TUR*ZM ve ÇEVRE - Ankara Üniversitesi Açık Erişim Sistemi

advertisement
TURİZM ve ÇEVRE
Öğr. Gör.Z.SILA ÖZŞEN
Tarihçe ve Çevreye Ait Yaklaşımlar
Çevre kavramını, açık ve belirgin bir
anlamının ve sınırının olmaması nedeniyle
tanımlamak güçtür. Günlük hayatta
‘çevreleyenler’ veya ‘etraftakiler’ olarak geniş
bir anlam yüklenirken sözlüksel anlamda
"özellikle insan yaşamını etkileyen
etraftakiler" tanımlaması yapılmıştır. Bu
konuda, Einstein “Ben olmayan her şey
çevredir.” diyerek kavramın genişliğine
değinmiştir. Bu gerçekte göz önüne alınarak
bir takım sözlüksel tanımlar yapılmıştır.
Çevre;
“Bir organizmanın
veya organizmalar
topluluğunun
yaşamı
üzerinde
etkili olan tüm faktörlerdir.”
“Canlıların yaşamasını ve
gelişmesini sağlayan
fiziksel,
kimyasal ve
biyolojik
faktörlerin bütünüdür.”
“Toplulukların ve
organizmaların uzun ve
kısa dönemli
faaliyetlerini,
yaşam
ve
gelişmelerini
doğrudan ya
da
dolayısıyla etkileyen biyotik
(canlı),
abiyotik
(cansız)
ve
kültürel
faktör
ve
koşulların toplamıdır.”
Çevre Biliminin Tarihsel Gelişimi
Dünyanın oluşumu ve bugünkü haline dönüşümünde, temel
maddeler diye tanımlanan elementler ve türlü kimyasal
bileşiklerin, belirli bir olasılıkla belirli yörelerde toplanmış
jeolojik değişimlere de bağlı olarak birikimleri veya
dağılımları ortaya çıkmıştır. Bu şekilde insan ölçüsü ve
zaman idraki sınırları içinde milyonlarca yıllık oluşum süreci
sonunda “doğal denge” adı verilen bir denge oluşmuştur.
İnsanoğlu, dünyada 1,5 milyon yıl önce yaşamaya başlamıştır.
Oysa yer küre 5,5 milyar yaşındadır. Son 1,5 milyon yıl
içinde insanoğlu, doğayı büyük ölçüde zorlamış, doğal
varlıkları aşırı ölçüde değiştirmiş, kaynakları büyük
boyutlarda sömürmüş, tüketmiş ve günümüzün en önemli
sorunu olan çevre (ortam) kirlenmesine giden yolu açmıştır.
Çevrebilimin tarihsel süreçte yerini alması, Yunanlı bilim
adamı Teofrostus'tan kalan yazılarla başlar. Eski yunanlar
dönemindeki çevre ile yazılar, ancak Rönesans sonrasında
ortaya çıkmıştır.







Biyolojik Çeşitlilik: Bu kavram canlı organizmaların sayı, çeşit,
cins ve değişiklik bakımından gösterdikleri durumları anlatmaktadır.
Biyolojik çeşitlilik denilince üç temel biyolojik çeşitlilik akla
gelmektedir. Bunlar, • Genetik açısından, • Tür açısından, • Ekosistem
açısından ele alınır. Ekolojik denge göz önüne alınarak alt
basamaklara inildiği zaman aşağıdaki gibi biyolojik çeşitliliği görmek
mümkün olacaktır.
Bu tanımın kapsamındaki yaşam ortamının, yaşanabilirlik özelliği,
büyük bir önem taşımaktadır. Yaşanabilir ortamın bozulması ya
popülasyonun yer değiştirmesine ya da ortadan kalkmasına yol
açmaktadır. Günümüzde kentlerin genişlemesi, tarım alanlarının
açılması ve sanayileşme sonucunda, habitatların bozulmasının, iklim
türlerinin giderek azalmasına ve kimilerinin de yok olmasına neden
olduğu görülmektedir.
