni sağ olarak gördükten
sonra, her musibet bana hafif gelir” [5]
diyerek sevincini izhar etmiştir.
Aziz Mü’minler!
O halde; bizim için bir lütuf olan Hz
Peygamber (s.a.v.)’in Allah’ın elçisi olduğuna inanmanın yanında O’nu samimiyetle
sevmeliyiz. Bugün O hayatta olmadığına
göre O’nun sünnetini öğrenerek kendimize
rehber edinmeliyiz. Adı anıldığında da
salat-ü selam getirmeliyiz. Ayrıca Peygamberimize hürmeten ve dinimize yaptıkları
Not: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak
düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz.
2
Firhist’e Geri Dön
sin ve günahlarınızı bağışlasın Allah çok
merhametli ve bağışlayıcıdır.”[1] Bununla
birlikte Yüce Allah Rasûlüne itaatin yanında
mü’minlerden Hz Peygamberin canını
kendi canlarından bile üstün tutmalarını istemiş ve bu konuda şöyle buyurmuştur:
“Peygamber, mü’minler için kendi canlarından ileridir. Onun eşleri de onların
anneleridir.”[2]
Değerli Mü’minler!
Peygamberimizi canımızdan ve tüm
sevdiklerimizden daha çok sevmek, ancak
O’nun yolunda gitmekle olur. Nitekim Hz.
Peygamber (s.a.v.) de kendisinin her şeyden, herkesten daha çok sevilmesi hususunda şöyle buyurmuştur. “Sizden biriniz,
beni anasından-babasından, çoluk -çoçuğundan ve bütün insanlardan daha
çok sevmedikçe iman etmiş olamaz”[3]
İşte bu sebeple, Hz.Peygamber’e gönülden
inanan ashabı ondan gelen emirleri büyük
bir teslimiyetle yerine getirdiler. O’na derin
saygı duydular, derdine ortak oldular. Ayağına batacak dikene bile razı olmadılar. Hi4
hizmetlerden dolayı da O’nun hane halkının ve ashabının adı anıldığında sevgi,
saygı ifadeleri kullanmalı ve duada bulunmalıyız.
KAYNAK:
[1] Âl-i İmran,3/31
[2] Ahzab, 33/6
[3] Buhâri,İman 8;Müslim,İmân 70
[4] Nebhani, Fezail-i Muhammediyye,s. 171(çvr.)
[5] İbn Hişam,Siret,3/43
Firhist’e Geri Dön
25
2002 HUTBELERİ
1
31 -Mayıs
İSTANBUL’UN FETHİ
Muhterem Müslümanlar!
Tarihte meydana gelen olaylar,
amaç, sebep, şahıslar ve sonuç itibariyle
değerlendirilir. Bu manada İstanbul’un Fethini değerlendirdiğimizde bu fethin, bir çağı
kapayıp, yeni bir çağı açan önemli bir olay
olduğunu görürüz. Özellikle bu fethin Müslüman Türk’ün tarihinde ayrı bir önemi vardır. Bu olaya ayrı bir anlam katan Hz.
Peygamberin şu hadis-i şerifidir: “İstanbul
elbette feth olunacaktır. Onu feth eden
komutan ne iyi komutandır. Onun ordusu da ne iyi ordudur.”[1]
Hz. Peygamberin bu müjdesine ka3
Han, yüce dinimiz İslam’ın öngördüğü ilkelere uyarak gayr-ı müslim kadınlara, çocuklara, yaşlılara ibadetiyle meşgul din
adamlarına dokunmamıştır. İbadet hanelerin yıkılmasını yasaklamış ve halka ummadığı imtiyazlar vermiş herkesin din ve
vicdan hürriyetini, can ve mal güvenliklerini
sağlamıştır. Ayrıca şehri yeniden imar
etmiş ve memleketin içindeki seçkin bilginleri toplayarak şehri bilgi ve kültür merkezi
durumuna getirmiştir.
Aziz Mü’minler!
Tarih ibret alınmak için vardır. Bu
nedenle İstanbul’un fethinde de bizim için
birçok örnek alacağımız dersler, değerler
bulunmaktadır. Özellikle iman kudreti, bilgi
üstünlüğü, birlik ve beraberlik ruhu ders
alacağımız yönlerdir. Bu vesile ile Fatih
Sultan Mehmet ve aziz askerleri ile birlikte
bu güne kadar vatan için çarpışan şehit ve
gazilerimizi rahmetle yâd ederiz.
KAYNAK:
[1] el-Camiu’s-Sağir, H.No: 7227; Feyzu’l Kadir, 5/262
[2] Enfal, 8/ 60
[3] Enfal, 8/46
Not: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak
düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz.
2
Firhist’e Geri Dön
vuşmak için bir çok milletler mücadele
etmiş, fakat bu şeref Aziz Türk Milletine
nasip olmuştur. Tarih, bu fethin nasıl gerçekleştiğini, komutanların ve askerlerin dirayetini, cesaretlerini ve Allah rızası uğruna
şehadet şerbetini içmek için nasıl yarıştıklarını kıvançla anlatmaktadır. Ayrıca bu fetihte imanın inkara, ilmin cehalete, birliğin,
düzensizliğe üstünlüğü söz konusudur.
İman ile teknik, askerî bilgi ve güç birleşince Allah’ın yardımıyla zafer yolu açılmıştır.
Nitekim Fatih, Cenab-ı Hakkın:
“Düşmanlarınıza karşı her zaman üstünlük sağlayacak kuvvet hazırlayın” emri[2]
ile “birlik ve beraberlik içerisinde olunması, aksi takdirde elde edilen gücün de
fayda vermeyeceği”[3] düsturlarını ilke
edinerek ülke içinde dirliği ve birliği sağladıktan sonra döneminin en güçlü toplarını
döktürdü. Askeri güç ve dehasıyla da Bizans’ı dize getirdi.
Bununla birlikte şehri teslim alan
muzaffer komutan Fatih Sultan Mehmet
4
Firhist’e Geri Dön
26
2002 HUTBELERİ
1
07 -Haziran
İBADET EDEN MUTLU OLUR
Muhterem Müslümanlar!
Alemlerin Rabbi Yüce Allah, akıl,
irade ve üstün meziyetlerle donattığı insanları, kendisine muhatap seçmiş ve onlara,
Kur’an-ı Kerim’de şöyle lütufkâr bir davette
bulunmuştur, “Ey insanlar! Sizi ve sizden
öncekileri yaratan Rabbinize kulluk ediniz. Böylece Allah’ın azabından kendinizi kurtarmış olursunuz. O Allah ki yeri
sizin için bir döşek, göğü bir tavan
yaptı. Gökten su indirerek onunla, size
rızık olsun diye yerden çeşitli ürünler çıkardı. Artık bunları bile bile Allah’a ortaklar koşmayın”[1].
Bizi, insanlık mertebesiyle taltif eden
Yüce Rabbimiz, bizlere sayısız nimetler
ikram etmekte, buna karşılık da, O’na hiçbir şeyi ortak koşmamamızı ve kendisine
ihlasla ibadet etmemizi istemektedir.
3
Aziz Mü’minler!
İbadet, Allah’a gönülden yönelme ve
O’na itaat etme demektir. Allah’ın eşsiz büyüklüğü karşısında insanın kendi aczini ve
ihtiyacını anlayarak O’na arz etmek ve yardım dilemektir. O’ndan başka Yaratan,
hayat veren, rızık gönderen, dertlere şifa
ihsan eden olmadığını bilmektir. İbadet, sadece Allah’a ve O’nun rızası için yapılır. Bu
gerçek, gönderilen bütün peygamberlere
bildirilmiş ve Kur’an-ı Kerim’de, şöyle açıklanmıştır: “Senden önce hiçbir peygamber göndermedik ki, O’na, ‘Benden
başka ilah yoktur; şu halde bana kulluk
edin.’ diye vahyetmiş olmayalım”.[4]
O halde, Allah’a ibadet etmemek ve
O’nu anmamak, ruhun ve gönlün bunalıma
ve strese girmesi demektir. Bu durum,
Kur’an’ı Kerim’de şöyle açıklanmaktadır:
“Kim de beni anmaktan yüz çevirirse
şüphesiz onun sıkıntılı bir hayatı olacak
ve biz onu kıyamet günü kör olarak haşredeceğiz”[5].
Muhterem Cemaat!
Not: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak
düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz.
2
Firhist’e Geri Dön
Çünkü iman ve ibadet, ruha ferahlık, kalbe
huzûr verir. İnsanî yetenekleri geliştirir.
Aşırı duygu ve meyilleri sınırlandırır. Güzel
arzuların gelişmesini ve gerçekleştirilmesini
teşvik eder. Fikir dünyasını, intizam altına
alır ve zenginleştirir. İnsanın iç ve dış dünyasını beşeri kirlerden arındırır. Onu, ulaşabileceği olgunluğa götürür. Özetle
ibadet, kulu ile Rabbi arasında büyük bir
manevi yakınlık meydana getirir. Kur’an-ı
Kerim’de, “Bana kulluk et ve beni anmak
için namaz kıl”[2] buyurulmaktadır.
Allah’ı anma vesilesi olan ibadetlerimiz, kalplerimize Allah sevgisini ve saygısını yerleştirir. Bizleri her türlü fenalıktan
uzaklaştırır ve ahlakî güzelliğe ulaştırır.
Ruhlarımızı, çeşitli sıkıntı ve üzüntülerin
yıpratıcı stresinden korur. Çünkü gönüller,
ancak Allah’ı anmakla huzura kavuşur.
Kur’an-ı Kerim, bu gerçeği, “Onlar, iman
edenler ve gönülleri Allah’ı anmakla huzura erenlerdir. Biliniz ki kalpler, ancak
Allah’ı anmakla huzur bulur”[3] şeklinde
açıklar.
4
İbadetler, ruhların gıdası, gönüllerin
sefası, mânevî boşlukların tatmini ve çeşitli
ruhî bunalımların ilacıdır. Yüce Allah’ın bize
ihsan ettiği sayısız nimetlerin şükrüdür.
İlâhî huzura kulluğun arzıdır. En samimi
duygularla O’na yalvarıp yakarmanın fiili bir
ifadesidir. Müminlerin, âhiret hayatı için
inanç ve gönül birliğiyle oluşturdukları bir
mânevî hazinedir. Ne mutlu, ibadetlerini yerinde ve zamanında ihlasla yapanlara!
KAYNAK:
[1] Bakara, 2/21,22.
[2] Tâhâ, 20/14.
[3] Ra’d, 13/28.
[4] Enbiya, 21/25.
[5] Tâhâ, 20/124.
Firhist’e Geri Dön
27
2002 HUTBELERİ
1
14 -Haziran
GÜZEL AHLAK
Muhterem Cemaat!
Yüce Rabbimiz, insanlığı, inançsızlığın karanlığından çıkarıp iman ve güzel
ahlakın aydınlığına kavuşturmak için Peygamberler ve Kitaplar göndermiştir[1]. İnsanları, asla rehbersiz bırakmamış ve son
olarak da, Kur’an-ı Kerîm’i ve Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.s.)’i göndermiştir.
İslam dininin gayesi, “Tevhîd” inancını, bütün insanların gönüllerine nakşetmeleri ve onların güzel ahlak sahibi fertler
olmalarıdır. Bakınız Kur‘an, bu hususta
şöyle buyuruyor: “Ey Ehl-i Kitap! Size, kitabınızdan gizlediklerinizin birçoğunu
ortaya koyup açıklayan, birçoğunu da
bağışlayan Elçimiz geldi. Gerçekten size
Allah’tan bir nur ve apaçık bir kitap
3
ahlak, Müslümanların aynasıdır.Hz.Peygamber (s.a.v.): “İman bakımından müminlerin en olgunu, ailesine karşı
şefkat, merhamet gösteren ve ahlakı
güzel olandır”[5] buyurmuşlardır.
Değerli Mü’minler!
Kur’an-ı Kerim, olgun müminleri; zor
günlerde yoksulu doyuran, birbirine doğruyu tavsiye eden, Allah’ın koyduğu sınırları aşmayan, kötülüğün gizlisine de
açığına da yaklaşmayan, cana kıymayan,
ölçü ve tartıda adaleti gözeten, ölçülü konuşan, verdiği sözde duran, insanlara karşı
büyüklük taslamayan, verilen emaneti koruyan, sözü özü bir olan, ana babaya, akrabaya, komşuya, arkadaşa ve
yönetimindekilere güzel davranan kişiler
olarak nitelendirir. Güzel ahlakı korumak,
Yüce Rabbimizin emridir. Aynı zamanda
toplum hayatını sürdürmenin ve insanlık
onurunu yüceltmenin bir gereğidir. Bir insanın yaptığı kötü bir davranışın, ailesinden
başlayarak bütün topluma dokunan zararları vardır. Bunun için ahlaka aykırı tavırları
Not: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak
düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz.
2
Firhist’e Geri Dön
geldi. Allah bu Kitap’la, rızasını gözetenlere kurtuluş yollarını gösterir, Kendi
izni ile onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır ve onları dosdoğru yola
ulaştırır”[2].
Hz. Peygamber (a.s)‘in gönderiliş
amacını da kendileri, “Ben güzel ahlakı
tamamlamak için gönderildim”[3] şeklinde açıklamaktadır. Kur’an-ı Kerim, Hz.
Peygamber’i şöyle tanıtmaktadır: “Sen elbette yüce bir ahlak üzeresin” ve “Andolsun ki, Allah’ın Resulü sizin için,
Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı
umanlar ve Allah’ı çok zikredenler için
güzel bir örnektir.”[4]
Aziz Müslümanlar!
Kur’an-ı Kerim, itikat, ibadet ve ahlaka ait esasları, bir çok ayette birlikte zikreder. Bu da bize, iman ile ahlaki
davranışlar arasında sıkı bir irtibatın bulunduğunu gösterir. Ahlak kavramı, bir insanın
bütün davranışlarını kapsar. İbadetin bir
hikmeti de insanı güzel ahlak sahibi olmaya yönlendirmektir. Bunun için güzel
4
görüp geçiştirmek, onun yayılmasına
imkan hazırlamak demektir. Güzel ahlaka
aykırı görülen davranışları, uygun bir lisan
ile düzeltmeye çalışmak, iyi huylu olmayı
teşvik etmek, toplum için önemli bir görevdir.
Hutbemi, bir âyet meâli ile bitiriyorum: “Sizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülüğü meneden bir topluluk
bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir”[6].
KAYNAK:
[1] Hadîd, 57/9
[2] Maide, 5/15, 16
[3] İmam Malik; Muvatta, Husnu’l Hulk, 8, II/904.
[4] Kalem, 68/4; Ahzab, 33/21.
[5] Et-Terğib, 4/182
[6] Al-i İmrân, 3/l04
Firhist’e Geri Dön
28
2002 HUTBELERİ
1
21 -Haziran
DİLİ MUHAFAZA ETMEK
Muhterem Müslümanlar!
Yüce Allah, insanları ruh ve beden
kabiliyetleri bakımından, canlıların en mükemmeli kılmıştır. Bir ayrıcalık olarak insana, düşünme ve konuşma yeteneği
vermiş ve düşündüklerini ifade edebilmesi
için de, ona özel bir dil bahşetmiştir.
Cenab-ı Allah, insan için dilin büyük
bir nimet olduğuna, “Biz ona bir dil ve iki
dudak vermedik mi?”[1] mealindeki ayetinde işaret etmektedir. Dil ile söylediğimiz
her sözün, melekler tarafından kaydedilmekte olduğuna da, şöyle işaret edilmektedir: “İnsan, hiçbir söz söylemez ki, onun
yanında gözetleyen, yazmaya hazır bir
melek bulunmasın”[2] Ayrıca Kur’an-ı Kerîm’de, dilimizin kıyamet günü lehimizde
veya aleyhimizde şahitlik yapacağını da
3
O’nun yüce huzuruna ulaşacağını bildirmekte[6] ve dilleriyle insanları incitenleri de
yermektedir.[7]
Peygamberimiz (s.a.v.), insanı günaha en çok sevk eden organın dil olduğuna dikkat çekmiş ve Allah katında en
değerli Müslümanın, eliyle ve diliyle başkalarına zarar vermeyen kişi olduğunu açıklamıştır. Ashabından biri, “Ya Resulellah!
Bana, titizlikle sarılmam gereken bir tavsiyede bulunur musunuz?” dedi. Peygamberimiz de: “Rabbim Allah’tır de ve
istikamet üzere ol” buyurdu. Sahabi,
tekrar sordu: “Günah işleme bakımından benim en çok dikkat etmem gereken şey nedir?” diye sorduğunda ise,
Efendimiz, eliyle dilini göstererek,
“Budur”[8] demiştir.
Muhterem Mü’minler!
Doğru ve güzel söz söylemeyi, dinimiz sadaka saymış ve bu tür sözlerin Allah
katında sevap kazanmamıza vesile olacağını bildirmiştir. Bunun için, bir Müslümanın
tatlı dilli, güler yüzlü, şirin sözlü olması ve
Not: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak
düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz.
2
Firhist’e Geri Dön
vurgulanmaktadır.[3]
Aziz Cemaat!
Dil, bir anahtar gibidir. Hayrın da,
şerrin de kapısını açabilir. Bu nedenle ağzımızdan çıkacak sözlere dikkat etmeli, aklın
ve imanın terazisinde tarttıktan sonra söylemeliyiz. Düşünmeden söylediğimiz sözlerin, bazen kırgınlıklara, dargınlıklara,
kavgalara, hatta çeşitli olumsuzluklara kapı
açabileceğini ve insanî ilişkilerin bozulmasına sebep olabileceğini unutmamalıyız.
