İŞ YAŞAM DENGESİ İş yaşam dengesi en geniş tanımıyla, bireyin işiyle ilgili talepleri ve kişisel yaşam taleplerinin dengede olması durumudur. İş yaşam dengesi kavramı, hem akademik hem de profesyonel hayatta kullanılmasına rağmen, belirgin bir tanımı bulunmamakla birlikte denge yaklaşımı, iş ve aile yaşamının (ya da özel yaşamın) çatışma halinden uzak olması olarak tanımlanmaktadır İş yaşam dengesi, ancak bireyin çalışma alanından ve ailesinin ihtiyaçlarından kaynaklanan taleplerin yanında kendi kişisel ihtiyaçlarının da uyumlu hale gelmesiyle sağlanmaktadır. İş, aile ve birey olmak üzere bu üç ayrı alandan birisi üzerinde sahip olunan amaç, hedef ve talepler diğerlerine ayrılan zamandan kısıntı yapmayı gerektirmediğinde “denge” oluşmakta ve bu durum “üç boyutlu denge” olarak da ifade edilmektedir. İş yaşam dengesi, bireyin iş ve aile hayatı rolleriyle aynı düzeyde meşgul olması ve bu rollerden aynı düzeyde tatmin olması olarak da tanımlanır . İş yaşam dengesinin zaman, bağlılık ve tatmin olmak üzere üç unsuru bulunmaktadır. Zaman dengesi, iş ve aile yaşamı rollerine eşit miktarda zaman ayırmayı, bağlılık dengesi iş ve aile yaşamı rollerine eşit düzeyde psikolojik bağlılık duymayı, tatmin olma dengesi iş ve aile yaşamı rollerinden eşit düzeyde tatmin olmayı ifade etmektedir. İş yaşam dengesi kavramı akla en çok iş ve aile alanlarındaki dengeyi ya da çatışmayı getirmektedir. İş ve aile yaşamları arasındaki ilişki iki yönlüdür. Buna göre, kişinin aile yaşamı iş yaşamını etkileyebileceği gibi, iş yaşamı da aile yaşamını etkileyebilir . Kişinin iş rolü, aile rolünü yerine getirmeyi engellediğinde iş aile çatışması meydana gelirken; aile rolü işin gereklerini yerine getirmeyi engellediğinde ise aile iş çatışması ortaya çıkmaktadır. Bununla birlikte iş yaşam dengesi başlığı altında işten kişisel yaşama yönelik iş kişisel yaşam çatışması ve kişisel yaşamdan işe yönelik kişisel yaşam iş çatışması kavramları da yer almaktadır . Çalışanın iş-yaşam alanlarının dengede olması demek her iki alandaki rollerine eşit zaman ve ilgi ayırması ve eşit taahhütlerde bulunmasını ifade etmektedir. Bu denge pozitif ya da negatif olabilmektedir. Pozitif denge, yüksek seviyede eşit ilgi, alaka ve zamanı ifade ederken; negatif denge de düşük seviyede eşit ilgi, alaka ve zamanı belirtmektedir. Bireyin iş ve yaşam arasında algıladığı denge özneldir. Başka bir ifadeyle, iş ve yaşam dengesi bireye göre farklılık gösterebilmekte ve herhangi bir birey için geçerli olan denge başka bir birey için dengesizlik olarak algılanabilmektedir. Aile hayatına daha fazla önem veren bir birey için iş hayatından gelen yoğun talepler bireyin iş-yaşam denge algısına ters düşerek rol gerginliği yaşamasına sebep olurken; iş hayatına daha fazla önem veren birey içinse aileye daha az zaman ayırıyor olması bu bireyin dengeden uzaklaştığı anlamına gelmemektedir. Bu bireyin dengeyi iş hayatını merkez alarak kurduğu ve kendi isteği ile ortaya çıkan durumu dengesizlik olarak görmediği söylenebilmektedir. İş hayatının talepleri ve aile hayatının sorumlulukları tüm dünyada birçok çalışanın sağlığını