TURİZM ve ÇEVRE Öğr. Gör.Z.SILA ÖZŞEN Tarihçe ve Çevreye Ait Yaklaşımlar Çevre kavramını, açık ve belirgin bir anlamının ve sınırının olmaması nedeniyle tanımlamak güçtür. Günlük hayatta ‘çevreleyenler’ veya ‘etraftakiler’ olarak geniş bir anlam yüklenirken sözlüksel anlamda "özellikle insan yaşamını etkileyen etraftakiler" tanımlaması yapılmıştır. Bu konuda, Einstein “Ben olmayan her şey çevredir.” diyerek kavramın genişliğine değinmiştir. Bu gerçekte göz önüne alınarak bir takım sözlüksel tanımlar yapılmıştır. Çevre; “Bir organizmanın veya organizmalar topluluğunun yaşamı üzerinde etkili olan tüm faktörlerdir.” “Canlıların yaşamasını ve gelişmesini sağlayan fiziksel, kimyasal ve biyolojik faktörlerin bütünüdür.” “Toplulukların ve organizmaların uzun ve kısa dönemli faaliyetlerini, yaşam ve gelişmelerini doğrudan ya da dolayısıyla etkileyen biyotik (canlı), abiyotik (cansız) ve kültürel faktör ve koşulların toplamıdır.” Çevre Biliminin Tarihsel Gelişimi Dünyanın oluşumu ve bugünkü haline dönüşümünde, temel maddeler diye tanımlanan elementler ve türlü kimyasal bileşiklerin, belirli bir olasılıkla belirli yörelerde toplanmış jeolojik değişimlere de bağlı olarak birikimleri veya dağılımları ortaya çıkmıştır. Bu şekilde insan ölçüsü ve zaman idraki sınırları içinde milyonlarca yıllık oluşum süreci sonunda “doğal denge” adı verilen bir denge oluşmuştur. İnsanoğlu, dünyada 1,5 milyon yıl önce yaşamaya başlamıştır. Oysa yer küre 5,5 milyar yaşındadır. Son 1,5 milyon yıl içinde insanoğlu, doğayı büyük ölçüde zorlamış, doğal varlıkları aşırı ölçüde değiştirmiş, kaynakları büyük boyutlarda sömürmüş, tüketmiş ve günümüzün en önemli sorunu olan çevre (ortam) kirlenmesine giden yolu açmıştır. Çevrebilimin tarihsel süreçte yerini alması, Yunanlı bilim adamı Teofrostus'tan kalan yazılarla başlar. Eski yunanlar dönemindeki çevre ile yazılar, ancak Rönesans sonrasında ortaya çıkmıştır. Biyolojik Çeşitlilik: Bu kavram canlı organizmaların sayı, çeşit, cins ve değişiklik bakımından gösterdikleri durumları anlatmaktadır. Biyolojik çeşitlilik denilince üç temel biyolojik çeşitlilik akla gelmektedir. Bunlar, • Genetik açısından, • Tür açısından, • Ekosistem açısından ele alınır. Ekolojik denge göz önüne alınarak alt basamaklara inildiği zaman aşağıdaki gibi biyolojik çeşitliliği görmek mümkün olacaktır. Bu tanımın kapsamındaki yaşam ortamının, yaşanabilirlik özelliği, büyük bir önem taşımaktadır. Yaşanabilir ortamın bozulması ya popülasyonun yer değiştirmesine ya da ortadan kalkmasına yol açmaktadır. Günümüzde kentlerin genişlemesi, tarım alanlarının açılması ve sanayileşme sonucunda, habitatların bozulmasının, iklim türlerinin giderek azalmasına ve kimilerinin de yok olmasına neden olduğu görülmektedir. Çevre ve Çevrenin Gelişim Süreci 15 Organizma Bitkiler İnsan Hayvanlar Fasulye Patlıcan Etciller Otçullar Kuru fasulye Yeşil fasulye Gen çeşitliliği Ekosistem: Bütün canlıların birbirleriyle ve cansız çevreleriyle oluşturdukları karmaşık ilişkileri gösteren sisteme ekosistem denir. Bu unsurlar düşünüldüğünde çok değişik ekosistem örnekleri