O halde sözlerin en güzelini söylemeli, yeri ve sırası gelmeden her akla geleni konuşmamalıyız. Yüce Rabbimiz, bu
konuda meâlen şöyle buyurmakktadır:
“Kullarıma söyle, en güzel olan sözü
söylesinler. Sonra şeytan aralarını
bozar. Çünkü şeytan insanın apaçık
düşmanıdır”[4].
Yüce Allah, Nahl sûresinin 125. âyetinde, insanları hikmetli ve güzel sözlerle
dine davet etmemizi emretmiş ve tatlı dilin
ne kadar önemli olduğunu belirtmiştir[5]. Ayrıca, salih amellerle birlikte güzel sözlerin,
4
kimseyi incitmemesi gerekir. Ona yakışan
budur. İftira, yalan, gıybet, söz gezdirme,
ara bozma, insanları birbirine düşürme gibi
dinimizin haram kıldığı sözleri söylemekten
ve dinlemekten kesinlikle kaçınmalı ve
meâlini sunacağım şu âyet-i kerîmeyi, hep
hatırımızda tutmalıyız.
“Rahman’ın (has) kulları onlardır
ki, yeryüzünde tevazu ile yürürler ve
kendini bilmez kimseler onlara laf attığında (incitmeksizin) ‘Selâm’ derler (ve
oradan geçer giderler). Onlar, yalan yere
şahitlik etmezler! Boş ve kötü sözlerle
karşılaştıklarında vakar ile oradan ayrılırlar”[9].
KAYNAK:
[1] Beled, 90/9
[2] Kâf, 50/17
[3] Nur, 24/25
[4] İsrâ, 17/53
[5] Nahl, 6/125.
[6] Fatır 35/10
[7] Ahzab, 33/19; Hümeze, 1-2.
[8] Riyazu’s-Salihin,s.534, H.No.524
[9] Furkan 25/63 ve 72.
Firhist’e Geri Dön
29
2002 HUTBELERİ
1
28 -Haziran
ÇOCUKLARIMIZLA İLGİLENELİM
Muhterem Müslümanlar!
Yüce Allah’ın bizlere büyük bir nimeti ve ihsanı olan çocuklarımızı, hayatımızın süsü[1], gözümüzün nuru[2] olarak
görürüz. Ancak bu, son derece değerli olan
yavrularımız için yeterli değildir. Onları iyi
eğitip güzel terbiye etmek gibi yerine getirmemiz gereken önemli sorumluluklar bulunmaktadır. Allah, bizi bunlardan sorguya
çekecektir. Bu sorumlulukları yerine getirmek, bizim için ebedî mükafat sebebidir.
Cenab-ı Hak, bu konuda şöyle buyurmaktadır: “Çocuklarınızın ve mallarınızın,
sizin için bir imtihan olduğunu ve büyük
mükafatın, kesinlikle Allah katında bulunduğunu bilin.”[3]
Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) de,
3
dini ve ahlâkî değerlerimize ters düşen zararlı alışkanlık ve akımlardan onları korumalıyız. Aksi takdirde çocuklarımız, göz
göre göre suç batağına itilmiş olur. Yüce
Rabbimiz, çocuklarımızla ilgilenmemiz hususunda şöyle buyurmaktadır: “Ey Müminler! Kendinizi ve ailenizi yakıtı insanlar
ve taşlar olan ateşten koruyun. Onun
başında acımasız, güçlü, Allah’ın kendilerine verdiği emirlere karşı gelmeyen
ve emredildiklerini yapan melekler vardır. ”[7]
Bu ayetle ilgili olarak Hz. Ömer
(r.a.), Sevgili Peygamberimize: “Yâ Rasulallah! Kendimizi ateşten koruruz. Ancak
çocuklarımızı nasıl koruyabiliriz?” Diye
sordu. Allah Rasûlu (s.a.s.) şöyle buyurdu: “Allah‘ın sizi nehyettiği şeylerden onları sakındırır ve Allah’ın size
emretiği şeyleri onlara emrederseniz ve
bu şekilde onları korumuş olursunuz” [8]
Değerli Mü’minler!
Yetim, sadece ana-babası ölmüş
olan değil, kendisiyle ilgilenilmeyen, eğitimi
Not: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak
düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz.
2
Firhist’e Geri Dön
çocuklarımıza karşı görevlerimizi şöyle vurgulamaktadır: “Hepiniz yöneticisiniz ve
yönetiminiz altında bulunanlardan sorumlusunuz.”[4] “Çocuklarınıza güzel
davranıp iyilikte ve ikramda bulununuz.
Onları en güzel şekilde terbiye ediniz.”[5]
Aziz Mü’minler!
Özellikle çocuklarımıza karşı birinci
derecede sorumluluğumuz, onları Allah’ın
rızasına uygun bir edep içerisinde eğitip
yetiştirmektir. Çocuk, güzel terbiyeyi ilk
önce aile ocağından alır. Ailede sergilenen
bütün tavırları, bir fotoğraf makinesi gibi
kaydeder ve büyüyünce de bunları hayatına yansıtır. Eğer aile içerisinde sevgi ve
hoşgörüye dayanan tavırlar sergilenir ise,
çocuklar da, bu terbiyesi ile toplumla uyum
sağlarlar. Suç işleyen çocukların, genellikle
sağlıklı bir aile ve çevre ortamında yetişmedikleri yapılan araştırmalar sonucu, ortaya çıkan bir gerçektir.[6] Bu sebeple aile
içi eğitimin yanı sıra, çocuklarımızın çevre
ile ilgili ilişkilerini de takip etmeliyiz. Alkol,
uyuşturucu, müstehcen yayınlar gibi milli,
4
ihmal edilen çocuk da öyledir. Bu nedenle
geleceğimizin teminatı olan yavrularımızla
yeterince ilgilenelim. Onları, Yüce Rabbimizin emirleri doğrultusunda milli, dini ve ahlâkî değerler çerçevesinde iyice
yetiştirelim. Onların geleceklerini tehlikeye
sokacak zararlı işlerden koruyalım. Efendimiz’in, “Bir baba evladına iyi bir terbiyeden daha güzel bir miras bırakamaz”[9]
anlamındaki Hadis-i Şerifini, hiç unutmayalım.
KAYNAK:
[1] Kehf, 18/46.
[2] Furkan, 25/4.
[3] Enfâl, 8/28.
[4] Riyazu’s-Salihin, s. 281 H. No: 657.
[5] İbn Mâce, Edep 368, C. II/1211
[6] Atalay,Yörükoğlu,Çocuk Ruh Sağlığı,s.297
[7] Tahrim, 67/6
[8] Elmalılı, Hak Dini Kurân Dili, VII/5122
[9] Tirmizi, Birr H.No: l953, C. IV/338
Firhist’e Geri Dön
30
2002 HUTBELERİ
1
05-Temmuz
YALANIN FERT VE TOPLUMA
ZARARLARI
Muhterem Müslümanlar!
İyiliğin, huzur ve mutluluğun temeli
doğruluktur. Fert, aile ve toplum hayatının
intizamı da, doğrulukla mümkündür. Doğruluğun olmadığı yerde huzûr, sükun ve mutluluktan eser kalmaz, dolayısıyla, hiçbir
ilerleme de olmaz. Bir aile içinde doğruluk
olmazsa, o ailenin fertleri arasında ülfet,
muhabbet, huzur ve güvenin varlığından
söz edilemez. Yalan söyleyeni çok olan bir
toplumdan, iftiralar, düşmanlıklar ve anlaşmazlıklar hiç eksik olmaz.
Aziz Mü’minler!
Aleyhimize bile olsa nefsimizi doğru
söylemeye alıştırmalı, çocuklarımıza hakikati konuşmanın büyük bir fazilet olduğu
3
Çünkü doğruluk, insanı iyiliğe, iyilik de
cennete götürür. Yalandan kaçının. Zira
yalan, insanı kötülüğe, kötülük de cehenneme götürür. İnsan, yalan söylemeyi terk etmedikçe, hakiki mü’min
olamaz. Yalancılık, kalbin kararmasına
sebep olur. Seni yaksa bile, doğruluktan
ayrılma.”[3]
Değerli Mü’minler!
Hutbemi bir âyet mealiyle bitiriyorum: “Ey iman edenler! Allah’tan sakının
ve doğru söz söyleyin. Böyle davranırsanız, Allah işlerinizi düzeltir ve günahlarınızı bağışlar. Kim Allah ve Resulüne
itaat ederse, büyük bir kurtuluşa ermiş
olur.”[4]
2
Firhist’e Geri Dön
öğretilmeli, böylece kazanacakları şeref ve
meziyeti misallerle anlatarak, yalancılığın
çok kötü bir huy olduğunu, onların zihinlerine yerleştirmeliyiz.
Yalan, insanların birbirine düşmesine, toplumdaki ahengin bozulmasına
sebep olduğu için, çok çirkin bir fiil olarak
kabul edilmiştir. Dinimiz, yalan söylemeyi
haram kılmış, dünyada da ahirette de
huzur, mutluluk ve kurtuluşun doğru söylemekte olduğunu bildirmiştir. Peygamber
Efendimiz: “Kalp, doğruluktan huzur, yalandan ızdırap duyar”[1], “Yalan ile iman
bir arada duramaz”[2] buyurarak mü’mine
yalanın yakışmayacağın vurgulamıştır. Kişi
yalan söylediği zaman, yalanının er geç
meydana çıkacağını bilmelidir. Atalarımız:
“Yalancının mumu yatsıya kadar yanar”
derken ne güzel söylemişlerdir. Çünkü
yalan, sahibini utandırır, rezil eder. Kişinin
yalancı olduğu bir kere anlaşıldı mı, söylediği doğru sözlere de, artık kimse inanmaz.
Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyuruyorlar: “Doğruluktan ayrılmayın.
4
KAYNAK:
[1] Riyâzu’s-Salihîn, 1/86, H.No: 55.
[2] Ahmed b. Hanbel, Müsned 1/5, H.No: 2393.
[3] Riyâzu’s-Salihîn, 1/85, H.No: 54.
[4] Ahzâb, 33/70-71.
Not: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak
düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz.
Firhist’e Geri Dön
31
2002 HUTBELERİ
1
12-Temmuz
CENNET VE CENNETLİKLERİN
ÖZELLİKLERİ
Muhterem Müslümanlar!
Cennet, Yüce Allah’ın mümin kulları
için hazırladığı ve çeşitli nimetlerle donattığı ebedî mutluluk yurdudur. Mutlak adalet
sahibi olan Cenab-ı Hak, bu imtihan dünyasında başarılı olanları cennetiyle ödüllendirecek, yapılan hiçbir iyiliği karşılıksız
bırakmayacaktır. Cennet ve Cehennem bu
fani dünyayı anlamlı kılan ebedî mekânlardır.
Yüce Rabbimiz, cennete talip olan
mü’minleri şöyle uyarmaktadır: “Rabbinizin mağfiretini, Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için hazırlanmış bulunan
ve genişliği gökler ve yerler kadar olan
cennetini kazanmada yarışınız.”[1]
“İman edip salih ameller işleyenleri, iç3
dikleri sözü yerine getirenler ve sözleşmeyi bozmayanlardır. Onlar, Allah’ın gözetilmesini emrettiği haklara riayet
eden, Rablerine saygı besleyen ve kötü
hesaptan korkan kimselerdir. Onlar,
Rablerinin rızasına ermek için sabreden,
namazı dosdoğru kılan, kendilerine verdiğimiz rızıklardan gizli olarak ve açıktan Allah için harcayan ve kötülüğü
iyilikle ortadan kaldıranlardır. İşte bunlar
için, dünya yurdunun (güzel) sonucu
vardır. Bu sonuç da Adin cennetleridir.
Atalarından, eşlerinden ve çocuklarından salih olanlarla beraber oraya girerler, melekler de her bir kapıdan onların
yanlarına varırlar ve ‘sabretmenize karşılık selam sizlere! Dünya yurdunun sonucu (cennet) ne güzeldir!’ (derler)”[4].
Mü’minûn suresinde de cennetlik
mü’minler şöyle tanıtılıyor: “Gerçekten
mü’minler kurtuluşa ermişlerdir. Onlar
namazlarında huşu içindedirler. Boş ve
yararsız şeylerden yüz çevirirler, zekatı
verir, iffetlerini korurlar. Onlar, emanetNot: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak
düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz.
2
Firhist’e Geri Dön
lerinden ırmaklar akan, ebedi olarak kalacakları cennetlere koyacağız. Allah’ın
va’di gerçektir. Allah’tan daha doğru
sözlü kim vardır?”[2]
Değerli Mü’minler!
Ahiret ve cennet hayatına ait bilgiler,
Kur’an-ı Kerim ve Hadis-i şeriflerde yer almaktadır. Yüce Allah, Kur’an-ı Kerim’in
muhtelif âyetlerinde cennetin ve cennetliklerin özelliklerini bize şöyle tasvir etmektedir: “(Cennette) onların altlarından
ırmaklar akar. Kalplerinde (dünyadan
kalma) kinden ne varsa hepsini çıkarıp
atarız. Ve onlar derler ki: “Hidayetiyle
bizi (bu nimete) kavuşturan Allah’a hamdolsun! Allah bizi doğru yola iletmeseydi kendiliğimizden doğru yolu
bulacak değildik. Hakikaten Rabbimizin
elçileri gerçeği getirmişler.” Onlara: İşte
size cennet; yapmış olduğunuz iyi amellere karşılık ona vâris kılındınız diye
seslenilir.”[3]
Ra’d suresinde cennetliklerin vasıfları şöyle sıralanıyor: “Onlar, Allah’a ver4
lerine ve ahidlerine riayet eder ve namazlarına devam ederler. İşte bunlar
varis olanların ta kendileridir. Bunlar, firdevs cennetine varis olur ve onlar orada
ebedî kalırlar”[5].
Aziz Cemaat!
Cennete girmek, Yüce Allah’ın cemalini seyretmek, büyük bir nimettir.
Kur’an-ı Kerim’de: “O gün bazı yüzler aydındır. Rablerine bakarlar”[6] buyrulmaktadır. Ancak bütün bu nimetlere ermeye
vesile olan Allah’ın rızasını kazanmak,
daha büyüktür. Nitekim Yüce Rabbimiz
(c.c.) şöyle buyuruyor: “Allah’ın rızası
ise bunların hepsinden daha büyüktür”[7].
Mahşer günü hesabını kolay verip
yüzü ak çıkmak cennete girmek ve Yüce
Rabbinin cemaliyle müşerref olmak ne güzeldir.
KAYNAK:
[1] Âl-i İmran, 3/133
[2] Nisâ, 4/122
[3] A’raf, 7/43
[4] Ra’d, 13/20,21,22,23,24.
[5] Mü’minûn, 23/1-11.
[6] Kıyamet, 75/22,23.
[7] Tevbe, 9/72.
Firhist’e Geri Dön
32
2002 HUTBELERİ
1
19-Temmuz
GENÇLİĞİ TEHDİT EDEN ZARARLI
ALIŞKANLIK VE AKIMLAR
Muhterem Müslümanlar!
İslâm dini, bize, hayatın tüm alanlarını kuşatan ölçüler getirmiştir. Yüce Allah,
bu ölçülere uyarak yaşamamızı emretmiş
ve bunu, bize bir görev olarak vermiştir.
Göklere, yere ve dağlara teklif edilen bu
emaneti yüklenmekten çekindiler. Onu yüklenmeyi insanoğlu kabul etti. O halde insanoğlu, bütün varlığıyla bu emaneti
korumaya ve üstlendiği sorumluluğu yerine
getirmeye çalışması gerekir. Aksi takdirde
insanlık emanetini koruyamamış ve bütün
ömrünü hüsranla geçirmiş olur.
Bu bakımdan, maddi ve manevi varlığımızın varisleri, geleceğimizin teminatı
3
ve gençlerimizi, yardımlaşarak bu tehlikelerden korumaya çalışmalıyız. Aklı gideren
ve insanları uyuşturan maddelerden korunmak için, onlara dînî ve ahlâkî telkinlerde
bulunmalı, kişisel kabiliyetlerine göre, ihtiyaç duyulan mesleki bilgi ve beceri sahibi
insanlar olarak yetiştirilmelerin sağlamalıyız. Nitekim Kur’an-ı Kerimde bu konu ile ilgili olarak: “Ey iman edenler! (Sarhoşluk
veren) içki (ve benzeri şeyler), kumar,
dikili taşlar ve fal okları ancak, şeytan
işi birer pisliktir. Onlardan kaçının ki,
kurtuluşa eresiniz. Şeytan, içki ve kumarla, ancak aranıza düşmanlık ve kin
sokmak; sizi Allah’ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık bunlara
bir son vermeyecek misiniz?”[1] diye
hitap edilir ve yine Kur’an’da “Düşünesiniz diye Allah size ayetlerini böyle açıklamaktadır”[2] buyurularak insanın
düşünmesi, aklını kullanması teşvik edilmiş, düşünmeyi engelleyen şeyler ise yasaklanmıştır.
Aziz Mü'minler,
Not: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak
düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz.
2
Firhist’e Geri Dön
olan çocuklarımızı ve gençlerimizi, her türlü
zararlı fikir akımları ve alışkanlıklardan
uzak tutmamız, onlara dünya ve ahiret hayatıyla ilgili yeterli bilgi vermemiz gerekir.
