Diş sürmesi, dişin çene kemiği içinde geliştiği bölgeden ağız boşluğunda fonksiyon göreceği pozisyona, özellikle dikey yönde dişin hareketi olarak tanımlanır. Bu süreç temelde diş, okluzyona gelene dek devam eder. Ancak erişkin yaşa gelene kadar çenelerin ve alveoler yapının sürekli büyümesine bağlı dişler; dikey, mezial ve transvers yönde harekete devam edecektir. Buna ilaveten, yaşamın ikinci ve beşinci on yılında çok yavaş olmakla birlikte sürekli bir sürme ve alveoler büyüme bildirilmiştir.1 Dişlerin biyolojik sürme mekanizması, sürme oranlarına dayanılarak preerüptif, prefonksiyonel ve postfonksiyonel dönem olarak incelenir. Diş sürmesinin preerüptif dönemi süt ve daimi diş kronlarının oluşmaya başlamasından tamamlanıncaya kadar geçen süre içindeki tüm hareketleri kapsar. Kök gelişiminin başlamasıyla bu dönem biter. Bu dönemdeki tüm hareketleri foliküler torba içinde gerçekleşir. Prefonksiyonel dönem, kök formasyonunun oluşması ile başlar ve dişler okluzal kontağa geçtiğinde sona erer. İnsizal veya okluzal olarak diş, çenelerin kemik kriptinden geçerek oral mukozayı deler ve karşıt arktaki kronla klinik kontağa geçer. Postfonksiyonel dönem ise dişler fonksiyona geçtikten sonra başlar ve ağızda dişler olduğu sürece devam eder. Yaşamın ilerleyen yıllarında atrizyon ve abrazyonla dişin okluzal ve insizal boyutunun azalması sürme hareketi ile kompanse edilir.2 Sürme boyunca dişlerin hareketi özellikle aksiyel yönde meydana gelirken, dişler aslında uzay boşluğunda her üç düzlemde de hareket ederler. Çeşitli diş türlerinin hassas sürme sürecinin dışında, benzer dişlerin bireysel olarak çok hassas sürme süreci içinde olduğu görülür. Örneğin sağ ve sol taraftaki sürmenin 2 – 4 aydan daha fazla sapmaması gerekmektedir. Böyle bir durum varsa sürmeyi durduran bir şey bulunabilir.1 Sürme hareketlerinin meydana gelebilmesi için iki faktör vardır. Birincisi, dişi sürme yolunda hareket ettirecek kuvvet, ikincisi ise kemik yapının ve süt dişlerinin köklerinin sürme yolundan kaldırılmasıdır. Gerekli olan kuvvet, sürecek olan dişin apeksindeki hücresel proliferasyon tarafından oluşturulur. Ancak sürme hareketi başladıktan sonra apeksin kesilmesinin erüpsiyonu durdurmadığı görülmüştür. Periodontal ligametteki hücresel aktivite veya değişken kan akımı sürmede etkili olabilir fakat henüz bu konuda kesin bir yargıya varılamamıştır.3 Alveoler kemiğin içinden dişin hareketi, diş sürmesinin normal süreci olmakla birlikte ortodontik apareylerle de sağlanabilir. Dişin fizyolojik olarak sürmesi 1 veya ortodontik olarak sürdürülmesi temelde aynı osteoklastik ve osteoblastik aktiviteyi içeren biyolojik sürece sahiptirler. Moleküler ve hücresel olaylar osteoklastogenezis ile osteogenezisi düzenler ve bu sürecin nasıl oluştuğunu anlamanın yanında gelişimin nasıl kontrol edildiğinin de açıklanmasına yardımcı olur.4 Dişlerin sürmesi, karmaşık bir süreçtir ve tamamen anlaşılamamıştır. Moleküler biyolojideki gelişmeler bu olayın anlaşılmasına yardımcı olmasına rağmen klinik korelasyon açıklanamamıştır.5 Diş sürmesi ile ilgili çalışmak zordur, çünkü bu süreç çok yavaş gerçekleşir ve ağız içinde görünene kadar dişlere ulaşılamaz. Sürme mekanizması uzun süredir incelenmektedir ve sürmenin nasıl olacağına dair birçok farklı açıklamayı içeren çeşitli teoriler üretilmiştir. Günümüzde ‘polarize folikül teorisi’ insanlarda diş sürmesinin başlangıç aşamalarını en iyi açıklayabilen teoridir. Bu teoriye göre, kök oluşumu başladığında folikülün koronal kısmı rezorpsiyon aktivitesini başlatacaktır. Bu süreç folikülün apikal bölümünde selektif kemik büyümesi tarafından yönetilir. Bu koordineli osteoklast/osteoblast aktivitesine bağlı bir sürme hareketi ile diş yerini alacaktır.1 Dental folikül, kronolojik olarak kritik genlerin ekspresyonunu sağlayarak osteoklastogenezisi ve osteogenezisi düzenler. Farelerde yapılan çalışmada, daimi mandibular 1. molar dişteki osteoklastogenetik aktivite en fazla postnatal 3. günde görülürken, en az 10. günde görülmektedir. Dental folikül 3. günde koloni stimüle edici faktörün (CSF-1) en fazla miktarda salınmasını uyararak osteoklastogenezisi meydana getirir. 