GELİŞİM PSİKOLOJİSİ GELİŞİMLE İLGİLİ TEMEL KAVRAMLAR, GELİŞİM İLKELERİ, GELİŞİM GÖREVLERİ, GELİŞİMİ ETKİLEYEN FAKTÖRLER Gelişimle İlgili Temel Kavramlar Büyüme: Bireyin vücudundaki hacimsel değişmedir. Yani insanın boyunun uzaması, kilosunun artması bir büyüme göstergesidir. Olgunlaşma: Vücudun doğuştan genetik olarak sahip olduğu fonksiyonları zamanla yerine getirebilme yetkinliğine sahip olmasıdır. Örneğin, bebeklerin yürüyebilmeleri için yaklaşık bir yaşında olmaları beklenir. Çünkü, bacak kaslarının vücut ağırlığını taşıması ve vücut dengesinin sağlanması dolayısıyla bebeklerin yürüme fonksiyonunu yerine getirebilecekleri biyolojik olgunluğa erişmeleri için, ilk bir yıldaki bu zaman değişimine ihtiyaç vardır. Öğrenme: Bireyin çevresiyle etkileşimi ve yaşantıları sonucunda davranışlarında meydana gelen kalıcı değişikliklerdir. Bir bebek başlangıçta babasını çevredeki herhangi bir nesneden farklı algılamaz iken, babasıyla girdiği etkileşimler sonucunda onun annesiyle birlikte kendisi için “önemli bir kişi” olduğunu öğrenmeye başlar. Yine, bireyin soyut düşünmeyi öğrenmesi için çocukluk dönemini tamamlayıp ergenlik dönemine girmesi beklenir. Bu noktada, öğrenmenin gerçekleşmesi için büyüme ve olgunlaşmanın ön koşul olduğu söylenebilir. Hazırbulunuşluk (Hazır Olma): Bireyin bir davranışı sergilemesi için gerekli tüm donanıma sahip olmasıdır. Bu donanım büyümeyi, olgunlaşmayı, önceki öğrenmeleri, istekliliği, sağlık durumunu vb. içerebilir. Örneğin, ilköğretim birinci sınıfa başlayan bir çocuğun yazı yazma davranışına ilişkin hazırbulunuşluğu, parmaklarının kalemi istenilen biçimde tutabilmesi için gerekli ince motor kaslarındaki olgunlaşmaya; önceden kalemi tutmak için yaptığı denemelere; yazı yazmaya ilişkin istekliliğine; kolunu ve parmaklarını kullanmasını engelleyebilecek fiziksel bir özürünün olup olmamasına bağlı olabilir. Çocuğun bu özelliklere (donanıma) ne derece sahip olduğunun bilinmesi, onun yazı yazma davranışına ne kadar hazır olduğuna ilişkin bize bir fikir verecektir. Gelişim: Bireyin doğuştan getirdiği özelliklerine ve çevreyle olan etkileşimine bağlı olarak fiziksel, zihinsel, psikolojik ve sosyal özelliklerinde meydana gelen olumlu değişimlerdir. Gelişimin olması için büyüme, olgunlaşma, öğrenme ve hazırbulunuşluk gereklidir. Gelişim; büyüme, olgunlaşma, öğrenme ve hazırbulunuşluğu da kapsayan daha geniş bir kavramdır. Örneğin, mantığa dayalı düşünme biçimi, ilköğretim birinci kademede bulunan çocuklardan beklenen zihinsel (bilişsel) bir gelişim özelliğidir. Çocukta mantıklı düşünmenin gerçekleşmesi (gelişim) için yaklaşık 6-11 yaşlarında olması (büyüme), zihinsel kapasitesinin mantıklı düşünebilme fonksiyonunu kullanabilmesi (olgunlaşma), eğitim yoluyla ona sunulan farklı çevresel uyarıcılar karşısında mantıklı düşünerek problemlerini çözebilmesi (öğrenme) ve mantıklı düşünmeye ilişkin tüm fiziksel ve psikolojik donanımının hazır olması (hazırbulunuşluk) gerekmektedir. Bu nitelikler bir arada olduğu zaman, mantıklı düşünmenin de içinde yer aldığı zihinsel bir gelişimden bahsedebiliriz. Gelişim Görevleri: Bireyden her gelişim döneminde başarması beklenen davranışlardır. Örneğin, çocuğun bebeklik dönemi sonunda katı yiyecekleri çiğnemesi ve yutması, ergenlik dönemi sonunda kendi bedenindeki değişimleri kabul etmesi, bu dönemlerde beklenen birer gelişim görevleridir. Kritik Dönem: Bireyin belirli davranışları kazanma ve belirli becerileri öğrenmesi için en uygun ve avantajlı olan dönemdir. Örneğin, ağlayarak karnının acıktığını belli eden bir bebek annesi tarafından doyurulduğunda ve ihtiyaç hissettiğinde annesini yanında gördüğünde, ona karşı temel güven duygusu geliştirebilecektir. Bebeklik dönemi, temel güven duygusunun kazanılmasında kritik bir dönemdir. Bu dönemde kazanılacak temel güven duygusu, ileriki dönemlerde bireyin başkalarına ve kendine güven duymasını kolaylaştırarak, onun psikolojik ve sosyal gelişimini olumlu etkileyebilecektir. Gelişim İlkeleri 1. Gelişim, kalıtım ve çevrenin ortak etkileşimi sonucunda gerçekleşir: Doğuştan kalıtımsal olarak getirilen özellikler ile çevresel uyarıcılar etkileşerek bireyin gelişim çizgisini oluştururlar. Örneğin, kalıtımsal olarak oldukça uzun boylu ve atletik yetenekleri olan bir ilköğretim öğrencisi, bulunduğu kasabada basketbol sahası olmadığı için fiziksel özelliklerini ve yeteneğini geliştirebileceği çevresel uyarıcılardan yoksundur. Yani, kalıtımsal özellikleri yeterli olmasına karşın çevresel olanakların bulunmayışı, onun yeteneklerini kullanabilmesini ve geliştirmesini sınırlamaktadır. 2. Gelişim, süreklidir ve aşamalı olarak gerçekleşir: Gelişim, anne karnından başlayarak, bireyin yaşamının sonuna kadar devam eder. Gelişim, ardışık yapıdaki aşamalarla gerçekleşir. Bir gelişim aşaması, hem bir önceki aşamaya dayalıdır, hem de bir sonraki aşamaya hazırlık niteliğindedir. Örneğin, üç yaşındaki bir çocuğun topa ayağıyla vurarak rahatça oynayabilmesi için, önceki dönemlerde destek olmadan ayakta durabilme, yürüyebilme, koşabilme gibi belirli fiziksel yeterlikleri aşamalı olarak kazanması gerekir. 3. Gelişim alanları bir bütünün parçası olarak birbirleriyle ilişkilidir: Gelişimin fiziksel gelişim, zihinsel gelişim, duygusal gelişim gibi farklı alanları olmakla birlikte, bu gelişim alanları çoğunlukla birbirini etkileyerek aslında bir bütünün parçası olarak karşımıza çıkmaktadır. Örneğin, zeki ve derslerinde başarılı olan bir öğrenci öğretmenlerinden, arkadaşlarından ve ailesinden takdir görür. Takdir edildikçe kendisini daha olumlu değerlendirir, insanlarla daha olumlu ilişkiler kurar ve başarılı olma yönündeki motivasyonu artar. Akademik becerileri sınırlı olan ve derslerde yeterince başarılı olamayan bir öğrenci ise, çevresindeki insanlardan bu konuda olumsuz değerlendirmeler aldıkça kendisini de olumsuz değerlendirebilir, kendine olan güveni azalabilir ve akranlarıyla olumsuz iletişimlere girebilir. Yani, bu örnekte zihinsel gelişim duygusal ve sosyal gelişimi etkilemektedir. 4. Gelişimde bireysel farklılıklar vardır: Bireyin gerek kalıtım yoluyla gerekse sonradan yaşantıları sonucu kazandığı özellikleri, ona herkesten farklı ve kendine özgü bir kimlik sunmaktadır. Bir bebek yürümeye bir yaşında başlayabilir, bir başkası dokuz aylıkken yürüyebilir. Aynı yaşta bulunan iki öğrenciden birisi okuma-yazmayı daha erken öğrenebilir, diğeri daha geç öğrenebilir. Burada, bireyin bir başkasıyla karşılaştırıldığında hangi konumda olduğu değil, kendi potansiyeli içinde bireysel özelliklerini ne ölçüde kullanabildiği önemlidir. 5 Gelişim baştan ayağa ve içten dışa doğru gerçekleşir: Gelişimin bu ilkesi bireyin daha çok fiziksel gelişimi ile ilgilidir. Doğum öncesinde embriyonun önce başı, sonra kolları ve bacakları gelişir. Doğum sonrasında bebeğin başı yaklaşık olarak tüm vücudunun dörtte biri kadardır. Yetişkin bir bireyde ise bu oran sekizde birdir. Doğum sonrasında bebek başını kontrol etme ve dik tutma becerisini kazandıktan sonra, kollarını ve bacaklarını kullanarak emeklemeye ve sonrasında yürümeye başlar. Yine, bebeğin önce iç organları ve gövdesi gelişir, daha sonra vücudun dış kısmında bulunan kolları ve elleri gelişir. 