Arrêt - CCVista

advertisement
Kaynak:
Adalet Divanı’nın 10 Nisan 1984 tarihli Kararı, Von Colson ve Kamann/
Nordrhein-Westfalen Eyaleti, 14/83, Rec. s. 1891
Anahtar sözcükler:
[Kadın erkek arasında muamele eşitliği – İşe girme]
Konu:
SABINE VON COLSON VE KAMANN
ve
NORDRHEIN- WESTFALEN EYALETİ arasındaki yargıya intikal etmiş
uyuşmazlıkta, AET Antlaşması’nın 177. maddesi uyarınca, Hamm
Arbeigsgericht’ı tarafından Konsey’in işe girme, mesleki eğitim, terfi ve iş
koşullarında kadın erkek arasında muamele eşitliği ilkesinin uygulanması
hakkındaki 9 şubat 1976 tarih ve 76/207 sayılı Direktifi’nin (Resmi Gazete L
39, s. 40) yorumlanmasına dair Adalet Divanı’na getirilen ön karar talebi.
1
24 Ocak 1983 tarihinde Adalet Divanı’na ulaşan 6 Aralık 1982 tarihli Kararla
Hamm Arbeitsgericht’ı, AET Antlaşması’nın 177. Maddesi uyarınca, Konsey’in işe
girme, mesleki eğitim, terfi ve iş koşullarında kadın erkek arasında muamele eşitliği
ilkesinin uygulanması hakkındaki 9 Şubat 1976 tarih ve 76/207 sayılı Direktifi’nin
(Resmi Gazete L 39, s. 40) yorumlanmasına dair ön karar gerektiren sorular
yöneltmiştir.
2
Bu sorular iki vasıflı işçi olan Sabine von Colson ve Elisabeth Kamann ile
Nordrhein-Westfalen Eyaletini karşı karşıya getiren uyuşmazlık çerçevesinde ortaya
çıkmıştır. Başvuru kararının gerekçesinden anlaşıldığı kadarıyla, asli davanın
davacıları olan söz konusu şahısların iş başvuruları erkek mahkumlara tahsis edilen ve
Nordrhein-Westfalen Eyaleti’nin idaresindeki Werl cezaevince cinsiyetlerinin farklı
olması nedeniyle kabul edilmemiştir. Cezaevinin istihdamdan sorumlu görevlileri
davacıların iş talebinin reddedilmesini bu tür kurumlarda hanım adayların hizmete
alınmasının taşıdığı riskleri ve yol açtığı sorunları ileri sürerek gerekçelendirmişler ve
aynı gerekçelerle görece düşük vasıflı erkek adayların tercih edildiğini belirtmişlerdir.
3
Ulusal yargı, ayrımcılığın mevcudiyetini kabul ettikten sonra, Alman Hukuku
uyarınca işe girme esnasında yapılan ayrımcılığa uygulanabilecek tek yaptırımın;
“İtimada Halel” (Wertravensschaden)’ in, yani iş ilişkilerinin kurulmasında
ayrımcılığın olmadığını varsayarak hareket eden ayrımcılığa maruz kalmış adayların
uğradığı zararın, tazmini olduğunu mütalaa etmiştir. Bu tarz bir tazminat Bürgerlische
Gesetzbuch’un 611. mükerrer maddesinin 2. fıkrasında öngörülmektedir.
4
Bu hüküm uyarınca, işe girmede ayrımcılık gözetilmesi halinde “çalışan böyle
bir ihlalin (muamele eşitliği ilkesine yönelik) iş ilişkisinin kurulmasına engel teşkil
etmeyeceğine dair tam bir güven beslediği için zarar gördüyse” işveren tazminatla
mükelleftir. Bu madde 76/207 sayılı bahsi geçen Konsey Direktifi’nin iç hukuka
aktarılmasını amaçlamaktadır.
5
Sonuç olarak ulusal yargı, Alman Hukuku uyarınca davacı Von Colson’un iş
başvurusu nedeniyle yapmış olduğu yolculuğun masraflarının (7,20 DM)
karşılanmasına hükmedebileceğini ve davacıların başvurularına ait diğer maddeleri
reddedebileceğini tespit etmiştir.
