İlhan KARAÇAY'dan Kasım Bülteni... 1- Avrupa Birliği'nde neler oluyor? 2- ABD'deki Müslümanların bilinmeyen yaşamları 3- Yunus Emre Konserinde Barış ve Sevgi mesajı 4- Yunus Emre kitabı Hollandaca yayınlandı 5- Hollanda'da 'Türk Kadın Hareketi' yaşama geçti Avrupa Birliği gerçeği * Avrupa Birliği'nde neler oluyor? * Türkiye gerçekten gözden çıkarıldı mı? * Timmermans'ın açıklamasının ardında neler var? Amsterdam Türkevi Araştırmalar Merkezi Başkanı Veyis Güngör ile birlikte yapılan analiz, bilinmeyenlere ışık tutacak. İlhan KARAÇAY'ın röportajı: Tam 75 gün önce ayrıldığım Hollanda'dan, Türkiye'mizin şirin kenti Mersin'e gitmiştim. Mersin'de geçirdiğim 75 gün süresince, gerek Türkiye'deki ve gerekse Hollanda'daki gelişmeleri dikkatle takip ettim. 75 gün sonra dönüş yaptığım Hollanda'da, bilgisayarımın karşısına geçtim ve 75 günlük analizimi yazmak istedim. Zihnimi kurcaladım, notlarıma baktım, son günlerdeki gelişmelere baktım. Buna rağmen sağlıklı bir analiz yapayacağımdan korktum. 15 Temmuz darbe girişimi sonrası Türkiye'de neler söylenmişse, hala aynı şeyler söyleniyor. Aynı durum Hollanda için de geçerli. Bu ülkede de nakaratlar devam ediyor. Açıkçası, Türkiye; Batı devletlerini darbeye karşı lakayd kalmakla suçluyor, Batı devletleri de, Türkiye'deki gelişmeleri Recep Tayyip Erdoğan'ın bir oyunu olarak kabul ediyor. Türkiye, Batlıları suçluyor, Batılılar da Türkiye'yi. Bütün bunlar yetmezmiş gibi, Avrupa Parlamentosu, Türkiye ile görüşmelerin durdurulması kararı alıyor. Türkiye ABD (Amerika Birleşik Devletleri) ilişkileri iyi gitmediği gibi, Türkiye AB (Avrupa Birliği) ilişkileri de çok kötü. Taraflar biribirlerini şantaj yapmakla ve tehdit etmekle suçluyor. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın 'Kafamı bozmayın sınır kapılarını açarım' tehdidi de cabası. Taraflardaki olumsuzluklar her geçen gün kötüye giderken, Hollanda Dışişleri Eski Bakanı ve şimdiki Avrupa Komisyonu'nun Birinci Başkan Yardımcısı Timmermans önemli bir açıklama yapmıştı. Timmermans'ın açıklaması büyük yankı yaptı ama, büyük etki yapmadı. Timmermans'ın anlatmak istedikleri pek anlaşılmışa benzemiyor. Timmerman'ın anlatmak istediklerini ardında bir şeyler yatıyor. İşte tam bu sırada sağlıklı bir analiz yapmak için, Amsterdam Türkevi Araştırmalar Merkezi Başkanı olan araştırmacı dostum Veyis Güngör ile görüşmenin yararlı olacağını düşündüm. Önce, Avrupa Parlamentosu'nun Türkiye ile görüşmelerin durdurulması kararı haberine bakalım: Türkiye’nin AB üyelik müzakerelerinin geleceğine dair Avrupa Parlamentosu’nda hafta ortasında oylananan tasarıda “Müzakereler geçici olarak durdurulsun” kararı çıkmıştı. Türkiye’nin AB üyelik müzakerelerinin geçici olarak dondurulmasına ilişkin kararı 37 oya karşı, 479 oyla kabul edilmiş, 107 parlamenter ise çekimser kalmıştı. Bu gelişme karşısında çok sinirlenen Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 'Bana bakın, kafamı kızdırırsanız sınır kapılarını açarım' tehdidini savurdu. Bu tehdit tabii ki Avrupalılar'ı korkuttu. İyi ama, Hollanda'nın eski Dışişleri Bakanı ve şimdi de AB Komisyonu'nın Birinci Başkan yardımcısı olan Frans Timmemans'ın daha önce yapmış olduğu açıklamaya ne demeli? Timmermans'ın bu samimi açıklamasına tepki gösterenlerin asıl amaçları neydi? Şimdi gelin bunların analizine geçelim. Önce, Timmermans'ın o açıklamasına ait habere bir göz atalım: AB Komisyonunun Birinci Başkan Yardımcısı Frans Timmermans, Fetullahçı Terör Örgütü'nün (FETÖ) kesinlikle darbe girişiminde rol oynadığına dair artan işaretler bulunduğunu söyledi. Belçika'da yayın yapan haftalık dergi Knack'a konuşan Timmermans, "Darbe girişimine ilişkin dışarında çok az empati gördükleri söyleyen Türklerin bu konuda haklılık payı var. Desteğimizde daha cömert olabilirdik." dedi. Avrupa'nın darbe girişimini hafife aldığını kaydeden Timmermans, "Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın Gülen hareketinin darbe girişimindeki rolüne ilişkin açıklamalarının tamamen manasız olmadığı artık açık. ABD'deki araştırmalar temelinde, hareketin darbede kesinlikle rol oynadığına ilişkin artan işaretler var." diye konuştu. Timmermans'ın açıklamalarıyla üst düzey bir AB Komisyonu yetkilisi, ilk kez FETÖ'nün darbe girişimdeki rolünü kabul etmiş oldu. Knack ise röportajın girişinde, "Fetullah Gülen'in günleri sayılı. ABD Başkanı seçilen Donald Trump, Gülen hareketinin liderini iade edebileceğini söyledi. AB Komisyonu da buna karşı görünmüyor" değerlendirmesinde bulundu. Öte yandan, röportajın yayımlanmasının ardından Belçika ve Hollanda'daki FETÖ mensupları, Timmermans'ı sözlerini geri alması için açıklama yapmaya zorlamaya başladı. Şimdi, tüm bu