Çevre ve Çevrenin Gelişim Süreci 15
Organizma
Bitkiler İnsan Hayvanlar
Fasulye Patlıcan Etciller Otçullar
Kuru fasulye
Yeşil fasulye
Gen çeşitliliği
Ekosistem:
Bütün canlıların birbirleriyle ve cansız çevreleriyle
oluşturdukları karmaşık ilişkileri gösteren sisteme
ekosistem denir. Bu unsurlar düşünüldüğünde çok değişik
ekosistem örnekleri görülebilir.
Ekosistemde canlıların birbirleriyle ve cansız çevreleriyle
karmaşık ilişkiler oluşturduklarından sistemin işleyişindeki
karşılıklı etkileşim özelliği nedeniyle sistemin bir yerindeki
aksaklık tüm sistemi etkileyebilmektedir. Ekosistemleri
oluşturan başlıca dört öğe şunlardır:
• Cansız Varlıklar: İnorganik ve organik maddeler
• Primer Üreticiler: Yeşil bitkiler, (yaptıkları) fotosentez ile
canlılar dünyası için önemlidir. Organik maddelerin meydana
getirilmesinde ağırlıklıdırlar.
• Tüketiciler: Bitkisel ve hayvansal maddeleri yiyenler.
• Ayrıştırıcılar: Bunlar, organik maddeleri ayrıştıran bakteri,
mantar gibi canlılardır.
DÖNGÜLER


Su Döngüsü
Yeryüzünün 2/3 ü sularla kaplıdır. Yeryüzündeki su
kitlesinin büyük bir kısmını okyanuslar, denizler, göller
ve buzullar oluşturur. Bunun yan ısıra suyun bir kısmı
atmosferde buhar olarak bulunurken, bir kısmı da yer
altı kaynaklarında bulunur. Suyun bu farklı kaynaklar
arasındaki dolaşımına su döngüsü denir. Su
döngüsünün tamamlanmasında canlılarda rol oynar. Su
döngüsü buharlaşma ve yoğunlaşma gibi kurallara bağlı
olarak gerçekleşir. Su, ortam şartlarının etkisiyle
buharlaşarak atmosfere geçer. Su atmosferde nem
olarak bulunur ve yeryüzüne yağışlar halinde
yeryüzüne düşer. Yeryüzüne düşen suyun bir kısmı
tekrar buharlaşır, bir kısmı ise canlılar tarafından
kullanılır.

Karbon Döngüsü

Karbon canlılar için çok önemlidir. Çünkü canlıların yapısını oluşturan tüm
organik bileşikler karbon içermektedir ve canlılar bir kaynaktan karbon
almak zorundadır. Canlı yapısındaki organik bileşiklerde bulunan karbon
kaynağı inorganik karbon kaynağıdır. Canlıların başlıca karbon kaynağını
karbondioksit oluşturur.Yeşil bitkiler karbondioksiti kullanarak organik
madde üretirler. Fotosentez ile üretilen organik besinlerin yapısına katılan
karbon tüketici hayvanların yapısına geçer. Üretici, tüketici ve ayrıştırıcı
organizmaların solunumları sonucu, organik madde yapısındaki karbon
elementinin bir bölümü karbondioksit halinde atmosfere döner. Bir kısmı
ise bitki ve hayvan ölüleri ile toprağa geçer. Sonuç olarak karbon, inorganik
depolardan canlı sistemlere geçtikten sonra tekrar inorganik depolara
doğru hareket ederek gerçek bir döngü oluşturmaktadır. Bu süreç saatler,
günler, yılla içerisinde tamamlanabilir. Bazen ise çok uzun yıllarda
tamamlanabilir. Organizmaların ölümü ile doğaya verilen karbon bir sürede
kömür, petrol veya kayaçlara dönüşebilir. Kömür ve petrolün yanması ve
kayaçların fiziksel etkilerle aşınması ile karbon tekrar inorganik depolara
döner.Yanma sonucu atmosfere verilen karbondioksitin yarısı atmosferde
kalırken bir kısmı da okyanuslar tarafından absorblanır.