görülebilir. Ekosistemde canlıların birbirleriyle ve cansız çevreleriyle karmaşık ilişkiler oluşturduklarından sistemin işleyişindeki karşılıklı etkileşim özelliği nedeniyle sistemin bir yerindeki aksaklık tüm sistemi etkileyebilmektedir. Ekosistemleri oluşturan başlıca dört öğe şunlardır: • Cansız Varlıklar: İnorganik ve organik maddeler • Primer Üreticiler: Yeşil bitkiler, (yaptıkları) fotosentez ile canlılar dünyası için önemlidir. Organik maddelerin meydana getirilmesinde ağırlıklıdırlar. • Tüketiciler: Bitkisel ve hayvansal maddeleri yiyenler. • Ayrıştırıcılar: Bunlar, organik maddeleri ayrıştıran bakteri, mantar gibi canlılardır. DÖNGÜLER Su Döngüsü Yeryüzünün 2/3 ü sularla kaplıdır. Yeryüzündeki su kitlesinin büyük bir kısmını okyanuslar, denizler, göller ve buzullar oluşturur. Bunun yan ısıra suyun bir kısmı atmosferde buhar olarak bulunurken, bir kısmı da yer altı kaynaklarında bulunur. Suyun bu farklı kaynaklar arasındaki dolaşımına su döngüsü denir. Su döngüsünün tamamlanmasında canlılarda rol oynar. Su döngüsü buharlaşma ve yoğunlaşma gibi kurallara bağlı olarak gerçekleşir. Su, ortam şartlarının etkisiyle buharlaşarak atmosfere geçer. Su atmosferde nem olarak bulunur ve yeryüzüne yağışlar halinde yeryüzüne düşer. Yeryüzüne düşen suyun bir kısmı tekrar buharlaşır, bir kısmı ise canlılar tarafından kullanılır. Karbon Döngüsü Karbon canlılar için çok önemlidir. Çünkü canlıların yapısını oluşturan tüm organik bileşikler karbon içermektedir ve canlılar bir kaynaktan karbon almak zorundadır. Canlı yapısındaki organik bileşiklerde bulunan karbon kaynağı inorganik karbon kaynağıdır. Canlıların başlıca karbon kaynağını karbondioksit oluşturur.Yeşil bitkiler karbondioksiti kullanarak organik madde üretirler. Fotosentez ile üretilen organik besinlerin yapısına katılan karbon tüketici hayvanların yapısına geçer. Üretici, tüketici ve ayrıştırıcı organizmaların solunumları sonucu, organik madde yapısındaki karbon elementinin bir bölümü karbondioksit halinde atmosfere döner. Bir kısmı ise bitki ve hayvan ölüleri ile toprağa geçer. Sonuç olarak karbon, inorganik depolardan canlı sistemlere geçtikten sonra tekrar inorganik depolara doğru hareket ederek gerçek bir döngü oluşturmaktadır. Bu süreç saatler, günler, yılla içerisinde tamamlanabilir. Bazen ise çok uzun yıllarda tamamlanabilir. Organizmaların ölümü ile doğaya verilen karbon bir sürede kömür, petrol veya kayaçlara dönüşebilir. Kömür ve petrolün yanması ve kayaçların fiziksel etkilerle aşınması ile karbon tekrar inorganik depolara döner.Yanma sonucu atmosfere verilen karbondioksitin yarısı atmosferde kalırken bir kısmı da okyanuslar tarafından absorblanır. Azot Döngüsü Azot canlılar için gerekli elementlerden biridir. Canlılar için hayati önem taşıyan proteinlerin, nükleik asitlerin, hormonların ve vitaminlerin yapısına katılır. Atmosferin yaklaşık %80 ini azot oluşturur. Bu azotun çoğu azot gazı halinde bulunur. Sadece bazı prokaryot canlılar azotu doğrudan kullanabilirler. Ekosistemlerin en önemli üreticilerinden olan bitkiler bu azotu kullanamazlar.Atmosferdeki