İlhan KARAÇAY`dan Kasım Bülteni... Avrupa Birliği

advertisement
İlhan KARAÇAY'dan Kasım Bülteni...
1- Avrupa Birliği'nde neler oluyor?
2- ABD'deki Müslümanların bilinmeyen yaşamları
3- Yunus Emre Konserinde Barış ve Sevgi mesajı
4- Yunus Emre kitabı Hollandaca yayınlandı
5- Hollanda'da 'Türk Kadın Hareketi' yaşama geçti
Avrupa Birliği gerçeği
* Avrupa Birliği'nde neler oluyor?
* Türkiye gerçekten gözden çıkarıldı mı?
* Timmermans'ın açıklamasının ardında neler var?
Amsterdam Türkevi Araştırmalar Merkezi Başkanı Veyis
Güngör ile birlikte yapılan analiz, bilinmeyenlere ışık
tutacak.
İlhan KARAÇAY'ın röportajı:
Tam 75 gün önce ayrıldığım Hollanda'dan, Türkiye'mizin şirin kenti Mersin'e gitmiştim.
Mersin'de geçirdiğim 75 gün süresince, gerek Türkiye'deki ve gerekse Hollanda'daki
gelişmeleri dikkatle takip ettim.
75 gün sonra dönüş yaptığım Hollanda'da, bilgisayarımın karşısına geçtim ve 75 günlük
analizimi yazmak istedim.
Zihnimi kurcaladım, notlarıma baktım, son günlerdeki gelişmelere baktım. Buna rağmen
sağlıklı bir analiz yapayacağımdan korktum.
15 Temmuz darbe girişimi sonrası Türkiye'de neler söylenmişse, hala aynı şeyler söyleniyor.
Aynı durum Hollanda için de geçerli. Bu ülkede de nakaratlar devam ediyor.
Açıkçası, Türkiye; Batı devletlerini darbeye karşı lakayd kalmakla suçluyor, Batı devletleri
de, Türkiye'deki gelişmeleri Recep Tayyip Erdoğan'ın bir oyunu olarak kabul ediyor.
Türkiye, Batlıları suçluyor, Batılılar da Türkiye'yi.
Bütün bunlar yetmezmiş gibi, Avrupa Parlamentosu, Türkiye ile görüşmelerin durdurulması
kararı alıyor.
Türkiye ABD (Amerika Birleşik Devletleri) ilişkileri iyi gitmediği gibi, Türkiye AB (Avrupa
Birliği) ilişkileri de çok kötü.
Taraflar biribirlerini şantaj yapmakla ve tehdit etmekle suçluyor.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın 'Kafamı bozmayın sınır kapılarını açarım'
tehdidi de cabası.
Taraflardaki olumsuzluklar her geçen gün kötüye giderken, Hollanda Dışişleri Eski Bakanı ve
şimdiki Avrupa Komisyonu'nun Birinci Başkan Yardımcısı Timmermans önemli bir
açıklama yapmıştı.
Timmermans'ın açıklaması büyük yankı yaptı ama, büyük etki yapmadı.
Timmermans'ın anlatmak istedikleri pek anlaşılmışa benzemiyor.
Timmerman'ın anlatmak istediklerini ardında bir şeyler yatıyor.
İşte tam bu sırada sağlıklı bir analiz yapmak için, Amsterdam Türkevi Araştırmalar Merkezi
Başkanı olan araştırmacı dostum Veyis Güngör ile görüşmenin yararlı olacağını düşündüm.
Önce, Avrupa Parlamentosu'nun Türkiye ile görüşmelerin durdurulması kararı haberine
bakalım:
Türkiye’nin AB üyelik müzakerelerinin geleceğine dair Avrupa Parlamentosu’nda hafta
ortasında oylananan tasarıda “Müzakereler geçici olarak durdurulsun” kararı çıkmıştı.
Türkiye’nin AB üyelik müzakerelerinin geçici olarak dondurulmasına ilişkin kararı 37 oya
karşı, 479 oyla kabul edilmiş, 107 parlamenter ise çekimser kalmıştı.
Bu gelişme karşısında çok sinirlenen Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 'Bana bakın,
kafamı kızdırırsanız sınır kapılarını açarım' tehdidini savurdu.
Bu tehdit tabii ki Avrupalılar'ı korkuttu.
İyi ama, Hollanda'nın eski Dışişleri Bakanı ve şimdi de AB Komisyonu'nın Birinci Başkan
yardımcısı olan Frans Timmemans'ın daha önce yapmış olduğu açıklamaya ne demeli?
Timmermans'ın bu samimi açıklamasına tepki gösterenlerin asıl amaçları neydi?
Şimdi gelin bunların analizine geçelim.
Önce, Timmermans'ın o açıklamasına ait habere bir göz atalım:
AB Komisyonunun Birinci Başkan Yardımcısı Frans Timmermans, Fetullahçı Terör
Örgütü'nün (FETÖ) kesinlikle darbe girişiminde rol oynadığına dair artan işaretler
bulunduğunu söyledi.
Belçika'da yayın yapan haftalık dergi Knack'a konuşan Timmermans, "Darbe girişimine
ilişkin dışarında çok az empati gördükleri söyleyen Türklerin bu konuda haklılık payı
var. Desteğimizde daha cömert olabilirdik." dedi.
Avrupa'nın darbe girişimini hafife aldığını kaydeden Timmermans, "Cumhurbaşkanı Recep
Tayyip Erdoğan'ın Gülen hareketinin darbe girişimindeki rolüne ilişkin açıklamalarının
tamamen manasız olmadığı artık açık. ABD'deki araştırmalar temelinde, hareketin
darbede kesinlikle rol oynadığına ilişkin artan işaretler var." diye konuştu.
Timmermans'ın açıklamalarıyla üst düzey bir AB Komisyonu yetkilisi, ilk kez FETÖ'nün
darbe girişimdeki rolünü kabul etmiş oldu.
Knack ise röportajın girişinde, "Fetullah Gülen'in günleri sayılı. ABD Başkanı seçilen
Donald Trump, Gülen hareketinin liderini iade edebileceğini söyledi. AB Komisyonu da
buna karşı görünmüyor" değerlendirmesinde bulundu.
Öte yandan, röportajın yayımlanmasının ardından Belçika ve Hollanda'daki FETÖ
mensupları, Timmermans'ı sözlerini geri alması için açıklama yapmaya zorlamaya başladı.
