Kapitalizmde Planlama: Tarihsel ve Toplumsal Çözümleme 1 Aslı Yılmaz Uçar * Özet: Liberal siyaset kuramı, siyaset – ekonomi / devlet – toplum ikiliklerini planlama – piyasa ikiliği üzerinden yeniden üretmektedir. Bu ikilik içerisinde planlama, piyasanın kendiliğindeliği / bireyselliği karşısında şuurlu / kolektif irade karakterini yüklenir. Bu doğrultuda, liberal siyaset kuramına göre planlama ile piyasa özsel olarak ayrı birer akıldır. Oysa kapitalizmde planlama tarihi, planlamanın piyasa dinamiklerinden bağımsız bir öge olmadığını göstermektedir. Diğer bir deyişle, planlama piyasadan bağışık yapay bir akıl olarak doğmamış; kapitalist ekonominin kurucu mekanizması, piyasanın gelişmişliği temelinde üstyapısal bir kurum / öge olarak doğmuş ve biçimlenmiştir. Çalışmada, kapitalizmde planlama olgusundan hareketle planlamanın tarihsel ve toplumsal bir kavram olduğu iddia edilmektedir. Yönetim biçimi olarak planlama, maddi ve toplumsal üretim ilişkilerinin bir ürünüdür. Bu doğrultuda, kapitalizmde planlama ve sosyalizmde planlama farklı doğuş ve gelişme nedenselliklerine sahiptir ve kapitalizmde planlama tarihsel ve toplumsal dinamikler tarafından biçimlenmektedir. Özsel farklılık, kapitalizmde planlama ile sosyalizmde planlamanın niteliğinde, işlevinde soyutlanmıştır: kurucu ve düzenleyici işlev. Bu farklılık, planlama kavramı temelinde kavram kategorilerinin yeniden kurulmasını gerektirmiştir. Sosyalizmde ekonomik sistemi kurucu işlev gören planlama, planlama sistemi; kapitalizmde düzenleyici işlev gören planlama ise planlama politikası olarak kategorize edilmiştir. Planlama sistemi – planlama politikası kavram kategorileri, liberal planlama piyasa ikiliğine alternatif planlamaya yeni bir yöntemsel bakış açısı önerisinde bulunmaktadır. Anahtar Sözcükler: Planlamanın siyasal iktisadı, planlama – piyasa ikiliği / dikotomisi, düzenleyici işlev, kapitalist planlama, sosyalist planlama, merkezi planlama. Planning in Capitalism: Historical and Social Analysis Abstract: Liberal political theory reproduces the dichotomy of politics – economy/state – society in terms of planning - market. Planning is advocated to be a conscious/collective will, fighting against the unconscious and individualistic characteristic of the market. Therefore, planning is believed to have a reason / intelligence in its own which is immune to the market. However, the planning history of capitalism shows that the genesis and the development of planning lies on the basis of market dynamics, which is the founding mechanism of capitalistic production. In other words, planning, which is claimed to be an artificial intelligence immune to the market by liberals, is a superstructural institution, shaped by both form of production and the socio-economic develBu çalışma, Ankara Üniversitesi SBE Yönetim Bilimleri Anabilim Dalı’nda Temmuz 2012’de tamamlanan “Türkiye’de Planlama Politikası ve Yönetimi: Planlamanın Siyasal İktisadı ve Yönetsel Kuruluşu” başlıklı tezden üretilmiştir. * Yrd. Doç. Dr., Kemerburgaz Üniversitesi, İİBF, Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi, Mahmutbey Yerleşkesi, Dilmenler Caddesi, No: 26, 34217 Bağcılar/İstanbul/Türkiye. 1 Amme İdaresi Dergisi, Cilt 47, Sayı 3, Eylül 2014, s.43-68. 44 Amme İdaresi Dergisi, Cilt 47 Sayı 3 opment of economy. In this study, planning is claimed to be a historical and social concept. Planning as a unique form of administration is a product of social relations of production. In this context, planning is differentiated in essence in between capitalist and socialist form of production and the form of planning is reproduced on the basis of the capital accumulation process. The difference in terms of essence lies on the functionality of planning in each form of production: founding or regulatory function. Essential difference necessitated the re-establishment of conceptual categories on the basis of the concept of planning: planning as a founding function of administration in socialism is categorized as planning as a system; whereas planning as a regulatory function in capitalism is categorized as planning as a policy. Planning system - planning policy, has proposed an alternative methodological perspective against the liberal planning - market dichotomy. Key Words: Political economy of planning, planning – market dichotomy, regulatory function, capitalist planning, socialist planning, central planning. GİRİŞ: PLANLAMA LİTERATÜRÜNDEKİ BOŞLUK Siyasal iktidarın toplumsal ve ekonomik alanı bir merkezden yönetiminin planlanması, ilk olarak Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nde (SSCB) sosyalist devrim sonrasında tarih sahnesine çıkmıştır. Planlama, SSCB’de uygulamanın içinden kurulmuş; kuramı uygulamanın ardından geliştirilmiştir. Bu bağlamda, planlama literatürünün ilk ürünleri, sosyalist planlama olgusunu inceleme nesnesi olarak ele alan ve tarihsel maddeci yöntemi kullanan çalışmalardan oluşmuştur.2 Söz konusu literatür planlamayı ekonomik gelişmişlik (tarihsel) ve toplumsal yapı temelinde çözümlemektedir. Bu bağlamda, planlama sosyalist üretim tarzının üst yapısal bir ögesi olarak sosyalist üretim tarzına özgülenir ve hatta sosyalist üretim sisteminin kendisi olarak ele alınır. 1930’lu yıllarla birlikte planlama sosyalist dünya dışında kapitalist toplumlarda da varlık kazanmaya başlamıştır.3 Yukarıda aktarılan literatürün ilk örneklerini oluşturan tarihsel maddeci çözümlemeler, planlamanın sosyalist üretim sisteminin kendisi olduğu iddiasından hareketle, kapitalist üretim sisteminde planlamanın var olamayacağını savunmuştur. Başka bir ifadeyle, tarihsel maddeciler kapitalizmde planlama olgusunun çözümlenmesi ve kuramsallaştırılmasında reddiyeci bir tavır takınmıştır. Tarihsel maddecilerin boş bıraktığı alanda, kapitalizmde planlamanın kuramsal temelleri, liberal yöntemin kavram seti ile atılmıştır. Liberal siyaset kuramına göre, kapitalist sistemin temelinde fiyat mekanizması üzerinde işleyen Bu alanda Pravda, Kommunist gibi SSCB kaynaklı ya da Soviet Studies gibi Batı kaynaklı süreli yayınlar ve bu çevrede toplanan Bettleheim, Ellman, Lange, vb. Marksist yazarlar bulunmaktadır. 3 1930’larda önce Amerika Birleşik Devletleri’nde (ABD) ve Türkiye’de merkezi planlama örnekleri görülmeye başlanmış; 1940’larda ise İngiltere ve diğer Avrupa ülkelerinde yaygınlaşmıştır. 1950 sonrası dönemde ise azgelişmiş ülkelerin hemen hemen tümünde planlamaya ilişkin girişimler yapılmış, planlama kurul / kurumları kurulmuştur. 2 Kapitalizmde Planlama: Tarihsel ve Toplumsal Çözümleme 45 bir piyasa vardır ve planlama piyasanın kendiliğindeliği karşısında iradi (şuurlu) bir varlıktır.4 Özetle, planlama kapitalizmin kurucu unsuru olan piyasa ile karşıtlık içerisinde var olan piyasa – dışı, yapay bir olgudur. Türkiye’de ya da diğer kapitalist ülkelerde planlamayı inceleme nesnesi olarak ele alan her akademik çalışma, bu alanda egemenliğini ilan etmiş liberal siyaset kuramının planlamaya ilişkin bilimsel üretiminin birikimi üzerinden ilerlemek zorunda kalır. Oysa somut deneyim, planlamanın iradi karakterini bizzat sorgulamaktadır. Örneğin, Amerika Birleşik Devletleri’nde (ABD) 1929 Krizinin hemen ardından uygulamaya geçen New Deal’in bir parçası olarak planlamanın ortaya çıkması tarihsel bir tesadüf müdür? Planlama iradi bir karar ise İkinci Dünya Savaşı sonrasında yeniden yapılanma sürecinde liberalizm yükselirken kapitalist devletlerin hemen hepsinin planlamaya yönelmeleri fakat toplumsal olarak farklılaşması nasıl açıklanabilir? 1980 sonrası küresel kapitalizm döneminde neden tüm dünya planlamaya önce arkasını dönme kararı almış, ardından stratejik planlama adı altında yeniden dönüş yaşanmıştır? Görüldüğü gibi, tarihe kısa bir bakış bile kapitalizmde planlamanın ekonomik – siyasal yeniden yapılanma dönemlerine denk düşen bir doğuş, gelişme dinamiğine sahip olduğunu savlamak için yeterli kanıtları sunmaktadır. Bu doğrultuda, kapitalizmde planlama olgusunun doğrudan yönelttiği soruları, “iradi ve tesadüfi gelişmeler” açıklamasının sunduğu kavramsal / kuramsal araçlarla yanıtlamayı yeterli bulmayanlar için literatürün önemli bir boşluğu ortaya çıkmaktadır: kapitalizmde planlamanın ekonomik gelişmişlik ve toplumsal yapı ile ilişkisi içerisinde çözümlenmesi. Diğer bir deyişle, planlamanın kapitalist sistem içerisinde doğuş ve gelişme evrelerini, ekonomik gelişmişlik (tarihsel) ve toplumsal yapı (toplumsallık) temelinde açıklamak ve bu doğrultuda kapitalizmde planlamaya tarihsel ve toplumsal karakter kazandırmak. Bu çalışma, literatürde tespit edilen söz konusu yöntemsel boşluğu doldurmayı amaçlamaktadır. Bu amaç doğrultusunda, çalışma kapsamında öncelikle kapitalizmde planlamanın liberal epistemolojiyle kurduğu sıkı bağlarından özgürleştirilmesi gereklidir. Diğer bir deyişle, kapitalizmde planlamayı egemenliği altına alan liberal epistemolojinin planlama - piyasa ikiliği üzerine kurulu kavram kategorileri gerçeklikle sınanarak eleştiriye tabi tutulmalıdır. Ardından, kapitalizmde planlama tarihsel ve toplumsal karakteri bağlamında açıklanmaya çalışılacaktır. Bu doğrultuda, kapitalizmde planlama olgusu ekonomik gelişmişlik temelinde incelenecek ve kapitalizmde planlama olgusunu yansıtacak yeni kavram kategorileri kurulacaktır: planlama sistemi -planlama politikası. 4 Bu alanda Hayek, von Mises, Friedman’ın başını çektiği yazarlar, kapitalizmde planlamanın yokluğu (olmaması) tezinden yola çıkan ana akımı oluşturmuşlardır. 