10. günde, osteoklastogenezisin son aşamasında VEGL ve RANKL genleri dental folikül tarafından aktive edilir. Koronal kısımdaki kemik rezorpsiyonunda RANKL geni dental folikülün bazal kısmından daha fazla miktarda eksprese edilir. Osteogeneziste, kemik formasyonu kemik kriptanın bazal kısmında 3. günde başlar ve en fazla gelişim 9. ve 14. günler arasında gerçekleşir. BMP-2 gibi osteoindüktif genler bu olayı uyarırlar ve folikülün bazal kısmında koronal kısımdan daha fazla eksprese edilmesini sağlarlar.6 2 FİZYOLOJİK KÖK REZORPSİYONU VE DAİMİ DİŞ SÜRMESİ Süt kesicilerin, köpek ve azı dişlerinin en başından düşene kadar, kökleri rezorbe olur ve kronları düşer. Süt dişlerinin köklerinin apikal yüzeyleri üzerinde muhtemel sürmekte olan sürekli dişin içinde bulunduğu folikül tarafından yapılan basınç ile faaliyete başlayan dentinoklastlar meydana çıkar. Ancak sürekli diş eksikliğinde bile, önündeki süt dişinin kökü daha yavaş da olsa genellikle tekrar rezorpsiyona uğrar. Pulpal dentinoklastların bu süreçte rolleri halen incelenmektedir.1 DİŞ SÜRMESİNİ VE DÜŞMESİNİ ETKİLEYEN FAKTÖRLER Diş sürmesini etkileyen faktörler genel ve lokal sebepler olarak incelenmektedir. Genel faktörler, bazı sistemik hastalıkları ve sendromları içermektedir. Ektodermal displazi, Cleidocranial displazi, Gardner sendromu ve endokrinopatiler bu durumlara örnek olarak verilebilir. Lokal faktörler ise; süt dişinin retansiyonu, süt ve daimi dişlerin ankilozu, dental arklardaki yer darlığı, skar dokusu ve yoğun kemik, daimi diş kronu ile alveoler kret arasında yerleşmiş bir odontoma veya sürnumerer diş ve sürme kistidir. 2,7 Nagarathna ve arkadaşları8 15 yaşındaki kız hastada sürmemiş dişler olduğunu tespit etmişler ve tedavisini planlamışlardır. Alınan anamnezde Cleidocranial displazi tanısı ile takip altında olduğu öğrenilmiştir. Klinik muayenede hastada Class III malokluzyon, anterior ve posterior bölgede açık kapanış ve retine süt dişleri olduğu görülmüştür. Alınan panoramik radyografide ise birçok sürmemiş daimi diş ve mandibular anterior bölgede supernumere dişlerin varlığı dikkat çekmiştir. Tedavi planlamasında, genel anestezi altında hastanın süt anterior dişleri ile supernumere dişleri çekilip daimi anterior dişler cerrahi olarak ağız içinde görünür hale getirilmiştir. Ayrıca ortodontik apareyler ile daimi dişlerin sürdürülmesi amaçlanmış ve 6 ay sonra dişlerin sürmesi tamamlanmıştır. Connell ve Torske7 yayınladıkları vaka raporlarında tüm dişlerinde sürme gecikmesi bulunan hastanın tedavi planlamasını açıklamışlardır. 6 yaşındaki herhangi bir sistemik veya metabolik hastalığı bulunmayan kız hastanın klinik muayenesinde 3 sadece 13 tane süt dişinin ağızda olduğu ancak radyografik olarak tüm süt dişlerinin varlığı dikkat çekmiştir. Hasta takibe alındıktan 6 ay sonra kron ve kök gelişiminin devam ettiği ancak sürmenin gerçekleşmediği görülmüştür. Bunun üzerine cerrahi olarak dişler sürdürülmeye çalışılmış ve estetik rehabilitasyon sağlanmıştır. Dişin sürmesinden önce, sürmeyi kontrol eden dişin üzerindeki yapıların rezorpsiyon derecesidir. Bu yolda engel olmadığında diş sürmesi normal olarak gerçekleşir. Sürme problemlerinin nedeninin anlaşılmasında bu durumun klinik olarak önemi vardır. Dişin sürmesinden sonra ise sürmenin kontrolü, çiğneme sırasında oluşan kısa süreli fazla kuvvetlerin aksine hafif kuvvetlerin karşıt dişlere uzun süreli etkisi ile meydana gelir. Diş sürmesi için kritik saatler, gelişmekte olan çocuğun yüksek olan büyüme hormonu seviyesine paralel seyreder. Bu aşamada dişe gelen aralıklı kuvvetler sürmenin hızını etkilemez ancak meydana gelen periodontal kan akımındaki değişiklikler sürmeyi etkilemektedir.3 Dental gelişim ve sürme sırasında viral bir etken bu sürece katıldığında periferal sinir yollarına virüs invaze olur. Sinir liflerinde geçici olarak miyelinizasyon gerçekleşmez ve dişlere yakın komşuluktaki sinirlerde meydana gelen bu bozukluk sürmede duraksamalara neden olabilir.9 Diş sürmesindeki bozukluklar klinik olarak sendromik ve sendromik olmayan problemler olarak ortaya çıkıp sürmeyi duraksatabilir veya tamamen engelleyebilir. Alveoler kemikteki apozisyon – rezorpsiyon mekanizmasındaki defekt dişlerin primer retansiyonuna (PFE), ankiloza ve yetersiz ark boyu uzunluğuna neden olur. Normal diş sürmesinde olduğu gibi sürme bozukluklarında da moleküler olaylar rol alır. Son olarak bulunan paratiroid hormon reseptör 1 geni (PTH1R), dişlerin primer retansiyonunun görüldüğü olgularda sorumlu tutulmuştur. 10 Dişin sürme yolundaki bir engel, sement ve kemiğin füzyonuna neden olup ankilozla sonuçlanabilir. Mekanik engel sonucu oluşan sürme bozukluğu sekonder olarak sürmede duraksama olduğunu düşündürür, çünkü sürme mekanizması normaldir. Engel ortadan kaldırıldığında diş sürmesi genellikle devam eder, ancak aksi takdirde sürmesi duraklayan diş ortodontik olarak hareket ettirilmeye çalışılır.11 4 SÜT DİŞLERİNİN RETANSİYONU Folikül veya periodontal ligament patolojilerinde sürmede duraksama meydana gelebilir; bu duruma retansiyon denir. Retansiyon, daha ayrıntılı olarak birincil retansiyon ve ikincil retansiyon olarak ikiye ayrılabilir. Birincil retansiyon folikülün patolojisine bağlı ve bazen de kronu veya kökü etkileyen ankiloza bağlı sürmenin kemik içi dönemde duraksamasıdır. İkincil retansiyon yeni sürmüş dişin kökündeki ankiloza bağlı daha ileriye sürmesinin engellenmesidir ve bu yüzden her seferinde biraz daha fazla infraokluzyonda kalmasıdır.1 Süt dişleri birçok nedenle retine kalabilir, ancak en yaygın nedeni daimi diş germinin gelişimsel olarak yokluğudur. Süt dişlerinin konjenital olarak eksikliği nadirdir (%0,1-0,9) fakat daimi dişlerde daha sık rastlanmaktadır ( %2,5-6,9). Kızlarda erkeklere oranla daha fazla görülür (1.37/1). 