ve mutluluğunu olumsuz yönde etkilemektedir. Şirket yöneticileri ve işverenler, iş-yaşam alanlarını dengeleyerek çalışanları yaşadıkları stresi ve çatışmaları ortadan kaldırmak için çeşitli programlar ve stratejiler hayata geçirmektedir. Batı‟da hayata geçirilen bu programların başında esnek çalışma saatleri, iş paylaşımı, evde çalışma, azaltılmış çalışma saatleri gibi iş düzenlemeleri ile işyerinde kreş, hasta ya da yaşlı aile üyelerinin bakımı gibi uygulamalar gelirken bazı örgütlerde de yöneticiler zaman zaman işe geç gelme, işten erken ayrılma ya da uzun öğle yemeği saatleri gibi uygulamalarla çalışanların ihtiyaç duydukları esnekliği sağlamaktadır. İŞ YAŞAM DENGESİNİN BELİRLEYİCİLERİ Bağlamsal Belirleyiciler; Bağlamsal belirleyicilerin ilki iş talepleri olarak belirtilmektedir. Pek çok yazar uzun çalışma saatlerinin iş yaşam dengesinin bozduğunu ve çatışmayı doğurduğunu ifade etmektedir (Clark, 2001). Uzun çalışma saatleri çalışanların iş yaşam dengesini sarsmakta ve strese neden olmaktadır. İş seyahatlerinin sık oluşu da iş yaşam dengesini etkileyebilecek unsurlardan biri olarak değerlendirilebilir. Dolayısıyla iş taleplerini iş yaşam dengesinin belirleyicilerinden biri olarak kabul etmek yerinde olacaktır. Diğer bir belirleyici ise iş kültürüdür. Guest modelinde, iş kültürünün iş yaşam dengesinin belirleyicilerinden biri olduğunu öne sürerken literatürde örgüt kültüründen de bahsedilmektedir (Çarıkçı ve Çelikkol, 2009). Örgüt kültürü bir örgüttün sahip olduğu değerler ve kuralların tamamı o örgütün kültürünü oluşturmaktadır. Örgütün çalışanların iş dışındaki yaşamına duyarlılığı ve desteği örgüt kültürü ile doğrudan ilişkilidir. Dolayısıyla örgüt kültürü iş yaşam dengesinin bileşenlerinden biri olarak kabul edilmektedir. Guest’in (2001) oluşturduğu modele göre ev talepleri ve ev kültürü de diğer bağlamsal belirleyiciler arasındadır. Bireysel Faktörler; İş oryantasyonu, iş yaşam dengesinin belirleyicilerinden kabul edilen bireysel faktörlerdendir. Bunu kişilik izlemektedir. İş-yaşam algısı kişilik değişkeninden önemli ölçüde etkilenmektedir. Strese dayanıklı bir birey, dayanıklı olmayan bir bireye kıyasla iş-yaşam çatışmasını daha alt seviyelerde hissedebilmektedir. Kişiler hayatlarının belli evrelerinde çoklu roller üstlenmek durumunda kalabilirler (Çarıkçı et al. 2010), buna örnek olarak hem çalışan hem eş hem baba hem de oğul rolü üstlenmek verilebilir. Kişi, bu rollerin tümünün gereklerini yerine getirmekte zorlandığında iş yaşam dengesi bozulmaktadır. Diğer bir bireysel faktör ise Guest (2001) tarafından kişisel kontrol ve başa çıkma olarak ortaya atılmıştır. İş yaşam dengesinin belirleyicilerinden bir diğeri de bireysel faktörler arasında yer alan yaş, yaşam ve kariyer evresidir. Araştırmacılara göre kişilikten sonra yaş da iş yaşam dengesini etkileyen önemli faktörlerdendir. Genç ve bekâr olan çalışanların iş rollerinin gereklerini yerine getirmede çoğunlukla sorun yaşamadıkları belirtilmektedir (Çarıkçı ve Çelikkol, 2009). Buradan yola çıkarak çalışanın yaşının ve yaşam evresinin iş yaşam dengesinin belirleyicilerinden olduğu