EBU HANİFE’NİN FIKIHTAKİ METODU İÇİNDEKİLER ÖNSÖZ V KISALTMALAR VII GİRİŞ (FIKIH KAVRAMI, ÖZELLİKLERİ VE BAZI FIKIH ISTILAHLARI) 1 BİRİNCİ BÖLÜM HAYATI, ŞAHİYETİ VE BAZI ALİMLERİN ONUN HAKKINDAKİ DÜŞÜNCELERİ A- EBU HANİFENİN HAYATI 7 1-Ebu Hanifenin Doğumu ve Nesebi 7 2-Ebu Hanifenin Yetiştiği Çevre 8 3-Ebu Hanifenin Vefatı 9 B-EBU HANİFENİM İLMİ ŞAHSİYETİ 10 1-Ebu Hanifenin Genel Olarak İlmi Yönü 10 2-İlme Merak Sarması 11 3-İlmi Olgunluğu ve Münazara Kuvveti 12 4-Önce Kelama Hevesi Sonra Fıkha Dönüşü 12 5-Hukuki Kabiliyeti (Fıkhi Melekesi) 13 6-Meşhur Üstadları 15 7-Ebu Hanifenin Yetiştirdiği Talebeler 16 a- Talebelerinin En Meşhurları 16 b- Talebelerinin Yetiştirdiği Talebeler 17 8-Ebu Hanifeye Nisbet Edilen Eserler C-BAZI ULEMANIN ONUN HAKKINDA SÖYLEDİKLERİ 17 18 İKİNCİ BÖLÜM HANEFİ MEZHEBİNİN TEESSÜSÜ VE HANEFİ FIKHI A- HANEFİ MEZHEBİ 20 1-Mezhebin Tanımı 20 2-Hanefi Mezhebinin Özellikleri 20 3-Hanefi Mezhebinin Kurucusu Ebu Hanife 20 4-Hanefi Mezhebinde En Güvenilir Fetva B- HANEFİ FIKIH KİTAPLARININ MERTEBELER 21 22 1-Mesâilü’l-Usûl 22 2-Mesâilü’n-Nevâdir 22 3-Vâkıâlar ve Fetvâlar 23 C-HANEFİ FIKHININ KAYNAKLAR 23 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM EBU HANİFENİN FIKHI VE FIKIHTA TAKİP ETTİĞİ USÛL A- EBU HANİFENİN FIKHI VE İSLAM HUKUNA HİZMETİ 24 1-Asıl Maksada Geçiş 24 2-Talebelerinin Onun Sözlerini Toplaması 24 3-Ebu Hanifenin Fıkıh Tedvinindeki Öncülüğü 25 4-Ebu Hanifenin Fıkıh İlmindeki Yeri 26 a-Önceki Fıkıhlara Bakarak Ebu Hanifenin Fıkhı 26 b-Ebu Hanifenin İbrahim en-Nehâi’nin Mukallidi Olmadığı 27 c-Ebu Hanife ve İbrâhim en-Nehâi Arasındaki Farklar 28 d-Takdîri Fıkıh ve Ebu Hanife 28 B-FIKHÎ METODOLOJİSİ 29 1-Kendi Sözleriyle Ebu Hanife ve Fıkhî Metodu 30 2-Talebe ve Çağdaşlarına Göre Ebu Hanife ve Fıkhî Metodu 32 a-Öğrencilerinin Gözüyle Ebu Hanife ve Fıkhî Metodu 32 b-Çağdaşlarına Göre Ebu Hanife ve Fıkhi Metodu. 33 C-FIKIHTA TAKİP ETTİĞİ USÛL 36 1-Aslî Deliller 36 a- Kitap 36 b- Sünnet 37 aa-Mahiyeti İtibarıyla Sünnet 37 ab-Sünnetin Kaynak Olarak Değeri 37 ac-Kitaba Göre Sünnetin Yeri 38 c- İcmâ 39 d- Kıyas 40 aa-Kıyasın Huccet Oluşu 41 ab-Kıyasın Rükunları 42 ac-Ebu Hanifenin Kıyası 42 2-Fer’î Deliller 44 a-Istıshab 44 b-Tahkim-i Hâl 44 c-Maslahat-ı mürsele 44 aa-Ebu Hanifenin Maslahat Prensibi 45 ab-Maslahat Prensibine Bağlı Bazı Örnekler 45 d-İstihsan 45 aa-İstihsanın Kısımları 46 ab-İstihsanın Huccet Oluşu 46 ac-İstihsan Temelinde Akıl ve Ebu Hanife 48 e-Örf ve Âdet 49 aa-Tarifi 49 ab-Sıhhat Yönünden Örf ve Kısımları 49 ac-Umum ve Husus Yönünden Örfün Kısımları 50 ad-Örfe Ne Zaman İtibar Edilir 51 ae-Ebu Hanifenin Örf ve İstihsanı Sık Kullanması 51 f-Sahabe Kavli 52 D-EBU HANİFENİN HABER-İ VÂHİDLE AMEL ETME ŞARTLARI 53 E-İSLAM HUKUKUNDA İÇTİHAD. 54 1-İçtihadın Şartları 55 2-Müçtehitlerin Sınıfları 55 a-Ashâbü’l Hadis 55 b-Ashâbü’l Re’y 55 SONUÇ aa-Re’yin Tanımı 55 ab-Ebu Hanife ve Arkadaşlarının Re’yi Kullanma Tarzı 56 ac-Muhafazakâr Bir Re’ycilik Teorisyeni: Ebu Hanife 58 60 BİBLİYOGRAFYA 64 ÖNSÖZ Cemiyet halinde yaşayan insanların bir takım münasebetlerini düzenleyen “hukuk” en eski içtimâi müesseseler arasında yer alır. Fıkıh (İslam Hukuku), dini ve içtimâi bir müessesedir. Din, semavi dinlerin bir basamağı olarak ortak unsurlar taşıdığı gibi, umumiyetle içtimâi müesseseler tesir, teessür ve tedricen tekâmül kanunlarına tâbidir. Bu kanun gereğince, fıkıh da kâmil olarak birden doğmamış, aksine tedricen doğmuş ve gelişmiştir. İslam dini, semâvi dinlerin sonuncusu ve en mükemmelidir. Hz.Muhammed (sav) bu dinin mübelliği ve hayata tatbik edicisidir. Onun devrinde vukû bulan ihtilaflar, onun vasıtasıyla çözüme kavuşmuştur. Hz.Peygamberin ahirete irtihalinden sonra Müslümanlar arasında meydana gelen yeni olayların çözümünde farklı görüşlerin ortaya çıkması, mezheplerin ortaya çıkmasının belirgin sebeplerinden biridir. Kur’an-ı Kerimin bütüncül yaklaşımı, mezheplerin ortaya çıkmasına tesir eden başka bir faktördür. Meselelerin halli için ortaya çıkan mezhepler farklı çözüm yolları önermelerine rağmen dini çerçeveyi taşmamışlardır. Hemen hemen hepsi Hz.Peygamberin farklı zamanlardaki farklı uygulamalarını örnek almışlardır. Ebu Hanifeyi anlatmaya hâcet yok. Kendisi İslam dünyasının ilk önemli düşünürlerinden birisidir. Bildiğiniz gibi fıkıhtan hadise, tasavvufa kadar çok yönlü bir düşünür olup, İslam dünyasında önemli bir yeri vardır. Ama bizim Türk dünyası için akîdede, fıkıhta vs. ayrı bir öneme sahip. Ebu Hanife hicri ikinci asrın yetiştirdiği en büyük şahsiyetlerden birisidir. Kaynaklarda aslının Kâbil tarafından, Afganistan’dan geldiği ifade ediliyor. Babası Irak bölgesine yerleşmiş. Ebu Hanife de Kûfe’de doğmuş, orada yetişmiştir. İlme başlarken önce, tefsir, hadis, kelam gibi farklı ilim dallarından birini tercihte tereddüt geçirdiği, en sonunda fıkıhta karar kıldığı şeklinde bir anlatım kaynaklarımızda yer almaktadır. Kelam ve fıkıh gibi iki dini ilmin ilk kurucusu olan İmam Âzam Ebu Hanife, Re’y-Fıkıh ekolü ile nazari fıkhın ilk temsilcisi olmasıyla diğer fıkıh imamlarından ayrılır. İslamı anlama ve yorumlamada nass’ın yanında akla ve zihniyete önem vererek aklı da dinin kaynaklarından biri saymıştır. Onun bu özelliği, çağının fakihleri tarafından eleştiriye tâbi tutulmuştur. Meselelere çözüm getirirken insan kişiliği ve onurunu ön planda tutan İmam Âzam Ebu Hanife, fıkıh ilmi açısından kendisinden öncekiler için bir toplayıcı ve kendisinden sonrakiler içinde bir yol gösterici durumundadır. Allah-u Teâlâ islamın yürürlük ve bekâsını iki esasa bağlamıştır: Cihat ve Fıkıh (Tevbe 9/122), en büyük cihadın da Kur’an’la yapılmasını beyan buyurmuştur. (Furkan 25/52). Fıkıh ise, her zaman ve mekanda islamı canlı ve yaşanabilir kılma bilgi ve melekesidir. “İmam Âzam Ebû Hanife’nin Fıkıhtaki Metodu”nu araştırdığımız bu çalışmamızda teferruata inmeden konuyu, “Giriş” hariç üç bölümde ele aldık. Giriş kısmında genel olarak Fıkıh Kavramı, Fıkhın özellikleri ve bazı Fıkıh Istılahlarına değindik. Birinci bölümde, Ebu Hanifenin doğumu, nesebi, yetiştiği çevre ve vefatı ile özellikle İlmi Şahsiyetini inceledik. İkinci bölümde, Ebu Hanifenin kurucusu olduğu Hanefi Mezhebinin genel özelliklerine, mezhepte fetva noktasındaki otoriteye, Hanefi fıkıh kitaplarının mertebelerine ve Hanefi fıkhının kaynaklarına temas ettik. Çalışmamızın asıl konusunu teşkil eden Ebu Hanifenin fıkhı, fıkıhta takip ettiği usülü fetva verirken esas aldığı ilkeleri anlattık. Bu incelemelerde asıl maksat ve birinci gayemizde zaten buydu. Bu işe evvela; Hüküm çıkarırken kayıtladığı umûmi usülleri, fıkıhtaki metodunu beyan etmekle başladık. Zira bunlar, onun ahkamda açtığı çığırı, içtihat yolunu gösterir. Bunları uzun boylu tafsilata dalmadan anlattık. İşte böylece asıl maksadımız olan Ebu Hanifenin Usül ve Metodunu inceledik. İslam tefekkür tarihinin teşekkülünde büyük katlıları olan İmam Âzam Ebu Hanifenin fıkhî yönünü araştırırken bu konuda te’lif edilmiş eserlerin müelliflerinden ölenlerini rahmet, hayatta olanları da minnetle anar, bu çalışmam esnasında katkısı bulunan arkadaşlarıma ve tez danışman hocam İdris BOZKURT’a teşekkürlerimi bir borç bilirim. Ömer ÇOBAN Trabzon 2003 KISALTMALAR (´) a.g.e. a.g.m a.s. a.y. b. bkz.. c. çev. D.İ.B. h. Hz İ.A. İ.A.D. İst. K. Krş. md. m. Muh Nşr. ö. r.a. s.a.v. s. T.D.V. TEK-DAV thk. trc. Ts. v. vb. vd. vs. : Ayn ve Hemze : Adı geçen eser : Adı geçen müellif : Aleyhi’s Selam : Aynı yer : İbn, oğul, oğlu : Bakınız : Cilt : Çeviren : Diyanet İşleri Başkanlığı : Hicri : Hazreti : İslam Ansiklopedisi : İslami Araştırmalar Dergisi : İstanbul : Kitap : Karşılaştırınız : Madde : Miladi : Muhammed : Neşreden : Ölümü : Radiyallahu anhu : Sallahu aleyh ve’s selem : Sayfa : Türkiye Diyanet Vakfı : Türkiye Ekonomik ve Kültürel Dayanışma Vakfı : Tahkik : Terceme : Tarihsiz : Vefatı : Ve benzeri : Ve devamı : Ve saire GİRİŞ FIKIH KAVRAMI, ÖZELLİKLERİ VE BAZI FIKIH ISTILAHLARI A-FIKIH KAVRAMI 1-Fıkhın tanımı: Lugatta “anlayış” manasına gelir. Şer’i ıstılahta Ebu Hanife, fıkhı şöyle tarif etmiştir: “Kişinin leh ve aleyhinde olanı bilmesidir.” 1 Bilmek, cüzlerin delillere dayanılarak bilinmesidir. Bilmekten murat ise sebebidir. Oda kaidelerin defalarca incelenmesi ile hasıl olan melekedir. Bu tarif umumidir. İmanın gerekliliği vb. gibi itikadi hükümleri, vicdani (ahlak ve tasavvufu) hükümleri; namaz, oruç ve alış veriş gibi ameli hükümleri içine alır. Fıkh-i Ekber de budur. Leh ve aleyh ifadeleri Ebu Hanife de hukukun özünü oluşturur. Leh kelimesi kişinin hak ve yetkilerini; aleyh kelimesi de sorumluluk ve yükümlülüklerini ifade eder. Ebu Hanife’ye isnad edilen bu tanımı, leh ve aleyh kavramlarına yüklenen hak ve sorumluluk konsepti ile temellendirdiğimizde, fıkhı: “kişinin hak ve yetkilerini; yükümlülük ve sorumluluklarını bilmenin ilmi” şeklinde tanımlamış oluruz ki, ancak bu tanım ile leh ve aleyh tanımları amacına uygun anlam içeriğine kavuşmuş olur. 2 2- Ahkam’ın manası: “Hükm” ün çoğuludur. Hüküm, Hakim ve Şâri’nin talep ettiğidir. Yahut Allah Teâla’nın mükelleflerin fiilleri ile alakalı olarak iktiza ve tahyir veya vaz’a delalet eden hitabıdır. Fakihlere göre hitap, üzerine terettüp eden eserdir. Namazın icabı, katlin haramlığı, yiyip içmenin mubahlığı ve namaz için abdestin şart koşulması gibi.3 Ameli, niyet gibi kalbe müteallik veya insanın yaptığı okuma, namaz vb. iç ve dış organlarla yapılan kalbi olmayan amellerdir. Bununla ilmi ve itikadi hükümler tarifin dışına çıkmaktadır. 3- Fıkhın konusu: Namaz gibi yapılması veya gasp gibi terk edilmesi istenen yada yemek gibi muhayyer bırakılan mükellefin fiilleridir. Molla Hüsrev, Muhammed b. Feramuz, Mir’at’u-l Usül Şerhu Mirkati’l-Vusûl, Şirketi sahafiyeyi osmaniye, İst., 1308, C: I, s. 44 2 Dağcı Şamil, İslamî Araştırmalar 2002, Ebu Hanife Özel Sayısı, sayı 1-2, s.311 3 Vehbe Zuhayli, İslam Fıkıh Ansiklopedisi, Aksa Yayınları, İst.1990, 10 c., C: 1, s.18 1 4- Fıkhın özellikleri: Fıkıh, şeriatın ameli yönüdür. Şeriat, Allah Teala’nın kulları için koyduğu bütün hükümlerdir. Bu Kur’an ve Sünnetle olabilir. Bu hükümler ya itikatla ilgilidir ki, ilmi kelam veya ilmi tevhid sahasına girerler veya ameli şekli ile alakalıdır. Bununla da fıkıh ilmi ilgilenir. Fıkhın gelişmesi, Rasülüllah (sav) in hayatında ve sahabe asrında tedricen başladı. Ashab arasında erken çıkıp gelişmesinin nedeni, insanların, yeni olayların hükümlerini bilmeye olan şiddetli ihtiyaçları idi. İnsanların sosyal ilişkilerini tanzim, her insanın hak ve görevlerinin bilinmesi, yeni çıkan maslahatların yerine getirilmesi, köklü ve sonradan çıkan zarar ve musibetlerin de giderilmesi açısından fıkha olan ihtiyaç her zaman için var ola gelmiştir.4 B-İSLAM FIKHININ ÖZELLİKLERİNDEN BAZILARI:5 1-Esasının ilahi vahiy olması, Kur’an ve Sünnetten kaynaklanması. Fıkhı, beşeri kanunlardan ayırıcı bir özelliktir. 2-Hayatın bütün gerçeklerine şamil olması. Mükelleften çıkan söz, fiil, akit ve tasarruflarla ilgili olan fıkıh, yani ameli hükümler iki türü içine alır. Birincisi, ibadet hükümleri; taharet, namaz, oruç, zekat, hac, adak, yemin ve bunlar gibi insanın Rabbiyle olan alakasının tanzimini amaçlayan hükümlerdir. İkincisi, muamelat; akitler, tasarruflar, ukubat(cezalar), cinayetler, tazminatlar ve diğer fert veya cemaat olarak insanların birbirleri ile ilişkilerinin tanzimini amaçlayan hükümlerdir. Bu hükümlerde şu kısımlara ayrılır; (1)- Ahval-i Şahsiye (2)- Medeni Ahkam (3)- Cinayet Ahkamı (4)- Davalar veya Medeni ve Cinâi Hükümlerin İcrası ile İlgili Ahkam (5)- Anayasa Ahkamı (6)- Devletler Hukuku Ahkamı (7)- İktisadi ve Mali Ahkam 3- Helal ve Haram yönünden dini bir vasıf alması: Fıkhı beşeri kanunlardan ayıran en önemli özelliklerden biride muamelatla ilgili her fiil ve tasarrufta haram ve 4 5 Vehbe Zuhayli, İslam fıkıh Ansiklopedisi, C: I, s.19 Vehbe Zuhayli, a.g.e., C: I, s. 19-24 helal mefhumunun bulunmasıdır. Bu noktadan çıkarak muamelat hükümleri iki nitelik taşır. (1)- Dünyevi hüküm: Fiilin veya tasarrufun dış görünümüne göre bina edilir. (2)- Uhrevi Hüküm: Şahısla Allah arasındadır. Fiil ve tasarruf başkalarından gizlenmiş olsa bile hakikati ve gerçeği üzerine bina edilir. Bu ayrımın neticesi, mesela boşanma, yeminler, borçlar, ibrâ ve ikrah vb. hususlarda ortaya çıkar. Buna göre de Hakimin vazifesi, müftünün vazifesinden ayrılmaktadır. Hakim, sadece dış görümüne göre hükmünü verir. Müftü ise aynı zamanda zâhiri ve bâtını göz önüne alır. 4-Fıkhın ahlakla irtibatı: Din ve ahlak, uygulama ve tatbikatta beraber, içiçe olursa, fert ve toplumun iyiliğini ve aynı zamanda saadetini gerçekleştirir. Ahiret dünyasında ebedi nimetlere giden yol açılır. Nitekim eski zamanlardan beri ebedileşme, beşeriyetin arzusu ve emelidir. Böylece fıkhın gayesi, hali hazırda ve gelecekte insanın hayrı, dünya ve ahirette mutluluğu olmaktadır. Din ve ahlaktan etkilenmek daha fazla fıkha uymaya , ona daha fazla saygı ve itaate götürür. 5-Cezanın dünyevi ve uhrevi olması: Dünyevi ceza, miktarı belli cezalar (hadler) ve miktarı belirsiz cezalar(ta’zirler) dır. Bunlar insanın zahir fiilleri ile konulmuştur. Uhrevi cezada kin, haset, güzel bir kılıfa büründürerek başkalarına zarar verme kastı gibi zahiri olmayan kalbi ameller için konulmuştur. Fıkıhta mükafat, müspet ve menfidir. Müspettir, çünkü yasaklardan, günahlardan uzaklaşma ve yapmamaya sevap vardır. Kanun ise hükümlerine uyulması halinde bir sevap takdir etmezken, muhalefet edildiğinde cezalar vermekle yetinir. 6-Fıkıh hem ferdin hem de toplumun maslahatlarını gözetir. Fıkıhta aynı anda ferdin ve toplumun maslahatlarını birinin diğerine üstünlüğü olmadan gözetme özelliği vardır. Yine de iki maslahat çatıştığında toplumun maslahatı ferdin maslahatına tercih edilir. Nitekim iki ferdin maslahatının çatışması halinde de zarar etme ve zarar verme yoktur. 7-Fıkıh bekâ ve sürekli tatbike uygundur. Fıkıh, zamanın ihtiyaçları, insanlığın hayrı, zaman ve mekan olarak muhtelif çevrelerin durumuna göre hüküm şeriatın maksatları ve sahih esasları çerçevesinde kaldığı müddetçe değişme ve gelişme kabul eder. Buda muamelatta olur. Akaid ve ibadetlerde olmaz. “zamanların değişmesiyle ahkamın değişmesi” kaidesinden kastedilen de budur. 8-Fıkhın hazırlanması ve ona giden yolların açılmasındaki gaye: Ferdi sahada ve her İslam ülkesinde kanunları fıkıhtan alarak resmi çapta ondan tam manasıyla yararlanmadır. Çünkü fıkhın gayesi, insanın hayrı ve iki dünyada da mutlu edilmesidir. Ama mevcut kanunların gayesi toplumun mücerret istikrarıdır. C-FIKIH ISTILAHLARI: Fıkıh ilminde çeşitli sebeplerle kullanılan yaygın, belli ıstılahlar vardır. 6 Nitekim mezheplerde kitapları hakkında kullanılan ıstılahlar vardır. Bunlar mezhepteki tercih edilen görüşü alma yolunu belirtir. Buda “Resmü’l-Müfti” diye bilinir. İbni Âbidin’in de “Resmü’l-Müfti” diye bir risalesi vardır. 1-Genel Fıkıh Istılahları: Fıkhi veya Usuli genel ıstılahlar vardır: Farz, vacip, mendup, haram, tahrimen mekruh, tenzihen mekruh, mubah; bunlar Hanefi usulcülerine göre Teklîfi hükmün7 çeşitleridir. Vacib’e eda, kaza ve iade de ilave edilir. Rukün, şart, sebep, mâni, sahih, fasit, azimet, ruhsat da usulcülere göre vaz’î hüküm8 çeşitleridir.9 a-Farz: Şeriatın yapılmasını Kat’i bir delille kesin olarak istediği şeydir. Kur’an-ı Kerimle sabit olan, İslamın beş şartı gibi. Farzın hükmü; Yapana sevap, terk edene ceza vardır. İnkar eden tekfir edilir. b-Vacip: Şeriatın şüphe bulunan zanni bir delille kesin olarak yapılmasını istediği şeydir; Fıtır sadakası, vitir ve iki rekat bayram namazları gibi. Hükmü; farz gibidir. Ancak inkar eden tekfir edilmez. c-Mendup ve sünnet: Yapanın övüldüğü, terkedenin zemmedilmediği şeylerdir. Borcun (senet, çek, vs.) yazı ile güvene alınması gibi. Hükmü; Failine sevap vardır, terk eden cezaya uğramaz. Istılah: Bir grup alim arasında bir lafzın muayyen bir mana için kullanılması, lugatta “dua” manasına gelmesine rağmen, “salat” kelimesinden muayyen söz ve fiillerle hususi bir şekli (namazın) kastedilmesi gibi. Bkz. ERDOĞAN Mehmet, Fıkıh ve Hukuk Terimleri Sözlüğü, Rağbet Yayınları, İst., 1998 7 Teklîfi hüküm: Mükelleften fiilin talebini yada fiilden el çekmesini veya fiil ve terk arasında seçimini gerektiren hükümdür. Teklîfi denmesi de fiil yada fiilin terki veya ikisi arasında muhayyerlik ihtiva etmesindendir. Bkz. Erdoğan, a.g.e. 8 Vaz’i Hüküm:Bir şeyin bir şeye sebep veya ona şart yahut ona engel; yada sahih, fasit yahut azimet, ruhsat olarak konmasını gerektiren şeydir. Vaz’î denmesi sebep- müsebbep içindir, şart- meşrut içindir gibi birbiri ile içiçe şeyleri koymayı gerektirdiğindendir. Bkz. Erdoğan, a.g.e. 9 Vehbe Zuhaylî, İslam Fıkıh Ansiklopedisi, s.41-47 6 d-Haram: Şeriatın terkini kesin ve bağlayıcı olarak istediği şeydir; Öldürmenin, içki içmenin, zina ve hırsızlığın haramlığı gibi. Hükmü; Kaçınmanın gerekliliği ve yapanın cezalandırılmasıdır. Haramı inkar eden tekfir edilir. e-Tahrimen Mekruh: Şeriatın terkini zanni bir delille kesin ve bağlayıcı bir şekilde istediği şeydir; Başkasının satışı üzerine satış, nişanı üzerine nişan gibi. Hükmü; Terk edilmesinde sevap yapılmasında ceza vardır. f-Tenzihen Mekruh: Şeriatın terkini kesin olmayan ve cezadan söz etmeyen bir yolla istediği şeydir. Savaşta, ihtiyaç anında at etinin yenebileceği gibi. Hükmü; Terk edene sevap, yapana da azap yoktur, kınama vardır. g-Mubah: Mükellefin yapmakla terk etmek arasında serbest bırakıldığı şeylerdir. Yemek- içmek gibi. Hükmü; Yapılmasında veya terkinde sevap veya ceza yoktur. h-Sebep: Hükme münasip olsun veya olmasın hükmün onunla bulunduğu şeydir. Münasibe misal: Sarhoş etmek içkinin haramlığına sebeptir. Çünkü aklın kaybolmasına götürür. Münasip olmayana misal: Güneşin zevali öğle vaktinin vücubu için sebeptir. k-Şart ve Rükun: Şart, hükmün var olması kendisinin var olmasına bağlı ve onun hakikatından hariç olan şeydir. Abdest namazın şartıdır. Fakat namazdan hariçtir. Rükun, bir bütünün