gelişmelerden sonra, Amsterdam Türkevi Araştırmalar Merkezi Başkanı Veyis Güngör'e dönelim ve sorularıma verilen yanıtlara bir göz atalım. Karaçay: 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında Batı'nın lakayd, hatta tarafgir tutumu hakkında neler diyorsun? Güngör: ''15 Temmuz kanlı darbesinin üzerinden 4 ay geçti. Türkiye, bu süre zarfında Avrupa’nın darbeyle tutumunu hayretle izledi. Avrupa’da hakkim olan darbe yorumları insana dudak ısırtacak nitelikte. Avrupa’da aylarca, günlerce Türkiye karşıtı ve Erdoğan’ı hedef alan yayınlar yapıldı. Ortalık Türkiye uzmanlarıyla doldu taştı. Zaman zaman hakkaniyet ölçülerinde çıkış yapan, yorum yapanlar da oldu. Ancak hakim görüş, Türkiye’de özgürlüklerin kısıtlandığı, Erdoğan dikdatörlüğünün kurulduğu yönündeydi. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Edoğan ve ülkenin karar vercileri Avrupa’nın bu anlaşılmaz tutumu karşısında zaman zaman sert açıklamalarda bulundular. Avrupa Birliği’nin Türkiye için tek alternatif olmadığını açık açık beyan ettiler. Hatta Cumhurbaşkanı Erdoğan, Avrupa’nın karar vermeyi uzatması halinde, halka gideceklerini dahi söyledi. Özbekistan ziyareti dönüşü, Şangay Birliği açıklamasını yaptı...'' Karaçay: ABD'deki Başkanlık seçiminden sonra da Batı dünyasında gelişmeler oldu. Güngör: ''Sonuçları Avrupa’da büyük memnuniyetsizlik uyandıran ABD başkanlık seçimleri yapıldı. Sonuçlardan Avrupa memnun görünmüyordu. Donal Trump’un seçimleri kazanması belli olunca, Türk hükümeti hem Trump’u tebrik ediyor hem de FETÖ elebaşını Türkiye’ye teslim etmesini söylüyordu. Tam da bu sırada Hollanda gazetelerinde Türkiye’nin Hollanda üzerinden Amerika’da lobi yaptığı haberleri yayınlandı. Eski Amerika Askeri İstihbarat müdürü Michael Flynn’in Hollanda’nın Utrecht şehrinde kurulmuş bir şirketi tarafından FETÖ elebaşının iade edilmesinde lobi yapmak için işe alındığı yazıldı...'' Karaçay: Frans Timmermans'ın açıklamaları hakkında neler diyeceksin? Güngör: ''Bütün bu gelişmeler arka arkaya yaşanırken, Avrupa Komisyonu Birinci Başkan Yardımcısı, yani Avrupa’nın ikinci adamı Frans Timmermans yukarıdaki gündemle ilgili bir açıklama yaptı. Timmermans Avrupa’nın 4 aydır bir türlü söyleyemediğini, 15 Temmuz darbesinde ‘Gülen’in rol oynadığını’ söyledi. Avrupa’daki akıl tutulmasını bozdu. Hatta Gülen’in Türkiye’ye iade edilmesinde Avrupa Birliği olarak engelleme yapılmayacağını da belirtti. Avrupa’nın darbeyi hafife aldığını, ‘Erdoğan’ın Gülen hareketinin rol aldığı sözlerinin tamamen yanlış olmadığını’söyleyen Timmermans, Amerika araştırmasına göre, Gülen hareketinin darbede rol oynadığına yönelik fazlaca gelişmelerin olduğuna dikat çekti. Frans Timmermans Türklerin, ‘darbe meselesinde dış dünyanın yeterince empati yapmadıkları’ eleştirisinde haksız olmadıklarını söylerken, ‘Türkiye’ye desteğimizi o zaman daha geniş ve cömert bir şekilde gösterebilirdik’ dedi.'' Karaçay: Timmermans'ın bu açıklamasını destekleyenler ve itiraz edenler oldu. Güngör: ''Avrupa’nın ikinci ismi Timmermans'ın, Gülen hareketiyle ilgili yaptığı açıklama farklı kesimlerden tepkiler aldı. Bunlardan bir tanesi, eski Avrupa Parlamentosu milletvekili, ve bu arada Türkije uzmanı olan, Joost Lagendijk’ti. Lagendijk, ‘Çok hassas bir konuda bu tür bir açıklama yapmak tehlikelidir’ dedi. Timmermans’ın bildiği ama dünya kamuoyunun bilmediği bir araştırma sonuçlarına dayanarak yapılan açıklama, akıllıca görünmüyor. Timmermans gibi bir görevde bulunan birisinin bu tür bir ateşi yakması Lagendijk’i endişelendirmiş. Avrupa Parlamentosu ve Türkiye raportörü Kati Piri, Timmermans’ın açıklamalarına reaksiyon vermekten çekinirken, Türkiye’de yayınlanan bir gazeteye şu açıklamayı yapmıştı: ‘Darbe kalkışmasında Gülen hareketine mensup olanlar yer almış olabilir, ama tüm Gülen hareketinin darbenin içinde olduğunu söylemek cesaretli bir çıkış değil’. Timmermans’a bir başka tepki de ChristenUnie partisinden, Joël Voordewind’an geldi. Voordewind, Türkiye Cumhurbaşkanı'nı, hiç beklenmedik bir yerden gelen bu desteğin sevindirdiğini, ancak Timmermans’ın bunu kanıtlaması gerektiğini söyledi. Sosyalist partisi milletveili Harry van Bommel’da, ‘Altın kuralın, hukuk alanına giren meselede susmak olduğu’ açıklamasını yaptı. Yeşil Sol patisinden Rik Grashoff ise, ‘Muhtemelen Timmermans Türkiye haleti ruhiyesini iyileştirmek için bu açıklamayı yaptı’ diyor. CDA’lı Raymond Knops, Timmermans’ın açıklamasının Amerika’ya bir mesaj olup olmadığını, zira Trump’ın göreve gelmesiyle Fetullah Gülen’in teslim edileceğinin gündeme geldiğine dikkat çekerken, VVD’li Han ten Broeke ise Timmermans’ın Amerika araştımasına atıfta bulunmasının, durup dururken