6. Gelişim, genelden özele doğrudur: Bir bebek ilgisini çeken bir nesneye başlangıçta bütün vücudu ile hamle yaparken, birkaç hafta sonra sadece kollarını uzatarak ulaşabilecektir. Çocuklar önce büyük kas faaliyetlerini yapabilirler (bir nesneyi tutma gibi), daha sonra ince motor kas faaliyetlerini gerçekleştirebilirler (yazı yazma gibi). 7. Gelişim alanlarının önemi, değişik dönemlerde farklılaşabilir (gelişim nöbetleşe devam eder): Gelişim alanları, değişik dönemlerde göreceli olarak farklı bir önem taşıyabilirler. Örneğin, bebeklik döneminde bedensel ve psikomotor gelişim ön plana çıkarken; çocukluk döneminde zihinsel gelişim, ergenlik döneminde ise bedensel değişime bağlı psikolojik gelişim önem kazanabilir. Gelişim Görevleri Bireyden her gelişim döneminde başarması beklenen davranışlar, Havighurst tarafından gelişim görevleri olarak adlandırılmıştır. Bireyin hem kalıtımsal hem de çevresel faktörleri içeren hazırbulunuşluk düzeyi, gelişim görevlerinin başarılmasında önemlidir. Bebeklik, ilk çocukluk, son çocukluk ve ergenlik dönemlerine göre gelişim görevleri şöyle sıralanabilir: Bebeklik Dönemi (0-2 yaş) Gelişim Görevleri - Doğum sonrası fiziksel çevreye uyum sağlama - Katı yiyecekleri yiyebilme - Yürüme - Konuşma - Tuvalet kontrolünü gerçekleştirme İlk Çocukluk Dönemi (2-6 yaş) Gelişim Görevleri - El-göz koordinasyonunu sağlama - Kendi başına giyinme-soyunma, yemek yeme gibi öz-bakım becerilerini kazanma - Cinsel kimliğini kazanma ve cinsiyet farklılığını öğrenme - Sosyal kuralları ve sosyal rolleri öğrenmeye başlama - Ailesiyle ve yakın çevresiyle ilişki kurabilmeyi öğrenme Son Çocukluk Dönemi (7-11 yaş) Gelişim Görevleri - Akranlarıyla olumlu ilişkiler kurmayı öğrenme - Kendisine ilişkin tutumlar geliştirme - Okuma, yazma ve aritmetik olarak bilinen temel akademik becerileri kazanma - Cinsiyetine uygun sosyal rolleri öğrenme - Bağımsız davranışlar geliştirme - Değerler ve vicdan anlayışı geliştirme Ergenlik Dönemi (12-18 yaş) Gelişim Görevleri - Kendi bedensel özelliklerini kabul etme - Kendi cinsinden ve karşı cinsten olan yaşıtları ile daha olumlu ilişkiler kurma - Yetişkinler içinde duygusal bağımsızlığını kazanma - Yetişkin erkek ya da kadın sosyal rolünü benimseme - Evlilik ve aile hayatına hazırlanma - Bir mesleğe yönelme ve mesleğe hazırlık - Toplumsal sorumluluklar almaya istekli olma Gelişimi Etkileyen Faktörler Kalıtım: Gelişimi etkileyen en önemli faktörlerden birisi kalıtımdır. Her canlı, kendi soyunun özelliklerini genlerinde taşır. Canlının kalıtımsal (genetik) olarak önceki kuşaklardan aktarılan özelliklerine genotip; genetik kodlarının (genotip) dışardan gözlenebilen özelliklerine fenotip adı verilir. Yani, bir insanın fiziksel görünümü davranışları, kişiliği vb. onun fenotibini oluşturmaktadır. Genotipte genetik özelliklere bağlı bir yapı bulunurken; fenotipte genetik yapının çevresel faktörlerle etkileşerek oluşturduğu özellikler söz konusudur. Örneğin, anne-babasının boyu uzun olan ve genetik olarak boyunun uzun olması beklenen bir çocuk, kötü ve yetersiz beslendiği için beklendiği ölçüde uzun boylu olmayabilir. Çevre: Kalıtımla birlikte gelişimi etkileyen bir diğer önemli faktör de, bireyin içinde bulunduğu çevresel koşullardır. Çevre; canlının doğum öncesinde, doğum sırasında ve doğum sonrasında karşılaştığı tüm etkilerdir. Kalıtımsal özellikler, uygun bir çevre olduğu zaman bireysel özelliklere dönüşür. Örneğin, doğuştan müzik yeteneğine sahip bir çocuk, hayatı boyunca bir enstrüman çalmamışsa ya da bu yönde bir eğitim olanağı ile karşılaşmamışsa, müzik yeteneğini ortaya koyamayacaktır. Çevresel faktörler ya da bireyin içinde bulunduğu ortam, doğum öncesinden başlayarak yaşamın bitimine kadar olan evrede aslında bireyin “yaşam kalitesini” belirlemektedir. Bireyin yaşam kalitesini etkileyen bu çevresel faktörler üç kısımda incelenebilir: 1. Doğum Öncesi Çevresel Faktörler: Annenin genel sağlığı, daha önce geçirdiği ya da halen varolan hastalıkları (diabet, epilepsi vb.), yetersiz beslenmesi, aşırı kilolu olması, kontrolsüz aldığı ilaçlar, sigara, alkol vb. zararlı alışkanlıkları, akraba evliliği, kan uyuşmazlığı, radyasyonla ya da kimyasal maddelerle temas etme, ağır çalışma temposu, psikolojik travmalar, gebeliğin doktor kontrolünde geçirilmesi gibi etmenler çocuğun gelişimini doğum öncesinde olumlu ya da olumsuz etkileyebilecek çevresel faktörler içinde sayılabilir. 2. Doğum Sırasındaki Çevresel Faktörler: Çocuğun doğum sırasında oksijensiz kalması, göbek kordonunun dolanması, doğum aletlerinin yanlış kullanılmasına bağlı olarak bebeğin vücudunda oluşan hasarlar vb. doğum sırasındaki çevresel faktörlere örnek verilebilir. 3. Doğum Sonrası Çevresel Faktörler: Bebeğin dünyaya gelişinden itibaren karşılaştığı tüm fiziksel ve kültürel uyarıcılardır. Geçirdiği hastalıklar, kazalar, iklim, beslenmesi, aldığı eğitim, içinde yaşadığı kültürel ortam, kardeş sayısı, doğum sırası, anne-babanın çocuk yetiştirme biçimleri, anne-babanın sosyo-ekonomik durumu, öğretmen tutumları vb. etkiler çocuğun doğumundan sonraki gelişim alanlarını etkileyen faktörlerdir. BEDENSEL VE PSİKO-MOTOR (DEVİNSEL) GELİŞİM Gelişimin temel kavramları konusunda büyüme kavramı boyun uzaması, ağırlığın artması gibi vücuttaki hacimsel bir artış olarak tanımlanmıştı. Büyüme ve olgunlaşmaya paralel olarak, bireyin bedensel faaliyetlerde vücut organlarını kullanabilmedeki becerisine psiko-motor beceri adı verilir. Psiko-motor gelişimin ilgi alanı da, bu becerilerin ne zaman ve hangi ölçüde kazanıldığı ile ilişkilidir. Bedensel faaliyetlerin yerine getirilmesinde güç, hız, dikkat, denge, eşgüdüm gibi bireysel nitelikler, psiko-motor becerilerin gelişiminde belirleyici olabilmektedir. Örneğin, bir çocuğun atılan topu tutmadaki başarısı dikkatine, hızına, gücüne, vücudunun dengesine ve gözkol-el eşgüdümüne bağlı olarak değişebilir. Bu niteliklerden birisinin ya da bir kaçının yeterli düzeyde olmaması, çocuğun topu tutmaya ilişkin psiko-motor becerisini olumsuz etkileyecektir. Aşağıda, gelişim dönemlerine göre bireyin bedensel ve psiko-motor gelişimi açıklanmaktadır. Doğum Öncesinde Gelişim Büyüme ve gelişmenin en hızlı olduğu dönem olarak bilinen doğum öncesinde, bebeğin gelişimi üç dönemde incelenebilir. Birincisi, döllenmeyle başlayan ve yaklaşık iki hafta süren dölüt (germinal) dönemidir. Yumurtanın sperm tarafından döllenmesiyle, anneden ve babadan gelen 23’er çift kromozomun birleşmesi sonucunda anne karnında 46 kromozomdan oluşan tek hücreli zigot adı verilen bir canlı meydana gelir. Her kromozom, genetik bilgiyi ileten daha küçük birimler olan genlerden oluşur. Genler tek olarak ya da kombinasyon halinde canlının özelliklerini belirlerler. Zigot, ilk iki hafta içinde mitos bölünmeyle çoğalmaya başlar. Doğum öncesindeki ikinci gelişim dönemi, üçüncü haftadan sekizinci haftaya kadar devam eden embriyo dönemidir. Embriyo dönemi, merkezi sinir sisteminin ve vücut organlarının gelişimindeki en kritik dönemdir. Bu dönemde çeşitli nedenlerle oluşmayan göz, kulak gibi bir organın daha sonraki dönemlerde oluşması mümkün değildir. Bu dönemin sonunda, embriyo adı verilen canlı insan görünümü almaya başlar. Kolları, ayakları ve yüzü açık biçimde farkedilebilir. Bebeğin anne karnındaki üçüncü gelişim dönemi, dokuzuncu haftadan başlayan ve doğuma kadar (38. hafta) devam eden fetüs (fetal) dönemidir. Fetüs döneminde kas gelişimi hızlıdır. Yaklaşık 16.