varlığı kendisine bağlı olan ve onun hakikatinde veya mahiyetinden bir cüz olan şeydir. Rükû, namazdan bir rükun dur. Çünkü ondan bir cüzdür. m-Mani: Bulunmasından ötürü hükmün yokluğu yada sebebin batıllığı gereken şeydir. Mesela: Baba olmak kısas edilmeye manidir. n-Sıhhat, batıl, fesat: Sıhhat, şeriatın emrine muvafakat etmek demektir. Sahih, şer’i rükun ve şartlarını tam olarak bulundurandır. Gayr-i Sahih, şer’an istenen rükun ve şartlarını bulundurmayandır. Batıl, akdin aslında bir pürüz bulunan şeydir. Satışın deli bir çocuktan sadır olması gibi. Fasit, noksanlığın akdin vasıflarından bir vasıfta bulunmasıdır. Şahitsiz evlilik gibi. r-Edâ, Kaza ve İade: Eda, vacibin şer’an takdir edilmiş vaktinde yapılmasıdır. Kaza, vacibin vakit bittikten sonra yapılmasıdır. İade, vacibin ikinci defa vaktinde tekrarıdır. Namazın cemaatle iadesi gibi. 2-Hanefi Mezhebinin Istılahları: a-Zahir-ur Rivaye: Bununla yaygın ve galip olarak Hanefi mezhebinin üç imamının (ebu Hanife, Ebu Yusuf, İmamı Muhammed) sözü kastedilir. b- İmam: Ebu Hanife’dir. Şeyhayn: Ebu Hanife ve Ebu Yusuf kastedilir. Tarafeyn: Ebu Hanife ve İmamı muhammed kastedilir. Sahibeyn (imameyn): Ebu Yusuf ve İmamı Muhammed kastedilir. Es-Sâni: Ebu Yusuf Es-Sâlis: İmamı Muhammed Lehû: Ebu Hanife’nin görüşü. Lehümê:(indehümê, mezhebühümê): Ebu Yusuf ve İmamı Mıhammed’in görüşleridir. Ashâbünâ: Meşhur üç imamımız (ebu Hanife, Ebu Yusuf, İmamı muhammed) kastedilir. Meşâyih: İmam Ebu Hanife’nin devrine yetişemeyenler kastedilir. c-Ebu Hanife ve ashabının Zahir-ur rivaye’de ittifak ettikleri ile kesin fetva verilir. İhtilaf ederlerse İmam Ebu Hanifenin görüşü ile fetva verilir. d-Bir meselede İmamın rivayeti yoksa, sırasıyla; Ebu Yusuf, Muhammed, Züfer ve Hasan b. Ziyad’ın görüşü ile fetva verilir. e-Bir meselede Kıyas ve İstihsan varsa, -meşhur yirmi iki mesele hariç- amel İstihsana göredir. f-Mütün: (Hanefi mezhebinin muteber metinleri kastedilir.), Muhtasar-ul Kudûri, el-Bidaye, en-Nihaye, el-Muhtar, el-Vikaye, el-Kenz, el-Mültega gibi. Bunlar Zahir’ur-Rivaye ve Mutemet görüşlerin nakli için te’lif edilmiştir. g-Tashih ve Fetva çelişirse, evlâ olan metinlere muvafık olanla amel etmektir. h-Müftü ve Kadı ayrımı olmadan, kendi hakkında da olsa zayıf rivayetle amel caiz değildir. (Müftü, şer’i hükmü haber verir. Kadı ise, onunla hükmeder.) j-Telfik yoluyla çıkan hüküm Hanefilere göre bâtıldır. Amelden sonra taklitten dönmekte batıldır.10 10 Vehbe Zuhayli, İslam Fıkhı Ansiklopedisi, s.45-47 I. BÖLÜM A-EBU HANİFENİN HAYATI 1-Ebu Hanife’nin Doğumu ve Nesebi: Tam adı; Numan b. Sabit b. Zevta b. Muhammed, Ebu Hanife künyesi ile meşhur olup, İmam-ı Azam (Büyük İmam) lakabıyla bilinen imamımız mutlak müctehid ve Hanefi mezhebinin kurucusudur. Ebu Hanife Onun künyesi olarak zikrediliyorsa da Hanefi adında bir kızının olmadığı ve hatta oğlu Hammad’dan başka çocuğu olmadığı bilinmektedir. Bu şekilde anılması ıraklılar arsında “Hanife” denilen bir tür divit veya yazı hokkasının devamlı yanında taşıması veya “Hanif” kelimesinin sözlük anlamından hareketle haktan ve istikametten ayrılmayan bir kimse olarak izah edilmiştir. Ebu Hanife h. 80/ m. 699 yılında Kufe’de doğduğu hususunda tarihçilerin çoğu görüş birliğindedir. Her ne kadar farklı görüşler de olsa bile Numan ve ailesinin Arap olmadığı kesindir. Onun Farisi veya Türk olduğu şeklinde değişik görüşler vardır. 11 Nesebi konusunda da değişik rivayetler vardır. Babası Sabit, dedesi Zevta olup Kabil ahalisindendir. Farislidir. Araplar oraları fethedince esir düşmüş, Teymoğullarına köle olarak verilmiş, sonra azat olmuştur. Nesebi konusunda torunu ve oğlu Hammad’ın oğlu Ömer’in rivayeti böyledir. Fakat diğer torunu İsmail, yani Ömer’in kardeşi ise dedesi Ebu Hanife’nin nesebini şöyle zikrediyor: “Merzdan (serhat muhafızı) oğlu Numan oğlu Sabit oğlu Numan” atalarında kölelik bulunmadığını yeminle söylüyor. Bu konuda sonuç olarak şunu diyebiliriz ki; Dedesi ister köleliğe düşmüş olsun, Ebu Hanife hür bir babadan hür olarak doğmuştur. Her ne kadar bazıları, araştırmacıların kabul etmediği güvenilir olmayan rivayetlerle babasının da köle düştüğü zannına kapıldılarsa da köle düşmesi, Ebu Hanife’nin ilmine ve mevkine, şeref ve kadrine hiçbir noksanlık getirmez. Peygamberimiz (sav) de, üstünlüğün sadece takvada olduğunu tekrar tekrar dile getirmiştir. Ebu Hanife’nin kendi 11 Mustafa Uzunpostalcı, “Ebu Hanife”, İslam Ansiklopedisi, T.D.V. Yayınları, İst., C: 10, s. 131 başından kölelik geçse bile bunun ne önemi var? Onun şerefi nesepten ve maldan gelmiyor. O şöhretini, haiz olduğu menkıbeler, izzet-i nefs, akıl ve takvadan alıyor. Asıl şeref işte bunlardadır.12 2-Ebu Hanife’nin Yetiştiği Çevre: Ebu Hanife’nin Kufe’de yetiştiğini daha önce belirtmiştik.Kufe hicretin 17.yılında yani Hz.Ömer zamanında kurulmuştur.13 Sonraları büyük gelişme gösteren yeni şehrin methi, etrafa yayılınca buraya gelenlerin sayısı her gün biraz daha artmıştır. 14 Irak çeşitli kavimlerin, cemaatlerin kaynaştığı yerdi. Çünkü orası eski medeniyetlerin yatağı idi. Süryaniler orada yayılmışlardır. İslamdan önce orada değişik mektepler kurulmuştur. Bu okullarda yunan felsefesi, İran hikmeti okunuyordu. Yine İslam’dan önce burada akidevi konularda birbirleriyle mücadele eden Hıristiyan mezhepleri vardı. İslamiyet’ten sonrada çeşitli milletler ve dinler burada var olmaya devam etti. Ara sıra karışıklıklar, fitneler oluyor, siyasi fırkalar birbirleriyle mücadele ediyorlardı. Şia, Havaric ve mu’tezile gibi fırkalar burada ortaya çıkmıştır.15 Diğer yandan fetih maksadıyla Hicaz yarımadasından ayrılan birçok sahabe, Irak bölgesine yerleşmiş,Kufe ve Basra’nın önemli bir yerleşim merkezi haline gelmesiyle de buralara gelen sahabe sayısında artış olmuştur. Hz.Ali (r.a) zamanında hilafet merkezinin Medine’den Kufe’ye nakledilmesi,buranın önemini fazlasıyla artırmıştır.Ali b.Ebi Talib, Abdurrahman b.Mes’ud, Sa’d b.Ebi Vakkas, Ebu Musa el-Eşari Muğire b.Şube, Ammar b.Yasir ve Enes b.malik gibi büyük sahabelerin buraya yerleşmesine sebep olmuştur.Hz.Ömer (r.a),Kufe ehline yazdığı mektupta:”İslam’ın merkezine “tabirini kullanarak orada bulunan ilim sahibi Sahabe ve Tabiin büyüklerine işarette bulunmuştur.Nitekim İbn Ebu Zehra, Muhammed, Ebu Hanife, Çev. Osman Keskioğlu. D.İ.B.yayınları, Ank. 1999, III. Baskı, s.23-24 13 el-Hamevi, Şihabuddin Ebu Abdillah Yakut b. Abdillah, Mu’cemu-l Buldan, 5 c., Dâru Ihyâi’tTürasil-Arabi, Beyrut, 1979, C: IV, s.491 14 Taberi, Ebu Cafer Muhammed b. Cerir, Milletler ve Hükümdarlar Tarihi, 4 c., (Çev. A.Temir, Z.Kadiri Ugan), Maarif Basımevi, İst., 1958, C: IV, s.71 15 Ebu Zehra, Ebu Hanife, s.30 12 sa’d, yetmiş Bedir ashabının,üç yüz kadar da şecere-i Rıdvan ashabının Kufe’ye yerleştiğini söyler.16 İşte Ebu Hanife, eski kültür ve medeniyetlerin yatağı ,yeni dinin ve onun azim ve şevk dolu saliklerinin yerleşim merkezi olan böylesine hareketli bir ülkede ve onun gelişmeye müsait bir şehri olan Kufe’de doğdu ve yetişti. 3-Ebu Hanife’nin vefatı: Ebu Hanife’nin ölüm tarihi belli olmakla beraber nasıl öldüğü veya öldürüldüğü hususunda değişik rivayetler vardır.Ölüm tarihinin h.150 olduğunda kaynaklar müttefiktir.17 Ebu Hanife’nin Halife Ebu Cafer el-Mansur’un Kadı’lık teklifini kabul etmeyince kırbaçlandığı ve hapse atıldığı kaynaklarda zikredilmektedir.Fakat onun hapisteyken mi yoksa çıktıktan sonra mı öldüğü ihtilaflıdır.Hatib Bağdadi ;”Sahih olan onun hapisteyken öldüğüdür.”diyor.18 Bununla beraber Ebu Hanife’nin hapisten çıktıktan sonra zehirlenerek öldürüldüğü hususunda rivayetler de vardır.19 Ebu-l Arab Muh.b. Ahmed b.Temim et-Tirmizi (ö.333), “Kitab-ül Mihen”adlı eserinin, “İnsanların ileri gelenlerinden ve Ulemadan zehirlenenlerin beyanı” başlığını taşıyan bölümünde, Ebu Hanife’nin zehirlenmesiyle ilgili şu bilgiyi verir: “Bana ulaştı ki, Ebu Hanife, Ebu Cafer el-Mansur’un talebi üzerine yanına gitti, içeri girdi.Mansur onun için zehirli süt hazırlatmıştı.Ebu Hanife yanına oturunca Mansur sütü getirterek içmesini istedi. Ebu Hanife şöyle: ‘Ben yaşlı bir adamım, bu süt benim mideme dokunur. Benim gibi bir kimse süt içemez’. dedi Ebu Cafer içeceksin diye ısrar edince Ebu Hanife de içti. Sonra izin almadan Mansur’un yanından kalktı. Mansur, Kufe’ye yerleşen Sahabelerle ilgili geniş bilgi için bkz. İbn Sa’d, Muhammed b. Sa’d ez-Zühri, etTabakâtü’l-Kübrâ, 9 c., Dâru Sâdır, Beyrut, 1968, C: VI, s.5 vd. 17 İbn Sa’d, Tabakât, C: VI, s.368-369 18 el-Hatip el-Bağdadi, Ebu Bekr Ahmed b. Ali b. Sabit, Târihu Bağdât ev Medinetü’s-Selam, 14 c., Dâru’l-Kütübi’l-Arabî, Beyrut, ts., C: XIII, s.326-328. 19 Ez-Zehebi, Şemsüddin Ebu Abdillah Muhammed b. Ahmed b. Osman, Siyeru A’lâmi’n-Nübelâ, 23 c., (Thk. Şuayp el-Arnavut ve diğerleri), Müessesetü’r-Risale, Beyrut 1982, C: VI ,s.403; elKureşi, Muhyiddin Ebi Muhammed Abdülkadir b. Muhammed, el-Cevâhiru’l-Mudıyye fî Tabakâti’l-Hanefiyye, 4 c., (Thk. Abdülfettah Muhammed el-Hılv), Riyad 1978, C: II, s.502 16 “Nereye gidiyorsun?” deyince, Ebu Hanife; ‘Gönderdiğin yere’ diye cevap verdi, yanından çıktı ve bu süt yüzünden öldü.20 Ebu Hanife’nin cenazesi altı kere kılınmış ve izdihamdan dolayı ikindi namazına kadar defnedilememiştir.Cenazesi vasiyeti üzerine Bağdat’ta Hayzuran Kabristanı’nın doğu tarafına defnedildi.21 Yirmi gün boyunca insanların kabri başında namazını kılmaya devam ettikleri ,bu arada Halife Mansur’un kabri başına gelip namazını kıldığı rivayet edilmektedir.22 B-EBU HANİFE’NİN İLMİ ŞAHSİYETİ 1-Ebu Hanifenin Genel olarak ilmi yönünü Ebu Hanife Dört Mezhep İmamından biri olup hukukçu yönü ile ele aldığımız takdirde ,onu gerçek anlamda bir hukukçu olarak takdim etmemiz gerekir.İslam dünyasında o en büyük müctehid ve mütefekkir sıfatını haklı olarak elde etmiş bir fakihtir. Dünyada Ebu Hanife kadar ictihatta bulunmuş ,onun kadar aklı dinde kullanmış bir başka alimin bulunmadığını söylemek herhalde mübalağa olmaz.Onun fıkhını incelediğimiz zaman bu özelliğin birinci planda ortaya çıktığını görmemek mümkün değildir.Bu yönden baktığımız takdirde İslam dünyasında gerçek anlamda tek bir hukukçunun bulunduğunu ve henüz dünyada gereği gibi anlaşılamadığını söylemek sadece onun hakkını vermektir.İslam dünyası,özellikle Hanefi dünyası Ebu Hanife’yi bazı menkıbelerinden ve uydurulmuş sufi kişiliğinden tanımaktadır.Oysa onu gerçekten tanımanın yolu düşünce sistemini incelemekten ve içtihatlarını tanımaktan geçer.Bu açıdan Ebu Hanife Hanefi dünyasında meçhul kaldığını söylemek mübalağa olmaz.23 Ebu-l Arab, Muhammed b. Ahmed b. Temim, Kitab-ül Mihen, (Thk. Yahya Vehib el-Cebburi), 1. Baskı, Beyrut, 1983, s.255 21 ez-Zehebi, Menakıbu’l-İmam Ebî Hanife ve Sâhibeyhi Ebi Yusuf ve Muhammed b. el-Hasen, (Thk. M.Zâhid el-Kevseri-Ebu’l-Vefâ el-Afgâni), Lecnetü İhyâi’l-Meârifi’n-Numâniyye, 3.Baskı, Beyrut 1408 h., s.30 22 es-Saymeri, Ebu Abdillah Hüseyin b. Ali, Ahbâru Ebi Hanife ve Ashâbihi, Âlemu’l-Kütüb, 2.Baskı, Beyrut 1985, s.93 23 Yavuz Yunus Vehbi, İslami Araştırmalar, Ebu Hanife özel sayısı, 2002, sayı: 1-2, TEK-DAV, s.1 20 2-İlme Merak sarması: Numan b.Sabit küçük yaşta Kur’anı Kerimi hıfzetti.Kıraati yedi kurradan biri olarak tanınan imam-ı Asımdan aldığı rivayet edilir.Numan gençliğini ticaretle geçirdikten sonra imam Şa’bi’nin (20/104) tavsiye ve desteğiyle öğrenimine devam etti.Arapça,Edebiyat,Sarf,Nahiv ve Şiiri öğrendi.Yetiştiği Kufe şehri ve bütün Irak bölgesi Müslim ve ğayrimüslim birçok düşüncenin ,itikadi fırkaların bulunduğu, itikatla ilgili ateşli tartışmaların yapıldığı Rey Ehlinin yerleştiği bir şehirdi.Numan b.Sabit’i ,Şa’bi’nin ilme teşvik etmesi ve ona;”İlim ve ulema ile görüşmeyi sakın ihmal etme.” Gibi sözleri Ebu Hanifenin hayatında dönüm noktası olmuştur.Bundan böyle ticaret işini ortağı Hafs b.Abdurrahman’a devrederek ,arasıra dükkana uğrayarak ,asıl işi ilim meclislerine devam etmek olacaktır.O zaman Numan henüz yirmi yaşındadır.24 Ebu hanifenin yüzünde keskin zeka işaretleri ,kuvvetli fikir emareleri okunurdu.O derece ki onu görenlerin dikkatini çekerdi. Acaba onun ilmi meyli ,fikri yönelişi hangi yöne daha fazla idi? Ulema ile görüşmesi nasıldı? Öyle anlaşılıyor ki Irakta hakim olan fikir havasının içinde bulunduğundan muhtelif zümrelerin yaptığı münakaşalara oda karışırdı.Bazı derneklerde,toplantılarda,hatta çarşı pazarda tesadüfen bazı kimselerle münakaşa yapıyor,sapık fırkalarla mücadele ediyor ve böylece kendini de gösteriyordu. Bu halle Şa’bi ve Talebelerinin dikkatini çekti.Anlaşılıyor ki onun fikir ve görüşleri ,Ehli sünnet ve-l cemaat görüşüne uygundu.Kelam meselelerine dalmış, birçok grup ve sapıkların başlarıyla münakaşa ve mücadele etmiştir.Bu bize onun gençliğinde Kelam İlmiyle meşgul olduğunu izah etmektedir.25 Ebu Hanife yaptığı münazara ve münakaşalarda ,Hz.Peygamberden sahabeye ve sonraki nesillere intikal eden ve o dönemin Müslümanlarının çoğunluğunca da benimsenen itikadi esasları savunmayı gaye edinmiştir.Onun bu alandaki görüşleri zamanla daha belirgin hale gelecek olan Ehli-sünnet anlayışının şekillenmesine önemli ölçüde yardımcı olmuştur.26 Ağırakça Ahmet-Kızılırmak Said, Şamil İslam Ansiklopedisi, “Ebu Hanife”, Şamil Yayınları, İstanbul, 6 c., C: II ,s.16 25 Ebu Zehra, Ebu Hanife ,s.31-32 26 Mustafa Uzunpostalcı, “Ebu Hanife”, T.D.V. İslam Ansiklopedisi, C: 10, s. 131 24 3-İlmi olgunluğu ve münazara kuvveti: Muhtelif rivayetlerin işaret ettiği ve ekseriyetinde tasvip ettiği veçhile Ebu Hanife, itikat meselelerinde münakaşa yaparak hayata atıldı.İlm-i Kelam dediğimiz budur. Muhtelif fırkalarla mücadele yapmıştır. Sonra bundan vazgeçti, fıkha döndü. Bütün fikri düşüncesini fıkha verdi, yine de arasıra mecbur kaldıkça veya hakkı meydana çıkarmak için akaide dair münakaşalar yaptığıda olmuştur. Ebu Hanife başlangıçta çeşitli dini fırkaların münakaşa mevzuu yaptığı meselelerle boğuştuktan sonra fıkıh okumaya döndü. Devrinin büyük üstadlarından dersler aldı. Onlardan birine devam etti. En mümtaz hocayı seçti. Onun muhitine sığındı. En ince meseleleri ondan öğrendi. Kufe o zaman Irak fukahasının yatağı idi. Basra ise muhtelif mezhep fırkalarını barındırıyordu. Bu çevrelerin onun üzerinde büyük tesiri olmuştur. Kendisi bu hususta şöyle demektedir: “Ben ilim ve fıkıh yatağında yetiştim. Onların erbabıyla bir arada bulundum. O fukahanın arasından bir Fakih var ki onunla bağlantıyı hiç kesmedim. 27 O da Hammad b.Süleymandır. 4-Önce Kelama hevesi sonra Fıkha dönüşü: Ebu Hanifeyi Akaid ve Cedelden, Fıkıh sahasına yönelmeye sevk eden amiller hakkında farklı rivayetler vardır. Bu rivayetlerden birinde talebesi İmam Züfer b.Huzeyl anlatıyor: Ebu Hanife bir kadının boşanma ile ilgili olarak kendisine sorduğu bir soruya cevap verememiş, kadını fıkıh okutan Hammad b.Süleyman’a göndermiş ve ondan alacağı cevabı kendisine bildirmesini rica etmişti. Kadın Hammaddan aldığı cevabı kendisine nakledince fıkıh konusunda yetişmesi gerektiğini düşünerek yirmi iki yaşlarında Hammad b. Süleyman’ın derslerine devam etmeye başlamıştır. Ebu hanife Hammad’ın öğrencisi olduktan sonra ameli fıkıh alanında iyice derinleşti ve ağırlıklı olarak bu alanda otorite olduğu söylenebilir. Diğer bir rivayette, talebesi Ebu Yusuf başta olmak üzere muhtelif kimselerden geliyor. Ebu Hanifeye soruyorlar: Fıkha nasıl başladın? Anlatayım, demiş: Bu Allahın tevfik inayetidir. Ona daima hamd olsun. Ben ilim öğrenmeye başladığım zaman, bütün ilimleri göz önüne aldım. Her birini kısım kısım okudum. Sonunu ve faydasını düşündüm. Kelam ilmine başlayacağım, dedim. Sonra baktım 27 Hatib el-Bağdadi, Tarih, C: XIII, s.333; Ebu Zehra, Ebu Hanife, s.37 akıbeti kötü, faydası az, insan kelamda olgunlaşsa aşikar konuşamaz. Bundan vazgeçtim. Sonra Edebiyat ve Nahve baktım. Onunda sonu bir çocukla oturup ona Nahiv ve Edebiyat öğretmekten ibaret. Şairliğe baktım, onunda neticesi ya methederek dalkavukluk yapmak veya hicvetmek. Yalan sözlerden ve dini hırpalamaktan ibaret. Sonra Kıraat ilmini düşündüm, onu elde edince gençler etrafıma toplanacak bana okuyacaklar, ben dinleyeceğim. Kur’anı Kerim ve manaları hakkında söz söylemek güç. Öyle ise Hadis öğreneyim dedim, fakat çok hadis toplayabilmek uzun ömür ister, ta ki muhtaç olup bana başvursunlar. Yerine göre yalan söylemekle itham edecekler, vs.. Sonra fıkha baktım. Ona baktıkça gözümde değeri arttı. Onda bir eksiklik bulamadım. Baktım ki; ulema ile fukaha ile üstatlarla bir arada oturmak ve onlar gibi ahlaklı olmak var. Aynı zamanda farzları işlemek, dinin icaplarını yerine getirmek ve ibadetleri gereği gibi ifa etmek, ancak fıkhı bilmekle mümkün olacaktır. Çünkü dünya ve ahiret onunla kaimdir. Onun sayesinde dünyayı isteyen büyük mevkilere yükselir. İbadet yapmak isteyen onsuz yapamaz. Kimse ilimsiz ibadet yaptığını söyleyemez. Fıkıh, ilimle ameldir.28 Fıkıhta karar kılıp selefin yolunu izlemeye başladıktan sonra geleneğe uymuştur. Kendisine de üstad olarak Hammad b. Ebi Süleyman’ı seçmiştir. On sekiz yıl Irak’ın bu büyük fakihinin derslerine devam etti. Onun vekili oldu. On yıllık öğrenciliğinden sonra kendi kürsüsünü açmak istediyse de, altmış kadar fetvasının kırkının Hammad tarafından tasvip edildiğini ve yirmisinin düzeltildiğini görünce bundan vazgeçerek onun ölümüne kadar vekaletinde bulundu. Özellikle o sırada şu dört fıkhı öğrendi: İstinbat29, Hz.