Azot Döngüsü

Azot canlılar için gerekli elementlerden biridir. Canlılar
için hayati önem taşıyan proteinlerin, nükleik asitlerin,
hormonların ve vitaminlerin yapısına katılır. Atmosferin
yaklaşık %80 ini azot oluşturur. Bu azotun çoğu azot
gazı halinde bulunur. Sadece bazı prokaryot canlılar
azotu doğrudan kullanabilirler. Ekosistemlerin en
önemli üreticilerinden olan bitkiler bu azotu
kullanamazlar.Atmosferdeki azot gazı iki yolla
ekosisteme kazandırılabilir. Bunların birincisi atmosferik
olaylardır.Yıldırım ve şimşeklerin sağladığı enerji ile
havadaki azotun su buharı ile etkileşime girmesi
sonucunda azot suyun hidrojen ve oksijeni ile
birleşerek NH3 ve NO3 e dönüşür. Daha sonra bu
bileşikler yağışla yeryüzüne iner.

Diğer yöntem ise azotun bağlanmasıdır. Bazı prokaryot canlıların
havanın serbest azotunu kullanarak mineraller haline
dönüştürülmesi olayına azotun bağlanması denir. Azot bağlayabilen
organizmalar toprakta veya suda serbest olarak yaşayabildikleri gibi
bazı bitkilerin köklerinde simbiyotik olarak da yaşayabilirler.
Topraktaki amonyağın çoğu bazı bakteriler tarafından enerji kaynağı
olarak kullanılır. Amonyağın kemosentetik bakteriler tarafından
nitrata dönüştürülmesine nitrifikasyon adı verilir. Bakterilerin
sağladığı nitrat, bitkiler tarafından alınarak azotlu organik besin
sentezinde kullanılır. Bitkilerin oluşturduğu azotlu organik besinler
ise besin zinciriyle tüketicilere aktarılır. Canlıların ölümü ve
oluşturdukları atıklar ile toprağa karışan azot saprofitler aracılığı ile
ayrıştırılarak tekrar amonyağa dönüştürülür. Bu
olaya amonifikasyon denir. Topraktaki azotlu minarellerin bir kısmı
ise bazı bakteriler tarafından tekrar azot gazı haline dönüştürülür ve
atmosfere verilir. Bu olaya da denitrifikasyon denir.

Fosfor Döngüsü

Fosfor; vücudumuzdaki önemli yapıların
oluşumuna katılır. Hücre zarı, kemik, ATP, dişler
bunlara örnektir. Fosfatın ana kaynağı fosfatlı
kayaçlardır. Fosfatlı kayaçların ortam şartlarına
bağlı olarak aşınmasıyla birlikte fosfat toprağa
karışır. Toprağa karışan fosfat bitkiler tarafından
alınır ve biyolojik moleküllerin yapısında kullanılır
ve fosfat besin zinciri yoluyla tüketicilere aktarılır.
Topraktaki çözünmüş fosfatın bir kısmı da
akarsulara sızarak denizlere ve okyanuslara taşınır.
Fosfat atmosfere geçen bir gaz türü değildir.
Hava Döngüsü:
Havada oksijen ve karbon elementleri O2 ve
CO2 şeklinde bulunur. Bitkiler fotosentez sırasında
CO2 gazını alıp (fotosentez ile) besin ve O2 üretir.
Bitkiler (üreticiler) dışındaki canlılar besin yiyerek
karbon ihtiyaçlarını karşılar. O2`li solunum yapan
canlılar ortamdaki O2`i alır ve ortama CO2 verirler.
Milyonlarca yıl önce yaşamış ve ölmüş bitki ve
havyaların cesetleri toprak altında fosilleşerek fosil
yakıtları (kömür, petrol, doğalgaz vb.) oluşturur. Fosil
yakıtların yanma tepkimesinden çıkan CO2 de
atmosfere dağıtılır. Yani havanın CO2 miktarını azaltan
olay fotosentez, arttıran olay ise yanma tepkimeleri ve
solunumdur.
SULAK ALANLAR
Bir ülkedeki tüm bitki ve hayvan türleri bunlar arasında
özellikle tarım, hayvancılık, ormancılık, balıkçılık, tıp-eczacılık
ve sanayi alanlarında kullanılan türler, hem o ülkenin hem de
dünyanın biyolojik zenginliklerinden kabul edilir. Bu
zenginliklerin çok yoğun olduğu bölgeler tropikal alanlar ve
sulak alanlardır. Yoğunluk o kadar fazladır ki türler arası
yaşamsal ilişkinin her kademesinde denge ve zenginlik söz
konusudur. Çeşitli türler bir saatin dişlileri gibi birbirleriyle
etkileşim içinde bulunmakta; bizim de bir parçası olduğumuz
ekolojik sistemi sağlıklı tutmaktadır. Bu ekolojik zemberek o
kadar girifttir ki, tüm bilgilerimize rağmen hangi canlının
ekosistemde tam olarak ne rol oynadığını tam olarak
bilemiyoruz. Kesin olarak bilinen şey ise, insanoğlunun bugün
kaynak olarak kullandığı çeşitlerden ancak doğal sistemler
sağlıklı olduğu sürece yararlanabileceğidir.