-18. haftalarda fetüsün hareketleri anne tarafından hissedilmeye başlanır. Fetüsün yüz hatları doğumdaki biçimini alır ve fetüs 24. haftaya kadar doğumda görünecek pek çok özelliğine sahip olur. Yaklaşık 28. haftada (7. ay), erken doğum olsa bile fetüs yaşayabilir bir gelişime ulaşmıştır. Bebeklik Döneminde (0-2 Yaş) Bedensel ve Psiko-Motor Gelişim Doğumdan sonra bireyin bedensel olarak en hızlı büyüdüğü dönem bebeklik dönemidir. Boyun uzaması, ağırlığının artması gibi vücuttaki hacimsel bir artışı ifade eden büyüme, doğumla birlikte ilk yılda oldukça artan bir hızla gerçekleşmektedir. Doğumda genellikle bebeğin boyu 50 cm. civarındadır. Ağırlığı ise yaklaşık 3000-3500 gr. arasındadır. Bebeğin ağırlığı ilk 5-6 ayda doğum ağırlığının yaklaşık iki katına; ilk bir yılın sonunda ise üç katına çıkar. Bebeğin boyu da ilk bir yılın sonunda yaklaşık yüzde elli uzamıştır. Doğumda bebeğin başı vücudunun dörtte biri, bacakları sekizde biri kadardır. Yetişkinlikte ise, başın vücuttaki oranı sekizde bir, bacakların oranı yaklaşık vücudun yarısı kadar olacaktır. Bebeklikteki ilk psiko-motor hareketler refleksler biçiminde görülür. Refleks, doğuştan getirilen ve kendiliğinden ortaya çıkan istemsiz bir tepkidir. Bebeklerde ilk refleks tepkileri uzanma, yakalama, emme, başını yana çevirme, ışık karşısında gözünü kırpma vb.dir. İlk altı aydan sonra bebeğin refleks hareketleri azalmaya başlar ve daha kontrollü psiko-motor hareketleri yapmaya başlar. İlk ayda başını yukarıya doğru kaldırabilen çocuk, dört aylıkken yardımla oturabilir, yedinci ayda yardımsız oturabilir, onuncu ayda emekleyebilir. İlk yılın sonunda da, önemli bir psiko-motor beceri olarak kabul edilen yürümeyi gerçekleştirir. İlk Çocukluk Döneminde (2-6 Yaş) Bedensel ve Psiko-Motor Gelişim İlk çocukluk dönemindeki bedensel gelişim hızı, bebeklik dönemine göre azalma eğilimindedir. Bebeğin boyu ilk bir yıl içinde yaklaşık yüzde elli artarken, dört yaşında doğumdaki boyunun yaklaşık iki katına ulaşmıştır. Bebeğin ağırlığı bir yaşında üç katına çıkarken; altı yaşında yedi kat artmıştır. İlk çocukluk döneminin başlarında (2-4 yaş) bulunan bir çocuk parmak uçlarında yürüme, düşmeden koşabilme, tek ayağının üzerinde durabilme, üç tekerlikli bisiklete binme, merdivenleri rahatça kullanma, büyük düğmelerini ilikleme gibi psiko-motor becerileri sergileyebilirken; dönemin sonlarına doğru (5-6 yaş) iki tekerlikli bisiklete binme, küçük düğmelerini ilikleyebilme, tek ayağı üzerinde zıplama, kendi başına giyinip soyunma, ayakkabı bağcıklarını bağlama, kalemi düzgün olarak tutma, hızlı koşabilme, makas kullanarak bir kağıdı çizilmiş yerlerinden kesme gibi daha gelişmiş psiko-motor becerileri kazanmıştır. Bu hareketler aynı zamanda kaba motor (büyük kas) hareketler olarak adlandırılır. Ancak, ilk çocukluk döneminde çocuklar ince bir kalemle çizgi çekme, ipliği iğne deliğinden geçirme gibi daha ayrıntılı göz-el koordinasyonunu gerektiren işlerde yani ince motor (küçük kas) hareketlerini gerçekleştirmede genellikle başarısız olurlar. İnce motor kas gelişimini kolaylaştırmak ve bir sonraki döneme geçişi avantajlı hale getirmek için, bu dönemde çocuklar küçük ve ayrıntılı nesnelerden çok, daha büyük nesnelerle çalışmaya yöneltilmelidir. Son Çocukluk Döneminde (7-11 Yaş) Bedensel ve Psiko-Motor Gelişim Bu dönemde, ilk çocuklukta olduğu gibi bedensel gelişimdeki yavaşlama devam etmektedir. Erkeklerin boyu kızlardan biraz daha uzundur. Ancak, dönemin sonlarına doğru (10-11 yaş) kızların boyu hızlı bir artışla erkeklerden daha uzun olmaktadır. Bu dönemde, erkeklerin bedensel güç gerektiren hareketleri daha kolay yaptıkları ve kızlara göre daha hareketli oldukları gözlenir. İlk çocukluk döneminde ince motor faaliyetleri yapmakta zorlanan çocuklar, son çocukluğa geldiklerinde ince bir kalemle yazma, düzgün çizgiler çekme gibi ince motor kas becerilerini sergileyebilirler. Ancak, bu dönemin başlarında (7-8 yaş) erkekler ince motor faaliyetlerde kızlara göre daha fazla güçlük yaşarlar. Ergenlik Döneminde (12-18 Yaş) Bedensel ve Psiko-Motor Gelişim Çocukluktan yetişkinliğe geçiş evresi olarak bilinen ergenlik, bebeklik dönemi ile birlikte doğumdan sonra en hızlı bedensel değişimin yaşandığı bir dönemdir. Çocukluk döneminde göreceli olarak bedensel büyümenin hızı azalırken, ergenlikte yeniden hız kazanmakta ve dönem sonunda ergenin vücudu yetişkin ölçülerine ulaşmaktadır. Kızlar bu döneme erkeklerden 1-1,5 yıl önce girerler. Kızlar yaklaşık 11-13, erkekler ise 13-15 yaşlarında ergenliğe girerler. Erinlik (buluğ) adı verilen ergenliğe giriş evresinde, kızlardaki bedensel büyüme erkeklerden daha hızlı gerçekleşir. Kızlar ergenliğe erkeklerden daha uzun ve kilolu olarak girerler. Bu farklılık, ergenliğin sonunda erkeklerin lehine tekrar yön değiştirmektedir. Erinlik, bireyin cinsel olgunluğa eriştiği ve üreme yeteneği kazandığı evredir. Kızlarda adet görme, erkeklerde gece boşalmaları erinliğin ilk belirtilerindendir. Ergenlerdeki hormonal değişiklikler, vücuttaki cinsiyet özelliklerinde de değişiklikler oluşturmaktadır. Bu değişiklikler, cinsel organların gelişmesini içeren birincil cinsiyet özellikleri ile göğüslerin büyümesi, ses tonunun değişmesi, bedenin farklı bölgelerinde tüylenme gibi ikinci cinsiyet özelliklerini içerir. Ergenlikte erkeklerde vücutta kas, kızlarda ise yağ oranı daha fazladır. Yine, bu dönemde ergenin el ve ayakları kol ve bacaklara göre daha hızlı büyümektedir. Ergenlik dönemindeki hızlı bedensel değişimler, ergenlerin psiko-motor gelişimini de etkilemektedir. Ergenler güç gerektiren pek çok faaliyeti kolayca yapabilirken, vücutlarının denge ve koordinasyonunu sağlamada güçlük yaşarlar. Hatta, bu nedenle diğer insanlar tarafından “sakar” olarak nitelendirilebilirler. Ergenlerin yetişkin düzeyinde psiko-motor özelliklere sahip olmaları, genellikle ergenliğin sonlarına doğru gerçekleşmektedir. Ergenlik Dönemindeki Fiziksel Değişikliklerin Ergen Üzerindeki Etkileri Ergenlik döneminde yaşadıkları hızlı fiziksel değişimler, ergenlerin duygusal ve sosyal gelişimlerini de hızlı bir biçimde etkilemektedir. Birkaç yıl öncesine kadar “çocuk” olan birey, birden “yetişkin ölçülerine” geçmektedir. Bir yandan kendi bedenindeki değişimlere uyum sağlamaya çalışırken, diğer yandan da “ben kimim” sorusunun yanıtını bulmaya çalışmaktadır. Ergenler genellikle kendi bedenlerindeki değişimleri kabullenmekte zorlanırlar. Beğenmedikleri bedensel özelliklerini gizlemeye çalışabilirler. Aynı zamanda, kendi bedenlerine ve dış görünüşlerine