KAPİTALİZMİN İPİNİ ÇOK ULUSLU ŞİRKETLER Mİ ÇEKECEK? Dünyada mal ve hizmet hareketlerinin uluslararası dolaşımına ve üretimin uluslararasılaşmasına imkan veren düzenlemeler (Dünya Ticaret Örgütü, Uluslararası Para Fonu vb.) daha önce yerel yada ulusal pazarlarda üretim yapan ve bu düzeyde rekabet etme alışkanlığı edinmiş şirketleri uluslar üstü bir kimlik kazanmaya, küresel bir pazarda üretmeye ve rekabet etmeye zorlamıştır. Çokuluslu şirketlerin genel özelliği aynı anda bir çok ülkede sürekli olarak sermaye, üretim ve pazarlama alanlarında ekonomik faaliyette bulunmalarıdır. Bu şirketlerin gerek sayısal, gerekse işlevsel açıdan çoğalmaları, yeni yönetim şekillerinin ortaya çıkmasını, uluslararası düzeyde eşgüdüm ve denetleme mekanizmaları ile performansın ölçüm yöntemlerinin geliştirilmesini sağlamıştır. Çok uluslu şirketlere ilişkin ortak politikalar genel olarak bir merkezde üretilmekte ve şirket faaliyetleri yine bu merkez aracılığı ile denetlenmektedir. Bir çok ülkede faaliyet gösteren şirketlerin mülkiyetleri de çeşitli ülkelere dağılmış olabilmektedir. Dünyadaki ekonomik bütünleşmenin itici gücünü oluşturan çokuluslu şirketlerin sayısının yaklaşık 37.000, uzantılarıyla birlikte 170.000'den fazla olduğu tahmin edilmektedir. Bu şirketlerin gerçek etki alanları lisans ve diğer kullanımı sonucunda, bu rakamların öngördüğünden çok daha geniştir. Kabaca söylemek gerekirse bugün dünya ticaretinin %50 si çok uluslu şirketler tarafından yapılmaktadır. Çokuluslu şirketlerin en olumlu yönü; sermayenin uluslararası dolaşımını, üretimin uluslararasılaşmasını, işgücü ve doğal kaynaklardan uluslararası düzeyde yararlanmayı sağlayarak kıt kaynakların optimum kullanılmasına yönelik -ki iktisadi düşüncelerin temelinde yatan en önemli unsurdur- bir büyük bir adım oluşturmalarıdır. Bu gelişim kapitalist sistemlerde öngörülen “sermayenin akümülasyonu” olgusunun ulusal sınırların aşılıp küresel alanda gerçekleşmesini ifade etmekte, artan verimlilik sayesinde ürünler daha kolay edinilebilir hale gelmektedirler. Büyüyen ve güçlenen uluslararası şirketler dünya ekonomisi içinde egemen konuma gelirken, onların egemenliklerini denetleyecek pek az güç söz konusu olmaktadır. Dünya parasal gücünün %42'sini 500 büyük şirket elinde tutmakta, dünyanın en önemli 12 endüstri sektörünün %40'ını yalnızca beş firma paylaşmakta, toplam on firma dünya çapındaki gıda maddeleri ticaretinin hemen tümünü gerçekleştirmektedir. Böyle bir dünyada ulusal devletlerin elindeki güç azalırken, uluslararası sermayenin ve küresel şirketlerin gücü giderek büyümektedir. Çok uluslu şirketlerin gelişmesi sermayenin uluslararası dolaşımına, üretimin uluslararasılaşmasına, işgücü ve doğal kaynaklardan uluslararası düzeyde yararlanılmasına paralel olarak hızlanmaktadır. Nitekim son zamanlarda hızla gelişen yabancı ülkelerde doğrudan yatırım ve serbest ticaret politikaları, çok uluslu şirketlerin gelişmesi için olumlu bir ortam sağlamaktadır. Ülkelerin kendilerine çekmek için birbirleriyle yarıştıkları yabancı yatırımlar aslında çokuluslu şirket yatırımlarıdır. Bütün bu gelişmeler teknoloji, iletişim ve ulaşım alanlarında yaşanan ilerlemeler sayesinde gerçekleşmekte ve ekonomik, hukuki, sosyal yapıyı yeniden şekillendirmektedir. Önümüzdeki yüzyılda şirketlerin var olmasının yalnızca uluslararası /üstü nitelik kazanmalarıyla mümkün olacağı, ayrıca tek ülke merkezli çokuluslu şirket yapılarının çokuluslu yapıya dönüşeceği gözlemlenmektedir. Dünya ticaret ve üretiminin önemli bölümünü gerçekleştiren bu şirketlerin üretimlerini tek bir ülkede yapmak yerine üretimi parçalar halinde, en düşük maliyetin olduğu ülkeyi