Şimdi, tüm bu gelişmelerden sonra, Amsterdam Türkevi Araştırmalar Merkezi Başkanı Veyis
Güngör'e dönelim ve sorularıma verilen yanıtlara bir göz atalım.
Karaçay: 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında Batı'nın lakayd, hatta tarafgir tutumu
hakkında neler diyorsun?
Güngör: ''15 Temmuz kanlı darbesinin üzerinden 4 ay geçti. Türkiye, bu süre zarfında
Avrupa’nın darbeyle tutumunu hayretle izledi. Avrupa’da hakkim olan darbe
yorumları insana dudak ısırtacak nitelikte. Avrupa’da aylarca, günlerce Türkiye karşıtı
ve Erdoğan’ı hedef alan yayınlar yapıldı. Ortalık Türkiye uzmanlarıyla doldu taştı.
Zaman zaman hakkaniyet ölçülerinde çıkış yapan, yorum yapanlar da oldu. Ancak
hakim görüş, Türkiye’de özgürlüklerin kısıtlandığı, Erdoğan dikdatörlüğünün
kurulduğu yönündeydi.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Edoğan ve ülkenin karar vercileri Avrupa’nın bu
anlaşılmaz tutumu karşısında zaman zaman sert açıklamalarda bulundular. Avrupa
Birliği’nin Türkiye için tek alternatif olmadığını açık açık beyan ettiler. Hatta
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Avrupa’nın karar vermeyi uzatması halinde, halka
gideceklerini dahi söyledi. Özbekistan ziyareti dönüşü, Şangay Birliği açıklamasını
yaptı...''
Karaçay: ABD'deki Başkanlık seçiminden sonra da Batı dünyasında gelişmeler oldu.
Güngör: ''Sonuçları Avrupa’da büyük memnuniyetsizlik uyandıran ABD başkanlık
seçimleri yapıldı. Sonuçlardan Avrupa memnun görünmüyordu. Donal Trump’un
seçimleri kazanması belli olunca, Türk hükümeti hem Trump’u tebrik ediyor hem de
FETÖ elebaşını Türkiye’ye teslim etmesini söylüyordu.
Tam da bu sırada Hollanda gazetelerinde Türkiye’nin Hollanda üzerinden Amerika’da lobi
yaptığı haberleri yayınlandı. Eski Amerika Askeri İstihbarat müdürü Michael Flynn’in
Hollanda’nın Utrecht şehrinde kurulmuş bir şirketi tarafından FETÖ elebaşının iade
edilmesinde lobi yapmak için işe alındığı yazıldı...''
Karaçay: Frans Timmermans'ın açıklamaları hakkında neler diyeceksin?
Güngör: ''Bütün bu gelişmeler arka arkaya yaşanırken, Avrupa Komisyonu Birinci
Başkan Yardımcısı, yani Avrupa’nın ikinci adamı Frans Timmermans yukarıdaki
gündemle ilgili bir açıklama yaptı. Timmermans Avrupa’nın 4 aydır bir türlü
söyleyemediğini, 15 Temmuz darbesinde ‘Gülen’in rol oynadığını’ söyledi. Avrupa’daki
akıl tutulmasını bozdu. Hatta Gülen’in Türkiye’ye iade edilmesinde Avrupa Birliği
olarak engelleme yapılmayacağını da belirtti. Avrupa’nın darbeyi hafife aldığını,
‘Erdoğan’ın Gülen hareketinin rol aldığı sözlerinin tamamen yanlış olmadığını’söyleyen
Timmermans, Amerika araştırmasına göre, Gülen hareketinin darbede rol oynadığına
yönelik fazlaca gelişmelerin olduğuna dikat çekti.
Frans Timmermans Türklerin, ‘darbe meselesinde dış dünyanın yeterince empati
yapmadıkları’ eleştirisinde haksız olmadıklarını söylerken, ‘Türkiye’ye desteğimizi o
zaman daha geniş ve cömert bir şekilde gösterebilirdik’ dedi.''
Karaçay: Timmermans'ın bu açıklamasını destekleyenler ve itiraz edenler oldu.
Güngör: ''Avrupa’nın ikinci ismi Timmermans'ın, Gülen hareketiyle ilgili yaptığı
açıklama farklı kesimlerden tepkiler aldı. Bunlardan bir tanesi, eski Avrupa
Parlamentosu milletvekili, ve bu arada Türkije uzmanı olan, Joost Lagendijk’ti.
Lagendijk, ‘Çok hassas bir konuda bu tür bir açıklama yapmak tehlikelidir’ dedi.
Timmermans’ın bildiği ama dünya kamuoyunun bilmediği bir araştırma sonuçlarına
dayanarak yapılan açıklama, akıllıca görünmüyor. Timmermans gibi bir görevde
bulunan birisinin bu tür bir ateşi yakması Lagendijk’i endişelendirmiş.
Avrupa Parlamentosu ve Türkiye raportörü Kati Piri, Timmermans’ın açıklamalarına
reaksiyon vermekten çekinirken, Türkiye’de yayınlanan bir gazeteye şu açıklamayı
yapmıştı: ‘Darbe kalkışmasında Gülen hareketine mensup olanlar yer almış olabilir,
ama tüm Gülen hareketinin darbenin içinde olduğunu söylemek cesaretli bir çıkış değil’.
Timmermans’a bir başka tepki de ChristenUnie partisinden, Joël Voordewind’an geldi.
Voordewind, Türkiye Cumhurbaşkanı'nı, hiç beklenmedik bir yerden gelen bu desteğin
sevindirdiğini, ancak Timmermans’ın bunu kanıtlaması gerektiğini söyledi.
Sosyalist partisi milletveili Harry van Bommel’da, ‘Altın kuralın, hukuk alanına giren
meselede susmak olduğu’ açıklamasını yaptı. Yeşil Sol patisinden Rik Grashoff ise,
‘Muhtemelen Timmermans Türkiye haleti ruhiyesini iyileştirmek için bu açıklamayı
yaptı’ diyor.
CDA’lı Raymond Knops, Timmermans’ın açıklamasının Amerika’ya bir mesaj olup
olmadığını, zira Trump’ın göreve gelmesiyle Fetullah Gülen’in teslim edileceğinin
gündeme geldiğine dikkat çekerken, VVD’li Han ten Broeke ise Timmermans’ın
Amerika araştımasına atıfta bulunmasının, durup dururken olmayacağını belirtiyor.''