aşırı bir ilgi de gösterirler. Aynanın karşısından uzun süre ayrılmayışları, bu durumun en tipik göstergesidir. Bazen hayranı oldukları kişiler gibi giyinmeye, onlar gibi görünmeye çalışabilirler. Kendilerini başarı kazanmış bir futbolcu, bir sanatçı gibi hayal ettikleri gündüz rüyaları yaşayabilirler. Duygusal dengelerini korumakta zorlanırlar. Birbirine yakın sürelerde hem ağlayıp, hem gülebilme gibi duygusal iniş çıkışları sıklıkla yaşarlar. Başkalarının kendi görünüşleri ile ilgili değerlendirmelerini çok önemserler. Benmerkezci bir yaklaşımla, neredeyse herkesin kendi görünüşleri ile ilgilendiğini düşünürler. Aynı yaklaşımla, yetişkinlerin kendilerini anlamadıkları inancına sahiptirler. Yüzdeki küçük bir sivilce, onlar için önemli bir sorun halini alabilir. Ergenin bu dönem sonunda kendi bedenindeki değişimleri kabul etmesi, önemli bir psikolojik başarıdır. Çünkü, kendisine ilişkin geliştireceği olumlu bir benlik kavramı, bedeniyle barışık olması ile yakından ilişkilidir. Ayrıca, bu dönemde ergen ile anne-baba arasındaki ilişki biçimi değişmektedir. Anne-babanın, çocuklarının yetişkinliğe geçişinde yaşadığı “doğal” ergenlik sorunlarını baskı, yasaklama gibi yöntemlerle çözmeye çalışması, var olan sorunları daha da arttırabilir. Ergenlerin genellikle yetişkinler tarafından anlaşılmadıklarını düşünmeleri, akranlarına daha fazla yönelmelerine neden olmaktadır. Ergenler kendi akranlarıyla daha fazla zaman geçirmeyi tercih ederler ve çoğunlukla yaşıtlarının görüşlerini yetişkinlerden daha çok önemserler. Ergenlik dönemindeki fiziksel ve cinsel gelişim, aynı zamanda karşı cinse ilginin de arttığı bir dönemdir. Karşı cins tarafından beğenilmek ve takdir edilmek, genellikle ergenlerin gündeminde olan bir konudur. BİLİŞSEL (ZİHİNSEL) GELİŞİM Bilişsel gelişim, bireyin doğumdan sonraki ilk refleks tepkileri aracılığıyla çevresini keşfetmeye başlamasından, bir yetişkin gibi düşünebilir hale gelmesine kadar geçirdiği zihinsel aşamaları kapsayan bir gelişim alanıdır. Bilişsel gelişim denildiğinde en tanınmış ve görüşleri genel kabul görmüş olan kuramcı Jean Piaget’dir. Piaget’nin Bilişsel Gelişim Kuramı Piaget, bilişsel gelişimin, doğuştan getirilen ve yaşam boyunca değişmeyen iki temel zihinsel işleve dayandığını belirtmektedir: Örgütleme ve uyum sağlama. Uyum sağlama işlevi, özümseme ve uyumsama süreçleri ile yürütülmektedir. Özümseme ve uyumsama süreçleri de şemalar kullanılarak gerçekleştirilmektedir. Bu kavramlar, aşağıda örneklerle açıklanmıştır. Temel Kavramlar Şema: Bireyin içinde yaşadığı dünyayı anlamak için geliştirdiği düşünce ve davranış kalıplarıdır. Örneğin, bebeklerde doğumdan birlikte bir anne şeması oluşmaktadır. Baba şeması ise daha sonra gelişecektir. Yine, bebeğin kendisine uzatılan bir nesneyi tutmaya ve daha sonra emmeye çalışması, onda tutma ve emme şemasının oluştuğunu göstermektedir. Ancak, bir bebeğin daha ileri düzeydeki topu tutma ve ileriye atma şemasının oluşması için büyümesi, olgunlaşması ve uygun yaşantılarının (deneyimin) olması gerekmektedir. Bu durum, düşünce temelli şemalar için de geçerlidir. Örneğin, birey özgürlük, adalet, demokrasi gibi şemalara ancak ergenlik döneminde sahip olabilmektedir. Örgütleme: Bireyin sahip olduğu bilişsel yapı ve süreçleri birbiriyle ilişkilendirmesi, bütünleştirmesi ve eşgüdümünü sağlamasıdır. Böylece, daha üst düzeydeki zihinsel bir yapıya ulaşılabilmektedir. Örneğin, bebeğin bir nesneyi görmesi, ona uzanması, tutması ve nesneyi ağzına götürmesi; belirtilen bu dört işlemin bütünleştirilmesi, eşgüdümü yani örgütlenmesi sonucunda oluşmuş bir eylem zinciridir. Başlangıçta birbirinden bağımsız olan dört işlem, örgütlenerek daha üst düzeydeki bir davranışı oluşturmuşlardır. Uyum: Bireyin yaşantıları yoluyla çevresindeki değişikliklere uyum sağlaması, önemli bir zihinsel işlevdir. Uyum, zihinsel iki işlemle gerçekleştirilmektedir. Özümseme ve uyumsama. Özümseme (Özümleme): Bireyin yeni karşılaştığı durumu, zihninde daha önceden varolan şemalarla açıklamaya çalışmasıdır. Örneğin, televizyonda denizde yüzerken gördüğü bir balina için “balık” diyen küçük bir çocuk, gördüğü bu hayvanı önceki bilgileri içine özümsemekte ve varolan şemaları doğrultusunda “balık” olarak nitelendirmektedir. Babasının fotoğrafını gördüğünde ona “baba” diyen bir çocuk da, zihninde “fotoğraf” şeması daha oluşmadığı için gördüğü nesneyi kendisinde önceden varolan canlı bir imge ile yani “baba” şemasıyla tanımlamaktadır. Uyumsama (Uyma-Düzenleme): Bireyin zihninde daha önceden varolan şemalar yeni karşılaştığı durumları açıklamaya yetmez ise, bilişsel yapılar yeniden düzenlenerek yeni duruma uygun düşecek şemalar oluşturulur. Bu işleme uyumsama (uyma-düzenleme) adı verilir. Yukarıda özümsemeye ilişkin verilen örneklerde, denizde yüzen balina için “balık” ve fotoğraf için “baba” diyen çocukların büyüme, olgunlaşma ve yaşantılarına paralel olarak daha sonraki dönemlerde benzer durumlarla karşılaştıklarında, eski şemalarını kullanmak yerine yeni şemalar oluşturarak “balina” ve “fotoğraf” demeleri, zihinlerinde yaptıkları bir uyumsamayı göstermektedir. Dengeleme: Bireyin yaşantılarına bağlı yeni durumlar karşısında özümleme ve düzenleme işlemlerini yaparak bilişsel dengeye ulaşması sürecidir. Dengelenme süreci, birey yeni yaşantı ve uyarıcılarla karşılaştıkça bozulma eğilimindedir. Ancak, bu dengesizlik hali yeni bilişsel dengelerin oluşması için gereklidir. Örneğin, Mısır’da piramitlerin olduğunu bilen bir çocuk, öğretmeninin Mısır uygarlığı konusunda verdiği bir ev ödevini yapmak için daha fazla bilgiye ihtiyaç duyacak ve ansiklopediye bakma, kütüphaneye gitme gibi yeni bilgi elde etme yollarına başvuracaktır. Burada, çocuğun piramit şemasına sahip olması bilişsel bir denge durumu oluşturmuştur. Ancak, verilen ev ödevi bu dengeyi bozmuş ve özümseme yerine uyumsama yapması gerekmiştir. Yeni bilgilere sahip olarak Mısır uygarlığına ilişkin yaptığı uyumsama ve oluşan yeni şemalar, aynı zamanda yeni bir dengeleme de meydana getirmiştir. Piaget’nin Bilişsel Gelişim Dönemleri Piaget, kesin yaş sınırları olmamakla birlikte, bireyin düşünme biçiminin belirli dönemlerde benzer özellikler gösterdiğini ve bilişsel gelişimin basitten karmaşığa doğru giden hiyerarşik bir örgütlenme içinde devam ettiğini belirtmektedir. Bu hiyerarşik yapıda, bir bilişsel gelişim dönemi kendinden önceki dönemlerin özelliklerini de içinde taşımaktadır. Piaget’nin bilişsel gelişim dönemleri aşağıda açıklanmıştır. 1) Duyusal-Motor Dönem (0-2 Yaş): Bu dönemde, yeni doğan bebek çevresini keşfetmek ve duyuları yoluyla karşılaştığı uyarıcılara tepki vermek için doğuştan getirdiği reflekslerini kullanmaya başlar. Başlangıçta kullandığı iki temel refleks hareketi, yakalama ve emmedir. Bu refleksler aynı zamanda bebeğin çevreyi keşfetmek ve anlamak için kullandığı ilk şemalardır. Bebeğin bu dönemdeki önemli bir bilişsel başarısı da “nesnelerin sürekliliği” kavramını kazanmasıdır. Nesnelerin sürekliliği kavramı, nesne gözünün önünden kaybolsa da, onun gerçekte yok olmadığının bilinmesi ile gerçekleşir. Doğumdan sonraki ilk aylarda bebekler görsel alanlarında bulunan bir nesne (oyuncak, çıngırak vb.) gözlerinin önünden kaldırıldığında, o nesnenin artık var olmadığını düşünür ve aramak için herhangi bir çabaya girmezler. Dönemin ortalarına doğru ise (yaklaşık bir yaş), ilgilendikleri bir nesne ortadan kaybolduğunda onun gerçekte sürekli var olduğunu bilir ve nesneyi aramak için türlü çabalar gösterirler. Böylece, nesneleri görmeseler bile zihinlerinde canlandırmaya, hayal etmeye başlamışlardır. 