Ahmet Ümit’in “Elveda Güzel Vatanım” kitabı, “Ölüm şehirlerimizi kaybetmekle başlar.” konu başlığı ile başlıyor ve bizi Osmanlı’nın son dönemlerinden, Cumhuriyet’in kuruluş dönemine kadar yaşanan bir maceranın içine sokuyor. Ahmet Ümit polisiye ve macera romanlarıyla adından hep söz ettirmiştir. Bu romanıyla da kendisinden bekleneni yaptı ve beni tarihi bir maceraya sürükledi. II. Abdülhamit dönemini anlatarak başlayan kitap, o dönemin en önemli konularından biri olan vatan sevgisi ile aşk kavramını göz önüne alarak, toplumsallık ve bireysellik çatışmasına vurgu yapıyor. II. Abdülhamit dönemi, günlük hayatın denetim altında tutulduğu, herkesin birbirine şüphe ile baktığı, baskıların arttığı ve insan haklarının askıya alındığı bir dönemdir, tarih kitaplarından gördüğüm kadarıyla. Fakat bu kitapta dönemi daha iyi tanıdım. İnsanların hem kendi kişisel yaşamlarında ve hem de toplumsal hayatta yaşadığı içsel çatışmalar, o dönemin en belirleyici özelliklerinden biri olduğunu kavradım. Kitabın ana karakteri Şehsuvar Sami, kendisinin ve ülkesinin içinde bulunduğu koşulların yarattığı etki ve iç dünyasında yaşadığı çatışmalar nedeniyle, hayatını ve geleceğini sorgulamak ve bunun sonucunda bir tercih yapmak zorunda kalmıştır. Amacı, kendince en doğru yolu bulmaktır. O dönemin siyasi ve sosyal yapısı içerisinde yaşamış bir insanın, yaşananlara kayıtsız kalamamasını, bir şeyler yapma ve ülkeyi, içinde bulunduğu kötü ortamdan kurtarma çabasını anlayabilmek mümkündür. Kendimi aynı dönem ve koşullarda yaşamış olarak hayal ediyorum. Benzer bir duygu içinde olabilir ve aynı iç çatışmaları yaşayabilirdim. Bazen bizler, karşımıza çıkan engellere ve çevremizde yaşanan sorunlara rağmen, hiçbir şey yokmuş gibi hayatımıza devam edebiliriz. Fakat, bu yaklaşım sorumsuz davranmak ve vatandaş olma özelliklerini yerine getirmemekle eş anlamlı olur. Yurttaş olma sorumluluklarımızı yerine getirmediğimiz takdirde, hiç de memnun kalmayacağımız olaylarla karşılaşabilir ve gelecek için hayal ettiğimiz planları hayata geçiremeyebiliriz. Bu duygu ve düşüncedir ki ileriye dönük adım atmamamıza ve demokrasi, özgürlük ve insan hakları için mücadele etmemize sebep olur. Bu durumlarda aldığımız kararlar, geleceğimizi belirler ve bazen geri dönüşü olmaz. Tıpkı Şehsuvar Sami’nin vatanı uğruna sevdiği kadından (Ester) vazgeçmesi gibi… Tarihin birçok döneminde benzer olaylarla karşılaşılmıştır. Başta M.Kemal Atatürk olmak üzere Pakistan’ın bağımsızlık savaşında büyük rol oynayan Gandhi’den, Fransız İhtilalinin önderlerinden Maximilien Robespierre’e kadar birçok örnekle karşılaşmak mümkündür. Vatanı uğruna kendi hayatından vazgeçenler; sonunda ya istediklerini başarıp kahraman olurlar ya da kaybedip büyük bir acı ve hayal kırıklığıyla silinip giderler. Kolay değildir böyle bir kararı almak, hayatımızı bir amaca kilitleyip sahip olduklarımızdan vazgeçmek… Bu kitabın birçok kısmında kendime sordum bu soruyu, ben bunu yapabilir miydim diye. Sanmıyorum bu kadar cesaretli olabileceğimi. Bu nedenle amaçları ne olursa olsun bu cesareti gösterebilen herkese saygı duyuyorum. Sadece benim değil, birçoğumuzun göze almaya bile cesaret edemeyeceği bir şeydir bu. Sonu bilinmeyen bir yola atılmak… Vatan sevgisi ve aşk kavramı arasında yapılan tercih ve öncelik ile bunun sonunda içine düşülen durum kitabın konusunu oluşturmaktadır. Bunu toplumsal düşünen ve bireysel düşünen kişilikler şeklinde de değerlendirebiliriz. Kavramlar, dönemine ve içinde bulunulan koşullara göre değer kazanmakta veya önemini kaybetmektedir. Vatan sevgisini toplumsal bir düşüncenin, aşkı ise bireysel bir düşüncenin bir izdüşümü olarak kabul ettiğimiz takdirde, şöyle bir sonuç çıkarılır: Kurtuluş Savaşı döneminde toplumsal sorumluluğun daha güçlü, önemli ve genel kabul gördüğünü söylemek mümkündür. Günümüzde hangisi daha önemlidir? Dünya her geçen gün değişiyor ve gelişiyor. Bu süreç içinde kavramlar da önemini yitiriyor. Küreselleşme ile birlikte ülkeler arasında hem siyasi anlamda hem de ekonomik anlamda sınırlar ortadan kalkmakta ve vatan kavramı önemini yitirmektedir. Liberal düşünce ile birlikte bencillik ve bireysellik kavramı ön plana çıkmakta ve kişiler vatandan çok kendilerini düşünmektedirler. Geçmişte vatan için yapılan özveri ve fedakarlıklara pek rastlanılmıyor artık. Günümüzde vatan sevgisi ve aşk arasında bir tercih yapılması durumunda bir çatışma yaşanmıyor artık. Bu yüzden belki Şehsuar Sami’nin vatanı uğruna attığı adımlar beni bu kadar etkiledi. Çünkü günümüz koşullarında böyle fedakarlıklara pek rastlanılmıyor. Şehsuvar Sami de bugün yaşasaydı, tercihini vatan sevgisi (toplumsalcılık) yerine, aşk’tan (bireysellik) yana kullanırdı. Çünkü doğrular, kişilere göre değil, zamana ve içinde bulunulan koşullara göre belirlenmektedir. Bunu belirlemek insanların elinde değildir. Ela Naz Akbulut