6
Bununla birlikte, işe girmede ayrımcılığın mevcudiyeti halinde Topluluk
seviyesinde uygulanacak hukuk kurallarının belirlenmesi amacıyla ulusal yargı
Divan’a aşağıdaki soruları sormuştur:
1)
Konsey’in işe girme, mesleki eğitim, terfi ve iş koşullarında kadın erkek
arasında muamele eşitliği ilkesinin uygulanması hakkındaki 9 şubat 1976 tarihli
Direktifine (76/207) ait hükümlerden, işe girme esnasında cinsiyete dayalı bir
ayrımcılığa
(bir
iş
sözleşmesinin
adayın
cinsiyeti
nedeniyle
yapılmaması/cinsiyeti nedeniyle bir başka adayın tercih edilmesi) uygulanacak
yaptırımın, ayrımcılığın faili olan işverene ayrımcılığa maruz kalan adayla bir iş
sözleşmesi yapılması yükümlülüğü getireceği sonucu mu çıkarılmalıdır?
2)
Birinci soruya prensipte olumlu bir cevap verilmesi halinde:
3)
a)
“İşverene bir iş sözleşmesi yapılması yükümlülüğü”nü getiren yaptırım,
yalnızca işverenin fiili olarak kararını cinsiyete bağlı kıstaslar temelinde
öznel bir biçimde verdiği tespit edildikten sonra mı uygulanır? Bundan
başka, ayrımcılığa maruz kalan adayın nesnel olarak – meşru kıstaslara
göre – söz konusu işi ifa etmek için kendisiyle iş sözleşmesi yapılmış olan
adaydan daha nitelikli olduğu tespit edilebilir mi?
b)
Ya da işverenin kararını öznel olarak cinsiyete bağlı kıstaslar temelinde
aldığı, ancak ayrımcılığa maruz kalmış adayın ve tercih edilen diğer
adayın her ikisinin de eşit nitelikte olduğu nesnel olarak tespit edildiği
takdirde dahi işveren ayrımcılığa maruz kalan adayı işe almakla yükümlü
tutulabilir mi?
c)
Son olarak, ayrımcılığa maruz kalan adayın kendisine tercih edilen
adaydan nesnel olarak şüphe götürmez bir şekilde daha az nitelikli
olduğunda dahi, işverenin başından beri cinsiyeti nedeniyle ayrımcılığa
uğrayan adayı gözardı ettiği tespit edildiğinde ayrımcılığa maruz kalan
aday işe alınma hakkını ileri sürebilir mi?
2a) ve 2c) sorularında, çözümün adayın niteliklerinin nesnel olarak
değerlendirilmesine bağlı olduğu hallerde:
Hakim tam bir takdir hakkını haiz midir ve talebin haklı bir gerekçeye
dayandırılıp dayandırılmadığına ve ispat yükünün hangi tarafta olduğuna dair
kıstaslar ve usule ilişkin kurallar nelerdir?
4)
Birinci soruya prensipte olumlu bir cevap verilmesi halinde:
Aynı iş için ikiden fazla adayın mevcudiyeti halinde, birden fazla aday başından
beri cinsiyeti nedeniyle meşru kıstaslara göre yerine getirilmiş bir seçimden
mahrum bırakılmışsa bu kişilerin her biri bir iş sözleşmesinin sonuçlandırılması
hakkından yararlanabilir mi?
Bu durumda mahkeme gerektiğinde ayrımcılığa maruz kalmış adaylar arasından
kendi seçimini yapabilir mi? İlk fıkrada dile getirilen soruya olumsuz cevap
verilmesi halinde maddi hukuk diğer hangi yaptırımı öngörür?
5)
Birinci soruya prensipte olumsuz bir cevap verilmesi halinde:
76/207/AET sayılı Direktif hükümlerinin uygulanmasında işe girme esnasında
ayrımcılık yapıldığı tespit edilirse hangi yaptırımlara başvurulmalıdır?
Bu bakımdan, 2a), 2b) ve 2c) ’deki sorularda tanımlanmış koşullar arasında bir
ayrıma gidilmesi yerinde midir?
6)
Adalet Divanı’nın yukarıdaki sorulara verdiği cevaplarla yorumlanan
76/207/AET sayılı Direktif “Federal Almanya Cumhuriyeti“nde doğrudan
uygulanabilir midir?