2) İşlem Öncesi Dönem (2-7 Yaş): Bu dönemin ilk yarısında (yaklaşık 2-4 yaş arası) çocuklar sembollerle düşünmeye ve davranmaya başlarlar. Dil gelişimi ile birlikte nesnelere kendilerine özgü sembolik anlamlar yüklerler. Nesneleri adlandırmaya, kelimelerle ifade etmeye başlarlar. Oyunlarında, gerçekte olmayan bir varlığı o anda canlıymış gibi sembolik olarak kullanırlar. Örneğin, oyuncak bir bebek gerçek bir bebek; uzun bir değnek at gibi kullanılarak sembolleştirilebilir. Çocukların cansız varlıklara canlıymış gibi davranmalarına animizm adı verilir. Bir çocuğun, “ay dedenin” gece gündüz kendisini izlediğini düşünerek onunla konuşması ya da bir başka çocuğun oyuncak köpeği ile canlıymış gibi oynaması ve konuşması, animizm kavramına örnek olarak verilebilir. Bu dönemde bulunan çocukların bir başka özelliği de ben-merkezci (egosantrik) düşünceye sahip olmalarıdır. Ben-merkezci düşüncede, çocuklar kendi gördüklerini, bildiklerini, yaşadıklarını başkalarının da aynı biçimde gördüğünü, bildiğini, yaşadığını düşünürler. Kendilerini başkalarının yerine koyamaz ve onların farklı düşünüp, yaşayabileceklerini hesaba katamazlar. Örneğin, gece rüyasında annesinin kendisini azarladığını gören bir çocuk, sabah kalktığında annesine “sen dün akşam bana neden kızdın?” diyebilir. Çocuklardaki bir başka benmerkezci yaklaşım da diğer çocuklarla bir araya geldiklerinde kendisini gösterir. Bir arada bulunan çocuklar birbirleriyle değil, kendileriyle konuşurlar. Oyunlarda işbirliği yapmazlar ve aynı ortamda birbirlerinden ayrı oynarlar (paralel oyun). İşlem öncesi dönemin ikinci yarısında ise (yaklaşık 4-7 yaş arası) çocuklar daha çok sezgisel düşünürler. Nesneleri renk, biçim gibi bir tek özelliklerine göre sınıflayabilirler. Mantığa dayalı düşünme başlamadığı için, “nesnelerin görünümleri değişse bile miktarının, sayısının, hacminin değişmeyeceği” anlayışı, yani korunum kavramı gelişmemiştir. Bu dönemde bulunan bir çocuğa, içlerinde eşit miktarda su bulunan aynı iki bardaktan birisinin içindeki suyun daha ince ve uzun görünümlü bir bardağa boşaltılması işlemi gösterilerek, hangisinde daha fazla su olduğu sorulursa, muhtemelen ince ve uzun olan bardakta daha çok suyun olduğunu söyleyecektir. Yani, işlem öncesi dönemde bulunan çocukta, görünümü değişmesine rağmen suyun miktarının aynı kalacağı (korunacağı) yönündeki düşünce biçimi oluşmamıştır. Korunumla ilgili bir başka örnek de, sayı korunumuna ilişkin verilebilir. 20 adet aynı büyüklükte olan ve 10’arlı iki sıra biçiminde dizilmek istenen madeni paralardan, ikinci grupta olanlar daha aralıklı olarak sıralanmış olsun. Çocuğa, iki sıradan hangisinde daha çok para olduğu sorulursa, daha aralıklı sıralanmış grupta daha çok para olduğunu söyleyecektir. Yani çocukta, paraların mesafeleri uzak da olsa sayılarının değişmeyeceği, korunacağı anlayışı gelişmemiştir. İşlem öncesi dönemde bulunan çocuklarda tersine çevrilebilirlik kavramı da gelişmiş değildir. Tersine çevrilebilirlik, korunum kavramının bir “sağlama işlemi” olarak düşünülebilir. Bu dönemde çocuk tersine çevrilebilirlik ilkesini kazanmış olsaydı, (bardak örneğinde) ince ve uzun olan bardaktaki suyu ilk bardağa boşaltarak, her iki bardaktaki suyun miktarının aslında aynı olduğunu işlemi tersine çevirerek gösterebilecekti. 3) Somut İşlemler Dönemi (7-11 Yaş): Çocukların mantıklı zihinsel işlemler yapabildikleri dönemdir. Somut işlemler döneminde çocuklar tersine çevrilebilirlik ve korunum kavramlarını kazanırlar. Nesneleri, olayları birden fazla özelliklerine göre sınıflayabilirler. Örneğin, hayvanları karada yaşayanlar-suda yaşayanlar, memeli olanlar-olmayanlar gibi farklı özelliklerine göre sınıflayabilirler. Ben-merkezci düşünceden giderek uzaklaşırlar. Akranlarıyla girdikleri sosyal etkileşimler sonucunda, başkalarının kendilerinden farklı yaşantılarının olduğunu anlamaya başlarlar. Bu dönemde yürütülen işlemler somut nesne ve olaylara ilişkindir. Somut olarak varolmayan durumlar hakkında soyut olarak düşünemezler, varsayımlar geliştiremezler. Örneğin, “ayağını yorganına göre uzat”, “başarıya susamış olmak” gibi atasözü ya da deyimlerin mecazi anlamlarını açıklayamazlar. “Barajlar olmasaydı, dünyada neler değişirdi?” gibi hipotetik bir soruyu cevaplandırmaları oldukça zordur. Adalet, özgürlük, toplumsal değer, kendinle barışık olma gibi kavramları açıklamaları, tartışmaları ancak soyut işlemler döneminde gerçekleşebilecektir. 4) Soyut İşlemler Dönemi (11 yaş ve üstü): Somut işlemler döneminde bulunmayan soyut düşünme ve varsayımsal akıl yürütme, soyut işlemler döneminde gerçekleşmektedir. Bu dönemde yetişkinin düşünme biçimi kazanılmakta ve olayları farklı yönleriyle değerlendirebilme, tümevarımsal ve tümdengelimsel düşünme, soyut kavramlar hakkında fikir yürütme, kavramları tartışma gibi daha üst düzey zihinsel işlemler yapılabilmektedir. Soyut işlemler dönemi, ergenlik dönemi ile birlikte başlamaktadır. Somut işlemler döneminde azalmaya başlayan ben-merkezci düşünme, ergenlikle birlikte farklı biçimde tekrar ortaya çıkmaktadır. Ergenlerin diğer insanların sürekli onlarla ilgilendiklerini düşünmeleri ya da kendi fikir ve anlayışlarının yetişkinlerin görüşlerinden çok daha özgün olduğunu düşünmeleri, bu döneme ilişkin ben-merkezciliğe örnek verilebilir. Dil gelişimi Bireyin dil gelişimi, bilişsel gelişimine paralel olarak gerçekleşmektedir. Çocuklar genellikle 4-5 yaşlarında temel dil becerilerini kazanmakta ve hemen hemen bir yetişkin kadar konuşabilmektedirler. Bebeklikte çıkarılan ilk seslerden başlayarak, yaklaşık beş yıl içerisinde düzgün konuşmayı başarabilen çocukların dil gelişimlerine ilişkin farklı görüşler bulunmaktadır. Bu görüşler içinde en bilineni, psikolinguistik kuramdır. Önde gelen psikolinguistik kuramcılardan birisi olan Chomsky’e göre, birey doğuştan dil öğrenme yeteneğine sahiptir. Dil gelişimi bireyde doğuştan var olan biyolojik bir mekanizma sayesinde gerçekleşmektedir. Çocuklar belli bir olgunluk düzeyine geldiklerinde, yürümeyi öğrendikleri gibi, bu biyolojik mekanizmayı kullanarak konuşmayı da öğrenmektedirler. Dil gelişimine ilişkin bir başka görüş, biyolojik yaklaşıma karşıt görüşleri içeren davranışçı yaklaşımdır. Davranışçılar, çocuğun diğer davranışları nasıl öğreniyorsa, konuşmayı da öyle öğrendiğini ileri sürerler. Yani, çocuk diğer insanlarla iletişimini sağlayan sesleri çıkardıkça, uygun sözcükleri kullandıkça yetişkinler tarafından çeşitli biçimlerde pekiştirilir. Pekiştirilen konuşma biçimlerinin kullanılma sıklığı artarken; pekiştirilmeyen seslerin ya da sözcüklerin kullanılma oranı azalmaya başlar. Böylece, çevrenin tepkileri dil gelişimi üzerinde belirleyici olmaktadır. Yine, davranışçılara göre çocuğun dil gelişimindeki bir başka faktör, taklit yoluyla öğrenmedir. Çocuk, duyduğu sesleri taklit ederek çıkarmaya çalışır ve taklit yoluyla konuşmayı öğrenir. Çocuğun dil gelişiminin genellikle şu aşamalardan geçtiği kabul edilmektedir: 1) Agulama evresi (0-1 yaş): Bebekler ilk aylarda ağlarken, esnerken, çığlık atarken anlamsız sesler çıkarırlar. 