sonucuna varılır. Çalışanın yaşının ilerlemesi ile birlikte iş dışındaki rolleri değişmekte ve iş yaşam dengesi de bu durumdan etkilenebilmektedir. Cinsiyet de, çalışan kişilerin iş yaşamını ve iş dışındaki yaşam algısını doğrudan etkilemektedir. Duxbury ve Higgins (2001) de çalışanın iş yaşam dengesini etkileyen faktörlerden biri olarak cinsiyet üzerinde durmaktadır. Kadın çalışanların erkek çalışanlara kıyasla iş-yaşam çatışmasını daha fazla deneyimlediği araştırmalar tarafından öne sürülmektedir. Kadın çalışanlar erkek çalışanlara göre daha fazla stres oluşturan unsurla karşılaşmaktadır. Bunun nedeni, kadın çalışanların çocuk bakımı ve/veya yaşlı bakımı gibi yükümlülükleri dolayısıyla iş dışında erkeklere oranla daha fazla sorumluluğunun olması şeklinde belirtilebilir. İşyerinin cinsiyetçi yapısı ve normatif, cinsiyete dayalı düşünceler ve beklentiler kadın ve erkeğin algıladığı iş ve aile baskısının farklı olduğunu göstermektedir. Erkeklerin iş rollerine olan fazla bağlılığı aile rollerine harcayacak daha az enerji vezaman kalmasına neden olmaktadır. (Parasuraman ve Simmers, 2001). Cinsiyet rolü teorisine göre erkekler ve kadınlar iş ve aile rollerinin çift yönlü taleplerine ayırdıkları zaman bakımından birbirlerinden ayrılırlar (Lobel, 1991). Guest’in modelinden yola çıkarak sıraladığımız iş yaşam dengesi belirleyicilerine ek olarak Duxbury ve Higgins’den (2001) ilham alarak işin türü de ilave edilmelidir. Yazarlar işi profesyonel olan ve olmayan iş şeklinde ikiye ayırmaktadırlar. Mali müşavirlik, mühendislik gibi işler profesyonel ve esnek çalışma koşullarına uygun iş kontrolünün kişinin elinde olduğu işlerdir. Yönetici asistanlığı,resepsiyonistlikgibi işler profesyonel olmayan ve kişinin kontrolünün az olduğu ve esnek olmayan işlerdir. Kişiler profesyonel ya da profesyonel olmayan işlerde çalışmalarına göre iş yaşam dengesini farklı şekillerde deneyimlemektedirler. İŞ- YAŞAM DENGESİNİ KOLAYLAŞTIRICI ETKENLER • İdeal hayatınızı gözünüzde canlandırın-hayal kurmaya çalışın ve "hayat listenizde" gerçekleştirmek istediğiniz ilk on şeyi yazın. • Kişisel vizyon ve misyon ifadelerinizi yazın; hayatınızda ne yöne gittiğinizi görmenize yardımcı olacaktır. • İyi bir iş-yaşam dengesi kurabilmenin yolu, iyi bir planlama ve organizasyon yapabilmekten geçer. Yaşam tarzı da önemlidir. • Zamanlama önemli bir konudur, bu dengeyi kurmada doğru zamanlama işleri kolaylaştırır. • Zamanı iyi kullanabilme iş-özel yaşam dengesini koruyabilmenin en önemli etkenlerindendir. • Gerek iş yerinde gerekse özel yaşamda etkili iletişim becerilerine sahip olmak, kendimizi doğru ifade edebilmek bizi yanlış anlaşılmalardan kurtaracaktır. • Kişinin karşılaşılan güçlükler karşısında kendisinin farkında olması gün içinde yaşadığı durumları, bu durumlar karşısında oluşan düşünce, duygu ve davranışlarını yalnız kalarak ele alması yararlı bir alışkanlıktır. • Son bir etken de başımıza gelen her olayı olumluya çevirebilme becerisidir. En olumsuz durumu bile "Ben bundan ne öğrenebilirim?" şeklinde değerlendirmek zor anlarda sakin kalabilmeyi, olumlu düşünebilmeyi ve fırsatları