Karaçay: ''Peki Timmermans’ın açıklamasının akra planında, derininde ne yatıyor? ''
Güngör: ''Bu sorunun cevabı ilginç. Hollanda’nın önemlli fikir gazelerinden Trouw’ın
baş yazarının bazı cümleleri şöyle: “Timmermans sevimli birisi. Avrupa Komiseri
yaptığı işe tutkulu, yetenekli bir üst düzey diplomat. Görevini eksiksiz yapmaya çalışır.
Avrupa Birliği projesinin olması gereken yer için oldukca realist ve net birisi....
Ancak Timmermans’ın önemli bir sorunu da var: Ağzına geleni söylüyor. Kamuoyunun
bilmediği billgileri açıklayabiliyor. İşte bunlardan birisini de geçtiğimiz hafta, Knack
gazetesine yaptığı açıklamayla gösterdi. Açıklamada, Gülen hareketinin başından beri
15 Temmuz darbesinin içinde olduğunu, iddia etti. Bu açıklama elbette Türk
hükümetinine hak vermek ve yardım etmekti...
Timmermans bu açıklamasıyla, konuyla ilgili görüşleri alt üst etti. Elinde delil yoktu,
Amerika araştırması sonuçlarına atıfta bulunuyordu...''
Karaçay: ''Demek ki, Timmermans yeni bir tartışma başlatmış oldu?
Güngör: ''Evet. Avrupa Birliği kurumlarının öneli bir bölümünü oluşturan Avrupa
Komisyonu Birinci Başkan Yardımcısı, yani Avupa’nın ikinci önemli adamı
Timmermans, yaptığı sıradışı açıklamayla 15 Temmuz kanlı darbe tartışmalarına yeni
ve farklı bir boyut kazandırdı.
Geride bıraktığımız dört ay içinde Timmermans benzeri açıklama yapan Avrupalı
siyasetci, bilm adamı, gazeteci pek fazla değildi. Tek tük, yer yer Gülen hareketinin
dünya çapında örgütlenmesinin arka planı, bu hareketin para kaynakları, çalışma şekli,
yapılanmaları ile ilgili yazılar görülsede, Timmermans gibi tüm Avrupa kamuoyunu
etkileyecek bir üst düzey açıklama ilk defa gelmiş oldu.
Tüm tepkilere, eleştirilere rağmen Timmermans şeytanın bacağını kırdı. Bundan böyle
bu tür açıklamaların arkası gelecektir.''
Karaçay: Peki, Timmermans açıklamasında samimimiydi?
Güngör: Bence çok samimiydi. Tabii bir de şu var. Timmermans Türkiye’nin gönlünü
almak için, aynı açıkalamada, mülteci krizine de değindi. Mülteci meselesinde Türkiye
ile işlerin iyi gittiğine dikkat çekti. Anlaşmaların uygulandığını söyleyerek Türkiye’ye
övgüler yağdırdı. İnsan kaçakcılığındaki azalmanın, Yunanistan’dan gönderilen
mültecilerin Türkiye tarafından zamanına alındığını söyledi.
Sonuç olarak, 15 Temmuz’da Türkiye’de yapılan kanlı darbenin, dört ay sonra
Avrupa’da farklı bir zeminde tartışmaya açılması, her ne kadar tepkiler olsa da, olumlu
bir gelişme olarak görülmelidir. Aylardır tekrarlanan tek yönlü bilgi aktarımı yavaş
yavaş değişecektir. Hak ve hakikat er geç anlaşılacaktır. ''
Karaçay: Peki şimdi beklentler ne? Avrpa Parlamentosu mu aklıselim mi karar verecek?
Güngör: Bana göre, Avrupa Birliği'ni yönetenler, yani söz sahibi liderler, Türkiye'nin
kendileri için ne derece önemli olduğunu biliyorlar. Timmermans'ın açıklamalarına iyice
baktığımız zaman, Avrupa'nın Türkiye'yi dışlaması söz konusu olamaz. Bir gün gelecek,
Türkiye'ye karşı hata yaptıklarını anlayacaklar ve Recep Tayyip Erdoğan at yarışı
yapamayacaklarını öğrenecekler.
Şimdi yaşananlar birer şovdur.
Türkiye hak ettiği yerie ulaşacaktır.
*****
Milyonların gönlünde yıllarca iz bırakacak haber...
ABD'de bilinmeyen Müslüman yaşamı
* Avrupalı Müslümanlar, Amerikalı Müslümanlar'ı örnek alabilir
* Müslümanlar'ın öncülerinden Muhammed Alexander Russell Webb,
1893’de Osmanlı Sultanı II. Abdülhamit’ten maddi destek almış ve sonra da
Fahri Konsolos olmuş
* Prof. Dr. Nuri Tınaz Amsterdam'daki toplantıda ilginç ve önemli bilgiler
verdi
İlhan KARAÇAY'ın haberi:
Başkanlığını Veyis Güngör'ün yaptığı Hollanda Türkevi Araştırmalar Merkezi'nin organize
ettiği bir toplantıda konuşan Prof.Dr. Nuri Tınaz, milyonlarca Müslüman'ın gönlünde iz
bırakacak bir konuya değindi ve Amerika Birleşik Devletleri'ndeki Müslüman yaşamının,
Avrupa'daki Müslümanlar'a örnek teşkil edeceğini belirtti.
Türkevi'nin her ay organize ettiği 'Amsterdam Tartışmaları'nın sayısı 50'yi aşmışken, şimdi
de 'Türkevi Konuşmaları' adı altında değişik konseptli toplantılar yapılıyor.
Türkevi Konuşmaları, periyodik olarak seminer ve söyleşilerden oluşuyor. Bu çerçevede
daha önce yapılan birinci toplantıda, Sakarya Üniversitesinden Prof. Dr. Musa Taşdelen,
“Sarı Saltuk” konusunu irdelemişti. İkinci toplantıda araştırmacı yazar Melahat Ürkmez de
“Şems-i Tebriz” sunumuyla beğeni kazanmıştı.
25 Kasım akşamı Amsterdam’da üçüncüsü yapılan Türkevi Konuşmalarına Marmara
Üniversitesinden Prof. Dr. Nuri Tınaz “Amerika Müslümanları ve İslamofobi” sunumuyla
misafir oldu. Tınaz’ın sunumunu aşağıdaki alt başlıklardan oluştu.