12 Daimi dişin agenezisi genellikle genetik olarak otozomal dominant geçiş paternine sahiptir ve diğer dental anomaliler ile birlikte görülebilir. Süt dişlerinin infraokluzyonu ile %17 oranında ilişkilidir. 13 1 veya 2 premolar diş germinin olmadığı durumlarda; okluzyon, çenelerin ilişkisi ve gelişimi göz önünde bulundurularak süt dişinin çekimi ortodontik tedavi öncesinde tercih edilmez. Genel görüş, daimi diş germinin olduğu bölgede süt dişlerinin köklerinin sonuçta rezorbe olacağı şeklindedir. 14 Hansen ve Kjaer14 çalışmalarında retine süt dişlerinin prognozlarını incelemişlerdir. Çalışmaya 1982 ve 1983 yılları arasında 1 veya 2 premolar dişin eksikliğine bağlı retine süt dişi bulunan 25 hasta dahil edilmiş ve 1997 yılında bu hastaların 18’inde toplam 26 diş tekrar değerlendirilmiştir. Sonuç olarak hiçbir süt molar dişin eksfoliye olmadığı, 3 dişin çürük sebebiyle çekildiği, 3 dişin şiddetli seviyede infraokluze konumda olduğu, radyografik olarak 23 dişin köklerindeki rezorpsiyon seviyesinde değişiklik olmadığı saptanmıştır. Nirmala ve arkadaşları13 yayınladıkları vaka raporunda retine dişin bulunduğu bölgede hem daimi diş eksikliği hem de supernumere dişi olan hastayı ve tedavi planlamasını açıklamışlardır. 11 yaşındaki kız hastada sol mandibular posterior bölgede supernumere diş tespit etmişlerdir. Aynı zamanda o bölgedeki süt 2. molar diş 5 retine pozisyonda ve lingualinde supernumere diş bulunmaktadır. Tedavi planlamasında supernumere ve retine dişin çekilmesine karar verilmiş ancak hastanın isteği üzerine yalnızca supernumere diş çekilip hasta takibe alınmıştır. Daimi diş germinin eksikliğine bağlı gelişen süt molar dişlerin infraokluzyonunun supernumere diş ile birlikte görüldüğü durumlar nadirdir. Diş eksikliğinin etyolojisi henüz tamamen açıklanamamıştır ancak bu durumda genetik komponentlerin rolü olduğu kesindir. Ektodermal displazi, birçok diş germinin eksikliği ile bazen de anadonti ile birlikte görülen bir sendromdur. Bunun yanında travma, enfeksiyon, radyasyon ve endokrin bozukluklar gibi çevresel etkenler de diş eksikliğine neden olabilmektedir. Retine süt dişlerinin dikkatle değerlendirilmesi tüm hastalar için esastır. Hastanın genel sağlık durumu, motivasyonu, oral hijyen alışkanlıkları ve tedaviden beklentileri öğrenilmelidir. Klinik olarak süt dişinin koronal şekline, rengine ve yapısal bütünlüğüne önem verilmelidir. Dişlerin gingival seviyesi ve okluzal seviye ile ilişkisi kaydedilmelidir. Karşıt dişin uzamasına bağlı olarak interokluzal mesafe retine süt dişlerinin varlığında azalmıştır. Ancak bu mesafe gingival ve okluzal seviyelerin daha apikalde konumlanmasına bağlı olarak artmış da olabilir. Ayrıca dental arkta yer darlığına, komşu dişlerin eğilmesine ve daimi dişlerde dislokasyona neden olurlar. 15 Karaçay ve arkadaşları15 yayınladıkları vaka raporlarında retine dişin neden olduğu yer darlığının tedavi planlamasını açıklamışlardır. 12 yaşında kız hastada sağ maksiller süt 2. molar dişin retine kalıp daimi 1. molar dişin yerinde sürdüğü ve üst 2. premolar dişin de gömülü olduğu görülmüştür. Yapılan klinik incelemeler sonucu persiste süt dişinin çekimine ve eğilmiş daimi 1. molar dişin distalizasyonu için servikal headgear uygulanmasına karar verişmiştir. Premolar dişin sürmesi tamamlandıktan sonra da sabit ortodontik tedaviyle Class I okluzyon sağlanmıştır. Hastada birçok kayıp diş mevcudiyetinde okluzal planda oldukça büyük dengesizlikler meydana gelir. Okluzal vertikal boyut ve sıklıkla intermaksiller aralık azalmıştır. Oklüzyon, vertikal boyut, kontakt noktaları ve intercuspal pozisyon özellikle göz önünde bulundurulmalıdır. Okluzal değişiklik meydana gelmiş hastalarda artikülatörler ve wax-up teknikle çalışmak doğru tedavi planlamasında yardımcıdır. Model üzerinde wax-up teknikle yapılan çalışmalar estetik görünümün 6 nasıl olacağını önceden gösterir ve gerekli değişikliklerin uygulanmasına olanak sağlar. Radyografik değerlendirme ile kök yapısının şekli ve uzunluğu, apikal durum, periodontal destek ve kök rezorpsiyonunun derecesi belirlenir. Vertikal kemik yüksekliği ve interradiküler mesafe özellikle implant düşünülüyorsa değerlendirilmelidir. Süt dişinin çekimi ve ardından köprü yapımı planlanmışsa komşu dişlerin destek olma potansiyeline bakılmalıdır. 