Pollyanna’yı Gururlandırmak “Sana bu mektubu, Artık senden mektup beklemediğimi söylemek için yazıyorum Pollyanna Son şiirini yazmaya cesaret edememiş bir şair olarak.” (Madak, 52). Hangimiz Pollyanna’ya mektuplar yazmadık, kitabının sayfalarını çevirip çevirip o saf mutluluğunun kaynağını aramadık ki? Didem Madak’a geri dönmediği gibi Pollyanna benim yakarışlarıma da karşılık vermedi. Dakikaları sayarak yatakta dönüp durduğum, ara sıra tavana ara sıra odadaki eşyalara uzun uzadıya baktığım o sonu gelmez gecelerde, Güneş doğunca her şeyin düzeleceğine inanamadım. Kendime “Yeni gün, yeni şans.” diyemedim. Belki de bu yüzden kaybettim. Pollyanna da benim kaybeden taraftan olduğumu sezmiş olacak ki hiç gelmedi bile benim o taraflara. Mutluluğunu getirmedi. Boşa harcağımdan korktu heralde. Muhtemelen de haklıydı. Bir insanın mutluluğu boşa harcayıp harcamayacağı konusunda aynı fikirde olmayabiliriz. Sorun değil. Zaten bütün insanlar aynı fikirde olsaydı ortada bir sorun olurdu. Bence mutluluk boşa harcanır, evet, çünkü değeri bilinmeyebilir, farkına varılmayabilir bizi az ilerde beklediğinin. Birbirimize söylemeyi çok sevdiğimiz o kalıplaşmış cümlelerden birisi de “Küçük anlardan zevk almasını bileceksin.”dir. Peki tam olarak ne demek bu küçük anlardan zevk almak? Birbirimize bunu tembih ederken gerçekten neyi kast ettiğimizi bilerek mi söylüyoruz? Bana böyle bir cümle söylendiğinde karşımdakinden daha fazla açıklama talep ederim. Onlar da genellikle bu veya buna benzer örnekler verirler: Güzel bir çiçek gördüğünde durup incele, kokla, dokun. Tanıdığın, tanımadığın herkese günaydın de ki hepinizin günü güzel geçsin. Yemeğini yavaş yavaş tadına vararak ye vs. Bunları yapmayı düşündüğünüzde bile içinizde bir umut yeşermiyor mu? Gidip kişisel gelişim, yemek tarifi ve yoga kitapları alarak yeni ve mutlu bir hayata yelken açmak istemiyor musunuz? Bunu size söylediğim için üzgünüm ama çoğumuz bu konuda başarısız oluyoruz. Hepimiz yeni yıl kararları alıyor, bir süre o ideal yaşam biçimini sürdürüyor ve sonunda başladığımız nokta olan o eski rahat koltuğumuza geri dönüp yeni yıl kararlarımızı başka bir yıl uygulamaya söz vererek rafa kaldırıyoruz. Ruhumun yaşlı olduğunu söyleyebilirsiniz ama ben bu durumdan yirmi birinci yüzyılı sorumlu tutuyorum. Diyelim ki çok güzel bir manzara gördünüz. Ne yaparsınız? Belki birkaç dakika bakar, ardından akıllı telefonunuzu çıkarır, birkaç fotoğraf çeker, filtreler ve sosyal medya hesaplarınızda paylaşırsınız. Yani eğer fotoğrafını çekmeyip de manzaraya yarım saat fazla baksaydık mutlu bir insan olacağımızı mı söylüyorsun? diyebilirsiniz. Hayır, kesinlikle öyle bir iddiam yok. Size mutluluğun kaynağını göstermeye çalışmıyorum. İstesem de yapamam çünkü Pollyanna ısrarla bana cevap vermiyor. Ama birkaç tahminde bulunabilirim. Bence sorun kalıplaşmış cümlelerimizin değişmemesinden kaynaklanıyor. Artık teknoloji çağında olduğumuzu kabullenmeli ve tavsiyelerimizi ona göre şekillendirmeliyiz. Birbirimize cep telefonuyla fazla zaman geçirme demenin ütopik ve bir o kadar saçma olduğunu görebilmeliyiz. Bu demek değil ki, beş yaşındaki çocuklar bütün günlerini bilgisayarın karşısında geçirsin, yemek yerken ağızları beş karış açık bir biçimde televizyona bakarken ne yediklerinin farkında bile olmadan ağızlarına yemekleri tıkılsın. Benim sözüm bize, yetişkinlere. Günlük hayatımızda mail atmak, fatuları ödemek, alışveriş yapmak ve haberlere takip etmek zorunda olanlarımıza yani. Ben diyorum ki mutlu olma ihtimalimizi boşa harcamayalım. Dünya olarak değişim içinde olduğumuzu kabul edelim. Tavsiyelerimizi ve kendimizi değiştirelim, geliştirelim. Neredeyse her gün, dünyaca, yeni kötü haberlere uyansak da umut edelim, birlik olalım. Kendi mutluluğumuzu bulmaya, Pollyanna’yı gururlandırmaya çalışalım. Bazen daha fazla devam etmek istemesek de çabalamaya devam edelim ki şairler son şiirlerini yazmaya cesaret edebilsinler ve Nâzım Hikmet’in dediği gibi “Çocuklar öldürülmesin, şeker de yiyebilsinler.” Kaynakça: Madak, Didem. “Pollyanna’ya Son Mektup”. (2002). Ran, Nâzım Hikmet. “Kız Çocuğu” (1956).