46 Amme İdaresi Dergisi, Cilt 47 Sayı 3 KAPİTALİST PLANLAMANIN LİBERAL ÇÖZÜMLEMESİ: PLANLAMA - PİYASA İKİLİĞİ Liberal planlama kuramının en önemli temsilcilerinden Hayek’e göre, planlama “pazarın gayrişahsi ve anonim mekanizması” karşısında “bütün içtimai kuvvetleri, düşünerek kararlaştırılmış belli gayelere doğru kollektif ve ‘şuurlu’” akılla yönlendirmedir (Hayek, 2004: 26). Hayek’in planlama yaklaşımı, liberal siyaset kuramının temelleri üzerinden ilerlemektedir. Buna göre, kapitalizmde “herhangi bir bireyin ya da bireyler grubunun keyif ve iradesine bağlanmış ya da ona göre düzenlenmiş bir şey olmaz; ortaya çıkan şey, piyasadaki eğilimlerin işleyişi sonucudur; bu anlamda olmak üzere, sistemin ‘insan iradesinden bağımsız olarak’ işleyen ‘objektif güçler’ ya da ‘değer kanunu’ ile yönetildiği söylenir” (Dobb, 1981: 10). Diğer bir deyişle, “kapitalist bireyler ya da firmalar (belli sınırlar içinde) istediklerini yapmakta serbesttirler. Ne isterlerse onu üretirler, sermayelerini nerede ve nasıl isterlerse orada ve öyle yatırırlar. Bu demektir ki kapitalizm plânsız bir sistemdir. Kapitalizm için ‘üretim keşmekeşi’ (anarşisi) sözü kullanıldığı zaman, anlatılmak istenen budur; bu mutlaka sistemin tüm keyfe bağlı ve bir kaos halinde işlediği anlamına değil, fakat merkezi bir yönetim olmaksızın yürüyüp gittiği anlamına gelir” (Dobb, 1981: 9). Merkezi bir yönetim olmaksızın, sistem piyasa üzerinden işlemektedir. Piyasanın işleyişi, meta üretimi üzerinden kurulmaktadır.5 Meta, “üreticinin doğrudan doğruya kendi gereksinimleri için değil, herhangi bir piyasada, değişim için ürettiği nesneler”dir (Dobb, 1981: 10). Tarihin belli aşamalarında, meta üretimine rastlanmakla beraber, kapitalizm hem meta üretiminin genişlediği hem de “işgücünün kendisinin bir mal [meta] haline geldiği, gelişmenin en yüksek aşamasındaki mal-üretimidir” (Lenin’den akt. Dobb, 1981: 11). Meta üretim sürecinde, kapitalist sistemin “eş-güdümleyici mekanizması piyasa ve piyasalardaki fiyat hareketleridir. Her iş adamı ne kadar üreteceğine ve ne üreteceğine, parasını nereye yatıracağına, ne kadar işçi çalıştıracağına ve ne büyüklükte bir hammadde vb. stoku bulunduracağına, kullandığı her türlü mal ve hizmetlerin fiyatlarına dayanarak karar verir” (vurgular bana ait, Dobb, 1981:9-10). Fiyatların değişmesine göre piyasa dengesini bulacaktır. Bu neden5 Kapitalizm, “toplumun bir kutbunda emek koşullarının sermaye şeklinde kütleleşip yoğunlaşması, öteki kutbunda ise emek güçlerinden başka satacak şeyleri olmayan insanların toplanmış” olmasıdır (Marx, 2003:633). Diğer bir ifadeyle, kapitalizm, “..bir uçta mal – mülk sahipleri sınıfı diğer uçta malsız – mülksüzler sınıfı olmak üzere, toplumun ‘kutuplaşması’ sonucunu doğuran bir sermaye mülkiyeti toplanımı (temerküzü)”dır (Dobb, 1981:6). Bu sonucu, “üretime koşulan araç, alet, yapı ve mal stoklarının – bir kelime ile sermayenin- esas itibariyle özel ya da bireysel mülkiyet konusu” olması doğurur (Dobb, 1981:2). Bu nedenle, kapitalizm sermayenin belli bir sınıf elinde toplanmasıdır ve temeli sermaye birikimidir, sermaye birikiminin sürekliliğidir. Söz konusu sermayenin birikim sürecinde zenginlik “meta birikimi”dir (Marx, 2003:45). Bu anlamda, kapitalizm meta kavramında soyutlanabilir. Kapitalizmde Planlama: Tarihsel ve Toplumsal Çözümleme 47 le, kapitalist sistemde, teorik olarak tam rekabet koşullarında piyasa düzenleyici işlevlerini gereğince yerine getirebildiği için başka bir düzenleyiciye gereksinim duyulmayacaktır (Kapp, 1939:766). Sonuç olarak, piyasa kapitalist ekonominin kurucu unsurudur. Kapitalizm fiyat mekanizması üzerinde serbest piyasa ekonomisinin eşgüdümünde kendiliğinden işlemektedir. Bu nedenle, kapitalizmde piyasa dışı iradi müdahaleler dışlanmıştır. Piyasa dışı iradi müdahalenin kurumsallaşmış biçimi olan devletin varlığı da liberal kuramcılarca “toplumsal sözleşme” kuramları çerçevesinde anlamlandırılmaya çalışılmıştır. Devlet, liberal siyaset kuramına göre, kapitalist sistemde negatif rol üstlenmektedir. Diğer bir deyişle, “devletin tamamen sosyoekonomik yaşam alanı dışında tutulması, bu alanın pazar mekanizması ile ilişkilerine bırakılması gerekmektedir” (Şaylan, 2003:61). Oysa planlama bunun aksine “hükûmetin iktisadî faaliyete ve vatandaşın hususî hayatına daha geniş ölçüde müdahaleye başlamasıdır. Bu müdahale, kâr zihniyeti ile işletmeciliğin yerini tedricen bürokratik idare tarzına bırakması ile neticelenmektedir” (Mises, 2000: 41). Bürokrasi, Mises’e göre “içtimai kuvvetleri düşünerek karar alan kolektif akıl”dır (Mises, 2000). Söz konusu kollektif akıl, “piyasa fiyatı ile ölçülebilecek mahiyet taşımayan idarî hizmetleri görmek”tedir (Mises, 2000: 43). Bu nedenle, bürokrasi sosyalizmdir, ve kapitalist sisteme alternatif bir rejimdir ve sorun “bürokrasinin kontrolünün mü, yoksa serbest ekonomi sisteminin mi daha faideli olabileceğini tayin edebilmektir” (Mises, 2000: 100). Devlet ve toplum (siyaset ve ekonomi) farklı mekanizmalarla çalışan birbirine dışsal / rakip iki ayrı akıl olarak kabul edilir. Siyaset ve ekonomi alanlarına ait bu ikilik savı çerçevesinde, devletin toplumsal ve ekonomik alanı yönlendirmesi etkinliğinin bütünsel hale gelmesi ve uzun vadeye yayılması demek olan planlama, devletin toplum (piyasa) üzerinde dayatma kurmasının sürekli ve kurumsallaşmış aracı haline gelir. Buna göre, planlama kapitalist üretimin eşgüdümleyici mekanizması olan piyasadan rol çalarak kurumsallaşır ve gelişir. Örneğin, 1930’lu yıllarla birlikte kantitatifleşen (piyasa göstergelerine dayanmayan, kota, kontrol gibi müdahaleler) devletin ekonomik alana müdahaleleriyle serbest piyasa ekonomisini kaldıran ve yerine geçen yeni bir sistem ortaya çıkmıştır. Müdahaleler devam ettiği takdirde üretim araçları üzerindeki bireysel mülkiyetin, üretim faktörlerinin tamamen devlet mülkiyeti ile değiştirilmesi olasıdır (Kapp, 1939: 769). Sonuç olarak, liberal planlama kuramı siyaset ve ekonomi, devlet ve toplum ikiliklerini, planlama – piyasa ikiliği bağlamında yeniden üretmektedir. Kapitalizmde planlama, piyasa karşısında ondan bağımsız olarak işleyen ekonomik ve 48 Amme İdaresi Dergisi, Cilt 47 Sayı 3 toplumsal alana şuurlu müdahaleyi içeren bir varlık kazanmaktadır. Söz konusu piyasa - dışı alan, sosyalizme özgü bürokratik kontrol mekanizmasıdır. Oysa bu noktada, liberal kuramın çıkmazları ortaya çıkmaktadır: kapitalizmde ortaya çıkan planlama, sosyalist üretim tarzına özgü içerik ve biçimde kullanılarak kapitalist olguyu açıklamak üzere tartışılmakta; kapitalist sisteme özgü planlama, “bu başka şey”6 kendi özgün tarihsel ve toplumsal koşulları temelinde açıklanmaya çalışılmamaktadır. Bir başka ifadeyle, Tarihsel maddeci yöntemle üretilen bir kavramı (sosyalist planlama), başka bir sorunsal bağlamında (liberal devlet) tartışmakta ve gerçekliğin (kapitalizmde planlama olgusu) karşısına çıkarmamaktadır (kavramın gerçekliği yansıtmaması).7 KAPİTALİZMDE PLANLAMANIN TARİHSEL TOPLUMSAL KARAKTERİ: PLANLAMA PİYASADAN DOĞAR Kapitalizmde planlamanın kendi özgün tarihsel ve toplumsal koşulları temelinde açıklanması, planlamanın doğuş ve gelişme dinamiğinin “özdeksel [maddesel] bir neden”e bağlanması demektir (Hançerlioğlu, 2006: 399). Bu bağlamda, kapitalizmde planlama, iradi bir seçim olmaktan çıkacak; maddi ve toplumsal üretim ilişkilerinin tarihselliği ve gelişkinliğinin doğurduğu özgün bir işlev ve yapı özelliği kazanacaktır. Çalışmanın amacı da tam da bu noktada ortaya çıkmaktadır: yöntemsel araçlarla, kapitalizmde planlamanın doğuşunun ve gelişiminin dinamiklerine dair yasaların (maddi nedenlerinin) bulgulanması ve kurumsallaştırılması.8 Çalışmada kullanılan yöntemsel kavram ve araçlar, planlamanın kapitalizmde kendi doğuş nedensellikleri ile ve kapitalist gelişme seyri içerisinde geliştiğini göstermiştir. Diğer bir deyişle, kapitalizmde planlama, piyasadan özsel olarak ayrı akıl ve alan olarak kurulmamış; yönetsel etkinliğin planlanması, kapitaYalçın Küçük, üretimin sosyalize olması ve üretim araçları mülkiyetinin toplumun kontrolüne geçmesinin planlamanın ön-koşulu olduğunu belirtir. Kapitalizmde ise özel mülkiyet temeldir ve özel mülkiyetin temel olması nedeniyle “değişim için üretim ve dolayısiyle de kâr motifine göre karar vermek” kaçınılmazdır. “Kâr motifi olduğu sürece” anarşi ve rekabet vardır. “Rekabet olduğu sürece kapitalistler arası çatışma söz konusudur. Bütün bunlar oldukça da planlama yoktur, onun yerine başka bir şey vardır” (Küçük, Ekim 1975: 15-27). 7 Söz konusu yöntem, Poulantzas tarafından Miliband eleştirisinde kullanılmaktadır, ancak çalışma kapsamında bu yöntem tersyüz edilerek kullanılmıştır. Poulantzas’a göre, “[e]pistemolojik alanı değiştirecek ve bu ideolojilerin gerçek karşısındaki yetersizliklerini sergileyerek –Marx’ın özellikle Theories of Surplus Value’da (Artı Değer Teorileri) yaptığı gibi- Marksist bilimin eleştirisine sunacak yerde, Miliband bu ilk adımı atlamış görünmektedir.” Bunun nedeni, Miliband’ın “çoğul seçkinler” kavramını Marksist epistemolojinin kavramları ışığında “ideolojik seçkin kavramının gerekli eleştirisi”ni yaparak, gerçeklikle yüzleştirmekten çok, “ideolojik işlevi yönetici sınıfın varlığını yadsımak olan yaygın ‘çoğul seçkinler’ kavramına karşı… seçkinlerin çoğulluğunun yönetici sınıfın varlığını ortadan kaldırmadığı, aslında bu seçkinlerin yönetici sınıfı oluşturduğu”nu söylemesidir (Poulantzas, 1990: 16-19). 8 Bu anlamda, çalışmada kuramsal çerçeve ve kavram setinin oluşturulmasında indirgemeci çıkarsamalardan kaçınılmamıştır. Ne var ki, üst yapısal bir kurum olarak planlamanın maddi ve toplumsal üretim ilişkilerinin bir olmasına karşın, o ilişkileri biçimlendirdiği; diğer bir deyişle karşılıklı ilişkisel belirleyicilik akılda tutulmaktadır. 