değerlendirebilmeyi beraberinde getirecektir. İŞ-YAŞAM DENGESİ PROGRAMLARI Bireyin mutlu ve verimli çalışmasının sağlanması, kendisine, ailesine ve çevresine zaman ayırabileceği koşulların oluşturulması amaçlanmıştır. Bu amaçla uygulanan programlarla çalışanlara şu tür olanaklar sunulmaktadır; çeşitli çocuk bakım programları, esnek çalışma düzenlemeleri (esnek çalışma saatleri, iş paylaşımı, sıkıştırılmış iş günleri, yarı zamanlı iş, evde çalışma, vb.). Bu tür programlarla, çalışanın iş dışındaki özel yaşam konuları daha rahat yönetilebilir hale getirilerek, çalışanın işine daha fazla odaklanması sağlanmaya çalışılmıştır. İŞ-YAŞAM DENGESİ PROGRAMLARININ GETİRİLERİ İş -özel yaşam dengesi programlarındaki yenilikçi yaklaşımların sonucu olarak çalışanlar iş yaşamları ile özel yaşamlarını daha başarılı bir biçimde entegre edebiliyorlar. Bunun sonucunda da çalışanların stres düzeyi düşüyor, motivasyonları yükseliyor, iş ortamında daha sağlıklı ilişkiler gelişiyor. İşyerinde sağlanan esneklikle çalışanlar daha fazla inisiyatif kullanabiliyorlar. Verimlilikleri ve iş doyumları artıyor. Öte yandan daha mutlu ve verimli çalışma ortamında işten ayrılmalarda ve devamsızlık oranlarında ciddi düşüşler sağlanıyor. Söz konusu getiriler doğrudan şirketlerin iş sonuçlarına yansıyarak önemli iş kazançları elde edilmesini sağlıyor. Gerek çalışana sunulan sosyal olanaklar, gerekse bu programların uygulanmasıyla ahenkli, doyurucu ve verimli bir işyeri niteliği kazanan şirketler yeni yeteneklerin şirkete çekilmesinde bir cazibe merkezi haline geliyorlar. İŞ-YAŞAM DENGESİNDE ESNEK ÇALIŞMANIN ÖNEMİ Küreselleşme, teknolojik gelişmeler, ekonomideki konjonktürel dalgalanmalar, iç ve dış piyasadaki rekabet artışı işletmelerin yaşanan değişimlere uyumunu zorunlu hale getirmektedir. Bu değişimler çalışma yaşamında istihdam yapıları ile üretim biçimi, süresi ve üretim yerinde değişimleri de beraberinde getirmiştir. Bunun sonucunda artık klasik istihdam ve üretim biçimlerinden uzaklaşılarak çalışma yaşamında esneklik uygulamalarına başlanmıştır. Bu uygulama hem çalışanlara hem de işverenlere yardımcı olmaktadır nitekim çalışma yaşamında üretimin kalitesi ve işverenlerin memnuniyeti tek başına yeterli olmamaktadır. Üzerinde durulması ve dikkat edilmesi gereken bir diğer nokta da çalışanların İYD’yi sağlamalarıdır. İşyerinde esnek çalışma uygulamalarına geçilmesi sözü edilen dengenin sağlanması için gerekli olmaktadır. Ekonomik ve sosyal anlamda gelişimini tamamlamış olan ülkelerin çoğunda esneklik, istihdamın artmasını ve çalışanların iş hayatları ile kişisel hayatları arasında denge kurmalarını sağlayan olumlu bir unsur olarak kabul edilmektedir. Çalışma hayatında üretim sürecinde genellikle “yalın üretim”, “esnek üretim”, “postfordist üretim” kavramları ile ifade edilmek istenilen esneklik ile değişen müşteri ve pazar taleplerine bağlı, sıfır stok ve sıfır hatalı, tam zamanında ve kaliteli bir üretim amaçlanmaktadır. Başka bir deyişle esnek üretim sistemleri rekabet koşulları içerisinde ara veya son tüketicilerin farklı talep ve gereksinimlerini karşılamak