İnsanların iyilikte yardımlaşmaları, kötülüklerden birbirlerini uzaklaştırmaları Allah’ın
emri olan hayatî bir zarurettir. Zira bu gerçeklere karşı ilgisizlik, fert ve toplum huzurunun yok olması sonucunu doğurur. Böyle
olunca da insanlar, telafisi imkansız zararlarla karşılaşırlar.
Değerli Mü'minler!
Günümüzde tüm insanlığı ve bilhassa gençliğimizi ciddi anlamda etkileyen
sigara, alkol, uyuşturucu, kumar, batıl inanç
ve zararlı akımlar, çocuklarımızın ve ülkemizin geleceği ile ilgili endişelere yol açmaktadır. İçinde bulunduğumuz 2002
yılında yapılan araştırmalarda alkol ve sigara kullananların yaşı, 10-11’e kadar düşmüş, eroin ve uyuşturucu hap kullanan
gençlerin oranı da, %5’e kadar çıkmıştır.
Yapılmış olan bu istatistik sonuçları, hepimizi harekete geçirmelidir. Çocuklarımızı
4
Son zamanlarda gündemi, trafik kazaları, çeşitli hastalıklar, fuhuş, zina, boşanma, ailelerin parçalanması, intihar
olayları, satanizm gibi kişiyi ve toplumu felakete sürükleyen konular, daha çok meşgul etmektedir. Böyle durumlara
düşmemek için gereken tedbirleri hep birlikte almalı ve bunlara maruz kalmış olan
insanların ve gençlerin bir an önce kurtulmalarına yardımcı olmalıyız. Büyüklerin çocuklara ve gençlere güzel örnek olmaları
gerektiğini de unutmamalıyız. Yüce Rabbimize: "Ey Rabbimiz! Bize dünyada da
ahirette de iyilik ver. Bizi cehennem azabından koru"[3] diye niyazda bulunmalıyız.
KAYNAK:
[1] Maide, 5/90-91.
[2] Bakara, 2/269.
[3] Bakara, 2/202.
Firhist’e Geri Dön
33
2002 HUTBELERİ
1
26-Temmuz
İSLAM’DA HOŞGÖRÜ
Muhterem Müslümanlar!
İslâm dini, insanlara hoşgörülü olmayı, onların kusurlarını araştırmamayı
emreder. Bir imtihan yeri olan bu dünyada
iyilerle kötüler bir arada yaşamak durumundadır. Çünkü imtihan bunu gerektirir.
Aziz Cemaat!
Bir mü’min, bütün varlıklara ve özellikle insanlara sevgiyle yaklaşmalıdır. Nitekim Yunus Emre, Yaratılmışları severiz,
Yaratandan ötürü, diyerek bu gerçeği dile
getirmiştir.
Sevgi, kin ve nefretin zıddıdır. Kin
ve nefret duygusu taşıyanlar, sevgiden
yoksun olan kimselerdir. Bu gibi kimselerden hoşgörü beklenemez.
Hoşgörülü olabilmek için insanlar,
3
temiştir. Konumuzla ilgili bir hadis-i şerif,
şöyledir: "İslam’ın, hangi ameli daha hayırlıdır?" diye sorana, Peygamberimiz
şöyle cevap vermişlerdir: "Yemek yedirmen, tanıdığına ve tanımadığına selam
vermendir."[4]
Çeşitli konulardaki tartışmalarda kırıcı olmamak ve tenkitte aşırı gitmemek de
hoşgörünün bir gereğidir. Kur’an-ı Kerim’de: “(Ey Muhammed!) Rabbinin yoluna hikmetle, güzel öğütle çağır ve
onlarla en güzel şekilde mücadele et"[5]
buyrulmuştur.
Dinimiz kötülüğe iyilikle mukabelede
bulunmayı emretmiştir. Ra’d sûresinde, akıl
sahibi mü’minlerin üstün vasıfları sayılırken: “Onlar, Rablerinin rızasına ermek
için sabreden, namazı dosdoğru kılan,
kendilerine verdiğimiz rızıklardan gizli
ve açık olarak Allah için harcayan ve kötülüğü iyilikle ortadan kaldıranlardır. İşte
bunlar için dünya yurdunun iyi sonucu
vardır"[6] buyurulmuştur.
Aziz Müslümanlar!
Not: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak
düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz.
2
Firhist’e Geri Dön
birbirlerinin kusurlarını araştırmamalı ve affedici olmalıdırlar. Sevgili Peygamberimiz
(s.a.v.), bu konuda şöyle buyurmuşlardır:
"Herhangi bir kişi, dünyada diğer bir kişinin ayıbını örterse, Allah da kıyamet
gününde onun ayıbını örter ."[1]
Öyle ise, bağışlamasını bilmeyen,
hoşgörülü olamaz. Yüce Allah, affetmeyi
sevmiş ve bizlerin de affedici olmasını istemiştir. Bu konuda Kur’an-ı Kerim’de şöyle
buyurulmaktadır: "Onlar, bollukta ve darlıkta Allah yolunda harcayanlar, öfkelerini yenenler, insanları affedenlerdir.
Allah, iyilik edenleri sever."[2]
Resulullah (s.a.v.) da şöyle buyurmuşlardır: "Allah, affeden kulunun şerefini artırırR"[3]
Aziz Mü’minler!
Selamlaşmak da, sevginin ve hoşgörünün yayılmasına vesiledir. Selam,
barış ve esenlik dilemek anlamındadır.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.), mü’minlerden selamlaşmayı yaymalarını, tanıdığı ve
tanımadığı her kişiye selam vermelerini is4
Hoşgörünün olmadığı yerde taassup
vardır. Taassubun da hiç kimseye bir faydası yoktur. Daima sıkıntı getirir. Aynı
dünya üzerinde birlikte yaşadığımız insanlarla iyi geçinme durumundayız. Çünkü gidebileceğimiz başka bir dünya yoktur. Öyle
ise, insan olarak birbirimize karşı anlayışlı
olmaya, karşılıklı sevgi ve saygıya muhtacız. Dirlik ve düzen, buna bağlıdır. Sevgi ve
saygı olmadan birlik ve beraberlik, birlik ve
beraberlik olmadan da, maddi ve manevi
kalkınma olamaz.
KAYNAK:
[1] Müslim, Birr 72; Riyazü’s-Salihîn, ı/281, No: 238.
[2] Âl-i İmran, 3/134
[3] Müslim, Birr, 69; Riyazü’s-Salihîn, I/577 H.No: 558.
[4] Riyazü-s Salihin, II/226, H.No: 848.
[5] Nahl, 16/125.
[6] Râ’d, 13/22.
Firhist’e Geri Dön
34
2002 HUTBELERİ
1
02-Ağustos
SİGARA VE ZARARLARI
Muhterem Mü’minler!
Yüce Allah’ın insanlara verdiği en
önemli nimetlerden biri de hayattır. Hayat,
sağlık içerisinde devam ettiği sürece güzeldir. Çünkü dünya mutluluğunun başı sağlıktır. İnsanın sağlığı yerinde olmazsa
hayatın tadı olmaz. Bunun içindir ki yüce
dinimiz, insanın kendi sağlığını korumasını
esas almış, ona zarar verecek şeyleri de
yasaklamıştır. Nitekim Cenab-ı Hak bu konuda şöyle buyurmaktadır: “Allah’ın size
rızık olarak verdiklerinden helâl ve temiz
olanları yiyin ve kendisine inandığınız
Allah’a karşı gelmekten sakının.”[1]
Değerli Müslümanlar!
Dünyanın ve Ülkemizin en önemli
sağlık sorunlarından biri haline gelen si3
yapılan zarara, zararla mukabele etmek
yoktur.”[4] buyurarak bir kimsenin kendisine ve başkalarına zarar vermemesi gerektiğini bildirmiştir. Sigaranın hem içene,
hem de çevresinde bulunan kimselere verdiği zarar göz önüne alınınca, bu alışkanlıktan bir an önce vazgeçilmesi gerekir.
Ayrıca ailedeki büyüklerin sigara içmelerinin çocuklara kötü örnek olacağı da göz
ardı edilmemeli, sağlığımıza zarar veren sigara ve benzeri alışkanlıklardan kaçınmalıyız.
Yüce Allah, bizlere ölçülü davranmayı emrederek israfı yasaklamış ve meâlen şöyle buyurmuştur: “Yiyiniz, içiniz
fakat israf etmeyiniz! Çünkü Allah israf
edenleri sevmez”[5]
Aziz Müslümanlar!
Yüce Allah’ın bizlere bahşettiği akıl
ve irademizi iyi yönde kullanmak suretiyle
sigarayı bırakmamız mümkündür. Milyonlarca tiryaki bunu başarmıştır. Hiç vakit geçirmeden “zararın neresinden dönülürse
kârdır ” diyerek sigarayı bırakmak için gayNot: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak
düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz.
2
Firhist’e Geri Dön
gara, içinde bulunan zehirli maddeler nedeniyle bir çok hastalığa yol açmaktadır.
Resmi verilere göre ülkemizde bir çok kişi
akciğer kanseri, damar tıkanıklığı, nefes
darlığı vb. hastalıklara sigara sebebiyle yakalanmaktadır. Dünya genelinde, yılda yaklaşık dört milyon kişi ülkemizde ise yılda
yüz bin kişi, sigaraya bağlı sebeplerden dolayı hayatını kaybetmektedir. Sigara, yol
açtığı sağlık sorunlarından başka, ekonomik kayıplara da neden olmaktadır. Bunun
yanında sigara içmeyen fakat içilen ortamda bulunan pek çok kişi de sigaranın
zararından etkilenmektedir.[2]
Sigaranın zararsız olduğunu söylemek, bugün ilmen ve tıbben mümkün olmadığına göre, bunun dinimizce de hoş
görülmeyen bir alışkanlık olduğu şüphesizdir. Nitekim Kur’an-ı Kerîm’de: “Ellerinizle
kendinizi tehlikeye atmayın”[3] buyurarak,
hayatımızı ve sağlığımızı tehlikeye sokacak her türlü tutum ve davranıştan sakınmamızı istemektedir. Hz. Peygamber
(s.a.v.) de: “(İslam’da) zarar vermek ve
4
ret gösterilmelidir. Ayrıca bu kötü alışkanlığın terk edilmesi konusunda da birbirimize
yardımcı olmak, dînî olduğu kadar insanî
bir görevdir.
KAYNAK:
[1] Maide,5/88
[2] Bkz.Sağlık Bakanlığı sigarayı bırak kazan
2002 kampanyası bilgi notu( 18.06.2002)
[3] Bakara, 2/195
[4] İbn Mace,Sünen, Ahkam, 17
[5] A’raf, 31
Firhist’e Geri Dön
35
2002 HUTBELERİ
1
09-Ağustos
MİSYONERLİK FAALİYETLERİNE
DİKKAT EDELİM
Muhterem Müslümanlar!
Yüce dinimiz İslam, başlangıçtan itibaren Hıristiyan, Yahudi ve diğer din mensupları ile iyi ilişkiler kurmayı Müslümanlara
tavsiye etmiştir. Müslümanlar da bu tavsiyeye uymuş, asırlar boyunca egemenlikleri
altında bulanan bölgelerde yaşayan diğer
dinlerin mensuplarına iyi davranmış, onları
zorla Müslümanlaştırma gibi bir gayretin
içerisinde olmamış ve inanıp inanmama
konusunu kendi tercihlerine bırakmışlardır.
Bu sayede, uzun süre Müslüman egemenliği altında yaşayan bir çok millet, dini kimliklerinden kopmamışlardır. Çünkü biz,
Allah’ın gönderdiği bütün Semâvî Kitaplara
ve Peygamberlere inanmakta ve saygı
3
çocuklara dinlerini değiştirmek şartıyla
maddî yardımlarda bulundukları; bunun yanında insan ve tabiat sevgisini ön plana çıkaran parasız kitaplar, broşürler, dergiler
dağıtarak ve çeşitli kültür-sanat faaliyetleri
adı altında, dini ve milli değerlerlerimizi hafife alan yayınlar yaptıkları; bunlarla da,
özellikle gençlerimizin dini ve milli değerlerimize olan güvenini sarsarak, kendi fikir ve
inançlarını yayabilmek için zemin bulmaya
çalıştıkları, yazılı ve görsel basında yer
alan haber ve yorumlardan anlaşılmaktadır.
Muhterem Müslümanlar!
Yüce dinimize, millî değerlerimize ve
kültürümüze sahip çıkalım. Çünkü bunlar,
bizi millet yapan yüce değerlerimizdir. Yüzlerce yıl tarih sahnesinde şerefle var olmamızın yegane sebebidir. Yüce dinimiz
İslam’ın engin hoşgörüsünü istismar ederek, yüce değerlerimizi yok etmeye çalışan
misyonerlik gibi olumsuz faaliyetlere karşı
uyanık olalım. Genç nesillerimizi iyi eğitelim, gerekli uyarılarda bulunalım ve MisyoNot: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak
düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz.
2
Firhist’e Geri Dön
duymaktayız. Hıristiyanlar ise, Kur’an-ı Kerîm’e ve Peygamberimiz Hz. Muhammed
(s.a.v)’e inanmamakta ve hatta saygısız
sözler sarf etmektedirler.
Aziz Müminler!
Misyonerlik anlayışı ile hareket eden
Hıristiyanlar, tarih boyunca gittikleri yörelerde karşılaştıkları insanları Hıristiyanlaştırmayı hedeflemiş, egemenlikleri altında
yaşayan farklı din mensuplarını, yerine
göre baskı, şiddet ve değişik metotlar uygulayarak kendi inanç ve kültürlerini kabule
zorlamışlardır. Günümüzde de misyonerlik
faaliyetleri aynı anlayışla sürdürülmekte,
özellikle bu faaliyetler, Müslümanların yaşadığı bölgelerde yoğunlaşmaktadır. Misyonerlerin, çeşitli adlar altında dernekler ve
kulüpler kurarak, özel okullar, hastaneler,
kütüphaneler, yabancı dil öğretim merkezleri, sığınma evleri, pansiyonlar açarak, buralarda Müslümanların inanç ve kültürel
değerlerini yozlaştırmak için çaba sarf ettikleri; çeşitli hastalık ve maddi sıkıntıları istismar ederek, fakir ailelere ve kimsesiz
4
nerlik faaliyetleri, Satanizm, Moon tarîkati,
Yogo aydınlanma seansları gibi tehlikeli
oyunlara ve zararlı akımlara karşı onları bilgilendirelim. Unutmayalım ki Kurân-ı Kerîm’de: “Allah katında hak din
İslam’dır”[1]. “Kim İslam’dan başka bir
din ararsa, ( bilsin ki o din) ondan kabul
edilmeyecek ve o, ahirette hüsrana uğrayanlardan olacaktır”[2] buyurulmaktadır.
Hutbemi Bakara suresi 120. ayetinin
mealiyle bitiriyorum: ”Dinlerine uymadıkça Yahudi ve Hıristiyanlar asla senden razı olmayacaklardır. De ki: Doğru
yol ancak Allah’ın yoludur. Sana gelen
ilimden sonra onların arzularına uyacak
olursan; And olsun ki, Allah’tan başka
sana ne bir dost ne de bir yardımcı vardır”[3].
KAYNAK:
[1] Al-i İmran, 3/19
[2] Al-i İmran, 3/85
[3] Bakara,2/120
Firhist’e Geri Dön
36
2002 HUTBELERİ
1
16-Ağustos
CAMİ VE CEMAATİN ÖNEMİ
Muhterem Müslümanlar!
İbadet etmek, insanlar için manevî
bir ihtiyaçtır. Bu ihtiyacın nasıl karşılanacağıyla ilgili usûl ve esaslar, Yüce Allah’ın son
olarak gönderdiği İslâm dininde açıklanmıştır. İbadetlerden bazıları ferdi olarak,
bazıları da cemaat halinde îfa edilmektedir.
İslam dini, cemaate devam edilmesini teşvik etmiş, hatta cuma ve bayram namazları
gibi bazı ibadetlerde cemaati şart koşmuştur. Ayrıca, beş vakit namazın cemaatle kılınmasını, daha faziletli saymıştır.
Aziz Cemaat!
Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.), namazların cemaatle kılınmasına özen göstermiş, İmamlık yapamadığı son
hastalığında bile, Hz. Ebu Bekr’in imam ol3
rızasını gözeterek bir mescid inşa
ederse, Allah da ona cennette bir köşk
hazırlar”[5] buyurmuştur. Müslüman ecdadımız, işte bu inançla camiler inşa etmiş,
namazlarını da cemaatle kılmaya özen
göstermiştir. Çünkü, camilerin ruhu ve zineti, cemaattir. Camiler, Allah katında en
sevimli mekanlardır. Camilere cemaat
olmak ise, maddi ve manevi bakımdan, o
mübarek mekanları imar ve ihya etmek demektir.
Camiler, bulundukları yörenin sosyal
hizmetlerinde, devamlı ışıldayan ve çevresini aydınlatan bir kandil gibidirler. Namaz
için camiye gelen insanlar, orada birbirleriyle tanışırlar. Aralarında sevgi ve saygı
bağları oluşturur, arkadaşlıklar ve dostluklar geliştirirler. Oluşturulan bu maddi ve
manevi bağlar sayesinde hastaları ziyaret
eder, muhtaçların dertlerine çareler ararlar.
