2002 HUTBE ARŞİVİ Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden Alınarak Düzenlenmiştir. 04 Ocak - İsraf 11 Ocak - Hac 18 Ocak - İslamın İnsana Bakışı 25 Ocak - Milli ve Dini Değerlerimiz FİRHİST 01 Şubat - Doğal Hayatı Korumak 08 Şubat - Fal ve Falcılık 15 Şubat - Haya 22 Şubat - Kurban Bayramı 22 Şubat - Kurban Kesmenin Sosyal Hayattaki Önemi 29 Şubat - Depremden Korunmak 01 Mart - Sarhoşluk Veren Maddeler Haramdır 08 Mart - İslamda Kul Hakkı ve Çalışanların Sosyal Güvenliği 15 Mart - Hicret 22 Mart - Yaşlılara Saygı 29 Mart - İslamın Engellilere Bakışı 05 Nisan - Kabir Ziyareti ve Mezarlıkların Korunması 12 Nisan - Evlilik Büyük Bir Nimettir 19 Nisan - Gençliğin Önemi 26 Nisan - İslamda Çalışma 03 Mayıs - Allaha Hamd ve Şükür 10 Mayıs - Namazın Önemi 17 Mayıs - Ahiret Hayatına Hazırlık 24 Mayıs - Hz Peygamber Sevgisi 31 Mayıs - İstanbulun Fethi 07 Haziran - İbadet Eden Mutlu Olur 14 Haziran - Güzel Ahlak 21 Haziran - Dili Muhafaza Etmek 28 Haziran - Çocuklarımızla İlgilenelim 05 Temmuz - Yalanın Fert ve Topluma Zararları 12 Temmuz - Cennet ve Cennetliklerin Özellikleri 19 Temmuz - Gençliği Tehdit Eden Zararlı Alışkanlıklar ve Akımlar 26 Temmuz - İslamda Hoşgörü 1 2 02 Ağustos - Sigara ve Zararları 09 Ağustos - Misyonerlik Faaliyetlerine Dikkat Edelim 16 Ağustos - Cami ve Cemaatin Önemi 23 Ağustos - Evlilik Müessesesi ve Ailenin Korunması 30 Ağustos - 30 Ağustos Zafer Bayramı 06 Eylül - Üç Aylar ve Regaib Kandili 13 Eylül - Müslüman güvenilir İnsandır 20 Eylül - Günahlardan Sakınmalıyız 27 Eylül - Huzur Kaynağı Dua ve İbadet 04 Ekim - Cami ve Cemaat Şuuru 11 Ekim - Ebediyet Yolcusunu Uğurlarken 18 Ekim - Berat Kandili 25 Ekim - Cumhuriyet Bayramı 01 Kasım - Kuran Ayı Ramazan 08 Kasım - Orucun Hikmetleri 15 Kasım - Yardımlaşmanın Sosyal Hayattaki Önemi (Zekat ve Sadaka) 22 Kasım - Tevbe 29 Kasım - Kadir Gecesi 05 Aralık - Ramazan Bayramıyla Gelen Sevgi ve Kardeşlik 06 Aralık - Kazandıklarımızı Devam Ettirelim 13 Aralık - İslamın Engellilere Bakışı 20 Aralık - Kainattaki İlahi Dengeyi Koruyalım 27 Aralık - Toplumu Kirleten Günah: RİYAKÂRLIK DÜZENLEYEN: HÜSEYİN KARATAŞ HACIVELİ CAMİ İMAM-HATİBİ SERİK - ANTALYA 2002 HUTBELERİ 1 04 - Ocak İSRAF Muhterem Müslümanlar! Yüce dinimiz İslam’ın, huzurlu bir hayat için benimsediği prensiplerden birisi de, iktisat ve îtidaldir. İktisad ve itidal, yeme-içme, harcama, konuşma ve benzeri bütün işlerde ölçülü olmaktır. Bunun zıddı ise israftır. İsraf, ihtiyaç sınırını aşmak, aşırı harcamalarda ve ölçüsüz davranışlarda bulunmak demektir. Nitekim Yüce Allah Kur’an-ı Kerim’de, olgun Mü’minlerin sıfatlarını sayarken, onların daima ölçülü olduklarını vurgulamakta ve şöyle buyurmaktadır: “Onlar ki, harcadıklarında ne israf ederler ne de cimrilik. İkisi arasında, îtidalli bir yol tutarlar”[1]. 3 ve imkan sonsuz değildir. Günümüzde bunların değeri, daha da artmıştır. Çünkü azalan kaynaklar daha çok değer kazanırlar. Değerli şeyler ise rastgele sarf edilmezler. Muhterem Müslümanlar! Allah’ın bahşettiği maddi imkanların israf edilmesi büyük bir vebal olduğu gibi, pek çok yuvanın dağılmasına ve ülkenin ekonomik açıdan zayıflamasına da sebep olmaktadır. Bunun için şahsi harcamalarımızda ölçülü olmak, ülke kaynaklarını dikkatli kullanmak, verimli alanlarda değerlendirmek, dini ve milli bir görevdir. Yarınlarımızın huzur ve rahatı için fert ve millet olarak iktisatlı davranmak ve israfa sapmamak zorundayız. Çünkü israf, Yüce Allah’ın verdiği nimetlere karşı bir nankörlük ve saygısızlıktır. İktisatlı olmak ise, o nimetlere gösterilen fiili bir saygı ve şükürdür. Muhterem Müslümanlar! Hutbemi bir ayet mealiyle bitiriyorum: “Akrabaya, yoksula, yolda kalmışa, Not: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz. 2 Firhist’e Geri Dön Muhterem Müslümanlar! Allah tarafından bize bahşedilen hayat, sağlık, eş, evlat, makam-mevki, mal, mülk gibi nimetler, hep emanet olarak verilmiştir. Onun için biz, bu nimetleri kullanma tarzımızdan, israf edip etmediğimizden ve bunları nerelerde harcadığımızdan ahirette sorguya çekileceğiz. Konumuzla ilgili olarak Yüce Allah, Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurmaktadır: “O gün, verilen nimetlerin hepsinden sorguya çekileceksiniz”[2]. Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) de: “Kıyamet günü insanoğlu, ömrünü nerede harcadığından, yaptığı işleri ne niyetle yaptığından, nasıl kazanıp nereye harcadığından, vücudunu ve sıhhatini nerede ve nasıl değerlendirdiğinden sorguya çekilmedikçe yerinden ayrılamaz”[3] buyurmuşlardır. Millet olarak çok müsrifiz. Özellikle, çöpe atılan ekmeklerden tutun da kamu malları, tabi kaynaklar, elektrik, su ve zaman gibi sayısız değerlerimizi israf ediyoruz. Halbuki yeryüzünde hiçbir kaynak 4 haklarını ver. Malını israf ile saçıp savurma. Zira saçıp savuranlar, şeytanın dostları, kardeşleridir. Şeytan ise Rabb’ine karşı çok nankördür.”[4] KAYNAK: [1] Furkan,25/ 67. [2] Tekasur; 8 [3] Tirmizî, Sünen, Kıyame,1 [4] İsrâ; 26,27. Firhist’e Geri Dön 3 2002 HUTBELERİ 1 11 - Ocak HAC Muhterem Mü’minler! Hac, İslam dininin beş temel esasından biridir. Hicretin 9.yılında farz kılınmıştır. Hem mali hem de bedeni bir ibadettir. Bu ibadet, ergenlik çağına gelmiş, akıllı, sağlıklı, hür ve gücü yeten her Müslümana farzdır. Yüce Allah Kur’an-ı Kerim’de: “Gücü yetip de, oraya ulaşabilen insana Allah için Beytullah’ı (Kabeyi) haccetmesi gereklidir”[1] buyurmaktadır. Mü’minlerin gayesi, Allah’ın rızasına ermektir. Onları bu gayeye ulaştıracak amellerden biri de hac ibadetidir. Nitekim Hz.Peygamber (s.a.v.), bir hadis-i şeriflerinde: “Günahdan ve noksanlıklardan uzak) makbul bir Haccın karşılığı, ancak 3 eder. İşte bu coşku ve heyecanla gözlerden akan yaşlar, günahlara keffaret ve ruhlara şifa olur. Sevgili Peygamberimiz Hz.Muhammed (s.a.v.); “Kim Allah için hacceder de bu sırada kötü söz ve davranışlardan sakınırsa (kul hakları hariç) annesinden doğduğu gün gibi (temiz ve günahlarından arınmış olarak evine) döner”[3] buyurarak, haccın günahlara keffaret olacağını açıklamıştır. Muhterem Müminler! Maddi ve manevi çeşitli sıkıntılara katlanarak hacca giden bir müminin, kötü söz ve davranışlardan uzak durması gerekir. Hacca gitmeden önce, mümkün mertebe bu ibadetin âdâbı ile birlikte esaslarını ve orada hangi fiillerin cezayı gerektirip hangilerinin haccı ifsat edeceğini öğrenmelidir. Bu mübarek yolculuğa çıkan bir Mü’min, sabırlı ve hoşgörülü olmalıdır. Kendisini ve temsil ettiği milletini küçük düşürücü davranışlardan sakınmalıdır. Not: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz. 2 Firhist’e Geri Dön cennettir”[2] buyurmuştur. Muhterem Mü’minler! Dünyanın dört bir yanında yaşayan, renkleri, ırkları, dilleri, kültürleri ve âdetleri farklı binlerce Müslüman, Hac sayesinde bir araya gelir. Aynı ibadeti yapmanın ve tevhid inancına sahip olmanın mutluluğuna erer. Hac, bir Müslüman’ın, malını ve canını Allah rızası için feda edebileceğini gösteren büyük bir kulluk göstergesidir. Günlük giysilerini çıkararak ihrama giren bir Mümin, dünyanın geçici olduğunu, makam, mevki gibi bütün varlığını burada bırakacağını, ahirete sadece kefenle gideceğini yaşayarak hisseder. Manevi duyguları doruk noktasına ulaşır. Diğer bütün Müminlerle birlikte, hep bir ağızdan; “Lebbeyk, Allahümme lebbeyk!” “Buyur Allahım davetine uydum, emrine âmadeyim. Senin eşin ve ortağın yoktur” anlamına gelen “Telbiye”yi okur. Yüce Rabbinden af ve mağfiret diler. Aynı şekilde Kabe’yi tavaf ederken, Arafat’ta vakfe yaparken kendisi, aile fertleri ve tüm Müslümanlar için dua 4 Hutbemi Peygamber (s.a.v.)’in bir hadis-i şerifi ile bitiriyorum: “Ey insanlar! Allah (c.c.) haccı üzerinize farz kıldı. Öyleyse haccediniz”[4] KAYNAK: [1] Al-i İmran, 3/97 [2] Riyazü’s-Salihin, sh. 757, hadis no, 1272 [3] Buhari, Sahih, Hac, 4; Müslim, Sahih, Hac, 438 [4] Riyazü’s-Salihin, sh. 756, hadis no, 1269 Firhist’e Geri Dön 4 2002 HUTBELERİ 1 18 - Ocak İSLAM’IN İNSANA BAKIŞI Değerli Mü’minler! Her şeyi yoktan var eden Yüce Allah, hiçbir varlıkta bulunmayan özellik ve yetenekleri, bir lütuf olarak insanoğluna vermiştir. Ayrıca varlıkların bir çoğu, yine onun hizmetine sunulmuştur. Yüce Rabbimiz, bu kadar nimet ve imkan verdiği insandan, iman, ibadet ve şükür istemektedir. İnsanın şerefi, Yüce Rabbini tanıyıp iman etmesine, değeri de Allah’a ibadet ve taatte bulunmasına ve güzel ahlaka sahip olmasına bağlıdır. Çünkü insanların Allah katında en değerli ve en üstün olanlarını, Hucurât Sûresi’nin 13. ayeti şöyle açıklamaktadır: “Ey insanlar! Doğ3 bakar”[3]. İnsanın değeri, Allah’a imanın bir tezâhürü olan ibadetleri, güzel ahlakı ve hayırlı işleriyle ölçülür. Bunu ölçüp değerlendirecek olan da, yalnız Allah’tır. İslam dini, insanları hor görmeyi, alaya almayı, lakap takmayı, gıybet etmeyi, yalan söylemeyi ve onları küçük düşürücü tüm davranışları yasaklamıştır. Hucurat Sûresi’nin 11. ayeti bunu şöyle açıklamaktadır: “Ey Mü’minler! Bir topluluk diğer bir topluluğu alaya almasın. Belki de onlar kendilerinden daha iyidirler. Kadınlar da kadınları alaya almasınlar. Belki onlar (alaya alınanlar) kendilerinden daha iyidirler. Kendi kendinizi ayıplamayın, birbirinizi kötü lakaplarla çağırmayın. İmandan sonra fasıklık ne kötü bir isimdir! Kim tevbe etmezse işte onlar zalimlerdir.”[4] Değerli Mü’minler! Yüce dinimizin bu emirlerini dinledikten sonra artık insanları beldelerine, bölgelerine, renklerine, kavim ve kabilelerine, daha açıkçası; kökenlerine göre değerlenNot: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz. 2 Firhist’e Geri Dön rusu biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık ve birbirinizle tanışmanız için sizi kavimlere ve kabilelere ayırdık. Muhakkak ki Allah katında en değerli ve en üstün olanınız, ondan en çok korkanınızdır. Şüphesiz Allah (her şeyi) bilir, (ve her şeyden) haberdardır.”[1] Demek ki insanlar Hz.Adem ile Havva’dan çoğalmaları itibariyle eşittirler. Bu açıdan soylarıyla övünmeleri yersizdir. Çünkü gerçek üstünlük takvâ üstünlüğüdür. Öyle ise İslam dini, insanların rengine, diline, ırkına, kavmine, kabilesine, zenginliğine, makam ve mevkiine bakmaz, onların davranışlarına ve amellerine bakar ve ona göre değerlendirir. Furkan Sûresi’nin 77. ayetinde şöyle buyurulmaktadır: “(Resûlüm) Deki: (Kulluk ve) yalvarmanız olmasa Rabbim size ne diye değer versin?”[2]. Sevgili Peygamberimiz, bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuştur: “Allah sizin suretlerinize ve mallarınıza bakmaz. Sizin amellerinize ve kalplerinize 4 dirmeye hakkımız yoktur. Kaldı ki, Cenab-ı Hak Peygamberimize hitaben: “(Ey Muhammed!) Öğüt ver. Çünkü sen ancak öğüt vericisin. Onların üzerinde bir zorba değilsin”[5] buyurmaktadır. Demek ki, herkes kendi hesabını bizzat Allah’a verecektir. Hutbemi İsra Sûresi’nin 84. ayetinin mealiyle bitiriyorum. “Deki: Herkes kendi mizaç ve meşrebine göre iş yapar. Bu durumda kimin doğru bir yol tuttuğunu en iyi bilen Rabbiniz’dir.”[6] KAYNAK: [1] Hucurât, 49/13. [2] Furkan,25/77. [3] Müslim, Birr 33. [4] Hucurât,49/11. [5] Ğaşiye, 88/22. [6] İsrâ,17/84. Firhist’e Geri Dön 5 2002 HUTBELERİ 1 25 - Ocak MİLLİ VE DİNİ DEĞERLERİMİZ Aziz Müslümanlar! İslâm Dini, “tevhîd” esasına dayanır. Tevhîd, âlemlerin Rabbi Yüce Allah’ın varlığına, birliğine, zât, sıfat ve fiillerinde eşi, benzeri ve ortağı bulunmadığına ve yalnız O’na ibadet etmek gerektiğine inanmak demektir. Böyle bir imanı telkîn eden İslâm Dîni, Müslümanlar arasında sevgi ve saygıyı, birlik ve beraberliği emreder. Renk, ırk, dil, bölge ve düşünce farklılığını, çeşitli kültür ve medeniyetler kurma, tanışma ve gelişme vesilesi sayar. Hep uyumlu ve uzlaşıcı olmayı ister. Ancak, toplumun dini ve milli değerlerini sarsmaya yönelen her türlü bozgunculuğu, ayırımcılığı ve bölücülüğü kesin olarak reddeder. Yüce Allah, bu gerçeği şu ayetlerde dikkat çe3 dünya hayatına ilişkin sözleri, senin hoşuna gider. Bir de kalbindekine (sözünün özüne uyduğuna) Allah’ı şahit tutar. Halbuki o, düşmanlıkta en amansız olanıdır. O, (senin yanından) ayrılınca yeryüzünde bozgunculuk yapmağa, ekin ve nesli yok etmeye çalışır. Allah ise bozgunculuğu sevmez. O’na “Allah’tan kork!” denildiği zaman gururu O’nu daha da günaha sürükler. Artık böylesinin hakkından cehennem gelir. O ne kötü yerdir!”.[4] Aziz Cemaat! Unutmayalım ki, bizi ayakta tutan, milli ve manevî değerlerimizdir. Dün olduğu gibi bugün de, birlik ve beraberliğimizi bozmaya, kutsal değerlerimizi sarsmaya çalışanlar bulunabilir. Bunlar, kendi sinsi emellerine ulaşmak için her şeyi mubah görür, her kılığa bürünür, hattâ bu amaçla dini bile kullanabilirler. Son günlerde bazı yörelerde, İncil’i tanıtmak, insan severlik ve dünya barışını sağlamak gibi maskeler altında bazı bölücü propagandaların ortaya çıktığı çeşitli haber kaynaklarından öğrenilmektedir. Bunlar, “Dünya barışının sağlanması, insanlık âleminin birliği, gerçeğin araştırılması, din birliğine gidilmesi, peygamberlerde ilâhlık sıfatının bulunduğu, Not: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz. 2 Firhist’e Geri Dön kici bir üslupla ortaya koyar ve bizi uzlaşmaya davet eder: “Hep birlikte Allah’ın ipine Kur’an’a) sımsıkı sarılın. Parçalanıp bölünmeyin...”[1], “Allah’a ve Resûlü’ne itaat edin ve birbirinizle çekişmeyin. Sonra gevşersiniz ve gücünüz elden gider”.[2] “Kendilerine apaçık deliller geldikten sonra parçalanıp ayrılığa düşenler gibi olmayın”[3]. Değerli Mü’minler! Görüldüğü üzere bu ayetlerde vurgulanan esaslar, millet ve devlet olmanın birer gereğidir. Müslüman bir millet olarak, milli hasletlerimize ve dini inançlarımıza ters düşen görüş ve iddialar, kimler tarafından ortaya atılırsa atılsın, bunlara itibar etmemek gerekir. Fikir ve inanç özgürlüğü, bu tür görüş ve iddiaların ortaya atılması için bir gerekçe olamaz. Zira fikir ve inanç özgürlüğü, her akla geleni söylemeyi, toplumun birlik ve beraberliği sarsacak iddialar ortaya atmayı değil, bilakis başkalarına faydalı olacak dengeli fikirler üretmeyi gerektirir. Yüce Allah, her güzel konuşan ve hoş görünen kişiye, doğruluğuna emin olmadan inanılmaması konusunda bizi uyarmakta ve mealen şöyle buyurmaktadır: “İnsanlardan öylesi de vardır ki, 4 dünyanın son bulmayacağı, kıyametin kopmayacağı, cennet ve cehennemin birer sembol olduğu ve namazın da sabah, öğle ve akşam vakitlerinde kalben Allah’ı anmaktan ibaret bulunduğu...” gibi bâtıl ve hayalî iddialarla, aziz milletimizin nezîh inancını bulandırmaya ve böylece birliğimizi bozmaya uğraşmaktadırlar. Bunlar, sağduyu sahibi milletimizin sağlam ve sarsılmaz imanı karşısında elbette tükeneceklerdir. Çünkü Müslüman milletimiz, kesin olarak bilmektedir ki, son ilahî kitap Kur’an-ı Kerim, son Peygamber de Hz.Muhammed (s.a.v.)’dir. Kur’an-ı Kerim’de Cenab-ı Hak meâlen, “İşte bu, benim dosdoğru yolum. Artık ona uyun. Başka yollara uymayın. Yoksa o yollar, sizi parça parça edip, doğru yoldan ayırır. İşte bunları, sakınasınız diye Allah size emreder”[5] buyurarak, Kur’an’ın çizdiği dosdoğru yolu göstermiş ve bu yoldan sapmanın, parçalanarak haktan sapmak olduğunu bildirmiştir. KAYNAK: 1] Âl-i İmrân, 3/103 [2] Enfâl, 8/46 [3] Âl-i İmrân, 3/105 [4] Bakara, 2/204-206 [5] En’âm, 6/153 Firhist’e Geri Dön 6 2002 HUTBELERİ 1 01 - Şubat DOĞAL HAYATI KORUMAK Değerli Müslümanlar! Yüce Allah; bu kainattaki varlıkları, birbiriyle uyumlu ve düzenli bir biçim ve sistem içerisinde yaratmıştır. İnsanların ve bütün canlıların rızıklarını ve çeşitli ihtiyaçlarını aynı düzen ve denge içinde sağlamıştır. Bütün yaratılmışların en mükemmeli olan insanı, diğerlerinden üstün ve hakim bir konumda yaratmıştır. Canlı-cansız bu dünyadaki her şeyi, onun emrine vermiştir. Bütün bunların yanında Yüce Allah, insana bunları yönetme ve bunlardan faydalanma imkanını da bahşetmiştir. Bu konuyla ilgili olarak Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulmaktadır: “Doğrusu biz sizi yeryüzüne yerleştirdik ve orada size geçim kaynakları sağladık. Ne de az şükrediyorsunuz”[1]. Aziz Cemaat! Allah’ın yarattığı tabiatı oluşturan 3 Muhterem Müslümanlar! İslam’da avlanma helaldir. Ancak, her canlıyı avlamak veya hayvanların yavrulu dönemlerinde avlanmak serbest bırakılmamıştır. Bütün mahlukatın, insanın hizmetine verildiği bir gerçektir. Ancak gereksiz yere cana kıyma, körpe yavruları öldürme yetkisi ve özgürlüğü kimseye verilmemiştir. Avlanmanın da bazı kuralları vardır. Mevsimsiz balık avında patlayıcı madde kullanarak, bir anda yüzlerce yavru ve yumurtanın yok olmasına sebep olmak bir zulüm, vahşet ve katliamdır. Yüce Rabbimizin, “İnsanoğlu başıboş bırakılmamıştır. Her yaptığından hesaba çekilecektir”[3] ilâhi ihtarı göz önüne alınırsa; insanın daha bilinçli hareket etmesi gerektiği, kendiliğinden anlaşılır. Şunu unutmayalım ki; doğal dengenin bozulması, insan hayatının da alt-üst olması demektir. Bu ise, insanın kendi felaketini kendi eliyle hazırlaması anlamına gelmektedir. Günümüzde avlanma, bir ihtiyaçtan Not: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz. 2 Firhist’e Geri Dön bütün varlıklar, birbirini tamamlayan bir yapı oluşturmaktadır. Bu unsurların hepsi birbirine muhtaçtır ve birbirini destekleyip besleyen bir özelliktedir. Kara ve denizlerde yaşayan binlerce canlı türünden hiçbirisi, başıboş ve gereksiz yere yaratılmış değildir. Rabbimiz, bunların her birini bizim için ya bir deva olması veya bir ihtiyacımızı gidermesi için lütfetmiştir. Bu doğal hayatın dengesini oluşturan unsurlardan birisi de av hayvanlarıdır. Ne yazık ki, yurdumuzda yapılan bazı bilinçsiz avlanmalar, binlerce hayvan türünü yok olma tehlikesiyle karşı karşıya getirmiştir. Hatta, zamansız ve usulsüz yapılan avlanma sonucunda, birçok hayvan türü yok olmuş ve tabii denge bozulmuştur. Kur’an-ı Kerim’de, bu konuya dikkatimiz çekilerek şöyle buyurulmaktadır: “İnsanların kendi elleriyle yaptıkları yüzünden karada ve denizde bozulma meydana geldi. Vazgeçip dönerler diye, Allah yaptıklarının bir kısmını kendilerine tattıracaktır.”[2] 4 ziyade zevk ya da spor amacıyla yapılmaktadır. Halbuki avlanmak, ancak bir ihtiyacı karşılamak için yapılmalıdır. Av için yapılan aşırı harcamalara bıkılırsa, avlanmanın bir ihtiyaç için yapılmadığı anlaşılır. Halbuki bu canlılar, sadece bize ait değildir. Bizden sonra gelecek nesillerin de bunlarda hakları vardır. Onların haklarına saygılı olmak ve doğal hayatı korumak, hepimizin görevidir. KAYNAK: [1] Â’raf, 7/10. [2] Rûm,30/41. [3] Kıyâme,75/36. Firhist’e Geri Dön 7 2002 HUTBELERİ 1 08 - Şubat FAL VE FALCILIK Muhterem Müslümanlar! İslam, tevhid dinidir. Tevhid, Allah'ın birliğine, eşi, benzeri, ortağı ve dengi olmadığına inanmaktır. Tevhîd inancı, yalnız Allah'a ibadet edilmesini ve sadece O’ndan yardım istenilmesini gerektirir. İnsanları, korkulan veya sevilen güç ve varlıklara tapmaktan men eder. Asıl yardımın Allah’tan beklenmesi gerektiğini onlara bildirir. Zira, rahmeti her şeyi kuşatan, her şeye gücü yeten, istediğini istediğine veren ve duaları kabul eden O’dur. Yüce Allah, Kur’an-ı Kerim’de kendisini bize şöyle tanıtmaktadır: “Rabbiniz Allah işte budur. O’ndan başka ilah yoktur. O, her şeyin yaratıcısıdır, o halde O’na kulluk ediniz. O, her şeye vekildir.”[1] Aziz Müminler! Tevhîd akidesinden uzaklaşan bazı 3 söyledikleri söz, hiç bir zaman gerçeği yansıtmaz. Fal baktıranlar çaresiz, falcılar da hayâlci kimselerdir. Şayet falcıların söyledikleri doğru çıksaydı, bunlar başkalarına avuç açmaz ve üç beş kuruş menfaat temini için, falcılık yapmazlardı. Zaten falcılar, daha çok hayalden hoşlanan zayıf iradeli kimseleri aldatırlar. Fal açtırmak, cin çağırmak, kurşun döktürmek, kahve telvesinde ikbal aramak, İslâm’ın ve aklın reddettiği fevkalade yanlış şeylerdir. Değerli Din Kardeşlerim! Fal ve falcılık, çağımıza kadar ulaşmış olan hurafelerden biridir. Elimizde; çağlara ışık tutan Kur'an gibi mukaddes bir kitabımız varken, onun onay vermediği ve hoş görmediği yanlış işleri yapmak akıl kârı değildir. Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.), muhtelif hadislerinde bizleri, bu gibi işlere teşebbüs etmekten, böyle hayalcilere başvurmaktan ve insanları güven bunalımına düşüren her davranıştan sakındırmıştır. Not: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz. 2 Firhist’e Geri Dön insanlar, yanlış yollara sapmışlar, kâhinlerden, medyumlardan ve falcılardan yardım beklemeye başlamışlardır. Ne yazık ki, günümüzün en gelişmiş ve en medenî milletleri arasında bile, hâlâ kâhinlere, medyumlara ve falcılara inananlar bulunmaktadır. Fal, gelecekten haber vermek, kaybolanı bulmak, kader, kısmet açmak ve talihi anlamak için kahve telvesi, iskambil kağıdı, bakla ve benzeri şeylere bakarak anlam çıkarmaktır. Falcılık da bu mesleği yapmaktır. Bu konuda İslâm’ın hükmü kesindir. Dinimiz falı da falcılığı da yasaklamıştır. Çünkü, gaybı ancak Allah bilir. Nitekim Kur'an-ı Kerimde "Gayb'ın anahtarları Allah’ın katındadır. Onları, ancak O bilir"[2], "Göklerin ve yerin gaybı (nı bilmek) Allah'a mahsustur"[3] buyurulmaktadır. Buna göre, falcıların, medyumların ve kâhinlerin gayb'ı bilmeleri mümkün değildir. Falcılar ne yaparlarsa yapsınlar, neye bakarlarsa baksınlar, yaptıkları iş, 4 Devletimiz, falcılık, medyumluk ve kahinlik gibi faaliyetleri, 677 sayılı Kanunla men etmiş ve bu tür faaliyetlerin basın yayın yoluyla icra edilmesini de, 3984 Sayılı Radyo ve Televizyon Üst Kurulu Kanunu ile yasaklamıştır. KAYNAK: [1] Enam,6/102. [2] Enam,6/59. [3] Nahl,16/ 77. Firhist’e Geri Dön 8 2002 HUTBELERİ 1 15 - Şubat HAYÂ (UTANMA DUYGUSU) Muhterem Müslümanlar! İnsanı, diğer canlılardan ayıran en belirgin özellik, akıl ve hayâdır. Çünkü insan, ancak bu iki meziyetiyle güzel ahlak ve edep sahibi bir kişiliğe kavuşur. Doğuştan insanda var olan utanma hissi, şüphe yok ki onu, kendiliğinden bazı tedbirler almaya sevk eder. Nitekim en ilkel toplumlarda insanların, ağaç yapraklarından elde ettikleri veya bitki liflerinden ördükleri parçalarla örtünmeleri, bunun açık bir delilidir. Böyle bir his, akıl ve imanla birleşince, o zaman, çoğunluğun benimsediği ahlâk ve edep kuralları, daha belirgin bir biçimde ortaya çıkar. İnsan, işte böyle bir utanma duygusuyla Allah’ın emirlerine uyarak, mahrem yerlerini örtmeyi, bir ihtiyaç olarak 3 kötülük yaptıkları zaman, babalarımızı bu yolda bulduk, Allah da bize bunu emretti, derler. De ki: Allah asla kötülüğü emretmez. Bilmediğiniz şeyleri Allah’a mı mal ediyorsunuz?”1 O halde, Müslüman olarak, Yüce Allah’ın bu emirlerine kulak vermemiz gerekir. Değerli Din Kardeşlerim! Vücudumuzdan açılması ve başkalarına gösterilmesi haram olan yerlerin, görüntülerinin yayınlanması da dinen doğru değildir. Son zamanlarda, hayâ sınırlarını aşan bir kısım görüntülerin yayınlandığı ve bazı vitrinlerde de sergilendiği dikkatleri çekmektedir. Genel ahlâk ve edep kurallarına uymayan bu durum, akl-ı selim sahibi milletimizi üzmektedir. Çünkü bunlar, milletimizin hayâ duygusunu rencide etmekte ve bunları müstehcenlik kapsamında değerlendirmektedir. Genel ahlak ve edep kuralları bakımından böylesi davranışlardan sakınılması gerekir. Özellikle çocuklarımız ve gençlerimiz, bunlardan olumsuz yönde etkilenmekte, bu da toplumumuzun genel Not: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz. 2 Firhist’e Geri Dön hisseder. Muhterem Mü’minler! Edep ve hayâ, ilahi dinlerin ortak kabullerindendir. Bu konuda, en güzel kaideleri ortaya koyan, en mükemmel din, İslam dinidir. Çünkü İslam dini, giyim-kuşamdan, tutum ve davranışlarımıza kadar, her Müslümanın uyması gereken edep ve haya ile ilgili en güzel ölçüleri belirlemiş, hiçbir konuda aşırılığa ve kuralları çiğnemeye izin vermemiştir. Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulmaktadır: “Ey Adem oğulları! Size, mahrem yerlerinizi örtecek giysi, süslenecek elbiseler verdik ve de takvâ elbisesi. İşte bu, daha hayırlıdır. Allah’ın bu ayetleri öğüt almaları içindir. Ey Adem oğulları! Şeytan ayıp yerlerini kendilerine göstermek için elbiselerini soyarak ana-babanızı cennetten çıkardığı gibi, sizi de aldatmasın. Çünkü o ve yandaşları, sizin onları göremeyeceğiniz yerden (onlar) sizi görürler. Biz, şeytanları inanmayanlara dost kıldık. Onlar bir 4 yapısı üzerinde, hoş olmayan izler bırakmaktadır. Unutmayalım ki, Peygamberimiz (s.a.v.): “Hayâ imandandır”2, “Hayânın hepsi hayırdır.”3 buyurmuşlardır. KAYNAK: 1- Araf,7/ 26,27. 2- R.S. 2/96 Hadis No: 685. 3- Keşfü’l-Hafâ Hadis No:1183 Firhist’e Geri Dön 9 2002 HUTBELERİ 1 22 - Şubat KURBAN BAYRAMI Muhterem Müslümanlar! Yüce Allah’a şükürler olsun, bir Kurban bayramına daha kavuşmuş bulunuyoruz. Bugün; Allah’ın varlığına, birliğine inanan ve aynı kıbleye yönelen milyonlarca Müslüman’ın müstesna bir günüdür. Bugün Kurban kesmek, Allah yolunda yapılan fedakarlığın ve O’nun nimetlerine şükran borcunu yerine getirmenin açık bir göstergesidir. Şu mübarek günde, imandan gelen ortak bir şuurla camilerde toplanan Müslümanların, omuz omuza vererek, arşa yükselen tekbir sesleri arasında topluca bayram namazı kılmaları, birlik ve beraberliğin en güzel örneği ve sarsılmaz inancın kenetlenmiş fiili bir ifadesidir. Demek ki bayramlar, Müslümanları 3 Değerli Mü’minler! Bu mübarek bayram gününde, kendi çocuklarımızı sevindirirken, boynu bükük yetimleri, çocuklarına bayram hediyesi alamayan yoksulları, ekmek parası bulamayan fakirleri de hatırlayalım. Başta anne-baba olmak üzere büyüklerimizi, akrabalarımız, dostlarımızı, komşularımızı, özellikle de hastaları ziyaret edelim. Kesilen kurbanlardan, yoksullara pay ayırmayı da ihmal etmeyelim. Ebediyete intikal etmiş olan geçmişlerimizin mümkünse mezarlarının başına gidelim, dua ederek veya bir fatiha okuyup sevabını ruhlarına bağışlayarak, onları da yâd edelim. İman dolu gönüllerin camilere aktığı, ilahi rahmet ve mağfiretin müminleri kuşattığı bu mübarek bayramın, aziz milletimizin ve İslâm âleminin huzur ve saadetine, bütün insanlığın hidayetine vesile olmasını Yüce Mevlâ’dan diler, bayramınızı tebrîk ederim. KAYNAK: [1] Hucûrat,49/10. [2] Riyazü’s-Salihin, C.3, S.170. Not: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz. 2 Firhist’e Geri Dön kucaklaştıran, birlik ve beraberliklerini pekiştiren, aralarındaki dargınlıkları gideren, kardeşlik duygularını güçlendiren, önemli günlerdir. Bayramlar, bütün Müslümanların birlikte sevindiği mutlu günler olduğuna göre, toplumun her kesiminin bu sevinci tadabilmesi için, üzerimize düşen görevleri yerine getirmemiz gerekir. Yüce Allah Kur’an-ı Kerimde: “Mü’minler, ancak kardeştirler; öyle ise kardeşlerinizin arasını düzeltin ve Allah’a karşı gelmekten sakının ki merhamet edilesiniz”[1] buyurarak, bütün Mü’minlerin kardeş olduğunu bildirmiş, varsa dargınların aralarını bulup düzeltme görevini, diğer Müslümanlara vermiştir. Müslümanların bu birlik ve beraberliğinin korunmasına büyük bir hassasiyet gösteren Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.), bu konuya bizim de dikkatimizi çekerek şöyle buyurmuşlardır: “Bir Müslümanın din kardeşi ile üç günden fazla dargın durması helâl olmaz.”[2] 4 Firhist’e Geri Dön 10 2002 HUTBELERİ 1 22 - Şubat KURBAN KESMENİN SOSYAL HAYATTAKİ ÖNEMİ Muhterem Müslümanlar ! İnsanlık tarihi boyunca devam edip gelen kurban kesme uygulaması, maksat ve şekil bakımından farklılık arzetmekle birlikte, bütün dinlerde mevcuttur. Kur’an-ı Kerim’de, Hac sûresi’nin 34. ayetinde şöyle buyurulmaktadır: “Biz her ümmet için, Allah’ın kendilerine rızık olarak verdiği hayvanların üzerine Allah’ın adını ansınlar diye kurban kesmeyi gerekli kıldık. İlahınız tek bir ilahtır. Artık O’na teslim olun. Ey Muhammed, itaatkâr, alçak gönüllü insanları müjdele.”[1] İslam dininin öngördüğü kurban, ibadet maksadıyla muayyen bir zamanda, belirli şartları taşıyan bir hayvanı usûlüne 3 yakın olur. Bu yakınlık, insanın içinde yaşadığı toplumun haklarına saygılı davranmayı, karşılıklı hakları gözetmeyi ve yardımlaşmayı gerektirir. Allah için kurban kesmek, mali bir ibadet olduğu gibi, sosyal hayat açısından da önemli bir yardımlaşma ve dayanışma vesilesidir. Çünkü kesilen kurbanın etinden, komşular, akrabalar, fakirler ve muhtaçlar da faydalanırlar. Böylece, kurban kesenlerle kesemeyenler arasında bir yakınlaşmanın ve samimi bir ilgi ile karşılıklı sevgi ve saygının gelişmesine sebep olur. İslam dini, fertler arasında kardeşlik bağının korunmasından ve bunun güçlü bir şekilde devam ettirilmesinden, bizleri sorumlu tutmuştur. Bu bakımdan kurban kesmek, Cenâb-ı Hakkın rızasına ermenin, halkın gönlünde yer tutmanın ve sosyal dayanışmayı sağlamanın önemli bir yoludur. Kur’an-ı Kerim’de: ‘’Onların ne etleri ne de kanları Allah’a ulaşır, fakat O’na sadece sizin takvânız ulaşır..’’[4] buyurularak, bu gerçek ortaya konmaktadır. Not: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz. 2 Firhist’e Geri Dön göre kesmek demektir. Yüce Allah, bir çok canlı ve cansız varlığı insanların hizmetine vermiştir. Kurbanlık hayvanlar da bu cümledendir. Öyle ise, bir Müslüman kurban kesmekle, Allah’ın vermiş olduğu bu nimetlere, fiili bir şükürde bulunmuş olur. Bir Müslümanın, kurban niyetiyle bir hayvanı kesmesi, hem malî bir fedakarlık ve hem de Allah rızası için yapılan önemli bir ibadettir. Bu gerçek, Kur’an-ı Kerim’de şöyle açıklanmaktadır: “(Ey Muhammed!), o halde Rabbin için namaz kıl. Kurban kes.”[2] “De ki: Şüphesiz Rabbim beni doğru yola iletti. Dosdoğru dine, puta tapanlardan olmayan İbrahim’in tevhîd dinine iletti. De ki: Şüphesiz benim namazım, kurbanım, hayatım ve ölümüm hepsi alemlerin Rabbi Allah içindir. Onun ortağı yoktur; böyle emrolundum ve ben müslümanların ilkiyim.”[3] Güzel hizmetleriyle insanların sevgisini kazanan bir insan, Allah’ın rızasını da kazanır. Allah’a yakın olan, insanlara da 4 Muhterem Mü’minler! Böylesine önemli bir ibadeti yerine getirmek için, kurbanlık hayvanı iyi seçelim. Onu okşayarak kesim yerine götürelim. İncitmeden güzelce sol yanı üzerine yatıralım. Ayaklarını sağlam bir iple bağlayıp yönünü kıbleye çevirelim. Bekletmeden, bilenmiş keskin bir bıçakla, “Bismillahi Allahüekber” diyerek, nefsimizin cehennem azabından kurtuluşuna bir fidye olması temennisiyle Allah rızası için keselim. KAYNAK: [1] Hac,22/34. [2] Kevser, 108/2. [3] En’âm, 6/162-163. [4] Hac, 22/37. Firhist’e Geri Dön 11 2002 HUTBELERİ 1 29 - Şubat DEPREMDEN KORUNMAK Muhterem Müslümanlar! Her milletin tarihinde dayanılması zor olaylar olduğu gibi, bizim tarihimizde de yaşanmış çok acı olaylar ve doğal afetler vardır. Şüphe yok ki depremler, bu doğal âfetlerin başında gelir. Aziz milletimiz, yakın geçmişte Marmara Bölgesi, Sakarya, Bolu, Düzce ve Çankırı'da, 3 Şubat 2002 Pazar günü de Afyon ilimiz ve çevresinde, deprem afetini yaşadı. Bu depremlerde yüzlerce insanımız vefat etti. Kimi çocuklar da öksüz ve yetim kaldı. Bir çok insanımızın evi barkı yıkıldı, iş yerleri harap oldu. Deprem bölgelerindeki alt yapılar kullanılamaz hale geldi. Bu acı kayıplara sebep olan depremleri ve geride bıraktığı sıkıntıları, hep birlikte yaşadık. Değerli Mü'minler! Şüphesiz âfet ve musibetler ancak 3 Ne yazık ki bazı insanlar, herhangi bir felakete uğradıkları zaman, kendi kusurlarını araştırmayı hiç düşünmez ve ortaya çıkan sonucu, hemen kadere bağlarlar. Bir kısmı da, kainatı sahipsiz zannederek tamamen maddeci bir anlayışla çeşitli yorumlarda bulunurlar. Böylece ifrat ve tefritte kalır, bir türlü gerçeği bulamazlar. Bu kainat, elbette sahipsiz, plansız ve programsız değildir. Önemli olan, o ilâhî programı, yani Kader’i anlayabilmek ve ona uyabilmektir. Bakınız Yüce Allah, Kur'an'ı Kerim’de: "Allah size, emanetleri mutlaka ehline vermenizi emreder"[3] ve "Kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın"[4] buyurarak gerekli tedbirleri almamızı emretmektedir. Ülkemizin deprem kuşağı üzerinde bulunduğunu, artık unutmamalı, inşaat tekniğini ve afetlerden nasıl korunulacağını, ilgili bilim adamlarından öğrenmeliyiz. Dinimizin bize bildirdiği ilke ve gösterdiği yol budur. O halde bize düşen görev, bu ilke doğrultusunda hareket etmek, ilgili Not: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz. 2 Firhist’e Geri Dön Allah’ın izni ve takdiriyle olmakla birlikte* depremlerin açtığı yaraların sebepleri arasında bizim de kusurlu işlerimiz vardır. Bunların sorumluluğu, elbette bize aittir. O halde aklımızı kullanarak bunları görmemiz ve bize düşen tedbirleri zamanında almamız gerekir. Kader ne ise o yerini bulacak diyerek tedbir almamak, İslâm'a aykırıdır. Bu bakımdan, bina yapımına başlamadan önce, arsayı iyi seçmeli ve zemin araştırması yaptırmalıyız. Sonra da binanın yapımında, bu işin uzmanlarının öngördüğü şartlara uymalıyız. Çünkü Yüce Allah, “Eğer bilmiyorsanız bilenlere sorunuz”[1] ve "Tedbirinizi alın."[2] buyuruyor. Öyle ise batak, çürük ve sel yatağı olan yerlerde bina yapmamalı ve bu gibi alanları yerleşime açmamalıyız. Bina içerisine koyacağımız eşyayı, deprem anında üzerimize düşmeyecek şekilde bir yer veya duvarla bağlantı yapmak suretiyle yerleştirmeliyiz. Bundan sonrasını da Allah’a havale etmeliyiz. İslâm dinindeki tevekkül ve teslimiyet, işte budur. 4 bilim adamlarının uyarılarını dikkate alıp uygulamaktır. Aziz Mü'minler, Millet olarak acımız elbette büyüktür, ama acılar paylaşıldıkça azalacaktır. Bu gibi büyük acı ve sıkıntılar, ancak devlet ve millet işbirliğiyle aşılır. Yeter ki biz, sabır ve metanetle el ele verelim, gönül birliği yapalım, geçmişten ders alarak aynı hatalara bir daha düşmeyelim. Kusurlarımızdan tevbe ve istiğfar ederek, Allah’tan af dileyelim. Allah’ın izniyle bu sıkıntıları çok kısa bir zaman içerisinde aşarız. Ama gidenleri geri getiremeyiz. Depremde kaybettiğimiz kardeşlerimize, Allah'tan rahmet, yakınlarına ve milletimize sabır, yaralılara acil şifalar diliyor ve hutbemi bir âyet meâli ile bitiriyorum : "Ey Yüce Rabbimiz! Bize dünyada da ahirette de iyilik ver. Bizi cehennem azabından (ve âfetlerden) koru."[5] KAYNAK: * Bkz. Teğâbûn, 64/11, Hadîd, 57/72. [1] Nahl,16/43. [2] Nisa 4/102 [3] Nisa 4/58 [4] Bakara 2/195 [5] Bakara 2/201 Firhist’e Geri Dön 12 2002 HUTBELERİ 1 01 - Mart SARHOŞLUK VEREN MADDELER HARAMDIR Aziz Müslümanlar! İslâmiyet, aklı, canı, nesli, malı ve dini korumayı esas almış, bunları güzelce değerlendirmeyi farz kılmış, bu değerlere herhangi bir şekilde zarar verilmesini de şiddetle yasaklamıştır. Bunun için dinimiz, insanlara yararlı ve temiz olan şeyleri helâl, zararlı ve temiz olmayanları da haram kılmıştır. Bu itibarla dinimizde sarhoşluk veren maddeler ve her türlü uyuşturucular, dinimizce yasaklanmıştır. Nitekim Cenab-ı Hak, “Ey iman edenler! (Sarhoşluk veren) şeyler, kumar, dikili taşlar ve fal okları ancak şeytan işi birer pisliktir. Onlardan kaçının ki kurtuluşa eresiniz”[1] buyurmuştur. 3 Değerli Müslümanlar! Allah’ın yasakladığı içki, uyuşturucu ve benzeri maddelerin kullanımı, fert ve toplum hayatında, çeşitli sıkıntı ve huzursuzlukları meydana getireceği muhakkaktır. Sağlık ve toplum açısından bunların zararları ilim adamları tarafından da ortaya konulmuştur. Bu itibarla Allah’ın emir ve yasaklarına uyarak, içki ve uyuşturucu gibi her türlü kötü alışkanlıktan uzak durmalı, bunlara müptela olan kardeşlerimizin de, bir an önce kurtulup tevbe etmelerine yardımcı olmanın insânî ve İslâmî bir görev olduğunu unutmamalıyız. Hutbemi Allah Resûlü’nün içkiyle ilgili bir hadisiyle bitiriyorum. “İçki devâ değil, bilakis derttir.”[4] 2 Firhist’e Geri Dön Sarhoşluk veren şeylerin, her türlü kötülüğün kaynağı olduğunu Peygamber Efendimiz (s.a.v.), şöyle ifade etmiştir: “Sarhoş edici şeylerden sakının. Çünkü bunlar kötülüklerin anasıdır.”[2] Muhterem Müslümanlar! İçki ve uyuşturucu, insanın akıl, ruh ve beden sağlığını bozar ve dolayısıyla onun ailevî, sosyal ve meslekî hayatını, olumsuz yönde etkiler. İçkinin verdiği zarar, yalnız onu içenle sınırlı kalmaz, toplumun diğer fertlerini de etkiler. Çünkü sarhoşluk sebebiyle aklî dengesi bozulan bir kişi, tavırlarını kontrol edemez. Kendisine ve başkalarına olan saygısını yitirir. Taşkın hareketleriyle kırgınlık, dargınlık, kavga, cinayet ve trafik kazaları gibi çeşitli zararlara sebep olur. Böylece hem kendisini, hem de başkalarını üzen sıkıntılara sokar. Nitekim bu husus, Kur’an-ı Kerim’de şöyle açıklanmaktadır: “Şeytan, içki ve kumarla aranıza düşmanlık ve kin sokmak; sizi Allah’ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık vazgeçtiniz değil mi?”[3] 4 KAYNAK: [1] Mâide, 5/90. [2] Neseî, Eşribe, 44. [3] Mâide, 5/91. [4] Müslim, Eşribe,12. Not: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz. Firhist’e Geri Dön 13 2002 HUTBELERİ 1 08 - Mart İSLAM’DA KUL HAKKI VE ÇALIŞANLARIN SOSYAL GÜVENLİĞİ Azîz Müslümanlar! İslâm dininde çok özel bir yeri olan hak kavramı geniş anlamı ile “Bir sözü, bir işi, yerinde zamanında ve gerektiği kadar söylemek veya yapmaktır” diye ifade edilmiştir. Özel anlamıyla ise, “Hak, hukukun koruduğu menfaattir” şeklinde tarif edilmiştir. Her hak, bir takım sorumlulukları da beraberinde getirir. Her insanın üzerinde bir çok hak ve sorumluluk bulunmaktadır. İnsan üzerindeki bu haklar, Allah’ın hakları ve yaratılmışların hakları diye iki kısımda özetlenebilir. Allah’ın üzerimizdeki hakları, O’nun varlığına ve birliğine inanmak, hiçbir şeyi ortak koşmadan O’na ibâdet edip emirlerini tutmak ve yasaklarından sakınmaktır. Yaratılmışların başında, insanlar gelmektedir. Bunlardan, öncelikle ana baba, aile fertleri, akraba ve komşuları3 yarattım”[1] meâlindeki âyetin beyânıyla yalnız Allah’a kulluk etmekle görevlidirler. Bir insanın hakkını yemek, onun sosyal hayattaki itibârını düşürücü, onurunu kırıcı sözler sarf etmek veya aynı anlama gelen davranışlarda bulunmak haramdır. Çünkü insanlar, yerilecek veya istenildiği zaman kendilerinden faydalanılacak varlıklar değillerdir. Onlar, Yüce Allah’ın üstün yetkilerle donattığı, özel görevler verdiği seçkin varlıklardır. Her insan, Allah’a hesap verecektir. O halde insan, kendi sorumluluk sınırlarını aşmamalıdır. Çünkü Yüce Allah, “Bizim sizi boşuna yarattığımızı ve bize döndürülmeyeceğinizi mi sandınız?”[2]. “İnsan, başıboş bırakılacağını mı sanıyor?”[3] diye buyurmuştur. Değerli Müminler! Toplum halinde yaşamaya muhtaç olan insanlar, anlaşma, yardımlaşma ve dayanışmayı esâs almalıdırlar. Çünkü insanlar, çeşitli ihtiyaçlarını, ancak karşılıklı rızaya dayanan alış-veriş, sözleşme ve anlaşmalarla karşılayabilirler. Öyle ise, aramızdaki sözleşmelere sâdık kalmamız, bunlardan doğan Not: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz. 2 Firhist’e Geri Dön mız olmak üzere, milletimizin ve bütün insanların haklarını gözetmemiz, îcap eden görevleri yapmamız gerekir. Canlı varlıkların hakları, onları incitmemek, aç ve susuz bırakmamak, yuvalarını yıkmamak ve yavrularını öldürmemektir. Diğer varlıklardan, meşrû bir çerçevede faydalanıp israf etmemektir. Doğal çevreyi, evimiz gibi korumak, doğal dengeyi bozacak işler yapmamaktır. Muhterem Cemaat! İslâm dinine göre, başkasının hak ve hürriyetlerine zarar vermemek kaydıyla, her insanın bu dünyada yaşama, çeşitli nimetlerden yararlanma, mal-mülk edinme, neslini devâm ettirme, seyahat etme, öğrenme, düşünme ve düşündüklerini ifade etme, ticaret yapma, çalışma ve kazandığını koruma, inanma ve inancının gereğini yerine getirme gibi, Allah vergisi olan hak ve hürriyetleri vardır. Irkı, rengi, dili, dini ve cinsiyeti ne olursa olsun, bütün insanlar, kanun önünde eşittirler. Yerde ve gökte bulunan canlı ve cansız varlıklar, insanların faydalanması için yaratılmışlardır. İnsanlar ise, “Ben, cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye 4 haklara saygılı olmamız ve kul hakkını gözetmemiz gerekir. İş verdiğimiz insanların sosyal güvenliklerini sağlayacak önlemleri almamızın, bu konuda gereken işlemleri zamanında yapmamızın, insanî ve İslâmî bir görev ve aynı zamanda bir kul hakkı olduğunu unutmamalıyız. Allah huzuruna kul hakkı ile çıkmanın, çok ağır bir vebâl olduğunu bilmeliyiz. Çünkü böyle bir günahın Allah tarafından bağışlanması, hak sahibinin affetmesi şartına bağlanmıştır. Hak sahibi, ondan hakkını almadıkça veya bu hakkından vazgeçmedikçe, Allah kul hakkı yiyenin günahını affetmemektedir. Çünkü İlâhî adâlet, bunu gerektirir. Hutbemi iki âyet meâli ile bitiriyorum: “Ey iman edenler! Bütün sözleşmelerinizi yerine getiriniz”[4] “Sözleşme yaptığınız zaman, Allah’a verdiğiniz sözü yerine getirin. Allah’ı kendinize kefîl kılarak pekiştirdikten sonra yeminlerinizi bozmayın. Şüphesiz Allah, sizin ne yaptığınızı bilir”[5] KAYNAK: [1] Zâriyât,51/56 [2] Mü’minûn,23/115. [3] Kıyame,75/36. [4] Mâide, 5/1. [5] Nahl, 16/91. Firhist’e Geri Dön 14 2002 HUTBELERİ 15 - Mart 2 Firhist’e Geri Dön etmesinden sonra Peygamberimiz, ashâbından bazılarının da Medine'ye göç etmelerine izin HİCRET verdi. Böylelikle İslâmiyet Mekke’nin dışına yayılmaya başladı. Bu gelişmeler, Kureyş’in ileri gelenlerini telaşa düşürdü. Durumu görüşüp Muhterem Müslümanlar! yeni engelleme planları yapmak üzere, "Daru-n Kamerî takvime göre bugün, Hicret’in Nedve" denilen yerde toplandılar. Kendilerini 1423. yıl dönümüdür. Bu vesile ile Hicret’ten ve dünya ve ahirette mutluluğa kavuşturacak olan bunun İslâm tarihindeki öneminden kısaca söz hak yolunu göstermekten başka hiç bir şey düetmek istiyorum. şünmeyen Allah’ın elçisini, birlikte öldürmeye Bildiğiniz gibi, Peygamber Efendimiz karar verdiler. Mekke'de doğdu ve kendisine peygamberlik Onların bu gizli planını Yüce Allah, Peygörevi burada verildi. Peygamberimiz, Yüce Al- gamberimize bildirerek Medine’ye hicret etmelah’ın "önce en yakın akrabanı uyar"[1] emri sine izin verdi. Bunun üzerine Peygamberimiz gereğince, önce yakınlarından başlamak üzere (s.a.v.), en yakın arkadaşı Hz. Ebu Bekir'le birinsanları İslâm’a dâvet etti. O'nun bu dâvetine likte geceleyin Mekke'den çıkıp, Sevr dağındaki uyanların sayısı günden güne arttı. Mekke müş- mağarada bir süre korundu. Sonra, Medine-i rikleri ise, bunu engellemeye çalıştılar. MüslüMünevvere’ye doğru yola çıktı. Yol üzerindeki manlara zulmederek, akıl almaz işkencelerde Kuba köyünde birkaç gün konaklayıp bir mescit bulundular. Kendilerince Peygamberimize tâbi inşa ettikten sonra Medine-i Münevvere’ye haolanları vazgeçirmek istediler. Bu duruma çok reket etti. Yolda büyük bir halk topluluğu, O’nu üzülen ve göç etmeyi düşünen bazı Müslüman- coşkun sevgilerle karşılayıp bağrına bastı. lara, Peygamberimiz Habeşistan'a gitmelerini Değerli Mü’minler! tavsiye etti. Bu arada Hac dolayısıyla Mekke'ye Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.)’in bu hicgelmiş olan Medineli bir topluluğun İslam’ı kabul reti, tarihteki diğer göçlerden çok farklı bir 1 3 anlam taşımaktadır. Çünkü diğer göçlerin, çoğunlukla iklim şartları, geçim sıkıntısı veya savaş gibi sebeplerden ileri geldiği görülmektedir. Burada ise, İslam’a karşı duran, onun nurunu söndürme ve ona gönül verenleri yok etme çabası içerisinde olanlardan uzaklaşma ve İslâm’ın emirlerini rahatça yerine getirebilme amacı vardır. Nitekim Hicretin bu ulvî manasını ilk Müslümanlardan Hz. Cafer’in, Habeş Kralı huzurunda söylediği şu sözler, net bir şekilde ortaya koymaktadır: “Ey hükümdar! Biz cehalet içerisinde yaşayan bir toplum idik. Putlara tapıyor, ölmüş hayvanların etini yiyorduk. Zina yapıyorduk. Akrabalarımızla ilgimizi kesiyor, komşularımızla iyi geçinmiyorduk. Kuvvetli olanlarımız, zayıf olanlarımızı eziyordu. Biz bu halde iken yüce Allah bize acıdı. Bizden öncekilerde olduğu gibi bize de içimizden, soylu, asil, doğru, güvenilir, şeref ve namus ehli olduğunu bildiğimiz birisini peygamber olarak gönderdi. O bizi, yalnız Allah’a ibadet etmeye, atalarımızın taptıkları putları terk etmeye çağırdı. Bize doğru söylemeyi, emanete riayet etmeyi, komşularımızla Not: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz. 4 güzel geçinmeyi, haramdan, adam öldürmekten sakınmayı öğütledi. Bizi, yalandan, yetim malı yemekten ve namuslu kadınlara iftira etmekten sakındırdı. Yalnız bir olan Allah’a ibadet edip, O’na hiçbir şeyi ortak koşmamayı, namaz kılmayı, oruç tutmayı emretti. Haram dediğini haram bildik, helâl dediğini helâl bildik. Bundan dolayı halkımızın bir kesimi bize düşman oldu, bize türlü türlü işkenceler yapmaya kalktılar. Biz de onlardan kaçarak ülkenize sığındık.”