olmayacağını belirtiyor.'' Karaçay: ''Peki Timmermans’ın açıklamasının akra planında, derininde ne yatıyor? '' Güngör: ''Bu sorunun cevabı ilginç. Hollanda’nın önemlli fikir gazelerinden Trouw’ın baş yazarının bazı cümleleri şöyle: “Timmermans sevimli birisi. Avrupa Komiseri yaptığı işe tutkulu, yetenekli bir üst düzey diplomat. Görevini eksiksiz yapmaya çalışır. Avrupa Birliği projesinin olması gereken yer için oldukca realist ve net birisi.... Ancak Timmermans’ın önemli bir sorunu da var: Ağzına geleni söylüyor. Kamuoyunun bilmediği billgileri açıklayabiliyor. İşte bunlardan birisini de geçtiğimiz hafta, Knack gazetesine yaptığı açıklamayla gösterdi. Açıklamada, Gülen hareketinin başından beri 15 Temmuz darbesinin içinde olduğunu, iddia etti. Bu açıklama elbette Türk hükümetinine hak vermek ve yardım etmekti... Timmermans bu açıklamasıyla, konuyla ilgili görüşleri alt üst etti. Elinde delil yoktu, Amerika araştırması sonuçlarına atıfta bulunuyordu...'' Karaçay: ''Demek ki, Timmermans yeni bir tartışma başlatmış oldu? Güngör: ''Evet. Avrupa Birliği kurumlarının öneli bir bölümünü oluşturan Avrupa Komisyonu Birinci Başkan Yardımcısı, yani Avupa’nın ikinci önemli adamı Timmermans, yaptığı sıradışı açıklamayla 15 Temmuz kanlı darbe tartışmalarına yeni ve farklı bir boyut kazandırdı. Geride bıraktığımız dört ay içinde Timmermans benzeri açıklama yapan Avrupalı siyasetci, bilm adamı, gazeteci pek fazla değildi. Tek tük, yer yer Gülen hareketinin dünya çapında örgütlenmesinin arka planı, bu hareketin para kaynakları, çalışma şekli, yapılanmaları ile ilgili yazılar görülsede, Timmermans gibi tüm Avrupa kamuoyunu etkileyecek bir üst düzey açıklama ilk defa gelmiş oldu. Tüm tepkilere, eleştirilere rağmen Timmermans şeytanın bacağını kırdı. Bundan böyle bu tür açıklamaların arkası gelecektir.'' Karaçay: Peki, Timmermans açıklamasında samimimiydi? Güngör: Bence çok samimiydi. Tabii bir de şu var. Timmermans Türkiye’nin gönlünü almak için, aynı açıkalamada, mülteci krizine de değindi. Mülteci meselesinde Türkiye ile işlerin iyi gittiğine dikkat çekti. Anlaşmaların uygulandığını söyleyerek Türkiye’ye övgüler yağdırdı. İnsan kaçakcılığındaki azalmanın, Yunanistan’dan gönderilen mültecilerin Türkiye tarafından zamanına alındığını söyledi. Sonuç olarak, 15 Temmuz’da Türkiye’de yapılan kanlı darbenin, dört ay sonra Avrupa’da farklı bir zeminde tartışmaya açılması, her ne kadar tepkiler olsa da, olumlu bir gelişme olarak görülmelidir. Aylardır tekrarlanan tek yönlü bilgi aktarımı yavaş yavaş değişecektir. Hak ve hakikat er geç anlaşılacaktır. '' Karaçay: Peki şimdi beklentler ne? Avrpa Parlamentosu mu aklıselim mi karar verecek? Güngör: Bana göre, Avrupa Birliği'ni yönetenler, yani söz sahibi liderler, Türkiye'nin kendileri için ne derece önemli olduğunu biliyorlar. Timmermans'ın açıklamalarına iyice baktığımız zaman, Avrupa'nın Türkiye'yi dışlaması söz konusu olamaz. Bir gün gelecek, Türkiye'ye karşı hata yaptıklarını anlayacaklar ve Recep Tayyip Erdoğan at yarışı yapamayacaklarını öğrenecekler. Şimdi yaşananlar birer şovdur. Türkiye hak ettiği yerie ulaşacaktır. ***** Milyonların gönlünde yıllarca iz bırakacak haber... ABD'de bilinmeyen Müslüman yaşamı * Avrupalı Müslümanlar, Amerikalı Müslümanlar'ı örnek alabilir * Müslümanlar'ın öncülerinden Muhammed Alexander Russell Webb, 1893’de Osmanlı Sultanı II. Abdülhamit’ten maddi destek almış ve sonra da Fahri Konsolos olmuş * Prof. Dr. Nuri Tınaz Amsterdam'daki toplantıda ilginç ve önemli bilgiler verdi İlhan KARAÇAY'ın haberi: Başkanlığını Veyis Güngör'ün yaptığı Hollanda Türkevi Araştırmalar Merkezi'nin organize ettiği bir toplantıda konuşan Prof.Dr. Nuri Tınaz, milyonlarca Müslüman'ın gönlünde iz bırakacak bir konuya değindi ve Amerika Birleşik Devletleri'ndeki Müslüman yaşamının, Avrupa'daki Müslümanlar'a örnek teşkil edeceğini belirtti. Türkevi'nin her ay organize ettiği 'Amsterdam Tartışmaları'nın sayısı 50'yi aşmışken, şimdi de 'Türkevi Konuşmaları' adı altında değişik konseptli toplantılar yapılıyor. Türkevi Konuşmaları, periyodik olarak seminer ve söyleşilerden oluşuyor. Bu çerçevede daha önce yapılan birinci toplantıda, Sakarya Üniversitesinden Prof. Dr. Musa Taşdelen, “Sarı Saltuk” konusunu irdelemişti. İkinci toplantıda araştırmacı yazar Melahat Ürkmez de “Şems-i Tebriz” sunumuyla beğeni kazanmıştı. 