İnsanoğlunun çıkarları hatta varlığı sadece ekonomik
değeri olanlar değil tüm canlı ve cansız (biyotik-abiyotik
doğayı koruyabilmesine bağlıbiyotik-abiyotik doğayı
koruyabilmesine bağlıdır. Türkiye coğrafi konumu, geniş
toprakları, topoğrafik yapısı ve farklı iklim bölgeleri
sebebiyle, ornitolojik açıdan özel bir önem taşımaktadır.
Asya, Avrupa ve Afrika kıtalarının kesişme noktasında
bulunan Türkiye, Batı Palearktik yöreyi güneydeki kışlama
alanlarına bağlayan tabii bir köprü meydana getirmektedir.
Türkiye aynı zamanda, topografyası ve dolayısıyla iklim
şartlarının getirdiği çeşitlilik ve değişik yaşama ortamlarının
varlığı yönünden de benzersizdir. Bu çeşitlilik sonucunda,
gerek bitki örtüsü, gerekse hayvan toplulukları açısından
ülkenin yüzölçümü dikkate alındığında, olağanüstü bir ortam
zenginliği söz konusudur. Wetland (yaş alan, sulak alan
ekoloji çağının bir icadı olan ve oldukça yeni bir kelimedir.
Yeni olması nedeniyle önemi henüz tam anlamıyla
anlaşılamamıştır. Doğadaki işleyişin değerini ne yazık ki
sorunlar çıktıktan sonra fark edebiliyoruz.
Türkiye’de soyu 1960’larda tükenmiş olan
Yılanboyun Kuşu dahil olmak üzere 426 kuş
türü belirlenmiştir. Bunların içinde, statüsü
kesinleşmemiş 13 tür vardır. 400’ü aşkın
türden yaklaşık 300’ü Türkiye’yi düzenli olarak
kuluçka alanı için kullanmakta, 70 kadarı ise
bölgede yalnızca kışlamakta ya da göç sırasında
görülmektedir. Geriye kalan 40-45 tür ise,
normalde Türkiye’de bulunmamakta, ancak bazı
yıllarda, çoğunlukla da olumsuz hava şartlarının
etkisi ile bu türlere çok az sayıda
rastlanmaktadır.
Ülkemizdeki sulak alanların korunması ve akılcı
kullanımı halen yürürlükte olan 2003-2008 Ulusal
Sulak Alan Stratejisi kapsamında devam
etmektedir. Ülkemizdeki sulak alanların
uluslararası düzeyde önem taşımasının asıl nedeni;
Batı Palearktik Bölgedeki kuş göç yollarında en
önemli ikisinin Türkiye üzerinden geçmesidir.
Doğu Karadeniz Bölgesi’nden Türkiye’ye giren
Çoruh Vadisi göç rotası ile 200.000’den fazla
yırtıcı kuş Çoruh Nehri üzerinden uçarak Doğu
Anadolu Bölgesindeki sulak alanlara yayılırlar.
Türkiye üzerindeki bu göç, Batı Palearktik
Bölgedeki en büyük yırtıcı göçüdür.
TURİZM VE ÇEVRE İLİŞKİSİ
Turizm ve çevre ortak bir ilişkiyi simgeleyen kavramlardır.
Çevre, bir turizm kaynağı olma özelliğini taşırken, turizmin
en önemli etkileri de çevreye olmaktadır. Bu ilişkilerin
yaşamsal nitelikte olduğu, turizmin var olması için çevrenin
yaşaması gerektiği ortadadır. Böyle bir açıdan bakılırsa
çevrenin kapsamadığı hiçbir alan ve süreç kalmamaktadır.