azot gazı iki yolla ekosisteme kazandırılabilir. Bunların birincisi atmosferik olaylardır.Yıldırım ve şimşeklerin sağladığı enerji ile havadaki azotun su buharı ile etkileşime girmesi sonucunda azot suyun hidrojen ve oksijeni ile birleşerek NH3 ve NO3 e dönüşür. Daha sonra bu bileşikler yağışla yeryüzüne iner. Diğer yöntem ise azotun bağlanmasıdır. Bazı prokaryot canlıların havanın serbest azotunu kullanarak mineraller haline dönüştürülmesi olayına azotun bağlanması denir. Azot bağlayabilen organizmalar toprakta veya suda serbest olarak yaşayabildikleri gibi bazı bitkilerin köklerinde simbiyotik olarak da yaşayabilirler. Topraktaki amonyağın çoğu bazı bakteriler tarafından enerji kaynağı olarak kullanılır. Amonyağın kemosentetik bakteriler tarafından nitrata dönüştürülmesine nitrifikasyon adı verilir. Bakterilerin sağladığı nitrat, bitkiler tarafından alınarak azotlu organik besin sentezinde kullanılır. Bitkilerin oluşturduğu azotlu organik besinler ise besin zinciriyle tüketicilere aktarılır. Canlıların ölümü ve oluşturdukları atıklar ile toprağa karışan azot saprofitler aracılığı ile ayrıştırılarak tekrar amonyağa dönüştürülür. Bu olaya amonifikasyon denir. Topraktaki azotlu minarellerin bir kısmı ise bazı bakteriler tarafından tekrar azot gazı haline dönüştürülür ve atmosfere verilir. Bu olaya da denitrifikasyon denir. Fosfor Döngüsü Fosfor; vücudumuzdaki önemli yapıların oluşumuna katılır. Hücre zarı, kemik, ATP, dişler bunlara örnektir. Fosfatın ana kaynağı fosfatlı kayaçlardır. Fosfatlı kayaçların ortam şartlarına bağlı olarak aşınmasıyla birlikte fosfat toprağa karışır. Toprağa karışan fosfat bitkiler tarafından alınır ve biyolojik moleküllerin yapısında kullanılır ve fosfat besin zinciri yoluyla tüketicilere aktarılır. Topraktaki çözünmüş fosfatın bir kısmı da akarsulara sızarak denizlere ve okyanuslara taşınır. Fosfat atmosfere geçen bir gaz türü değildir. Hava Döngüsü: Havada oksijen ve karbon elementleri O2 ve CO2 şeklinde bulunur. Bitkiler fotosentez sırasında CO2 gazını alıp (fotosentez ile) besin ve O2 üretir. Bitkiler (üreticiler) dışındaki canlılar besin yiyerek karbon ihtiyaçlarını karşılar. O2`li solunum yapan canlılar ortamdaki O2`i alır ve ortama CO2 verirler. Milyonlarca yıl önce yaşamış ve ölmüş bitki ve havyaların cesetleri toprak altında fosilleşerek fosil yakıtları (kömür, petrol, doğalgaz vb.) oluşturur. Fosil yakıtların yanma tepkimesinden çıkan CO2 de atmosfere dağıtılır. Yani havanın CO2 miktarını azaltan olay fotosentez, arttıran olay ise yanma tepkimeleri ve solunumdur. SULAK ALANLAR Bir ülkedeki tüm bitki ve hayvan türleri bunlar arasında özellikle tarım, hayvancılık, ormancılık, balıkçılık, tıp-eczacılık ve sanayi alanlarında kullanılan türler, hem o ülkenin hem de dünyanın biyolojik zenginliklerinden kabul edilir. Bu zenginliklerin çok yoğun olduğu bölgeler tropikal alanlar ve sulak alanlardır. Yoğunluk o kadar fazladır ki türler arası yaşamsal ilişkinin her kademesinde denge ve zenginlik söz konusudur. Çeşitli türler bir saatin dişlileri gibi birbirleriyle etkileşim içinde