3.-4. aylarda anlamı olmayan ba-ma gibi sesli ve sessiz harfleri bir arada kullanmaya başlarlar. Yaklaşık 6. aydan sonra bebekler anne-babanın kullandığı dilin seslerini çıkarmaya başlar ve bir yaşına doğru da ilk anlamlı kelimeyi kullanırlar. Agulama evresinde bebeklerin çıkardıkları seslerin genellikle anadilden bağımsız evrensel sesler oldukları kabul edilmektedir. 2) Tek Kelime Evresi (1-1,5 yaş): Bu evrede, bebekler tek bir kelimeyi bütün bir cümlenin anlamını karşılayacak biçimde kullanırlar. Örneğin, “baba” demeleri, “babam eve geldi”; “pisi” demeleri “orada bir kedi var ve benim ilgimi çekiyor” anlamını taşıyabilir. 3) İki Kelime evresi (1,5-2 yaş): Bu evrede bebekler “baba gel”, “anne git”, “top at” gibi, gramer yapısının ilk belirtilerini taşıyan iki kelimelik cümleler oluştururlar. Çocukların kullandıkları iki-üç kelimeli cümleler telgraf ifadesine benzediği için “telgrafik konuşma” olarak da adlandırılır. 4) İlk Gramer (Uzun Cümleler) Evresi (2-5 yaş): Bu evrede, çocukların bildikleri kelime sayısında hızlı bir artış olur. 3-4 ya da daha fazla kelimeden uzun cümleler kurmaya başlarlar. Cümlelerinde “kahvaltı yapıyorum”, “annemin yanındayım” gibi dilbilgisi kurallarına uygun yapıları kullanabilirler. Fiillerin zamanlarında değişiklikler yapabilirler. Soru cümleleri, olumsuz cümleler, şart cümleleri kurabilirler. Çocuklar yaklaşık beş yaşlarında yetişkinlere benzer biçimde konuşabilmekte ve uzun cümleler kurarak kendilerini ifade edebilmektedirler. KİŞİLİK GELİŞİMİ Freud’un Kişilik Kuramı Psikoanalitik kuram ya da psikodinamik yaklaşım olarak da adlandırılan Freud’un kişilik kuramı, insan davranışının kökenlerini bilinç sınıflaması (topografik model), kişilik yapıları kuramı (yapısal model) ve psikoseksüel gelişim dönemleri ile açıklamaktadır. Freud’un bir buzdağına benzetilen bilinç sınıflamasında üç kısım bulunmaktadır. Bilinç, bilinçöncesi ve bilinçdışı (bilinçaltı). Bilinç, bireyin farkında olduğu yaşantılarını içerir. Bu kısım, buzdağının su üstünde kalan kısmı gibi, bireyin tüm yaşantılarının ancak küçük bir bölümünü içermektedir. Bilincin hemen altında (yüzeye yakın kısımda) bulunan bilinçöncesi, unutulan ancak istenirse farkında olunabilen ya da hatırlanabilen (yüzeye çıkabilen) yaşantılardan oluşur. Bilinçdışı (bilinçaltı) ise, bireyin farkında olmadığı ve hatırlayamadığı karmaşık yaşantıların bulunduğu yerdir. Buzdağının görünmeyen büyük bölümünü oluşturan bilinçdışı; bastırılmış istekleri, dürtüleri, olumsuz duyguları, çatışmaları, yaşantıları içerir. Bireyin davranışlarına yön veren bastırılmış bu yaşantılar, psikanalistler tarafından psikanaliz adı verilen yöntemle bilince (yüzeye) getirilmeye ve orada çözülmeye çalışılır. Freud, kişilik kuramının bir başka sınıflamasını da kişiliğin yapılarına ilişkin yapmıştır. Kişiliğin üç yapısı tanımlanmaktadır: İd, ego ve süperego. İd, haz ilkesine göre çalışan, bilinçdışı cinsellik ve saldırganlık dürtülerinden hareket eden ve kişiliğin ilkel yönünü oluşturan yapıdır. İd, “küçük yaramaz bir çocuk gibi” isteklerinin ertelenmeksizin hemen gerçekleşmesi için kişiliği zorlar. İd’in tam karşıtı bir yapı süperego’dur. Kişiliğin ahlaki yönünü oluşturan süperego, adeta bir “ebeveyn rolü” oynayarak, bireyin nasıl davranması gerektiğine ilişkin toplumun değer yargılarını, ahlaki kurallarını, doğru-yanlış anlayışını, id’in karşısına “karşı güç” olarak çıkarır. Kişiliğin ego yapısı ise, id’in istekleri ile süperego’nun sınırlamaları arasında bir denge kurmaya çalışmaktadır. Kişiliğin objektif, gerçekçi ve mantıklı yönünü oluşturan ego, “gerçeklik” ilkesi ile hareket etmektedir. İd ve süperego arasındaki bu mücadele bireyin “kaygı” yaşamasına neden olabilir. Ego da yansıtma, yer değiştirme, bahane bulma gibi çeşitli “savunma mekanizmaları”nı kullanarak bu kaygıyı azaltmaya çalışır. Psikoseksüel Gelişim Dönemleri Freud’un kişilik kuramının bir başka önemli modeli, psikoseksüel gelişim dönemleridir. Freud’a göre, bireyin kişilik gelişimi doğumdan başlayarak geçirdiği beş psikoseksüel aşamada gerçekleşmektedir. Bunlar, oral dönem, anal dönem, fallik dönem, latent (örtük-gizil) dönem ve genital dönemdir. Bu dönemlerin kendine özgü gelişimsel özellikleri bulunmaktadır. Birey, bu dönemlerden birine ya da bir kaçına çeşitli nedenlerle saplanırsa, ileriki yaşlarda o dönemin özelliklerini yansıtan davranışlar sergileyebilir. 1. Oral Dönem (0-1,5 yaş): Oral dönemde bebeğin temel haz kaynağı ağızdır. Bebekler ağızlarıyla dünyayı keşfetmeye çalışırlar. Bu amaçla sergiledikleri en bilindik refleksleri de emmedir. Bu dönemde bebekler temel ihtiyaçlarının karşılanması ve bakımlarının yapılması konusunda yetişkinlere bağımlıdırlar. Bebeklerin fiziksel ihtiyaçlarının karşılanması aynı zamanda onların yakınlık, sıcaklık ihtiyaçlarının karşılanması, dolayısıyla “psikolojik beslenmeleri” anlamına gelmektedir. Bebeğin fiziksel bakımının yeterince yapılmaması güvensizlik duygularının; bu bakımın daha sonraki dönemlerde aynı oranda sürdürülmesi ise bağımlı bir kişilik yapısının temellerini oluşturabilir. 2. Anal Dönem (1,5-3 yaş): Anal dönemde çocuğun haz kaynağı dışkı bölgesidir. Çocuk, dışkısını bırakmaktan ya da onu kontrol etmekten keyif alır. Bu dönemde anne-babanın çocuğun tuvalet eğitimine ilişkin çok katı ya da çok serbest tutumları, onun “uysallık” ya da “meydan okuma” biçiminde kendini gösterebilecek davranışlarına neden olabilir. 3. Fallik Dönem (3-6 yaş): Çocuğun cinsel kimliğinin gelişmeye başladığı dönemdir. Fallik dönemde çocuğun haz kaynağı, vücudundaki cinsel bölgedir. Bu dönemde çocuk karşı cinsle olan farklılıklarını keşfetmeye başlar. Cinsiyet farklılıklarına ve cinselliğe ilişkin merakı artar ve bu konularda yetişkinlere pek çok soru sorar. Bu evrede, çocuğun hem kendi cinsindeki ebeveynle özdeşim kurması hem de karşı cins ebeveyne hayranlık duyması söz konusudur. Çocuğun cinsel içerikli sorularının ayıplanması, yasaklanması ya da bu nedenle cezalandırılması, cinsel kimliğinin gelişiminde ya da ileriki dönemlerde karşı cinsle ilişkilerinde sorunlar yaşamasına neden olabilir. 4. Latent (Örtük-Gizil) Dönem (6-11 yaş): Bu dönemde çocuğun cinsel merakı azalmıştır ve cinsel dürtüleri örtük durumdadır. Çocukta okul, spor, sanat etkinliklerine yönelme başlar. 