[2] Bu konuşmada, bir yönüyle hicret sebepleri açıklanırken, diğer yönü ile de İslâm’ın insanlığa neler getirdiği ifade edilmekte, her yönüyle bozulmuş ve tüm değer ölçülerini yitirmiş bir toplumu nasıl tekrar hayata kavuşturduğu anlatılmaktadır. İşte sevgili kardeşlerim kısaca hicret olayı budur. İlk Müslümanlar bu olaya fazlasıyla önem verdikleri ve diğer olaylardan daha çok anılmaya değer buldukları için, Hz. Ömer’in halifeliği zamanında onu tarih başlangıcı kabul etmişlerdir. KAYNAK: [1] Şuarâ,26/214. [2] İbn Hişam, Sîretü’n-Nebî, I,359. Firhist’e Geri Dön 15 2002 HUTBELERİ 1 22 - Mart YAŞLILARA SAYGILI OLALIM Muhterem Müslümanlar! Yüce Allah, bu dünyanın nizamıyla ilgili çeşitli kanunlar koymuştur. Bu kanunlardan birisi de, her canlının kendi şartları içinde, soyunu devam ettirmesidir. Bu sistem içerisinde yer alan canlılar, hayata geldikleri zaman genelde güçsüz ve korunmaya muhtaçtırlar. Sonra gelişir, olgunlaşır, güçlenir ve nihayet yaşlanırlar. Öyle ise yaşlanmak, bu dünyadaki geçici hayatın kaçınılmaz bir gerçeğidir. Yaşlılık, bu dünya hayatının fâni, insanoğlunun âciz, ölümün muhakkak Yüce Allah’ın bakî ve kudretinin sonsuz olduğunun açık bir delilidir. Nitekim Kur’an-ı Kerim buna şöyle işaret etmektedir: “Kime uzun ömür verirsek biz onun yaratılışını (gençliğini, güzelliğini) bozar, gücünü azaltır, beli bükük hale getiririz. Onlar bunu hiç 3 açıkta kalmış olanları barındırmak ve muhtaçlara yardım elini uzatmak, yaşlılara saygı gösterip gönüllerini ve dualarını almak, ihmal edilmemesi gereken dînî bir vecibedir. Kur’an-ı Kerim’in, yaşlı ana babamıza nasıl davranacağımızı açıklayan bir âyetinin meâli ile hutbemi bitirmek istiyorum: “Rabbin, sadece kendisine ibadet etmenizi, ana babaya da iyi davranmanızı kesin olarak emreder. Eğer onlardan biri ya da her ikisi senin yanında ihtiyarlık çağına ulaşırsa, sakın onlara “öf” bile deme. Onları azarlama. Onlara tatlı ve güzel söz söyle. Onlara merhamet ederek üzerlerine kanat ger ve de ki: Ey Yüce Rabbim! Küçükken onlar beni nasıl koruyup yetiştirdilerse, Sen de onları esirge.”[3] KAYNAK: [1] Yâsin,36/68. [2] Riyazu’s-Salihin, H.No:359. [3] İsrâ,17/23,24. Not: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz. 2 Firhist’e Geri Dön düşünmezler mi?”[1] Aziz Mü’minler! Hiç şüphe yok ki, bugünün gençleri, yarının yaşlılarıdır. Bugün gençliği, sağlığı, gücü kuvveti yerinde olanların, bu nitelikleri ömür boyu koruyamayacakları açıktır. Bunların zamanla zafa uğraması kaçınılmazdır. Öyle ise, bizim de bir gün yaşlanacağımızı göz önüne alarak yaşlılara, özellikle ana babamıza, dedelerimize, ninelerimize saygılı davranmalı ve bu konuda çocuklarımıza ve gençlerimize örnek olmalıyız. Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.), yaşlılara saygı gösterilmesi gerektiğine dikkat çekmiş, bir şey ikram edildiğinde ilk önce onlara teklif edilmesini ve her konuda yaşlılara öncelik verilmesini öğütlemiştir. Küçüklere sevgi, büyüklere saygı göstermeyenin olgun mü’min olamayacağını da, bir hadislerinde şöyle vurgulamışlardır: “Küçüklerimize merhamet etmeyen büyüklerimize saygı göstermeyen bizden değildir.”[2] Muhterem Müslümanlar! O halde, düşenin elinden tutmak, hastayı ziyaret etmek, açları doyurmak, 4 Firhist’e Geri Dön 16 2002 HUTBELERİ 1 29 - Mart İSLAM’IN ENGELLİLERE BAKIŞI Muhterem Müslümanlar! Yüce Allah, varlıklar içerisinde insanı mükerrem ve şerefli bir konumda yaratmıştır. Bu bakımdan insan, saygı ve hürmete layıktır. İnsanı insan yapan özelliklerin dışında kalan nitelikler, dinimize göre bir üstünlük sebebi değildir. Zira Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.): “Allah sizin sûretlerinize ve mallarınıza değil, kalplerinize ve amellerinize bakar”[1] buyurmuşlardır. Buna göre esas olan ruhun, kişiliğin, kalbin ve davranışların olgunluğu ve gelişmişliğidir. İnsan bedeninin bazı fonksiyonlarını yitirmiş olması, yani engelli olmak, insan için bir kusur sayılmaz. İnsanları fizikî durumlarına göre değerlendirmek veya ayıp3 vekil bırakmış olmasını bir örnek olarak hatırlatabiliriz. Aziz Müslümanlar! Hayatta sevineceğimiz ve huzur duyacağımız olaylarla karşılaştığımız gibi bazen de bizleri üzen, hoşumuza gitmeyen engeller, hastalıklar ve felaketlerle de karşılaşabiliriz. Ancak başımıza gelen felaketleri, hastalıkları sabırla karşılamalı, isyan etmemeliyiz. Unutmayalım ki, karşılaştığımız felaket, hastalık ve engeller, geçmiş günahların keffâreti, gelecek mükâfâtların da habercisidirler. Özürlü kardeşlerimizin toplum hayatına katkıda bulunmaları için, yeteneklerini geliştirmek üzere onlara uygun mekanlar hazırlanması, eğitim imkanı sağlanması, yapabilecekleri işlerin verilmesi, insanî ve İslâmî görevimizdir. Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.), felaket, hastalık ve özür durumlarında müslümanların dayanışma içerisinde olmasını vurgulayan bir hadisi ile hutbemi bitiriyorum: “Merhamet, sevgi ve birbirine destek olmada mü’minler, bir Not: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz. 2 Firhist’e Geri Dön lamak, dinimizce günah sayılmıştır. Nitekim bu konuda Peygamberimiz (s.a.v.): “Bir kimsenin mü’min kardeşini (herhangi bir kusuru veya fizikî engeli sebebiyle) küçümsemesi günah olarak ona yeter”[2] buyurmuştur. Her insan, farklı bir yetenek ve değişik bir yapıda yaratılmıştır. Yüce Yaratıcı, böyle takdir etmiştir. Hiç kimsenin buna itiraz etmeye hakkı yoktur. Çünkü Yüce Allah, yoktan var ettiği her şeyi kendi hikmet ve takdirine göre yaratır. Fizîki engellilere destek olmak, dinimizin emrettiği bir görevdir. Yüce Allah, insanoğlunu gücünün yettiği işlerle sorumlu tutmuştur. Bunun için, özürlülerle ilgili özel hükümler koymuş, inananların her konuda birbirleriyle dayanışma içerisinde bulunmalarını emretmiştir. Peygamberimiz (s.a.v.) de engellilerle ilgilenmiş; onların yeteneklerini değerlendirmiş ve onlara yapabilecekleri çeşitli görevler vermiştir. Ashabından görme engelli Abdullah İbn Ümm-i Mektum’u, kendileri Medine dışına çıktığı günlerde yerine 4 beden gibidir. O bedenin bir uzvu hastalanınca vücudun diğer organları, hasta uzvun elemini paylaşırlar.”[3] KAYNAK: [1] Terğib, 1/55. [2] Müslim, Birr, 32. [3] Tecrıd-i sarih,12/128 Firhist’e Geri Dön 17 2002 HUTBELERİ 1 05 - Nisan KABİR ZİYARETİ VE MEZARLIKLARIN KORUNMASI Muhterem Müslümanlar! Hiç şüphe yok ki, bu dünya fânîdir. Her yeni, eskiyecek ve her konan göçecektir. Her nefis, mutlaka ölümü tadacak, bu dünya hayatı sona erecek ve daha cazibeli olan âhiret hayatı başlayacaktır. Ahiret hayatına geçiş için açılan ilk kapı, kabir kapısıdır. Bu kapıdan içeri giren her insanın ilk sorgusu burada yapılacaktır. Yüce Allah’ın, bizim için tâyin ve takdîr buyurduğu hayat gerçeği ve güzergâhı böyledir. Nitekim Kurân-ı Kerîm, bu hakikati şöyle açıklamaktadır: “Allah onu (insanı) hangi şeyden yarattı? Onu, küçük bir nutfeden yaratıp ona özel bir şekil vermiştir. Sonra ona, dünyaya geliş yolunu kolay3 koymuştur. Aziz Müslümanlar! Mezarlıklarımız, temiz ve tertipli, isrâf ve gösterişten uzak olmalıdır. Oralar, mesîre yeri hâline getirilmemeli ve kabirlerin üzerine oturulmamalıdır. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.v.), bir mazeret olmadan kabirlerin üzerine oturulmamasını ve çiğnenmemesini tavsiye etmiştir.[3] Kabir ziyaretinde bulunurken, tevhîd inancına uygun düşmeyen tutum ve davranışlardan sakınmak gerekir. Mezarlıklara veya türbelere ziyarete gidip oradaki ağaçlara mendil bağlamak, mezarların taşını toprağını öpmek, üzerlerindeki örtülere yüz sürmek ve bunlardan medet ummak, şifa beklemek gibi haram davranışlardan sakınmalı ve bu tür bid’at ve hurâfelerden şiddetle kaçınmalıyız. O halde bize düşen görev, yakınlarımızın, dost ve sevdiklerimizin mezarlarını, sâde bir biçimde düzenlemek, temiz tutmak, yeşillendirmek ve mümkünse mezarların başına bir fidan dikmektir. Onların Not: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz. 2 Firhist’e Geri Dön laştırmıştır. Sonra ona ölümü vermiş ve kabre koydurmuştur. Sonra dilediği zaman, onu yeniden diriltecektir”[1]. Değerli Mü’minler! Yakınlarımızdan ve dostlarımızdan bir çoğu, şimdi âhiret âleminin ilk durağı olan kabirlerinde bizi beklemektedirler. Biz de onların yanına gideceğiz. Bir insanın, ölmüş olan yakınlarını, dostlarını, sevdiklerini ve hayatı birlikte paylaştığı arkadaşlarını unutması, elbette kolay değildir. Her fırsatta onları yâd etmek ve onlarla olan münasebetini, bir şekilde sürdürmek ister. Bunun için onların kabirlerini ziyaret etmeyi bir vefâ borcu bilir ve bu ziyaretlerle de vicdânî bir teselli bulur. İslâm dininde, ölümü hatırlamak, ahiret hayatını düşünmek ve günahlarının affı için Allah’a duâ etmek üzere kabir ziyaretinde bulunmak sünnettir. İşte bu maksatla Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.), kabir ziyaretini tavsiye etmiş ve: “Kabirleri ziyaret ediniz, bu size ahireti hatırlatır”[2] buyurmuştur. Bunun için dinimiz, kabir ziyaretleriyle ilgili bazı ölçüler 4 kabirlerini, usûlüne göre ziyâret edip işlediğimiz hayır, yaptığımız ibadet, okuduğumuz Fâtiha’nın sevabını ruhlarına bağışlamalı ve onlara dua etmeliyiz. KAYNAK: [1] Abese, 80/18-22 [2] İbn Mâce Sünen, Cenâiz, 47 [3] Müslim, Cenâiz, 33. Firhist’e Geri Dön 18 2002 HUTBELERİ 1 12 - Nisan EVLİLİK BÜYÜK BİR NİMETTİR Aziz Müslümanlar! Şüphe yok ki âile, bu dünya hayatında insan için çok önemli bir huzûr, sükûn cenneti, mânevî güç ve mutluluk merkezidir. Aile, aynı zamanda millî özellik ve dînî güzelliklerin hafızası, fert ve toplum kültürünün değeri ölçülmez bir hazînedir. Evlenmek, yeni bir yuva kurmak, sorumluluk üstlenmek ve ciddî bir hayat imtihanına tâbi tutulmak demektir. Çünkü, huzûrlu bir geçimin sağlanması, çeşitli ihtiyaçların helâlinden karşılanması, bu uğurda karşılaşılan güçlüklerin paylaşılması, karşılıklı hakların gözetilip sorumlulukların yerine getirilmesi gibi konularda, gereken tedbirlerin alınması, eşlerin görevidir. 3 Değerli Mü’minler! Evlenme akdine nikâh, feshine de boşanma denmektedir. Boşanmak, dinimize göre helaldir. Ancak evli İnsanlar, mecbur kalmadıkça boşanmaya asla razı olmazlar. Evliliğin oyuncak değil, çok ciddi bir iş olduğunu, bilirler. Nitekim Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.), şöyle buyurmuşlardır. “Allah katında en sevimsiz helal boşamaktır”.[2] Öyle ise boşanma, eşler arasındaki güzel duygulardan ve karşılıklı güvenden bir eser kalmadığı zaman düşünülebilir. Ancak İslâm dini, bu noktaya gelmiş olan eşlere, kendi yakınlarından birer hakem tayin etmelerini, bundan da olumlu bir sonuç alamazlarsa, o zaman boşanma yoluna gidilebileceklerini belirtir. Çünkü eşler arasındaki bağlar artık çözülmüş, evlilik çekilmez olmuş ve boşanmak zorunlu hâle gelmiştir. Böyle bir zorunluluk bulunmadan boşanmak, yukarıda belirttiğimiz nimet ve lütuflardan mahrum kalmak ve çocukları da yalnızlığa terk etmek demektir. Buna da hiçbir vicdan razı olamaz. Not: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz. 2 Firhist’e Geri Dön Evlilik, kadınla erkeğin birbirleriyle uyuşma ve anlaşmasına dayanan nikâh akdi ile başlar, karşılıklı sevgi, saygı, şefkat, merhamet, sadâkat ve güvenle devâm eder. O halde, bu hasletlerin güzelce korunması gerekir. Bakınız Yüce Allah, evlenmenin nasıl bir lütuf olduğunu, Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle açıklamaktadır: “Kendileri ile huzur ve sükûn bulasınız diye sizin için türünüzden eşler yaratması ve aranızda büyük bir sevgi ve merhamet var etmesi de, O’nun (varlığının ve birliğinin) delillerindendir. Şüphesiz bunda, düşünen bir toplum için elbette ibretler vardır.”[1] Allah’ın rahmet ve hikmetinin bir gereği olan evlilik, eşlerin hayatını sükûnete, gönüllerini huzûra erdirir. İnsanî duygularını geliştirir ve onları, evliliğin asıl hikmetine ulaştırır. Yüce Allah da onlara, sevgi ve şefkatle büyütüp beslemeleri için, çocuklar ihsan eder. Bilgili, görgülü ve faydalı birer insan olarak yetiştirilen o çocuklar, ana baba için en büyük mutluluk ve mükâfat vesilesi olurlar. 4 Hutbemi, eşlerin arasını açamaya çalışmanın nasıl bir vebâl olduğunu bildiren bir Hadîs-i Şerîf meâli ile bitiriyorum: “Eşlerin arasını bozan bizden değildir”[3]. Tüm âilelere huzur ve esenlik dolu günler diliyorum. KAYNAK: [1] Rûm,30/21. [2] Ebû Dâvûd, Sünen, Talak 3, (II, 632, H.No:2178). [3]Ahmed b.Hanbel, II, 397. Firhist’e Geri Dön 19 2002 HUTBELERİ 1 19 - Nisan GENÇLİĞİN ÖNEMİ Muhterem Müslümanlar! Gençlik, Yüce Allah’ın insanlara bahşettiği ömür nimetinin, çok iyi değerlendirilmesi gereken önemli bir dönemidir, bulunmaz bir fırsattır. Çünkü gençlik, çalışıp kazanma, evlenip âile kurma, insanlara yararlı olma ve Allah’a ibâdet etme bakımından hayatın en verimli çağıdır. Bunun için her insan, Allah’ın verdiği bütün nimetlerden ve özellikle de gençliğini nerede ve nasıl harcadığından sorguya çekilecektir. Nitekim Cenab-ı Allah, bu gerçeği Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle beyân buyurmuştur: “O gün, hepiniz bütün nimetlerden sorguya çekileceksiniz.” [1] Hz. Peygamber (s.a.v.)’de, gençliğin önemine dikkat çekerek, “İnsanoğlu, Kıyâmet gününde: 3 ceği de tehlikeye girmiş olur. Değerli Müslümanlar! İslam Dîni, çocukların ve gençlerin ilim, fikir ve sanat bakımından iyi yetiştirilmelerini, kendi başlarına düşünebilir ve bağımsız olarak iş yapabilir bir konuma getirilmelerini, sorunlarının hoşgörü ve anlayışla karşılanıp bunlara çözümler bulunmasını ve gençlerin yüksek bir ahlâka sahip olmalarının sağlanmasını istemektedir. Dinimiz, bunun sorumluluğunu da, başta ana baba olmak üzere, yetkililere ve topluma yüklemektedir. Sonuç olarak çocuklarımız ve gençlerimiz, bizim ümitlerimiz ve yarınlarımızdır. Onları, ne kadar dinî ve millî değerlerimize göre yetiştirir, ailevî, ekonomik, kişisel sorunlarıyla yakından ilgilenir, özellikle ruh sağlıklarını bozucu her türlü etkiden koruyup, aile hayatını teşvik ederek sağlıklı bir hayat biçimine kavuşturursak, geleceğimizden o oranda emin oluruz. Hutbemi, Sevgili Peygamberimiz (s.a.v. )’in iki Hadîs-i Şerîfinin meâliyle bitiNot: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz. 2 Firhist’e Geri Dön - Gençliğini nerede ve ne sûretle harcadığından, - Yaptığı işleri ne maksatla yaptığından, - Malını nereden ve nasıl kazandığından, - Nerelere sarf ettiğinden, - Vücudunu ve sıhhatini nerede ve ne suretle yıprattığından sorguya çekilmedikçe, yerinden ayrılamaz:”[2] buyurmuştur. Aziz Müminler! Gençlik, milletlerin geleceği ve en önemli güç kaynağıdır. Bunun için her toplum, kendi geleceğini garanti altına almak, millî ve manevî değerlerini yükseltip geliştirmek maksadıyla bilgili, görgülü, çalışkan ve üretken nesiller yetiştirmeye önem vermektedirler. Çünkü, gençlerini iyi yetiştirmiş olan toplumlar, güçlü ve sağlıklı bir yapıya kavuşmuş olurlar. Eğer gençlik ihmal edilir, iyi eğitilmez, uyuşturucu, alkol, tembellik veya sapık akımların ağına düşmeye müsait bir ortamda kendi başına bırakılırsa, o zaman pek çok problem ve sıkıntılarla karşı karşıya kalınır ve o toplumun gele4 riyorum: “Hiçbir baba çocuğuna güzel terbiye ve edepten daha değerli bir miras bırakmış olamaz”[3] ve “İnsanlar içinde Allah’ın en çok sevdiği kimse, kötülükleri terk edip iyiliklere yönelmiş olan gençtir”[4]. KAYNAK: [1] Tekasür, 102/8 [2] Tirmizi, Kıyamet, 1; Riyazu’s-Salihîn, 1/441, H.No:410. [3] 250 Hadis, Hadis sno : 204. [4] Ramûzu’l-Ehâdîs, S.383. Firhist’e Geri Dön 20 2002 HUTBELERİ 1 26 -Nisan İSLAM’DA ÇALIŞMA Muhterem Müslümanlar! Kainattaki bütün varlıklar, hareket halindedir. Her varlığın bir hareket düzeni vardır. Bu düzenli hareketler, onların birer varlık olduğunu gösteren en belirgin özelliklerdir. Şüphesiz bu gerçek ,Yüce Yaratıcının kainatta kurduğu çok anlamlı ve bütün varlıkların uyması gereken bir düzen bir çalışma kuralıdır. İnsan ise, daha hareketli olması gereken bir varlıktır. Çünkü tembellik, ona hiç yakışmamaktadır. Aslında onun, başkalarına muhtaç olmaması ve onurlu bir şekilde hayatını sürdürebilmesi için, mutlaka çalışması gerekir. Nitekim Kur’an-ı Kerîm, insanın çalışmadan bir şey elde edemeyeceğini ve çalışmasının karşılığını da her iki dünyada göreceğini şöyle vurgu3 lardan bir şeyler dilenmesinden daha hayırlıdır.”[2] Yine Peygamberimiz (s.a.s.): Buyurmuştur. “İnsan, elinin emeğinden daha hayırlı bir lokma yememiştir. Allah’ın elçisi Davûd (a.s.) da, kendi elinin emeğini yerdi.”[3] Değerli Mü’minler! O halde; Yüce Allah’ın bize ihsan ettiği yetenekleri, güzelce değerlendirelim. Çalışıp kazanmanın insanı mutlu kılacağını, tembelliğin ise mutsuzluğun kaynağı olacağını unutmayalım. Malımızı helalinden kazanıp, ölçülü harcamalar yapalım. Çalışmak, üretmek isteyene de yardımcı olalım. Hutbemi Peygamber Efendimiz (s.,a.s.)’in şu veciz duasıyla bitiriyorum: “Allah’ım sıkıntı ve hüzünden, acizlikten, tembellikten, korkaklıktan ve pintilikten, insanların kahrından sana sığınırım”.[4] 2 Firhist’e Geri Dön lamaktadır: “İnsan için ancak çalıştığı vardır. Onun çalışması şüphesiz görülecektir. Sonra ona karşılığı eksiksiz verilecektir”.[1] Aziz Müminler! Dünya hayatı, bir imtihandır. Bunun için Yüce Allah, insanlara O’nu tanıyıp ibadet etme, maddî ve manevî açıdan yeryüzünün imar ve ıslahına çalışma, görevi vermiştir. Bu da ancak çalışmakla mümkündür. Bu nedenle yüce dinimiz İslam, çalışmamızı ve geçimimizi, kendi elimizin emeğiyle sağlamamızı emretmiş, helalinden kazanmayı farz kılmış ve bu uğurda çekilen her sıkıntıyı, bir kısım günahlara kefaret saymıştır. Bunun yanında çalışma güç ve imkanına sahip iken, tembellik gösterip çalışmamayı ve başkalarına yük olmayı da caiz görmemiştir. Bu konuda Sevgili Peygamberimiz (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “Sizden birinizin ipini alıp dağa gitmesi, sırtına bir bağ odun yüklenip getirerek onu satması, böylece onun onurunu Allah’ın koruması, diğer insan4 KAYNAK: [1] Necm, 53/38-39. [2] Buhari, Zekat, 10. [3] Riyâzü’s-Sâlihîn Tercemesi, I/569) [4] et- Tâç, 5/113. Not: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz. Firhist’e Geri Dön 21 2002 HUTBELERİ 1 03 - Mayıs ALLAH’A HAMD VE ŞÜKÜR Muhterem Mü’minler! İnsanın yaratılış gaye ve hikmetlerinden en önemlisi, insan olmanın icaplarını yerine getirebilmektir. Bunun en güzel ifade tarzlarından birisi de, Allah’ın verdiği nimetler için hamd ve şükür görevini îfâya çalışmaktır. Türkçe’mizde övmek, yüceltmek gibi manalara gelen hamd, kendilerine ikram ettiği maddî ve manevî nimetler için, insanların Allah’a şükranlarını ve minnettarlıklarını arz etmesi demektir. Â’râf sûresinin 43. ayetinde, bu husus şöyle açıklanmaktadır: “Bizi buna (cennete) eriştiren Allah’a hamdolsun. Şayet Allah bizi doğruya iletmeseydi bizler doğruyu bulamazdık.”[1] Yüce Kitabımızın ilk sûresi Fati3 Görüldüğü üzere, Yaratan ile yaratılanlar arasında hamd, büyük bir mânevi bağdır. İsrâ sûresi’nin 44. ayetinde, “O’nu hamd ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur, fakat siz onların tesbihini anlayamazsınız”[5] buyurulmakta ve Kur’an-ı Kerim’in, kırktan fazla ayetinde, Yaratıcı ile yaratılmışlar arasında hamd ve şükür alakası bulunduğu açıklanmaktadır. Öyle ise, Yüce Allah’ın verdiği nimetlerden yararlanan her insanın vicdanında, bir minnetarlık ve şükran hissinin uyanması gerekir. Bu hissin ifadesi olan hamd ve şükür, hem sözle, hem de fiilî olarak yerine getirilmelidir. Nitekim, Sevgili Peygamberimiz, “Her şeyin bir zekâtı vardır, bedenin zekâtı da oruçtur”[6] buyurarak, her nimetin söz ve fiille yapılan bir şükrü, bir zekatı olduğuna işaret etmişlerdir. O halde, Allah’ın verdiği nimetlere şükür için sadece, “Çok şükür, hamdolsun” demek yeterli olmaz. Çünkü sözle yapılan hamd ve şükrün fiilen de yapılması ve ispat edilmesi gerekir. Not: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz. 2 Firhist’e Geri Dön ha’nın, “Hamd, alemlerin Rabbi Allah’a mahsustur”[2] mealindeki ayet ile başlaması, Rabbi ile kulu arasında, hamd ile şükrün, mânevî bir bağ olduğunu göstermektedir. Bu sûre’nin, “O Rahmandır. Rahimdir. Mükâfât ve ceza gününün sahibidir”[3] meâlindeki 3. ve 4. ayetleri ise, Yüce Allah’ın rahmetine sığınmamızın ve hesap günü için hazırlıklı olmamızın gerektiğini bize hatırlatır. Kur’an-ı Kerim’in özeti olarak nitelendirilen ve Alemlerin Rabbi Allah’a hamd ile başlayan Fatiha sûresi’nin, “Allahım, ancak sana kulluk eder ve ancak senden yardım dileriz. Bizi doğru yola, ni’met verdiğin kimselerin yoluna ilet. Gazaba uğramışların ve şaşırmışların yoluna değil”[4] meâlindeki son âyetlerinde, sadece Allah’a ibadet edileceği, yardım ve hidayetin yalnız Allah’tan isteneceği kesin olarak belirtilmekte ve tevhîd inancından sapılmaması için dua edilmesi gerektiği, çok vecîz bir üslûp ile vurgulanmaktadır. Değerli Mü’minler! 4 Aziz Müslümanlar! Allah’a hamd ile başlayan yüce Kitabımız Kur’an-ı Kerim’in, hamd’i tavsiye eden şu ayet-i kerimesiyle hutbemi bitiriyorum: “Cennet ehlinin oradaki duaları, “Allah’ım! Sen, her türlü noksanlıklardan münezzehsin”, dirlik temennileri, “selam” ve onların dualarının sonu ise, “Alemlerin Rabbi olan Allah’a hamdolsun” sözüdür.”[7] KAYNAK: [1] A’râf,7/43. [2] Fatiha,1/2. [3] Fatiha,1/3,4. [4] Fatiha,1/5,6,7. [5] İsrâ,17/44. [6] İbn Mace, 1745. [7] Yunus,10/10. Firhist’e Geri Dön 22 2002 HUTBELERİ 1 10 - Mayıs NAMAZIN ÖNEMİ Değerli Mü’minler! İmandan sonra İslam’ın en önemli esaslarından biri olan namaz, Allah’a şükranda bulunmanın en güzel ifadesidir. Namaz beş vakit olarak inananlar üzerine farz kılınmıştır. Namaz imandan sonra İslam’ın en önemli esaslarından biridir. Bu konuda Hz. Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmuştur “İslam beş temel üzerine kurulmuştur. Allah’tan başka ilah olmadığına ve Hz. Muhammed’in O’nun kulu ve Rasulü olduğuna şahadet etmek, namaz kılmak, zekat vermek, haccetmek ve Ramazan orucunu tutmaktır.”