YENİÇAĞ TIP TARİHİ ve YENİÇAĞDA HASTA BAKIMI Prof. Dr. Ayten Demir A.Ü. Sağlık Bilimleri Fak. Hemşirelik Böl. 16.YÜZYIL - RÖNESANS Rönesans hareketi ilk olarak İtalya’da başlamıştır. Bu dönemde antik klasik çağa ilgi artmış ve antik Yunan ve Roma yazarlarının (Platon, Hipokrat gibi) çalışmaları incelenmeye başlanmıştır. İstanbul’un Türklerin eline geçmesiyle İstanbul’u terk eden akademisyenler klasik çağa ait bilgiyi Avrupa’ya taşıdılar. 16.YÜZYIL - RÖNESANS Bu gelişmede en güçlü etkenin, matbaanın icadı ve bunun kıtada hızla yayılması olduğu düşünülmektedir. Johannes Gutenberg (1395-1468), 15. yüzyılın ortalarında matbaa makinesini icat etmişti. Bu dönemde Martin Luther’in İncil’i Almanca’ya çevirmesiyle ortaya çıkan Protestan mezhebi de kiliselerin sarsılmaz otoritesini zayıflatmıştır. 16.YÜZYIL - RÖNESANS Doktorlar genellikle varlıklı ailelere mensuptular ve üniversitelerde eğitiliyorlardı. İtalyan üniversiteleri zirvedeydi ve buralara deniz aşırı yerlerden öğrenciler akın ediyordu. Eski hocalar tutucu görüşlerini sürdürüyorlardı ve Antik Çağ bilgini Galen’in öğretilerine bağlı kalıyorlardı. Galen, hayvanlarda gördüğü anatomik yapıların insanlarda da ayni olduğu yanılgısında bulunmuştur. Galen hem önemli buluşları hem de yanlış tahminleriyle bin yılı aşkın bir süre rakipsiz kalmıştır. Ayni şekilde dünyayı evrenin merkezine koyan Batlamyus’un gökbilim teorisi de tartışılması imkansız bir dogmaydı. 16.YÜZYIL - RÖNESANS Leonardo da Vinci ve Vesalius’un çalışmalarıyla 16. yüzyılda anatomi yeniden canlanmıştır. Floransa Doktorlar ve Eczacılar Loncası içinde sanatçılar da yer aldığı için disseksiyona olan ilgi giderek artmıştır. Leonardo, resimleri ve çizimleri ile dahi bir sanatkar olduğu gibi ayni zamanda bir mimar, mühendis, bilim adamı ve mucittir. 16.YÜZYIL - RÖNESANS Andreas Vesalius (1514-1563) adlı bir Flaman, anatominin babası olmuştur. Padova’da Tıp ve Anatomi kürsülerine atanmıştır. “İnsan Bedeninin Yapısı Üzerine Altı Kitap” adlı yapıtı büyük bir yankı uyandırmıştır. Vesalius, kadın pelvisinin yapısında bulunabilecek deformasyonlar ve doğum mekanizmasıyla da ilgilenmiştir. 16.YÜZYIL - RÖNESANS Girolamo Fracastoro adlı bir şair, yazdığı şiir ile vücutta korkunç çıbanların oluşmasına neden olan bu hastalığı tarif etmiştir (1530). Bu hastalık, 15. yüzyılın sonunda büyük bir salgınla ortaya çıkmıştı. Fransız ordusunun İtalya’ya girmesiyle patlak veren hastalık, Fransız hastalığı/frengi/sifilis diye adlandırılmıştır. Hastalık birçok ülkede birden ortaya çıkmıştı. 16.YÜZYIL - RÖNESANS Fracastoro, gözle görülmeyen canlıların bulaşıcı hastalığa neden olduğunu belirtmiştir. Kendisi üç tip bulaşma yolu tanımlamıştı: basit temas, taşıyıcı (giysi, yemek takımı vb.), transmisyon (havada çoğalan görünmez canlıların uygun bir yere yerleşmesi). Bu dönemde hastalık doğru olarak tanımlanmış ve anneden fetüse geçtiği gözlemlenmişti. 