6 Kapitalizmde Planlama: Tarihsel ve Toplumsal Çözümleme 49 lizmin (piyasanın) tarihsel bir aşamasının özgün üst yapısal ürünü olarak doğmuş ve kapitalist gelişme ve tarihsel - toplumsal ilişkiler içerisinde biçimlenmiştir. Klasik Planlama Yaklaşımı’nın Doğuşu: Kapitalizmde Planlama Piyasadan Doğar Klasik sömürgecilik (1870-1930) dönemi iktisatçıları doğal bir düzenin varlığına inanmaktadırlar. Bu doğal düzenin kişinin kendi çıkarlarını koruyarak gerçekleşeceği varsayılmaktadır (Demir, 1996: 11). Bu yaklaşımda, piyasa temeldir ve düzenleyici kurumlara yer yoktur. Gerçekten, modern devletin ortaya çıktığı rekabetçi birikim rejiminde, devletin rolü sınırlı kalmıştır. Sanayi devrimi sonrasında ise devletin toplumsal ekonomik alana müdahalesi artmış; 19. Yüzyıl boyunca, devlet özellikle dış ticaret, para ve kredi ve sosyal düzenleme alanlarında serbest piyasa ekonomisine müdahale alanını korumuş ve hatta giderek genişletmiştir (Kapp, 1939:766). 19. yüzyıl toplumsal - ekonomik yapısının belirleyici özelliği, kapitalist gelişmenin içsel dinamiği eşitsiz gelişmedir. Sanayi Devriminin hemen sonrasında, İngiltere ve Fransa’nın egemenliğindeki ekonomik sistem yapısal değişikliklere (1870’lerde) uğramıştır. “1870 -1900 yılları arasında Birleşik Devletler, Almanya ve Fransa’da göz kamaştırıcı ilerlemeler kaydedil[miştir]. Tek bir örnek yeterli[dir]. 1870 yılında Birleşik Krallık’ta kömür üretimi 110 milyon ton, Birleşik Devletler’de 30 milyon, Almanya’da 26 milyon, Fransa’da 13 milyon idi, 1900 yılı için rakamlar Birleşik Krallık’ta 225, A.B. Devletleri’nde 241, Almanya’da 108 ve Fransa’da 32 ol[muştur]” (Beales, 1934). Bu süreçte, Fransa ve İngiltere’de liberalizm kabul görmekteyken, “Almanya ve Avusturya’da ve kısmen Amerika gibi ülkelerde özellikle ekonomi kuramına ilişkin olarak farklı yaklaşım ve çözümler ortaya çıkmıştır. Bunu, ulusal toplumun ve ulusal devletin kendini koruma ve geri kaldığı yarışta rakiplerini yakalama uğraşı biçiminde de tanımlamak mümkün gözükmektedir” (Şaylan, 2003: 64). Çözüm dünya yarışında ayakta kalabilmenin yollarını bulmaktır. Kapitalist gelişmenin dinamiği olan eşitsiz gelişme koşulları, devletlerin ayakta kalabilmesi için büyüme hızını uzun dönemde istenen seviyelerde tutmasını gerektirmektedir. Bu nedenle, kapitalizmin eşitsiz gelişimine karşı meta üretiminin ve sermaye birikiminin sürekliliği için piyasaya müdahale zorunludur. “Büyüme-hızını uygun bir düzeye yükseltmek ve bunun on ya da yirmi yıllık bir süre için bir duraklamaya saplanmadan orada tutabilmek hemen hemen kesinlikle plânlamayı gerektirir (bununla sadece kâğıt-üzerinde kalan bir plânlamayı söylemek istemiyorum); bu iş, özellikle ‘atılım’ın ilk yıllarında, insandaki yaratıcılığı uyandırma ve iktisadî kaynakları ulaşılmak istenen hedefler 50 Amme İdaresi Dergisi, Cilt 47 Sayı 3 yönünde harekete getirme yeteneği olan tipte siyasal ve toplumsal örgütlenmeyi zorunlu kılar” (Dobb, 1981: 143). Bahsedilen, Sanayi Devrimi sonrasında Batı ülkelerinde ortaya çıkan Frederich List’in öncülleri arasında yer aldığı yeni korumacı ekonomi politikası kuramıdır. Buna göre, “eşitsiz gelişme sürecine karşı, onun etkisini azaltan ya da sıfırlatan bir politika önerisi” geliştirilmektedir (Şaylan, 2003:67). Diğer bir deyişle, korumacı müdahalelerin gerekçesi, kapitalist gelişmenin içsel dinamiği (Küçük, 1981: 23) olan eşitsiz gelişme karakterinde yatmaktadır. Marx’a göre “...koruyucu düzen [uluslararası rekabete kapanmak], bir ülkede büyük-ölçekli endüstriyi kurmanın bir aracından başka bir şey değildir. Başka bir deyişle, (koruyucu politika bir ülkeyi) dünya pazarına dayanır yapmanın (aracıdır)...” (Marx’dan akt. Küçük, 1972: 82-83). Marx’dan alıntılanan metin yukarıda ele alınan tarihsel süreci iç içe geçmiş iki özellikle açıklamaktadır: (1) eşitsiz gelişme nedeniyle koruyucu politikaların ortaya çıkması ve (2) koruyucu politikalar ile tekelleşmenin hızlanması. Büyük ölçekli işletmeler verimliliğin temelidir, çünkü büyük sermaye, uzmanlaşma ve emek verimliliğinin artması demektedir. Büyük sermayelerde teknoloji yoğunlaşır, teknolojinin yoğunlaşması ile verimlilik artışı sağlanır (Küçük, 1972). Bu nedenle, teknolojik ilerleme ve yatırım döngüsü açısından ekonomilerin lokomotifi tekelci işletmelerdir. Bu durumda, rekabet tekelleşmeyi içermekte,9 tekelleşme piyasa başarısızlığı olarak değil; piyasanın ilerlemesi için gerekli ve zorunlu koşul haline gelmektedir. Nitekim 1930’lar “sanayinin olağanüstü gelişmesi ve üretimin gitgide daha büyük işletmeler içinde son derece hızlı yoğunlaşma süreci”nin, kapitalizmin en belirgin özelliklerinden biri olmaya başladığı dönemdir (Lenin, Mart 1998: 23). “[S]erbest rekabetin üretimin yoğunlaşmasına yol açtığı, üretimin yoğunlaşmasının da, gelişmesinin bir aşamasında tekele götürdüğü” Marx tarafından ortaya konmuş, dahası gerçeklik teorinin ortaya koyduğu şekilde ilerlemiştir (Lenin, Mart 1998:27). “Tekelci sermayenin gelişimine ilişkin son aşama, bilinçli bir şekilde rekabetin kontrol altında tutulmasını amaçlayan birleşmelerin oluşturulmasıdır. Bu aşamaya, rekabeti ayakta kalanlar için giderek ciddi ve tehlikeli bir hale getiren nispi olarak yüksek bir merkezileşme ortaya çıktığında ulaşıl[mıştır]” (Sweezy, 2007).10 Bu doğrultuda, “1930’larda ekonomik yasalar uyarınca, tutarlı olarak kendi ekonomik çıkarlarını izleyen insan anlamında “ekonomik insanın sonu”ndan söz Rekabet ve tekelleşmenin kapitalist gelişme içerisinde birlikteliği Cengiz Ekiz’in çalışmasında tartışılmaktadır: Ekiz, 2010. 10 Tekelci dönemin bir diğer özelliği de sermayenin merkezileşme ve yoğunlaşması sürecinde kredi kurumunun rolüne bağlı olarak, mali sermayenin merkezileşmesi ve yoğunlaşması ve sanayi sermayesini bir çeşit egemenliği altına almasıdır. Hilferding’in tabiri ile “Finans Kapital” biçiminde sermayenin en olgun ve soyut görünüme bürünmesidir (Hilferding, 1995: 47). 9 Kapitalizmde Planlama: Tarihsel ve Toplumsal Çözümleme 51 edilmeye başlan(mıştır.)” Tarihçi Carr’a göre bu değişim, “esas olarak bireysel kapitalizmden büyük çaplı kapitalizme geçişin ürünüdür.” Bireysel kapitalizmde olduğu gibi bireysel girişimci ve tüccar ağır bastığı sürece hiç kimse ekonomiyi denetim altında tutma ya da onu anlamlı bir biçimde etkileme imkanına sahip görünmemekte; böylelikle de, kişilik dışı yasalar ve süreçler imgesi korunmaktadır. “İngiltere Bankası bile, gücünün doruğunda olduğu günlerde, hünerli bir işletici ya da yöneltici olarak değil, ekonomik eğilimlerin nesnel ve yarıkendiliğinden bir kaydedicisi diye düşünülmekte[dir]” (Carr, 1996: 165). Oysa tekelci kapitalist dönem ile birlikte Hilferding’in örgütlü kapitalizm olarak adlandırdığı “ulusal düzlemde büyük şirketlerin ve bankaların ekonomide ağırlığı”nın ve “burjuvazi ile devlet ilişkisi[nin] değiştiği ve devlet müdahalesinin art[tığı]” dönem belirginleşmektedir (Bottomore, 1995: 15-47). Planlı kapitalist ekonomilerin doğuşu da tekelci sermaye birikim sürecine rastlar. Asıl olarak, söz konusu gelişmelerin rastlantı olmadığı rahatlıkla söylenebilir. Çalışma kapsamında planlamanın kapitalizmin tekelci aşamasının maddi ve toplumsal üretim ilişkileri üzerinde yükselen bir yönetim biçimi (üstyapısı) olduğu görülmüştür. Gerçekten, Engels Erfurt Programı’nın Eleştirisi’nde (Sosyal Demokrat Program Tasarısı), kapitalist üretimde özel kapitalist üretimin yavaş yavaş ortadan kalktığı ve tröstleşme (tekelleşme) ile birlikte üretimin kendisinde varolan plansızlığın bittiğini vurgulamaktadır: “Ve eğer anonim şirketlerden koca sanayi kollarını boyundurukları altına alan ve tekeller kuran tröstlere geçersek, o zaman bu, yalnız özel üretimin sonu demek değildir, aynı zamanda plansızlığın da sona ermesi demektir” (Engels, 2002: 82).11 Engels’in 1875’lerde dile getirdiği söz konusu dönüşüm, ekonomik yapıda 20. Yüzyıl başında izlenebilirken; 1929 Krizi ile birlikte üstyapıda da planlama dönemi ile dönüşüm tamamlanmıştır. Tekelci yoğunlaşma, planlamanın önkoşulu olan üretimin ve mülkiyetin sosyalizasyonunu sağlamıştır.12 Üretimde plansızlığın bitmesi ile tekelci sermaye ile devlet işbirliğinin kurumsallaşması, toplumsal üretim ilişkilerinin tarihsel biçimini oluşturmaktadır. Diğer bir deyişle, planlama, kapitalizmin tekelci aşamasının (devletçi) toplumsal üretim ilişkilerinin aldığı yönetim biçimidir. Kapitalizmde planlama, devlet gibi, kapitalist gelişmenin zorunlu bir sonucudur. Devlet gibi tarihseldir ve sınıfsaldır (Engels, 2010:199): “[d]evlet, … toplumun, gelişmesinin belirli bir aşamasındaki bir ürünüdür; bu, toplumun, önlemekte yetersiz bulunduğu uzlaşmaz karşıtlıklar biçiminde bölündüğünden, kendi kendisiyle çözülmez bir çelişki içine girdiğinin itirafıdır. Ama, karşıtla11 12 Dikkatime sunan Ali Somel’e teşekkürlerimi iletmeliyim. Küçük, planlamanın doğabilmesi için sosyalizasyonun sağlanmasının temel olduğunu belirtmektedir (Küçük, Ekim 1975). Ancak, sosyalist planlama sosyalizasyonun yeterli olmadığını, mülkiyetin toplumsallaşmasının da gerektiğini söylemektedir. 