bulunmakta; bizim de bir parçası olduğumuz ekolojik sistemi sağlıklı tutmaktadır. Bu ekolojik zemberek o kadar girifttir ki, tüm bilgilerimize rağmen hangi canlının ekosistemde tam olarak ne rol oynadığını tam olarak bilemiyoruz. Kesin olarak bilinen şey ise, insanoğlunun bugün kaynak olarak kullandığı çeşitlerden ancak doğal sistemler sağlıklı olduğu sürece yararlanabileceğidir. İnsanoğlunun çıkarları hatta varlığı sadece ekonomik değeri olanlar değil tüm canlı ve cansız (biyotik-abiyotik doğayı koruyabilmesine bağlıbiyotik-abiyotik doğayı koruyabilmesine bağlıdır. Türkiye coğrafi konumu, geniş toprakları, topoğrafik yapısı ve farklı iklim bölgeleri sebebiyle, ornitolojik açıdan özel bir önem taşımaktadır. Asya, Avrupa ve Afrika kıtalarının kesişme noktasında bulunan Türkiye, Batı Palearktik yöreyi güneydeki kışlama alanlarına bağlayan tabii bir köprü meydana getirmektedir. Türkiye aynı zamanda, topografyası ve dolayısıyla iklim şartlarının getirdiği çeşitlilik ve değişik yaşama ortamlarının varlığı yönünden de benzersizdir. Bu çeşitlilik sonucunda, gerek bitki örtüsü, gerekse hayvan toplulukları açısından ülkenin yüzölçümü dikkate alındığında, olağanüstü bir ortam zenginliği söz konusudur. Wetland (yaş alan, sulak alan ekoloji çağının bir icadı olan ve oldukça yeni bir kelimedir. Yeni olması nedeniyle önemi henüz tam anlamıyla anlaşılamamıştır. Doğadaki işleyişin değerini ne yazık ki sorunlar çıktıktan sonra fark edebiliyoruz. Türkiye’de soyu 1960’larda tükenmiş olan Yılanboyun Kuşu dahil olmak üzere 426 kuş türü belirlenmiştir. Bunların içinde, statüsü kesinleşmemiş 13 tür vardır. 400’ü aşkın türden yaklaşık 300’ü Türkiye’yi düzenli olarak kuluçka alanı için kullanmakta, 70 kadarı ise bölgede yalnızca kışlamakta ya da göç sırasında görülmektedir. Geriye kalan 40-45 tür ise, normalde Türkiye’de bulunmamakta, ancak bazı yıllarda, çoğunlukla da olumsuz hava şartlarının etkisi ile bu türlere çok az sayıda rastlanmaktadır. Ülkemizdeki sulak alanların korunması ve akılcı kullanımı halen yürürlükte olan 2003-2008 Ulusal Sulak Alan Stratejisi kapsamında devam etmektedir. Ülkemizdeki sulak alanların uluslararası düzeyde önem taşımasının asıl nedeni; Batı Palearktik Bölgedeki kuş göç yollarında en önemli ikisinin Türkiye üzerinden geçmesidir. Doğu Karadeniz Bölgesi’nden Türkiye’ye giren Çoruh Vadisi göç rotası ile 200.000’den fazla yırtıcı kuş Çoruh Nehri üzerinden uçarak Doğu Anadolu Bölgesindeki sulak alanlara yayılırlar. Türkiye üzerindeki bu göç, Batı Palearktik Bölgedeki en büyük yırtıcı göçüdür. TURİZM VE ÇEVRE İLİŞKİSİ Turizm ve çevre ortak bir ilişkiyi simgeleyen kavramlardır. Çevre, bir turizm kaynağı olma özelliğini taşırken, turizmin en önemli etkileri de çevreye olmaktadır. Bu ilişkilerin yaşamsal nitelikte olduğu, turizmin var olması için çevrenin yaşaması gerektiği ortadadır. Böyle bir açıdan bakılırsa çevrenin kapsamadığı hiçbir alan ve süreç kalmamaktadır. Kavramı belirgin kılmak için bu tanımı açıklamak gerekirse, şu temel öğelerin altı çizilebilir: • İnsanla birlikte tüm canlı varlıklar, • Cansız varlıklar • Canlı varlıkların eylemlerini etkileyen ya da etkileyebilecek fiziksel, kimyasal, biyolojik, toplumsal nitelikteki tüm etkenler. Bu tanım göz önüne alınırsa çevre, canlı ve cansız varlıkların karşılıklı etkileşimlerinin bütünü olarak değerlendirilebilir. Turizm ve çevre arasındaki karşılıklı etkileşim yaratan ilişkinin anlaşılması, doğal kaynakların ekonomik kalkınmada kullanılmasının bir sınırı olması gerektiğini gündeme gelmiştir. Turizm ve çevre ortak bir ilişkiyi simgeleyen kavramlardır. Çevre, bir turizm kaynağı olma özelliğini taşırken, turizmin en önemli etkileri de çevre üzerinde olmaktadır. Turizmin var olması için çevrenin yaşaması gerektiği ortadadır. Turizm, bir yandan doğal kaynakları yoğun bir biçimde kullanan, bir yandan da korumak zorunda olan bir sektördür. Turizm ile çevre arasında üç önemli öğe bulunmaktadır: • Fiziksel çevrenin birçok öğesi turistler için çekim kaynağıdır. • Turizm tesisleri ve altyapısı, çevrenin bir yönünü oluşturur. • Turizmin gelişmesi ve bir alanın çevresel kullanımı çevresel etkiler yaratır. Geri Dönüşüm: İnsanoğlu tarafından tüketilen atıklardan, değerlendirilebilen atıklar çeşitli fiziksel veya kimyasal işlemlerle ikincil hammaddeye dönüştürülerek tekrar üretim sürecine dâhil edilmesine geri dönüşüm denir. İkinci bir tanım olarak ta geri dönüşüm terimini, kullanım dışı kalan geri dönüştürülebilir atık malzemelerin çeşitli geri dönüşüm yöntemleri ile hammadde olarak tekrar imalat süreçlerine kazandırılması olarak açıklayabiliriz.Geri dönüşebilen maddeler; cam, kağıt, alüminyum, plastik, piller, motor yağı, akümülatörler, beton, organik atıklar ve elektronik atıklardır. Yararları: Tükettiğimiz maddeleri yeniden dönüşüm halkası içine katabildiğimiz zaman öncelikle bunların tekrar ham madde olarak kullanılmasını sağlamış oluruz. Böylece insan nüfusunun artışı ile paralel olarak artan tüketimin doğal dengeyi bozması doğadan aldıklarımızı tekrar doğaya vererek azda olsa engellenmiş olur. Bununla birlikte yeniden dönüştürülebilen maddelerin tekrar ham madde olarak kullanılması büyük miktarda enerji tasarrufunu mümkün kılar. Bir örnek vermek gerekirse yeniden kazanılabilir alüminyumun kullanılması alüminyumun sıfırdan imal edilmesine oranla %35'e varan enerji tasarrufu sağlamaktadır. Çöpteki nesneleri ham madde olarak kullandığımız vakit çevre kirliliğinin her geçen gün artmasını da önleyebiliriz. Hurda kağıdı tekrar kağıt imalatında kullandığımızda hava kirliliğini %74-94, su kirliliğini %35, su kullanımını %45 azaltıyoruz. Çevremize-doğaya, ülke ekonomisine ve de kendimize olan sorumluluğumuzdan dolayı günümüzde hepimizin yeniden dönüşüm projesi içinde yer alması gerekmektedir. SÜRDÜRÜLEBİLİR TURİZM Sürdürülebilirlik kavramı ilk defa 1982’de imzalanan ‘Dünya Doğa Sözleşmesi’nde kullanılmaya başlamış ve böylece uluslararası çevre hukukunun temel ilkesi olarak kabul edilmiştir. Dünya Turizm Örgütünün hesaplamalarına göre 2020 yılında dünyada seyahat eden insan sayısı 1 milyar 560 milyon kişi olarak tahmin edilmektedir. Turistler tarafından yaratılan ekolojik ve sosyal zararın