Amerika ve Müslümanlar
Prof. Dr. Nuri Tınaz konuşmasına Amerika’daki müslümanlarla ilgili olarak şöyle başladı:
“ABD’deki Müslümanlar, Amerikalı Müslümanlar veya Müslüman Amerikalılar
olarak, bugün sayıları 8 ile 9 milyon arasında değişen nüfusa sahipler. Amerikalı
Müslümanlar çok yönlü ve fonksiyonel, sosyal, kültürel, politik ve dinsel etkinlikleri ve
kurumlarıyla (camileri, kültür merkezleri, politik organizasyonları ve okullarıyla)
Amerikan toplumunun çok kültürlü, etnik ve dinsel yapısının önemli ve giderek artan
bir parçasını oluştururlar. Bu da, Amerika’da Yahudi-Hıristiyan geleneğinden sonra,
İslam’a giderek bir Amerikan dini olma fenomeni kazandırmaktadır”.
Amerika’da Müslümanların tarihi
Müslümanlar'ın Amerika’daki tarihi geçmişleriyle ilgili iki ana aşamadan söz edilirken,
Amerika’da Columbus keşfi öncesi ve döneminde, Müslümanlar'ın varlığına ilişkin sınırlı
literatürün olduğunu söyleyen Nuri Tınaz, ‘Columbus döneminde onu etkileyen ve
Amerika keşfinde kılavuzluk eden Müslümanların varlığından bahsedilir. Columbus’un
13. yüzyılda Sicilya Kralı Roger’ın danışmanı Müslüman Arap âlimi Al-İdrisi’den
etkilendiği ve çalışmasının bir kopyasını Amerika kıtasını keşfi sırasında yanına alıp ve
sekiz Müslüman’ın kendisine eşlik ettiği rivayet edilmektedir’dedi.
'Müslümanlar'ın ABD’ye kayıtlı olarak kitleler halinde ve büyük sayısal oranlarda gelişi
maalesef Kölelik Sitemi ile olmuştur' diyen Nuri Tınaz, konuşmasını çöyle sürdürdü:
‘Özellikle 1530 ve 1850 yılları arasında, Batı Afrika’nın değişik bölgelerinden ve
kabilelerinden Batı Avrupalı sömürgeci güçler, pek çok insanı köle ticareti ile Yeni
Dünya’ya, kendi ekonomik çıkarları için madenlerde ve tarım sektöründe karın
tokluğuna çalıştırmak üzere getirmiştir. Müslümanlar, Amerika'ya Kölelik sitemiyle
getirildiler. Ancak, bu yöndeki verileri ortadan kaldırdılar. Hıristiyanlaştırma
politikaları sonucu, sadece o dönemlere ait izler hafızalarda hatıra olarak kaldı. Kölelik
dönemi Müslümanlar'dan hafızalarda birkaç hikâye ve Kur’an’dan yazılı alıntılardan
başka bir şey kalmamıştır’.
Müslümanlar'ın Amerika’ya gelişlerinin ikinci dalgasının, göç dalgasıyla olduğunu söyleyen
Nuri Tınaz, Amerika’ya Müslüman göç hareketlerinin 19. Yüzyıldan başlayıp günümüze
kadar devam ettiğini belirtti. Sözkonusu göç dalgasının beş farklı süreç olarak yaşandığını
belirten Tınaz, süreçleri şu şekilde özetledi:
'İlk süreç: Osmanlı İmparatorluğu döneminde 1860’lı yıllarda başlayıp I. Dünya
Savaşı’ına kadar devam etmiş olup, zamanında Büyük Suriye diye bilinen bugünün
Suriye, Lübnan, Ürdün ve Filistin-İsrail topraklarını kapsayan coğrafi bölgeden
gelenler ve İngiliz Hindistanı diye bilinen bölgeden gelen Güney Asyalı göçmenleri
içerir.
I. Dünya Savaşı sonlarından başlayıp 1924’e kadar süren ikinci süreç, 1920’li yılların
ortasından başlayıp II. Dünya Savaşı’nın başlangıcına kadar devam eden üçüncü süreç,
II. Dünya Savaşı sonrası, 1947’den başlayıp 1960’ların ortalarına kadar devam eden
dördüncü süreç ve ABD Başkanı Lyndon Johnson’ın 1965’de göçmenlik kotasını
kaldırması ile başlayıp, 11 Eylül 2001 terör saldırılarına kadar olan beşinci süreci
oluşturur.'
Amerika’da Müslümanların demografik dağılımı
Müslümanlar'ın sayıları ile ilgili ‘ABD’de yaşayan Müslümanlar'ın tam sayısını bilmek
mümkün değildir’diyen Tınaz, ‘Çünkü ABD Anayasasında din ve devlet ayrımı vardır ve
resmi otoritelerin ve görevlilerin ülkede yaşayanlara dinleri hakkında soru sormalarına
engel olur’dedi. 'Amerika'daki Müslüman sayısı tahmini olarak 8 ile 9 milyon arasında
değişir' diyen Tınazşöyle devam etti: ‘Bilinen bir gerçek var, o da Amerikan Müslüman
toplumunun oldukça çeşitli, canlı ve hareketli olduğudur. Genel anlamda şöyle bir
dağılım yapılabilir: Hindistan alt kıtası veya Güney Asyalı Müslümanların % 28, Arap
asıllıların % 29, ve Afrikan Amerikan veya Siyah Müslümanların % 32 ve diğerleri %
4.'
Müslümanların eğitim durumu
'Müslüman Amerikalılar sosyal kapital olarak genel nüfusa oranla daha genç ve
eğitimlidir' diyen Tınaz konuşmasını şöyle sürdürdü: 'Müslümanlar diğer inanç
toplulukları arasında en yüksek yetişkin genç oranına sahipler. Bu yönüyle ABD’deki
Müslümanlar'ın ülkenin geleceğinde söz sahibi olabilecek genç nüfus ve eğitim
kapitaline sahipler.'
Amerika Müslümanları'nın %42’sinin master ve doktora eğitimine, %32’sinin uzmanlığa
sahip olduğunu ve %10’unun ise lise ve ortakul mezunu olduğunu söyleyen Tınaz, Yahudi
topluluğu hariç, genel nüfusa oranla oldukça iyi konumda olduklarını belirtti. Buna rağmen,
Müslümanların en az temsil edildikleri meslek ve alanlar ise; Medya (gazetecilik, editörlük
vs.) % 1.1, Hukuk alanında (Hakim ve Avukatlık vs) % 0.8, Eğlence Endüstrisi, Film/Dizi
Yönetmenliği, Yapımcılığı ve Aktörlük gibi, % 0.6 görülmektedir.