12 Retine süt dişlerinin prognozu, tedavi planlamasında en önemli yere sahiptir. Mandibular ve maksiller süt kanin ve 2. molar dişlerin kesici ve 1. molar dişlere göre daha iyi prognoza sahip olduğu bilinmektedir. Bazı durumlarda daimi diş germi olmasına rağmen süt dişi retine konumda kalabilmektedir. Bu durumlar; dental arklardaki çapraşıklık, süt dişinin ankilozu veya sürme yolunda supernumere diş gibi engellerin varlığıdır. Bu problemlerin üstesinden ortodontik veya cerrahi olarak gelinebilir.12 ANKİLOZ Ankiloz, histolojik olarak alveolar kemik ve sementin en az bir bölgede kaynaşmasıdır. Süt ve karma dentisyonda yaygın olarak görülür. 6 – 11 yaşları arasında görülme sıklığı %8 ile %14 arasındadır ve süt dişleri daimi dişlere oranla daha sık etkilenmektedir. Mandibular süt 1. molar diş en sık etkilenirken, bunu mandibular ve maksiller süt 2. molar dişler takip eder. Dişin ankiloze olma nedeni halen bilinmemektedir ancak çeşitli teoriler mevcuttur. Bunlar; ailesel geçiş, Hertwig epitelyal kök kınının zarar gördüğü travmalar, kemik büyümesindeki yetersizlik, lokalize inflamasyon-enfeksiyon varlığı ile kimyasal veya termal irritasyonlardır.16 Ankiloz, okluzal seviyenin altında kalmasına bağlı olarak; hafif, orta ve şiddetli olarak sınıflandırılır. Mevcut infraokluzyon okluzal plana göre 2 mm’den az ise hafif, dişin okluzal yüzeyi komşu dişin kontakt noktası ile temasta ise orta, okluzal yüzey komşu dişlerin kontakt noktasından aşağıda ise şiddetli olarak değerlendirilir. 16 Ankiloze dişin teşhisini klinik ve radyografik değerlendirme ile koymak zor değildir. Klinik olarak ankiloze diş, okluzal seviyenin altındadır ve perküsyonda 7 künt-tok bir ses ile karakterizedir. Radyografik olarak periodontal ligament aralığının obliterasyonu görülür. Kökler, diğer dişlerin kökleriyle kıyaslandığında daha az radyoopaktır ve yoğunluk farklılığı etrafındaki kemikten azdır. Sement ve kemiğin füzyon gösterdiği bölgelerde histolojik olarak fibrotik hücreler mevcuttur. Süt dişlerinin ankilozu, normal okluzal gelişime olumsuz etki gösterir ve birçok probleme neden olur:16 -Komşu dişler belirgin olarak ankiloze dişe doğru devrilirler ve ark boyunda azalma meydana gelir. -Daimi premolar dişler ektopik sürerler veya gömülü kalırlar. -Çürük ve periodontal hastalığa yatkınlık artar. Bu problemlerden dolayı ankiloze süt dişlerinin erken teşhisi meydana gelebilecek problemlerin üstesinden gelebilmek için önemlidir. Ankiloze süt dişlerinin düşme zamanının, normale göre 6 ay gecikmesi kabul edilebilir bir durumdur.16 İnfraokluzyon Ankiloz meydana geldiğinde alveoler kemiğin büyüme ve gelişimi yerel olarak duraklar. Kemik yüksekliğindeki azalma, etkilenen dişin sürmesini engelleyerek, okluzal plandan aşağı seviyede kalmasına yol açar. Bu durumun ifadesi için infraokluzyon terimi kullanılmaktadır.17 İnfraokluzyonu belirlemek için koordinat sistemi kullanılabilir. Y aksı, daimi 1. molar dişin mine sement sınırından mezial tüberküle çizilen dikme ile, x aksı ise y aksına dik olacak şekilde mezial tüberkül hizasından çizilir. Sıklıkla x aksı yerine daimi 1. premolar dişin okluzal yüzeyi referans alınarak belirlenen okluzal çizgi kullanılır. Premolar diş eksikliği görülen veya karma dentisyonda olan hastalarda okluzyon hattını belirlemek zordur.18 8 İnfraokluzyonun yüksekliği, süt mandibular molar dişin belirgin olan distal tüberkülünden x aksına çizilen çizgi ile daimi 1. molar dişin kron yüksekliği arasındaki oran ile belirlenir(Şekil-1).18 Şekil 1: a; süt mandibular molar dişin belirgin olan distal tüberkülünden x aksına çizilen çizgi, b; daimi 1. molar dişin mine sement sınırından mezial tüberküle çizilen çizgi. b/a : infraokluzyonun miktarını belirlemek için kullanılan orandır. Süt dişlerinin infraokluzyonuna neden olduğu düşünülen etkenler; lokal mekanik faktörler, periodontal dokuların metabolizmasındaki değişim ve genetik yatkınlıktır. İnfraokluze dişlerin ankiloz olma ihtimali yüksek olmasına rağmen bu kesin bir bulgu değildir.19 İnfraokluzyonun görülme sıklığı mandibulada maksilladan daha yüksek orandadır. 