7
Bu sorularla, 76/207 sayılı Direktif’in işe girmede ayrımcılık yapılması halinde
Üye Devletler’i hukuki sonuçlar ya da özel yaptırımlar öngörmekle yükümlü kılıp
kılmadığı (1’ den 5’ e kadar olan sorular) ve kişilerin, Direktif’in öngörülen süreler
içerisinde iç hukuka aktarılmaması halinde söz konusu direktife dayanarak hak iddia
edip edemeyeceği öğrenilmek istenmektedir.
a) Birinci soru hakkında
8
Birinci soruyla ulusal yargı özet olarak 76/207 sayılı Direktif’in işe girme
esnasında cinsiyete dayalı ayrımcılığa, ayrımcılığın faili olan işverene ayrımcılığa
maruz kalan adayla bir iş sözleşmesi yapma yükümlülüğü getirerek mi yaptırım
uygulanmasını emrettiğini sormaktadır.
9
Ulusal yargıya göre Direktif’in metni ve gerekçeleri dikkate alındığında,
Direktif’in somut yaptırımlar içeren yasal hükümlerin kabulünü emrettiği, oysa ki
ayrımcılığa konu olan kişilerin işe alınması şeklindeki ayni bir tazminatın tek başına
somut bir yaptırım olduğu sonucuna varılmaktadır.
10
Asli davanın davacılarına göre, BGB’nin mükerrer 611. maddesinin 2. fıkrası
tazminat hakkını sadece itimada halel kavramıyla sınırlı tutarken, genel hukuktan
kaynaklanan tazminat imkanlarını yok saymaktadır. 76/207 sayılı Direktif Üye
Devletleri gelecekte meydana gelebilecek ayrımcı uygulamaları önlemek amacıyla
uygun tedbirleri almaya zorlamaktadır. Bu yüzden en azından, mükerrer 611.
maddenin 2. fıkrasının göz ardı edilmesi mütalaa edilmelidir. Bunun sonucu işverenin
ayrımcılığa maruz kalan adayla bir iş sözleşmesi yapmakla yükümlü tutulmasıdır.
11
Federal Almanya Cumhuriyeti Hükümeti, Direktif’in iç hukuka etkili bir
biçimde aktarılması gerekliliğinin bilincinde olmakla birlikte, her Üye Devletin AET
Antlaşması’nın 189. maddesinin 2. fıkrası gereğince muamele eşitliği ilkesinin
ihlalinden doğabilecek hukuki sonuçlar bakımından takdir hakkından yararlanması
hususunda ısrar etmektedir. Bu hükümet ayrıca, Alman mahkemeleri tarafından ulusal
özel hukuk temelinde ve Direktif’in özüne uygun bir şekilde, gerek tarafların çıkarları
gerekse muamele eşitliği ilkesi açısından tatmin edici ve yerinde çözümlerin
bulunabileceğini ileri sürmektedir. Son olarak, hükümete göre muamele eşitliği
ilkesine uyulmasını sağlamada kabul edilebilir bir hukuki sonuç yeterli olmaktadır,
böyle bir sonuç adaylar eşit nitelikte olduklarında değil, ancak ayrımcılığa maruz
kalan adayın söz konusu işin icrası için diğerlerinden daha nitelikli olduğu durumda
geçerlidir.
12
Danimarka Hukümeti, Direktif’in tereddüte yer vermeyecek bir şekilde yaptırım
seçimini yasal sistemlerine ve ulusal şartlarına uygun olarak Üye Devletlere
bıraktığını ileri sürmektedir. Muamele eşitliği ilkesinin ihlaline uygulanacak yaptırım,
topluluk hukuku tarafından düzenlenmemiş birbiriyle ilgili alanlarda ulusal kuralların
benzer ihlallerine Üye devletlerin yaptırım uyguladığı şekilde uygulanmalıdır.
13
Birleşik Krallık Hukümeti’ne göre de, Üye Devletler tarafından direktif
gereğince üzerlerine düşen yükümlülüğün yerine getirilmesini doğası gereği temin
ettiği mütalaa edilen tedbirleri seçmek Üye Devletlerin tasarrufundadır. Direktif’in
hükümlerinde Üye Devletlerin almaları gereken tedbirlere ilişkin hiçbir belirti
bulunmamaktadır ve Divan’a yöneltilen soruların da açık bir şekilde gösterdiği gibi
uygun tedbirlerin belirlenmesinde zorluklarla karşılaşılmaktadır.