5. Genital Dönem (12 yaş ve üstü): Genital dönemde, ergenliğe geçişle birlikte tekrar cinsel bir uyanış olur. Bedensel gelişime paralel olarak gerçekleşen cinsel olgunlaşma; ergenin kendi bedenine, cinsel gelişimine ve karşı cinse odaklanmasına yol açar. Bu dönemde ergen yetişkin sorumluluklarını almaya başlar. Freud’a göre, özellikle ilk üç dönem (0-6 yaş) kişilik gelişiminde kritik bir öneme sahiptir. Bireyin çocukluk yıllarındaki yaşantıları ve anne-babasıyla kurduğu iletişim biçimi kişiliğinin temellerini oluşturmaktadır. Okul öncesi yıllarda çocuğun anne-babasına ya da diğer yetişkinlere sorduğu cinsel içerikli soruların, onun cinsel kimliğinin gelişiminde “doğal” bir durum olduğu kabul edilmelidir. Yetişkinlerin çocuklarının bulundukları gelişimsel aşamalara uygun iletişim ve yetiştirme biçimlerini tercih etmeleri, onların daha sonraki gelişim dönemlerine geçişlerini kolaylaştırabilecek ve daha sağlıklı kişilik geliştirmelerine yardım edebilecektir. Erikson’un Psikososyal Gelişim Dönemleri Erik Erikson, kişilik gelişimini, Freud’un beden bölgelerine odaklı psikoseksüel gelişim dönemlerinden farklı olarak, çocuğun sosyal çevresi ile kurduğu ilişkilerin niteliğine bağlı olarak açıklamaktadır. Bunu yanı sıra, Erikson, kişilik gelişiminin doğuştan getirilen hiyerarşik bir yapı üzerinde gerçekleştiğine işaret etmektedir. Freud’un psikoseksüel gelişim dönemleri ergenlik dönemi ile tamamlanmakta iken; Erikson’un gelişim dönemleri doğumdan yaşlılığa kadar olan tüm yaşam evrelerini içermektedir. Her bir yaşam evresinde birey, bir karmaşa ya da çatışma yaşamakta ve bu karmaşanın yönü bir sonraki gelişim dönemine geçişin avantajlı ya da dezavantajlı olmasında etkili olmaktadır. Ancak, Erikson’un psikososyal gelişim dönemleri “geri dönülemez” bir nitelik de taşımazlar. Önceki dönemlerde olumsuz yaşantılar geçiren bir birey, çevresel uyarıcılara ve yaşantılarına bağlı olarak daha sonraki dönemleri olumlu yaşayabilir. Erikson’un “yaşamın sekiz evresi” olarak da bilinen ve her bir evresinde temel karmaşaların yaşandığı gelişim dönemleri şunlardır: Temel Güvene Karşı Güvensizlik (0-1 yaş): Bebeğin bakımı ve ihtiyaçlarının anne ya da onun yerine geçen yetişkin tarafından karşılanma biçimi, bebekteki güven ya da güvensizlik duygusunun temellerini oluşturmaktadır. Sevgi-şefkat gösterilen, ağladığı zaman fiziksel ihtiyaçları karşılanan, dolayısıyla ihtiyaç hissettiğinde annesini yanında gören bir bebekte temel güven duyguları oluşur. Bu dönemde annesine bağımlı olan bebeğin gerek fiziksel gerekse psikolojik ihtiyaçlarının yeterince karşılanmaması ya da geciktirilmesi durumunda ise bebek kendisini güvende hissetmez ve başkalarına yönelik ilk güvensizlik duygularını yaşamaya başlar. Bağımsızlığa Karşı Kuşku ve Utanç (1-3 yaş): İkinci dönemde çocuğun annesine olan bağımlılığı azalmaya başlamıştır. Bir yaş civarında yürüme, konuşma becerilerini sergileyebilen çocuk artık kendi bedenini kontrol etmede daha başarılıdır. İstediği biçimde davranma ve davranışlarını kontrol altına alma eğilimindedir. Çocukta tuvaletini istediği zaman yapma, yemeği kendi başına yemeyi isteme gibi yetişkinlerden bağımsız davranışlar sık sık görülür. Çocuğun kendine özgü bu bağımsızlık çabalarının ve davranışlarını kontrol etme isteğinin yetişkinler tarafından desteklenmesi, onun kendini işe yarar bağımsız bir kişi olarak görmesine yardımcı olacaktır. Çocuğun kendi başına bir şeyler yapma davranışlarını engelleyen aşırı kuralcı, katı, baskıcı bir anne-baba tutumu ise çocuğun kendi yeteneklerinden, potansiyelinden kuşku duymasına ve yaptıkları “yanlış” bulunduğu için kendisinden utanç duymasına yol açacaktır. Girişimciliğe Karşı Suçluluk (3-6 yaş): Bu dönemde çocuğun en belirgin özelliklerinden birisi oldukça meraklı olmasıdır. Çevresindeki nesneleri ve kendi yeterliklerini keşfetme çabasına girer. Çevresinde olup bitenlere olan merakını gidermek için yetişkinlere “bitmez tükenmez” sorular sorar. Bu dönemde çocuk karşı cinsle olan farklılığını keşfetmesiyle birlikte yetişkinlere cinsel içerikli ve cinsiyet farklılıklarına ilişkin sorular da yöneltir. Çocuğun “yaşamı keşfetmeye” yönelik girişimci davranışlarının yetişkinler tarafından azarlanması, ayıplanması, yasaklanması ya da cezalandırılması; onun yetişkinlerin “yanlış” gördüğü bu davranışları için suçluluk yaşamasına, kendini suçlu hissetmesine neden olacaktır. Başarılı Olmaya Karşı Yetersizlik (6-12 yaş): Çocukların temel sosyal ve akademik becerileri öğrendikleri bir dönem olan ilköğretimin ilk kademesi, kendini gösterme, başarı kazanma, takdir edilme gibi sosyal ihtiyaçların oldukça önem kazandığı bir evredir. Çocuklar okul ve okul dışında yaptıkları faaliyetlerde başarılı olduklarında ya da başarıları ön plana çıkarılıp takdir edildiklerinde kendilerini başarılı, yeterli, yetenekli göreceklerdir. Yetişkinlerin çocuğun derslerinde ve yaptığı diğer faaliyetlerde yaptıklarından çok yapamadıklarını; güçlü yönlerinden çok sınırlı yönlerini vurgulamaları ya da daha çok eksiklerine, hatalarına odaklanmaları onun kendi yeteneklerine, yeterliklerine karşı güvensizlik duymasına, dolayısıyla kendisini yetersiz görmesine yol açacaktır. Kimlik Kazanmaya Karşı Rol Karmaşası (12-18 yaş): Ergenlik dönemi bireyin yetişkin kimliğine hazırlandığı bir geçiş evresidir. Bu evrede ergen bir yandan kendi bedenindeki hızlı değişikliklere uyum sağlamaya çalışırken, diğer yandan da bu değişimlere paralel olarak biçim değiştiren yeni sosyal rollerini öğrenmektedir (Bkz. Bedensel ve Psiko-motor Gelişim). Bu dönemde ergenin “kim olduğuna” ilişkin bir anlayış geliştirerek kendine özgü bir benlik kavramına sahip olması, bedenindeki değişiklikleri kabul etmesi, çocukluk ve yetişkinlik arasında kalan sosyal rollerini ayırdetmesi ve kendi niteliklerini gözönüne alarak geleceğe ilişkin planlar yapması beklenmektedir. Bu yeterlikleri yeterince kazanamayan bir ergen ise kimlik ve rol karmaşası yaşayarak, yetişkinliğe daha dezavantajlı girecektir. Bu dönemde ergenin kimlik kazanmadaki başarısı, büyük ölçüde başta anne-babası olmak üzere yetişkinlerle olan etkileşimine ve çevresinin onun gelişimine verdiği sosyal desteğe bağlıdır. Ergenin içinde bulunduğu dönemin “doğal” ve “zor” koşullarının yetişkinler tarafından bilinmesi ve ergenin “anlaşıldığını” hissetmesi, onun kimlik kazanımını kolaylaştıracaktır. Yakınlığa Karşı Yalıtılmışlık (Genç yetişkinlik): Ergenlik döneminde kendi bedenine ve görünümüne odaklı olan birey için, genç yetişkinliğe adım attığında diğer insanlarla kurduğu yakın ilişkiler, dostluklar daha fazla önem kazanmaktadır. Kimliğini kazanmış olan bireyin gerek evliliğe hazırlanırken gerekse meslek yaşamında kurduğu ilişkilerin kalitesi, yakınlık duygularının da belirleyicisi olmaktadır. Ergenlik dönemindeki kimlik karmaşasını çözümlememiş olarak bu karmaşayı yetişkinliğe taşıyan bir birey ise, diğer insanlardan uzaklaşma ve kendini onlardan yalıtma eğilimine daha fazla sahip olabilir. Üretkenliğe Karşı Durgunluk (Orta Yetişkinlik): Orta yaş, bireyin hem özel yaşamında hem de mesleğinde kendini üretken ve verimli hissetmesi beklenen bir dönemdir. Yeni kuşaklara rehberlik yapabilen ve çocuk yetiştirmede ya da mesleki gelişiminde kendini “başarılı” hisseden birey, üretkenlik duygularını