16.YÜZYIL - RÖNESANS François Rabelais (1495-1553), hem rahip hem de doktor olan bir Fransızdı. Ayni zamanda acımasız hicivler içeren “Gargantua ve Pantagruel” adlı kitabın yazarıydı. Kitabında Paris’teki Sorbonne üniversitesi hocalarını, Sorbonne eşekleri diye hicvetmesi büyük tepki aldı. Engizisyon mahkemesinde yargılandı, gördüğü işkenceler sonunda felç oldu ve kısa zaman içinde öldü. 16.YÜZYIL - RÖNESANS Paracelsus (1493-1541), bir doktorun oğlu olup İsviçre’de doğmuştur. Kendisinin asıl adı Paracelsus değildi fakat bu takma isimle tanındı. Kendini Romalı tıp yazarı Celsus’tan üstün gördüğü için bu ismi almıştır. Paracelsus, tıp ve doğa bilimleriyle ilgilendiği gibi simya, astroloji ve büyü ile de ilgilemiştir. 16.YÜZYIL - RÖNESANS Paracelsus, bir devrimciydi. Üniversitede geleneksel dil olan Latince yerine Almanca ders vermeye başladı. Galen ve İbn-i Sina’nın eserlerini halkın içinde yaktı. Meslektaşlarının yanlışları nedeniyle dünyadaki yanlışların arttığını söyledi. Yerleşmiş inançları kırmaya yönelik bu öfkesi nedeniyle iki yıl içinde görevine son verildi ve gezici hekimliğe döndü. Paracelsus sayesinde tıpta kimyasal tedaviler kullanılmaya başlanmıştır. Kendisinin madencilerin hastalıkları ile ilgili tezi, meslek hastalıkları ile ilgili olarak yazılmış ilk eserdir. 16.YÜZYIL - RÖNESANS Girolamo Cardano bir geometri öğretmeninin gayrimeşru çocuğu olan Cardano, 1501 yılında Pavia’da doğdu. Kumarbaz ve gayrimeşru olduğu için iş bulmakta zorlandı. Yazdığı bir aritmetik kitabı ve Rönesans’ın en önemli cebir kitabı sayılan diğer kitabıyla ünlendi. Körlerin yazmasını kolaylaştıracak, Braille alfabesine önderlik etmiş olan bir yazı biçimi buldu ve sağırları eğitme yöntemi geliştirdi. Karısını zehirleyen oğlunun idama mahkum edilmesinden sonra yazdığı eserinde “psikopat” kişiliği tarif etti. 16.YÜZYIL - RÖNESANS Ambroise Pare (1517-1590), bir Fransız olup çağının en büyük cerrahıdır. Pare’nin babası ve amcası tıp hiyerarşisinde en altta yer alan berber cerrahlardandı. Berber cerrahlar yaraların tedavisini, yara dağlamayı, apselerin açılmasını, merhemlerin ve yakıların uygulamasını üstlenmişlerdi. Asıl işleri berberlik olup temel ameliyatları yapmanın yanı sıra sülük yapıştırarak ya da şişe çekerek kan akıtma tekniklerini uyguluyorlardı. Eğitimi çok az olan Pare, Latince ve Yunanca bilmediği için üniversiteye gidemediğinden berber cerrah olmaya karar vermişti. 