14
Avrupa Toplulukları Komisyonu’nun değerlendirmelerine göre Direktif
yaptırımları seçmeyi ve belirlemeyi Üye Devletler’den beklemekle birlikte, söz
konusu Direktifin iç hukuka aktarılması etkili sonuçlar doğurmalıdır. Direktif’in etkili
bir şekilde iç hukuka aktarılması ilkesi gereğince, yaptırımlar, ayrımcılığa maruz
kalmış aday için uygun bir tazminat içerecek ve işverenin muamele eşitliği ilkesine
uymasını teşvik eden ve ciddiye alınması gereken bir baskı aracı oluşturacak biçimde
tasarlanmalıdır. Yalnızca itimada halelin tazminatı hakkını doğuran bir ulusal
düzenleme bu ilkeye uyulmasının temini açısından yetersizdir.
15
189. maddenin 3. fıkrası gereğince Direktif şekil ve araçlar bakımından yetkiyi
ulusal makamlara bırakırken, ulaşılması hedeflenen sonuç bakımından Direktif’e
muhatap Üye Devletleri bağlamaktadır. Bu hüküm Üye Devletlere Direktif’in
uygulanmasını temin etmeye yönelik yolları ve araçları seçme özgürlüğü vermekle
birlikte, bu özgürlük kendi ulusal hukuk düzeni çerçevesinde, Direktif’in izlediği
hedefe uygun olarak, O’nun tam etkililiğini sağlayacak gerekli tedbirleri alma
yükümlülüğünü bütünüyle Direktif’e muhatap Üye Devletlere bırakmaktadır.
16
O halde 76/207 sayılı Direktif’in Üye Devletlere, işe girme esnasında muamele
eşitliği ilkesinin ihlali halinde karar verilen yaptırımları veya hukuki sonuçları
öngörmelerini emredip emretmediğini saptamak amacıyla söz konusu Direktif’i
incelemek uygun olur.
17
Bu Direktif’in amacı Üye Devletlerde özellikle her iki cinsiyetten çalışanlara işe
girme esnasında gerçek bir fırsat eşitliği sağlayarak, kadın erkek arasında muamele
eşitliği ilkesinin uygulanmasıdır. Bu amaçla, 2. madde muamele eşitliği ilkesini ve
sınırlarını tanımlarken, 3. maddenin 1. fıkrası işe girmenin kapsamını kesin bir şekilde
belirlemektedir. 3. maddenin 2. fıkrasının a) bendi ise muamele eşitliği ilkesine
aykırı yasal ve idari düzenlemelere ait hükümlerin ortadan kaldırılması için Üye
Devletlerce gerekli tedbirlerin alınmasını öngörmektedir.
18
6. madde Üye Devletleri, ayrımcılıktan zarar gördüğünü düşünen herkese
“mahkemeler yoluyla haklarını ileri sürme“ olanağı tanıyan gerekli tedbirleri iç hukuk
düzenlerine taşımakla yükümlü tutmaktadır. Bu hükümden Üye Devletlerin,
Direktif’in amacına ulaşmada yeterince etkili tedbirleri almaktan ve ilgili kişilerin fiili
olarak bu tedbirleri ulusal mahkemeler önünde ileri sürmeleri için çaba sarfetmekten
sorumlu olduğu sonucu çıkmaktadır. Bu çeşit tedbirler; örneğin işverene, ayrımcılığa
maruz kalmış adayın işe alınması zorunluluğu getiren veya gerektiğinde bir para
cezası sistemiyle takviye edilmiş eksiksiz bir nakdi tazminat sağlayan hükümler
içerebilir. Bununla beraber, Direktifin belirli bir yaptırımı öngörmediğini, fakat Üye
Devletlere, amacını gerçekleştirmeye yönelik farklı çözümler arasından seçim yapma
özgürlüğü tanıdığını tespit etmek uygun olur.