Prof.Dr. Nuri Tınaz, Amsterdam'daki toplantıda verdiği bilgiler ile Müslümanlar'ın
gönlünde silinmeyecek izler bıraktı
Müslümanların siyasi konumu
11 Eylül terör saldırılarına kadar, Müslümanlar arasında politik birliktelik ve örgütlenmenin
pek yaygın olmadığını söyleyen Nuri Tınaz, Müslümanlar'ın siyasi duruşu ile ilgili olarak
şunlara dikkat çekti:
‘Geleneksel ve tarihi olarak, Afrikan Amerikanlar ve doğal olarak Afrikan Amerikan
Müslümanlar daha çok demokrat eğilimlidir. 2000 genel seçimleri dahil, göçmen
Müslümanlarda ise muhafazakar partinin seçim politikaları gereği –dini, muhafazakar
ve aile değerlerine vurgu yaptığından Cumhuriyetçi adaylara destek vermişlerdir.
Yalnız 11 Eylül ve sonrası gelişmeler, Müslüman Amerikalıların politik davranışın
belirlenmesine, bilinçlenmesine ve örgütlenmesine tanık olmuştur.'
Amerida’da Müslüman Gruplar ve Kurumlar
ABD ‘de Müslümanlar söz konusu olunca, homojen ve tek tip bir Islam ve Müslüman'dan
bahsetmenin zor olduğunu söyleeyen Nuri Tınaz, Amerika Müslümanları'nın da çok-kültürlü,
çok-etnik yapılı ve çok-inançlı bir toplum olduğuna dikkat çekti. Tınaz, ‘Köle olarak
getirilen Müslümanlar'ın torunları 20. yüzyılın başlarında değişik form ve gruplar
altında –kimlik arayışı, siyah milliyetçi ajanda ve öğretileri- ortaya çıkmaya başladılar.
Buna 1960’lı yılların ortasından bu yana İslam dünyasının değişik bölge, ırk, kültür ve
dini geleneklerinden Müslümanların yüksek oranda göçü çeşitliliği arttırmıştır’ dedi.
Tınaz’a göre, Amerika Müslümanları genel anlamda üç farklı katogoride isimlendirelebilir.
Bunlar: Afrikan Amerikan, Güney Asyalı ve Arap göçmen Müslüman topluluklar.Bunlara
ilaveten, Şii Müslümanların sayıları da ve kurumları da hissedilmektedir. Ayrıca, ihtida
yoluyla, İslam’ın ABD’li beyazlar, Latin ve hatta Amerika İndian’lar arasında yayılmasını
söylenebilir.
Afrikan Amerikan Müslümanlar olarak örgütlenen kuruluşlar Tınaz’a göre şu şekilde
sayabilir: The Moorish Science Temple, The Ahmadiye Akımı, The Islamic Mission of
America, The Nation of Islam, The Ansarullah Nubian Islamic Hebrews, Dar’ul Islam, ve
diğerleri.
Mühtedi Müslümanlar: Beyaz, Latin/Hispanik ve Kızılderili Müslümanlar denilince ilk akla
gelen beyaz Müslüman Muhammed Alexander Russell Webb olduğunu söyleyen Nuri Tınaz,
Alexander’in ABD’de İslam ve Müslümanlar'ın temsilciliğini ve sözcülüğünü yapmak için,
1893’de American Islamic Propaganda Movement’ı kurduğunu ve The Moslem World
isimli dergiyi çıkardığını belirtti. Bu faaliyetlerine maddi desteği önce Hindistan
Müslümanları'ndan ve daha sonra da Osmanlı Sultanı II. Abdülhamit’ten aldığı belirten Tınaz,
Muhammed Alexander Russell Webb’ın Osmanlı Devleti'nin New York Fahri/Onursal
Konsolosluk görevini yürütmek için atandığını söyledi.
ABD’de önde gelen Müslüman kuruluşların liderleri tahminen 50 ile 60 bin civarı beyaz
mühtedi olduğunu belirten Tınaz, bu grupta etkin olan Müslümanlar'ın gençleri dinleri
hakkında bilgilendirmek için San Jose, Californiya’da kurdukları Zeytuna Institute’de
seminerler ve kurslar düzenlediklerini söyledi.
Muhammed Alexander Russel Webb ve Amerikalı Müslüman bır kız
Güney Asyalı Müslümanlar grubunun ise 19. yüzyılın sonları ile 20. yüzyılın başlarında
ferdi olarak Güney Asya’dan Müslümanlar Yeni Dünya’ya misyoner ve politik amaçlı
geldiklerini söyleyen Tınaz, bu çerçevede göç yoluyla gelenlerin daha çok, İngiliz Hindistanı
diye bilinen bölgeden olduğuna dikkat çekti. Daha sonra Afganistan’ın işgaliyle göç edenlerin
olduğunu söyleyen Tınaz, Güney Asyalı Müslümanlar'ın ülke genelinde, dini ve politik
kurumlara öncülük etme, liderlik ve diğer alanlarda önemi bir konuma geldiklerini belirtti.
Arap Müslümanlar olarak gruplandırılanların, Osmanlı İmparatorluğu'nun 19. yüzyılda
çöküş döneminde Büyük Suriye diye bilinen, -bugünün Lübnan, Suriye, Ürdün ve Filistinİsrail topraklarından- bölgeden geldiklerini söyleyen Tınaz, Arap Müslüman göçünün, II.
Dünya Savaş’ından günümüze kadar devam ettiğini belirtti. Arap Müslümanlar'ın Amerika'ya
göç hareketleri, 1948'de İsrail’in kurulması ve çok sayıda Filistinli'nin yurtlarından çıkarılıp
sürgün edilmesi, 1967 Arap-İsrail savaşında Araplar'ın yenilgisi sonucu ortaya çıkan
belirsizlikler, 1980’li yılların başında Lübnan’da çıkan sivil savaş, 1991 Körfez krizi, ve son
olarak da Irak’ta Saddam rejiminin Mart 2003’de devrilmesinde hız kazanmıştır.
ABD’ye göç eden Müslümanlar'ın büyük çoğunluğunun Sünni olduğuna dikkat çeken Tınaz,
gözle görülür sayıda da Şii Müslüman topluluğun var olduğunu, bunların New York, Detroit,
Washington, Los Angeles ve Chicago’da yoğunlukta olduklarını belirtti.