[1] Muhterem Müslümanlar! Namaz insana daima Allah’ı hatırlatarak kalplere sorumluluk duygusunun yer3 Rasûlallah.” cevabını alınca da: “İşte beş vakit namaz da buna benzer, Allah namazla günahları siler”[3] buyurmuştur. Muhterem Müslümanlar! O halde Allah Teâla’nın nimetlerine karşı şükrün ifadesi olan bu ibadeti yerine getirmeliyiz. Zira namaz bizim kulluk borcumuz ve Allah’ın huzurunda sorgulanacağımız ilk ibadetlerdendir. Bu kulluk borcumuzu îfa ederek Allah’ın rızasına ulaşmalıyız. Hutbemizi şuurlu bir şekilde namaz kılan mü’minlerin kötülüklerden uzaklaşacağını ve huzura ereceğini ifade eden ayetlerle bitirelim. “Gerçekten mü’minler kurtuluşa ermişlerdir. Onlar ki namazlarında huşu içerisindedirler. Onlar faydasız işlerden ve boş sözlerden yüz çevirirler, zekatı verirler, iffetlerini korurlar...Ve onlar, emanetlerine ve verdikleri sözlerine riayet ederler. Onlar namazlarını kılmaya devam ederler.”[4] KAYNAK: [1] Riyazu’s-Salihin, c.II, s.394, H.No:1079. [2] Ankebût, 29/45 [3] Buhari, Salat, 6. [4] Mü’minûn, 23/1-5, 8-9 Not: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz. 2 Firhist’e Geri Dön leşmesine vesile olur. Her türlü kötülüklerden, haramlardan mü’minleri korur. Zira namaz Allah’ı hatırlatır. Allah’ı hatırlayan insan da fenalığa meyletmez ve kimsenin malına, canına, namusuna göz dikmez. Nitekim Cenabı Hak Kur’an-ı Kerim’de bu hususu şöyle ifade etmektedir: “(Rasûlüm) Sana vahyedilen kitabı oku ve namazı kıl. Muhakkak ki namaz, hayasızlıktan ve kötülükten alıkoyar. Allah’ı anmak elbette (İbadetlerin) en büyüğüdür. Allah yaptıklarınızı bilir.”[2] Aziz Cemaat! Bunun yanında namazın temizlik ve vücut sağlığı bakımından insana pek çok faydalar sağladığı da bilinen bir gerçektir. Çünkü namaz kılan bir kimse abdest almak zorundadır. Bu ise günde birkaç defa hem maddi ve hem de manevi olarak temizlenmek demektir. Peygamberimiz (s.a.v.) “Sizden herhangi birinizin kapısı önünde bir nehir bulunsa ve o kimse bu nehirde günde beş defa yıkansa kendisinde kirden bir şey kalır mı?” diye sormuş sahabilerin de : “Hiç kir kalmaz Ya 4 Firhist’e Geri Dön 23 2002 HUTBELERİ 1 17 - Mayıs AHİRET HAYATINA HAZIRLIK Muhterem Müslümanlar! Dinimizin iman esaslarından biri de ahirete imandır. Yaratılan her şeyin bir ömrü olduğu gibi, bu dünyanın da bir ömrü vardır. Bu âlemdeki bütün varlıklar, Yüce Allah’ın takdiri gereği geçici olarak yaratılmışlardır. Bir gün gelecek, bu âlemden ve üzerindeki yaratılmışlardan bir eser kalmayacak ve kainattaki bu mükemmel nizam bozulacak ay, güneş ve yıldızlar birbirine çarpıp parçalanacak, dağlar pamuk gibi atılacak ve her şey mahvolacaktır. Bütün bunlar İsrafil (a.s.)ın mahiyetini ancak Allah’ın bildiği sûra ilk defa üfürmesiyle olacaktır.[1]Yalnız ve yalnız Baki olan Allah kalacaktır. Allah’ın belirlediği bir zaman sonra İsrafil (a.s.)’ ın sûra ikinci defa üfürmesiyle de ahiret denilen alem başlayacak, ruhu ve bedeni ile tekrar yaratılan insan, Allah’ın huzuruna çıkacaktır. 3 Bazılarının kitabı sağdan, bazılarının kitabı da soldan kendilerine verilecektir. Kitabı sağdan verilenler: “Alın, kitabımı okuyun, doğrusu ben hesapla karşılaşacağımı sezmiştim zaten diyecek. Ardından da Allah’ın kendisi için hazırladığı eşsiz cennete girecektir. Kitabı soldan verilenler ise: “Kitabım verilmeseydi, keşke hesabımın ne olduğunu bilmeseydim, keşke ölümle tamamen yok olup gitseydim, malım beni kurtarmadı, gücüm, saltanatım yok olup gitti.[8]ve keşke ahiret hayatım için dünyadan bir şeyler getirseydim”[9] diyecektir. Son pişmanlık da fayda vermeyecektir. Dünyada yaptıklarını inkar durumunda ise, kulakları, gözleri ve derileri yaptıkları hakkında aleyhine şehadet edecektir.”[10] Muhterem Müslümanlar! Yüce Allah’ın ahiret ile ilgili olarak tasvir ettiği bu hususlar bizim için bir öğüttür. Çünkü ahiret inancı insan için en iyi kontrol sistemidir. Bu inanca sahip olan kimse, kötü söz ve davranışlarda bulunamaz, daima insanlara yardım ve hayra koşmayı prensip Not: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz. 2 Firhist’e Geri Dön Nitekim Cenabı Hak, bu konuda şöyle buyurmaktadır: “İnsanlar o gün alemlerin Rabbı olan Allah’ın huzuruna çıkar[2] ve uçsuz bucaksız bir meydanda toplanırlar. Ama herkes kendi derdiyle meşguldür, birbirine bakamazlar. Zira O gün kişi kardeşinden, anasından, babasından, eşinden ve oğullarından kaçar. O gün herkes kendi derdine düşer. O gün bazı yüzler aydınlıktır, gülmekte, sevinmektedir. Bazı yüzler ise (o gün) tozlanmış ve onları karanlıklar bürümüştür. İşte onlar kafirler ve facirlerdir.”[3] Bundan sonra uzun bir bekleyiş ve ardından ilahi adaletin tahakkuku için büyük mahkeme kurulacaktır. Görevli melekler tarafından yazılmış olan amel defteri ortaya konacak “Her nefis yaptığı hayrı ve kötülüğü (o kitapta ) hazır bulacaktır.”[4] “O gün asla zülüm yapılmayacaktır.[5] Kim zerre kadar hayır işlemişse onu görecek ve zerre miktarı kötülük işlemişse onu da görecektir.[6] Her insana Kitabını oku, bugün kendi nefsin, kendine hesapçı olarak yeter[7]denilecek. 4 edinir. Kendisinin başıboş olarak yaratılmadığını bilir. Nitekim Yüce Allah insanın boşuna yaratılmadığını, yaratılışının bir gayesi olduğunu şöyle vurgulamaktadır: “Yoksa sizi boşuna yarattığımızı ve bize döndürülmeyeceğinizi mi sandınız.”[11] Yine Ahiret inancı insanı her türlü israftan alıkoyar. Çünkü o kimse hesap gününde kendisine verilen bütün nimetlerin hesabını vermenin güçlüğünü idrak ederek, ömrünü, sıhhatini, gençliğini iyi bir şekilde değerlendirmeye çalışır. Ahirete inanan kişi ölüm gerçeğini hatırlamaktan korkmaz, aksine ölümü sık sık hatırlamak suretiyle bencil duygularını ve ihtiraslarını dizginler. Dünya ve ahiret dengesini sağlıklı bir şekilde kurarak Yüce Allah’ın rızasına ulaşır. KAYNAK: [1] Zümer,39/68 [2] Mutaffifin,83/6 [3] Abese,80/34-42 [4] Al-i İmran,3/30 [5] Ğafir,40/17 [6] Zilzal,99/7-8 [7] İsra,17/14 [8] Hakka,69/19-29 [9] Beled, 90/24 [10] Yasin,36/65 [11] Mü’minun, 23/115. Firhist’e Geri Dön 24 2002 HUTBELERİ 1 24 - Mayıs HZ. PEYGAMBER SEVGİSİ Muhterem Müslümanlar! Yüce Allah’ın insanoğluna ihsan ettiği ulvî duygulardan biri de sevgidir. İnancımızın ve ibadetlerimizin temelinde sevgi, daima ön plandadır. Allah’a imanımız da sevginin eseridir. Çünkü şuurlu bir iman ve ibadet ancak sevilen hak mabuda yapılır. Müslüman; Allah’ı ve Allah dostlarını seven insandır. Peygamberimiz (s.a.v.) ise Allah dostlarının başında ilahi sevgiye ulaştıran rehberdir. Allah’a ve peygamberine olan sevgimiz, emirlerine uymak ve yasaklarından kaçınmakla mümkündür. Nitekim Kuran’ı Kerim bu sevgiyi ispatlamanın yolunun Rasulüne itaatten geçtiğini şöyle vurgulamaktadır. De ki: “Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sev3 dayetin insanlara ulaştırılmasında, O’na her zaman maddi ve manevi destekte bulundular. Onu her şeyden fazla sevdiler. Hz.Ali’ye Rasûlullah’a olan sevginiz nasıldır? diye sorulduğunda O: “Rasûlullah’ı susuz bir insanın suya hasreti gibi severdik”[4] buyurmuştur. Ashabın, Hz.Peygamber sevgisini şu örnek çok güzel yansıtmaktadır. Ensardan bir kadına; babası, kardeşi ve kocasının savaşta şehit düştükleri haber verilince, O, hemen Rasûlullah’ı sormuş, sağlık haberini alıp, O’nu görünce, “Seni sağ olarak gördükten sonra, her musibet bana hafif gelir” [5] diyerek sevincini izhar etmiştir. Aziz Mü’minler! O halde; bizim için bir lütuf olan Hz Peygamber (s.a.v.)’in Allah’ın elçisi olduğuna inanmanın yanında O’nu samimiyetle sevmeliyiz. Bugün O hayatta olmadığına göre O’nun sünnetini öğrenerek kendimize rehber edinmeliyiz. Adı anıldığında da salat-ü selam getirmeliyiz. Ayrıca Peygamberimize hürmeten ve dinimize yaptıkları Not: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz. 2 Firhist’e Geri Dön sin ve günahlarınızı bağışlasın Allah çok merhametli ve bağışlayıcıdır.”[1] Bununla birlikte Yüce Allah Rasûlüne itaatin yanında mü’minlerden Hz Peygamberin canını kendi canlarından bile üstün tutmalarını istemiş ve bu konuda şöyle buyurmuştur: “Peygamber, mü’minler için kendi canlarından ileridir. Onun eşleri de onların anneleridir.”[2] Değerli Mü’minler! Peygamberimizi canımızdan ve tüm sevdiklerimizden daha çok sevmek, ancak O’nun yolunda gitmekle olur. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.v.) de kendisinin her şeyden, herkesten daha çok sevilmesi hususunda şöyle buyurmuştur. “Sizden biriniz, beni anasından-babasından, çoluk -çoçuğundan ve bütün insanlardan daha çok sevmedikçe iman etmiş olamaz”[3] İşte bu sebeple, Hz.Peygamber’e gönülden inanan ashabı ondan gelen emirleri büyük bir teslimiyetle yerine getirdiler. O’na derin saygı duydular, derdine ortak oldular. Ayağına batacak dikene bile razı olmadılar. Hi4 hizmetlerden dolayı da O’nun hane halkının ve ashabının adı anıldığında sevgi, saygı ifadeleri kullanmalı ve duada bulunmalıyız. KAYNAK: [1] Âl-i İmran,3/31 [2] Ahzab, 33/6 [3] Buhâri,İman 8;Müslim,İmân 70 [4] Nebhani, Fezail-i Muhammediyye,s. 171(çvr.) [5] İbn Hişam,Siret,3/43 Firhist’e Geri Dön 25 2002 HUTBELERİ 1 31 -Mayıs İSTANBUL’UN FETHİ Muhterem Müslümanlar! Tarihte meydana gelen olaylar, amaç, sebep, şahıslar ve sonuç itibariyle değerlendirilir. Bu manada İstanbul’un Fethini değerlendirdiğimizde bu fethin, bir çağı kapayıp, yeni bir çağı açan önemli bir olay olduğunu görürüz. Özellikle bu fethin Müslüman Türk’ün tarihinde ayrı bir önemi vardır. Bu olaya ayrı bir anlam katan Hz. Peygamberin şu hadis-i şerifidir: “İstanbul elbette feth olunacaktır. Onu feth eden komutan ne iyi komutandır. Onun ordusu da ne iyi ordudur.”[1] Hz. Peygamberin bu müjdesine ka3 Han, yüce dinimiz İslam’ın öngördüğü ilkelere uyarak gayr-ı müslim kadınlara, çocuklara, yaşlılara ibadetiyle meşgul din adamlarına dokunmamıştır. İbadet hanelerin yıkılmasını yasaklamış ve halka ummadığı imtiyazlar vermiş herkesin din ve vicdan hürriyetini, can ve mal güvenliklerini sağlamıştır. Ayrıca şehri yeniden imar etmiş ve memleketin içindeki seçkin bilginleri toplayarak şehri bilgi ve kültür merkezi durumuna getirmiştir. Aziz Mü’minler! Tarih ibret alınmak için vardır. Bu nedenle İstanbul’un fethinde de bizim için birçok örnek alacağımız dersler, değerler bulunmaktadır. Özellikle iman kudreti, bilgi üstünlüğü, birlik ve beraberlik ruhu ders alacağımız yönlerdir. Bu vesile ile Fatih Sultan Mehmet ve aziz askerleri ile birlikte bu güne kadar vatan için çarpışan şehit ve gazilerimizi rahmetle yâd ederiz. KAYNAK: [1] el-Camiu’s-Sağir, H.No: 7227; Feyzu’l Kadir, 5/262 [2] Enfal, 8/ 60 [3] Enfal, 8/46 Not: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz. 2 Firhist’e Geri Dön vuşmak için bir çok milletler mücadele etmiş, fakat bu şeref Aziz Türk Milletine nasip olmuştur. Tarih, bu fethin nasıl gerçekleştiğini, komutanların ve askerlerin dirayetini, cesaretlerini ve Allah rızası uğruna şehadet şerbetini içmek için nasıl yarıştıklarını kıvançla anlatmaktadır. Ayrıca bu fetihte imanın inkara, ilmin cehalete, birliğin, düzensizliğe üstünlüğü söz konusudur. İman ile teknik, askerî bilgi ve güç birleşince Allah’ın yardımıyla zafer yolu açılmıştır. Nitekim Fatih, Cenab-ı Hakkın: “Düşmanlarınıza karşı her zaman üstünlük sağlayacak kuvvet hazırlayın” emri[2] ile “birlik ve beraberlik içerisinde olunması, aksi takdirde elde edilen gücün de fayda vermeyeceği”[3] düsturlarını ilke edinerek ülke içinde dirliği ve birliği sağladıktan sonra döneminin en güçlü toplarını döktürdü. Askeri güç ve dehasıyla da Bizans’ı dize getirdi. Bununla birlikte şehri teslim alan muzaffer komutan Fatih Sultan Mehmet 4 Firhist’e Geri Dön 26 2002 HUTBELERİ 1 07 -Haziran İBADET EDEN MUTLU OLUR Muhterem Müslümanlar! Alemlerin Rabbi Yüce Allah, akıl, irade ve üstün meziyetlerle donattığı insanları, kendisine muhatap seçmiş ve onlara, Kur’an-ı Kerim’de şöyle lütufkâr bir davette bulunmuştur, “Ey insanlar! Sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize kulluk ediniz. Böylece Allah’ın azabından kendinizi kurtarmış olursunuz. O Allah ki yeri sizin için bir döşek, göğü bir tavan yaptı. Gökten su indirerek onunla, size rızık olsun diye yerden çeşitli ürünler çıkardı. Artık bunları bile bile Allah’a ortaklar koşmayın”[1]. Bizi, insanlık mertebesiyle taltif eden Yüce Rabbimiz, bizlere sayısız nimetler ikram etmekte, buna karşılık da, O’na hiçbir şeyi ortak koşmamamızı ve kendisine ihlasla ibadet etmemizi istemektedir. 3 Aziz Mü’minler! İbadet, Allah’a gönülden yönelme ve O’na itaat etme demektir. Allah’ın eşsiz büyüklüğü karşısında insanın kendi aczini ve ihtiyacını anlayarak O’na arz etmek ve yardım dilemektir. O’ndan başka Yaratan, hayat veren, rızık gönderen, dertlere şifa ihsan eden olmadığını bilmektir. İbadet, sadece Allah’a ve O’nun rızası için yapılır. Bu gerçek, gönderilen bütün peygamberlere bildirilmiş ve Kur’an-ı Kerim’de, şöyle açıklanmıştır: “Senden önce hiçbir peygamber göndermedik ki, O’na, ‘Benden başka ilah yoktur; şu halde bana kulluk edin.’ diye vahyetmiş olmayalım”.[4] O halde, Allah’a ibadet etmemek ve O’nu anmamak, ruhun ve gönlün bunalıma ve strese girmesi demektir. Bu durum, Kur’an’ı Kerim’de şöyle açıklanmaktadır: “Kim de beni anmaktan yüz çevirirse şüphesiz onun sıkıntılı bir hayatı olacak ve biz onu kıyamet günü kör olarak haşredeceğiz”[5]. Muhterem Cemaat! Not: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz. 2 Firhist’e Geri Dön Çünkü iman ve ibadet, ruha ferahlık, kalbe huzûr verir. İnsanî yetenekleri geliştirir. Aşırı duygu ve meyilleri sınırlandırır. Güzel arzuların gelişmesini ve gerçekleştirilmesini teşvik eder. Fikir dünyasını, intizam altına alır ve zenginleştirir. İnsanın iç ve dış dünyasını beşeri kirlerden arındırır. Onu, ulaşabileceği olgunluğa götürür. Özetle ibadet, kulu ile Rabbi arasında büyük bir manevi yakınlık meydana getirir. Kur’an-ı Kerim’de, “Bana kulluk et ve beni anmak için namaz kıl”[2] buyurulmaktadır. Allah’ı anma vesilesi olan ibadetlerimiz, kalplerimize Allah sevgisini ve saygısını yerleştirir. Bizleri her türlü fenalıktan uzaklaştırır ve ahlakî güzelliğe ulaştırır. Ruhlarımızı, çeşitli sıkıntı ve üzüntülerin yıpratıcı stresinden korur. Çünkü gönüller, ancak Allah’ı anmakla huzura kavuşur. Kur’an-ı Kerim, bu gerçeği, “Onlar, iman edenler ve gönülleri Allah’ı anmakla huzura erenlerdir. Biliniz ki kalpler, ancak Allah’ı anmakla huzur bulur”[3] şeklinde açıklar. 4 İbadetler, ruhların gıdası, gönüllerin sefası, mânevî boşlukların tatmini ve çeşitli ruhî bunalımların ilacıdır. Yüce Allah’ın bize ihsan ettiği sayısız nimetlerin şükrüdür. İlâhî huzura kulluğun arzıdır. En samimi duygularla O’na yalvarıp yakarmanın fiili bir ifadesidir. Müminlerin, âhiret hayatı için inanç ve gönül birliğiyle oluşturdukları bir mânevî hazinedir. Ne mutlu, ibadetlerini yerinde ve zamanında ihlasla yapanlara! KAYNAK: [1] Bakara, 2/21,22. [2] Tâhâ, 20/14. [3] Ra’d, 13/28. [4] Enbiya, 21/25. [5] Tâhâ, 20/124. Firhist’e Geri Dön 27 2002 HUTBELERİ 1 14 -Haziran GÜZEL AHLAK Muhterem Cemaat! Yüce Rabbimiz, insanlığı, inançsızlığın karanlığından çıkarıp iman ve güzel ahlakın aydınlığına kavuşturmak için Peygamberler ve Kitaplar göndermiştir[1]. İnsanları, asla rehbersiz bırakmamış ve son olarak da, Kur’an-ı Kerîm’i ve Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.s.)’i göndermiştir. İslam dininin gayesi, “Tevhîd” inancını, bütün insanların gönüllerine nakşetmeleri ve onların güzel ahlak sahibi fertler olmalarıdır. Bakınız Kur‘an, bu hususta şöyle buyuruyor: “Ey Ehl-i Kitap! Size, kitabınızdan gizlediklerinizin birçoğunu ortaya koyup açıklayan, birçoğunu da bağışlayan Elçimiz geldi. Gerçekten size Allah’tan bir nur ve apaçık bir kitap 3 ahlak, Müslümanların aynasıdır.Hz.Peygamber (s.a.v.): “İman bakımından müminlerin en olgunu, ailesine karşı şefkat, merhamet gösteren ve ahlakı güzel olandır”[5] buyurmuşlardır. Değerli Mü’minler! Kur’an-ı Kerim, olgun müminleri; zor günlerde yoksulu doyuran, birbirine doğruyu tavsiye eden, Allah’ın koyduğu sınırları aşmayan, kötülüğün gizlisine de açığına da yaklaşmayan, cana kıymayan, ölçü ve tartıda adaleti gözeten, ölçülü konuşan, verdiği sözde duran, insanlara karşı büyüklük taslamayan, verilen emaneti koruyan, sözü özü bir olan, ana babaya, akrabaya, komşuya, arkadaşa ve yönetimindekilere güzel davranan kişiler olarak nitelendirir. Güzel ahlakı korumak, Yüce Rabbimizin emridir. Aynı zamanda toplum hayatını sürdürmenin ve insanlık onurunu yüceltmenin bir gereğidir. Bir insanın yaptığı kötü bir davranışın, ailesinden başlayarak bütün topluma dokunan zararları vardır. Bunun için ahlaka aykırı tavırları Not: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz. 2 Firhist’e Geri Dön geldi. Allah bu Kitap’la, rızasını gözetenlere kurtuluş yollarını gösterir, Kendi izni ile onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır ve onları dosdoğru yola ulaştırır”[2]. Hz. Peygamber (a.s)‘in gönderiliş amacını da kendileri, “Ben güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim”[3] şeklinde açıklamaktadır. Kur’an-ı Kerim, Hz. Peygamber’i şöyle tanıtmaktadır: “Sen elbette yüce bir ahlak üzeresin” ve “Andolsun ki, Allah’ın Resulü sizin için, Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah’ı çok zikredenler için güzel bir örnektir.”[4] Aziz Müslümanlar! Kur’an-ı Kerim, itikat, ibadet ve ahlaka ait esasları, bir çok ayette birlikte zikreder. Bu da bize, iman ile ahlaki davranışlar arasında sıkı bir irtibatın bulunduğunu gösterir. Ahlak kavramı, bir insanın bütün davranışlarını kapsar. İbadetin bir hikmeti de insanı güzel ahlak sahibi olmaya yönlendirmektir. Bunun için güzel 4 görüp geçiştirmek, onun yayılmasına imkan hazırlamak demektir. Güzel ahlaka aykırı görülen davranışları, uygun bir lisan ile düzeltmeye çalışmak, iyi huylu olmayı teşvik etmek, toplum için önemli bir görevdir. Hutbemi, bir âyet meâli ile bitiriyorum: “Sizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülüğü meneden bir topluluk bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir”[6]. KAYNAK: [1] Hadîd, 57/9 [2] Maide, 5/15, 16 [3] İmam Malik; Muvatta, Husnu’l Hulk, 8, II/904. [4] Kalem, 68/4; Ahzab, 33/21. [5] Et-Terğib, 4/182 [6] Al-i İmrân, 3/l04 Firhist’e Geri Dön 28 2002 HUTBELERİ 1 21 -Haziran DİLİ MUHAFAZA ETMEK Muhterem Müslümanlar! Yüce Allah, insanları ruh ve beden kabiliyetleri bakımından, canlıların en mükemmeli kılmıştır. Bir ayrıcalık olarak insana, düşünme ve konuşma yeteneği vermiş ve düşündüklerini ifade edebilmesi için de, ona özel bir dil bahşetmiştir. Cenab-ı Allah, insan için dilin büyük bir nimet olduğuna, “Biz ona bir dil ve iki dudak vermedik mi?”[1] mealindeki ayetinde işaret etmektedir. Dil ile söylediğimiz her sözün, melekler tarafından kaydedilmekte olduğuna da, şöyle işaret edilmektedir: “İnsan, hiçbir söz söylemez ki, onun yanında gözetleyen, yazmaya hazır bir melek bulunmasın”[2] Ayrıca Kur’an-ı Kerîm’de, dilimizin kıyamet günü lehimizde veya aleyhimizde şahitlik yapacağını da 3 O’nun yüce huzuruna ulaşacağını bildirmekte[6] ve dilleriyle insanları incitenleri de yermektedir.[7] Peygamberimiz (s.a.v.), insanı günaha en çok sevk eden organın dil olduğuna dikkat çekmiş ve Allah katında en değerli Müslümanın, eliyle ve diliyle başkalarına zarar vermeyen kişi olduğunu açıklamıştır. Ashabından biri, “Ya Resulellah! Bana, titizlikle sarılmam gereken bir tavsiyede bulunur musunuz?” dedi. Peygamberimiz de: “Rabbim Allah’tır de ve istikamet üzere ol” buyurdu. Sahabi, tekrar sordu: “Günah işleme bakımından benim en çok dikkat etmem gereken şey nedir?” diye sorduğunda ise, Efendimiz, eliyle dilini göstererek, “Budur”[8] demiştir. Muhterem Mü’minler! Doğru ve güzel söz söylemeyi, dinimiz sadaka saymış ve bu tür sözlerin Allah katında sevap kazanmamıza vesile olacağını bildirmiştir. Bunun için, bir Müslümanın tatlı dilli, güler yüzlü, şirin sözlü olması ve Not: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz. 2 Firhist’e Geri Dön vurgulanmaktadır.[3] Aziz Cemaat! Dil, bir anahtar gibidir. Hayrın da, şerrin de kapısını açabilir. Bu nedenle ağzımızdan çıkacak sözlere dikkat etmeli, aklın ve imanın terazisinde tarttıktan sonra söylemeliyiz. Düşünmeden söylediğimiz sözlerin, bazen kırgınlıklara, dargınlıklara, kavgalara, hatta çeşitli olumsuzluklara kapı açabileceğini ve insanî ilişkilerin bozulmasına sebep olabileceğini unutmamalıyız. O halde sözlerin en güzelini söylemeli, yeri ve sırası gelmeden her akla geleni konuşmamalıyız. Yüce Rabbimiz, bu konuda meâlen şöyle buyurmakktadır: “Kullarıma söyle, en güzel olan sözü söylesinler. Sonra şeytan aralarını bozar. Çünkü şeytan insanın apaçık düşmanıdır”[4]. Yüce Allah, Nahl sûresinin 125. âyetinde, insanları hikmetli ve güzel sözlerle dine davet etmemizi emretmiş ve tatlı dilin ne kadar önemli olduğunu belirtmiştir[5]. Ayrıca, salih amellerle birlikte güzel sözlerin, 4 kimseyi incitmemesi gerekir. Ona yakışan budur. İftira, yalan, gıybet, söz gezdirme, ara bozma, insanları birbirine düşürme gibi dinimizin haram kıldığı sözleri söylemekten ve dinlemekten kesinlikle kaçınmalı ve meâlini sunacağım şu âyet-i kerîmeyi, hep hatırımızda tutmalıyız. “Rahman’ın (has) kulları onlardır ki, yeryüzünde tevazu ile yürürler ve kendini bilmez kimseler onlara laf attığında (incitmeksizin) ‘Selâm’ derler (ve oradan geçer giderler). Onlar, yalan yere şahitlik etmezler! Boş ve kötü sözlerle karşılaştıklarında vakar ile oradan ayrılırlar”[9]. KAYNAK: [1] Beled, 90/9 [2] Kâf, 50/17 [3] Nur, 24/25 [4] İsrâ, 17/53 [5] Nahl, 6/125. [6] Fatır 35/10 [7] Ahzab, 33/19; Hümeze, 1-2. [8] Riyazu’s-Salihin,s.534, H.No.524 [9] Furkan 25/63 ve 72. Firhist’e Geri Dön 29 2002 HUTBELERİ 1 28 -Haziran ÇOCUKLARIMIZLA İLGİLENELİM Muhterem Müslümanlar! Yüce Allah’ın bizlere büyük bir nimeti ve ihsanı olan çocuklarımızı, hayatımızın süsü[1], gözümüzün nuru[2] olarak görürüz. Ancak bu, son derece değerli olan yavrularımız için yeterli değildir. Onları iyi eğitip güzel terbiye etmek gibi yerine getirmemiz gereken önemli sorumluluklar bulunmaktadır. Allah, bizi bunlardan sorguya çekecektir. Bu sorumlulukları yerine getirmek, bizim için ebedî mükafat sebebidir. Cenab-ı Hak, bu konuda şöyle buyurmaktadır: “Çocuklarınızın ve mallarınızın, sizin için bir imtihan olduğunu ve büyük mükafatın, kesinlikle Allah katında bulunduğunu bilin.”