MURTAZA ŞİRİN’İN SIRLARIN İÇİNDEN GERÇEĞE UZANAN DÜNYASI Fatma Ahsen TURAN ÖZET Murtaza Şirin âşıklık geleneğinin günümüzdeki önemli halkalarından biridir. O, şiirlerinde sırların içinde gerçeği, derdin içinde dermanı, aramaktadır. Şiirlerinde yüce Yaradan’a duyduğu muhabbet ve özlemle birlikte bu sevginin tezahürlerine yer vermiştir. Hz. Muhammed’e, Hz Ali’ye, Ehl-i Beyte, On İki İmama duyulan sevgi de Allah’a duyduğu sevginin tezahürleridir. ABSTRACT Murtaza poetry is one of the important themes in the traditional Ashık poetry of ourdays. In his poetry, he tries to find the truths from the secrets and cure from illness. Besides stating his love Great creator (Allah) he also gives how the love is shaped. The love of Prophet Mohammed, Ali, Ehl-i Beyt and Twelwe Imams are the love of his love to Allah. Anahtar Kelimeler: Âşıklık Geleneği, İslâm, Hz. Muhammed, Hz. Ali, Ehl-i Beyt, Kerbela. Key Words: Ashık tradition, Islam, Prophet Muhammed,Ali, Ehl-i Beyt, Kerbela Event. Sanatçı, eserini meydana getirirken duyduğu heyecanı tesadüfen değil, isteyerek ve arayarak bulur. İnsanda sanattan önce gelen bir aşk vardır; sanatın özü ve iradenin derinliklerinde ve aşkın hareketlerinde bulunur. Bu aşkın, hareketin, yani sanat iradesinin kaynağı ise imandır(Ayvazoğlu, 1989: 372). Nurettin Topçu, estetik ve mistik olmak üzere iki türlü imanın bulunduğunu ve birinden sanatın, diğerinden ise dinin doğduğunu söyler. İmanın kaynağından doğan sanat iradesi sanatçıyı realitenin üzerinde bir yaratıcı iktidara sahip kılmaktadır. Ancak bu anlamda sanat, kurtarıcı bir vehim olmaktan öte bir şey değildir. Bu vehimden, insanın kendisinden başkasına sığınması demek olan aşk, sanat aşkı doğar(Topçu, 1974: 68). İşte Murtaza Şirin’in şiirlerindeki; Allahu Te’âlâ’ya iman; Hz Muhammed’e sevgi; yüce Yaradan’a sevgili Peygamberinin duyduğu yakınlık; Hz. Muhammed’in yakınlık duyduğu insanlara, Hz Ali’ye, Hz. Hüseyin, Hz. Hasan ve On İki İmama muhabbet duymak; Yaradan’dan dolayı insana duyulan sevgi, Ayvazoğlu’nun da söylediği gibi sanattan önceki aşkın tezahürüdür. Duyduğu heyecan ise tesadüfen değil, isteyerek ve arayarak bulduğu heyecandır. Söz nötr bir varlıktır. Üst derecesi kelam, alt derecesi laftır. Sözün kelam derecesinde konusu aşktır. Söze en güzel manayı aşk verir. Bütün boyutlarıyla sözü aşkla söylediğiniz zaman sözün güzelliğini hissedersiniz(Pala, 2000: 15). Murtaza Şirin’in dilinde de bu aşk yürekten kopan âfâkı saran bir çığlıktır. Güneşin merkezinde öyle bir alevdir ki yaktıkça yakar. Evvel baştan niyazımız Sunarız Allah aşkına Hu diyerek avazımız Banarız Allah aşkına Gah çıkarız gökyüzüne Gireriz özün özüne Yanarız Allah aşkına Bak güneşin merkezine Mevlâna’nın ifadesiyle, aşk öyle bir alevdir ki, bir tutuştu mu maşuktan başka her şeyi yakar. Çünkü onun