52 Amme İdaresi Dergisi, Cilt 47 Sayı 3 rın, karşıt iktisadi çıkarlara sahip sınıfların, kendilerini ve toplumu kısır bir savaşın içinde eritip bitirmemeleri için, görünüşte toplumun üstünde yer alan çatışmayı hafifletmesi, ‘düzen’ sınırları içinde tutması gereken bir güç gereksinmesi kendini kabul ettirir; işte toplumdan doğan, ama onun üstünde yer alan ve ona gitgide ona yabancılaşan bu güç, devlettir.” Yönetimin bir işlevi olarak planlama da piyasadan bağışık, piyasanın üstünde bir akıl olarak ithal edilmiş, iradi ve tesadüfi bir olgu değildir. Aksine, kapitalizmde planlama piyasanın (kapitalizmin) tarihsel gelişmesinin özgül devlet biçiminin işlevi olarak doğmuştur. Planlama, rekabetin yerini tekelleşmeye bıraktığı piyasa ilişkileri içerisinde devletin aldığı müdahaleci biçimin bir işlevidir. Kapitalizmin ürünü olan “modern devlet” gibi kapitalist planlama da “toplumsal düzeni” ve dolayım aracı olarak yönetimi yeniden üretmeyi doğal olarak içerir. Aslında, liberal siyaset teorisinin dahi devletin pozitif rolleri olarak kabul ettiği mülkiyetin ve vatandaşların haklarının korunması (Kapp, 1939:766), devletin “otoritesi altında bulundurduğu toplumsal sistemi yeniden üretmek” olarak tanımlanabilecek ana işlevini oluşturur (Şaylan, 2003:31). Bu doğrultuda devlet, kapitalist üretim sürecinin temelinde mülkiyet ilişkileri ve bu mülkiyet ilişkilerini doğuran “sermayenin bir sınıf elinde toplanımı”nı (Dobb, 1981:6) yani sermayenin birikim sürecini yeniden üretmektedir. Bu işlevi ile “kural olarak en güçlü sınıfın, iktisadi bakımdan egemen olan, ve bunun sayesinde, siyasal bakımdan da egemen sınıf durumuna gelen ve böylece ezilen sınıfı boyunduruk altında tutmak ve sömürmek için yeni araçlar kazanan sınıfın devleti” haline gelmektedir (Engels, 2010:201). Yukarıda sözü edilen tarihsel ve toplumsal doğuş özelliklerini içeren kapitalizmde planlama olgusu, klasik planlama yaklaşımı olarak terimleştirilebilir. Özetle, devletin yönetsel etkinliğinin toplumsal ve ekonomik alanı planlaması da kapitalizmin tekelci sermaye birikiminin altyapısı üzerinde gelişen ve söz konusu ekonomik gelişmişlik aşamasının ürünü olan müdahaleci devlet biçimini yeniden üreten bir işleve sahiptir. Kapitalist planlamaya ilişkin en önemli kavramsallaştırma girişimleri, kapitalist planlamanın anavatanı ABD’de New Deal Rejiminde üretilmiştir. Kapitalizmde planlama, “amacın gerçekleştirilmesi için yapılması gerekenlerin ve bunlar için yöntemlerin belirlenmesi” (Gulick, 1937: 13) gibi evrenselleştirilmiş ve teknikleştirilmiş bir kavramsallaştırma ile yaygınlaşmıştır. Klasik Planlama Yaklaşımının Yeniden Üretilmesi: Kalkınma Planlaması Planlama, kapitalist gelişme sürecinin tarihsel bir aşamasının özgün yönetsel biçimi olarak statik bir yapı değildir, kapitalist gelişme sürecinde üretimin maddi ve toplumsal ilişkilerinin belirleyiciliğinde farklı biçimlerde yeniden üretilmektedir. Kapitalist zenginliğin temeli olan “sermaye birikiminin hızı ve biçimi Kapitalizmde Planlama: Tarihsel ve Toplumsal Çözümleme 53 toplumsal yapıyı ve bu yapıya özgü siyasal örgütlenmeyi belirleyen ana parametre olarak kabul edilebilir” (Şaylan, 2003:36). Planlama da, söz konusu siyasal örgütlenme sürecinin bir işlevi olarak kapitalist gelişme sürecinde farklı biçimler almaktadır. Bu bağlamda, 1930’larda kapitalizmin tekelci aşamasında kurulan klasik planlama yaklaşımı, İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde tekelci sermayenin uluslararası ilişkilerinin yaygınlaşması ile yeniden şekillenmiştir. Tekelleşme süreci, 1962 yılında dünya üretiminin %23,4’ünün 500 sanayi işletmesi tarafından gerçekleştirildiği bir aşamaya varmıştır (Latouche, 1992). Bu dönemin özellikleri, “üretimin ve sermayenin, iktisadi yaşamda kesin bir rol oynayan tekellere yol açacak kadar yüksek bir gelişme derecesine ulaşan yoğunlaşması; banka sermayesi ve sınai sermayenin kaynaşması ve bu ‘mali sermaye’ temelinde bir mali oligarşinin oluşması; sermaye ihracının, emtia ihracatı tersine, özel bir önem kazanması; dünyayı kendi aralarında paylaşan uluslararası tekelci kapitalist birliklerin kurulması; dünya topraklarının en büyük kapitalist devletler arasındaki paylaşılmasının tamamlanması[dır]” (Lenin, Mart 1998:94). Lenin, söz konusu aşamaya 20. Yüzyıl başında geçildiğini söylemesine rağmen, “yeniden paylaşım” (Lenin, Mart 1998: 102) savaşlarının tamamlanması 1940’lı yılları bulacaktır. İkinci Dünya Savaşı sonrasında, “gelişmiş ülkelerde çok büyük bir ‘sermaye fazlası’ oluşmuştur” (Lenin, Mart 1998:67). Söz konusu sermaye fazlasının yeniden değerlendirilmesi gereklidir. Bu dönemde, gelişmiş ülkelerdeki sermaye fazlasının değersizleşmesinin önlenmesi için ithalat talebinin artırılması ve yeni yatırım alanlarının bulunması arayışı artmaktadır (Kaynak, 2009:33-34). Bu arayışta ilk akla gelen, ithalata dayanan ve yatırım açığı ile karakterize ekonomileri ile azgelişmiş ülkelerdir.13 1950’lerde azgelişmişlik kategorisine alınan ülkeler, genellikle eski kolonyal – sömürge ülkelerdir. Bu dönemde, doğrudan sömürgecilik biçimsel olarak kalkmış (Başkaya, 2005: 29), “[s]ömürgeciliğin bıraktığı yerden kalkınma nöbeti devral[mıştır]” (vurgu bana ait, Kothari, 1989: 143). Önceden kalkınma gelişmiş Batılı ülkelerin sorunlarını ele alan bir çalışma alanı iken, 1950 sonrasında azgelişmişlikle bir arada ele alınmaya başlanmıştır (Kaynak, 2009: 30-32). Bu alan için bilgi üretimi de ayrı bir disiplini ortaya çıkarmıştır: kalkınma ekonomisi (iktisadı). Bu alanda, azgelişmiş ülkelerin kalkınması üzerine geniş bir kalkınma literatürü doğmuştur.14 1950 sonrasında ortaya çıkan azgelişmişlik kavramı, “sanayileşmiş ülkelerin aksine, tarımsal faaliyetlerin hakim olduğu ekonomilere sahip, işsizlik sorunu ile boğuşan, iş sahibi olanların da korunaksız istihdamda yer aldığı ve çalışan yoksulluğu çekilen ve kişi başına reel gelirin düşük olduğu ve gelir dağılımı eşitsizliğinin hüküm sürdüğü ülkeler” olarak kategorize edilmiştir. “Azgelişmiş ülkelerde, dış ticarette birincil ürün satışı ve mamul mal alımı yapılmakta, ihracat kalemlerinin bir üründe yoğunlaştığı ve dış ticaretin gelir içerisindeki payının çok düşük olduğu ve dış ticaret dengesinin açık” vermekte ve bu ülkelerde sermaye piyasası gelişmemekte, girişimci ve üretim organizasyonu zayıf kalmaktadır (Kaynak, 2009:11-27). 14 Bu alanda, Nurkse, Hirschman ve Myrdall öne çıkan iktisatçılardır (Kaynak, 2009:34). 13 54 Amme İdaresi Dergisi, Cilt 47 Sayı 3 Kalkınma ekonomisi, azgelişmiş ülkelerde sermaye yetersizliği nedeniyle sanayileşme ve kalkınmanın sağlanamadığı, bu nedenle yabancı sermayenin itici gücüne gereksinim duyulduğu savı üzerine kuruludur. Bu nedenle, gelişmiş ülkelerden azgelişmiş ülkelere dış yardım ve yabancı sermaye ihracı gereklidir, hatta zorunludur. Serbest rekabetin hüküm sürdüğü eski kapitalizmin belirgin niteliği “emtia ihracı” olmasına karşın, tekellerin hüküm sürdüğü güncel kapitalizmin belirgin niteliği “sermaye ihracı” haline gelmiştir (Lenin, Mart 1998: 66). Kalkınma ekonomisi, bütünleşmiş bir uluslararası sermaye hareketliliğini gerektirmektedir. Bu doğrultuda, “ulusal düzeyde birikim sürecinde devletin yerine getirdiği işlevi, uluslararası düzeyde yerine getirecek kurumsallaşmaların gerçekleştirilmesi bir zorunluluk olarak belirmiştir. Bu zorunluluk II Dünya Savaşının bitmesiyle yerine getirilmiş ve birikimin dünya genelinde sürekliliğini sağlayacak IBDR, IMF, GATT, BM, NATO gibi uluslararası kurumlar oluşturulmuştur” (Türkay, 2003).15 Bu kuruluşlar, birer kredi kuruluşu olarak, kredi, hibe koşulu kriterleri olarak azgelişmiş ülkelerin siyasal – ekonomik yeniden yapılandırılmasını başlatmıştır. Kredi ilişkileri içerisinde sermaye ihracı (dış yardım ve yabancı sermaye) gerekliliği azgelişmiş ülkelere benimsetildiği takdirde, belli koşullar dile getirilmeye başlanmaktadır. Kalkınma planlaması, hibe, yardım, yatırım koşullarının ilk ve öncelikli maddesi olarak bu dönemde ve bu şekilde gündeme gelmiştir. “Daha ikinci dünya savaşı yıllarında İngiltere’nin Afrika’daki ve Karaipler’deki sömürgelerinde İngiliz yardımı alabilmek için bir çeşit planlama şart koşulmuştu[r]. Savaştan sonra geri kalmış ülkelerdeki planlama ile ilgili olarak bu yılların belki de en önemli gelişmesi, zengin ülkelerin azgelişmiş ekonomilere yapacakları yardımın iyi kullanılması için plan istemeleri dolayısıyla ortaya çık[mıştır] (vurgular bana ait, Yenal, 2010: 516). Örneğin, Birleşmiş Milletlerin (BM) kredi koşulları arasında da kalkınma planlaması vardır. 1951’de BM’nin bir araya topladığı uzmanlar kurulu tarafından hazırlanan Rapor da şöyle denilmektedir (United Nations, 1951): “Gelişmemiş bir ülkenin hükümeti, ekonomiyi incelemek, kalkınma programları hazırlamak, bu programların uygulanması için gereken önlemler hakkında tavsiyelerde bulunmak ve belli aralıklarla bu konularda raporlar hazırlamak görevlerini üstlene15 Uluslararası Para Fonu (IMF), Dünya Bankası (DB), Birleşmiş Milletler (BM) gibi uluslararası kuruluşlar İkinci Dünya Savaşı sonrası kurulan mali sermayenin uluslararasılaşmasının, Bretton Woods düzeninin üstyapısal kuruluşlarıdır. Bretton Woods düzeni olarak anılan bu yapı, sermaye hareketlerinin başlatılabilmesi / hızlandırılması için gerekli sabit döviz kurunu kurmuş, bu amaçla, 1944 yılında ABD’nin New Hamsphire Eyaleti’nin Bretton Woods kasabasında bir araya gelen 45 ülke temsilcisi, dolara rezerv para niteliği kazandırmak üzere anlaşmaya varmıştır (http://worldbank.org/). Aynı zamanda, bu yapı Avrupa’da savaş sonrası meydana gelen tahribatı gidermek için gereksinim duyulan uzun vadeli finansmanı ve bu finansmanın sağlanması için temel olan uluslararası kambiyo rejiminin düzenlenmesini de amaçlamıştır. Bu doğrultuda, DB (bu tarihte sadece IBRD) savaşın yarattığı tahribatı gidermek amaçlı uzun vadeli finansman gereksinimine yanıt verecektir. Uluslararası ödemelerdeki kısa vadeli darboğazları finanse etmek ve kambiyo kurlarının istikrarını sağlamak görevi ise IMF’ye verilmiştir (Tuncay, 2004: 12). Kapitalizmde Planlama: Tarihsel ve Toplumsal Çözümleme 55 cek merkezi bir iktisat birimi kurmalıdır. Kalkınma programları, sermaye gereksinimlerini, bunların ne kadarının iç, ne kadarının dış kaynaklardan karşılanacağını gösteren bir sermaye bütçesi içermelidir.” Dünya Bankası (DB) da bu dönemde verdiği kredilerin ön-koşulu olarak kalkınma planlaması istemektedir (örneğin Barker Raporu). Söz konusu kredi ilişkileri içerisinde, azgelişmiş ülkelerden birçoğu İkinci Dünya Savaşı’nın ardından gelen dönemde kalkınma planlamasına geçmiştir; 1957 yılında Hindistan, Pakistan, Seylan, Filipin, Endonezya, İran