9 yaşına kadar süt 1. molar dişte, 9 yaşından sonra ise 2. molar dişte daha sık rastlandığından genel olarak süt 2. molar dişte, 1. molar dişe göre daha fazla görülmektedir.13 İnfraokluze dişlerin tedavi planlamasında göz önünde bulundurulması gerekenler; süt molar dişlerin kron-kök yapılarının bütünlüğü, okluzyondaki vertikal konumu, hastanın anteroposterior olarak iskeletsel ve dental ilişkisi, arktaki çapraşıklık miktarı, hastanın kronolojik ve dental yaşı ile hastanın tedavi tercihidir.18,19 İnfraokluzyonun erken teşhisi etkili önleyici tedaviler, tedavi planlaması ve girişimsel prosedürlere karar verme açısından önemlidir. Radyografik değerlendirme, infraokluze dişlerin takibinde sıklıkla tercih edilen diagnostik metottur.17 9 Dias ve arkadaşları17 çalışmalarında, infraokluze dişlerin vertikal kemik büyümesine etkilerini incelemişlerdir. Çalışmaya 6 ile 9 yaşları arasında 80 hasta dahil edilmiş ve en az 1 infraokluze dişi olan hastalardan bir yıl arayla toplam 2 panoramik radyografi alınmıştır. Vertikal alveoler büyüme, daimi 1. molar diş ve kanin dişler arası mesafe ölçülerek değerlendirilmiştir. Sonuç olarak vertikal diş hareketi açısından çalışma ve kontrol grubu arasında fark bulunmamasına rağmen vertikal alveoler büyüme infraokluze dişlerde daha az bulunmuştur. Klinik görünüm ve arkta meydana gelen problemler değerlendirildiğinde sıklıkla ankilozla karıştırılan bir diğer sürme bozukluğu da ‘dişlerin primer retansiyonu(PFE)’dur.11 DİŞLERİN PRİMER RETANSİYONU (PFE) Dişlerin primer retansiyonu, sürmede yalnızca ilgili bölgede bir aksama ile görülen, lokal veya sistemik başka bir durumun eşlik etmediği izole bir durumdur. 20 Sürme bozukluğu görülen dişin sürme yolunda hareketinin olmaması ile karakterizedir. Etkilenen diş, kısmi olarak sürdükten sonra sürmesi durabilir ve retine ancak ankiloze olmayan bir halde kalır. 11 PFE’de; - posterior dişler, anterior dişlerden daha sık etkilenir, - süt ve daimi molar dişleri etkileyebilir, - unilateral veya bilateral olarak görülebilir, - etkilenen daimi molar diş ankiloze olma eğilimindedir, - ortodontik kuvvetlere ankiloze dişlere benzer şekilde cevap verirler yani hareket ettirilemezler.11,20 Ahmad ve arkadaşları20 çalışmalarında PFE teşhisi koyulmuş vaka raporları ve vaka serilerinin retrospektif incelemelerini yapmışlardır. Çalışmaya 269 dişi içeren 35 olgu dahil edilmiştir. İnceleme sonucunda 87 adet 1. molar dişin, 47 adet 2. molar dişin etkilendiği, maksilla ve mandibulada görülmeleri arasında anlamlı 10 bir farklılık olmadığı, 12 olguda 4 kuadrantın birden etkilenmesine rağmen 8 olguda yalnızca 1 kuadrantta görüldüğü, 18 olguda etikelenen dişlerde hiç sürme görülmezken 22 olguda bir miktar sürmenin gerçekleştiği, 18 olguda aile hikayesinde PFE olduğu ve 5 olguda ise hipodonti ile birlikte görüldüğü bildirilmiştir. PFE ve ankilozu ayırt etmede yaygın olarak ikileme düşülür; çünkü bu bozukluklar benzer klinik görünüme sahiptir. PFE sıklıkla ankiloz olarak değerlendirilir ve teşhisi koyulamaz. Bunun gibi diğer sürme bozukluklarının teşhis edilememesi de yetersiz ve uzamış tedavi süresi ile sonuçlanabilir. 5 PFE’nin etyolojisi bilinmemesine rağmen altında genetik bir bozukluğun olduğu tahmin edilmektedir. Yapılan çalışmalar kemik homeostazı ile ilgili olan PTH1R genindeki mutasyonun PFE’ye neden olduğunu göstermiştir. PFE görülen olgularda %10-40 oranında ailesel geçiş gösterdiği bildirilmiştir. Genetik bir sendromla ilişkili olabileceği gibi ailesel geçişin görülmediği durumlar da olabilir. Genetik olarak hastaların incelenmesi henüz klinik rutininde mümkün değildir.5 Winter ve arkadaşları21 çalışmalarında PFE ve/veya infraokluzyon saptanan 28 hastayı retrospektif olarak değerlendirmişlerdir. Tüm hastaların genetik pedigrileri hazırladığında PFE’nin otozomal dominant kalıtım modeliyle geçiş gösterdiği görülmüştür. Ayrıca 28 hastanın 19’nda etkilenen bölgedeki daimi dişte taurodontizm izlenmiştir. Daimi 1. molar dişlerin sürmesi, erüpsiyon sürecinde oluşan bir duraksama ile veya oral mukozaya ulaştıktan sonra sekonder olarak engellenebilir. Sürme aksamasının görülme sıklığı 1/300’den daha azdır. Daimi 1. molar diş zamanında sürmediğinde, sürme yolunda bir engel yoksa ankiloz ve PFE’nin teşhisi önem kazanır. Eğer problem sadece 1. molar dişin ankilozu ile sınırlıysa genellikle 2. ve 3. molar dişler normaldir ve kendi yerlerine sürebilirler. Eğer PFE mevcutsa tüm molar dişler ve bazen de premolar dişler normal olarak süremezler ve ortodontik olarak da hareket ettirilemezler. Kesin teşhis, radyografik olarak görülünceye ve premolar ve 2. molar dişler sürene kadar koyulamaz.3,9 Nielsen ve arkadaşları9 yaptıkları çalışmada PFE görülen daimi 1. molar dişlerin etyolojisini ve takibinde meydana gelen değişiklikleri incelemişlerdir. Çalışmaya 29 hasta ve panoramik radyografileri dahil edilmiştir. 2 hastada sadece 1. 11 molar dişler, 9 hastada 1. ve 2. molar dişler, 18 hastada ise 1., 2. ve 3. molar dişler etkilenmiştir. 25 hastanın 1 ve 8 yıl sonra takipleri yapılmıştır. Sonuç olarak 29 hastadan 17’sinde kontralateral bölgeye göre etkilenen tarafta dental gelişim duraksamıştır. 