Ömer fıkhı, Abdullah b.Mesud’un fıkhı ve Abdullah b.Abbas fıkhı. Birincisi şer’i hakikatleri araştırıp ortaya koymaya, ikincisi maslahata, üçüncüsü tahrice, dördüncüsü Kur’an ilmine dayanan okuldu.30 5-Hukûki Kâbiliyeti (Fıkhi Melekesi) Ebu Hanife Kırk yaşına geldiği zaman, tam olgunluk çağında Kufe mescidinde üstadı Hammad’ın ders kürsüsüne oturdu. Kendisine sorulan meseleleri 28 Ebu Zehra, Ebu Hanife, s.33 İstinbat: Kur’an ve Sünnet nasslarını anlayabilme ve onlardan hüküm çıkarma çalışması. Erdoğan Mehmet, Fıkıh ve Hukuk Terimleri Sözlüğü, s.213 30 Ağırakça Ahmet-Kızılırmak Said, Şamil İslam Ansiklopedisi, “Ebu Hanife”, C: II, s.16; Ebu Zehra, Ebu Hanife, s.132 29 çözmek, arz olunan meseleleri bir hükme bağlayabilmek için bunları talebeleri ile müzakere yoluyla, karşılıklı konuşmalarla okutmaya başladı. Benzeri hadiseleri birbirine kıyas yapıyor, müşterek illeti olanları aynı hükme bağlıyor, fıtri zekası, kuvvetli aklı ve sağlam mantıki sayesinde bunları kolayca yapıyordu. Böylece hanefiyye mezhebinin doğuran parlak fıkıh yolunu açtı. Biz burada onun hayatını mecrasından, Onunla ilgili şeylerden bahsediyoruz. Onun hayatıyla ilgili şeyleri beyan içinde iki noktaya dikkat çekmek gerekir: Yaşayışı, geçimi ve kazancı hakkındadır. Umumi hayat yani yaşadığı devirde olup biten olaylar karşısında vaziyeti ne idi ve bunun hayatının akışında ne gibi tesirleri oldu.31 Ebu hanife içinde çıkılması güç meselelere getirdiği pratik ve adil çözümlerle tanınmış ve hukuki zekası ile ün yapmış bir fıkıhçıdır. Buna örnek olması bakımından şu olayı zikredeceğiz:32 Serahsi’den rivayet olunur ki, Kufe’de bunak bir kadın33 vardı. Bir adam ona eziyet etti. Kadında ona; “Ey zinakar ebeveynin çocuğu” dedi. Kadın, Kadı İbn Ebi Leyla’nın huzuruna getirildi ve orada da söylediğini itiraf etti. İbn ebi Leyla ona mescidde iki had uyguladı. Bu durum Ebu Hanifeye iletilince; “Kadı yedi yerde hata yapmıştır “ diyerek şöyle açıkladı: 1-Hükmü, mâtûhe’nin (bunağın) ikrarı üzerine bina etmiştir.Halbuki onun ikrarı kabul edilmez. 2-Mâtûhe’ye had uygulamıştır. Halbuki o, had cezası uygulanacak kimselerden (ehl-i ukubeden) değildir. 3-İki had uygulamıştır. Halbuki bir kimse, bir topluluğa iftirada (kazf’de) bulunsa ancak bir had uygulanır. 4-İki haddi beraber uygulamıştır. Halbuki iki had bir araya gelirse birbiri arkasına uygulanmaz. Biri vurulup yerleri iyileştikten sonrada diğeri vurulur. 5- Haddi mescidde uygulamıştır. Halbuki yöneticinin haddi mescidde uygulama hakkı yoktur. 6-Ayakta had uygulamıştır. Halbuki kadına had oturduğu yerde uygulanır. 31 Ebu Zehra, Ebu Hanife, s.40-41 İ.Hakkı Ünal, İmam Ebu Hanifenin Hadis Anlayışı ve Hanefi Mezhebinin Hadis Metodu, DİB. Yayınları, Ank., 2001, II. Baskı, s. 23-24 33 el-Hatip el-bağdadi, Tarih’u Bağdat’da “Mecnûne”olarak geçiyor. C: II, s.351 32 7-Had velisinin huzurunda uygulanmamıştır. Halbuki kadına velisinin huzurunda had uygulanır. Çünkü vücudunda bir yara açılırsa onu velisi örter. O günden sonra bu mesele Kufe’de, “Kadı’nın yedi yerde hata yaptığı mesele” diye meşhur olmuştur. 6-Meşhur Üstadları: Ebu Hanife birçok kimseden ilim almış olmakla beraber, Onun en uzun süre hocalığını Hammad b. Ebi Süleyman Eş’ari yapmıştır. Kendi ifadesine göre hocası ölene kadar on sekiz yıl onun ders halkalarına devam etmiştir.34 Ebu Hanife şöyle anlatıyor: “Emir’ül Mü’mininin Ebu Cafer’in huzuruna girdim. Bana ilmi nerden aldığımı sordu. Ben Hammad’dan, O İbrahim’den, O da Ömer b. El-Hattab, Ali b. Ebi Talib, Abdullah b. Mesud ve Abdullah b. Abbas’dan aldı” dedim. Bunun üzerine ebu Cafer; “Çok Güzel, çok güzel, kendini iyi ve mübarek kimselerle dilediğin gibi tevsik ettin Ya Ebu Hanife” dedi. 35 Diğer ders aldığı üstadları şunlardır: Ata b. Rabia: Ebu Hanife elli beş defa hac yapmıştır. Mekke’ye her gittiğinde Ata b. Rabia’dan dersler alıyordu, ilim halkalarına katılıyordu. Nafi: Hz.Ömer ve onun oğlu Abdullah’ın ilimlerini, Abdullah’ın azatlısı Nafi’den aldı. Böylece İbni Mesud’un ilmiyle Hz. Ali’nin ilmini Kufe ekolü yoluyla almış oldu. Zeyd b. Ali: Şia alimlerinden olup bundan da ilim almıştır. Muhammed Bakır: Şia’nın on iki imamından biridir. Bunun derslerinde de bulunmuştur. Cafer-i Sadık: İkisi aynı yaşta idiler. Ebu Hanife ondan bahsederken; “Vallahi Cafer-i Sadık’tan daha büyük bir fakih görmedim” demiştir. Abdullah b. Hasan: Ebu Hanife onunda talebesidir. Güvenilir bir muhaddisti. İmamı malik, Süfyan-ı Sevri ve diğerleri ondan hadis rivayet ederlerdi. Evlad’ı Ali’dendir. 36 34 Hatip el-Bağdadi, Tarih, C: XIII, s.333 et-Temimi, Takıyyuddin Abdülkadir, et-Tabakatü’s-Seniyye fî Terâcmi’l-Hanefiyye, 4 c., (Thk. Abdülfettah Muhammed el-Hılv), Daru’r-Rifâi, 1.Baskı, Riyad 1983, C: I, s.8; Hatip el-Bağdadi, a.g.e., C: XIII, s. 334 36 Ebu Zehra, Ebu Hanife, s. 91-96 35 İctihad usullerinin kaynaklarını tespit bakımından, sahabeden itibaren Ebu Hanife’nin üstadlarını şema ile şöyle gösterebiliriz:37 Abd I Şürayh Alkame b. Kays Mesruk b. el-Ecdâ (ö.78/697) el-Esved b. Yezid (ö.63/682) (ö.95/714) I I Amir b. Şürahl eş-Şâbi İbrahim en-Nehâi (ö.104/722) (ö.95/714) I Hammad b. Ebi Süleyman (ö. 120/738) . I Ebu Hanife (Numan b. Sabit) (ö.150/767) 7-Ebu Hanife’nin yetiştirdiği talebeler a) Talebelerinin en meşhurları:38 1-Ebu Yusuf Yakup b. İbrahim el-Kufi (h.113/182): Harun Reşit döneminde Kâdı’ul Kudât (başkanı) idi. Ebu Hanifenin mezhebinde usulünün tedvini ve görüşlerinin dünya çapında yayılmasında büyük katkısı olmuştur. Mutlak müctehiddir. 2-Muhammed b. Hasan eş-Şeybâni (h.132/189): Önce ebu Hanifeden fıkıh öğrendi, tahsilini daha sonra Ebu yusufda tamamladı. Ebu Yusuf’dan sonra ırak fıkhının reisliği ona kaldı. Mutlak müctehiddir. Yazdığı eserler ebu Hanifenin mezhebinin muhafaza edilmesini sağlamıştır. “Zahir’ur-Rivâye” denilen kitapları, Hanefi mezhebinde güvenilir huccetdir. 37 38 Karaman Hayrettin, İslam Hukukunda İctihad, DİB Yayınları, ANK. 1975, s.132 Vehbe Zuhayli, İslam Fıkıh Ansiklopedisi, C: 1, s. 27 3-Ebu’l Huzeyl Züfer b. Huzeyl b. Kays el-Kufi (h.110/158): Hadis ehlindendi, sonra rey tarafına meyl etti. Kıyasta mahirdi. O kadar ki, ebu Hanife’nin talebelerinin en isabetli kıyas yapanı o oldu. Mutlak müctehiddir. 4-Hasan b. Ziyad el-Lü’lü (ö.h.204): Önce Ebu Hanifeden sonrada iki talebesi Ebu Yusuf ve Muhammed’den fıkıh okudu. Hadis rivayeti ve Ebu Hanifenin görüşlerini rivayetle meşhur oldu. Fakat onun rivayeti derece yönünden İmam Muhammed’in, Zahir’ur-rivaye kitaplarından sonra gelir. Fıkıhta Ebu Hanife ve iki talebesinin derecesine ulaşamadı. b) Talebelerinin yetiştirdiği talebeler:39 1- İsa b.Aban (ö.h.220, m.836) 2- Muhammed b.Semâa (ö.h.233, m.847) 3- Hilal b. Yahya (ö.h.245, m.859) 4- Ahmed Hassaf b. Ömer (ö.h.261, m.874) 5- Ebu Cafer Tahâvi b. Muhammed b. Selâme (ö.h.321, m.932) 8-Ebu Hanife’ye Nisbet Edilen Eserler: Ebu Hanifenin bizzat kendisinin kaleme aldığı eserler konusunda kesin bir bilgi ve belge yoktur. Talebeleri Ebu Yusuf ve bilhassa Muhammed’in te’lif ettiği eserler, fıkhını ve çeşitli konulardaki görüşlerini zamanımıza kadar ulaştırmıştır. Onun devrinde hocalar genellikle kendileri yazmaz, talebelerine yazdırırlardı. 40 Bu yüzden kendisine isnat edilen eserlerin yekûnu fazla değildir. Bunların başlıcalarını zikredelim: 41 1- el Fıkh-ul Ekber 42 2- el Fıkh-ul Ebsat 43 39 Ebu Zehra, Ebu Hanife, s.246-248 Şibay, Halim Sabit, “Ebu Hanife”, İslam Ansiklopedisi, Milli Eğitim Basımevi, İst. 1977, C: IV, s.26 41 Eserleriyle ilgili geniş bilgi için bkz. , Sezgin, Fuad, Tarihu’t-Turasi’l-Arabi, 10 c., (çev.Mahmud Fehmi Hicâzî), Câmiatü’l-imam muhammed b.Suud el-İslamiyye, Riyad 1983, C: III, s.37-50 42 Katip Çelebi, Mustafa b. Abdullah, Keşfü’z-Zûnun an Esâmi’l-Kütübi ve’l-Fünun, 2 c., Milli Eğitim Basımevi, 2.Baskı, İst. 1971, C: II, s.1287; İbn Nedim, Ebu’l-Ferec Muhammed b. İshak, elFihrist, Dâru’l-Mârife, Beyrut 1978, s.201; Kureşi, el-Cevâhiru’l-Mudıyye fî Tabakâti’l-Hanefiyye, C: II, s.461 43 Sezgin, a.g.e., C: III, s.41-42 40 3- el Alim ve-l Müteallim 44 4-Risale ilâ Osman el-Betti45 5-Osman el-Bettiye diğer bir risalesi 46 6-El Vasiyye 47 7-El Vasiyye (oğlu Hammad’a) 48 8-El Vasiyye (talebesi Yusuf b. Halid es-semtî’ye) 49 9-El Vasiyye (talebesi Kadı ebu Yusuf’a)50 10-Müsned’ü Ebu Hanife (Ebu Yusuf’un rivayetiyle)51 C-BAZI ULEMANIN ONUN HAKKINDA SÖYLEDİKLERİ İmam Şafii: Fıkıhla meşgul olan bütün alimlerin Ebu Hanifeye teşekkür borçlu olduğunu şu veciz sözüyle ifade etmiştir: “İnsanlar fıkıhta Ebu Hanifenin iyâlidir.”52 Şehabettin Ahmet b. Hacer Heysemi: “Hayrat-ül Hisan” adlı eserinde şöyle diyor: “Bir adamın hakkında insanların birbirine aykırı iki zümreye ayrılması, o adamın şeref ve mevkiinin yüksekliğini gösterir. Bakınız Hz.Ali (r.a.) hakkında nasıl oldu. Onun uğrunda iki zümre helaka maruz kalmıştır; biri aşırı sevmekle ifrada düşenler, diğeri ona düşmanlıkta ileri gidenler..” çok doğru olan bu söz imamı Azam Ebu Hanifeye de tıpatıp uymaktadır. Çünkü bazı insanlar ona taraftarlıkta o kadar ileri gitmişler ki onu Peygamber mertebesine yaklaştırdılar, Tevrat’ın onu müjdelediğini iddiaya kalkıştılar. Bazı kimselerde ona hücumda ileri gittiler; Onu Sezgin, Tarihu’t-Turasi’l-Arabi, C: III, s.48 Katip Çelebi, Keşfü’z-Zünun, C: I, s.842 46 Sezgin, a.g.e., C: III, s.49 47 Katip Çelebi, a.g.e., C: II, s.2015; Sezgin, a.g.e, C: III,., s.45 48 Sezgin, a.g.e., C: III, s.47 49 Sezgin, a.g.e., C: III, s.48 50 Sezgin, a.g.e., a.y. 51 Ünal İ.Hakkı, İ.Ebu Hanifenin Hadis Anlayışı ve Hanefi Mezhebinin Hadis Metodu, s.24; Sezgin, a.g.e., C: III, s.42-45; 52 Mustafa Uzunpostalcı, “Ebu Hanife”, T.D.V. İslam Ansiklopedisi, C: 10, s.137; İbn Ebi Hâtim erRâzi, Ebu MuhammedAbdurrahman Muhammed b. İdris, Âdâbü’ş-Şâfii ve Menâkıbuhu (Thk. Abdülgani Abdülhalik), Matbaatu’s-Seâde, Mısır 1953 , s.210; İbnü’l Cevzi, Ebu’l-Ferec Abdurrahman, el-Muntazam fî Tarihi’l-Umem ve’l-Mulûk, Thk. Muhammed Abdülkadir Ata, Mustafa Abdülkadir Ata, 18 c., Beyrut 1992, C: VIII, s.131; el-Kerderi, Hafizuddin Muhammed b. Muhammed b. Şihab el-Harizmi el-Bezzâzi, Menâkıbu Ebi Hanife (Mekki’nin Menakıbı ile birlikte), Dâru’l-Kitâbi’l-Arabî, Beyrut 1981, s.99; İbn Hacer el-Askalani, Şihâbuddin Ebu’l-Fazl Ahmed b. Ali, Tehzibü’t-Tehzib, 12 c., C: 10, s.450; eş-Şârani, Abdülvehhab, Mizânü’l-kübra, 2 c., Matbaatu’t-Tekaddümi’l-İlmiyye, Mısır 1321 h., C: 1 s.53 44 45 zındıklık, dini ifsad etmek, sünneti bırakmak ve sünneti bozmak gibi şeylerle itham ettiler.53 Fudayl b. İyaz: Ebu hanifenin çağdaşlarından olup zühd ve takvasıyla meşhurdur. Onun hakkında şöyle der: “Ebu Hanife, Fakih ve Müttekî bir zattı. Fıkıh ilminde meşhur olup, çok servet sahibi biriydi. Gece gündüz ilim öğretmekle meşguldü. Kendisine müracaat edenler ilminden ve malından faydalanırdı. Az söyler, çok sükût ederdi. Helal ve harama dair bir mesele ortaya atılınca hemen konuşurdu. Saltanat malından kaçar, hediyesini dâhi almazdı. 54 Cafer b. Râbi’: “Beş sene Ebu hanifenin yanında bulundum. Onun kadar uzun uzun sükut eden görmedim. Fakat fıkıhtan bir şey sorulunca açılır, coşkun ırmak gibi akar, çağlardı. Yüksek sesi etrafı tutardı.”55 Melih b. Vekî: “Allaha yemin ederim ki, Ebu Hanife emanete son derece riayet ederdi. Allahın rızasını her şeyden üstün tutardı. Allah uğrunda boynuna kılıç çalsalar buna katlanırdı. Allah ona rahmet etsin.”diyor. Abdullah b. Mübarek: Çağdaşlarından olup, Ebu Hanifeyi anlatırken; “Onun ilmin dimağı olduğunu ” söylüyor. 56 İbni Cüreyh: Muhaddislerden olup onun hakkında gençliğinde şöyle demiştir: “İlimde onun hayret verici bir hâli olacak, kemâlât kazanacak.” Büyüdüğünde, yanında Ebu Hanifenin adı geçince şöyle demiştir: “Fakihtir o, hakkıyla fakih ancak o kimselere denir.” Ebu Süleyman: Çağdaşlarından olup onun hakkında şöyle demektedir: “Ebu Hanife hayranlık uyandıran bir alimdir. O ilim ayetlerinden bir ayettir. Onun sözünden yüz çevirenler onu anlamaya tâkatları olmayanlardır. 57 53 Ebu Zehra, Ebu Hanife, s. 13 Hatib el-Bağdâdi, Tarih-i Bağdat, C: XIII, s.340; Ebu Zehra, a.g.e., s. 73-74 55 Ebu Zehra, a.g.e., s. 73-74 56 İbni Hacer el-Heysemi, Şihabuddin Ahmed, el-Hayrâtu’l-Hisân fî Menakıbi’l-İmamı’l-Azam Ebi Hanife en-Numan, Thk. Halil el-Meys, Daru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut 1983, s.32 57 İbni Hacer Heysemi, a.g.e., s. 35 54 II. BÖLÜM HANEFİ MEZHEBİNİN TEESSÜSÜ VE HANEFİ FIKHI A-HANEFİ MEZHEBİ 1-Mezhebin tanımı: Lugat manası; “Gidilen yer, yol”dur. Istılah manası: Meselelerin ihtiva ettiği hükümlerdir. Gidilen mekana benzetilmesi şu açıdandır: Yol, hayatın devam ettirileceği yere ulaştırır, bu hükümler de ahiret saadetine ulaştırır.1 2-Hanefi Mezhebinin özellikleri: a-Meselelerin uzun münakaşalara dayanılarak halli ve yazılması. b-Hükümlerin fakih sahabeler devrindeki fıkhın feyizli ve zengin ilk kaynağına ulaşıncaya kadar topluluklardan rivayet edilmesi. c-Yeni olayların hükümlerini açıklamada arda arda gelen toplulukların sürekli çabalar harcaması. İşte bu sayededir ki Hanefi mezhebi her devrin ihtiyaçlarına ve insanlığın medeniyet açısından ilerlemesinin gereklerine ayak uydurmuştur. d-Ebu Hanife’nin kıraati ise İslam ülkelerinde yaygın olan Asım Kıraatı’dır. Ebu Hanife’nin meselelere delil getirirken en büyük kaynağı Kur’anı- Kerimdir. 2 3- Hanefi mezhebinin kurucusu Ebu Hanife (80/150)3 Emevi ve Abbasi devletlerinin yükseliş devirlerinde yaşayan İmam-ı Azam Ebu Hanife, Tebeü’t-Tâbiindendir. Tabiin’den olduğu da rivayet edilir. Enes b. Malik’i görüp ondan: “İlim tahsili her müslümana farzdır”4 hadisini rivayet ettiği söylenmiştir. Ehl-i Rey’in imamı, Iraklıların fakihidir. Hadis ve fıkıh ilmini ulemanın ileri gelenlerinden almıştır. Bilhassa fıkhı İbrahim en-Nehâî’nin talebesi olan Hammad b. Ebi Süleyman’dan almış, Hocası ile fıkhi- ilmi tahsil ve müzakereleri on sekiz yıl sürmüştür. Vehbe Zuhayli, İslam fıkıh Ansiklopedisi, C: I, s.26 el-Kevseri, Muhammed Zahid, Hanefi Fıkhının Esasları, Çev: Abdulkadir Şener- M.Cemal Sofuoğlu, Ank., TDV. 1991, s.47-48 3 Vehbe Zuhayli, İslam fıkıh Ansiklopedisi, C: I, s.26-27 4 İbn Mace, Ebu Abdullah Muhammed b. Yezid El Kazvini, Sünen, İstanbul, Çağrı Yayınları, 1992, 2 c., C: I, s. 81 1 2 Hadis kabulünde ihtiyatlı davranmıştır, kıyas ve istihsana çokça başvurmuştur. Kelam ilmine dair “Fıkh’ı Ekber, hadiste ise “Müsned”i vardır. Fıkha dâir kitabı olduğu nakledilmemiştir. 4-Hanefi Mezhebinde en güvenilir fetva: Zahir rivayetlerde yer alıp Hanefi imamlarının ittifakına mazhar olan görüşle tereddütsüz fetva verilir. İmamların ihtilaf ettikleri görüşlere gelince “es-Siraciye” ve diğer kitaplarda belirtildiği gibi, en sıhhatli görüş şudur: Mutlaka İmam Ebu Hanife’nin içtihadıyla fetva verilir. Daha sonra ikinci imam Ebu Yusuf’un görüşleriyle, daha sonra üçüncü imam Muhammed’in, daha sonra Züfer ve Hasan b. Ziyad’ın görüşleriyle fetva verilir. Fakat “el-Hâvî el-Kudsî” delilin kuvvetliliği bahis konusudur. Yani kimin delili daha kuvvetli görülürse onun görüşü daha öne alınır. 5 Eğer müftü delillere bakabilecek kabiliyette ise, hangisinin delili daha kuvvetli ise onu seçer. Aksi takdirde yukarıda belirtilen tertibe uyması lazımdır. Bazı yerlerde alimler, Ebu Hanifenin talebelerinin sözlerini onun sözlerine tercih etmişlerdir. Nitekim on yedi meselede sadece Züfer’in görüşü bulunan içtihadı İmamın içtihadına tercih etmişlerdir.6 Ne İmamın ne de talebelerinden hiç kimsenin mesele hakkında içtihadı yoksa, sonradan gelen alimler o mesele hakkında ittifakla ne demişlerse öylece amel edilir. Eğer ihtilaf etmişlerse, çoğunluğun fetvasına itibar edilir. Ebu Hafs, Ebu Cafer, Ebu Leys ve Tahavî gibi îtimâda şâyân olan belli başlı büyük alimler ne tarafta ise o görüş tercih edilir. El-Eşbâh ve’n-Nezâir’in şerhi olan “Nehir” den, Aynî’nin “Şerh’ul Kendî ve Tenvîru’l-Ebsar”ın şerhi “Dürrül Muhtar”dan, yazarının durumu bilinmeyen Menia Miskin’in “Şerh’ul Kenzi”, Kühüstânî’nin “Şerh’un-Nikâye” gibi kitaplardan, yine zayıf sözleri derleyen Zahidî’nin “el-Künye” si gibi kitaplardan fetva vermek caiz olmaz.7 Bkz. Haskefi, Ed-Dürrü’l-Muhtâr, (İbn Abidin’in Reddü’l-Muhtar Haşiyesi ile birlikte)’ın dipnotuna, M.el-Halebi Baskısı, Mısır, 1386 (1966), C: I, s. 70-71, 6 İmam Şa’ra, İmamların Fıkhı İhtilafları Niçin Rahmettir, trc. Ali Arslan-Mahfuz Aksu, Arslan yay., İstanbul, 1981, s. 92 7 a.g.m., a.g.e., s.93 5 B-HANEFİ FIKIH KİTAPLARININ MERTEBELERİ: Hanefiler, kendilerinin fıkıh kitaplarının ve alimlerinin meselelerini üç tabakaya ayırmışlardır:8 1- Mesâil’ül Usûl: Zahiru’r-Rivâye diye bilinir. Mezhebin asıl sahiplerinden rivayet edilmiş meselelerdir. Bu zatlar: İmam-ı Ebu Hanife, İmam-ı Ebu Yusuf ve İmam-ı Muhammed’dir. Zâhir’r-Rivâye kitapları İmam-ı Muhammed’indir. Bunlar İ.Muhammed’den tevâtür yada şöhret yoluyla sika ravilerin rivayet ettiği mûtemet altı kitaptır: Mebsut9 Ziyâdât El-Câmi’us-Sağır El-Câmi’ul-Kebir Es-Siyer’ul Kebir Es-Siyer’us-Sağir 2-Mesâil’ün-Nevâdir: Zahiru’r-Rivaye eserleri dışında İmam Ebu hanife ve öğrencilerinin diğer görüşleri bize tevâtür yoluyla ulaşmamıştır. Bunlara “Nâdiru’rRivâye” denir. İmam Ebu Yusuf’un Eserleri: El-Âsar Kitabü’l-Harac İhtilâfü Ebi Hanife ve ibni Ebi Leyla İmam Muhammedin Eserleri: El-Âsar Ziyâdat’üz-Ziyâdât El-Hucce alê ehli’l-Medine El-Keysâniyyat, El-Hâruniyyat, El-Cürcâniyyat, El-Rikkâniyyat İbni Abidin, Hâşiyetü Raddü’l-Muhtar Ale’d-Dürru’l-Muhtar, 8 c., Dâru’l-Fikr, Beyrut 2000, C: I, s.64; İbn Abidin, Resmü’l Müftî, s. 16 vd.; Ebu Zehra, Ebu Hanife, s.249-250 9 “el-Asl” diye bilinir. İmam-ı Muhammed’in en uzun ve en önemli kitabıdır. 8 3-Vakıalar ve fetvalar: Müteahhir müctehidlerin kendilerine sorulan meselelerde mezhebin ilk alimlerinin temas etmedikleri konularda sonraki alimlerin istinbat10 ettikleri meselelerdir. C-HANEFİ FIKHININ KAYNAKLARI: İmam-ı Muhammed’in kitapları Hanefi Fıkhı’nın kaynaklarıdır. Şimdi bunları kısaca açıklayalım: 1-Mebsut: Bu “el-Asl” adıyla da bilinir. İmam-ı Muhammed’in en uzun kitabıdır. Ebu Hanifenin fetva verdiği bazı meseleleri içerir. 2-Câmi’us-Sağir: Bu kitap İmam-ı Muhammed’in Ebu Yusuf’tan aldığı meseleleri ihtiva eder. Onun için kitabın her babı şu ibare ile başlamaktadır: “Muhammed Yakup’tan, o’da Ebu Hanife’den nakleder.” 3-Câmi’ul-Kebir: ulemâ, İmamı Muhammed’in bunu Ebu Yusuf’tan rivayet ettiği konusundan ihtilaf etmiştir. Fakat Ebu Yusuf’tan aldığı bir çok mesele bu kitapta mevcuttur. Aynı zamanda diğer Irak fukahasının meselelerini de ihtiva eder. 4-Siyer’i Kebir, Siyer’i Sağir: Bu iki kitap ta cihat hükümleri, harpte caiz olmayan şeyler, mütareke hükümleri, bunlar ne zaman bozulabilir, eman verme ahkamı, kimler verebilir, ganimet hükümleri, fidye, harb esirleri vs. gibi harbe ve harb sonrası işlerine ait meseleler ele alınmıştır. 