coşkusu ve neşesi hiçbir dünyevî zevk ile izah edilemez. Aşk öyle bir denizdir ki dibi bulunmaz; öyle sırdır ki her gönül kaldırmaz, ehli olmayanlara anlatılmaz. Aşk ilimden üstündür, onsuz iman taş misali kurudur. Aşk ikilikten kurtarır, fanilikten çıkarır, tevhidi gerçekleştirir. Aşk menfaatsiz ve şuurlu bir kulluğa yöneltir, güzel ahlâkı gerçekleştirir(Pala, 2004: 337-338). Yalnızca bir türlü aşk vardır ama görüntüleri binlerce türlüdür, sözüne izafeten İskender Pala aşkın üç çeşidinden bahseder: “Aşk beşeridir; şakayla başlar, sorumluluk getirir. Gözden girer, gönülde yaşar, surete meyledenler ziyandadır; Aşk platoniktir; sohbette başlar zahmet getirir. Zihinden girer, gönülde yaşar. Siretini süslemeyenler yol şaşırır. Aşk ilahîdir; imanla başlar, vahdete götürür. Gönülde doğar, gönülde yaşar. Sırrı saklamayanlar başını verir. Aşk Allah u Teala’nın “Bilinmeyi istedim kainatı yarattım.” şeklinde buyurduğu noktada başlar(Pala, 2000: 15). O’nun sırrı ve tecellinin remzi bu aşkta gizlidir(Pala, 2004; 336). Sevdam benim sermayemdir Yare kavuştuğum demdir Hakla Hak ola zerremdir Kul Şirin’im tamam olur Ayeti Kerime’de; Evvel O, Ahir O, Zahir O, Batın’da O… (Hadis: 3) buyrulur. Hakk Te’ala Hazretleri Evvel’dir, Ezeldir. Ahir’dir, Ebeddir, sona ermekten münezzehtir. Zahir’dir, bu görünen şeylerin hepsi O’nun kudretinin eseridir. İnsan da bütün yaratılmışlar da “Ol!” Emr-i Şerifi ile zahir olmuşlardır. Yine Ayet-i Kerime’de “Allah o Allah’tır ki, kendisinden başka hiçbir ilah yoktur. Ezeli ve ebedi hayat ile bâkidir. Zat ve kemâl sıfatları ile her şeye hakim olup, bütün varlıklar O’nunla kaimdir.” (Bakara 255) buyrulmuştur. Murtaza Şirin de bir şiirinde Yaradan’ın vasıflarını yukarıdaki ayetlere dayanarak zikretmiştir: Evvel Allah ahir Allah Her eşyada zuhur Allah Tevrat, Zebur, İncil, Kur’an Dört kitapta Zahir Allah Sonra senden yakın Allah Dört bir yana bakın Allah Kainat onun içinde Deme nerde sakın Allah Ararsan özünde Allah Görürsen gözünde Allah Yoktan hiçbir şey var olmaz Yazdığın yazında Allah Vücudundaki can Allah Damarındaki kan Allah Nice nice buluş yapan İnsandaki izan Allah Her bir şeyi yapan Allah Çağırana kopan Allah Rahmeti uçsuz bucaksız Süphan Allah Süphan Allah Kainatı kuran Allah Yörüngeye vuran Allah Cemi cümlenin rızkını Düzenleyip veren Allah Gece Allah Gündüz Allah Yer gök arş kürs dümdüz Allah Kul Şirin’i tüm eşyanın Zikri fikri hergiz Allah Arifler diyor ki: Zât-ı Vahdet hakkında herkesin nazarı, istidadından ileri gidemez. Avâm bakar, her şeyi kabuktan ibaret görür. Havas bakar kabuk ile özü birlikte görür. Âşık bu iki mertebeden yükselip, sadece özü görür. Yalnız özü gören Rabbânî olur. (Kam, 1994: 52) Her varlık ezeli aşkı kendi diliyle ve idrakıyla terennüm eder. Yunus da; Âşk makamı âlidir aşk kadim ezelidir Aşk