Böylece kendilerini mutlu eden, gönüllerine
haz veren güzel hizmetler yaparlar. Komşuların birbirlerini sevip saymalarına ve iyi
ilişkiler içinde olmalarına vesile olurlar.
Not: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak
düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz.
2
Firhist’e Geri Dön
duğu cemaate katılarak namazını kılmıştır.
Peygamberimiz, kişinin cemaatle kıldığı
namazın tek başına kıldığı namazdan 27
derece daha faziletli olduğunu ifade etmiş[1]
ve cemaatle namaz kılmak için atılan her
adımın bir kısım günahlara kefaret olacağını şöyle açıklamışlardır: “Bir kimse
evinde abdest alarak Allah’ın farz kıldığı
namazlardan birini eda etmek için bir
mescide giderse, onun attığı adımlardan
biri günahlarının silinmesine, diğeri de
derecesinin yükselmesine vesile olur”[2].
“Kim, cemaatle namaz kılmak amacıyla
mescide devam ederse, her gelişi için
Allah ona cennette özel bir mükafat hazırlar”[3].
Hz. Peygamber’in, Mekke’den Hicret’inde daha Medine’ye varmadan Kuba
Mescidi’ni, Medine’ye ulaşınca da ilk iş olarak Mescid-i Nebevî'yi, bizzat çalışarak ve
teşvik ederek inşa etmeleri, dinimizde cami
ve cemaate verilen önemi ortaya koymaktadır.[4] Cami yapmakla ilgili olarak Peygamberimiz: “Bir kimse, Yüce Allah’ın
4
Konumuzla ilgili olarak Kur’an-ı Kerîm’de şöyle buyurulmaktadır: “Allah’ın
mescitlerini, ancak Allah’a ve ahiret gününe inanan, namazı dosdoğru kılan,
zekat veren ve Allah’tan başkasından
korkmayan kimseler imar eder. İşte onların doğru yolu bulanlardan olmaları
umulur.”[6]
Değerli Mü’minler!
Yüce Allah’ın engin rahmet ve bereketinin cemaat üzerine olduğunu unutmayalım. Meşru mazeretlerimiz dışında
namazlarımızı cemaatle kılmaya özen gösterelim. Ayrıca çocuklarımızı, zaman
zaman camiye götürmeyi, onları da cami
ve cemaate alıştırmayı ihmal etmeyelim.
KAYNAK:
[1] Buhari, Ezan, 30. 1/158
[2] Müslim, Mesacid 51, 1/462, H. No: 666
[3] Buhari, Ezan, 38, 1/161
[4] Buhari, Ezan,46, 1/165.
[5] Buhari, Salat, 65,1/116.
[6] Tevbe, 9/18.
Firhist’e Geri Dön
37
2002 HUTBELERİ
1
23-Ağustos
EVLİLİK MÜESSESESİ VE AİLENİN
KORUNMASI
Muhterem Müslümanlar!
Aile, toplumun çekirdeği, milletin temelidir. Toplumun huzuru, ailede başlar. Bu
nedenledir ki milletlerin huzuru ve dirliği ailenin huzuruna, mutluluğuna bağlıdır. Evlenmek ve yuva kurmak şüphesiz ruhen ve
bedenen sağlıklı her insanın en tabii hakkıdır. Meşru bir mazeret olmaksızın evlilik sorumluluğundan kaçınmak dinimizce hoş
karşılanmamaktadır. Maddi imkansızlıklardan dolayı evlenemeyenlerin evlendirilmesi
ise dinimizin topluma yüklediği bir görevdir.
Nitekim Cenab-ı Hak bu konuda Kur’an’ı
Kerimde, bekârların evlendirilmesini istemiş ve devamında şöyle buyurmuştur:
3
yalım, israftan, aşırılıktan ve meşru olmayan eğlencelerden uzak duralım. Evlilik hayatının gereksiz harcamalarla
zorlaştırılması, sadece mutlu olmayan insanların sayısını artırır. Sevgili Peygamberimiz (a.s.)’in evlilik hayatının
kolaylaştırılması hususunda söylediği şu
hadisi-i şerifini unutmayalım : “ Nikahın en
hayırlısı, kolay (külfetsiz) olanıdır”.[3]
Değerli Müminler!
Yüce Allah, insanlar, huzurlu bir
hayat sürsünler diye evlenmeyi meşrû kılmış, aile hayatının devamı için eşlerin birbirleriyle iyi geçinmelerini[4], sabırlı ve
hoşgörülü olmalarını tavsiye etmiş, yakın
akrabalarına da arabuluculuk görevi vermiştir.[5] Çünkü ortada meşru bir sebep yok
iken basit mazeretler ileri sürerek boşanmak, Yüce Allah’ın hoşnut olmadığı bir durumdur.
Bunun için eşler; kendilerine düşen
sorumlukluları yerine getirmeli ve birbirlerine karşı saygılı, dürüst, anlayışlı ve hoşgörülü olmalı, kaba davranıştan ve
Not: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak
düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz.
2
Firhist’e Geri Dön
“Eğer onlar fakir iseler, Allah kendi lütfü
ile zengin kılar. Allah lütfu geniş olandır,
her şeyi hakkıyla bilendir. Evlenme imkanını bulamayanlar ise; Allah, kendi
lütfu ile onları varlıklı kılıncaya kadar iffetlerini korusunlar”[1].
Aziz Müminler!
Evlilik, insanın sağlıklı ve düzenli bir
hayata sahip olmasını sağlar. Zina ve gayrı meşru ilişkilerin yaygınlaşmasını engeller.
Gayr-ı meşru ilişkilerin yaygın olduğu toplumlarda, genç nüfusun giderek azalması
ve AIDS gibi hastalıkların yaygınlaşması,
evliliğin önemini ortaya koymaktadır. Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) de bu hususa
şöyle dikkat çekmiştir: “Size dînî ve ahlâkî
yaşantısı hoşunuza giden kimseler geldiğinde, onları evlendirin, aksi takdirde
yeryüzünde kargaşa ve büyük bir ahlâkî
çöküntü olur.”[2]
Bunun için gençlerimizi evlendirme
konusunda yardımcı olalım. Bütün davranışlarımızda ölçülü olmamız gerektiği gibi,
düğün yaparken de aynı özelliğimizi koru4
iffetlerine aykırı düşecek tavırlardan kesinlikle kaçınmalı, aile bütçesini sarsacak harcamalar yapmamalıdırlar. Çünkü toplumun
huzuru ailenin huzurundan geçer.
KAYNAK:
[1] Nur, 24/32-33
[2] Tirmizi, Nikâh, Bâb 3, III/394, H.No:1084
[3] Ebu Davud, Nikâh, Bâb 33, 2/591 H.No.2117
[4] Nisa, 4/19
[5] Nisa, 4/19, 34
Firhist’e Geri Dön
38
2002 HUTBELERİ
1
30-Ağustos
30 AĞUSTOS ZAFER BAYRAMI
Muhterem Müslümanlar!
Şanlı tarihini, altın sayfalarla süsleyen aziz milletimizin unutulmaz zaferlerinden biri olan 30 Ağustos Zafer Bayramı’nın
80. yıldönümünü idrak ediyoruz. 30 Ağustos, hürriyet ve istiklalimizi kazandığımız bir
zafer günüdür. Bu asil mücadele, İstiklal
şairimiz Mehmet Akif’in dilinde,
'Garbın afakını sarmışsa çelik zırhlı duvar,
Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim
var'
dizeleriyle en güzel bir şekilde ifadesini
bulmuştur.
Yüce dinimiz, insanlığın barış ve
esenliğini esas almıştır. Zaten 'İslam' keli3
Peygamberimiz de, bu anlamda, “Bir
kimse savaşa gitmeyerek veya şehit
olma arzusunu gönlünden geçirmeden
ölürse, bir çeşit nifak üzere ölür”[3] buyurarak şehitlik ile iman ilişkisine dikkat çekmektedir.
Milletimiz için şehitlik ve gâzîlik, vazgeçilmez bir tutkudur. İstiklal Savaşının ve
Büyük Taarruz’un Başkomutanı Gazi Mustafa Kemal Paşa, Müslüman milletimizin
savaş meydanındaki kahramanlığını ve azmini, şöyle anlatır: “Karşılıklı siperler arasında mesafemiz, sekiz metre idi. Yani
ölüm muhakkak. Birinci siperdekiler, hiç
biri kurtulamadan kâmilen şehit düşüyor. İkinciler onların yerine geçiyor.
Fakat ne kadar imrenilecek bir itidal ve
tevekkülle biliyor musunuz? Şehit olanı
görüyor, üç dakikaya kadar şehit olacağını biliyor, en ufak bir fütur bile getirmiyor. Sarsılmak yok. Okuma bilenler
ellerinde Kur’an-ı Kerim, Cennete girmeye hazırlanıyorlar. Bilmeyenler kelime-i şehadet getirerek yürüyorlar. Bu,
Not: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak
düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz.
2
Firhist’e Geri Dön
mesinin bir anlamı da barıştır. Barışı esas
alan yüce dinimiz, vatan toprakları düşman
işgali tehlikesiyle karşı karşıya kaldığında,
savaşı mukaddes bir vazife saymıştır. Bu
sebeple şehitliği ve gaziliği, Müslümanlar
için büyük şeref kabul etmiştir. Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.), şehitlik mertebesinin
yüceliğine işaret eden bir hadis-i şerifinde:
“Nefsim kudret elinde olan Allah’a
yemin ederim ki, Allah yolunda savaşıp
şehit olmayı, yine diriltilip şehit olmayı,
tekrar diriltilip şehit olmayı isterim” [1]
buyurmuştur.
Değerli Müslümanlar!
Şerefli bir hayat, gerektiğinde vazgeçilmez değerler uğrunda can feda etmeyi
göze almakla yaşanır. Bunun için dinimiz,
vatan savunmasından kaçmayı büyük
günah saymıştır. Nitekim Yüce Allah,
Kur’an’da şehitlik arzusunu yitirenler için,
“Ne oluyor size ki Allah yolunda savaşa
çıkın denildiğinde yere çakılıp kaldınız”[2] buyurarak, din ve vatan savunmasına katılmayanları ikaz etmektedir. Sevgili
4
Türk askerindeki imanı ve ruh kuvvetini
gösteren, şayan-ı hayret ve şayan-ı tebrik bir misaldir.”[4]
İşte bu nedenle ecdadımız; yokluklar içinde ve en ağır şartlar altında, yedi düvele karşı, tarihte benzeri görülmemiş bu
destanı yazmıştır.
Değerli Müminler!
Bu bakımdan 30 Ağustos zaferi, milletimizin asla esir edilemeyeceğini; semaları süsleyen bayrağımızın gönderden
indirilemeyeceğini ve gök kubbeyi çınlatan
ezan seslerinin dindirilemeyeceğini, bütün
dünyaya ilan eden kutsal bir zaferdir. Bu
vesileyle; canlarını feda ederek, milletimize
eşsiz bir vatan bırakan aziz şehit ve gâzîlerimizi rahmet ve minnetle anıyoruz.
KAYNAK:
[1] Buhari, Cihad, 119, Vı,11
[2] Tevbe, 9/38
[3] Müslim, İmare,47,H.No: 1910
[4] Canakkale savaşları.comu.edu.tr
Firhist’e Geri Dön
39
2002 HUTBELERİ
1
06 - Eylül
ÜÇ AYLAR VE REGAİB KANDİLİ
Değerli Mü'minler!
Üç aylara girmek üzereyiz. Bu aylar,
imandan gelen bir heyecanla ibadet hayatımızın daha canlı tutulduğu feyizli, bereketli
bir mevsimdir. Recep ayında, Regâib ve
Mi’râc, Şaban ayında Berat ve Ramazan
ayında ise Kadir gibi dört ayrı mübarek
gece bulunmaktadır. Bu geceler, üç ayların
manevi atmosferinin bereketli ve hikmetli
yıldızları gibidir. Nitekim Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.), bu aylarda daha çok ibadet
eder ve: “Allah’ım! Recep ve Şâbânı hakkımızda mübarek kıl, bizi Ramazan’a kavuştur”[1] diye dua ederdi.
Muhterem Müslümanlar!
Bu aylar, duaların Allah’a arz edilmesi, pişmanlık gözyaşlarıyla günahların
silinmesi, yapılan ibadetlere verilen sevabın katlanması bakımından büyük bir fır3
lık, mal-mülk edinme, yaşlılık, aniden gelen
ölüm gibi engeller çıkmadan, ibadet için eldeki fırsatların güzelce değerlendirilmesini
istemiş ve şöyle buyurmuştur: “Yedi şey
gelmeden önce, ibadetleri yerine getirmede acele ediniz! İnsana her şeyi unutturan fakirlik, taşkınlığa götüren
zenginlik, sağlığı bozan hastalık, takati
kesen yaşlılık, hayatı sona erdiren ölüm,
beklenilen ve ne zaman çıkacağı fark
edilmeyen büyük şer ve çok ürpertici ve
çok acı bir gün olan Kıyamet ”[4] .
Aziz Cemaat!
İdrak edeceğimiz üç aylar ve mübarek geceler, öncelikle Rabbimize, ailemize,
milletimize ve ülkemize karşı görev ve sorumluluklarımızı hatırlatmalı, hatalarımızdan ve günahlarımızdan tevbe etmemize
vesile olmalıdır. Nitekim Yüce Allah, engin
rahmetine sığınıp, tevbe etmemizle ilgili
olarak şöyle buyurmaktadır: “(Ey Muhammed!) De ki: Ey kendilerine kötülük edip
aşırı giden kullarım! Allah'ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin, doğrusu Allah
Not: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak
düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz.
2
Firhist’e Geri Dön
sattır. Bu günlerde nefis muhasebesi yapılmalı, ana sermayemiz olan ömrümüzün
nerede tüketildiği gözden geçirilmeli, amel
defterimize neler yazıldığı, Mahşer günü
kurulacak Büyük Mahkemenin tek Hakimi
Yüce Allah’ın hakkımızda nasıl bir hüküm
vereceği düşünülmelidir. Çünkü Yüce Rabbimizin ikram ettiği bu dünya hayatını ibadet ve taatla değerlendirmeyenlerin o gün
pişman olacaklarını ve: “Keşke bu hayatım için bir şeyler yapıp gönderseydim!”[2] diyeceklerini, Kur’an-ı Kerim bize
haber veriyor. Bir başka ayette ise, Yüce
Allah, ahiret için hazırlık yapmamızı emrederek şöyle buyuruyor: “Ey iman edenler!
Allah’tan korkun, herkes yarına ne hazırladığına baksın. Allah’a karşı gelmekten sakının, çünkü Allah
yaptıklarınızdan haberdardır. Allah’ı
unutan ve bu yüzden Allah’ın da onlara
kendilerini unutturduğu kimseler gibi olmayın. Onlar yoldan çıkan kimselerdir”[3]
Peygamber Efendimiz (a.s.), hasta4
günahların hepsini bağışlar. Çünkü O
bağışlayandır, merhamet edendir.” [5]
Ayrıca büyüklerin gönülleri alınmalı,
eş ve dostlarımızın hatırları sorulmalı, garipler aranmalı, sofralarımıza davet edilmeli, yetimler gözetilmeli, yardıma muhtaç
kimselere yardım edilmelidir. Aramızdaki
kırgınlıklar, dargınlıklar, şahsi çıkar hesapları bir tarafa bırakılmalı, hoşgörü, kardeşlik
ve birlik içerisinde olunmalıdır.
KAYNAK:
[1] Ahmet b. Hanbel, Müsned, I, 259
[2] Fecr, 89/24
[3] Haşr, 59/18-19
[4] Tirmizi, Zühd, bab, 3, IV,552,H.No: 2306
[5] Zümer, 53
Firhist’e Geri Dön
40
2002 HUTBELERİ
1
13 - Eylül
MÜSLÜMAN GÜVENİLİR İNSANDIR
Aziz Müminler!
“Mü’min”, Yüce Allah’ın varlığına ve
birliğine inanan anlamına geldiği gibi, başkalarına güven veren ve güvenilen kişi anlamını da taşır. Öyle ise mümin, ahdine
vefalı, anlaşmalarına sadık, sözü özü bir,
dostluğuna güvenilen bir insandır. Yüce
Rabbimiz, Mü’minûn sûresinin ilk ayetlerinde, kurtuluşa erecek müminlerin vasıflarını açıklamakta ve 8. ayetinde meâlen
şöyle buyurmaktadır: “Yine onlar (o
mü’minler) ki, emanetlerine ve ahidlerine riâyet ederler”[1]. Bir Mü’min, sevdiğini sırf Allah için sever ve ondan maddî bir
beklenti içinde olmaz. Sır saklar, emanete
hıyanet etmez. Hz. Peygamber (s.a.v)’in
yüksek ahlakına uymaya ve O’nun gibi gü3
Peygamber Efendimiz (s.a.v.),
Hadis-i şeriflerinde, Müslüman’ı ve Mümin’i
şöyle tarif etmiştir: “Müslüman, dilinden
ve elinden müslümanların güvende olduğu, Mü’min de insanların malları ve
canları hususunda kendisine güvendiği
kişidir”[6]. “Mü’min, geçimi güzel olan kişidir. Geçimsiz kişide ise, hayır yoktur”[7].
Uyumlu olmak, ancak güvenilir bir
insan olmakla sağlanır. Sözüne özüne güvenilmeyen bir insanla, dostluk ve ticârî
ilişki kurulamaz. Meşru bir mazeret bulunmadıkça verdiği sözde durmayan kişinin
toplum içerisindeki saygınlığı zedelenir,
dostlarının sayısı azalır, işi ve ticari ilişkileri
bozulur. Bunun için iş, ticaret ve toplum hayatında güven duygusu çok önemlidir. Birbirine güven duymayan toplumlarda huzur
ve asayiş sarsılır ve insani ilişkiler bozulur.