16.YÜZYIL - RÖNESANS Pare, gençken ordu cerrahı olarak katıldığı savaşta pek çok savaş yarasıyla karşılaşmıştır. Bu dönemde, ateşli silah yaralanmalarında yara kaynatılmış yağ ile dağlanıyordu. Kullandığı yağ bittiği için hastaların bir kısmının yarasına yumurta sarısı, gül yağı ve neft yağından oluşan bir karışım kullandı. Ertesi gün kızgın yağ kullandığı hastalar ağrı içindeydi ve yaraları iltihaplanmıştı. Diğerlerinin ise ağrıları azalmış ve yaraları iltihaplanmamıştı. Böylece sıcak demir ya da kızgın yağ ile yara dağlama yöntemine, yeni yetme bir doktor tarafından son verildi. 16.YÜZYIL - RÖNESANS Gaspare Tagliacozzi (1546-1599), Bolonya’da tıp profesörü olup plastik cerrahide bir çok yenilik yapmıştır. Plastik cerrahi 14. yüzyıldan beri İtalyan üç aile tarafından gerçekleştiriliyordu. Bunlar rinoplastiyi bir aile sırrı olarak saklamaktaydılar. Tagliacozzi, kendi yöntemini açıklamıştır. Tagliacozzi, dine saygısızlıkla suçlandı ve bu ameliyatlar yasaklandı. Bu yönteme ancak1822 yılında yeniden başvurulabildi. 16.YÜZYIL - RÖNESANS Rönesans’ta yazılan tıp kitaplarının çoğu Latince değil yerel dillerle yazılmıştır. Bunların en ünlüleri doğum ve pediatri üzerine yazılmıştır. Bir doktor olan Eucharius Roesslin, 1526’da Strasbourg’da “Gebe Kadınların ve Ebelerin Gül Bahçesi” adlı kitabını Almanca yayımladı. Kendisi bu kitabı, eski Yunan ve Latin çalışmalarından derlemişti. Kitap çok güzel resimlendirilmişti. Daha sonra İngilizce’ye de çevrildi. 17.YÜZYIL BİLİMİN ALTIN ÇAĞI 17. yüzyıl doğal bilimlerin yaygınlaşarak geliştiği ancak, tıbbın ortaçağ tedavilerine ve tutumlarına bağlı kaldığı bir çelişki ortamıydı. Bu dönemde hastalık ne olursa olsun hala eski tedavilerin ve ilaçların kullanılmasına her düzeydeki bir çok doktor devam ediyordu. Lavman, kan akıtma, kusturma ve müshillerin kullanımı bunlar arasında yer almaktaydı. 17.YÜZYIL BİLİMİN ALTIN ÇAĞI Dönemin en tanınmış hekimleri bile solucanlar, tilki akciğerleri, kurutulmuş engereklerden elde edilen pastiller, kurt yağları ve yengeç gözleri gibi maddeleri reçete edebiliyorlardı. İlaç fiyatları çok yükselmişti. Doktorlar ve hastaları zor durumda kalmışlardı. Ayrıca, yeni bulunan bazı ilaçlar çok amaçlı olarak gelişigüzel kullanılmaktaydı. Bu ilaçlardan biri “antimon” diğeri “kinin”dir. 17.YÜZYIL BİLİMİN ALTIN ÇAĞI Felix adlı bir cerrah, 1686’da Kral XIV. Louis’in kronik anal fistülünü başarı ile tedavi etmesinden sonra çok büyük ödüller almıştır. Böylece, cerrahların durumu düzelmiş, cerrahlığın saygın ve kazançlı bir iş olduğu ortaya çıkmıştır. Bu ameliyat, tarihte bilinen etik dışı bir seri ameliyata yol açmıştır. Felix, kralı ameliyat edebilmesi için altı aylık bir zamana ihtiyacı olduğunu, kraldan önce fakir halktan kimselerin anal bölgedeki ameliyatlarını yaparak kralın riske girmesi ihtimalini azaltmak istediğini belirtmiştir. O dönemde halk arasında bu ameliyatlar sırasında ölenlerin gece gizlice gömüldüğü söylenmiştir. 