daha yoğun yaşayabilir. Üretkenliğin başarılamaması ve bireyin çevresine “ışık olamaması” durumunda ise orta yaşın bir durgunluk, verimsizlik dönemi olması söz konusudur. Benlik Bütünlüğüne Karşı Umutsuzluk (Yaşlılık): Yaşlılık döneminde bireyin kendi yaşamına yönelik yaptığı değerlendirme, onun bu dönemin temel karmaşasında hangi yönünün ağır bastığını da ortaya koymaktadır. Geçmişine baktığında yaptıkları, yapamadıkları ve başarıları, başarısızlıkları ile “yaşamına sahip çıkan”; geçmişi özlemekten çok yaşlılığın kendine özgü zorluklarını kabul eden ve kendini yaşamında “başarılı” hisseden birey benlik bütünlüğünü sağlamış demektir. Geçmişini hep yanlışlarıyla, pişmanlıklarıyla hatırlayan; sürekli olarak geriye dönüp bir şeyleri değiştirebilmeyi hayal eden, içinde bulunduğu dönemden ve yaşamından “şikayet eden” birey ise yaşlılığını umutsuzluk, mutsuzluk içinde geçirecektir. Ahlak Gelişimi Ahlak gelişimi, bireyin doğruyu yanlışı, iyiyi kötüyü ayırdetmesine ve kendi değerlerini oluşturabilmesine ilişkin geçirdiği aşamaları içermektedir. Ahlak gelişimi hem kişilik gelişimi hem de bilişsel gelişimle ilişkili bir gelişim alanı olarak kabul edilmektedir. Psikanalitik kuram ve davranışçı kuramlar, ahlak gelişiminde aile ve kültürün etkilerini vurgularken; bilişsel gelişim kuramcıları ise ahlak gelişimini bilişsel gelişime paralel gelişen bir süreç olarak görmektedirler. Bu görüşü savunan kuramcıların başında Piaget gelmektedir. Piaget’nin Ahlak Gelişimi Dönemleri Piaget’ye göre ahlaki yargıların bilişsel bir temeli bulunmakta ve ahlak gelişimi bilişsel gelişime paralel olarak üç aşamada gerçekleşmektedir. Ahlak Öncesi Dönem: Yaklaşık ilk beş yaşı içeren bu evrede, çocukta kural kavramı oluşmamıştır. Çocuğun kurallara neden uyulması gerektiği konusunda bir anlayışı yoktur. Bunun en belirgin göstergelerinden birisi de, bu yaşlarda çocukların bir aradayken bile kuralsız oyun oynamalarıdır. Dışa Bağımlı Dönem: Yaklaşık 5-10 yaşlarını içine alan bu evrede, çocuk kuralların farkındadır. Otoritenin koyduğu kuralların kesin olduğuna ve bu kurallara uyulması gerektiğine inanır. Davranışın arkasında yatan nedenleri gözönüne almaz ve fiziksel zararın büyüklüğüne yani sonucun ne olduğuna göre değerlendirme yapar. Örneğin, bu dönemde yer alan bir çocuğa, bir defterin üzerine dökülmüş mürekkep lekeleri gösterilerek büyük lekeyi yapanın mürekkebi kaza ile döktüğü; küçük lekeyi yapanın ise bilerek döktüğü söylendiğinde ve bu lekeleri yapan iki kişiden hangisinin daha suçlu olduğu sorulduğunda, büyük lekeyi yapan kişinin daha suçlu olduğunu söyleyecektir. Bağımsız Dönem: 10-11 yaşları ile birlikte çocukta ahlaki görelilik kavramı gelişir. Davranışları sadece sonucuna göre değerlendirmez, arkasında yatan “niyeti” ve koşulları gözönüne alır. Yetişkinlerin koyduğu kuralların mutlak olmadığını ve gerektiğinde ihtiyaçlar doğrultusunda değiştirilebileceğini farkeder. Piaget’ye göre, somut işlemler döneminde çocuk otoriteye bağımlı olarak doğru-yanlış, iyi-kötü ayrımını yapmaya başlamakta; soyut işlemler dönemine girmesi ile birlikte yetişkinlerden bağımsız bir ahlak anlayışına, değerler sistemine yönelmektedir. Kohlberg’in Ahlak Gelişimi Dönemleri Ahlak gelişimi denildiğinde ilk hatırlanan isimlerden birisi de Lawrence Kohlberg’tir. Kohlberg, Piaget gibi ahlak gelişiminin bilişsel gelişime paralel geliştiği görüşünden hareket etmekte; ancak çocuklardan daha çok ergen ve yetişkinlerin ahlak gelişimine odaklanmaktadır. Ahlak gelişimine ilişkin görüşlerini Türkiye, Hindistan, Kanada, İsrail gibi farklı ülkelerde yaptığı çalışmalara dayandırdığı için, Kohlberg açıklamalarının evrensel olduğunu savunmaktadır. Ahlak gelişimini üç düzeyde ve her düzeyde iki evre olmak üzere toplam altı evrede açıklamaktadır. Gelenek Öncesi Düzey: Gelenek öncesi düzeyde, bireyin kendi ihtiyaçlarını karşılarken otoriteye itaat etmesi ve çıkarlarını ön planda tutması söz konusudur. Davranışın arkasındaki psikolojik nedenler değil, fiziksel etkileri önemsenir. Bu düzeyin ceza-itaat evresinde, otoritenin koyduğu kurallara bağlılık, itaat vardır. Bir davranışın sonunda ceza varsa, o davranışın kötü ve yanlış olduğu kabul edilir. Cezadan kaçınmak için yetişkinlerin “doğru” gördükleri davranışlar sergilenir ve yetişkinlere itaat edilir. Ders çalışmak istemeyen ama anne-babası yanına geldiğinde çalışıyormuş gibi görünen bir çocuk, ceza-itaat evresine örnek verilebilir. Çıkarcılık (bireycilik) evresinde ise, kurallara, ihtiyaçlar karşılandığı sürece uyulur; her şeyin karşılıklı olduğu ve kendi çıkarına, yararına olan davranışların “doğru” olduğu kabul edilir (“Ansiklopedimi sana ödünç veririm dondurma ısmarlarsan!”). Geleneksel Düzey: Geleneksel düzeyde birey, kendi ihtiyaçlarından çok içinde bulunduğu grubun beklentileri ve toplumsal düzenin gereklilikleri doğrultusunda davranma eğilimindedir. Bu düzeyin kişilerarası uyum evresinde, birey çevresindeki insanların ihtiyaçlarına, beklentilerine ve “kendine biçilen rollere” göre davranır. Başkaları tarafından onaylanmak ve takdir edilmek için “iyi çocuk” olur. Başkalarını karşı düşünceli ve özverili davranma eğilimindedir. Sosyal sistem (kanundüzen) evresinde, birey toplumun değer yargılarını, toplumsal sistemin yapısını oluşturan kuralları ve düzenlemeleri, toplumsal düzenin sağlanması için “olmazsa olmaz” gereklilikler olarak görür ve korumaya çalışır. Örneğin, bu evredeki bir kişi, bazı yasaların ya da yönetmeliklerin değiştirilmesinin toplumsal düzeni bozucu bir etki oluşturabileceği düşüncesiyle, bu uygulamalara karşı çıkabilir. Gelenek Sonrası Düzey: Gelenek sonrası düzey, bireyin toplumun (çoğunluğun) beklentilerinden, değer yargılarından bağımsız olarak kendi değerlerini, toplumsal uzlaşmaya ve evrensel ahlak ilkelerine göre biçimlendirmeye başladığı dönemdir. Bu düzeyin sosyal anlaşma (uzlaşma) evresinde bulunan birey için, toplumun üzerinde anlaştığı, uzlaştığı konular savunulmalı ve korunmalıdır. Bu evredeki birey, insanların görüşü alınarak, uzlaşma sağlanarak oluşturulmuş kanunlara, kurallara uyulmasını savunur; ancak ihtiyaçları karşılayamayan mevcut düzenlemelerin de değiştirilmesini ister. Evrensel ahlak ilkeleri evresinde ise, birey “doğru” ve “yanlış” anlayışını oluştururken sadece evrensel ahlak ilkelerini referans alır. Toplumsal sistem ve kuralların ne olduğundan çok; insan hakları, özgürlük, adalet, demokrasi, hakkaniyet gibi evrensel ahlak ilkeleri ile uyumlu olup olmadıkları önemlidir. Özetle, gelenek öncesi düzeyde kişisel ihtiyaç ve çıkarlar; geleneksel düzeyde toplumsal beklentiler; gelenek sonrası düzeyde de evrensel değerler bireyin ahlak gelişiminin yönünü belirlemektedir. Bir toplumdaki insanların çoğunluğunun, gelenek öncesi ve geleneksel düzeyde olduğu; çok azının ise gelenek sonrası düzeyde bulunduğu kabul edilmektedir. Kohlberg’e göre ahlak gelişimi aşamalı bir yapı oluşturmaktadır. Yani, evrensel ahlak ilkeleri evresinde bulunan bir kişinin daha önceki aşamalardan geçmesi ve son aşamayı diğerlerinin üzerine yapılandırması gerekmektedir.