25 Kasım akşamı Amsterdam’da üçüncüsü yapılan Türkevi Konuşmalarına Marmara Üniversitesinden Prof. Dr. Nuri Tınaz “Amerika Müslümanları ve İslamofobi” sunumuyla misafir oldu. Tınaz’ın sunumunu aşağıdaki alt başlıklardan oluştu. Amerika ve Müslümanlar Prof. Dr. Nuri Tınaz konuşmasına Amerika’daki müslümanlarla ilgili olarak şöyle başladı: “ABD’deki Müslümanlar, Amerikalı Müslümanlar veya Müslüman Amerikalılar olarak, bugün sayıları 8 ile 9 milyon arasında değişen nüfusa sahipler. Amerikalı Müslümanlar çok yönlü ve fonksiyonel, sosyal, kültürel, politik ve dinsel etkinlikleri ve kurumlarıyla (camileri, kültür merkezleri, politik organizasyonları ve okullarıyla) Amerikan toplumunun çok kültürlü, etnik ve dinsel yapısının önemli ve giderek artan bir parçasını oluştururlar. Bu da, Amerika’da Yahudi-Hıristiyan geleneğinden sonra, İslam’a giderek bir Amerikan dini olma fenomeni kazandırmaktadır”. Amerika’da Müslümanların tarihi Müslümanlar'ın Amerika’daki tarihi geçmişleriyle ilgili iki ana aşamadan söz edilirken, Amerika’da Columbus keşfi öncesi ve döneminde, Müslümanlar'ın varlığına ilişkin sınırlı literatürün olduğunu söyleyen Nuri Tınaz, ‘Columbus döneminde onu etkileyen ve Amerika keşfinde kılavuzluk eden Müslümanların varlığından bahsedilir. Columbus’un 13. yüzyılda Sicilya Kralı Roger’ın danışmanı Müslüman Arap âlimi Al-İdrisi’den etkilendiği ve çalışmasının bir kopyasını Amerika kıtasını keşfi sırasında yanına alıp ve sekiz Müslüman’ın kendisine eşlik ettiği rivayet edilmektedir’dedi. 'Müslümanlar'ın ABD’ye kayıtlı olarak kitleler halinde ve büyük sayısal oranlarda gelişi maalesef Kölelik Sitemi ile olmuştur' diyen Nuri Tınaz, konuşmasını çöyle sürdürdü: ‘Özellikle 1530 ve 1850 yılları arasında, Batı Afrika’nın değişik bölgelerinden ve kabilelerinden Batı Avrupalı sömürgeci güçler, pek çok insanı köle ticareti ile Yeni Dünya’ya, kendi ekonomik çıkarları için madenlerde ve tarım sektöründe karın tokluğuna çalıştırmak üzere getirmiştir. Müslümanlar, Amerika'ya Kölelik sitemiyle getirildiler. Ancak, bu yöndeki verileri ortadan kaldırdılar. Hıristiyanlaştırma politikaları sonucu, sadece o dönemlere ait izler hafızalarda hatıra olarak kaldı. Kölelik dönemi Müslümanlar'dan hafızalarda birkaç hikâye ve Kur’an’dan yazılı alıntılardan başka bir şey kalmamıştır’. Müslümanlar'ın Amerika’ya gelişlerinin ikinci dalgasının, göç dalgasıyla olduğunu söyleyen Nuri Tınaz, Amerika’ya Müslüman göç hareketlerinin 19. Yüzyıldan başlayıp günümüze kadar devam ettiğini belirtti. Sözkonusu göç dalgasının beş farklı süreç olarak yaşandığını belirten Tınaz, süreçleri şu şekilde özetledi: 'İlk süreç: Osmanlı İmparatorluğu döneminde 1860’lı yıllarda başlayıp I. Dünya Savaşı’ına kadar devam etmiş olup, zamanında Büyük Suriye diye bilinen bugünün Suriye, Lübnan, Ürdün ve Filistin-İsrail topraklarını kapsayan coğrafi bölgeden gelenler ve İngiliz Hindistanı diye bilinen bölgeden gelen Güney Asyalı göçmenleri içerir. I. Dünya Savaşı sonlarından başlayıp 1924’e kadar süren ikinci süreç, 1920’li yılların ortasından başlayıp II. Dünya Savaşı’nın başlangıcına kadar devam eden üçüncü süreç, II. Dünya Savaşı sonrası, 1947’den başlayıp 1960’ların ortalarına kadar devam eden dördüncü süreç ve ABD Başkanı Lyndon Johnson’ın 1965’de göçmenlik kotasını kaldırması ile başlayıp, 11 Eylül 2001 terör saldırılarına kadar olan beşinci süreci oluşturur.' Amerika’da Müslümanların demografik dağılımı Müslümanlar'ın sayıları ile ilgili ‘ABD’de yaşayan Müslümanlar'ın tam sayısını bilmek mümkün değildir’diyen Tınaz, ‘Çünkü ABD Anayasasında din ve devlet ayrımı vardır ve resmi otoritelerin ve görevlilerin ülkede yaşayanlara dinleri hakkında soru sormalarına engel olur’dedi. 'Amerika'daki Müslüman sayısı tahmini olarak 8 ile 9 milyon arasında değişir' diyen Tınazşöyle devam etti: ‘Bilinen bir gerçek var, o da Amerikan Müslüman toplumunun oldukça çeşitli, canlı ve hareketli olduğudur. Genel anlamda şöyle bir dağılım yapılabilir: Hindistan alt kıtası veya Güney Asyalı Müslümanların % 28, Arap asıllıların % 29, ve Afrikan Amerikan veya Siyah Müslümanların % 32 ve diğerleri % 4.' Müslümanların eğitim durumu 'Müslüman Amerikalılar sosyal kapital olarak genel nüfusa oranla daha genç ve eğitimlidir' diyen Tınaz konuşmasını şöyle sürdürdü: 'Müslümanlar diğer inanç toplulukları arasında en yüksek yetişkin genç oranına sahipler. Bu yönüyle ABD’deki Müslümanlar'ın ülkenin geleceğinde söz sahibi olabilecek genç nüfus ve eğitim kapitaline sahipler.' Amerika Müslümanları'nın %42’sinin master ve doktora eğitimine, %32’sinin uzmanlığa sahip olduğunu ve %10’unun ise lise ve ortakul mezunu olduğunu söyleyen Tınaz, Yahudi topluluğu hariç, genel nüfusa oranla oldukça iyi konumda olduklarını belirtti. Buna rağmen, Müslümanların en az temsil edildikleri meslek ve alanlar ise; Medya (gazetecilik, editörlük vs.) % 1.1, Hukuk alanında (Hakim ve Avukatlık vs) % 0.8, Eğlence Endüstrisi, Film/Dizi Yönetmenliği, Yapımcılığı ve Aktörlük gibi, % 0.6 görülmektedir. Prof.Dr. Nuri Tınaz, Amsterdam'daki toplantıda verdiği bilgiler ile Müslümanlar'ın gönlünde silinmeyecek izler bıraktı Müslümanların siyasi konumu 11 Eylül terör saldırılarına kadar, Müslümanlar arasında politik birliktelik ve örgütlenmenin pek yaygın olmadığını söyleyen Nuri Tınaz, Müslümanlar'ın siyasi duruşu ile ilgili olarak şunlara dikkat çekti: ‘Geleneksel ve tarihi olarak, Afrikan Amerikanlar ve doğal olarak Afrikan Amerikan Müslümanlar daha çok demokrat eğilimlidir. 