ve Irak başta olmak üzere 13 ülkede planlama yapılmaktadır (Hürriyet Partisi, 1957:5). Yukarıda ele alındığı şekliyle, mali sermayenin uluslararasılaşması sürecinde gelişmiş ülkelerin azgelişmiş ülkelere sermaye ihracı kalkınma planlaması aracılığıyla takip edilmeye başlanmıştır. Bu nedenle, kalkınma planlaması, uluslararası sermaye birikim sürecinin yönetsel biçimi olarak yeniden üretilmiş bir kapitalist planlama biçimidir. Kalkınma ekonomisi ve kalkınma planları, dış yardım ve yabancı sermaye yatırımları ile azgelişmiş ülkelere sermaye ihracı ile gelişmiş ülkelerde biriken sermaye fazlası için yeni mahreçlerin (ihracat yapılabilecek) bulunması ve değerlendirilmesini sağlamanın ötesinde; azgelişmiş ülkelerin kapitalist sistemle bütünleşmesini sağlamıştır. Çünkü kalkınma planları, “kalkınma için dış yardımın zorunluluğu” savını içsel olarak taşımaktadır. Bu doğrultuda, dünyanın 2/3’ünü kaplayan azgelişmiş ülkelerin borçlanması ve gelişmiş ülkelere tâbiiyetinin temelleri atılmıştır. Azgelişmiş ülkelerin kapitalizmle “bütünleşmesi”, Soğuk Savaş döneminde komünizmle mücadeleyi de içermektedir. Diğer bir deyişle, kalkınma planlaması sosyalist kalkınma ideolojisine ve sosyalist planlamaya alternatif / rakip olarak geliştirilmiştir. Soğuk Savaşı döneminde geleneksel sosyalist planlama reform sürecine girerken, kapitalist planlama sosyalizme bağlarını kopararak kapitalizme özgü bir parola haline gelmektedir. Azgelişmiş ülkeler, kalkınma planlaması ile kapitalist sistemle bütünleşirken, gelişmiş ülkelerin yönetsel süreçlerinde uluslararası ilişkilerin yönetimi ve planlanması öne çıkmıştır. Bu süreçte, gelişmiş ülkelerde planlama, politikaların planlamasına doğru çevrilmektedir. Klasik Planlama Yaklaşımının Yıkılışı ve Stratejik Planlamanın Doğuşu: Politikanın Planlamasına Geçiş 1970’lerin ortalarında, Savaş sonrası genişleme dönemi son bulmuş, kapitalizm yapısal krize girmiştir (Başkaya, 2005: 10). Kriz enflasyonist etki yarattığı iddia edilen Keynesyen dönemin kamu yatırımları ile hesaplaşma sloganları üzerinden yükselmişse de; 1970’lerin sonunda yoğun birikim sürecinin büyüme sınırlarına gelinmesiyle ortaya çıkan “kar oranlarında düşme eğilimi”nin çıktısıdır (Shaikh, 1985: 91). 56 Amme İdaresi Dergisi, Cilt 47 Sayı 3 Krize yanıt olarak ikinci küreselleşme dönemi açılmıştır. Yeni birikim rejimi, ticaretin ve sermaye akımlarının serbestleştirilmesi ve “...piyasa mantığını engelleyen her türlü kollektif yapının yok edilmesini gerektir[ir] (Bourdie, 1998). Serbestleşme süreci, finansal sermayenin sanayi sermayesi aleyhine yükselmesiyle birlikte gelişmiştir (Yeldan, 2002). 1980 sonrasında kapitalizmin finansal küreselleşme aşamasına geçilmesi ile ekonomilerin başat gayesi enflasyon ve faiz haddi gibi para politikası araçları ile gerçekleştirilecek dengeli büyüme olmuştur. Dengeli büyüme, piyasanın egemenliğinde sağlanacaktır. Fiyat mekanizmasının tüm iktisadi etkinlikleri yönettiği bu egemen ideolojide, özelleştirme, deregülasyon, serbestleşme, küreselleşme ana kavramlar olmuştur (Kaynak, 2009: 46). Piyasa, “bütün günahların kaynağı olarak görülen devlete” karşı, “toplumsal günahlardan yalıtılmış ve arındırılmış... demokratik toplumu temsil e[tmektedir]” (Keskinok, 2005: 24). Bu bağlamda, Keynesyen refah devletinin aşamalı olarak ekonomideki rolünün en aza indirilmesi temel politika halini almıştır. Yeni birikim rejiminin kuruluşu, kuramsal kurgu ve politik propagandalarda “piyasacılık” ve “rekabetçilik” ve “küçük devlet” kavramlarıyla yürümüş olsa da, uygulamada devlet müdahaleciliği tasfiye edilmemiş, aksine biçim değiştirerek artmaya devam etmiştir. Neoliberal ideoloji Keynesyen ekonomi ve devlet formunu alaşağı ederek demokratikleşme fırtınası koparmakta, bu karmaşa içerisinde kurulan yeni birikim rejiminde devletin ekonomi alanına müdahalesi farklı biçim ve içerikle devam etmektedir. Bu nedenle, neoliberal ideolojinin egemenliğindeki ikinci küreselleşme sürecinde eleştirilerin kaynağı devletin varlığı değil, devlet müdahalesinin bir biçimidir (Akçay, 2007: 40). Küreselleşme sürecinin 1980’lerle başlayan ve yaklaşık 10 yıl süren “Birinci Kuşak Yapısal Reformları” (BKYR) temel olarak istikrar önlemlerinden oluşmaktadır. İstikrar, kamu sektörünün küçültülmesi ve uluslararası ticari ve mali serbestleşmenin sağlanması ile gelecektir. Bu doğrultuda, ilk evre sermayenin dolaşımı önündeki yasal ve kurumsal engellerin kaldırılması dönemidir. Her kapısı küçük/minimal devlet kurgusuna açılan reformların sınırlarına, 1980’lerin sonunda gelinecektir. BKYR doğrultusunda her türlü önlemle birlikte devlet küçültülmekte ancak enflasyon, işsizlik gibi yapısal sorunlar devam etmektedir. İşte BKYR’da bir geri dönüş özelliği taşıyan adımlar, 1990’ların başında PostWashington Uzlaşısı olarak anılan süreçle atılmaya başlanmıştır. “İkinci Kuşak Yapısal Reformlar” (İKYR), serbestleşen ticari ve mali etkinliklerin sürdürülebilmesi için gerekli yasal ve kurumsal altyapının devlet tarafından temin edilmesini temel almaktadır. Yeni Kurumcu İktisat’ın kuramsal altyapısından ilerleyen İKYR’de devletin küçültülmesi değil, etkinleştirilmesi gereklidir (Bayramoğlu, 2005). 1997 yılında DB başkanı Wolfensohn Dünya Kalkınma Raporu’na (World Development Report) yazdığı önsözde “[minimal devlet] zarar vermez ama daha iyisini de yapamaz” demekte ve etkin devleti işaret etmekte- Kapitalizmde Planlama: Tarihsel ve Toplumsal Çözümleme 57 dir: “kalkınma, etkin devleti gerektirir, etkin devlet katalizör, teşvik edici role sahip, destekleyici ve özel sektör ve bireyin etkinliklerini tamamlayıcı olandır” (World Bank, 1997: iii). Bu tespit, devletin küçültülmesi değil, yeni dönemde yeni rolü ile konumlanmasına dair bir çağrıdır. Devlet biçimi açısından, BKYR Keynesyen devletin tüm zihniyeti ile birlikte somut olarak tasfiyesini; İKYR ise devletin dönüşümünü ya da yeniden kuruluşunu sağlamıştır. Bu bağlamda, toplumsal ve ekonomik alanın yönetiminin biçimi de devletin dönüşümü ile paralel bir evreden geçmektedir. Keynesyen Devletin tasfiyesi ile klasik planlama politikasının ideolojik (tekelci - devletçi) ve maddi (KİT’ler, kotalar, fiyatlama politikası, vb.) koşulları ortadan kalkmıştır. Bu bağlamda, 1930’larda kurulan ve 1945-1960 döneminde yeniden üretilen klasik planlama yaklaşımı döneminin, 1980 ile birlikte kapandığı açıktır. Ardından gelecek dönemin, post-modern kuramların da etkisi ile “[d]evlet düzenlemelerini ve ekonomiye ve toplumsal yaşama yapılan müdahaleleri reddederek… planlamayı tümüyle tasfiye etmeyi” önermesi beklemekte (Keskinok, 2005:24); yeni dönemin post-planlama dönemi olduğu algısı yaratılmaktadır. Oysa 1990’larla birlikte planlama kavramının toplumsal ve ekonomik gelişme dinamikleri ile yeniden gündeme getirildiği görülmektedir. Dror’un, 1970’lerde yönelttiği “bu toplumsal dönüşüm sürecinde planlama nasıl olmalıdır?” sorusuna geri dönülmektedir (Dror, 1971). Dror, 1970’lerde bu soruya “[h]ızlı dönüşüm sürecinde işlevlerini yerine getirebilmek için planlamanın kendisinin dönüştürülmesi[nin] gerekli” olduğunu belirterek yanıt vermiştir. Diğer bir deyişle, yeni dönem post-planlama değil, neo-planlama dönemi olmalıdır.16 Dror’un önerisi, “[p]lanlama disiplininin politika bilimlerine, planlama mesleğinin politika mesleğine dönüşümü”nü işaret etmektedir (Dror, 1971:403). Dror’un öngörüsünü, uygulama teyit etmiştir. Yeni dönemle birlikte “[u]lusal plânlama düzeyindeki analitik çalışmaların ağırlık noktalarının politika plânlamasına” kaymasında yarar görülmüştür (vurgu bana ait, Celasun, 1984). Çünkü “[p]iyasa düzeninin işlerliğini ve genel politika araçlarının etkinliğini arttırıcı kurumsal ortamın oluşturulması ve korunması gelişmiş piyasa ekonomilerinde önem kazanmaktadır” (Celasun, 1984). 1980 sonrasında Keynesyen devletin müdahale araçları tasfiye edilirken, İKYR’yle kurulan etkin devletin müdahale aracı olarak düzenleyici etkinliği geliştirilmektedir. Piyasa ekonomisinin işlerliği için yasal ve kurumsal kapasitenin geliştirilmesi devletin düzenleyici etkinliğinin geliştirilmesine bağlıdır. Bu bağ16 Sadık Ünay, neo-planlama kavramını, stratejik-etkin devletin küresel ekonomik güçlere karşı kamu-özel sinerjisi yaratmak üzere kurması gereken planlama yaklaşımını işaret etmek için kullanmaktadır (Ünay, 2006: 172). 