sözünü söyleyen cümle kudret dilidir Dahi yer gök yoğ iken var idi aşk bünyâdı Âşk kadîmdir ezelî aşk getirdi ne varın demektedir. Mahmud Şebüsteri’nin Gülşen-i Râz’ında bu idraki: “Her şey zıddıyla meydana çıkar Fakat Tanrı’nın ne benzeri vardır, ne zıddı. Eşi benzeri olmayınca da bilmem ki akla uyan, onu nasıl bilebilir?” Alemi, baştan başa Tanrı nurunun ışığı bil. Tanrı alemde meydanda olduğu için gizlenmiştir; meydanda oluşu gizli kalmasına sebep olmuştur.Tanrı nuru ne bir yerden bir yere gider, ne bir halden bir hâle girer. O ne değişir ne bir başka şekle bürünür, diye izah etmektedir(Gölpınarlı, 1972: 32; 9299, Beyitler). Kur’an-ı Kerim’de; Bakara 219-266, Ali İmran 190-195, Enam 50, Araf 176, Yunus 24, Rad 3, Nahl 11, 13, 14, 69, Rum 21, Zümer 42 ayetlerinde, Allah’ın delilleri, göklerin ve yeryüzünün yaratılışı, görenle görmeyenin bir olmayışı, Allah’ın nimetleri, anlatılarak insanlar düşünmeye çağrılmakta ve çeşitli vesilelere düşünmeleri buyrulmaktadır. Hz. Peygamber(SAV), “Bir an düşünmek, yetmiş yıl (nafile) ibadetten hayırlıdır.” buyurmaktadır(Kenzü’l Hakayık II, s.27; Gölpınarlı, 1972: 12). Bu emirleri Murtaza Şirin de; Dalıp Hakkın hikmetine Sığınırız kudretine Sensin güzeller güzeli Sensin ezeller ezeli İlkin ilkisin ileri İlel ebed kalan sensiz diye ifade eder. Hakk’ın ezelde ne takdir buyurduğunu tefekkür eden Şirin, mukadderata da rapt-ı kalp etmiştir. O tevekkül rızasının yanı sıra her mekanda ve her zamanda yüce Yaradan’a muhabbet ve özlem duyar. Bulunduğu hâli Mevlâna’nın söyleyişiyle şöyle izah edebiliriz: Aşku sevdan ile gönlüm kanıyor her lahza. Murtaza Şirin şiirlerinde Dört Kitabı birlikte zikreder: Tevrat, Zebur, İncil, Kuran. Dört kitapta zahir Allah, diyerek tevhit sınırının dört kitapta olduğunu vurgular. Ancak ona göre; Kur’an insanın; insan Kur’an’ın hakikatidir. Hakk’ın varlığı, varlığın iç yüzü Kur’an’da gizlidir. Gerçek ümmet Kur’an yolundan sapmaz(Tatçı, 1990, 97-99). İbn-i Abbas, Hz. Peygamberin, “Her şeyin bir temeli var; Kuran’ın temeli Fatiha’dır. Fatiha’nın temeli de Besmeledir.” buyurduğunu rivayet etmiştir(Tabrasî I, 1339: 17; Gölpınarlı, 1972: 81). Besmelenin, her kitabın, her yazının anahtarı olduğuna Besmeleyle başlanmayan işin sonu gelmeyeceğine dair hadisler vardır (Gölpınarlı, 1972: 8; Suyüti I 132: 104). Bismillah lâfzı, kulların halâsı elinde bulunan bir padişahın lafzıdır (Mevlânâ, 200: 110). Kur’an’ın ilk suresi, yedi ayet olduğu, her namazda okunduğu, tekrarlandığı için Seb’al Mesânî olarak bilinir. Kur’an’ın okunmasına ve yazılmasına onunla başlandığı, ayrıca Fatiha içinde Tanrı’ya hamd edildiği için hadislere göre Kur’an’ın şeref bakımından en üstün sûresi olarak ifade edilir. Kur’an’ın özeti olarak anılan sûre, kitabın aslı manasında Ummû’l- Kitap olarak da isimlendirilir. Sûre Rahman