tercih ederek gerçekleştirmeleri ve uluslararası tedarik ve pazarlama ağları geliştirmeleri uluslararası şirketleri belirleyici güç konumuna getirmiştir. Bir kaç orta boy ülkenin milli geliri toplamı kadar cirosu veya piyasa değeri bulunan şirketlerin birleşerek devleşmeleri ve küresel stratejiler geliştirmeleri, ülkeler arası ilişkilerden ülke içi demokrasiye varıncaya kadar birçok şeyi etkilemektedir. Artık uluslararası ilişkiler, uluslararası şirketlerin menfaatleri doğrultusunda yapılır olmuştur. Ülkesel veya bölgesel bazda tekel veya hakim durumun kötüye kullanılmasının yasak olması, anti-tekel yasaları vb bu güç karşısında bir şey ifade etmez olmuştur. Böylece çok uluslu şirketler ulusal ekonomiler hatta devlet yapıları üzerinde önemli etki sahibi olmuşlar, ekonomi ve ticarette ulusal devletlerin etkinlik ve denetimlerinin zayıflamasına neden olmuşlardır. Ulusal ekonomilerin kaderi artan oranda ulusal sınırları aşan şirketlerin yatırım kararlarına bağlı hale gelmiştir. Artık kapitalizmin kuramında yer alan ve sistemin gelişimindeki ana kademelerden biri sayılan “Tekelci Devlet Kapitalizmi”ni tüm liberal sistemlerde ulusal ve uluslararası bağlamda gözlemlemek mümkündür. Bu şirketlerin dünya ekonomik yapısının yeniden şekillenmesini zorunlu kılacak güce erişmesi, yirmi birinci yüzyılda “egemen güç”ün ne olacağı tartışmasında silah ve insan gücünü elinde bulunduran devletlerin değil, çok uluslu şirketlerin egemen güç olacakları iddialarını güçlendirmektedir. Çokuluslu şirketlerin denetlenemez güce erişmeleri önümüzdeki yüzyılı tehdit eden önemli bir gelişme olarak ortaya çıkmaktadır. Bu gücü denetim altına almaya ulus devletlerin gücünün yetmeyeceği de açıkça görülmektedir. Bu denetimsiz gelişmenin ileride bir tehdit olarak ortaya çıkması beklenmelidir. Bir yandan çok uluslu şirketler küreselleşme nedeniyle hızla güçlenirlerken diğer yandan küreselleşmenin özgürlükler ve diğer insan gereksinimlerinin sağlanmasında yetersiz kaldığı görülmektedir. Çok uluslu şirketlerin muazzam ekonomik güçler olarak gelişmesine karşın, bu şirketlerin faaliyet gösterdikleri çevreler etik ve ekonomik açıdan aynı derecede gelişmiş olmayabilmektedirler. Söz konusu şirketlerin bulundukları toplumdaki etik değerlerin eksikliği bir hastalık gibi sonunda şirketlerin kendilerini de etkileyebilmektedir. Bunun en güncel örneğini Enron ve Woldcom şirketlerinde yaşanan yolsuzluk skandalları oluşturmaktadır. Komünizmin kötü yönetişim nedeniyle çökerek tarihten silinmesi henüz hafızalarda iken, söz konusu deneyimlerin kapitalizmin çöküşünün belirtileri olarak algılanmasını olağan karşılamak gerekir. Buna göre insanlık yakın gelecekte ya kapitalizmin kuramında da öngörüldüğü gibi, sistemin iç dinamiklerinin kendisini çökerttiğini görecek, ya da çok uluslu şirketler üzerinde etkin denetimin sağlandığı bir ortam geliştirecektir. Nitekim sistemin bu yönde ilerlediğini fark eden bir çok uluslararası şirket büyük çöküşleri önlemek amacıyla daha iyi bir “kurumsal yönetişim“ sistemi arayışı içine girmişlerdir. Bir çok uluslararası şirketçe uygulamaya konulan “Kurumsal Sosyal Sorumluluk” projeleri bu çabanın bir ürünüdür. Çok uluslu şirketlerin denetlenerek ulusal veya küresel boyuttaki ekonomik krizlerin önlenmesi için küreselleşmeye ön ayak olan uluslararası kuruluşlar örneğinde olduğu gibi, bu şirketler üzerinde küresel denetim mekanizmalarının geliştirmesi gerekmektedir. Bunun sağlanabilmesi ancak örgütlü toplum kültürünün ve tüketici bilincinin geliştirilmesi suretiyle güçlenecek sivil toplum örgütlerinin itici gücü ile mümkün olabilecektir. Ali Güner TEKİN Ekonomistler Bülteni – Ocak 2003