58 Amme İdaresi Dergisi, Cilt 47 Sayı 3 lamda, ekonomi ile siyaset arasındaki en temel bağ piyasaların düzenlenmesi etkinliğidir. Düzenleyici devlet vergi toplama ve harcama faaliyetleri yerine piyasa aksaklarının düzeltilmesi, eksik bilgi ve kamu hizmeti açığı, vb.’ye yönelik kural koyma faaliyetlerine yoğunlaşmaktadır (Majone, 1997). Yeni Kamu İşletmeciliği ile Kamu Tercihi Kuramlarından beslenen düzenleyici devlet, idari ademi-merkezileşme ve bölgeselleşme, mali özerkleşme, özelleştirme, düzenleyici kurullara yetki devri üzerinden ilerlemekte, devlet yönetim ve örgütünü baştan aşağı değiştirmektedir (Majone, 1997). Düzenleyici devlet, hem polisi ve hem cezaevlerini özelleştiren devletin düzenleyici etkinliğidir (Braithwaite, 1999). Bu doğrultuda, devlet düzenleyici etkinlikleriyle piyasaya müdahale etmekte, bu müdahalelerin belirsizlikleri önleyici bir şekle bürünmesi ise düzenleyici etkinliğin planlanmasını gerektirmektedir. Bu anlamda, Savaş sonrası dönemde ABD’de ortaya çıkan politika planlaması, 1990’larda kurumsallaşmaktadır (Dror, 1971; Celasun, 1984). Örneğin, Reagan döneminde çıkarılan 12498 ve 12291 sayılı KHK (Executive Order) ile yıllık düzenleme planı (annual regulatory plan) yürürlüğe girmiş, Clinton da Reagan’ı takip ederek bir sonraki yıl planı hazırlamıştır (Pildes - Sunstein, 1995). Yeni dönemde, bütünleşen finansal piyasaları ulusal ölçekte yönetebilecek araçlara sahip bir planlama ancak biçim, ölçek, içerik olarak yönetsel biçimin yeniden yapılandırılması ile mümkündür. Bu yeni yapı, kuram ve uygulamada ortak bir takım ilke ve özellikler taşımaktadır: Piyasanın etkinliğini sağlayıcı düzenlemeleri merkeze alarak politikayı planlaması gerekmekte ve yönlendiriciliğin içeriği öngörülebilirliğe ve risk yönetimine odaklanmaktadır; Planlama süreci ekonomik etkinliğin küresel bütünleşmesine paralel olarak ulusüstü karakter kazanmakta sektörel bağıntılar bölgesel ölçekte ele alınmaktadır; Yeni bir iktidar tarzı ile toplumsal ve ekonomik alanı planlamaktadır: yönetişim. Çözümlenmesi çalışmanın kapsamını aşan neo-planlama, 1990’lar ile stratejik planlama olarak gündeme gelmiş ve tedricen uygulamaya girmiştir. Stratejik planlama, “1993 yılında ABD’de bütün kamu kurum ve kuruluşlarında stratejik planların ve performans planlarının hazırlanmasının zorunlu tutulduğu Hükümet Performansı Sonuç Kanunu (Government Performance Results Act)” ile kurumsallaşmıştır (Övgün, 2009). Kapitalizmde Planlama: Tarihsel ve Toplumsal Çözümleme 59 KAVRAM KATEGORİSİ ÖNERİSİ: PLANLAMA - PİYASA İKİLİĞİNE KARŞILIK PLANLAMA SİSTEMİ - PLANLAMA POLİTİKASI Yukarıda tarihsel doğuş ve gelişme dinamiklerini incelediğimiz kapitalizmde planlamanın, kapitalist gelişme sürecinde tekelci sermaye birikiminin üst yapısal bir ürünü olduğu görülmektedir. Bu anlamda planlama, piyasanın gelişme koşulları içerisinden doğmuştur; piyasadan ayrı, piyasanın karşısında bir varlık olmamıştır. Diğer bir deyişle, liberal planlama kuramının iddia ettiği gibi planlama, planlama - piyasa ikiliği üzerinden piyasa karşısındaki konumu itibariyle değil, piyasanın içerisinde yüklendiği işlevin niteliği ile açıklanabilir. Kapitalizmde planlamanın işlevi nedir? Kapitalizmde planlama, “kapitalist üretimi düzenleyen mekanizmayı ortadan kaldırmamakta, dolayısıyla iktisadî kalkınmayı ve gelişmeyi büyük ölçüde piyasadaki dalgalanmaların etkisi altında bırakmaktadır” (vurgu bana ait, Çelebican, 1974: 591). Kapitalizmde planlamayı, sosyalist planlamadan ayıran en önemli özellik bu noktada ortaya çıkmaktadır. Geleneksel sosyalist model, tüketim ve istihdamda piyasa kategorilerini tamamen reddeder ve ekonomik etkinliği oluşturan kaynak tahsisi ve bölüşüm ilişkileri gerçek bir piyasada arz-talep dengesi sonucunda oluştuğu varsayılan fiyatlar üzerinden değil, yakıştırma piyasada oluşturulan hesabi fiyat üzerinden ilerler. Bu nedenle, sistem, kaynak tahsisi ile bölüşümü ayırır: kaynak tahsisi para akımını doğurmaz ve bölüşüme temel oluşturmaz. Kaynak tahsisi işletmeler arasında kalır (Boratav, 1973: 330). Piyasa kategorilerinin işlemediği ekonomik sistem içerisinde, tekil işletmelerin üretim fonksiyonları doğrudan plan tarafından belirlenir (Pokrovski, 1969:475). Diğer bir deyişle “sosyalist sistemlerde rasyonel hesaplama ve kontrol sürecinin sağlanmasında piyasa mekanizmasının yerini, planlama bir müessese olarak almıştır” (Bettelheim, 1965). Planlama ile işleyen üretim sürecinin toplumsal ilişkileri de planlama dolayımı ile kurulmaktadır. Bu çerçevede, toplumsal ve ekonomik alan planlama sistemi içerisinde birbirine bağlanır. Sosyalist sistemlerde, toplumsal ve ekonomik alanın yönetimi, planlama biçimini alır, çünkü planlama, hem ekonomik ve hem toplumsal etkinliğin temelidir. Ekonomik etkinliğin amacı ise komünist topluma geçiştir. Komünist toplumun üretim biçimi, sosyalist sistem içerisinde planlama ile kurulacaktır. Bu bağlamda planlama, sosyalizmden komünizme geçişi sağlayacaktır. Sosyalizmden komünizme geçiş, sosyalist devletin başlıca işlevlerindendir ve bu geçiş kendiliğinden bir geçiş değildir aksine “devletin yönlendiriciliğini gerektiren hızlandırılmış bir sınai ve tarımsal bir kalkınma”dır (Churchward, 1961: 413). Bunun da ötesinde, planlama kapitalist üretim biçimi ve ilişkilerinin tasfiyesi ve komünist üretim biçimi ve ilişkilerini kurmayı amaçlar. Bu doğrultuda, sosyalist 60 Amme İdaresi Dergisi, Cilt 47 Sayı 3 sistemlerde planlama, üretim biçimini kurucudur, sosyalist yönetim uygulamasının kendisidir (Güler, 2010). Bu doğrultuda, sosyalist sistem planlı ekonomi ya da planlı toplum olarak adlandırılır. Kapitalist sistemlerde ise piyasa temel kurucu öğedir. Diğer bir deyişle, plansızlık, kendiliğindenlik olarak anılan piyasa, toplumsal – ekonomik etkinliğin temelidir. Kapitalist üretim biçiminde, kaynak tahsisi ile bölüşüm birbirinden ayrılamaz. Gerçek piyasada, kaynak tahsisi ile başlayan istihdam ve tüketimin gerçekleştiği parasal akım, bölüşümü gerçekleştirir. Gerçek piyasada oluşan fiyat üzerinden üretim etkinliği gerçekleşmektedir. Söz konusu, üretim sürecini yönlendiren piyasa, üretimin toplumsal (mülkiyet) ilişkilerini de kurucudur. Kapitalist sistemlerde planlama, sosyalist planlamanın aksine, piyasa mekanizmasının yerine ve karşısına konumlanmamaktadır. Aksine, piyasa sisteminin devam ettiği maddi ve toplumsal üretim ilişkilerinde kapitalist sistemin bireysel mülkiyet ilişkileri devam etmektedir. Piyasa ekonomilerinde üretici birimler, üretime dair kararlarını piyasa mekanizmasının temelinde, kendileri almaktadır; ekonomik karar verme mekanizması, mülkiyet ilişkileri doğrultusunda halen ademi-merkezi birimlerdedir. Bu nedenle, kapitalist sistemde, planlama ile “tek tek teşebbüslerin faaliyetleri arasında idarî– iktisadî ilişkiler yoktur” (Çelebican, 1974:593). Bu bağlamda, planlamanın kapitalizmde gücü ya da uygulanabilirliği, üretici birimlerin, destek ve işbirliğine sıkı sıkıya bağlıdır. Tersinden okunursa da “özel teşebbüse dayanan ve gelişmiş ekonomilerde planlama, iktisadi kararların büyük çoğunluğunun özel kişiler ya da teşebbüslerce alındığı ve bu kararlar üzerinde ancak maliye ve para siyaseti yoluyla dolaylı biçimde etkili olunabileceği” bir koşulda var olmaktadır (United Nations, 1963: 3). Bu nedenle, somut deneyimlerin de gösterdiği gibi kapitalizmde planlama, özellikle savaş dönemlerinde kurulan devlet – büyük sermaye birlikte yönetme pratiğinin devamı niteliğindedir. Herberg, 1945 sonrası planlama deneyiminin, Japonya, Batı Almanya ve Fransa’da görüldüğü gibi devlet – özel sektör işbirliğine dayandığını iddia etmektedir (Herberg, 1981:499). Somut deneyimler, söz konusu işbirliğini teyit etmektedir. Ne var ki, işbirliğinin tarihsel kökeni konusunda Herberg’e katılmak mümkün değildir. Çünkü 1945’den önce 1930’larda ve hatta daha öncesinde ABD’de devlet ile özel sektör birlikte yönetmeye başlamıştır (Reagon, 1999: 10-11). Toplumsal üretim ilişkilerinde özel sektörün egemenliği çerçevesinde, “[k]apitalistlerin devleti ancak bütün kapitalistlerin anlaştığı ölçüde katkıda bulunmak durumunda[dır]. Bu iç çatışmaya karışmadan, ekonominin genel gidişini etkilemek ve kapitalist mantığın zorunlu sonuçlarını –sistemin bütününü tehlikeye düşürdüğü için- düzeltmeye çalışmak kapitalist devletin ve dolayısıyla planlamanın görevi”dir (vurgular bana ait, Küçük, Ekim 1975: 95). Tinbergen’e Kapitalizmde Planlama: Tarihsel ve Toplumsal Çözümleme 61 göre de kapitalizmde planlamadan beklenen amaç, kurumsal çerçeveyi çizmek ve düzeltme yapmaktır (vurgular bana ait, Küçük, Ekim 1975: 96). Kapitalizmde planlama, özel sektörü ancak ve ancak teşvik politikaları ile yönlendirebilmektedir. Pokrovski, bu nedenle, planlamayı kapitalist sistemde, makro-ekonomik düzeyde ekonominin belli sektörlerine koordine edilmiş teşvik sistemini kapsayan bir politika olarak görmektedir (Pokrovski, 1969: 475). Vergi muafiyetleri, cazip kredi koşulları, devlet tarafından üretilen mallar üzerinde seçimli vergi uygulamaları gibi devlet teşvikleri önem kazanmaktadır (Pokrovski, 1969: 483). Söz konusu özellik, kapitalizmde planlamanın kapsayıcılığının sınırlarını da belirlemektedir. Kapitalizmde planlama hiçbir zaman piyasayı kaldırarak tüm ekonomiyi kapsama iddiası taşımamaktadır.17 En önemlisi, kapitalizmde planlama kamu sektörüne yöneliktir. “Devlet sektörünün faaliyeti, kararlaştırılan gelişme hızını gerçekleştirecek ve stratejinin gerektirdiği yönde dengeli bir kalkınma sağlayacak şekilde planlanacaktır” (Küçük, Ekim 1975: 277). Aslında, kapitalizmde planlama ekonominin tüm sektörlerinin dengeli büyümesi gibi bir amaç da taşımamaktadır (Pokrovski, 1969: 475). Kapitalizm, doğası gereği eşitsiz büyüyecektir (Küçük, 1981). Bu koşullarda, merkez, yalnızca planlamada, ekonomik büyümenin genel yönünü tayin edebilecektir (Pokrovski, 1969: 478, 479). Liberal kuramcılar tarafından planlama ‘yol gösterici’ (indicative) ve ‘emredici’ (imperative) olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. “Birinci çeşit planlamada, önceden saptanan amaçlara piyasa güçlerini etkilemek yoluyla ulaşılmak istendiği halde ikincisinde, planlamadan sorumlu olan kamusal örgütün ya da örgütlerin kararları, büyük ölçüde, piyasa mekanizmasının yerini alır” (Çelebican, 1974: 589). Kapitalizme özgü olan yol gösterici, özendirici planlamadır (Sezen, Mayıs 1999: 33). Yol gösterici planlama, piyasa aleyhine ilerlememekte, tamamlayıcı bir işlev kazanarak, kamu için emredici, özel sektör için yol gösterici karakter taşımaktadır. Söz konusu özellikler, planlama yönetim biçimlerine de yansımaktadır. Yönetsel etkinliğin planlanması, kapitalist toplumsal formasyonda genellikle yürütme erkinin (siyasal iktidarın) görev ve sorumluluğundadır. Başbakanlığa bağlı ya da Hazine’nin (Maliye Bakanlığı) sorumluluğunda olan merkezi örgüt, yürütmenin sorumluluğu altında planlama örgütü olarak çalışmaktadır. Diğer taraftan, planlama politikasında, politika süreçleri paralelinde18 politikanın oluştuKapitalizmde planlama, kamu kesimini düzenlemekte, özel sektöre ise teşvik ile yön vermektedir. Ayrıca, azgelişmiş ülkelere özgün olarak, Gürgan Çelebican, dual ekonomik yapı dolayısıyla, planlamanın ancak ekonominin belli bir kesimini kapsayacağını belirtmektedir: “azgelişmiş ekonomilerin birçoğunda yarı feodal, başka bir deyişle yarı-kapalı kesimlerin yanı başında oldukça iyi örgütlenmiş piyasalar, özel kesimin yanı sıra kamusal kesim görülmektedir” (Çelebican, 1974:588). 