19
Sonuç olarak birinci soruya, 76/207 sayılı Direktifin işe girme esnasında
cinsiyete dayalı bir ayrımcılığa, ayrımcılığın faili olan işverene ayrımcılığa maruz
kalan adayla bir iş sözleşmesi yapma yükümlülüğü getirerek yaptırım uygulanmasını
emretmediği şeklinde bir cevap vermek yerinde olur.
b)
20
2 ila 4. sorular hakkında
2 ila 4. sorular, ayrımcılığa maruz kalmış olan adayın işveren tarafından işe
alınması zorunluluğu üzerine inşa edilmiş olduğundan, bu sorulara cevap verme
gereği ortadan kalkmıştır.
c)
Beşinci ve altıncı sorular hakkında:
21
Beşinci soruda özet olarak ulusal yargı Divan’a; Direktif’ten ayrımcılık halinde,
iş sözleşmesinin yapılması hakkı dışında bir yaptırımın uygulanabileceği sonucu
çıkarılıp çıkarılmayacağını sormaktadır. Altıncı soruda ise Direktif’in, söz konusu
Direktif’e uygun olarak yapılan yoruma göre, zarara uğramış kişiler tarafından ulusal
yargılar önünde ileri sürülüp sürülemeyeceği öğrenilmek sitenmektedir.
22
Bu bakımdan, uygun bir yaptırım sistemi olmaksızın gerçek bir fırsat eşitliğinin
tesis edilemeyeceğini tespit etmek gerekir. Böyle bir sonuç sadece Direktif’in nihai
amacından değil, fakat özellikle ayrımcılığa konu olan ve bir işe aday olmuş kişilere
yargıya başvurma yolunu açarak kendiliğinden, onlara adalet önünde ileri sürülmek
üzere haklar tanııyan 6. maddeden ulaşılmaktadır.
23
Birinci soruya verilen cevapta da tespit edildiği gibi, Direktif’in eksiksiz
uygulanması ayrımcılık yasağının ihlali halinde uygulanacak yaptırım için belirli bir
biçim öngörmese de, Direktif’ten bu yaptırımın gerçek ve etkili bir hukuki koruma
sağlayacak nitelikte olması gerektiği anlamı çıkarılmaktadır. Ayrıca yaptırım, işveren
nezdinde gerçek bir caydırıcı etkiye sahip olmalıdır. Direktif’ten çıkan sonuca göre
Üye Devlet ayrımcılık yasağının ihlali halinde uygulanacak yaptırım olarak tazminat
verilmesi yolunu seçerse, söz konusu yaptırım her halükarda uğranılan zarara uygun
olmalıdır.
24
Sonuç olarak öyle görünüyor ki, işe girme esnasında ayrımcılığa konu olan
kişilerin tazminat hakkını, örneğin adaylıktan kaynaklanan masrafların giderilmesi
gibi yalnızca sembolik bir miktarla sınırlandıran bir ulusal mevzuat, Direktif’in etkili
bir biçimde iç hukuka aktarılmasının gereklerine uymamaktadır.
25
İşe girme esnasında ayrımcılık gözetilmesi halinde Federal Almanya
Cumhuriyeti’nde öngörülen yaptırımların doğası ve bilhassa BGB’nin 611. mükerrer
maddesinin 2. fıkrasının genel hukuktan kaynaklanan tazminat olasılığını dışlayıp
dışlamadığı Divan’ın önünde uzun süre tartışılmıştır. Bu bakımdan, Federel Almanya
Cumhuriyeti hükümeti sözlü usul sırasında bu maddenin ille de tazminat konusunda
genel hukukun uygulanmasına engel teşkil etmediğini ileri sürmüştür. Kendi ulusal
hukukuna ilişkin yoruma dair soruları karara bağlama yetkisi yalnızca ulusla yargıya
aittir.
26
Bunun yanı sıra şunu da belirtmek gerekir ki, Üye Devletlerin bir direktiften ve
Antlaşma’nın 5. maddesi gereğince üzerlerine düşen yükümlülüğün icrasını
sağlamaya yönelik genel ve özel tüm tedbirlerin alınması şeklindeki görevlerinden
doğan, direktifin öngördüğü sonuca ulaşma yükümlülüğü, adli makamlar da dahil
olmak üzere Üye Devletlerdeki bütün mercileri bağlamaktadır. Ulusal hukukun ve
bilhassa 76/207 sayılı Direktif’in icrası için bir ulusal kanuna özellikle getirilmiş
hükümlerin uygulanmasında, 189. maddenin 3. fıkrasında amaçlanan sonuca ulaşmak
için ulusal hukukunu Direktif’in metninin ve nihai amacının ışığında yorumlamak
sorumluluğu ulusal yargıya aittir.