yapısı ve büyüklüğü ziyaretçilerin sayısı ve yoğunluğu ile doğrudan ilgilidir. Turizm hareketlerinin yılın belli dönemlerinde yoğunluk kazandığını ve bölgesel taşıma kapasitelerinin de aşıldığını düşündüğümüzde, turizmin çevresel değerlere zarar verebilme olasılıklarının ve olanağının artacağı söylenebilir. Turizm faaliyetlerindeki bu artış, sürdürülebilir turizmin gelişimi için geçmiştekinden çok daha fazla duyarlılık gösterilmesini ve bilinçli adımların atılmasını gerektirmektedir. Ekoturizm: Canlı varlıkların yaşam ortamlarıyla olan ilişkilerini inceleyen ekoloji, ilk kez 1866 yılında Alman biyologu Ernst Haeckel tarafından kullanılmıştır. Ernst Haeckel ekoloji sözcüğünü Yunanca yaşanılan yer, yurt anlamına gelen oikos ile bilim anlamına gelen logia (logos) sözcüklerinden türetmiştir. İnsan diğer organizmalar gibi çevresi ile etkileşim halindedir. Ekoloji doğal olarak biyolojik toplulukların korunması kadar, yerel kültürlere saygıyı da gerektirmektedir. Buradan hareketle ekoturizm, ev sahibi bölgenin farklı özelliklerinin en az hasar görmesini sağlayacak ziyaret tekniklerini ifade eder. Ekoturizm Kavramı Ekoturizm olayını tanımlamak için doğa seyahatleri, doğa tabanlı turizm ve özel ilgi turizmi gibi birçok terim kullanılmaktadır.Yine ekoturizm ile ilgi kurulabilecek sürdürülebilir turizm, alternatif turizm gibi çok sayıda terim bulunmaktadır. Ekoturizm tanımların çok sayıda terim bulunmaktadır. Ekoturizm tanımların terim bulunmaktadır. Ekoturizm tanımlarındaki tehlike doğa ile hiçbir ilgisi olmayan turizm şekilleri için de bu terimin kullanılması ve onlardan ayrılmamasıdır. Çok sayıda ekoturizm tanımının olmasının nedenleri; kavramın oldukça yeni olması ve henüz üzerinde uzlaşılamaması, ekoturizmin çok yönlü oluşu ve araştırmacıların ekoturizme farklı açılardan yaklaşarak tanımlamaya çalışmaları nedenler arasında sayabiliriz. Ekoturizmin Faydaları: Sürdürülebilir turizmin alt bileşenlerinden birisi olan ekoturizmin faydaları aşağıdaki gibi sıralanmaktadır: • Korunan alanlar ve yerel toplum için sermaye artışı. (Çevreyi ziyaret eden bilinçli gezginler alandan daha uzun süre yararlanmak için bu alanların korunmasına destek olmak durumundadır). • Yerel halkın refahının gözetilmesi. Yerel halk için iş imkânlarının yaratılması. Turistlerin ve yerel halkın turizm endüstrisi hakkında sorumlu hareket etmesinin sağlanması (Tur rehberleri, park bekçisi, el sanatları, yerel mutfak…) Çevrenin Korunması İle İlgili Hukuksal Düzenlemeler Çevre Mevzuatını Oluşturan Ulusal Yasalar Hukuk literatüründe çevre ile ilgili düzenlemeler değişik hukuk dallarının ortak alanına girmektedir. Bu nedenle çevre hukukunu hukukçular “karma hukuk” adı altında incelemektedirler. Çevre hukuku, uluslararası hukuktan ceza hukukuna, anayasa hukukundan medeni hukuka varıncaya kadar pek çok hukuk dalının uygulandığı bir alandır. Bu durum, çevre hukukunun başlı başına bir alan olmadığı ve kendine özgü düzenlemelere gereksinim bulunmadığı anlamına gelmemektedir. Çevrenin bütün endüstriyel ve yaşamsal aktivitelerin temelinde yer alması, çevre hukukunun