10 hastada diş sürmesi kendiliğinden tamamlanmış, bu hastaların 8’inde dişin üzerindeki yumuşak doku eksize edildikten sonra sürme gerçekleşmiş, 8 hastada etkilenen diş çekilmiş ve 7 hastanın değerlendirilmesi için daha fazla süreye ihtiyaç duyulmuştur. Bu sonuçlar bazı olgularda retine daimi 1. molar dişlerin sürme potansiyeli olduğunu göstermiştir. Rhoads ve arkadaşları5 çalışmalarında PFE ve ankiloz olgularını içeren sürme bozukluklarında daimi 1. molar dişin etkilenme oranını araştırmışlardır. Çalışmaya 64 hasta dahil edilmiş ve genetik olarak PTH1R mutasyonu saptanıp PFE teşhisi koyulanlar (n=11), klinik olarak PFE teşhis edilenler (n=47) ve klinik olarak ankiloz teşhis edilenler (n=6) olacak şekilde 3 gruba ayrılmıştır. Genetik analizi yapılıp PTH1R mutasyonu tespit edilen tüm PFE hastalarında daimi 1. molar dişin etkilendiği, genetik ve klinik olarak PFE saptanan hastalar birlikte değerlendirildiğinde ise 1. molar dişin %93 oranında etkilendiği görülmüştür. PFE teşhis edildiğinde uygulanacak tedavi seçenekleri sınırlıdır. Güncel tedavi seçenekleri arasında, okluzyonun devamının sağlanması yer almaktadır. Bu da küçük segmental osteotomiler veya protetik restorasyonlar ile sağlanabilir. Orta şiddetteki olgularda dişler onlay veya kronlar ile restore edilebilir ancak daimi restorasyonlar vertikal büyüme tamamlanmadan yapılmamalıdır. Bazen de diş çekimi ve ardından implant tedavisi seçenekler arasında düşünülebilir. Bu durumlarda genellikle impant öncesi kemik greftleri uygulamak gerekmektedir. Segmental osteotomiler ile cerrahi olarak dişin okluzyona getirildiği başarılı olguların sayısı oldukça sınırlıdır. Posterior bölgedeki açık kapanışın tedavisinde distraksiyon osteogenezisi de olası tedavi alternatifi olarak bir olguda uygulanmıştır. Açık kapanışı ortodontik olarak tedavi etmeye çalışmak sıklıkla düşülen bir hatadır. Çünkü uygulanan kuvvet komşu dişleri intrüze eder, sıklıkla ankilozuna neden olur ve mevcut açık kapanışı daha da şiddetlendirir. PFE’nin teşhis edilememesi ve ortodontik olarak tedavi edilmeye çalışılması istenmeyen okluzal düzensizliklere ve hastaya yarar yerine zarar vermeyle sonuçlanır. Genellikle tek mümkün olan tatminkar bir estetik sonuç elde edilecek şekilde tedavinin tamamlanmasıdır. 5,11 12 Ankiloze dişlerin tedavi alternatifleri; ankiloze dişin takip edilmesi, erken dönemde dişin çekimi ve yer tutucu yapılması, okluzal seviyeye uygun biçimde dişin kompozit veya paslanmaz çelik kron ile dişin restorasyonudur. Parisay ve arkadaşları16 vaka raporlarında 5 yaşındaki erkek hastada teşhis ettikleri, infraokluze pozisyondaki ve ağız içinde yalnızca meziolingual tüberkülü görünen süt mandibular 2. molar dişi tedavi etmişlerdir. Radyografik olarak dişin ankiloze ve süt dişinin kökleri ile 2. premolar dişin folikülü yakın ilişkide olduğu görülüp tedavide çekim düşünülmemiştir. Bunun yerine daha konservatif yaklaşımla dişin üzerindeki diş eti dokusu eksize edilmiş ve 1 hafta sonra ankiloze diş elevatör ile meziodistal yönde hareket ettirilmiştir. 1 ay sonra sürme ile ilgili bir gelişme olmadığı için bu işlem tekrarlanmıştır. 4 ay sonra dişin sürmesi tamamlanmış ve okluzal seviyeye kadar ulaşmıştır. Sonuç olarak ankiloze süt dişinin tedavisinde lüksasyon, alveol ile kemiğin bütünlüğünü kesintiye uğratarak ankiloze dişin sürmesini uyarabileceği için bazı durumlarda alternatif bir tedavi seçeneği olarak düşünülebilir. Ankiloze dişin tedavisine karar vermede; hastanın yaşı, kökün gelişim seviyesi, dişin pozisyonu, infraokluzyonun derecesi, etkilenen dişlerin sayısı, komşu dişlerin devrilmesinin miktarı, daimi diş germinin varlığı ve pozisyonu etkilidir. Bazı araştırmacılar ankiloze dişin olabildiğince erken dönemde çekiminin nihai tedavi seçeneği olduğunu savunurlar. Diğer yandan bu seçeneğin; süt molar dişler şiddetli olarak etkilediğinde ve gelecekte çapraşıklık veya yer darlığı oluşma ihtimali mevcutsa tercih edilmemesini öneren araştırmacılar da vardır. Ankiloze dişin erken dönemde çekimi, komşu dişlerin aşırı derecede devrilip okluzal düzensizliğe neden olduğu durumlarda ve daimi dişin malpozisyonu varsa önerilmektedir. Ayrıca erken dönemde çekimin kök kırığına neden olabileceği ve daimi diş germine zarar verebileceğinden uygulanması zordur.16 13 RETİNE SÜT DİŞLERİNİN TEDAVİ ALTERNATİFLERİ Retine süt dişlerinin tedavisi gelişen okluzyonda düzensizliklere neden olduğu için zordur. Genellikle bu durum hastalarda diğer ortodontik sorunlarla birlikte görülmez, sadece ilgili bölgede problem yaratır. 