Kavramı belirgin kılmak için bu tanımı açıklamak gerekirse,
şu temel öğelerin altı çizilebilir:
• İnsanla birlikte tüm canlı varlıklar,
• Cansız varlıklar
• Canlı varlıkların eylemlerini etkileyen ya da etkileyebilecek
fiziksel, kimyasal, biyolojik, toplumsal nitelikteki tüm
etkenler. Bu tanım göz önüne alınırsa çevre, canlı ve cansız
varlıkların karşılıklı etkileşimlerinin bütünü olarak
değerlendirilebilir.
Turizm ve çevre arasındaki karşılıklı etkileşim yaratan
ilişkinin anlaşılması, doğal kaynakların ekonomik kalkınmada
kullanılmasının bir sınırı olması gerektiğini gündeme
gelmiştir. Turizm ve çevre ortak bir ilişkiyi simgeleyen
kavramlardır. Çevre, bir turizm kaynağı olma özelliğini
taşırken, turizmin en önemli etkileri de çevre üzerinde
olmaktadır. Turizmin var olması için çevrenin yaşaması
gerektiği ortadadır. Turizm, bir yandan doğal kaynakları
yoğun bir biçimde kullanan, bir yandan da korumak zorunda
olan bir sektördür. Turizm ile çevre arasında üç önemli öğe
bulunmaktadır:
• Fiziksel çevrenin birçok öğesi turistler için çekim
kaynağıdır.
• Turizm tesisleri ve altyapısı, çevrenin bir yönünü oluşturur.
• Turizmin gelişmesi ve bir alanın çevresel kullanımı çevresel
etkiler yaratır.
Geri Dönüşüm:
İnsanoğlu tarafından tüketilen atıklardan,
değerlendirilebilen atıklar çeşitli fiziksel veya
kimyasal işlemlerle ikincil hammaddeye
dönüştürülerek tekrar üretim sürecine dâhil
edilmesine geri dönüşüm denir. İkinci bir tanım
olarak ta geri dönüşüm terimini, kullanım dışı
kalan geri dönüştürülebilir atık malzemelerin
çeşitli geri dönüşüm yöntemleri ile hammadde
olarak tekrar imalat süreçlerine kazandırılması
olarak açıklayabiliriz.Geri dönüşebilen maddeler;
cam, kağıt, alüminyum, plastik, piller, motor yağı,
akümülatörler, beton, organik atıklar ve elektronik
atıklardır.
Yararları:
Tükettiğimiz maddeleri yeniden dönüşüm halkası içine
katabildiğimiz zaman öncelikle bunların tekrar ham madde olarak
kullanılmasını sağlamış oluruz. Böylece insan nüfusunun artışı ile
paralel olarak artan tüketimin doğal dengeyi bozması doğadan
aldıklarımızı tekrar doğaya vererek azda olsa engellenmiş olur.
Bununla birlikte yeniden dönüştürülebilen maddelerin tekrar ham
madde olarak kullanılması büyük miktarda enerji tasarrufunu
mümkün kılar. Bir örnek vermek gerekirse yeniden kazanılabilir
alüminyumun kullanılması alüminyumun sıfırdan imal edilmesine
oranla %35'e varan enerji tasarrufu sağlamaktadır.
Çöpteki nesneleri ham madde olarak kullandığımız vakit çevre
kirliliğinin her geçen gün artmasını da önleyebiliriz. Hurda kağıdı
tekrar kağıt imalatında kullandığımızda hava kirliliğini %74-94, su
kirliliğini %35, su kullanımını %45 azaltıyoruz. Çevremize-doğaya,
ülke ekonomisine ve de kendimize olan sorumluluğumuzdan dolayı
günümüzde hepimizin yeniden dönüşüm projesi içinde yer alması
gerekmektedir.
SÜRDÜRÜLEBİLİR TURİZM
Sürdürülebilirlik kavramı ilk defa 1982’de imzalanan ‘Dünya
Doğa Sözleşmesi’nde kullanılmaya başlamış ve böylece
uluslararası çevre hukukunun temel ilkesi olarak kabul
edilmiştir. Dünya Turizm Örgütünün hesaplamalarına göre
2020 yılında dünyada seyahat eden insan sayısı 1 milyar 560
milyon kişi olarak tahmin edilmektedir. Turistler tarafından
yaratılan ekolojik ve sosyal zararın yapısı ve büyüklüğü
ziyaretçilerin sayısı ve yoğunluğu ile doğrudan ilgilidir.