5-Kitâb’uz-Ziyâdât: Bu eser Zahir’ur-Rivaye adı verilen kitapların altıncısıdır. Adları önce geçen kitaplara ilave bazı meseleleri ihtiva eder. Onun için Ziyâdât ismini taşır. 6-El-Red Alâ Ehli Medîne: İmam-ı Muhammed’e aittir. O nakletmiştir. Ebu Hanife’nin Rey’lerini ve Ehl-i Medine reylerini münakaşa eder. 7-Kitâb’ul Âsâr: İmam-ı Muhammed’e ait olup, bunda Irak fukahasınca bilinen ve Ebu Hanife’nin rivayet ettiği hadisleri ve eserleri toplamıştır. Son iki eser, Ebu Hanife’nin Müsned’i sayılır.11 İstinbât:Kur’an ve Sünnet nasslarını anlayabilme ve onlardan hüküm çıkarma çalışmasıdır. Erdoğan, Fıkıh ve Hukuk Terimleri Sözlüğü, s.213 11 İbn-i Abidin, Resm’ül Müfti, s.17-19; Ebu Zehra, Ebu Hanife, s.236-243 10 III.BÖLÜM EBU HANİFENİN FIKHI VE FIKIHTA TAKİP ETTİĞİ USÛL A-EBU HANİFE’NİN FIKHI VE İSLAM HUKUKU’NA HİZMETİ 1-Asıl Maksada Geçiş: Bu çalışmamızın asıl gayesi, Ebu Hanife’nin fıkhını incelemektir.Çünkü Ebu Hanife fıkhıyla şöhret bulmuştur. Onun mümeyyiz vasfı fakihlik sıfatıdır. Onunla tanınmış, onunla nâm almıştır. Ebu Hanife’nin fıkıh bablarına göre tertiplenmiş fıkha dair bir eseri bilinmiyor. O, asrın ruhuna ve zamanın akışına uygun düşende budur. Zira kitap yazmak onun ömrünün son günlerine kadar şuyû bulmuş değildi. Bu iş onun vefatından sonra yayıldı.1 2- Talebelerinin Onun Sözlerini Toplaması: Şunu biliyoruz ki; Onun talebeleri reylerini toplamışlar ve sözlerini de kaydetmişlerdir. Hatta bazen Ebu Hanife talebelerine bunları dikte ettirirdi.Ebu Hanife’nin reylerinin nakleden İmam Muhammed’in kitaplarının hepsi üstadından işittiği şeylerdir veya ikinci üstadı İmam Ebu Yusuf’tan aldığı nakillerdir. Ebu Hanife vefat ettiğinde İmam Muhammed on sekiz yaşında idi. Bu yaş onun kitaplarına doldurduğu o meselelerin hepsini Ebu Hanife’den duymasına imkan verecek bir yaş olamaz.2 Ebu Hanife şeriat ilmini ilk tedvin edendir. Ashab ve Tabiin şeriat ilmini bablara ayırmamışlar ve kitaplarda tertip etmemişlerdir. Onlardan sonra Ebu Hanife geldi ve ilmi yayılmış gördü. Sonra gelen kötü neslin onu zâyi etmesinden korktu. Nasıl ki, Hz. Peygamber buyuruyor: “Allah-u Teala insanların elinden çekip almak suretiyle ilmi ortadan kaldırmaz; ilim ulemanın ölümü sebebiyle ortadan kalkar. Cahiller reis olur, ilimleri olmadığı halde fetva verirler, hem saparlar, hem de 1 Ebu Zehra, Ebu Hanife, s.215 a.g.m., a.g.e, s.216-217 2 saptırırlar.”3 Ebu Hanife işte bunun için fıkıh tedvin edip onu bablara ayırdı. Kitap halinde kısım kısım tertip etti. Önce kitâb-ı tahâretle başladı, sonra sırasıyla; Namaz, diğer ibadetler, muamelat ve son olarakta miras’la bitirdi.4 Ebu Hanifenin şûra fıkhı da önemli bir çalışmadır. Kendisinin kırk kadar özel talebesi vardı ve meseleleri toplu halde konuşur ve bir sonuca bağlardı.5 Mezhebini de talebeleriyle istişare yoluyla vaz’etmiştir. Onlarsız tek başına yapmış değildir. Meseleleri birer birer ortaya atar, onları her cihetten inceler, talebelerinin düşüncelerini dinler, kendi görüşlerini de söyler, onlarla münazara yapar, nihayetinde bir sonuca bağlar. Sonra Ebu Yusuf onu usûle göre tespit ederdi. Böylelikle usûlün cümlesi de tespit edilmiş oldu. 6 3-Ebu Hanifenin Fıkıh Tedvinindeki Öncülüğü: İslam ilimlerinde fıkhın konularının düzenli olarak belirlenmesiyle bunların kitap, bab, fasıllara ayırarak yazılması İslam Hukukunda çok önemli bir dönüm noktasıdır. İmam Muhammed eş-Şeybânî’nin teklifiyle ortaya çıkan bu düzenli metinler (asl), vahyi hükümlerle dini-dünyevi hayatı ince ayrıntılarıyla içine alan beşyüzbin meseleyi hükme bağlamıştır. Bunlar yazılı küllî fıkıh kaideleri olarak İslam kültür ve hukukunun vazgeçilmez kaynakları olmuş, yüzyıllarca şerhleri yapılmıştır. Çağdaşlarının Ebu Hanifeyi aşırı Re’y taraftarlığıyla suçlamaları bile daha sonraları onun görüşlerinin başka kavramlar adı altında kabulünü engellememiştir. Ebu Hanifenin bir diğer özelliği de, kendisinden öncekilerin nakillerinin yarısını bütün meseleleri yeni baştan Edille-i şer’iyye kaynaklarından çıkarmasıdır. İslamın esaslarına uymayan Haber’i Vahidleri reddeder. Ashabın görüşünü birçok müsnedden tercih eder. Tâbiînin görüşünü almak yerine kendi Rey’ini koydu. Çünkü oda Tâbiindendi. 7 Buhari, Muhammed b. İsmail, el-Câmiu’s Sahih, Çağrı Yayınları, İst., 1992, İlim-34 el-Mekki, el-Muvaffak b. Ahmed, Menakıb-ı Ebu Hanife (Kerderi’nin Menakıbı ile birlikte), Dâru’lKitabi’l-Arabî, Beyrut 1981, C: II, s.136 5 Kerderi, Menakıb-ı Ebi Hanife, C: I, s.391-393 6 el-Mekki, a.g.e., a.y 7 Ağırakça Ahmet-Kızılırmak Said, Şamil İslam Ansiklopedisi, “Ebu Hanife”, C: II, s.19 3 4 4-Ebu Hanifenin Fıkıh İlmindeki Yeri: Ebu Hanife ilmi müzakerelerin yanısıra ticaretle de meşgul olması sebebiyle daima hayatın ve fıkhî problemlerin içinde bulunmuş, karşılaştığı meseleler veya kendisine yöneltilen sorularla ilgili olarak hayatı boyunca sayısız ictihad yapmıştır. Ancak bunları yazmadığı gibi ictihad metodunu açıklayan herhangi bir eser de bırakmamıştır. Bundan dolayı aleyhine bazı şeyler söylenmiş, çok kıyas yapmakla, kıyası nass’a tercih etmekle suçlanmıştır. Ebu Hanifenin; “Biz önce Allahın kitabında olanı alırız, onda bulamazsak Hz.Peygamberin sünnetine bakarız, onda da bir şey bulamazsak Ashabın ittifak ettiğini benimseriz. İhtilaf etmişlerse dilediğimizin görüşünü alırız. Başkalarının görüşlerini onlara tercih etmeyiz. Ancak Hasan-ı Basri, İbrahim en-Nehâî, ve Said b. Müseyyeb gibi tâbiin alimlerine gelince onların içtihatlarına bağlı kalmayız. Onlar gibi bizde içtihadda bulunuruz. Aralarında müşterek bir illet bulununca, bir hükmü diğerine kıyas ederiz.” Sözünden ictihad metodu anlaşılmaktadır. 8 Dönemindeki fakihlerin görüş ve fetvalarına gerektiğinde aykırı fetva vermesi ve çok içtihat etmesiyle meşhur olmuştur. a-Önceki Fıkıhlara Bakarak Ebu Hanifenin Fıkhı: Ebu Hanifenin taraftarları; “O yepyeni bir fıkıh düşünce tarzı getirdi”diyorlar. Esas; Kitap, sünnet ve sahabenin sahih kavillerine dayanır. Ebu Hanife’nin tabi olduğu o çığırı ilk açanın İbrahim en-Nehâi olduğunu söylüyorlar. Böyle düşünenlerden Şah Veliyyullah Dehlevi, “Huccetü’llâhi’l Bêliğa” adlı kitabında şöyle diyor: “Ebu Hanife-Allah ondan razı olsun- İbrahim Nehâi’nin ve akranlarının mezhebini benimsemiştir, onları aşmamıştır. Ancak bazı cihetler müstesnadır. İbrahim’in mezhebi üzere mesele çıkarmakta çok kuvvetli idi. Tahriç usüllerinde gayet ince görüşleri vardı. Mesele tahricin de gayet atılgandı. Eğer bu dediklerimizin hakikat olduğunu öğrenmek istersen: İmam Muhammed’in Âsar’ından, Abdurrazzak’ın Câmiinden, Ebî Şeybe’nin Musannaf’ından, İbrahim en-Nehâî ve 8 İbn Abdilberr, Ebu Amr Yusuf b. Abdillah, el-İntiga fî Medâili’s-Selâseti’l-Eimmeti’l-Fukaha: Malik, Şafii, Ebu Hanife, Mektebetü’l-Kudsi, Kahire 1350, s.261-265; Mustafa Uzunpostalcı, “Ebu Hanife, T.D.V., İslam Ansiklopedisi, C: 10, s.135; Saymeri, Ahbêru Ebi Hanife, s.24; Mekki, Menakıb, s.80; es-Suyûti, Celâluddin Abdurrahman b. Ebi Bekr, Tebyidu’s-Sahife fî Menakıbi’lİmam Ebi Hanife, Haydarabat, 1317 h., s.109 akranlarının sözlerinin özetini al ve onları Ebu Hanife’nin mezhebiyle mukayese et, göreceksiniz ki birbirlerinden ayrıldıkları yerler gayet azdır. Bu az olan yerlerde yine Kûfe fukahâsının dediklerinden çıkmıyor.”9 Görülüyor ki bu sözler Ebu Hanife’nin yeni bir fıkıh anlayışı getirmediğini ortaya koyuyor. Yani İbrahim en-Nehâi ve onun akranlarının sözlerini naklettiği, onların içtihadı bulunmayan konularda yeni bir şey söylemediği bârizdir. Onların görüşlerinden çıktığında da yine Kûfe ulemasının sözlerini alıyor. Şüphesiz ki bu hüküm, Ebu Hanife’nin fıkıhtaki mevkiini aşağı indirerek onu mukallit addediyor, başka bir müctehidin mezhebine tâbi olan bir mukallit hükmüne indiriyor. Eğer Ebu Hanife böyle olsaydı, fıkıh sahasında asıllara hâkim olan bu tesiri meydana getiremezdi. 10 b-Ebu Hanifenin İbrahim Nehâî’nin Mukallidi Olmadığı Doğrusu Ebu Hanife Irak Fıkhını olgunlaştırmıştır. Yalnız hazır bulduklarıyla yetinmemiştir. Şüphesiz ki Ebu Hanife’nin fıkıh mantığını olgunlaştırmada İbrahim Nehâi’nin büyük tesiri vardır. Onun fıkıh gözünü açan O’dur. Fakat bu düşünce; Ebu Hanife başkalarından hiçbir şey almadı, yalnız onun yolunda ve izinde yürüdü, demek değildir. Gerçek şudur ki Ebu Hanife fıkıh okumaya üstadı Hammad’dan İbrahim Nehâi’nin fıkhını telakki ederek başlamış, sonra Hammad’dan başkalarının aldığı rivayetler ve bilgilerle fıkhını tamamlamıştır. Kendisi bir çığır açmış, kıyaslar ve burhanlar getirmiştir. Zira üstadı Hammad’ın vefatından sonra onun ders kürsüsüne otuz sene oturmuş, buradan halka ilim ve feyz nuru saçmıştır.11 İbrahim Nehâi’nin fıkhını Ebu Hanife’ye nakleden râvi şüphesiz ki Hammad’dır. Hammad’dan bu fıkhı aldıysa da Hammad’ın ölümünden sonra otuz sene zarfında Ebu Hanife onunla yetinmekle kalmayıp hür ve serbest düşüncelerine devam etmiştir. Bu esnada birçok fukaha ile görüşmüş onlardan ders almıştır.12 Netice olarak şunu diyebiliriz ki, Ebu Hanife, fıkhının hepsini İbrahim Nehâi’den aldığı asla kabul edilemez. Evet İbrahim Nehâi’nin fıkhı onun için en Ebu Zehra, Ebu Hanife, s.252-253; ed-Dehlevi, Şah Veliyyullah Ahmed b. Abdirrahim, Huccetüllâhi’l-Bâliğa, 2 c., el-Matbâatü’l-Hayriyye, 1.Baskı, Mısır 1332 h., C: I, s.145 10 Ebu Zehra, a.g.e., s.253 11 Ebu Zehra, a.g.e, s.254 12 a.g.m., a.g.e., s. 254 9 büyük kaynaktır. Fakat Ebu Hanife’nin onun karşısındaki durumu bir mukallit ve tâbii durumu değildi. Belki muhtar bir âlim ve seçkin bir müçtehit durumu idi.13 c-Ebu Hanife ve İbrahim en-Nehâi arasındaki farklar: Ebu Hanife önceleri onun yolunun tesirinde kalmışsa da sonradan başlı başına bir fıkıh çığırı açmış, müstakil bir fıkıh sistemi kurmuştur. Bunların her ikisi de hadisleri mana itibârıyla tenkite tâbi tutuyorlardı. İbrahim Nehâi hadisleri mürsel olarak naklediyor, Ebu Hanife de mürsel hadisleri kabul ediyor. Bu iki zatın fıkıh yöntemlerinde birleşmeleriyle beraber iki noktada açık surette birbirinden ayrıldıkları göze çarpıyor: 1-Ebu Hanife Hz.Peygamberden rivayetten çekinmiyordu. İbrahim en-Nehâi ise çekinir ve Peygamberden nakledenin ismini zikrederdi. 2-Ebu Hanife vukû bulmamış meselelerin de hükmünü beyan ederdi. Yani takdîr-i fıkha giderdi. İbrahim en-Nehâi ise yalnız var olan sorunlarla yetinirdi.14 d-Takdir-i Fıkıh ve Ebu Hanife: Takdir-i fıkıh, vukû bulmayan meseleler hakkında verilen fetvalardır. Rey ve Kıyas fukahâsı fıkhın bu nevi’nde biraz çokça ileri gitmişlerdir. “Tarih-i Bağdat” şunu naklediyor: “Katade Kûfe’ye indiği zaman, Ebu Hanife ona geldi ve: -Ey Ebu Hattab, bir adam ailesini bırakıp gitse, ailesi yıllarca ondan haber almasa; karısı, kaybolan kocası ölmüştür zannıyla başka kocaya varsa, sonra birinci koca çıkıp gelse bu meseleye ne dersin? Katade: -Bu mesele vukû buldu mu? dedi. -Hayır, -Öyleyse vukû bulmayan bir şeyi bana ne diye sorarsın? -Biz belâ gelmeden önce hazırlanırız, belâ gelip çatınca nereden girip nereden çıkacağımızı bilelim diye.” 13 14 Ebu Zehra, Ebu Hanife, a.g.e., s.255 a.g.m., a.g.e., s.256-257 Ebu Hanife’nin vukû bulmamış meseleleri ele alıp cevabını hazırlama hakkındaki görüşü işte budur. Onun için Takdir-i Fıkıh, Rey ve Kıyasın doğurduğu bir şeydir. 15 B-FIKHİ METODOLOJİSİ Kendisi hakkında “bütün zamanların en büyük bilge hukukçusu” şeklindeki bir tanımlamanın abartı sayılamayacağını sandığımız düzeyde bir konuma sahip olan İmam Ebu Hanife (ö.150/767), manevi yaşantısı, geniş ufku, rehber kişiliği ve uzman eğitimciliğinin yanısıra, sahip olduğu hukuk mantığı ve felsefesi olayları yorumlayışı, hukuki sonuçlara ulaşmak için izlediği metodoloji ile de yaşadığı çağdan içinde bulunduğumuz döneme kadar Müslüman toplumları derinden etkilemekle kalmamış, -başta hukuk olmak üzere- bütün kuşakların aydınlığın da yürüyecekleri engin bir kültür birikimini onlara armağan etmiştir. Onun fıkhi mirasından yola çıkarak onun hukuki metodunu anlama ve kavrama çabası yerine, bizzat kendisinin en yakın talebelerinin çağdaşı olan büyük müctehid ve bilgin kimselerin hakkında söylediklerinden, onunla çeşitli vesilelerle diyalog kurmuş kimselerin görüş ve değerlendirmelerinden yola çıkarak onun hukuk mantığını ve felsefesini kavramaya ve keşfetmeye çalışmak, hem daha pratik, hem de objektifliğe daha yakın olacak kanaatindeyiz. Böyle bir yöntem izlemek İmam Ebu Hanifeyi doğru ve tutarlı anlamamıza yardımcı olacağı gibi hakkında ileri sürülen kimi iddialara da en yalın ve net bir cevap niteliğini de taşıyacaktır. Her şeyden önce burada verilen referanslar erken dönem fıkıh mirasının yanısıra, olaylar ve kişisel hayatların ele alındığı “Menâkıb” (yeni adı ile biyografi) türü eserler olacaktır. Menâkıb türü eserlerden bahsedildiği zaman, genel bir kanı olarak bu tür eserlerin , olayları ve kişileri anlatırken, onlarla ilgili değerlendirmeleri yaparken, gerçek dışı, çokça abartılı ifadelerin bulunduğu, dolayısıyla bilimsel değerlerinin tartışmalı olduğu tezinden yola çıkarak bu çalışmamızdaki referanslara da aynı çekincelerden hareketle kuşkulu bir biçimde yaklaşmamalarını ümit ediyoruz. Burada problem, Menâkıb kavramı ya da teriminin olumsuz imacından kaynaklanmaktadır. Zira tarihçiler, kültür ve tarihi birikim aktarıcıları, alanlarına dair 15 Ebu Zehra, Ebu Hanife, s.257-258 bilgilerin aktarımında zaman zaman dayanaktan yoksun, aklen izah edilmesi mümkün olmayan ya da İslamın temel ilke ve kuralları ile telifi mümkün gözükmeyen bilgi aktarımında bulunmalarıdır. Ancak bu handikaptan yola çıkarak bütün tarih çalışmalarını yanlış ya da mesnetsiz kabul etmek, hiçbir bilimsel değer taşımamaktadır. Ayrıca, menâkıb türü eserler, önemli bilgi ve değerlendirmeler içerirler. Bunun yanısıra, bazı abartılı ifadeleri eserlerde yer alması yadsınamaz bir gerçektir. Ancak bu tür bilgi ve belgeler, aktarılan rivayetler, tarihi bilgiler, “tarih metodolojisi” kriterleri ışığında değerlendirilmek suretiyle gerekli sonuçlara ulaşılacaktır. Dolayısıyla aktarılacak olan rivayet ve diyalogların, bu açıdan bakılarak değerlendirileceğini umarız. 16 1-Kendi Sözleri İle Ebu Hanife Ve Fıkhi Metodu Bu bölümde biz, Ebu Hanife’nin fıkhi metodunu bizzat kendisinden rivayet edilen sözlerinden, talebe ve çağdaşı diğer alimlerin görüşlerinden yola çıkarak belirlemeye, sonra da bu söz ve rivayetlerin değerlendirilmesini yaparak konuyu aydınlatmaya çalışacağız. Ebu Nuaym el-İsfehânî(ö.430/1039) rivayetine göre Abdullah ibn el-Mübarek (ö:181/797) şöyle demiştir: Ebu Hanifeyi şöyle derken işittim; “Rasülullah’dan bir rivayet gelirse, hiç kimse O’nun önüne geçirilemez. Sahabe’den bir takım görüşler rivayet edilirse, o görüşler arasında seçme yaparız.”17 Nuh el-Câmi (ö.173/789)’in rivayetine göre Ebu Hanife şöyle demiştir: “Rasülullah’tan gelen rivayetler baş göz üstünedir. Sahabe’den rivayet edilen görüşlerden dilediğimizi seçeriz. Onların dışındakilere gelince, onlar adam(sa) bizde adamız!.”18 İbn Abdilberr(ö.463/1071), İmam Züfer(ö.158/775)’den İmam Ebu Hanife’nin, Pekcan Ali, İmam Ebu Hanife’nin Fıkhi Metodolojisi, İslami Araştırmalar Dergisi, sayı 1-2, 2002, s. 131 17 İsfehâni, Ebu Nuaym, Müsned’ül-İmam Ebi Hanife, Thk. Nazar Muhammed el-Feryâbi, 1.Baskı, Riyad, 1994, s.22 18 Zehebi, Siyer, C: 6, s.401 16 “Neye dayanarak hüküm verdiğimi bilmedikçe, bir kimsenin benim kitaplarıma bakarak fetva vermesi caiz değildir.”19 dediğini nakleder. Bir başka defasında; “Hiçbir kimsenin, hakkında Kur’an, Sünnet ve Sahabe’nin icmâ’ı bulunan bir konuda görüş ileri sürmesi caiz değildir. Eğer Ashab, bir konuda görüş ayrılığına düşmüşlerse bu durumda, o görüşlerden Allahın Kitabına, Rasülüllahın Sünnetine en yakın bulduğumuz görüşü alırız. Bunun ötesinde kendi Re’yi ile içtihat etmek, ilgili konudaki görüş ayrılıklarını bilerek kıyas yapabilen kimseler için caiz olur.”20 Yine O, “Bu insanlara şaşılır! Benim sırf kendi re’yimle hüküm verdiğimi söylüyorlar, halbuki ben sadece hadise dayanarak fetva veririm.”21 İmam Ebu Hanife, hadise muhalefet ithamlarına karşı bizzat kendisi, “Allah, Rasülüne muhalefet edene lanet etsin! Zira Allah(c.c) bize onunla ikramda bulundu ve bizi onun aracılığıyla kurtardı...”22 diyerek karşılık vermiştir. Yine İmam, mücerred re’y den bahisle şöyle demiştir; “Allahın dininde(mücerred) re’y le görüş beyan etmekten sakının! Size sünnete tâbi olmak düşer!. Kim bu usülden ayrılırsa, sapıtır...Selefin eserlerine sarılın!..Sözlerini altınla yaldızlasalar bile, insanların re’ylerinden sakının! Çünkü iş, ancak siz sırat-ı müstakîm üzere bulunduğunuz zaman vuzûha kavuşur.!”23 Ebu Hanife, Hz.Peygamberin dindeki yeri ve konumu hakkında şöyle demektedir;24 -...Eğer bir kimse, “Peygamber(sav)’in her söylediğine inanıyorum, ancak Nebî(sav), haksız yere konuşmaz ve Kur’ana muhalefet etmez” derse, bu, onun peygamberi tasdik ettiğini ve peygamberi Kur’ana muhalefetten tenzih ettiğini gösterir. Şayet Peygamber(sav) Kur’ana muhalefet etse ve Allah’a karşı haktan başka bir şey söyleseydi, Allah’ü Teâla,“Eğer Muhammed, bize karşı o (Kur’an)’a İbn Abdilberr, el-İntiga, s.267 Heysemi, el-Hayratü’l-Hisan, s.41-42; Sâlihi, Muhammed b. Yusuf, Ugûdü’l-Cüman fî Menakıbi’lİmami’l-Âzam Ebi Hanifete’n-Numan, Hz. Ebu’l-Vefa El-Afgânî, Medine 1394 h., s.175 21 Kerderî, Menâkıb, s.162; Heysemi, a.g.e., s.41-42 22 İbn Abdilberr, a.g.e., s.259 23 Şâ’râni, el-Mîzanü’l-Kübra, C: I, s.47-53 24 Ebu Hanife, Numan b. Sabit, el-Alim ve’l-Müteallim, Thk. Muhammed Zâhid Kevseri, Kahire 1949, s.26; (Benzeri bir rivayet için bkz. Mekkî, Menâkıb, s.87-88) 19 20 bazı sözler katmış olsaydı, biz onu kuvvetle yakalardık, sonra da onun şah damarını koparırdık, hiçbiriniz de onu koruyamazdınız.!”25 Hasen b. Ziyad el-Lü’lüî (ö.204/819) nin söylediğine göre 26Ebu Hanife şöyle demiştir; “...Bu, bizim görüşümüzdür. Kim bizim görüşümüzden daha güzelini ileri sürerse, o görüş doğruya bizim görüşümüzden daha yakındır.” Yine