Sufi Grupların ABD’deki İslam ve Müslüman yüzünün etnik ve kültürel bariyerleri ve
alanları geçerek değişmesinde ve çeşitlenmesine kaktısı olduğunu söyleyen Tınaz,
araştırmalarda öne çıkan bazı Sufi grupların, İnayat Han’in Çisti koluna bağlı, Batı’da Sufi
Tarikatı (The Sufi Order in the West), Philadelphia’daki Bawa Muhaiyaddeen Fellowship;
Nakşibendi Al-Hakkani al Kıbrısi olduğunu belirtmiştir.
ABD'deki Müslüman Sivil Toplum Kuruluşları'nın bir gösterisi
Sivil Toplum Kuruluşları
Özellikle, 11 Eylül terör saldırılarından sonra Müslümanlar'ın hak ve hukukunu koruyacak,
İslam ve Müslümanlar'ın imajını düzeltmek ve onlar hakkında doğru bilgiler üretmek ve
yaymak ve Müslümanları politik olarak örgütlendirecek, ülke genelinde birçok
organizasyonlar kurulmuş ve mevcut olanlara da yeni bir dinamizm kazandırılmış olduğunu
söyleyen Tınaz, bu gelişmelerin Amerikan Müslümanları'nın yüz ve renklerinin değişerek ve
dönüşerek yeni ortak paydalarda birleşmesini beraberinde getirdiğini belirtti. Tınaz,
‘Amerikan Müslümanlar'ın 1200’ü aşkın camileri, 300’ün üzerinde etnik ve kültürel
organizasyonları, 200 üniversite öğrenci dernekleri, 200 ilk ve orta / lise eğitimi veren
İslami okulları, 100 medya kuruluşları ve 50 sosyal servis ve dünya hayır/yardım
kuruluşları vardır’dedi.
ABD'de, dini organizasyonlar altında öne çıkan bazı kuruluşlar şu şekilde sıralanabilir: ABD
ve Kanada’daki İslami Kuruluşlar Federasyonu (The Federation of Islamic Associations in the
United States and Canada, FIA); ABD ve Kanada’daki Müslüman Örgenci Derneği (The
Muslim Student Association in the USA and Canada, MSA); Kuzey Amerika IslamTopluluğu
(Islamic Society of North America (ISNA); Amerikan İslam Çevresi, Islamic Circle of
America (ICNA); Zeytuna Enstitüsü (Zeytuna Institute); Kuzey Amerika Şia Isna-Eşari
Müslüman Topluluklar (The North American Shia Ithna-Asheri Muslim Communities,
NASIMCO).
Politik ve Sivil Organizasyonlar altında da şu kuruluşlar sayılabilir: AMC, The American
Muslim Council (Amerikan Müslüman Konsülü); MPAC, The Muslim Public Affairs Council
(Müslüman Halk İşleri Konsülü); CAIR, The Council on American-Islamic Relations
(Amerikan-İslam İlişkileri Konseyi). Bu kuruluşların, bütün ülke genelinde Müslümanların
etnik ve kültürel farklılıklarını aşarak kendi haklarını ve çıkarlarını korumak için ortak
platformlar oluşturduklarını söyleyen Tınaz, aynı zamanda yerel ve ulusal politik ve sivil
otoriteler düzeylerinde kendilerini ifade etmek ve topluma katılımları gerçekleştirdiklerine
dikkat çekti.
İslamofobi
Amerika’da İslam ve Müslüman algısının medya ve film sektörü üzerinden oluştuğunu
söyleyen Nuri Tınaz, film sektörününün de Canon ve Warner Bros grubu tarafınan
paylaşıldığını belirtti.
Tınaz, 'Hiç kuşkusuz 11 Eylül 2001 terör saldırıları ve onu takip eden gelişmeler genelde
Batı’da İslam ve Müslümanlar imajı ve özelde ABD’deki Müslümanlar açısından bir
dönüm noktası olmuştur' dedi.
'ABD ve Batı Avrupa’da İslam adına köktendinci ve dinsel fanatiklerin İslam adına
yaptıkları terör olayları, bu kanatları ne yazıkki meşrulaştırmıştır' diyen Tınaz,
'Müslümanlar 11 Eylül 2001 öncesi, etnik ve kültürel aidiyet olarak asabiya etrafında
yoğunlaşırlarken, bu oluşumun yönü ve çerçevesi tamamen değişmiştir. Artık
Müslümanlar, dar aidiyetlerden kurtularak daha geniş aidiyetlere evrimle deneyimi
yaşamaktadırlar. Amerikan Müslümanların bu evrimle ve dönüşümleri toplumsal
yaşamın her alanında hissedilmektedir’dedi. İslamofobi’nin etkisiyle son yıllarda
yerli Müslümanlar, siyahlar, Latinler beyazlar da kendi perspektiflerinden İslami
anlama yaşamak için kendilerinin din kültürünü üretmeye başlamışlardır diyen Tınaz,
‘göçmen Müslümanlar da artık, İslami anlayış, kültür ve pratiklerini üretirlerken
geldikleri ülkenin veya kültürün bir uzantısı veya yeniden üretimi değil artık, bunlar da
yaşadıkları ülke, ortam ve politikalara göre kendilerini rahat ifade edebilecek yerli
İslam anlayış, kültür ve pratiklerini üretmeye başlamışlardır’ dedi.
Hollanda'da Türk Sivil Toplum Kuruluşları'nın gösterileri
Avrupa Müslümanları ABD Müslümanları'ndan neler öğrenebilir?
Türkevi Konuşmaları’na katılanların genel kanaati, ABD Müslümanları'nın uzun yıllar vermiş
oldukları mücadele, yaşamış oldukları değişim süreçlerinin, Avrupa Müslümanları için bir
labaratuvar olduğu, çeşitli dersler çıkartılacağını yönündeydi. Müslümanlar'ın Amerika’ya
göç serüveninin Avrupa Müslümanları'na göre daha eski olması, Amerika Müslümanları'nın
emansipasyonu, siyasi, sosyal, ekonomik ve kültürel katılım süreçlerinin bilinmesi,
incelenmesi belki mükayeseler yapılması öne çıkan yorular arasındaydı. ABD ve Avrupa
Müslümanları arasındaki göç geçmişinin farklı olması ve eğitim seviyesinin farklı olması, ilk
başta dikkat çekilen farklılıklar olarak ortaya çıktı. Avrupa Müslümanları'nın, ABD
Müslümanları'nın kendilerini nasıl tanımladıkları, hissettikleri ve toplumun bir parçası
olmaları için neler yaptıklarının dikkatle takip edilmesi temenni edildi.