Turizm hareketlerinin yılın belli dönemlerinde yoğunluk
kazandığını ve bölgesel taşıma kapasitelerinin de aşıldığını
düşündüğümüzde, turizmin çevresel değerlere zarar
verebilme olasılıklarının ve olanağının artacağı söylenebilir.
Turizm faaliyetlerindeki bu artış, sürdürülebilir turizmin
gelişimi için geçmiştekinden çok daha fazla duyarlılık
gösterilmesini ve bilinçli adımların atılmasını
gerektirmektedir.
Ekoturizm:
Canlı varlıkların yaşam ortamlarıyla olan
ilişkilerini inceleyen ekoloji, ilk kez 1866 yılında
Alman biyologu Ernst Haeckel tarafından
kullanılmıştır. Ernst Haeckel ekoloji sözcüğünü
Yunanca yaşanılan yer, yurt anlamına gelen oikos
ile bilim anlamına gelen logia (logos)
sözcüklerinden türetmiştir. İnsan diğer
organizmalar gibi çevresi ile etkileşim halindedir.
Ekoloji doğal olarak biyolojik toplulukların
korunması kadar, yerel kültürlere saygıyı da
gerektirmektedir. Buradan hareketle ekoturizm,
ev sahibi bölgenin farklı özelliklerinin en az hasar
görmesini sağlayacak ziyaret tekniklerini ifade
eder.
Ekoturizm Kavramı
Ekoturizm olayını tanımlamak için doğa seyahatleri,
doğa tabanlı turizm ve özel ilgi turizmi gibi birçok terim
kullanılmaktadır.Yine ekoturizm ile ilgi kurulabilecek
sürdürülebilir turizm, alternatif turizm gibi çok sayıda
terim bulunmaktadır. Ekoturizm tanımların çok sayıda
terim bulunmaktadır. Ekoturizm tanımların terim
bulunmaktadır. Ekoturizm tanımlarındaki tehlike doğa
ile hiçbir ilgisi olmayan turizm şekilleri için de bu
terimin kullanılması ve onlardan ayrılmamasıdır. Çok
sayıda ekoturizm tanımının olmasının nedenleri;
kavramın oldukça yeni olması ve henüz üzerinde
uzlaşılamaması, ekoturizmin çok yönlü oluşu ve
araştırmacıların ekoturizme farklı açılardan yaklaşarak
tanımlamaya çalışmaları nedenler arasında sayabiliriz.
Ekoturizmin Faydaları:
Sürdürülebilir turizmin alt bileşenlerinden birisi
olan ekoturizmin faydaları aşağıdaki gibi
sıralanmaktadır:
• Korunan alanlar ve yerel toplum için sermaye
artışı. (Çevreyi ziyaret eden bilinçli gezginler
alandan daha uzun süre yararlanmak için bu
alanların korunmasına destek olmak
durumundadır).
• Yerel halkın refahının gözetilmesi. Yerel halk için
iş imkânlarının yaratılması. Turistlerin ve yerel
halkın turizm endüstrisi hakkında sorumlu
hareket etmesinin sağlanması (Tur rehberleri,
park bekçisi, el sanatları, yerel mutfak…)
Çevrenin Korunması İle İlgili
Hukuksal Düzenlemeler
Çevre Mevzuatını Oluşturan Ulusal Yasalar
Hukuk literatüründe çevre ile ilgili düzenlemeler değişik hukuk
dallarının ortak alanına girmektedir. Bu nedenle çevre hukukunu
hukukçular “karma hukuk” adı altında incelemektedirler. Çevre
hukuku, uluslararası hukuktan ceza hukukuna, anayasa hukukundan
medeni hukuka varıncaya kadar pek çok hukuk dalının uygulandığı
bir alandır. Bu durum, çevre hukukunun başlı başına bir alan olmadığı
ve kendine özgü düzenlemelere gereksinim bulunmadığı anlamına
gelmemektedir. Çevrenin bütün endüstriyel ve yaşamsal aktivitelerin
temelinde yer alması, çevre hukukunun çeşitli hukuk disiplinlerinin
kurallarından oluşan karmaşık bir yapıya sahip olması sonucunu
doğurmuştur. Kamusal bir nitelik taşıyan çevre sorunlarının
çözümünde devlet doğrudan yetki sahibidir. Bu durum, çevre
hukukunu özel hukuk sınırlarının dışına çıkartmaktadır. Fakat özel
hukuk ilişkilerini de büyük ölçüde bünyesinde bulundurmaktadır. Bu
yönü itibariyle kamu hukuku ve özel hukukun her ikisine özgü
özelliklere sahiptir ve karma nitelikli yapısı belirgin bir hukuk dalıdır.