[3] Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) de, 3 dini ve ahlâkî değerlerimize ters düşen zararlı alışkanlık ve akımlardan onları korumalıyız. Aksi takdirde çocuklarımız, göz göre göre suç batağına itilmiş olur. Yüce Rabbimiz, çocuklarımızla ilgilenmemiz hususunda şöyle buyurmaktadır: “Ey Müminler! Kendinizi ve ailenizi yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun. Onun başında acımasız, güçlü, Allah’ın kendilerine verdiği emirlere karşı gelmeyen ve emredildiklerini yapan melekler vardır. ”[7] Bu ayetle ilgili olarak Hz. Ömer (r.a.), Sevgili Peygamberimize: “Yâ Rasulallah! Kendimizi ateşten koruruz. Ancak çocuklarımızı nasıl koruyabiliriz?” Diye sordu. Allah Rasûlu (s.a.s.) şöyle buyurdu: “Allah‘ın sizi nehyettiği şeylerden onları sakındırır ve Allah’ın size emretiği şeyleri onlara emrederseniz ve bu şekilde onları korumuş olursunuz” [8] Değerli Mü’minler! Yetim, sadece ana-babası ölmüş olan değil, kendisiyle ilgilenilmeyen, eğitimi Not: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz. 2 Firhist’e Geri Dön çocuklarımıza karşı görevlerimizi şöyle vurgulamaktadır: “Hepiniz yöneticisiniz ve yönetiminiz altında bulunanlardan sorumlusunuz.”[4] “Çocuklarınıza güzel davranıp iyilikte ve ikramda bulununuz. Onları en güzel şekilde terbiye ediniz.”[5] Aziz Mü’minler! Özellikle çocuklarımıza karşı birinci derecede sorumluluğumuz, onları Allah’ın rızasına uygun bir edep içerisinde eğitip yetiştirmektir. Çocuk, güzel terbiyeyi ilk önce aile ocağından alır. Ailede sergilenen bütün tavırları, bir fotoğraf makinesi gibi kaydeder ve büyüyünce de bunları hayatına yansıtır. Eğer aile içerisinde sevgi ve hoşgörüye dayanan tavırlar sergilenir ise, çocuklar da, bu terbiyesi ile toplumla uyum sağlarlar. Suç işleyen çocukların, genellikle sağlıklı bir aile ve çevre ortamında yetişmedikleri yapılan araştırmalar sonucu, ortaya çıkan bir gerçektir.[6] Bu sebeple aile içi eğitimin yanı sıra, çocuklarımızın çevre ile ilgili ilişkilerini de takip etmeliyiz. Alkol, uyuşturucu, müstehcen yayınlar gibi milli, 4 ihmal edilen çocuk da öyledir. Bu nedenle geleceğimizin teminatı olan yavrularımızla yeterince ilgilenelim. Onları, Yüce Rabbimizin emirleri doğrultusunda milli, dini ve ahlâkî değerler çerçevesinde iyice yetiştirelim. Onların geleceklerini tehlikeye sokacak zararlı işlerden koruyalım. Efendimiz’in, “Bir baba evladına iyi bir terbiyeden daha güzel bir miras bırakamaz”[9] anlamındaki Hadis-i Şerifini, hiç unutmayalım. KAYNAK: [1] Kehf, 18/46. [2] Furkan, 25/4. [3] Enfâl, 8/28. [4] Riyazu’s-Salihin, s. 281 H. No: 657. [5] İbn Mâce, Edep 368, C. II/1211 [6] Atalay,Yörükoğlu,Çocuk Ruh Sağlığı,s.297 [7] Tahrim, 67/6 [8] Elmalılı, Hak Dini Kurân Dili, VII/5122 [9] Tirmizi, Birr H.No: l953, C. IV/338 Firhist’e Geri Dön 30 2002 HUTBELERİ 1 05-Temmuz YALANIN FERT VE TOPLUMA ZARARLARI Muhterem Müslümanlar! İyiliğin, huzur ve mutluluğun temeli doğruluktur. Fert, aile ve toplum hayatının intizamı da, doğrulukla mümkündür. Doğruluğun olmadığı yerde huzûr, sükun ve mutluluktan eser kalmaz, dolayısıyla, hiçbir ilerleme de olmaz. Bir aile içinde doğruluk olmazsa, o ailenin fertleri arasında ülfet, muhabbet, huzur ve güvenin varlığından söz edilemez. Yalan söyleyeni çok olan bir toplumdan, iftiralar, düşmanlıklar ve anlaşmazlıklar hiç eksik olmaz. Aziz Mü’minler! Aleyhimize bile olsa nefsimizi doğru söylemeye alıştırmalı, çocuklarımıza hakikati konuşmanın büyük bir fazilet olduğu 3 Çünkü doğruluk, insanı iyiliğe, iyilik de cennete götürür. Yalandan kaçının. Zira yalan, insanı kötülüğe, kötülük de cehenneme götürür. İnsan, yalan söylemeyi terk etmedikçe, hakiki mü’min olamaz. Yalancılık, kalbin kararmasına sebep olur. Seni yaksa bile, doğruluktan ayrılma.”[3] Değerli Mü’minler! Hutbemi bir âyet mealiyle bitiriyorum: “Ey iman edenler! Allah’tan sakının ve doğru söz söyleyin. Böyle davranırsanız, Allah işlerinizi düzeltir ve günahlarınızı bağışlar. Kim Allah ve Resulüne itaat ederse, büyük bir kurtuluşa ermiş olur.”[4] 2 Firhist’e Geri Dön öğretilmeli, böylece kazanacakları şeref ve meziyeti misallerle anlatarak, yalancılığın çok kötü bir huy olduğunu, onların zihinlerine yerleştirmeliyiz. Yalan, insanların birbirine düşmesine, toplumdaki ahengin bozulmasına sebep olduğu için, çok çirkin bir fiil olarak kabul edilmiştir. Dinimiz, yalan söylemeyi haram kılmış, dünyada da ahirette de huzur, mutluluk ve kurtuluşun doğru söylemekte olduğunu bildirmiştir. Peygamber Efendimiz: “Kalp, doğruluktan huzur, yalandan ızdırap duyar”[1], “Yalan ile iman bir arada duramaz”[2] buyurarak mü’mine yalanın yakışmayacağın vurgulamıştır. Kişi yalan söylediği zaman, yalanının er geç meydana çıkacağını bilmelidir. Atalarımız: “Yalancının mumu yatsıya kadar yanar” derken ne güzel söylemişlerdir. Çünkü yalan, sahibini utandırır, rezil eder. Kişinin yalancı olduğu bir kere anlaşıldı mı, söylediği doğru sözlere de, artık kimse inanmaz. Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyuruyorlar: “Doğruluktan ayrılmayın. 4 KAYNAK: [1] Riyâzu’s-Salihîn, 1/86, H.No: 55. [2] Ahmed b. Hanbel, Müsned 1/5, H.No: 2393. [3] Riyâzu’s-Salihîn, 1/85, H.No: 54. [4] Ahzâb, 33/70-71. Not: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz. Firhist’e Geri Dön 31 2002 HUTBELERİ 1 12-Temmuz CENNET VE CENNETLİKLERİN ÖZELLİKLERİ Muhterem Müslümanlar! Cennet, Yüce Allah’ın mümin kulları için hazırladığı ve çeşitli nimetlerle donattığı ebedî mutluluk yurdudur. Mutlak adalet sahibi olan Cenab-ı Hak, bu imtihan dünyasında başarılı olanları cennetiyle ödüllendirecek, yapılan hiçbir iyiliği karşılıksız bırakmayacaktır. Cennet ve Cehennem bu fani dünyayı anlamlı kılan ebedî mekânlardır. Yüce Rabbimiz, cennete talip olan mü’minleri şöyle uyarmaktadır: “Rabbinizin mağfiretini, Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için hazırlanmış bulunan ve genişliği gökler ve yerler kadar olan cennetini kazanmada yarışınız.”[1] “İman edip salih ameller işleyenleri, iç3 dikleri sözü yerine getirenler ve sözleşmeyi bozmayanlardır. Onlar, Allah’ın gözetilmesini emrettiği haklara riayet eden, Rablerine saygı besleyen ve kötü hesaptan korkan kimselerdir. Onlar, Rablerinin rızasına ermek için sabreden, namazı dosdoğru kılan, kendilerine verdiğimiz rızıklardan gizli olarak ve açıktan Allah için harcayan ve kötülüğü iyilikle ortadan kaldıranlardır. İşte bunlar için, dünya yurdunun (güzel) sonucu vardır. Bu sonuç da Adin cennetleridir. Atalarından, eşlerinden ve çocuklarından salih olanlarla beraber oraya girerler, melekler de her bir kapıdan onların yanlarına varırlar ve ‘sabretmenize karşılık selam sizlere! Dünya yurdunun sonucu (cennet) ne güzeldir!’ (derler)”[4]. Mü’minûn suresinde de cennetlik mü’minler şöyle tanıtılıyor: “Gerçekten mü’minler kurtuluşa ermişlerdir. Onlar namazlarında huşu içindedirler. Boş ve yararsız şeylerden yüz çevirirler, zekatı verir, iffetlerini korurlar. Onlar, emanetNot: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz. 2 Firhist’e Geri Dön lerinden ırmaklar akan, ebedi olarak kalacakları cennetlere koyacağız. Allah’ın va’di gerçektir. Allah’tan daha doğru sözlü kim vardır?”[2] Değerli Mü’minler! Ahiret ve cennet hayatına ait bilgiler, Kur’an-ı Kerim ve Hadis-i şeriflerde yer almaktadır. Yüce Allah, Kur’an-ı Kerim’in muhtelif âyetlerinde cennetin ve cennetliklerin özelliklerini bize şöyle tasvir etmektedir: “(Cennette) onların altlarından ırmaklar akar. Kalplerinde (dünyadan kalma) kinden ne varsa hepsini çıkarıp atarız. Ve onlar derler ki: “Hidayetiyle bizi (bu nimete) kavuşturan Allah’a hamdolsun! Allah bizi doğru yola iletmeseydi kendiliğimizden doğru yolu bulacak değildik. Hakikaten Rabbimizin elçileri gerçeği getirmişler.” Onlara: İşte size cennet; yapmış olduğunuz iyi amellere karşılık ona vâris kılındınız diye seslenilir.”[3] Ra’d suresinde cennetliklerin vasıfları şöyle sıralanıyor: “Onlar, Allah’a ver4 lerine ve ahidlerine riayet eder ve namazlarına devam ederler. İşte bunlar varis olanların ta kendileridir. Bunlar, firdevs cennetine varis olur ve onlar orada ebedî kalırlar”[5]. Aziz Cemaat! Cennete girmek, Yüce Allah’ın cemalini seyretmek, büyük bir nimettir. Kur’an-ı Kerim’de: “O gün bazı yüzler aydındır. Rablerine bakarlar”[6] buyrulmaktadır. Ancak bütün bu nimetlere ermeye vesile olan Allah’ın rızasını kazanmak, daha büyüktür. Nitekim Yüce Rabbimiz (c.c.) şöyle buyuruyor: “Allah’ın rızası ise bunların hepsinden daha büyüktür”[7]. Mahşer günü hesabını kolay verip yüzü ak çıkmak cennete girmek ve Yüce Rabbinin cemaliyle müşerref olmak ne güzeldir. KAYNAK: [1] Âl-i İmran, 3/133 [2] Nisâ, 4/122 [3] A’raf, 7/43 [4] Ra’d, 13/20,21,22,23,24. [5] Mü’minûn, 23/1-11. [6] Kıyamet, 75/22,23. [7] Tevbe, 9/72. Firhist’e Geri Dön 32 2002 HUTBELERİ 1 19-Temmuz GENÇLİĞİ TEHDİT EDEN ZARARLI ALIŞKANLIK VE AKIMLAR Muhterem Müslümanlar! İslâm dini, bize, hayatın tüm alanlarını kuşatan ölçüler getirmiştir. Yüce Allah, bu ölçülere uyarak yaşamamızı emretmiş ve bunu, bize bir görev olarak vermiştir. Göklere, yere ve dağlara teklif edilen bu emaneti yüklenmekten çekindiler. Onu yüklenmeyi insanoğlu kabul etti. O halde insanoğlu, bütün varlığıyla bu emaneti korumaya ve üstlendiği sorumluluğu yerine getirmeye çalışması gerekir. Aksi takdirde insanlık emanetini koruyamamış ve bütün ömrünü hüsranla geçirmiş olur. Bu bakımdan, maddi ve manevi varlığımızın varisleri, geleceğimizin teminatı 3 ve gençlerimizi, yardımlaşarak bu tehlikelerden korumaya çalışmalıyız. Aklı gideren ve insanları uyuşturan maddelerden korunmak için, onlara dînî ve ahlâkî telkinlerde bulunmalı, kişisel kabiliyetlerine göre, ihtiyaç duyulan mesleki bilgi ve beceri sahibi insanlar olarak yetiştirilmelerin sağlamalıyız. Nitekim Kur’an-ı Kerimde bu konu ile ilgili olarak: “Ey iman edenler! (Sarhoşluk veren) içki (ve benzeri şeyler), kumar, dikili taşlar ve fal okları ancak, şeytan işi birer pisliktir. Onlardan kaçının ki, kurtuluşa eresiniz. Şeytan, içki ve kumarla, ancak aranıza düşmanlık ve kin sokmak; sizi Allah’ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık bunlara bir son vermeyecek misiniz?”[1] diye hitap edilir ve yine Kur’an’da “Düşünesiniz diye Allah size ayetlerini böyle açıklamaktadır”[2] buyurularak insanın düşünmesi, aklını kullanması teşvik edilmiş, düşünmeyi engelleyen şeyler ise yasaklanmıştır. Aziz Mü'minler, Not: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz. 2 Firhist’e Geri Dön olan çocuklarımızı ve gençlerimizi, her türlü zararlı fikir akımları ve alışkanlıklardan uzak tutmamız, onlara dünya ve ahiret hayatıyla ilgili yeterli bilgi vermemiz gerekir. İnsanların iyilikte yardımlaşmaları, kötülüklerden birbirlerini uzaklaştırmaları Allah’ın emri olan hayatî bir zarurettir. Zira bu gerçeklere karşı ilgisizlik, fert ve toplum huzurunun yok olması sonucunu doğurur. Böyle olunca da insanlar, telafisi imkansız zararlarla karşılaşırlar. Değerli Mü'minler! Günümüzde tüm insanlığı ve bilhassa gençliğimizi ciddi anlamda etkileyen sigara, alkol, uyuşturucu, kumar, batıl inanç ve zararlı akımlar, çocuklarımızın ve ülkemizin geleceği ile ilgili endişelere yol açmaktadır. İçinde bulunduğumuz 2002 yılında yapılan araştırmalarda alkol ve sigara kullananların yaşı, 10-11’e kadar düşmüş, eroin ve uyuşturucu hap kullanan gençlerin oranı da, %5’e kadar çıkmıştır. Yapılmış olan bu istatistik sonuçları, hepimizi harekete geçirmelidir. Çocuklarımızı 4 Son zamanlarda gündemi, trafik kazaları, çeşitli hastalıklar, fuhuş, zina, boşanma, ailelerin parçalanması, intihar olayları, satanizm gibi kişiyi ve toplumu felakete sürükleyen konular, daha çok meşgul etmektedir. Böyle durumlara düşmemek için gereken tedbirleri hep birlikte almalı ve bunlara maruz kalmış olan insanların ve gençlerin bir an önce kurtulmalarına yardımcı olmalıyız. Büyüklerin çocuklara ve gençlere güzel örnek olmaları gerektiğini de unutmamalıyız. Yüce Rabbimize: "Ey Rabbimiz! Bize dünyada da ahirette de iyilik ver. Bizi cehennem azabından koru"[3] diye niyazda bulunmalıyız. KAYNAK: [1] Maide, 5/90-91. [2] Bakara, 2/269. [3] Bakara, 2/202. Firhist’e Geri Dön 33 2002 HUTBELERİ 1 26-Temmuz İSLAM’DA HOŞGÖRÜ Muhterem Müslümanlar! İslâm dini, insanlara hoşgörülü olmayı, onların kusurlarını araştırmamayı emreder. Bir imtihan yeri olan bu dünyada iyilerle kötüler bir arada yaşamak durumundadır. Çünkü imtihan bunu gerektirir. Aziz Cemaat! Bir mü’min, bütün varlıklara ve özellikle insanlara sevgiyle yaklaşmalıdır. Nitekim Yunus Emre, Yaratılmışları severiz, Yaratandan ötürü, diyerek bu gerçeği dile getirmiştir. Sevgi, kin ve nefretin zıddıdır. Kin ve nefret duygusu taşıyanlar, sevgiden yoksun olan kimselerdir. Bu gibi kimselerden hoşgörü beklenemez. Hoşgörülü olabilmek için insanlar, 3 temiştir. Konumuzla ilgili bir hadis-i şerif, şöyledir: "İslam’ın, hangi ameli daha hayırlıdır?" diye sorana, Peygamberimiz şöyle cevap vermişlerdir: "Yemek yedirmen, tanıdığına ve tanımadığına selam vermendir."[4] Çeşitli konulardaki tartışmalarda kırıcı olmamak ve tenkitte aşırı gitmemek de hoşgörünün bir gereğidir. Kur’an-ı Kerim’de: “(Ey Muhammed!) Rabbinin yoluna hikmetle, güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel şekilde mücadele et"[5] buyrulmuştur. Dinimiz kötülüğe iyilikle mukabelede bulunmayı emretmiştir. Ra’d sûresinde, akıl sahibi mü’minlerin üstün vasıfları sayılırken: “Onlar, Rablerinin rızasına ermek için sabreden, namazı dosdoğru kılan, kendilerine verdiğimiz rızıklardan gizli ve açık olarak Allah için harcayan ve kötülüğü iyilikle ortadan kaldıranlardır. İşte bunlar için dünya yurdunun iyi sonucu vardır"[6] buyurulmuştur. Aziz Müslümanlar! Not: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz. 2 Firhist’e Geri Dön birbirlerinin kusurlarını araştırmamalı ve affedici olmalıdırlar. Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.), bu konuda şöyle buyurmuşlardır: "Herhangi bir kişi, dünyada diğer bir kişinin ayıbını örterse, Allah da kıyamet gününde onun ayıbını örter ."[1] Öyle ise, bağışlamasını bilmeyen, hoşgörülü olamaz. Yüce Allah, affetmeyi sevmiş ve bizlerin de affedici olmasını istemiştir. Bu konuda Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurulmaktadır: "Onlar, bollukta ve darlıkta Allah yolunda harcayanlar, öfkelerini yenenler, insanları affedenlerdir. Allah, iyilik edenleri sever."[2] Resulullah (s.a.v.) da şöyle buyurmuşlardır: "Allah, affeden kulunun şerefini artırırR"[3] Aziz Mü’minler! Selamlaşmak da, sevginin ve hoşgörünün yayılmasına vesiledir. Selam, barış ve esenlik dilemek anlamındadır. Peygamber Efendimiz (s.a.v.), mü’minlerden selamlaşmayı yaymalarını, tanıdığı ve tanımadığı her kişiye selam vermelerini is4 Hoşgörünün olmadığı yerde taassup vardır. Taassubun da hiç kimseye bir faydası yoktur. Daima sıkıntı getirir. Aynı dünya üzerinde birlikte yaşadığımız insanlarla iyi geçinme durumundayız. Çünkü gidebileceğimiz başka bir dünya yoktur. Öyle ise, insan olarak birbirimize karşı anlayışlı olmaya, karşılıklı sevgi ve saygıya muhtacız. Dirlik ve düzen, buna bağlıdır. Sevgi ve saygı olmadan birlik ve beraberlik, birlik ve beraberlik olmadan da, maddi ve manevi kalkınma olamaz. KAYNAK: [1] Müslim, Birr 72; Riyazü’s-Salihîn, ı/281, No: 238. [2] Âl-i İmran, 3/134 [3] Müslim, Birr, 69; Riyazü’s-Salihîn, I/577 H.No: 558. [4] Riyazü-s Salihin, II/226, H.No: 848. [5] Nahl, 16/125. [6] Râ’d, 13/22. Firhist’e Geri Dön 34 2002 HUTBELERİ 1 02-Ağustos SİGARA VE ZARARLARI Muhterem Mü’minler! Yüce Allah’ın insanlara verdiği en önemli nimetlerden biri de hayattır. Hayat, sağlık içerisinde devam ettiği sürece güzeldir. Çünkü dünya mutluluğunun başı sağlıktır. İnsanın sağlığı yerinde olmazsa hayatın tadı olmaz. Bunun içindir ki yüce dinimiz, insanın kendi sağlığını korumasını esas almış, ona zarar verecek şeyleri de yasaklamıştır. Nitekim Cenab-ı Hak bu konuda şöyle buyurmaktadır: “Allah’ın size rızık olarak verdiklerinden helâl ve temiz olanları yiyin ve kendisine inandığınız Allah’a karşı gelmekten sakının.”[1] Değerli Müslümanlar! Dünyanın ve Ülkemizin en önemli sağlık sorunlarından biri haline gelen si3 yapılan zarara, zararla mukabele etmek yoktur.”[4] buyurarak bir kimsenin kendisine ve başkalarına zarar vermemesi gerektiğini bildirmiştir. Sigaranın hem içene, hem de çevresinde bulunan kimselere verdiği zarar göz önüne alınınca, bu alışkanlıktan bir an önce vazgeçilmesi gerekir. Ayrıca ailedeki büyüklerin sigara içmelerinin çocuklara kötü örnek olacağı da göz ardı edilmemeli, sağlığımıza zarar veren sigara ve benzeri alışkanlıklardan kaçınmalıyız. Yüce Allah, bizlere ölçülü davranmayı emrederek israfı yasaklamış ve meâlen şöyle buyurmuştur: “Yiyiniz, içiniz fakat israf etmeyiniz! Çünkü Allah israf edenleri sevmez”[5] Aziz Müslümanlar! Yüce Allah’ın bizlere bahşettiği akıl ve irademizi iyi yönde kullanmak suretiyle sigarayı bırakmamız mümkündür. Milyonlarca tiryaki bunu başarmıştır. Hiç vakit geçirmeden “zararın neresinden dönülürse kârdır ” diyerek sigarayı bırakmak için gayNot: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz. 2 Firhist’e Geri Dön gara, içinde bulunan zehirli maddeler nedeniyle bir çok hastalığa yol açmaktadır. Resmi verilere göre ülkemizde bir çok kişi akciğer kanseri, damar tıkanıklığı, nefes darlığı vb. hastalıklara sigara sebebiyle yakalanmaktadır. Dünya genelinde, yılda yaklaşık dört milyon kişi ülkemizde ise yılda yüz bin kişi, sigaraya bağlı sebeplerden dolayı hayatını kaybetmektedir. Sigara, yol açtığı sağlık sorunlarından başka, ekonomik kayıplara da neden olmaktadır. Bunun yanında sigara içmeyen fakat içilen ortamda bulunan pek çok kişi de sigaranın zararından etkilenmektedir.[2] Sigaranın zararsız olduğunu söylemek, bugün ilmen ve tıbben mümkün olmadığına göre, bunun dinimizce de hoş görülmeyen bir alışkanlık olduğu şüphesizdir. Nitekim Kur’an-ı Kerîm’de: “Ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın”[3] buyurarak, hayatımızı ve sağlığımızı tehlikeye sokacak her türlü tutum ve davranıştan sakınmamızı istemektedir. Hz. Peygamber (s.a.v.) de: “(İslam’da) zarar vermek ve 4 ret gösterilmelidir. Ayrıca bu kötü alışkanlığın terk edilmesi konusunda da birbirimize yardımcı olmak, dînî olduğu kadar insanî bir görevdir. KAYNAK: [1] Maide,5/88 [2] Bkz.Sağlık Bakanlığı sigarayı bırak kazan 2002 kampanyası bilgi notu( 18.06.2002) [3] Bakara, 2/195 [4] İbn Mace,Sünen, Ahkam, 17 [5] A’raf, 31 Firhist’e Geri Dön 35 2002 HUTBELERİ 1 09-Ağustos MİSYONERLİK FAALİYETLERİNE DİKKAT EDELİM Muhterem Müslümanlar! Yüce dinimiz İslam, başlangıçtan itibaren Hıristiyan, Yahudi ve diğer din mensupları ile iyi ilişkiler kurmayı Müslümanlara tavsiye etmiştir. Müslümanlar da bu tavsiyeye uymuş, asırlar boyunca egemenlikleri altında bulanan bölgelerde yaşayan diğer dinlerin mensuplarına iyi davranmış, onları zorla Müslümanlaştırma gibi bir gayretin içerisinde olmamış ve inanıp inanmama konusunu kendi tercihlerine bırakmışlardır. Bu sayede, uzun süre Müslüman egemenliği altında yaşayan bir çok millet, dini kimliklerinden kopmamışlardır. Çünkü biz, Allah’ın gönderdiği bütün Semâvî Kitaplara ve Peygamberlere inanmakta ve saygı 3 çocuklara dinlerini değiştirmek şartıyla maddî yardımlarda bulundukları; bunun yanında insan ve tabiat sevgisini ön plana çıkaran parasız kitaplar, broşürler, dergiler dağıtarak ve çeşitli kültür-sanat faaliyetleri adı altında, dini ve milli değerlerlerimizi hafife alan yayınlar yaptıkları; bunlarla da, özellikle gençlerimizin dini ve milli değerlerimize olan güvenini sarsarak, kendi fikir ve inançlarını yayabilmek için zemin bulmaya çalıştıkları, yazılı ve görsel basında yer alan haber ve yorumlardan anlaşılmaktadır. Muhterem Müslümanlar! Yüce dinimize, millî değerlerimize ve kültürümüze sahip çıkalım. Çünkü bunlar, bizi millet yapan yüce değerlerimizdir. Yüzlerce yıl tarih sahnesinde şerefle var olmamızın yegane sebebidir. Yüce dinimiz İslam’ın engin hoşgörüsünü istismar ederek, yüce değerlerimizi yok etmeye çalışan misyonerlik gibi olumsuz faaliyetlere karşı uyanık olalım. Genç nesillerimizi iyi eğitelim, gerekli uyarılarda bulunalım ve MisyoNot: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz. 2 Firhist’e Geri Dön duymaktayız. Hıristiyanlar ise, Kur’an-ı Kerîm’e ve Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v)’e inanmamakta ve hatta saygısız sözler sarf etmektedirler. Aziz Müminler! Misyonerlik anlayışı ile hareket eden Hıristiyanlar, tarih boyunca gittikleri yörelerde karşılaştıkları insanları Hıristiyanlaştırmayı hedeflemiş, egemenlikleri altında yaşayan farklı din mensuplarını, yerine göre baskı, şiddet ve değişik metotlar uygulayarak kendi inanç ve kültürlerini kabule zorlamışlardır. Günümüzde de misyonerlik faaliyetleri aynı anlayışla sürdürülmekte, özellikle bu faaliyetler, Müslümanların yaşadığı bölgelerde yoğunlaşmaktadır. Misyonerlerin, çeşitli adlar altında dernekler ve kulüpler kurarak, özel okullar, hastaneler, kütüphaneler, yabancı dil öğretim merkezleri, sığınma evleri, pansiyonlar açarak, buralarda Müslümanların inanç ve kültürel değerlerini yozlaştırmak için çaba sarf ettikleri; çeşitli hastalık ve maddi sıkıntıları istismar ederek, fakir ailelere ve kimsesiz 4 nerlik faaliyetleri, Satanizm, Moon tarîkati, Yogo aydınlanma seansları gibi tehlikeli oyunlara ve zararlı akımlara karşı onları bilgilendirelim. Unutmayalım ki Kurân-ı Kerîm’de: “Allah katında hak din İslam’dır”[1]. “Kim İslam’dan başka bir din ararsa, ( bilsin ki o din) ondan kabul edilmeyecek ve o, ahirette hüsrana uğrayanlardan olacaktır”[2] buyurulmaktadır. Hutbemi Bakara suresi 120. ayetinin mealiyle bitiriyorum: ”Dinlerine uymadıkça Yahudi ve Hıristiyanlar asla senden razı olmayacaklardır. De ki: Doğru yol ancak Allah’ın yoludur. Sana gelen ilimden sonra onların arzularına uyacak olursan; And olsun ki, Allah’tan başka sana ne bir dost ne de bir yardımcı vardır”[3]. KAYNAK: [1] Al-i İmran, 3/19 [2] Al-i İmran, 3/85 [3] Bakara,2/120 Firhist’e Geri Dön 36 2002 HUTBELERİ 1 16-Ağustos CAMİ VE CEMAATİN ÖNEMİ Muhterem Müslümanlar! İbadet etmek, insanlar için manevî bir ihtiyaçtır. Bu ihtiyacın nasıl karşılanacağıyla ilgili usûl ve esaslar, Yüce Allah’ın son olarak gönderdiği İslâm dininde açıklanmıştır. İbadetlerden bazıları ferdi olarak, bazıları da cemaat halinde îfa edilmektedir. İslam dini, cemaate devam edilmesini teşvik etmiş, hatta cuma ve bayram namazları gibi bazı ibadetlerde cemaati şart koşmuştur. Ayrıca, beş vakit namazın cemaatle kılınmasını, daha faziletli saymıştır. Aziz Cemaat! Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.), namazların cemaatle kılınmasına özen göstermiş, İmamlık yapamadığı son hastalığında bile, Hz. Ebu Bekr’in imam ol3 rızasını gözeterek bir mescid inşa ederse, Allah da ona cennette bir köşk hazırlar”[5] buyurmuştur. Müslüman ecdadımız, işte bu inançla camiler inşa etmiş, namazlarını da cemaatle kılmaya özen göstermiştir. Çünkü, camilerin ruhu ve zineti, cemaattir. Camiler, Allah katında en sevimli mekanlardır. Camilere cemaat olmak ise, maddi ve manevi bakımdan, o mübarek mekanları imar ve ihya etmek demektir. Camiler, bulundukları yörenin sosyal hizmetlerinde, devamlı ışıldayan ve çevresini aydınlatan bir kandil gibidirler. Namaz için camiye gelen insanlar, orada birbirleriyle tanışırlar. Aralarında sevgi ve saygı bağları oluşturur, arkadaşlıklar ve dostluklar geliştirirler. Oluşturulan bu maddi ve manevi bağlar sayesinde hastaları ziyaret eder, muhtaçların dertlerine çareler ararlar. Böylece kendilerini mutlu eden, gönüllerine haz veren güzel hizmetler yaparlar. Komşuların birbirlerini sevip saymalarına ve iyi ilişkiler içinde olmalarına vesile olurlar. Not: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz. 2 Firhist’e Geri Dön duğu cemaate katılarak namazını kılmıştır. Peygamberimiz, kişinin cemaatle kıldığı namazın tek başına kıldığı namazdan 27 derece daha faziletli olduğunu ifade etmiş[1] ve cemaatle namaz kılmak için atılan her adımın bir kısım günahlara kefaret olacağını şöyle açıklamışlardır: “Bir kimse evinde abdest alarak Allah’ın farz kıldığı namazlardan birini eda etmek için bir mescide giderse, onun attığı adımlardan biri günahlarının silinmesine, diğeri de derecesinin yükselmesine vesile olur”[2]. “Kim, cemaatle namaz kılmak amacıyla mescide devam ederse, her gelişi için Allah ona cennette özel bir mükafat hazırlar”[3]. Hz. Peygamber’in, Mekke’den Hicret’inde daha Medine’ye varmadan Kuba Mescidi’ni, Medine’ye ulaşınca da ilk iş olarak Mescid-i Nebevî'yi, bizzat çalışarak ve teşvik ederek inşa etmeleri, dinimizde cami ve cemaate verilen önemi ortaya koymaktadır.[4] Cami yapmakla ilgili olarak Peygamberimiz: “Bir kimse, Yüce Allah’ın 4 Konumuzla ilgili olarak Kur’an-ı Kerîm’de şöyle buyurulmaktadır: “Allah’ın mescitlerini, ancak Allah’a ve ahiret gününe inanan, namazı dosdoğru kılan, zekat veren ve Allah’tan başkasından korkmayan kimseler imar eder. İşte onların doğru yolu bulanlardan olmaları umulur.”[6] Değerli Mü’minler! Yüce Allah’ın engin rahmet ve bereketinin cemaat üzerine olduğunu unutmayalım. Meşru mazeretlerimiz dışında namazlarımızı cemaatle kılmaya özen gösterelim. Ayrıca çocuklarımızı, zaman zaman camiye götürmeyi, onları da cami ve cemaate alıştırmayı ihmal etmeyelim. KAYNAK: [1] Buhari, Ezan, 30. 1/158 [2] Müslim, Mesacid 51, 1/462, H. No: 666 [3] Buhari, Ezan, 38, 1/161 [4] Buhari, Ezan,46, 1/165. [5] Buhari, Salat, 65,1/116. [6] Tevbe, 9/18. Firhist’e Geri Dön 37 2002 HUTBELERİ 1 23-Ağustos EVLİLİK MÜESSESESİ VE AİLENİN KORUNMASI Muhterem Müslümanlar! Aile, toplumun çekirdeği, milletin temelidir. Toplumun huzuru, ailede başlar. Bu nedenledir ki milletlerin huzuru ve dirliği ailenin huzuruna, mutluluğuna bağlıdır. Evlenmek ve yuva kurmak şüphesiz ruhen ve bedenen sağlıklı her insanın en tabii hakkıdır. Meşru bir mazeret olmaksızın evlilik sorumluluğundan kaçınmak dinimizce hoş karşılanmamaktadır. Maddi imkansızlıklardan dolayı evlenemeyenlerin evlendirilmesi ise dinimizin topluma yüklediği bir görevdir. Nitekim Cenab-ı Hak bu konuda Kur’an’ı Kerimde, bekârların evlendirilmesini istemiş ve devamında şöyle buyurmuştur: 3 yalım, israftan, aşırılıktan ve meşru olmayan eğlencelerden uzak duralım. Evlilik hayatının gereksiz harcamalarla zorlaştırılması, sadece mutlu olmayan insanların sayısını artırır. Sevgili Peygamberimiz (a.s.)’in evlilik hayatının kolaylaştırılması hususunda söylediği şu hadisi-i şerifini unutmayalım : “ Nikahın en hayırlısı, kolay (külfetsiz) olanıdır”.[3] Değerli Müminler! Yüce Allah, insanlar, huzurlu bir hayat sürsünler diye evlenmeyi meşrû kılmış, aile hayatının devamı için eşlerin birbirleriyle iyi geçinmelerini[4], sabırlı ve hoşgörülü olmalarını tavsiye etmiş, yakın akrabalarına da arabuluculuk görevi vermiştir.[5] Çünkü ortada meşru bir sebep yok iken basit mazeretler ileri sürerek boşanmak, Yüce Allah’ın hoşnut olmadığı bir durumdur. Bunun için eşler; kendilerine düşen sorumlukluları yerine getirmeli ve birbirlerine karşı saygılı, dürüst, anlayışlı ve hoşgörülü olmalı, kaba davranıştan ve Not: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz. 2 Firhist’e Geri Dön “Eğer onlar fakir iseler, Allah kendi lütfü ile zengin kılar. Allah lütfu geniş olandır, her şeyi hakkıyla bilendir. Evlenme imkanını bulamayanlar ise; Allah, kendi lütfu ile onları varlıklı kılıncaya kadar iffetlerini korusunlar”[1]. Aziz Müminler! Evlilik, insanın sağlıklı ve düzenli bir hayata sahip olmasını sağlar. Zina ve gayrı meşru ilişkilerin yaygınlaşmasını engeller. Gayr-ı meşru ilişkilerin yaygın olduğu toplumlarda, genç nüfusun giderek azalması ve AIDS gibi hastalıkların yaygınlaşması, evliliğin önemini ortaya koymaktadır. Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) de bu hususa şöyle dikkat çekmiştir: “Size dînî ve ahlâkî yaşantısı hoşunuza giden kimseler geldiğinde, onları evlendirin, aksi takdirde yeryüzünde kargaşa ve büyük bir ahlâkî çöküntü olur.”[2] Bunun için gençlerimizi evlendirme konusunda yardımcı olalım. Bütün davranışlarımızda ölçülü olmamız gerektiği gibi, düğün yaparken de aynı özelliğimizi koru4 iffetlerine aykırı düşecek tavırlardan kesinlikle kaçınmalı, aile bütçesini sarsacak harcamalar yapmamalıdırlar. Çünkü toplumun huzuru ailenin huzurundan geçer. KAYNAK: [1] Nur, 24/32-33 [2] Tirmizi, Nikâh, Bâb 3, III/394, H.No:1084 [3] Ebu Davud, Nikâh, Bâb 33, 2/591 H.No.2117 [4] Nisa, 4/19 [5] Nisa, 4/19, 34 Firhist’e Geri Dön 38 2002 HUTBELERİ 1 30-Ağustos 30 AĞUSTOS ZAFER BAYRAMI Muhterem Müslümanlar! Şanlı tarihini, altın sayfalarla süsleyen aziz milletimizin unutulmaz zaferlerinden biri olan 30 Ağustos Zafer Bayramı’nın 80. yıldönümünü idrak ediyoruz. 30 Ağustos, hürriyet ve istiklalimizi kazandığımız bir zafer günüdür. Bu asil mücadele, İstiklal şairimiz Mehmet Akif’in dilinde, 'Garbın afakını sarmışsa çelik zırhlı duvar, Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var' dizeleriyle en güzel bir şekilde ifadesini bulmuştur. Yüce dinimiz, insanlığın barış ve esenliğini esas almıştır. Zaten 'İslam' keli3 Peygamberimiz de, bu anlamda, “Bir kimse savaşa gitmeyerek veya şehit olma arzusunu gönlünden geçirmeden ölürse, bir çeşit nifak üzere ölür”[3] buyurarak şehitlik ile iman ilişkisine dikkat çekmektedir. Milletimiz için şehitlik ve gâzîlik, vazgeçilmez bir tutkudur. İstiklal Savaşının ve Büyük Taarruz’un Başkomutanı Gazi Mustafa Kemal Paşa, Müslüman milletimizin savaş meydanındaki kahramanlığını ve azmini, şöyle anlatır: “Karşılıklı siperler arasında mesafemiz, sekiz metre idi. Yani ölüm muhakkak. Birinci siperdekiler, hiç biri kurtulamadan kâmilen şehit düşüyor. İkinciler onların yerine geçiyor. Fakat ne kadar imrenilecek bir itidal ve tevekkülle biliyor musunuz? Şehit olanı görüyor, üç dakikaya kadar şehit olacağını biliyor, en ufak bir fütur bile getirmiyor. Sarsılmak yok. Okuma bilenler ellerinde Kur’an-ı Kerim, Cennete girmeye hazırlanıyorlar. Bilmeyenler kelime-i şehadet getirerek yürüyorlar. Bu, Not: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz. 2 Firhist’e Geri Dön mesinin bir anlamı da barıştır. Barışı esas alan yüce dinimiz, vatan toprakları düşman işgali tehlikesiyle karşı karşıya kaldığında, savaşı mukaddes bir vazife saymıştır. Bu sebeple şehitliği ve gaziliği, Müslümanlar için büyük şeref kabul etmiştir. Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.), şehitlik mertebesinin yüceliğine işaret eden bir hadis-i şerifinde: “Nefsim kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki, Allah yolunda savaşıp şehit olmayı, yine diriltilip şehit olmayı, tekrar diriltilip şehit olmayı isterim” [1] buyurmuştur. Değerli Müslümanlar! Şerefli bir hayat, gerektiğinde vazgeçilmez değerler uğrunda can feda etmeyi göze almakla yaşanır. Bunun için dinimiz, vatan savunmasından kaçmayı büyük günah saymıştır. Nitekim Yüce Allah, Kur’an’da şehitlik arzusunu yitirenler için, “Ne oluyor size ki Allah yolunda savaşa çıkın denildiğinde yere çakılıp kaldınız”[2] buyurarak, din ve vatan savunmasına katılmayanları ikaz etmektedir. Sevgili 4 Türk askerindeki imanı ve ruh kuvvetini gösteren, şayan-ı hayret ve şayan-ı tebrik bir misaldir.”[4] İşte bu nedenle ecdadımız; yokluklar içinde ve en ağır şartlar altında, yedi düvele karşı, tarihte benzeri görülmemiş bu destanı yazmıştır. Değerli Müminler! Bu bakımdan 30 Ağustos zaferi, milletimizin asla esir edilemeyeceğini; semaları süsleyen bayrağımızın gönderden indirilemeyeceğini ve gök kubbeyi çınlatan ezan seslerinin dindirilemeyeceğini, bütün dünyaya ilan eden kutsal bir zaferdir. Bu vesileyle; canlarını feda ederek, milletimize eşsiz bir vatan bırakan aziz şehit ve gâzîlerimizi rahmet ve minnetle anıyoruz. KAYNAK: [1] Buhari, Cihad, 119, Vı,11 [2] Tevbe, 9/38 [3] Müslim, İmare,47,H.No: 1910 [4] Canakkale savaşları.comu.edu.tr Firhist’e Geri Dön 39 2002 HUTBELERİ 1 06 - Eylül ÜÇ AYLAR VE REGAİB KANDİLİ Değerli Mü'minler! Üç aylara girmek üzereyiz. Bu aylar, imandan gelen bir heyecanla ibadet hayatımızın daha canlı tutulduğu feyizli, bereketli bir mevsimdir. Recep ayında, Regâib ve Mi’râc, Şaban ayında Berat ve Ramazan ayında ise Kadir gibi dört ayrı mübarek gece bulunmaktadır. Bu geceler, üç ayların manevi atmosferinin bereketli ve hikmetli yıldızları gibidir. Nitekim Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.), bu aylarda daha çok ibadet eder ve: “Allah’ım! Recep ve Şâbânı hakkımızda mübarek kıl, bizi Ramazan’a kavuştur”[1] diye dua ederdi. Muhterem Müslümanlar! Bu aylar, duaların Allah’a arz edilmesi, pişmanlık gözyaşlarıyla günahların silinmesi, yapılan ibadetlere verilen sevabın katlanması bakımından büyük bir fır3 lık, mal-mülk edinme, yaşlılık, aniden gelen ölüm gibi engeller çıkmadan, ibadet için eldeki fırsatların güzelce değerlendirilmesini istemiş ve şöyle buyurmuştur: “Yedi şey gelmeden önce, ibadetleri yerine getirmede acele ediniz! İnsana her şeyi unutturan fakirlik, taşkınlığa götüren zenginlik, sağlığı bozan hastalık, takati kesen yaşlılık, hayatı sona erdiren ölüm, beklenilen ve ne zaman çıkacağı fark edilmeyen büyük şer ve çok ürpertici ve çok acı bir gün olan Kıyamet ”[4] . Aziz Cemaat! İdrak edeceğimiz üç aylar ve mübarek geceler, öncelikle Rabbimize, ailemize, milletimize ve ülkemize karşı görev ve sorumluluklarımızı hatırlatmalı, hatalarımızdan ve günahlarımızdan tevbe etmemize vesile olmalıdır. Nitekim Yüce Allah, engin rahmetine sığınıp, tevbe etmemizle ilgili olarak şöyle buyurmaktadır: “(Ey Muhammed!) De ki: Ey kendilerine kötülük edip aşırı giden kullarım! Allah'ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin, doğrusu Allah Not: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz. 2 Firhist’e Geri Dön sattır. Bu günlerde nefis muhasebesi yapılmalı, ana sermayemiz olan ömrümüzün nerede tüketildiği gözden geçirilmeli, amel defterimize neler yazıldığı, Mahşer günü kurulacak Büyük Mahkemenin tek Hakimi Yüce Allah’ın hakkımızda nasıl bir hüküm vereceği düşünülmelidir. Çünkü Yüce Rabbimizin ikram ettiği bu dünya hayatını ibadet ve taatla değerlendirmeyenlerin o gün pişman olacaklarını ve: “Keşke bu hayatım için bir şeyler yapıp gönderseydim!”[2] diyeceklerini, Kur’an-ı Kerim bize haber veriyor. Bir başka ayette ise, Yüce Allah, ahiret için hazırlık yapmamızı emrederek şöyle buyuruyor: “Ey iman edenler! Allah’tan korkun, herkes yarına ne hazırladığına baksın. Allah’a karşı gelmekten sakının, çünkü Allah yaptıklarınızdan haberdardır. Allah’ı unutan ve bu yüzden Allah’ın da onlara kendilerini unutturduğu kimseler gibi olmayın. Onlar yoldan çıkan kimselerdir”[3] Peygamber Efendimiz (a.s.), hasta4 günahların hepsini bağışlar. Çünkü O bağışlayandır, merhamet edendir.” [5] Ayrıca büyüklerin gönülleri alınmalı, eş ve dostlarımızın hatırları sorulmalı, garipler aranmalı, sofralarımıza davet edilmeli, yetimler gözetilmeli, yardıma muhtaç kimselere yardım edilmelidir. Aramızdaki kırgınlıklar, dargınlıklar, şahsi çıkar hesapları bir tarafa bırakılmalı, hoşgörü, kardeşlik ve birlik içerisinde olunmalıdır. KAYNAK: [1] Ahmet b. Hanbel, Müsned, I, 259 [2] Fecr, 89/24 [3] Haşr, 59/18-19 [4] Tirmizi, Zühd, bab, 3, IV,552,H.No: 2306 [5] Zümer, 53 Firhist’e Geri Dön 40 2002 HUTBELERİ 1 13 - Eylül MÜSLÜMAN GÜVENİLİR İNSANDIR Aziz Müminler! “Mü’min”, Yüce Allah’ın varlığına ve birliğine inanan anlamına geldiği gibi, başkalarına güven veren ve güvenilen kişi anlamını da taşır. Öyle ise mümin, ahdine vefalı, anlaşmalarına sadık, sözü özü bir, dostluğuna güvenilen bir insandır. Yüce Rabbimiz, Mü’minûn sûresinin ilk ayetlerinde, kurtuluşa erecek müminlerin vasıflarını açıklamakta ve 8. ayetinde meâlen şöyle buyurmaktadır: “Yine onlar (o mü’minler) ki, emanetlerine ve ahidlerine riâyet ederler”[1]. Bir Mü’min, sevdiğini sırf Allah için sever ve ondan maddî bir beklenti içinde olmaz. Sır saklar, emanete hıyanet etmez. Hz. Peygamber (s.a.v)’in yüksek ahlakına uymaya ve O’nun gibi gü3 Peygamber Efendimiz (s.a.v.), Hadis-i şeriflerinde, Müslüman’ı ve Mümin’i şöyle tarif etmiştir: “Müslüman, dilinden ve elinden müslümanların güvende olduğu, Mü’min de insanların malları ve canları hususunda kendisine güvendiği kişidir”[6]. “Mü’min, geçimi güzel olan kişidir. Geçimsiz kişide ise, hayır yoktur”[7]. Uyumlu olmak, ancak güvenilir bir insan olmakla sağlanır. Sözüne özüne güvenilmeyen bir insanla, dostluk ve ticârî ilişki kurulamaz. Meşru bir mazeret bulunmadıkça verdiği sözde durmayan kişinin toplum içerisindeki saygınlığı zedelenir, dostlarının sayısı azalır, işi ve ticari ilişkileri bozulur. Bunun için iş, ticaret ve toplum hayatında güven duygusu çok önemlidir. Birbirine güven duymayan toplumlarda huzur ve asayiş sarsılır ve insani ilişkiler bozulur. Kıymetli Mü’minler! Eğer Allah’a ve insanlara verdiğimiz sözleri yerine getirmezsek, büyük bir vebal altına girmiş oluruz. Yalancılıkla güven ve Not: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz. 2 Firhist’e Geri Dön venilir bir insan olmaya çalışır. Yüce Allah, Peygamberlerini güvenilir kişilerden seçmiş ve gönderildikleri toplumlar tarafından da, emin kişiler olarak tanınmışlardı[2]. Nitekim Mekkeliler, Peygamberimiz (s.a.v)’e, daha peygamber olmadan önce , “el-Emin” sıfatını vermişlerdi. Muhterem Cemaat! Bir Müslüman, verdiği sözden, üzerindeki emanetlerden Allah katında sorumlu tutulacaktır. Yüce Allah, bu konuda şöyle buyurmaktadır: “Verdiğiniz sözü yerine getirin. Çünkü verilen söz, sorumluluğu gerektirir”[3]. Özellikle Allah’ın adını anarak verilen sözlerin, yapılan adakların ve yeminlerin yerine getirilmesini emretmekte ve sözünde duranlara sevap vereceğini bildirmektedir[4]. Sözünde durmayanları ise, Nahl sûresinin 92. ayetinde kınamakta ve onları, ipliğini iyice eğirip katladıktan sonra söküp bozan kadının durumuna benzetmektedir[5]. Değerli Müslümanlar! 4 itibarın bir arada bulunamayacağını bilmeliyiz. Sevgili Peygamberimizin konumuzla ilgili olan, “Çevresindeki insanların şerrinden emin olmadığı kişi, cennete giremez”[8] Hadis-i Şerifine dikkat etmeliyiz. Yerine getiremeyeceğimiz vaatlerde bulunmamalı, çevremize, yakınlarımıza, iş arkadaşlarımıza ve bütün insanlara güven telkin etmeli ve bunu, bir hayat prensibi haline getirmeyi unutmamalıyız. KAYNAK: [1] Mü’minûn, 23/8 [2] Şuarâ, 26/107 [3] İsra, 17/34 [4] Fetih, 48/10 [5] Nahl, 16/92 [6] Tirmizi, İman, bab: 12,c. IV, s. 17, H. No: 2627 [7] Ahmed b. Hanbel, Müsned, 2/400 [8] Müslim, İman,bab,18, I, 68 H. No: 73 Firhist’e Geri Dön 41 2002 HUTBELERİ 1 20 - Eylül GÜNAHLARDAN SAKINMA Muhterem Müminler! Yüce Allah’ın emirlerini yerine getirip yasakladıklarından sakınmak, Müslümanların görevidir. Bunları yerine getirmemek ise, günahtır. Günah işleyenin akıbeti, eğer tevbe etmezse, acı bir hüsrandır. Çünkü günah, sonsuz kudret ve azamet sahibi Yüce Allah’a bir isyandır. Onun engin rahmetine ve rızasına karşı bir perdedir. Günah, insanın Hakk’a olan meylini köreltir, kötü temayüllerinin önünü açar, kalbine huzursuzluk verir, gönlünü bulandırır ve giderek, onun fıtratını bozan manevi bir musibet olur. Nitekim Kurân-ı Kerîm’de şöyle buyurulmaktadır: “Hayır! Bilakis onların işlemekte oldukları (kötülükler) kalplerini kirletmiştir”[1]. Bu âyette geçen “kalp kirlenmesi” tabirini, Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle açıklamaktadır: “Kul bir günah iş3 kadınlara iftira atmak, zina etmek, başkasına veya kamuya ait bir malı zimmetine geçirmek, içki içmek ve kumar oynamak gibi günahlardan şiddetle kaçınmalıyız. Çünkü Yüce Allah: “Günahın açığını da gizlisini de bırakın! Çünkü günah işleyenler, yaptıklarının cezasını mutlaka çekeceklerdir”[4] ve “Eğer yasaklandığınız büyük günahlardan kaçınırsanız, sizin küçük günahlarınızı örteriz ve sizi şerefli bir yere koyarız”[5] buyurarak, her türlü günahtan kaçınmamızı emretmektedir. Değerli Kardeşlerim! Günahlardan kaçınmak için ölümü ve hesap gününü çok hatırlamalıyız. Sabır gösterip günahlardan sakınanları, cennetin kapısında: “Sabrettiğinize karşılık size selam olsun! Dünya yurdunun sonu (cennet) ne güzeldir!”[6] müjdesiyle Meleklerin karşılayacağını bilmeliyiz. İbadetlerimizi zamanında yerine getirmeli ve bu hususta Yüce Allah’ın, “(Resûlüm!) Sana vahyedilen Kitabı oku ve namazı Not: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz. 2 Firhist’e Geri Dön lediğinde, kalbinde siyah bir nokta belirir. Eğer o günahından tevbe edip uzaklaşırsa kalbi saydamlaşır. Eğer tevbe etmeyip günah işlemeye devam ederse, o siyah nokta artar ve kalbi istila eder. İşte Yüce Allah’ın Kuran’da zikrettiği kalp kirlenmesi, işte budur”[2]. Aziz Müslümanlar! Günahlar, nefsin kötü arzularına veya şeytanın çeşitli desiselerine kapılmanın sonucunda işlenir. Yüce Allah, şeytanın müminler üzerinde hakimiyet kuramayacağını, şöyle açıklamaktadır: “Gerçek şu ki; iman edip yalnız Rablerine tevekkül edenler üzerinde onun (şeytanın) bir hakimiyeti yoktur. Onun hakimiyeti, ancak onu dost edinenlere ve onu Allah’a ortak koşanlaradır”[3]. O halde, nefsâni arzulara kapılarak, şeytana uymamalıyız. Allah’a şirk koşmak, ana-babaya âsi olmak, yalan söylemek, yalancı şahitlik yapmak, haksız yere adam öldürmek, sihir ve büyücülük yapmak, yetim malı ve faiz yemek, savaştan kaçmak, iffetli 4 kıl. Muhakkak ki namaz, hayasızlıktan ve kötülükten alıkoyar. Allah’ı anmak elbette (ibadetlerin) en büyüğüdür. Allah yaptıklarınızı bilir”[7] emrine kulak vermeliyiz. Nefsâni duyguların esiri olmamak için dua ve niyazla Allah’a sığınmalı, günaha tahrik eden ortamlardan uzaklaşmalıyız. Mahşer gününde mahcup bir duruma düşmemek için Yüce Allah’ın bizi görüp gözettiğini, her halimizden haberdar olduğunu, asla unutmamalıyız. Günahlarımıza derhal tevbe etmeli ve şimdiden O’nun eşsiz rahmet ve mağfiretine sığınmalıyız. Çünkü Allah, samimi olarak tevebe eden kullarını sever ve tevbelerini kabul buyurur. KAYNAK: [1] Mutaffifin, 83/14 [2] İbn Mace, Zühd,Bab: 29, II,1418, H.No: 4244 [3] Nahil, 16/99-l00 [4] Enam, 6/120 [5] Nisa, 4/31 [6] Rad, 13/24 [7] Ankebut, 29/45 Firhist’e Geri Dön 42 2002 HUTBELERİ 1 27 - Eylül HUZUR KAYNAĞI DUA VE İBADET Değerli Mü’minler! Dua ve ibadet, bir Mü’minin aczini ve ihtiyacını, saygıyla Rabbine arz etmesi ve tazimle O’ndan yardım dilemesidir. Rabbi ile kulu arasında en güçlü bağ ve en değerli amel, dua ve ibadettir. Bunlar, Allah’a kulluğun itirafı ve ispatıdır. Mânevî dertlerin devası, gönüllerin sefasıdır. Duasız ve ibadetsiz gönüller ise, huzursuzdur ve dinmez bir ızdırap içerisindedir. Gerçek huzura, ancak O’na dua edip rahmet kapısını çalmak, O’nun izzet ve azameti karşısında secdeye kapanıp ibadet etmek ve O’nu anmakla kavuşulur. Nitekim Yüce Allah, Kuran’ı Hakim’de: “Bunlar, Allah’a iman edenler ve gönülleri Allah’ın zikriyle sükunete erenlerdir. Bilesiniz ki, kalpler ancak Allah’ı anmakla huzur bulur”[1] buyurmaktadır. 3 rine O’nun duasını kabul ettik ve onu kederden kurtardık. İşte biz Mü’minleri böyle kurtarırız”[2] meâlindeki âyetiyle bize bildirir. Demek ki sıkıntıyı, derdi veren Allah, onun çaresini ve dermanını da verir. Hatta her güçlük için bir kolaylık ihsan ettiğini, Kur’an’ı Kerim’de bize şöyle açıklar: “Elbette zorluğun yanında bir kolaylık vardır. Gerçekten, zorlukla beraber bir kolaylık daha vardır”[3]. Sevgili Peygamberimiz de, müminlerin başına gelen sıkıntıların günahlara keffaret olduğunu bir hadis-i şeriflerinde şöyle ifade eder: “Başına gelen hastalık, bitkinlik, hüzün ve diğer sıkıntılara karşılık Yüce Allah, Mü’minin günahlarının bir kısmını siler” [4]. Ayrıca musibet ve sıkıntı anlarında müminlerin: “RBiz Allah’ın kullarıyız ve O’na döneceğiz...”