2000 genel seçimleri dahil, göçmen Müslümanlarda ise muhafazakar partinin seçim politikaları gereği –dini, muhafazakar ve aile değerlerine vurgu yaptığından Cumhuriyetçi adaylara destek vermişlerdir. Yalnız 11 Eylül ve sonrası gelişmeler, Müslüman Amerikalıların politik davranışın belirlenmesine, bilinçlenmesine ve örgütlenmesine tanık olmuştur.' Amerida’da Müslüman Gruplar ve Kurumlar ABD ‘de Müslümanlar söz konusu olunca, homojen ve tek tip bir Islam ve Müslüman'dan bahsetmenin zor olduğunu söyleeyen Nuri Tınaz, Amerika Müslümanları'nın da çok-kültürlü, çok-etnik yapılı ve çok-inançlı bir toplum olduğuna dikkat çekti. Tınaz, ‘Köle olarak getirilen Müslümanlar'ın torunları 20. yüzyılın başlarında değişik form ve gruplar altında –kimlik arayışı, siyah milliyetçi ajanda ve öğretileri- ortaya çıkmaya başladılar. Buna 1960’lı yılların ortasından bu yana İslam dünyasının değişik bölge, ırk, kültür ve dini geleneklerinden Müslümanların yüksek oranda göçü çeşitliliği arttırmıştır’ dedi. Tınaz’a göre, Amerika Müslümanları genel anlamda üç farklı katogoride isimlendirelebilir. Bunlar: Afrikan Amerikan, Güney Asyalı ve Arap göçmen Müslüman topluluklar.Bunlara ilaveten, Şii Müslümanların sayıları da ve kurumları da hissedilmektedir. Ayrıca, ihtida yoluyla, İslam’ın ABD’li beyazlar, Latin ve hatta Amerika İndian’lar arasında yayılmasını söylenebilir. Afrikan Amerikan Müslümanlar olarak örgütlenen kuruluşlar Tınaz’a göre şu şekilde sayabilir: The Moorish Science Temple, The Ahmadiye Akımı, The Islamic Mission of America, The Nation of Islam, The Ansarullah Nubian Islamic Hebrews, Dar’ul Islam, ve diğerleri. Mühtedi Müslümanlar: Beyaz, Latin/Hispanik ve Kızılderili Müslümanlar denilince ilk akla gelen beyaz Müslüman Muhammed Alexander Russell Webb olduğunu söyleyen Nuri Tınaz, Alexander’in ABD’de İslam ve Müslümanlar'ın temsilciliğini ve sözcülüğünü yapmak için, 1893’de American Islamic Propaganda Movement’ı kurduğunu ve The Moslem World isimli dergiyi çıkardığını belirtti. Bu faaliyetlerine maddi desteği önce Hindistan Müslümanları'ndan ve daha sonra da Osmanlı Sultanı II. Abdülhamit’ten aldığı belirten Tınaz, Muhammed Alexander Russell Webb’ın Osmanlı Devleti'nin New York Fahri/Onursal Konsolosluk görevini yürütmek için atandığını söyledi. ABD’de önde gelen Müslüman kuruluşların liderleri tahminen 50 ile 60 bin civarı beyaz mühtedi olduğunu belirten Tınaz, bu grupta etkin olan Müslümanlar'ın gençleri dinleri hakkında bilgilendirmek için San Jose, Californiya’da kurdukları Zeytuna Institute’de seminerler ve kurslar düzenlediklerini söyledi. Muhammed Alexander Russel Webb ve Amerikalı Müslüman bır kız Güney Asyalı Müslümanlar grubunun ise 19. yüzyılın sonları ile 20. yüzyılın başlarında ferdi olarak Güney Asya’dan Müslümanlar Yeni Dünya’ya misyoner ve politik amaçlı geldiklerini söyleyen Tınaz, bu çerçevede göç yoluyla gelenlerin daha çok, İngiliz Hindistanı diye bilinen bölgeden olduğuna dikkat çekti. Daha sonra Afganistan’ın işgaliyle göç edenlerin olduğunu söyleyen Tınaz, Güney Asyalı Müslümanlar'ın ülke genelinde, dini ve politik kurumlara öncülük etme, liderlik ve diğer alanlarda önemi bir konuma geldiklerini belirtti. Arap Müslümanlar olarak gruplandırılanların, Osmanlı İmparatorluğu'nun 19. yüzyılda çöküş döneminde Büyük Suriye diye bilinen, -bugünün Lübnan, Suriye, Ürdün ve Filistinİsrail topraklarından- bölgeden geldiklerini söyleyen Tınaz, Arap Müslüman göçünün, II. Dünya Savaş’ından günümüze kadar devam ettiğini belirtti. Arap Müslümanlar'ın Amerika'ya göç hareketleri, 1948'de İsrail’in kurulması ve çok sayıda Filistinli'nin yurtlarından çıkarılıp sürgün edilmesi, 1967 Arap-İsrail savaşında Araplar'ın yenilgisi sonucu ortaya çıkan belirsizlikler, 1980’li yılların başında Lübnan’da çıkan sivil savaş, 1991 Körfez krizi, ve son olarak da Irak’ta Saddam rejiminin Mart 2003’de devrilmesinde hız kazanmıştır. ABD’ye göç eden Müslümanlar'ın büyük çoğunluğunun Sünni olduğuna dikkat çeken Tınaz, gözle görülür sayıda da Şii Müslüman topluluğun var olduğunu, bunların New York, Detroit, Washington, Los Angeles ve Chicago’da yoğunlukta olduklarını belirtti. Sufi