Çevre Kanunu (2872):
2872 sayılı Çevre Kanunu’nun 1. maddesinde Kanun’un amacı şu şekilde
belirlenmiştir: Çevre Kanununun amacı, “Bütün canlıların ortak varlığı olan
çevrenin, sürdürülebilir çevre ve sürdürülebilir kalkınma ilkeleri
doğrultusunda korunmasını sağlamaktır.
Çevrenin korunmasına, iyileştirilmesine ve kirliliğinin
önlenmesine ilişkin genel ilkeler:
Başta idare, meslek odaları, birlikler ve sivil toplum kuruluşları olmak
üzere herkes, çevrenin korunması ve kirliliğin önlenmesi ile görevli olup bu
konuda alınacak tedbirlere ve belirlenen esaslara uymakla yükümlüdürler.
Kanun, çevrenin korunmasıyla ilgili görevi sadece devletin işi olarak
görmemekte vatandaşlara da bu konuda görev vermektedir. Buna istinaden
çevredeki olumsuzluklardan doğrudan etkilenmemiş olsa bile her vatandaş
dava açma hakkına sahiptir.
Çevreyle İlgili Uluslararası Yasalar ve
Türkiye’nin Taraf Olduğu Uluslararası
Sözleşmeler
Türkiye’nin onayladığı uluslararası
sözleşmelerin iç hukuktaki değeri aynıdır.
Anayasa hükümleri gibidir. Süreç de benzerdir.
Türkiye Devleti uluslararası bir sözleşmeyi
önce alır TBMM’ne sunar. Meclis tarafından
kabul edilen hukuk kuralı Cumhurbaşkanının
onayına sunulur ve Resmi Gazete yayınlanarak
geçerlilik kazanmış olur. Türkiye’nin çevreyle
ilgili kabul ederek onayladığı uluslararası çevre
sözleşmeleri aşağıdaki gibidir:
Atmosferde, Feza’da ve Su Altında
Nükleer Silah Denemelerinin
Önlenmesi Hakkında Antlaşma (Resmi
Gazete,
13.05.1965) Sözleşmenin
amacı: Silahlanma yarışına son verilmesi ve
nükleer silahlar dahil her nevi silahlara
teşviklerin kaldırılması yolunda Birleşmiş
Milletler gayelerine uygun olarak top yekûn
silahlanmaya karşı bir antlaşmanın en kısa
zamanda imzalanmasının amaç olduğu
konusunda mutabık kalınmasıdır.
Kuşların Korunmasına Dair Milletlerarası
Sözleşme
Türkiye Sözleşmeyi 1966 yılında onaylamıştır.
Sözleşmenin amacı; bütün kuşların üreme
devrelerinde ve nesli tehlikede olan kuşların
bütün yıl boyunca korunmasını
amaçlamaktadır.
1971–Özellikle Su Kuşları Yaşama Ortamı
Olarak Uluslararası Öneme Sahip Sulak
Alanlar Sözleşmesi: (RAMSAR Sözleşmesi)
1971 yılında İran’ın Ramsar kentinde kabul edilen
bu sözleşme, özellikle su kuşlarının yaşama ve
üreme alanları için büyük öneme sahip olan sulak
alanların korunmasını öngörüyor. Sözleşmenin ana
amacı “sulak alanların ekonomik, kültürel, bilimsel
ve rekreasyonel olarak büyük bir kaynak teşkil
ettiği ve kaybedilmeleri halinde bir daha geri
getirilmeyeceği” olarak belirtiliyor
KAYNAK:
‘‘TURİZM VE ÇEVRE’
’ ANKARA ÜNİVERSİTESİ UZAKTAN EĞİTİM YAYINLARI
Yazar: Öğr.Gör.Nihat DEMİRTAŞ
Download