18 Kamu politikası süreçleri, politikanın oluşturulması, politikanın yürütülmesi, politikanın değerlendirilmesinden oluşmaktadır. Ne var ki, söz konusu süreçler, temel olarak aynı kalmakla birlikte farklı şekillerde yeniden formüle edilebilmektedir. Bkz. Hill, 2005. 17 62 Amme İdaresi Dergisi, Cilt 47 Sayı 3 rulması, yürütülmesi ve değerlendirmesinde yetki ve sorumluluk, biçimsel - kurumsal olarak bir binden ayrılmaktadır. Liberal siyaset kuramının, ekonomi– siyaset ayrılığı, siyaset–yönetim bağlamında yeniden üretilmekte (Akbulut, 2005) ve planlamanın hedeflerinin oluşturulması siyasal alana, hedeflere ulaşmak üzere araçların tayin edilmesi ise teknik kadrolara havale edilmektedir. Kapitalizmde planlama sürecinde, politika oluşturma görevi kurul tipi örgütlenen yürütmenin içerisindeki merkezi örgüte verilmekte; planlamanın yürürlüğe girmesi ise yasamanın yetki ve sorumluluğuna bırakılmaktadır; yürütülmesi ise yürütmenin yetki ve sorumluluğunda gerçekleşmektedir. Planlamanın oluşturulmasında, merkezi kurula ek olarak, hükümet içerisinde örgütlenen Bakanlıklar arası komisyonlar ya da planlama komisyonları ile hükümet dışından uzman ve temsilcilerden oluşan özel ihtisas komisyonları rol almaktadır. Bu komisyonlar, planlama politikasında devlet - büyük sermaye işbirliğini kurumsallaştıran yapılardır. Yukarıda belirtilen özelliklerinden de anlaşıldığı gibi, kapitalist sistemde üretim piyasanın eşgüdümünde bireysel mülkiyet temelinde devam etmektedir. Söz konusu özellikleri itibariyle, planlama etkinliği kapitalist sistemi düzenleyici bir işlev taşımakta; kurucu özellik göstermemektedir. Bu düzenleyici işlev, siyasal iktidarın “amaca yönelik karar veya kararlardan oluşan” eylemleridir (Dror, 1968: 12). Planlama, siyasal iktidarın görev ve sorumluluk alanında üretilen bir politikadır.19 Bu noktada, niteliksel ayrımın planlamanın kapitalist ve sosyalist sistemlerde yüklendiği işlevlerde yattığı görülmektedir. Planlamanın kurucu bir işlev gördüğü sosyalist planlama deneyiminde planlama, sistemin kendisini oluşturmakta; kapitalist sistemde ise düzenleyici bir işlev olarak politika seviyesine inmektedir.20 Bu doğrultuda, özsel ayrımın bir sistem olarak planlama ile bir politika olarak planlama arasında olduğu rahatlıkla söylenebilir. Söz konusu ayrım, planlamanın “doğuş nedenleri, varoluş yasaları, içinde barındırdığı iç çelişkiler ve gelişme eğilimleri ve o nesneye özgü belirleyici özellikleri” yani özü itibariyle kurulmaktadır (Malinin, 1979: 161). Özsel farklılığın sınıflandırılması, kavram kategorileri ile yapılmalıdır (Hançerlioğlu, 2006: 424). Kavram kategorilerinin oluşturulması, bilimsel araştırma için zorunludur çünkü “kategoriler, düşüncenin düzenleyici ilkeleri, nesnelerin ve Ancak, her politikanın bir planlama olmadığına dair bir şerh koymak zorunludur. Siyasal iktidarın ekonomik ve toplumsal alanın bütüncül olarak uzun vadeli neyle, nasıl, ne amaçla, vb. yönlendireceğini gösteren, koordine edilmiş ve (maliyeti) hesaplanmış politikalardan oluşmaktadır. Diğer bir deyişle, planlama özel tekellerin bulunduğu yapı üzerine, egemen grupların karşılaştığı sorunları çözmek üzere Devletin politika uygulamasından ibarettir (Pokrovski, 1969: 475). 20 Soyutlama, temelli ögeleri, ikinci üçüncü derecedeki ögelerden arındırmak, can alıcı ögeleri, ilişkileri, diğerlerinden ayırmaktır (Küçük, Ekim 1975:103). 19 Kapitalizmde Planlama: Tarihsel ve Toplumsal Çözümleme 63 fenomenlerin tüm zenginliğini sınıflandırmamızı sağlayan, özne ile nesne arasındaki bağıntının düğüm noktalarıdır” (Malinin, 1979: 137). Çalışma kapsamında, planlamanın tarihsel ve toplumsal karakterinin çözümlenmesi sonucunda oluşturulan kavram kategorileri, planlama sistemi ve planlama politikası, planlamayı piyasa karşıtlığı içinde piyasadan ayrı ve yapay bir akıl olarak biçimci liberal açıklamalara bir alternatiftir. Yeni kavram kategorileri, planlamanın farklı doğuş nedensellikleri temelinde üstlendiği işlevsel / niteliksel farklılık üzerinden kurulmaktadır. SONUÇ: TARİHSEL VE TOPLUMSAL PLANLAMA TEMELİNDE DOĞRU BİLİNENLERİ SORGULAMAK Çalışma kapsamında kapitalizmde planlama olgusunun, kapitalist gelişme sürecinin dinamikleri temelinde doğduğu ve geliştiği görülmüştür. Planlama kapitalist gelişme sürecinde tekelci kapitalizm döneminde devletçiliğin yönetim biçimi olarak doğmuş, birikim süreçlerindeki değişme ve kırılmalar paralelinde gelişme göstermiştir. 1930’larda hüküm süren tekelci kapitalizm - müdahaleci devlette, yönetimin devlet – tekelci sermaye birlikte yönetiminin kurumsallaşmış biçimi olarak doğan klasik planlama politikası, 1945 sonrasında tekelci kapitalizmce, uluslararası ilişkiler içerisinde gelişmiş ve yeniden üretilmiştir. 1960’lar ile klasik planlama yaklaşımı iki yüze sahiptir: Bir tarafta uluslararası ilişkilerin merkezindeki ülkelerin azgelişmiş / gelişmekte olan ülkelere müdahalelerinin planlandığı politika planlaması ve diğer tarafta azgelişmiş ülkelerin sistemle dış borçlanma mekanizması üzerinden bütünleşmesini amaçlayan kalkınma planlaması. 1930’larda kurulan, Savaş sonrasında yeniden üretilen ve yaygınlaşan kapitalizmde planlama etkinliğinin ortak noktası devletçi ekonomi politikası ve müdahaleci devlet biçimine dayanmasıdır. Bu anlamda, 1930’lardan 1960’lara yönetim biçimi olarak planlamada bir kırılma değil, süreklilik vardır. Ne var ki, küreselleşme-finansallaşma dönemini açan 1970’ler sonrasında devletçi ekonomi politikalarının tasfiye edilerek piyasa ekonomisinin üstünlüğünün tanınması ve müdahaleci devletin devletçi kolları kesilerek düzenleyici devlete geçişi, planlama yaklaşımında bir kopuş yaratacaktır. Yeni dönemle birlikte klasik planlama politikası (tekelci - devletçi) terkedilecektir. Ne var ki, terkedilen müdahaleci devlet ve klasik planlama politikasıdır. Yeni dönem çok geçmeden kendi yönetim biçimini yeniden kurmuştur. Yeni dönemde, düzenleyici devletin bir işlevi olarak planlamanın konusunu, düzenleyici etkinliklerin oluşturduğu iddia edilebilir. Stratejik planlama olarak gündeme gelen yeni planlama biçimi, politikanın planlaması dönemine açılmaktadır. Bu bağlamda, 1980’lerle birlikte önce klasik planlama anlayışının terkedilmesi, ardından neo-planlama döneminin kurgulanması ve kurumsallaşması dönemi gelecektir. 64 Amme İdaresi Dergisi, Cilt 47 Sayı 3 Bu nedenle, kapitalist sistemdeki planlama, kapitalist üretim sürecinin tarihsel ve toplumsal altyapısının bir ürünüdür ve sosyalist planlamadan özsel olarak farklılaşır. Liberal siyaset kuramının planlama - piyasa ikiliği yerine, özsel farklılık planlama sürecinin sistem (üretim tarzı) temelinde yüklendiği işlev üzerinden soyutlanabilir: kurucu ve düzenleyici işlev. Sosyalizmde planlama, piyasanın tasfiye edildiği (ya da edileceği) ekonomik yapıda, kurucu bir işleve sahiptir. Kurucu işlev olarak, sosyalist sistemin maddi üretim koşullarının olduğu gibi toplumsal üretim ilişkilerinin de belirleyicisidir. Bu nedenle, sosyalist sistemde planlama etkinliği, sistemin kendisi haline gelmektedir. Planlama sistemi, sosyalizmde kurucu işleve sahip planlama kavram ve olgusunu işaret etmektedir. Kapitalizmde yönetsel etkinliğin planlaması ise düzenleyici bir işleve sahiptir. Söz konusu düzenleyici işlev, siyasal iktidarın toplumsal ve ekonomik alanı düzenleyici etkinliği olarak, bir (bütüncül, uzun dönemde, koordineli ve hesaplanabilir sonuçlara sahip) politika olarak görülebilir. Bu doğrultuda, kapitalizmde planlama, planlama politikası olarak kavramsallaştırılarak, sosyalizmde planlama kavram ve olgusundan ayrılmıştır. Bu doğrultuda kurulan planlama sistemi – planlama politikası kavram kategorileri, planlama - piyasa ikiliği ve bu ikiliğin planlamaya yüklediği teknik ve evrensel karaktere meydan okumakta; planlamanın yeni bir yöntemle incelenmesinin altyapısını hazırlamaktadır. Söz konusu yöntemsel yaklaşımda, planlama tarihsel ve toplumsaldır. Bu karakter, birçok doğru bilinen savı sorgulatır. Bu doğrultuda, kapitalist planlama yani planlama politikası, kapitalizme içkindir. Kapitalizmde planlama, sosyalist planlamanın aksine komünizme geçiş amacı taşımamakta; kapitalist üretimin maddi ve toplumsal ilişkilerini yeniden üreten bir işlev üstlenmektedir. Diğer bir ifadeyle, planlama toplumsal üretim ilişkilerinin bir biçimi olarak kendiliğinden bir değer taşımamaktadır: Örneğin planlama sıklıkla ve bilinçsizce aktarıla geldiği gibi yalnızca komünist yönetimin bir aracı değildir. Planlama, liberallerin planlama – piyasa ikiliği temelinde çoğu zaman dönüştürücü bir güç olarak ele alınır. Planlama ve piyasanın ayrı birer alan ve akıl olmadığı, planlama politikasının piyasanın üst yapısal bir kuruluşu olduğu kabulü, alan yazının büyük bir bölümünü değersizleştirir. Asıl olarak, planlama politikası ne piyasaya karşın piyasaya dikte edebilecek ne de piyasanın eşitsizliklerini yok edebilecek güce sahiptir. Çalışma kapsamında kurulan kavramsal kategorizasyon (ve yansıttığı gerçeklik), planlamanın tarihsel - toplumsal temellerinden koparılarak, farklı üretim biçimlerine özgü planlama uygulamalarının karşılaştırılmasına/karıştırılmasına meydan vermeyecektir. Planlama politikasının, planlama sisteminden daha demokratik olduğu şeklindeki görüşler, bilimsel olarak değersiz- Kapitalizmde Planlama: Tarihsel ve Toplumsal Çözümleme 65 dir. Değersizdir, çünkü farklı genel ve temel özelliklere sahip bu iki olgu/kavram, (ilkokul öğretmenlerinin tabiriyle) elma ile armut’ un karşılaştırılmasına benzer. Üretim ve mülkiyetin toplumsallaştığı bir sistemin kurucu ögesi olan ve tüm ekonomik birimlerin karar ve etkileriyle hazırlanan planlama süreci mi daha demokratiktir; yoksa üretim ve mülkiyetin bireylerde olduğu ve temsili demokrasinin politika oluşturma süreçlerine sahip kapitalist devlette mi planlama süreci daha demokratiktir? Planlama literatürüne egemen bir başka sorun da, ekonomik gelişmişlikle planlama arasındaki ilişkilerin göz ardı edilmesiyle ortaya çıkmaktadır. Oysa planlama politikaları, kapitalist gelişme aşamalarına özgü olarak yeniden üretilmektedir. Örneğin, kalkınma planlaması Soğuk Savaş döneminde tekelci sermayenin uluslararasılaşma sürecinde, azgelişmiş ülkelerin kapitalist sistemle bütünleşmesinin aracı olarak kurulmuştur. Bu nedenle, 1980 sonrası küreselleşme – finansallaşma döneminde kalkınma planlamasına nostalji beslemenin siyasal ve bilimsel bir kazanımı olmayacaktır, çünkü kalkınma planlamasını doğuran altyapısal özellikler (uluslararası ticaret, kalkınma ekonomisi, müdahaleci devlet, vb.) tasfiye edilmiştir. 