22 Süt dişinin kök ve koronal yapısı iyi durumda olduğunda, diş fonksiyonel ve estetik olarak kabul edilebilir ise ve ortodontik olarak dişin çekimi gerekmiyorsa retine süt dişi hiçbir tedavi yapılmadan bırakılabilir. Bu yaklaşımın faydası, retine süt dişinin kemik ile yumuşak dokunun yapısını koruması ve minimal koruyucu işlem gerektirmesidir. Süt dişinin kök ve koronal yapısı iyi durumda fakat infraokluzyon söz konusu ise veya estetik iyileştirme gerekiyorsa retine süt dişi yerinde bırakılıp yeniden şekillendirilir. Basit olarak direkt kompozit restorasyon ile veya diagnostik wax-up rehberliğinde şekillendirilebilir. Kompozit, porselen veya altın onlay restorasyonlar indirekt olarak uygulanabilir. Bu tedavi seçeneği ile sert ve yumuşak dokunun yapısı korunmuş olur. Retine süt dişi çekildiğinde alveoler kret yüksekliği 4 yıl içinde % 25 oranında azalmaktadır. Ancak ileri dönemde cerrahi yaklaşım gerekeceği ve kemik kaybı meydana geleceği için retine süt dişinin erken dönemde çekilmesini önerenler de vardır.12 Yeniden şekillendirilip yerinde bırakılan retine süt dişinin uzun dönem prognozu net değildir ve ne kadar süre arkta kalacağı öngörülememektedir. Ancak kron/kök oranı yeterliyse, okluzal plana uyum sağlandıysa ve oral hijyen iyi durumda ise uzun yıllar işlev görebilmektedir.12 Sabatini19, yayınladığı vaka raporunda infraokluze süt dişlerine uyguladığı konservatif restoratif tedaviden bahsetmiştir. İnfraokluze mandibular süt 2. molar dişler bulunan 13 yaşındaki kız hastayı tedavi etmiştir. Yapılan klinik muayene sonucu Class II malokluzyon, 9 mm overjet, örtülü kapanış ve maksiller arkta çapraşıklık tespit edilmiştir. Mandibular 2. premolar dişlerin konjenital olarak eksikliğine bağlı süt 2. molar dişlerde infaokluzyon izlenmiştir. Klinik olarak iyi durumda olan retine dişlerin konservatif olarak yeniden şekillendirilmesine karar verilmiştir. Wax up tekniğiyle dişlerin olması gereken boyutlarına uygun şekil verilip vinil matriks ile ölçü alınmıştır. Bu ölçü üzerinde diş olması gerektiği form ve 14 büyüklükte kompozit ile şekillendirilmiştir. Diş yüzeyi alüminyum oksit ile pürüzlendirilip adeziv sistem ve kompozit rezin uygulanmıştır. Bu yöntemle kompozitin polimerizasyon büzülmesi ve bitirme işlemlerinin zorluğu elimine edilmiştir. Geniş kompozit restorasyonların yerine bu yöntemin tercih edilebileceği rapor edilmiştir. Dental arkta çapraşıklık varsa ve ortodontik olarak çekim planlanıyorsa retine süt dişinin çekimi gereklidir. Bazı durumlarda, özellikle arkta generalize boşluklar mevcutsa veya Class III malokluzyon varsa boşluğun kapatılması zordur. Bu durumda retine dişin bırakılması daha yararlı olacaktır. Ayrıca süt mandibular 2. molar diş retine olduğunda, boyutu meziodistal olarak daimi dişlerden daha büyük olduğu için çekim sonrası oluşacak boşluğun kapatılması da zor olabilmektedir. 12 Ark boyutu normal ve dişler düzenli olarak sıralandığı halde eğer retine süt dişinin prognozu iyi değilse; bu dişin çekimi ve ardından protetik rehabilitasyon gerekli olabilmektedir. Çok sayıda diş eksikliği söz konusu değil ise sabit protezler uygulanabilir. Seçenekler arasında konvansiyonel veya rezin köprü ya da implant yer almaktadır. Rezin yapıdaki köprülerin yapılması kolaydır ve maliyeti düşüktür. Ayrıca yapımları direkt olarak kemik miktarına bağlı değildir. Buna rağmen yapısındaki metal alt yapının maskelenemediği durumlarda estetik olarak tatmin edici sonuç alınamaz. Kayıp dişin yerine implant uygulanması yüksek başarı oranına sahip bir tedavi alternatifidir. Retine diş varlığına bağlı olarak kemik yüksekliğinin azaldığı durumlarda uygulanmaları zor olabilmektedir. Bu durumun üstesinden gelebilmek için kemik greftleri, sinüs operasyonları, sinir transpozisyonu ve ortognatik cerrahi gibi ek işlemlerden yararlanılabilir. İmplant tedavisinin iskeletsel büyüme tamamlandıktan sonra yapılması önerilmektedir. Retine süt dişinin çekimi, artmış mobilite, klinik semptomlar, anormal pozisyon ve estetik olmayan durumların varlığında gereklidir. Çekimin ardından oluşan boşluğun ortodontik olarak kapatılması protetik restorasyonların neden olacağı sorunları engeller. Çok sayıda diş eksikliği bulunan olgular ile sert ve yumuşak dokuların yeterli desteği sağlayamayacak derecede olduğu durumlarda hareketli protetik apareyler tek tedavi seçeneği olmaktadır. Az sayıda diş eksikliği bulunduğunda tolere edilmesi zor olan hareketli protezlerden kaçınılması gerekmektedir.12 15 Sabit protetik restorasyonların; özellikle küçük yaş grubundaki hastalarda pulpal vitaliteyi tehlikeye atma ve yıkıcı etkileri gibi dezavantajları vardır. Ayrıca diş etindeki değişiklikler sonucu gingival marjin görünür hale gelebilir. Daha az invaziv olan rezin yapıdaki köprülerin de uygulanabilmesi için yetersiz mine yüzeyinin bulunması gibi limitasyonları bulunmaktadır. İmplant tedavisi birçok olguda başarıyla uygulansa da kemik düzeltmesi gerektiğinde, endişeli ve motivasyonu düşük olan hastalarda uygulanması zordur. Retine dişin anatomik yapılarla olan komşuluğu tedavi kararında önem teşkil eder. Eğer bu yapılara zarar verilecekse çekimin neden olacağı problemler, olası riskler ve uzun dönem etkileri dikkatle değerlendirilmelidir. 