ve Rahim Allah adıyla mealindeki Bismillâhi’r-rahmani’r-rahim diye başlar. Ehli Beyt imamlarına göre Besmele, her sûrenin ilk ayetidir. Yalnız 9. sûrede yoktur. Besmeleyi sesli okumak sünnettir(Gölpınarlı, 1972: 81). Evrende bulunan tüm güzellikte Seni gördüm seni buldum sen vardın Vücutta damarda bütün ilikte Kanı gördüm kanı buldum sen vardın Ez zahirsin gören göze var oldun El batınsın sır içinde sır oldun El Gafursun cümle cana yar oldun Canı gördüm canı buldum sen vardın Besmelede koruyucu silamsın Elhamdullillahta rabbil alemsin Errahmanirrahim Levhü kalemsin Teni gördüm teni buldum sen vardın Maliki yevmiddin dinsin imansın İyyake nabudü sahip zamansın Ve iyyake nestainde yaransın Dini gördüm dini buldum sen vardın İhtinas -sıratel müstakimsin hak Sıratellezine enelhak mutlak Enamte aleyhim ameline bak Beni gördüm beni buldum sen vardın Gayrıl mağdubu aleyhim aman Veleddalin dedim etmedim guman Kul Şirini dedi on iki imam Onu gördüm Onu buldum sen vardın Murtaza Şirin’in Kur’an’ın temeli olarak ifade edilen Fatiha sûresini ele aldığı şiirinde yalnız Fatiha’nın önemini ve güzelliğini idrak edişini değil Şirin’in söyleyiş ustalığını, kıvraklığını ve geleneğe hakimiyetini de görmekteyiz. İslâm’ın ilk şartı, Allah’ın birliğine ve Hz. Muhammed’in Hak Resul olduğuna inanmaktır. Şirin’in dilinden de Lailahe illallah zikri hiç düşmez: Zikrim fikrim Lailahe illallah Kainatı saran seni söylerim Muhammed Mustafa Hak Resûlullah Ehl-i beyit Kur’an seni söylerim. Günahkarım kesik başım elimde Yaradıp var eden Ulu’ya geldim Lailahe illallah dilimde Zikredip Muhammed Ali’ye geldim Evvel Allah, Ahir Allah, Habibim Muhammed, kitabım Kuran, diyen Şirin Kalu Bela denmeden önce de yüce Yaradanla beraber olduğumuzu ve Allah’ın ezeldeki ruhlarla sözleşmesini söyle anlatır(Araf: 172): Elestu bezminde ikrar bend olduk Hamdolsun İslâmız İmanımız var Guruhi Naci’yiz cennetten geldik Elimizde Nurdan fermanımız var. Elestü bezminde çekildik dara Lâ diyen münkirler sürüldü nara Ruhun indi mi secdeye Eleman sevgilim diye Yüzüm dönükken kıbleye İki gözün sulandı mı Yunus da; Ezel benim ilimdir Elest benim yolumdur Ezel ile Elest’i ben bunda göre geldim der. Elest, ezel ve ebedi birleştirici bir hâldir (Tatçı, 1990: 303). Elest asıl vatandır, döneceğimiz, özlediğimiz, sevgiliyle birlikte olunacak mekandır. Şirin’in Hz. Muhammed’e sevgisi ve bağlılığı da sonsuzdur. Hak onu övmüş yaratmıştır, fahr-ı alemdir. Daima ümmeti için çalışır. Dertli kulun ilacıdır. Dertlere dermandır. İnsanlığa yerde ve gökte ışıktır: Muhammed’dir nebî velî baş tacı Muhammed’dir insi cine duacı Muhammed’dir dertli kulun ilacı Derdime dermanım emim Muhammed Bu sevdalın sana gerçek âşıktır Damarımda oynar kanım Muhammed İnsanlığa yerde gökte ışıktır. Yoluna kurbandır canım Muhammed Evvel