Kıymetli Mü’minler!
Eğer Allah’a ve insanlara verdiğimiz
sözleri yerine getirmezsek, büyük bir vebal
altına girmiş oluruz. Yalancılıkla güven ve
Not: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak
düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz.
2
Firhist’e Geri Dön
venilir bir insan olmaya çalışır.
Yüce Allah, Peygamberlerini güvenilir kişilerden seçmiş ve gönderildikleri toplumlar tarafından da, emin kişiler olarak
tanınmışlardı[2]. Nitekim Mekkeliler, Peygamberimiz (s.a.v)’e, daha peygamber olmadan önce , “el-Emin” sıfatını
vermişlerdi.
Muhterem Cemaat!
Bir Müslüman, verdiği sözden, üzerindeki emanetlerden Allah katında sorumlu
tutulacaktır. Yüce Allah, bu konuda şöyle
buyurmaktadır: “Verdiğiniz sözü yerine
getirin. Çünkü verilen söz, sorumluluğu
gerektirir”[3]. Özellikle Allah’ın adını anarak verilen sözlerin, yapılan adakların ve
yeminlerin yerine getirilmesini emretmekte
ve sözünde duranlara sevap vereceğini bildirmektedir[4]. Sözünde durmayanları ise,
Nahl sûresinin 92. ayetinde kınamakta ve
onları, ipliğini iyice eğirip katladıktan sonra
söküp bozan kadının durumuna benzetmektedir[5].
Değerli Müslümanlar!
4
itibarın bir arada bulunamayacağını bilmeliyiz. Sevgili Peygamberimizin konumuzla ilgili olan, “Çevresindeki insanların
şerrinden emin olmadığı kişi, cennete
giremez”[8] Hadis-i Şerifine dikkat etmeliyiz. Yerine getiremeyeceğimiz vaatlerde
bulunmamalı, çevremize, yakınlarımıza, iş
arkadaşlarımıza ve bütün insanlara güven
telkin etmeli ve bunu, bir hayat prensibi haline getirmeyi unutmamalıyız.
KAYNAK:
[1] Mü’minûn, 23/8
[2] Şuarâ, 26/107
[3] İsra, 17/34
[4] Fetih, 48/10
[5] Nahl, 16/92
[6] Tirmizi, İman, bab: 12,c. IV, s. 17, H. No: 2627
[7] Ahmed b. Hanbel, Müsned, 2/400
[8] Müslim, İman,bab,18, I, 68 H. No: 73
Firhist’e Geri Dön
41
2002 HUTBELERİ
1
20 - Eylül
GÜNAHLARDAN SAKINMA
Muhterem Müminler!
Yüce Allah’ın emirlerini yerine getirip
yasakladıklarından sakınmak, Müslümanların görevidir. Bunları yerine getirmemek
ise, günahtır. Günah işleyenin akıbeti, eğer
tevbe etmezse, acı bir hüsrandır. Çünkü
günah, sonsuz kudret ve azamet sahibi
Yüce Allah’a bir isyandır. Onun engin rahmetine ve rızasına karşı bir perdedir.
Günah, insanın Hakk’a olan meylini köreltir, kötü temayüllerinin önünü açar, kalbine
huzursuzluk verir, gönlünü bulandırır ve giderek, onun fıtratını bozan manevi bir musibet olur. Nitekim Kurân-ı Kerîm’de şöyle
buyurulmaktadır: “Hayır! Bilakis onların
işlemekte oldukları (kötülükler) kalplerini kirletmiştir”[1]. Bu âyette geçen “kalp
kirlenmesi” tabirini, Hz. Peygamber (s.a.v.)
şöyle açıklamaktadır: “Kul bir günah iş3
kadınlara iftira atmak, zina etmek, başkasına veya kamuya ait bir malı zimmetine
geçirmek, içki içmek ve kumar oynamak
gibi günahlardan şiddetle kaçınmalıyız.
Çünkü Yüce Allah: “Günahın açığını da
gizlisini de bırakın! Çünkü günah işleyenler, yaptıklarının cezasını mutlaka
çekeceklerdir”[4] ve “Eğer yasaklandığınız büyük günahlardan kaçınırsanız,
sizin küçük günahlarınızı örteriz ve sizi
şerefli bir yere koyarız”[5] buyurarak, her
türlü günahtan kaçınmamızı emretmektedir.
Değerli Kardeşlerim!
Günahlardan kaçınmak için ölümü
ve hesap gününü çok hatırlamalıyız. Sabır
gösterip günahlardan sakınanları, cennetin
kapısında: “Sabrettiğinize karşılık size
selam olsun! Dünya yurdunun sonu
(cennet) ne güzeldir!”[6] müjdesiyle Meleklerin karşılayacağını bilmeliyiz. İbadetlerimizi zamanında yerine getirmeli ve bu
hususta Yüce Allah’ın, “(Resûlüm!)
Sana vahyedilen Kitabı oku ve namazı
Not: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak
düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz.
2
Firhist’e Geri Dön
lediğinde, kalbinde siyah bir nokta belirir. Eğer o günahından tevbe edip uzaklaşırsa kalbi saydamlaşır. Eğer tevbe
etmeyip günah işlemeye devam ederse,
o siyah nokta artar ve kalbi istila eder.
İşte Yüce Allah’ın Kuran’da zikrettiği
kalp kirlenmesi, işte budur”[2].
Aziz Müslümanlar!
Günahlar, nefsin kötü arzularına
veya şeytanın çeşitli desiselerine kapılmanın sonucunda işlenir. Yüce Allah, şeytanın
müminler üzerinde hakimiyet kuramayacağını, şöyle açıklamaktadır: “Gerçek şu ki;
iman edip yalnız Rablerine tevekkül
edenler üzerinde onun (şeytanın) bir hakimiyeti yoktur. Onun hakimiyeti, ancak
onu dost edinenlere ve onu Allah’a
ortak koşanlaradır”[3].
O halde, nefsâni arzulara kapılarak,
şeytana uymamalıyız. Allah’a şirk koşmak,
ana-babaya âsi olmak, yalan söylemek, yalancı şahitlik yapmak, haksız yere adam öldürmek, sihir ve büyücülük yapmak, yetim
malı ve faiz yemek, savaştan kaçmak, iffetli
4
kıl. Muhakkak ki namaz, hayasızlıktan ve
kötülükten alıkoyar. Allah’ı anmak elbette (ibadetlerin) en büyüğüdür. Allah
yaptıklarınızı bilir”[7] emrine kulak vermeliyiz. Nefsâni duyguların esiri olmamak için
dua ve niyazla Allah’a sığınmalı, günaha
tahrik eden ortamlardan uzaklaşmalıyız.
Mahşer gününde mahcup bir duruma düşmemek için Yüce Allah’ın bizi görüp gözettiğini, her halimizden haberdar olduğunu,
asla unutmamalıyız. Günahlarımıza derhal
tevbe etmeli ve şimdiden O’nun eşsiz rahmet ve mağfiretine sığınmalıyız. Çünkü
Allah, samimi olarak tevebe eden kullarını
sever ve tevbelerini kabul buyurur.
KAYNAK:
[1] Mutaffifin, 83/14
[2] İbn Mace, Zühd,Bab: 29, II,1418, H.No: 4244
[3] Nahil, 16/99-l00
[4] Enam, 6/120
[5] Nisa, 4/31
[6] Rad, 13/24
[7] Ankebut, 29/45
Firhist’e Geri Dön
42
2002 HUTBELERİ
1
27 - Eylül
HUZUR KAYNAĞI DUA VE İBADET
Değerli Mü’minler!
Dua ve ibadet, bir Mü’minin aczini
ve ihtiyacını, saygıyla Rabbine arz etmesi
ve tazimle O’ndan yardım dilemesidir.
Rabbi ile kulu arasında en güçlü bağ ve en
değerli amel, dua ve ibadettir. Bunlar,
Allah’a kulluğun itirafı ve ispatıdır. Mânevî
dertlerin devası, gönüllerin sefasıdır. Duasız ve ibadetsiz gönüller ise, huzursuzdur
ve dinmez bir ızdırap içerisindedir. Gerçek
huzura, ancak O’na dua edip rahmet kapısını çalmak, O’nun izzet ve azameti karşısında secdeye kapanıp ibadet etmek ve
O’nu anmakla kavuşulur. Nitekim Yüce
Allah, Kuran’ı Hakim’de: “Bunlar, Allah’a
iman edenler ve gönülleri Allah’ın zikriyle sükunete erenlerdir. Bilesiniz ki,
kalpler ancak Allah’ı anmakla huzur
bulur”[1] buyurmaktadır.
3
rine O’nun duasını kabul ettik ve onu
kederden kurtardık. İşte biz Mü’minleri
böyle kurtarırız”[2] meâlindeki âyetiyle
bize bildirir. Demek ki sıkıntıyı, derdi veren
Allah, onun çaresini ve dermanını da verir.
Hatta her güçlük için bir kolaylık ihsan ettiğini, Kur’an’ı Kerim’de bize şöyle açıklar:
“Elbette zorluğun yanında bir kolaylık
vardır. Gerçekten, zorlukla beraber bir
kolaylık daha vardır”[3].
Sevgili Peygamberimiz de, müminlerin başına gelen sıkıntıların günahlara keffaret olduğunu bir hadis-i şeriflerinde şöyle
ifade eder: “Başına gelen hastalık, bitkinlik, hüzün ve diğer sıkıntılara karşılık
Yüce Allah, Mü’minin günahlarının bir
kısmını siler” [4]. Ayrıca musibet ve sıkıntı
anlarında müminlerin: “RBiz Allah’ın kullarıyız ve O’na döneceğiz...”[5] anlamındaki “İnna lillahi ve innâ ileyhi râciûn”
ayetini okumalarını, Sevgili, Peygamberimiz (s.a.v), tavsiye etmiştir.
Aziz Cemaat!
İbadet ve duadan uzak olan insanNot: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak
düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz.
2
Firhist’e Geri Dön
Muhterem Müslümanlar!
Bir insan olarak, çevremizde meydana gelen olaylardan etkilenebilir ve işlerimizin düzensiz gitmesinden de üzülüp
sıkılabiliriz. Ancak bu gibi üzüntü ve sıkıntıların geçici olduğunu bilmeli ve bütün hayatımızı sarsacak bunalıma ve strese
düşmemeliyiz. Bir mümin için strese veya
bunalıma girmek, asla doğru değildir.
Çünkü o, hayatın ağır yükleri altında acze
ve sıkıntıya düştüğünde, kendisine şah damarından daha yakın, onun en gizli sırlarını
bilen ve her şeye gücü yeten Yüce Allah’a
güvenir. O’na dua ve niyazda bulunur,
O’nun engin lütuf ve keremine sığınır.
O’ndan başka, sıkıntılara çare, dertlere
deva, hastalıklara şifa ihsan edenin olmadığını bilir. Çekilen sıkıntıları, ebedi mükafat vesilesi bir imtihan olarak değerlendirir
ve teselli bulur.
Kur’an-ı Kerim, büyük sıkıntılarla
karşılaşan ve Rabbine dua eden Hz.Yunus
(a.s.)’u bize örnek gösterir. Hz. Yunus’un
duasının kabul edildiğini de, “Bunun üze4
lar, daima bir arayış, bir boşluk içinde olurlar ve vicdani bir huzursuzluk duyarlar. Halbuki, Yüce Rabbimiz Kur’an-ı Kerîm’de,
“(Ey Resulüm!), De ki: (Kulluk ve) duanız olmasa, Rabbim size ne diye değer
versin?”[6]. “Bana dua edin, kabul edeyim. Çünkü bana ibadeti bırakıp büyüklük taslayanlar, aşağılanarak
cehenneme gireceklerdir”[7] buyurmaktadır. Öyleyse; gönüllere huzur, dertlere
deva, dertlilere şifa veren Yüce Allah’a her
derdimiz için dua etmeli, ibadetleri yerine
getirmeli ve elimizdeki nimetlere de şükretmeyi ihmal etmemeliyiz.
KAYNAK:
[1] Ra’d, 13/28
[2] Enbiyâ, 21/88.
[3] İnşirah, 94/5,6
[4] Müslim, Birr, bab: 14, III,1992, H.No:2573.
[5] Bakara, 2/156.
[6] Furkan, 25/77.
[7] Gafir, 40/60.
Firhist’e Geri Dön
43
2002 HUTBELERİ
1
04 - Ekim
CAMİ VE CEMAAT ŞUURU
Muhterem Cemaat!
Kur’an-Kerim’de, insanın Allah’a
iman ve ibadet etmek için yaratıldığı bildirilmektedir. Beş vakit namaz, ibadetler arasındaki önemi itibariyle imandan sonra ilk
sırada yer almaktadır. Beş vakit namaz, tek
başına ve cemaatle kılınabilmektedir. Peygamberimiz (s.a.v.), cemaatle kılınan namazın sevabının 27 kat daha fazla
olduğunu bildirerek, namazların cemaatle
kılınmasını tavsiye etmiştir. Camiler; ibadet
etme, Allah’ı anma, eğitim-öğretim, birlik ve
dirlik, huzur ve sükun mekanlarıdır. Bu itibarla dinimiz; camilere büyük önem vermiştir.
Yüce Rabbimiz, Kur’an-Kerim’de
şöyle buyurmaktadır: “Şüphesiz mescitler, Allah’ındır. O halde Allah ile birlikte
hiç kimseye kulluk etmeyin”[1]. “Ey Ade3
den biri de, yaydığı ilim, geride bıraktığı
iyi evlâd, miras olarak bıraktığı Mushaf-ı
şerîf, yaptırdığı mescit, yolcular için
inşa ettiği ev, akıttığı su, sağlığı yerinde
iken malından çıkardığı (verdiği) sadakadır. Bunlardan hangisini yapmış ise
öldükten sonra onun sevabı kendisine
ulaşır.”[4]
Aziz Mü’minler!
Hiç şüphe yok ki cami ve mescit
yapmaktan maksat, orada cemaatle ibadet
etmektir. Cami ve mescitler, aynı zamanda
insanlara helal ve haramın, güzel ahlakın,
doğruluk ve dürüstlüğün öğretildiği, sevgi
saygı ve kardeşlik ruhunun işlendiği mukaddes mekanlardır. Şehitlik ve gazilik
mertebesinin yüceliği, vatan savunmasının
önemi, iffet ve namusu korumanın onuru
gibi birçok dini ve milli şuurun insanlarımıza verildiği ilim ve irfan yuvalarıdır.
Hutbemi, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in
şu Hadis-i şerifiyle bitirmek istiyorum: “Bir
kişi, Allah’ın farzlarından birini eda
etmek üzere evinde güzelce temizlenir
Not: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak
düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz.
2
Firhist’e Geri Dön
moğulları! Her mescide gittiğinizde
güzel elbiselerinizi giyinin. Yiyin için
fakat israf etmeyin. Zira Allah israf
edenleri sevmez.”[2].
Değerli Mü’minler!
Ayet-i kerimelerden de anlaşılacağı
üzere, İslam’da camilerin önemli bir yeri
vardır. Allah’ın evi kabul edilen camiler, İslâm’ın alâmeti sayılmıştır. Camiler, bulunduğu yerin halkının Müslüman olduğunu
gösterir. Sevgili Peygamberimiz, yeryüzünde Allah’a en sevimli yerlerin camiler olduğunu bildirmiştir[3]. Öyle ise camilere
gelişigüzel değil, en güzel elbiseler giyilerek girilmelidir. Camileri kirletecek, havasını
bozacak ve cemaati rahatsız edecek davranışlardan sakınılmalıdır.
Camilerin inşasından tutun da temizliğine ve aydınlatılmasına kadar verilecek bütün hizmetler, övgüye değer
hizmetlerdir. Peygamber Efendimiz bir
hadis-i şeriflerinde söyle buyurmuşlardır:
“Bir mümine öldükten sonra amelinden
ve yaptığı iyiliklerinden ulaşacak şeyler4
ve camiye giderse, onun attığı adımlardan biri günahlarının silinmesine, diğeri
de onun derecesinin yükselmesine vesile olur”[5]. “Yüce Allah, sabah ve
akşam camiye giden kimsenin, her gidiş
ve gelişine cennette bir yer hazırlar”[6].
KAYNAK:
[1] Cin, 72/18
[2] A’raf, 7/31
[3] Müslim, Salât, 53
[4] İbn Mâce, Mukaddime, 20
[5] Riyazu’s-Salihin 2/380, No: 1058
[6] Riyazu’s-Salihin 2/379, No: 1057
Firhist’e Geri Dön
44
2002 HUTBELERİ
1
11 - Ekim
EBEDİYET YOLCUSUNU UĞURLARKEN
Muhterem Cemaat!
İslam Dini, insana saygıyı önemli bir
görev saymıştır. Müslümanları, bu konuda
dikkatli olmaya çağırmış, insanın hayatta
olanına da, ölenine de saygı gösterilmesini
istemiştir. Musallaya konulan ölü üzerine
Allah rızası için kılınan cenaze namazı, yapılan dua, aynı zamanda o din kardeşimize
gösterilen fiili bir saygının ifadesidir.
İnsanın ölüsü de saygıya layıktır.