Grupların ABD’deki İslam ve Müslüman yüzünün etnik ve kültürel bariyerleri ve alanları geçerek değişmesinde ve çeşitlenmesine kaktısı olduğunu söyleyen Tınaz, araştırmalarda öne çıkan bazı Sufi grupların, İnayat Han’in Çisti koluna bağlı, Batı’da Sufi Tarikatı (The Sufi Order in the West), Philadelphia’daki Bawa Muhaiyaddeen Fellowship; Nakşibendi Al-Hakkani al Kıbrısi olduğunu belirtmiştir. ABD'deki Müslüman Sivil Toplum Kuruluşları'nın bir gösterisi Sivil Toplum Kuruluşları Özellikle, 11 Eylül terör saldırılarından sonra Müslümanlar'ın hak ve hukukunu koruyacak, İslam ve Müslümanlar'ın imajını düzeltmek ve onlar hakkında doğru bilgiler üretmek ve yaymak ve Müslümanları politik olarak örgütlendirecek, ülke genelinde birçok organizasyonlar kurulmuş ve mevcut olanlara da yeni bir dinamizm kazandırılmış olduğunu söyleyen Tınaz, bu gelişmelerin Amerikan Müslümanları'nın yüz ve renklerinin değişerek ve dönüşerek yeni ortak paydalarda birleşmesini beraberinde getirdiğini belirtti. Tınaz, ‘Amerikan Müslümanlar'ın 1200’ü aşkın camileri, 300’ün üzerinde etnik ve kültürel organizasyonları, 200 üniversite öğrenci dernekleri, 200 ilk ve orta / lise eğitimi veren İslami okulları, 100 medya kuruluşları ve 50 sosyal servis ve dünya hayır/yardım kuruluşları vardır’dedi. ABD'de, dini organizasyonlar altında öne çıkan bazı kuruluşlar şu şekilde sıralanabilir: ABD ve Kanada’daki İslami Kuruluşlar Federasyonu (The Federation of Islamic Associations in the United States and Canada, FIA); ABD ve Kanada’daki Müslüman Örgenci Derneği (The Muslim Student Association in the USA and Canada, MSA); Kuzey Amerika IslamTopluluğu (Islamic Society of North America (ISNA); Amerikan İslam Çevresi, Islamic Circle of America (ICNA); Zeytuna Enstitüsü (Zeytuna Institute); Kuzey Amerika Şia Isna-Eşari Müslüman Topluluklar (The North American Shia Ithna-Asheri Muslim Communities, NASIMCO). Politik ve Sivil Organizasyonlar altında da şu kuruluşlar sayılabilir: AMC, The American Muslim Council (Amerikan Müslüman Konsülü); MPAC, The Muslim Public Affairs Council (Müslüman Halk İşleri Konsülü); CAIR, The Council on American-Islamic Relations (Amerikan-İslam İlişkileri Konseyi). Bu kuruluşların, bütün ülke genelinde Müslümanların etnik ve kültürel farklılıklarını aşarak kendi haklarını ve çıkarlarını korumak için ortak platformlar oluşturduklarını söyleyen Tınaz, aynı zamanda yerel ve ulusal politik ve sivil otoriteler düzeylerinde kendilerini ifade etmek ve topluma katılımları gerçekleştirdiklerine dikkat çekti. İslamofobi Amerika’da İslam ve Müslüman algısının medya ve film sektörü üzerinden oluştuğunu söyleyen Nuri Tınaz, film sektörününün de Canon ve Warner Bros grubu tarafınan paylaşıldığını belirtti. Tınaz, 'Hiç kuşkusuz 11 Eylül 2001 terör saldırıları ve onu takip eden gelişmeler genelde Batı’da İslam ve Müslümanlar imajı ve özelde ABD’deki Müslümanlar açısından bir dönüm noktası olmuştur' dedi. 'ABD ve Batı Avrupa’da İslam adına köktendinci ve dinsel fanatiklerin İslam adına yaptıkları terör olayları, bu kanatları ne yazıkki meşrulaştırmıştır' diyen Tınaz, 'Müslümanlar 11 Eylül 2001 öncesi, etnik ve kültürel aidiyet olarak asabiya etrafında yoğunlaşırlarken, bu oluşumun yönü ve çerçevesi tamamen değişmiştir. Artık Müslümanlar, dar aidiyetlerden kurtularak daha geniş aidiyetlere evrimle deneyimi yaşamaktadırlar. Amerikan Müslümanların bu evrimle ve dönüşümleri toplumsal yaşamın her alanında hissedilmektedir’dedi. İslamofobi’nin etkisiyle son yıllarda yerli Müslümanlar, siyahlar, Latinler beyazlar da kendi perspektiflerinden İslami anlama yaşamak için kendilerinin din kültürünü üretmeye başlamışlardır diyen Tınaz, ‘göçmen Müslümanlar da artık, İslami anlayış, kültür ve pratiklerini üretirlerken geldikleri ülkenin veya kültürün bir uzantısı veya yeniden üretimi değil artık, bunlar da yaşadıkları ülke, ortam ve politikalara göre kendilerini rahat ifade edebilecek yerli İslam anlayış, kültür ve pratiklerini üretmeye başlamışlardır’ dedi. Hollanda'da Türk Sivil Toplum Kuruluşları'nın gösterileri Avrupa Müslümanları ABD Müslümanları'ndan neler öğrenebilir? Türkevi Konuşmaları’na katılanların genel kanaati, ABD Müslümanları'nın uzun yıllar vermiş oldukları mücadele, yaşamış oldukları değişim süreçlerinin, Avrupa Müslümanları için bir labaratuvar olduğu, çeşitli dersler çıkartılacağını yönündeydi. Müslümanlar'ın Amerika’ya göç serüveninin Avrupa Müslümanları'na göre daha eski olması, Amerika Müslümanları'nın emansipasyonu, siyasi, sosyal, ekonomik ve kültürel katılım süreçlerinin bilinmesi, incelenmesi belki mükayeseler yapılması öne çıkan yorular arasındaydı. ABD ve Avrupa Müslümanları arasındaki