Mekkî’nin rivayetine göre, “İmam Ebu Hanife, kendisine cevaplaması istenen bir soru yöneltildiği zaman uzunca düşünür, derin derin nefes alır sonra da ‘Allahım bizi muâhaze etme’ derdi.”27 2-Talebe ve Çağdaşlarına göre Ebu Hanife ve Fıkhi Metodu: a-Öğrencilerinin Gözüyle Ebu Hanife ve Fıkhî Metodu: İbn Abdilberr, Ebu Yusuf’un şöyle dediğini zikreder. “Biz herhangi bir fıkhî mesele de ihtilafa düştüğümüzde meseleyi Ebu Hanife’ye sorduğumuzda meselenin çözümünü sanki elbisenin yeninden çıkarıp bize verirdi. Hadisleri tefsir etmede Ebu Hanife gibisini görmedim.!”28 İmam Züfer’in şöyle dediği rivayet edilmiştir; Ebu Hanife karşıtlarının sözlerine kulak asmayın! Çünkü Ebu Hanife ve arkadaşları, herhangi bir konuda bir görüş ileri sürdükleri zaman, mutlaka Kur’ana, Sünnet’e ve sahih görüşlere dayanırdı. Sonra bunlara kıyas ederlerdi.”29 Muhammed b. el-Hasen’in söylediğine göre; “Ebu Hanife’nin Ashabı, onunla kıyas konusunda tartışır, karşı görüşleriyle ona muhalefet ederlerdi. Ancak ne zaman ki o “ben istihsan yapıyorum” dediği zaman hiç kimse ona yetişemezdi.”30 Ebu Yusuf hocası Ebu Hanife’nin metodunu şöyle açıklar: “Her hangi bir hadise meydana geldiği zaman, ‘yanınızda bir eser var mı?’ der. Bizim yanımızda veya kendi yanında bir eser bulunursa, onu alırdı. Rivayetler Hâkka 44-47 Mekki, Menâkıb, s.71; Sâlihî, Ugûd, s.174 27 Mekki, Menâkıb, s.100 28 İbn Abdilberr, el-İntiga, s.257 29 Mekki, a.g.e., s.75; Kerderi, Menâkıb, s.164 30 Saymeri, Ahbêru Ebi Hanife, s.25 25 26 farklılık ifade ederse, sayısı çok olanı alırdı. Eser yoksa kıyasa başvururdu. Kıyas yapmak yarar sağlamazsa istihsan metodunu kullanırdı.”31 b-Çağdaşlarının ve diğer yakın dönem alimlerinin değerlendirmelerine göre Ebu Hanife ve fıkhi metodu: İmamı Şafii (ö.204/819) Şöyle demiştir; “-İmam Malik’e; Ebu Hanifeyi gördün mü? diye sorulunca O; -Evet öyle bir adam gördüm ki, eğer sana ‘şu sütun altındır’ diye ileri sürse bunu delilleri ile ispat eder.!”32 Leys b. Sa’d (ö.175/791) der ki; “Medine de iken Malik ile karşılaştım. Ve ona, -Bakıyorum alnındaki terleri siliyorsun! deyince -Ebu Hanife ile birlikte idim. O gerçekten fakihtir ey mısırlı!.. diye karşılık verdi. Sonra Ebu Hanife ile karşılaştı ve ona, -Şu adam (Malik) ın senin hakkında söyledikleri ne kadar hoş! deyince o da; -Vallahi ondan daha süratli olarak doğru ve titiz cevap vereni görmedim.”33 demiştir. İbn Abdilberr’in kaydettiğine göre34Hakem b. Vâkıd şöyle demiştir; “Ebu Hanife’yi günün başlangıcından sonuna kadar sürekli fetva veriyorken gördüm. (günün sonunda) yanında bulunan insanların sayısı azalınca ona yaklaştım ve ona, -Ey Ebu Hanife! şayet Ebu Bekir ve Ömer bu mecliste olsaydı, sonrada onlara bu karmaşık problemler sorulsaydı, herhalde onlardan bazılarını cevaplamadan bırakırlardı!” deyince Ebu Hanife, bana doğru dönerek, ‘sen hasta mısın?!! (kardeşim)” diye tepkide bulundu. Saymeri(ö.436/1045), İbn Deraverdi’den şu olayı nakleder; Kerderi, Menakıb, s.170 Şirazi, Ebu İshak, Tabakatü’l-Fukaha, yay. haz. Halil el-Meys, Beyrut 1970, s.87; İbni Kesir, Ebu’l-Fidâ İsmail, el-Bidaye ve’n-Nihaye, Thk. Ahmed el-Mulhim ve diğerleri, 14 c., Beyrut 1988, C: IX, s.409 33 Kâdı İyad, Tertibü’l-Medârik, Thk. Ahmed Bukeyr Mahmud, 3 c., Beyrut 1968, C: I, s.131 34 İbn Abdilberr, el-İntiga, s.270 31 32 “Bir gün Malik ve Ebu Hanifeyi yatsıdan sonra Mescidi Rasül’de ilmi konularda müzakere ederken gördüm. Öyle ki her biri kendi sahip olduğu ve amel ettiği görüşü savunuyor, ancak birbirlerine karşı ileri gitmiyorlar, biri diğerini hata etmekle suçlamıyordu... (bu durum), bulundukları yerde sabah namazını beraber kılıncaya kadar devam etti”35 Yahya ibn Main (ö.233/847)in Ebu Hanife hakkındaki görüşleri; “- Ebu Hanife sikadır. O, hıfzında olanı rivayet eder olmayanı rivayet etmezdi.”36 -Fakihler dört kişidir; Ebu Hanife, Süfyan-ı Sevri, Malik, Evzâi.37 -Bana ve tespit edebildiğim kadarıyla diğer insanlara göre kıraat, Hamza’nın kıraati, Fıkıh, Ebu Hanife’nin fıkhıdır. -Süfyan-ı Sevri, Ebu Hanife’den rivayette bulunmuş mudur? Şeklindeki bir soruya, “Ebu Hanife fıkıh ve hadiste sika ve sadûktur.”38 şeklinde cevap vermiştir. Abdullah b. el-Mübarek, Süfyan-ı Sevri’den onun şu sözünü nakleder; “Ebu Hanife ilme çok sıkı sarılırdı. Allah’ın haramlarını helal sayılmasından son derece kaçınır, sika ravilerin rivayetlerinden oluşan sahih haber ve peygamber uygulamalarını ve Kufe alimlerinin görüşlerini alırdı. Fakat sonradan bir kısım insanlar, ona haksız saldırıda bulundular. Allah bizi de onları da affetsin.”39 Fudayl b. Iyad şöyle der; “Ebu Hanife, eğer bir meselede sahih bir hadis varsa onu alırdı. Sahabe ve tabiinden o meselede sahih bir görüş bulursa yine alırdı. Eğer aradığını bulamazsa, o zaman kıyas yapardı. Kıyası da güzel yapardı.!”40 Sehl b. Mülazim, Ebu Hanife’nin fıkhi metodu hakkında şunları söyler; Saymeri, Ahbêru Ebi Hanife, s.81 Zehebi, Ebu Abdillah Muhammed b. Ahmed, Tarihu’l İslam ve feyâtuhu Meşâhiri ve’l-Alam, Thk. Ömer Abdu’s-Selam Tedmûri, 35 c., Beyrut 1994, C: IX, s.310; Askalani, Tehzibü’t-Tehzib, C: 10, s.450 37 Saymeri, a.g.e., s.87; Sâlihi, Ugud, s.200 38 Saymeri, a.g.e, s.87 39 İbn Abdilberr, el-İntiga, s.262 40 Sâlihi, a.g.e, s.172 35 36 “Ebu Hanife’nin yöntemi; mevsuk olanı almak, çirkin olandan kaçmaktır. İnsanların uygulamalarına, doğru olan işlerine, onlara yararlı olan şeylere bakıp onları muteber tutmaktır. Meseleleri kıyasa göre değerlendirir. Kıyas yapmak uygun olmazsa elverdiği ölçüde istihsana başvururdu. İstihsan da işlemez hale gelirse o zaman Müslümanların aralarında muteber kabul ettikleri uygulamalara bakar, herkese maruf olan hadisi alır, kıyas mümkün oldukça ona göre kıyas yapar, sonra istihsana giderdi... yani, hangisi daha sağlam olursa ona baş vururdu. İşte Ebu Hanife’nin görüşü budur. Umumun ki de böyle idi.”41 El-Havârizmi, Abdullah b. Mübarek’ten şunu nakleder; “Ebu Hanife herhangi bir konuda konuştuğu zaman mutlaka Kur’an ve Sünnetten bir delile dayanırdı.”42 Abdullah b. el-Mübarek şöyle der; “Hasen b. Umâra, Ebu Hanife’nin bindiği hayvanın üzengisinden tutarak, ‘Vallâhi fıkhi konularda sizden daha beliğ , daha sabırlı, daha hazır cevaplı birisini görmedik. Siz, döneminizin tartışmasız liderisiniz! Aleyhinizde konuşanlar, sadece size hased ettiklerinden dolayı böyle davranmaktadırlar.”43 Bir adam Yezid b. Harun (ö.206)’a; “- İmam Malik’in re’yi mi? Yoksa Ebu Hanife’nin re’yi mi size daha sevimli geliyor? diye sorulunca şöyle cevap vermiştir; -Malik’in hadislerini yazınız. Çünkü o ravileri iyi seçip, araştırırdı. Ebu Hanife’ye gelince, onun gibisini görmedim. Kiminle fıkhı bir konuda bir tartışmaya girse mutlaka üstün gelirdi. Fıkıh ve Ferâiz ilmi ise, Ebu Hanife ve Ashabına mahsus bir sanat gibidir. Sanki onlar bunun için yaratılmışlardır.”44 Muvaffak b. Ahmed el-Mekki şöyle der; “Bazı kimseler Ebu Hanife’yi (hadis ve) eserleri bırakıp kıyasa başvurduğu suçlamasında bulunurlar ki, bu tamamen İmam’a yönelmiş bir iftiradır. Onun ve arkadaşlarının yazdığı kitaplar gözden geçirilirse görülecektir ki, bir çok meselede O, kıyası terk ederek eseri almıştır. Mesela; namazda gülmenin abdesti de bozması, Mekki, Menâkıb, s.75; Kerderî, Menâkıb, s.163 Sâlihi, ugud, s.175 43 Zehebî, Menâkıb, s.47 44 Saymeri, Ahbâru Ebi Hanife, s.86 41 42 uzanarak yatıp uyuyan kimsenin abdestinin bozulması, unutarak yiyip- içen kimsenin orucunun bozulmaması gibi.”45 C-FIKIHTA TAKİP ETTİĞİ USÜL Bizzat Ebu Hanife kendi usulünü şöyle anlatıyor: “Ben evvela Allah’ın kitabında olanları alırım. Onda bulamazsam Rasülullah (sav)’dan gelenleri alırım. Allah’ın kitabında ve Peygamberin sünnetinde bulamazsam o zaman Ashabın sözlerini alırım. Sahabeden gelenleri seçer, birini tercih ederiz. Fakat toptan terk etmeyiz. Bunlardan başkalarına ait olan hüküm ve içtihatlara gelince biz de onlar gibi –ilim- adamlarıyız”46 Fakat iş, İbrahim en-Nehâi, Şa’bi, İbni Sirin, Hasan-ı Basri, Atâ, Said b. el-Müseyyeb... gibi kimselere geldi mi bunlar ictihad yapmış kimselerdir. Onlar nasıl ictihad ettilerse bende onlar gibi ictihad ederim.47 Onun fıkhında başvurduğu delilleri şöyle sıralayabiliriz: 1-Asli deliller: ( Kitap, Sünnet, İcma’, Kıyas ) a-Kitap (Kur’an-ı Kerim): İslam hukukunun olduğu kadar diğer islami ilimlerinde asli kaynaklarından olan Kur’an-ı Kerim’in, teşrî(yasama, kanun koyma)’de birinci kaynak olduğu hususunda Müslümanlar arasında ittifak vardır. Bu hususu beyan ettikten sonra, Kur’anın tarifi şöyle yapılmıştır: “Peygamberimiz Hz.Muhammed’e Arap diliyle indirilmiş, tilavetiyle tezekkür ve tedebbür maksadıyla ibadet edilen, bize sözlü olarak tevatüren nakledilmiş, mushaflara yazılmış, “Fatiha” suresiyle başlayıp “Nas” suresiyle biten kitaptır.”48 Kur’anın Hükümleri: Kur’an kendi ifadesiyle hiçbir şeyi ihmal etmemiştir.49 Çeşitli konularla ilgili hususları, doğrudan veya dolaylı olarak onda bulmak mümkündür. Bununla birlikte Kur’an-ı Kerim’in getirdiği hükümleri üç esas noktada toplamak mümkündür; aa) İmanla İlgili Hükümler Mekki, Menâkıb, s.83 Karaman Hayrettin, İslam Hukunda İçtihad, s. 135-136 47 Mekkî, a.g.e., c.I, s.74-78 48 Muhammed Mansur, Teysîru Usûli’l-Fıkh, Kahire, Ts., s.29 49 Enam 6/38 45 46 ab) Ahlaki Hükümler ac) Ameli Hükümler Kitap, şeriatın tamamı ve temelidir. Sünnet onun anlaşılmasına yardım eder. Asrı saadete yakın yaşamış tefsir alimlerinin ve müctehidlerin yorumları onun anlaşılmasına yardım eden ikinci faktördür. Mesela: “Haccı da Umreyi de Allah için tam yapın”50 ayeti, haccın farziyyetini değil tamamen yapılmasını emreder. Kur’anın şerhi mahiyetinde bulunan sünnete bakmadan Kur’an’dan ahkam çıkarmaya kalkışılmamalıdır. Eğer sünnette aradığını bulamazsa selefin tefsirlerine bakmalıdır. Çünkü onlar Kur’an-ı herkesten daha iyi bilirler. b-Sünnet:Rasülullah’ın sözleri, fiilleri, takrirleri ve gerek peygamberliğinden önceki devreye, gerekse peygamberlik devresine ait olsun, ahlaki vasıfları ve siretidir. 51 1) Mahiyeti itibari ile Sünnet üçe ayrılır: aa)Kavlî Sünnet: Peygamberimizin muhtelif münasebetlerde ve çeşitli maksatla söylediği sözlerdir. Mesela; “Şevval hilâlini görünce orucu yiyin.”52 hadisi buna örnektir. ab)Fiili Sünnet: Hz. Peygamberin yaptığı işlerdir. Mesela; “Beni nasıl namaz kılıyor görüyorsanız sizde öyle kılın.”53 hadisi buna örnektir. ac)Takriri (Tasvîbi) Sünnet: Hz. Peygamberin huzurunda söylenen sözü veya fiili veya öğrendiği gıyabındaki söz ve fiilleri, reddetmeksizin sükut etmesidir. Çünkü, Rasülullah (sav), batıl yahut islamın dışında reddettiği şey karşısında sükut etmez. 2)Sünnetin Kaynak Olarak Değeri Bütün İslam alimleri sünnetin teşrî’de ikinci asıl kaynak olduğuna da müttefiktirler. Çünkü Kur’an da sünnete uymanın zaruretini ifade eden pek çok ayet vardır. İşte onlardan bazıları; 50 Bakara, 2/196 Mücteba Uğur, Ansiklopedik Hadis Terimleri Sözlüğü, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara, 1992, s. 367 52 Buhari, Sahih, K.Salat 11; Müslim, Sahih, K.Sıyam, 4- 18 53 Buhari, a.g.e., K.Ezan, 18; K.Edeb, 27 51 -“Peygamber size ne verdiyse onu alın, size ne yasakladıysa ondan da sakının. Allah'tan korkun. Çünkü Allah'ın azabı çetindir.”54 -“Kim Rasüle itaat ederse Allah’a itaat etmiş olur”55 -“Resûlüm! de ki: Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyunuz ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah son derece bağışlayıcı ve esirgeyicidir”56. -“Ey iman edenler! Allah'a itaat edin. Peygamber'e ve sizden olan ulülemr’e (idarecilere) de itaat edin. Eğer bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz Allah'a ve ahirete gerçekten inanıyorsanız onu Allah'a ve Resûl'e götürün (onların talimatına göre halledin); bu hem hayırlı, hem de netice bakımından daha güzeldir.”57 3)Kitaba göre sünnetin yeri; Kitap karşısında sünnetin fonksiyonu dört türlüdür: aa)Sünnet bazen Kur’an’daki hükümler uygun olarak gelir. Mesela; Peygamberimiz bir hadisinde şöyle buyurmuştur; “Hiç bir Müslüman kimsenin malı diğerine helal değildir. Yalnız kendi rızasıyla verdiği müstesnadır.”58 Bu hadis şu ayetle mana yönünden muvafıktır. Allâh-u Teala şöyle buyuruyor: “Ey İman edenler! Aranızda karşılıklı rızaya dayanan ticaret hali müstesna, mallarınıza batıl (haksız ve yasak) yollar ile aranızda yemeyiniz.”59 ab)Sünnet bazen kitabın mutlakını takyid, mücmelini beyan, umumi hükümlerini tahsis ve bazı hükümlerini nesh için gelir. Mesala; Allâh-u Teala şöyle buyuruyor; “Hırsızlık eden erkek ve kadının ellerini kesin...”60 ac)Sünnetin kitaba göre üçüncü fonksiyonu ise, Kur’an’ın meskut olarak geçtiği veya hükmünü bildirmediği konularda müstakil olarak hüküm belirtmektir. Mesela; nineye mirastan pay verileceği, ehli eşek etinin ve yırtıcı kuşların etlerinin yenilmesinin haram kılınışı gibi. Haşr 59/7 Nisa 4/80 56 Ali-İmran 3/31 57 Nisa 4/59 58 Ebu Davud, Süleyman b. Es Sicistani, Sünen, Çağrı Yayınları, İstanbul, 1992, 5 c., K.Menasik, B.56 59 Nisa 4/29 60 Maide 5/38 54 55 Sünnetin tersi Bidat’tır. Rasülullah’ın sözüne, fiiline veya takririne uymayan kimse bidatçıdır. Sünnetin dinde huccet olduğunda, Müslümanlar ittifak halindedir. Bu duruma şeriatın temeli olan Kur’an-ı Kerim delalet etmektedir: Namaz, Zekat, Oruç, Hacc, Taharet, Nikah, Talak, Ric’at, Zıhar, Lian gibi kitapta hükümleri belirtilmeyen ahkâmı sünnet belirtir. El-Evzâi; “bizim için sünnetin kitaba muhtaç olduğundan daha fazla, kitap sünnete muhtaçtır. Şöyle ki; sünnet, kitaptan murad olanı açıklar.” Sünnetin huccet olması, dinin zarûriyyâtındandır. Bu husus da Müslümanlar ittifak etmişlerdir. c-İcma: İcmadan maksat, bu ümmetin müçtehitlerinin herhangi bir asırda şer’i bir hüküm üzerinde ittifak etmeleridir.61 Hanefi Mezhebi usül uleması, icmânın kat’i huccet olduğunu zikrederler. Bazı ulema ise, onun zanni huccet olduğunu söylerler. Fahrü’l-İslam, icmâı üç dereceye ayırır: 1-En Âlâsı sahabenin icmâıdır. Onu mütevatir hadis gibi kat’i tutuyor. 2-Ashabdan sonrakilerin icmâıdır; bu da hadisi meşhur gibidir. 3-İçtihat mevzu olan bir fasılda vâki icmadır ki; o bu hale göre Haber’i vâhid gibidir, zannidir. Şüphe vardır.62 Bir asırda bir tek müçtehit bulunduğu zaman onun re’yi icma olamaz. İcmâ’ın oluşun da avamın ittifak etmesine itibar edilmez. Bir beldenin veya ümmetin bir sınıfının müçtehitlerinin ittifakı icma sayılmaz. Ehl-i Beyt’in ittifakı, ancak Şia’ya göre icma olur. Şevkâni, Muhammed b.Ali, İrşâdu’l-Fühûl ilâ Tahkıki’l-Hak min İlmi’l-Usül, Thk. Şa’ban Muhammed b. İsmail, 2 c., Mısır, 1937, s.33 62 Ebu Zehra, Ebu Hanife, s.338 61 İcma ancak bir senede dayandığı takdirde oluşur. Zira senetsiz olan fetva yanlıştır. İcmâ konusu mesele kesin hükümlü olur, münakaşa ve müzakere konusu olamaz. İcmâ’ın delil oluşunun karinesi, ümmetin delalette birleşmesinin muhal oluşudur. İcmâ’a delalet eden ayet-i kerime: “Her kim de kendisine doğru yol apaçık belli olduktan sonra Peygambere aykırı harekette bulunur ve müminlerin yolundan başkasına uyar giderse, onu döndüğü sapıklıkta bırakırız.”63 İcmâyı tespit eden hadisi şeriflerin en kuvvetlisi: “Ümmetim delâlet üzerinde içtima etmez”64 dir. İcmâ’ın dayanağı, bazen kitap ve sünnet bazen de kıyas, örf ve adet vs. içtihat ve nevilerinden olur. Mesela; Domuz yağını haramlığı hakkındaki icma, domuz etinin haramlığına yapılan kıyasladır.65 Hülasa olarak deriz ki, İslam ümmeti çeşitli asırlardan icmâ’ın kesin delil olduğunu kabul etmiştir. Bu yüzdendir ki ümmetin müctehidlerinin re’yine muhalefet edeni fakihler şiddetle reddetmişlerdir. Ne olursa olsun İcmâ’ı inkar eden kafir olur şeklinde mutlak hüküm vermek doğru değildir. Tekfir ile hüküm vermek kolay değildir. Ancak icmâ vardır deyip kesinlikle yapılan bir İcmâ’ı inkara kalkışırsa, o zaman kafir olur. Zira bu takdirde şeriatın bir kısmını inkar etmiş olur. d-Kıyas: “ Nass’a dayanan meselenin hükmünü, içtihat yoluyla, aynı illeti taşıyan ve nass’la belirtilmemiş mesele için vârid görmektir.”66 Rivayete göre Ebu Hanife şöyle derdi; “Vallâhi, bizim kıyası nass’a takdim ettiğimizi söyleyen yalan söylemiş ve iftirada bulunmuştur! Nass varken hiç kıyas’a ihtiyaç duyulur mu?” Yine bir defasında, 63 Nisa 4/114 İbni Mace, Sünen, K. Fiten,8; Tirmizi, Sünen, K. Fiten, .7 65 Âmidi, Seyfüddin Ebu’l-Hasan Ali b. Ebi Ali, el-İhkâm fî Usûli’l-Ahkam, Kahire, 1968, C: I, s.379 66 Şener, Abdülkadir, İslam Hukukunun Kaynaklarından Kıyas, İstihsan ve Istıslah, Ank., 1981, s.68 64 “Biz önce Kitabı, sonra Sünneti, sonra da Sahabenin görüşlerini alır, üzerinde görüş birliğine vardıkları şeyle amel ederiz. Eğer bir konuda Sahâbiler ihtilaf etmişlerse, iki meseleden birinin hükmünü –aradaki ortak illetten dolayıkastedilen anlamın kolayca ortaya çıkması için diğeri ile kıyas ederiz.”67 1)Kıyasın Huccet Oluşu: Kıyas, kitap, sünnet ve icma’dan sonra üçüncü derecede şer’i bir kaynaktır. Sahabe, Tâbiin ve Cumhûr-u Fükaha; kıyası, şer’i bir huccet kabul etmişlerdir.68 Kur’an-ı Kerim’deki; “Ey akıl ve basiret sahipleri! Siz bundan ibret alınız.”69 ayeti kıyasın huccet oluşuna bir delildir. Ayetteki “fa’tebirû” emrini masdarı olan “i’tibar” kelimesi, “bir şeyin hükmünü benzeri olan bir şeye tatbik etmek,” anlamına geldiği gibi, eşit kılmak, takdir etmek, geçmek ve intikal etmek anlamına da gelir. Kıyasta “Asl” daki hükmün “Fer”e intikal etmesinden başka bir şey olmadığına göre “Fa’tebirû” kelimesiyle kıyas kastedilmektedir.70 Sünnetten de “Muaz b. Cebel hadisi” diye meşhur olan bir olay, buna delâlet eder. Hz.Peygamber (sav), Muaz b.Cebel(ra)’i Yemen’e Vali olarak gönderirken onunla yapılan konuşma kıyasın şer’i bir huccet olduğunu gösterir. Şöyle ki; Hz.Peygamber (sav) Muaz (ra)’a : “-Sana bir dava arz edildiğinde neyle hükmedeceksin?” diye sorunca, Muaz (ra) “-Allah’ın kitabıyla” dedi. Hz.Peygamber (sav), “Peki ya Allahın kitabında bulamazsan?” deyince, Muaz (ra); “-Allahın Rasulü’nün sünnetiyle hükmederim.” Buna karşı Hz.Peygamber (sav), “Ya sünnette de bulamazsan?” deyince Hz.Muaz (ra): “Re’yimle içtihat eder; kusur etmemeye