Ölen bir Müslümanı yıkamak, kefenlemek,
cenaze namazını kılıp dua etmek ve kabrine kadar götürüp defin işlerini yapmak,
Müslümanlar için farz-ı kifayedir ve dostlar
için de manalı bir vefa borcudur. Sevgili
Peygamberimiz, “Ölülerinizi, iyilikleriyle
yâd edin, kötülüklerini dile getirmeyin”[1]
3
Cenaze ile ilgili dini görevler yapılırken, bilgisizlik yüzünden bazı bidat ve hurafeler karıştırıldığı görülmektedir.
Cenazenin başında yüksek sesle konuşulması, alkış tutulması, cenazeyi taşırken
slogan atılması, İslam’a uygun olmayan
faydasız ve gönülleri rahatsız eden anlamsız davranışlardır. Hatta cenazenin başında veya mezarlığa götürülürken yüksek
sesle tekbir getirilmesini bile, dinimiz hoş
karşılamamıştır.
Ayrıca Allah’a isyan anlamına gelebilecek şekilde dövünüp saç baş yolmak ve
yersiz sözler söylemek de doğru değildir.
Ancak, cenaze için kalben kederlenmek ve
göz yaşı dökerek ağlamak da bir günah
yoktur. Ölünün yakınlarına mümkün olduğunca teselli edici, rahatlatıcı sözler söylemek ve üzüntüsünün paylaşıldığını
göstermek bir taziyedir ve sünnettir. Ayrıca
taziye için, “Allah size sabırlar versin. Başınız sağ olsun! Allah geride kalanlara ömür
versin!” gibi teselli edici cümleler de söylenir.
Not: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak
düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz.
2
Firhist’e Geri Dön
buyurarak, ölmüşlerimizi hayırla anmamızı,
iyi yönlerini konuşmamızı tavsiye etmiştir.
Değerli Müslümanlar!
Bu dünya, her şeyi ile fanidir. Bâki
olan, yalnız Allah’tır. Her canlı mutlaka
ölümü tadacaktır. Doğum gibi, ölüm de Allah’ın değişmez bir kanunudur. Ölüm, yok
olup gitmek değil, yeni ve ebedi bir hayatın
başlangıcıdır. Dünya, ahiret hayatı için gereken hazırlıkları yapma yeridir. Bunun için
de, Allah’ın emirleri doğrultusunda hayatımızı sürdürmemiz gerekir. Çünkü dünya ve
âhirette bizi kurtaracak ve mutlu kılacak
olan, yalnız Allah’ın emirlerine uyup yasaklarından sakınmak ve O’nun rızasını kazanmaktır.
Aziz Müminler!
Cenazeyi teşyi etmek, yani cenazenin arkasından mezara kadar gitmek sünnettir ve büyük sevaptır. Cenaze namazını
kılanların ve cenazeyi takip edenlerin,
vakar içinde yürümeleri ve üzüntülü ortama
uygun düşecek şekilde davranmaları gerekir.
4
Hutbemi Âl-i İmran Sûresi’nin 133.
ayetinin mealiyle bitirmek istiyorum: “Rabbinizin bağışına ve genişliği göklerle yer
arası kadar olan ve muttakiler için hazırlanmış bulunan cennete koşun”[2].
KAYNAK:
[1] Tirmizî; Cenaiz, 34, H.No: 1019.
[2] Âl-i İmran, 3/133
Firhist’e Geri Dön
45
2002 HUTBELERİ
1
18 - Ekim
BERAT KANDİLİ
Aziz Cemaat!
20 Ekim Pazar’ı, Pazartesiye bağlayan gece, Berat Kandilidir. Sözlükte kurtuluş, suç ve cezanın affı ve arınma
anlamlarına gelen Berat, dinimizde günahlardan arınma, Allah’ın rahmetine ve affına
nail olma, kısaca Allah katında berat etme
ve temize çıkma demektir.
Yüce Allah, Al-i İmrân Suresinde:
“(Ey Muhammed) De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi
sevsin ve günahlarınızı bağışlasın.
Çünkü Allah çok bağışlayandır, çok
merhamet edendir”[1] buyurmuştur. Bu
ayet, her hususta Peygamber Efendimize
tabi olmamız gerektiği mesajını vermektedir. Bu İlâhî mesaj, Mübarek gecelerin ihya
edilmesini de içerir.
Kur’an-ı Kerim’de kendisini, Rah3
ğün gibisin”.[2]
Sevgili Peygamberimiz, bizim de bu
geceyi ibadetle geçirmemizi tavsiye etmiş
ve şöyle buyurmuşlardır: “Şaban ayının
15. gecesini ibadetle geçirin, gündüzünde de oruç tutun. Çünkü Yüce Allah,
bu gece güneş doğuncaya kadar dünya
semasına rahmetiyle tecelli eder ve
şafak sökene kadar: Tevbe eden yok
mu, affedeyim. Rızık isteyen yok mu,
rızık vereyim. Hastalığına şifa isteyen
yok mu, şifa vereyim. Daha ne gibi istekleri varsa istesinler, vereyim”[3] buyurur.
Muhterem Müslümanlar!
Böyle feyizli ve bereketli gecelerde
bir taraftan Yüce Rabbimize dua edip affımızı istemeli, diğer taraftan da anne ve babamızın hayır dualarını almaya, akraba,
komşu ve arkadaşlarımızın gönüllerini kazanmaya ve aramızdaki insanî ilişkileri
daha da güçlendirmeye çalışmalıyız. Ayrıca, aramızda dargınlık bulunan kardeşlerimizle, bu mübarek gecenin aydınlığında
Not: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak
düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz.
2
Firhist’e Geri Dön
man ve Rahim sıfatlarıyla tanıtan Yüce
Rabbimiz’in affı ve bağışı çok boldur. Kullarından O’na yönelip af ve mağfiret dileyenlerin dualarını kabul eder. Öyle ise, bu gibi
mübarek geceleri fırsat bilip tevbe ve istiğfar etmeliyiz.
Berat ve Kadir geceleri gibi mübarek
gün ve geceler, müslümanların Allah’a yöneldikleri, çeşitli ibadetlerle meşgul oldukları, hayır ve hasenat yaptıkları; dua, tevbe
ve istiğfar ile günahlarının bağışlanmasını
Yüce Allah’tan istedikleri bereketli ve feyizli
zamanlardır.
Değerli Müminler!
Hz. Aişe validemizin rivayetine göre,
Peygamber Efendimiz, Berat gecesini ibadetle geçirmiş ve kıldığı namazın secdesinde şöyle dua etmiştir: “Allah’ım!
Azabından affına, gazabından rızana sığınıyorum. Ya Rabbi! Senden yine Sana
sığınıyorum. Sen yücelerden yücesin,
Seni layık olduğun şekilde medh-ü sena
edemiyorum. Sana layık bir şükürle şükredemiyorum. Sen ancak kendini övdü4
barışalım, düşünce ve meşrep farklılığı gözetmeden onlarla kucaklaşalım ve kırılan
gönülleri onarmaya gayret edelim. Hiç
şüphe yok ki bu gayretler, Allah’ın rızasına
ermemize vesile olacağı gibi, birlik ve beraberliğin pekişmesine de önemli katkılar
sağlayacaktır.
Berat kandilinizi tebrik eder, sağlıkla
daha nice güzel günlere erişmemizi, Yüce
Allah’tan dilerim.
KAYNAK:
[1] Al-i İmrân, 3/31
[2] İbni Mace, C. 1, s. 444
[3] İbn Mâce, İkametü’s-Selah l9l,
H.No: l388 I/444; Tac, II, 107.
Firhist’e Geri Dön
46
2002 HUTBELERİ
1
25 - Ekim
CUMHURİYET BAYRAMI
Muhterem Cemaat!
Üzerinde yaşadığımız cennet vatanımız, atalarımızın bize en büyük emanetidir. Onlar, Anadolu coğrafyasını vatan
edinmek için ellerinden geleni yapmış, bu
uğurda mallarıyla canlarıyla savaşmış ve
asırlar boyu bu toprakları korumak için,
olağanüstü gayret göstermişlerdir. Ne var
ki, “su uyur düşman uyumaz” atasözünde
vurgulandığı gibi, Müslüman Türk Milletinin
düşmanları hiç uyumamış, hep sinsi emeller beslemiş, birinci dünya savaşında da
bize, yedi cepheden saldırmış ve hemen
anayurdumuzu paylaşmaya kalkışmışlardır.
3
konusunda onlarla müşavere et. Bir kerede karar verip azmettin mi, artık
Allah’a tevekkül et, (Ona dayanıp
güven). Şüphesiz Allah tevekkül edenleri sever”[1].
Hz. Peygamber’in, ashabın ve dört
büyük halifenin uygulamaları, hep istişare
ile olmuştur. İslam dininde, Allah’ın kesin
emir ve yasakları konusunda fikir yürütme
veya tartışma söz konusu olamaz. Ancak
dünya işlerinin düzene konması, vatan ve
millet için yararlı olanların belirlenmesi
maksadıyla istişarede bulunulması ve sonucunda da, çoğunluk görüşünün esas
alınması, İslam’a uygun bir davranıştır.
Cumhuriyet idaresi de bunu yapmaktadır.
Aziz Müslümanlar!
Cumhuriyeti kuran milli irade, insanların dînî inanç ve yaşayışlarında serbest
bırakılmasını, dünyevi işlerde ise, vatan ve
milletin yararına yönlendirilmesini ve düzenlenmesini amaçlamıştır.
Bize düşen görev, cumhuriyet ruhunu gayesinden saptırmadan, devletimizi
Not: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak
düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz.
2
Firhist’e Geri Dön
Her zaman olduğu gibi bu asil millet,
istiklâl ve hürriyetini, vatan ve mukaddesatını korumak için; Gazi Mustafa Kemal
ATATÜRK önderliğinde şahlanarak, her
türlü yokluğa ve olumsuzluğa rağmen,
büyük bir istiklal mücadelesi vererek, namusu saydığı vatanını, düşman işgâlinden
kurtarmıştır. Asırlardan beri hakim olduğu
Anadolu topraklarında, milli egemenliğini
aynen korumuş, Türkiye Cumhuriyeti
adıyla yeni bir devlet kurmuş ve 29 Ekim
1923 tarihinde de bunu, bütün dünyaya
ilân etmiştir.
Cumhuriyet, çoğunluk sistemine ve
milli iradeyi temsil etme esasına dayanan,
yaratılıştan insanlarda var olan çeşitli kabiliyetlerini ortaya koyabilmelerine, düşünce
ve inançlarını serbestçe ifade edip yaşamalarına imkân veren, istişareye dayalı bir
idare şeklidir
Değerli Müminler!
İslam dini, istişareye büyük önem
verir. Yüce Allah, bu konuda Hz. Peygamber (s.a.v.)’e ve bize, şöyle emreder: “İş
4
liyakatli ellerde yükseltmek, yüceltmek ve
bu mukaddes emaneti bizden sonraki nesillere, en iyi şekilde devretmek olmalıdır.
KAYNAK:
[1] Âl-i İmran, 3/159
Firhist’e Geri Dön
47
2002 HUTBELERİ
1
01 - Kasım
KUR’AN AYI RAMAZAN
Aziz Cemaat!
Manevi derecesi çok yüksek ve kazancı pek büyük olan Ramazan ayına girmiş bulunuyoruz, hepimize mübarek olsun!
Bu mübarek ayın geceleri de, gündüzleri de çok İyi değerlendirilmeli, elden
geldiğince ibadete, hayır ve hasenata ağırlık verilmelidir. Çünkü, çok kârlı bir uhrevî
kazanç mevsimidir. Sevgili peygamberimiz,
Ramazanın önemi hakkında şöyle buyurmuştur: “Kim inanarak ve mükafatını Allah’tan bekleyerek Ramazanın
gecelerini ihya ederse, onun geçmiş günahları bağışlanır”[1]. “Ramazanın evveli
3
kötü davet, zenginlerin çağrılıp; fakirlerin çağrılmadığı davettir”[3].
Muhterem Müslümanlar!
Bu ay bir başka yönüyle Kur’an ayıdır.Ramazan ayına kıymet veren olaylardan biri yüce kitabımız Kuran’ın bu ayda
Sevgili Peygamberimize indirilmeye başlanmasıdır. Nitekim Kur' an-ı Kerim'de:
“Ramazan ayı , insanlara yol gösterici,
doğrunun ve doğruyu eğriden ayırmanın açık delilleri olan Kur’an’ın indirildiği aydır.”[4] buyurulmaktadır.
Peygamberimiz (s.a.v.) ve ashabı Kur'an'ı
en çok bu ayda okurlar; cömertliği en çok
bu ayda gösterirler ve ibadeti en çok bu
ayda yaparlardı. Hele bu ayın son on gününe ulaşıldığında ise Sevgili Peygamberimiz, zamanının büyük kısmını ibadete
ayırırdı[5].
Öyleyse bizlerde, Ramazan ayında
camilerimizi olduğu gibi evlerimizi de
Kur'an tilavetiyle ihya edelim. Zira Sevgili
Peygamberimiz Kur’an okunmayan evi
kabristana benzetmiş ve şöyle buyurmuşNot: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak
düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz.
2
Firhist’e Geri Dön
rahmet, ortası mağfiret, sonu da cehennemden kurtuluştur. Her kim, bu ayda
idaresi altında bulunanların iş yükünü
hafifletirse, Allah onu mağfiret eder ve
cehennem azabından kurtarır”. “Ramazan ayı girdiği zaman cennetin kapıları
açılır, cehennemin kapıları kapanır ve
şeytanlar zincire vurulur”[2].
Bu ay sabır, iyilik ve güzellik ayıdır.
Müslümanın rızkının arttırıldığı bir aydır.
Her kim bu ayda oruçlu bir kimseye iftar ettirirse, günahlarının affına ve cehennemden kurtuluşuna vesile olur. Ayrıca ona iftar
edenin sevabı kadar sevap verilir ve İftar
eden oruçlunun sevabında da bir eksilme
olmaz. Bu iftarın mükellef sofralar ve ziyafetler şeklinde düzenlenmesi de şart değildir. Bir lokma ekmek,bir hurma veya bir
yudum su ile de olsa aynı sevabı alır. Yeter
ki ikramlar, Allah rızası için yapılmış olsun.
İftar davetlerinde lüks ve israftan kaçınılmalı ve bu davetlerde fakirlere de yer verilmelidir. Nitekim Peygamber efendimiz bu
konuda bizleri şöyle ikaz etmektedir: “En
4
tur: “Evlerinizi kabristana çevirmeyin!
İçerisinde Kuran okunan eve şeytan girmez”[6] Bununla birlikte Kuran’ın hikmeti ve
ayetlerinin anlamı üzerinde genişçe düşünelim.Çünkü O bizleri her türlü kötülüklerden koruyacak ve mutlu bir hayatın
yöntemini gösterecek ilahi bir rehberdir.
Alimlerin doyamadığı bilgi ve hikmet kaynağıdır. Kalplerimizi O’nun mesajının nuruyla nurlandıralım.Bu ayda yapacağımız
iyilikler ve ibadetlerle Allah’ın rızasını kazanarak kendimizi affettirme fırsatını kaçırmayalım.
KAYNAK:
[1] Nesai, İman, bab,22, V, 117
[2] Buhari, Savm, 5
[3] Müslim, Nikah, 110, II, 1053-4
[4] Bakara, 185
[5] Müslim, İ’tikaf, 7.
[6] Tirmizi, Fedail, bab, 2, V, 117
Firhist’e Geri Dön
48
2002 HUTBELERİ
1
08 - Kasım
ORUCUN HİKMETLERİ
Muhterem Müslümanlar!
Ramazan ayında oruç tutmak, İslam’ın beş temel esasından biridir. Oruç,
Allah’ın rızasını kazanmak için ibadet maksadıyla gün boyu yemekten, içmekten, cinsel ilişkiden uzak durmak suretiyle yerine
getirilen bir ibadettir. Her şeyin bir zekatı
olduğu gibi bedenin zekatı da oruçtur.
Oruç, Yüce Allah’ın bizlere ihsan ettiği sayısız nimetlere karşılık O’na şükranlarımızı
arz etmektir. Oruç sabrı geliştirir. Nefsi terbiye eder, günah işleme temayülünü önler;
insanı iyiliğe yönlendirir ve güzel ahlaka
ulaştırır. Bunun için Yüce Allah, gönderdiği
bütün dinlerde orucu farz kılmıştır. Kuran’ı
Hakimde şöyle açıklanmaktadır: “Ey iman
edenler! Allah’a karşı gelmekten sakınmanız için oruç, sizden evvelkilere farz
kılındığı gibi size de farz kılındı.”[1]
3
günahlardan uzaklaştırdığı gibi, gönüllerde
güzel duyguların yeşermesine de vesile
olur. Fitne, fesat, haset, dedikodu ve yalan
gibi kötü huylardan insanı uzaklaştırır, toplumda huzur ve güvenin yerleşmesini sağlar, Yapılan araştırmalar da Ramazan
ayında suç işleme oranının düşüş kaydettiğini göstermektedir. Bir Müslümanın, özellikle oruçlu iken günah işlemesi, orucun
ruhuna ve hikmetine aykırıdır. Bu hususta
sevgili Peygamberimiz şöyle buyurmuşlardır: “Her kim yalan, iftira gıybet ve kovuculuğu terk etmezse, Cenab-ı Hak o
kimsenin yemesini, içmesini bırakmasına değer vermez”[4]. Ayrıca oruç, fakirliğin ne kadar zor ve fakirlerin ne kadar
yardım ve şefkate muhtaç olduklarını insana hatırlatır. Yardımlaşma ve dayanışma
ruhumuzu canlandırarak yoksullara yardım
eli uzatmamızı sağlar.