baştan Muhammed’e selavat Be altında nokta Rahman gel yetiş Allahümme salli ala Muhammed Meded mûrvet şiri Yezdan gel yetiş İki cihanın efendisi Hz Muhammed’e duyulan saygı ehl-i beyt için de geçerlidir. Yaradan’ın en sevdiğine duyulan muhabbet, Hz. Muhammed’in de sevdiklerine aynı coşkuyla duyulmaktadır. Bu sevgi teşviki Kur’an-ı Kerim’de açık ve net yer alır: “Ey Resûlüm onlara de ki: Tebliğ vazifem karşılığında sizden bir ücret istemiyorum. Sizden istediğim akraba ve Ehl-i Beytime karşı muhabbettir.”(Sura: 23). İbn u Abbâs (RA)’dan rivayettir. Res’ulullah (SAV) buyurdular ki: “Nimetleriyle sizi beslediği için Allah’ı sevin. Beni de Allah sevgisi için sevin. Ehl-i Beytimi de benim sevgim için sevin.”(Canan, 12: 414). Resûlullah Al-i Beyt’i hem sevmiş hem de sevmemizi emretmiştir. Müslim ve Tirmizi’nin bir rivayetine göre de (Canan, 12: 290) “Oğullarımızı ve oğullarınızı çağıralım.” ayet-i kerimesi indiği vakit Resûlullah (SAV) hemen Ali’yi, Fatma’yı, Hasan ve Hüseyin’i çağırdı ve Allah’ım bunlar benim ailemdir diye buyurdular. 8-10 yaşlarındayken İslâm’ı kabul ettiği ve yüzünü puta döndürmediği için Keremullahi Veche diye tazim edilen Hz. Ali, Şirin’in mısralarında bazen Hz. Muhammed’le bazen de müstakil olarak zikredilir. Müslim ve Tirmizi’nin bir rivayetine göre de Resûlullah (SAV) Hayber günü buyurdular ki: Yarın sancağı öyle bir kimseye vereceğim ki O, Allah’ı ve Resûlunu sever, Allah ve Resûlu de Onu sever (Canan, 12: 288). Hz. Muhammed (SAV) sancağı Hz. Ali’nin eline verir. Bu Hadis-i Şerifte, Hz. Ali’nin Allah ve Resûlünü, Allah ve Resûlü’nün de Hz. Ali’yi sevdiği Hz. Muhammed tarafından teyid edilmektedir. Ayrıca Resûlullah (SAV) Ben kimin dostu isem Ali de onun dostudur (Canan, 12: 289) buyurmuşlardır. Şirin bu sevgiyi şu dörtlüğünde özetler: Hakka adarız bedeni Severiz semah edeni Ehli beyti inciteni Kınarız Allah aşkına Hz. Muhammed’in sevgili torunu Hz Hüseyin’in ve diğer Ehl-i Beyt mensuplarının katledildiği Kerbela Türk şiirinin susmayacak acı dolu serzenişi yürekten kopan çığlığı olmuştur. Türk edebiyatında Kerbela mersiyeleri XV yy. da görülmeye başlar. En eski örnek Yazıcıoğlu Muhammed’in Muhammediye adlı eserindeki mersiyedir. XV yy. daki diğer bir örnek de Sinan Paşa’nın Tazarrunâme adlı eserinde yer alır. XV yy. dan sonra Kerbela mersiyesi yazan şairlerimiz ve şiir örnekleri çoğalmıştır… Duyduğu üzüntüyü dile getirmede, Kerbela mersiyesi yazmada Türk toplumu bir yürek olmuş, üzüntünün, Yezid’e lanetin odunu tek bir yürekte yakmışlardır(Turan, 2001: 98). Şirin’in şiirlerinde de Kerbela’nın her dem paylaştığımız acısı, sönmeyen ateşi söz olur, can acıtır. Şiirlerindeki tahkiye ediş olayın teferruatını da önümüze serer. Açlık, sıcak ve susuzluktan bitkin düştüğünden şehit düşen Ehl-i Beyt mensupları içinde Hz Hüseyin’in