*****
Yunus Emre Konserinde Barış ve Sevgi mesajı
“Gönlüm Düştü Bu Sevdaya”
Amsterdam Yunus Emre Enstitüsü’nün Kültür ve Turizm Bakanlığı, Dışişleri Bakanlığı,
Lahey Büyükelçiliği ve Kültür Müşavirliği işbirliğiyle düzenlediği, “Gönlüm Düştü Bu
Sevdaya” adlı konseri büyük bir beğeni topladı. Solist olarak mezzosoprano Tulu İçözü,
kanunda Tahir Aydoğdu, piyanoda Hakan Ali Toker ve neyde Bilgin Canaz, Tanini Trio ve
vurmalı sazlarda Hakan Çetinkaya’dan oluşan, usta sanatçıların Hollanda’nın en seçkin
konser salonlarından olan Concertgebouw’da verdiği konser izleyicileri büyüledi. Konserin
sunuculuğu, Hollanda’nın tanınmış simalarından Bo van der Meulen tarafından İngilizce ve
Türkçe olarak gerçekleştirildi.
Diplomasi, siyaset, bürokrasi, iş/ticaret çevrelerinin yanı sıra kültür ve sanat dünyasından
geniş bir katılımın sağlandığı, seçkin bir topluluğun izlediği konserde, Yunus Emre’nin barış,
dostluk ve sevgi mesajları içeren şiir ve ilahilerinden oluşan şarkılar Batı ve Türk müzik stil
ve unsurlarıyla sunuldu.
Asırlar önce yaşamış ve halen günümüze, barış ve sevgi huzmeleri gönderen Derviş Yunus’un
deyişlerinin seslendirildiği konserde, Budapeşte’de yaşayan Mezzosoprano ses sanatçısı Tulu
İçözü, alışageldiğimizin ötesinde bir tarzda icra edilen eserlerle izleyicilere Derviş Yunus’a
bir başka pencereden bakmayı sağladı. Türk ve Batı klasik müziğinin harmanlandığı harika
bir sufi melodisi dinletisi sunuldu.
Akşam saat 20:30’da başlayan konser iki bölüm halinde verildi ve saat 23.00’e kadar sürdü.
Konserde Yunus Emre’nin en seçkin şiirlerinin bestelendiği eserler seslendirildi. “Gelin tanış
olalım, işi kolay kılalım, sevelim sevilelim, dünya kimseye kalmaz” gibi insanlığa yaptığı
barış ve sevgi çağrısına vurgu yapıldı.
Amsterdam Yunus Emre Enstitüsü Müdürü Remzi Kabadayı konseri ve geceyi şu şekilde
değerlendirdi:
'Gönlüm Düştü Bu Sevdaya adlı konser Kültürel diplomasinin en güzel örneklerinden
birisi olarak Kültür ve Turizm Bakanlığı, Dışişleri Bakanlığı, Lahey Büyükelçiliğimiz ve
Kültür ve Turizm Müşavirliğimizle işbirliğiyle gerçekleştirdik. Alanlarının ustaları
sanatçı ve müzisyenlerimizin verdiği bu konser için salonumuz tamamıla doldu.
Dinimizin barış ve dostluk mesajlarını en iyi yorumlayan, yaşayan mutasavvıf ve
şairlerimizden olan ve aynı zamanda kurumumuza adını veren Yunus Emre’nin
insanlığa mesajını müzik yoluyla vermeye çalıştık. İnsanlığın barış, huzur ve dostluğa en
fazla ihtiyaç duyduğu bir çağ ve dönemden geçiyoruz. Yunus Emre 700 yıl İslamı
yorumladığı ve bize şiir ve ilahi yoluyla bu mesajını ulaştırdı. Biz de bu mesajı Gönlüm
Düştü Bu Sevdaya adlı konserimizle Batılı dostlarımıza aktardık. Sanatçılarımız sesiyle
ve müziğiyle bu güzel mesajımızı diplomasi, siyasi ve iş çevrelerine ve sanat-kültür
dünyasından seçkin bir gruba ilettileri. Sunucumuz Bo van der Meulen mesleğini
başarıyla yürüten bir kişi ve bu programa katkısı büyük oldu. Bakanlıklarımız ve
Hollanda’daki kurumlarımız bu konsere inandılar ve destek verdiler. Konsere katılım
sağlayan tüm dostlarımızdan büyük övgüler aldık.
Bu konsere verdikleri destekten ötürü Büyükelçiliğimiz Maslahatgüzarı sayın Kurtuluş
Aykan ve Kültür ve Turizm Ateşemiz sayın Neşe Akdoğan’a bilhassa teşekür ediyorum.
Onların katkıları olmasaydı böylesi güzel ve başarılı bir konser düzenlememiz mümkün
olamayacaktı.'
Yunus Emre Enstitüsü Türkiye’nin tarihini, kültür-sanatını, Türkiye’yi ve Türkçe’yi
yurtdışında tanıtmak ve bu alanlarında işbirlikleri kurmak amacıyla 2009 yılında faaliyete
geçmiştir. Amsterdam Yunus Emre Enstitüsü ise 2012 yılından beri çeşitli faaliyetler
yürütmektedir. Şu anda 40 ülkede 50 civarında şubeyle Türkiye’nin uluslararası bir kültür
kurumu olup, 7 yılda 100.000 civarında yabancıya Türkçe öğretmiştir.
Amsterdam Yunus Emre Ensitüsü Amsterdam’ın en seçkin kültür ve sanat mekanlarının
bulunduğu bir lokasyonda faaliyetlerini yürütmektedir. Enstitü, Hollanda’da ve uluslararası
kültür ve sanat, akademik kuruluşlarla işbirliğiyle faaliyetlerini yürütmektedir.
Haber: Adnan ŞAHİN
*****
Yunus Emre kitabı Hollandaca yayınlandı
Türk kültür değerlerini Hollanda’caya terüme etmeye devam eden, Hollanda Türkevi
Araştırmalar Merkezi, Yunus Emre ve fikirlerinin tanıtılması amacıyla, “Yunus Emre: Stem
van de liefde” başlığı ile geniş kapsamlı bir Hollandaca kitap yayınladı.