17.YÜZYIL BİLİMİN ALTIN ÇAĞI Peter Chamberlen, 1647’de doğuma yardımcı olmak üzere günümüzde kullanılana benzeyen bir çift kıvrık forseps geliştirmiştir. Chamberlen ailesi, bu buluşu uzun yıllar boyunca bir sır olarak saklamış ve bu sayede Londra’da büyük paralar kazanmışlardır. 17.YÜZYIL BİLİMİN ALTIN ÇAĞI François Maruiceau (1637-1709), dönemin en ünlü kadın- doğumcusu idi. Kadın pelvisiyle ilgili o güne kadar en doğru açıklamaları içeren bir kitap yayımlamıştır. 17.YÜZYIL BİLİMİN ALTIN ÇAĞI 17. yüzyılda bilimde çok önemli gelişmeler kaydedildi. Bu bilim adamlarının başında Kepler, Galile, Decartes, Newton ve Bacon geliyordu. Decardes, ruhu maddeden kesin olarak ayırmış ve vücudu bir makineye benzetmişti. Bacon, bilginin sistematize edilmesi için yeni bir yaklaşımın gerekli olduğuna karar vermişti. Bu dönemde dikkatli gözlemler ve deneylerle hipotezlerin sınanması yaklaşımı benimsenmiş ve matematik yöntemler pek çok gerçeğin formüle edilmesini sağlamıştır. 17.YÜZYIL BİLİMİN ALTIN ÇAĞI Bilimin ne olduğu Galile ile kesinlik kazanmıştır. Onun “bilim ölçümdür” sözü diğer bilimlerle birlikte tıbbı da etkilemiştir. Bu dönemde bilimsel topluluklar kurulmuş ve bilimsel dergiler yayımlanmaya başlanmıştır. İlk tıbbi makaleler, 1769’dan itibaren yayımlanmaya başlanmıştır. 17.YÜZYIL BİLİMİN ALTIN ÇAĞI William Harvey (1578-1657), İngiltere’de doğmuştur. Galile’nin Padova Üniversitesinde ders verdiği yıllarda o da orada öğrenci olmuştur. Böylece bilimsel yönteme aşina olmuştur. Harvey, kan dolaşımı sistemini açıklamış ve kanın devamlı ve tek yönde akması gerektiğini kanıtlamıştır. Galen’in karaciğerin dolaşım merkezi olduğu teorisi daha önce çürütülmüştü. Harvey’in çalışmasının tek eksiği kapillerlerin varlığının kanıtı idi. 17.YÜZYIL BİLİMİN ALTIN ÇAĞI Thomas Willis (1621-1675), iyatrokimyanın baş uygulayıcısı olan bir İngiliz’dir. Kendisi yiyecek ve ilaçları damara verme denemeleri yapmıştır. Myastenia gravis denen hastalığı ve loğusalık hummasını tanımlamıştır. İlk kez11. spinal aksesuar siniri (Willis siniri) ve beyin tabanında bulunan komünikan arter grubunu (Willis halkası) tanımlamıştır. 17.YÜZYIL BİLİMİN ALTIN ÇAĞI Antoni Van Leeuwenhoek (1612-1723), Hollandalı bir dokumacıydı. Dokuma ipliklerini saymak için mercekleri kullanmaya başlayan Leeuwenhoek, hobi olarak 400 kadar mikroskop geliştirmiştir. Bu mikroskopları sürekli geliştirerek bi cismi 200 kat büyük gösteren mikroskobu yapmayı başardı. Protozooloji ve bakteriyolojinin babasıdır. 17.YÜZYIL BİLİMİN ALTIN ÇAĞI Marcello Malpighi (1624-1694), Bolonya tıp okulundan mezun olmuştur. Harvey’in kan dolaşımı üzerine yaptığı araştırmalardan yola çıkarak kılcal damarlardaki kanı mikroskop sayesinde izledi. Alyuvarları ilk gözlemleyen bilim adamıydı. Derideki Malpighi tabakası ve dalaktaki Malpighi cisimlerini de o bulmuştur. Bolonya Üniversitesindeki Galenist meslektaşları, ona savaş açtılar. Galen’in kitabında her şeyin olduğunu, diseksiyon yapılmaması gerektiğini söylediler ve iki defa Malpighi’nin evine saldırıda bulundular. 