[5] anlamındaki “İnna lillahi ve innâ ileyhi râciûn” ayetini okumalarını, Sevgili, Peygamberimiz (s.a.v), tavsiye etmiştir. Aziz Cemaat! İbadet ve duadan uzak olan insanNot: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz. 2 Firhist’e Geri Dön Muhterem Müslümanlar! Bir insan olarak, çevremizde meydana gelen olaylardan etkilenebilir ve işlerimizin düzensiz gitmesinden de üzülüp sıkılabiliriz. Ancak bu gibi üzüntü ve sıkıntıların geçici olduğunu bilmeli ve bütün hayatımızı sarsacak bunalıma ve strese düşmemeliyiz. Bir mümin için strese veya bunalıma girmek, asla doğru değildir. Çünkü o, hayatın ağır yükleri altında acze ve sıkıntıya düştüğünde, kendisine şah damarından daha yakın, onun en gizli sırlarını bilen ve her şeye gücü yeten Yüce Allah’a güvenir. O’na dua ve niyazda bulunur, O’nun engin lütuf ve keremine sığınır. O’ndan başka, sıkıntılara çare, dertlere deva, hastalıklara şifa ihsan edenin olmadığını bilir. Çekilen sıkıntıları, ebedi mükafat vesilesi bir imtihan olarak değerlendirir ve teselli bulur. Kur’an-ı Kerim, büyük sıkıntılarla karşılaşan ve Rabbine dua eden Hz.Yunus (a.s.)’u bize örnek gösterir. Hz. Yunus’un duasının kabul edildiğini de, “Bunun üze4 lar, daima bir arayış, bir boşluk içinde olurlar ve vicdani bir huzursuzluk duyarlar. Halbuki, Yüce Rabbimiz Kur’an-ı Kerîm’de, “(Ey Resulüm!), De ki: (Kulluk ve) duanız olmasa, Rabbim size ne diye değer versin?”[6]. “Bana dua edin, kabul edeyim. Çünkü bana ibadeti bırakıp büyüklük taslayanlar, aşağılanarak cehenneme gireceklerdir”[7] buyurmaktadır. Öyleyse; gönüllere huzur, dertlere deva, dertlilere şifa veren Yüce Allah’a her derdimiz için dua etmeli, ibadetleri yerine getirmeli ve elimizdeki nimetlere de şükretmeyi ihmal etmemeliyiz. KAYNAK: [1] Ra’d, 13/28 [2] Enbiyâ, 21/88. [3] İnşirah, 94/5,6 [4] Müslim, Birr, bab: 14, III,1992, H.No:2573. [5] Bakara, 2/156. [6] Furkan, 25/77. [7] Gafir, 40/60. Firhist’e Geri Dön 43 2002 HUTBELERİ 1 04 - Ekim CAMİ VE CEMAAT ŞUURU Muhterem Cemaat! Kur’an-Kerim’de, insanın Allah’a iman ve ibadet etmek için yaratıldığı bildirilmektedir. Beş vakit namaz, ibadetler arasındaki önemi itibariyle imandan sonra ilk sırada yer almaktadır. Beş vakit namaz, tek başına ve cemaatle kılınabilmektedir. Peygamberimiz (s.a.v.), cemaatle kılınan namazın sevabının 27 kat daha fazla olduğunu bildirerek, namazların cemaatle kılınmasını tavsiye etmiştir. Camiler; ibadet etme, Allah’ı anma, eğitim-öğretim, birlik ve dirlik, huzur ve sükun mekanlarıdır. Bu itibarla dinimiz; camilere büyük önem vermiştir. Yüce Rabbimiz, Kur’an-Kerim’de şöyle buyurmaktadır: “Şüphesiz mescitler, Allah’ındır. O halde Allah ile birlikte hiç kimseye kulluk etmeyin”[1]. “Ey Ade3 den biri de, yaydığı ilim, geride bıraktığı iyi evlâd, miras olarak bıraktığı Mushaf-ı şerîf, yaptırdığı mescit, yolcular için inşa ettiği ev, akıttığı su, sağlığı yerinde iken malından çıkardığı (verdiği) sadakadır. Bunlardan hangisini yapmış ise öldükten sonra onun sevabı kendisine ulaşır.”[4] Aziz Mü’minler! Hiç şüphe yok ki cami ve mescit yapmaktan maksat, orada cemaatle ibadet etmektir. Cami ve mescitler, aynı zamanda insanlara helal ve haramın, güzel ahlakın, doğruluk ve dürüstlüğün öğretildiği, sevgi saygı ve kardeşlik ruhunun işlendiği mukaddes mekanlardır. Şehitlik ve gazilik mertebesinin yüceliği, vatan savunmasının önemi, iffet ve namusu korumanın onuru gibi birçok dini ve milli şuurun insanlarımıza verildiği ilim ve irfan yuvalarıdır. Hutbemi, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in şu Hadis-i şerifiyle bitirmek istiyorum: “Bir kişi, Allah’ın farzlarından birini eda etmek üzere evinde güzelce temizlenir Not: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz. 2 Firhist’e Geri Dön moğulları! Her mescide gittiğinizde güzel elbiselerinizi giyinin. Yiyin için fakat israf etmeyin. Zira Allah israf edenleri sevmez.”[2]. Değerli Mü’minler! Ayet-i kerimelerden de anlaşılacağı üzere, İslam’da camilerin önemli bir yeri vardır. Allah’ın evi kabul edilen camiler, İslâm’ın alâmeti sayılmıştır. Camiler, bulunduğu yerin halkının Müslüman olduğunu gösterir. Sevgili Peygamberimiz, yeryüzünde Allah’a en sevimli yerlerin camiler olduğunu bildirmiştir[3]. Öyle ise camilere gelişigüzel değil, en güzel elbiseler giyilerek girilmelidir. Camileri kirletecek, havasını bozacak ve cemaati rahatsız edecek davranışlardan sakınılmalıdır. Camilerin inşasından tutun da temizliğine ve aydınlatılmasına kadar verilecek bütün hizmetler, övgüye değer hizmetlerdir. Peygamber Efendimiz bir hadis-i şeriflerinde söyle buyurmuşlardır: “Bir mümine öldükten sonra amelinden ve yaptığı iyiliklerinden ulaşacak şeyler4 ve camiye giderse, onun attığı adımlardan biri günahlarının silinmesine, diğeri de onun derecesinin yükselmesine vesile olur”[5]. “Yüce Allah, sabah ve akşam camiye giden kimsenin, her gidiş ve gelişine cennette bir yer hazırlar”[6]. KAYNAK: [1] Cin, 72/18 [2] A’raf, 7/31 [3] Müslim, Salât, 53 [4] İbn Mâce, Mukaddime, 20 [5] Riyazu’s-Salihin 2/380, No: 1058 [6] Riyazu’s-Salihin 2/379, No: 1057 Firhist’e Geri Dön 44 2002 HUTBELERİ 1 11 - Ekim EBEDİYET YOLCUSUNU UĞURLARKEN Muhterem Cemaat! İslam Dini, insana saygıyı önemli bir görev saymıştır. Müslümanları, bu konuda dikkatli olmaya çağırmış, insanın hayatta olanına da, ölenine de saygı gösterilmesini istemiştir. Musallaya konulan ölü üzerine Allah rızası için kılınan cenaze namazı, yapılan dua, aynı zamanda o din kardeşimize gösterilen fiili bir saygının ifadesidir. İnsanın ölüsü de saygıya layıktır. Ölen bir Müslümanı yıkamak, kefenlemek, cenaze namazını kılıp dua etmek ve kabrine kadar götürüp defin işlerini yapmak, Müslümanlar için farz-ı kifayedir ve dostlar için de manalı bir vefa borcudur. Sevgili Peygamberimiz, “Ölülerinizi, iyilikleriyle yâd edin, kötülüklerini dile getirmeyin”[1] 3 Cenaze ile ilgili dini görevler yapılırken, bilgisizlik yüzünden bazı bidat ve hurafeler karıştırıldığı görülmektedir. Cenazenin başında yüksek sesle konuşulması, alkış tutulması, cenazeyi taşırken slogan atılması, İslam’a uygun olmayan faydasız ve gönülleri rahatsız eden anlamsız davranışlardır. Hatta cenazenin başında veya mezarlığa götürülürken yüksek sesle tekbir getirilmesini bile, dinimiz hoş karşılamamıştır. Ayrıca Allah’a isyan anlamına gelebilecek şekilde dövünüp saç baş yolmak ve yersiz sözler söylemek de doğru değildir. Ancak, cenaze için kalben kederlenmek ve göz yaşı dökerek ağlamak da bir günah yoktur. Ölünün yakınlarına mümkün olduğunca teselli edici, rahatlatıcı sözler söylemek ve üzüntüsünün paylaşıldığını göstermek bir taziyedir ve sünnettir. Ayrıca taziye için, “Allah size sabırlar versin. Başınız sağ olsun! Allah geride kalanlara ömür versin!” gibi teselli edici cümleler de söylenir. Not: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz. 2 Firhist’e Geri Dön buyurarak, ölmüşlerimizi hayırla anmamızı, iyi yönlerini konuşmamızı tavsiye etmiştir. Değerli Müslümanlar! Bu dünya, her şeyi ile fanidir. Bâki olan, yalnız Allah’tır. Her canlı mutlaka ölümü tadacaktır. Doğum gibi, ölüm de Allah’ın değişmez bir kanunudur. Ölüm, yok olup gitmek değil, yeni ve ebedi bir hayatın başlangıcıdır. Dünya, ahiret hayatı için gereken hazırlıkları yapma yeridir. Bunun için de, Allah’ın emirleri doğrultusunda hayatımızı sürdürmemiz gerekir. Çünkü dünya ve âhirette bizi kurtaracak ve mutlu kılacak olan, yalnız Allah’ın emirlerine uyup yasaklarından sakınmak ve O’nun rızasını kazanmaktır. Aziz Müminler! Cenazeyi teşyi etmek, yani cenazenin arkasından mezara kadar gitmek sünnettir ve büyük sevaptır. Cenaze namazını kılanların ve cenazeyi takip edenlerin, vakar içinde yürümeleri ve üzüntülü ortama uygun düşecek şekilde davranmaları gerekir. 4 Hutbemi Âl-i İmran Sûresi’nin 133. ayetinin mealiyle bitirmek istiyorum: “Rabbinizin bağışına ve genişliği göklerle yer arası kadar olan ve muttakiler için hazırlanmış bulunan cennete koşun”[2]. KAYNAK: [1] Tirmizî; Cenaiz, 34, H.No: 1019. [2] Âl-i İmran, 3/133 Firhist’e Geri Dön 45 2002 HUTBELERİ 1 18 - Ekim BERAT KANDİLİ Aziz Cemaat! 20 Ekim Pazar’ı, Pazartesiye bağlayan gece, Berat Kandilidir. Sözlükte kurtuluş, suç ve cezanın affı ve arınma anlamlarına gelen Berat, dinimizde günahlardan arınma, Allah’ın rahmetine ve affına nail olma, kısaca Allah katında berat etme ve temize çıkma demektir. Yüce Allah, Al-i İmrân Suresinde: “(Ey Muhammed) De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Çünkü Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir”[1] buyurmuştur. Bu ayet, her hususta Peygamber Efendimize tabi olmamız gerektiği mesajını vermektedir. Bu İlâhî mesaj, Mübarek gecelerin ihya edilmesini de içerir. Kur’an-ı Kerim’de kendisini, Rah3 ğün gibisin”.[2] Sevgili Peygamberimiz, bizim de bu geceyi ibadetle geçirmemizi tavsiye etmiş ve şöyle buyurmuşlardır: “Şaban ayının 15. gecesini ibadetle geçirin, gündüzünde de oruç tutun. Çünkü Yüce Allah, bu gece güneş doğuncaya kadar dünya semasına rahmetiyle tecelli eder ve şafak sökene kadar: Tevbe eden yok mu, affedeyim. Rızık isteyen yok mu, rızık vereyim. Hastalığına şifa isteyen yok mu, şifa vereyim. Daha ne gibi istekleri varsa istesinler, vereyim”[3] buyurur. Muhterem Müslümanlar! Böyle feyizli ve bereketli gecelerde bir taraftan Yüce Rabbimize dua edip affımızı istemeli, diğer taraftan da anne ve babamızın hayır dualarını almaya, akraba, komşu ve arkadaşlarımızın gönüllerini kazanmaya ve aramızdaki insanî ilişkileri daha da güçlendirmeye çalışmalıyız. Ayrıca, aramızda dargınlık bulunan kardeşlerimizle, bu mübarek gecenin aydınlığında Not: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz. 2 Firhist’e Geri Dön man ve Rahim sıfatlarıyla tanıtan Yüce Rabbimiz’in affı ve bağışı çok boldur. Kullarından O’na yönelip af ve mağfiret dileyenlerin dualarını kabul eder. Öyle ise, bu gibi mübarek geceleri fırsat bilip tevbe ve istiğfar etmeliyiz. Berat ve Kadir geceleri gibi mübarek gün ve geceler, müslümanların Allah’a yöneldikleri, çeşitli ibadetlerle meşgul oldukları, hayır ve hasenat yaptıkları; dua, tevbe ve istiğfar ile günahlarının bağışlanmasını Yüce Allah’tan istedikleri bereketli ve feyizli zamanlardır. Değerli Müminler! Hz. Aişe validemizin rivayetine göre, Peygamber Efendimiz, Berat gecesini ibadetle geçirmiş ve kıldığı namazın secdesinde şöyle dua etmiştir: “Allah’ım! Azabından affına, gazabından rızana sığınıyorum. Ya Rabbi! Senden yine Sana sığınıyorum. Sen yücelerden yücesin, Seni layık olduğun şekilde medh-ü sena edemiyorum. Sana layık bir şükürle şükredemiyorum. Sen ancak kendini övdü4 barışalım, düşünce ve meşrep farklılığı gözetmeden onlarla kucaklaşalım ve kırılan gönülleri onarmaya gayret edelim. Hiç şüphe yok ki bu gayretler, Allah’ın rızasına ermemize vesile olacağı gibi, birlik ve beraberliğin pekişmesine de önemli katkılar sağlayacaktır. Berat kandilinizi tebrik eder, sağlıkla daha nice güzel günlere erişmemizi, Yüce Allah’tan dilerim. KAYNAK: [1] Al-i İmrân, 3/31 [2] İbni Mace, C. 1, s. 444 [3] İbn Mâce, İkametü’s-Selah l9l, H.No: l388 I/444; Tac, II, 107. Firhist’e Geri Dön 46 2002 HUTBELERİ 1 25 - Ekim CUMHURİYET BAYRAMI Muhterem Cemaat! Üzerinde yaşadığımız cennet vatanımız, atalarımızın bize en büyük emanetidir. Onlar, Anadolu coğrafyasını vatan edinmek için ellerinden geleni yapmış, bu uğurda mallarıyla canlarıyla savaşmış ve asırlar boyu bu toprakları korumak için, olağanüstü gayret göstermişlerdir. Ne var ki, “su uyur düşman uyumaz” atasözünde vurgulandığı gibi, Müslüman Türk Milletinin düşmanları hiç uyumamış, hep sinsi emeller beslemiş, birinci dünya savaşında da bize, yedi cepheden saldırmış ve hemen anayurdumuzu paylaşmaya kalkışmışlardır. 3 konusunda onlarla müşavere et. Bir kerede karar verip azmettin mi, artık Allah’a tevekkül et, (Ona dayanıp güven). Şüphesiz Allah tevekkül edenleri sever”[1]. Hz. Peygamber’in, ashabın ve dört büyük halifenin uygulamaları, hep istişare ile olmuştur. İslam dininde, Allah’ın kesin emir ve yasakları konusunda fikir yürütme veya tartışma söz konusu olamaz. Ancak dünya işlerinin düzene konması, vatan ve millet için yararlı olanların belirlenmesi maksadıyla istişarede bulunulması ve sonucunda da, çoğunluk görüşünün esas alınması, İslam’a uygun bir davranıştır. Cumhuriyet idaresi de bunu yapmaktadır. Aziz Müslümanlar! Cumhuriyeti kuran milli irade, insanların dînî inanç ve yaşayışlarında serbest bırakılmasını, dünyevi işlerde ise, vatan ve milletin yararına yönlendirilmesini ve düzenlenmesini amaçlamıştır. Bize düşen görev, cumhuriyet ruhunu gayesinden saptırmadan, devletimizi Not: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz. 2 Firhist’e Geri Dön Her zaman olduğu gibi bu asil millet, istiklâl ve hürriyetini, vatan ve mukaddesatını korumak için; Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK önderliğinde şahlanarak, her türlü yokluğa ve olumsuzluğa rağmen, büyük bir istiklal mücadelesi vererek, namusu saydığı vatanını, düşman işgâlinden kurtarmıştır. Asırlardan beri hakim olduğu Anadolu topraklarında, milli egemenliğini aynen korumuş, Türkiye Cumhuriyeti adıyla yeni bir devlet kurmuş ve 29 Ekim 1923 tarihinde de bunu, bütün dünyaya ilân etmiştir. Cumhuriyet, çoğunluk sistemine ve milli iradeyi temsil etme esasına dayanan, yaratılıştan insanlarda var olan çeşitli kabiliyetlerini ortaya koyabilmelerine, düşünce ve inançlarını serbestçe ifade edip yaşamalarına imkân veren, istişareye dayalı bir idare şeklidir Değerli Müminler! İslam dini, istişareye büyük önem verir. Yüce Allah, bu konuda Hz. Peygamber (s.a.v.)’e ve bize, şöyle emreder: “İş 4 liyakatli ellerde yükseltmek, yüceltmek ve bu mukaddes emaneti bizden sonraki nesillere, en iyi şekilde devretmek olmalıdır. KAYNAK: [1] Âl-i İmran, 3/159 Firhist’e Geri Dön 47 2002 HUTBELERİ 1 01 - Kasım KUR’AN AYI RAMAZAN Aziz Cemaat! Manevi derecesi çok yüksek ve kazancı pek büyük olan Ramazan ayına girmiş bulunuyoruz, hepimize mübarek olsun! Bu mübarek ayın geceleri de, gündüzleri de çok İyi değerlendirilmeli, elden geldiğince ibadete, hayır ve hasenata ağırlık verilmelidir. Çünkü, çok kârlı bir uhrevî kazanç mevsimidir. Sevgili peygamberimiz, Ramazanın önemi hakkında şöyle buyurmuştur: “Kim inanarak ve mükafatını Allah’tan bekleyerek Ramazanın gecelerini ihya ederse, onun geçmiş günahları bağışlanır”[1]. “Ramazanın evveli 3 kötü davet, zenginlerin çağrılıp; fakirlerin çağrılmadığı davettir”[3]. Muhterem Müslümanlar! Bu ay bir başka yönüyle Kur’an ayıdır.Ramazan ayına kıymet veren olaylardan biri yüce kitabımız Kuran’ın bu ayda Sevgili Peygamberimize indirilmeye başlanmasıdır. Nitekim Kur' an-ı Kerim'de: “Ramazan ayı , insanlara yol gösterici, doğrunun ve doğruyu eğriden ayırmanın açık delilleri olan Kur’an’ın indirildiği aydır.”[4] buyurulmaktadır. Peygamberimiz (s.a.v.) ve ashabı Kur'an'ı en çok bu ayda okurlar; cömertliği en çok bu ayda gösterirler ve ibadeti en çok bu ayda yaparlardı. Hele bu ayın son on gününe ulaşıldığında ise Sevgili Peygamberimiz, zamanının büyük kısmını ibadete ayırırdı[5]. Öyleyse bizlerde, Ramazan ayında camilerimizi olduğu gibi evlerimizi de Kur'an tilavetiyle ihya edelim. Zira Sevgili Peygamberimiz Kur’an okunmayan evi kabristana benzetmiş ve şöyle buyurmuşNot: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz. 2 Firhist’e Geri Dön rahmet, ortası mağfiret, sonu da cehennemden kurtuluştur. Her kim, bu ayda idaresi altında bulunanların iş yükünü hafifletirse, Allah onu mağfiret eder ve cehennem azabından kurtarır”. “Ramazan ayı girdiği zaman cennetin kapıları açılır, cehennemin kapıları kapanır ve şeytanlar zincire vurulur”[2]. Bu ay sabır, iyilik ve güzellik ayıdır. Müslümanın rızkının arttırıldığı bir aydır. Her kim bu ayda oruçlu bir kimseye iftar ettirirse, günahlarının affına ve cehennemden kurtuluşuna vesile olur. Ayrıca ona iftar edenin sevabı kadar sevap verilir ve İftar eden oruçlunun sevabında da bir eksilme olmaz. Bu iftarın mükellef sofralar ve ziyafetler şeklinde düzenlenmesi de şart değildir. Bir lokma ekmek,bir hurma veya bir yudum su ile de olsa aynı sevabı alır. Yeter ki ikramlar, Allah rızası için yapılmış olsun. İftar davetlerinde lüks ve israftan kaçınılmalı ve bu davetlerde fakirlere de yer verilmelidir. Nitekim Peygamber efendimiz bu konuda bizleri şöyle ikaz etmektedir: “En 4 tur: “Evlerinizi kabristana çevirmeyin! İçerisinde Kuran okunan eve şeytan girmez”[6] Bununla birlikte Kuran’ın hikmeti ve ayetlerinin anlamı üzerinde genişçe düşünelim.Çünkü O bizleri her türlü kötülüklerden koruyacak ve mutlu bir hayatın yöntemini gösterecek ilahi bir rehberdir. Alimlerin doyamadığı bilgi ve hikmet kaynağıdır. Kalplerimizi O’nun mesajının nuruyla nurlandıralım.Bu ayda yapacağımız iyilikler ve ibadetlerle Allah’ın rızasını kazanarak kendimizi affettirme fırsatını kaçırmayalım. KAYNAK: [1] Nesai, İman, bab,22, V, 117 [2] Buhari, Savm, 5 [3] Müslim, Nikah, 110, II, 1053-4 [4] Bakara, 185 [5] Müslim, İ’tikaf, 7. [6] Tirmizi, Fedail, bab, 2, V, 117 Firhist’e Geri Dön 48 2002 HUTBELERİ 1 08 - Kasım ORUCUN HİKMETLERİ Muhterem Müslümanlar! Ramazan ayında oruç tutmak, İslam’ın beş temel esasından biridir. Oruç, Allah’ın rızasını kazanmak için ibadet maksadıyla gün boyu yemekten, içmekten, cinsel ilişkiden uzak durmak suretiyle yerine getirilen bir ibadettir. Her şeyin bir zekatı olduğu gibi bedenin zekatı da oruçtur. Oruç, Yüce Allah’ın bizlere ihsan ettiği sayısız nimetlere karşılık O’na şükranlarımızı arz etmektir. Oruç sabrı geliştirir. Nefsi terbiye eder, günah işleme temayülünü önler; insanı iyiliğe yönlendirir ve güzel ahlaka ulaştırır. Bunun için Yüce Allah, gönderdiği bütün dinlerde orucu farz kılmıştır. Kuran’ı Hakimde şöyle açıklanmaktadır: “Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakınmanız için oruç, sizden evvelkilere farz kılındığı gibi size de farz kılındı.”[1] 3 günahlardan uzaklaştırdığı gibi, gönüllerde güzel duyguların yeşermesine de vesile olur. Fitne, fesat, haset, dedikodu ve yalan gibi kötü huylardan insanı uzaklaştırır, toplumda huzur ve güvenin yerleşmesini sağlar, Yapılan araştırmalar da Ramazan ayında suç işleme oranının düşüş kaydettiğini göstermektedir. Bir Müslümanın, özellikle oruçlu iken günah işlemesi, orucun ruhuna ve hikmetine aykırıdır. Bu hususta sevgili Peygamberimiz şöyle buyurmuşlardır: “Her kim yalan, iftira gıybet ve kovuculuğu terk etmezse, Cenab-ı Hak o kimsenin yemesini, içmesini bırakmasına değer vermez”[4]. Ayrıca oruç, fakirliğin ne kadar zor ve fakirlerin ne kadar yardım ve şefkate muhtaç olduklarını insana hatırlatır. Yardımlaşma ve dayanışma ruhumuzu canlandırarak yoksullara yardım eli uzatmamızı sağlar. Orucun, ruh ve beden sağlığı açısından bir çok yararının bulunduğunu da unutmamalıyız. Nitekim Sevgili Peygamberimiz bu konuda şöyle buyurmaktadır: Not: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz. 2 Firhist’e Geri Dön Aziz Müminler! Nefsin iyiliğe de kötülüğe de meyli [2] vardır. Eğer insan, ilahi emirlere kulak verir ve o istikamette hareket ederse, Allah’ın rızasına ulaşır. Eğer nefsanî arzularına göre bir yol tutarsa, o yol insanı sefahate ve günah bataklığına düşürür. Oruç, nefsin süfli arzularına karşı bir kalkandır. Sevgili Peygamberimiz, orucun bu hikmetine şöyle işaret etmiştir: “ Oruç bir kalkandır. Oruçlu kimse kötü söz söylemesin! Kendisiyle tartışmak, kavga etmek isteyene iki defa: ben oruçluyum desin!. Hayatım elinde olan Allah’a yemin ederim ki, oruçlunun ağız kokusu, Allah indinde misk kokusundan daha hoştur. Cenabı Hak buyurmuştur ki: Madem ki oruçlu kimse benim rızam için, yemesini, içmesini, cinsi arzusunu bırakmıştır. Onun sayısız ecrini ben veririm. Halbuki başka ibadetlerin hepsi on misliyle ödenmektedir.” [3] Muhterem Müminler! Allah rızası için tutulan oruç, insanı 4 “Oruç tutunuz ki sağlıklı olasınız”[5] KAYNAK: [1] Bakara, 2/183 [2] Şems, 91/8 [3] Buhari, Savm 31, H.No: 919 [4] Buhari, Savm, 31, H.No:926 [5] Ahmet b.Hanbel, Müsned, II, 280 Firhist’e Geri Dön 49 2002 HUTBELERİ 1 15 - Kasım YARDIMLAŞMANIN SOSYAL HAYATTAKİ ÖNEMİ (Zekat ve Sadaka) Muhterem Müslümanlar! İslam’ın beş temel esasından biri de Zekat’tır. Zekatı, dinen zengin sayılan kimseler verir. Kur’an’ı Kerimde 34 yerde namazla birlikte, 28 yerde ise müstakil olarak zekata yer verilmesi bu ibadetin önemini ortaya koymaktadır. Zekatın bir çok hikmeti vardır. Zekat, toplumun sosyal güvenlik şemsiyesidir. Cimrilik hastalığını tedavi eder. Cömertlik duygularını geliştirir. Hayır-hasenat kapılarını açar. Mülkiyeti emniyet altına alır. Gelir dağılımındaki dengesizliğin giderilmesine katkıda bulunur. Servet düşmanlığını azaltarak zengin fakir arasında köprü oluşturur ve toplumda huzur ve birliği sağlar. Değerli Müslümanlar! Her zengin Müslüman’ın kazan3 yolunda harcayanların durumu, yüksek yerdeki güzel bir bahçenin durumu gibidir ki bol yağmur alınca iki kat ürün verir. Bol yağmur almasa bile çiseleme bile yeter. Allah yaptıklarınızı hakkıyla görendir.”[3] “Mallarını Allah yolunda harcayanların durumu, yedi başak bitiren ve her başakta yüz tane bulunan bir tohum gibidir. Allah dilediğine kat kat verir.Allah lütfu geniş olandır, hakkıyla bilendir.[4] Muhterem Müslümanlar! Zekatın, sadakanın ve diğer yardımların fakirleri incitmeyecek şekilde verilmesi oldukça önemlidir. Riya ve gösteriş maksadıyla fakirin onurunu zedeleyecek tarzda yapılan yardımlardan sevap elde edilemeyecektir.Nitekim Cenab-ı Hak Kuran’ı Kerimde bu hususa şöyle dikkatlerimizi çekmektedir: “Mallarını Allah yolunda harcayan, sonrada harcadıklarının peşinden (bunları) başa kakmayan ve gönül incitmeyenlerin, Rableri katında mükafatları vardır. Onlar için korku yokNot: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz. 2 Firhist’e Geri Dön cında, fakirlerin hakkı vardır. Nitekim Kur’an-ı Kerim de “Zenginlerin mallarında, yardım isteyen ve iffetinden dolayı isteyemeyip mahrum olanlar için bir hak vardır.”