12 Cobourne ve arkadaşları22 yayınladıkları vaka raporlarında alveolaris inferior siniriyle yakın komşuluğu bulunan retine süt 2. molar dişin tedavi planlamasına dikkat çekmişlerdir. 13 yaşında erkek hastanın rutin dental muayenesinde alınan radyografide hem kemik içinde retine kalan süt dişinin hem de 2. premolar diş germinin mandibula alt sınırında konumlandığı ve inferior alveolar sinir ile yakın komşulukta olduğu görülmüştür. Bilgisayarlı tomografi ve MR görüntüleri ile daha detaylı yapılan incelemede; cerrahi işlem ile diş çekiminin mental foramene ve inferior alveolar sinire zarar verebileceği ayrıca işlem sırasında mandibulada kırık oluşma ihtimali olduğu düşünülüp retine süt dişini takibe almanın daha uygun olacağı sonucuna varılmıştır. Retine süt dişinin bulunduğu hastalar dikkatle değerlendirilmeli ve uygulanabilecek tedavi seçenekleri göz önünde bulundurulmalıdır. Retine süt dişinin prognozu düşünülerek uygulanacak tedaviye karar verilmelidir. Hekimler, infraokluzyon oluşma riskine karşı dikkatli olmalı ve bu hastalarda takibin esas olduğunu unutmamalıdır. 16 KAYNAKLAR 1. Koch G, Kreiborg S, Andreasen JO. Dişlerin sürmesi ve düşmesi. İçinde: Koch G, Poulsen S. Çocuk Dişhekimliğine Klinik Yaklaşım. Aren G (çev.). 2. Baskı. İstanbul: Rotatif Yayınevi; 2010. p. 197-211. 2. Alaçam A. Diş Sürmesi-Erüpsiyon ders notları. Gazi Ünivesitesi Diş Hekimliği Fakültesi Pedodonti AD. 2011. 3. Proffit WR, Frazier-Bowers SA. Mechanism and control of tooth eruption: overview and clinical implications. Orthod Craniofac Res. 2009; 12: 59-66. 4. Wise GE, King GJ. Mechansim of tooth eruption and orthodontic tooth movement. J Dent Res. 2008; 87: 414-434. 5. Rhoads SG, Hendricks HM, Bowers SA. Establishing the diagnostic criteria for eruption disorders based on genetic and clinical data. Am J Orthod Dentofacial Orthop. 2013; 144: 194-202. 6. Wise GE. Cellular and molecular basis of tooth eruption. Orthod Craniofac Res. 2009; 12: 67-73. 7. Connell AC, Torske KR. Primary failure of tooth eruption. Oral Surg Oral Med Oral Pathol Oral Radiol Endod. 1999; 87: 714-720. 8. Nagarathna C, Shakuntala BS, Mathew S, Krishnamurthy NH, Yumkham R. Cleidocranial dysplasia presenting with retained deciduous teeth in a 15year-old girl: a case report. J Med Case Rep. 2012; 6: 1-5. 9. Nielsen SH, Becktor KB, Kjaer I. Primary retention of first permanent mandibular molars in 29 subjects. Eur J Orthod. 2006; 28: 529-534. 10. Bowers SA, Puranik CP, Mahaney MC. The etiology of eruption disorders – further evidence of a ‘genetic paradigm’. Semin Orthod. 2010; 16: 180-185. 11. Bowers SA, Koehler KE, Ackerman JL, Proffit WR. Primary failure of eruption: Further characterization of a rare eruption disorder. Am J Orthod Dentofacial Orthop. 2007; 131: 578-589. 12. Robinson S, Chan MF. New teeth from old: treatment options for retained primary teeth. Br Dent J. 2009; 207: 315-320. 13. Nirmala S, Sandeep C, Sivakumar N, Babu MS, Lalitha V. Agenesis of premolar associated with submerged primary molar and a supernumerary premolar: An unusual case report. Contemp Clin Dent. 2012; 3: 99-102. 17 14. Hansen K, Kjaer I. Persistence of deciduous molars in subjects with agenesis of the second premolars. Eur J Orthod. 2000; 22: 239-243. 15. Karaçay S, Güven G, Başak F. Treatment of space loss caused by submerged maxillary second primary molar. J Indian Soc Pedod Prev Dent. 2007; 43: 36-38. 16. Parisay I, Kebriaei F, Varkesh B, Soruri M, Ghafourifard R. Management of a severely submerged primary molar: a case report. Case Rep Dent. 2014: 42; 1-4. 17. Dias C, Closs LQ, Fontanella V, Araujod FB. Vertical alveolar growth in subjects with infraoccluded mandibular deciduous molars. Am J Orthod Dentofacial Orthop. 2012; 141: 81-86. 18. Hvaring CL, Øgaard B, Stenvik A, Birkeland K. The prognosis of retained primary molars without successors: infraocclusion, root resorption and restorations in 111 patients. Eur J Orthod. 2014; 36: 26-30. 19. Sabatini C. An alternative approach to the transitional rehabilitation of infra-occluded primary second molars. J Esthet Restor Dent. 2010; 22: 354-362. 20. Ahmad S, Bister D, Cobourne MT. The clinical features and aetiological basis of primary eruption failure. Eur J Orthod. 2006; 28: 535-540. 21. Winter GB, Gelbier MJ, Goodman JR. Severe infra-occlusion and failed eruption of deciduous molars associated with eruptive and developmental disturbances in the permanent dentition: a report of 28 selected cases. Br J Orthod. 1997; 24: 149-157. 22. Cobourne MT, Brown JE, McDonald F. Analysis of the morbidity of submerged deciduous molars: the use of imaging techniques. Oral Surg Oral Med Oral Pathol Oral Radiol Endod. 2002; 93: 98-102. 18