18.YÜZYIL AYDINLANMA ÇAĞI Yeniçağın bu son dönemine aydınlanma çağı denilmesinin nedeni, Rönesans ile filizlenen aydınlanma düşüncesinin bu dönemde doruk noktasına ulaşmasıdır. Aydınlanma, “insanın düşünme ve değerlendirmede din ve geleneklere bağlı kalmaktan kurtulup, kendi aklı, kendi görüşleriyle hayatını aydınlatmaya girişmesidir” diye tanımlanabilir. Voltaire, Jean Jacques Rousseau, Mountesqiueux aydınlanmanın öncülüğünü yapmıştır. 18.YÜZYIL AYDINLANMA ÇAĞI 18. yüzyılın başında, gözlem ve deneysel yönteme önem veren yenilikçiler ile geleneksel düşünce akımları arasında hatırı sayılır bir uçurum vardı. Bu çatışma sonunda yenilikçiler başarıya ulaşmıştır. Bu dönemde, bilimsel bilgiye dayalı tedaviler uygulayan modern doktorlar ortaya çıktı. Fakir hastalar için belediye hastaneleri ve dispanserler kuruldu. Bu dönem ayni zamanda şarlatan doktorların da altın çağıydı. 18.YÜZYIL AYDINLANMA ÇAĞI Leopold Auenbrugger (1722-1809),Viyana ekolünden olup bir hancının oğluydu. Şarap fıçılarının ne kadar dolu olduğunu saptamak için fıçılara hafifçe vurduğundan esinlenerek, bunu hastaların toraksına uyguladı. Böylece, bir tanı yöntemi olan “perküsyon”u geliştirmiş ve fiziksel tanı biliminin kurucusu olmuştur. 18.YÜZYIL AYDINLANMA ÇAĞI Antoine-Laurent Lavoisier (1743-1794), seçkin bir doktor olduğu gibi modern kimyanın babası olan bir Fransız’dır. Solunumun oksijenin yanması ve karbondioksitin üretilmesiyle oluşan bir yanma işlemi olduğunu bulmuş, kapalı mekanlarda kişi başına belli miktarlarda hava gerektiğini belirtmiştir. Kendisinin çalışmaları solunumla ilgili araştırmalara temel oluşturmuştur. Pek çok aristokrat gibi ihtilal sonrasında tutuklanmış ve ne yazık ki giyotinle idam edilmiştir. 18.YÜZYIL AYDINLANMA ÇAĞI Franz Anton Mesmer (1734-1815), tıp öğrenimini Viyana’da yapmıştır. Hastalarını manyetize ediyor ve bu şekilde onları tedavi ettiğini iddia ediyordu. Loş ışıklı, güzel kokulu, hafif müzikli çok özel bir salonda zengin hastalarını topluyordu. Kendisi kızıl renkli ipek giysilerle aralarına katılıyor, her birine dokunarak iyileşeceklerini söylüyordu. 18.YÜZYIL AYDINLANMA ÇAĞI Edward Jenner (1749-1823), çocukluğundan beri doktor olmak isteyen bir İngiliz’di. 18. yüzyılda Avrupa’da çiçek hastalığı 60 bin insanın ölümüne neden olmuştu. İstanbul’daki İngiliz büyükelçisinin eşi Lady Montagu, burada gördüğü aşı uygumalarını bir arkadaşına yazdığı mektupta detaylı olarak anlatmıştır. 