27
Öte yandan, yukarıdaki mülahazalardan çıkan sonuca göre Direktif, ulusal
mevzuat tarafından böyle bir sonuç öngörülmediği ya da böyle bir sonuca izin
verilmediği zaman uygulama tedbirlerinin öngörülen süreler içerisinde alınmaması
halinde Direktif gereğince belirlenmiş bir tazminatı elde etmek amacıyla kişiler
tarafından ileri sürülebilecek olası bir ayrımcılığa uygulanacak yaptırımlara ilişkin
koşulsuz ve yeterince kesin hiçbir yükümlülük içermemektedir.
28
Ulusal yargıya şunu da belirtmek gerekir ki, 76/207 sayılı Direktif ayrımcılık
yasağının ihlaline yaptırım uygulanması için Direktif’in amacını gerçekleştirmeye
yönelik farklı çözümler arasından seçim yapma özgürlüğünü Üye Devletlere tanımış
olsa da, bir Üye Devletin söz konusu yasağın ihlaline tazminat ödeme yoluyla
uygulanacak bir yaptırım seçmesi halinde, bunun her halükarda yaptırımın etkililiğini
ve caydırıcı etkisini sağlamak için uğranan zararlarla kıyaslandığında uygun olması
ve örneğin adaylıktan kaynaklanan masrafların giderilmesi gibi yalnızca sembolik bir
miktarın ötesine geçmesi gerekmektedir. Direktif’in uygulanması için kabul edilen
kanunu topluluk hukukunun gereklerine uygun bir biçimde yorumlamak ve
uygulamak ulusal hukuk tarafından kendisine takdir hakkı verildiği ölçüde, ulusal
yargıya aittir.
Masraflar hakkında
29
Divan’a görüşlerini sunan Federal Almanya Cumhuriyeti, Danimarka ve
Birleşik Krallık Hükümetleri ve Avrupa Toplulukları Komisyonu tarafından
yapılan harcamalar herhangi bir geri ödemeye konu olamaz. Asli dava
taraflarının masrafları bakımından ise bu takibat, ulusal yargı nezdinde devam
eden asıl davanın bir aşamasını teşkil ettiğinden, masraflarla ilgili karar verme
yetkisi söz konusu ulusal yargınındır.
Bu gerekçelerle,
DİVAN
6 Aralık 1982 tarihli kararlarla Hamm Arbeigsgericht’ı tarafından kendisine iletilen
sorular hakkında aşağıdakilere hükmetmiştir:
1)
76/207 sayılı Direktif işe girme esnasında cinsiyete dayalı ayrımcılığa,
ayrımcılığın faili olan işverene ayrımcılığa maruz kalan adayla bir iş
sözleşmesi yapma yükümlülüğü getirerek yaptırım uygulanmasını
emretmemektedir.
2)
Direktif, ulusal mevzuat tarafından böyle bir sonuç öngörülmediği ya da
böyle bir sonuca izin verilmediği zaman uygulama tedbirlerinin öngörülen
süreler içerisinde alınmaması halinde Direktif gereğince belirlenmiş bir
tazminatı elde etmek amacıyla kişiler tarafından ileri sürülebilecek olası
bir ayrımcılığa uygulanacak yaptırımlara ilişkin koşulsuz ve yeterince
kesin hiçbir yükümlülük içermemektedir.
3)
76/207 sayılı Direktif ayrımcılık yasağının ihlaline yaptırım uygulanması
için Direktif’in amacını gerçekleştirmeye yönelik farklı çözümler arasından
seçim yapma özgürlüğünü Üye Devletlere tanımış olsa da, bir Üye Devletin
söz konusu yasağın ihlaline tazminat ödeme yoluyla uygulanacak bir
yaptırım seçmesi halinde, bunun her halükarda yaptırımın etkililiğini ve
caydırıcı etkisini sağlamak için uğranan zararlarla kıyaslandığında uygun
olması ve örneğin adaylıktan kaynaklanan masrafların giderilmesi gibi
yalnızca sembolik bir miktarın ötesine geçmesi gerekmektedir. Direktif’in
uygulanması için kabul edilen kanunu topluluk hukukunun gereklerine
uygun bir biçimde yorumlamak ve uygulamak ulusal hukuk tarafından
kendisine takdir hakkı verildiği ölçüde, ulusal yargıya aittir.
Download