amacıyla, yapılacak küçük değişikliklerle farklı mal ve hizmetlerin üretilebileceği sistemler olarak tanımlanmaktadır. Esnek üretimin uygulanmaya başlanması, süreklilik ve kalite açısından işletmelerde yeni organizasyon anlayışlarını oluşturan kavram ve uygulamaları da beraberinde getirmiştir. Böylece klasik organizasyon yapısı yerini uzmanlığı ve mobilitesi yüksek olan organizasyon yapılarına bırakmaya başlamıştır. Bunun sonucunda da müşteri odaklı, kademe sayısı azaltılmış basit organizasyonlar oluşmuştur. İş yaşamında esneklik, işletme bakımından işgücünün işletme içerisinde gerekli zaman ve sayıda kullanılmasını ifade ederken; işçi bakımından ise çalışma süresinin, kendisinin ve işyerinin anlaşması sonucunda işçinin koşullarına uygun hale getirilmesidir. İNSAN KAYNAKLARI VE İŞ-ÖZEL YAŞAM DENGESİ Başlangıçta çalışanların sadece fiziksel güçlerini dikkate alan yönetim anlayışı, geçirdiği evrim sonucunda çalışanların fizik ve gönül gücü ile birlikte beyin gücünü de dikkate alan bir noktaya doğru gelişim gösterdi. İş-özel yaşam dengesine ilişkin uygulamalar, insan kaynakları yönetimi anlayışının bugün gelmiş olduğu nokta açısından "iki önemli eğilimin habercisi" niteliğini taşıyor. Birincisi insan kaynağına yönelik uygulamaların artık daha bütünsel bir nitelik kazanıyor olması. Şöyle ki, bugüne kadar insan kaynağının etken yönetimini sağlamaya yönelik uygulamalarda daha çok "çalışanın işyerindeki yaşamı"yla ilgili uygulamalara odaklanıldı. Bu çerçevede "işyerindeki bireyin" ekonomik ve psikolojik gereksinimlerinin giderilmesine yönelik yaklaşım ve yöntemler kullanıldı. İş-özel yaşam dengesi programları ile artık bireyin özel yaşamının, sosyal gereksinimlerinin de dikkate alındığını görüyoruz. Dolayısıyla insan kaynağının etken yönetimine ilişkin çabaları giderek daha "bütünsel" bir bakış açısı biçimlendirmeye başlamış oluyor. İkinci eğilim ise, insan kaynağının sorunlarının çözümünde giderek bireysel çabalara daha çok önem verilmesi, bireylerin bu sorunları çözecek becerilerinin geliştirilmesine odaklanılması. Şöyle ki, işgücünün niteliğinin değişmesi nedeniyle, bireyin performansını arttırmada, geliştirmede ya da iş-özel yaşam dengesini kurmasında sadece dışsal müdahalelerle başarılı olunamıyor. Diğer bir ifadeyle "taşıma suyla değirmen dönmüyor". Bu nedenle giderek çalışanlarda bu konularda "bireysel farkındalık yaratılması" önem kazanıyor. Bireyin kendi performans gelişimi ya da iş-özel yaşam dengesini kurmasında farkındalığının ve becerilerinin artırılmasına yönelik eğilimler ağırlık kazanıyor. Son tahlilde bunun anlamı; çalışanların organizasyon içinde daha etken bir rol üstlenmelerinin beklenmesidir. Dolayısıyla, insan kaynağının etken yönetimi uygulamalarındaki yaklaşım ve bakış açılarındaki bu değişiklikler şirketlerin insan kaynakları fonksiyonlarına doğrudan yansımakta, İnsan Kaynakları Bölümlerinin rollerinde önemli değişikliklere yol açmaktadır. İnsan kaynağına yönelik anlayış ve uygulamalardaki değişikliklerin izlenmesi, bu değişikliklerin gereği olan rollerin yerine getirilmesi için yakın bir gelecekte gereksinim duyulacak yetkinliklerin