çeşitli hukuk disiplinlerinin kurallarından oluşan karmaşık bir yapıya sahip olması sonucunu doğurmuştur. Kamusal bir nitelik taşıyan çevre sorunlarının çözümünde devlet doğrudan yetki sahibidir. Bu durum, çevre hukukunu özel hukuk sınırlarının dışına çıkartmaktadır. Fakat özel hukuk ilişkilerini de büyük ölçüde bünyesinde bulundurmaktadır. Bu yönü itibariyle kamu hukuku ve özel hukukun her ikisine özgü özelliklere sahiptir ve karma nitelikli yapısı belirgin bir hukuk dalıdır. Çevre Kanunu (2872): 2872 sayılı Çevre Kanunu’nun 1. maddesinde Kanun’un amacı şu şekilde belirlenmiştir: Çevre Kanununun amacı, “Bütün canlıların ortak varlığı olan çevrenin, sürdürülebilir çevre ve sürdürülebilir kalkınma ilkeleri doğrultusunda korunmasını sağlamaktır. Çevrenin korunmasına, iyileştirilmesine ve kirliliğinin önlenmesine ilişkin genel ilkeler: Başta idare, meslek odaları, birlikler ve sivil toplum kuruluşları olmak üzere herkes, çevrenin korunması ve kirliliğin önlenmesi ile görevli olup bu konuda alınacak tedbirlere ve belirlenen esaslara uymakla yükümlüdürler. Kanun, çevrenin korunmasıyla ilgili görevi sadece devletin işi olarak görmemekte vatandaşlara da bu konuda görev vermektedir. Buna istinaden çevredeki olumsuzluklardan doğrudan etkilenmemiş olsa bile her vatandaş dava açma hakkına sahiptir. Çevreyle İlgili Uluslararası Yasalar ve Türkiye’nin Taraf Olduğu Uluslararası Sözleşmeler Türkiye’nin onayladığı uluslararası sözleşmelerin iç hukuktaki değeri aynıdır. Anayasa hükümleri gibidir. Süreç de benzerdir. Türkiye Devleti uluslararası bir sözleşmeyi önce alır TBMM’ne sunar. Meclis tarafından kabul edilen hukuk kuralı Cumhurbaşkanının onayına sunulur ve Resmi Gazete yayınlanarak geçerlilik kazanmış olur. Türkiye’nin çevreyle ilgili kabul ederek onayladığı uluslararası çevre sözleşmeleri aşağıdaki gibidir: Atmosferde, Feza’da ve Su Altında Nükleer Silah Denemelerinin Önlenmesi Hakkında Antlaşma (Resmi Gazete, 13.05.1965) Sözleşmenin amacı: Silahlanma yarışına son verilmesi ve nükleer silahlar dahil her nevi silahlara teşviklerin kaldırılması yolunda Birleşmiş Milletler gayelerine uygun olarak top yekûn silahlanmaya karşı bir antlaşmanın en kısa zamanda imzalanmasının amaç olduğu konusunda mutabık kalınmasıdır. Kuşların Korunmasına Dair Milletlerarası Sözleşme Türkiye Sözleşmeyi 1966 yılında onaylamıştır. Sözleşmenin amacı; bütün kuşların üreme devrelerinde ve nesli tehlikede olan kuşların bütün yıl boyunca korunmasını amaçlamaktadır. 1971–Özellikle Su Kuşları Yaşama Ortamı Olarak Uluslararası Öneme Sahip Sulak Alanlar Sözleşmesi: (RAMSAR Sözleşmesi) 1971 yılında İran’ın Ramsar kentinde kabul edilen bu sözleşme, özellikle su kuşlarının yaşama ve üreme alanları için büyük öneme sahip olan sulak alanların korunmasını öngörüyor. Sözleşmenin ana amacı “sulak alanların ekonomik, kültürel, bilimsel ve rekreasyonel olarak büyük bir kaynak teşkil ettiği ve kaybedilmeleri halinde bir daha geri getirilmeyeceği” olarak belirtiliyor KAYNAK: ‘‘TURİZM VE ÇEVRE’ ’ ANKARA ÜNİVERSİTESİ UZAKTAN EĞİTİM YAYINLARI Yazar: Öğr.Gör.Nihat DEMİRTAŞ