1980 sonrası dönemin planlama politikası, küreselleşme -finansallaşma döneminin altyapısından beslenecektir. KAYNAKÇA Akbulut, Örsan (2005), Siyaset ve Yönetim İlişkisi Kuramsal ve Eleştirel Bir Yaklaşım, Ankara: TODAİE. Akçay, Ümit (2007), Kapitalizmi Planlamak Türkiye'de Planlamanın ve DPT'nin Dönüşümü, İstanbul: Sosyal Araştırmalar Vakfı. Başkaya, Fikret (2005), Kalkınma İktisadının Yükselişi ve Düşüşü, 5. Baskı, Ankara: Özgür Üniversite. Bayramoğlu, Sonay (2005), Yönetişim Zihniyeti Türkiye’de Üst Kurullar ve Siyasal İktidarın Dönüşümü, İstanbul: İletişim. Beales, H.L. (1934), “The Great Depression in Industry and Trade”, Economic History Review’den akt. Yalçın Küçük, “Gelişme ve Eşitsiz Gelişme Yasası”, Ekonomik Yaklaşım, 1981: 21-40. Bettelheim, Charles (1965), Sosyalist Planlama, Evren’den akt. İlhan Tekeli, Akılcı Planlamadan Bir Demokrasi Projesi Olarak Planlamaya, İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 2009. Bettelheim, Charles (1967), Studies in the Theory of Planning, India: Asia Publishing. Boratav, Korkut (1973), Sosyalist Planlamada Gelişmeler, Ankara: Sevinç Matbaası. Bottomore, Tom (1995), “İngilizce Basıma Giriş”, Rudolf Hilferding, Finans Kapital, İstanbul: Belge. Bourdieu, Pierre (1998) “The Essence of Neoliberalism”, Le Monde Diplometique’den akt. Erinç Yeldan, “Neoliberal Küreselleşme İdeolojisinin Kalkınma Söylemi Üzerine Değerlendirmeler”, Praksis, Yaz 2002. 66 Amme İdaresi Dergisi, Cilt 47 Sayı 3 Braithwaite, John (2002), “Accountability and Governance under the New Regulatory State”, Australian Journal of Public Administration, C.58, S.1 (March 1999), s.9097. Carr, Edward (1996), Tarih Nedir?, Çev. Misket Gizem Gürtürk, İletişim, 5. Baskı, İstanbul, 1996. Churchward, L. (1961), “Comtempraray Soviet Theory of the Soviet State”, Soviet Studies, C.12 S.4, s.404-419. Celasun, Merih (1984), “Piyasa Ekonomilerinde Planlama”, ODTÜ Gelişme Dergisi, C.11, S.3 & 4, s.325-347. Çelebican, Gürcan (1974), “Sosyalist Planlama Kavramı”, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C.31 S.1-4, s. 587-601. Demir, Ömer (1996), Kurumcu İktisat, İstanbul:Vadi. Dobb, Maurice (1981), Kapitalizm Sosyalizm Azgelişmiş Ülkeler ve İktisadi Kalkınma, (Çev. D. D. Selik), Ankara: AÜ SBF Yayınları No: 467. Dror, Yehezkel (1968), Public Policy Making Reexamined, USA: Chandler Publishing Company. Dror, Yehezkel (1971), “Planning in the United States? - Some Reactions by a Foreign Observer”, Public Administration Review, C.31 S.3, s.399-403. Ekiz, Cengiz (2010), “Kapitalist Gelişmenin Tılsımı: Rekabet İlkesi”, Memleket Siyaset Yönetim, C.5, S.14, s.150-186. Engels, Friedrich - K. Marx (2002), Gotha ve Erfurt Programlarının Eleştirisi, Ankara: Sol, 2002. Engels, Friedrich (2010), Ailenin Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni, Ankara: Sol. Gulick, Luther (1937), “Notes on the Theory of Administration”, Notes on the Theory of Administration, L. Gulick ve L. Urwick (ed.), New York: Institute of Public Administration, s.1-46. Güler, Birgül Ayman (2010), “Sosyalist Yönetim Düşüncesini Araştırmak”, Yönetim Üzerine Prof. Dr. Kurthan Fişek için, İ. Ö. Sayan (Dü.), Ankara. Hançerlioğlu, Orhan (2006), Felsefe Sözlüğü, 15.Baskı, İstanbul: Remzi Kitabevi. Harvey, David (2004), Yeni Emperyalizm, 1. Baskı, (Çev. H. Güldü), İstanbul: Everest. Herberg, Mikkal E. (1981), “Politics, Planning, And Capitalism: National Economic Planning in France and Britain”, Political Studies, C.29 S.4, s.497-516. Hilferding, Rudolf (1995), Finans Kapital, İstanbul: Belge. Hill, Michael (2005), The Public Policy Process, 5. Baskı, England: Pearson Education. Hürriyet Partisi (1957), Hürriyet ve Refah Yolu Hürriyet Partisinin 5 Yıllık İktisadi Gelişme Planı, Ankara: Hürriyet Partisi. Kapp, Karl W. (1939), “Economic Regulation and Economic Planning”, The American Economic Review, C.29 S.4, s.760-773. Kaynak, Muhteşem (2009), Kalkınma İktisadı, 3. Baskı, Ankara: Gazi Kitabevi. Kapitalizmde Planlama: Tarihsel ve Toplumsal Çözümleme 67 Keskinok, Çağatay (2005), “Planlama ve Postmodern Tuzaklar”, Bilim ve Ütopya, s. 2324. Kothari, Rajni (1989), Rethinking Development, New Horizon Press, NY, s.143’den akt. Fikret Başkaya, Kalkınma İktisadının Yükselişi ve Düşüşü, 5. Baskı, Ankara: Özgür Üniversite, 2005. Küçük, Yalçın (1972), Endüstrileşme Sürecinin Temel Sorunları- Sovyet Deneyimi 1925-1940, İstanbul: Bilim. Küçük, Yalçın (1975), Planlama, Kalkınma ve Türkiye, 2. Baskı, İstanbul: Bilim Yayınları. Küçük, Yalçın (1981), “Gelişme ve Eşitsiz Gelişme Yasası”, Ekonomik Yaklaşım, C.2, S.6, s.21-40. Latouche, Serge (1992), “De la mondialisation economique â la decomposition sociale”, L’Homme et La Sodete, 4, s.14’den akt. Fikret Başkaya, Kalkınma İktisadının Yükselişi ve Düşüşü, Özgür Üniversite, İstanbul, 2005, s.38. Lenin, Vladimir İ. (1998), Kapitalizmin Son Aşaması Emperyalizm, 1. Baskı, Ankara: Bilim ve Sosyalizm Yayınları. Majone, Giandomenico (1997), From Positive to the Regulatory State: Causes and Consequences of Changes in the Mode of Governance, Working Paper. Malinin, V. A. (1979), Marxçı-Leninci Felsefenin Temelleri I - Diyalektik Maddecilik, (Çev. V. Aytaman), Konuk Yayıncılık. Marx, Karl (2003), Kapital Cilt:I, Eriş. Mises, Ludwig Von (2000), Bürokrasi, 2. Baskı, Ankara: Liberte. Övgün, Barış (2009), Kalkınma Planlamasından Stratejik Planlamaya, Kamu Yönetimi: Yapı İşleyiş Reform, Barış Övgün (ed.), Ankara: KAYAUM, s.145-164. Pildes, R.H. ve C.R.Sunstein (1995), “Reinventing the Regulatory State”, The University of Chicago Law Review, C.62, S.1, s.1-129. Pokrovski, A. (1969), “Socialist Planning and Capitalist Programming: An Analytical Comparison of the Procedures”, Public Economics An Analysis of Public Production and Comsumption and Their Relations to the Private Sectors, J. Margolis, J. ve H. Guitton (ed.), New York: St Martin's Press, s. 475-484. Poulantzas, Nicos (1990), “Kapitalist Devlet Sorunu”, Kapitalist Devlet Sorunu, Murat Belge ve Atilla Aksoy (düzl.) (Çev.Yasemin Berkman), İstanbul: İletişim, s.11-40. Reagon, Patrick D. (1999), Designing a New America: The Origins of New Deal Planning, University of Massachusetts. Sezen, Seriye (1999), Devletçilikten Özelleştirmeye Türkiye'de Planlama, Ankara: TODAİE Yayın No:293. Shaikh, Anvar (1985), “Günümüzün Dünya Bunalımı: Nedenleri ve Anlamı”, 11. Tez, Sayı:1, s.91’den akt. Ümit Akçay, Kapitalizmi Planlamak Türkiye’de Planlama ve DPT’nin Dönüşümü, İstanbul:Sosyal Araştırmalar Vakfı, 2007. Sweezy, Paul (2007), Kapitalist Gelişme Teorisi, (Çev. Gülsüm Akalın), İstanbul: Kalkedon. 68 Amme İdaresi Dergisi, Cilt 47 Sayı 3 Şaylan, Gencay (2003), Değişim Küreselleşme ve Devletin Yeni İşlevi, 2. Baskı, Ankara: İmge. Türkay, Mehmet (2003), “Karar Alma Süreçlerinin Özelleştirilmesi”, İktisat Dergisi’nden akt. E. Tuncay, Dünya Bankası'nın "Gelişme" Söyleminin Gelişimi, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul: Marmara Üniversitesi SBE İktisat ABD, 2004. Tuncay, Ebru (2004), Dünya Bankası'nın "Gelişme" Söyleminin Gelişimi, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul: Marmara Üniversitesi SBE İktisat ABD. United Nations Development of Economic Affairs (1951), Measures for the Economic Development of Underdeveloped Countries’den akt. Oktay Yenal, “Planlama'ya Dair Dünyada ve Türkiye'de İktisadi Planlama Kuram ve Uygulamaları”, Attila Sönmez’e Armağan Türkiye’de Planlamanın Yükselişi ve Çöküşü, E. Türkcan (Dü.), İstanbul: Bilgi Üniversitesi, 2010, s.511-526. United Nations Secretary General (1963), Planning for Economic Development, New York: UN’den akt. Gürgan Çelebican, “Sosyalist Planlama Kavramı”, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 1974, C.31 S.1-4, s. 587-601. Ünay, Sadık (2006), Neoliberal Globalization and Institutional Reform: The Political Economy of Development and Planning in Turkey, New York: Nova Publishers. Yenal, Oktay (2010), “Planlama'ya Dair Dünyada ve Türkiye'de İktisadi Planlama Kuram ve Uygulamaları”, Attila Sönmez’e Armağan Türkiye’de Planlamanın Yükselişi ve Çöküşü, E. Türkcan (Dü.), İstanbul: Bilgi Üniversitesi, s. 511-526. Yılmaz (Uçar), Aslı, “Türkiye’de Planlama Politikası ve Yönetimi: Planlamanın Siyasal İktisadı ve Yönetsel Kuruluşu”, Ankara Üniversitesi SBE Yönetim Bilimleri, Doktora Tezi (Danışman: Erinç Yeldan), Ankara, 2012. Yeldan, Erinç (Yaz 2002), “Neoliberal Küreselleşme İdeolojisinin Kalkınma Söylemi Üzerine Değerlendirmeler”, Praksis. World Bank (1997), World Development Report: The State in a Changing World, Washington: World Bank.