kundağa sarılı küçük oğlu Ali Asgar da vardır. Ali Asgar imamın kucağında iken okla vurulmuştur. Hz. Hüseyin de takatsiz düşünce Şimir B. Zül-Cevşen’in emriyle şehit edildi(Altınok, 1998: 84). Kerbela’daki trajik hadiselerden biri de savaş meydanındaki Kasım ve Fatıma’nın evlilik törenidir. İmam Hüseyin kardeşinin vasiyeti üzerine Kâsım’ı Fatıma ile evlendirir. Kasım, babası İmam Hasan’ın çok kederlendiği vakit okuması için koluna bağladığı pazubentin içinde yazılanları okuduğunda babasının şu notuyla karşılaşır: Ey Kasım, sana vasiyet ediyorum ki Amcan Hüseyin Kerbela’da zor bir duruma düştüğü zaman sakın onun uğrunda kanını dökmekten geri kalmayasın ve hiçbir bahane ile tereddüt göstermeyesin(Gündoğdu, 1996: 322). Bu vasiyet üzerine nikahlısı Fatıma’yı bırakarak savaş meydanına at süren Kasım şehadet şerbetini içmiş, Hakka kavuşmuştur. Şehadeti üzerine gerçek Şeb-i Aruz’u yaşamıştır. Kucağında Ali Askar yürüdü Şu masuma bir su verin deridi Boğazından bir ok değdi eridi Altı aylık yavrum derdi Hüseyin Ali Ekber Yusuf gibi güzeldi Fidan boylu Muhammed’e benzerdi Gökteki melekler vasfın yazardı Ali Ekber meydana girdi Hüseyin Araya aldılar Ali Ekberi Çektiler hançeri tiği teberi Temaşaya geldi gök melekleri Ekber saflarını yardı Hüseyin Yoruldu takati kalmadı bitti Biri beşi değil hep hücum etti Başını kestiler Yezide gitti Cesetleri susuz yurdu Hüseyin Savaş sırasında toy düğün oldu Kasım amcasının kızını aldı El ele değmedi bi murat kaldı Meydana er ister ordu Hüseyin Kan ağlarım gece gündüz zar benim Kerbela’da şehit düşen pir benim Kul Şirin’i bitmez sevdam var benim Gerçek sevenlere pirdi Hüseyin *** Matem ayı Muharremin onunda Dertli dertli öten kuşlar merhaba Kılıç kan içinde ağlar kınında Kerbela’da kesik başlar merhaba Hür şehittir insanlığın kurbanı Sağ kolunda durmaz akıyor kanı İmam Hüseyin ister nişanı Hak Muhammed Ali Üçler Merhaba Ehl-i Beyt bir su deyi sızılar Anada süt arar emlik kuzular Altı aylık askar noldu gaziler Penci Ali-aba beşler merhaba Celal Abbas kendini Fırat’a attı Zalimler görünce hep hûcüm etti Kolları kesildi kırbayı tuttu Alkana boyanan dişler merhaba Saçın yoldu Ali Ekber Leylası Yakıldı Kasımın kandan kınası Sırrıya ağlar şehit anası Muradın almayan eşler merhaba Altı Alioğlu atmış altı can Yetmiş üçün biri Hamza pehlivan Yürüdü Hüseyin açıldı meydan Zeynep’in gözünde yaşlar merhaba Yetmiş üçtür Kerbela’nın kurbanı Zeynel kan ağladı gezdi cihanı Murtaza Şirin’in canı cananı Kesik başlar kalem kaşlar merhaba İnsanları onulmaz dertlere salan Kerbela hadisesini Şirin Hz. Muhammed’e şikâyet eder: Torunu Hasan’a zehir verdiler Hüseyin’i Kerbelaya sürdüler İmamlar yoluna tuzak kurdular Çölleri suladı kanım Muhammed Torunlarına karşı büyük muhabbet besleyen Hz. Muhammed’in şu sözü Ya’la İbn-u Mürre’den rivayettir: “Hüseyin bendendir ben de Hüseyin’denim, Allah Hüseyin’i sever, Hüseyin esbattan biridir.”