Daha önce Mevlana Celaleddin Rumi, Ahi Evran, Evliya Çelebi, Nasrettin Hoca, Piri
Türkistan Hoca Ahmed Yesevi gibi tanınmış düşünürlerle ilgili eserler de kaleme alan
Abulwahid van Bommel tarafından hazırlanan kitap, Yunus Emre biyografisi başta olmak
üzere, şiirlerinden örnekler ve Yunus Emre düşüncesi gibi ana konuları ele alıyor.
21. yülyıl okurlarının Yunus Emre ile tanıştırmaları yanısıra, şiirlerini ve verdiği mesajı,
birlik temalarını işleyen Hindistanlı şair Kabir Das (1440-1518) başta olmak üzere, Yann
Martel, Jorge Luis Borges, Paolo Coelho, Umberto Eco ve Bram Moerland ile
karşılaştıran yazar Abdulwahid van Bommel, kitapta Yunus Emre’yi öncüsü Ahmed Yesevi
ve çağdaşları Mevlana Celaleddin Rumi ve Hacı Baktaş Veli ile de ortak yönlerini
okuyucuya sunuyor.
Yunus Emre ismiyle öğrencilik yıllarında (1967), yeni müslüman olmuş birisi olarak,
İstanbul’daki kitapcılardan aldığı bir Yunus Emre kitabıyla tanıştığını belirten kitabının yazarı
Abdulwahid van Bommel, daha sonra Türkistan’ı ziyaret ederek, İslam’dan önce Orta Asya
Türk tarihi başta olmak üzere, Tasavvuf’un Türkler arasında nasıl kurumlaştığı incelediğini,
Türk düşüncesinin, Anadolu’ya nasıl yerleştiği gibi konuları da kitabında kısaca
anlatmaktadır.
Hollanda’da geride bırakılan yıllarda, Yunus Emre tanıtım faaliyetlerinde örneklerin yer
aldığı Yunus Emre: Sevginin Sesi kitabı, öncelikle Hollanda’da yetişen Türk gençleri olmak
üzere, Tasavvuf’a ilgi duyan Hollandalılar'a hitap ediyor. Kitap, önceki yıllarda Dede Efendi,
Evliya Çelebi, Ahi Evran, Mesnevi, Konya Kriterleri, Hoca Ahmed Yesevi gibi kitapları
Hollandaca olarak yayınlayan Türkevi Yayınları arasında piyasaya çıktı.
254 safya olan Hollandaca Yunus Emre kitabı info@turkevi.nl adresinden sipariş edilebilir.
*****
Hollanda'daki Türk kadınları artık çok güçlü
Türk Kadın Hareketi yaşama geçti
AMSTERDAM,- Hollanda'daki Türk kadınları, bundan böyle seslerini daha çok
duyuracaklar ve güçlü bir konuma geçecekler. Zira, Hollanda Turk Kadın Hareketi adıyla
yeni bir oluşum yaşama geçti.
Hollanda’da yaşayan Türk kadınları tarafından gerçekleştirilen bir oplantıda, seçilen
yöneticiler görev taksimi yaptılar.
Daha önceleri siyasi amaçla kurulan derneklerin dışında, bu kez gerçek hizmet sözüyle
kurulan Kadınlar hareketi, ünlü işadamlarımızdan Turgut Torunoğulları'nın desteği ile yaşama
geçti.
Hollanda’da yaşayan kadınlarımızın sosyal, kültürel, ekonomik ve siyasi alanda başarıya
ulaşmaları için kadınları bir çatı altında toplamak için kurulan Hollanda Türk Kadın Hareketi,
emin adımlarla ilerlemeyi kendine görev bilmekle beraber, kısa bir süre içerisinde 400 üyeye
ulaştı.
Yönetim Kurulu'na seçilen girişken kadınlarımız, alışılagelmiş ünvanları çoğaltarak görev
paylaşımını aşağıdaki şekilde yaptılar:
Başkan: Sibel Sakı, Başkan Vekili: Ülkü Öğüt, Başkan Yardımcısı:Yasemin Ay,
Başkan Yardımcısı: Hülya Kaya- Kula, Muhasip: Özlem Torunoğulları,
Genel Sekreter: Alyem Çelik, Basın Sözcüsü: Şenay Tosun & Birgül Aksoy,
Halkla İlişkiler: Aysel Gürler, Fatma Yaylalı, Gülçin Sade & Nezahat Yıldırım,
Sosyal ve Aile Sorumlusu: Nesrin Altuntaş- Akbulut, Süreyya Yeğiner, Fatoş Dural & Emine
Kula, Eğitim sorumlusu: Elise Ayhan & Filiz Pervin, Girişimci sorumlusu: Özlem
Torunoğulları, Şefika Balkayan, Nilüfer Bingöl & Hatice Bağlıcak,
Yönetim Kurulu Yedek Üyeleri: Özlem Coşkun & Züleyha Taşpınar, Denetleme Kurulu:
Birgül Gültekin -Aksoy, Münire Manisa & Fatma Arabacı, Disiplin Kurulu: Ülkü Öğüt,
Birgül Gültekin- Aksoy & Nesrin Altuntaş- Akbulut.
*****
84 Yaşındaki Fas’lıya Polis kelepçesi
Geçen Amsterdamlılar akıllara durgunluk veren bir polis muamelesine şahit oldular.
Olay, 84 yaşındaki bir Faslı'nın polis tarafından zorla karakola götürülmesiydi.
Motorlu polisler tarafından önce kimlik kontrolü yapılan Fas’lı, Hollandaca bilmediği için
sorulara cevap veremeyinde, apar topar elleri arkadan kelepçelendi. İki polis eşliğinde, olay
yerine gelen bir münibüse bindirilen Faslı, polis karakoluna götürüldü. Bu yaşananlar, o anda
orada bulunan gençler tarafından akıllı telefon kamearalarına alınarak, sosyal medyaya
verildi.
Aynı gün olay akşam haberlerine de yansıdı. Olay, hukuki olarak belki doğrudur, kimlik
gösteremeyince büroya götürülür. Ancak her haliyle masum olan bir adamın, yaşına bile saygı
duyulmadan bu şekilde muameleye tabi tutulması kabul edilemez, hoş karşılanmaz. Polis
teşkilatı her ne kadar özür dilemiş olsa da, bu muamele bize, hoşgörüsüz, önyargılı, saygısız
ve insafsız daha doğrusu merhametin vicdanlardan kaybolduğunu gösterir. Bu olay bize bir
defa daha insanlığın merhamet eğitimine ihtiyaç duyduğunu hatırlatmıştır.
*****
HABERİ İLETEN: İlhan KARAÇAY
Download