18.YÜZYIL AYDINLANMA ÇAĞI YENİÇAĞDA AVRUPA’DA HEMŞİRELİK Yenicağda ebelik ve hemşirelik hizmetlerin durumunu anlayabilmek için büyücü ve cadı kavramlarını incelemek gerekir. Büyü kavramı, çok eski çağlardan beri toplum tarafından kabul edilmiş, doğaüstü güçleri olduğuna inanılan kişilere de “büyücü” denilmiştir. Büyücülerden insanlar hem çekinirler ve hem de onların yardımına sığınırlardı. YENİÇAĞDA AVRUPA’DA HEMŞİRELİK Büyücüler, fal bakarak geleceği görme yanında sağaltım işiyle de ilgilenirlerdi. Büyücülerin büyüleri genellikle “yararlı” olarak nitelendirilirdi. Geç ortaçağda (15. yüzyıl) ise “modern cadı” kavramı ortaya atılmış ve bunların “zararlı ya da kara büyü” yaptıkları ileri sürülmüştür. Cadılıkla suçlananlar genellikle toplum lideri konumunda olan kadın sağaltıcılardı. YENİÇAĞDA AVRUPA’DA HEMŞİRELİK Cadılar, Hıristiyanlığı (daha doğrusu kiliseyi) yok etmeye çalışan ve bunun için şeytanla işbirliği yapan kimseler olarak nitelendirilmişler ve engizisyon mahkemelerinde işkence altında yargılanmışlardır. Toplumun yaşadığı ekonomik sıkıntılar, yöneticilerin ve kilisenin eski etkinliğini yitirmesi gibi nedenler yanında, üniversiteli hekimlerin kadınları tıp dünyasının dışına iterek bu rakiplerden kurtulma çabaları, cadılık suçlamalarını yaygınlaşarak artırmıştır. YENİÇAĞDA AVRUPA’DA HEMŞİRELİK Avrupa’da 1430- 1780 yılları arasındaki dönem, “cadı avı çağı” olarak nitelenmektedir. Literatüre göre bu dönemde öldürülen cadı sayısının 50000-100000 civarında olduğudur. Bu avın en yoğun olarak yaşandığı yıllar ise 1560-1630 arasında olup olay toplumsal histeriye ve katliama dönüşmüştür. YENİÇAĞDA AVRUPA’DA HEMŞİRELİK Kadın hekimlerin hiç biri üniversiteye girememiştir. Reform hareketleri sonunda din devriminin yaşandığı Avrupa ülkelerinde ise hastaneler kapatılmış, hemşirelerin sunduğu hasta bakımı hizmetleri ve ev ziyaretleri yasaklanmıştır. Üniversiteli hekimler 17. yüzyılda ebeleri de saf dışı etmişlerdir. Böylece, kadın sağıltıcıların kökü Avrupa’dan tamamen kazınmış ve erkek hekimler sağlık sistemi üzerindeki egemenliklerini yeniçağ boyunca tek başına sürdürmüşlerdir. YENİÇAĞDA AVRUPA’DA HEMŞİRELİK St.Vincent de Paul (1576-1669), bir Fransız papazı olup 1633 yılında “Hayırsever Hemşireler Örgütü”nü kurmuştur. Bu örgüt modern hemşireliğe doğru atılmış ilk adım sayılabilir. Bu kadınlara okuma-yazma ve hasta bakımı eğitimi verilmiş ve forma giydirilmiştir. YENİÇAĞDA AVRUPA’DA HEMŞİRELİK Ne yazık ki, yeniçağ Avrupa’sında sanitasyon ve bireysel hijyen çok kötü durumdaydı. Salgın hastalıklar halkı kırıp geçiriyordu. Üstün sınıf, korumaları altındaki üniversiteli hekimlerden hizmet alıyordu ancak, alt tabakadaki insanlar sağlık ve sosyal yardım hizmetlerinden yoksun kalmışlardı.Yoksullar ve kimsesizler için 18. yüzyılda hastaneler zorunlu olarak yeniden açılmıştır.