göç geçmişinin farklı olması ve eğitim seviyesinin farklı olması, ilk başta dikkat çekilen farklılıklar olarak ortaya çıktı. Avrupa Müslümanları'nın, ABD Müslümanları'nın kendilerini nasıl tanımladıkları, hissettikleri ve toplumun bir parçası olmaları için neler yaptıklarının dikkatle takip edilmesi temenni edildi. ***** Yunus Emre Konserinde Barış ve Sevgi mesajı “Gönlüm Düştü Bu Sevdaya” Amsterdam Yunus Emre Enstitüsü’nün Kültür ve Turizm Bakanlığı, Dışişleri Bakanlığı, Lahey Büyükelçiliği ve Kültür Müşavirliği işbirliğiyle düzenlediği, “Gönlüm Düştü Bu Sevdaya” adlı konseri büyük bir beğeni topladı. Solist olarak mezzosoprano Tulu İçözü, kanunda Tahir Aydoğdu, piyanoda Hakan Ali Toker ve neyde Bilgin Canaz, Tanini Trio ve vurmalı sazlarda Hakan Çetinkaya’dan oluşan, usta sanatçıların Hollanda’nın en seçkin konser salonlarından olan Concertgebouw’da verdiği konser izleyicileri büyüledi. Konserin sunuculuğu, Hollanda’nın tanınmış simalarından Bo van der Meulen tarafından İngilizce ve Türkçe olarak gerçekleştirildi. Diplomasi, siyaset, bürokrasi, iş/ticaret çevrelerinin yanı sıra kültür ve sanat dünyasından geniş bir katılımın sağlandığı, seçkin bir topluluğun izlediği konserde, Yunus Emre’nin barış, dostluk ve sevgi mesajları içeren şiir ve ilahilerinden oluşan şarkılar Batı ve Türk müzik stil ve unsurlarıyla sunuldu. Asırlar önce yaşamış ve halen günümüze, barış ve sevgi huzmeleri gönderen Derviş Yunus’un deyişlerinin seslendirildiği konserde, Budapeşte’de yaşayan Mezzosoprano ses sanatçısı Tulu İçözü, alışageldiğimizin ötesinde bir tarzda icra edilen eserlerle izleyicilere Derviş Yunus’a bir başka pencereden bakmayı sağladı. Türk ve Batı klasik müziğinin harmanlandığı harika bir sufi melodisi dinletisi sunuldu. Akşam saat 20:30’da başlayan konser iki bölüm halinde verildi ve saat 23.00’e kadar sürdü. Konserde Yunus Emre’nin en seçkin şiirlerinin bestelendiği eserler seslendirildi. “Gelin tanış olalım, işi kolay kılalım, sevelim sevilelim, dünya kimseye kalmaz” gibi insanlığa yaptığı barış ve sevgi çağrısına vurgu yapıldı. Amsterdam Yunus Emre Enstitüsü Müdürü Remzi Kabadayı konseri ve geceyi şu şekilde değerlendirdi: 'Gönlüm Düştü Bu Sevdaya adlı konser Kültürel diplomasinin en güzel örneklerinden birisi olarak Kültür ve Turizm Bakanlığı, Dışişleri Bakanlığı, Lahey Büyükelçiliğimiz ve Kültür ve Turizm Müşavirliğimizle işbirliğiyle gerçekleştirdik. Alanlarının ustaları sanatçı ve müzisyenlerimizin verdiği bu konser için salonumuz tamamıla doldu. Dinimizin barış ve dostluk mesajlarını en iyi yorumlayan, yaşayan mutasavvıf ve şairlerimizden olan ve aynı zamanda kurumumuza adını veren Yunus Emre’nin insanlığa mesajını müzik yoluyla vermeye çalıştık. İnsanlığın barış, huzur ve dostluğa en fazla ihtiyaç duyduğu bir çağ ve dönemden geçiyoruz. Yunus Emre 700 yıl İslamı yorumladığı ve bize şiir ve ilahi yoluyla bu mesajını ulaştırdı. Biz de bu mesajı Gönlüm Düştü Bu Sevdaya adlı konserimizle Batılı dostlarımıza aktardık. Sanatçılarımız sesiyle ve müziğiyle bu güzel mesajımızı diplomasi, siyasi ve iş çevrelerine ve sanat-kültür dünyasından seçkin bir gruba ilettileri. Sunucumuz Bo van der Meulen mesleğini başarıyla yürüten bir kişi ve bu programa katkısı büyük oldu. Bakanlıklarımız ve Hollanda’daki kurumlarımız bu konsere inandılar ve destek verdiler. Konsere katılım sağlayan tüm dostlarımızdan büyük övgüler aldık. Bu konsere verdikleri destekten ötürü Büyükelçiliğimiz Maslahatgüzarı sayın Kurtuluş Aykan ve Kültür ve Turizm Ateşemiz sayın Neşe Akdoğan’a bilhassa teşekür ediyorum. Onların katkıları olmasaydı böylesi güzel ve başarılı bir konser düzenlememiz mümkün olamayacaktı.' Yunus Emre Enstitüsü Türkiye’nin tarihini, kültür-sanatını, Türkiye’yi ve Türkçe’yi yurtdışında tanıtmak ve bu alanlarında işbirlikleri kurmak amacıyla 2009 yılında faaliyete geçmiştir. Amsterdam Yunus Emre Enstitüsü ise 2012 yılından beri çeşitli faaliyetler yürütmektedir. Şu anda 40 ülkede 50 civarında şubeyle Türkiye’nin uluslararası bir kültür kurumu olup, 7 yılda 100.000 civarında yabancıya Türkçe öğretmiştir. Amsterdam Yunus Emre Ensitüsü Amsterdam’ın en seçkin kültür ve sanat mekanlarının bulunduğu bir lokasyonda faaliyetlerini yürütmektedir. Enstitü, Hollanda’da ve uluslararası kültür ve sanat, akademik kuruluşlarla işbirliğiyle faaliyetlerini yürütmektedir. Haber: Adnan ŞAHİN ***** Yunus Emre kitabı Hollandaca yayınlandı Türk kültür değerlerini Hollanda’caya terüme etmeye devam eden, Hollanda Türkevi Araştırmalar Merkezi, Yunus Emre ve fikirlerinin tanıtılması amacıyla, “Yunus Emre: Stem van de liefde” başlığı ile geniş kapsamlı bir Hollandaca kitap yayınladı. Daha önce Mevlana Celaleddin Rumi, Ahi Evran, Evliya Çelebi, Nasrettin Hoca, Piri Türkistan Hoca Ahmed Yesevi gibi tanınmış düşünürlerle ilgili eserler de kaleme alan Abulwahid van Bommel tarafından hazırlanan kitap, Yunus Emre biyografisi başta olmak üzere, şiirlerinden örnekler ve Yunus Emre düşüncesi gibi ana konuları ele alıyor. 