çalışırım” şeklinde cevap verince, rasülüllah (sav), elini Muaz (ra)’ın göğsüne vurarak; Şâ’rani, el-Mîzanü’l-Kübra, C: I, s.56 Serahsi, Ebubekir Muh. b. Ebu Sehl, Usülü’s-Serahsi, Thk. Ebu’l-Vefa el-Afgâni, Kahraman yayınları, İst. 1984, C: II, s.118; Gazzali, Ebu Hamid Muhammed b. Muhammed, el-Mustasfâ min İlm’il Usül, Matbâatü’l-Emiriyye, 1.Baskı, Bulak, Mısır 1322, C: II, s.234 69 Haşr 59/2 70 ez-Zeydan, Abdül Kerim, el-Vecîz fî Usuli’l-Fıkh, Müessesetü’r-Risale, Beyrut, 2000, s.220 67 68 “Allah Rasülünün râzı olduğu şeye, Rasulü’nün elçisini muvaffak kılan Allah (cc)’a hamd olsun”71 diyerek içtihada izin vermiştir. Kıyasta içtihat türlerinden biri olduğuna göre o da şer’i bir huccettir.72 2)Kıyasın Rükunları Kıyasın dört rüknü vardır: Bu Rükunlar: a)Asl: Hükmü nass’la belirtilen meseledir. b)Fer: Hakkında nass bulunmayıp, şer’i hükmü belirtilmeyen meseledir. c) İllet: Asl ile Fer arasındaki ortak sebeptir. d) Hüküm: Fer’de izhârı gereken ve nass’la sâbit Asl’daki şer’i hükümdür.73 Bu dört rüknün her birinin bir takım şartları vardır. Kıyas o şartlar tahakkuk etmeden olmaz.74 Mesela; Şarap içmenin haram olması hükmü, “Ey iman edenler! Şarap, kumar, dikili taş(put)lar, fal ve şans okları birer şeytan işi pisliktir; bunlardan uzak durun ki, kurtuluşa eresiniz.”75 ayeti ile sabittir. Burada haram hükmünü taşıyan “asl”, nass’la hükmü bildiren Şarap’tır. Hurma, Arpa vb. maddelerden yapılan içkiler ise, nass’la hükmü belli olmayıp da hükmü bilinmesi gereken ‘fer’dir. Haram hükmüne sebep olan illet ise, şarabın “sarhoşluk” vermesidir ki, bu illet, hem asl’da hem de fer’de mevcuttur. O halde asl ve fer, illette ortak oldukları için, asl’daki hükmün fer’e geçirilmesi veya onda izhar edilmesi suretiyle şarabın dışındaki sarhoş edici bütün içkilerde haram hükmünü almış olur.76 3)Ebu Hanifenin Kıyası: Ebu Hanife kıyas’ı sıkça kullanmıştır. Çünkü bulunduğu bölge karmaşık birçok olayın meydana geldiği ve çözümünün arandığı bir yerdi. Fıkhi meseleleri çeşitli yönleriyle ele alıp tartıştığı için farklı ihtimal ve durumlara göre fikir ve çözümler üretmiş, bunun sonucu olarak, ehli hadisin aksine bir tutumla, henüz vukû bulmamış faraza meselelerin hükümlerini de içtihadına konu etmiştir. Ebu Hanifenin kıyasa sıkça başvurduğu doğru ise de bu sebeple tenkit Ebu Davud, Sünen, K.Akdiyye, Mukaddime;Tirmizi, Ebu İsa Muhammed b. İsa, Sünen, Çağrı Yayınları, İstanbul, 1992, 5 c., K.Ahkam, 3 72 eş-Şafii, Ebu Abdillah Muhammed b. idris, er-Risale, Thk. Ahmed Muhammed Şakir, MektebetüDâru’t-Tiras, 2.Baskı, Kahire 1979, s.205, 206. Md., No:1321-1329 73 el-Esad, Mahmud, Tehis-i Usül-i Fıkh, İzmir, 1313, s.10 74 İmam Şa’ra, İmamların Fıkhi İhtilafları niçin Rahmettir, s.103-109 75 Mâide 5/90 76 Zeydan, el-Veciz, s.194 71 edilmesi doğru olmaz. Zira Sahabeden itibaren İslam Alimleri az veya çok bu metodu kullanmışlardır. Ebu Hanife de göze çarpan farklılık, kıyası belli bir sistem ve kurala bağlamak, onu sıkça kullanmak ve henüz vukû bulmamış hadiselere de uygulamaktan ibarettir. Çünkü, o zaman da Irak bölgesinin özel şartları bunu gerektiriyordu. Ancak onun Kıyas’ı nass’a tercih ettiğine ve Haber-i Vâhidleri almadığına dâir ileri sürülen iddialar doğru değildir. Ebu Hanife bir meselenin hükmünü önce Kur’anda aramış, nass’ın her türlü lafzı delaletini, umum-husus, ıtlak-takyid, nâsih-mensuh gibi lafızlar arası metodolojik ilişkiyi göz önünde bulundurmuş, aksine bir delil ve gerekçe olmadığı sürece ayetlerin açık, genel ve doğrudan ifadelerini esas almıştır. Kur’an da konu ile ilgili bir nass bulamamışsa Hz.Peygamber tarafından Yemen’e vali olarak gönderilen Muaz b.Cebel’in, Kur’an da bulamadığı bir meselenin hükmünü sünnette arayacağını bildirmesiyle ortaya çıkan ve Peygamberin tasvibine mazhar olup bütün sahabenin uyguladığı sıraya göre sünnete müracaat etmiştir. 77 Çağdaşları içinde değişik okullara mensup Malik, Evzâi, Abdullah b.Mübarek, İbn Cüreyh, Cafer-i Sadık, Vasıl b.Ata, vs. gibi büyük imamlar bulunan, İmam-ı Azam ile büyük imam Muhammed Bâkır arasında geçen şöyle bir olay anlatılır; Muhammed Bâkır, Ebu Hanifeye; “dedemin yolunu ve hadislerini kıyasla değiştiren sen misin? diye sormuş; Ebu hanife, “Sen sana layık olan bir şekilde yerine otur. Ben de bana layık olan bir şekilde yerime oturayım. Dedeniz Muhammed (sav)’e hayatında sahabeleri nasıl saygı duyuyorlarsa aynı şekilde ben de size saygı besliyorum. Şimdi sen bana kadının mı, erkeğin mi zayıf olduğunu; kadının mirasta erkeğe nisbetle hissesini; namazın mı orucun mu efdal olduğunu, idrarın mı meninin mi pis olduğunu söyler misin?” diye sormuş. İmam Bâkır da, kadının mirasta erkeğin iki, kadının bir hissesi olduğunu; erkekten zayıf olduğunu; namazın oruçtan efdal olduğunu ve idrarın meniden pis olduğunu söyledi. Ebu Hanife ona, “Kıyas yapsaydım; kadın erkekten zayıftır, diye ona mirastan iki hisse; idrar yapıldıktan sonra gusledilmesini, meni çıktıktan sonra sadece 77 Mustafa Uzunpostalcı, “Ebu Hanife”, TDV, İslam Ansiklopedisi, C: 10, s.135 abdest alınmasını söylerdim. Kıyasla dedenizin dinini değiştirmekten Allaha sığınırım.”78 dedi. 2-Fer’i Deliller: ( İstıshab, Tahkim-i hal, Maslahat, İstihsan, Örf ve Âdet, Sahabe Kavli, vb. ) Fer’i kaynaklar, müstakil birer delil olmayıp, aslî kaynaklardan (Kur’an ve Sünnetten), türeyerek meşruluk kazanmış kaynaklardır. Bunlara sırasıyla bakalım: a-İstıshab: Geçmişte var olan bir şeyin, aksini ortaya koyan bir delil olmadıkça, şu anda da var olduğuna hükmetmektir.79 b-Tahkim-i hal: Bir şeyin bugünkü haline bakılarak onun geçmişte de bu hal üzerine olduğuna hükmetmektir.80 c-Maslahat-ı Mürsele: Maslahat; Kıyas’ı terk ile insanların ihtiyacına uygun olanı tercih yoluna gitmektir. Hanefiler buna “İstihsan”, Malikiler de “Maslahat-ı Mürsele” derler. Dini ve dünyevî kısımlarına ayrılır. Karşıtı “mefsedet”tir. Maslahat-ı mürsele; Şeriat tarafından itibar edildiği de, itibar edilmeyip iptal ve ilğa edildiği de bilinmeyen, hakkında sükut geçilmiş maslahatlardır ki, bazı konularda bir delil olarak kabul edilir. Kur’anın toplanması, çoğaltılması, divanların kurulması vb. gibi.81 Şer’i hükümlerin maslahat hikmetine bağlı bulunduğunda ittifak halinde olan dört mezhep imamı, içtihatlarında bazen başka isimlerle aynı şeyi kastederek bu prensibe geniş yer vermişlerdir. Nass bulunmayan yerlerde gerektiğinde meşrû maslahatlara göre hüküm verdikleri gibi zaman zaman da lafza değil, ruh ve manaya veya kitap ve sünnetin umûmi kaidelerine dayanarak bazı nass’ların lafızlarını aşmışlardır.82 Şunu da belirtmekte fayda görüyoruz ki; Müçtehitlerin maslahata göre hüküm verdikleri saha, ibadet sahası değil de, muâmelât sahasıdır. Ağırakça Ahmed -Kızılırmak Said, Ebu Hanife, Şamil İslam Ansiklopedisi, C: 2, s.19-20; Ebu Zehra, Muhammed, İslamda Fıkhi Mezhepler Tarihi, İst., Trc: Abdülkadir ŞENER, Hisar Yayınevi, 2 c., C: II, s.167-168 79 Erdoğan, Fıkıh ve Hukuk Terimleri Sözlüğü, s.206 80 a.g.m., a.g.e., s.429 81 a.g.m., a.g.e, s.275 82 Karaman, Hayrettin, İslam Hukukunda İçtihat, s.151 78 aa-Ebu Hanifenin Maslahat Prensibi: Ebu Hanifeye izâfe edilen istihsan delilinin daha kuvvetli delil veya maslahat ve zarûret karşısında kıyası terk etmekten ibâret olduğunu burada hatırlatırız. Ebu Hanifenin riâyet ettiği bir başka prensipte nass’ın bulunmadığı ve men etmediği yerlerde halkın Örf ve Âdet teâmülüne göre hüküm vermektir ki, bu da Maslahata râcidir.83 ab- Ebu Hanifenin Maslahat Prensibine bağlı hükümlerinden örnekler: I-İdeolojisinin propagandasını yapan dinsiz ( ateist, zındık) yakalandıktan sonra tevbe ederse kabul olunmaz. Önce tevbe ederse kabul edilir.84 II-Teslim zamanı tayin edilmeden yapılan İstısna akdi (bir zanaatkâra bir işin siparişi) câizdir. Rasülullah (sav) bu türlü satışı yasaklamıştır. Fakat insanların bu tür satışa muhtaç olmaları, böyle bir satışın istihsan yoluyla câiz olmasını gerektirir. 85 III-Bir kimse “Bütün malım sadakadır” dese, bu söz, zekata tâbi olan mallarına mahsustur. Çünkü bütün malına şâmil olsa kendisinin dilenci haline düşmesi gerekir ki, bu da dinin ‘sadaka müessesesinin ruhuna aykırıdır.86 IV-Zanaatkârın elindeyken zâyi olan eşyanın ödettirilmesi hükmünü benimserken de, Ebu Hanife yine maslahat prensibine riâyet etmiştir.87 d-İstihsan: İslam fıkhı terminolojisinde onun pek çok tanımı yapılmıştır. Mesela onlardan biri: “İstihsan, kıyas gibi benzerlik esasından hareket etmeden, umûmun menfaatine ve adalet esasına göre şahsi takdire dayanarak hüküm vermektir.88 Gazâli ise şöyle tanımlamıştır; “Müçtehidin aklıyla iyi-doğru bulduğu şeydir.”89 Şer’i deliller arasında hükmü yer almayan ve kıyas ile de uygun cevap bulunamayan konuda müçtehidin ileri sürdüğü şahsi kanaattir. Yani müçtehidin el-Mekki, Menakıb, C: I, s.82 İbn Abidin, Raddü’l-muhtar, C: III, s.322-323 85 Kâsâni, Alâuddin Ebu Bekr b. Mes’ud, Bedâyiu’s-Sanâi fî Tertibi’ş-Şeraî, Beyrut 1982, C: V, s.2-3 86 Serahsi, Ebu Bekr Muhammed b. Ebu Sehl, el-Mebsut, 30 c., Çağrı yayınları, İst. 1982, C: XII, s.93 87 Serahsi, a.g.e., C: XV, s.161 88 Şener, Abdülkadir, İslam Hukukunun Kaynaklarından Kıyas, İstihsan ve Istıslah, s.117 89 Gazâli, Mustasfâ, C: I, s.274 83 84 “yalnızca iyi gördüğü ile fetva vermesine istihsan denir.”90 Kolaylığı, genişliği, toleransı alma, rahatı araştırma anlamına gelen istihsan; herhangi bir konuda gerçeklerin gerektirdiği bir hükümden daha kuvvetli ve gerekli olduğu düşünülen başka gerekçelere dayanarak bir diğer hükme geçmektir.91 1)İstihsanın Kısımları: Hanefiler istihsanı üç kısma ayırmışlardır;92 aa- Senedi nass olan istihsan: Selem akdi93 gibi. ab-Senedi icmâ ve örf olan istihsan: İstısna94 akdi gibi. ac-Zarûret sebebiyle olan istihsan: Bu nevi istihsan, “Zaruretler yasak olan şeyleri mubah kılar.”95 kaidesine dayanır. 2)İstihsanın Huccet Oluşu: İstihsanın huccet olup-olmadığı hususunda alimler, üç görüşe ayrılıyorlar:96 1-Hanefiler, Malikiler ve Hanbelilerin de içinde bulunduğu cumhura göre, istihsan şer’i delillerden biridir. 2-İmam Şâfii ve onun mezhebine bağlı olanlara göre, istihsan şer’i bir delil değildir. 3-Şevkâni (ö.1255/1839) gibi bazılarına göre; İstihsan şer’i bir delil olmasına rağmen, müstakil bir delil olmayıp, diğer delillere râcidir.97 İstihsanı en çok kullanan Hanefilerdir. İmam Ebu Hanife, olaylara istihsanı tatbik konusunda öğrencilerinin hayranlığını kazanmıştı. İmam Muhammed’den yapılan rivayete göre, İmam Azam, “İstihsan yapıyorum” dediği zaman ona kimse yetişemezdi.98 İbn Hazm, Ebu Muhammed Ali b. Ahmet ez-Zâhiri, el-Mulahhasu ibtâli’l-kıyas ve’r-Re’y ve’lİstihsan ve’t-Taklîd ve’t-Ta’lil, nşr. Said el-Efgâni, Dımaşk, 1960, s.5 91 Muhibüddin Ebi Feyz Es Seyyid Muhammed Murtaza El Huseyni, Tacu’l Arus Cevahiru’l Kamus, Beyrut, 1994, 20 c.,“Hasüne”md. 92 Serahsi, Usûl, C: II, s.202-203 93 Selem akdi: Para peşin, mal veresiye olmak üzere yapılan bir alım-satım akdidir. 94 İstısna: Bir zanaatkâra, ücret ve evsâfını önceden tespit ederek bir işi ısmarlamaktır. 95 Yıldırım Mustafa, Mecellenin Küllî Kâideleri, ilâhiyat Fak. Yayınları, İzmir, 2001, s.74 96 Şener Abdülkâdir, İslam Hukukunun Kaynaklarından Kıyas, İstihsan ve Istıslah, s.129 97 Şevkâni, İrşâdü’l-Fühûl, s.241 98 Kerderî, Menâkıbu Ebu Hanife, s.164 90 İstihsanı şer’i bir delil olarak kabul edenler bir takım deliller ileri sürerler, kısaca bunlara değinelim: Serahsi’ye göre istihsanın esası şu ayet-i kerimedir: “..O halde kullarımı müjdele ki onlar, söze (dikkatle) kulak verirler ve onun en güzeline uyarlar.”99 Kur’anın hepsi güzeldir. Bu ayette onun en güzeline uyanların müjdelenmesi emredilmiştir.100 Sünnetten ise şu hadis istihsana delil olarak gösteriliyor. Bu hadiste Peygamberimiz (sav) şöyle buyurmaktadır; “Müminlerin kendi aralarında güzel gördükleri şey, Allah katında da güzeldir.”101 Kıyası kabul edenler arasında Hanefilerin kastettiği manada istihsan yapmayan yoktur. İstihsanın bâtıl olduğunu ilk olarak söyleyen İmam Şâfii’dir. Onun bu konudaki delilleri doğru bulunacak olursa, aynı deliller istihsandan önce kendisinin tamamen benimsediği kıyasın da batıl olduğunu gösterir. Fakat kıyasta istihsan da doğrudur. Bunları kabul edenlerin anladıkları manada birbirlerini iptal etmezler, çelişik değildirler. Kıyası kabul edenlerin istihsan konusundaki ihtilafları tamamen lafzîdir. Hanefiler, “istihsanı kınayanlar, lafız ve mâna olmak üzere iki yönden bizimle tartışabilirler: Lafız yönünden tartışacak olurlarsa, bu yönden muârızımız haklı olabilir. Çünkü herkes dilediği terimi kullanabilir. Özellikle bu terimin manası dil ve hukuk açısından uygun düşüyorsa, isteyen Farsça, isteyen Arapça konuşabilir, buna bir diyeceğimiz yoktur. Lâkin muârızlarımız mâna yönünden bize karşı çıkarken delil getirmeden bizi haksız bulmaktadırlar. Oysa istihsanın arkadaşlarımız tarafından kullanıldığı manaların hepsinin doğruluğunu delil getirerek ispatlamak mümkündür.”102 İstihsanın iki manası vardır: Birincisi, İctihad yapmaktır ve bizim görüşümüz ve içtihadımıza bırakılan ölçüleri tayinle re’yin üstün olmasıdır. Nitekim bazı şartlar altında boşanmış olan kadınlara verilmesi gereken mut’anın miktarını tespit böyledir. Zira Kur’an-ı Kerimde “onlara –zengin kendi durumuna, yoksul da kendi gücüne göre- uygun bir Zümer 39/18 Serahsi, el-Mebsut, C: 10, s.145 101 Ahmed b.Hanbel, el-Müsned, Çağrı Yayınları, İstanbul, 1992, 6 c., C: I, s. 387 102 el-Kevserî, Hanefi Fıkhının Esasları, s.15-17 99 100 şekilde Mut’a veriniz. Bu, iyilik yapanlara münasip bir borçtur.” denilmektedir.103 Burada Allah, kişiye fakirlik ve zenginlik durumuna göre Mut’a vermeyi emretmiştir. Mut’anın miktarı ise belli değildir. Ancak tahmin ve takdire göre bu miktar tespit edilecektir. İkincisi ise, daha kuvvetli bir delilden dolayı kıyası terk etmektir. Allah-u Teâle şöyle buyuruyor: “Kadınlara Allahın rahimlerinde yarattığı şeyi gizlemeleri caiz olmaz.”104 Seleften rivayet edildiğine göre kadınların rahimlerinde Allahın yarattığı şeyden maksat, ay hâli kanı ve gebeliktir.105 İmam Âzam Ebu Hanife öyle kadri büyük, takvası kuvvetli bir zattır ki, dinde mücerred arzu üzerine asla bir şey söylemez. Şer’an delil bulunmayan bir şeyi istihsan edip te onunla amel etmekten o çok uzaktır. Üstad Allah rahmet etsin, istihsan kelimesinden murad olunan manayı beyan etmek ve bu taan’ları def için hakikatı meydana çıkarmak maksadıyla istihsanla ilgili bâb yazmıştır. 106 Sonuç olarak diyebiliriz ki, İstihsan, İslam hukukunun Fer’i kaynaklarından biri olup, İslam hukukunun esnekliğine yardım edecek hukuki bir istidlal şeklidir. 3)İstihsan Temelinde Akıl ve Ebu Hanife: Toplumun problemlerine çözüm arayan Ebu Hanife, genel kâide ve kıyasla vardığı rasyonel sonuca “istihsan” ile İslam hukukuna beşeri bir yön katarak sosyal ve rasyonel bir muhteva kazandırmıştır. Böylelikle İslam fıkhı bu özelliğinden dolayı dini temellere dayanan bir hukuk sistemi olması yanında, aklî olarak temellendirilmiş oldu. İslam fıkhının asırlardır canlı kalmasının belki de en önemli nedenlerinden biri de budur. Nitekim İslam dininde “hak”, “adalet” gibi hukuk kavramlarıyla vaz’ olunan genel ilkelerin kavranması, yorumlanması ve müşahhaslaştırılması tamamen insan aklına yada insan aklındaki hak ve adalet normunun genişliğine bağlıdır. Ebu Hanife İslam hukukunun bu özelliği kazanmasında en önemli rolü üstlenenlerden biridir. Çünkü onun tarafından sistemleştirilen İstihsan, İslam fıkıh düşüncesine önemli bir açılım getirmiş ve hukuk sistemi içerisinde tutarlılık kazanmıştır. Böylelikle de İstihsan, İslam dünyasında akli düşüncelerin ve 103 Bakara 2/236 Bakara 2/228 105 el-Kevserî, Hanefi Fıkhının Esasları, s.17-20 106 . Ebu Zehra, Ebu Hanife, s.360 104 uygulamaların gerekli olan yenilik ve değişimlere önemli ölçüde mesnet olmuştur. Böylece hukukun âmme menfaatlerine uygulanmasına yol açmıştır. Bu bağlamda Ebu Hanife, İstihsan ile nass’ların ve dolayısıyla fıkıh doktrinlerinin, toplumsal realitelere, insanlığın ortak değerlerine ve hukukun genel ilkeleri açısından yeniden yorumlanmasına önemli ölçüde zemin hazırlamıştır.107 e-Örf ve Âdet: 1)Tarifi: Örf; toplumun benimsediği, alışageldiği ve hayatında uymak zorunda olduğu, söz veya fiillerdir.108 Tariften de anlaşıldığı gibi Örf, insanların iyi kabul ederek uygulaya geldikleri söz ve davranışlardan oluşmaktadır. Adet ise, selim tabiatça benimsenen tekrar edile edile nefislerde yerleşen şeydir.109 Örf ve Adet kelimeleri İslam hukukunda aynı manada kullanılır. Yani bu iki kelime birbirinin muradifidir. “Teâmül” ve “İsti’mal” kelimeleri de aynı manayı ifade etmektedir. Örf, fıkıh usûlüne dâhil sayılır. Ve Hz.Peygamber (sav)’in “Müslümanların güzel gördüğü şey, Allah katında da güzeldir.”110 hadisi buna işaret eder. Yani Müslümanların kendi aralarında şeriata ve selim akla uygun olarak yaptıkları işler, Allah katında da güzeldir. 