Orucun, ruh ve beden sağlığı açısından bir çok yararının bulunduğunu da
unutmamalıyız. Nitekim Sevgili Peygamberimiz bu konuda şöyle buyurmaktadır:
Not: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak
düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz.
2
Firhist’e Geri Dön
Aziz Müminler!
Nefsin iyiliğe de kötülüğe de meyli
[2]
vardır. Eğer insan, ilahi emirlere kulak
verir ve o istikamette hareket ederse,
Allah’ın rızasına ulaşır. Eğer nefsanî arzularına göre bir yol tutarsa, o yol insanı sefahate ve günah bataklığına düşürür. Oruç,
nefsin süfli arzularına karşı bir kalkandır.
Sevgili Peygamberimiz, orucun bu hikmetine şöyle işaret etmiştir: “ Oruç bir kalkandır. Oruçlu kimse kötü söz
söylemesin! Kendisiyle tartışmak, kavga
etmek isteyene iki defa: ben oruçluyum
desin!. Hayatım elinde olan Allah’a
yemin ederim ki, oruçlunun ağız kokusu, Allah indinde misk kokusundan
daha hoştur. Cenabı Hak buyurmuştur
ki: Madem ki oruçlu kimse benim rızam
için, yemesini, içmesini, cinsi arzusunu
bırakmıştır. Onun sayısız ecrini ben veririm. Halbuki başka ibadetlerin hepsi on
misliyle ödenmektedir.” [3]
Muhterem Müminler!
Allah rızası için tutulan oruç, insanı
4
“Oruç tutunuz ki sağlıklı olasınız”[5]
KAYNAK:
[1] Bakara, 2/183
[2] Şems, 91/8
[3] Buhari, Savm 31, H.No: 919
[4] Buhari, Savm, 31, H.No:926
[5] Ahmet b.Hanbel, Müsned, II, 280
Firhist’e Geri Dön
49
2002 HUTBELERİ
1
15 - Kasım
YARDIMLAŞMANIN SOSYAL
HAYATTAKİ ÖNEMİ (Zekat ve Sadaka)
Muhterem Müslümanlar!
İslam’ın beş temel esasından biri de
Zekat’tır. Zekatı, dinen zengin sayılan kimseler verir. Kur’an’ı Kerimde 34 yerde namazla birlikte, 28 yerde ise müstakil olarak
zekata yer verilmesi bu ibadetin önemini
ortaya koymaktadır.
Zekatın bir çok hikmeti vardır. Zekat,
toplumun sosyal güvenlik şemsiyesidir.
Cimrilik hastalığını tedavi eder. Cömertlik
duygularını geliştirir. Hayır-hasenat kapılarını açar. Mülkiyeti emniyet altına alır. Gelir
dağılımındaki dengesizliğin giderilmesine
katkıda bulunur. Servet düşmanlığını azaltarak zengin fakir arasında köprü oluşturur
ve toplumda huzur ve birliği sağlar.
Değerli Müslümanlar!
Her zengin Müslüman’ın kazan3
yolunda harcayanların durumu, yüksek
yerdeki güzel bir bahçenin durumu gibidir ki bol yağmur alınca iki kat ürün
verir. Bol yağmur almasa bile çiseleme
bile yeter. Allah yaptıklarınızı hakkıyla
görendir.”[3] “Mallarını Allah yolunda
harcayanların durumu, yedi başak bitiren ve her başakta yüz tane bulunan bir
tohum gibidir. Allah dilediğine kat kat
verir.Allah lütfu geniş olandır, hakkıyla
bilendir.[4]
Muhterem Müslümanlar!
Zekatın, sadakanın ve diğer yardımların fakirleri incitmeyecek şekilde verilmesi
oldukça önemlidir. Riya ve gösteriş maksadıyla fakirin onurunu zedeleyecek tarzda
yapılan yardımlardan sevap elde edilemeyecektir.Nitekim Cenab-ı Hak Kuran’ı Kerimde bu hususa şöyle dikkatlerimizi
çekmektedir: “Mallarını Allah yolunda
harcayan, sonrada harcadıklarının peşinden (bunları) başa kakmayan ve
gönül incitmeyenlerin, Rableri katında
mükafatları vardır. Onlar için korku yokNot: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak
düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz.
2
Firhist’e Geri Dön
cında, fakirlerin hakkı vardır. Nitekim
Kur’an-ı Kerim de “Zenginlerin mallarında, yardım isteyen ve iffetinden dolayı isteyemeyip mahrum olanlar için bir
hak vardır.”[1] buyrulmaktadır. Zekat vermemek, fakirin hakkını gasbetmektir. Bu
ise kıyamet günü Allah’ın huzurunda büyük
bir vebali gerektirir. Peygamberimiz de zekatı verilmeyen malın kıyamet gününde zehirli bir yılan misali mal sahibinin boynuna
dolanacağını ifade etmektedir [2] Ayrıca
zekat ve sadaka, Mü’minlerin, Allah (cc)
sevgisini, mal ve servet sevgisinden daha
üstün tuttuklarının bir ifadesidir. Çünkü sadaka veya zekat veren kimse, verdiği şahıslardan hiçbir karşılık beklememektedir.
Bunu sadece ibadet kasdı ve Allah rızası
için yapmaktadır.
Nitekim rızası için harcayanlara
Yüce Allah, harcadıklarının kat kat fazlasını
dünya ve ahirette ihsan edecektir. Bu konuda Rab’bimiz şöyle buyurmaktadır: “Allah’ın rızasını kazanmak arzusuyla ve
kalben mutmain olarak mallarını Allah
4
tur. Onlar üzülmeyeceklerdir de.Güzel
bir söz ve bağışlama, peşinden gönül
kırma ile gelen bir sadakadan daha hayırlıdır. Allah her bakımdan sınırsız zengindir, halimdir” [5].
Muhterem Müminler!
Mal ve mülkün hakiki sahibi Allah’tır.
Bizler O’nun emanet olarak lütfettiği malın
ve mülkün geçici bekçileriyiz. Şeytanın,
zekat verdiğimiz takdirde fakir düşeceğimiz
vesvesesine kapılmadan zekatlarımızı verelim.Yüce Rabbimizin rızasını gözeterek
ve yoksul kimselerin onurunu incitmeden
yapacağımız yardımların sevaplarımızı çoğaltmanın yanında malımıza bereket, yuvalarımıza, huzur getireceğini unutmayalım.
KAYNAK:
[1] Zariyat, 51/19.
[2] Buhari, Zekat, 3
[3] Bakara, 2/265
[4] Bakara, 2/261
[5] Bakara, 2/262-263
Firhist’e Geri Dön
50
2002 HUTBELERİ
1
22 - Kasım
TEVBE
Muhterem Müslümanlar!
Tevbe; kulun günahını ve hatasını terk
edip, dua ve niyaz ile Rab’binden bağışlanma dileyip O’na dönmesi, Cenab_ı
Hak’kın da kuluna af ve mağfiretle mukabelede bulunmasıdır. Günahlar, Rab’bimizle
aramızdaki sevgi bağını zayıflatır; O’nun ihsanına ve rahmetine perde olur. Manevi kişiliğimizi zedeler, gönül dünyamızı karartır. Bu
bakımdan tevbe, Allah ile sevgi bağlarımızı
yeniden tesis eder, günah ile zedelenen
gönül dünyamızı onarır.
Aziz Müminler!
Yüce Allah’ın kuluna tevbe etme fırsatı
bahşetmesi O’nun sonsuz rahmetinin bir ifade3
etmiş ve Yüce Allah’ın kulunu bağışlamak için
daima rahmet ve mağfiret kapılarını açtığını bir
hadis-i şerifinde şöyle ifade etmiştir: “Aziz ve
Celil olan Allah, gündüz günah işleyenlerin
tevbesini kabul etmek için gece, gece
günah işleyenlerin tevbesini kabul etmek
için de gündüz kulun tevbe etmesini bekler,
bu durum kıyamete kadar devam eder”[3].
Ayrıca Sevgili peygamberimiz kendisinin de
Yüce Allah’a günde en az yüz kere tevbe ve
istiğfarda bulunduğunu ve bizlerin de tevbe etmemiz gerektiğini şöyle vurgulamıştır: “Ey insanlar! Allah'a tevbe ve istiğfar ediniz, ben
günde yüz kere tevbe ediyorum.”[4]
Değerli Mü’minler!
Tevbe etmenin bir takım şartları bulunmaktadır: Bunlar günahın bir an evvel bırakılması, işlenen günaha pişmanlık
duyulması, bir daha günah işlenmeyeceğine
kesin olarak karar verilmesi ve işlenen günah
eğer kul hakkı ile ilgili ise mutlaka hak sahibi
ile helalleşilmesidir. Zira Yüce Allah, kul haklarına çok önem vermektedir. Bu hususta
Sevgili Peygamberimiz: “Kimin yanında,
kardeşinin yenmiş bir hakkı var ise hakkı
Not: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak
düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz.
2
Firhist’e Geri Dön
sidir. Çünkü kullarının işledikleri günahlar yüzünden onları hemen cezalandırmamakta, bağışlanma dilemeleri için mühlet vermekte ve
rahmet kapısını günün her anında açık tutmaktadır. Yüce Allah’ın bir ismi de “Tevvab”(çok bağışlayan) dır. Cenab- Hak, tevbe kapısını
daima açık tutar. Kulların bağışlanmak için her
yönelişlerinde onlara rahmet ve mağfiretiyle
karşılık verir, onların günahlarından dolayı samimi tevbe etmelerinden hoşnut olur. Yüce kitabımız bir çok ayetinde bizleri tövbeye davet
etmekte ve tevbe edenleri bağışlayıp cennetine
koyacağını Cenab-ı Hak Tahrim suresi 8.ayette
şöyle açıklamaktadır: “Ey iman edenler! Allah’a içtenlikle tövbe edin. Belki Rabbiniz
sizin günahlarınızı örter ve peygamberi ve
onunla birlikte iman edenleri utandırmayacağı günde, Allah sizi, içlerinden ırmaklar
akan cennetlere sokar. Onların nurları önlerinden ve sağlarından aydınlatır, gider. “Ey
Rabbimiz! Nurumuzu bizim için tamamla,
bizi bağışla; çünkü senin her şeye hakkıyla
gücün yeter” derler.”[1]
Sevgili Peygamberimiz de günahkarların en iyisinin tevbekarlar olduğunu,[2] ifade
4
yiyenin iyiliklerinden alınıp kardeşine verileceği gün gelmezden evvel daha şimdiden helallik dilesin”[5] buyurmuştur.Tevbe
etmede acele edilmelidir. Çünkü ölümün ne
zaman geleceği bilinmemektedir. Ayrıca ölüm
anında yapılan tevbeler makbul değildir. [6]
Muhterem Cemaat!
Fırsatı kaçırmadan günahları terk ederek samimiyetle tevbe edelim. Salih amellere,
iyi, güzel ve hayırlı işlere devam edelim.Ulaştığımız mübarek gün ve geceleri, Ramazanı
şerif-i fırsat bilelim. Zira Yüce Allah içten yapılan tevbeleri kabul eder,bundan hoşnut olur
ve günahları sevaba dönüştürür. Nitekim
Cenab-ı Hak şöyle buyurmaktadır: “ Ancak
tövbe edip de inanan ve salih amel işleyenler başka. Allah işte nların günahlarını
sevaplara çevirir. Allah çok bağışlayandır,
engin merhamet sahibidir.”[7]
KAYNAK:
[1] Tahrim, 66/8
[2] Tirmizi, Kıyamet, 50, H.No:2501
[3] Müslim, Tevbe, 32, H.No:2760
[4] Buhari, 11/85; Müslim, H.No:2702
[5] Buhari, Mezalim, 10; Ahmet,b.Hanbel, Müsned; II, 506
[6] Nisa,4/18
[7] Furkan25/70
Firhist’e Geri Dön
51
2002 HUTBELERİ
1
29 - Kasım
KADİR GECESİ
Aziz Mü’minler!
Rahmet ve mağfiret ayı olan Ramazan’ın son günlerine ulaşmakta ve bir Kadir
Gecesini daha idrak etmekteyiz. Önümüzdeki Pazar’ı Pazartesi’ne bağlayan gece
mübarek Kadir Gecesidir.
Kadir Gecesi; beşer tarihinin en
önemli hadisesi olan Kur’an-ı Kerim’in inmeye başladığı ve Yüce Allah’ın, hakkında
müstakil bir sure gönderdiği müstesnâ bir
gecedir. Aynı adı taşıyan sûrede Cenâb-ı
Hak şöyle buyurmaktadır: “Doğrusu, biz
Kur’an’ı Kadir Gecesi’nde indirdik.
Kadir Gecesi’nin ne olduğunu sen ne bileceksin! Kadir Gecesi bin aydan daha
hayırlıdır. Melekler ve Cebrail O gece,
Rablerinin izniyle her türlü iş için iner
de iner. O gece, tan yerinin ağarmasına
kadar süren bir esenliktir.” [1]
3
zin, ruhumuz üzerindeki tesirlerini yakından hissedebilmek, yeni manevi hamlelere
ve nefsi mücadelelere hazırlanmak için, bu
gece büyük bir fırsattır. Bu nedenle manen
bin aydan daha hayırlı olduğu müjdelenen,
dolayısıyla, yaklaşık 80 küsur yıllık bir
insan ömrüne bedel olan bu geceden gerektiği şekilde istifade etmeliyiz. Geçmiş
hata, kusur ve günahlarımızdan pişmanlık
duyarak bunları bir daha işlememeye söz
vermeli, söz ve fiillerimizin Kur’an ve Sünnet’e uygun olup olmadığının muhasebesini yapmalıyız. Dargınlık, kırgınlık, kin ve
nefretin yerine sevgiyi, saygıyı, hoşgörüyü,
dostluk ve kardeşliği hâkim kılmalıyız. Yetimlerin, kimsesizlerin, fakir ve muhtaçların
yüzünü güldürmeli, onlara yardım elimizi
uzatmalıyız.
Hepinizin kadir gecesini kutluyor,
hayırlara vesile olmasını Cenâb-ı Hak’tan
diliyorum.
KAYNAK:
[1] Kadir, 1-5
[2] Buhari,Fadlu Leyleti’l-Kadr,1
[3] Tirmizi, Deavat, bab, 85,V,534, H.No:3513
Not: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak
düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz.
2
Firhist’e Geri Dön
Sevgili Peygamberimiz bu gece ile
ilgili olarak : “...Kim kıymet ve büyüklüğüne inanarak ve Yüce Allah’tan sevap
bekleyerek Kadir Gecesi’ni ihya ederse
onun geçmiş günahları affedilir”[2] buyurmuş, eşi Hz. Aişe’ye bu gece de “Ey Allahım ! Sen affedicisin, affetmeyi
seversin, beni de affet” [3] diye dua etmesini tavsiye etmişlerdir.
Muhterem Müslümanlar!
Kadir Gecesi’nde inmeye başlayan
Kuran’ı Kerim, İnsanın dünya ve ahiret
mutluluğunu sağlamayı hedefler. Aklımızı,
gönül dünyamızı aydınlatır, manevî varlığımızı karartan her türlü kötülük ve olumsuzluktan bizleri arındırır. Ahlâkî değerlere
yöneltir, huzurlu bir ruh yapısına ulaştırır.
Kur’an’ın öngördüğü ilke ve prensiplerin
özünde; aydınlık bir ruh, huzur dolu bir
kalp, sevgi, saygı, hoşgörü, kardeşlik, dayanışma, adalet, dostluk, ilim, irfan, ahlâk
ve erdemlilik vardır.
Aziz Kardeşlerim!
Ramazan Ayı’nın manevi ikliminde
bir ay süren feyizli ve yoğun ibadetlerimi4
Firhist’e Geri Dön
52
2002 HUTBELERİ
1
05 - Kasım
RAMAZAN BAYRAMIYLA GELEN
SEVGİ VE KARDEŞLİK
Muhterem Mü’minler!
Cenab-ı Allah’a şükürler olsun ki,
Ramazan Bayramı’na sevinç ve huzur içerisinde kavuşmuş bulunuyoruz. Bir ay boyunca yoğun bir ibadet mevsimini yaşamış
olmanın vermiş olduğu mutluluğu yaşamaktayız. Yüce Allah: “Nefsini arındıran
ve Rabbinin adını anıp namaz kılan
kimse mutlaka kurtuluşa erer”[1] buyurmaktadır.
Aziz Mü’minler!
Birlik, beraberlik, kardeşlik ve sevinç
günü olan bayram günlerinde, büyüklerimizi ziyaret edip, bayramlarını tebrik etmek
suretiyle onları memnun etmeli ve dualarını
almalıyız. Yakınlarımız, akrabalarımız ve
komşularımızla bayramlaşmalıyız. Zira bir3
din kardeşimizle küs durmak doğru değildir. Aramızdaki kin, haset ve husumet duygularını bırakarak sevgi, saygı ve
bağışlamayı tercih edelim. Yalan, gurur,
kibir gibi manevî hastalıklardan uzak duralım. Namazlarımızı ihmal etmeden zamanında kılmaya devam edelim. Ramazan
ayında kazandığımız güzel hasletlerimizi
Ramazandan sonra da devam ettirelim ve
fitrelerimizi henüz verememişsek bir an
evvel fakirlere ulaştıralım.
