HİCRET VE ÖNEMİ Muhterem mü'minler! Şirkin, zulmün ve her türlü haksızlığın hükümran olduğu bir devirde, Allah-ü Teala, insanlara doğru yolu göstermek için sevgili kulu ve Habibi Hz. Muhammed (s.a.v.)'i son peygamber olarak gönderdi. Peygamberin tebliği ettiği İslâm güneşinin, gün begün hızla yayılıp her tarafı aydınlattığını gören müşrikler, Müslümanlara akla hayale gelmez işkenceler tertip etmişler, tüyler ürperten zulümlerin tatbiki için planlar hazırlamışlardır. Aldıkları kararla Haşimoğulları ile her türlü münasebetlerini kesmişler, tüm alışverişleri yasaklamışlardı. Kendilerine ekonomik baskı uygulanan ashab, yiyecek birşey bulamadıkları için ağaç yaprakları yemek zorunda kalmışlardı. Hatta Sa'd bin Ebi Vakkas, bir akşam açlığını gidermek için bir deri parçası bulmuş, onu pişirerek yemiştir. Mü'minler, müşriklerin tüm eziyetlerine katlandılar. İslam'ın getirdiği inanç ve akideler uğruna mallarını ve canlarını feda ettiler, fakat İslâm'dan taviz vermediler, küfre rıza göstermediler... Bilal-i Habeşi (r.a.) kızgın kumlar üzerinde süründürülürken ağzından çıkan tek söz "ALLAH BİR" oluyordu. Ammar İbni Yasir'in annesi Sümeyye (r.a.) lime lime edilip öldürülürken son sözü "Müslümanım elhamdülillah" olmuştu. "Alemlere rahmet olarak gönderilen" Yüce Nebi İslâm'ı tebliğ için gittiği Taif'te kendisini taşlayanlar için el açıp: "İlahi, gazabına uğramayayım da, çektiğim sıkıntı ve belalara aldırmam. Ya Rabbi!.. Kavmimi helak etme, onlara hidayet nasip et. Zira onlar gerçekleri bilmiyorlar" diye dua ediyordu. Bir hac mevsiminin girmesi üzerine Medineli Evs ve Hazrec kabilelerine mensup altı kişi İslâm'ı kabul ettiler. Daha sonra birinci ve ikinci Akabe biatları vuku buldu. Medineli bir grup Müslüman, zorlukta ve kolaylıkta Rasûlüllaha itaat edeceklerine dair söz verdiler. Böylece Medine'de kurulacak olan İslâm Cemiyeti'nin temeli teşekkül etmişti. Kafirlerin zulümleri tüm şiddetiyle devam ederken; 622 senesinde vahiy yoluyla Hicret'e izin verildi. Müslümanların çoğu Medine'ye gizlice Hicret ettiler. Hz. Ömer ise dünya tarihinde eşine rastlanmayacak bir cesaret örneği gösterip "Ben dinimi korumak için Allah yolunda Medine'ye Hicret ediyorum. Karasını dul, çocuklarını öksüz bırakmak isteyen varsa şu vadide önüme çıksın" diyerek yola çıkmıştır. Son olarak Peygamberimiz yatağına Hz. Ali'yi yatırıp yanına da Hz. Ebu Bekir'i alarak Medine'ye Hicret etmiştir. Burada Müslümanlar tarafından coşkun sevinç gösterileriyle karşılanan Peygamberimiz, İslâm'ı tebliğ ve ihya faaliyetlerini bu şehirde sürdürmüştür. Bu göçe sebep, sadece karşılaşılan sıkıntılar değildi. Asıl maksat 13 yıllık Mekke devrinde teksif edilen çabaların neticesi olarak, Medine'de bulunan İslâm toplumunu güçlendirmek, Medine dışındaki Müslümanların güçlerini bir araya getirip kuvvetli bir cemiyet tesis etmekti. Bu bakımdan, Hicret'e basit bir göç olayı olarak bakılmamalıdır. Hicret; halkın batıla galebe gelmesinin timsali, İslâm'ı tümüyle yaşama azminin sembolüdür. Muhterem Mü'minler! Hicret'in yıldönümü münasebetiyle, bizler de yeniden bir nefis muhasebesi yapıp, Medineli Müslümanların Akabe'de yaptıkları biat gibi, aynı iman ve aynı şuurla, Rasûlüllah'ın manevi huzurunda "Allah'ın emir ve nehiyelerine riayet edip, Hz. Muhammed'in yolundan ayrılmayacağımıza" dair kesin söz vermeliyiz. Tüm kötülüklerden, fenalıklardan, haramlardan Kur'an'a ve Allah'a hicret etmeliyiz. Hutbeme başta okuduğum ayetin mealiyle son vermek istiyorum: "Hakikat, iman edenler, bir de Allah yolunda (yurtlarından) hicret edip de savaşanlar (yok mu?), işte onlar Allah'ın rahmetini umarlar. Allah (müminleri) hakkıyla yargılayıcı, onları cidden esirgeyicidir." (Bakara 218)