[1] buyrulmaktadır. Zekat vermemek, fakirin hakkını gasbetmektir. Bu ise kıyamet günü Allah’ın huzurunda büyük bir vebali gerektirir. Peygamberimiz de zekatı verilmeyen malın kıyamet gününde zehirli bir yılan misali mal sahibinin boynuna dolanacağını ifade etmektedir [2] Ayrıca zekat ve sadaka, Mü’minlerin, Allah (cc) sevgisini, mal ve servet sevgisinden daha üstün tuttuklarının bir ifadesidir. Çünkü sadaka veya zekat veren kimse, verdiği şahıslardan hiçbir karşılık beklememektedir. Bunu sadece ibadet kasdı ve Allah rızası için yapmaktadır. Nitekim rızası için harcayanlara Yüce Allah, harcadıklarının kat kat fazlasını dünya ve ahirette ihsan edecektir. Bu konuda Rab’bimiz şöyle buyurmaktadır: “Allah’ın rızasını kazanmak arzusuyla ve kalben mutmain olarak mallarını Allah 4 tur. Onlar üzülmeyeceklerdir de.Güzel bir söz ve bağışlama, peşinden gönül kırma ile gelen bir sadakadan daha hayırlıdır. Allah her bakımdan sınırsız zengindir, halimdir” [5]. Muhterem Müminler! Mal ve mülkün hakiki sahibi Allah’tır. Bizler O’nun emanet olarak lütfettiği malın ve mülkün geçici bekçileriyiz. Şeytanın, zekat verdiğimiz takdirde fakir düşeceğimiz vesvesesine kapılmadan zekatlarımızı verelim.Yüce Rabbimizin rızasını gözeterek ve yoksul kimselerin onurunu incitmeden yapacağımız yardımların sevaplarımızı çoğaltmanın yanında malımıza bereket, yuvalarımıza, huzur getireceğini unutmayalım. KAYNAK: [1] Zariyat, 51/19. [2] Buhari, Zekat, 3 [3] Bakara, 2/265 [4] Bakara, 2/261 [5] Bakara, 2/262-263 Firhist’e Geri Dön 50 2002 HUTBELERİ 1 22 - Kasım TEVBE Muhterem Müslümanlar! Tevbe; kulun günahını ve hatasını terk edip, dua ve niyaz ile Rab’binden bağışlanma dileyip O’na dönmesi, Cenab_ı Hak’kın da kuluna af ve mağfiretle mukabelede bulunmasıdır. Günahlar, Rab’bimizle aramızdaki sevgi bağını zayıflatır; O’nun ihsanına ve rahmetine perde olur. Manevi kişiliğimizi zedeler, gönül dünyamızı karartır. Bu bakımdan tevbe, Allah ile sevgi bağlarımızı yeniden tesis eder, günah ile zedelenen gönül dünyamızı onarır. Aziz Müminler! Yüce Allah’ın kuluna tevbe etme fırsatı bahşetmesi O’nun sonsuz rahmetinin bir ifade3 etmiş ve Yüce Allah’ın kulunu bağışlamak için daima rahmet ve mağfiret kapılarını açtığını bir hadis-i şerifinde şöyle ifade etmiştir: “Aziz ve Celil olan Allah, gündüz günah işleyenlerin tevbesini kabul etmek için gece, gece günah işleyenlerin tevbesini kabul etmek için de gündüz kulun tevbe etmesini bekler, bu durum kıyamete kadar devam eder”[3]. Ayrıca Sevgili peygamberimiz kendisinin de Yüce Allah’a günde en az yüz kere tevbe ve istiğfarda bulunduğunu ve bizlerin de tevbe etmemiz gerektiğini şöyle vurgulamıştır: “Ey insanlar! Allah'a tevbe ve istiğfar ediniz, ben günde yüz kere tevbe ediyorum.”[4] Değerli Mü’minler! Tevbe etmenin bir takım şartları bulunmaktadır: Bunlar günahın bir an evvel bırakılması, işlenen günaha pişmanlık duyulması, bir daha günah işlenmeyeceğine kesin olarak karar verilmesi ve işlenen günah eğer kul hakkı ile ilgili ise mutlaka hak sahibi ile helalleşilmesidir. Zira Yüce Allah, kul haklarına çok önem vermektedir. Bu hususta Sevgili Peygamberimiz: “Kimin yanında, kardeşinin yenmiş bir hakkı var ise hakkı Not: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz. 2 Firhist’e Geri Dön sidir. Çünkü kullarının işledikleri günahlar yüzünden onları hemen cezalandırmamakta, bağışlanma dilemeleri için mühlet vermekte ve rahmet kapısını günün her anında açık tutmaktadır. Yüce Allah’ın bir ismi de “Tevvab”(çok bağışlayan) dır. Cenab- Hak, tevbe kapısını daima açık tutar. Kulların bağışlanmak için her yönelişlerinde onlara rahmet ve mağfiretiyle karşılık verir, onların günahlarından dolayı samimi tevbe etmelerinden hoşnut olur. Yüce kitabımız bir çok ayetinde bizleri tövbeye davet etmekte ve tevbe edenleri bağışlayıp cennetine koyacağını Cenab-ı Hak Tahrim suresi 8.ayette şöyle açıklamaktadır: “Ey iman edenler! Allah’a içtenlikle tövbe edin. Belki Rabbiniz sizin günahlarınızı örter ve peygamberi ve onunla birlikte iman edenleri utandırmayacağı günde, Allah sizi, içlerinden ırmaklar akan cennetlere sokar. Onların nurları önlerinden ve sağlarından aydınlatır, gider. “Ey Rabbimiz! Nurumuzu bizim için tamamla, bizi bağışla; çünkü senin her şeye hakkıyla gücün yeter” derler.”[1] Sevgili Peygamberimiz de günahkarların en iyisinin tevbekarlar olduğunu,[2] ifade 4 yiyenin iyiliklerinden alınıp kardeşine verileceği gün gelmezden evvel daha şimdiden helallik dilesin”[5] buyurmuştur.Tevbe etmede acele edilmelidir. Çünkü ölümün ne zaman geleceği bilinmemektedir. Ayrıca ölüm anında yapılan tevbeler makbul değildir. [6] Muhterem Cemaat! Fırsatı kaçırmadan günahları terk ederek samimiyetle tevbe edelim. Salih amellere, iyi, güzel ve hayırlı işlere devam edelim.Ulaştığımız mübarek gün ve geceleri, Ramazanı şerif-i fırsat bilelim. Zira Yüce Allah içten yapılan tevbeleri kabul eder,bundan hoşnut olur ve günahları sevaba dönüştürür. Nitekim Cenab-ı Hak şöyle buyurmaktadır: “ Ancak tövbe edip de inanan ve salih amel işleyenler başka. Allah işte nların günahlarını sevaplara çevirir. Allah çok bağışlayandır, engin merhamet sahibidir.”[7] KAYNAK: [1] Tahrim, 66/8 [2] Tirmizi, Kıyamet, 50, H.No:2501 [3] Müslim, Tevbe, 32, H.No:2760 [4] Buhari, 11/85; Müslim, H.No:2702 [5] Buhari, Mezalim, 10; Ahmet,b.Hanbel, Müsned; II, 506 [6] Nisa,4/18 [7] Furkan25/70 Firhist’e Geri Dön 51 2002 HUTBELERİ 1 29 - Kasım KADİR GECESİ Aziz Mü’minler! Rahmet ve mağfiret ayı olan Ramazan’ın son günlerine ulaşmakta ve bir Kadir Gecesini daha idrak etmekteyiz. Önümüzdeki Pazar’ı Pazartesi’ne bağlayan gece mübarek Kadir Gecesidir. Kadir Gecesi; beşer tarihinin en önemli hadisesi olan Kur’an-ı Kerim’in inmeye başladığı ve Yüce Allah’ın, hakkında müstakil bir sure gönderdiği müstesnâ bir gecedir. Aynı adı taşıyan sûrede Cenâb-ı Hak şöyle buyurmaktadır: “Doğrusu, biz Kur’an’ı Kadir Gecesi’nde indirdik. Kadir Gecesi’nin ne olduğunu sen ne bileceksin! Kadir Gecesi bin aydan daha hayırlıdır. Melekler ve Cebrail O gece, Rablerinin izniyle her türlü iş için iner de iner. O gece, tan yerinin ağarmasına kadar süren bir esenliktir.” [1] 3 zin, ruhumuz üzerindeki tesirlerini yakından hissedebilmek, yeni manevi hamlelere ve nefsi mücadelelere hazırlanmak için, bu gece büyük bir fırsattır. Bu nedenle manen bin aydan daha hayırlı olduğu müjdelenen, dolayısıyla, yaklaşık 80 küsur yıllık bir insan ömrüne bedel olan bu geceden gerektiği şekilde istifade etmeliyiz. Geçmiş hata, kusur ve günahlarımızdan pişmanlık duyarak bunları bir daha işlememeye söz vermeli, söz ve fiillerimizin Kur’an ve Sünnet’e uygun olup olmadığının muhasebesini yapmalıyız. Dargınlık, kırgınlık, kin ve nefretin yerine sevgiyi, saygıyı, hoşgörüyü, dostluk ve kardeşliği hâkim kılmalıyız. Yetimlerin, kimsesizlerin, fakir ve muhtaçların yüzünü güldürmeli, onlara yardım elimizi uzatmalıyız. Hepinizin kadir gecesini kutluyor, hayırlara vesile olmasını Cenâb-ı Hak’tan diliyorum. KAYNAK: [1] Kadir, 1-5 [2] Buhari,Fadlu Leyleti’l-Kadr,1 [3] Tirmizi, Deavat, bab, 85,V,534, H.No:3513 Not: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz. 2 Firhist’e Geri Dön Sevgili Peygamberimiz bu gece ile ilgili olarak : “...Kim kıymet ve büyüklüğüne inanarak ve Yüce Allah’tan sevap bekleyerek Kadir Gecesi’ni ihya ederse onun geçmiş günahları affedilir”[2] buyurmuş, eşi Hz. Aişe’ye bu gece de “Ey Allahım ! Sen affedicisin, affetmeyi seversin, beni de affet” [3] diye dua etmesini tavsiye etmişlerdir. Muhterem Müslümanlar! Kadir Gecesi’nde inmeye başlayan Kuran’ı Kerim, İnsanın dünya ve ahiret mutluluğunu sağlamayı hedefler. Aklımızı, gönül dünyamızı aydınlatır, manevî varlığımızı karartan her türlü kötülük ve olumsuzluktan bizleri arındırır. Ahlâkî değerlere yöneltir, huzurlu bir ruh yapısına ulaştırır. Kur’an’ın öngördüğü ilke ve prensiplerin özünde; aydınlık bir ruh, huzur dolu bir kalp, sevgi, saygı, hoşgörü, kardeşlik, dayanışma, adalet, dostluk, ilim, irfan, ahlâk ve erdemlilik vardır. Aziz Kardeşlerim! Ramazan Ayı’nın manevi ikliminde bir ay süren feyizli ve yoğun ibadetlerimi4 Firhist’e Geri Dön 52 2002 HUTBELERİ 1 05 - Kasım RAMAZAN BAYRAMIYLA GELEN SEVGİ VE KARDEŞLİK Muhterem Mü’minler! Cenab-ı Allah’a şükürler olsun ki, Ramazan Bayramı’na sevinç ve huzur içerisinde kavuşmuş bulunuyoruz. Bir ay boyunca yoğun bir ibadet mevsimini yaşamış olmanın vermiş olduğu mutluluğu yaşamaktayız. Yüce Allah: “Nefsini arındıran ve Rabbinin adını anıp namaz kılan kimse mutlaka kurtuluşa erer”[1] buyurmaktadır. Aziz Mü’minler! Birlik, beraberlik, kardeşlik ve sevinç günü olan bayram günlerinde, büyüklerimizi ziyaret edip, bayramlarını tebrik etmek suretiyle onları memnun etmeli ve dualarını almalıyız. Yakınlarımız, akrabalarımız ve komşularımızla bayramlaşmalıyız. Zira bir3 din kardeşimizle küs durmak doğru değildir. Aramızdaki kin, haset ve husumet duygularını bırakarak sevgi, saygı ve bağışlamayı tercih edelim. Yalan, gurur, kibir gibi manevî hastalıklardan uzak duralım. Namazlarımızı ihmal etmeden zamanında kılmaya devam edelim. Ramazan ayında kazandığımız güzel hasletlerimizi Ramazandan sonra da devam ettirelim ve fitrelerimizi henüz verememişsek bir an evvel fakirlere ulaştıralım. Bu duygularla Ramazan Bayramınızı tebrik ediyor, ülkemiz, milletimiz ve İslâm âlemi için hayır ve bereketlere vesile olmasını diliyorum. 2 Firhist’e Geri Dön birini Allah rızası için ziyaret edenler Yüce Allah’ın sevgisine ve affına nail olur, ömür ve rızıkları artar. Bu hususta Sevgili Peygamberimiz şöyle buyurmaktadır: “Kim ömrünün uzamasını ve rızkının artmasını isterse Yüce Allah’tan korksun ve yakınlarını ziyaret etsin ve onları gözetsin”[2] Bilhassa bugünleri önemli bir vesile kılarak fakir, yetim ve kimsesizleri gözetmeli, onların da Bayram sevincini yaşamalarına vesile olmalıyız. Bu hususta Peygamberimiz (s.a.v.) bir hadislerinde şöyle buyuruyorlar: “Fukarayı arayın, görüp gözetin. Siz ancak, fakirleriniz sayesinde yardım görür ve rızıklanırsınız.”[3] Bir diğer hadislerinde ise şehâdet parmağıyla işaret parmağını birleştirerek: “Ben ve yetimin işlerini görüp gözeten kimse, Cennette böylece beraber bulanacağız”[4] buyurmaktadırlar. Aziz Müslümanlar! Bayram vesilesiyle dargınlık ve kırgınlıklara son verelim. Zira üç günden fazla 4 KAYNAK: [1] Â’lâ, 87/14-15 [2] Buhari, Buyu’, 34 [3] Riyazu’s-Salihin, I, 314 [4]Riyazu’s-Salihin, I, 308 Not: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz. Firhist’e Geri Dön 53 2002 HUTBELERİ 1 06 - Kasım KAZANDIKLARIMIZI DEVAM ETTİRELİM Muhterem Müslümanlar! Rahmet ayı Ramazan-ı Şerif’in sonuna gelmiş bulunmaktayız. Bu manevî feyz ve bereket mevsiminde ilâhî emre uyarak oruçlarımızı tuttuk. Nefislerimizin kötü arzularını frenledik. Gurur ve kibrimizi yendik. Zekât, fitre ve sadakalarımızı muhtaç kimselere vererek hayır dualarını aldık. Teravih namazımızı kıldık. Kur’an okuduk. Küskünleri barıştırdık. Dost ve akrabalarımızla aramızdaki kırgınlıklarımızı gidererek birlik ve beraberliğimizi pekiştirdik. Duaların geri çevrilmediği iftar ve sahur vakitlerinde Yüce Rabbimize niyazlarda bulunduk. Günah ve hatalarımızdan tevbe ettik, Allah’ın engin rahmetine sığınarak af ve mağfiret diledik, Rabbimize karşı kulluk va3 maddî ihtiyaçları karşılanmıyor ise, haftada bir Cuma namazı kılmak veya yılda sadece Ramazan ayında ibadet etmekle manevî ihtiyaçlar da karşılanmış olmaz. Dolayısıyla Ramazan ayında kazandığımız bir takım iyi huylar ve güzel amelleri hayatımız boyunca devam ettirmeliyiz. Zira ömrün en hayırlısı, ibadetlere sabır göstererek Yüce Allah’ın rızası doğrultusunda sürdürülenidir. Kadın erkek tüm mü’minler büluğ çağından son nefesine kadar Yüce Allah’a ibadet etmekle yükümlüdürler. Nitekim Cenab-ı Hakk’ın “Ölüm sana gelinceye kadar Rabbine ibadet et”[1] emri bunu ifade etmektedir. Allah Teâlâ Haşr sûresinin 18. ayetinde: “Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakının ve herkes, yarın için önceden ne göndermiş olduğuna baksın. Allah’a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan haberdardır”[2] buyurarak emirlerini yerine getirmede ve yasaklarından sakınmada dikkatli olmamızı ve kıyamet günü için hazırlıklar yapmamızı, Not: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz. 2 Firhist’e Geri Dön zifelerimizi yerine getirmeye çalıştık. Aziz Cemaat! Yüce Allah’a karşı kulluk sorumluluğumuz sadece Ramazan ayına mahsus değildir. Dinimizin emir ve yasakları mevsimlere göre değişen, şekillenen, mevsimi geçince çıkarılıp bir kenara bırakılan elbiseler gibi de değildir. Bunun için Ramazan ayı boyunca aksatmadan yerine getirdiğimiz ibadetlerimizi devam ettirmeliyiz. Terk ettiğimiz kötü alışkanlıklara, günahlara tekrar geri dönmemeliyiz. Ramazan-ı Şerif’e gösterdiğimiz saygıdan dolayı birtakım kötü alışkanlıkların terk edilmesi ne kadar sevindirici ise, Ramazan bitince günahlara ve kötülüklere tekrar dönülmesi de o kadar üzücü ve düşündürücüdür. Aziz Mü’minler! Bilindiği gibi insanın maddî ve manevî ihtiyaçları vardır. Vücudumuz maddî gıdalarla beslendiği gibi ruhumuzun da manevî gıda olan ibadetlerle devamlı beslenmelidir. Nasıl haftada bir defa veya yılda sadece bir ay yiyip içmek suretiyle bedenin 4 bunun için de nefislerimizi her an kontrol altında tutmamızı hatırlatmaktadır. Şüphesiz nefislerini kontrol altında tutan, Yüce Allah’a ve topluma karşı sorumluluklarını yerine getiren müminler, ahiret yurdunda kârlı çıkacaklardır. Hutbemi Sevgili Peygamberimizin bir hadis-i şerifi ile bitiriyorum: “Allah katında amellerin en güzeli, az da olsa devamlı olanıdır.”[3] Bizleri, daha nice Ramazanlara sıhhat, afiyet ve gönül huzuru ile ulaştırmasını Cenâb-ı Hak’tan niyaz ediyorum. KAYNAK: [1] Hicr, 15/99 [2] Haşr, 59/18 [3] Müslim, Fezâil,75 Firhist’e Geri Dön 54 2002 HUTBELERİ 1 13 - Kasım İSLAM’IN ENGELLİLERE BAKIŞI Muhterem Müslümanlar! Yüce Allah, varlıklar içerisinde insanı mükerrem ve şerefli bir konumda yaratmıştır. Bu bakımdan insan, saygı ve hürmete layıktır. İnsanı insan yapan özelliklerin dışında kalan nitelikler, dinimize göre bir üstünlük sebebi değildir. Zira Sevgili Peygamberimiz (s.a.v): “Allah sizin suretinize ve mallarınıza değil, kalplerinize ve amellerinize bakar.”[1] buyurmuşlardır. Buna göre esas olan ruhun, kişiliğin, kalbin ve davranışların olgunluğu ve gelişmişliğidir. İnsan bedeninin bazı fonksiyonlarını yitirmiş olması, yani engelli olmak, insan için bir kusur sayılmaz. İnsanları fiziki durumlarına göre değerlendirmek veya ayıplamak, dinimizce günah sayılmıştır. Nitekim bu konuda Peygamberimiz (s.a.v.); “Bir kimsenin mü’min kardeşini (herhangi bir kusuru veya fizikî engeli sebebiyle) küçümse3 engeller, hastalıklar ve felaketlerle de karşılaşabiliriz. Ancak başımıza gelen felaketleri, hastalıkları sabırla karşılamalı, isyan etmemeliyiz. Unutmayalım ki, karşılaştığımız felaket, hastalık ve engeller, geçmiş günahların keffareti, gelecek mükafatların da habercisidirler. Özürlü kardeşlerimizin toplum hayatına katkıda bulunmaları için, yeteneklerini geliştirmek üzere onlara uygun mekanlar hazırlanması, eğitim imkanı sağlanması, yapabilecekleri işlerin verilmesi, insani ve islâmi görevlerimizdendir. Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in, felaket, hastalık ve özür durumlarında Müslümanların dayanışma içerisinde olmasını vurgulayan bir hadisi ile hutbemi bitiriyorum: “Merhamet, sevgi ve birbirine destek olmada mü’minler, bir beden gibidir. O bedenin bir uzvu hastalanınca vücudun diğer organları, hasta uzvun elemini paylaşırlar.”3 2 Firhist’e Geri Dön mesi günah olarak ona yeter.”2 buyurmuştur. Her insan, farklı bir yetenek ve değişik bir yapıda yaratılmıştır. Yüce Yaratıcı, böyle takdir etmiştir. Hiç kimsenin buna itiraz etmeye hakkı yoktur. Çünkü Yüce Allah, yoktan var ettiği her şeyi kendi hikmet ve takdirine göre yaratır. Fiziki engellilere destek olmak, dinimizin emrettiği bir görevdir. Yüce Allah, insanoğlunu gücünün yettiği işlerle sorumlu tutmuştur. Bunun için, özürlülerle ilgili özel hükümler koymuş, inananların her konuda birbirleriyle dayanışma içerisinde bulunmalarını emretmiştir. Peygamberimiz (s.a.v.) de engellilerle ilgilenmiş, onların yeteneklerini değerlendirmiş ve onlara yapabilecekleri çeşitli görevler vermiştir. Ashabından görme engelli Abdullah ibn Ümm-i Mektum’u kendileri Medine dışına çıktığı günlerde yerine vekil bırakmış olmasını bir örnek olarak hatırlatabiliriz. Aziz Müslümanlar! Hayatta sevineceğimiz ve huzur duyacağımız olaylarla karşılaştığımız gibi; bazen de bizleri üzen, hoşumuza gitmeyen 4 KAYNAK: [1] Tergib, 1/55 2 Müslim, Birr, 32. 3 Tecrid-i Sarih, 12/128 Not: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz. Firhist’e Geri Dön 55 2002 HUTBELERİ 1 20 - Kasım KÂİNATTAKİ İLAHİ DENGEYİ KORUYALIM Muhterem Müslümanlar! Allah Teâlâ insanı yaratmış ve ona belli bir ömür takdir etmiş, insanın sağlıklı, mutlu ve huzurlu yaşaması için de gerekli ortamı varetmiş, pek çok imkânı onun istifadesine sunmuştur. Dünyada nasıl yaşanacağını ise ilahî mesajlarla bildirmiştir. Gökleri, güneş, ay ve yıldızlarla; yeryüzünü de bağlar, bahçeler, ağaçlar, ekinler ve çeşitli hayvan türleriyle süsleyen Yüce Allah’tır. Yeryüzünde suları akıtan, gökleri direksiz tutan, yağmurları yağdıran, gece ve gündüzü yaratan yine Allah’tır. Kâinat bütün zenginliği ve canlılığıyla Allah Teâlâ’nın eseri, varlığının, birliğinin işareti ve belgesidir. Bu hususu Cenab-ı Hak Kur’an-ı Kerim’de şöyle açıklamaktadır: “Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılmasında, gece 3 üstünlükler, onun bu güzellikleri ve kaynakları sorumsuz bir biçimde tahrip etmesini ve tüketmesini değil, büyük bir sorumlulukla hareket etmesini gerektirmektedir. Bu konuda Yüce Allah, Âraf sûresinin 31. ayetinde: “Yiyiniz içiniz fakat israf etmeyiniz. Çünkü Allah israf edenleri sevmez” buyurduğu gibi, bir başka âyet-i kerimede de: “O gün nimetlerden mutlaka hesaba çekileceksiniz”[3] ifadesiyle insanları uyarmaktadır. Aziz Müminler! Yaşadığımız çevrenin dengesini korumak hususunda sorumluluk bilinciyle davranmalı ve birbirimizi uyarmalıyız. Böylece hem kendimizi hem de bizden sonraki nesillerimizi tehlikeden korumuş oluruz. 2 Firhist’e Geri Dön ile gündüzün birbiri ardınca gelmesinde, insanlara fayda veren şeylerle yüklü olarak denizde yüzüp giden gemilerde, Allah'ın gökten indirip de ölü haldeki toprağı canlandırdığı suda, yeryüzünde her çeşit canlıyı yaymasında, rüzgârları ve yer ile gök arasında emre hazır bekleyen bulutları yönlendirmesinde düşünen bir toplum için (Allah'ın varlığını ve birliğini ispatlayan) birçok deliller vardır.”[1] Muhterem Müslümanlar! Yüce Allah, her şeyi bir plan ve belirli bir ölçüde yaratmıştır. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de: “Biz her şeyi bir ölçüde yarattık”[2] buyurulmaktadır. İçinde yaşadığımız çevre ve yeryüzü insana emanet olarak verilmiştir. Yüce Allah’ın kitabı olan Kur’an’ın getirdiği kural ve prensiplere uymaya çalıştığımız gibi, kâinat kitabına da saygı ve ibretle bakmalıyız. Dünyamızın yer altı ve yerüstü kaynaklarından istifade ederken kesinlikle israf etmemeliyiz. İnsanın sahip olduğu özellik ve 4 KAYNAK: [1] Bakara, 2/164 [2] Kamer, 54/49 [3] Tekâsür, 102/8 Not: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz. Firhist’e Geri Dön 56 2002 HUTBELERİ 1 27 - Kasım TOPLUMU KİRLETEN GÜNAH: RİYAKÂRLIK Muhterem Müslümanlar! Yüce Allah insana sayısız nimetler vermiş, ondan kendisini tanıyıp ibadet etmesini, ilâhî emir ve yasaklarına uymasını, bütün bunları yalnız kendi rızası için yapmasını istemiştir. Nitekim Mü’min sûresinin 65. ayetinde meâlen şöyle buyurulmaktadır: “O diridir. O’ndan başka hiçbir ilah yoktur. O halde sadece Allah’a itaat ederek (samimi olarak) O’na ibadet edin. Hamd alemlerin rabbine mahsustur.”[1] Riya; iş, söz ve davranışlarda gösterişte bulunmak; bir iyiliği veya salih bir ameli Allah'ın rızasını kazanmak niyetiyle değil, insanların beğenisi için yapmaktır. Özellikle maddî ve manevî çıkarlar elde etmek için, yüce dinimiz İslam’ın aracı kılınması, insanın Allah katındaki kıymetini 3 İbadetlerimizi ve işlerimizi eksiksiz yerine getirme gayreti içinde olmalı, gösterişten uzak, ihlaslı ve samimi duygularla hareket etmeliyiz. Amellerimizin sevabını gösteriş ve riya ile kaybetmemeliyiz. Yüce Allah’ın rızasını, insanların övgüsüne tercih etmeyi hayat prensibi haline getirmeliyiz. Hutbemi Bakara suresinin 264. ayetinin mealiyle tamamlıyorum. Yüce Allah buyuruyor ki: “Ey iman edenler! Allah’a ve ahiret gününe inanmadığı halde insanlara gösteriş olsun diye malını harcayan kimse gibi, sadakalarınızı başa kakmak ve gönül kırmak suretiyle boşa çıkarmayın. Böylesinin durumu, üzerinde biraz toprak bulunan ve maruz kaldığı şiddetli yağmurun kendisini çıplak bıraktığı bir kayanın durumu gibidir. Onlar kazandıklarından hiçbir şey elde edemezler. Allah kâfirler topluluğunu hidayete erdirmez.”[3] KAYNAK: [1] Mümin,40/65 [2] Müslim, Zühd, 38 [3] Bakara, 2/264 Not: Hutbeler Diyanet İşleri Başkanlığı Web Sitesinden alınarak düzenlenmiştir. Kağıdı çizgilerden keserek dört sayfa haline getiriniz. 2 Firhist’e Geri Dön yok ettiği gibi toplum içerisindeki itibarını da zedeler. Zira Yüce Allah’a karşı samimi olmayan, insânî ilişkilerde de samimiyet gösteremez. Kişinin söz ve davranışlarındaki samimiyetsizlikleri, diğer insanlar tarafından kısa zamanda anlaşılır. Neticede bu kişilere kimse güvenmez. Bununla birlikte riya, ibadetin özünü bozar, sevabını giderir, ortada yalnız ibadetin şekli kalır. Bunun için kul, ibadet esnasında riyadan, gösterişten uzak kalmalı, ibadetlerini sırf Yüce Allah’ın rızası için yapmalıdır. Bu konuda Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) bir hadisi şeriflerinde şöyle buyurmaktadır: “Her kim işlediği bir hayrı, menfaat umarak halka duyurursa, Allah da onun gizli işlerini duyurur. Yine her kim işlediği bir hayrı gösteriş için yaparsa Allah da onun riyakârlığını ortaya çıkarır.”[2] Aziz Mü’minler! Riya bahane edilerek ibadet terk edilmemeli, kesin bilinmedikçe de başkaları riyâkarlıkla suçlanmamalıdır. Riya kalbe ait bir durumdur. Kalplerde olanı ise ancak Allah bilir. 4 Firhist’e Geri Dön 57