geliştirilmesi İnsan Kaynakları Bölümleri için kritik bir önem taşımaktadır. İŞ-AİLE YAŞAM ÇATIŞMASI Çalışanların, iş yaşamları ile aile yaşamları arasında denge kurmalarının iş hayatlarındaki kişisel başarılarına ve özel yaşamlarındaki mutluluklarına etkileri araştırmacıların uzun süredir ilgisini çekmektedir. Özellikle araştırmaların; çalışanların iş ve aile yaşam alanlarında üstlendikleri farklı rollerin çalışanlar açısından yarattığı çatışma ve yaşanan çatışmaların çalışanların işleri, işletmelere karşı tutumları ve işyerlerindeki davranışları üzerinde yoğunlaştığı görülmektedir. İş-aile yaşam çatışması, bireyin aynı anda, çalışan anne-baba ve eş gibi birden fazla role sahip olduğunda ortaya çıkmaktadır. Esas itibariyle bir tür roller arası çatışma olan iş-aile yaşam çatışması, “iş ve aile alanlarından kaynaklanan rol taleplerinin bazı yönleriyle birbirleriyle uyumsuz olması durumu” olarak tanımlanabilir. İş-aile yaşam çatışmasının birinci boyutunu oluşturan iş-aile çatışması, bireyin işi ile ilgili üstlendiği rolün, ailesi ile ilgili yükümlülüklerini yerine getirmesini engellemesinden dolayı meydana gelen çatışma veya işten aileye yönelik olan çatışma türüdür İkinci boyut olarak değerlendirilen aile-iş çatışması ise, ailenin iş ile ilgili görevlerin yerine getirilmesini engellemesinden dolayı meydana gelen çatışma veya aileden işe yönelik olan çatışma durumlarını ifade eder . Konu ile ilgili yapılan araştırmalar; iş-aile çatışmasının, aile-iş çatışmasından daha fazla yaşandığını ortaya koymuştur. Uzun ve düzensiz çalışma saatleri, fazla mesai, özerklik durumu, örgütün büyüklüğü, düşük ücret, üst yönetimin olumsuz tavrı, iş ilişkileri, kişinin işte bulunma süresinin uzunluğu, terfi, aile ilişkileri, aile beklentileri, sağlık durumu, çocuk sayısı, yaş, gelir, çalışan performansı gibi çeşitli iş ve kişisel özellikler işaile yaşam çatışmasının en önemli nedenleri arasındadır. Çalışanların yaşadığı işaile yaşam çatışması, demografik faktörler ve sahip oldukları değerlere göre de farklılık gösterebilmektedir. Cinsiyetin iş-aile yaşam çatışması üzerindeki etkisini inceleyen çalışmalarda da kadınların erkeklerden daha fazla çatışma yaşadıkları ifade edilmektedir. Bunun yanı sıra bireylerin sahip olduğu çocuk sayısının fazla ve küçük yaşta olması, eşlerin her ikisinin de çalışması, eşlerin birbirlerine destek olmamaları, çocukların bakımı ve sorumluluklarının eşlerden biri tarafından üstlenilmiş olması gibi çeşitli aile özelliklerinin iş-aile yaşam çatışmalarına neden olduğu belirtilmektedir. Sonuç olarak; bireyler için yaşam; kişisel, çalışma ve aile yaşantısı anlamında bir bütünlüğü ifade etmektedir. Bu nedenle bir denge kurulması bireyin nitelikli bir yaşam sürmesini, ailesi ve sosyal çevresiyle olumlu bir etkileşimde bulunmasını, işverenin beklentilerinin karşılanmasını sağlayacaktır. Şüphesiz bu etkiler toplumsal düzeyde de olumlu bir takım gelişmeleri tetikleyeceği gibi ülke olarak uluslar arası arenada rekabetçiliğin inşasına da zemin hazırlayabilecektir. Bu nedenle İYD’nin sağlanmasında tüm taraflara bir takım görevler düşmektedir.