21. yülyıl okurlarının Yunus Emre ile tanıştırmaları yanısıra, şiirlerini ve verdiği mesajı, birlik temalarını işleyen Hindistanlı şair Kabir Das (1440-1518) başta olmak üzere, Yann Martel, Jorge Luis Borges, Paolo Coelho, Umberto Eco ve Bram Moerland ile karşılaştıran yazar Abdulwahid van Bommel, kitapta Yunus Emre’yi öncüsü Ahmed Yesevi ve çağdaşları Mevlana Celaleddin Rumi ve Hacı Baktaş Veli ile de ortak yönlerini okuyucuya sunuyor. Yunus Emre ismiyle öğrencilik yıllarında (1967), yeni müslüman olmuş birisi olarak, İstanbul’daki kitapcılardan aldığı bir Yunus Emre kitabıyla tanıştığını belirten kitabının yazarı Abdulwahid van Bommel, daha sonra Türkistan’ı ziyaret ederek, İslam’dan önce Orta Asya Türk tarihi başta olmak üzere, Tasavvuf’un Türkler arasında nasıl kurumlaştığı incelediğini, Türk düşüncesinin, Anadolu’ya nasıl yerleştiği gibi konuları da kitabında kısaca anlatmaktadır. Hollanda’da geride bırakılan yıllarda, Yunus Emre tanıtım faaliyetlerinde örneklerin yer aldığı Yunus Emre: Sevginin Sesi kitabı, öncelikle Hollanda’da yetişen Türk gençleri olmak üzere, Tasavvuf’a ilgi duyan Hollandalılar'a hitap ediyor. Kitap, önceki yıllarda Dede Efendi, Evliya Çelebi, Ahi Evran, Mesnevi, Konya Kriterleri, Hoca Ahmed Yesevi gibi kitapları Hollandaca olarak yayınlayan Türkevi Yayınları arasında piyasaya çıktı. 254 safya olan Hollandaca Yunus Emre kitabı info@turkevi.nl adresinden sipariş edilebilir. ***** Hollanda'daki Türk kadınları artık çok güçlü Türk Kadın Hareketi yaşama geçti AMSTERDAM,- Hollanda'daki Türk kadınları, bundan böyle seslerini daha çok duyuracaklar ve güçlü bir konuma geçecekler. Zira, Hollanda Turk Kadın Hareketi adıyla yeni bir oluşum yaşama geçti. Hollanda’da yaşayan Türk kadınları tarafından gerçekleştirilen bir oplantıda, seçilen yöneticiler görev taksimi yaptılar. Daha önceleri siyasi amaçla kurulan derneklerin dışında, bu kez gerçek hizmet sözüyle kurulan Kadınlar hareketi, ünlü işadamlarımızdan Turgut Torunoğulları'nın desteği ile yaşama geçti. Hollanda’da yaşayan kadınlarımızın sosyal, kültürel, ekonomik ve siyasi alanda başarıya ulaşmaları için kadınları bir çatı altında toplamak için kurulan Hollanda Türk Kadın Hareketi, emin adımlarla ilerlemeyi kendine görev bilmekle beraber, kısa bir süre içerisinde 400 üyeye ulaştı. Yönetim Kurulu'na seçilen girişken kadınlarımız, alışılagelmiş ünvanları çoğaltarak görev paylaşımını aşağıdaki şekilde yaptılar: Başkan: Sibel Sakı, Başkan Vekili: Ülkü Öğüt, Başkan Yardımcısı:Yasemin Ay, Başkan Yardımcısı: Hülya Kaya- Kula, Muhasip: Özlem Torunoğulları, Genel Sekreter: Alyem Çelik, Basın Sözcüsü: Şenay Tosun & Birgül Aksoy, Halkla İlişkiler: Aysel Gürler, Fatma Yaylalı, Gülçin Sade & Nezahat Yıldırım, Sosyal ve Aile Sorumlusu: Nesrin Altuntaş- Akbulut, Süreyya Yeğiner, Fatoş Dural & Emine Kula, Eğitim sorumlusu: Elise Ayhan & Filiz Pervin, Girişimci sorumlusu: Özlem Torunoğulları, Şefika Balkayan, Nilüfer Bingöl & Hatice Bağlıcak, Yönetim Kurulu Yedek Üyeleri: Özlem Coşkun & Züleyha Taşpınar, Denetleme Kurulu: Birgül Gültekin -Aksoy, Münire Manisa & Fatma Arabacı, Disiplin Kurulu: Ülkü Öğüt, Birgül Gültekin- Aksoy & Nesrin Altuntaş- Akbulut. ***** 84 Yaşındaki Fas’lıya Polis kelepçesi Geçen Amsterdamlılar akıllara durgunluk veren bir polis muamelesine şahit oldular. Olay, 84 yaşındaki bir Faslı'nın polis tarafından zorla karakola götürülmesiydi. Motorlu polisler tarafından önce kimlik kontrolü yapılan Fas’lı, Hollandaca bilmediği için sorulara cevap veremeyinde, apar topar elleri arkadan kelepçelendi. İki polis eşliğinde, olay yerine gelen bir münibüse bindirilen Faslı, polis karakoluna götürüldü. Bu yaşananlar, o anda orada bulunan gençler tarafından akıllı telefon kamearalarına alınarak, sosyal medyaya verildi. Aynı gün olay akşam haberlerine de yansıdı. Olay, hukuki olarak belki doğrudur, kimlik gösteremeyince büroya götürülür. Ancak her haliyle masum olan bir adamın, yaşına bile saygı duyulmadan bu şekilde muameleye tabi tutulması kabul edilemez, hoş karşılanmaz. Polis teşkilatı her ne kadar özür dilemiş olsa da, bu muamele bize, hoşgörüsüz, önyargılı, saygısız ve insafsız daha doğrusu merhametin vicdanlardan kaybolduğunu gösterir. Bu olay bize bir defa daha insanlığın merhamet eğitimine ihtiyaç duyduğunu hatırlatmıştır. ***** HABERİ İLETEN: İlhan KARAÇAY