(Canan,12: 312). Sonuç İbrahim Edhem, “Bir zindanda kalmıştım ki çıkmaya kuvvetim yoktu. Âdil bir kadı gördümse de dava için hüccetim yoktu. Kulağıma şöyle bir seda geldi: Ebedî mülk arıyorsan işe giriş! Canana kavuşmak istiyorsan terk-i can et! Mün’im arıyorsan; âşık, nimet istiyorsan köle ol.” Süleyman’dan Belkıs’ın, mektubunu teslim almak istersen Hûdhûd, Yusuf’tan Yakub’a vuslat haberi götürmek istersen rüzigar ol!(Mevlana, 200: 104). Sadıklar gönül nakdini, ihlas altını; hakikat madeninden arayıp bulurlar. Sikke-i Şühudi ona nakşettikten sonra Hallâc-ı Mansur gibi darda baş oynatır, Bayezid gibi aşk hazinesinden Kendimi noksan sıfatlardan tenzih ederim, ne de büyük zuhurum var. İlâhi! Sana hamdolsun. Ne büyük şerefe malikim. Sikkesini çıkarır Fakat bu sikkeyi herkes göremediği gibi bu derdi de her gönül çekemez!(Mevlana, 200: 102). Mevlânâ’nın tespitinde olduğu gibi Murtaza Şirin, Canan’a kavuşma yolunda terk-i can eden, bu derdi de çekmeye gönüllü, şiir tekniği ve şiiri besleyen bilgi birikimi açısından geleneğin sağlam halkalarından birini teşkil etmektedir. KAYNAKLAR ABBÂS Kummî, (1355): Sefinetü’l-Bihâr ve Medinetül-Hikemi ve’l Âsâr, 2.cilt, Necef. ALTINOK Baki Yaşa, (1998): Alevilik Hacı Bektaş Veli, Ankara, Bektaşilik Oba Kitabevi. AYVAZOĞLU Beşir, (1989): İslâm Estetiği ve İnsan Çağ Yayınları, İstanbul. AYVAZOĞLU Beşir, (1993): Aşk Estetiği İslâm Sanatlarının Estetiği Üzerine Bir Deneme, İstanbul, Ötüken. DEMİRCİ Mehmet, (1991): Yunus Emre’de İlâhî Aşk ve İnsan Sevgisi, İstanbul, Selçuk Yayınları. GÖLPINARLI Abdülbaki, (1972): Gülşen-i Râz Şerhi,İstanbul, MEB Devlet Kitapları. İBRAHİM Canan, “Kûtûb-i Sitte”, Hadis Ansiklopedisi, İstanbul, Akçağ. KAM Ferit, (1994): Vahdet-i Vûcût, Sadeleştiren Ethem Cebecioğlu, Diyanet İşleri Başkanlığı, Ankara, Halk Kitapları 91. LÂMİÎ, (1289), Nefahat Tercümesi, İstanbul. MEVLÂNA, (2001): Mecalis-i Sab’a Türkçesi, Mehmet Hulusi, yayına hazırlayan: M.Doğan Bayın, İstanbul, Kırkambar Kitaplığı. MUNÂVÎ Abdür- Rauf, (1321): Kûnûzu’l-Hakâik Câmi’u-s-sagıyr hasiyesinde Mısır. PALA İskender, (2000): Ah Mine’l-Aşk Zaman, 13 Şubat. PALA İskender, (2004): Ah Mine’l-Aşk, İstanbul, Kapı Yayınları. SUYÛTİ Celâlü’d-dün Abdü’r-rahman, (1321): Câmiu’s-Sagıyr li Ahâdisi’l-Beşir-in- Nezîr, II. Cilt, Mısır. TABRASÎ Ebu Aliyyü’l-fadl B. Hasan, (1379): Mecmau’l Beyan fi Tefsîri’l-Kur’an, 10. Cilt, Tahran. TATÇI Mustafa, (1990): Yunus Emre Divanı I İnceleme, Ankara, Kültür Bakanlığı Yayınları. TOPÇU Nurettin, (1974): İradenin Davası, İstanbul, Hareket Yayınları. TURAN Fatma Ahsen, (2001): Alewiten (Aleviler) Glaube und Gelenekler), Deutsches Orient-Institut Hamburg, Hzl. İsmail Ergin, Erhard Franz. Traditionen (İnaç ve