2)Sıhhat Yönünden Örfün Kısımları: Örf, sıhhati yönünden ikiye ayrılmaktadır: aa)Sahih Örf: Nass’lara zıt düşmeyen, maslahatı heder etmeyen ve kötülüğe sebep olmayan âdete sahih örf denir. Mesela; Evlenecek bir gencin nişanlısına hediye olarak elbise, süs eşyası, vb. vermesi birçok yerde âdettir. Bu hediyeler “mehir”e dahil değildir. Mehirden sayılmaması örf olarak yerleşmiştir. Aydın İbrahim Hakkı, İstihsan Temelinde Akıl ve Ebu Hanife, İ.A.D., Ebu Hanife özel sayısı, s.173; Bardakoğlu Ali, İstihsan, T.D.V. İslam Ansiklopedisi, C: XXIII, s.346 108 Zeydan, el-Vecîz, s.253 109 Şener Mehmet, İslam Hukukunda Örf, İzmir, 1987, s.105 110 Ahmed b. Hanbel, Müsned, C: I, s.379 107 ab)Fasid Örf: Kesin nass’lara aykırı kötü âdetlere de Fâsid örf denir. İslama göre yasak olan Faiz, kumar, şans oyunları, vb. kötü âdetler bu tür örfe örnek verilebilir.111 3)Umum ve Husus Yönünden Örfün Kısımları: Örf, umum ve husus yönünden ikiye ayrılır: Bu örfler sahih örfün bölümleridir. aa)Örf’ü Âmm: Bütün beldelerdeki insanların üzerinde birleştikleri örftür. Mesela; Hamamda yıkanma ve istısna akdini buna misal verebiliriz.112 ab)Örf’ü Hâs: Bir şehir veya bölge halkı yahut herhangi bir sanat ve meslek erbâbı arasında yaygın olan örftür. İlim ve sanat erbabının ıstılahları ve teknik terimleri, bu örfün misallerindendir.113 Ebu Hanife ve iki büyük talebesi, örflerin değişmesinden dolayı hükümlerde ihtilaf etmişlerdir. Mesela, Hanefi alimleri, mezhep imamlarının Kur’an öğretmek ve cemaatla ilgili dini görevlerini yerine getirmek için ücret alınmasının caiz olmadığında ittifak etmelerine rağmen, Kur’an’ın öğrenilmesini sağlamak, imamlık ve müezzinlik gibi görevlerin aksamamasını temin için, bunun cevazına dâir fetva vermişlerdir.114 Yine Ebu Hanifeye göre, şahadetin makbul olması için şahitlerin âdil olması gerekmez. Gerçekte bu hüküm, Ebu Hanifenin zamanına göre uygun olabilir. Fakat ondan sonra yalancılık yaygın hâle gelince, imameyn, şahitlerin âdil olmalarının şart olduğu hükmüne varmıştır.115 Bu örneklerden “Zamanların değişmesiyle hükümlerin değişmesi inkar edilemez.”116kâidesi meydana gelmiştir ki, bu kâidede ki değişen hükümler, örf ve âdete dayananlardır.117 Sehl b. Müzâhim diyor ki; “Ebu Hanifenin fıkıhtaki usulü: mevsuk olanı almak, çirkin olandan kaçınmak, halkın muâmelatına bakmak, işlerinin salah üzere doğru gitmesini nazari itibâra almaktır. İşleri kıyas üzere yürütür, kıyas yakışmayıp 111 Zeydan, el-Veciz., s.254 Ebu Zehra, Muhammed, Usülü’l-Fıkh, İst., Ts., s.274 113 Zeydan, el-Veciz, s.254 114 İbn Abidin, Mecmuâtü’r-Resâil, Beyrut, Ts., C: II, s.126 115 a.g.m., a.g.e., a.y. 116 Yıldırım Mustafa, Mecelle’nin Külli Kaideleri, s.103 (md. 39) 117 Ali Haydar, Dürerü’l-Hükkâm Şerhu Mecelletü’l-Ahkam, 14 c., Şirketi Mürettebiyye Matbaası, 2.baskı, İst. 1317 h., C: I, s.101 112 çirkin olunca İstihsana gider, istihsan da uygun gitmezse, müslümanların muâmelelerine dönerdi.” Bu söz iki şeye delalet etmektedir: 1)Nass olmayan yerde umûru kıyas ve İstihsana tatbik eder. Bunlardan hangisi daha doğru ve sağlam ise, meseleye daha uygun düşüyorsa onu alır. 2)Kitap, Sünnetten bir nass ( ve Sahabe kavli) yoksa icma’ gerçekleşmemişse, kıyas ve İstihsan yoluyla nass’lara hamletmek de mümkün değilse, o zaman örfü delil olarak alır. İstihsanın bütün nevileri, gerek kıyas istihsanı, gerek eser, icma’ ve zaruret istihsanları olsun hepsinden sonra örfe giderdi.118 4)Örfe ne zaman itibar edilir? Örfün şer’i delil olarak muteber tutulmasının dayandığı esas, Abdullah b. Mes’ud dan mevkûfen rivayet olunan şu hadisi şeriftir; “Müminler hoş ve iyi gördükleri şey, Allah-u Teâla indinde de iyidir.”119 Bu hadis ibaresiyle ve gayesiyle delalet ediyor ki, müslümanların arasında örf halinde iyi ve güzel bir iş olarak cereyan eden şey, iyi ve hoş görülür. Çünkü örfe karşı gelmek güçlük ve darlıktan hâli değildir. Halbuki Cenab-ı hak şöyle buyurur: “Dinde sizin üzerinize bir güçlük yapılmamıştır.”120 Örfün istinbat asıllarından biri olduğunu kabul eden ulemâ onun ancak başka şer’i delil bulunmayan yerde delil olduğunu söylemektedirler. Demek ki, kitap ve sünnet varken, örf delil olamaz. Örf umûmi ise ve her yönden nass’a muhalif değilse o zaman muteberdir. Ve onunla kıyas terk olunur.121 5)Ebu Hanife’nin Örf ve İstihsanı Sık Kullanması: Ebu Hanife, meseleleri olmuş gibi farz ederek Takdir-i Fıkıh hükümleri ortaya koymuş, örfü ve istihsanı sık sık kullanmış, ticari akitlerdeki içtihatlarında ilk defa ortaya hükümler çıkarmıştır. Onun en önemli özelliklerinden birisi, şahsi hak ve hürriyetleri savunmasıdır. Akil bir insanın şahsi tasarruflarına hiç kimsenin müdahale edemeyeceğini savunarak fıkıhta büyük bir reform yapmıştır. Âkile ve Bâliğa bir 118 Ebu Zehra, Ebu Hanife, s.367-368 Ahmed b. Hanbel, Müsned, C: I, s.387 120 Hac 22/78 121 Ebu Zehra, Ebu Hanife, s.368-369 119 kızın evlenme hususunda velayetinin kendisine ait olduğunu savunurken babası dahi olsa, hiç kimsenin şahsi velayet hakkına müdahalede bulunamayacağını söylemiştir. Aynı şekilde bunak, sefih ve borçlunun hacredilmesini reddeder. Çoğu görüşlerinde ve bu hürriyet bahsinde o görüşüyle yalnız başına cumhura karşı durmaktadır. Yine Ebu Hanife, mülkiyet ile hürriyeti birbirine bağlamış, insanın mülkündeki tasarruf hürriyetini sonuna kadar savunmuş ve mahkemenin bu hürriyete müdahalesinin onu kayıt altına almasının karşısında yer almıştır. İnsanın kendi mülki tasarrufu eğer başkasına zarar verecek olursa o zaman bu meselede şuurlu bir dini vicdana başvurur. Ebu Hanife yöneticilerin zorbalığına karşı kişisel özgürlükleri savunurken aynı zamanda dinin sivil gelişim tarzını da ilk böyle sistemli bir fıkıhla ortaya koymuştur.122 f-Sahabe kavli: Sahabenin kimler olduğu konusunda değişik görüşler ileri sürülmüştür. Usul alimlerinin cumhuruna göre, Sahabi, “mümin olarak Rasülüllah (sav)’ı gören ve Müslüman olarak ölen kimsedir.”123 Sahabilerin görüş ve sözlerinin hüccet olup olmadığı hususunda değişik görüşler vardır. Kısaca göz atmak gerekirse, bu konuda şunların bilinmesi gerekmektedir: 1)İçtihat ve re’y ile idrak edilemeyecek hususlarda sahabe sözü alimlerce huccettir. Çünkü bu sözler, Nebi (as)’den duyulmakla izah edilir. 2)Hakkında ittifak edilen sahabe sözleri, şer’i bir huccet sayılır. Çünkü bu icma demektir. 3)Sahabilerin görüşü, kendisi gibi başka bir sahabi hakkında bağlayıcı bir huccet sayılmaz. 4)Sahabilerin re’y ve içtihada dayanan söz ve görüşlerinin hüccet olup olmadığında ihtilaf vardır.124 Bu hususta iki önemli görüş ileri sürülmüştür. Bunlar: Ağırakça Ahmet-Kızılırmak Said, Şamil İslam Ansiklopedisi, Ebu Hanife, C: II, s.20 Şevkani, İrşadü’l-Fuhul, s. 237 124 Ensari, Nizamuddin, Fevatihu’r-Rahamût Şerhu Musellemetu’s-Subut, 2 c., Dâru’l-Fikr, Beyrut, 1324, C: II, s. 186 122 123 aa-Dört mezhep imamının da içinde bulunduğu fakihlerin çoğunluğuna göre, sahabilerin görüş ve fetvaları huccettir.125 Hatta İmam Ebu Hanife, İmam Ebu Yusuf ve İmam Muhammed’e göre, sahabi sözü kıyasa takdim edilir.126 ab-Bu konudaki ikinci görüş, sahabilerin görüşlerinin huccet olmadığıdır ki, dört mezhebe bağlı ve sonraki alimlerden bazıları ile Mutezilenin çoğu bu görüştedirler.127 Şevkani de, sahabi sözlerinin hüccet olamayacağını, çünkü bu ümmetin bir peygamberi ve bir kitabı bulunduğunu, herkesin kitap ve sünnete uyması gerektiğini, ümmet arasında, sahabi olsun, başkası olsun hiçbir fark olmadığını savunur. Şevkani’nin bu ferdi çıkışını bir taşkınlık sayan Ebu Zehra, haklı olarak Şevkani’yi eleştirir ve özetle şunları söyler: “Sahabilerin sözlerini kabul eden büyük imamlar, elbette kitap, Peygamber ve sünnetin bir olduğunu biliyorlar ve bunlara sımsıkı sarılıyorlardı. Fakat, onlar sahabilerin, nübüvvet nurunun parıltıları olan görüşlerine de layık olduğu değeri vermişlerdir.” Sahabe döneminde fıkıh genel olarak yedi kişide toplandı: Hz. Ömer (v.23/644), Hz.Ali (v.40/661), İbn Mes’ud (v.32/652), Muaz b. Cebel (v.18/639), Zeyd b. Sabit (v.45/655), Abdullah b. Abbas (v.68/687) ve Hz.Aişe validemiz (v.58/678). Bu sahabiler dışında içtihat edenler vardı, ancak içtihatları çok azdı. 128 D- EBU HANİFE’NİN HABERİ VAHİDLE AMEL ETME ŞARTLARI Ebu Hanifenin sahih bir hadisin bulunduğu yerde haberi vahidi bırakarak kıyasa gitmediği anlaşılmıştır. Diğer bir ifade ile o kıyası nassa tercih etmemiştir. Ebu hanife’nin “mütevatir” ve “meşhur” olan hadisleri tereddütsüz aldığında şüphe yoktur. Ebu Hanifenin Haberi Vahid’leri kabulü konusunda ileri sürdüğü şartlara kısaca bir göz atalım: 1-Haber-i Vahidler Kur’an’nın umum ve zahirine muhalif olmamalıdır. Çünkü Kur’an bu yönlerden kat’idir ve zanni olana takdir edilir. Ensari, Fevatihu’r-Rahamût Şerhu Musellemetu’s-Subut, C: II, s. 186 Serahsi, Usul, C: II, s.105 vd 127 İbnü’l Kayyım el-Cevziyye, Şemsüddin Ebi Abdillah Muhammed b. Ebi Bekr, İ’lamu’l-Muvakkıin an Rabbi’l-Alemin, 4 c., Thk. Taha Abdurrauf Sa’d, Dâru’l-Cil, Beyrut 1973, C: IV,s.123 128 İbn Kayyım, İ’lamu’l-Muvakkıin, C: II, s.137,147 125 126 2-İster kavli ister fiili olsun, hiçbir meşhur sünnete ve hiçbir memleket tahsisi yapmaksızın, sahabe ve tabiinden gelen amel şekline de muhalif olmamalıdır. 3-Rivayet edilen haber, herkesin karşılaştığı, had ve keffaretler de olduğu gibi “umum-i belva “ cinsinden olmamalıdır. Bu durumda şüphe uyandırır. 4-Haber-i Vahidler, “celi kıyas”a129 muhalif olursa, o zaman onun ravileri fakih olmalıdır. 5-Sahabe tarafından rivayet edilen ve iki ayrı hüküm bulunan bir konuda birini tercih edip diğerini ihmal etmiş olamamalı ve haber hakkında selef den herhangi bir ta’n bulunmamalıdır. 6-Ravi, kendi rivayet ettiği bir hadisin aksine bir davranış ve amelde bulunmamalıdır. 7-Haber-i Vahid, Ebu Hanife’nin şer’i kaynakları inceleyip değerlendirdiği ve öğrendiği şeriatın kaynaklarından birine de muhalif olmamalıdır. 8-Haber-i Vahid, benzeri bir Haber-i Vahid’le çelişmemelidir. 9-Ebu Hanife, had ve cezalar konusunda farklı rivayetler bulunduğu zaman daha hafif cezayı bildiren Haber-i Vahidi almıştır. Dikkat edilirse bütün bu şartlar Haber-i Vahidi almak, onunla amel etmemek için değil, Allah’ın dininde daha ihtiyatlı hareket edebilmek içindir. Yoksa Haber-i Vahid yerine kıyasla amel edebilmek için değil. O itimat edilir, sahih bir hadis bulduğu zaman mutlaka onu almıştır. O’na ta’n edenler, onu çekemeyenler içtihadın mevki ve önemini bilmeyenler olduğunda şüphe yoktur.130 E- İSLAM HUKUNDA İÇTİHAD Arap dilinde içtihat, çaba sarfetmek, herhangi bir işi yapmak için olanca gayreti harcamak demektir. Fıkıh usulcülerin ıstılahatında ise içtihad, istinbat yolu ile, şer’i hükümleri anlayıp öğrenmek isteği ile müctehidin gayret sarfetmesidir. Erdoğan, Fıkıh ve Hukuk Terimleri Sözlüğü, s.247 Mustafa Uzunpostalcı, Ebu Hanife ve Nassları Değerlendirmesi, İ.A.D.,Ebu Hanife Özel Sayısı 2002, s. 50; Ebu Zehra, Ebu Hanife, s. 271-272 129 130 Müctehid, şer’i delillerden amelî hükümleri çıkarabilme melekesine sahip olan din bilgini.131 1-İçtihadın Şartları: Arap dilini bilmek Kitab’ı (Kur’an-ı) bilmek Sünneti Bilmek Fıkıh usülünü bilmek Üzerinde icma hasıl olmuş konuları bilmek İslam hukukunun maksat ve gayelerini bilmek İçtihada fıtraten kabiliyetli olmak 2- Müctehidlerin Sınıfları: Müctehidler genel olarak iki sınıfa ayrılırlar: a-Ashâbu’l Hadis: Hicaz bölgesinde yaşayan İmam Malik, İ;mam Şafi, Süfyân-ı Sevri, Ahmet b. Hanbel ve Davut b. Ali’nin tabileridir. Bizim burada konumuz ehli rey olduğu için ehli hadis hakkında bu kadarı ile yetineceğiz. b-Ashâbu’r- Re’y: Bunlar Irak ehlidir. İmam Ebu Hanife’nin talebeleridirler. Muhammed b. Hasan, Ebu Yusuf, İmam-ı Züfer, Hasan b. Ziyad, Ebu Mûti el-Bulhî ve Bişr el-Merîsî, onun talebe ve etbâındandırlar. Bu zatlara “Ashâbu Rey” adının verilmesi şu sebepledir: Bu zatlar, kıyas için bir yönü elde etmeye ihtimamlarının çoğunu sarf ederler. Hükümlerden çıkan manaya ve hadiseleri onların üzerine bina etmeye daha fazla ihtimam gösteririler. Çoğu kez Kıyas-ı Celiyi, Haber-i Ahad’a takdim ederler. aa) Re’yin Tanımı: Re’y, kelimesi sözlükte şahsi görüş, düşünce ve kanaat anlamına gelir. Adına re’y dediğimiz bu şahsi görüş ve kanaatin oluşmasını sağlayan şey, gözle görme olabileceği gibi, zannı galip, tefekkürle idrak ve akletme de olabilir. 131 Erdoğan, Fıkıh ve Hukuk Terimleri Sözlüğü, s.313 İsfehani, düşünme ve tefekkür denilen Re’yi; “çatışan iki delil karşısında, kişinin galib-i zannı ile birinin doğruluğu konusunda vardığı kanaattir.” 132 şeklinde tarif ediyor. İbnü’l Kayyim da , “Re’y; farklı delillerin çatıştığı durumda, düşünme ve araştırmadan sonra kişinin doğruluğuna kanaat getirdiği görüştür.” Der. Bu nedenle akılların ihtilaf etmediği, delillerin çatışmadığı ve herkesin bildiği durumlar için re’y kelimesi kullanılmaz.133 Bununla birlikte re’yin ne anlama geldiği ve rey ehlinden kimlerin kastedildiği hususunda yoğun tartışmalar yaşanmıştır. Özellikle Hanefi alimlerinin kendilerine yöneltilen eleştirilere cevap vermek için bu kavramın mahiyetini izah etmeye çalıştıklarını görmekteyiz. İmam-ı Muhammed Re’yi; “Nass’ları doğru anlama ve yorumlama yöntemi” şeklinde izah etmiştir.134 Ebu Hanife:(r.a) “Bu ilmimiz re’ydir. Bizim elde ettiğimizin en güzelidir. Başka bir şeye gücü yeten varsa onun gördüğü (re’yi) ona, bizimkisi de bize olsun” buyurdu. Re’y içtihadında Ebu Hanife’ye izafe edilen iki metod vardır: Kıyas ve İstihsan. Bunları Kıyas ve İstihsan bahsinde anlattık. ab) Ebu Hanife ve Arkadaşlarının Re’yi Kullanma Tarzı: Metodolojik yapısı Ebu Hanife ile olgunlaşan re’y merkezli fıkıh anlayışı hakkında şunlar söylenebilir: Başta Hz. Peygamber (sav), hakkında vahiy inmeyen bir çok meselenin çözümünde hem rey ile içtihadda bulunmuş, hem de ashabını rey ile içtihada teşvik etmiştir. Tâbiun ve etbeut-tabiun dönemlerinde de gerektiğinde re’ye başvuran alim ve fakihlerin sayısı az değildir. Ata b. Ebi Rebah, İmam Malik, Leys b. Sa’d, Şafii, İbni Mübarek, Hasanu’l-Basri gibi bir çok meşhur fakih ve muhaddis içtihatlarında re’ye başvurmuşlardır. Fakat belli bir dönemden sonra “ehl-i re’y” tabiri sadece Ebu Hanife, hocaları ve arkadaşları için kullanılmaya başlanmıştır. Bunun asıl sebebi, bu el-İsfahâni er-Ragıp, Ebu’l Kasım el-Hüseyin b. Muhammed, el-Müfredât-ı Elfâzı’l Kur’an, Dâru’ş-Şafiyye, Beyrut, s. 375 133 İbnü’l Kayyım, Î’lâmü’l-Müvâkıîn, C: I, s.66 134 Serahsi, Usul, C: II, s.113 132 kesimin re’yi daha geniş bir zeminde daha etkin ve diğerlerinin kabul edemeyecekleri miktar ve yöntemlerle kullanmış olmalarıdır. Şöyle ki; Ebu Hanife ve arkadaşları ehl-i re’y, Kur’an ve sünnet nassları üzerinde istikra135 yoluyla yaptıkları araştırmalarda her zaman ve zeminde başvurulabilecek hukuki esasların bulunduğunu görmüş ve bunları geliştirmeye çalışmışlardır. Ebu Hanife nass’ların yanında, gerektiğinde re’yi de müstakil bir kaynak gibi kullanmıştır. O sahih akılla nass’ların çatışmasını şer’i esaslara aykırı bulmuştur. İşte onun Âhad Haberi, kollektif bir aklın ürünü olan hukuki prensiplerle, sahih örfle, kendinden daha kuvvetli bir nass’la çatışması veya Umûmu’l-belvâ136 da vârid olması gibi bazı durumlarda sorgulanmasının asıl sebebi budur. Kanaatimizce Ebu Hanife, İstihsana da hem akılla nakil arasındaki çelişkiyi gidermek, hem de bağımsız ve hukuki bir kaynak oluşturmak için başvurmuştur. Muhtemelen Şahveliyyullah; “re’y de asıllardan bir asıldır.” Sözüyle re’y fıkhının bu özelliğine dikkat çekmek istemiştir. Onların bütün himmeti bir çok cüz’î meseleye esas teşkil edecek evrensel hukuki ilkeler bulup ortaya çıkarma yönündedir. Ebu Hanifenin, Vekî b. Cerrah’a, hadislerin senediyle uğraştıkları kadar hadislerin metinleriyle de ilgilenmesini tavsiye etmek yerine, “hadisleri bıraksan da fıkıhla meşgul olsan” tavsiyesinde bulunması, bunu ortaya koymaktadır.137 Re’y hakkında “iyi re’y” ve “kötü re’y” olmak üzere bir takım rivayetler vardır; kötü olan re’y, kişinin kendi heves ve arzularına dayanan görüşlerdir. Bunda kendi menfaatını gözetme vardır. İyi olan re’y ise, Kitap ve Sünnete kıyas yoluyla Sahabe, Tâbiun ve Tebâi-tâbiin fakihlerinin usûlüne uygun olarak yeni bir olayın hükmünü nass’tan çıkarmaktır. Bu konudaki rivayetlerin çoğunu el-Hatip elBağdadî, “el-Fakih ve’l-Mütefakkih” de zikretmiştir. İbn Abdilberr de bu rivayetleri, kaynaklarını inceleyerek nakletmiştir. Bu konudaki kesin kanaat şudur: Sahabi, Tâbiî ve Teba-i tâbiînin fakihleri yukarıda temas ettiğimiz manada re’yle istikra: tümevarım; bir konuya dahil bulunan cüzlerin büyük çoğunluğunu gözden geçirerek ortak noktaları tesbitle genel bir sonuca ulaşmadır. Bkz. Erdoğan, Fıkıh ve Hukuk Terimleri Sözlüğü, s.211 136 Umûmu’l-Belvâ: Kaçınılması zor veya imkansız durum. Çoğunluğun bilgisi dışında kalmayacak şeyler. Bkz. Erdoğan, a.g.e., s.471 137 Sahip Beroje, İslam Hukukunda Ehl-i Re’y ve Re’y Merkezli Fıkh Anlayışı, İslami Araştırmalar, Ebu Hanife özel sayısı, 2002, sayı:1-2, s.162-163 135 içtihat yapmışlar; yani nass’lara başvurarak yeni olayların hükmünü çıkarma yoluna gitmişlerdir ki bu, inkarı mümkün olmayan icmâlardandır.138 Re’yle içtihat bütün İslam hukukçularının övünmeye layık bir niteliği olup derin bir anlayış ve kavrayış ifade eder. Bunun içindir ki İbn Kuteybe, “Kitabü’lMeârif”inde “Re’y taraftarları” başlığı altında Fakihleri zikreder ve Evzâi, Süfyan-ı Sevrî ve Malik b. Enes’i bunlar arasında sayar. Kötü re’y, şer’i delillerin reddettiği, nefsi arzuların mahsûlü olan, indî görüşlerdir. Re’y taraftarları deyimi, “Halk-ı Kur’an” meselesi ortaya çıktıktan sonra raviler tarafından Iraklılara, yani Ebu Hanife ve ona tâbii olan Kufelilere ad olarak verilmiştir. Bazıları Ebu Hanifeye dil uzatmada ileri gitmişlerdir. Ebu Hanife inat olsun diye hiçbir sünnete muhalefet etmemiştir. Sünnet konusunda muhalefet ettiği olmuşsa, ancak doğru gördüğü ve mevcut olan delillere dayanarak muhalefet etmiştir. Ona dil uzatanlar, ya hasetçilerdir, yada içtihat yapılması gereken yerleri bilmeyenlerdir. Hanefilerin re’y taraftarları diye isimlendirilmesi ise; ancak hüküm çıkarırken re’yi çok iyi kullanmalarından ileri gelmiştir. Nerede olursa olsun, ister Irakta, ister Medine de, fıkhın bulunduğu her yerde re’y de bulunacaktır.139 ac) Muhafazakar Bir Reycilik Teorisyeni: Ebu Hanife, Re’y ve Re’ycilikten söz edildiğinde, kuşkusuz ilk akla gelenlerin başında Ebu Hanife bulunmaktadır. Ancak Ebu Hanifenin re’yciliğinin anlamının ve muhtevasının yeterince net ve açık olduğu söylenemez. Bunun nedenlerinden birisi, re’y ve re’ycilik kavramlarının, çoğu kere, esasen içermediği ve taşıyamayacağı anlam yüküne maruz bırakılması ve buradan hareketle nass’lara alternatif bir hüküm kaynağı olarak algılanması, kimi şahıs veya ekollerin ‘akılcılık’la nitelendirilmesidir. Ehl-i re’y-Ehl-i hadis isimlendirmesi ve bu isimlendirmenin temsil ettiği ayrışma, Tâbiun asrından itibâren söz konusu olmaya başlamış ve bir sonraki nesilde hatlar iyice belirginleşmiştir. 