Bu duygularla Ramazan Bayramınızı tebrik ediyor, ülkemiz, milletimiz ve
İslâm âlemi için hayır ve bereketlere vesile
olmasını diliyorum.
2
Firhist’e Geri Dön
birini Allah rızası için ziyaret edenler Yüce
Allah’ın sevgisine ve affına nail olur, ömür
ve rızıkları artar. Bu hususta Sevgili Peygamberimiz şöyle buyurmaktadır: “Kim
ömrünün uzamasını ve rızkının artmasını isterse Yüce Allah’tan korksun ve
yakınlarını ziyaret etsin ve onları gözetsin”[2]
Bilhassa bugünleri önemli bir vesile
kılarak fakir, yetim ve kimsesizleri gözetmeli, onların da Bayram sevincini yaşamalarına vesile olmalıyız. Bu hususta
Peygamberimiz (s.a.v.) bir hadislerinde
şöyle buyuruyorlar: “Fukarayı arayın,
görüp gözetin. Siz ancak, fakirleriniz sayesinde yardım görür ve rızıklanırsınız.”[3] Bir diğer hadislerinde ise şehâdet
parmağıyla işaret parmağını birleştirerek:
“Ben ve yetimin işlerini görüp gözeten
kimse, Cennette böylece beraber bulanacağız”[4] buyurmaktadırlar.
Aziz Müslümanlar!
Bayram vesilesiyle dargınlık ve kırgınlıklara son verelim. Zira üç günden fazla
4
KAYNAK:
[1] Â’lâ, 87/14-15
[2] Buhari, Buyu’, 34
[3] Riyazu’s-Salihin, I, 314
[4]Riyazu’s-Salihin, I, 308
Not: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak
düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz.
Firhist’e Geri Dön
53
2002 HUTBELERİ
1
06 - Kasım
KAZANDIKLARIMIZI DEVAM ETTİRELİM
Muhterem Müslümanlar!
Rahmet ayı Ramazan-ı Şerif’in sonuna gelmiş bulunmaktayız. Bu manevî
feyz ve bereket mevsiminde ilâhî emre
uyarak oruçlarımızı tuttuk. Nefislerimizin
kötü arzularını frenledik. Gurur ve kibrimizi
yendik. Zekât, fitre ve sadakalarımızı muhtaç kimselere vererek hayır dualarını aldık.
Teravih namazımızı kıldık. Kur’an okuduk.
Küskünleri barıştırdık. Dost ve akrabalarımızla aramızdaki kırgınlıklarımızı gidererek
birlik ve beraberliğimizi pekiştirdik. Duaların
geri çevrilmediği iftar ve sahur vakitlerinde
Yüce Rabbimize niyazlarda bulunduk.
Günah ve hatalarımızdan tevbe ettik,
Allah’ın engin rahmetine sığınarak af ve
mağfiret diledik, Rabbimize karşı kulluk va3
maddî ihtiyaçları karşılanmıyor ise, haftada
bir Cuma namazı kılmak veya yılda sadece
Ramazan ayında ibadet etmekle manevî
ihtiyaçlar da karşılanmış olmaz.
Dolayısıyla Ramazan ayında kazandığımız bir takım iyi huylar ve güzel amelleri hayatımız boyunca devam ettirmeliyiz.
Zira ömrün en hayırlısı, ibadetlere sabır
göstererek Yüce Allah’ın rızası doğrultusunda sürdürülenidir. Kadın erkek tüm
mü’minler büluğ çağından son nefesine
kadar Yüce Allah’a ibadet etmekle yükümlüdürler. Nitekim Cenab-ı Hakk’ın “Ölüm
sana gelinceye kadar Rabbine ibadet
et”[1] emri bunu ifade etmektedir. Allah
Teâlâ Haşr sûresinin 18. ayetinde: “Ey
iman edenler! Allah’a karşı gelmekten
sakının ve herkes, yarın için önceden ne
göndermiş olduğuna baksın. Allah’a
karşı gelmekten sakının. Şüphesiz
Allah, yaptıklarınızdan haberdardır”[2]
buyurarak emirlerini yerine getirmede ve
yasaklarından sakınmada dikkatli olmamızı
ve kıyamet günü için hazırlıklar yapmamızı,
Not: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak
düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz.
2
Firhist’e Geri Dön
zifelerimizi yerine getirmeye çalıştık.
Aziz Cemaat!
Yüce Allah’a karşı kulluk sorumluluğumuz sadece Ramazan ayına mahsus
değildir. Dinimizin emir ve yasakları mevsimlere göre değişen, şekillenen, mevsimi
geçince çıkarılıp bir kenara bırakılan elbiseler gibi de değildir. Bunun için Ramazan
ayı boyunca aksatmadan yerine getirdiğimiz ibadetlerimizi devam ettirmeliyiz. Terk
ettiğimiz kötü alışkanlıklara, günahlara tekrar geri dönmemeliyiz. Ramazan-ı Şerif’e
gösterdiğimiz saygıdan dolayı birtakım kötü
alışkanlıkların terk edilmesi ne kadar sevindirici ise, Ramazan bitince günahlara ve
kötülüklere tekrar dönülmesi de o kadar
üzücü ve düşündürücüdür.
Aziz Mü’minler!
Bilindiği gibi insanın maddî ve manevî ihtiyaçları vardır. Vücudumuz maddî gıdalarla beslendiği gibi ruhumuzun da
manevî gıda olan ibadetlerle devamlı beslenmelidir. Nasıl haftada bir defa veya yılda
sadece bir ay yiyip içmek suretiyle bedenin
4
bunun için de nefislerimizi her an kontrol
altında tutmamızı hatırlatmaktadır. Şüphesiz nefislerini kontrol altında tutan, Yüce Allah’a ve topluma karşı sorumluluklarını
yerine getiren müminler, ahiret yurdunda
kârlı çıkacaklardır.
Hutbemi Sevgili Peygamberimizin
bir hadis-i şerifi ile bitiriyorum: “Allah katında amellerin en güzeli, az da olsa devamlı olanıdır.”[3]
Bizleri, daha nice Ramazanlara sıhhat, afiyet ve gönül huzuru ile ulaştırmasını
Cenâb-ı Hak’tan niyaz ediyorum.
KAYNAK:
[1] Hicr, 15/99
[2] Haşr, 59/18
[3] Müslim, Fezâil,75
Firhist’e Geri Dön
54
2002 HUTBELERİ
1
13 - Kasım
İSLAM’IN ENGELLİLERE BAKIŞI
Muhterem Müslümanlar!
Yüce Allah, varlıklar içerisinde insanı
mükerrem ve şerefli bir konumda yaratmıştır. Bu bakımdan insan, saygı ve hürmete layıktır. İnsanı insan yapan özelliklerin dışında
kalan nitelikler, dinimize göre bir üstünlük
sebebi değildir. Zira Sevgili Peygamberimiz
(s.a.v): “Allah sizin suretinize ve mallarınıza değil, kalplerinize ve amellerinize
bakar.”[1] buyurmuşlardır. Buna göre esas
olan ruhun, kişiliğin, kalbin ve davranışların
olgunluğu ve gelişmişliğidir.
İnsan bedeninin bazı fonksiyonlarını
yitirmiş olması, yani engelli olmak, insan için
bir kusur sayılmaz. İnsanları fiziki durumlarına göre değerlendirmek veya ayıplamak,
dinimizce günah sayılmıştır. Nitekim bu konuda Peygamberimiz (s.a.v.); “Bir kimsenin
mü’min kardeşini (herhangi bir kusuru
veya fizikî engeli sebebiyle) küçümse3
engeller, hastalıklar ve felaketlerle de karşılaşabiliriz. Ancak başımıza gelen felaketleri,
hastalıkları sabırla karşılamalı, isyan etmemeliyiz. Unutmayalım ki, karşılaştığımız felaket, hastalık ve engeller, geçmiş günahların
keffareti, gelecek mükafatların da habercisidirler.
Özürlü kardeşlerimizin toplum hayatına katkıda bulunmaları için, yeteneklerini
geliştirmek üzere onlara uygun mekanlar hazırlanması, eğitim imkanı sağlanması, yapabilecekleri işlerin verilmesi, insani ve islâmi
görevlerimizdendir. Peygamber Efendimiz
(s.a.v.)’in, felaket, hastalık ve özür durumlarında Müslümanların dayanışma içerisinde
olmasını vurgulayan bir hadisi ile hutbemi bitiriyorum: “Merhamet, sevgi ve birbirine
destek olmada mü’minler, bir beden gibidir. O bedenin bir uzvu hastalanınca vücudun diğer organları, hasta uzvun
elemini paylaşırlar.”3
2
Firhist’e Geri Dön
mesi günah olarak ona yeter.”2 buyurmuştur.
Her insan, farklı bir yetenek ve değişik bir yapıda yaratılmıştır. Yüce Yaratıcı,
böyle takdir etmiştir. Hiç kimsenin buna itiraz
etmeye hakkı yoktur. Çünkü Yüce Allah, yoktan var ettiği her şeyi kendi hikmet ve takdirine göre yaratır. Fiziki engellilere destek
olmak, dinimizin emrettiği bir görevdir. Yüce
Allah, insanoğlunu gücünün yettiği işlerle sorumlu tutmuştur. Bunun için, özürlülerle ilgili
özel hükümler koymuş, inananların her konuda birbirleriyle dayanışma içerisinde bulunmalarını emretmiştir. Peygamberimiz
(s.a.v.) de engellilerle ilgilenmiş, onların yeteneklerini değerlendirmiş ve onlara yapabilecekleri çeşitli görevler vermiştir.
Ashabından görme engelli Abdullah ibn
Ümm-i Mektum’u kendileri Medine dışına
çıktığı günlerde yerine vekil bırakmış olmasını bir örnek olarak hatırlatabiliriz.
Aziz Müslümanlar!
Hayatta sevineceğimiz ve huzur duyacağımız olaylarla karşılaştığımız gibi;
bazen de bizleri üzen, hoşumuza gitmeyen
4
KAYNAK:
[1] Tergib, 1/55
2 Müslim, Birr, 32.
3 Tecrid-i Sarih, 12/128
Not: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak
düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz.
Firhist’e Geri Dön
55
2002 HUTBELERİ
1
20 - Kasım
KÂİNATTAKİ İLAHİ DENGEYİ KORUYALIM
Muhterem Müslümanlar!
Allah Teâlâ insanı yaratmış ve ona
belli bir ömür takdir etmiş, insanın sağlıklı,
mutlu ve huzurlu yaşaması için de gerekli
ortamı varetmiş, pek çok imkânı onun istifadesine sunmuştur. Dünyada nasıl yaşanacağını ise ilahî mesajlarla bildirmiştir.
Gökleri, güneş, ay ve yıldızlarla; yeryüzünü de bağlar, bahçeler, ağaçlar, ekinler ve çeşitli hayvan türleriyle süsleyen
Yüce Allah’tır. Yeryüzünde suları akıtan,
gökleri direksiz tutan, yağmurları yağdıran,
gece ve gündüzü yaratan yine Allah’tır.
Kâinat bütün zenginliği ve canlılığıyla Allah
Teâlâ’nın eseri, varlığının, birliğinin işareti
ve belgesidir.
Bu hususu Cenab-ı Hak Kur’an-ı
Kerim’de şöyle açıklamaktadır: “Şüphesiz
göklerin ve yerin yaratılmasında, gece
3
üstünlükler, onun bu güzellikleri ve kaynakları sorumsuz bir biçimde tahrip etmesini
ve tüketmesini değil, büyük bir sorumlulukla hareket etmesini gerektirmektedir. Bu
konuda Yüce Allah, Âraf sûresinin 31. ayetinde: “Yiyiniz içiniz fakat israf etmeyiniz. Çünkü Allah israf edenleri sevmez”
buyurduğu gibi, bir başka âyet-i kerimede
de: “O gün nimetlerden mutlaka hesaba
çekileceksiniz”[3] ifadesiyle insanları uyarmaktadır.
Aziz Müminler!
Yaşadığımız çevrenin dengesini korumak hususunda sorumluluk bilinciyle
davranmalı ve birbirimizi uyarmalıyız. Böylece hem kendimizi hem de bizden sonraki
nesillerimizi tehlikeden korumuş oluruz.
2
Firhist’e Geri Dön
ile gündüzün birbiri ardınca gelmesinde,
insanlara fayda veren şeylerle yüklü olarak denizde yüzüp giden gemilerde, Allah'ın gökten indirip de ölü haldeki
toprağı canlandırdığı suda, yeryüzünde
her çeşit canlıyı yaymasında, rüzgârları
ve yer ile gök arasında emre hazır bekleyen bulutları yönlendirmesinde düşünen bir toplum için (Allah'ın varlığını ve
birliğini ispatlayan) birçok deliller vardır.”[1]
Muhterem Müslümanlar!
Yüce Allah, her şeyi bir plan ve belirli bir ölçüde yaratmıştır. Nitekim Kur’an-ı
Kerim’de: “Biz her şeyi bir ölçüde yarattık”[2] buyurulmaktadır.
İçinde yaşadığımız çevre ve yeryüzü
insana emanet olarak verilmiştir. Yüce Allah’ın kitabı olan Kur’an’ın getirdiği kural ve
prensiplere uymaya çalıştığımız gibi, kâinat
kitabına da saygı ve ibretle bakmalıyız.
Dünyamızın yer altı ve yerüstü kaynaklarından istifade ederken kesinlikle israf etmemeliyiz. İnsanın sahip olduğu özellik ve
4
KAYNAK:
[1] Bakara, 2/164
[2] Kamer, 54/49
[3] Tekâsür, 102/8
Not: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak
düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz.
Firhist’e Geri Dön
56
2002 HUTBELERİ
1
27 - Kasım
TOPLUMU KİRLETEN GÜNAH:
RİYAKÂRLIK
Muhterem Müslümanlar!
Yüce Allah insana sayısız nimetler
vermiş, ondan kendisini tanıyıp ibadet etmesini, ilâhî emir ve yasaklarına uymasını,
bütün bunları yalnız kendi rızası için yapmasını istemiştir. Nitekim Mü’min sûresinin
65. ayetinde meâlen şöyle buyurulmaktadır: “O diridir. O’ndan başka hiçbir ilah
yoktur. O halde sadece Allah’a itaat ederek (samimi olarak) O’na ibadet edin.
Hamd alemlerin rabbine mahsustur.”[1]
Riya; iş, söz ve davranışlarda gösterişte bulunmak; bir iyiliği veya salih bir
ameli Allah'ın rızasını kazanmak niyetiyle
değil, insanların beğenisi için yapmaktır.
Özellikle maddî ve manevî çıkarlar elde
etmek için, yüce dinimiz İslam’ın aracı kılınması, insanın Allah katındaki kıymetini
3
İbadetlerimizi ve işlerimizi eksiksiz
yerine getirme gayreti içinde olmalı, gösterişten uzak, ihlaslı ve samimi duygularla
hareket etmeliyiz. Amellerimizin sevabını
gösteriş ve riya ile kaybetmemeliyiz. Yüce
Allah’ın rızasını, insanların övgüsüne tercih
etmeyi hayat prensibi haline getirmeliyiz.
Hutbemi Bakara suresinin 264. ayetinin mealiyle tamamlıyorum. Yüce Allah
buyuruyor ki: “Ey iman edenler! Allah’a
ve ahiret gününe inanmadığı halde insanlara gösteriş olsun diye malını harcayan kimse gibi, sadakalarınızı başa
kakmak ve gönül kırmak suretiyle boşa
çıkarmayın. Böylesinin durumu, üzerinde biraz toprak bulunan ve maruz kaldığı şiddetli yağmurun kendisini çıplak
bıraktığı bir kayanın durumu gibidir.
Onlar kazandıklarından hiçbir şey elde
edemezler. Allah kâfirler topluluğunu hidayete erdirmez.”[3]
KAYNAK:
[1] Mümin,40/65
[2] Müslim, Zühd, 38
[3] Bakara, 2/264
Not: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak
düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz.
2
Firhist’e Geri Dön
yok ettiği gibi toplum içerisindeki itibarını
da zedeler. Zira Yüce Allah’a karşı samimi
olmayan, insânî ilişkilerde de samimiyet
gösteremez. Kişinin söz ve davranışlarındaki samimiyetsizlikleri, diğer insanlar tarafından kısa zamanda anlaşılır. Neticede bu
kişilere kimse güvenmez. Bununla birlikte
riya, ibadetin özünü bozar, sevabını giderir,
ortada yalnız ibadetin şekli kalır. Bunun için
kul, ibadet esnasında riyadan, gösterişten
uzak kalmalı, ibadetlerini sırf Yüce Allah’ın
rızası için yapmalıdır.
Bu konuda Sevgili Peygamberimiz
(s.a.v.) bir hadisi şeriflerinde şöyle buyurmaktadır: “Her kim işlediği bir hayrı,
menfaat umarak halka duyurursa, Allah
da onun gizli işlerini duyurur. Yine her
kim işlediği bir hayrı gösteriş için yaparsa Allah da onun riyakârlığını ortaya
çıkarır.”[2]
Aziz Mü’minler!
Riya bahane edilerek ibadet terk edilmemeli, kesin bilinmedikçe de başkaları riyâkarlıkla suçlanmamalıdır. Riya kalbe ait bir
durumdur. Kalplerde olanı ise ancak Allah bilir.
4
Firhist’e Geri Dön
57
Download
Study collections