138 139 el-Hatibü’l-Bağdâdi, el-Fakih ve’l-Mütefakkih, s.187-216 el-Kevseri, Hanefi Fıkhının Esasları, s.7-10 Re’yin ilk başta nass’lardan bağımsız olarak (ibtidâen) hüküm koymaya uygun olmadığı ve hiç kimse açısından ibtidâen re’y yoluyla hüküm koyma yetkisinin bulunmadığı bütün Müslüman alimler tarafından ittifakla kabul edilmektedir. Bu genel kabule göre şer’in hükümleri konusunda hak, Allaha aittir ve Allahın hakkı, kesin bir bilgiyi gerektiren bir şey ile sabit olabilir. Re’y ise kesin bir bilgi gerektirmez ve sadece nass’ın hükmünü mansus olmayana yani hükmü doğrudan belirtilmiş olmayana geçirmeye yarar. O halde re’yin mutlaka önceden verilmiş bir metne dayalı olması gerekecektir.140 Ebu Hanifenin re’yciliğinin mahiyetine ilişkin olarak şu tespitler yapılabilir: 1)Re’yciliğin, sünnet karşıtlığı olarak anlaşılması doğru değildir. 2)Re’ycilik, anlamın dikkate alınması, sistematik ve mantıkî tutarlılığın sağlanması endişesinden kaynaklanır ve nass’lardan bağımsız serbest düşünce anlamına gelmez. Re’ycilerin daha çok kendi kendilerine sordukları “Eraeyte” (ne dersin, bu konudaki görüşün ne?) sorusu, oluşturdukları fıkıh sisteminin iç tutarlılığını test etme amacına yöneliktir. 3)Ebu Hanifenin İstihsan dediği şeyin sonraki Hanefi usül eserlerinde tanımlanan İstihsan ile aynı olup-olmadığı konusu tam olarak açıklık kazanmış değildir. İstihsanın uygulama alanının daha çok ibadet içerikli (teabbüdi) konular olması, bu tür konuların iç tutarlılık gözetilmesine pek elverişli olmaması gerekçesiyle açıklanabilir. Bu açıdan bakıldığında İstihsan ile akılcılık arasında doğrusal bir bağlantı olmadığı söylenebilir. 4)Ayrıca Hanefiler, şer’i hükümlere yaklaşımda ilkenin ta’lil değil teabbüd olduğunu savunmuşlardır. Bu durum, sonraki dönemlerde Hanefi bilginleri arasından Maslahat teorisini savunan fakîh ve usulcülerin çıkmayışını açıklamaktadır. 141 140 141 Serahsi, el-Usul, C: II, s. 92 Apaydın H. Yunus, Bir Muhafazakar Re’ycilik Teorisyeni: Ebu Hanife, İ.A.D. Ebu Hanife özel sayısı, s. 147 SONUÇ Ebu Hanifenin Hukuk anlayışı, yaklaşık I. Hicri (VII. Miladi) yüzyılın sonu ve II. Hicri (VIII. Miladi) yüzyılın başı, yani Emeviler ile Abbasilerin ilk dönemi Irak’ın özellikle Kûfe’nin ürünü olmaktadır. İslam dünyasında gelişen kültür ve medeniyetin içinde İslam fıkhının önemli bir yeri vardır. Çünkü, İslam kültür medeniyeti içinde düşünceye, akla dayalı fikri üretimlere, nitelik ve nicelik açısından bakıldığında, fıkhın İslam kültür ve medeniyeti içindeki yerinin önemi ortaya çıkar. İslam fıkhı bu özelliğini, islamın aklın özgün ve özgürce kullanımına müsaade etmesine borçludur. Ebu Hanife ve arkadaşları olan Ehl-i Re’y, Kur’an ve Sünnet nassları üzerinde tümevarım yoluyla yaptıkları araştırmalarda her zaman ve zeminde başvurulabilecek hukûki esasların bulunduğunu görmüş ve bunları geliştirmeye çalışmışlardır. O, sahih akılla nassların çatışmasını şer’i esaslara aykırı bulmuştur. İşte onun Âhad Haber’i, kollektif bir aklın ürünü hukuki prensiplerle, sahih örf’le, kendinden daha kuvvetli bir nassla çatışması veya kaçınılması zor, imkansız bir durum vârid olması gibi bazı durumlarda sorgulamasının asıl sebebi budur. İmam Ebu Hanife herhangi hukuki bir problemle karşılaştığında ya da kendisine arz edildiğinde önce meselenin hükmünü Kur’an-ı Kerim’de arar, herhangi bir cevap bulamazsa kendisinin belirlediği sıhhat şartlarına uyan hadislere başvururdu. Rivayet edilen hadislerde meşhur olma şartını ileri sürmekteydi. Bunun nedeni içinde yaşamış olduğu Kufe, Basra, Bağdat bölgesi, sosyal ve kültürel şartlar bakımından diğer İslam Beldelerine göre daha karmaşık ve çeşitlilik arz ediyordu. Dolayısıyla önceleri bu bölgede bulunmayıp daha sonradan buraya ulaşan rivayetlere karşı çok temkinli ve ihtiyatlı davranıyordu. Bu ihtiyat ve duyarlılık onun haber-i vahidler konusunda sıkı şartlar ileri sürmesine neden olmuş, yaygınlık kazanmamış haberlere itibar etmemiştir. Ebu Hanife, hadisçilerin anladığı manada bir Muhaddis değil bilakis Fakihtir ve onun en önemli özelliği de budur. Fıkhında kullandığı hadisleri, devrinde mûtad olduğu şekilde, çeşitli rivayetler arasından bazı unsurlarını göz önünde bulundurarak seçmiş ve kullanmıştır. II Hadis konusunda olumlu bir çizgi takip etmiş, ilke olarak Kur’an’dan sonra teşri’de ikinci hukuk kaynağının hadis olduğunu kabul etmiştir. İmam Ebu Hanife, hadislerde aradığı çözümü bulamazsa, sahabenin konuyla ilgili görüşlerini dikkate almakta idi. Sahabe bir konuda icma etmişlerse bunu bağlayıcı sayıyor, eğer icma söz konusu değilse, bunu fıkhi bir zenginlik kabul ediyor bu görüşler arasında İslam’ın genel ilke ve hedeflerine uygun olanları tercih ediyordu. Tabiinden herhangi bir görüş rivayet edilirse, bu durumda, kendisinin de onlar gibi ictihad edebileceğini söylemekte idi. Ayrıca O, kendi yöresinde bulunan hukuk bilginlerinin görüş ve uygulamalarına da büyük önem vermekte idi. Ebu Hanifenin Re’y (Akıl, şahsi görüş)’i, çokça kullanması doğru olmakla beraber bu, tenkit edilecek bir husus değildir. Nitekim Hz. Peygamber başta olmak üzere, Sahabe, Tâbiîn ve diğer fukaha bu manada re’yi zaman zaman kullanmışlardır. Şunu söyleyebiliriz ki, Ebu Hanife İslam’ı anlamada klasik bir metoddan çok, çağdaş ve ileri bir yaklaşım sahibi idi. Onun ictihad metodu çağının ilerisinde ve İslam dünyasını sonsuza dek aydınlatacak, sıkıntılar karşısında rahatlatacak niteliktedir. Onun içtihat özelliklerini şöyle özetleyebiliriz: Akılcılığı, aklı serbest kullanması, kolaylığı esas alması, hürriyet taraftarı olması, nasslardaki hükümlerin amacını esas alması, farazi meselelere yer vermesi, te’vile dayalı ictihadda bulunması, hadisleri anlamada ihtiyatlı davranması, taassuptan uzak oluşu, tartışma ve şûra anlayışı, fıkhî tedvini, güvenilirliği ve güçlü mantığı gibi. Ebu Hanife’ye göre birinci delil Kitaptır. İkincisi, Sünnettir. Üçüncüsü, Sahabenin İcmâ ettikleridir. Eğer sahabe arasında ihtilaf varsa, yine onların sözünden çıkmaz, içlerinden birini –kıyasa daha uygun düşeni veya kitap ve sünnetin ruhuna daha uygun olanı- seçip alır. Kitap ve Sünnetten bir nass bulunmayan ve sahabe kavli de naklolunmayan hususlarda, eğer kıyas yürürse kıyasla amel eder. Eğer kıyas da sökmezse, o zaman istihsan yapar. İstihsan da sökmezse o zaman halkın teâmülüne bakarak Örf’ü delil alıyor. İmam Ebu Hanife, yaygın bir istinbat metodu olarak kullanılmasına rağmen kıyası, çoğu zaman terk etmektedir. Bunun nedeni ise, artık kıyasın monoton hale gelmesi, istenilen yararı sağlamamasıdır. Yapılan kıyas, maslahata, örfe, zaruret ilkesine aykırı oluyorsa bu durumda istihsan metodunu devreye sokuyor. Böylece III kıyasın daralttığı dar ictihad alanını genişletiyor, hukukun esnek bir yapıya kavuşmasını sağlıyordu. Toplumun problemlerine çözüm arayan Ebu Hanife, genel kaide ve kıyas ile vardığı rasyonel sonuca istihsan ile İslam hukukuna beşeri bir yön katarak sosyal ve gerçekçi bir muhteva kazandırmıştır. Böylelikle İslam fıkhı dini temellere dayanan bir hukuk sistemi olması yanında akli olarak da temellendirilmiş oldu. Onun tarafından sistemleştirilen istihsan, İslam fıkhı düşüncesine önemli bir açılım getirmiş ve hukuk sistemi içerisinde tutarlılık kazanmıştır. İstihsan, İslam dünyasında akli düşüncelere ve uygulamalara gerekli olan yeniliklere ve değişimlere önemli ölçüde mesnet olmuştur. Bu bağlamda Ebu Hanife, istihsan ile nassların ve dolayısıyla fıkıh doktrinlerinin toplumsal realitelere, insanlığın ortak değerlerine ve hukukun genel ilkeleri açısından yeniden yorumlanmasına önemli ölçüde zemin hazırlamıştır. Ebu Hanife, İstihsana hem akılla nakil arasındaki çelişkiyi gidermek, hem de bağımsız ve müstakil bir hukuki kaynak oluşturmak için başvurmuştur. Örf’e gelince; Örf, sadece kişinin/kişilerin ya da sosyal hayatın oluşturduğu bir kavram değil, bilakis aklın güzel gördüğü, fakat Kur’an’ın ve Sünnetin özüne ters düşmeyen, yani şeriata aykırılık arz etmeyen şeydir. İstihsan ve Örf’ün en güzel bir şekilde uygulanması, Hanefi Mezhebi’nin asırlarca devlet otoriteleri tarafından da benimsenen bir mezhep olmasını sağlamıştır. Bu itibarlara göre Ebu Hanifenin fıkhi delilleri yedi tane diyebiliriz: Kitap, Sünnet, Sahabe kavilleri, İcmâ, Kıyas, İstihsan ve Örf. Ebu Hanife’nin mezhebine tabi olanlar onu medh ve senada çok ileri gittikleri gibi onu bir fakih ve müctehid derecesinden daha yukarı çıkarmışlardır. Onun aleyhinde bulunanlarda onun hakkında ölçüsüz konuşmuşlar, O’nu ırzı ve dini tecavüzden ma’sun olması gereken bir Müslüman mertebesinden indirmek istemişlerdir. Ebu Hanife’ye yöneltilen eleştirilerin başlıca sebeplerinden biride mezhep taassubudur. Kendi imamlarına yöneltilebilecek en ufak bir itiraza bile tahammül edemeyen bu kimseler içinden Ebu Hanife’yi küfür ve zındıklıkla itham edenler bile çıkmıştır. Ebu Hanife gibi İslam tarihine mal olmuş büyük şahsiyetleri gerçek hüviyetleriyle değerlendirebilmek için mezhep asabiyetini bir tarafa IV bırakmak, geçmiş alimlerin görüşlerini de tarafsız bir şekilde tahlil ve tenkide tabi tutmak en isabetli yoldur. Geçmiş rivayetlerde de görüldüğü üzere onun nassları bir kenara bırakarak salt kendi arzu ve isteklerine dayanarak kıyas, istihsan, maslahat, örf vb. nass dışı yöntemlere başvurduğu şeklinde bilhassa kendilerini ehl-i hadis ismini veren kimi çevreler tarafından oluşturulduğunu sandığımız Ebu Hanife aleyhtarlığının varlığı göze çarpmaktadır. Başta arkadaşları ve üç büyük mezhebin imamlarında aktarılanlardan da anlaşılacağı üzere O, İslam’ın temel ilke ve amaçlarını kavramış, eşsiz bir hukukçudur. Bu tespiti, karşıtı olduğu bilinen diğer uzman alim ve fakihlerin itiraflarında da bulmak mümkündür. Bütün bu açık beyan ve değerlendirmelere rağmen yine de bir takım kimseler Ebu hanife aleyhtarlığına devam ediyorlarsa bunun Haset (kıskançlık) ya da Cehalet (Ebu Hanifenin seviyesini kavrayamamak)’ten başka bir şey olmadığı kanısına varabiliriz. Ebu Hanife ve arkadaşlarının fıkhi meseleler üzerindeki yoğunlaşmalarındaki bütün gaye, birçok cüz’î meseleye esas teşkil edecek, evrensel hukuki ilkeler bulup ortaya çıkarma sebebiyledir. Bugünün İslam hukukçularının yapması gereken şey –tıpkı müçtehit imamların yaptığı gibi- özellikle de kollektif çalışmalarla yaşayan İslam toplumunun mevcut ölçülerine uygun ilâhi malzemelerden (Kur’an, Sünnet), yeni elbiseler hazırlamak, toplumun ihtiyaçlarına gerçekçi çözümler bulmak ve böylece de İslam’ı, yaşanılan hayata tatbik edebilmektir. V BİBLİYOGRAFYA Ahmed b.Hanbel, el-Müsned, Çağrı Yayınları, İstanbul, 1992 I-VI Cilt Ali Haydar, Dürerü’l-Hükkâm Şerhu Mecelletü’l-Ahkam, I-XVI Cilt, Şirketi Mürettebiyye Matbaası, 2.baskı, İst. 1317 h. Buhari, Muhammed b. İsmail, el-Câmiu’s Sahih, Çağrı Yayınları, İst., 1992 Ebu Davud, Süleyman b. Eş’as Es Sicistani, Sünen, Çağrı Yayınları, İstanbul, 1992, I-V cilt Ebu Hanife, Numan b. Sabit, el-Alim ve’l-Müteallim, Thk. Muhammed Zâhid Kevseri, Kahire 1949 Ebu Zehra, Muhammed, Ebu Hanife, Çev. Osman Keskioğlu. D.İ.B.yayınları, Ank. 1999, III. Baskı Ebu Zehra, Muhammed, İslamda Fıkhi Mezhepler Tarihi, İst., Trc: Abdülkadir ŞENER, Hisar Yayınevi, 2 Cilt Ebu Zehra, Muhammed, Usülü’l-Fıkıh, İst., Ts Ebu-l Arab, Muhammed b. Ahmed b. Temim, Kitab-ül Mihen, Thk. Yahya Vehib el-Cebburi, Beyrut, 1983, 1. Baskı, Ed-Dehlevi, Şah Veliyyullah Ahmed b. Abdirrahim, Huccet-üllâhi’lBâliğa, el-Matbâatü’l-Hayriyye, 1.Baskı, Mısır 1332 h. I-II Cilt, El-Esad, Mahmud, Tehis-i Usül-i Fıkh, İzmir, 1313 El-Hamevi, Şihabuddin Ebu Abdillah Yakut b. Abdillah, Mu’cemu-l Buldan, Dâru Ihyâi’t-Türasil-Arabi, Beyrut, 1979, I-V Cilt El-Hatip el-Bağdadi, Ebu Bekr Ahmed b. Ali b. Sabit, Târihu Bağdât ev Medinetü’s-Selam, Dâru’l-Kütübi’l-Arabî, Beyrut, ts, I-XIV Cilt El-İsfahâni er-Ragıp, Ebu’l Kasım el-Hüseyin b. Muhammed, el-Müfredâtı Elfâzı’l Kur’an, Dâru’ş-Şafiyye, Beyrut, ts. El-Kerderi, Hafizuddin Muhammed b. Muhammed b. Şihab el-Harizmi elBezzâzi, Menâkıbu Ebi Hanife (Mekki’nin Menakıbı ile birlikte), Dâru’l-Kitâbi’lArabî, Beyrut 1981 El-Kevseri, Muhammed Zahid, Hanefi Fıkhının Esasları, Çev: Abdulkadir Şener- M.Cemal Sofuoğlu, Ank., T.D.V. yay., 1991 VI El-Kureşi, Muhyiddin Ebi Muhammed Abdülkadir b. Muhammed, elCevâhiru’l-Mudıyye fî Tabakâti’l-Hanefiyye, Thk. Abdülfettah Muhammed el-Hılv, Riyad 1978, I-IV Cilt El-Mekki, el-Muvaffak b. Ahmed, Menakıb-ı Ebu Hanife (Kerderi’nin Menakıbı ile birlikte), Dâru’l-Kitabi’l-Arabî, Beyrut 1981 Ensari, Nizamuddin, Fevatihu’r-Rahamût Şerhu Musellemetu’s-Subut, Beyrut, 1324 Erdoğan Mehmet, Fıkıh ve Hukuk Terimleri Sözlüğü, Rağbet Yayınları, İst., 1998 Es-Saymeri, Ebu Abdillah Hüseyin b. Ali, Ahbâru Ebi Hanife ve Ashâbihi, Âlemu’l-Kütüb, 2.Baskı, Beyrut 1985 Es-Suyûti, Celâluddin Abdurrahman b. Ebi Bekr, Tebyidu’s-Sahife fî Menakıbi’l-İmam Ebi Hanife, Haydarabat, 1317 h. Eş-Şafii, Ebu Abdillah Muhammed b. idris, er-Risale, Thk. Ahmed Muhammed Şakir, MektebetüDâru’t-Tiras, Kahire 1979, 2.Baskı, Eş-Şârani, Abdülvehhab, Mizânü’l-kübra, 2 Cilt, Matbaatu’t-Tekaddümi’lİlmiyye, Mısır 1321 h. Et-Temimi, Takıyyuddin Abdülkadir, et-Tabakatü’s-Seniyye fî Terâcmi’lHanefiyye, Thk. Abdülfettah Muhammed el-Hılv, Daru’r-Rifâi, 1.Baskı, Riyad 1983, I-IV Cilt Ez-Zehebi, Menakıbu’l-İmam Ebî Hanife ve Sâhibeyhi Ebi Yusuf ve Muhammed b. el-Hasen, Thk. M.Zâhid el-Kevseri-Ebu’l-Vefâ el-Afgâni, Lecnetü İhyâi’l-Meârifi’n-Numâniyye, Beyrut 1408 h., 3.Baskı Ez-Zehebi, Şemsüddin Ebu Abdillah Muhammed b. Ahmed b. Osman, Siyeru A’lâmi’n-Nübelâ, (Thk. Şuayp el-Arnavut ve diğerleri), Müessesetü’r-Risale, Beyrut 1982 , I-XXIII Cilt Ez-Zeydan, Abdül Kerim, el-Vecîz fî Usuli’l-Fıkh, Müessesetü’r-Risale, Beyrut, 2000 Gazzali, Ebu Hamid Muhammed b. Muhammed, el-Mustasfâ min İlm’il Usül, Matbâatü’l-Emiriyye, Bulak, Mısır 1322, 1.Baskı Haskefi, Ed-Dürrü’l-Muhtâr, (İbn Abidin’in Reddü’l-Muhtar Haşiyesi ile birlikte), M.el-Halebi Baskısı, Mısır, 1386 (1966) VII İ.Hakkı Ünal, İmam Ebu Hanifenin Hadis Anlayışı ve Hanefi Mezhebinin Hadis Metodu, DİB. Yayınları, Ankara, 2001, II. Baskı İbn Abdilberr, Ebu Amr Yusuf b. Abdillah, el-İntiga fî Medâili’s-Selâseti’lEimmeti’l-Fukaha: Malik, Şafii, Ebu Hanife, Mektebetü’l-Kudsi, Kahire 1350 İbn Abidin, Mecmuâtü’r-Resâil, Beyrut, Ts. İbn Ebi Hâtim er-Râzi, Ebu MuhammedAbdurrahman Muhammed b. İdris, Âdâbü’ş-Şâfii ve Menâkıbuhu, Thk. Abdülgani Abdülhalik, Matbaatu’s-Seâde, Mısır 1953 İbn Hacer el-Askalani, Şihâbuddin Ebu’l-Fazl Ahmed b. Ali, Tehzibü’tTehzib, I-XII Cilt İbn Hazm, Ebu Muhammed Ali b. Ahmet ez-Zâhiri, el-Mulahhasu ibtâli’lkıyas ve’r-Re’y ve’l-İstihsan ve’t-Taklîd ve’t-Ta’lil, nşr. Said el-Efgâni, Dımaşk, 1960 İbn Mace, Ebu Abdullah Muhammed b. Yezid El Kazvini, Sünen, Çağrı Yatınları, İstanbul, 1992 İbn Nedim, Ebu’l-Ferec Muhammed b. İshak, el-Fihrist, Dâru’l-Mârife, Beyrut 1978 İbn Sa’d, Muhammed b. Sa’d ez-Zühri, et-Tabakâtü’l-Kübrâ, Dâru Sâdır, Beyrut, 1968, I-IX Cilt İbni Abidin, Hâşiyetü Raddü’l-Muhtar Ale’d-Dürru’l-Muhtar, Dâru’l-Fikr, Beyrut 2000, I-VIII Cilt İbni Hacer el-Heysemi, Şihabuddin Ahmed, el-Hayrâtu’l-Hisân fî Menakıbi’l-İmamı’l-Azam Ebi Hanife en-Numan, Thk. Halil el-Meys, Daru’lKütübi’l-İlmiyye, Beyrut 1983 İbni Kesir, Ebu’l-Fidâ İsmail, el-Bidaye ve’n-Nihaye, Thk. Ahmed elMulhim ve diğerleri, Beyrut 1988, I-XIV Cilt İbnü’l Cevzi, Ebu’l-Ferec Abdurrahman, el-Muntazam fî Tarihi’l-Umem ve’l-Mulûk, Thk. Muhammed Abdülkadir Ata, Mustafa Abdülkadir Ata, Beyrut 1992 I-XVIII Cilt İbnü’l Kayyım el-Cevziyye, Şemsüddin Ebi Abdillah Muhammed b. Ebi Bekr, İ’lamu’l-Muvakkıin an Rabbi’l-Alemin, Thk. Taha Abdurrauf Sa’d, Dâru’l-Cil, Beyrut 1973, I-IV Cilt VIII İmam Şa’ra, İmamların Fıkhı İhtilafları Niçin Rahmettir, trc. Ali ArslanMahfuz Aksu, Arslan yay. İsfehâni, Ebu Nuaym, Müsned’ül-İmam Ebi Hanife, Thk. Nazar Muhammed el-Feryâbi, Riyad, 1994, 1.Baskı İslam Ansiklopedisi T.D.V. yay. Ankara İslamî Araştırmalar Dergisi, Ebu Hanife özel sayısı, 2002 Kâdı İyad, Tertibü’l-Medârik, Thk. Ahmed Bukeyr Mahmud, Beyrut 1968, I-III Cilt Karaman Hayrettin, İslam Hukukunda İctihad, DİB Yayınları, ANK. 1975 Kâsâni, Alâuddin Ebu Bekr b. Mes’ud, Bedâyiu’s-Sanâi fî Tertibi’ş-Şeraî, Beyrut 1982 Katip Çelebi, Mustafa b. Abdullah, Keşfü’z-Zûnun an Esâmi’l-Kütübi ve’lFünun, Milli Eğitim Basımevi, 2.Baskı, İst. 1971, I-II Cilt Molla Hüsrev, Muhammed b. Feramuz, Mir’at’u-l Usül Şerhu Mirkati’lVusûl, Şirketi sahafiyeyi osmaniye, İst., 1308 Muhammed Mansur, Teysîru Usûli’l-Fıkh, Kahire, Ts. Muhibüddin Ebi Feyz Es Seyyid Muhammed Murtaza El Huseyni, Tacu’l Arus Cevahiru’l Kamus, Beyrut, 1994, I-XX Cilt Mücteba Uğur, Ansiklopedik Hadis Terimleri Sözlüğü, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara, 1992 Sâlihi, Muhammed b. Yusuf, Ugûdü’l-Cüman fî Menakıbi’l-İmami’l-Âzam Ebi Hanifete’n-Numan, Hz. Ebu’l-Vefa El-Afgânî, Medine 1394 h Serahsi, Ebu Bekr Muhammed b. Ebu Sehl, el-Mebsut, Çağrı yayınları, İst. 1982, I-XXX Cilt Serahsi, Ebubekir Muh. b. Ebu Sehl, Usülü’s-Serahsi, Thk. Ebu’l-Vefa elAfgâni, Kahraman yayınları, İst. 1984 Sezgin, Fuad, Tarihu’t-Turasi’l-Arabi, I-X Cilt, Çev.Mahmud Fehmi Hicâzî, Câmiatü’l-imam muhammed b.Suud el-İslamiyye, Riyad 1983 Şamil İslam Ansiklopedisi, Şamil Yayınları, İstanbul, I-VI Cilt Şener Mehmet, İslam Hukukunda Örf, İzmir, 1987, s.105 Şener, Abdülkadir, İslam Hukukunun Kaynaklarından Kıyas, İstihsan ve Istıslah, Ank., 1981 IX Şevkâni, Muhammed b.Ali, İrşâdu’l-Fühûl ilâ Tahkıki’l-Hak min İlmi’lUsül, Thk. Şa’ban Muhammed b. İsmail, Mısır, 1937, I-II Cilt Şibay, Halim Sabit, “Ebu Hanife”, İslam Ansiklopedisi, Milli Eğitim Basımevi, İst. 1977 Şirazi, Ebu İshak, Tabakatü’l-Fukaha, yay. haz. Halil el-Meys, Beyrut 1970 Taberi, Ebu Cafer Muhammed b. Cerir, Milletler ve Hükümdarlar Tarihi, Çev. A.Temir, Z.Kadiri Ugan, Maarif Basımevi, İst., 1958, I-IV Cilt Tirmizi, Ebu İsa Muhammed b. İsa, Sünen, Çağrı Yayınları, İstanbul, 1992 Vehbe Zuhayli, İslam Fıkıh Ansiklopedisi, Aksa Yayınları, İst.1990, I-X Cilt Yıldırım Mustafa, Mecellenin Küllî Kâideleri, ilâhiyat Fak. Yayınları, İzmir, 2001 Zehebi, Ebu Abdillah Muhammed b. Ahmed, Tarihu’l İslam, Thk. Ömer Abdurrahman Tedmûri, Beyrut 1988 X